bozan tarafından postalanan herşey
-
Tehlikecinin farkında mısınız ?
Tehlikeciler için son durak, lütfen ininiz, bu milletin tepesine yeter bindiğiniz. Ben Tuncay tözkan ve ekibi el altından biraz daha para alsın diye yürüyemem sokaklarda, Sözde Atatürkçülük özde darbecilik adına gezinemem yollarda, İstanbulu dinliyorum dün akşamdan bu yana, Bağdat caddesininin / yani kapitalin merkezinin/ üçte biri bayraklarla dolu, Ümraniyeyi gezdim, Tayyip afişleriyle dolu, Bir kerre daha anladım sol halktan ne kadar da kopuk. Ey vatan evladı! Herşey senin elinde ya tependen tank geçmesini dilersin ya da tankın üzerine biner sen gezersin... bozan
-
Yeni Hayat
Darbeci MİT/ink'e Genel kurmaydan da onay gelmedi, çünkü artık bu ülkede eski alışkanlıkların bir kısmı bitmiştir. Tayyip olur Ahmet olur Tonguç olur kim olursa olur ama artık asık suratlı vatandaştan kopuk Cumhurbaşkanı karakteri bu topraklardan dönmemek üzere çekip gitmiştir. Tıpkı çöp dağları oluşturan, vatandaşa pis ve az su veren zihniyetin yok olup gittiği gibi. Meseleyi bu yönü ile ele alanların, vatandaşımızın olgunlaştığını, darbeciliğin bittiğini düşünenlerin bayram günüdür bu. Sözde Atatürkçülük adı altında muhalefet tezgahlayanların düşüncesine takılanların kalpleri ise ebediyete kadar hüzne medar olmaya müstehak olacaktır. Artık vatandaş sahte gazete başlıklarını yemiyor, aczmendi tiyatrosundan hoşlanmıyor / kırmızı noktalı fadime şahinli bölümü dahil/, artık vatandaş devlet kapitalizminden ( komünizm) yana oy kullanmıyor, sol bitti, sağ bitti. Artık vatandaş daha liberal düşünen insanlar istiyor. Yeni Cumhurbaşkanı herkese hayırlı olsun. NOT ; MİT/ink'e Bozan ve arkadaşları da katılacak izleyici olarak. Yurt dışından pek çok arkadaşını da davet etti sayın Bozan, Zira böyle bir ****** böyle bir Tezgah 10 yılda bir olur, darbe gibi yani.... Bozan
-
Atatürk ve Muhalifleri
Bir arkadaşın isteği üzerine........... Engin abinin meşhur bir itirafı vardır; mühim olan darbelere zamanında karşı çıkmaktır, 20 sene sonra ben darbeye karşıyım demek iş değildir diye... Muhalif olmanın da bir zamanı vardır yani..Şimdi Hitlere karşı çıkan bir alman vatandaşını düşünün, yeniden nasyonel sosyalistler iktidara geldiğinde aynı yüreklilikle onlara karşı çıkabilecek midir? hiç sanmam.. Bu ülke tarihini bilmiyor; İlgili ve bilgili olan herkese iki önemli soru soracağım; 1. I. Türk Tarih Kongresinde Fuat Köprülü'nün konuşması neden ıslıklanmış ve neden Köprülüye muhalefet edilmişir? NOT; bilmeyenler için Fuat Köprülü Osmanlı devletinde bir sadrazam yahut da Türkiye Cumhuriyetinde bir şarkıcı değildir, bir bilim adamıdır... 2. Ahmet Zeki Velidi Togan neden Türkiye Cumhuriyetini terkedip gitmek zorunda kalmıştır? NOT; bu kişiyi tanımayan zaten ortalık da gezmesin.... Yukarıdaki iki mesleyi çözen her vatan evladı Tarihin nasıl yazıldığını anlar, muhalif olmanın ne gibi sorunlara neden olduğunu anlar, zihni gelişir, perspektifi genişler....Buyurun bakalım....yanıtları bekliyorum Bozan
-
Soru; Sıradaki kim?
Sonunda Cumhuriyet gazetesinin tahrikleri ile ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunuldu haberiniz ola!!!
-
Demokrasi bozar sizi!
Kökten devletçilere taşlamaya verilen yanıtlara şöyle bir baktım; herşey o kadar meydanda ki görmemek için ruhen ve bedenen kör olmak lazım... bana göre değer verdiğimiz insan olmalı, kurumlar değil. İnsana değer vermek onu farklı düşüncelere sahip olabilen makine olmayan, bir yaratık olarak kabullenebilmektir. Siz bir kişinin ne giyeceğine, ne diyeceğine, ne yiyeceğine, hangi gazeteyi okuyacağına, hangi okula gideceğine vesaire yapacağı herşeye onun adına karar verirseniz sizin kurumlarınız ne kadar iyi olursa olsun bunun adı zulümdür... İnsanlar farklı düşüncelere sahipse anlamlıdır. Kimisi sosyalist olacak, kimisi daha muhafazakar, kimisi radikal okuyacak kimisi zaman, mühim olan hiçbir düşünceyi kurum olarak baskı altına alıp öldürmeyeceksin yalnızca denetleyeceksin.... bozan
-
Tehlikecinin farkında mısınız ?
