Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
O an
Bu konunun sabitlenmemesi haksızlık olur bence...
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
Sayın Sarıgöl, o şeciyeye sahibim merak etmeyin... Lakin bu işler öyle google'dan falanla olmuyor sadece. Kapatalım o zaman üniversiteleri, herkes internetten diploma alsın? Size seviyeli davranmak istiyorum ve benim bu mesafeli davranma konusundaki özenimi herkes bilir... Ama sizde hakediyorsunuz arkadaşım... Nasreddin Hoca fıkrası gibisiniz yaa... Hoca herkese karılarını ve kızlarını açık saçık giydirmemeleri konusunda uyarırmış. Onun kızının niçin öyle giyindiğini sormuşlar, "Ee o na yakışıyor..." demiş... Arkadaşım, anlatamıyor muyum, anlamıyor musun? Kaç kere söyleyeceğim, o adamlar "Ruh" kavramına takla attırmıyorlar. Ya hu üç kuruşluk bilgilerle burada konuşmayın yaaa... En iyisi Psikolojiye Giriş dersini burada vereyim: Psikoloji kelimesi "Psykhe=ruh" ve "logos=bilgi" kelimelerinin birleştirilmesi ile türetilmiştir. "Psyke" kelimesi aslında Eski Yunanca bir kelimedir ve adını "Psyche ve Eros" efsanesinden alır. Bu efsaneye dayanarak "Eros"da Freud tarafından "Cinsellik"i tanımlar şekilde kullanılmış ve daha sonra da buna "Libido" demiştir. Efsaneyi bulup okursunuz ama o adını verdiğiniz filozoflar ne İslam ile ne de Hıristiyanlık ya da Yahudilikteki insana Soyut bir İlahça verildiği iddia edilen şeyden bahsetmiyorlardı. Kısaca Türkçe'de "Tin" Arapça'da "Ruh" (Rayihe, Riyh) ve "Can", "Nefs" İngilizce'de "Soul" Almanca'da "Geist" Yani o bilim adamları bu kelimelerin karşılıklarından bahsetmiyorlar ve hiç bir zamanda senin o "Ruh" dediğin şeyi rasyonelleştirmeye, tanımlamaya ya da maddeye bürümeye kalkmamışlardır. Hatta belki de onlar bizim kullandığımız "Ruh" kelimesini ömürlerinde hiç duymadılar bile. "Psykhe" ve "logos" yani "Psikoloji" sözcüğü ilk olarak Alman filozof Wolff tarafından kullanıldı. "-Niye Psykhe?" diye de sorarsınız şimdi, onu da cevaplayayım... Dikkat ederseniz filozofun yaşadığı dönem ve tabii ki aslında daha öncesinden gelmek üzere, Avrupa'nın kendi kültürel temelini Helen Uygarlığına dayandırdığı bir dönemdir. Ve hemen hemen bütün Avrupalı bilim adamları yeni keşiflere Helen Uygarlığına ait isimlendirmeler vermişlerdir. Mesela "Yankı-Ses" kelimesini "Eko" kelimesi karşılar ve "Eko ve Narkisos" efsanesindeki Peri kızıdır. Hatta bu efsanede adı geçen "Narkisos"un adı hem "Nergis Çiçeğinin" adı olmakla birlikte piskolojide tanımlanan "Narsiszm - Özsevicilik" rahatsızlığına ad olarak seçmişlerdir. Bugüne kadar bu tanımlamalar kullanılmış ve Bilimde ortak bir dil oluşmuştur. Daha sonra Türkiye'nin Bilimde batıya açılması ile ve Türkçülük akımı ile kavramlar Türkçeleştirilmiş ya da en azından geleneksel olarak kullanılan Arapça karşılıkları kullanılmıştır. Bu Türkçe karşılık arama çalışmalarında "Psykhe" kelimesi "Ruh" olarak karşılık bulmuş. Bu kelimeye karşılık olarak daha da Türkçü olan kimseler "Tin" kelimesini kullanırlar. "Logos" sözcüğü de "Bilmek" anlamını karşılamıştır ve "Ruh-Bilim" demişlerdir. Yani senin sandığın gibi o adamlar; "-Amanda biz metafizik bir kelimeyi maddi bir anlamla kullanalım da, birgün Sarıgöl diye biri çıksın ve yakalasın bizim açığımızı, alay etsin aman ha kendisi alay konusu olmasın!" dememişlerdir canım kardeşim... Ama kusura bakma bu Türkçeleştirme faaliyetleri sırasında senin gibi çok çok çok bilgili kimselerin ortaya çıkabileceğini düşünememişler... Eğer o zamanlarda karşılarına çıkmış olsaydın "Ruh" ya da "Tin" kelimesi yerine "Us" (Arapçası Akıl) kelimesini kullanırlar ve "Us-Bilim" diye çevirebilirlerdi. Daha tutarlı olurdu ve Akıl Sağlığı"nın tam karşılığı olurdu, affet, düşünememişler işte... Ama ne tuhaftır ki Araplar da aynı hataya düşüp "Psikoloji" kelimesini "İlm'ün Nefs" olarak çevirmişler. Sen ona da şimdi "Maddeye bürüyorlar" dersin diye ben söyleyeyim, keşke "İlm'ül Akl" diye çevirselerdi. Bakın, Üniversite de bile bu kadar değinmezler bu konuya... Kıymetinizi bilin... Bu arada kuzenim bizde kalıyor bu aralar ve hala gülüyor... İnsanlara Maddeci bakış açısını ben dayatmıyorum, Madde zaten kaçınılmaz bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Bana AntiMadde'dir ZıtMadde'dir falandır fistandır filan anlatmayın arkadaşım... Daha 300yıllık bir terimi anlayamayan bir adamın bana böyle şeylerden bahsetmesini ciddiye alacağımı sanmıyorsunuzdur umarım? Ben size çok somut bir kaç örnek verdim, ilk okul seviyesinde anlattım ve şimdi soruyorum: "Bilginin ilk kaynağı nedir?" Ya hu ben "Dini Argüman" kullanıp kullanmamanızı eleştirmiyorum ki? Hatta kullansanız ona bir kılıfta bulunur yani, İslam'ın da psikoloiye bir bakış açısı var çünkü. Ama siz Bilimsel argümanları kullanıp tamamen BilimDışı tespitlerde bulunmaya çalışıyorsunuz. İşte ben buna kızıyorum. Ve bunu çok acemice yapıyorsunuz, ayyuka çıkıyor. Daha Bilimin ilkelerini kavrayamamış birisiniz, kusura bakmayın. Nedenini merak ediyorsanız kızmızıladığım iletinize bir kere daha bakın. Sonra tüm yazılarınızı en baştan beri bir daha okuyun. Sonra Bilimin ne olduğu konusunda şöyle ön yargısız bir araştırma yapın olur mu? Kitaplarınızla ilgili bir hikaye daha anlatayım mı? Zenginin biri diğr sınıfdaşlarının evlerini dolaştıkça kütüphanelerinde dolasıya kitaplar görürmüş. Özenmiş "-ya hu benimde bir kütüphanem olsun." diye. Bir kütüphane yaptırmış evine ve kahyasına bir miktar para vermiş. Demiş ki "-Sahaflara git, ne kadar alabiliyorsan o kadar kitap al gel.". Kahyada gitmiş sahafa, demiş ki "-Ahanda bana bunca kitap ver.". Sahafta almış parayı, elinde ne kadar satamadığı işe yaramaz kitap varsa vermiş. Boyama kitabıdır, Alice harikalar diyarındadır, Kırmızı başlıklı kızdır, Ayşeciktir, falandır filandır... Kahya memnun, kitapların bolluğunu göre zengin arkadaşımız memnun, sahaf memnun. Sonra zengin tüm sınıfdaşlarını kütüphanesini göstermeye çağırmış... Kütüphanesi bıcır bıcır, renkli renkli, dolu dolu... Hiç komik değil... Hatta Acı... ama... gerçek... Ayrıca Google'dan ziyade H.Y.'ye ya da Ahmet Hulusi'ye güveniyorsunuz siz. Yemeyin şimdi bizi burada...
-
aklıma takılanlar!
