Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Bunun nesine gülüyorsunuz Sayın Sarıgöl? Neyse, Konuyu size getirmeyeyim... "Nasıl ve Neden"e gelince... Öncelikle "Bilginin Kaynağı Nedir?"den bir giriş yapayım: İster İnançlar/Dinler/Metafizik Felsefe olsun, İster Materyalist Felsefe olsun, Sergiledikleri düşünceleri tek bir şeyden hareket ederek ortaya koyarlar: "Maddi Varlık" Siz ister bir Metafizikçi olun, ister Materyalist; hareket noktanız budur... Materyalistlerin Madde'den hareket etmelerine değinmeyeceğim, çünkü biliyoruz bunu... Gerçi hala forumda "Bilim niye yoktan var etmiyor?" diyebilecek kadar Felsefeden ve Bilimden bihaber arkadaşlarımız var ama olsun... Metafizik Felsefede doğal olarak "Madde"den hareket eder önce, Var olduğunu iddia ettiği Soyut Tanrı'dan hareket etmez. Mesela Metafizik kavrama şu şekilde olur: Somuttan Soyuta: Yani kişi öncelikle bu maddi gerçekliği kavrar ve bu bilgiden Tanrı bilgisine ulaşır ancak. Tanrı, Tekİlahlı dinlere göre ancak ve ancak bu şekilde kavranabilir. Maddi dünyanın gerçekliği yordanır, kavranır, idrak edilir ve Tanrı bilgisine geçilir. Hiç bir inanan demesin ki: "Bu dünya gelip geçici, öteki taraf nezdinde o kadar önemli değil!" Öteki taraf içinde en önemli olan yer yine Maddi dünyadır. Çünkü öteki tarafta nereye gideceğinizi belirleyecek olan şeyler bu dünyaya yani Maddi gerçekliğe aittir. Burada sevap işlediğiniz için öbür tarafta Cennetliksinizdir... Burada günah işlediğiniz için öbür tarafta Cehennemliksinizdir... Nedenler, sonuçlardan daha az önemli olamaz... Bu dünya, öteki taraftan daha az önemli olamaz... Öyle olduğunu düşünebilmek çok ciddi bir mantık hatasıdır... Buradan "Soyut Cennet-Cehennem" kavramlarını kabul ettiğim anlamı çıkmasın, Bir mantığı ortaya koymaya çalışıyorum. Mesela Hz. Muhammed, Kur'an-da Tanrı'nın varlığını yine Doğa'nın kendisinden örnekler göstererek ispatlar: Gecenin gündüzü takip etmesi... Rüzgarın esmesi... Dağların konuşlandırılması... İki su akıntısının kesişmesi... Dağların yürümesi... Örümceğin yuva yapması... Hatta börtü böceğe yapılan (burada küçümsediğim sanılmasın. Bence börtü böceğe, üzerlerine yemin edecek kadar değer vermek saygı duyulacak bir harekettir... Bir Doğa'cı olarak...) yeminler... Hep onları şahit gösterir Tanrı'nın varlığına ispat olarak... Hz. Muhammed, Tanrı'yı ispat için Madde'den hareket etmiştir... Doğa'nın kendisinden hareket etmiştir... Aslına bakarsanız Hz. Muhammed, Doğa'dan başka bir şeyi de "Tanrı" diye nitelememiştir... Neyse, Gelelim yine konunun başına: Kur'an-daki bilgilerin kaynağı nedir? Bilim: "Var olan bir şeyin yok edilemeyeceğini, Yok olan bir şeyin var edilemeyeceğini" söylüyor. Bu yargıyı: "Ama bilim bunda da yanılamaz mı?" sorusu ile egale etmemiz imkansız... Bilim bir takım verilerde yanlış hesaplamalar yapabilir... Bilim bir takım hesaplamalarda yanlış sonuçlara varabilir... Bilim bir takım sonuçlardan yanlış çıkarımlar yapabilir... Bilim bir takım çıkarımlardan yeniden yanlış teoriler ya da eksik veriler ortaya koyabilir... Ancak Bilim'in yanılmadığı ve yanılamayacağı tek bir gerçek vardır: Oda "Varlık" ile "Yokluk" üzerine vardığı bu kanıdır... Çünkü eğer "Varlık"ın "Var olduğundan" emin olmasaydi, ortada araştırmasına ihtiyaç duyulacak bir şey olmazdı, olamazdı. O yüzden "Hiçbir şey yoktan var edilemez, hiçbir şey vardan yok edilemez" yargısı, Bilimin kendisinin bile çürütemeyeceği belki de tek yargıdır... O yüzden kaçınılmaz olarak kesin bir şekilde var olduğundan emin olabileceğimiz şey: "Varlığın Kendisidir." Ve bu yüzden "Yokluk" diye birşey pratikte, gerçekte aslında yoktur. Çünkü herşey sadece ve sadece "Var"dan ibarettir... "Yokluk" ise sadece bir kavramdır ve bana sorarsanız insanoğlunun Maddeyi tanımlamak için ortaya koyduğu kavramlardan en saçma, en akılsız, en mantık dışı ve en alakasız-ilgisiz kavramdır... Umarım buraya kadar anlaşılmışımdır... Öyleyse biz sadece neyi kabul edeceğiz? Var olduğunu kanıtlayabildiğimiz, Kendimize dahi kanıtlayabildiğimiz, Sonra karşımızdakine kanıtlayabildiğimiz gerçeklikleri kabul edeceğiz... Şu yargı çıkıyor karşımıza: Var olan tek şey "Varlığın Kendisidir." Öyle ise kim olursa olsun, ortaya koyulan her bilginin kaynağı da kaçınılmaz olarak "Maddi" gerçekliktir. "Soyut Tanrı" bilgisi bile kaynağını Maddi gerçeklikten alan bir yanılsamadır... Yani Metafizik Felsefe, bir yanılsamadan ibarettir. İşte bu yüzden dolayı, Kur'an-daki her bilginin kaynağı, Kaçınılmaz olarak "Doğanın Kendisi"dir... Çok bilmişlik yapmak istemem ama biraz Felsefe ve Din bilgisi olan kimselerin söylediklerimi çok rahat anlayabileceğini düşünüyorum... Forumda birçok defalar sordum ama hiç cevap alamadım... Ben açıkça söylemek gerekirse Kur'an anlatılan Tanrı'nın ve Kur'anda verilen bilgilerin Metafizik bir Tanrı'dan geldiğini hiç düşünmüyorum. O bilgiler, daha önceki de Varlığı/Doğa'yı/Tanrı'yı anlama çabasındaki Filozoflar ya da Çağının entelektüelleri gibi (ki belki de bu yüzden İslam Filozofları hep Aristo'dan hareket ettiler...) Doğa'nın yani yine "Tanrı"nın kendisinden edinilmiştir. 2+2=4 bilgisi de bu yüzden Tanrısaldır... Bir böceğin bile yaşamına saygı duymamız gerektiği gerçeği de Tanrısaldır... Fazlası ile uzun olan yazım için arkadaşlar kusuruma bakmasın... Saygılarımla...
