-
İçerik Sayısı
2.576 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
5
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey
-
İnsanlar ne zaman bir yere ait olmadıklarını anlıyor, bilmiyorum. Ben bugün anladım… Bir yere ait olmadığını ne kadar uzun süre hissederse hissetsin bunu kendine bir türlü itiraf edemiyor insan. Bu görmezden gelme ani kızgınlıklara, büyük kırgınlıklara ve yapılan bütün fedakarlıkların bir “hiç” olduğunun fark edilmesine neden oluyor. O güne kadar yürüdüğünüz bütün yollar, kendinizi iyi hissettiğiniz bütün mekanlar yabancı… Karşılıklı oturup dertleştiğiniz, gülüp ağladığınız insanlarla sanki hiç tanışmamışsınız. İyiliğe ve güzelliğe olan bütün inancınız yitip gidiyor bir anda. Yaşadığınız hayat boşalıyor, sanki hiç yaşamamışsınız gibi… Korkuyorsunuz sevmekten… Hele güvenmekten… Hafızanız silinip gitsin istiyorsunuz ama aksine hatırlamak istemediğiniz bütün güzel anılar bir bir üşüşüyor beyninize. Bir başkasının hatıraları olduğuna inandırıyorsunuz kendinizi, bu şehirde yaşamış, kendini bu şehre ait olduğuna inandırmış birinin hatıraları sayıyorsunuz. Çünkü siz yaşamış olsaydınız sonu bu kadar kötü olmazdı. Bütün iyi anılarınız ihanet etmiş gibi size… Siz onlara yabancı, onlar size… O yere ait değilsiniz artık… Her ne yaşamış olursanız olun… Ama daha kötüsü hiçbir yere ait değilsiniz… Ait olmadığınızı anladığınız güne kadar tek bir yere ait olduğunuzu sanıyordunuz. Ve artık o yer yok… Hazırlıklı olun, artık hiçbir yere ait olmayan bir insansınız. Her gece gökyüzündeki aya bakıp, ait olduğunuz yeri bulmayı ve o yerden onu izlemeyi umacaksınız… Ait olduğunuz yeri bulmanız, bu yazıyı oradan okuyor olmanız dileğiyle… alıntı....
-
“Herkes gitmişse, sakince arkana dön bir bak Dostun kalmış mı, aşkın solmuş mu… Dön bak dünyaya…” Başlığı çok sık yazıp çizmişimdir, yalnızlığımın ardına “+1″ koyacak biri daha var mı acaba diye… İnsanın yalnızlığını anlatabilecek binlerce örnek verilebilir. En çok bilinenidir “yalnız olduğunu söyleyebileceğin biri bile olmaması”. Bu hafta ben yalnızlığın bir başka biçimini yaşadım. Yalnızlık nedir biliyordum, çok kere de tecrübe etmiştim ama “acı”yla birlikte tadınca, çok şey değişti duygusal damağımda… Öyle anlar vardır ki herkesin birbirine kenetlendiğini görürsünüz. Bir sürü insanın etrafındakilerden destek alıp ayağa kalkmaya çalıştığını… Kalkamasa bile uzatılan ele sıkı sıkıya sarılıp, umut ettiğini… Kayıplarda ortaya çıkar bu görüntüler en çok… Biri “en değerlisi”ni kaybettiğinde… Acısı hayatın tam ortasına yerleştiğinde… Ortak bir kayıpsa yaşanan, el uzatılması gereken birden fazlası varsa, yalnızlık çıkar ortaya… Ayağa kalkmaya çalışmak yerine, sürekli birilerini kaldırmaya uğraşırsınız… Herkes perişanken siz dik durmaya çalışırsınız. Acınızı değil, başkalarını acısını yaşarsınız. Kimse görmez duvarlarınızın ardında ağlayan küçük kız çocuğunu. Zordur… Gelelim bu yazının yalnızlık tanımına: “Yalnızlık en acı çektiğiniz, en destek beklediğiniz anda acı çektiğinizi anlayıp, size sessizce sarılacak kimsenizin olmamasıdır…” ya da “Yalnızlık, acınızı paylaşacak birini bulamamanızdır.” ya da “Yalnızlık, siz dik durmaya çalışırken, elinizi tutacak kimsenin olmamasıdır.” Sahi sizin yalnızlık tanımınız var mı? Doldurun öyleyse: “Yalnızlık, ………….. ”
-
Haz alarak okudugum karma şiirler...........
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: Yayamaz Kayımca başlık Şiir Forumu
Bizden Sonra Doganlara.. I Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum! Doğru söz delilik. Düz alın Kanıtı vurdumduymazın. Gülen ki Korkunç haberi Henüz almamış. Ne günlere kaldık, ki Neredeyse suçtur ağaç üzerine bir konuşma İçerir çünkü susmayı bunca kötülük üstüne! Orda ağırdan caddeyi geçen Erişilmez mi dara düşen Arkadaşları için? Doğrudur: geçimimi sağlıyorum daha Ama inanın: bu bir rastlantı yalnız. Yaptığım Hiçbir iş doyma hakkını vermiyor bana. Rasgele korunmuşum. (Talihim dönüverse. Yokum.) Bana diyorlar: ye iç! Bak keyfine! Nasıl yer içerim, kaparsam Yiyeceğimi bir açın elinden ve Bardaktaki suyum bir susuzda yoksa? Ve yiyip içiyorum gene de. İsterdim bilge olmak. Eski kitaplarda yazılı nedir bilge Kavga dışı kalmak dünyada ve kısa yaşamını Korkusuz geçirmek Zora başvurmadan edebilmek Kötülüğe iyilikle karşılık vermek İsteklerine ermeyip, unutmak İşi bilgenin. Yapamam bütün bunları: Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum! II Şehre geldim bozuk düzen günlerde Açıklık sürerken. İnsan arasına karıştım ayaklanmada Ve onlarla birlikte öfkelendim. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde. Yemeğimi yedim iki savaş arası Katillerin arasında yattım Sevgiye saygısız Ve doğaya sabırsız baktım. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde Her yol batağa çıkardı benim zamanımda. Dilim durmaz ele verirdi beni. Elimden gelen azdı. Ama hükmedenler Daha rahat olurdu bensiz, buydu umudum. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde. Gücüm azdı. Hedef Uzak mı uzak. Apaçık belliydi, benim ulaşmam Mümkün değildiyse de. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde. III Siz, siz ki çıkacaksınız Battığımız tufandan Düşünün Eksiklerimizden söz ederken Karanlık çağı da Sizin kurtulduğunuz. Gittiydik, ayakkabıdan çok ülke değiştirip Sınıf savaşları arasından, umarsız Yalnız haksızlık var da baş kaldırma yoktuysa. Biliyoruz oysa: Alçaklıktan nefret bile Çarpıtır çizgileri Haksızlığa öfke bile Kısar sesi. Ah, biz Hazırlamak isterken dostluk yolunu Dost olamadık kendimiz. Siz ama, o gün gelince İnsanın insana el uzattığı Anın bizi Hoşgörüyle. ... O gün mavi eylül ayında Sessiz körpe bir erik ağacı altında Tuttum onu, sessiz beyaz aşkı Kolumda kutsal bir düş gibi. Ve üstümüzde güzel yaz göğünde Bir bulut vardı, çoktan gördüğüm Çok beyazdı ve çok yukarılarda Ve başımı kaldırıp baktığımda, değildi orda. O günden beri birçok, birçok aylar Geçti sessiz aşağı kaydılar Yok oldu o bütün erik ağaçları Ve bana sorarsan aşk n'oldu diye Sana derim ki: hatırlayamıyorum Ama gene de, inan ki, biliyorum ne demek istediğini. Ama gene de gerçekten hatırlamıyorum onun yüzünü. Yalnız: o zamanlar öpmüştüm onu, biliyorum. Ve bu öpücüğü de çoktan unutmuş olurdum O bulut olmasaydı orada Onu bugün de hatırlıyorum ve hep hatırlayacağım Çok beyazdı ve yukarılardan geliyordu Erik ağaçları belki çiçek açıyordur gene de Ve o kadının belki de şimdi yedi çocuğu olmuştur Ama o bulut yalnız birkaç dakika için açtı Ve yukarı baktığımda, rüzgârda kayboluyordu bile. Bertolt Brecht -
Haz alarak okudugum karma şiirler...........