Tehlikecilere bir tokat da Hasan Cemal'den bozan İrtica değil, faşizm! Evet, tehlikenin farkındayım. Bugün Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu yakın tehlikenin irtica değil, faşizm ya da faşizan bir otoriter rejim olduğunu düşünüyorum. İrtica ve bölücülük bağrışları arasında, kolu kanadı zaten kırık demokrasi ve hukuk devletinin kuşatma altına alınmak istendiğini uzunca bir zamandır biliyorum. "İrtica geliyor, Türkiye bölünmek isteniyor!" sloganlarıyla ulusalcı-milliyetçi bir dalga kabartılıyor. Örgütlenmeler, özellikle paramiliter yapılanmalar bunun için... Kuran'a, bayrağa, silaha el basarak edilen yeminler, yapılan ayinler bunun için... Ayrıca, bütün bu örgütlenmelerin hemen hepsinde birçok emekli askerin, paşanın yer aldığı da dikkati çekiyor.(*) İlginç değil mi? Avrupa Birliği'ni sevmiyorlar. Kürt sözcüğünden hiç hoşlanmıyorlar. Kürt sorunu, Ermeni meselesi deyince fena oluyorlar. Kıbrıs'ta çözüm diyenlere kötü gözle bakıyorlar. Bütün bu konuları gündeme getirenler ise kötü kişi, onların dilinde iki sözcükle anılıyorlar: Vatan haini! Bu bir kuşatma harekâtı! Hiç kuşkunuz olmasın aynen böyle. İrtica ve bölücülük perdesi altında demokrasi, hukuk devleti, hak ve özgürlükler kuşatılmak isteniyor. Tıpkı bir zamanlar, Soğuk Savaş döneminde komünizm geliyor diye yapıldığı gibi... Türkiye bu oyuna gelecek mi? Bilemiyorum. Hrant Dink suikastı, Türkiye'de demokratik değerlerin, hak ve hukukun ulusalcı-milliyetçi bir dalga kabartılarak, karanlık bir perdenin altında boğulmak istendiğini bana daha beter düşündürmeye başladı. Bir sürü belirtiye, özellikle bazı paramiliter örgütlenmelere bakarak Türkiye'nin geleceğini rehin almak isteyen bir zihniyetin gitgide suyun yüzüne vurduğunu görüyorum. Bakın bir akademisyen, Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Hasan Bülent Kahraman ne diyor: "Türkiye'nin faşizme doğru ilerlediği konusunda beş altı yıldır kitaplarımda yazıyorum. Türkiye aklını başına toplamalı. Yoksa 1975-80 arasında ne yaşadıysa onu yaşar. O beş yılda kan, barut ve gözyaşı yaşandı, beş bin kişi öldü. (...) Milliyetçiliğe kaymış bir Türkiye'yi Avrupa taşımaz. Böyle bir Türkiye'yi Ortadoğu taşır ancak. Biz de Ortadoğu neyse o oluruz. Zaten milliyetçilik de Türkiye, Avrupa yolunda yürümesin diye parlatılıyor." Bir başka akademisyen, Gazi Üniversitesi'nden Prof. Levent Köker'in görüşleri şöyle: "Türkiye birçok bakımlardan 1920'lerin, 30'ların Almanya'sına, o ruh haline benziyor. Türk milletinin her taraftan düşmanlarla sarıldığı kabulü var. Bu hissiyatın yerleşmesine devlet yetkilileri de katkıda bulunuyor. Türkiye'de faşizme yatkın, yaygın bir ruh hali var. Orta sınıflardan başlayarak sokaklara, lümpen kitlelere yayılan bir ruh hali bu. Ve bir de bizim faşizme yatkın özellikler taşıyan bürokratik, otoriter devlet geleneğimiz var. Bu gelenek o zihniyetle birleşirse, Türkiye'de faşist bir dönem doğurabilir. Faşizme karşı teyakkuz halinde olmak gerekir." Prof. Köker devam ediyor: "Türkiye Avrupa Birliği'nden koptuğu anda, faşist rejime dönüşme tehlikesi hemen realize olabilir ve çok partili rejim bitebilir. Böyle bir tehlike var. Bunun için illa darbe olması gerekmiyor. Bir popülist diktatörlük şeklinde de gelebilir faşizm. Amerika ve AB ile ilişkiler, Türkiye'deki milliyetçi zihniyetle geriliyor. İkisinin de Türkiye'yi böleceği söyleniyor. Eğer Türkiye'nin ABD ve AB ile ilişkisi bozulursa, AB üyeliği ile ilişkisi imkânsızlaştı diye Türkiye reformlardan büsbütün vazgeçerse ve bu durum finansal bir krize dönüşürse, Türkiye'nin faşizmden başka yolu kalmaz. Türkiye otoriter bir rejime, askeri veya sivil diktatörlüğe kayabilir." Bir başka akademisyen, Sabancı Üniversitesi'nden Prof. Ayşe Kadıoğlu'nun söylediklerine gelince: "Hemen her yerde milliyetçilik konuşuluyor. Sanki yeni bir şey keşfedilmiş gibi bir hava var. Televizyon kanalları, gazete köşeleri milliyetçilik temasına teslim olmuş durumda. Oysa, artık içinde yaşadığımız siyasal dinamikler daha ziyade faşizmden söz etmeyi gerektiriyor. Neden mi? Çünkü bugün Türkiye'de içinde bulunduğumuz ortam, 1920'lerin Almanya'sına çok fazla benziyor. Bu benzeşmenin ana hatlarını iki noktada ele almak mümkün. İlk olarak milliyetçiliğin etnik bir temelde ele alınması, ikinci olarak da paramiliter örgütlenmelerin önü alınamaz bir şekilde yükselişe geçmesi..."(**) Evet, yakın tehlikenin farkındayım: İrtica değil faşizm! İyi pazarlar.
-
YOUTUBE'A ERİŞİM YASAĞI
İşte yasakçı zihniyetin son tangosu. Hitlercililiğin gelişmiş şekli. siz yasakladınız da Türkler görmeyince hakaretler bitecek mi? Bu kadar gericilik olur mu? Peki ya şimdi derin devletçiler kapatmak ve sansürlemek istedikleri her siteye Atatürk'e hakaret vidyosu gönderirse ne olacak? Bütün internete sansür mü gelecek? Yasakçılıkla buraya kadar. bozan
-
Demokrasi bozar sizi!
Not ;Son bir kaç gündür demokrasi aleyhinde demeç veren herkese gelsin bu taşlama.... Bu kadar demokrasi bozar seni, darbeli bir rejim lazım sana, arasıra başbakan ******ın, terörle halkını korkutacağın, sokağa çıkma yasağı uygulayacağın, icabında gazeteci ****cağın, ****** bir demokrasi lazım sana bilimde herşey değişkendir amma, kalıplarını yıkamazsın, köktencisindir, lafa gelince teknoloji bilim amma, sen uzaya değil kuzum, ancak kabir ziyaretine gidersin, Duvarındaki saat malum zamanda durmuş, takvim yaprakların 1940'da ötesini göremiyorsun anladık da, bari yaşadığın zamandan haberin olsa.... Yürü kökten devletçi anca gidersin, bu kadar demokrasi fazla sana, uzayı ancak reklamlarda görersin, uçak gemisini savaş filimlerinde, Elalemden aldığın tüfekle ancak halkını döversin, bu kadar demokrasi fazla sana... bozan
-
Tehlikecinin farkında mısınız ?
Tehlikeciler Tehlikeniz mi geldi? Şayet öyleyse; 1. Gelen tehlikenizi alın ve gidin buradan bol bol darbe yapacağınız bir afrika ülkesine.... 2. Kara sayfalarınızı alın ve bu hoşgörü ülkesini, Mevlanalar diyarını, Yunus Emre'ler diyarını terk edin, zira size **** 3. Darbeni al, Kara sayfalarını al, Terörünü al, Tehlikeni al, Hasılı ne varsa al, al, al ve git buradan ey kara tehlikeci.... bozan
-
Tehlikecinin farkında mısınız ?