  2. Arkadaşlar, konu hakikaten dağılyor... Ya da dağıtılıyor... Şunu teklif edeceğim: Yukarıdaki şıklardan herhangi birisini işaretleyen kimse, Niçin o şıkı işaretlediğini ifade etsin... Dayanaklarını ve açıklamalarını versin... Bende çok yakın zamanda yapacağım zaten seçeneğimin açıklamalarını... Konu dağılmasın, yazıktır valla... Saygılarımla...
  3. Yaa yapmayın Sayın Şevket63... Arapça o kadar kolay bir dil değil, yani anlayabilecek kadar öğrenebilmek 15 ay sürmesi imkansız ... Ya hu bu sorunsalı bırakın bir tarafa, Tanrı'yı anlamak için yeni bir dil öğrenmek zorunda olmak sizce tuhaf ve ırkı bir düşünce değil mi? Niye Arapça? Tanrı her millete peygamber göndermemiş mi? Hepsi kaçınılmaz olarak aynı şeyi tebliğ ettiğine göre, zaten kavrayamayacaklar mıdır Tanrı'dan geleni? Hayır ya hu niye Araplar? Neden? Müslüman olacağım derken bakıyorsunuz ki kendinizi Arap Kültürünün tamamen içinde bulmuşsunuz. "Arap Kültürü ayrı, İslam kültürü ayrı" deniliyor ve hatta bende diyordum ama öyle değil ne yazık ki... Öncelikle Arapların dili dikte ediliyor: Babam 60 yaşında ve bilmediği, anlamadığı, öğrenemediği bir dilde ne söylediğini bilmeden yıllardır namaz kılıyor... Arapların (1400yıl öncesinin) Medeni yasası dikte ediliyor: Dört Kadınla evlenebilmek, Zina karşısında öldürme, El kesme, Miras, İki kadının şahitlikte Tek erkeğe eşit olması, Baba-Erkil Bedevi kanunları vs. vs. vs... Oysa Türklerde bunlar yoktu daha öncesinde... Çok farklı bir Medeni kuralsallaşma vardı ve bunlardan daha ileri ve medeni bir seviyede idi... Alfabeleri dikte ediliyor: İlkel şeklini Nebatiler kullanmış ve Hz. Muhammed döneminde işlevselleştirilmiş, hatta Hz. Ali "Kufi" yazı şeklini geliştirmiş. Hareke denen ibareler dahasonra eklenmiş mesela... Netice de "Arap Alfabesi"... Ve yüzlerce yıl onu kullanıp kendi öz Alfabemizi tamamen yitirmişiz. Öyle ki Mustafa Kemal Atatürk bile artık o alfabenin (Uygur ve GökTürk Abeceleri) dilin fonetiğinden çok çok geride kaldığını itiraf etmiş. Niye? Müslüman olup Arap Alfabesi kullanıp sevap işleyeceğim diye yapmışız bunu yüzlerce yıl... Kendi temsilimizi, kendimizi ifade edişimizi unutmuşuz... Araptan çok daha fazla Arap olmuşuz. Abdülhamit bile Osmanlılar için Latin Alfabesini kabul etmenin çok daha yararlı olacağını kabul etmiş ama eklemiş "İslam için Arap alfabesinde ısrar gerektir." diye ve vaz geçmiş. Enver Paşa bile "Enveri" adıyla yeni bir alfabe geliştirmiş ama tutmamış "Din Korkusu" nedeni ile... Yani bildikleri halde ket vurmuşlar kendilerine anlatabiliyor muyum? Arap Giyimini dikte ediyorlar: Türban ya da Kara Çarşaf... Arap Bedevi, çölde su kaybını önlemek için Siyah Aba giyinirmiş ve bunu Arap erkekleri dahi giyermiş... Türkler Müslüman olunca bir bakıyorsunuz, hani Arap Kültürü değildi Müslüman olmak? Şimdi "Ben Müslümanım" diyen kim Eski Türklerin giyim kuşamını giymeye cesaret edebilir, günah olur mu olmaz mı diye? Tarkan filmlerini bilirsiniz, oradaki Türk Kızlarının giyimlerini yadırgamayın, çünkü kızlar, kadınlar erkekler gibi giyinebilirdi, neredeyse yarı çıplak. Çünkü kimse kimseyi "Arzulamak" niyetiyle bakmazdı. Erkeğin şeyinin üzerinde dönmüyordu dünya Türkler için. Kadınlar ile Erkekler birbirlerini azdırıcı yaratıklar olarak görmüyorlardı. Ama bakıyorsunuz Arap Kültürü, Müslümanlık diye geçmiş Türklere? Müslümanlığın Arap Kültürü olmadığını söyleyen hiç kimse "Türban" denen şeyi kabul edemez. Cemaatleşmeyi kabul edemez... Aksine şiddetle reddeder, reddetmeli... Yoksa açık açık söylüyorum; Yalan söylüyordur, ikiyüzlülük yapıyordur... Ya hu daha onlarca örneği var bunun... Hepsini sayfalarca yazabilirim şu an... Benim karşıma geçip: "Tamam kardeşim; Kur'an-ın kimi yasaları toplumsaldır, kimisi inanca dayanır. Toplumsal olanları o döneme aittir ve Arap Kültürünü yansıtır. İnanca dair olanları da kişinin kendi tercihidir, seçimidir, vicdan özgürlüğüdür. Kişinin kendi Tanrı anlayışıdır, idrakıdır, felsefesidir..." diyemeyen hiç kimse, Müslümanlığın Arap Kültürü demek olmadığını savunamaz... Bunu diyebildikten ve