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: Yayamaz Kayımca başlık Şiir Forumu
Bir Gün Gelecek Yararsız Olacağım Ben de Bir gün gelecek, oh diyecek insanoğlu: Silahları bırakın, artık ihtiyaç kalmadı! Güzel yıllar gelecek birbiri ardınca. Çıkaracaklar depodan silahları bir gün, Bakacaklar ki paslanmış hepsi. Ben de atılmak isterdim,açıkçası, son okurumun elinden. Son insan olsun o, yeter ki, köpeklerin ısırdığı son insan! Bertolt Brecht -
Git............Gitme..............Gidiyorum..........
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: Yayamaz Kayımca başlık Şiir Forumu
GÖLGELERİME EŞLİK EDİYOR GÖZYAŞLARIM .. Senden kalma hayalleri çektim üzerime Hüzün ayazlarında üşürken Bir tarafım akarken delice sana Bir tarafım ise geliyor peşinden Kaç kere gittin gecelerimden Kaç kere firar etti aklım sensizlikte Sığıntılarda mutluluklarım Köşe bucak kaçıyorken kendimden Sokaklarımız vardı Sevgimiz vardı bir çocuk kadar masum Gölgelerime eşlik ediyor gözyaşlarım Sen gitmişken benden Oysa umutlarımız vardı gökyüzüne doğan Şimdi ise gözyaşlarım kaldı Her gece üzerime yağan… Onur YILMAZ -
Git............Gitme..............Gidiyorum..........
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: Yayamaz Kayımca başlık Şiir Forumu
gene yakalandım saatin farkında degilmişim ama senin yakalamaların beni mutlu kılıyor sevgili birce iyiki varsın -
Bilyormuydun?
Yayamaz Kayımca şurada yorum gönderdi Yayamaz Kayımca'nın blog başlığı içinde Yayamaz Kayımca's Blog
evet sevgili tango ve kosovalı kız etkilendigim için sizlerle paylaşmak istedim teşekkürler -
ağlamışlığın ve gözyaşının üstüne…
Yayamaz Kayımca şurada bir blog başlığı gönderdi: Yayamaz Kayımca's Blog
Varlığın yokluğuna özdeş şimdi… Yazıyorum birkaç dakika ağlamışlığın ve gözyaşının üstüne… … Sen bulanıklaşsan da ben çizdim bir kâlp içine iki bedeni… Zamanın bilmem hangi köşesindeydik hatırlamıyorum. İşime gelmeyen buluşmalardan kaçmadım sen varsın diye… Çam diplerinde petunyaları kuruturken ellerimizde mayasız öperdim seni.. Özüm’süz … … Güzel kelimeler istiyordum senden … Ay ışıklarıyla yıkanmış okuyunca dokunduğun gözlerimin mızmızlaştığı … … Kulağımın arkasına fısıldanmış güzel kelimeler biriktirmiştim ben sana oysa… terk edip gitmeseydin ansızın; duyacaktın … Ben çırpınırken bir kaşık suyun derinliğinde boğulmamak için ama sen … yoktun..! … Yıllar geçti aradan.. ve farkında olmadan… Adımlarım daha büyük daha hızlı ve daha sağlam… Yokluğunda büyüttüğüm acılarımı her gün tazelemek zoruma gitmeye başladı. Ve hasretinin bitime uğraması gerekti. Eylüldü.. hüzün mevsimiydi.. nasıl unuturdum seni? Yaprakların salına salına karıştığı toprağı öpüyordum “Vatanım” diye değil! Sen dön diye… … -Köylü kız- büyüsü bozulduğunda ben öğretmen olmuştum.. Hani rüyalarımın en güzel sahnesinde seyrederken düşünüp de derinlere daldığım…. Hatırladın mı? Saçlarım; senin bildiğin kadar sıradan değil artık.. Gözlerime durulmayı öğrettim.. Dudaklarıma kilit vurdum konuşmasın diye.. Yüreğimdeki seni her gece zindana attım bensizliğin acısını sensizliğin acısını çektiğim gibi çek diye! ! … Gitme Sevgili! Sokak aralarında yitirdiğim aklımı geri ver bana.. yüreğim yüreğinde.. Böyle kuru bir beden ne işe yarar sensiz.. Ya dünümü ver yada hakkımı! çok mu arzu ettiklerim? Hayatının kısa film akropollerinde hiç mi karem yok? Senaryoda figüran olarak ölmek istemiyorum.. al beni de gözlerine… … Gözünle gördüğün her ¤¤¤¤iyonda bir sahtekârlık adıma yazılan mektupların ne albenisi var ki? … Evlendim…Soğuk duvarlarında hissedilmeyen kokunu sineye çektiğim günler aklıma geldi.. Evlendin…İkinci sayfa haber bültenlerinden öğrenmek istemezdim… Bilmek isterdim yerime koyduğun biblonu… Kim bilir hangi Can sırada bekliyordu Yanmak için… Farkında olmadan işlediğin günahın bedelini ödeyeceksin demiştim … Yüreğimi yüreğine koymuş olsaydın farkına varırdın süzülmemiş gerçeklerin… Arsız gönül kuşun konmuştu bir başka evin bir başka penceresine…Açar mıydı? … … Yıllar geçti aradan … farkında olmadan. Cebimde kimsenin göremediği bir öfke saklı sevdiğim… Çıkardığımda dağ dayanmaz ki gönlün dayansın? Ben bensizliğin nedametini çekiyorsun… Hissediyorum bunu…Ne ektin ki biçesin? Beni arıyorsan; Yokum! ! Sisle çevirdiğin bu evren seninde değil! ! Zaman hızla akıp gidiyor.. Yıllar sonra bugün bakıp da halime gülmeyeceğim… Gözlerime durulmayı öğrettim… Dudaklarım dudaklarında güneşe selam çakmayacak artık.. Erkekçe namusluca çekip gideceğim gözlerinin önünden; Arkasına bile bakmadan… … Dur! ! Yaklaşma… Yollarına toz olduğum sevgili! ! Dudak büktüğüm gidişine… Yüz eskittiğim zamanla.. Ey Yüreğimi yüreğine bir kez olsun konuk edemediğim sevgili! ! ! Dokunma ellerime.. O eller ki okul kaçışlarının heyecanıyla atan kâlpleri bir bedene dolduran; sonra Tek can ile kenetlenip kaderin vahametini inadıyla kıran eller… … Git.. Varlığın yokluğuna özdeş şimdi… Yazıyorum birkaç dakika ağlamışlığın ve gözyaşının üstüne… -
