bozan tarafından postalanan herşey
-
TÜYLERİM DİKEN DİKEN OLDU BİRDEN
Ne zaman sevgili arkadaşlardan edebi bir metin yazan olsa bir bölük kişi hadiseyi cinsellik boyutuna indirgiyor tuhaf olan bu... Frued kişilerin bilinç altına ittikleri çocukluktan gelen cinsel düşünceleri, bu şekilde ortaya koyan insanlar üzerine ciddi araştırmalar yapmıştır, bence bu husus cidden araştırılmalı... Bu arada kimse buluttan nem kapmasın sözüm belli bir kişiye ya da kişilere değil sözüm bütün dünyayı madde ve cinsellikten ibaret gören zayıf düşüncenin kendisine..... bozan
-
TÜYLERİM DİKEN DİKEN OLDU BİRDEN
sizin işlerinize karışmak istemem ama aklınız fikriniz hep cinsellikte....neden böyle acaba? bozan
-
İşte Cumhuriyet gazetesi!
Hep aynı zihniyet İşte TEHLİKECİLER:...Tehlikecilikten metalananlar, nemalananlar....Bu ülke adına yazıklar olsun size... Fuat Kozluklu, Cumhuriyet Gazetesi'nde çalışırken nasıl yalan manşetler attıklarını, haberleri nasıl uydurduklarını inanılmaz itiraflarla anlattı. İşte medya tarihine geçecek ifşaatlar.. Gazeteci Fuat Kozluklu, Türkiye'de yalan haber ve yalan köşe yazısı yazan insanlarla çalıştığını belirterek tüm kavgasının haber ve gazetecilik üzerine olduğunu söyledi. Gazeteci Fuat Kozluklu, Cihan Haber dergisine Türk medyası ile ilgili değişik açıklamalarda bulundu. Kozluklu, Türkiye'de yalan haber ve yalan köşe yazısı yazan insanlarla çalıştığını belirterek tüm kavgasının haber ve gazetecilik üzerine olduğunu söyledi. Toyluk dönemlerinde yanlış, iyi araştırıp soruşturmadan dedikoduyu haber diye yazdığını söyleyen Kozluklu, bu durumu şöyle anlattı: "O zaman Cumhuriyet Gazetesi'nde çalışıyordum. Vatan Caddesi'nin üzerinde bir lunapark vardı. Orada etekli bir kadın şeklinde dönme dolap vardı. Üzeri branda ile kapatılmıştı. Hani Fatih bölgesine de giriyor diye, lunaparktaki o kadın figürlü dönme dolap için geldim ve şöyle yazdım: "İslamcılar dönme dolaptaki etekli kadına tahammül edemediler" Cumhuriyet Gazetesi'nde kocaman çıktı hem de birinci sayfada. Yalan haberdi, çok kötü, yazıklar olsun bana." Kozluklu, 28 Şubat sürecinde ABD'ye gelmiş olan dönemin önemli generallerinden Çevik Bir ve Milli Güvenlik Kurulu Genel (MGK) Sekreteri İlhan Kılıç'ın söylediklerini Cumhuriyet'e haber olarak gönderdiğini ancak sansürlendiğini belirterek şunları söyledi: "28 Şubat sürecinde Ülker Grubu için "yeşil sermaye" diyorlardı. Ama ne zaman ki Cumhuriyet Gazetesi'nin içinden bir adam Ülker Grubu'nun yönetim kuruluna alındı, Ülker Grubu "yeşil sermaye" olmaktan çıktı. Bunları söylediğim için "kavgacı ve geveze adam" oldum. Cumhuriyet'e çalıştığım dönemde, Hikmet Çetinkaya, Fehmi Koru'nun dünyaca ünlü ve köklü eğitim kurumu olan Harward Üniversitesi'nden mezun olup olmadığını sorgulattı. Boston'da Harward'a gittim. Belgesini buldum ve faksta geçtim, o faks da bende duruyor. Ama Hikmet Çetinkaya yayınlamadı. Kendisi lise mezunu mudur nedir, bilmiyorum bile. ABD'deki Türk okullarını ilk yazan ve fotoğraflayan benim. Mahkemeye verdiler, Cumhuriyet Gazetesi Fethullah Hoca'ya karşı bugüne kadar bir davayı kaybetmedi. O da bu davaydı ve Zaman Gazetesi'nde "Fuat Kozluklu burada haberin bütün kurallarını yerine getirmiş" diye yazdılar. Ama olayı saptırmak için başlığı "ABD'de Şeriat kampı" diye atan Hikmet Çetinkaya idi. Ben Cumhuriyet Gazetesi'nde yalan haber yazan, yalan köşe yazısı yazan yalancılarla çalıştım." Cumhuriyet Gazetesi'nin içerisinde olup bitenleri 'www.sansursuz.com' isimli sitede yazdığını ifade eden Kozluklu, "Sansürledikleri ilanları, çalışanlar arasında nasıl terör estirdiklerini, sosyal adaletsizliğe bayrak açıp çalışanlarının büyük bir kısmını kadrosuz, sigortasız çalıştırdıklarını yazıyorum. Benim de emeğim çalındı. 2 yıl kadrosuz, sigortasız ve komik ücretlerle çalıştırdılar. Ama bu 2 yüzlülük ve emek sömürüsü sadece Cumhuriyet'te değil her yerde var artık. Karşı kampta yer alanlar da aynı biçimde yalan haberlere, yönlendirmelere, kışkırtmalara imza atıyorlar. Yabancı bir gazeteci arkadaşım bana "sizin ülkenizin ajana, kışkırtıcıya hiç ihtiyacı yok" demişti. "Türklük", "din", "laiklik", "vatan" "demokrasi" ya da "Cumhuriyet" iki dakikada elden gidebiliyor. Gazeteciler ortalıkta akbaba gibi dolaşabiliyor." diye konuştu. MEDYANIN KENDİ İÇİNDE ANDIÇ LİSTESİ VAR Medyanın kendi içerisinde andıç listesi olduğunu iddia eden Kozluklu "Ancak Genelkurmay'ın hazırladığı andıçları eleştirenler, medya baronlarının hazırladığı andıçları nedense görmezden geliyorlar. Çünkü medyada maalesef egemen olan anlayış 'kadınsan haremime gireceksin, erkeksen kapımda köle olacaksın' diye özetleyebileceğim bir anlayıştır. Hala bağırarak ve işten atma tehdidi ile çalıştırıyorlar insanları birçok yerde. Amerika'da medyada yanında çalıştırdığı kişiye karşı sesini yükselten ve onu işten çıkarmakla tehdit edenler hukuken suçlu sayılıyorlar ve ceza işlemiş oluyorlar. Ama bizde hala bu anlayışa sahip yazı işleri ve haber müdürlerinin egemenliği sürüyor." diye konuştu. Patron, iktidar, muhalefet, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) gibi dertleri olan insanların gazetecilik yapamayacağını ifade eden Kozluklu, şunları söyledi: "Şu anda bir iki medya organı dışında zaten gazetecilik yapılmıyor. Yanı başımızda harita yeniden şekillendiriliyor, uzman bir gazetecimiz yok, deneyimli ve de gelişmelerin analizini yapacak, uluslararası standartlarda tarihe tanıklık edecek habercimiz bulunmuyor oralarda. Ben bir gazeteci olarak, son üç dört yıldır Zaman ve Milliyet gazetelerini okuyanların şanslı olduğuna inanıyorum. Zaten 4 isim sayıyorum; Sedat Ergin, Ekrem Dumanlı, Umur Talu, Mustafa Karaalioğlu. Hep denilir ki, 'Gazeteci olacaksan Abdi İpekçi, Nezih Demirkent ve Çetin Emeç gibi olacaksın". Ben de diyorum ki günümüzde Sedat Ergin, Ekrem Dumanlı ve Mustafa Karaalioğlu gazeteciliği konuşulmalı" Basın örgütlerinin bugün politik yapıda olduğunu ve bağımsız olmadığını ileri süren Kozluklu. "Benim cenazemi Gazeteciler Cemiyeti'ne falan da götürmesinler. Böyle saçmalıklarla uğraşmasınlar. Çünkü o cemiyetlerin evrensel anlamda bir meslek örgütü olmadıklarını gördüm. Meslektaşını andıçlamış, yıllarca işsiz bırakmış olanlar ölünce timsahın gözyaşları misali ikiyüzlü söylemler dile getiriyorlar. Bunların son örneğine sevgili Duygu Asena'nın ardından tanık oldum. Medya sektörü kesinlikle temizlenmesi gereken bir yerdir." dedi. Kozluklu 'Medya kimlerden temizlenmeli?' sorusuna şu cevabı verdi: "Bu ülkede organize suç örgütleriyle işbirliği içerisinde bulunmuş ve bu telefon kayıtları ile ortaya konmuş insanlar hala haber müdürlüğü yapabiliyor. Borsa yönlendirmelerine karışmış insanlar, ekonomi bölümlerinin şefliğini yürütebiliyor. Patronları adına bakanlarla ihale pazarlığı yaptığı belgelerle ispatlanmış insanlar, genel yayın yönetmeni sıfatıyla herkese ahlak dersi vermeye devam edebiliyor. Yaptıkları haberleri yayınladıkları için değil yayınlamadıkları için para kazanan insanlar, topluma 'haksızlıklarla mücadele eden korkusuz gazeteci' olarak sunulabiliyor. Soyulan bankalarla kurulmuş medya kuruluşları var, onlar hak ve hukuktan, ahlaktan nasıl söz edebilirler ki! Ama Türkiye'de edebiliyorlar" Türk halkı için en büyük tehdidin ehliyetini kötüye kullanan sorumsuz yöneticilerin elindeki medya olduğunu ileri süren Kozluklu, şunları söyledi: "Türkiye'mizde yangını çıkaran da söndüren de aynı itfaiyeci. Bir iki gazete ve bir iki televizyon hariç gerisi evrensel hukuk anlayışından uzak yayın yapıyorlar. Yani şimdi 'bunları yayınlayın da toplumunuz fuhşa, uyuşturucuya ve silaha özensin' diye CIA ajanları mı getirip kasetleri veriyor! Kendileri gidip alıyorlar, öyle sahtekârlık yok. Yani benim annem, Remziye Hanım televizyon kanallarına telefon açıp, 'ne olur kim, kiminle, nerede, ne yapıyor programları verin' mi diyor? Yok böyle bir sahtekarlık. 'Halkın talebi bu yönde' diyenler yalan söylüyor. Açgözlü, sınıf sorunları yaşayan, bir anda hak etmedikleri ölçüde parayla ve şöhretle buluşan insanların yaydığı bir dehşet var, bir terör var Türkiye'de." alıntılayan bozan
-
Son Amerikan Filmi; ULUSALCILIK
Milletimizin Abd'nin Irakta egemenliğini pekiştirmek ve Türkiyeyi Irak bataklığına sokmak amacıyla çevirdiği sözde Ulusalcılık filminde figüran olmayacağına olan inancımız her geçen gün artmaktadır... bozan
-
Türk-Kürt çatışmasına hayır!