uygulayabildikten ancak sonra her kavram daha da netleşir. Yoksa bir buçuk yıldan yaptığım gibi havanda su dövmekten başka bir işe yaramaz. Herkes için böyle bu; Kim olursa olsun, kimsenin bunları kabul etmeye cesaret edebilmesi bir yana hatta bildiklerini ya da öğrendiklerini, kabul ettiklerini bir an bile olsun sorgulama cesareti gösterebildiğini dahi pek sanmıyorum... Kusura bakmayın biraz acımasızca olacak ama her iki taraf için de bu böyle ne yazık ki... Bilen bilir, ben doğru olanı her zaman kabul ederim... Yanlışımı da itiraf edip düzeltmişimdir... Ama nedense kendimi "Hep yanlış söyleyen kimse" olarak görmeye başladım... Çünkü diğer herkes hep doğruyu söylüyor... Ben açık açık söylüyorum: Kur'an-ın iki yönü var... - Birisi Arap Kültürüne has Toplumsal ve Kültürel Yasalarıdır... - Diğeri de belli bir Tanrı anlayışıdır, felsefesidir... Toplumsal kurallarının bugün (hatta Hz. Muhammed öldükten 30 yıl hatta hemen sonra bile uygulanmamıştır bunların çoğu, değiştirilmiş, yenileri kabul edilmiş ve uygulanmıştır) uygulanamayabileceğini, Türklerin bu yasalarla Araplaştırıldığını biliyorum... Ve o Kültürel kalıpları benimsemiyorum, şiddetle reddediyorum... "Tanrı"ya yani "Tanrı"nın neliğine dair olan görüşlerinde Vahdet-i Vücut anlayışına dayandığını düşünüyorum ve tamamen kişisel ve vicdani bir tercihten daha fazlası olmadığını iddia ediyorum... Bence Hz. Muhammed "Doğa"nın kendisine bakmış ve ona "Allah - Al-İlah" demiştir. Buna dair bir çok niteleme var Kur'an-da açık açık. Tek tek verdim zamanında... Bu kadar açık ve net kendisini ifade edebilecek olan etsin... Yoksa lafı daha fazla uzatmanın bir anlamı yok... Her neyse... Ben artık tartışmak istemiyorum. Yoruldum gerçekten, hep aynı şeyleri söylüyoruz artık. Herkes hep doğru, kimse hiç yanlış değil nedense... Açıkça söylüyorum; Herkesin dürüstlük konusunda o kadar samimi olmadığını düşünüyorum. Bazı şeyleri kabullenebileceğini, En azından Evrensel bazda yanlışlarını görebileceğini düşünmediğim hiç kimse ile artık tartışmaya girmeyeceğim... Sizlere faydalı tartışmalar... Saygılarımla...
  4. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Yok Sayın HayHak... Tam olarak doğru anlamışsınız... Ölüm dediği şey aslında; Ölmeden Ölmek... Cennet dediği; Huzur... Cehennem dediği; Izdırap... Kıyamet; Öldüğün Gün... Hesap Günü; Canını verirken kendine verdiğin hesap olmalı... Tebrikler... Saygılarımla...
  5. Peki, öyle yapacağız artık, ne yapalım... Yine de sağolun...
  6. TMNT - Nina Kaplumbağalar Teenage Mutant Ninja Turtles 2007nin bence en güzel Animasyonu... Yıllardır Ninja Kaplumbağaları izleriz ama bunun farklılığı, Ninja Kaplumbağaların karakterlerinin özellikle vurgulanmış olması... Leonardo hem doğal karizmatik olarak, hem de kardeşler arasında en olgun ve büyük olması bakımından önderlik ipini göğüslüyor. zaten önderlik onun ruhunda var. Aralarında en güçlüsü o bu bakımdan. Kendisine en çok güveneni de o... Hem zaten diğerlerinin önderlik etmek gibi bir hevesleri de yok. Bu yüzden Leonardo kaçınılmaz olarak bu Kardeşler Gurubunun Önderi olmak zorunda kalıyor. Her zaman temkinli ve sonraki adımları düşünmeye programlı sanki... Ve, Usta Splinter'ın görüşlerine çok güveniyor. Bu açıdan NewYork'ta yetişmiş bir kaplumbağa olmasına rağmen, Doğu'nun "Öndere Bağlılık" kabulünü fazlasıyla benimsemiş birisi, yani gelenekçi... Silah olarak "Katana" denen kılıçları kullanıyor ve Mavi rengi seviyor. Kardeşi Raphael ile pek anlaşamıyor ama hep birbirlerini kolluyorlar mücadelelerde... Ying ile Yang gibi... Michelangelo ise tipik bir Parti çocuğu... Her gün parti verilse her zaman vakit yaratır gibime geliyor. Ama onu en çok sevmeme neden olan şey, içinde bulunduğu her durumda eğlenebilmesi... Dövüşürken bile rakibini sanki rakibiyle bir oyunun parçasıymış gibi oluyor. Komik diyaloglarla süslüyor... Bu açıdan Boksör Muhammed Ali'yi andırıyor bence, semaptik... Aslına bakarsanız zaten kardeşlerin en küçüğü o, belki biraz şımartılmıştır, bilemiyorum... En çok Kay Kay ile kaymayı seviyor