Tehlikecinin kutsal sözcüğü ''AMA'', Herkes düşünce özgürlüğüne sahiptir, AMA........ Herkes istediğini giyebilir, AMA......... Demokrasi güzeldir,AMA................ Cumhurbaşkanını meclis seçer, AMA......... ama, ama, ama...ama TEHLİKE var, halk anlamaz biz anlarız TEHLİKE olduğunu.... Hayır tehlikeciler tehlike yok TEHLİKECİ var... bozan
-
Soru; Sıradaki kim?
mantık şu; Demokrasiyle olmazsa darbe yaparız. Şimdi şu cümleye bir bakın ''Cumhurbaşkanını meclis seçmezin''. Şimdi dikkatlice bir daha okuyun. Evet yanlış okumuyorsunuz jakobenlerin, hitlercilerin tezi bu. Ve bunlar bir de demokratik olduklarını iddia ediyorlar. Bir de tehlikeden bahsediyorlar. Peki ya kim seçsin? Ya yine beğenmediğiniz insanlar mecliste çoğunluk sağlarsa? o zaman ne diyeceksiniz? bir daha seçim mi? Arka arkaya 20 defa seçim yapılsa sonuç ne kadar değişecek? Amaçları belli; ''ben meclise meclis demem o mecliste benim fikrim çoğunluk olmayınca'' ''Darbeliye darbeliye demokrasi olur'' ''Sakla silahı, meclis hoşuna gitmezse gelir zamanı'' ''Ak tank darbe içindir'' ''Meclis uyur darbeci uyumaz'' İşte sivil olduğunu iddia eden bir gurup gazeteci, aydın ve siyesetçinin sloganları, sizce bunlar demokrat mı? bozan
-
Tehlikecinin farkında mısınız ?
1. Evet hakikaten komik. 10 yılda bir darbe yiyen bir rejimden demokrasi olarak bahsetmek hakikaten komik. 2. Beni bol bol okumuşsunuz ama anlayamamışsınız, hakikaten komik. 3. Bütün sermayesi halkı kotkutmak olan, tehlikecilerin elindeki bu halkın vaziyeti hakikaten komik. 4. Kara kara manşetler atan içi kararmış TEHLİKECİLERİN düştüğü durum hakikaten komik. 5. TEHLİKECİLERE göre halkı kendi haline darbesiz bırakırsan ''ya solcu olur ya faşist olur yahut da dinci'' düşüncesi hakikaten komik. 6. Demokrasi uğruna başbakan asmanız hakikaten komik. 7. Kurtar bizi asker diye sokaklarda yürüyen sözde aydınlar hakikaten komik. 8. Yökü savunan bir parti haline gelen CAHAPA'dan medet uman gazeteciler hakikaten komik. Uyanın artık Attıkları kara manşetlerle içlerini gösteren TEHLİKECİLER. TEHLİKE adındaki Tanrınız öldü...Alın kara manşetlerinizi bırakın bu ülkenin peşini. Bozan
-
Tehlikecinin farkında mısınız ?
Ahhhh şu tehlikeciler yok mu? 10 yılda bir darbe yapılan darbeli demokrasimiz, bir siyasi parti nasıl darbeyi savunur, cuntayı savunur görmek ister misin? Buyur cahapaya, bir aydın nasıl darbeyi savunur görmek ister misin? buyur Türk basınına, bir insan halkına nasıl darbe yapar görmek ister misin? hasılı darbeci, militarist görmek ister misin? buyur benim cennet vatanıma.... Not ; Bu ülkeden darbeciler ilelebet kovulmadıkça, bu halk aç kalmaya devam eder bilesiniz. Darbecilerin en büyük tanrısı Tehlikedir, EYYY darbeciler Tehlike tanrınız öldü bilesiniz, onu arka bahçeme gömdüm. Bu ülke birbirini seven, birbirine güvenen insanlarla dolu artık. her gün sinegog bombalatsanız, her gün aydın vurdursanız, her gün danıştay bassanız da size inanmıyoruz.. Çünkü hepimiz kardeşiz, kara sayfalarınızı alın ve tarihin karanlıklarına gidin artık. bozan
-
Soru; Sıradaki kim?
Şimdi fail-i meçhullere bir başka açıdan bakalım, aşırı uçlar kana doymadıklarından ülkenin huzurunu bozmak için ajitasyona ve provokasyona devam ettiğine göre sıradaki bibaht yazar ya da ünlü kim olacak? Kimi öldürecekler sizce? Kimi öldüreceklerini bilmek çok güç elbette ama Hrant öldürülmeden önce sıradaki kim diye sorsalardı hırantı kesinlikle ilk 15 içerisine koyardım. Zira Hrant üstüne belli çevreler özellikle gidiyorlardı, şimdi Hırantın öldürülmesinde Kerinçsiz ve ekibinin hiç mi payı yok? Gerçekten hiç bir payı olmadığını kabullenebiliyor musunuz? Ve açıklıyorum önümüzdeki günlerde ( inşallah olmaz ) bombalama , yazar öldürme ya da ünlü katletme gibi bir olay vuku bulursa bence ilk sorumlu CUMHURİYET mecmuası olur. Zira halkı açıkça kin, nefret ve düşmanlığa sürükleyen bir provokasyon içerisindeler. Fakat şunu baştan hatırlatıyorum, insan hayatı bu kadar ucuz değil, toplum olarak bu tehlikecilere karşı vereceğimiz en güzel yanıt onların provokasyonlarını elimizin tersiyle itmek olacaktır. bozan
-
Fail-i meçhullere bir bakış.