Sayın Ali0_1... Diğer bir konuda tartışırken sizi Metafizik Düşünce taraftarı olarak lanse etmemizden şikayet ederken, Burada Bilgi edinebilmek istenildiğinde sadece Kur'an-ı ve Kur'an-ı okumuş olanları referans göstermek nedir? Sayın Ruhsuz-Kız... Sorduğunuz sorular ile ilgili yanıtları Sosyal Bilimlere eğildiğiniz takdirde bulabilirsiniz... Saygılarımla...
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
Sayın Maraba, tamam yanlışlık yapılabilir ama bu artık yanlışlıktan da öte... Bence arkadaş yanlışlık yapmıyor, kasti olarak yapıyor... Çünkü kaç zamandır bu forumda Materyalist Felsefe'deki Ruh tanımını uzun uzadıya yaptık, açıkladık... Gerek bu Din Bölümünde olsun, gerek Psikoloji Bölümünde olsun, Bilim'in "Ruh" tanımını ortaya koyduk... Ama arkadaş inatla hala mantıksız mantıksız önermeler koyuyor karşımıza. Hayır o konulara tekrar tekrar yönlendirmemiş olsak derim ki: "-Ya hu en azından bir öğretmedikte o yüzden bilmiyor..." Ama bu arkadaşın tavrı düpedüz boşa kürek çekmek... Ve inat... Saygılarımla...
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
Eminim o adamlardan birisi bugün yaşayıpta söylediklerinin tek bir insanca bile böyle anlaşılacağını görebilselerdi, çoktan kafayı yerlerdi... "-Ya hu o kadar çabaladık, bilimsel veri ortaya koyduk, adam hala Metafizik Ruh ile Bilinç(Materyalist/Psikolojide tanımlanan Ruh) arasındaki farkı kavrayamamış ve bizim ikincisinden bahsettiğimizi anlayamamış" diye... Yemin ediyorum, bir tanesini "Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi"nde bulurduk... Aa bakın "Ruh Sağlığı Hastanesi" dedim... Oralarda cin falan çıkarıp ruh çağırıyorlardı değil mi? Bu şekilde çoook eskiden ölmüş kimselerin hasta ruhlarını da iyileştiriyorlar falan. Hatta ruhunuz hasta olduğunda artık o hastaneye gitmeye de gerek yokmuş artık, Siz uyurken hani ruh bedenden çıkıp dolaşabiliyormuş ya? Bir teknik geliştirmişler, geceleri ruhunuzu çağırıyormuşlar siz uyurken, Her gece ikişer saatlik seanslarla tedavi ediyormuşlar... Yoksa niye "Ruh Sağlığı Hastanesi" desinler... Akıl var mantık var yani...
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
Ahhaha ha haaa... İlahi Sarıgöl... Sana hep diyorum biraz Bilim oku ve öğren diye... İşimiz iş seninle yaaa, valla bak... Hayır, bir de niçin seni ********* diye hayıflanıyorsun ama hak ediyorsun be kardeşim. Yani ben bahsettiği şeyler hakkında bu kadar az şey bilen ve hatta bilmediği şeyler hakkında öyle google'dan iki dakikada bir şeyler çırpıp biliyormuş gibi aktaran ve bu da yetmiyormuş gibi sanki o adı geçen kimselerin felsefelerini uzun uzadıya düşünmüş ve hazımsamış gibi alıntılayan bir kimseyi niye eleştirmeyeyim ki? Bak şimdi kim ne demiş, sen ne sanmışsın... Ben açıklayayım mı? Bak arkadaşım, Materyalist Felsefe ya da Bilim bir "Metafizik bir Ön Koşulsuz ve Ön Yargısız" olarak ele alır maddeyi... Nasıl mı? "Madde Vardır ve Var olanı inceler..." Şimdi bu yargıya atlayıp "Ahanda bu bir ön yargı değil mi?" diyebilirsin, senden bunu beklerim. Zira Bilim'in "Hiç bir şey yoktan var edilemez, vardan yok edilemez" yargısna da "Bilim yanılamaz mı, elbette ki yanıldığı müsbettir" diye eleştiri getiren de sendin değil mi? Ama biz bu tarz düşünmeye "Bilim'den zerre kadar anlamamak" diyoruz, kusura bakma... Ya hu sizin zaten ister bilim adamı olun, ister sıradan bir dilenci olun... "Var Olanı" inceleyip ele almaktan başka bir çareniz var mı? Mensubu olduğunuz inancın peygamber bile Kur'an-da yine işe maddeden başlayarak Tanrı'yı ispatlamaya koyulmuştur? Dolayısı ile o da aynı şeye dayanmıştır. Ve dolayısı ile o da kaçınılmaz olarak kendi kendisini mi tekzip etmiştir? Nasıl mı? Maddeyi ele alıp Metafiziğe inanmış olduğu kendi kendini tekzip değil midir? Ahha ha haaa... Ya hu sen beni güldürdün ya, umarım sende gülersin ömrün boyunca... Sana boşuna demiyorum, git biraz psikoloji falan oku diye. Hatta Felsefe oku... "İkra!" yavrucum "ikra!" Varlık senin bilincin dahilinde, ona bağımlı olarak mı vardır? Nesnel değil de sanal mıdır? Bunu neyini yanlış anladın? Madde değil midir ilk kaynak arkadaşım? Sen sobanın sıcak olduğunu nasıl öğreniyorsun? Vahiy mi geliyor sana "-Soba sıcak kardeşim, dokuma işte" diye? Velev ki diyelim böyle bir haber geldi sana, sobaya dokunmadan, nasıl bir sıcaklık olduğunu ya da sıcaklığın, el yakıcı sıcaklığın nasıl bir şey olduğun deneyimlemeden nasıl öğrenebileceksin? Bu bilgiui nasıl elde edeceksin? Ya hu sen hiç Aama ya da sağır bir insanla da mı karşılamadın hayatında? Birisi ışığın ne olduğunu hiç bir şekilde bilemez, çünkü maddeden o veriyi alamaz... Sen anlatsan da anlamaz, anlamlandıramaz... Ya da diğeri Sesin ne olduğunu bilemez, kavrayamaz, öğrenemez... Yaşayamamıştır çünkü. Bilginin kaynağı olan maddeden, o bilgiyi elde edebileceği duyumsamaları gerçekleştirebileceği organı yoktur. Ama bu o ses'in olmadığının ispatı değildir... Açıkçası ilk bilgiyi elde edimin kaynağının Madde olduğunun ispatıdır... Kısaca Bilinç, maddeden gelen bilgiyi işleyerek ikinci veri konumudandır... Bunu neyini yanlış anladın? Bunun neresi yanlış ya hu? Hiç ni lise eğitimi görmedin de hiç mi fizik dersine ve biyoloji dersine katılmadın? Hiç mi hayatında Beynin işleyişine dair bir yazı okumadın!? Bak kardeşim: Madde insan bilincinden bağımsız olarak vardır, yani madde sen varsın diye var diye bir şey yok. Aksine madde var olduğu için sen varsın... Ya da senin şimdiye kadar anlamadığın şeyi söyleyeyim: "Sen ruhani ya da soyut bir şey değil, aksine sen de bir Madde'sin..." Bunun ne demek olduğunu anlayabiliyor musun? Bak çok basit: Etinle, kemiğinle, beyninle falanınla fistanınla, şeyinle püsürünle sen bir Maddesin... Anladın değil mi? Şimdi senin bir beynin var ve bedeninde bir madde. Beyninde bedenine trilyonlarca sinir bağlantısı var. Yani dış dünya olduğu gibi senin kendi bedeninde senin için bir veri işlemcisi ya da arayüzü anladın mı? Yani vücut, beyin ile madde arasındaki bir arayüz, usb bağlantılı bir yazıcı ya da ekran gibi... Daha basit