mesela. "Nunçaku" denen, bizim küçükken özenip yapmaya çalıştığımız ama hep kafamızı yardığımız aleti ustalıkla kullanıyor. Sanırım aralarındaki en esnek olan karakter o. Deli dolu olduğu için onu kollama görevi Donatello'ya verilmiş. Çizgi filmden hatırladığım kadarıyla insan olmaya özeniyordu bir ara ama kaplumbağa olmayı da seviyor ve onun rengi Turuncu... Raphael ise karamsar/pesimist bir kardeş. Bu yüzden Leonardo ile hiç anlaşamasalarda birbirlerini tamamlıyorlar. Rapçi bir tarz takınmayı seviyor. Ona kalsa altından çıkamayacağı hiç bir mücadele yok, o yüzden fazla düşünmeye gerekte yok... Saldır gitsin, nasılsa bir kazanan olacak... Çabuk sinirleniyor ve aslında Leonardo'nun aksine tek başına mücadele etmeye bayılıyor. Ait olduğu ailede kardeşlerinden ayrı hareket etmeyi seviyor ama onlar için her şeyinide gözünü kırpmadan verebilir. Farklı ve kendisine özgü bir sevgi besliyor onlara karşı. Onun rengi bu yüzden Kırmızı olsa gerek. Leonardo ile hiç anlaşamasada ikisi bir bütün oluşturuyor sanki... Yukarıda demiştim: Ying ile Yang gibi... Kullandığı silah "Sai"... Donatello'da kardeşlerin en akıllısı ve bir dahi. Ailenin akıl küpü'de denilebilir. Diğer kardeşleri ile bir alıp veremediği yok, sakin bir ruh hali var. Tüm enerjisini düşman ile mücadeleye ve Bilim'e vermiş durumda. Yapamayacağı ve tamir edemeyeceği hiç bir alet yok. Kendi halinde ve biraz çekingen bir tavrı var ama Raphael kadar Asosyal değil... "Mor"u seviyor ve alet olarak "Bo Değneği"ni ustalıkla kullanıyor. Geri planda olup olmamak onun için önemli değil, kendisini keşfetmeyi seviyor. Michelangelo'ya o göz kulak oluyor, çünkü onu ancak o zabtedebiliyor. Filme geçersek: Bundan tam 3000 yıl önce Winters adlı bir Kral Savaşçı "Kikan Yıldızları" adlı 9 gezegenin ard arda sıralandığı bir tarihte dünyaya bir kapı açıldığını keşfeder ve tüm dünyayı ele geçirmek için o kapıdan gelecek olan güce sahip olmak için kapıyı aktif hale getirir. Ama tabii ki kapıdan gelen güç onun generallerini taşa çevirirken ona da ölümsüzlük verir... Bu lanetin sürmesini sağlayan 13 canavarı dünyaya salar. Winter zaman içinde bir çok kıralın kendisi olmuş ve artık ekonomiye dayalı yeni bir kırallık kurmuştur ve aradan tam 3000 sene geçmiştir. Kapı yeniden açılacaktır... Ve taştan generallerini canlandırıp yeni bir şeyin peşine düşer... Gerisini yazmayayım, çünkü Nina Kaplumbağalar ve Animasyon hayranları için çok güzel bir film...
  7. Uzak Doğu sinemasının yine en güzel Korku filmi örneği ile karşınızdayım... Ben aslında kesmeli-biçmeli filmleri pek sevmem ama Uzak Doğu filmleri bence izlenmeye değer. HollyWood bu tarz filmlerde hiç başarılı değil ve taklitten öteye gitmiyor. Birde Amerika ve Avrupalıların o yüz ifadelerine "Korku" filmi hiç gitmiyor bence. Peynir gibi bir İngiliz suratında "kan" çok iğreti duruyor. Ama Uzak Doğuluların o standart yüz ifadeleri doğal bir soğukluk ve ister istemez ürperti veriyor. Yüz ifadeleri çok önemli bence, mimikler falan. Her neyse, Şimdi bir adam var tamam mı! Bunun karısı ölüyor... Gidiyo başka bir kadınla evleniyor ama iki kız çocuğu var, o kadınla anlaşamıyorlar... Olay bu... Filmin korku sahneleri diğer korku filmlerine benziyor açıkçası. Ama şu var: Filmde yaşananlar kızların ve üvey annelerinin psikoloik rahatsızlıklarının ortak ürünü mü, Yoksa gerçekten mi yaşanıyor tam kestiremiyorsunuz. Zaten sizi filme bağlayan da bu oluyor açıkçası. Aniden bir yerlerden gri tenli ve kanlı kollar bacaklar fırlıyor... Soğuk ve ifadesiz bir gri-kanlı bir yüzü birden karşınızda görseniz ne hissedersiniz? Ben bu filmi Askere gittiğimde izlemiştim ve askerlerime de izlemeleri emrini vermiştim. Tabi sonra pişman oldum, Çünkü 1,5 km ötede dağın tepesindeki ışıksız nöbet kulubesine asker bulmakta zorlanmıştım. Kimisi psikoza giriyordu neredeyse...
  8. Ben diyecektim ki, şu "Sinema" bölümünde her konu açtığımızda biz yazmak zorunda kalmasakta otomatik bir "İzleyecek olanlar okumasın" uyarısı olsa? Yani biz o kutucuğu işaretlediğimizde o yazı ya da uyarı otomatik çıksa? Hoş olmaz mı?