Gugukcuk'a Bir baba varmış, evini severmiş sevmesine ama bazı kötü alışkanlıkları varmış. Kumar oynarmış mesela, bütün parasını ev halkının kumarda harcarmış, fakat ailesi kendisini suçlamasın diye, yolda gasp ettiler beni diyerek dövünüp ağlarmış. Bu babaya göre sokaklar çok tehlikeliymiş, ev halkına yabancılarla konuşmaması gerektiğini öğütlermiş, yabancılar tehlikeli dermiş. Çünkü ev halkı yabancılarla konuşursa kendisinin kumarbaz olduğu ortaya çıkacakmış. Bu yüzden baba ev halkına bütün komşularıyla konuşmayı yasaklamış, ona göre üst kattakiler terörist, alt kattakiler zenci yan taraftakiler de katilmiş. Hatta bazı geceler kumarda kaybettiği paraların üstünü örtmek üst komşular tarafından paralarının çalındığı şayiasını ev halkı arasında yayarmış. Bu yüzden ev halkı babalarına sonsuz güvenir ve komşulardan da nihayetsiz korkarmış. Komşularla konuşmaktan o kadar korkarlarmış ki bu hakikati görmelerini hep engellermiş. Bu babanın bir oğlu varmış zeki, çevik ve de ahlaklı zamanla komşuların tehlikeli değil de asıl tehlikeli olanın babası olduğunu anlamış, babasının kumarbaz olduğunu komşularının ise hırsız olmayıp kendi halinde insanlar olduğunu fark etmiş, bunu öğrenen baba gözünü karartmış. Bir oğlu yüzünden hanımını ve diğer beş çocuğunu kaybetmek istemiyormuş, bir gün bu düşüncelerle oğlunu da alarak evden uzaklaşmış, bir köşe başında kendi oğlunu öldürmüş, sonra eve gelip basmış feveranı ‘’eyvah, oğlumuzu üst kattakiler öldürdü, diye’’. Basit düşünceli ev halkı buna hemen inanmış ve üst kattakileri suçlamış, artık onları nerede görseler aralarında kavga çıkıyormuş, baba mı? O kumara üst kattakilerden biriyle anlaşıp devam ediyormuş.. bozan
-
Selim-i Sâlisi kim öldürdü?
Sevgili marcus'a Siyasi nedenlerden adam öldürmenin biz de belli bir geçmişi var. Daha öncesine gitmiyorum ama acaba Selim-i sâlis öldürülürken ne düşünüyordu? Yahut da Selim- sâlisi kim öldürdü? Selim hükümete geldiğinde, devlet onun yapmak istediği reformlara henüz kendisini hazır hisstemiyordu, bir hatt-ı hümayununda şöyle der ''defaatle kaimmakam beye durumu bildirmeme rağmen neden hala önlem alınmıyor?''. aslında yalnızca bu ve benzeri cümleleri bile Selimin iktidara gelmiş olmasına rağmen muktedir olamadığını göstermeye yeter. Çünkü Osmanlı bürokrasisi yeniliğe kendisini kapatmıştı neden mi? Ahlaksızlık yüzünden. Şöyleki ; Yeniçeri denen devletten doğrudan maaş alan askerler maaşlarını esami denen pusulalarını göstererek alıyorlardı. Yani 67. ortadan bir yeniçeri ancak esamisini göstererek maaşını alırdı. Fakat selim esamileri saydırdı ve ortaya ciddi bir ahlaksızlık çıktı, esami sayısı savaşa giden asker sayısından katbekat fazlaydı. Yani birileri kasaba, manava, bakkala, tellaka esami satmıştı. Devlet maaş ödüyor fakat askeri hzimet alamıyordu. Bu vermiş olduğum örnek toplumdaki ahlaksızlık hakkında sadece küçük bir örnektir. İşte Selim-i sâlis bu ahlaksızların eliyle öldürüldü, fakat onun öldürülmesine bürokrasi müsaade etti, zira onlar da yeni durumdan hoşlanmamaktaydılar. Selimin öldürülmesine göz yumdular. Halkı tahrik edenlerle beraber onlar da aynı çalgıyı çaldılar. Fakat zamanı geldiğinde yeniçeriocağı bir kurum olarak ortadan kaldırıldı neden biliyor musunuz? Çünkü artık bürokrasi bu kurumu sırtında taşımak istemiyordu.. Ezcümle bugüne bakalım. Dünya yeni bir yola giriyor, siyasi haritalar muhtemelen değişecek yahut da siyasi devlet algılayışımız da değişiklikler meydana gelecek. İşte bu değişimin önünde duran ne varsa statukocu tabii olarak gizli işlerin arkasında da onlar olacaktır. Tıpkı osmanlı bürokrasisinin ülkeyi perde arkasından yönetip, yeri geldiğinde halkı tahrik etmesi gibi. İşte bundan önceki ve bundan sonraki cinayetleri yine perde arkasındaki kişiler isteyecek ve ahlaksız halktan bir gurup da buna alet olacaktır. Yoksa siz bugün ülkemizde derse gitmeden maaş alan öğretmen yok mu zannediyorsunuz? Var var hem de maaş alıp da askere gitmeyen yeniçerilerden 10 kat fazlası var. Hadi bakalım bir hükümet onlara dokunsun da göreyim neler oluyor benim cennet vatanımda.... Bozan
-
Halkevleri
Halk evleri gerici, çağdışı, jakoben bir uygulamaydı. Hitler bir yönetim düşüncesini barındırmaktaydı, bu yüzden ait olduğu yere tarihin derinliklerine gömüldü. Köy enstitüleri gibi bu halk evlerini de 2007 yılında bir şeye çare olacakmış gibi sırf ideolojik nedenlerle ısıtıp ısıtıp önümüze getiriyorlar. Neden bu kadar ısrar ediyorlar ki! Olmadı işte. Bunlar bitti artık, dünya o dünya değil....Gericiliğin tez elden vatanı terk etmesi ümidiyle.. bozan
-
Hrant'ı Kim Öldürdü ?
