Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
İblisizm
Bu İblisizm harekatı Satanizm'den farklı galiba? Çünkü Satanizm, Hıristiyanlığın kabullerinden doğmuş bir hareket ya da inanç diyelim. İblisist ne peki? İslamın Şeytan anlayışından mı doğmuş? Yani bildiğimiz gibi Satanizm, tepki olarak doğduğu Hıristiyanlığın Paganist unsurlarını da taşır. Ters Haç falan gibi... Siz bundan farklı mısınız? Şimdiye kadar Satanizme meyilli bir kaç kimse tanımıştım ama onlar yine İslamın eleştirisine Hıristiyanlığın eleştirisini temel alarak yapıyorlardı. Bu yüzden görüşleri İslama yönelik olarak temelsiz kalıyordu. Sizin bu açıdan, İslam kaynaklı iseniz, görüşlerinizin temeli nedir? Yani Şeytan ya da İblis niçin haklı? Neyse, Farklı bi inanç sistemi gibi görünüyor. Kedi falan kesmiyorsanız sorun yok tabi. Saygılarımla...
-
Bekaret, Zina ve Din
Sayın Ftoyd... Bekaret konusunda Hz. Meryem'in "Bakire" olup olmadığı konusu Hıristiyanlarca da tartışılmakta. Bekaret konusunu Yahudilerde görüyoruz önemsenmiş olarak. Tevratta açık açık ifadeler var. Ama Kur'an-da yok... Mesela şunu örnek vereyim; Yahudilerde Elohim dünyayı 6 günde yaratmış ve 7nci günde dinlenmiş. Bu gün Cumartesi oluyor. Ama Hz. Muhammed'de bu gün açık açık Cuma'ya alınıyor, değiştiriliyor ve bu bildiriliyor. Yani görüyoruz ki diğer kitaplardan bir farklılık olacağı zaman bu açıkça bildirilmiş. Ve diğer kitaplarda geçipte aynen kabul edilecek bir hukuk olduğu zamanda buna aynen değinilmiş: "Kitap Ehli" diyerek o kitaplar her defasında referans gösterilmiş. Ama bekar iki çiftin ilişkileri konusunda bu yok, ben rastlamadım. Yahudilerin bekarete verdikleri öneme atıfta da bulunulmuyor. Hz. Meryem'in çocuk doğurma meselesinin önemi ise aslen "Bekaret"ten kaynaklanmıyor. Hz. Meryem Tapınakta kendisini Elohim'e adamış bir kimse ve onun çocuk doğurması yasak. O bölgede Yahudilerde de var olan eski Babillerden gelen bir inanca ve kabule göre Tapınaktan bir kadının doğurduğu çocuk "Tanrı Çocuğu" olarak tanımlanıyor. Tapınak Genel Kadını (Fahişesi) denilen kadınlar var, bu Yahudilerde de var, Hıristiyan Rahibelerde de var. Ve Tanrı'nın yaşayan bir çocuğu kabul edilemediği için doğar doğmaz o çocuk öldürülüyor. Hz. Meryem, İsa'nın öldürüleceğini düşündüğü için gizli gizli doğuruyor, yoksa Nişanlısı olan "Yusuf"ta bir peygamber ve kendisine Meryem'i eş olarak almaktan kaçınmaması ile ilgili vahiyde geliyor, gizli tutmayadabilirdi. Yine de İsa'yı gizli gizli doğuruyor, çünkü ne yaparsa yapsın çocuğu "O Tanrı'nın Çocuğu". Bunu şu şekilde ifade edebiliriz: Bugün "Sahte" diye tabir ettiğimiz bir çok şeyh ya da hatta belki gerçekten şeyh olduğunu düşündüklerimiz bile, müritlerinin eşlerini "Teslim" alırlar yada eşlerinin kendilerini Teslim etmeleri gerektiğini söylerler. Bu şekilde "Nefis" zinciri ya da benliği kırılacak ve bu Tanrı için yapılmış olacaktır. Yani kendisini Şeyhine teslim eden, Tanrı'ya teslim etmiş olacaktır. Bu Sümer ve Babil kaynaklı inanış binlerce yıldır yaşıyorsa, 2000 yıl öncesi Yahudi Toplumunda yaşamadığını düşünmek mantıksızcadır. Hz. Meryem konusunda, odada bir silüetin belirmesi ve o silüetten çocuk olması, ışıktan çocuk olması, melekten çocuk olması düşüncesi bunun karşılığı, Meryem'de bunu ifade ediyor zaten. Bir çok eski inançta bu ritüeller var. Hz. İsa büyütülürken muhtemelen onun "Tanrı Oğlu = BarAbba" olduğu öğretilmiş olmalı ki Hz. İsa bu şekilde kendisini ortaya atmış olmalı. Ki en sonunda geç gelen adalet yerini buluyor yine: "Tapınakta bir Tanrı Oğlu doğarsa, öldürülür..." Ve İsa'da öldürülüyor ya da öldürülmek isteniyor... Şunu da eklemek isterim: Platus'un Hz. İsa ile birlikte yargılayıp salıverdiği adamın adı da "BarAbba"dır... Belki de Platus aslında iki kişiyi yargılamadı o an? Belkide bir taraftan gıyabında ölüme mahkum ederken, diğer taraftan da Yahudi Kanunlarını bildiği için serbest bıraktı: "Tanrı Oğlu" yani Tapınakta doğduğunu bildiği için...