Canımın içi, ciğerparem… Sancılı sevdam, ağrılı başımın tatlı belâsı… Yokluğunda eksilip yok olduğum; Yine bilmem kaç şiddetinde depremlerimsin bakışlarındaki fay kırıklarınla! Hançeri saplayarak yüreğimin ta ortasına; yine dipsiz kuyularda bilinmeyen denklemli söylem ve eylemlerinle bırakıp gittin, kaldım bir başıma! Ne olacak bu gidişin sonu can... Ne yapacak nasıl baş edeceğim seninle, bilemiyorum? Sen, benim ele avuca sığmazım, sen nazlım, sen kırılgan sevdiceğim, sen sevimlim, yoluna bin kurban olduğum; sen istedin bu kopuşu, seni sevmememi… Sen istedin sana sevgimi haykırmamamı… Bütün bunları sen istedin bir tanem! Sana olan sonsuz saygım, ezel-ebed bitmez sevgimdi kaale aldığım sözlerin! Söz konusu senin dinginliğin, mutluluğun değil miydi? Dayanırım, uzaktan da severim seni ben... Beklentisiz art niyetsiz sevgimdir senin doğrularına saygımı, sabrımı zorunlu kılan. Kolay mı sandın bütün bunları? “Olsun! Yeter ki o bir tanem, o sevdiğim narçiçeğim mutlu olsun ” dedim, kendi kendime. Seni beklentisiz sevdim… Son söylediklerini anımsıyor musun can? Hani beni kısıtlayan, elimi kolumu bağlayarak ötelere iteleyen… Artık sesini duyamaz, varlığını göremez oldum; gerdin, gerildim! ... Seni görememek, sesini duyamamakla cehennemde yanmanın ne farkı var ki? Cenderenin içinde sıkışıp kalmış, kapana kıstırılmış fare yavrusu gibiydim, anlayacağın... Kaç kez telefona uzandı da elim, açamadım… Yanına gelmeye hazır adımlarım geri geri gitti, gelemedim! Çünkü sen istedin böyle olmasını can... Her zamanki sevecen hitaplarımı, seslenişlerimi çekip aldın benden; beni dalsız budaksız bıraktın! Oysa sen benim ürkek nazlı ceylanım, şafağıma doğan güneşim, vakur edasında huzur bulduğum canımın içi, bir tanemdin… Sana hep böyle hitap ederdim safiyane bir mutlulukla… Seni merak ettiğim için arada bir de olsa varlığını, hayatta olduğunu hissettirmeni beklerdim... Bak işte! Onu da çok görüp kıstın sesimi, esirgedin! …Günlerce yedim bitirdim kendimi sessizliğinle; sana hasret, sesine, kokuna, yüzüne, sıcacık sevgi seslenişlerine hasret… Dedim ya: Razıydım seni uzaktan sessizce bir başıma -içim kan ağlayarak da olsa- sevmeye… Yeter ki mutlu ve erinç ol! Sana oracıkta söz vermiştim ya canımın içi… Artık sevgimden söz etmeyeceğime, sana dokunmayıp, yüzünü bile—zorunlu olmadıkça—görmeyeceğime ve de sesini… Oooffff of! ...Bunları sana söylerken tepki vermediğini -onaylarcasına- bana teşekkür ettiğini anımsıyor musun? Ben daha ne yapabilirdim? Beni de kendini de bağladın, kilitledin, kısıtlayıp susturdun sözlerinle, ama yok edemedin bende ki seni! ...Nasıl yok edebilirdin ki? Ne senin ne bir başkasının gücü yetebilir mi buna? ...Yetmez bir tanem, yetemez… Ne çok istedim koşarak sana gelmeyi, sevgimi haykırmayı, “canımın içi” demeyi... En çok da yüzümü o tatlı boynuna gömmeyi ne çok özledim, bir bilsen! ‘İyi mi kötü mü, derdi kederi var mı, mutlu mu? ” sorularının kahredici karanlığında kaldım, daraldım... Sevgim çağladı sana… Gözlerim... Gözlerim kahve acılığında ıslandı yağmurlarınla da; sen bilmedin, duymadın, görmedin bunları caan... Senin içindi bu kabuğuma çekilmelerim… Sessizliğim, uzaklığım hep senin için… Senden uzaktaki her sessizliğimde eksildim, yolundu kanadım kolum... Her gece falezlerin doruğundan atıyordum kendimi Akdeniz’ in karanlık sularına… Sevdamla birlikte seni o karanlığa gömmeyi düşünerek… Yine de yok edemiyordum bendeki sen’i... Tek korunağım, tek varsılım, görkemli sarayımdı bende ki sen; sıcacık, masum ve biçare… Seni böyle sevdim can... Bu can hiç olmadığı kadar mutlu ve istekli yoluna serilmekten... Bin ölür, bin dirilir; bir kez olsun kırpmam gözümü; çıkarır atarım, sıyrılırım giyindiğim bu can gömleğimden... Ben seni özümle, ruhumla, gören gönül gözümle sevdim… Sana “can” dedim canıma sardım… Bu can can’ ıyla can bulacak, can’ından uzakta değil… Sen sevmesen de, ben seviyorum ya, yeter! Seni yüreğimin korunağında taşırım sonsuza dek; tıpkı kanguruların o minicik keselerinde yavrularını taşıdığı gibi, göğsünü siper edercesine… Seni seviyorum… Seni seviyorum hüzün yüzlüm, kahve gözlüm! ...Sen bin kez desen de “sevme beni! “ diye, seviyorum işte… Bir damla yaşına, hüzünle yıkılmış kaşına dayanamam! O güzel, o narin benliğin örselenmesin; kıyamam sana… Beni öksüz, bir başına bırakma yokluğunla bir tanem! Boğulurum sensizliğin bulanık sularında… Uzakta da olsan; nefesine tutunmuş varlığım… Canıma can katan nefesine… ben seni bedenin, tenin için sevmedim ki seni malın-mülkün, mevkiin için sevmedim… ben seni bir gün-beş gün- on gün için sevmedim ki seni giyindiğin güvercin donu arındığın ab-ı hayat suyu… ben seni çile dergâhında hak yolu yunus odu’ yla yanan serinle… seni bir nefeslik canım yaşadıkça yaşatacak kanım… yanardağlarım, doruğumda karım, edebim - ar’ımla sevdim. ben seni soldukça açan İrem bağım bir avuç gökyüzü, birazcık mavi umut kalbimde saklı gülşen çağımla… seni sana feda canım özverili hoş görülü yalın insan yanım… seni “ adam gibi adam” lığınla bir ömür sevdim; bilmez misin can? seni severken bir şey istemedim, beklemedim ki; Nefes alman, mutlu olmandan gayrı… ben seni senin bile bilmediğin bir yürekle sevdim, bambaşka… seni hep sevdim be can! sevdim, inandım aşka… koşullar uzak düşürse de; seviyorum… seviyorum seni ah bir inansan keşke ... refika doğan
-
Nazlı Bebeğim...
