Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Sayın Maraba bu konuda size tam anlamı ile katılmıyorum... Forumdaşlarımızı tenzih ederim ama her ateist enine boyuna araştırdığı ve sorguladığı için ateist olmuyor. Dediğiniz gibi İnançtan ya da inançlılardan zarar görüp serzeniş olarak ateist olanlar vardır. Ya da savaşlara falan bakıp "Böyle Tanrı Olmaz" deyip Ateist olanlarda vardır. Bunlara "Tepkisel Ateist"mi desek ne desek... Ergen Psikolojisi ile daha araştırma nasıl yapılır, bilgiye nasıl ulaşılır, bilgi nasıl yorumlanır, nasıl değerlendirilir, nasıl edinilir, bilim ve bilimsel yöntem nedir bilmeyen insanlarda, sırf o psikolojinin getirdiği isyan duyguları ile içinde bulunduğu toplumun dini kabullerini ya da Tanrı'yı reddedebilir. Çok şey bilmeleri gerekmez. Veya Ergen Psikolojisinde olmasın, Üniversite eğitimi almış bir insan dahi bu türlü edinimleri sağlamayıp, Tanrı inancına sadece ve sadece "Günah" olarak tanımlanan yaşantıları rahatça yapabilmek güdüsü ile de sorgulamadan reddedebilir. İçine girdiği ortam ona çok renkli gelebilir ve bu onu bu türlü kabullere sürükleyebilir ve hemde sorgusuz sualsiz... Ha ama birde dini yeterince araştırıp, sorgulayıp, bilim ile uğraşıp, kavrayıp ikna olan Ateistler de vardır... Bunların her çeşidini gerek lise dönemimde, gerek üniversite ve sonrası hayatımda gördüm. Tabi en makbulü ve muhatap olması hoş olanı en son tesbit ettiğim Ateistlerdir. Açıkçası diğerlerini Ateist olarak değerlendirmiyorum bile. Çünkü iletinizde kırmızıladığım ifadeleriniz genç yaşlarda sahip olunabilecek özellikler değildir. Ben, 18-19 yaşlarında tam anlamı ile Ateist olduğunu ifade edebileceğim tek bir kişiye rastladım hayatımda, o da Dershanede aynı sınıfta okuduğumuz bir kızdı ve bir çok önyargımı da o yıkmıştır. Ne yazık ki bu istisnada örneğimizin artısı zeki olması olsa gerek... Saygılarımla...
  2. Aaa, Evet yaaa... Bu aralar Sayım Muallim-i Ali'ye sık sık cevap yazdığım için, alışkanlık oldu sanıyorum Dumura uğradım billa...
  3. Sayın Muallim-i Ali ve Sayın BrainSlapper... E ben ikinizi de alkışlarım yahu... Sayın Muallim-i Ali, güzel bir yazıydı, sağolun...
  4. Sayın DemirEfe... Bence yorum yapmakta biraz aceleci davranmışsınız... Bakın, Müslümanların tırmandıkları o tepe okçuların bırakıldığı tepedir. Savaş sırasında bir kısım okçular yerlerini terketmiş olsada hala o tepede bir çok okçu bulunmaktadır ve silahlıdır. Kaçan Müslümanların o tepeye tırmanmalarının nedeni de budur zaten, aşağıda belirteceğim... Ayrıca Müslümanların hepside öldürülmüş değildir. Bir kısmı tepeye kaçmış, bir kısmı da geri çekilmiştirler yenildiklerini zannederek. Özellikle bu geri çekilenler Hz. Muhammed ile birliktedirler. Eğer askerlik yapmışsanız askeri taktiklerden mutlaka anlarsınız: Tepe yukarı at koşup tepedeki okçulara ulaşana kadar okların menziline girip hedef olmak ne kadar akıllıcadır? Öyle ki hedef olup vurulmanız bir tarafa, aynı zamanda sizin orada yaptığınız hücum ve yediğiniz oklar neticesinde, geri çekilen Hz. Muhammed'in ve etrafındaki Müslümanların yeniden dönmeleri işten bile değildir değil mi? Bu suretle Hz. Muhammed ve yanındaki savaşçılarla birlikte okçular arasında sıkışacaksınızdır... Böylelikle siz kazanmanız muhtemel bir savaşı yenilgiye çevirmekte büyük bir başarı sağlamış olursunuz... Yoksa savaş meydanında ölenlerin iç organlarını boyunlarına takı diye takacak olan insanların söylediğiniz gibi bir merhamet gösterisinde bulunmaları pek bir mantıksız olur. Bence söylediğinizin aksine müşrikler orada çok zekice davranarak kendi lehlerine dönen savaştaki bu durumu çok güzel değerlendirmişlerdir ve bunu çokta iyi kullanmışlardır. Bu hakikaten göz doldurucudur bence ki onların o galibiyetin gazına gelip tepeye çıkmaya çalışmaları, başlı başına, edinilmiş bir zaferi Müslümanlara gümüş tepside sunmak olurdu... Ayrıca şu da vardır ki; Mekkeliler devamlı, Müslüman olan kimselerin bundan vazgeçip tekrar döneceklerini hep düşünmüşlerdir. Bu ihtimale dayanarak çarpışmayı/öldürüşmeyi uzatmamış olmaları da pek muhtemeldir diye düşünüyorum. Savaş meydanındaki konuşmaların niteliği de bu yöndedir ve onları tekrar vazgeçirip döndürmeye yöneliktir... Ki sizde bunu yakalamışsınız aslında, bunda hakkınızı yiyemem... Bence olaya "Zan"dan ziyade bu açıdan bakmak pek bir bilimsel olur diye düşünüyorum... Zira savaş çocuk oyunu değildir ve her iki tarafta bunun farkındadır. Siz karşınızda bir avuç deli olarak gördüğünüz kimselere gidipte savaşarak can feda eder miydiniz gerçekten de? Açıkçası ben öyle bir hata yapmazdım... Ve şu da var ki zaferin gazına gelmeyecek ve o tepeye saldırmayacak kadar savaştan anlayan kimselerin, bir avuç deliyi ciddiye alıp onlar ile de savaşma kararı almayacak kadar akıllı olduklarını düşünüyorum açıkçası... Not: Daha önceki bir tartışmada; "Ficar Savaşları" adlı savaşların çok basit nedenlerle çıktığını söylemiştim, ki gerçekten de öyledir. Şimdi o söylemimi alarak, burada: "Hani Araplar çok basit şeylerden savaş çıkaran bir milletti, bir avuç delinin savaş çıkarmış olması normal değil mi?" denilmesin. Boşuna konuyu uzatmayalım diye şu an açıklayayım ki, o savaşlar birer Kabileler arası güç savaşlarıdır. Ancak Bedir, Uhud ve Hendek savaşları Kabileler arası bir savaş değildir. Müşrikler ile Müslümanlar ayrışması vardır ve her iki tarafta da hemen her kabileden insanlar yer almıştırlar. Amaç Kabilecilik değildir yani. Buna dikkat etmek gerekiyor... Ayrıca Sayın 4Mevsim... Ben Uhud Savaşı'nda "Üç Bölüm" diye bir şeye inanmıyorum, açıkça söyleyeyim... "Eşit Hale Düşmek" görüşü, Müslümanların galibiyetlerine leke sürmemek için ortaya atılmıştır bence. Bakınız mesela Çanakkale savaşında her iki tarafın verdiği kayıp hemen hemen eşittir ancak kazanan kimdir? Osmanlı Ordusudur öyle değil mi? Çünkü sonunda savaş alanına onlar sahip olmuşlar ve onların çizmeleri ayak basmıştır... Uhud Savaşında da meydan sonuçta Mekkelilere bırakılmıştır... Ölü sayısı ne kadar eşit olsa da bir geri çekilme söz konusudur. Kesin bir sonuç yoktur ama genel itibarıyla bu kanıyı elde edebiliriz... Saygılarımla...