-
Lütfen uzun süre gelmeyecekler buraya yazsınlar
Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımYersoy meşgul bayağı yaa... Paşa ile ilgileniyodur o zaten...
-
Bekaret, Zina ve Din
Hoşbuldum Sayın HalkalıYıldız... "Evlilik Dışı" anlamına geliyor olabilir Arapça'da, Ancak benim anlatmak istediğim şu: "Zina"nın kapsayabileceği fiiller mutlaka vardır değil mi? Mesela Hırsızlık konusunda; bir çok kapsamı anlatılıyor, Ölüm cezası ya da Miras hukukunda bir çok şekilde kapsamları dile getirilmiş. Doğru ya da yanlış tanımlamaları var. Ancak "Zina" konusunda Kur'an-ın içerdiği tek şey; "Taraflardan en az birinin evli olması..." Daha fazla bilgi yok... "Evli Olmayan İki Kişinin" ilişkisini Zina olduğuna dair hiç bir bilgi yok!!! Bakın aslına bakarsanız "Zina"yı ve "Ahlak"ı çok tartıştık. Ben bunu tartışmak istemiyorum aslında ama bazı şeyleri adım adım yoklayacağız. O yüzden bu bir ilk adım... Şimdi biz ister Müslüman olalım, ister olmayalım şunu ortaya koymalıyız: Her açıdan Kur'an-a mı bağlı kalacağız? Yoksa kimi zaman Kur'an'da geçmediği halde, Kur'an-ın yasakları arasına mı alacağız bir takım değerleri? Ve bu yapılacaksa, bunu neye göre yapacağız? Mesela Recm cezası Kur'an-da geçmiyor... Ama Hz. Muhammed uygulamış deniliyor. Eğer hadise ve sünnete uyulacaksa, bugün Recm'i uygulamalı mıyız? Yoksa benim her zaman söylediğim gibi, Kur'an-ın "Toplumsal Ayetleri" (kölelik, kırbaç cezası vs. eskiden olsa Recm'i de eklerdim ama Recm Kur'an-da geçmiyormuş meğer...) ortaya çıktığı döneme hitap ediyor olduğu ve bu yüzden evrensel olmadığı gibi, Hadislerde acaba o zamanki koşullara hitap ediyor ve bugün geçerli değiller midir? Neyse, Bu konuyu getirmek istediğim çok sonraki bir adım... Öncelikle şu sorularıma yanıt almak istiyorum: "Kur'an-da geçmeyen (bekaret ya da bekar iki kimsenin cinsel ilişkisinin zina olarak kabulü vs.) Kur'an kapsamına alınmalı mı?" "Alınacaksa bunu neye göre yapacağız?" "Hadislere göre ise, ilgili hadisler bugün geçerliliğini koruyor mudur yoksa ilgili zamana ve duruma mı hitap etmiştir?" Eğer tartışma istediğim raya oturursa devam etmeyi düşünüyorum... Ancak olurda saptırılırsa artık yapabileceğim bir şey yok, Tartışmayı o şekilde sürdürmeyi ve artık devam etmeyi pek düşünmüyorum... Bazı noktaların açıkça her iki tarafça kabul edilmesi umudundayım... Saygılarımla...
-
Bekaret, Zina ve Din
Uzun sayılabilecek bir süredir belli bir konu üzerinde üzerindeyim diyebilirim. Ancak şu sıralar özellikle şunu farkettim ki, daha önceden de düşündüğüm gibi Ku'an ya da diğer geçmiş kitaplar ortaya çıktıkları zamana Ve son dönemdeki edinimlerime bakarakta söylüyorum ki kendilerinden önceki birikimlere de bakılarak incelenmelidir. Yani Kur'an-dan tutun, İncil, Tevrat ve Zebur'a kadar bu kitaplar hem ortaya çıktıkları zaman Hemde kendilerinden önceki dini ve kültürel birikimlere de bakılarak incelenmelidir. Bu yargıya varmamdaki en büyük etken, herkesin okumasını tavsiye edeceğim: "Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni" adlı, Muazzez İlmiye Çığ'ın kitabıdır. Bu kitaptan da hareketle bir takım önemli tespitler var diye düşünüyorum. Öncelikle "Zina"nın ne olduğu konusunda... Kur'an-da "Zina" konusu Nisa ve Nur surelerinde olmak üzere toplam 4-5 ayette geçiyor. Bu ayetlerde de zina denen olayın "Evli kişilerin evlilik dışı ilişki kurmaları" olarak tanımlanmış ve bu koşuldaki ceza hükümleri belirtilmiş. Yani, Kur'an-a göre bir vaka'ya "Zina" denilebilmesi için öncelikle tarafların en az birisinin evli olması gerekiyor. Böylelikle özgür bireylerin kendi özgür iradeleri ile verdikleri kararlar ve sonucunda yaptıkları eylem "Zina" kapsamına girer mi? Toplumsal olarak giriyor olsa da, Kur'an bunu "Zina" olarak nitelememiş ve hatta "Bekaret" konusuda dahil olmak üzere bu konuya hiç değinmemiş!!! "Evlenmemiş" iki bireyin cinsel ilişkisine "Zina" diyebilir miyiz ve "Dini" ya da "Resmi" nikah nedir? Bunu da belirtmek gerekli. Dini ya da Resmi nikah aslen herhangi bir kutsallığa sahip olmayan akitleşmelerden fazlası değildir. İster Dinsel Toplumlarda Dini Nikah olsun, İster bugünün toplumlarında Resmi Nikah olsun, Bunlar sadece evlenen ve birlikte yaşama akdini eden tarafların birbirlerinin çıkarlarını gözetmeleri ve korumaları ya da en azından belirlemeleri açısından