Yayamaz Kayımca şurada yorum gönderdi Gece Yağmuru'nın blog başlığı içinde Gece Yağmuru
umarım tüm bebekler,çocuklar engüzel yaşamı yaşarlar..... -
Haz alarak okudugum karma şiirler...........
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: Yayamaz Kayımca başlık Şiir Forumu
TÜRKÜLER Öylesine geniş ki yüreğim bir deniz gibi, Güler yüzün bir güneş ışığınca Tatlı ve derin yalnızlığında, Dalganın dalgaya sessiz karıştığı yerde. Gece mi bastırdı? gün mü yoksa? bilmiyorum. Güler bana o tatlı o sevimli Güneş ışıltılı yüzün, Ben bir çocuk gibi mutluyum. Gece yarısı bir de rüzgar Yavaştan yavaştan pencereme çarpar. Bir sağnak başlamış inceden Damlar odama yavaşça. Mutluluğumun düşüdür benim, Rüzgar gibi yalar geçer yüreğimi. Bir buğudur o bakışında senin. Bir yağmur tadıyla sarar yüreğimi. NIETZSCHE -
Haz alarak okudugum karma şiirler...........
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: Yayamaz Kayımca başlık Şiir Forumu
GÖL Ebedi gecesinde bu dönüşsüz seferin Hep başka sahillere doğru sürüklenen biz Zaman adlı denizde bir gün, bir lahza için Demirleyemez miyiz? Ey göl, henüz aradan bir sene geçti ancak, Seyrine doyamadığı o canım su yanında Bir gün onu üstünde gördüğün şu taşa bak Oturdum tek başıma! Altında bu kayanın yine böyle inlerdin, Yine böyle çarpardı dalgaların bu yara, Ve böyle serpilirdi rüzgarla köpüklerin O güzel ayaklara. Ey göl hatırında mı? Bir gece sükut derin, Çıt yoktu su üstünde, gök altında, uzakta Suları usul usul yaran kürekçilerin Gürültüsünden başka Birden şu yeryüzünden bilmediği bir nefes Büyülenmiş sahilin yankısıyla inledi. Sular kulak kesildi, o hayran olduğum ses Şu sözleri söyledi: "Zaman dur artık geçme, bahtiyar saatler siz Akmaz olunuz artık! En güzel günümüzün tadalım o süreksiz Hazlarını azıcık!" "Ne kadar talihsizler size yalvarır her gün Hep onlar için akın; Günlerle birlikte dertlerini götürün, Mesutları bırakın." "Nafile isteyişim geçen saniyeleri Akıp gidiyor zaman; Geceye "daha yavaş" deyişim boş, tan yeri Ağaracak birazdan" "Sevişmek! Hep sevişmek! Akıp giden saatin Kadrini bilmeliyiz! İnsan için liman yok, sahil yok zaman için, O geçer biz göçeriz!" Kıskanç zaman, kabil mi sevginin kucak kucak Bize sevgi sunduğu sarhoş edici anlar, Kabil mi uzaklara uçup gitsin çabucak Matem günleri kadar... Nasıl olur kalmasın bir iz avcumuzda? Nasıl yok olur her şey büsbütün silinerek? Demek vefasız zaman, o demleri bir daha Geri getirmeyecek... Loş uçurumlar: mazi, loşluklar, sonrasızlık, Acaba neylersiniz yuttuğunuz günleri? Alıp götürdüğünüz derin hazları artık Vermez misiniz geri? Ey göl! Dilsiz kayalar! Mağaralar! Kuytu orman! Siz ki zaman esirger, tazeler havasını, Ne olur ey tabiat, o günlerin saklasan Bari hatırasını! Sakin demler de olsun, deli rüzgar da olsun Güzel göl etrafını süsleyen oyalarda, O kapkara camlarda, sularına upuzun Dökülen kayalarda! İster meltemlerinde, ister ürperişle esen Seslerde, ister uzak ister yakında olsun, Yahut gümüş pullarla sular üstünde yüzen Ay ışığında olsun! Kuduran fırtınalar, sazlar bize dert yanan, Meltemini dolduran kokular, hep beraber, Ne varsa işitilen, duyulan ve koklanan, Desin ki: "Seviştiler." Alphonso de Lamartine -
Git............Gitme..............Gidiyorum..........
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: Yayamaz Kayımca başlık Şiir Forumu
Gidiyorum....... ben gidiyorum artık çok uzak şehirlere hayatımın şiirini yazmaya gidiyorum varolmaya gidiyorum en safça yaşanan aşkların içinde kaybolmaya gidiyorum tanımadığım sevgililerin bedeninde maviyim ben en maviyi bulmaya gidiyorum hasrette olacak bu gidişin içinde onuda yüreğime gömüp gidiyorum -
Git............Gitme..............Gidiyorum..........
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: Yayamaz Kayımca başlık Şiir Forumu
Gitme Kıyamet Olur gitme bak bu gece bak yıldızlar ne iri sular ateşböcekleri çimler çiçekler ışıl ışıl her biri kal gitme gitmek kolaydır gitme bu gece bak dolunaydır gitme uzar bu gece söner birer birer yıldızlar şebi yeldaya döner bu gece bir uzun ihtilal olur iklimler karışır sular yanar bir acayip hal olur gitme ay kararır ay erir kederinden bir ince hilal olur gitme henüz çok erken ince biralevle ruhumuz henüz tutuşmadayken uzun bir şarkının ilk mısrasında gitme beni incitme gidersin yaşamak muhal olur aşksız sevdasız kalırım sessiz sedasız kalırım çölde vahasız kalırım ölmek ihtimal olur gitme beni anaforlara beni kör kuyulara beni sensizlik cehennemine itme gitme beni delirtme -
SAYIN GENERAL, BU HALK SİZİ UNUTUR MU?