Kimileri kardeş kanı dökmek istese de. Kimileri sözde ulusalcılık özde amerikan çıkarları için insanları yok etmek istese de... savaşmayı ilke barışmayı korkaklık olarak algılayanlar istemese de... yaşasın kardeşlik, barış ve sevgi, yok olsun düşmalık, savaş ve nefret... bozan
-
sezerin afları...
Tuhaf bir eylem Kadıköy evlendirme dairesinde, devlet güvenlik mahkemesinin Anayasal düzeni değiştirmeye teşşebbüs ettiği gerekçesiyle müebbete mahkum ettiği Erol Zavar yararına ilginç bir etkinlik düzenlendi. Ücretsiz tahsis edildiği öne sürülen nikah salonunda Cumhurbaşkanına Erol Zavar'ı da affetmesi için yollanmak üzere hazır dilekçeler dağıtıldı. istanbul kadıköy belediyesi evlendirme dairesi'nin nikah salonunda ilginç bir etkinlik yapılıyor. Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 2001 yılında Anayasal suç işlediği gerekçesiyle yargılanmış ve idam cezasına çarptırılmış, ancak cezası daha sonra ömür boyu hapse çevrilmiş hükümlü Erol Zavar'ı "Cumhurbaşkanı'na affettirme" etkinliği. Ülkenin dört bir yanına şehit cenazeleri giderken, azılı teröristin yakınları, sözde hastalığını bahane ederek, Cumhurbaşkanı Sezer'den Erol Zavar'ı affetmesini istiyorlar. Tıpkı affettiği yüzlerce terörist gibi... alıntılayan bozan
-
Tüsiat'tan sert Muhtıra!
Tüsiattan ekonomik muhtıra TÜSİAD'ın Sabancı Center'da düzenlenen YİK toplantısının açılışında konuşan Koç, seçimlere 45 günden az bir süre kala genel bir değerlendirme yapmak için olağan YİK toplantısını gerçekleştirdiklerini belirtti. Koç, siyasi partilerin vitrin yenileme ve yeni isimleri kamuoyunu duyurma çalışmalarında gösterdikleri coşkulu çabayı parti programlarının paylaşılmasında da görmek istediklerini ifade ederek, “Geçtiğimiz bir kaç ay içinde ülkede tartışılan konulara ve sergilenen yaklaşımlara baktığımızda Türkiye'yi hedefleri doğrultusunda daha ileriye götürecek bir dinamiğin ışıklarını görmekte zorlanıyoruz. Siyaset sahnemizde adeta bir akıl tutulması ile karşı karşıyayız” diye konuştu. Türkiye'nin son 20 yılda önemli bir yenilenme döneminden geçtiğini, ithal ikamesine dayalı kapalı bir ekonomiden dünya piyasalarına entegre olmuş rekabetçi bir ekonomiye geçişin sağlandığını ve doğal kaynaklar ile işlenmemiş tarım ürünlerine dayalı ihracatın ağırlıklı olarak sanayi ürünlerine dayalı hale geldiğini dile getiren Koç, ihracat hamlesine başlandığında başlıca pazarı Orta Doğu olan Türkiye'nin artık beyaz eşya, otomotiv, elektronik gibi pek çok sektörde Avrupa'da ciddi pazar paylarına sahip olduğunu kaydetti. Koç, Türkiye'de bu gelişmelere daha hızlı ve güçlü gerçekleştirme potansiyeli bulunduğunu, ancak “ayaklarında ekonomik ve siyasi iktidarsızlık prangası”yla koşmaya çalıştıkları yarışa çok geç başladıklarını ifade etti. Yine de bugün gelinen noktanın umut verici olduğunu söyleyen Koç, şöyle devam etti: “Eğer bazı konuları ulusal stratejimiz haline getirirsek, bazı hedeflerimiz partiler üstü olursa, bugüne kadar oluşmuş olan zemini bir sıçrama tahtasına dönüştürebiliriz diye düşündük. Bunu da her fırsatta dile getirdik. AB'ye tam üyelik idealine de işte bu nedenle dört elle sarıldık. Oysa bugün bakıyorsunuz ki bir takım siyasi partiler, kimi kuruluşlar ve kesimler, Türkiye'yi Batı dünyasından koparmayı bir siyasi alternatif olarak ülkenin önüne koymak için büyük bir çaba harcıyorlar.” Mustafa Koç, bu kesimlerin, bunun en somut örneğini Türkiye'yi AB dışında tutmaya çalışarak gösterdiklerini ve bunu “yurt dışındaki yeminli Türkiye düşmanları ile aynı amaçta buluşma pahasına yaptıklarını ve bu kapsamda sağ ve sol ideolojilerin dahi aynı potada buluşabildiğini” söyledi. AB dışında kalan Türkiye uydulaşabilir Koç, Türkiye'nin, ulusal çıkarlarının ekonomik ve stratejik gerçekler ile küresel gelişmeler kapsamında değerlendirildiğinde AB içinde olması geriğinin açıkça görüldüğünü ve hiç bir döneminde bugünkü kadar Avrupa ile bütünleşme ihtiyacı içinde olmadığını kaydetti. AB'nin çevresinde güçlü bir çekim alanı oluşturduğunu ve AB'ye üye olamayacak ülkelerin dahi ekonomik ortak olarak bu çekim alanının içinde yer aldıklarını ifade eden Koç, böyle bir ortamda AB dışında kalan bir Türkiye'nin fiilen özel statülü bir ülke durumuna düşebileceğini ve AB'nin etrafında bir uydu haline gelebileceğini belirtti. Koç, bu söylediklerinin ne pahasına olursa olsun AB üyesi olmak şeklinde yorumlanmaması gerektiğini işaret ederek, AB'nin de olgunlaşması henüz tamamlamamış ve kendi içinde önemli görüş ayrılıklarına sahip bir siyasal yapı olduğunu söyledi. Bu çerçevede, içine kapalı bir Avrupa isteyen bir grubun Türkiye karşıtı söylemlerin kısa vadeli getirilerine odaklandığına işaret eden Koç, “Bu kesim Türkiye'nin demokratik eksiklikleri, toplumsal duygusallığı, siyasal öz güvensizliği ve analiz hataları yüzünden AB üyeliği sürecinden kendi kendine kopacağını umuyor. Amaçları Türkiye'yi AB'nin siyasal karar sistemine ortak etmeden özel bir statü ile etkin alanları içinde tutmak” görüşünü aktardı. AB'de ikinci grubun ise birliği daha geniş ve etkin işleyen bir siyasal birlik olarak konumlandırdığını ve bu grubun Avrupa vizyonunda AB'nin değerleri ile uyum sağlamış bir Türkiye'nin büyük bir kazanç olarak yer aldığını dile getiren Koç, bugün gelinen noktada Türkiye'nin önünde Fransa iç siyaseti, Kıbrıs, AB'nin iç kurumsal ve ekonomik sorunları gibi engeller bulunduğunu, ancak Türkiye'nin tam üyelik sürecinin teknik gereklerini 2014'e kadar tamamlamasının gerçekçi bir öngörü olduğunu bildirdi. Koç, Türkiye'nin bu güce sahip olduğuna işaret ederek, “Biz tam üyeliğe hazırlanırken, AB de kendi değişimini gerçekleştirecektir” dedi. AB üyesi Türkiye çekim alanını oluşturur Türkiye'nin Balkanlar, Karadeniz, Orta Asya, Akdeniz ve Orta Doğu'da gerçekleştireceği siyasal ve ekonomik işbirliklerinin bir alternatif değil AB hedefinin gerçekleşmesine katkıda bulunacak önemli bir koz olarak görülmesi gerektiğini ifade eden Koç, AB'ye tam üyeliğin gereklerini yerine getiren aynı zamanda da tarihsel ve kültürel hinterlandı ile sağlam ilişkiler geliştiren Türkiye'nin Avrupa nezdinde güçleneceğini vurguladı. Koç, bu ülkeler açısından da AB sürecinde ilerleyen güçlü bir Türkiye'nin daha etkili olacağını ve batı ile güçlü ilişkileri laik demokratik siyasal yapısı yerleşmiş piyasa ekonomisi ve çoğulcu toplumsal dokusu ile kendi çevresinde bir çekim alanı yaratma gücü bulunduğunu kaydetti. Mustafa Koç, şunları söyledi: “Türkiye'de iktidarda kim olursa olsun ülkenin yüzünü batıya dönük olmasını temin etmek AB ile tam üyelik sürecinin gereklerini yerine getirmek, piyasa ekonomisini tüm kurum ve kuralları ile egemen olduğu laik, demokratik, dışa açık bir Türkiye için çalışmak zorundadır. Türkiye'yi küresel gelişimin dışına çekmeye, yeniden içine kapalı devletçi bir Türkiye oturtmaya, yüzünü batıdan başka yönlere çevirmeye çalışmak onu yalnızlaştırmak ve geri kalmaya mahkum etmekle eşdeğerdir. Bunu ulusal çıkar söylemi ile cilalayarak veya dini ideolojilerle soslayarak geçerli bir politika seçeneğiymiş gibi sunmak akla ve sağduyuya sığacak anlayışlar yaklaşımlar değildir.” Türkiye'yi mevcut yolundan saptırmaya çalışanların Türk insanına hangi kaynaklarla nasıl bir gelecek yaratmayı tasarladıklarını bütün açıklığıyla anlatmak zorunda olduklarını söyleyen Koç, “Çocuklarımızın geleceği, seçim meydanlarının basit siyasi mücadele taktiklerine veya ideolojik gösterilerine feda edilemez. Oy istemek için halkın karşısına çıkanlardan, meydanlarda sorumlu siyaset yapmalarını bekliyoruz” dedi. alıntılayan bozan
-
Millet her oltaya yem olmuyor.