geliştirilmiş ve önemsenmiştir. Her zaman belirttiğim gibi "Din", Tarihsel süreç içersinde Toplumsallaşmada kurumsal olarak bir adımdır. Öyle ise "Nikah" akdi de "Kurumsal" yani "Toplumsal Düzen" olarak bunun içeriğindedir. İşte "Zina" denen şey de bu noktadan sonra tanımlanabiliyor. Geçmişe bakarsak "Dini", bugün için "Resmi" evliliği olmayan, özgür bireyler için Pratikte "Zina" diye bir şey söz konusu değildir gibi bir anlam ifade ediyor. Ya da daha net bir soru ile konunun bu aşamasını sonlandırayım: "Zina'yı suçunu -Ölüm- ile cezalandırabilecek kadar önemseyen Kur'an, niçin Evlenmemiş bireylerin Cinsel yaşantılarını tanımlamamıştır, buna değinmemiştir?" Aslında cevabı çok açık. Devam edecek olursam: Kur'an-ı yeniden okumaya koyulmuş olarak farkettim ki Kur'an "Zina"ya "Ölüm" cezasını veriyor ancak "Recm" yani "Taşlama" cezası Kur'an-da geçmiyor. Ben daha önceden beridir geçtiğini sanıyordum. Recm Cezası öncelikle Sümerlerde ve sonra Yahudilerde uygulanan bir cezaymış ancak Kur'an-da geçmiyor. Hz. Muhammed uyguladı mı uygulamadı mı tam olarak bilmiyorum ancak "Zina" suçu sonucunda uygulaması için Kur'an-da geçmesi gerekirdi diye düşünüyorum. Uyguladığı yönünde kabuller var ama uyguladığı halde Kur'an-da bu ceza yöntemini almamasının nedeni nedir? diye sormak gerekiyor... Ama şu da var, Nisa Suresi 15 ve 16'da Zina yapanlar için ceza seçenekleri şunlar: ----------------- Diyanet İşleri Meali Nisa 15: Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbat edecek aranızdan dört şahid getirin, şehadet ederlerse, ölünceye veya Allah onlara bir yol açana kadar evlerde tutun. Elmalılı Hamdi Yazır Nisa 15: Kadınlarınızdan zina edenlere karşı, içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar, şahitlik yaparlarsa, bu kadınları, ölüm alıp götürünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu açıncaya kadar evlerde hapsedin. ----------------- Abdülbaki Gölpınarlı Nisa 16 : Sizden, kötülükte bulunanlar olursa iki tarafı da incitin. Tövbe ederler ve hallerini düzeltirlerse vazgeçin onlardan, şüphe yok ki Allah, tövbeleri kabul eder, rahimdir. Elmalılı Hamdi Yazır Nisa 16 : Sizlerden zina edenlerin her ikisine de eziyet edin. Eğer onlar tevbe edip kendilerini ıslah ederlerse onlardan vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve çok merhamet edendir. ----------------- Yani ya "Ölüm" ya da "Uslanana" kadar yani pişman olup hallerini düzeltene kadar evde ya da bir yerde hapis. Tabii ki "Ölüm" kararından vazgeçip, "Hapis" kararını vermek "Aldatılan" eş'in rızasına kalmış. Esneklik şurada: "Ölüm" şeklinin nasıl olacağını belirlemek... "Yahudilerin" infaz kabulünde olan "Recm" ile mi olacak, Yoksa "Kırbaç" ile mi? Kur'an bir ölüm şekli belirlememiş. Aldatılan taraf "Ölüm" kararı versinde, nasıl olacaksa olsun! Ama tabi "-Ya taraflar pişman olmuşsa?" sorusunu yanıtsız bırakmamış: O zaman öldüremiyorsunuz. Peki pişmanlıklarını nasıl tesbit edeceğiz? Kur'an "Kırbaç"ı "Öldürmek" için değil ama "Cezalandırmak" için tavsiye ediyor, bu bir gerçek. ----------------- Diyanet İşleri Meali Nur 2 : Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda o ikisine acımayın. Onların ceza görmesine, inananlardan bir topluluk da şahit olsun. Elmalılı Hamdi Yazır Nur 2 : Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah dini(ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun. ----------------- Aklımı karıştıran asıl soru şu: Kur'an niçin "Bekaret" konusuna hiç değinmemiş? Bunun gibi "Evlenmemiş iki bireyin cinsel ilişkisinin" nasıl adlandırılacağına da değinmemiş! Buna bir ceza da belirlememiş... Neden? Oysa ki Yahudiler "Ölüm" ile cezalandıracak kadar Bekaret'i önemsemekte. Hıristiyanlarda Mabedlerde Rahibelerin Bakire olmalarını önemsiyorlar bildiğim kadarıyla. Eski Sümer inancında bile Bekaretsizlik cezalandırılırmış. Ya o günün toplumunda görülmeyen bir ilişki çeşidiydi, Ya da Kur'an buna değinmeyecek kadar önemsiz bulmuştu bunu, Yani önemsememişti, serbest-kişisel tercihe bırakmıştı... Bu sizin yorumunuza bağlı aslında. Not: Recm cezasını "Taşlayarak Öldürme Cezası" olduğu kelime anlamını kabul ediyorum. Not: İlla ki kesin bir yargı ortaya koymak istemiyorum, sadece Dinlerin neliklerini ortaya koymak açısından farklı fikirler üretilmesini sağlamak istiyorum... Saygılarımla...