  5. E ne var canım gözden kaçırmışım demek ki... Olur arada sırada böyle yanlış anlaşılmalar falan, kusura bakmayın Sayın BrainSlapper... Konuyu uzatmak istemiyorum, çünkü belli bir mutabakat var sanırım. Bir önceki iletimde de düşüncelerimi özetlemiştim... Devam etmek isterseniz oradan devam edelim, gerekli görmezseniz noktalayalım mı? Saygılarımla...
  6. Bakın, durum bu yazılanlardan da daha vahim ve Osmanlı'ya yapılanlardan daha deneyimli ve daha sağlam olarak yapılıyor... Milletin altı oyuluyor, hemde hiç bir zaman yapılmadığı kadar ciddi ve büyük bir destekle... Tayyip'in Başbakanlık süreci ve Abdullah'ın C.Başkanlığı sürece çooook önceden beridir programlı olduğu gibi Abd - Ab - Akp arasında bir "Danışıklı Dövüş" yapılmaktadır devamlı... Tayyip E. Kasımpaşalı edasıyla her zaman Abd.ye ve Ab.ye kafa tutar havası vermekte, halkın desteğini elde etmekte ancak nedense Abd.nin ve Ab.nin bir dediğini de aynı zamanda iki etmemekte çok büyük hüner sergilemektedir. Ortada çok güzel bir senaryo var ve R.T.E. ve Akp'liler bu senaryoyu çok güzel oynuyorlar. Yahu uzun uzun anlatmama gerek yok işte, herşey ortada... Adamlar bir yandan milleti temsil eder gibi milleti bilmem ne yerine koyup, Abd.nin önünde dimdikmiş gibi, onlarla gerektiğinde restleşebilecek kadar cesurmuş gibi Abd.nin ellerine verdiği senaryoda yazan tavırları sergileyerek desteğini alıyor, Bir yandanda Abd. ve Ab.nin piyonluğunu harfiyyen yapıyor... Bu kadar şahane bir oyunu, ancak bizimki gibi bir millet yutabilirdi zaten, Ve hakikatende yutuyorlar... Herşeyi de hakediyoruz... Downfall/Çöküş filminde şavaş bakanının çok güzel bir lafı vardı: "Bizi bu millet seçti, alacağımız kararlara razıydı. Şimdi öleceklerse bu onlar istediği içindir. Hakediyorlar." kabilindendi... Bizim millette gerçektn hakediyor... Ben artık hiç uğraşmıyorum... Ne halimiz varsa görelim... Bu kadar kafası basmayan bir milletin yer yüzünde var kalmaya hakkı yoktur... Benden ilk defa böyle sert bir tavır gören arkadaşlar şaşırmasınlar, gerçekten böyle düşünüyorum... Nedenlerinden en hafifini, en sıradanını anlatayım isterseniz... İzmir bildiğiniz gibi Türkiye'nin en demokratik illerinden birisidir. Yani bunu öyle kolay kolay tartışma konusu yapamayız bile... Akp iktidara geldiğinden beri ne var biliyor musunuz İzmir'de? Akp oylarını %100 arttırdı ve 4 milletvekili çıkardı. Diğer seçimde 8den fazla olacak belkide, göreceksiniz... Peki nasıl oldu bu? Millete para dağıtmak, erzak vermek falan filan boş, bunlarla değil... Akp, koltuğunun altına Zaman Gazetesini ve Sızıntı Dergisini sıkıştırdığı Kadın Din Kışkırtıcıları/Provakatörleri yolladı önce ve teşkilatlandırdı. Bunları öncelikle taşralara konuşlandırdı, çünkü Akp, Abd'nin Toplum mühendisleri ile ilişki içersindedir ve buradaki taşralarda kadınlar genelde dine eğilimli ve okumaz-yazmaz, gün görmemiş kadınlardır. Okumuş-Yazmış olanları bile bazı şeyleri sorgusuz sualsiz kabul etmeye koşulludurlar, yeter ki Baba'dan, Eş'ten veya Din'den gelsin buyruk... Bu kadınlar önce kendileri ile zaten ilişkili olan bir aileye misafir giderler ve o aileye dini sohbet va'z ederler. Sonra bu yayılır ve önce yakın akrabalar davet edilir, onlarında dini duyguları pekiştirilir. Daha sonra yavaş yavaş mahalleliler çağırılmaya başlanır, dini sohbetler artar... Gazete ve Dergilerden bir takım propagandalar bilinç altına işlenir... Daha sonra erkekler işin içine girer ve onlara aktarılır, ne de olsa o toplantılara katılanlar daha bir Müslüman olmakta ve hayır işlemektedirler. O evlerden çıkanlar yavaş yavaş ertesi gün o gazete ve dergilerden almaya, okumaya başlar... Ama bu daha ilk adımdır aslında... Daha sonra dini duygular iyice pekiştirilir ve hatta öyle ki daha önce namaz kılmasını bilmeyen adamlar "Urfa"ya "Antep"e falan Merkez'i yani Şeyh'i görmeye, el ayak öpmeye giderler/götürülürler... Orada bir güzel telkine uğrarlar... Daha sonra mı? Sizin akrabanız size çıkar gelir ve der ki: "-Akp'ye oy vermezsen cehenneme gidersin..." "-Yahu ne diyorsun sen! Ne alakası var?" "-Ahaa! vermicen mi yoksa? Ee