nasıl anlatayım ya hu, ilk okul çocukları seviyesinde anlatıyorum, çocuklar "Ara yüz" deyince anlayıveriyorlar hemen... Sonra bak karşında bir kağır var tamam mı? Onun kalınlığı, eni ve boyu var: yani üç boyutlu... Işık, kaynağından geliyor ve o kağıda çarpıyor, oradan gözüne ulaşıyor ve oradan da senin beynine ulaşıyor... Beyin bu veriyi alıyor ve işliyor yani tanımlıyor... Tanımladıktan sonra artık geri dönülemez bir biçimde sen onunla ilgili bir kazanım elde etmiş oluyorsun... Tabii beyninin ilgili bölümü hasar görmediği sürece... Beynimiz günde belkide trilyonlarca bit gücünde bilgi işliyor anlıyor musun? Ve bu bilgiler arasındaki bağlarını yeniliyor... Bu bilgiler arasındaki etkileşimden dolayı düşünce dediğimiz ürün ortaya çıkıyor... Ya Sayın Sarıgöl... Şu adamların "Ruh" dediklerinde neyi kastettiklerini bir türlü öğretemedim sana... Usandım artk, bıktım ya hu? Ya hu gidin ve bir kere de olsa bir "Psikolojiye Giriş" kitabı okuyun... S. Freud görebileceğiniz en sağlam Ateistlerdendir ama bir psikolog olarak ağızından "Ruh" sözcüğü düşmez... Bu metafizik bir ruh değildir... Ruh'tan kasttetikleri Bilinçtir, Akıl süreçleridir, Düşünme süreçleridir... Beynin fonksiyonları ve bilgi işlem süreçleridir... Hala "Ruh" dediklerinden "Metafizik" şeylerden bahsettiklerini sanıyorsunuz... Sizin Bilinciniz elbette ki Madde'nin bir ürünüdür... Beyninizin bir ürünüdür... Beyniniz bir maddedir... Ruh dedikleri de Bilinçtir, Akıldır, Düşüncedir... Bak arkadaşım, sen kurban kesiyorsundur değil mi? Büyük baş hayvanın beynini al eline bir daha ki kurbanda... Beyninde öyle bir beyin ama sadece daha gelişmişi, çok daha gelişmişi onun tamam mı? Şimdi o beyin bir maddedir... Madde değil mi... Hah işte "Bilinç" dediğimiz şey o beyinden çıkıyo değil mi? Yani o şey kafamızın içersine olmasaydı düşünebilir miydik? Hayır... Mesela bir adamın kafasını kestiğimizde o yüzden yaşayamıyor... Beyninin yarsını aldığımızda o yüzden düşünce şekli ve davranışları, bilinci bozuluyor... Eksiliyor... En basit örnek, kafana bir kurşun sık mesela... Bakalın eskisi gibi net düşünebiliyor musun! Neymiş arkadaşım? Beyin bir Madde imiş... Ve Düşünce/Bilinç yani Psikolojideki terimi olarak Ruh onun bir ürünü imiş... Buradaki Ruh kelimesini Dinlerdeki Metafizik Ruh ile karıştırmayın bakın ilk okul seviyesinde anlattım size artık, başka çarem kalmadı... Daha nasıl anlatayım ya hu? Liseye giden kuzenim yanımda, okudukça "sen bunlarıı mı anlatmaya çalışıyorsun da anlamıyor" diye yerlere yatmış durumda gülmekten... Bende güleyim mi ağlayayım mı şaşırdım... Ya kusura bakmayın ama artık sizinle tartışmak istemiyorum bu konuda... Bir kaç bilgi edinin, ondan sonra konuşalım rica ederim...
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
Sayın Ali0_1... Aslında amacım siz değilsiniz, başka arkadaşları da konuya çekmekti... Abarttıysam üslubumu özür dilerim...
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
Yersoy ne yazık ki açtığım konu yine polemiiğe kurban gitti gördün mü? Neden acaba, merak ediyorum... Sağalm bir kanıt niye yok, değil mi? Ben Sayın Ali0_1'e soruyorum; Yukarıdaki iki madde dışında bir üçüncü olarak "Hiçbirisi" demiş... Peki ona göre nedir? Benim söylediğimi yanlışyacağı düşüncesini çok merak ediyorum...
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
Var efendim çelişki var... Daha nasıl koysunlar ortaya? Bilimin gerçeklere ulaşamaması diye bir şey yok. Akademik düzeyde doğanın bir çok yasası literatüre geçti... 2+2 ye 6 demiyoruz deyipte Bilimin gerçeklere ulaşamadığını iddia edebilmek bir çelişki değil midir arkadaşım? Bilim adım adım gerçeklere ulaşır, toplar, biriktirir ve birikimli olarak ilerler. Hiç bir gerçekliğe ulaşamamış olsaydı, bugünkü seviyesine ulaşamazdı bilim... Saygılarımla...
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
Peki sen Metafizik bir Tanrı'ya inanmakla, somut olarak ne ortaya koyabildin Sayın Ali0_1? Cennet ve Cehennem... İspatla dediğimde "İman et, ölünce göreceksin..." Ahiret... İspatla dediğimde "İman et, ölünce göreceksin..." Şeytan ve Melekler ve Cinler... İspatla dediğimde "İman et, ölünce göreceksin..." Sırat Köprüsü... İspatla dediğimde "İman et, ölünce göreceksin..." Metafizik Tanrı... İspatla dediğimde "İman et, ölünce göreceksin..." Bunlar mı Somut ispatların? Komik bile değil, TrajiKomik... Ama ben bunların Tarihi kökenlerini Bilimsel olarak ortaya koyduğumda, ispatladığımda: "Bilim yanılır, bilime güvenmeyin bla bla bla..." Ya hu Var olan bir şey hakkında ve var olduğu kesin olarak ispatlanabilen bir şey hakkında Bilim nasıl yanılabilir? Bunu çok merak ediyorum... Ama birde ne var biliyor musunuz? Bilim bakıyor genel hatları ile dünya 6 dönemde var olmuş: "Aa! bakın Bilim ne kadar güzel, Allah'ı tasdikliyor..." Bilim bakıyor Hamilelik ile ilgili bilgileri koyuyor ortaya: "Aa! bakın Bilim ne kadar güzel, Allah' tasdikliyor..." Bilim bakıyor dağlar hakkında genel geçer bilgiler koyuyor ortaya: "Aa! bakın Bilim ne kadar güzel, Allah'ı tasdikliyor..." Oysa Bilim Kur'an-da anlatılanları tasdiklemek için yapmıyor bunu ve yararlanmıyor bile... Ama siz işinize geldikçe... Başkalarınında buna benzer tavırlardan olduğunu tarafsız bir şekilde söylemiştim zamanında... Peki Tevrat, İncil ve Kur'an-da yazılanların, bir insanın geçmiş ve gelecek üzerinde kendi fantazilerini koşturma hakkını kullandıklarının örneği olarak düşünemez miyiz? Kimseye böyle bir hak tanımazdı değil mi? Bu sözünüzün arkasında durabilecek misiniz merak ediyorum gerçekten... Ya hu ne diyorsunuz siz? Sosyal Bilim dediğiniz şey Faraziye midir? Benim ne olduğum ortada, sadece Bilimsel Temeli olan bilgileri veririm ve üzerine mantığı konuştururum... O bilgileri bütünlerim. Bunu İslam yandaşlığı ya da karşıtlığı için yapmıyorum. Kaldı ki İnançsız arkadaşlarla Tarih konusunda çok ciddi tartışmalarım da oldu forumda... Çok ciddi karşıtlıklarımız da oldu ve hatta hala o konularda da çürütülebildiğimi hiç sanmıyorum... Öyle ki, İslam ya da diğer dinler gökten zembille de inmemiştir. Bunların tarihsel kökenleri vardır... Belli birikimler sonunda ortaya çıkmışlardır... Bakın yazdığınız eleştiri son derece bilimden uzak... Oldukça tutarsız ve ispatsız... Siz bu yazdıklarınızı sadece Metafizik bir İlah'tan geldiği söylenen Kur'an-a dayanılarak daha sonradan oluşturulmuş Öğretilere ve hem de saplantılı öğretilere, farazilere, doğmalara dayanarak yapıyorsunuz. Oysa ben Metafizik bir Tanrı'dan ziyada "Doğa"nın kendisine "Tanrı" diyorum... Ve öyle ki "Geçmiş Bilgisi" yani "Tarih" faraziyeler ve "Eleştirilemez Kutsallar" üzerine kurulamaz... Tarih Bilgisi öncelikle şu Bilimlere dayanır: 1. ) Arkeoloji: Özellikle yazının olmadığı dönemlerdeki koşullar hakkında bilgi sağlamasıyla tarihçilerin yararlandığı bilimdir. 