Yayamaz Kayımca şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
Sayın General, Mamak’tan, Metris’ten, Diyarbakır’dan yükselen işkence çığlıkları hiç kulağınıza ulaşmadı mı? Duyma probleminiz mi var? Bunları yapan Kenan Evren ve arkadaşları için herhangi bir soruşturma açtınız mı? ALPER ERDİK Bundan dört yıl önceydi sanırım; şair Gülsüm Cengiz, bir etkinlikte, ‘’Kamber Ateş Nasılsın?’’ adlı şiirini okumadan önce anlatmıştı, şiire başlık olan sorunun hikâyesini. 12 Eylül sonrası, Mamak’ta yatıyor olan Kamber Ateş’in yakınları, ona, annesinin kendisiyle mutlaka görüşmek istediğini ilettiğinde; Ateş mutlu olmaktan çok, telaşa kapılır. Zira annesi hiç Türkçe bilmiyordur ve görüşlerde, her ne sebeple olursa olsun, Türkçe’den başka bir dil konuşmak yasaktır. Birkaç gün içinde, anneye Türkçe olarak, sadece ‘’Kamber Ateş nasılsın?’’ cümlesi öğretilebilir ve görüş günü, anne, oğluna tüm hasretiyle sorar: ‘’ Kamber Ateş nasılsın?’’… Kamber cevap verir:’’İyiyim, siz nasılsınız?’’… Anne yineler: ‘’ Kamber Ateş nasılsın?’’… Kamber, çaresiz aynı cevapla karşılık verir: ’’İyiyim, siz nasılsınız?’’… O gün, anne ve oğlun iki cümleyle yaptıkları ‘’sohbeti’’ dizelere şöyle döker Gülsüm Cengiz: ‘’… Dilim tutuklu oğlum/Seninle konuşamam/Gözlerimde bulursun/ /İçimdeki özlemi/Acıyı ve sevgiyi/Oğlum, özledim seni/-Kamber Ateş Nasılsın?...’’ “Hatırla Sevgili” dizisini yaratan ekibin yeni projesi “Bu Kalp Seni Unutur mu?”, darbenin hemen sonrasından başlayarak yakın siyasi ve toplumsal tarihimizi irdelemeye başladı ya, birileri yine rahatsız olmakta gecikmedi. Önceki diziye tepkiler, faşistler ve liberallerden gelirken; bu kez sahneye Genelkurmay çıktı! Şaşırmadınız değil mi?. Evet, bir şekilde yandaş medyaya sızdırılan ve gerçekliği veya sahteliği henüz kesinleşmemiş olan; fakat buna rağmen AKP’nin devleti dönüştürürken yardımını aldığı kesimlerce, belge bahane gösterilerek, köşeye sıkıştırılmaya çalışılan TSK, bunca “telaşının” arasında, diziye de laf yetiştirmekten de geri kalmadı. “Bu Kalp Seni Unutur mu?” dizisinde birkaç bölüm boyunca anlatılan Diyarbakır Cezaevi, yaşayanların aktardıklarına göre; 12 Eylülcülerin zihniyetlerini gayet “güzel’” biçimde sergiledikleri, her türlü ve insanlık dışı işkencenin büyük bir “yaratıcılıkla” uygulandığı, ama diğerlerine göre daha yoğun uygulandığı cehennem... Senaristin, o dönemdeki cezaevi koşullarını anlatmak için, orayı seçmesinin nedeni de muhtemelen bu. Yazının başında değindiğim, annelere Kürtçe konuşturmama uygulaması da dâhil, örneklemeye gerek bile duymadığım aşağılık işkenceler, tabii ki televizyonda gösterilebileceği kadarıyla, canlandırıldı ve halkımıza bir şeyler ‘’hatırlatıldı’’ ya; keyifleri kaçan paşalar hemen yaptılar açıklamalarını. Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Ferit Güler aracılığı ile şöyle buyurmuşlar: “TSK'ya uzun yıllar hizmet eden personele karşı tek taraflı, akıldışı iddialar gündeme gelmektedir. Bu kapsamda bir dizi ile ilgili olarak medyada yer aldığı şekilde RTÜK tarafından bazı kararlar alındığı bilinmektedir. Yayın kuruluşlarının insanların kişilik haklarına özen göstermesi, o kişi ve ailelerini de düşünerek duyarlı bir yayıncılık yapması herkes gibi bizim de beklentimizdir.” Bu açıklamaya en gerekli ve anlamlı cevap, Devrimci 78’liler Federasyonu’ndan geldi. Bir kısmını aynen aktarıyorum: “Sayın General, kola içer misiniz kola? Hani uzun ince şişeleri var, hatta biraz boğumlu... 30 yıl önce belki biz de içerdik. Ama otuz yıldır içmiyoruz. Niye biliyor musunuz? ‘Uzun yıllar hizmet eden personelleriniz’ üzerine oturttuğu için... Herkes gibi bizimde beklentimiz’ vardı; bu insanlık suçlarını işleyenler yargılanır diye ama olmadı ve siz hala onları koruyorsunuz! İşkence yapmak kadar işkencecileri korumak da suçtur. Siz bu suçu işlemeye devam ediyorsunuz. Sayın General, Mamak’tan, Metris’ten, Diyarbakır’dan yükselen işkence çığlıkları hiç kulağınıza ulaşmadı mı? Duyma probleminiz mi var? Bu ülkenin geleceği ipotek altına alındı, zenginlikleri peşkeş çekildi, bilim adamları, aydınları, öğrencileri cezaevlerinde işkence hanelerde yok edildi. Bunları yapan Kenan Evren ve arkadaşları için herhangi bir soruşturma açtınız mı? Dünyanın en zengin on generali arasında bulunan Tahsin Şahinkaya için bu kadar zenginliği nasıl yaptı diye sordunuz mu?’’ Sormazlar… Şahinkaya’nın nasıl zengin olduğunu da sormazlar, aydın, öğrenci ve bilim adamlarının neden işkence gördüğünü de… Bugün sinirlerini bozan İslamcıların nasıl iktidara geldiğini de… Belki akılları belki de yürekleri yetmiyordur buna. Ama birilerini fırçalamaktan geri durmuyorlar asla. Hem de ne için? Küresel kapitalizmin ve ülkemizdeki işbirlikçilerinin çıkarları için yapılmış, dincilerin, milliyetçilerin ideolojik iktidarını sağlamış, ülkemizi çöplüğe çevirmiş 12 Eylül darbesini yapanları korumak için! Burada bir başka konu daha var aslında değinilmesi gereken. DTP’yi muhatap kabul etmek istemeyen her parti, kurum; hep şu cümleyi dile getirir: “Siz önce PKK’ya terör örgütü deyin, sonra bize gelin!” Fakat ‘’her nedense’’, kimse çıkıp da MHP yönetimine: ‘’Siz önce şu ülkücü katillerin katilliğini kabul edin, sonra ülkenin sorunlarına dair konuşun!’’ gibi bir laf etmez. Keza TSK… Bugüne dek, birisi de çıkıp dememiştir paşalara, ‘’ Siz evvela şu geçmişinizdeki pespayelikleri yaratanları bir eleştirin, öldürdüğünüz insanların yakınlarından kurumunuz adına özür dileyin, bu ordunun bu tip şeylerle bir daha anılmayacağına dair sözler sarf edin; sonra kalkıp sağa sola laf yetiştirin!’’ Hoş, bunları söylemeye de gerek yok aslında; görüldüğü gibi, generallerin ne darbelerden ne darbecilerden ne de o dönem yaşananlardan bir şikâyeti var! Dahası ve çok çok daha basiti; ellerinden gelse, bize dizi bile izletmeyecekler! -