Oral Çalışlar PKK Ne Yapmak İstiyor?.. Bütün bu eylemlerin yürütücüsü olarak PKK karşımıza çıkıyor. Gerçekten bu cinayet ve katliamları PKK mi yapıyor? Eldeki bilgi ve bulgular böyle olduğunu gösteriyor. Türkiye'de siyasetin gerilime girdiği her dönemde olduğu gibi PKK bu tür tepkiyi ve öfkeyi artıracak eylemlerle sahne alıyor. *** O zaman PKK neden bu yola başvuruyor? Neden kamuoyunu tahrik edip dikkatlerin Kuzey Irak'ta toplanmasına yol açıyor? Türkiye, gergin bir seçim ortamı içinde. Ülkemizin geleceğine ilişkin kaygıların yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Bazı gözlemciler, 22 Temmuz seçimlerinin yapılmaması ihtimalinden söz ediyorlar. Bazıları ise 23 Temmuz sabahı neler olacağının endişesini dile getiriyor. Türkiye'de yeteri kadar belirsizlik ortamı gererken PKK bir başka gerginlik kaynağı olarak eylemlerini artırıyor. PKK bütün bunları neden yapıyor? Kürtlerin haklarını savunmak için mi? Demokratik Toplum Partisi (DTP) seçimlere bağımsız adaylarla gireceğini açıkladı. Uzmanların hesabına göre 20'den fazla milletvekili çıkarması ihtimali var. Yani uzun bir aradan sonra Meclis'te temsil edilme imkânını elde edecekler. *** ABD Irak'tan çekilme planları yaparken Kuzey Irak'ı bölge açısından önemli bir üs olarak kullanmayı da planlıyor. Yorumculara göre Irak Şiilerinin İran'la birleşmesine engel olabilmek amacıyla Kuzey Irak'ta varlığını sürdürmeyi önemsiyor. İşte PKK böyle bir ortam içinde sahneye çıkıyor... Onları bu kritik dönemde sahneye kim sürüyor? Bu eylemler Türkiye'nin içinde milliyetçiliği ve Irak'a askeri müdahaleyi teşvik ediyor. Ankara'nın Kuzey Irak konusunda bir şeyler yapmasını haklı kılacak bir ortam yaratıyor. Bir başka açıdan bakıldığında ise DTP'yi zor durumda bırakıyor, onların baskı altına alınmasını meşrulaştıracak bir iklime sebep oluyor. *** Irak'taki gelişmeler ve Kuzey Irak'taki Kürt yapılanması, bölgedeki bütün dengeleri altüst edecek sonuçlar yarattı. Irak, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt 'ın da bir konuşmasında işaret ettiği gibi hızla bölünmeye gidiyor. Bir daha bir araya gelmesi de pek mümkün görünmüyor. Kartlar bir anlamda bölgede yeniden karıldı ve yeni durumlar ortaya çıktı. PKK bu ortamdan yararlanmanın hesabını yapıyor. Türkiye'deki yasal Kürt hareketini kendi denetimi altında tutabilmek ve gücü elinden bırakmamak için çatışma ortamını canlı tutmak istiyor. Bölgede istikrarsızlığın sürmesini teşvik edecek çıkışlar yapıyor. Diğer yandan ABD ve Batı nezdinde kendisine bir meşruiyet sağlamış olan Kuzey Irak'taki özerk Kürt güçleriyle Türkiye arasında çatışma çıkararak bu çatışmanın arkasına gizlenmeyi planlıyor. Türkiye'yi Kuzey Irak'a girmeye zorluyor. *** Bunu neden yapıyor olabilir? Böyle bir askeri harekât, ABD ve Batı ile Türkiye'yi karşı karşıya getirir diye hesaplamış olabilirler. Nitekim daha şimdiden Türkiye'ye "Yapma" yönünde uyarılar geliyor. Türkiye'de iç siyasi istikrarsızlaşma ortamında PKK kendisine bir yol açılacak diye bir hesap içine girmiş de olabilir. PKK'nin eylemlerini sürdürüp daha fazla can alması, kaçınılmaz olarak ülkemizdeki daha sert tepkileri de beraberinde getirecektir. Bu sert tepkiler, içeride milliyetçi çatışmaları da körükleyebilir. Kürtlerle Türkler arasında bir arada yaşamayı zorlaştıran gelişmeler de olabilir. PKK bunları mı istiyor? Böylece ülkemizdeki Kürtleri kendisine daha fazla bağlayacağını mı düşünüyor? Türkiye'yi Kuzey Irak'a girmeye zorlamak... İçeride Kürtlere yönelik tepkileri kışkırtmak... Bütün bu kargaşadan kendisine yeni alanlar açılacağını düşünmek... Bunların Kürtlerin çıkarlarıyla ne ilgisi bulunuyor? Birisi bana izah etsin... alıntılayan bozan
-
sezerin afları...
Kayserili Şehit Er Eyüp Yabangülü'nün cenazesinde bir grup vatandaş, affettiği teröristlerle gündemden düşmeyen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e tepki gösterdi. Cenazede bir vatandaş "Sezer affediyor, bizlerin anası ağlıyor" diyerek cumhurbaşkanını protesto etti. Çankaya köşkünün resmi verilerine göre Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e, 7 yıllık görev süresi boyunca tam 270 af başvurusu yapıldı. Ve Sezer, bu başvurulardan sadece 9'unu reddetti. 261 hükümlüyü sokağa saldı. Sokağa salınanlardan bazıları belki evlerine gitti. Ancak önemli bir bölümü terör suçundan mahkum olmuş DHPK-C, TKP, MKP gibi illegal terör örgüt mensubu olan hükümlüler, yeniden örgütlere katıldı. Devlete kurşun sıkmak bir Mehmetçik bir polis vurmak için yurt geneline dağıldı. MEHMETÇİK'E KURŞUN SIKIYORDU Bu teröristlerden Maoist Komünist Parti üyesi Okan Ünsal, 18 Mart 2003 tarihinde Sezer tarafından affedildi. Ünsal iki yıl sonra Tunceli Ovacık kırsalında ortaya çıktı. Güvenlik güçlerine ateş ederken çıkan çatışmada öldürüldü. ASKER VURMAYA ÇALIŞIYORDU Sezer'in affettiği bir başka terörist ise Ökkeş Karaoğlu'ydu. Halk Kurtuluş Örgütü üyesi Karaoğlu, 6 Şubat 2003'de yine aynı gerekçeyle affedildi. Karaoğlu da 17 Haziran'da çıkan çatışmada öldürülen isimler arasında kayıtlara geçti. Öldürülmeseydi yine Mehmetçiğin canını yakacaktı. ÇATIŞMADA YAKALANDI Sezer tarafından affedildikten sonra askerimize ve polisimize kurşun atan teröristlerin listesi uzayıp gidiyor. Nisan ayının başında yapılan operasyonda, Tunceli'nin Hozat Kırsalındaki çatışma sırasında yakalanan DHPK-C üyesi Cengizhan Pilav da, Sezer affıyla cezaevinden çıkanlardan. BU DA AF ŞANSLISI Son olarak yine Tunceli'deki çatışmada Mehmetçiğe kurşun sıkan TİKKO üyesi Mahmut Polat, ölü olarak ele geçirildi. Polat'ın da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından affedilen isimlerden olduğu ortaya çıktı. Türkiye bir yandan şehitlerine, bir yandan da Mehmetçiğe kurşun sıkarken yakalananların devletin elindeyken salıverilmesine ağlıyor. alıntılayan bozan
-
TÜM ZAMANLARIN EN MUHTEŞEM ORGANİZASYONU
Bu yanıt öncelikle sevgili süheda ve onun gibi insanlara silah sıkmak yerine gül vermeyi, insanları tehlike olarak görmek yerine onları anlamayı ve sevmeyi kabul etmiş, hayatını güvensizlik ve ihanet yerine güven ve sadakatle örmüş ve bu yüzden kim olursa olsun bütün insanlığı Mevlana sevgisiyle kucaklamış olanlaradır... Hayatında sevgi ve güven denilen en mühim insanı hususiyetleri barındırmayan bir kişi sevginin sonsuz döngüsünü anlamak hususunda elbette sorunlar yaşayabilir...Hayatlarından sevgi ve güvenin alınmış olduğu insanları görmedik mi? Kimi örgütlerin Kadıköy çiçekleri ezme harekatını unuttunuz mu? Nasıl da hırsla eziyorlardı çiçekleri!! Her yaprağının bir dünya olduğu sevgi sembollerini çiğneyecek kadar sevgiden yoksun olmak ne kadar acı değil mi? Duvarlarındaki haritalar dünyayı kapsamayan, içlerindeki heyecan sokaklarından öteye gitmeyen sevgisiz ve güvensiz insanlar sevgiyi anlayamayacaklardır... Fakat sevgi bu, inadına büyür ve sevmeyenleri de kapsar...değil mi? bozan
-
O zaman ''Rusya'ya'' girelim
Irak bataklık, sonu yok ucu yok, başımızı belaya sokmaya, canımızı yollarda koymaya, bu sıcakta operasyon yapmaya hiç gerek yok. Rusya bu mevsim daha da güzel hep beraber moskovaya girelim... Ne o Ruslardan mı korktunuz? Yok canım bizim kadar cesur bizim kadar zeki bizim kadar çevik bizim kadar ahlaklı başka bir millet mi var? Hele sen bir niyet et Rusyanın 24 saatlik işi var, bizim Şahap'ın da Katerinayla. Değil mi? Her yıl Ruslar bizim ülkemize giriş yapıyor, biz de onlara girelim, turist olarak yapamıyorsak cephe açarak yaparız, hem 1878'in intikamını alırız, hem de ikili ilişkilerimizi yakından geliştiririz. Yalnız benim bütün halkıma bir uyarım var ''yazları buraya gelen Olga'ların orada İgor diye bir de kocaları var ona göre, çizdirmeyin fiyakayı!!!. bozan
-
Ulusalcılığı öcalan mı başlattı?