2. ) Antropoloji: Toplumların ırk yapılarını inceler. 3. ) İktisat: Ekonomik olayların kanunlarını ortaya koyan iktisat bilimi geçmişteki olayların iktisadi sebeplerinin anlaşılması konusunda tarihçilere ışık tutar. 4. ) Filololoji: Dil bilimidir.Eski kaynakların çevrilmesi ve incelenmesi konularında tarih bilimine yardımcı olur. 5. ) Nümizmatik: Eski paraları inceler. 6. ) Heraldik: Armaları inceler. 7. ) Felsefe: Tarihteki olaylarda dönemin felsefesini bilmek ve düşünce yapısını öğrenmek tarihçinin olayları daha derin anlayabilmesini sağlar. 8. ) Epigrafi: Taş ve mermer kitabelerin üstündeki yazıları inceler. 9. ) Kronoloji: Tarihi olayların zaman içerisindeki yerini belirleyen, sıralayan ve düzenleyen bilimdir. 10. ) Sosyoloji: Toplumu incelemesiyle tarihi olaylardaki toplumların özelliklerinin bilinmesi konusunda tarih bilimine yardımcı olur. 11. ) Etnografya:Toplumun örf, adet ve geleneklerini inceler. 12. ) Paleografya: Eski yazıları inceleyen bilim dalıdır.Yazılı kaynakların anlamlaştırılması bağlamında tarihçilerin faydalandığı bir bilimdir. 13. ) Coğrafya: Tarihçi olayları daha iyi anlamak için geçtiği yeri bilmek zorundadır.O yerin dağlarını, nehirlerini, toprak özelliklerini v.b. gibi bilgileri ona coğrafya bilimi verir. 14. ) Diplomasi: Resmi belgeleri inceleyip, sınıflandırarak tarihçiye yardımcı olur. 15. ) Toponomi: Yer adları bilimi Bunların yanında Ekonomi, Siyaset Bilim, Hukuk, Sanat, Edebiyat, Kimya ve Laboratuvar Bilimlerinin yöntemlerinden de faydalanır. Ve ben bu bilimlerin ortaya koydukları kanıtlanabilir gerçekliklere göre konuşuyorum. Bilim Felsefesi konusunda ders almanız gerekli. Bilim sadece nerede yanılıyor bunu öğrenmeniz gerekir. Bilim sadece ve sadece İnsanların ortaya koydukları yorumlarda yanılır. Yoksa E=MC2 bundan 30 yıl sonra aynı reaksiyonu verirken nükleerde, 30 yıl sonra bir bilim adamı çıkıpta "Aa bilim yanıldı, meğersem vermiyormuş o reaksiyonu" diyemez. Bundan 2000yıl önce de 2+2=4 idi, bugün de öyle... Binlerce yıldır suyu ısıttığımız zaman hep buhar oluyor aynı ve benzer koşullarda... Bugün koyunu kopyalabiliyoruz, 10 yıl sonra çıkıpta "Aa bilim yanıldı, artık kopyalayamıyor Bilim" denilemez... Karbon14 metodu ile bir heykel kalıntısının ya da bir çömleğin kaç sene önce yapıldığını ortaya koyabiliyoruz Bilimsel olarak ve üzerindeki işlemelerin yaşlarını tespit edebiliyoruz... Birisi çıkıp Bilimsel olarak daha önce aynı yöntemle ispatlanmış bir örneği "Aa bu meğersem 20 yıl öncesininmiş, 5000yıl öncesine ait değilmiş!" diyemez. Mesela mağara duvarlarındaki resimlerin ne zaman çizildiğini öğrenebiliyoruz. Arşivcilik okuyanlar ya da dersini alanlar veyahut kütüphaneciler bilirler, bir belgenin gerçek olup olmadığı üzerindeki mürekkebin laboratuvar incelemeleri ile ve kaç senelik olup olmadığı kesin olarak ortaya çıkarılabiliyor. Hz. Osman'dan kalan Kur'an-ı Kerimler ya da mushaflar da bu şekilde Bilimsel olarak ispatlanıyor zaten, öyle emin olunuyor... Şimdi siz Kur'an-ın hiç değişmediği konusunda Bilim'in bu özelliğini kullanıp kesin bir ifade ile savunacaksınız ama aynı bilim Neolitik Çağdaki insanların çizimlerini ve bu çizimlerinin niteliklerini ortaya koyduğunuzda karşı çıkacaksınız... Olmaz arkadaşım, yemezler bunu... Sizin işinize yarayacak bir örnek daha vereyim ve sizin nasıl işinize geldiğinde Bilimci kesilenlerden İşinize gelmediğinde Bilmi göz ardı edenlerden olduğunuz anlaşılsın. Ki bu nitelemeyi Tarih konusu tartışmalarda her iki taraf içinde çok kullandım, hala da arkasındayım... Mesela HY "Evrim"i ispatladığı düşünülen Kafatası + Çene kemiklerinin "Sahte" olduğunu nasıl konu edindi? Karbon 14 metodu ortaya çıktığında aldılar kemikleri ayrı ayrı aynı incelemeye tabi tuttular. Kafatası kemiği binlerce yıllıktı ama çenesi henüz bir kaç yıllık bir gorilindi... Burada Bilim mi yanıldı peki? Hayır yanılmadı ve hatta yanıldığından hiç bir bilim adamı dahi şüphe etmedi... Peki hiç bir evrimci bu sahtekarlığın arkasında durdu mu? Kesinlikle hayır, durmadı, duramazdı, "evet, sahte bir kanıttır!" dediler... Bu forumda da bunu söyleyebilecek Evrimi kabul eden arkadaşlar var mı? Evet, var... Ve siz bunu "Evet o metod bunu ortaya koyuyor" diye Bilimsel bir şekilde savunabilirken, Aynı metod Tarih Bilimi içersinde kültürel varlıkların tespitinde kullanıldığında reddediyorsunuz... Gerçekten bence de Bilimsel olamadığınız sürece böyle tartışmalara yaklaşmayın bile... Şimdi cevap yazmaya cesaret edebilen bir örnek olarak bir tarafta sizi ve şu an için sizin temsil ettiğiniz "Metafizik Kabulü" koyalım... Diğer tarafta bu konuyu açan ve yazdıklarını sonuna kadar savunan ve Bilimsel verilere dayandığını ispatlayabileceğini iddia eden biri olarak beni ve ne kadar zor da olsa o bilimleri temsil ederek "Tarihsel Materyalist Kabulü" ortaya koyalım... Ve soralım: Hangisi daha gerçekçi ve ispatlanabilir duruyor? Metafizik Felsefe mi? Tarihsel Materyalizm mi? Sayın yöneticilerden rica ediyorum bu iki tercihi Anket olarak bu konunun başına ekleyebilirler mi? Ben sizin gibi gülüp geçmem Sayın Ali0_1. Ben biraz hiddetlendiğimde söyleyeceğimi söylerim ve söylediğimde cuk oturur. O ifadeden ( ) nefret ediyorum, kişisel algılamayın... Saygılarımla...