Şimdi, ulusalcılar büyük şeytan ABD tarafından kullanılıyor, dolayısı ile ülkemizde son günlerde meydana gelen cinayetlerin bu kişilere temayülü olanlarca işlenmesi yani daha açık olarak katillerin kendisini vatansever, milliyetçi olarak addetmesi hatta vatansever milliyetçi askerlerle, polislerle birlikte fotoğraflarının çekilmesi gayet tabiidir fakat vatanseverleri katil göstermek son derece sunidir. Bununla birlikte asıl üzerinde durmamız gerekli olan mesele şudur, gerek sözde kuvayi milliyeciler derneklerinin silah üzerine adam öldürmek için yemin etmesi ve bunun nedense! kolluk kuvvetleri tarafından bilinmemesi, gerekse vatansever kuvvetler güçbirliği derneğinin ''gerekirse olaylarda suça eğilimli kişilerin kullanılacağı'' itiraflarının bilinmesine rağmen hiçbir önlemin alınmaması.. Yani şudur; mühim olan farkedilmeyeni çözmektir, ben yazdıktan sonra zaten herkes sözde ulusalcıların bu tür cinayetlerde kullanıldığını ve bundan sonrada muhtemel kullanılacağını zaten anladı, anladı da bı dernekler niçin ortaya çıktı? Şimdi bunun yanıtını veriyorum; Terörle mücadele esnasında Türkiyenin sosyolojik yapısı bozuldu. Sosyolojik yapı aniden ve kontrolsüz bozulursa bu tür hasdiselerin çıkması gayet doğaldır, bu yüzden önümüzdeki günlerde daha da militarize olursak, Mersin, izmir, adana, sakarya gibi illerimizde facialar çıkabilir, burada dikkati olmak elzemdir. Son olarak bazı arkadaşlar kuvay-i milliyeden soruyorlar ben yanıtlayayım ; kuvay-i milliye bizzat Atatürk tarafından ortadan kaldırılmış eşkıya guruplarıdır, hukuksuz çetelerdir, devlet nizamında bir yeri yoktur, bu yüzden de mülgadır. bozan
-
Atatürk ve Muhalifleri
İbretle okuyalım, yorumlu...... bozan Mustafa Kemal, kendisine, 'İzmir'i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz' diyen Halide Edip'e şu yanıtı verir: 'Dinlenmek mi? Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz.' Bu öngörü doğru çıkar. Mustafa Kemal'i Milli Mücadele liderliğine taşıyan tarihsel koşulları bir yana bırakırsak, yüksek zekâsının ve hırslı kişiliğinin bu yükselişte önemli payı olduğu açıktır. Milli Mücadele'nin asker üyelerinden Fahrettin Altay'ın aktardığı bir hikâyeye bakılırsa, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin (İTC) güçlü adamı Enver, Çanakkale Savaşları sırasında, "Siz Mustafa Kemal'i benim gibi tanımazsınız. Vakıa çok değerli, fakat o nisbette de haristir. Emin olun, şimdi liva yaparız. Kolordu kumandanlığı ister. Onu yaparız, ordu kumandanlığı ister. Ordu kumandanı yaparız, başkumandanlık ister. Ona da peki desek, yine kâfi görmez. Daha büyüğünü ister. Çünkü hırsına hudut yoktur. Bu sebeple, onu azar azar vererek gayet maharetle idare etmek, hoş tutmak lazımdır" demiştir. Bu konuşma Mustafa Kemal'e aktarıldığında "Ben Enver'in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim" diyerek, hakkındaki yargıları adeta onayladığı bilinir. Mustafa Kemal, yakın arkadaşı Yunus Nadi ile yaptığı bir sohbette, Mütareke döneminde Ahmet İzzet Paşa'nın oluşturacağı hükümette kendisine Harbiye Nazırlığı'nın verilmesi için çektiği telgraftan bahsederken "Kendisi bunu mansıp (rütbe, mevki) hırsı ile yorumlamış. Halbuki ben adamlarımızı biliyordum. Orada memlekette yapılacak hizmeti, en büyük salahiyetle ancak ben yapabilirdim. Eğer ben o kabinede bulunsaydım, işi daha İstanbul'un eşiğindeyken hallederdim..." diyerek, kendine olan aşırı güvenini anlatmıştır. Bu güven öylesine büyüktür ki, ileriki yıllarda, kendisine muhalefet eden herkesi teker teker saf dışı etmesinde hiçbir yanlışlık görmeyecektir. 'Emirlerin yerine getirilmesi' Kendisine "İzmir'i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz" diyen Halide Edip'e "Dinlenmek mi? Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz" diyen Mustafa Kemal'in öngörüsü doğru çıkmıştır. Ancak, dava arkadaşlarının en büyük mücadelesi, onun liderliğini önlemek değil, diktatörlük eğilimlerini frenlemek yolunda oldu. "Onbaşı" diye hitap ettiği Halide Edip'e "Ben hiçbir eleştiri, hiçbir fikir istemiyorum. Yalnız emirlerimin yerine getirilmesi[ni istiyorum]" demesi ile Nutuk'ta, "Tarih, itiraz kabul etmez bir şekilde ispat etmiştir ki, büyük meselelerde muvaffakiyet için kabiliyet ve kudreti sarsılmaz bir Reis'in vücudu lazımdır" demesi eylemlerinin ardındaki mantığı açıklar. Fevzi Paşa sevgisi Yine de 1919'da Samsun'a doğru yola çıkmasıyla, 1926'da İzmir Suikastı Davası arasında kalan yedi yıl içinde Milli Mücadele'ye birlikte başladığı arkadaşlarından ikisi dışında hepsini tasfiye etmesini anlamak pek kolay değildir. Bu iki kişiden biri olan Mareşal Fevzi Çakmak'a duyduğu sevgi hakikaten özeldir. Bazı araştırmacılar bunu Fevzi Paşa'nın siyasi hiçbir hırsı olmamasına bağlar. Paşa'nın isminin Osmanlıca'da 'kuzu' kelimesiyle benzer şekilde yazılmasından kalkarak yapılan 'Kuzu Paşa' esprisi bunu doğrular niteliktedir. İkinci 'en çok sevdiği kişi' ise İsmet İnönü'dür. Falih Rıfkı'ya göre, Milli Mücadele'nin başında Anadolu'ya birlikte gitmeyi öneren Mustafa Kemal'e, 'yeni evlendim, beni biraz rahat bırak' diyen; 1920 yılı başında kısa süreliğine Anadolu'ya geçip hemen İstanbul'a dönen, en sonunda İngilizlerin çerçevesini çizdiği 'ya Malta, ya Anadolu' ikilemi yüzünden adeta harekete katılmak zorunda kalan İsmet İnönü'ye 6 Ağustos 1933'te çektiği bir telgrafta, "İsmet sen büyük adamsın. Hassas olduğun kadar his veren adamsın. Sen benim sözlerimi okurken gözlerin yaşarmış; ya ben seni okurken hıçkırıklarla ağladığımı