  9. Tengeriin boşig şurada bir başlık gönderdi: Yabancı Sinema
    Shutter Bir Tayland Korku filmi Yönetmen: Banjong Pisanthanakun Oyuncular: Ananda Everingham, Natthaweeranuch Thongmee, Achita Sikamana, Unnop Chanpaibool Senaryo: Banjong Pisanthanakun, Sopon Sukdapisit, Parkpoom Wongpoom Müzik: Chartchai Pongprapapan Ya hu müthiş bir film... Tipik Uzak Doğu Korku Sineması başarı örneği... Güzel bir Tayland yapımı... Fotoğraf çekmeyi sever misiniz? Sevgilinizi intahara sürükleyecek kadar kırarak mı terkedersiniz? Bu filmden sonra bu iki hobinizden de büyük ihtimalle vazgeçeceksiniz diyerek abartayım da ilginizi çeksin... Bence önce filmi bulun ve izleyin... Hakikaten çok güzel bir film... Çok korkunç... Bundan sonrasını, filmi izleyecek olanlar okumasın... Ama şu var, filmden sonra bir süre eski fotoğraflarınıza tekrar tekrar bakıp: "Acaba bende hiç hayalet resmi çekmiş miyim?" diye meraktan kıvranıyorsunuz... Ve bir süre sonra o kadar şartlanıyorsunuz ki hakikaten çektiğinizi sandığınız fotoğrafları bir köşeye ayırıyorsunuz. Bakın açıkçası söyleyeyim, filmin kurgusu da temposu da sonuna kadar bitmiyor. Hatta filmin bir bölümünde filmin bittiğini sanıyorsunuz... "Yuh beee, bu muymuş br film?" diyorsunuz, koltuğunuzdan tam kalkacağınız sırada film sanki yeniden başlıyor. Kurgusunu zaten filmin sonuna kadar anlamıyorsunuz ve artık tuvaletinizi tutmak zorunda kalıyorsunuz film boyunca. Filmin sonunda her şey ortaya çıkıyor ve hemde filmin en gerilimli ve tüyler ürpertici sahnesi olarak... Bence boynunuz ağrıdığında falan önce bir hacıya hocaya gidip, okutup üfletin... Rahip ya da Haham'da olabilir, artık inancınız neyse... İnançsızsanız böyle bir olay başınıza gelmez zaten, merak etmeyin... Yine o halinizle ilk önce bir fotoğraf çektirin derim ben şahsen... Makyaj falan güzel zaten, Kanlı gözler, gri ve ölmüş bir ten... Aniden oradan buradan çıkan bir şey!!! Kuzenim, böyle filmlerden hiç korkmayacağını söylemişti. Bende aldım kendisini, uzandık, seyrettik... Filmin sonunda kuzenimi koluma sıkı sıkıya sarılmış halde buldum... Levye ile ayırmak zorunda kaldım... Birde yine buna benzer "İki Kız Kardeş" diye bir film vardı. Onunda konusu müthişti, bugün tekrar koyup izleyeceğim... Onuda Askerdeyken askerlerime izletiyordum, Bir tanesi "Komutanım nolur ya kapatın ya da izin verin ben izlemeyeyim!" demişti ağlak bir halde... Ee emir emirdir, izlettim tabi... O gece nöbete gidememişti korkudan... Gerçi ben o büyük odamda yatabilmişmiydim? Pek rahat değildim açıkçası. Hele dolabımın kapısı aralanınca...
  10. Ya hu sen iste yeter ki ablacım... Bak yakında güzel filmler geliyor, mutlaka gideriz. Aslında aklımda yok değil ama terminatörden tırsıyordum ben...
  11. Tengeriin boşig şurada bir başlık gönderdi: Yabancı Sinema
    Ben Efsaneyim... İnsanlar kuduruyor... I am Legend Yaa işte Amerikalılar var. Birisi zarar veren kanser virüsünü mutasyona uğratıp yararlı bir virüs haline getirmeye çalışıyor. Ee ne de olsa Amerikalı, yapıyorda kerata... Sonracııma bu virüs insanlara birden yayılıyor ve insanlığın %99u telef oluyor. Daha doğrusu Eski İnsan-Yeni Mutasyon İnsan oluyorlar. İşte güneş ışınları falan zarar veriyor bunlara cart curt. Will Smith NewYork'ta bağışıklık kazanmış tek kişi ve zeki biri. Hastalığa bir kaç senedir çare arıyor ama kafayı sıyırmış biraz. Cansız Mankenlerle konuşuyor falan... Fetişist olmuş en sonunda, Cansız bir manken var, hergün onu tavlamaya çalışıyo... Ama onu bile beceremiyo garibim. ... ... Böyle çok sıkıcı oldu değil mi anlatışım? Eski usule döneyim en iyisi... Şimdi arkadaşlar öncelike "Ölülerin Şafağı" "28 Gün Sonra" "28 Hafta Sonra" "Ölümcül Deney" konseptinin tipik bir kopyası olan film... Ama ne me lazım "28 Gün Sonra" bu tarz filmler arasında diğerlerinden daha kült görünse de, bence bu film onu aşmış. Öncelikle Will Smith'in oyunculuğu zaten göz dolduruyor. Sonra filmde konusuna daha özgün bir bakış var. Mesela insanları Mutasyona uğratan şey bildiğiniz Kanser virüsü. Doktorun birisi bu virüsü Mutasyona uğratıyor ama bu hesaplanamaz bir biçimde insanda başka bir hastalık meydana getiriyor. Güneş ışınlarına çok hassas bir ten, İnsan eti yiyen bir yaratık... "Ben yaratığın, zeki, çevik ve kültürlü olanını severim" nüktesine şak diye oturan bir karakter var yani. İçersinde dramatik öğelerde var nitekim. Tabi içinizi bayacak olan: "Ahh! Amerikalı olmasa biz neyderdik? Jesus olmasa neylerdik? O'na inan, çünkü O sana inanıyor!!!" klasik argümanı, filmin son 10 dakikasını falan dolduruyor, insanın artık: "Yeter be, ne bu? Sen ki koskoca bilim insanısın... Git o kadar Mutasyonla uğraş, Evrimi kabul et, Film boyunca -Tersine evrim kanıtlandı, mutasyona uğramış insanlar tamamen hayvani davranışlar sergiliyorolar!