-
Gloria
Ya Gloria adlarını unuttum ama merak etme bulurum... Demek sen Baş oldun hı? Zaten ben şanssızımdır, ne demişler: "Çölde su arasam ütü bulurum, Voltranı oluştursak ...ü olurum!" Hahha ha ha... Ne talihsizim ben yaa... Demek tatlıyım hı? Öyle derler... Ee naaparsın, var bizimde bi karizmamız işte... Sana dün söylediğimi hatırlıyorsun değil mi? O da iltifat değildi, biliyorsun... Hem sana artık "Sayın" falan diyemem kusura bakma... Senle konuşmak inanılmaz zevkliydi, tabi Ra_dya'yı unutmamak lazım... Şimdi bir ara Yersoy falan kahve içeceğiz, sende gelirsin... Sonra özlediğimiz komünal yaşama geçeriz . Senin malın benim malım, benim malım yine benim malım
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
İlgili Konu 3 - Nereye Bakmalıyız Köken 2... Ne demiştik? Toplumlar yerleşik hayata geçtikçe Tanrıları Soyuta indirgiyordu. Peki insanların Totem Toplumundan Tarım Toplumuna geçmesi ile "Din Birliği" sağlamamış mıdır toplumsallığı? Din Birliği ise Yerleşikliğe dayalıdır... Şimdi düşünün... Ortaya küçük bir kabile olarak çıkmışsınız ve her yerleşik toplumca taa Mısır'a kadar sürülmüşsünüz... Dahası orada da bir toprağa sahip olamayacaksınız ama bunu bilmiyorsunuz zaten, o yüzden önemsemeyin. Çünkü içinizde her zaman bir Toprağa Kavuşma ideali yatacak... Yine Ergen Psikolojisine dönelim... Belki de Nietzsche'nin "Ait olduğu toplumun normal İyi-Kötü algısının daha da ilersinde Üstün İnsana ait bir İyi-Köyü kavrayışı benimsemek isteyişinin ya da Üstün İnsan Olma gayreti ile Üstün olarak görülen Tanrı'yı öldürmesinin" en temel nedeni... Sevilmemesi ve dışlanması idi? O yüzden Nietzsche iyi bir arkadaş kazandığı için ağlarken, kimsenin onu hiç sevmediğini haykırmıyor muydu? Aynı şekilde Kabul Edilmiş Schopenhauer "Hayatın Anlamı" adlı kitabında da dünyanın kötü ve hakedilmiş cezalarla dolu bir yer olduğunu Hıristiyanlık'ın "Doğuştan Günahkar Olma" kabulüne paralel bir şekilde açıklıyordu... İşte İbraniler eski koptukları Sümerlerden öç alırcasına Tanrı'yı birleştirmişler ve yine acımasız, kızgın ama bir o kadar da kıskanç ama sadece ve sadece İbranilere "Babalık" (Abba) yapan bir Tanrı haline getirmişlerdi... Bir günah işlemiş olmalıydılar ki her Millet toprak sahibi iken, Tanrı onları cezalandırmıştı... Ancak öyle ki Tanrı onları hiç yalnız bırakmıyordu ve bu yüzden peygamberleri sadece onlara gönderiyordu, Tanrı ile bir tek onlar pazarlık yapabiliyordu!!! Ve o Tanrı bu acı çekmiş ve sürülmüş topluma hiç sahip olmadıkları iki şey veriyordu: Öldükleri takdirce kaçınılmaz olarak cennet, Yaşamda kaldıkları sürece Arz-ı Mev'ud=Vaad edilmiş topraklar... Dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama Ben tüm toplumların Tanrılarını Yerleşikliğe dayalı ve yerleşikliği temsil eden Tanrılar olarak betimlediği bir dünyada göçe zorlanmış, yerinde yurdundan edilmiş bir toplum olsaydım, İnsan doğasının o zamanlardaki zayıflığının kaçınılmaz sonucu olarak bir Tanrı'ya ihtiyaç yine duyacaktım Ama yine kaçınılmaz olarak tüm Tanrılar yerleşikliğe göre yaratıldığına göre, Benim Tanrım elbette ki onlardan farklı olacaktı... Öyle değil mi? Çünkü ben artık yerinden ve yurdundan edilmiştim ve onlara bir hınç besliyordum... Ben bir Peygamber olarak ortaya çıktığımda bana "Nerede Tanrın, öteki Milletlerin Tanrıların var?" (yerleşiklik kastediliyor) denilirse idi, elbette ki "O soyut bir Tanrı, göremezsiniz, duyamazsınız... Ancak ben görürüm ve diğer peygamberler... İtaat edin..." derdim... Aynen "Kıral Çıplak" misali gibidir bu... "-Bazı kimselere göremez." "-Öyleyse tüm hepimiz görüyoruz... Öğreticiler (İmam, Rahip, Hahamlar) olarak..." Yine de onlar "Yerleşikliği Sembolize" eden ve daha doğrusu Yahudilerin bir toprağa yerleşmelerini ve onları oraya sırtlarında götürüp o toprağı da sürdürtecek olan bir imgeye ihtiyaç duydular... "Altın Buzağı"... Tabii ki Musa buna kızacaktı, çünkü o aralarıda en akıllıydı ve gerçeği, yerleşemeyeceklerini biliyordu... Geçelim ve devam edelim... Yahudiler Mısır'a geldiklerinde Mısır tarihinin ona verdiği bir yükümlülük olarak Tahıl Ambarıdır... Ve tabii ki Tarım Toplumuna, Nil Taşmalarına, Yıldız ve Güneş zamanlamalarına dayalı, Yani tam anlamı ile Soyut Öncesi Tanrı kavrayışına sahiptir... Tabii ki Soyut bir Tanrı'yı kabullenmek için hiç bir nedeni yoktur... Ve öyle ki o Tanrı zaten İbranilerin Tanrısıdır... İbrahim'in iki çocuğu var: İshak ve İsmail... Yahudiler, İshak soyundan gelir... Kureyşliler, İsmail soyundan gelir... Hz. İsa Yahudi'dir... Hz. Muhammed Kureyş'li yani Hanif... Hz. İsa, kendisini Tanrı'ya adamış bir kadından bir Tapınak Evladı yani bir "Tanrı Oğlu-Bar Abba" olarak doğar ve bu bilinç ile yetiştirilir. Hz. Muhammed ise Habeş, Bizans Devletleri arasında kaybolacağı besbelli olan ve kabilecilik anlayışı ile bu kaçınılmaz olan Kabileci Arap Toplumunda, gerçekten çok zeki ve akıllı bir insan olarak doğar... Anadolu'da Türkçülük akımının en son doğan, en genç ve bu yüzden en kuvvetli akım olduğunu... Bu güçten gelen kuvvet ile yedi düveli alt edebildiğini unutmayın... Her neyse... Bu forumda en çok düşünebilen kişi tabii ki ben değilim... Tarih, Psikoloji, Coğrafya, Kazı-Bilim vs bilimler ve bilimsel veriler karşımızda duruyor... Zeki biri olmaya gerek hiç yok görmek için ve hiçte zeki değilim... Sadece bakmak ile görmek arasında fark var... Bu kadar beyin fırtınası yeter şimdilik... Saygılarımla...