verme de öteki tarafta cayır cayır yan... Hakediyorsunuz zaten, sizin yüzünüzden bu ülke bu hale geldi..." Bakın bu gerçekten yaşanmış, tanık olunmuş, içinde bulunulmuş olaylardır... Akrabanızı bile, size bunu söyleyebilecek ve hem de bunu söylerken keyif alacak hale getiriyorlar... Ve önce kadınlardan yani taşralarda çocukları yetiştirmekle asıl görevli olan kimselerden başlıyorlar... Ve bir kuşak İzmir'de belki de bu safsatalarla yetişecek artık, emin olun... Ve hala süren, devam eden olaylardır bunlar... Ve göreceksiniz durum aslında bundan da vahim ve çok daha köklü ve sağlam bir değişim bizi bekliyor... Sayın Dipnot'tu galiba, şöyle demişti: "Türkiye İran gibi olmaz ama olursa daha beter olur" diye... Ve bakın, buraya yazıyorum... Türkiye öyle bir yere geldi ki, Çağdışılık ve Gericilik önlenemez bir şekilde damarlarımıza kadar işleyecek... Göreceğiz, hep birlikte göreceğiz... Ve emin olun ki sırf bunu görmek için artık hiç birşey yapmıyorum. Akp'ye oy verenleri, hatalarını anladıklarında saçlarını başlarını yolarken görmek için... Avanak Avni'nin şöyle bir karikatürü vardır: Avanak Avni en çok Dilaver ile uğraşır ve ondan hep dayak yer... Birgün Dilaver karnesini alır ve tabii ki kırıklarla doludur. Avni, sırf Dilaver'in babasından dayak yemesini izleyebilmek için Düşeceğini bildiği duvara tırmanır ve pencereden izler... Sonra düşer ama keyfi yerindedir... Saygılarımla...
  7. Kısaca: "Göreceli" yani... Neyse, O zaman "Ahlaklı İnsan"ı şöyle niteleyip, özetleyeyim... Bir sacayak/tripot olarak düşünürsek Ahlak'ı, ayakları şöyledir sanırım: 1- "Sevgi/Saygı - ÖzSaygı/ÖzGüven" 2- "Empati - Sempati" 3- "Sorumluluk Duygusu - Kimlik Bütünlüğü" Bunlardan birisi eksik olursa "Ahlaki Anlayış" çöküktür bence... Ki bakın bu da bence... Saygılarımla...
  8. Yok, artık alışmam lazım sanıyorum sadece Boşig denmesine Sayın DemirEfe... Size de kızmadım Sayın 4Mevsim, merak etmeyin... Ayrıca bu nitelemeniz aslına bakarsanız cuk diye oturdu sanıyorum, itiraf etmeliyim ki... Ama Şamanizm yerine "GökTanrı - Kam" inancı desek belki daha iyi olur... Sayın DemirEfe... Söylediğimi Müslümanlar da böyle anlıyorlar hep. Oysa benim söylediğimde ayeti reddetme gibi bir durum yok diye düşünüyorum. Kur'an-da "Tanrı Sözü" olduğu (ki bendan farklı bir anlam çıkarıyorum aslında) olduğu söyleniyor, tamam... Ama ben öyle olmadığını değil, sadece bugüne hitap eder olmadığını söylüyorum. Kur'an-da da "Alın bunu 1400yıl sonrasında da kullanın" dediğini de sanmıyorum. Bu reddetmek değil, bence "neliğini" bilmektir. Yukarıdaki örneğimdeki ifadeler "ait olduğu döneme hitap eden doğru bir yargı"dır... Bu açıdan ele almak lazım bence... Ayrıca şu var ki: Herkesin kabul etmediği bir yargı nasıl evrensel olabilir? En çok bunu merak ediyorum... İdeolojiler ve İnançlar kendi pencerelerinden elbette ki kendilerini Evrensel olarak öne koşarlar... Ancak Bilim onları değil, ispatlanabilen gerçekleri ve genel-geçer doğruları evrensel olarak nitelendirir. Ki bende buna inanırım... Saygılarımla...
  9. Haydaaa... Döndük yine başa Sayın DemirEfe... Tekrar yazdırmayın bana o uzun yazıyı lütfen!!! Sayın BrainSlapper'in yazdıkları genel anlamda doğrudur ancak tam anlamı ile doğru olduğunu düşünmüyorum ve katılmıyorum...
  10. Sayın DemirEfe... 300yıllık, 500yıllık diye bir ayrım yok... Tarih'e bakarsınız: hangi ayet, nerede, ne zaman, hangi koşulda, ne amaçla inmiş... İş o ayet, onun içindir... Ben şimdi şöyle bir şey desem: "Bugün kapitalistler mazlum toplumları eziyor, size saldırdığı zaman kendi varlığınız için mücadele edin." "İlla ki elinde gücü var diye, güçlünün güçsüzü yok etmesi meşru ve iyi değildir." Bakarsınız Abd. Irak'ı ezmiş geçmiş, ilk iletimi ileride insanlığın daha farklı bir anlayışa sahip olduğu ama bu sefer diyelim ki farklı anlayışa sahip bir devletin, mesela diyelim ki Komünist bir devletin güçlenipte insanları haksız yere öldürdüğü bir dönem için kullanamazsınız öyle değil mi? Ama ardındaki söylemimi kullanabilirsiniz... Varın "Evrenselliği" nedir, ne değildir onu siz anlayın... Saygılarımla...