- diye bilimsel tespitte bulun, Mutasyonu yok etmek için bi yerlerini yırt, ha keza bunu birde başar... Ama can sıkıya gelince -tamam be inandık işte ne var? Al işte!!!- de!!!" diyesi geliyor. Ya hu bu Amerikada hiç mi Ateist Bilim adamı yok? "Kor" diye bir film vardı vakti zamanında, Yerin dibine inip, yine dünyayı kurtarıyorlardı... Orada da adamlar imana geliyodu birden... Filmde ordan burdan Mutasyona uğramış insancıklar çıkacak diye film boyunca geriliyorsunuz... Ama çıkıyor mu? Hahh haaa... Cevaplamayacağım, efektleri ve hissettirdikleri güzel açıkçası... Sağlam geriliyorsunuz, onu söyleyeyim... Ama bakın, yanınızda şöyle bakmaya kıyamayacağınız birisi olsun tamam mı mutlaka? Oy oy oy! Kıyamam ben... Amma da masumlaşıyorlar be... Oysa içlerinde de öyle bi canavar var biliyorum ben... Sinemaya girerken Satanik tarzda karacalı bi hatun: "-Ay, kanlı bi film olsuuuun!!! Lüfeeeeeennnööğğğğğrrrkkkkkkhhhhhh!!!" diye hönkürdü sağolsun. Zaten benim gerilmem o zaman başladı. Beni kesecek sandım yaf!!! O hatunu alıp "Saw 5"i çekicektim ama sevgilisi kalıplıydı, yemedi tabi... Ne me lazım, kedi diye beni keserler falan cumartesi cumartesi... Birde şu aşağıdaki afişi okuyun! "Son Adam, Dünyada (Yeryüzünde) Yalnız Değil"mi yazıyor orada? Kursun gözünü seveyim, etkisini göstermeye başladı şimdiden... Adam filmde bir şey diyor ve bendeki tepki şu: "Ahanda valla anladım, billa anladım... ehe ehe ehühehüeeee!!!" Tabi yanınızda altyazılara hiç ihtiyaç duymayan bir kimse olunca bu sevinciniz kursağınızda bir yutkunma olarak kalıveriyor. Bu arada Çarşamba günü "Kur 1" sınavım var, başarılar dileyin... Gerçi orada bu filmi sormayacaklar ama Biliyorsunuz, ben yaparım nasılsa... Ama itiraf edeyim: "Last"ı en başta "Sondaki" diye çevirdimdi... İki saat bön bön baktım "Ne diyo bu bee?" diye... Jeton sonradan düştü tabi... "Ya hu, ha -last samuray-, ha -last man-..." mantığıyla işi hallettim... Neyse, Filme dönelim... O yaratıkların çığlıklarını unutmayacağım açıkçası. Ya hu insan mutasyon geçirirde, sesi böyle mi değişir kardeşim... Düşünsenize, ses sistemi mükemmel bir salonda, kulağınızın dibinde yaratık hönkürüyormuş gibi oluyorsunuz 2buçuk saat boyunca... Sonra kordonda yürürken kulağınıza yankılanıyor o ses... Habire "Arkadan yaratık mı geliyo acep?" diye bir irkiliyosunuz... Niye? Çünkü o saatte Kordonda sizden başka kimsecikler yookk! O anda irkilmezsiniz aslında ama insanların genetiğinde var sanırım, birbirlerinin irkilmelerini tetikliyorlar... Ya birde, sen mutasyon geçirmiş adamsın kardeşim. Neyine senin tuzak kurmak, entrikalar çevirmek... Delikanlı gibi çık, dövüş, ye, kurtul... Bizimkiler binbir türlü oyun çeviriyor, yok dalavereler falan... Kendi tenezzül etmiyo, köpeklerini salıyo falan... Onlar zaten çıldırmış... Bir ton tantana falan yaa işte, ohoo oooo!!! Filmin sonunda jönümüz bir hatun yaratığı iyileştirmeyi başarıyor. İyi ki de o hatunu iyileştiriyor... Zebellah gibi bir erkek olsaydı pek estetik durmazdı açıkçası o haliyle... Her neyse... Dediğim gibi konu klasik ama bakış açısı ve efektler yine de özgünümsü... Alın badem gözlü birisini yanınıza, bir filme bakın bir ona... Hani neydi!!! "Amelie" sinemada filmden çok, izleyenlerin yüz ifadelerini seyretmeyi severdi değil mi? Benim sonum hayra alamet değil kardeşim... Adam olmaz benden... Neyse, İzleyin, izletin... Yaratıkta olsa insan insandır kardeşim, saygı duyun... Bu arada Cem Yılmaz "Arog"u çekiyomuş. Fragmanını gördüm, koptum yaa... Her neyse, Saygılar arkadaşlar... Gidin izleyin işte, benim hoşuma gitti...
  12. Sayın Muki ve Sayın Hoppa... O şıkkın orada olmasının nedeni, İslam dinini sadece Yerel bir Arap Kültürü olarak tanımlayanlar da olabilir diyedir. Yoksa zaten ankette birden çok şık seçebiliyorsunuz... Neyse, Ben konu ile ilgili açıklamaları ve anket sonucunu çok merak ediyorum ama sanırım fikir beyan etmekten ve şık tiklemekten çekiniyoruz...
  13. Kur'an-da ki Bilgiler, Hangisi ile Benzedir ya da Hangisinden kaynağını alır? Lütfen Açıklamalarınızı da yazınız...
  14. Alevilik çok çeşitli kollara ayrılıyor aslında Sayın Tarafsız... Hz. Muhammed'in halefinin Hz. Ali olduğu düşüncesinde birleşiyorlar. Tabii bunu çok mistik hale bürüyen Alevi kolları da var. Sever misiniz, sevmez misiniz bilemem tabii... Ama ben Hz. Ali'yi en azından tarihi bir şahsiyet olarak severim...