Türkiye’de ‘ulusalcılık’ ortak paydasında yapılan cumhuriyet mitinglerinde atılan slogan ve yapılan konuşmalara benzer söylemlerin terör örgütü PKK’yı kendi tabanı olarak gören Demokratik Toplum Partisi (DTP) yöneticilerinden de gelmesi ilginç bir ironinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Öyle ki, İmralı’da tutuklu bulunan teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın açıklamalarına bakılarak, “Ulusalcılığı Öcalan mı başlattı?” sorusu bile sorulmaya başlandı. Aslında ortaya atılan tezler ve yapılan yorumlar yersiz de değil. PKK ile ulusalcılık çizgisinin en azından destek anlamında yollarının kesiştiği bir süreç söz konusu çünkü… Bu yolda ilk resmî açıklama DTP eşbaşkanı Aysel Tuğluk’tan geldi. İki hafta önce Radikal gazetesinin eki Radikal-2’de yayımlanan “Sevr travması ve Kürtlerin empatisi” başlıklı yazısında, “Türk halkının ortak bilincinde Sevr ve büyük kurtarıcı imgesi (Atatürk kastediliyor) çok güçlü bir enerjiyle ortaya çıkmaya başladı” cümlesini kullanan Tuğluk, sorunların aşılması için Kemalist aydınlara büyük işlerin düştüğünün altını çizdi. Tuğluk’un Misak-ı Millî ile ilgili düşünceleri ise oldukça dikkat çekiciydi: “Sevr korkularının objesi Kürtler olmamalıdır. Komşu ülkede yaşananlar (K. Irak konu ediliyor) Türkiye’deki gerçeklikle örtüşmüyor. Zaten başka bir boyutta bakılırsa orası da Misak-ı Millî sınırlarındadır. Bu işgalci bir yaklaşım değil, samimi ve gönüllü bir kucaklaşama olacaktır.” ‘ULUSALCI ÖCALAN ‘ TÜRKİYE’NİN SATILDIĞINI İLERİ SÜRÜYOR Bayrak mitinglerinde atılan ‘emperyalist güçlere hayır’ sloganına benzer söylemi Tuğluk da dile getiriyor: “Çözüm için emperyalist müdahaleye gerek görmeden ve gerçeklik dışı olmayan açılımlarla çözüm arayışı gereklidir.” DTP’nin öteki eşbaşkanı Ahmet Türk de mitinglerde ön plana çıkan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı (ÇYDD) Türkan Saylan’ın çizgisini beğendiklerini vurgulayarak, “Türkan Saylan’ın söylemlerini her zaman önemsiyoruz.” dedi. Geçmişte Saylan’ın PKK’ya destek olduğu ileri sürülmüştü. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Üsküdar Şube Başkan Yardımcılığı’ndan istifa eden Asuman Özdemir, Saylan’ı bölücü hareketleri desteklemek ve öldürülen teröristlerin yakınlarına burs vermekle suçlamıştı. Aslında Aysel Tuğluk’un yazısı Abdullah Öcalan’ın daha önce yaptığı açıklamaların biraz değiştirilmiş haliydi sanki. Öcalan’ın açıklamaları Tuğluk’un makalesinden 23 gün önce 4 Mayıs tarihinde terör örgütü PKK’ya yakınlığı ile bilinen Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlandı. “Toplumsal savaş gelişir” başlığıyla yayımlanan Öcalan’ın açıklamalarında Musul ve Kerkük’ün Misak-ı Millî sınırları içinde olduğunun altı çizilirken “Demokratik Cumhuriyet” tezi üzerinde duruluyor. Öcalan’ın uzun açıklaması Tuğluk’un yazısına göre biraz daha keskin cümleler içeriyor. Öcalan mitinglerdeki söylemleri biraz daha netleştirerek ön plana çıkarıyor. Geçmişte Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi gerektiğini öne süren Öcalan, bu açıklamasında tam bir AB karşıtlığına girişmiş. Türkiye’nin AB ile bir bağlılık anlaşması yaptığını ileri süren Öcalan, Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin karşısında olduğunu ve bunun doğru bir durum olmadığını vurguluyor: “Türkiye, ekonomisini yabancılara açmakla Düyun-u Umumiye döneminden 4 kat daha fazla borçlanmış durumda. Mustafa Kemal olsa böyle mi yapardı. Arazilerin yabancılara peşkeş çekildiği söyleniyor ama bununla kalsa iyi, bütün Türkiye satılıyor.” Öcalan’ın ulusalcı hareketle ilgili geçmişte de görüşleri bulunuyor. Öcalan, 2000 yılında yazdığı “20. yüzyıldan 21. yüzyıla Kürtler” başlıklı yazısında ve sonraki açıklamalarında “Demokratik Cumhuriyet” tezini ortaya atıyor ve Türkiye’nin emperyalist güçler tarafından saldırıya maruz kaldığının altını çiziyor. Öcalan bunun için Kemalist bir düşünceye dayalı ulusalcı bir harekete ihtiyaç olduğunu söylüyor ve dış güçlerin Türkiye’yi imha ve işgal planlarının olduğu tezini savunuyor. Öcalan yazılarında Kürt meselesinin “Demokratik Cumhuriyet” tezi içinde çözüleceğini ve ulusal bir anlayışla şekilleneceğini söylüyor. Ancak Öcalan gidilen yolda Kemalist düşüncenin hiçbir şekilde ihmal edilmemesi gerektiğini de önemli bir ayrıntı olarak açıklamalarının ana omurgasına oturtuyor. Öcalan’ın uzun süreden beri ulusalcı çizgide açıklamalar yaptığını dile getiren Serbesti Dergisi Yazı İşleri Sorumlusu Ümit Fırat’a göre, bu yaklaşım onun doğal yapısının gereği: “Öcalan hep Kemalist olmaya çalıştı. Bu yolda açıklamalar yaptı, düşüncelerini yaymaya gayret etti. Aysel Tuğluk onun sesi olmuş durumda; düşüncelerini o açıklıyor artık. Aysel olmazsa Doğan Erbaş olurdu. Zaten bu açıklamalarla Öcalan ve yandaşlarının Türkiye’de son zamanların modası olan ulusalcı cepheden cevaz alma gayreti de var. Bu çizgide bir yaklaşım sergiliyorlar. Açıkçası bu açıklamalara ben çok şaşırmadım.” PKK MİTİNGLERDE BAYRAK SALLADI MI? Etnik Kürt siyasetine yön veren ve terörü destekleyen yöneticilerin, liderlerin ulusalcı açıklamalarının sadece sözde kalmadığı da ortaya çıktı. Bunun bir talimata dönüştüğü belirtiliyor. Örgüt üzerindeki etkisi giderek azalan PKK’nın Kandil’deki ismi Murat Karayılan’ın, yandaşlarının mitinglere katılması için bir bildiri yayımladığı ileri sürülüyor. Bildiride kendilerine sempati duyan herkesin meydanlara gidip slogan atmasını istedikleri belirtiliyor. Karayılan’a göre, meydanlara gidilmesi Türkiye’nin demokratikleşmesine yarar sağlıyor. Karayılan, Öcalan’ın açıklamalarına da atıfta bulunarak “Demokratik Cumhuriyet” düşüncesinin sağlanması için bu mitinglere katılınması halinde başlayacak sürecin Kürt sorununun çözümüne katkı sağlayacağını ileri sürüyor. PKK’nın silahlı kanadı Halk Savunma Güçleri (HPG) sorumlusu Suriyeli Fehman Hüseyin’in bildiriyi eleştirdiği ve buna karşınlık silahlı mücadele talimatı verdiği öne sürülüyor. Dağda başlayan “Ulusalcılar” ve “PKK’lı” kavgasının halen sürdüğü aktarılıyor. Kürt-Der Başkanı İbrahim Güçlü, PKK’nın uzantısı olan DTP’nin çizgisini değiştirdiğine ve öteki Kürt partilerini “bölücülük” ile suçladığına dikkat çekiyor. Güçlü’ye göre Kemalist Kürtler görevlendirildi: “DTP’ye göre KADEP ve HAK-PAR Barzani’yi desteklediği için bölücülük yapıyor. Burada birtakım güçler devreye girdi. Yapılan açıklamalarda da bu ortaya çıkıyor zaten. Öcalan’ın temsil ettiği Kemalist Kürtler faaliyette. Kendi düşünceleriyle çelişseler bile yeni argümanları olan ulusalcılığı savunuyorlar. Bu görüşlerle