  11. Sayın DemirEfe... Söylemlerinizde haklısınız... Ancak Yasalar, Ahlaki Kuralları "Yazılabilmiş" ya da "Yazıya Geçirilebilmiş" Daha doğrusu "Toplumsallaştırılmış" veya "Toplumun Ortak Kararı Olarak Ortaya Konabilmiş" yargılardır... Birde yazısız Ahlaki Kurallar vardır ki bunlar genelde "Gelenek ve görenek" olarak ortaya konur... Toplumdan topluma göreceli olabilir... Sadece Yazılı Hukuka bağlı kalmanın, bir insanı Ahlaklı olarak nitelememiz için yeterli olmadığını düşünüyorum açıkçası. Çünkü yasalar, ancak ve ancak minimize edilmiş ve toplumun çeşitli nüvelerinin (farklı inançlar, farklı kültürler, farklı etnik yapılar, farklı fikirler ve yaşam anlayışları) kesişen kabulleridir bir nevi. Her "kabul", tüm topluma mal edilip, yasalaşamaz... Mesela size hep verdiğim bir örneği vermek isterim: Avrupalı bir çift, birbirlerine iş seyahatine çıktıkları yalanını söylüyorlar ve ünlü Yelken Oteli'nde, yanlarında sevgilileri ile birlikteyken karşılaşıyorlar... Buraya kadar yaptıkları şey "Yalan" kaynaklı olduğu için "Ahlaki" değildir. Daha sonra bu çiftler karşılıklı konuşuyorlar ve her ikisininde durumlarından memnun olduklarını söylüyorlar. Böyle devam edeceğini ve boşanmayacaklarını, her ikisininde sevgilileri ile orada vakit geçireceklerini söylüyorlar... İşte bundan sonra yaptıkları kendi içersinde "Ahlaki" bir davranıştır. Çünkü "Alan memnun ve satan memnun"dan ziyade başka bir şey vardır burada, Sorumluluk sahibi oldukları üçüncü şahıslarda durumlarından memnun ve razıdırlar... Yani güclerine gidecek, onları üzecek bir durumun olmadığı kanaatindedirler... Zaten o kimseler birbirlerine sorumlu olduklarını bildikleri için en başta "İş Seyahati" yalanını söyleyerek "Ahlaki Olmayan" bir davranış sergilemişlerdir... Kısaca Ahlaki Davranışların temelinde, kaçınılmaz olarak diğer üçüncü şahıslara karşı ortaya konmuş "Sorumluluk" vardır... Bunu başka bir eylem (yalan) ile örtbas etmek ise daha küçültücü bir davranıştır... Örneğin yeterince açık olduğunu düşünüyorum... Saygılarımla...
  12. Sayın DemirEfe... Sizde bir tarz değişikliği seziyorum... Artık genelde maddeleyerek yazıyorsunuz... Neyse, Konuyu özetlemek gerekirse: Belirttiğiniz ayetlerin bugüne hitap etmekten çok Ortaya çıktığı koşullara hitap ettiğini düşünüyorum... Örnek: Kurtuluş Mücadeleleri sırasında İzmir'in İşgal edilmesiyle birlikte şu yargı kullanılır: "Cephedeki gerçek düşmanın İngilizler değil Yunanlılar olduğu anlaşılmıştır." Şimdi bugün, Nutuk'ta bile geçen bu ifadeleri alıp "Yunanlılar bizin cephedeki düşmanlarımızdır hala" dememiz mantıklı mıdır? Saygılarımla...
  13. Sayın BrainSlapper... Yazdıklarınızda yine belirttiğiniz gibi son derece göreceli... Yani bunlar yine sizin kabullerinizdir diye düşünüyorum... Yine de yazdıklarımdan "Sizi" tenzih ederim. Ahlak sadece kişinin "Rızası" ile sınırlı bir şey değildir. Öyle ise Ensest İlişki'yi de normal karşılamak lazımdır eğer taraflar razı ise. Ki kendi ailenizde dahi rastladığınızda bunu normal karşılamalısınız öyle ise. Çünkü her birey "Oedipus Kompleksi"ni yaşar ve eğer olağan bir şekilde aşamaz ise; kızınız size, oğlunuz da annesine/eşinize cinsel istek duyabilir. Bu şekilde siz kızınıza ya da eşiniz oğlunuza bir istek duyarsa, ahlaki midir? Biyolojik olarak "Ensest İlişki" her ne kadar "Bilimsel" ve "Sağlıklı" değil ise de, Psikoloji Bilimi yetişmekte olan bir çocuğun ebeveynine karşı duyduğu bu isteği normal bir devinim olarak karşılar. Yani insanın doğasında vardır bu... Başka açıdan bakalım: İlla ki oğlunuzun öz annesi olması gerekmiyor eşiniz. Eşiniz vefat etmiştir, daha genç birisiyle evlenmişsinizdir... Çocuğunuz eşinize ilgi duymuştur... Karşılıklı rıza yine vardır... "Aa! rahatsız ettim, pardon" demezsiniz sanırım... ... "Taciz ve İstismar" dediğimiz şey 15 yaşından küçük bireyler için geçerlidir ve öyleyse 16 yaşından itibaren bir kızın ya da erkeğin herhangi yaşta bir kimse ile cinsel ilişkiye girmesini de ahlaki bulmalıyız. Kaldı ki tüm "Gelişim Psikolojisi"ni ve "Biyolojik Olgunlaşmamışlığı"nı bir kenarı bırakarak... Mesela 17 yaşındaki bir erkek çocuk, 35 yaşındaki kadın öğretmeni ile cinsel ilişkiye girebilmeli öyle değil mi, sonuçta karşılıklı rıza var? Örnekleri yaşandı ancak Amerika ve Avrupa'da dahi bu suç olarak nitelendi... En tartışılır sorunsaldır: Doktor, Hastasına ilgi duyabilir mi? Bir psikolog, uzun süredir tanıdığı hastasını ya da danışanını kendisine aşık etmesini veya rızasını almasını gayet iyi bilir diye düşünüyorum... Onu etkileyebilir, yönlendirebilir... Bunu yapabiliyor olması, eylemin sonucunda, karşısındaki şahsın rızası olsa bile Ahlaki midir? ... Mesela öyle ise daha geçenlerde şahit olduğum bir olay: Adam kendisinden 10 yaş büyük bir kadınla evleniyor ve 10 sene sonra, 15 yaşındaki üvey kızı 25 yaşına gelip serpiliyor... Üvey babası bu sefer kıza ilgi duyuyor... İşte sorun buradan sonra başlıyor: Bir erkek olarak ilgi duyması normaldir belki ancak bu ilgiyi dizginleyip