-
Radyam iyi ki doğdun bidenem..
Ablacım İyi ki Doğdun... Hadi hadi yine iyisin bakalım... İnsanların yaşlanırken, sen bir sene daha gençleştin...
-
Sevgili Günlük ...
Yıllar önce yazmaya başladığımda, ki şu an bile hala kendimi yazıyor olarak görmem aslında, "Günlük" olarak niteleyebileceğim ve adına "Kameroman" dediğim bir "Şey" yazmaya başlamıştım... İçeriği, "O An"lardan oluşuyordu, ki benim özgün fikirlerim yine her zamanki gibi bana özgüdür ve nedense hiç sonunu getiremem... "Kameroman" yaşadığım "An"ları, o an yazmamdan oluşuyordu. Yani bir şeyi yaşarken, hemen elime kalem kağıt alıp, anı anına yazıyordum... Ne hissediyorsam o... Sonra amacım bu "An"ları birleştirip kitap yapmaktı... Bir çok "An" biriktirdim "Kameroman"da... Adının niye böyle olduğunu anlamışsınızdır zaten... Edebiyat hocamıza okutmuştum, çok beğenmişti... Ve mutlaka devam etmemi söylemişti... Etmiştim... Sonra birgün o "An"ları tekrar okumaya karar verdim... Ve farkettim ki hiç bir "An"ı unutmamışım aslında... Yazmama gerek yokmuş diye düşündüm... Hala yaşıyor gibi hatırlayabiliyormuşum... Zaten yeniden yazdığımda herkes öyle olduğunu da söylüyor, ne kadar gerçek bilmiyorum... Sonra "Kameroman" parşömenlerini tek tek yırtıp attım... Aradan uzun yıllar sonra yani bugün "Kameroman" hayali tekrar canlandı bende. Hemde tuhaf bir şekilde ve biraz daha farklı bir içerikte... Kurgusu şu an biraz belli... İçeriği için biraz daha birikim yapmam lazım... Biraz daha yoğunlaşmam lazım... Gerçeklerden oluşan bir hikaye olacak... Ve uzun ama güzel bir hikaye olacak... Şu an "ne"liğini söyleyemem, çünkü tam olarak emin değilim... Ama emin olun, gün gün ve an ve an hayata dair olacak... "Sevgili Günlük!" diye başlamayacağım tabii ki... Ama isterseniz bana güzel bir giriş tavsiye edebilirsiniz... İyi Geceler...
-
Erdalaktaş
İyi Bayramlar Erdal Aktaş... Rastlaşmıyoruz bu aralar?
-
YUMOTEm Meleğimmm için, Meleğim seni çok seviyorum
Ne zamandır yoksun meslektaşım! Neredesin? Bak bir ay sonra bende tam olarak öğretmenim... İyi Bayramlar...
-
Birce
Bayramın Kutlu Olsun Birce... Ee seni unutmadım tabi...
-
Karçiçeği m
Oy oy oy... Benim Karçiçeği_m, HaYaT'ım... Ben seni hiç unutur muyum yaaa!? Senin yerin apayrı, kimse dolduramaz... Bana sözün var unutma Zaten unutturmam ki! İyi Bayramlar...
-
Freyja
İyi Bayramlar Sayın Bayan Admin Zat-ı Alileri... Ee unutulduk tabi... Napalım, altı üstü sıradan bi üyeyiz... Kader işte... Ama birgün bende Admin olup, çıkıcam karşına ve: "Bir zamanlar üye ama gururlu bir genç vardı!" diyeceğim... Görürsün sen... Bu arada: Bayramın kutlu ola...