  15. Sayın Larsie... Bu hikaye "Hz. Ali"nin başına gelmiştir, bir peygamberin değil. Büyük ihtimalle Bedir savaşındaydı sanırım.
  16. Hoşgeldiniz... Bakalım nasıl paylaşımlar bekliyor bizi...
  17. Tam bam teline dokundunuz Sayın Yersoy... Freud tam benim adamımdır...
  18. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Dünyası
    Ama şimdi bak ben burada devreye girerim yani... Sayın Yersoy demiş ki; "Bilim Maddeyi Yoktan Var Etti" dememiş ki? Zaten ben açıkça söylüyorum, Sayın Yersoy böyle bir şeyi hiç bir şekilde iddia edemez... Bilimi savunan hiç kimse iddia edemez... Ne diyor Bilim: "Hiç bir şey yoktan var olamaz, varken yok olamaz..." Bilimsel bir araştırmanın ya da verinin ve Bilim ile hareket eden birisinin bunun aksini söylemesine imkan var mı? Ama bana sorarsanız ortada bir "Yoktan Var Etme" eylemi var gerçektende burada... Tamamen Cansız olan yapıtaşları bir araya getirilerek, Sentetik Bir Canlılık oluşturuluyor... Yani halihazırda yokken, bir "Canlılık" meydana getiriliyor... Bu "Canlılığı" yoktan var etmek değil midir, sentetik olsa bile? Canlı Kopyalama da öyle bir şeydir... Ya hu şu var aslında, hala İlk Çağ'ın Felsefik tanımlamaları ile hareket ediyoruz. Canlı Kopyalandığında, ortada "Maddeyi yoktan var etmek" arayanlara gülüyorum. Çünkü hiç bir bilim adamı Canlı Kopyalarken "Maddeyi yoktan var etme"yi amaçlamamıştır... "Canlılığı" yoktan var etmeyi amaçlamışlardır ve yapmışlardır. Ee tabi Metafizik Felsefe'de sınırlarını bu sefer iyice daraltmış ve "Yiyorsa Maddeyi Yoktan Yaratsın" demiş. Ama öyle bir durum söz konusu olmayacak, Çünkü Bilim ta en baştan "Yoktan Var Edilemeyeceğini" bir kanun olarak kabul ediyor Ve maddeyi yoktan var etmekle uğraşmıyor, uğraşamıyor... Yoktan var edildiğine de inanmıyor... Zaten bana kalırsa dinlerdeki tanımlamalarda budur aslında. "Yoktan Var Olma" meselesinin "Madde"nin yoktan var olması ile ilgili olmadığını, "Canlılığın" ortaya çıkışı ile ilgili olduğunu düşünüyorum. İlk defa bir şey yapacağım, Ve foruma üyeliğim süresince ilk defa şöyle bir soru soracağım: "Bu iletimde söylediklerimi anlayabilen var mı?" Saygılarımla...
  19. Al işte... Ben şimdi buna uyus olurum Sayın Yersoy... Ben onlarca ileti yazdım ve bunu anlatmak istedim... Tek cümle ve tam isabet... Ya hu o kadar açıklamalar falan hikaye oldu beeee!!!
  20. Ya hu ben diyoruuuuuummm... Bazıları "Protokol Kuralları", "Saygı", "Adab", "Devlet Geleneği" nedir bilmiyorlar... Zerre kadar haberleri yok... Eğitilseler bile sindirebilecek kapasite yok... Uygulayabilecek ciğer yok... Yine söylüyorum, annem hep söyler: "Alışmamış **** , don durmazmıııııııııııışşşş..."
  21. Sayın Gelincik... 1400 yıldır kötülenen ve hiç prim verilmeyen bir imge'ye (Satanistler Hıristiyanlığın Şeytan kavrayışına prim vermişler ama İslam'ın Şeytan Anlayışından kaynaklanın ilk örnek bu olsa gerek), Eskiden çok sıkı ve koyu bir Müslüman olan bir kimsenin Daha sonradan "Ya hu bu İblis haklıymış aslında be!" diyebilmesi bi mucize değil midir? Bence mucizenin alası karşımızda duruyor... Şu ana kadar söyledikleri de kendi içersinde tutarlı gibi... Hem sanırım Hoppa peygamber olma iddiasında değil, Sadece bir inanan, o kadar... Bence mucize beklemeyelim ama daha doyurucu bilgiler vermesini temenni edebiliriz tabi ki...
  22. Sayın DemirEfe... Muazzez İlmiye Çığ'ın kitabının sadece bir hareket noktası olduğunu söyledim ama verdiğiniz örnekler o kitapta değil de başka bir eserinde geçiyor. Yazdıklarımı da tek bir kitabı ya da eseri kaynak alarak yazmam genelde, burada da öyle yapıyorum. Yani ne sadece Kur'an-dan hareket ediyorum, ne Çığ'ın kitabından, ne sadece Tevrat'tan. Bu neyse... Asıl gelmek istediğim nokta belli aslında: Kutsal kitapların, önceki bilgilerin ve kültürlerin bir sonucu/ürünü olduğu mu, Yoksa Metafizik bir güç tarafından bir kimseye bildirildiği mi... Ancak bu söylediğim gibi bir anda gelinebilecek tartışma konusu değil... Öncelikle diğer bazı önemli noktaların ve bilgilerin ortaya çıkması gerekir... Saygılarımla...