frenlemeli mi, yoksa "yahu razıysa ahlakidir, saldır gitsin" mi demeli? ... Evli bir adamın/kadının cinsel birlikteliği de yasal olarak suç olduğu gibi Ahlaki de değildir. Siz başkası ile birlikte olmak isteyen eşinize "ee tabi, niye olmasın" demezsiniz sanırım... Sonuçta size bunu yapacağını açık açık söylediği zaman "Aldatma" diye bir şey söz konusu olmayacaktır... ... Başka bir açıdan bakalım. Cinsellik(yaşam güdüsü) gibi Saldırdanlık (Ölme ve öldürme güdüsü)de son derece doğaldır. Öyle ise Mazoşizm ile Sadizm'i de normal ve sağlıklı karşılamak gerekir. Ya da bir örnek: Bir kaç sene önceydi. Olay Almanya'da meydana geliyordu sanırım. Adam net'ten tanıştığı bir kimseye, ölmek istediği ve nasıl öldürülmek istediği ile ilgili şeyler söylüyor. Buluşuyorlar ve adam gerçektende o kimseyi öldürüyor... Ölen adamın rızası var bu halde... Öldüren kimse katil midir? Suçlu mudur? Ya da şöyle bakalım: Ölmeye rızası olan insan sağlıklı mıydı ve tedavi edilmeli miydi? ... Tekrar yaşanmış örnekten vereyim: Kendi parasını kazanmış ve birikimini yapmış bir babanın Çocuklarını bakıma muhtaç halde bırakarak, o birikimini alıp fuhuşa yatırması Ahlaki midir? Sonuçta "Alan memnun ve satan memnundur." ... Tekrar şahit olduğum bir örnek: Bir birey düşünün, sevgilisinin kardeşi ile cinsel birliktelik yaşıyor. Eylemi yapan iki şahısta memnun ve razı... Buna benzer bir olayda yaşanmıştı: İkiz kardeşlerden birisi bir kadın ile evleniyor ve kadın o gece ayrı ayrı saatlarde iki kardeşle de cinsel ilişkiye giriyor. 1-2 ay öncesine kadar haberlerde çıkmıştı sanıyorum... Kadının evlendiği kocası açısından düşünün! Oysa kadın için diğer ikiz ile birlikte olmak pek farklı değildir, çünkü bedensel olarak tıpkısının aynısı... Yine de ahlaki midir? ... "Alan memnun ve satan memnun" anlayışının "Evrensel Ahlak" ile bağdaştığını hiç mi hiç sanmıyorum. Aksine "Bencil"ce olduğunu ve bu yüzden Ahlaki olmadığını düşünüyorum... Ahlaki bir davranış, bünyesinde "Bencilliği" barındırmamalıdır. Ahlak "Toplumsal" bir yargıdır. Ve sadece iki kişi arasındaki ilişkiden kaynaklanmaz... Ahlak'ı hangi açıdan ele alırsanız alın temelinde insana özgü bir kaç temel noktası karşınıza çıkacaktır ve bunlardan birisi eksikse Ahlaki yapınıza ve yargılarınızda eksiklik vardır: Bir eylemde bulunurken, bu eylemin etkisinin üçüncü şahıslara kadar etkisi düşünülmelidir diye düşünüyorum. Bir eylemi gerçekleştirirken, öncelikle kendimize, sonra eylemi yönelttiğimiz ikinci şahıslara ve sonra o eylemden etkilenecek üçüncü ve daha fazla diğer şahıslara kadar sorumluyuzdur. Ahlaki Eylem; "Sorumluluk" "Saygı" ve "Sevgi" ölçütüne göre ortaya konulur... Ahlaki Eylemde "Bireyselliğin" mi ön planda olması Yoksa "Toplumsallığın" mı ön planda olması sorunsalı temelde "Batı Ahlaki Bilinci" mi, yoksa "Doğu Ahlaki Bilinci" mi diye ortaya konur... Bence ikisininde eksikleri vardır ve ancak birbirlerini tamamlama fırsatı verilmelidir. Salt "Bireyci" ve "Ben Merkezci" ya da Salt "Toplumcu" Ahlaki yapıların çürük olduğuna şüphem yoktur... Saygılarımla...
  14. O nöron hücreleri bende ziyadesiyle var sanırsam...
  15. Sayın Yersoy, sizde İzmirlisiniz... Ben Karşıyaka'da kuryelik yaparken günde kaç tane misyonere rastladığımı bilmiyorum bile. Yehova Şahidi dolu... Açıkçası ben neliğimi belli etmiyorum ve onlarla konuşmayı seviyorum... Çünkü o kadar çok uçuyorlar ki, günün koşuşturmasında iyi geliyor açıkçası... Ateizm olgusu birtek onlarca kullanılmıyor açıkçası ki konu bunu tartışmaksa bence verimli olur...
  16. Konu çok eğlenceli bir tartışmaya doğru gidiyor bence... İşte şimdi tartışmaya başlayacağız sanırım...
  17. Aslında konuyu genişletmek daha iyi olurdu, çünkü tam da yeşerebileceği bir noktada... Ama burada herkesin bir öz eleştiri yapması da gerekiyor bence... Tabii ki Ateist bir kimsenin tutarlılığı da söz konusu olabilir ve sorgulanabilir. İlla ki Hıristiyan bir argümanı kullanması değil önemli olan...
  18. Sosyal Değerler açısından Teorik olarak "Evrensellik" tüm insanlığın her koşulda kabul edebileceği ve bilime ters düşmeyen, bilim ile ve doğal yaşam hakkı ile aynı düzlemde olan kabullerdir. Mesela bir canlının yaşam hakkı Evresnel bir haktır. Ya da bir insanın inanç özgürlüğü... Pratik açıdan ise bunları ne derece de uygulayabildiğiniz önemlidir. Mesela "İnanç Özgürlüğü" Evrensel ve Uygun bir ifadedir ancak uygulamada/pratikte henüz evrensel değildir. Yaşama hakkıda Evrensel bir haktır ama henüz uygulamada Evrensel değildir... Kur'an-ın yasaları da göreceli olarak evrenseldir. Bu yanlış anlaşılmasın: "Size göre evrenseldir..." Felsefe bunu şu açıdan ele alır: "İnanıldığında gerçek ve doğru, inanılmadığında göreceli olarak yalan ve yalnış olan kabuller..." Yani siz inandığınız şeyleri evrenselleştirmek gayesindesinizdir. Bir Hıristiyanda öyledir, Bir Komünistte öyledir, Bir Kapitalistte öyledir... Önemli olan hangisinin evrenselliği gerçekten bilimsel ve gerçekten uygulanabilirdir... Saygılarımla...