söylersem, inanır mısın? Bu duygularımı sonradan değil, kimsenin yanında değil, yatak odama çekildikten sonra mahremimde yazıyorum. Sen beni muhakkak çok seviyorsun. Ya ben seni!" demesi, bu sevginin şaşırtıcı boyutlarını gösterir. Ama, Mustafa Kemal'in sevgisini kazanmayı başaramayan, ya da muhafaza edemeyen diğer kişilerin örneğin Cavit Bey, Küçük Talat, Dr. Nazım Bey ve Kara Kemal gibi İttihatçı yoldaşlarının; Milli Mücadele'ye birlikte başladığı Çerkes Ethem, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuad Cebesoy, Cafer Tayyar Eğilmez, Kazım Özalp, Ali İhsan Sabis Paşa, Rüştü Paşa, Mersinli Cemal Paşa gibi silah arkadaşlarının; Adnan Adıvar ve Halide Edip Adıvar gibi entelektüel dostlarının, Rıza Nur, Ali Şükrü Bey, Hüseyin Avni (Ulaş) Bey gibi siyasi şahsiyetlerin akıbeti hiç de iyi olmamıştır. Kimi görevden alınmış, kimi sürülmüş, kimi İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanmış, kiminin siyasi hayatı ebediyen sona ermiş, kimi öldürülmüştür. Bu yazı dizisinde, Mustafa Kemal'le muhalifleri arasında, kimi kişisel, kimi siyasal, kimi ideolojik nedenlere dayanan çatışmaların perde arkasına göz atmaya çalışacağız. Böyle mütevazı bir çalışmada, bugüne kadar genel kabul görmüş 'doğruları' tersyüz etmek gibi iddialı bir hedefin gerçekleşmeyeceğini biliyoruz. Sadece yeni sorular üretmeyi umuyoruz. Bu soruların yeni cevaplara neden olması ise, araştırmacıların olduğu kadar okuyucuların da çabasını gerektiriyor. Büyük hayaller mi, gerçekçi hedefler mi? Enver, geleceğin Gazneli Mahmut'u veya Cengiz'i olmak için Türkistan'a yürüyordu. Mustafa Kemal ise daha sınırlı bir hedefe, Anadolu'da kurulacak bir ulus-devlete odaklanmıştı Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra, 2/3 Kasım 1918 gecesi bir Alman gemisi ile İstanbul'u terk eden İttihat ve Terakki liderlerinden Talat, Kara Vasıf Bey ve Kara Kemal'e, 'Karakol' adlı bir örgüt kurmalarını ve Anadolu'da mücadeleye devam etmelerini önermişti. Enver ise Teşkilat-ı Mahsusa'nın isminin, 'Umum Alemi İslam İhtilal Teşkilatı' olarak değiştirilerek eski faaliyetlerine devam etmesini istedi. Mustafa Kemal'in Anadolu'ya Karakol tarafından gönderildiğini, ancak daha Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919) sırasında Karakol'un faaliyetlerine karşı çıktığını biliyoruz. Karakol'un liderlerinden bir bölümünün, 16 Mart 1920'de işgal edilmesi sırasında tutuklanmasıyla örgüt iyice zayıflayacak ve Mustafa Kemal İTC vesayetinden biraz daha kurtulacaktı. Ülkeyi terk ederken bile ayrı örgütler kurmayı düşünen İTC liderlerinin ilişkileri, sürgün yıllarında da iyi olmadı. Bazen aynı şehirde oturdukları halde aylarca görüşemeyen liderler, daha çok mektupla temas kurdular. Birçoğu Hüseyin Cahit (Yalçın), Cemal Kutay ve Şevket Süreyya Aydemir tarafından yayımlanan bu mektuplarda sürgünde yaşamanın zorlukları hissedilirken, kullanılan dilin duygusallık, kırgınlık, umut, öfke gibi değişik duygular arasında gidip gelmesi, parasal ve ailevi meselelerin sıkça siyasi meselelerin önüne geçmesi gibi hususlar dikkati çeker. Stratejik farklılıklar İkili, Mustafa Kemal'le yazışma işini Talat'a bırakmıştır. Cavit Bey, anılarında, Talat'ın 'Sarı Paşa' dediği Mustafa Kemal'e, hareketin başı edasıyla yolladığı mektuplara, o sırada yeterince güçlü olmadığı için, uzun cevaplar vermek zorunda kalan Mustafa Kemal'in, "Biz çabalıyoruz, Berlin'deki[ler] bizim yaptıklarımızı kendilerine mal ediyorlar" diye şikâyet ettiğini yazar. Talat, önce Anadolu hareketini desteklemeyi, Anadolu'da başarı kazanıldıktan sonra bir siyasi parti kurarak iktidarı kontrol etmeyi planlarken, Enver, Anadolu hareketinin derhal başına geçmeyi ve ardından Asya içlerine yayılacak bir imparatorluk kurmayı hayal ediyordu. Ancak mektuplara bakılırsa, Talat'ın önerdiği strateji de Pan-İslamist ve Pan-Türkist boyutlar taşıyordu. Hem İngilizleri hem de Rusya'yı karşısına alacağı belli olan bu stratejide, Talat, İngilizlere karşı Rusya'nın desteğinden medet umuyordu, ancak Rusya'nın desteğini nasıl sağlayacağı konusunda gerçekçi bir açıklaması yoktu. Talat'ın ikinci planı Araplar ve Türkler bağımsızlıklarını elde ettikten sonra Avusturya-Macaristan örneğine benzeyen 'federatif İslam devleti' kurmaktı. 1. Dünya Savaşı'na girerken kendine Mısır krallığını seçen Cemal, Afganistan ve Hindistan'da İngilizler'e karşı bir İslam ihtilali yapmak için Rusların desteğini sağlamaya çalışırken, Enver, İngilizlerin icazetiyle, geleceğin Gazneli Mahmut'u veya Cengiz Han'ı olmak için Türkistan'a doğru yürüyordu. Rusya'yla ilişki Mustafa Kemal ise daha sınırlı bir hedefe, Anadolu'da kurulacak bir Türk ulus devletine odaklanmıştı. Gerçi Mustafa Kemal de Rusya'nın silah ve para desteğine güveniyordu. Hatta, Kazım Karabekir'in iddia ettiği gibi bu uğurda, 'Bolşevik prensipleri' kabul etmeyi bile düşünmüştü. Ancak askeri başarılar geldikçe, bu planı uygulamasına gerek kalmadı. Nitekim, Ocak 1921'de, önce ülkedeki sol muhalefeti tasfiye etti, ardından Moskova'ya, "Anadolu Büyük Millet Meclisi Hükümeti namına hiçbir suretle mezun olmadıklarının Enver, Talat ve Cemal paşalara tebliği" konulu bir mektup yolladı. Mustafa Kemal, Talat-Enver ikilisi ile arasındaki farkı, TBMM'de 1 Aralık 1921'de yaptığı konuşmada şöyle koydu: "Büyük hayaller peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar görünen sahtekâr insanlar değiliz. Efendiler, büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın husumetini, garazını, kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine celbettik. Biz Panislâmizm yapmadık. Belki 'yapıyoruz, yapacağız' dedik. Düşmanlar da 'yaptırmamak için bir an evvel öldürelim' dediler. Panturanizm yapmadık. 