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
İlgili Konu 3 - Nereye Bakmalıyız Köken 1... Biz konuya devam edelim öyleyse... Bilim'in İlk Toplumlar hakkında verdiği bilgiler onların "Tek ve Soyut bir İlah"a tapınmadıklarıdır. Hatta öyle ki Doğa Olaylarının bizzat kendilerine tapınmışlardır. (Hz. Adem görüşü böylelikle Bilimsel değildir fakat başka bir anlamı içermektedir belki de...) Mesela Eski Helen Uygarlığında Periler vardır, Ses/Yankı Perisi "Eko", Savaş Tanrısı "Mars", Güzellik Tanrısı "Aphrodite"... Türkler Yerin altına uzanan kökleri ve arşa varan dalları ile Ağaçları kutsal saymışlar ve onlara özellikle saygı göstermişler, ayrıca Doğum için Umacı denilen bir kutsal Ruh vardı... İyiliğe adanmış Ruh ise Ülgen idi mesela... İskandinavlar'dan tutun Çin'e kadar, Amerika kıtasından Afrika'ya kadar her toplum, yaşamış olan her eski toplum mutlaka ve mutlaka "Materyal Gerçekliği" yani "Madde"yi kavrayabilmiştir sadece... (Bu da bize aslında her millete peygamber gönderilmediğini gösteriyor. Bu düşünceninde iması farklı bir şeydir. Aynı düşünce tebliğ edilse idi mutlaka bunu bilim ortaya koyar idi.) Yani Tarihsel Materyalizm'in ortaya koyduğu Bilimsel bir gerçek var ki o da Toplumsallaşma yolunda toplumlar ilk adımları "Totem"lere bağlı olarak yapmışlardır. Yani tamamen Doğaya ait olan gerçeklikleri "Heykelleştirmişler" ve onları kutsal saymışlardır. "Yaratıcı" olarakta gördükleri şey bizim anladığımız hali ile "Putlar" değil "Doğa"nın kendisi idi... Peki biz niye "Totemlerin" birer ruhu olduğuna inandıklarını düşünüyoruz? Bunu kavrayacaksınız, sabrederseniz tabii ki... (O bilgi bir dayatmadır aslında, farkedeceksiniz...) Sigmund Freud özellikle "Totem ve Tabu" adlı kitabında Avustralya'nın ilkel yerlilerini inceleme konusu yapmış ve onların tapınılarından tutun cinselliklerine kadar inmiştir. Psikoloji Bilimine hayran olmamın en temel nedeni, insana bakıp geçmişten günümüze tarihimizi kavrayabilmemizdir... Millet ya da Irk olarak değil, İnsan olarak İnsanlık Tarihini... Bir çocuğun doğmasından ölmesine kadar geçen vakit ile İnsanlığın ortaya çıkmasından bugüne kadar geçen vakit aynı şeyi ifade eder: Olgunlaşma... Bir çocuk doğumunda asla ve asla "Soyut"u kavrayamaz. Eğer 6 yaşlarındaki zeka seviyemizi koruyabilseydik bugünün büyüklerine ait namus ve töre gibi katı kuralcı kanunlar oluşmayacağı gibi "Soyut" ve "Metafizik" Tanrıları da yaratmayacaktık... İlk insanların çocuklardan farklı olmadıklarını biliyoruz. Neolitik Çağda duvarlara çizilmiş resimler ve güçlü hayvanı avlayabilmek bir güç simgesi idi. Aynen en güzel oyuncağa sahip bir çocuğun daha popüler olması gibi... Ve aynen çocuklar gibi o ilk insanlar da henüz yeterli bilgi birikime sahip olmadıkları için "Soyut Tanrı"lar oluşturamıyorlardı... Açıkçası ateşi ya da tekerleği bulmasaydık veyahut bataklıkları kurutup verimli tarım arazileri oluşturmasak ve tarım arazilerinin sınırlarını nehir taşmalarına, nehir taşmalarını da ay'ın, Güneş'in ve Yıldızların konumlarına göre hesaplamasaydık, belki de hiç bir zaman "Soyut Tanrı" kavramına geçmeyecektik... Çocuklar önce yolları Tanrı'nın kolları sanırlar... Olmadı Güneş'in Tanrı olabileceğini düşnürler. Kimisine onun hiç bir zaman görünemeyeceğini öğretiriz ancak hiç bir çocuk soyut kavram oluşturamadığı için mutlaka ve mutlaka bir yerlerde uzun sakallı bir dedenin varlığından emindir. İlk insanlarda aynen böyle... Önce güneş'i kutsamışlar ve hatta Türkler hep Güneş'e dönmüş yüzlerini... Güneş'i hesaplayabildikten sonra Ay'a geçmişler, ne de olsa karanlık korkutucudur... Sonra Yıldızları tercih etmişler... Rüzgar olmuş... Su baskınlarından korkmuşlar ve Su'ya Nur'luk vermişler... Ama kaçınılmaz bir gerçek var ki, her birisine hakim olup hükmettikçe Tanrılıklarını onlardan geri almışlar... Peki geri almayı bilmiş bu insan, niye illa ki Soyut bir Tanrı yaratmış? Bunu yine Psikoloji ile ortaya koyuyoruz... İnsan özellikle Soyut Kavramlar kavrayabildiği dönemde yani Ergenlik döneminde "Metafizik" bir arayış içersindedir, özellikle Toplum Psikolojisi böyle yönlendirir. Ateist bir ailede Soyut Tanrılardan bihaber bir birey düşünün... Kendi bünyesinde anlamlandıramadığı bir takım değişiklikler olurken bu değişilikleri yine anlamlandıramayan başka bir ergen ile konuşuyor... Doğal olarak insanın şu içtepisi ortaya çıkar: Anlamlandıramadığı şeyleri Soyuta/Bilinmeze/Gayb'a atamak... İnsanlık tarihinin orta dönemi de bunu simgeliyor... Tarım Toplumları oluştukça, Avcı-Toplayıcı toplumların Totemlerinin ve Ulaşılabilir-Materyal Tanrılarının yerini Soyut ve Ulaşılmaz Tanrılar alıyor... Aradaki yüzlerce yıllık olgunlaşma dönemini geçip, "Tek Tanrı" fikrinin niçin öncelikle Sami Irkından İbranilerde olgunlaştığına gelelim... İbranilerin inanç kökenlerinin Babillerden ve özellikle Sümerlerden kaynak aldığını ispatlayabiliyor Muazzez İlmiye Çığ ve bundan başka bilim insanı da bu konu hakkında "Köken Bilim" oluşturmaktalar... Yahudi Tarihinin en önemli ve vurucu yargısı: Yahudilerin yani İbranilerin hep sürülmüş bir toplum olmalarıdır...
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
İlgili Konu 2 - Nasıl devam Etmeliyiz Zincirin Halkaları... Devam edelim... Bir toprak kütlesinin altından bir takım yapılar ortaya çıkıyor... Mesela Mısırdaki Sfenks'in kaç metre toprağın altından çıktığını bileniniz var mı? Ya da Smyrna kazılarında ortaya çıkan şehrin? Sardes??? Bir ırmak ağızında meskun olmuş kimi yerleşimler niçin olduğu gibi bırakarak terketmişlerdir? Bunun bazıları için çok basit bir cevabımız bile var: Sivrisinekler... Akarsuya bağlı olarak oluşan sazlıklar ya da bataklıkların çevre arazileri verimliyken yerleşim almış ancak bataklıklar oluşupta kurutulamayınca terkedilmişlerdir. Yani burada bize Coğrafya ve Yer Bilim bazı bilgileri doğrulamamız için veriler veriyor... Uzun uzun yazmaya gerek yok... Sonuçta "Bilimsel Bilgi" tek bir kaynağa dayanmıyor ve bir çok bilim dalı, uzmanlaştığı alanda birbirleri ile bilgi alışverisi yaparak, belli bir konuda "Kesin Bilgi" ya da en azından "Kesin Bilgiye Yakın" veriler ve görüler sunuyor. O yüzden öncelikle şu vardır ki, Kur'an, Tevrat ve İncil'de geçen efsaneler geçmiş bilgilere dayanmakla birlikte nasıl ki o bilgilerin çağdaşı değilseler aynı zamanda Bilimsel de değildirler... Bunun en temel nedenlerinden birisi de Tarihçilik gibi diğer bir çok yardımcı bilimin prensiplerinin, bu kitaplardan yüzlerce yıl sonra ortaya atılmış olmalarıdır...O yüzden bu kitaplar Bilimsellik kaygısında da değildirler zaten.... Öyle değil mi?
-
Din, Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünmeler...