-
Gloria
Gizli Özne... Kaç kere yakaladım kim bilir! İyi bayramlar
-
SARDUNYAM.... (Günlük... kendisini fark ettirebilen çok az şey vardır günlük yaşamımızda... )
Şu baklava mevzuusunu tekrar bi ele alalım biz en iyisi, olur mu? Etlisini nasıl yapcan ki? Bu da soru mu di mi ama! Sen ki balıklısını yapmış birisin, bunu mu yapamıcan!, İyi Bayramlar...
-
Gece Yağmuru
Gece gece sana mesaj yazmak varmış di mi? Bayramını kutlarım...
-
.....::Radya::.....
Ablacımmmm... Bayramını kutlarım... Ne yapcan yimah olaraktan?
-
redblack
Kırmısı Saçlı Kıss... İyi Bayramlar...
-
LilaC..
İyi Bayramlar bayan...
-
........Tengeriin boşig.......
Aaaa... Gloriaaaaa... Diloooşşşş... Çok sağolun tebrikleriniz için... Size de iyi bayramlar... Bu arada resimdeki bana benzemiyo, onu söyleyeyim...
-
Kurandaki Bilgilerin Kaynağı
Ben aslına bakarsanız bir bağdaştırma kaygısı gütmüyorum... İki kavramın iç içe girmiş olduğu konusuna gelirsem Sayın Yersoy: "Varlığa illa ki Tanrı demek zorunda mıyım?" Belki değilim... Yani illa ki isimlere takılmamak gerekir aslında. Şu bir gerçektir ki ilk insan(lar)dan bugüne kadar insanlar karşısında güçsüz kaldığı ve anlamlandıramadığı şeyleri, Yani doğanın devinimini, doğanın kendisini "Tanrı" olarak benimsemiştir. Ona saygı duymuştur... Hiç bir zaman bilginin kaynağı da farklı bir şey olmamıştır zaten... O yüzden Tarihsel süreç içersinde bu iki kavram, zaten kaçınılmaz olarak iç içedir... Yani sadece İbrani İnanç Kültünü baz alarak yargılamamak lazım... O yüzden benim de "Tanrı" dememin ya da demememin bir şeyi değiştireceğini sanmıyorum ama Her zaman dediğim gibi bu bir vicdan meselesidir ve dinler hakkındaki görüşlerim bellidir. Varlığa "Tanrı" adını vermek ve bu öğretiyi benimsemek kişiye ait vicdani bir sorundur Ve bu kabulü benimsemek beni huzurlu yapıyor... Varlık elbette ki kendi iç dinamikleri ile ele alınıyor ama hala sizde de şu var, Yargılarken bile bir "Tanrı" ve "Varlık" ayrımına koşullanmışsınız sanki... "Başka bir ek düzen/düzenleyiciye ihtiyaç yok gibi duruyor..." demişsiniz... Ben zaten ek bir düzenleyicinin olmadığını söylüyorum... Akıl ve Zeka sadece bir benzetmedir... Dinozorlar zamanına gitmeye gerek yok ki? Söylediğim açıktır aslında; göremediğimiz, soyut olarak tanımladığımız "Akıl" ve "Bilinç" aslında maddi bir takım süreçlerin bir başka yönüdür... Dinozorların da küçük ya da büyük beyinleri vardı. Bizimkisi gibi mukayese yetenekleri olmasa bile her canlı mutlaka ve mutlaka her etkiye tepki verir öyle değil mi? Bir ayıyı doğal ortamından alırsanız, ebeveynleri ona avlanmayı öğretemeyecektir, koşullu şartlanmaları meydana gelemeyecektir ve bu sefer yaşamında farklı tepkiler ortaya koyacaktır... Yani mutlaka ve mutlaka bir devinim var... Beynin işleyişide bu etki ve tepkinin başka bir versiyonudur sadece... Yani illa ki o örneğe takılmayın... İşte Doğa'da da bu var tam anlamı ile... "Maddenin insan zekasını yaratması"ndan ziyade asıl anlatmak istediğim, Varlık bir bütün olarak yasaları ile bilinçliymiş gibi hareket ediyor... Neden-Sonuç... "Bunlar aslında ayrı şeyler mi? Daha doğrusu, akıl ve mantık da doğanın yasalarının bir ürünü değil mi? Öyleyse daha büyük bir akıl/mantık aramaktaki mantık nedir hala çözmüş değilim..." demişsiniz: Ben daha büyük bir akıl ve mantık aramıyorum, sadece var olduğunun farkına varıyorum... Ha