KESK ve Türkiye Kamu-Sen’in yarın gerçekleştireceği iş bırakma eylemine Birleşik Kamu-İş, HAKSEN, Anadolu Eğitim-Sen, Ata Eğitim-Sen ve TEÇ-SEN de katılacağını açıkladı Birleşik Kamu-İş, HAKSEN, Anadolu Eğitim-Sen, Ata Eğitim-Sen ve TEÇ-SEN yaptıkları ortak açıklama ile 25 Kasım günü toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı yapılacak iş bırakma eylemine katılacaklarını bildirerek, “ortak hareket etme” çağrısında bulundular. Sendikalar tarafından yapılan ortak açıklamada, sekiz yıldır hükümet ile yetkili sendikalar arasında yapılan toplugörüşmelerde, yetkili sendikaların ortak bir irade ortaya koyamadıklarına dikkat çekilerek, "Hükümetler değişse dahi kaybeden kamu çalışanları ve emekçiler olmuşlardır. Sosyal güvenlik reformu, sözleşmeli personel uygulamasının yaygınlaştırılarak iş güvencesinden yoksunlaştırılması, tedavi giderlerinden çalışanlardan pay alınması, enflasyonun altında göstermelik maaş artışları ve en önemlisi hukuk dışı uygulamalar ile kamu çalışanları, emekçiler kazanılmış haklarını da kaybetmişlerdir. Bizler, tüm farklılıklarımıza rağmen çalışanların ve emekçilerin ortak çıkarları için birlikte hareket etmemiz gerektiğine inanıyoruz" denildi. Açıklamada şunlar kaydedildi: “Bu bildirinin altında imzası bulunan kuruluşlar olarak, 25 Kasım 2009'da bir günlük uyarı grevine katılırken, işte bu anlayış ve duruşun bir gereği olarak kamu çalışanlarının ve emekçilerin hak ve özgürlüklerinin elde edilmesinin, dışlayıcı değil birleştirici bir tutumla, teslimiyetçi değil kararlı ve onurlu bir mücadele ile mümkün olabileceği inancı ile hareket ediyoruz. Bu hak ve emek mücadelesinde; tüm emek kitle örgütleri, kişisel ve kurumsal kaygı ve endişelerden, çıkar hesaplarından uzakta, tek vücut olarak ve tek sesle bulunmak durumundadırlar. Bu tarihi bir görev ve sorumluluktur.” TÜRK BÜRO-SEN’DE KATILIYOR Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş da 25 Kasım'da hükümeti uyarmak amacıyla yapılacak olan iş bırakma eylemine katılacaklarını bildirerek, "yıllardır toplugörüşme masalarında, bakan ve bürokratlarla yaptığımız görüşmelerde, basın açıklamaları ve eylemlerimizde sesimizi duymayan hükümet bizi bunu yapmaya mecbur bıraktı" dedi.
-
Şans Kurabiyesi Kırmak İstermisiniz? Öyleyse Ne Duruyorsunuz?
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: Admin başlık Kova Burcu
Aşk bütün yaraları sarmak için birebir ilaçdır. hadi canım ne çok biliyor bu şans kurabiyesi çıka çıka bumu çıktı istemiyorum bu kurabiyeyi yapıştırsam yeine koysam olurmu ki? -
Soluk bir kelebek kanadında düş büyütmek gibi merhaba.. merhaba; uzak ülke rüzgarlarının serinliğine bıraktığım mavi şal, merhaba sana. Yine kağıtla, kalemle merhaba ruhumdaki yalnızlığına.. Yeni bir eklendi yaşamışlığıma , yine bir yıl biterken. henüz dağıtmadı güneş saçlarını ,semanın yüzüne.. Sarı siyah gökyüzü bu yüzden : arada kalmanın resmi bu olsa gerek doğanın tualinde ;sabaha inat karanlık , geceye inat aydınlık.. Loş bir gölgeyim kararsızlığında göğün, ya var ya yokum biraz sonra. Hayatıma uzak, bir hikaye kaharamanının gözüyle baktığımda sen nasılsan ben öyleyim şimdi kendi etim içinde.. Bak..! yine görmeyeceksin biliyorum ama bak... bakmakla görmenin arasında bir ânka havalanır biliyorsun çölden vahaya ya da bir çiçek fidelenir de büyür Ama sen yine de bak ; samyeli saçlarında bak sevdiğim ben tükeniyorum ânka kanat çırptıkça görmenin yeşil ormanına.. Uzaktasın biliyorum; yakınken bile Kâf dağı ardında ama bildiğim bir şey daha var sevdiğim ; seven ulaşırmış ardına dağların, seven görebilirmiş de delerek geçebileceğini dağları , sevdiğinin gözlerinin ışıltısında.. Bir yalvarış türküsü mü bu satırları yazdıran yoksa yakarış mı ; sevdayı yürek denen deryaya hoyratça demirleyene bilmiyorum.. Bilmiyorum dedikçe ne kadar kızdığın geliyor aklıma ; ben de hep kızdım sana beni bırakıp gidişinin ardından içten içe öfke tarttım yürek terazisinde sevgi yanında oysa, kendim için sevmiştim seni de , makyaj yapar gibi boyamıştım hatta çizmiştim seni istediğim şekilde . Kimbilir belki bu yüzden sakladı bencilliğim seni benden , demiştin ya '' sana açan çiçeklerini gösterdim bahçemin; sen onları sevdin . bir de kuruyan ormanları bilsen''. Kan kırmızı karanfillerle getirirken gönül bahçenden yüreğindeki kızıl kıyameti mi anlatmaya çalışıyordu ruhun umarsız.. Oysa kuruyan ormanlarıda sevebilirdim; sevgi büyütmez miydi çiçekleride kimbilir belki yeterince sevmediğimiz için birbirimizi yeşermez diye düşündün. Ve işte bir paradoksa yolculandık birlikte ama iki yabancıydık elele. Yine de senle geçen zamanı düşündükçe anlıyorum ki tutunmuşuz birbirimize ama ip üstünde bir cambaz kadar güvende.. Bir parçada sen suçlusun kanımca ; kabullenmeyebilirdin boyamışlığımı seni. Gözlerindeki yaşların , rengini yıkadığı anlarda bile susarak bizi yanılgılara bayadın. Ikimiz yalancı çocuklar gibi kandırdık birbirimizi , kendimize ait olmayan yalanlarla belki de son oyunuydu çocukluğumuzun(da) , sen korkularına teslimettin , ben kimliksiz egoma... Şimdi mutsuzuz ; bir sabun kayganlığı var avuçlarımızda hayata tutunabileceğimiz pençelerimiz yok öylesine yaşayan ve ölen insanlar gibiyiz bu devinimsiz boşlukta ... Yine de bir şansımız daha var ufacıkta olsa ... alıntı...