bombaların patlaması da gösteriyor ki, iki tarafın derin güçleri ortak hareket ediyor. Hem ulusalcı hem bombacı olunmaz ki... Ancak yapılanlar ve söylenen sözler hep aynı kaynaktan çıkıyor.” Terör örgütü PKK ve yandaşları arasında mitinglerden dolayı hizipleşmelerin başladığı ve gruplar arasındaki çizgilerin daha da belirginleştiği de ileri sürülüyor. Kürdistanlı Devrimciler, Ulusalcılar ve PKK’lılardan oluşan üç klik birbirini suçluyor. Kavgalar “Kürt meselesine ihanet edildiği” düsturu üzerinde yoğunlaşıyor. Kürdistanlı Devrimciler daha çok Kuzey Irak’taki oluşumu destekliyor ve bu oluşumun Kürtlere gelecek vadettiği, Kürtlerin Mesut Barzani ve Celal Talabani’nin himayesinde birleşmesi gerektiği tezini savunuyor. Hatta bu grup PKK’nın da derhal silahlarıyla birlikte Peşmerge güçlerine katılmasını öneriyor. PKK’nın içindeki Ulusalcılar Grubu ise Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” tezini savunuyor ve Türkiye’nin bütünlüğünden yana görüş belirtiyorlar. Bu grup, yabancı sermayeyi, Türkiye’nin AB’ye girmesini ve “dinci” olarak tabir edilen bir partinin iktidar olmasını istemiyor. Bunun için Türkiye’de başlayan ulusalcı dalgalanmayı destekliyor ve yandaşlarının da bu oluşuma destek vermesini istiyor, Kürt meselesinin ancak sol Kemalist bir düşünceye sahip iktidarlar tarafından çözüleceğine inanıyor. Ancak PKK’nın Ulusalcılar Grubu çözümü her zaman meydanlarda görmüyor. Grubun anlayışına göre gerektiğinde eylemlerin de devreye sokulmalı, hatta bunu bir koz olarak kullanmak gerek. Zaten Öcalan “Demokratik Cumhuriyet” tezinin sonuna her zaman ‘eylem’ kelimesini bir tehdit olarak yerleştirmeyi ihmal etmiyor. PKK’lılar Grubu tamamen silahlı mücadeleyi benimsiyor. Ancak bazen Ulusalcılar ile hareket etme imkânı bulunuyor. PKK’lılar Grubu, PKK-Devrimci Çizgi Grubu ve Kürdistan Özgürlük Şahinleri(TAK) ile aynı kaynaktan besleniyor. MİTİNGLERE KATILAN KÜRTLERİN ORANI NÜFUSTAKİ ORANLARINDAN ÇOK YÜKSEK Cumhuriyet mitinglerinin düzenleyicilerinden olan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, bütün halkı kucaklayan bir politika yürüttüklerini söylüyor. Perinçek, 9 Haziran’da Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda düzenlenecek mitingin Tandoğan, Çağlayan ve Gündoğdu mitinglerinin devamı niteliğinde olacağını iddia ediyor. -Partinizin amblemindeki Vietnam yıldızındaki Sosyalistlerin rengi olan sarıyı beyaza dönüştürmenizin bir anlamı var mı? Kızıl zemin üzerindeki sarı yıldızı beyaza dönüştürdük. Halktan böyle bir talep geldi, biz de Türk bayrağının renklerine uyan bu isteği uygun bulduk ve yıldızın rengini beyaza dönüştürdük. Amblemimizde bir değişiklik olmayacak. -DTP Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, Kuzey Irak’ın Misak-ı Millî sınırları içinde olduğunu söyledi. DTP’nin sizinle aynı çizgiye gelmesini nasıl karşılıyorsunuz? Hayır… Bizim çizgimiz bu değil. Bunun içinde federasyon hayali var. Kuzey Irak’ta oluşan Kürt yapısını tanıyıp sonra da Türkiye ile Kuzey Kürtlerini birleştirmenin basamakları döşeniyor. Bu açıklamalar ve yorumlar bunun içindir. Bu daha çok Mehmet Ağar ile Devlet Bahçeli çizgisine yakın ve onlarla aynı tutumu içeriyor. İkisi de federasyon planını kabul ediyor. Kuzey Irak Misak-ı Millî’nin bir parçası demekte tuzak var. Kuzey Irak’ı alacağım dediğin zaman Amerika diyor ki; birleşin federasyon olsun. Önce Diyarbakır merkez yapılacak, daha sonra kuzeye bağlanan bir federasyon planı bu. Ama bu olamaz. Olamayacaktır… -Cumhuriyet mitinglerine PKK yandaşlarının katıldığı söyleniyor. Bu görüşü kabul ediyor musunuz? PKK’lıları bilemem. Ama Kürtler mitinglerimize katıldı, katılacaklar. Kürtler Türkiye’nin yurttaşlarıdır. Bizimle hiçbir farkları yoktur. Mitinglerimizde Kürtler vardı. Hatta Türkiye’deki Kürt nüfusu yüzdesinin çok üstündeki oranda Kürt, cumhuriyet mitinglerine katıldı. Bizimle aynı görüşü dile getirdiler. 9 Haziran’da Diyarbakır’da Tandoğan, Çağlayan ve Gündoğdu’daki mitinglerin devamı yapılacaktır. Buraya da Kürt yurttaşlarımız katılacak. Bizim yapacağımız hamleler birleşmeyi sağlar. Haşim Söylemez - Aksiyon alıntılayan bozan
-
Mitinkler azınlığın çıkar savaşı!
Le Monde: Cumhuriyet mitingleri azınlığın çıkar savaşı Le Monde'dan ilginç iddia: Cumhuriyet mitingleri azınlığın sesi, askerler organize ediyor. Gazeteye göre, Türkiye'deki krizin ardında dinî sebeplerden çok ekonomik çıkarlar ve güç paylaşımı mücadelesi var. AK Parti'ye karşı gösteri yapan laik cephenin, kendilerini "uyanmakta olan sessiz çoğunluk olarak gördüklerini; fakat aslında azınlık olduklarını" bildiren gazete, "üstelik bu kesimin eylemlerinin, emekli bir darbeci general tarafından yönetilen Atatürkçü Düşünce Derneği gibi sivil dernekler kılıfı altında askerler tarafından tasarlandığını ve organize edildiğini" yazdı. Türkiye'deki gelişmeleri yakından izleyen Le Monde'un pazar-pazartesi nüshasında, "Atatürk'ün torunlarının irkilişi" başlığıyla yayınlanan analizde, uzmanlara göre Türkiye'deki krizin, dinden çok "eski Kemalist elitlerle, yeni AK Partili elitler arasındaki ekonomi dahil iktidar paylaşımından" kaynaklandığı ifade edildi. Askerlerin de dahil olduğu Kemalistlerin, eşi örtülü bir AK Partilinin cumhurbaşkanı olmasının Cumhuriyet'i tehdit eden, daha önce görülmemiş bir tehlike arz ettiği" gerekçesiyle harekete geçtikleri belirtilen makalede "bunun, Kemalistlerin, önceden elde ettikleri yerleri korumak için olduğu" yorumu yapıldı. Alarm zillerinin toplumun az bir kesimi tarafından dikkate alındığını yazan gazete, TESEV araştırmasını kaynak göstererek 2006 yılında Türklerin ancak dörtte birinden azının laikliğin tehlikede olduğunu düşündüğünü belirtti. Kemalistlerin verdiği "tehlike işaretinin", toplumun büyük kısmında etkili olmadığına dikkat çeken analize göre, "toplumun çoğunluğu", "kadınların başlarını örttüğü taşra ve banliyöler, AK Parti'nin kendisini daha iyi temsil ettiğini, işsizlik ve yolsuzlukla daha iyi mücadele edeceğini düşünerek gösteri yapmayan ve rövanşı sandıkta almayı bekleyen kesimler". Laiklik gösterilerinin, yine de "beklenmedik bir coşku" ortaya çıkardığını yazan gazete, "bunu iyi hisseden" AK Parti'nin ilk seçim mitinglerini bu yüzden dolayı bayrakların altında yaptığına dikkat çekti. AK Parti'nin farklı akımlarından oluştuğu ve bunlardan birisinin "İslamcı" olduğu belirtilen makalede, buna mukabil parti yöneticilerinin provokasyona gelmediği ve laikleri korkutan yerel kadrolarını ılımlaştırdıkları kaydedilerek "Bunu hiç kimse, onlardan daha iyi yapamaz, özellikle de ordu ve bunu (ordunun) üst hiyerarşisi de biliyor." deniyor. 22 Temmuz'da yapılacak olan ön seçimlerde AK Parti'nin oy kaybedebileceğini ve hükümeti başka bir partiyle kurabileceğini ileri süren gazete, yeni meclisin "bir uzlaşı cumhurbaşkanı seçebileceğini" ve bunun da krizi çözeceğini ya da en azından erteleyeceğini yazdı. Öte yandan Türk siyasetinde "askerin ipoteğinin" hâlâ devam ettiğini belirten gazete, ordunun Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasını engellemek için "hukuk müdahalesi kılıfı altında" demokratik olmayan bir müdahalede bulunduğunu ve bunun sandıkta kamuoyuna nasıl yansıyacağını kimsenin bilmediğini yazdı. alıntılayan bozan