belki çok göreceli bir kavrayış bu ama bende öyle bir izlenim uyandırıyor... Ayrıca söylediğiniz anlamda bir İlah arayışı zararlı olabilir, bilemiyorum... Ancak Varlık'a "Tanrı" demenin ne gibi bir zararı vardır ki? Ya da dememek ne kaybettirir diye de sorabiliriz... Sayın Yersoy demişsiniz ki: "Size şunu söylüyor: küçücük bir maddede bile büyük olayları yakalayabilirsiniz. Bunu somutlaştırmaya gerek var mı bilmiyorum..." Bu Tasavvufun Öğretilerinden birisidir, bilmem farkında mısınız? Varlığın neliğini, en küçük devinimlerde bile görebiliriz... Tanrı'yı özde görebilmek diye özetleyebilirim... Diğer söylediklerimi söylemek için "Ene'l Hakk" demek tabii ki şart değil... Benim benimsediğim sadece bir öğretidir ve bu öğretininde kabullerinden birisi budur... Ha birde şu var, ben bu öğretiyi sanırım biraz kendime özgü hale getirmeye çalışıyorum... Bunu itiraf edebilirim... Demişsiniz ki: "1. Yaratılmak yoktan var edilmeyi ifade eder. 2. Buna göre "Canlılar yoktan var edilmiştir" demiş olursunuz (şunu belirteyim: yoktan var edilen bilincin ortaya çıkması) 3. Maddenin devinimine inanıyor ve bunu savunuyorsanız, ve diğer taraftan bilinci bunun sonucu olarak görüyorsanız yaratılış nereden çıktı?" Ben yoktan var olmaya inanmıyorum, Varlığın öncesiz ve sonrasız hep var olduğunu düşünüyorum. Başı ve sonu yok bence... Sadece "var"... Yoktan var oluş ise bence İnsan bilinci için geçerli... Ya da duygular içinde diyebiliriz... Dört temel yapı taşının çeşitli şekillerde kombinasyonlar ile bağlanıp ortaya bilinçi ve duyguları hatta içgüdüleri ortaya çıkarması yoktan var etmek gibi geliyor bana... Ama tabii ki kaçınılmaz bir sonuç olarak... Sayın Sarıgöl'e gelirsek eğer: Siz bir maddesiniz, bilinciniz maddenin bir yönüdür... Ve siz ağlıyor ve gülüyorsunuz... İlla ki Bilinçli olması için dna'nın ağlaması gerekmiyor... Aslına bakarsanız "Virüs"leri ve yapılarını incelerseniz, bence belki de insandan daha zeki ve yetenekliler... Sayın DemirEfe'ye gelirsek eğer: Açıkçası kemikleşmiş her türlü kavramın karşısındayım diyebilirim... Nedensellik'e ne kadar bağlı olsamda, değişkenlerin de varlığını biliyorum. Tabii ki değişkenlerinde nedenselliğin bir parçası olduğunu sizde biliyorsunuz, anlatmıştınız da... Bilinen kavramları evirmek değil ama belki başka bir anlamda da kullanılabilir olduklarını göze batırmak... Şu an için vaktim kısıtlı ve bu kadar ifade edebiliyorum... Ama konu gerçekten verimli olacak gibime geliyor... Saygılarımla...
-
........Tengeriin boşig.......
Gece Yağmuru ve Sardunyam, sizinde Bayramınız kutlu olsun... Teşekkürler...
-
Taylan Abi ve Figgaro
Bence de eğilelim Beni fiskiden aşağısı kesmez ama rakıya da hayır diyemem... Valla Figgaro neyleyelim Ama garson hatun hoştu di mi? Ben bir ara uğrarım yine oraya Valla sen "Biraz aç"ken bu kadar yiyorsan, Miden kazınırcasına aç olduğunda yanına hiç yaklaşmam... Arada bizi de yer götürürsün valla Hem bir kere benim alnım geniş tamam mı? Genetiğimizde "Bruce Wills" imajı var ben napiim... Hem yandan bakınca "Sean Connery"e benziyorum ben bi kere!!! Bu arada güleç olduğumu sadece beni gerçek hayatta görenler söylüyor. Forumdan tanıştığım herkes ilk başta beni soğuk birisi sanıyormuş... Hatta bir arkadaşım şey demişti: "Bazen soruyorum, acaba bu adam hiç gülmüyor mu?" diye... Normalde ise sadece gülüyorum...