-
Bu gece ne kadar da yanında olmak istedim... Seni yıpratan her ne varsa onları her bir köşenden çıkarıp, şeytanın kazanında sonsuza dek kaynatmak istedim... Ama biliyorum ki, asla istediğimde yanında olamayacağım... Ne kadar da korkunç gözüküyor değil mi... Bense bu lanetin tadını çıkarıyorum işte!.. Kar yağan tepelerde, metrelerce beyazlığın altında kardelenlerin varlığını hissederek savuruyorum buzdan saçlarımı... Tipinin nasırdan ellerini senin dokunuşların diye tenime değdiriyorum... Gözlerimi dahi açtırmayan fırtınanın kollarına bırakmam kendimi, senin duru suların için, inan... Kaybolmuşluğumun keyfini çıkarıyorum... Beni soktuğun kimliklere alışıp, hiç birini reddetmeden, hep yanında olmak için bu kadar çabam!.. Ben bu kadar çırpınırken sularında, seni yoran her ne varsa lanet ediyorum işte... Kopya kağıtlarından yaptığım sevgi anlarını, varlığı oluşmamış hayallerin, kırıştırmasını hazmedemiyorum... Bilmiyorlar ki, senden çok bana zarar veriyorlar... Hayatımı sen yapan, bir kadının anlarından neler çalıyorlar... Geceler boyu kurulan hayalleri nasıl da paramparça ediyorlar... Gitme sevgili... Gözünle gördüğün her şeyde sahtekarlık, acı, göz yaşı, boğulmuş ihtiraslar var... Benim avuçlarımdaysa, her bir andan toplanmış, kazı*********** kazanılmış, rengarenk demetler var... Bak; bu, dün gece kimseye görünmeden, bulutların derinliklerini yararak çaldığım hilalin parlaklığı... Cebimde kimsenin göremediği yıldızlar saklı... Saçlarımın arasında rüzgarın en tatlı kokusu gizli... Kulağımın arkasında fısıldanmış güzel kelimeler var... Hepsini senin için topluyorum!.. İçimde sen varken benim bunları ihtiyacım yok çünkü... Ne güzel kelimeler istiyorum, ne ay parlaklığı ne de rüzgarın huzuru... Gözlerinden parlak mı sanıyor kendini bulutlara mahkum ay?.. Dudaklardan sen dökülmedikçe ne anlamı var ki söylenenlerin?.. Bir masal böyle yazılır... İşte hayat... Sen bulanıklaştırsan da, göğü, denizi, içimdeki tanrı hepsini siler atar... Anlar anlamlanır... Dokunuşlar hayat verir...
-
Sen bu mektubu okuduğunda ben yeni başlamış olacağım yazmaya. Gözlerin ilk satıra düştüğünde kalemim daha yeni değmiş olacak kağıda. Senbir pazartesi akşamına karartırken günü bense henüz uyanmış olacağım. Ve penceremden senin pencerendeki akşamı izleyeceğim. Sonra sen, benim seni izlerken yazdığım satırlara sarılıp yatacaksın. Uyanacaksın. Yıkayacaksın yüzünden pazartesiyi. artık yaşanmamış yepyeni bir gün olacaksın.
-
Görmediğim bir yüzle tanıştım..
Yayamaz Kayımca şurada bir blog başlığı gönderdi: Yayamaz Kayımca's Blog
Okunmamış mektupların yasak sevdaların kentinden geldim ben; Kavanozlara hapsolmuş kırılgan güneşlerin Kimsenin birbirine dokunamadığı sevgilerin kentinden. İçimde kocaman bir acıyla pek çok korkuyla geldim; Ürkeklikle kırılganlıkla umutsuzluk ve çaresizlikle geldim. Aylarca hüzünle dolaştı bu şehirde gözlerim Yalnızlık ve açlıkla; Sevgiye açlıkla. Bir bir tanıdım bu kentin ıslak ve yağmurlu köşe başlarını Gözleri yaşlı çıkmaz sokaklarını. Her kaldırım taşına dokundum Her ağacına sarıldım Her sesini ve sessizliğini dinledim. Her agıdını yaktım Her kederine ağladım. Acım hiç azalmadı Korkum bir parça bile eksilmedi. Daha da arttı yalnızlığım Umutsuzluğum daha da çoğaldı. Söylediğim her şarkıda Yazdığım her şiirde daha da büyüdü kendimden nefretim. Karanlık ve ıslak gecelerde gördüğüm her ışıklı camda acıyla dağlandı gözlerim Pençe pençe kuru ağaç yapraklarına yazdığım sevgim günden güne yittigitti. Sonra sen çıktın karşıma. Bu kentin senin kentin olduğunu öğrendim Bu ağaçların bu göğün senin olduğunu. Bambaşka bir kimliğe büründü her şey. O ışıklı camlardan birinin senin olduğunu öğrendim Nefret etmedim ışıktan. Sessizliği yırtan seslerden birinin senin sesin olduğunu öğrenince gürültüyü sevdi gözlerim. Önce bir parça Sonra bir parça daha... Böyle böyle umut doldu içim Acılarımdan sıyrıldım Ölüme bile çare buldum. Geldiğim kentin korkudehşet ve acı doluyalan ve nefret dolu sokaklarını unuttum Çığlıklarla yıkanan gecelerini unuttum. Senin şehrin ağıtlar yerine türküler söylemeye başladı bana. Mutlulukla tanıştı yüreğim Yeniden sevgiyle tanıştı. Sonra öğrendim ki... Senin kentim benimkinden daha yalancıymış Senin sözlerin benim kentimin çığlıklarından daha çok acıtıyormuş. Öğrendimsenin ve kentinin sahte yüzünü; sonra çok sonra. Ama bu kez kaçıp gidebileceğim bir başka kent yoktu Kaçıp sığınabileceğim bir başka ben yoktu. Acımkorkum ürkekliğim çaresizliğim; Benden uzaklara gönderdiğin ne varsa hepsi yanlarında yeni dostlarıyla Yeni düşmanlarımla gelip yerleştiler içime. Geceyle tanıştım yeniden Geceyle tanıştım sonra... yeniden Islak sıcak demeden yürüdüm gecenin içinde Yine ıslak ve karanlık gecelerde ışıklı camlara baktım En çok senin camına baktım O dalgın camın ardında başını masaya eğmiş bir şeyler yaptığını biliyordum; Saçının yüzüne dokunduğunu Elinin saçına dokunduğunu Gözlerinin bana hiç gerçekten dokunmadığını biliyordum Ağlıyordum. Kimi zaman ben karanlık bir köşeden senin camına bakarken camda çocuk yüzün beliriyordu Dalgın dalgın deliyordu karanlığı bakışların Bana ulaşmıyordu Bunun için bir çaba harcamadığını biliyordum. Eski harap bir mezarlık gibi kalıyordu boşlukta Sen ışığı söndürüp başka dünyalara gittikten çok sonra bile gözlerin O mezarlıkta bana ait bir ot bir taş parçası bile olmamasının verdiği buruklukla Senden nefret edememenin Senin için hiçbir şey ifade edememenin verdiği yorgunlukla Ertesi gece camlarla Camınla buluşmak üzere gözlerimi ve bedenimi