  19. Koyuladığım ifadenizi bende söylüyorum zaten. Kur'an-ın Toplumsal içerikli görüşleri, yasaları, kanunları o dönemin Araplarına ve Arap Kültürüne yöneliktir. Onları düzeltmeye çalışır... Anlaşmazlık oradan çıkıyor olabilir ama ben o anlaşmazlığı çıkarmıyorum işte... Çünkü Medeni hukuktan ve Evrensel doğrulardan haberim var diye düşünüyorum. Bilim'in yasalarının ve deviniminin de farkındayım. Sayın 4Mevsim'in Kur'an-ı ele alışı nasıldır bilemem. Ama sizin inanmadığınız bir değer üstüne üstlük bilimsel değil ise, başkasınca istendiği kadar Evrensel olduğu söylensin, yine de evrensel değildir diye düşünüyorum. Sayın 4Mevsim'in savunusunun evrensel olup olmadığı hakkında yorum yapmıyorum, çünkü tam olarak neyi kastediyor bilmiyorum ama bir görüşün (ki adı üstünde, görüş, evrensel olması pekte mümkün değil aslında) evrensel olabilmesi için, bilimsel yasalarla tespit edilmiş olmalıdır diye düşünüyorum. Ha diyelim ki Ahlak kurallarını nasıl evrensel olup olmamakla yargılayacağız? Ahlak yasaları minimize edilir, genel doğrulara ulaşılır. Böylelikle Evrensel olan yönleri ortaya konulur... Bunu da Sosyal Bilimler yapar. Söylediğim gibi geçmişe dair hikayelemeler var ayetlerde. Mesela Hz. Musa döneminde geçen ve Tevrat'ta da geçtiğini düşündüğüm (emin olamadım şu an için) bir hikaye anlatılıyor. Yani Yahudilerce de bilinmesi pek muhtemel olan hikayeler. Öyle ki Kur'an bu yüzden hep Tevrat ve İncil'i kaynak gösterir. Diğer bir ifade de sanıyorum ki "Deyim" olarak kullanılmış, "Çil yavrusu gibi dağılmak" ile örneklemiştim. Hayır Sayın Maraba... "Çekeceksiniz, eliniz mahkum" demedim... Bunu Sayın BrainSlapper'de dikkati çekmişti... İslam'ın terminolojisi ayrıdır, olması gereken ya da Bilimsel Terminoloji ayrıdır. Mesela "Tanrı" kelimesi İslam Terminolojisinde "Mabut, İlah, Kendisine tapınılan kutsal varlık" olarak geçer. Bilirsiniz ki bu anlama en çok karşı çıkan kimselerden birisiyimdir... Benim demek istediğim "Evrensel Terminoloji"yi bırakıp, kavramları sadece İslamın öngördüğü haliyle kabullenen bir kimse, Onun İnandığına "Put" dediğinizde karşı çıkacaktır. Çünkü onun inandığı şey Put değil, Allah'tır. Ve yine aynı açıdan benim "Tanrı" şeklindeki nitelememe de karşı çıkacaktır, çünkü ona göre "Tanrı" "İlah" kavramını niteler... "Eliniz mahkum, çekeceksiniz"den ziyade "Ne yazık ki çekiyoruz" desek daha sağlam bir tespit olur sanırım. Ama asıl karmaşa şudur ki; Terimleri hangisi açısından ele alacağız... Siz bir Müslüman olmadığınıza göre elbette ki diğer seçeneği kabul edeceksiniz. Peki ya bir Müslüman? Ya da Hıristiyan? Musevi? Budist? Pagan? Bu konuya şu an için girmek istemiyorum... Saygılarımla...
  20. Sayın BrainSlapper... Bunu bana sormanızın sanırım pek bir anlamı yok, zira ben düşüncemi söylüyorum: Sizin reddettiğiniz bir inancı yargılamanız kadar doğal başka birşeyde yoktur öyle değil mi? Tabii ki burada şu var: Yargılarınız ve ithamlarınız gerçeklerle uyuşmak zorundadır... Sizinki uyuyor ya da uymuyor demiyorum, sadece yöntemin ne olduğu söylemeye çalışıyorum... Saygılarımla...
  21. Kur'an-daki "Maymun'lar ile ilgili ayetler: Bakara: 63 Hani, sizden şu şekilde kesin söz almış da Tûr'u üzerinize kaldırmıştık: "Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayıp zikredin ki, sakınabilesiniz." 64 Bunun ardından da yüz çevirip döndünüz. Eğer Allah'ın size lütfu ve rahmeti olmasaydı, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olacaktınız. 65 Yemin olsun, içinizden Cumartesi gününde azgınlık yapanları siz bilirsiniz. Onlara şöyle dedik: "Aşağılık maymunlar oluverin." 66 Bu durumu, o zamankilere ve onların ardından geleceklere ibret dolu bir ceza, takva sahiplerine de bir öğüt yaptık. Burada "Maymun" kelimesinin Hz. Musa zamanında muhatap Yahudilere söylendiğini düşünüyorum. Kısaca sizin üzerinize alınmanızı doğuracak bir şey yok sanıyorum... Geçmişte yaşandığı hikaye edilen bir olay anlatılıyor sadece... *** Maide: 60 De ki: "Allah katında ceza olarak bundan daha kötüsünü size bildireyim mi? Allah'ın lanetlediği, üzerine gazap indirdiğidir o. Allah böylelerinden maymunlar, domuzlar ve tağut uşakları yapmıştır. İşte bunlardır yer bakımından daha kötü, yolun denge noktasını kaybetme bakımından daha şaşkın olanlar." 61 Size geldiklerinde "İnandık!" derler. Gerçekte ise küfürle girmiş, yine onunla çıkmışlardır. Neler saklıyor olduklarını Allah daha iyi bilir. 