-
Bağımsız Sol'dan sert açıklama
Bağımsız sol aday olarak ortaya çıkan Baskın Oran, muhtıra, darbe, TSK-Rusya ilişkileri üzerine oldukça çarpıcı analizler yaptı. İşte Neşe Düzel'in Baskın Hoca'yla yaptığı röportajın ilgili bölümü: Ordu AKP'ye bir muhtıra verdi. Diğer partiler, parlamentoda temsil edilen sivil bir yapıyı savunmadı. Sizin tavrınız ne bu konuda? 'Türkiye'de laiklik ordu tarafından korunabilir ve korunmalıdır' diyenlere, benim 'Allah Selamet versin' demekten başka bir çarem yok. Bu ülkede öyle çok üniformasız paşa var ki... Türkiye, dünyanın parçası olmadan ve AB üyeliği için gerekli adımları atmadan, sadece Türkiye'nin iç dinamikleriyle orduyu siyaset dışında tutabilir mi? Tutamaz. Zaten ordunun kışlaya dönmesi ve tek işlevi olan Türkiye'yi dış tehlikelere karşı koruma görevine geri dönmesi 2001-2004'teki AB uyum paketleri ve Anayasa değişiklikleriyle sağlandı. Mesela MGK'daki sivil sayısı artırıldı. MGK kararları sanki emredici bir kararmış gibi algılanmaktan çıkarıldı. Genelkurmay'ın YÖK'teki temsilciliği kaldırıldı vb... Peki ne değişti? Ordu sivil hükümete yine muhtıra verdi. Ama bütün bu değişiklikler sonucunda son muhtıranın başına e harfi konuldu. Muhtıranın Genelkurmay'ın internet sitesinde yayımlanması, teknolojinin gelişmesiyle değil, ordunun gerçek görevine geri dönmeye başlamasıyla ilgilidir. Unutmayın, bu muhtıra mizah dergilerinin konusu oldu. Ve ilk kez bir hükümet, muhtıra karşısında durdu. Gerçi hükümetin yapması gereken, Genelkurmay Başkanı'nı görevden almak için Cumhurbaşkanı'na bir yazı yollamaktı. İmzalamadığı takdirde de istifa etmekti ve derhal bir seçim kararı almaktı ama hükümet bunu yapamadı. Ama şu oldu. Muhtıra Genelkurmay sitesinden kaldırıldı. Sonra gene konulmadı mı? Kaldırıldığı gazetelerde haber yapılınca, Genelkurmay arşivine konuldu. Bütün bunlar, AB reformlarının boşuna yapılmadığı, pozitif hukukun değiştiği ve yavaş yavaş uygulanmaya başlanacağı anlamına geliyor. Biz 650 yıllık devletiz. Bir milletin hayatındaki 5-10 yıl nedir ki? Değişiklikler biraz zaman alacak. İşte yeni Meclis'e sayıları sınırlı da olsa gerçekten bağımsız düşünen adamların girmesi, Türkiye'nin insanına insan muamelesi yapılmasını sağlayan yasal değişikliklerin mahkemelerce uygulanmasını da hızlandıracak. Bakın... Az gelişmiş ülkelerde iç dinamik çok tembeldir Dolayısıyla daima dışarıdan tetiklenir. 1920'lerdeki Kemalist devrim A'dan Z'ye dışarıdan bir tetiklemedir. Nasıl? Mustafa Kemal'in Batı'ya en açık kurum olan Harbiye mezunu olması ve o zamanki Batı Avrupa'yı olduğu gibi kopya edip Türkiye'ye getirmesi, dışarıdan bir tetiklemedir. M. Kemal, Belçika, İtalya, Almanya, Fransa'dan kanunları, özellikle de İsviçre'den Medeni Kanun'u aynen tercüme ettirip aldı. Adapte falan etmedi, kopya etti. Çok da iyi etti. Hukuku değiştirerek memleketi değiştirme ve ilerletme anlamına gelen 'yukarıdan devrim'in birincisini M. Kemal 1920'lerde yaptı. Şimdi AB üyeliği süreciyle yine dışarıdan bir tetikleme var. Yani ikinci bir yukarıdan devrim var. Zaten demokrasi ihraç edilemez. Demokrasi ancak ithal edilebilir. Bunun için de o ülkede sağlam bir ithalatçının olması lazımdır. Bu ithalatçı, Batı eğitimi almış 'aydın'dır. Demokrasiyi yaratma gücü olmayan ülkelerde devrim böyle yapılır. Ama bazı askerlerin Rusya'yla ittifakı önerdikleri de söyleniyor. Türkiye 'Ne AB ne ABD' deyip, Rusya'yla ittifak yaparsa bunun sonucu ne olur? Aynı zihniyet, aynı kafa biz bunları 1960'larda, 70'lerde söylerken, 'Türkiye'yi dünyada yalnız bırakıyorsunuz' diyerek bizi hapse atıyorlardı. Şimdi kalkmışlar IMF'ye teslim olmuş, Amerika'ya sadece sözde karşı çıkabilen bir Rusya'yı ve de Dünya Ticaret Örgütü'ne girerek kendini kurtarmak isteyen Çin'i Türkiye'nin müttefiki olarak düşünüyorlar. Hayal güçlerine hayranım. Lütfen, Batıcı değillerse, 'Biz Kemalistiz' demesinler. Eğer Rusya ve Çin'in gücü ileride belli bir blok oluşturursa, Türkiye tabii ki o zaman otomatik olarak ABD ve AB'ye karşı Doğu'yu denge olarak kullanmaya başlar. Fakat bugün dünyada denge olarak kullanılabilecek hiçbir Doğu gücü yoktur. Biz AB'yi dışladığımız anda karşımızda sadece ABD tekeli kalır. Rusya'yla ittifak bugün dünyanın gerçeklerine uymuyorsa, Rusya'yı önerenler niye öneriyorlar? Efendim, bunlar Batıcı değil. Bunlar Kemalist değil. Bunlar statükocu. Bir yanda, 'laiklik elden gidiyor' korkusu yaratarak kitleleri, diğer yanda da 'milliyetçilik ve ulusalcılık'la seçkinleri tahakküm altında tutmaya çalışıyor bunlar. Laikliği bir din gibi algılıyorlar. M. Kemal'in sözleriyle Muhammed'in hadisleri, Anıtkabir'le Kâbe, Nutuk'la Kuran arasındaki paralelliği görmüyor musunuz? Muhammed'in hadisleri hadis-i sahih, hadis-i gayri sahih diye ikiye ayrılır. M. Kemal'in de sözleri ikiye ayrılıyor. Mesela, 'Beni Türk hekimlerine emanet edin, komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir' sözlerinin sonradan uydurulduğu anlaşıldı. Böyle memleket idare edilir mi? M. Kemal gelse bu Kemalistleri sopayla kovalar. Peki son mitingleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Mitingi düzenleyenlerle mitinge katılanları ayırmak lazım. Mitinge katılanlar 'korkanlar', düzenleyenler de onları 'korkutmak isteyenler'di. İnsanlar, bir korkuyu dile getirmek ve bu korkudan kurtulmak için meydanlara çıktılar. Oysa mitingleri düzenleyenler, Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı, eski Jandarma Genel Komutanı başta olmak üzere, bu korkuyu devam ettirmek, devlet baskısını sürdürmek için onları meydanlara çağırdılar. Yani korkutmak için insanları çağırdılar. Bu mitingleri ileride muhtıralara, darbelere toplumsal gerekçe olarak kullanacaklar. Oysa mitinge katılanlar, cemaat tahakkümünden korkanlardı. Biliyorsunuz cemaat, ideolojisi din olan topluluğun adıdır. Cemaat, feodal dönemin artığıdır. İnsanlar bu cemaat korkusundan kurtulmak istiyor. Hatta bazıları, cemaat baskısından ancak devlet baskısı sayesinde kurtulabileceğini düşünüyor. Asker, son muhtırasında 'Ne mutlu Türküm demeyen Türkiye'nin düşmanıdır' dedi... Bu, bölücülüktür. Bu muhtıra, iki yıldan ağırlaştırılmış müebbete kadar gidebilecek cezalar gerektiren en az altı-yedi suç işliyor. Bir Ermeni ben Türküm demek zorunda mı? Bir Kürt ben Türküm der mi? Bu muhtıra gayrimüslimleri, Kürtleri dışlıyor. Bu, bölücülüktür. 