'Yaparız, yapıyoruz' dedik ve yine 'öldürelim' dediler. (.) Bütün dava bundan ibarettir. (.) Haddimizi bilelim!" Berlin ve Türkistan 'Haddini bilen' Mustafa Kemal ülkede olmanın avantajıyla ipleri yavaş yavaş elinde toplarken, sürgünde onun bunun himmetiyle hareket etmeye çalışan Talat, 15 Mart 1921'de Berlin'de bir Ermeni tarafından; Cemal, 21 Temmuz 1922'de Tiflis'te Rus veya İngiliz istihbaratı için çalışan Ermeni veya Gürcü eylemciler tarafından; Enver ise 4 Ağustos 1922'de Türkistan'da Kızıl Ordu tarafından öldürüldüler. Mustafa Kemal, dikkatini içerideki muhaliflerine vermeye başladı. Sonuçta Mustafa Kemal'in 'gerçekçi' politikaları uygulandı. Bazı tarihçiler Rusya'nın Enver'i Mustafa Kemal'i kontrol etmek için kullandığını söylerken, bazı tarihçiler ise, Mustafa Kemal'in hiç de imkânsız olmadığı halde Musul'u bile bırakmasıyla sonuçlanan gerçekçiliğinin, İttihatçı önderlere duyduğu kişisel antipatiyle çizilmiş dar görüşlülük sınırında gezindiğini söylerler. Onlara öre, Enver'in ütopik planlarının aslında İngilizleri ve Rusları, Mustafa Kemal'in 'gerçekçi' planına razı etmekte önemli bir rol oynamıştır. Kazım Karabekir de, farklı yollardan, benzer iddialarda bulunur. Mustafa Kemal-Enver çekişmesi Enver Paşa, Harbiye Nazırı Vekili'yken Naciye Sultan'la (üstte) evlendi. Sabiha Sultan'sa Mustafa Kemal'in evlenme talebini geri çevirmişti. Mustafa Kemal'in bildiğimiz ilk muhalifi Enver'dir. Hırslı kişiliğine rağmen II. Meşrutiyet'in önderliğini Enver'e kaptıran Mustafa Kemal, 31 Mart Olayı'ndan sonra askerlerin siyasete karışmaması yolundaki tavsiyesi ile Enver'i kızdırınca, kendisine Trablusgarp yolu görünmüştü. Balkan savaşları Balkan Savaşları sırasında düşman, Edirne önlerinde boy gösterince, Mustafa Kemal İstanbul'a döndü ama Edirne'nin düşmana bırakılmasını önlemek için Mustafa Kemal'in itirazına rağmen Babıali Baskını'nı yapan ve bir süre sonra Edirne'nin geri alınmasıyla stratejisinin doğru olduğu anlaşılan Enver'in yıldızı tekrar parlayıp Harbiye Nazırı olduğunda, ilk işi, Edirne'ye ilk giren birliklerin başında bulunduğu için kıskandığı Mustafa Kemal'i pasif Sofya Askeri Ataşeliği'ne göndermek oldu. Bir süre sonra Genelkurmay Başkanlığı'na talip olan Mustafa Kemal'e itiraz yine Enver'den geldi. Mustafa Kemal'in şansı ancak Sarıkamış faciasından sonra döndü, fakat Enver, Çanakkale ziyaretinde, Anafartalar'daki başarısından sonra bile Mustafa Kemal'in grubuna uğramadı. Bu çekişmeye bir de, Mustafa Kemal'in Enver Paşa gibi padişah damadı olmak için Vahidettin'in kızı Sabiha Sultan'a talip olması, ancak reddedilmesinin yarattığı burukluğu eklersek, ikili arasındaki çekişmenin hiç de sıradan olmadığını tahmin edebiliriz. Radikal
-
CHP 1940'LARI MI ÖZLÜYOR ?
chp 1940ları mı özlüyor ? öncelikle günaydın 40 yıldır 40 kere anlattık, chp adındaki gibi bir halk partisi değildir chp aslında cdp dir yani cumhuriyet devlet partisidir. halkla bir ilgisi yoktur, ümraniyede seçim kazanmaz ama bağdat caddesi chpye oy verir çünkü onlar çarktan yararlanmaktadır ve bu parti o çarkın partisidir. ce de pe, cumhuriyet devlet partisi yökçüdür, özgürlüklere önem vermez, baskıcıdır, halkatan kopuktur neden mi ? çünkü türkiyede batının tersine bir durum söz konusudur, bu ülkede solcu batıdaki sağ partilerin görevini yapar yani baskıcıdır sağcı ise batıdaki sol partiler gibi özgürlükçüdür, bu hep böyle olmuştur yeter ki at gözlüklerini çıkaralım. bozan
-
SÖNMEYEN MUM
daha önce defaatle yazdım halkı mumcuyu hatırlamıyor, bir kısım marjinal sol örgütler ( tikko, dhkpc, mlkp ve saire ki hepsi devletin kontrolündedir ) ve dünyayaı 1960'larda gören bir kısım medya hatırlatmasa hiç kimse hatırlamayacak, çünkü mumcu halk adamı değildi, gönül adamı da değildi, halkı adam edilmesi gerekli olan bir gurup olarak gören tepeden inmeci aydındı. mumcuyu kim mi öldürdü, tabiki derin devlet, eğer o zaman dinciler öldürdü palavrasını solcular yutmasaydı arkasından hablemitoğlu, kışlalı ve belki bugün hrant ölmemiş olacaktı. yani yerseniz daha çok adam harcarlar, yeter derseniz ancak o zaman o kirli ellerini üzerinizden çekerler. bozan
-
NUTUK'UN GİZLİ ŞİFRESİ
nutuk resmi ideolojiyi savunan bir devlet kitabıdır. bilim kitabı değildir, deney falan yoktuur içinde, tarih kitabı değğildir, tarihi kritik yoktur içinde bir anı kitabıdır, yazarının her anı yazarının yaptığı gibi olayları kendi açısından anlattığı bir anı kitabtır. dogmatik olmaya bilime hakaret etmeye gerek yok. ha siz derseniz ya serdar dontaç dinleyeceksin ya bunu okuyacaksın o zaman belki düşünürüm, ama 12 yaşımda orjinalinden okuduğum ( ki atatürkçüler ve kemalistler atatürkün ne yazdığını sadeleştirmeden ve yeni yazıya aktarmadan anlayamazlar ) bu kitabta lütfen mucize, büyü , sihir , fal aramayın, bir anı kitabıdır hepsi bu. Eğer bu devletin kurucusu tarafından yazılmasaydı bu kadar ünlü de olmazdı. bozan
-
NAMAZINDA NİYAZINDA KATİL / LER... (Din adına tarih boyunca sayısız cinayet işlendi... uzak ve yakın tarihimizde de din adına sayısız cinayet işlenmi)
Ellerine sağlık, seninle ne kadar da çok tartıştık, çoğu zaman uzlaşamadık fakat tertemiz bir yüreğin olduğuna inancım sonsuzdur ne kadar da güzel açıklamışsın herşeyi...Ayın iletisi budur derim ve ben bozan bir şeyi boşa demem....