62 Onların birçoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede yarıştıklarını görürsün. Ne kötüdür o yapmakta oldukları! Burada da, bildiğim kadarıyla iki yüzlülük yapmış Mekkeli müşrikler hakkında indirilmiş bir ayetti bu. Çıkar çatışması yüzünden iki yüzlü davranan kimselere hitap etmektedir. *** A'raf: 163 Sor onlara o deniz kıyısındaki kentin durumunu. Cumartesi günü azıp sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın akın gelindi; sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Yoldan sapmaları yüzünden onları böyle imtihan ediyorduk. 164 İçlerinden bir topluluk şöyle dedi: "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azapla azaplandıracağı bir topluma ne diye öğüt verip duruyorsunuz?" Dediler ki: "Rabbinize karşı bir mazeret olsun diye ve bir de korunup sakınırlar ümidiyle." 165 Kendilerine verilen öğüdü unuttuklarında, kötülükten alıkoyanları kurtarıp zulme sapanları, yoldan çıkmalarından ötürü, acı bir azapla yakalayıverdik. 166 Ne zaman ki, yasaklandıkları şeylerden ötürü öfkelendiler, onlara şöyle dedik: "Aşağılık, maskara maymunlar olun!" 167 Rabbin, kıyamet gününe kadar, kendilerine azabın en kötüsünü yapacak kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Senin Rabbin cezayı vermede çok süratli davranır; ama çok affedici, çok merhametlidir de. Bununda Hz. Musa zamanıdaki Yahudilere hitap eden bir ayet olduğunu düşünüyorum. Geçmişte yaşandığı hikaye edilen bir olay anlatılıyor sadece... *** *** Kur'an-daki "Eşek'ler ile ilgili ayetler: Müddesir: 48 Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçilerin şefaati. 49 Ne oluyor onlara da öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar? 50 Sağa-sola kaçışan yaban eşekleri gibidirler, 51 Arslandan ürkmüşlerdir. 52 İçlerinden her kişi de istiyor ki, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin. Burada kişilik olarak bir aşağılama yok sanıyorum. Belli bir kesimin kaçışmaları, eşek sürülerinin dağılmasına, kaçışmasına benzetilmiş. Biz bugün "Çil yavrusu gibi dağılmak" deyimini hakaret olarak kullanmıyoruz değil mi? *** Lokman: 17 "Yavrucuğum; namazı/duayı yerine getir, iyilik ve güzelliği belirlenene özendir, kötülük ve çirkinliği belirlenenden sakındır, başına gelene sabret. Çünkü bunu yapabilmek, zorlu/önemli işlerdendir." 18 "Kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme, yeryüzünde kasılarak yürüme. Çünkü Allah, kurula kurula kendini övenlerin hiçbirini sevmez." 19 "Yürüyüşünde doğal ol, sesini alçalt. Şu bir gerçek ki, seslerin en çirkini eşeklerin sesidir." Burada da bir tavrın uygunsuzluğundan bahsedilmiş. Yolda yürürken bağırıp çağırmamak tavsiye edilmiş ve bu gürültülü ses açısından benzetme yapılmış. Belli bir kimseye hakaret yok diye düşünüyorum. Bugün bile yolda başıboş bağırıp çağırana "Eşek gibi anırma!" diye tepki gösteririz... Gerçi ben hiç öyle bir tepki göstermedim ama en azından şahit oldum... *** Ben ayetler üzerinde tartışmaktan hep uzak durmuşumdur. Çünkü ayetlerin bir bütün olarak ele alınmaları gerektiğini düşünüyorum ve böyle bir çıkarım yapmak hem zor hemde uzun bir iş. Bu da kişisel bir çabadan öteye gidemiyor. Diğer toplumların İlahlarının ve İnançlarının neliği konusunda ise sorunuzun beni nitelemediğini düşünüyorum. Çünkü biliyorsunuz ki benim bakış açım biraz daha farklı. Kur'an-da diğer İncil, Tevrat ve Zebur'un bozulduğunu ya da değiştirildiğini söyleyen tek bir ayete rastlamadım, bunu Sayın Hoppa'da belirtmişti hatta... O yüzden Kur'an böyle bir nitelemede bulunmadığı için, bunu yordamak isteyen sorunuz havada kalıyor. Diğer toplumların inandığı şeylere "Put" denilmesinin ise "Hakaret" olduğunu düşünmüyorum zaten. O da "İlah" gibi bir adlandırmadır sadece o kadar. Üstüne üstlük bana kalırsa zaten Soyut bir Tanrı inancı da bundan farklı bir anlam taşımaz. Bunu açıklamıştım daha önce... Bundan başka sizinde bir Tanrı'nın varlığına inanmaMAnıza bakacak olursak kendi açınızdan hangi inanç olursa olsun herhangi bir dinin ilahını o şekilde adlandırma ya da tanımlama hakkınız vardır diye düşünüyorum, dürüst olmak gerekirse... Ama tabii ki İslam'ın adlandırmalarını baz alan bir kimsenin size karşı çıkması olağan olacaktır. Çünkü o kimse Kur'an-ın ortaya koyduğu terminolojiye bağlıdır, takdir edersiniz ki... Ayrıca ben o hintli adama "Meczup" demedim. Bu yüzden bu yargınız da bana hitap etmiyor. Ama o adamın yaptığının etik olmadığını düşünüyorum... En azından benim aile yapıma uymaz. Ha siz burada Hz. Muhammed'in kuzeni ile evlenmesi meselesini ortaya koyacaksanız, etik olarak ne kadar doğru ya da yalnış bilemem ama benim etik anlayışıma uymayan birşeydir buda... Ben olsam hiç bir kuzenim ile böyle bir evlilik gerçekleştirmezdim. Hz. Muhammed'in Tanrı ile iletişim kurması meselesini ise daha önce çok kere anlattım uzun uzun. Sanıyorum tekrar tekrar anlatmam sıkıcı oluyor artık değil mi? Saygılarımla...