15 milyon Kürt var bu ülkede. Türkiye'nin beşte biri Kürt. Bu ülkenin 700'de biri de gayrimüslim. Böyle olduğu için devlet laikliği uygulayamıyor ya... Sürekli kaba kuvvet uyguluyor. Çünkü bir ülkede dinsel çeşitlilik olmadığı zaman, din, devletin karşısında yekpare bir güç olur. Batı ülkelerinde laikliğin kolay yerleşmiş olmasının sebebi Protestan-Katolik dengesidir. Yani devletin karşısında tek bir din gücünün bulunmamasıdır. Ama bizde gayrimüslimleri yok ettiler. Alevileri de sistemin dışına attılar. Sonuç olarak da Sünni İslam, devletin karşısında heyula gibi duruyor işte. Devlet de devamlı zor uyguluyor. Sizce şeriat tehlikesi var mı? Hayır, şeriat tehlikesi yok. Çünkü bu adamlar artık şeriatçı değiller. Bu adamlar artık küçük burjuva. Şu anki kavganın dinle ilgisi yok. Bu kavga, küçük burjuvaların kavgası. Bu kavga, bir zamanlar 'Anadolu sermayesi' denilen kasaba eşrafının artık küçük burjuvalaşarak, 1930'lardan beri ülkeyi yöneten yerleşik ve eski seçkinlerin karşısına 'yeni bir elit' olarak çıkması sonucunda meydana geldi. Bakın... Küçük burjuvazi bir sınıf değildir, bir tabakadır. Ve, ikiye ayrılır. Okumuş kanadına 'aydın', okumamış kanadına 'esnaf' denir. Gerçi esnaf daha sonra üniversite mezunu olabilir ama ticaret yaptığı için o esnaftır. Bugüne kadar aydın kanat iktidara hâkimdi. Şimdi esnaf gelip iktidara ortak olmak isteyince korkuluyor. Çünkü esnaf, kasabanın ortamını, 'İslam'ı ve muhafazakârlığı' sırtında taşıyor. Halbuki o İslam artık ehlileşti. Çünkü burjuvaziye katıldığında esnafın artık tek kuralı kârını maksimize etmektir. Darbe tehlikesi var mı sizce? Hayır yok. Ama siyasete müdahale tehlikesi, siviller arasında üniformasız paşalar olduğu sürece hep var. Yahu bunların İslam'dan korktuğu yok. Asker-sivil bürokrat, aşağıdan yeni bir sınıfın gelip iktidarına ortak olmasından, iktidarını yitirmekten korkuyor. Büyük burjuvazi ise bir şeyden korkuyor. Yerleşik elitlerle yeni elitler halat çekme yarışında ipi koparırlar diye korkuyor. TÜSİAD Başkanı'nın demeçlerinden bunu okumak mümkün. 'Siz didişin, bilek güreşi yapın ama sakın istikrarı bozmayın. Seçimler olsun. Piyasalar altüst olmasın' diye uyarıyor. Seçimler yapılacak mı sizce? Yapılacak. Seçimleri yaptırmamak için çok bomba patlatmak gerekir. O kadar çok bomba patlatılabileceğini sanmıyorum... Ankara'daki bombayı patlattığı söylenen çocuğun geçmişi çok karanlık. Ne yaptığı, nerede olduğu bilinmeyen bir dönemi var. Bu çocuğun kullanıldığı çok açık. Kimin kullandığını bulmak önemli... alıntılayan bozan
-
Yürü be aslanım...
bu başlığı açalı nekadar zaman oldu hatırlamıyorum lakin tarih yine bozanı haklı çıkardı.. sahi ne oldu sizin protestolarınıza...? bozan
-
Son Amerikan Filmi; ULUSALCILIK
1 mayıs kadıköy çiçekleri ezme harekatına katılan sol örgüt mensubu olan kişiler ogün ne için kullanıldıysa bugün de aynı kişiler benzer amaçlar için kullanılmaya devam ediyor. örnek güven akkuş.... sözde ulusalcılık adı altında vizyona sürülen son amerikan filminin yeni sezon finali muhtemelen kuzey ırakta oynanacak... bozan
-
Farklı Düşünmek
öyle de denilebilir... bozan
-
sezerin afları...
Hasta, sağlığı bozuk, zor durumda ve gariban olarak affedilen bir kişi değil mi? Muhtemelen dağlarda şifalı ot arıyordu!!!! ''Önceki gün Tunceli'de Mehmetçik'le girdiği çatışmada ölü ele geçirilen terör örgütü üyesi Mahmut Polat'ın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in affıyla cezaevinden salıverildiği ortaya çıktı. Terörist için bugün İstanbul Gazi Mahallesi'nde cenaze töreni düzenlendi.'' alıntılayan bozan
-
MUSTAFA KEMAL'İ ANLAMAK...
Şudur; 1. Atatürk o kadar büyüktür ki sizin bizim gibi faniler bu kadar büyüklüğü hiçbir zaman anlayamaz, yani boşa uğraşma! 2. Atatürk baş öğretmen baş komutan, her zaman ve çağda mutlak önder, ölümsüz lider, sonsuz güçtür, Yüce Atatürk, hani derler ya ''atam atam sen kalk ben yatam'dır. Ey gericiler, ey yobazlar, ey liberaller, ey cumhuriyetçi olmayanlar, ey cehapa'ya oy vermeyenler siz Atatürk'ün ne kadar yüce olduğunu asla anlayamayamazsınız.... ne kadar anlarız deseniz de hep takiye yapmaktasınız, biz biliriz siz bilemezsiniz. bozan
-
BUGÜN GÜNÜDÜR,SİGARAYI BIRAKIN..
Çünkü; içki geri kalmış ülkelerde çağdaşlığın bir sembolüdür. çünkü; içki içmek ( ama azcık, sosyal içici olarak) saygınlığın ve ilericiliğin bir sembolüdür. çünkü; içki içmeyen eğer yalnızca yeşilaycı olarak içmiyorsa hoş bir yeşilliktir, ama kendini dinen buna bağlı olarak içki içmiyorsa, gerici, yobaz ve çağdışıdır. yani burada mühim olan kötü bir şeyi yapmamak değil kötü bir şeyi yalnızca istenilen amaç doğrultusunda yapmamaktır. yani kötü bir şey eğer istenilen amaç doğrultusunda ise yapıla-da-bilir. yeterki çağdaşça olsun!! Ve yani yok olsun alkolizm yaşasın azıcık içkili yaşamdır, zira bütün olarak içmemek, gericiliğe kayacak ayaklara sahip olmaktır. bozan
-
sezerin afları...
Sezer affetti, dağda öldürüldü Cumhurbaşkanı Sezer'in affettiği yasa dışı TKPML mensubu terörist, Tuncel'nin Çemişgezek ilçesi kırsal alanında güvenlik kuvvetleriyle girdiği çatışmada ölü olarak ele geçirildi. Teröristin cenazesi, kimlik tespiti için Elazığ'da bekletiliyor. Edinilen bilgiye göre, geçtiğimiz gün Tunceli'nin Çemişgezek ilçesi Paşacık kırsal alanında güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada ölü olarak ele geçirilen 2 teröristen birinin, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in affetiği M.P (Mahmut Polat) olduğu ortaya çıktı. Elazığ'a getirilerek, Fırat Tıp Merkezi'nde kimlik tespiti ve otopsi yapılmak üzere bekletilen M.P.'nin Sivas doğumlu olduğu öğrenildi. Bu arada, M.P.'nin yakınları morg önünde beklerken, savcının DNA tespiti sonrası cesedi aileye teslim edeceği öğrenildi. Öte yandan, çatışmada ölü olarak ele geçirilen H.U.'nun (Hasan Uğur) cenazesinin ise ailesine teslim edilerek Tunceli'ye gönderildiği öğrenildi. alıntılayan bozan
-
Neden yanar canımız?
Bir şiir. hafif, yenik, ümidi var mıdır? dün, çoğu zaman, azab-ı ızdırapta bir ruh, bağışla, durmasın, kapanmasın yollarımız. bozan
-
sezerin afları...