İlgili Konu 1 - Nasıl Ele Almalıyız Zinciri Kırmak... "Din" deyince aklımıza ilk gelen şey "Yahudilik" "Hıristiyanlık" "Musevilik"tir... Dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama Sami Irkı Kültürünün aslında ne kadar güçlü olduğunun en temel kanıtıdır bu ve belki de bu bir savaşın kazanımı idi. Hangi savaşın mı? Beraber göreceğiz... Öncelikle Bilimsel Tespitlerden yola çıkarak ortaya bir şeyler koyacağım ve "Dini Efsaneler/Yanlış Anlamlar" ile "Bilimsel Veriler" arasında bir tercihe gideceğiz... Dinler İlk insanlar hakkında neler söyler bunu biliyoruz ama bu söylencelerin "İman" ile pekiştirilmiş bir ön kabule dayandırıldığını ve daha önemlisi hiç bir kanıtının olmadığını, evet evet hiç bir kanıtının olmadığını da biliyoruz... Öncelikle ister İslam Coğrafyasında olsun ve ister Hıristiyan ya da başka bir inancın coğrafyasında olsun, Tarih Öncesi Bilimsel araştırmalarda kaynak olarak kullanılan meta Kur'an, İncil ve yahut Tevrat değildir... Çünkü kaynak bilgi açısından en temel ve kesin bilimsel kural şudur: Bir bilgi ancak çağdaşları tarafından doğrulanıyor ise güvenilirdir... Bugün "Atlantis" ve hatta "Mu" kıtaları hakkındaki bilgilere niçin "Kesin Bilgi" gözü ile bakmıyoruz? Mısırlı bir keşiş Yunanlı Şair Solon'a 9000yıl kadar önce bir kıtanın olduğundan bahsediyor... Solon bunu Dropides'e o da torunu olan Devlet adamı Kristias'a anlatır ve Kristias bu bilgiyi Sokrates'e aktarır... Bu olayı da bize Platon aktarmıştır... Ancak yine de ogün için 9000yıl öncesine ait, bugün için 12000yıl öncesine ait "Atlantis" efsanesine inanmalı mıyız? Ben bu gibi Efsanelerin boş olmadığını ancak mutlaka bir şekilde hikayeleştirilmiş olduklarını, temelde çok farklı bir gerçekliği, materyal bir gerçekliği ifade ettiklerini düşünüyorum, ki şimdiye kadar farklı bir edinimimde olmadı... Demek istediğim "İlk İnsanlar"ı ele alırken Kur'an, Tevrat ve İncil'e bağlı kalmalı mıyız? Tevrat'ın tarihçilik konusunda son derece güvenilmez olduğu Bilimsel olarak ispatlandı zaten... İncil ise zaten sözlü bir geleneğin yazıya aktarılmasından ibaret ve öyle ki ilk İncil dahi Hz. İsa'nın ölümünden (ki öldürülen o ise eğer! Biliyorsunuz Vali Pilatus'un affettiği kişinin adı Bar-Abba idi ve Hz. İsa'nın lakabı da Bar-Abba/Tanrı Oğlu idi) 30 yıl kadar sonra yazılıyor. Kur'an ise yine daha önce tartıştığımız gibi Tarih açısından "Yer" ve "Zaman" denklemi eksikliğinden dolayı "Bilimsel" yani ikna edici veriler ortaya koymuyor. Tabii ki "Yine de vardır bir hikmeti!" demekten yorulduysanız... Öyleyse "İlk İnsanlar" konusunda ele alacağımız dayanak ayak bastığımız yerden yani topraktan çıkan buluntular olacak... Ki bu bilgilerin güvenilirliği hem bir çok bilim ile birlikte ortaya konulan "Tarihsel Materyalizm" ile sabitleniyor. Bir bölgeden bir toprak kitlesinden çanaklar, çömlekler, heykelcikler, giyim-kuşam eşyaları, iğne ve iplikler, tekerlekler ve hatta fosilleşmiş ya da kömürleşmiş tahıllar bile bulunuyor. Alınıyor bunlar ve inceleniyor... Mesela Karbon14 metodu gibi bir çok metod ile yaşlandırılıyor ve ne kadar yıl önce kullanılmış ya da işlenmiş oldukları ortaya çıkıyor. Bu "Zaman" olarak belirlemede kullanılıyor... Daha sonra elde edilen metalardaki resimler, gravürler, çizimlerden tutun bulunabilen giysiler, dokumalar ve çanak çömleklerdeki şekiller ve bunların kendi kulplarında kadar şekillendirilişleri, ve bunlarla da birlikte heykeller ve takılar bir bütün halinde inceleniyor ve ilgili Bilim Dallarınca nasıl bir kültüre ve görüşe sahip oldukları büyük oranda ortaya konuluyor... Bu da bize "Kültür" (inanç ve dünya anlayışı) olarak belirlemelere ve fikir sahibi olmamıza yardım ediyor.
-
Gloria
Gloria ile ilk defa bugün Ra_dya ile kahvaltı yaparken tanıştım... Gerçi öğle yemeği desek daha doğru... Genelde hani şöyle bir yanlış izlenim vardır: Kariyer yapmak isteyen kadınların soğuk nevale oldukları sanılır. Gloria bu yargıyı yerle bir eden kadınlardan işte... Zeki ve bir o kadarda sıcak... Ve açıkçası konuştuğunuzda sizi yerlere serecek bir espri anlayışı var... Ya da belki Ra_dya, ben ve Gloria bir araya gelince Voltran'ı oluşturmuşuzdur, bilemiyorum... Ra_dya'da az değil çünkü... Sevgili Gloria, Tavsiyen üzerine haftaya kesin olarak tez konumu belirlemeyi düşünüyorum şimdiden... Ve gelecek seneye kadar bana kaynak taramasında yardım edeceksin. Böylelikle zor bir konuyu halihazırda kaynaklarla çabukca bitireceğim. Nasıl fikir ama? Ve bu hızlı yükseliş sonrasında ilerde ilk ünvanımı alınca ilk kitabımı sana ithaf edeceğim yardımlarından dolayı... Bir sır vereyim mi? Bu aralar bir kitapta da benim adım geçecek... Birazcıkta kendi egomu tatmin edeyim be, di mi? Selamlar...
-
"Eden Bulur" nedir?
Sayın Yam_yam, öncelikle katkınız için teşekkürler... Aslında anlatmak istediğim durum, kişinin "Sır Dünyası" ya da "Kalp Gözü" gibi yapınlarda olduğu gibi bir kötülük gördüğünde ya da yaptığında "İlahi Adalet" diye bir nitelemede bulunmasının aslında neliğini ortaya koymaya çalışmaktı. Yoksa tabii ki anlattıklarım Bilimsel değil, ancak her insan en azından "Ben birisine şöyle yapmıştım, o yüzden başıma geldi bu!" gibi bir yakarışta bulunmuştur. Bunu temellendirmek istemiştim... Saygılarımla...
-
KURAN'DA KİŞİSEL AYETLERİN NE İŞİ VAR?
Neyse, ben biraz alıngan davrandım sanırım... Kusura bakmayın...
-
KURAN'DA KİŞİSEL AYETLERİN NE İŞİ VAR?
Uffff... Ya Sayın Evren siz konunun özünü anlayında parmak sürçmelerine takılmayın. Tamam siz belki Tanrınızın yarattığı en kusursuz insansınız ama ne yazık ki ben bazen yanılabiliyorum, yanlış hatırlayabiliyorum, isimleri şaşırabiliyorum. Ne de olsa insanım yani ama en azından ezzik değilim. O kadar takılacaksak o isim: "Bill Clinton" olacak "Billy Clinten" değil. Ayrıca Türkçede isimlerin ve soyisimlerin ilk harfleri her zaman büyük yazılır. Hatta "Yanıla biliyorlar" diye bir şey yoktur, "yanılabiliyorlar" diye bir kelime vardır." vs. vs. vs... Ya Kur'an-ın bilmem ne özelliği falan değil olay. Tarih Bilim'ini yeterince özümserseniz, Kur'an açısından değil Bilim açısından bakarsanız Kur'an-ın neliğini kavrayabilirsiniz. Zira sizin açıklamanıza bakın, Benim önceki açıklamama bakın... Farkı kavrayabilen kavrayabiliyor... Herneyse... Bazı arkadaşların "Bilim" ile ilgili devinimlerini çok taraflı ve ön yargılı buluyorum. Bundan ziyade anlamama da inat ve ısrar artık tadı kaçırmaya başlıyor yavaş yavaş. O yüzden sanırım artık tartışmasak daha faydalı olacak. Bir sadece blogumda yer alacağım. Saygılarımla...
-
KURAN'DA KİŞİSEL AYETLERİN NE İŞİ VAR?
"Kişisel Ayet"ten kastımız sanıyorum ki "Muhammed Peygamber" ile ilgili ayetler olsa gerek değil mi? Benim bununla ilgili bir teorim var ve aslında teoriden ziyade bilinen bir şeyin farkedilmesi desek daha dürüstçe olur sanıyorum. Biz "Hz. Muhammed" dediğimizde aslında bir çok şeyden bahsediyoruz: -1400 yıl önce yaşamış bir insandan. -Dini ve Milli bir önder olarak ortaya çıkmış bir insandan. İlkini ele alalım: 1400 yıl öncesini bile bırakın, bugün bile doğu toplumlarında "Çok Evlilik" ve "Çok Çocukluluk" erkeğin bir güç gösterisinden ibarettir. Bilince kazınmıştır bu. Bu bilgiyi bir kenarda tutun. Bırakın 1400yıl öncesini, daha sonraki dönemlerde bile Avrupa'da Kıral ve Kıraliçelerin kimlerle nasıl ve hangi törenlerle evlenebileceği sözlü ya da yazılı olarak belirlenmişti. Hatta son zamanlarda "Elizabeth" adlı filmi bile izlerseniz, kıraliçenin "Bakireliği" bile kontrol edilmektedir. Kıraliçenin bedeni artık kendisine ait değildir. Dolayısı ile şu bilgi karşımıza çıkıyor: Anayasal olmayan AtaErkil toplumlarda, Devlet Önderinin Evliliği/Özel Hayatı büyük önem taşıyor. Ve aslında bu sadece Doğu toplumlarında da olmuyor. Bugün bile Fransa Başbakanının bir manken ile evlenmesi ya da İngiltere Kraliçesi Lady Diana'nın özel hayatı hala insanları inanılmaz şekilde ilgilendiriyor ve bu bir prestij kaynağı. George Bush'un Monica ile ilişkisi bile prestij kaybetmesine neden olmuştu. Şimdi geçelim ikinci maddeye: Hz. Muhammed ile birlikte ortaya çıkan Kur'an-da 1400yıl öncesi kabileci Arapları bir devlet çatısı altında toplayan toplumsal ve dini bir Kanun niteliğindedir. Ve diğer açıklamalar çerçevesinde Kur'an gibi Anayasa niteliğindeki bir kitapta, Devlet Önderinin özel hayatının olması, o dönem için oldukça normal ve hatta gereklilik. Daha fazla açıklama yapıp yazıyı uzatmak istemiyorum ama bu kadar açıklama bile aslında Tarihsel Materyalizm açısından ve de bir gerçeklik olarak "Din" denen kurumun neliğini ve geçmişteliğini ortaya koymaktadır. Konu ile ilgili en tatmin edici bilgi olarak bu karşıma çıkıyor. Saygılarımla...