-
Kurandaki Bilgilerin Kaynağı
Sayın DemirEfe ve Sayın Yersoy... Varlığın ya da siz buna Enerji deyin, Madde deyin... Ne derseniz deyin, işte onun devinimi mükemmel... İnsan eli değse bile, ki insan eli genel olarak hep bozmaya meyilli olarak değiyor, mutlaka bir yolunu buluyor kendisini var etmek için... Jurassic Park'ta matematikçinin bir sözü vardı: "Yaşam Bir Yolunu Bulur..." Ve hep var... Yokluk gibi bir alternatifi de yok aslında... İşte asıl aşılamaz mükemmelliği bu... Daha sonra devinimini formülize edebiliyoruz değil mi? Bütün olarak ele aldığımızda bu deviniminde her adımı mutlaka bir nedene Ve kaçınılmaz olarak bir sonuca götürüyor... Kısaca sanki iradesi varmış gibi bir hareketliliği var Varlığın... Doğanın ürünü olan insan beynine bakın mesela... O Zeka ve Bilinç neler ortaya koyuyor değil mi? Yine bir söz vardı: "Şempanzeler ile İnsan genlerindeki %3lük fark Mozartı ve Einstein'i yaratabiliyor..." Yani Doğa insan beynini buna evirebildiğine göre, Kendisi, kendi bütünlüğünde daha büyük ve topyekün bir zekaya sahip olmalı... Çünkü insan zekasının ortaya koyduğundan daha mükemmel şeyler ortaya koyuyor... İnsan zekasının ürettiklerinden daha uyumlu şeyler var edebiliyor... Siz "Ben DemirEfe'yim" "Ben Yersoy'um" derken, bir de kafanızı gösterip "Ahanda bu da benim aklım" demiyorsunuz değil mi? Sizden Soyut ve Ayrı, sizi var eden bir şeymiş gibi ortaya koymuyorsunuz onu. O "Sizin bizzat kendiliğiniz..." Doğanızın bir diğer yüzü... Onunla bir bütün... Ayrı değil... Farabi bu yüzden söyledi: "İnsan küçük bir kainat, Kainat büyük bir insandır..." diye... Nasıl mı olur? "Düşünce" dediğimiz şeyi soyut olarak tanımlıyoruz öyle değil mi? Hani Soyut Tanrı'ya inanan kimseler hep sorar ya: "E o zaman bana aklını göster! hani gösterebiliyor musun? Gösteremediğin halde onun varlığına inanıyorsun ama?!" Aslında "Akıl" dediğimiz şey, tamamen Maddenin deviniminin bir ürünü, yansıması... Ya da daha doğru bir tanımla Maddenin bütünlüğünün bir parçası ya da özelliği... Beynimizin nöronlarının ve sinapslarının, madde ile olan ilişkilerinin ve kendi maddi niteliklerinin bir parçası değil midir? Bilinç ve Akılı açıklamak için Nöronları ve Sinapsları, beynin maddesel yapısını bilmek zorunda değil miyiz? Ve bu bağların işleyişine "Düşünce-Mukayese" demiyor muyuz? Bunu forumda onlarca kere tartıştık ve açıkladım... İşte Varlığı bütün olarak ele aldığımızda aynı işleyişin onda da var olduğunu düşünüyorum. Ha ama o zaman Nöronların ve Sinapsların yerini daha başka devinimler alıyor: Doğa'nın Yasaları ve Kanunları, doğanın Aklını oluşturuyor... Kesinleşmiş yasaları aşamıyoruz: Belli bir ortam deneyi, aynı ortamda hep aynı sonucu veriyor. Ortamdaki değişkenlerden birisine etki ettiğimizde sonuç değişiyor ama yasayı değiştiremiyoruz... Sonucu değiştirmek için yaptığımız etki bile belirli yasalara bağımlı. Hiç bir şeyi, doğanın öngördüğü yasaların dışına çıkarak yapamıyoruz. O yasaları aştığımızı düşünsek bile (ki böyle bir düşünce yoktur) o ortaya koyduğumuz şey, Yine doğanın belirlediği yasalar dahilindedir... Bu kaçınılmazdır... Fazlasını yapmamızın imkanı yok... Kısaca siz doğadaki mükemmelliği nasıl ele alacağımızı biliyorsunuzdur Nedensellik/Determinizm açısından, öyle değil mi Sayın DemirEfe? İşte ben bu mükemmelliği Soyut bir İlah'a atfetmek yerine, O mükemmelin bizzat kendisine atfediyorum... Ancak insanlar belki de binlerce yıllık alışkanlık yüzünden "Tanrı" deyince Mutlaka ve mutlaka Maddeden ayrı Soyut bir Tanrı'nın kastedildiğini anlamaya şartlanmışlar... Ama bu binlerce yıllık birikimin aslında "Tanrı" olarak kastedilen şeyin Mükemmel Olamayacağını kabul etmek demek olduğunu çıkarımsayamamışlar... Ta ki "Ene'l Hakk" düşüncesi farkedilene kadar... Ve Dinler ile uğraşan herkes şunu söyler: "İlk insanlar doğa varlıklarını -İlah- olarak addederlerdi..." Ve bunu söyleyebilen insan, dinlerin Soyut bir Tanrı'yı tanımladıklarına inanırlar... Hem de kaynağını Mısır myth'lerinden almasına rağmen... Açıkçası ben İbrani peygamberlerin bile aslında Soyut bir Tanrı tanımladıklarını sanmıyorum... Soyut Tanrı inancı, zayıf ve güçsüz bilinçlerin bir yanılsamasıdır... Onları dizginlemek için ortaya çıktı belki de zamanla... Ya da dönemine göre, kimi insan