-
Akademik Hırsızlık
İnanmayan, a-teist ya da agnostik bir kişi intihal ( akademik hırsızlık ) yapmış olabilir mi ? ya da neden böyle bir işe tevessül etmiş olabilir ? Yorumlu.... Nâzım H. Polat’ın “Suyun aynasındaki salkımsöğüt” başlıklı yazısından bir bölüm: (..) Salkımsöğüt, Nazım'ın önünü geniş bir edebi çevreye yayan ilk şiirlerindendir. 1928'de yayımlanmış, 1930'da Bahri Hazer ile birlikte şairin kendi sesiyle Columbia firmasınca plağa alınmıştır. Bu şiirde belirgin üç obje var ve üçü de ilk beş mısrada söyleniyor. Su, salkımsöğüt ve atlılar. Akıyordu su Gösterip aynasında söğüt ağaçlarını! Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere Koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! Salkımsöğüt su bir aynaya, Salkımsöğüt o aynaya bakarak suda saçlarını yıkayan bir güzele benzetilmiştir. Vurulmuş bir kuş gibi atından yuvarlanan yaralı atlı, "yanan yalın kılıçlarla" anılınca, kanlı vücuduyla şiiri nasıl objesi olarak beliriyor. Bu tabloyu daha etkili kılan ise tabiatın bir akşam atmosferi yaşamasıdır. Güneş batarken ufku bürüyen kızıl renk, suyu da ufku da aynı renge büründürür. Atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde! Atlılar atlılar kızıl atlılar! Şiirin sonuna doğru, akşam iyice bastırınca, bu atmosfer de koyulaşır: Gölgeler gölgelendi, Renkler silindi, Siyah örtüler indi Mavi gözlerine Şiirin sonunda Salkımsöğüt tekrar obje olur; bu sefer kara suyun aynası da el bağlayarak, ölen atlıya ağlayan bir yaslı güzel hayalini canlandırmaktadır. Söğüt ağacının ağlaması, estetik heyecan ve değeri yüksek bir hayaldir. Şiiri güzelleştiren asıl unsur da işte bu, suyu ayna yapıp saçlarını yıkayan ve ağlayan güzel hayalidir. - Ama acaba bu hayalin ne kadarı Nazım Hikmet'e aittir? - Biz bu orijinal hayalin daha önce, İdris Sabih Gezmen tarafından kullanıldığını söyleyeceğiz. Nazım'ın şiirinden 10 yıl önce Nüzhet Haşim Sinanoğlu'nun, Milli Edebiyata Doğru (Cemiyet Kütüphanesi, Nefaset Mat., İstanbul 1918, s. 153) adıyla yayımladığı kitapta yer alan Öksüz Akşam başlıklı şiir (ilk yayımlanışı belki bir-iki yıl kadar daha önce) şöyle bitiyor: Suyun gümüş aynasında bakan yosma bir söğüt, Nemli kumral saçlarını dağıtarak kurutur; Ayın dolgun memesinden akan süt, Ölen günden öksüz kalan şu akşamı uyutur! Nazım'ın Salkımsöğüt'ündeki suyu ayna yaparak saçlarını yıkayan güzelin bize tanıdık gelmesi, onun aslında İdris Sabih'in Öksüz Akşam'ındaki suyun gümüş aynasına bakarak (yıkadığı) nemli kumral saçlarını, kurutan "yosma" oluşundan!.. Nazım, bu güzele, dili varıp da "yosma" diyemiyor, sadece resmini çiziyor. Çünkü Türkçenin "yosma"sı yıldan yıla yaşlanarak artık herkesin içinde anılamayacak kadar sevimsizleşmiştir. İdris Sabih'in şiirindeki "ölen günden kalan akşamı uyutan süt, ayın dolgun memesiden" aktığına göre, akşamdan biraz sonraki vakittir. Nazım'ın şiirindeki akşam ve biraz daha sonraki vakit tam olarak bu atmosferi vermektedir. Her iki şiirin de sonunda "ölüm" ve "ağlama"nın bulunması, bahsettiğimiz hayalleri aynileştiriyor. Salkımsöğüt için "ağlama" imajının kullanılması ise daha genel bir sebebe bağlanabilir. İngilizce'de salkımsöğüt, "wveeping willow" yani "ağlayan söğüt"tür. Peki Nazım'ın İdris Sabih'e ait bu şiiri ve hayali okumuş olma ihtimali ne kadar kuvvetli? İdris Sabih'in şiiri söz konusu kitapta yer aldığında, Nazım, şiir denemeleri bulunan, 16 yaşında bir çocuktu. Ama Öksüz Akşam'ı okumuş olması, "muhakkak" denecek ölçüde kuvvetle muhtemeldir. Öncelikle kitabın yazarı Nüzhet Haşim, Nazım'ın bir yıl okuduğu Galatasaray Sultanisi'nden hocasıdır. Diğer bir işaret ise hikayemsi bir olay; Nazım'ın ilk şiirlerini Bahriye Mektebi'nden hocası olan Yahya Kemal gözden geçiriyor, birtakım düzeltmeler yapıyordu. Hatta Yahya Kemal, Nazım'ın yayımlanan ilk şiiri "Hâlâ Serviliklerde Ağlıyorlar mı?" için, "O kadar tashih ettim ki adeta aslından uzaklaştı" diyecektir. "Serviliklerde" şiirinin tashihi konusunu hem Yahya Kemal'in anlattıklarında öğreniyoruz hem de Nazım'ın kendisi (Ekber Babayev'e) söylüyor!.. (Türk Edebiyatı Dergisi)
-
NAMAZINDA NİYAZINDA KATİL / LER... (Din adına tarih boyunca sayısız cinayet işlendi... uzak ve yakın tarihimizde de din adına sayısız cinayet işlenmi)
Neticede ; Katilleri namazlı ya da namazsız olarak ayırmak kadar kaba bir düşünce olamaz, bu ülkede hergün onlarca cinayet işleniyor masum insanlar katlediliyor, arsızlık ve hırsızlık için on kuruş için binlerce insan öldürülüyor her yıl.... İşte bütün bunların sebebi namazın bir sonucu değildir, katillik bir insanlık suçudur, bugün samastı kullanan sözde ulusalcı özde ABD'ciler kimse dün mumcuyu katleden, kışlalıyı katleden ABD'ciler de onlardır, bunun namazla alakası ****** ********, ajiteci'nin insanlıkla alakası kadardır.... Şu da ortaya çıkmıştır, insanlar açık yürekli olmalı şekilli başlıklar arkasından konuşmamalı Allahla problemini başka adlarla ortaya atmamalı... Biz bütün insanlığı kucaklıyoruz, kötüler ve onların kötü niyetli ahbapları hariç.... bozan