-
Kur'an da Yer Alan Bilgilerin Kaynağı sizce nedir?
Yaa of yaaa, of yaaaa... Sayın Sarıgöl hakikaten yoruyorsunuz insanı... Ya hiç Beyin ile ilgili makale ya da bir yayın okudunuz mu siz? Toprak ile Beyin'i nasıl bir tutabiliyorsunuz? Beyin'e sadece "Et Parçası" diyebilmek açıkçası büyük cesaret ister. Hiçbir bilgisi olmayan bir kimse bunu diyebilir ancak... Ve bunu diyebilen birisiyle, Beyinin ne olduğuyla ilgili bir tartışmaya girmem bile kusura bakmayın. Zamanında Beyinin ne olduğu ile ilgili onlarca yazı yazdım, bir tanesini bile okumadan soru sorabilmeniz acayip gülünç...
-
"DİN DENDİĞİNDE ÇİLEDEN ÇIKIYORUM" dediğinde acaba bu kişi dinsizliği sevdiği için mi, ya da İslam inancından nefret duyduğu için mi bunu söylüyor...
Bilinçaltından kaynaklanır bu. Mesela Satanistler Hıristiyanlıktan nefret ederler, çünkü Hıristiyanlığın içinde, Hıristiyanlığa bir tepki olarak ortaya çıkmışlardır. Aleviler Sünnilerden, Sünniler Alevilerden pekte hoşnut olmazlar. Hıristiyanlık Yahudilikten Yahudilik Hıristiyanlıktan hoşnut değildir ve İslam ile de aynı ilişkileri vardır. Hıristiyan bir toplumun dini baskılarını reddederek Ateist olan birisinin elbette ki "Ben İslam'dan nefret ettiğim için Ateist oldum" demesini bekleyemezsiniz. Müslüman bir toplumun dini baskılarını reddederek Ateist olan birisinin elbette ki "Ben Yahudilik'ten nefret ettiğim için Ateist oldum" demesini bekleyemezsiniz. Sigmund Freud Hz. Musa'ya hayran ve soyunun İbrani olmasına rağmen, en çok Musevi Dini Ritüellerini reddeden ve hatta Museviliği bırakmayan eşinin hadi ibadetini yasaklayacak kadarda katı bir Ateist olduğunu unutmamak gerekir. O da içinde yaşadığı Yahudi Toplumunun Dini baskısından dolayı Ateist olmaya yönelmişti belki de ve bu yüzden "Ben Hıristiyanlık'tan nefret ettiğim için Ateist oldum" dememiştir. Nietzchie'de ilk önce Hıristiyanların Tanrısını öldürmüştü zaten... Reddiyeler, içinde bulunduğunuz toplumun kabullerinden başlar. Bu kaçınılmazdır. Kısaca İslam inancının dikte edildiği bir toplumda yaşıyorsanız eğer, asi bir ruha sahipseniz, elbette ki İslam'ı reddederek başlayacaksınızdır... O yüzden İslam'dan nefret ederler. Ama bir dinden nefret etmek çare midir? Tabii ki hayır... Bir Ateist, maddeyi kavrayabilmelidir tam olarak. Bunu daha önce çok tartıştık... Saygılarımla...
-
Efsane Adam - The World's Fastest Indian (2005)
Yapım : 2005, ABD / YeniZelanda Tür : Dram / Macera Yönetmen : Roger Donaldson Senaryo : Roger Donaldson Oyuncular : Anthony Hopkins, Jessica Cauffiel, Christopher Lawford, Saginaw Grant Yapımcı : Roger Donaldson Görüntü Yönetmeni : David Gribble Müzik : J. Peter Robinson Siz hiç hayallerinizin peşinden koştunuz mu? Burt Munro şöyle diyor: "Hayallerini gerçekleştirmek için bekleme. Gerçekleştirmek için adım attığında geç kalmış olabilirsin." Burt Munro Yeni Zellandalı bir motosiklet sevdalısı. 16 yaşındayken aldığı İndian Scout marka motosikletine adamış hayatını. Ve tabii ki hız tutkusuna. Düşünsenize, hayatınızın son dönemlerindesiniz... Sizi saran şey genelde ölüm ile yüzleşmek olurdu değil mi? Burt Munro ise içeriğinde Nitro Gliserin bulunan kalp ilacını, motoru güçlendirsin diye benzinliğine atacak kadar çok seviyor Hız'ı... Ve o ölümle yüzleşmekten değil, daha az hız yapmaktan korkuyor... 1967’de 950cc’lik modifiye motosikleti ile saatte 295,45 km ile bugün bile hala geçilememiş olan hız rekorunu kırdıktan sonra şöyle dedi: "Tüh! sadece bu kadar mı?" Yeni Zelanda da doğan Burt Munro, 68 yaşında ve kalp hastası olmasına rağmen Amerikadaki Bonneville Tuz Çölünde yapılan Hız Yarışına gitmek için yola çıktı. Ve dahası Burt Munro fakirdi... Motosiklet yarışlarının motosikletleri, bildiğiniz gibi sponsorlar tarafından temin edilir ve giderleri karşılanır. Burt Munro bütün her şeyi kendisi karşılıyordu. Pistonları, silindir varillerini, pençeleri, volanları, milleri hep kendisi yapıyordu... Kapı menteşelerinden, artık lastiklerden, varil parçalarından, tenekelerden yararlanıyordu... Yarışmaya katılacağı gün teknik elemelerden geçmesi bile mümkün değildi. Çünkü motosikleti durdurmak için emniyet paraşütü bile yoktu. Bu bir yana frenleri en azından 20 yıllıktı... Cevabı şu oldu: "Evlat, buraya durmak için gelmedim ki!" Belki ölecekti ama o hız rekorunu kıracaktı... Yaşasaydı, hala 40 yıldır kırılamamış olmasına rağmen Hala yaptığı o hızı yeterli bulmayacaktı... Bence yapmak istediklerimizde bir örnek olabilir Burt Munro
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Yapmayın Sayın ali0_1... Size göre belki ama Anadolu Üniversitelerinin hiçbirinde bu hoşgörü yok. Ya hu bakın daha önce bir takım örneklerini şu linkte açıkladım: Okuyu Mutlaka Sayın Ali0_1 Hayır hayır hayır, lütfen olayı saptırıp hedef şaşırtmaya çalışmayın. Toplumdan gelen kılık kıyafeti nasıl tespit edeceğiz? Ege bölgesinde "Efe" kıyafetleri mi giydireceğiz? Doğa Anadolu'da poşu mu bağlatacağız? Karadeniz Bölgesinde Horon mu teptireceğiz? Bu yazıyı ve Bu yazıyı da Okursanız, tekrar tekrar yazmak zorunda kalmayız.
-
NAMAZ KILMAYANDAN HAYVANLAR BİLE KAÇAR !
Yani dediğim gibi Sayın Tarafsız. İslam'daki Namaz ibadetinin önemini vurgulamak için mitleştirilmiş bir hikaye ve gerçek olduğuna gerçekten inanabilen insanlar... Kur'an-da anlatılan olaylarda hep böyledir... Bir deve bir insan ile bir insanın bir insanlar konuşabildiği gibi ya da başka da bir şekilde konuşamaz.