toplulukları "Tüm Varlık" bilgisini kavrayamadıkları için ortaya atıldı ister istemez... Bir tarafta Maddi varlığın bizzat içersinde yaşayıp, diğer taraftanda o maddi varlıktan ayrı bir İlahın var olduğunu iddia etmek, Tanrı'nın mükemmel olamayacağını kabul etmektir... Bunu çok kere açıkladım, mantığını söyledim... Tekrar etmek istemiyorum... "Neye Tanrı denilebilir?" sorusuna geleyim: Tek tek varlıklar, bütün varlığın devinimi karşısında önemli değildirler, Tek başlarına işe yaramazlar... Varlığı bütün olarak ele aldığımızda, başka bir alternatifi de olmadığına göre, "Tanrı" adını en çok Varlığın Bütünü hakediyor sanırım... Ve en çok bunu kavrayabilen zihinler "Ene'l Hakk" diyebiliyor... Bu hissin getirdiği yükümlülükler açısından ben iki tanesini temel kabul ederim: 1- Yaşam bu varlığın bir parçasıdır... Bu yüzden öncelikle yaşam ve yaşama hakkı ile barışık olunmalıdır... Her canlının yaşamına saygı duyulmalıdır... 2- Doğa Canlı ve Cansız varlıklar ile birlikte bir bütünlük arzeder Ve bu bütünlüğe saygı duyulmalıdır. Cansızdır diye ve zekamız var diye doğanın ortaya koyduğu şeylere, özellikle yaşamı olumsuz etkileyecek şekilde zarar verilmemelidir... Aklı yok diye hayvanlar beslenme ihtiyacının dışında avlanmamalı... Canlılığı yok diye maddelere, doğallığa ve bunun sonucu olarak yaşama zarar verecek şekilde etki edilmemelidir. Peribacalarını yıkmak istesek, bu ahlaki midir? Ayrıca Sayın Yersoy'un deyişine gelmek isterim... Yine "Varlık" sorgulanırken "Yaratılış"ı şart koşmakta bir şartlanmışlıktır bana göre. Ya herşey bir oluş içersindeyse? Ki gerçekten de öyle... Hiç bir şey yoktan var edilemiyor... Hiç bir şey vardan yok edilemiyor... Yaratılış, bence sadece Canlılığın ortaya çıkması ile ilgili "Oluş"u ifade ediyor... Bu açıdan Evrim'in gerçek olup olmaması hiç bir şeyi değiştirmiyor. Açıklığa kavuşturmamı istediğiniz şeyler varsa, Sorularınızı alayım... Saygılarımla...
-
Kurandaki Bilgilerin Kaynağı
O söze dair araştırma yapabilirsiniz tabi... Bakın, aslında bu söylediğiniz çelişkidir... Şöyle ki: Hem yeri geldikçe söyleniyor değil mi? Hz. Muhammed günlerce, aylarca düşünerek en sonunda Tanrı'yı buldu diye? Bu hep örnek verilir... Daha sonra Hz. İbrahim için... Aya, güneşe, yıldıza taptığı ama en sonunda Tek Tanrı'yı bulduğu hikaye edilir... Yani belirli bir sorgulama neticesinde... Keza Hz. Musa'da aynıdır değil mi? Çölde tek başına kalmış, Medyen'den geçmiş ve sonra en sonunda Tanrı'yı bulmuştur yıllar sonra... Değil mi? Daha sonrası için örnek verelim: İbn-i Sina bile uzun zaman Varlık hakkında düşünmüş ve ondan sonra Tanrı'nın ne olduğuna karar verip iman etmiştir. Farabi deseniz öyledir... Diğerleri de farklı değildir... Yani diyeceğim şudur ki: Bir körü körüne iman etmek var, Bir de gerçeğe aydıktan sonra bilerek iman etmek var... Bu yüzden farklı düşünüyor olduğumuzu en baştan ifade etmiştim... Bilmediğim, hissetmediğim bir şeye iman etmemi, inanmamı bekleyemezsiniz sanırım. Öyle olcaktıysa Sayın BrainSlapper'in Uçan Spagetti Canavarı'da bir tercihtir, Zeus'ta bir tercihtir, Enki'de bir tercihtir... Onlara da iman etmek için hiç bir engel yoktur değil mi? Saygılarımla...
-
Kurandaki Bilgilerin Kaynağı
Sayın 4Mevsim... Pek bellidir ki her şeyin görünen ve de görünmeyen Yani zahiri ve batıni anlamları olduğunu düşünüyorum. Sizin için "İman" kelimesi ne demektir bilmiyorum ama Ben görmediğim hiç bir şeye iman etmiyorum... Hani Hz. Ali demiş ya: "Görmediğim bir şeye ibadet etmem..." Benim bir şeye iman etmem için var olduğunu ispatlayabilmem gerekir. Kalbim ile tasdik edebilmem için var olduğunu hissedebilmem gerekir. Yoksa verilen telkinlerle hissetmek ve şahitlik yapmak hipnozdan başka bir şey değildir. İnanılacak şeyin bilinç altına yerleştirilmesidir. Kısaca bir İlah'ın olduğuna şartlanmış değilim. Sadece var olana inanıyorum, o kadar... Ben her dokunduğumda, Her nefes aldığımda, Her kokladığımda, Her tattığımda, Her duyduğumda Ve düşündüğümde... Vücudumun her deviniminde, Yaşamımın her anında Tanrı'yı hissedebiliyorum... Ya siz? Ben size varlığını ispatlayabilirim. Her bilginin kaynağının O olduğunu da ispatlayabilirim... Sizin sunacağınız her bilginin kaynağınında O olduğunu ispatlaybilirim... Peki siz ispatlayabilir misiniz?