alarak Kalbimi hep çok gerilerde bırakarak Evim dediğim taş duvarların arasına dönüyordum sonra. Sonra evime dönüyordum... Kendimi sorguluyordum; Korkumuacımı yalnızlığımı sorulara boğuyordum. Aynalardan nefret ediyordum Kendimden nefret ediyordum ama yinede seni seviyordum. Yasak sevdalar okunmamış mektuplar kentinin insanı olduğumu; Yasak sevdalara acılara mahkum olduğumu bile bile seni seviyordum. Acı çekiyordum Parmaklarımla aynaları parçalıyordum Aynalarla parmaklarımı parçalıyordum. Ruhsuz camıma dokunup kanlı parmak izlerimle sana sesleniyordum Yüzüme dokunuyordum paramparça ellerimle Senin hiçbir zaman gerçekten dokunmamış olduğun yüzüme İçimin resmine. Acımı hissetmiyordumacımı hissetmiyordun. Rüyalarımda saçlarım gökkuşağına karışıyordu Rüyalarımda dokunuyordun bana Bu kent beni seviyordu rüyalarımda. Bir zamanlar beni seven dostum olan bu kent gerçekte nefret ediyordu benden oysa Bu kent nefret ediyordu benden Senin kentin olduğu için Her toz zerresinde senden bir parça taşıdığı için. Gidecek başka bir yerim yoktu oysa benim Yüzümü gömüp yüreğimi gizleyebileceğim başka bir şehrim yoktu. Yasak sevdalar kentine dönemezdim Dönemezdim çünki orası çoktan yerle bir olmuştu. Başka bir şehre gidemezdim çünki gözlerim bu kentin göğüne tutsak olmuştu Karanfillere asılmışyanmış kağıt parçalarıyla Duvarlara hapsolmuş bomboş yüzlerle bile olsa bu kentte kalmalıydım; Senin kentin olduğu için Sen bu kentte olduğun için. Ben senin umurunda değildim oysa biliyordum. Biliyordum beni umursamıyordun. Çoktan yeni ülkelerle buluşmuştu gözlerin Yeni sayfalara yazı yazmışyeni sınırlar çizmişti ellerin. Yeni anılara gülüyordu sesin. Umutsuz aşkların çocuğunu unutmuştun çoktan Resmim en ufak bir iz bile bırakmadan Belleğinden bir ter damlasın karışıp gitmişti. Bir ot parçası boş bir kutu bir şeker kağıdı kadar bile değerim olmamıştı gözünde Oysa sen Eski fotoğrafları kaplayan Onları gizeme boğan Yaldızlı toz taneleri kadar değerliydin benim için; Taşlar kadar Kuru yapraklar kadar Anılar kadar değerliydin. Duvarlarımı süslediğim kuru gonca güllere senin adını vermiştim ben Her şeyi isminle süsleyip Kendimi bile isminle sevmiştim ben. Her şeyi isminle sevmiştim ben; Şimdi her şeye iyice sinmiş olan Hiçbir şeyden silinmeyen isminle Dudaklarımı kutsayan isminle. Meydanlarda kırık ağaç dalları gibi kaldım sonunda Savaş meydanlarında ağlayan Yüzünü Geleceğini kaybetmiş çocuklar gibi Güneşi elinden alınmış ninniler gibi. Sonunda ışıklı camından yılgın bakışlarından kaçtım Senden kendimden kaçtım. Kendimden kaçtım. İnsan kendinden ne kadar kaçabilirse Kendini ne kadar dışlayabilirse. Kendimden kaçmakla kaderimden kaçabileceğimi düşündüm Başaramadım. Yeni açmazlara düştüm. Bu koca kentin sahte yüzünden kaçmaya çalışırken onun sokaklarında kayboldum. Sonra bir gün; Hiç görmediğim Ama hep gözümün önünde olan bir yüzle tanıştı gözlerim. Onun acılarını öğrenip anılarını dinledikçe Yavaş yavaş kendi benliğimden uzaklaştığımı Eski kabuğumdan sıyrılıp yeni bir kimlik kazandığımı hissettim Ve bu yüzden kaçtım ondan; Çünki yeni bir yüz yeni acılar demekti Bunu sen öğretmiştin bana. alıntı..... -
Transseksüellerden Emniyet Müdürü Çapkın'a: Elini Bedenimden Çek!
Yayamaz Kayımca şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
Transseksüellerden Emniyet Müdürü Çapkın'a: Elini Bedenimden Çek! Hüseyin Çapkın'ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevine gelmesinin ardından travesti ve transseksüellere yönelik baskıların arttığını söyleyen yaklaşık 100 kişi İstanbul polisini Beyoğlu'nda düzenledikleri yürüyüşle protesto etti. İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'ın travesti ve transseksüellere yönelik son günlerdeki baskılarını ve uygulamalarını protesto eden İstanbul LGBTT Girişimi ve Emekçi Hareket Partisi, Beyoğlu'nda yürüyüş düzenledi. Çevreyi rahatsız ettikleri bahanesiyle hemen her gün kendilerine keyfi para cezaları kesiğine dikkat çeken transseksüeller ve travestiler,bu keyfi uygulamalar son bulmadıkça alanları terk etmeyeceklerini duyurdular. Yapılan hiç bir yıldırma politikasının özgürce yaşamlarına engel olamayacağını ifade eden eylemciler Taksim tramvay durağından Galatasaray Meydanı'na yürüdüler. Yürüyüş boyunca "Teşhirci değil travestiyiz", '"Travesti kimliği engellenemez" ve "Polis soyuyor devlet koruyor" sloganının atıldığı yürüyüşünün sonunda yapılan basın açıklamasını Ebru Kırancı, "Daha önce İzmir'de Emniyet Müdürü olduğu dönemde travestilere zulmeden ve Baran Tursun'un öldürülmesi gibi olayına adı karışan Hüseyin Çapkın'ın İstanbul Emniyet Müdürü olarak tayin edilmesinin zaten zor olan hayatlarımızı iyice cehenneme çevirdi" dedi. Çapkın'ın işaret vermesiyle İstanbul polisinin Travesti avına çıktığını" söyleyen Kırancı, "bu uygulamalarla travesti düşmanlığının sadece filanca emniyet müdürünün ya da amirin değil devletin sistematik bir ayrımcılık politikası olduğunu" kaydetti. Toplu suç duyuruları, yürüyüşler,basın açıklamalarıyla ve etkinliklerle bu uygulamalar son bulana kadar mücadele edeceklerini ifade eden Kırancı polislere seslenerek, "Travestilik bir suç mudur ? Travesti suçlu mudur? Sizin göreviniz her geçen gün artan suçu önlemek midir yoksa bizim vergilerimizle bize zulmetmek midir?'' diye sordu. Dün (28 Eylül) saat 18.00'de gerçekleşen eylemde "Travesti ve transseksüel olmak kabahat değildir.'Polis' cezaları bizi yıldıramaz" pankartı ile "Transseksüelim herkes gibi sokakta yürümeliyim" ve "Polis elini bedenimden çek" dövizleri taşındı