İşte yaşlı, hasta affedilen teröristler aşağıdaki yazılar türlü sitelerden alıntılardır. Doğuda devam eden operasyonlarda PKK'nın sözde silahlı kanat sorumlusu Cengizhan Pilav sağ yakalandı. Pilav'ın 2002'de Cumhurbaşkanı tarafından affedildiği ortaya çıktı. 09 Nisan 2007 16:05 Türk Silahlı Kuvvetleri, son iki gün içinde 7 güvenlik görevlisini şehit olduğu, Bingöl, Tunceli ve Şırnak'ta büyük çaplı bir operasyon başlattı. Hava destekli sürdürülen operasyonlarda PKK'lı teröristlerle sıcak temasın sağlandığı Pülümür'de 3 terörist öldürüldü. Tunceli'nin Hozat İlçesi kırsal kesiminde de dün güvenlik güçleriyle çatışmaya giren 2'si kadın DHKP-C'li 4 terörist ölü ele geçirildi. Güvenlik güçleri sürdürdükleri operasyonda örgütün sözde silahlı kanat sorumlusu olan Cengizhan Pilav’ı sağ olarak ele geçirildi. Pilav'ın 2002 yılında cezaevinde ölüm orucu eylemi sırasında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından affedildiği öğrenildi. Pilav'ın aftan sonra Yunanistan'a kaçtığı ve burada eğitim aldıktan sonra geçen yıl 6 teröristle birlikte Tunceli kırsal kesimine geldiği belirtildi. Gözaltına alınan Pilav’ın sorgusunun sürdürülüyor. SAYIN SEZER'İN AFETTİĞİ TERÖRİSTLER... 2001 BİLANÇOSU Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 2001'de 15 mahkumu afetti. Bunlardan ikisi küçük yaştaki çocuklara tecavüz biri ise PKK üyesiydi.. 2002'DE PATLAMA Cezaevlerinde yaşanan 2000'lerdeki açlık gervelerinin ardından; Köşk'te de af patlaması yaşandı..Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer; 2002 yılında 100'e yakın mahkumu affetti.Bunların büyük bölümü ise yasadışı örgüt mensuplarıydı; İlhan Demirel (Yasadışı örgüt), Yaşar Demircan (Devsol), Ramazan Çiçek (Anayasal Düzeni yıkmak), Metin Günay (TİKB/GK), Atilla Selçuk (Anayasal Düzeni yıkmak), Barış Kaya, Suat karabulut (Dev-Sol), Ümit Kanlı, Gülseven Öztürk (DHKP-C), Fatma Güzel, Ergün Bütüner (TKP-ML), Barış Yıldırım (DHKP-C), Hakkı Şeker (DHKP-C), Nuray Gezici (Dev-Sol), Tamer Çadırcı, Ulaş Göktaş (DHKP-C), Mesut Avcı, Madımak Özen (DHKP-C), Ayten Eren (DHKP-C), Özgül Dede (DHKP-C), Yüksel Doğan (PKK), Murat Candar (TİKB/GK), Mustafa Genç, Ayla Özcan, İbrahim Tekin, Semra Askeri, Mehmet Şahin (DHKP-C),Gülperi Özen (DHKP-C), Haydar Baran (TKİP-Ekim) M.Erkan Çetin (Dev-Sol), Hatun An, Hakan Baran, Yılmaz Babatümgöz (MLKP), Resul Ayaz (MLKP/K), Zeynel Yıldız, Nazan yılmaz (DHKP-C), Hasan Çebe (TİKB) Ertuğral Kaya (DHKP-C), Mete Yalçın (TİKB), Barış Gönülşen (TİKB), Esmehan Ekinci (TİKB), Mehmet Acettin (MLKP), Mehmet Leylek (MLKP), Erol Altıokka (TİKB) Ercan Uçuk (TKP/ML-TİKKO), Ali Şahmo (TKP/ML-TİKKO), Gürban Hızmay (DHKP-C), Sadık Yılmaz (MLKP/K), Aydan Odabaş (DHKP-C), Petek Türkkmen (TİKB), Haydar Özbilgin (MLKP), Muharrem Kurşun (MLKP), Leyla Alp (DHKP-C), Sedat Felek (TKP/ML-TİKKO), Şudaman Kamancı (Ekim), Ali Haydar Geckin (TKP/ML-TİKKO), Gamze Bayram (DHKP-C), Sibel Horasan (Dev-Sol), Hüseyin Ali Günay (TKP/ML), Erdal Arıkan, Suzan Baran (TKP/ML-TİKKO), Namık Kemal Bektaş (MLKP), Nuray Özçelik (TİKB), Hülya Türüç (TİKB), Mammut Yücel (TKP/ML-TİKKO), Ömer Ünal (TİKB), İsmet Sınağ (DHKP-C), Makbule Akdeniz (TİKB), Cem Şahin(DHKP-C), İnayet Günenç (TİKB) 2003'TE 123 AF Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 2003 yılında bu alanda kendisinin rekorunu egale etti.. Sezer; tam 123 mahkumu sağlık gerekçesiyle affetti.. Bunlardan 38'i DHKP-C ve Dev-Sol örgütü mensubu, 18'i ise TKP-ML TİKKO örgütü üyesi olmaktan cezaevindeydi..Diğer örğüt üyeleri dığımılı ise şöyle; TİKB(14), THKP)4) TKİH(1)DHP(1) PKK (3) TKEP (2) TDKP(2) BELİRSİZ (10) Sezer 2004 yılında TKP-ML üyesi Semiral Yılmaz ve Hüseyin Yıldırım'ın da aralarında bulunduğu 9 mahkumu yine aynı gerekçeyle sağlık sağlık gerekçesiyle affetti..2005'te ise affettiği 5 mahkumdan sadece biri İbrahim Ayhan Özgül; yasadışı Dev-Sol örgütü üyesiydi..Sezer'in 2006'da affettiği son mahkum ise Eşini öldüren ve sürekli kocama hali olan Mustafa Albaş oldu. alıntılayan bozan
-
Türk-Kürt çatışmasına hayır!
Halkın egemenliğine karşı çıkanlar dün ''Kuzey ırak bataklıktır, girilmez'' derken, bugün girmezsek olmaz diyenlerdir. Bir aydır kökten laikçi-dinci çatışması çıkaramayan güçler şimdi Türk-Kürt çatışması çıkarmak isyeenlerdir, tıpkı alevi-sünni, sağcı-solcu çatışmalarını çıkardıkları gibi... Her türlü ayırımcılığa, her türlü anti-demokratik yapılanmaya, baskıcılara, tehlikecilere hayır... biz Bozan olarak, bu ülkeyi seven her vatan evladı gibi her türlü şiddete ve ayrımcılığa hayır diyoruz. Yaşasın barış yaşasın kardeşlik... bozan
-
Çılgın Türklere Nasihatlar
bozan'a bir destek de okay gönensinden Ankara’da patlayan bomba, başka şehirlerde yine bombalı eylem hazırlıklarının ortaya çıkması Türkiye’ye kurulan tuzağın boyutlarını gösteriyor. Tuzağın bir boyutu içeride diğeri ise Kuzey Irak’ta. Ama iki unsurun bir araya getirilmesi, Türkiye’nin önümüzdeki 15-20 yılda yine büyük sorunlarla boğuşması, her türlü toplumsal gelişimin durması anlamına geliyor. *** Bombaların ucunda PKK’nın çıkması, DTP’nin seçim öncesi dönemdeki siyasal faaliyetleri açısından önemli zorluklar yaratabilir. DTP de diğer siyasi partiler gibi toplantılar, mitingler yapmak isteyecek, ancak her toplantı, her miting gerilim kaynağı olacaktır. Bu toplantılarda ortaya çıkabilecek bazı olumsuz olaylarla da gerilimin içerdeki boyutu iyice büyüyecektir. Tuzağın ikinci boyutu, birincisiyle sıkı sıkıya bağlı olan Kuzey Irak tuzağıdır. PKK’nın son eylemleri, yine ardı ardına gelen şehit cenazelerinin yarattığı haklı duygusal ortamda toplumun geniş bir kesiminde Kuzey Irak’a yapılacak bir askeri müdahale büyük haklılık kazanacaktır. *** Aslında Türk askeri Kuzey Irak’ta defalarca operasyon yapmıştır. Üstelik operasyonlar bu bölgede bir yönetim boşluğunun olduğu dönemde, Kürt aşiretlerinin bugünkü gibi bağımsız bir askeri örgütlenmesinin olmadığı dönemde yapılmış ve Barzani ya da Talabani güçleriyle bir çatışma olmamıştır. Bugün Kuzey Irak Kürtleri egemen oldukları toprağı bağımsız Kürdistan olarak görmektedir. Ayrıca bu durum, resmen ilan edilmemiş olmasına rağmen dünya tarafından da bir oldu-bitti olarak kabul edilmiştir. Bunun anlamı Kuzey Irak’a Türk askerinin girmesinin sonuçlarının önceki dönemden farklı olacağı ihtimalinin yüksekliğidir. Yani Kuzey Irak Kürt yönetimi bu operasyonu kendi bağımsızlığına saldırı olarak görecek ve şu anda varolan Amerikan desteğiyle karşı koyacaktır. Bunun anlamını ve sonuçlarını da iyi düşünmek gerekir. Türk askeri Kuzey Irak Kürt kuvvetlerinin karşı koymasıyla bölgeden “çıkarılmış” durumuna giremez, dolayısıyla da çatışmaların ulaşacağı boyutu tahmin etmek güçtür. Böyle bir operasyona karşı, zaten yıllardır bunu bekleyen PKK’nın da tedbir alacağı bellidir. Bu tedbir ille de çatışma olmayabilir, ama üzerinde bu kadar konuşulan bir operasyonun hedeflerini ne ölçüde gerçekleştirebileceği de başka bir konudur. *** Şunu düşünelim: Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak’a girmiş... Peşmergelerle çatışmalar oluyor... Amerika Türkiye’yi bir egemen devletin topraklarını işgal girişiminde bulunmakla suçluyor... Türkiye, Birleşmiş Milletler’de suçlanıyor... Türkiye Avrupa Birliği’nde suçlanıyor... Çatışmalar devam ederken Türk topraklarında da bombalar patlıyor... Kuzey Irak’tan şehit cenazeleri gelirken büyük şehirlerde sivillerin; kadın, çocuk sivillerin bombalarla parcalanmış cenazeleri kalkıyor... Büyük şehirlerde kimse gece sokağa çıkmıyor, herkes koşarak işinden evine dönüyor, kapanıyor... Halktaki öfke büyüyor. Bu öfkeyi şiddete yönlendirmek isteyenler ortaya çıkıyor. Bu arada Türk ekonomisi de duruyor... Yabancı sermayenin gelmesi, işsizliğin azalması bir rüya oluyor; varolan sermaye de kaçıyor, işsizlik tırmanarak artıyor... Büyük şehirlerde asayiş sorunu da katlanarak artıyor... *** İşte Türkiye’nin çekilmek istediği tuzağın boyutları bu kadar açıktır. Bu planı yapanlar herhalde Türkiye’de bu tuzağa düşecek safdillere ya da bu yolla Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırmak isteyenlere güvenmektedir ki bu büyük tuzağı kurmuşlardır. Böyle bir tuzağa bilerek, göz göre göre düşmenin hiçbir gerekçesi olamaz, düşenleri de tarih ve gelecek kuşaklar affetmez. alıntılayan bozan