  22. O zaman ben yanlış anlamışımdır Sayın DemirEfe, bu kadar emin konuşuyorsanız...
  23. Sayın DemirEfe... Fıkra kültürü iki şekilde kullanılır; "Hakir görmek(Hakaret ve aşağılama)" ve "Mizah yapmak" Gerek M. Kemal hakkında, gerek Hz. Muhammed hakkında ya da gerek Darwin hakkında, Karl Marks hakkında olsun... Kim ya da hangi gurup olursa olsun aşağılayıcı hiç bir fıkrayı tasdiklememi bekleyemezsiniz öyle değil mi? Mesela "Asabiyim" adlı bir filmde adam budist birisiyle şöyle dalga geçiyordu ve Buddha için şöyle diyordu: "Yiyip yiyip şişmiş birisi bana iradeli olmaktan mı bahsediyor, puhhaha ha haa!!!" Bu eleştiri midir? ya da böyle söyleyen birisi hoşgörülü müdür? Ya da Abd'nin kara mizahı çok meşhurdur: Hiroşime ve Nagazaki'ye atılan bombaların adlarını düşünün: "Şişman Adam" ve "Küçük Çocuk" Bugün Japonlar ile bunları kullanarak "Yahu altı üstü küçücük bi çocuk milyon tanenizi telef etti, *** **!" Diyebilir misiniz? Buda gerçeğe dayalı bir tespittir farklı bir yönünden ama inciticidir. Japonlar şiddet ile karşılık vermese bile sizin yapacağınız hoşgörüsüzlüktür zaten. İsrail'in hoşgörülülüğünü ele alalım ya da! Daha ilk okul çocuklarına, Filistine atılacak bombaların üzerine şen şakrak ifadelerle "*************!" "Son uykunuzu uyuyun!" "Güneş göremeyeceksiniz!" İfadeleri "Gülen Surat" ifadeleri ile yazdırmak ve sonra da "Aaa hakikaten de geberdiler, son uykularını uyudular, güneş yüzü göremediler yahu! Amma da dayanıksızmışlar şu Filistinliler" demek... Ermenilerin 1915 Tehcirinde yaşadıkları kayıplarla ilgili böyle bir ifade gerçekleştirilebilir mi? "Yahu doğru düzgün göçemediniz gitti bee!" diye? Ve dikkat edin hiçbir zaman yapılmamıştır da böyle bir şey... Kısacası hassasiyetlere, aynı hassaslıkta yaklaşılmalıdır diye düşünüyorum... Birisi Hz. Muhammed'in bilmem kaç yaşındaki bir kimse ile evlenmesini eleştirecektir. Biliyorsunuz ki bunu yapmanın daha olumlu ve hoşgörülü şekilleri de vardır. Ben bir takım fikirlere sahibimdir ve bunu herkesin eleştirmeye hakkı vardır. Ancak beni küçümseyerek ve malzeme yaparak, benim sahip olduğum düşünceyi de aşağılayarak bunu mizaha büründüren kimseye nasıl bir tepki vermem gerekiyor? Ha tabii ki burada "Asarım, keserim, döverim" demiyorum ama en azından hoşuma gitmediğini belli ederim, bir tepki gösteririm. Bu benim hakkımdır... Ancak en baştan göreceğim muamelenin birbirimizi anlamaya yönelik olmasını yeğlerim. Sayın Cyrano'nun dediği gibi Yahudilerin ne şekillerde öldürüldükleri vakidir. Hatta havuzlara atılıp, tek bir tanesinin canlı çıkması koşuluyla havuzdakileri birbirlerine öldürttükleri sahneler yaşanmıştır. Bununla ilgili bir mizah yapabilir mi akl-ı selim bir insan? Ya da yapana tepki gösterilmemeli mi? Bu alaya alınacak şey midir? O havuzdan çıkana: "Aferin be, helal... Delikanlı adammışsın valla, gözlerim yaşardı..." demek hoşgörü timsali midir? Hz. Muhammed eleştirilmez değildir ancak bunu aşağılayarak yaparsanız bir çok insanın hassasiyetini zedelemiş olursunuz. Bu birbirlerini anlamaları yerine araya duvar örmelerine neden olmaz mı? Oysa mizah'ın en temel evrensel amacı, görsel ve işitsel araçlarla iletişimi yani kafalar arasındaki etkileşimi kolaylaştırmak olmalıdır... Karşıt guruplar yaratmak değil... Bunlar bir yana Sayın Cyrano'nun şu iletisi çok hoşuma gitti: Gerçekten hoşgörü iki taraflı, karşılıklı değil midir? Siz birisinin incinebileceğini bildiğiniz bir şeyi hala mizah konusu yapıyorsanız ve o kimseleri incitiyorsanız ne kadar hoşgörülüsünüzdür? Bir adam düşünün, çocukluğunda tacize uğramış olsun. Sonra ergenliğinde eşcinsel eğilim sergilemiş ancak sonra heteroseksüel bir benlik geliştirmiş olsun. Benlik bütünlüğünü sağlamış ve tüm travmalarını atlatmış, artık sağlıklı bir birey olmuş olsun. Buna rağmen: "Yahu seni de küçükken çatır çatır... ..." diyebilir miyiz? Örnekler abes ama en güzel örnek mübalağadır... Ha ama bakın yine de diyorum ki; Verilen tepkiler elbette ki şiddete ve darbe dayalı olmamalıdır... Ayrıca demiş ki: Bunu sizde söylediniz; "Hoşgörü"nün dinden ziyade eğitim ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Gerçi her üniversite bitiren de eğitilmiş sayılamaz... Bugün halkın eğitimi ve varsıllığı göz önünde bulundurulursa niçin hoşgörülü olamadığımız ortadadır. Ayrıca aslına bakarsanız "İncinme"nin kriterleride belli değildir tam olarak. Asıl sorunsal budur bence, iki taraf arasındaki... Ama şu vardır ki siz bir kimsenin inancıyla dalga geçerseniz o kimseyi incitirsiniz... Bir kimseyi eleştirinizin belirli sınırları olmalıdır diye düşünüyorum... Öncelikle hassasiyetler ve hassasiyetlerin nitelikleri belirlenmeli... Mesela benim kendi öz düşünceme göre Hz. Muhammed'in resimlerinin çizilmesinin hiç bir zararı yoktur. Hz. Muhammed'in yüzünü ve vücudunu tasvir eden bir çok kayıt vardır ve bunlar üzerinden gidilerek bir ifade çizilebilir. Bunun günah ya da şer olacağını hiç mi hiç düşünmüyorum. Ki zamanında Hz. Muhammed ile ilgili minyatür ve resimlerde çizilmiştir zaten... Ancak anlamsız da olsa İslam alemi bunu hoş görmemektedir ve incinmektedir... Bence işte bu noktadan önce bazı zincirleri kırmak gerekiyor. Yani önce resmi çizmek ve sonra çizilebileceğini anlatmak yerine, Önce çizilebileceğini anlatmak ve sonra resmi çizmek gerekiyor... Yani hassasiyetleri gidermek gerekiyor... Tartışmanın en güzeli de budur ve ben genellikle bunu yapmaya çalışırım... Önce tespit, uzlaşma ve sonra adlandırma... Saygılarımla...
  24. Hımmm... Gerçekten güzel bir yazıydı...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.