  23. Keşke hep aydınlatsalar ve Efendi Türkler... Ben o ışığın söndüğünü görüyorum... Protokol kurallarını zerre kadar bilmeyen bir Cumhurbaşkanı ile Başbakana sahibiz. Biri gider terörist destekçilerini konuta davet eder... Hadi biri bu haltı yedi diyelim, yine de bir protokol uygulanır değil mi? Biri gider bu protokolde abdesi bozulur dite Cumhurbaşkanının eşinin elini sıkmaz... Yine o en baştaki biri Arap Kıralını ülkeye çağırır, Hadi çağırdı tamam ama sen ki koskoca Cumhurbaşkanısın... Ayağına gider, el etek öper... Milletini ayaklara serer... Abd'nin konsolusu bir açıklama yapar, Kalkar sanki eşdeğeriymiş gibi Başbakan karşılık verir. Ya hu senin Dışişleri bakanın ne güne duruyor? Senin Cumhurbaşkanın bir şey söyler, Abd. o kadar ciddiye alıyordur ki seni Onların Başkanı değilde, Dışişleri Bakanı cevap verir... Onursal eşdeğeri olduğu için sanırım. Sonra bizim Cumhurbaşkanı ayağına gider falan... Sonra bi kanun çıkarırlar, müsteşarlara mıydı neydi... Kırmızı halı serilecek artık... Yakında Türbanlı Memurlara serilmesi için bir karar daha alınır, merak etmeyin. Yani bilmem kaç yıllık protokol gelenekleri yerle yeksan olmuş... Annemin çok çok güzel bir lafı vardır: "Alışmamış ...te, don durmazmış!" Bunlarda da durmuyor işe...
  24. Binlerce yıl sonrasının mantığı ile ele alıyorsunuz bence Sayın DemirEfe... Dediğim gibi "Tapınak Kadınlığı" denen bir şey var, Taa Babillerden, Sümerlerden gelen bir sistematiği var bunun. Tevrat'taki bir çok ilahinin, uygulamanın kaynağı da Sümer metinlerinden ortaya çıkıyor. Yani bu bir ibadet gibi bir şey o dönemin kabulüne göre anlatabiliyor muyum? Kendini adama olayı... Ve bu her halükarda mistik bir şeye bağlanıyor. Belki bir Haham ile birlikte oluyor ama Haham'ın ruhani makamı onu Tanrısallığa büründürüyor. O yüzden tapınakta doğan her bebek "Tanrı Oğlu" kabul edilip öldürülüyor, Yaşamasına izin verilmiyor. Bu Tanrı Oğullarından Hz. İsa hayatta kalıyor, Çünkü Meryem onu tapınakta doğurmuyor, kaçıyor ve dışarıda doğuruyor. Belkide Hz. Meryem nişanlısından hamile kalmıştı... Nişanlısı da zaten Tanrısallığı olan birisi... Yani öyle bir görüş var. Ama ne olursa olsun, o çocuğu evlenmeden önce ve henüz kendisini tapınaka adamışken doğuracaktı... Yani kaçınılmaz olarak İsa, "Tanrı Oğlu" olarak adlandırılacaktı... Yani kadın orada çaresiz kaldığı için, kurtulmak için soyuta atamıyor... Olay zaten buna kaçınılmaz olarak atanıyor. Kabulleri böyle yani...
  25. Meryem'in Gebe kalabilmesinin de temelleri var tabii ki. Yani dediğim gibi, dinsel öğretiler bence durup dururken ortaya çıkmıyorlar. Çooook eskilerden temellerini alıyorlar. Bir kaç kültürden örnek vereyim; Öncelikle her zaman yaptığım gibi Türklerden bir iki örnek, Uygurların "Kayın Ağacı-Türeyiş" efsanesini duymayan yoktur sanırım. O efsane yüzünden Kayın-Ana, Kayın-Baba, Kayın-Ço(cuğu) gibi sıfatları türetmişizdir zaten. Efsane şöyle: Tola Ile Şelenga birleşir dökülürmüş, Suların kavşağında bir ada görülürmüş. Adanın ortasında bir tepe göğe ermiş, Tepenin tam üstünde bir de Kayın göğermiş. Gün olmuş zaman olmuş bir Işık peyda olmuş, Işık gökten inince, Kayın da nurla dolmuş, Ne zaman ki, gün batar, ışık gökten inermiş, Kayından sesler çıkar, herkes müzik dinlermiş. Bunu duyan uygurlar, hep birden şaşırmışlar, Bu durumu görenler aklını kaçırmışlar. On ay On gece Kayın ışık ile sarılmış, Bir gün tam şafakleyin Kayın birden yarılmış. Beş güzel çocuk çıkmış Kayının ortasından, Gözleri kamaştırmış, bakmışlar Arkasından. Gün olmuş zaman olmuş, hepsi kocaman olmuş, Küçükleri "Böğü-han" Uygurlara Han olmuş. Her ışık ile doğum efsanesinde, Işık'tan doğanların "Tanrısal" ve Türklere göre ise "Kut"sal olduğunu unutmamak gerek. Tanrı o kişi'yi "Kut"lu olarak seçer ve seçilmiş kılar. Mesela Siyamlılara göre evleri koruyan Tanrı'nın annesi de Bakire imiş. Moğollarda Buyan Han'ın kızı da kapıdan giren bir ışıktan, nurdan gebe kalmış. Bu ışık kapıdan girince bir hayvan sembolü almış ve Tanrı'nın elçisiymiş. Amerika'da Hopi yerlilerinde daha önce hiç kimse ile birlikte olmamış bir kız, sabaha karşı odasına giren güneş ışığından gebe kalıyor ve çocuğuna "Güneşin Oğlu" deniyor. Çin'de bir çok kıralın annesi bu şekilde hamile kalmış ve ayrıca Tanrı Foe'nin annesi de Işık'tan yani Nur'dan gebe kalmış. Hintlilerde de varmış buna benzer Bakire doğumları. Burada ortak nokta şu: Her doğuranın Nur'dan bir elçi tarafından gebe kalması yada bu Nur'un buna vesile olması. Her Bakire gebenin "Erkek" doğurması. Her doğanın kutsal kabul edilmesi. Bunlar bir çok kez tartışılmıştır, ben bunu yeniden dillendirip aynı pilavı sunmak istemiyorum. Şunu sorgulamak istiyorum: "Bakire"liğin tanımı ne? Kültürel olarak bir kadın, bir erkek ile fiziksel birleşme yaşayınca Bakireliği bitiyor. Kan geliyor falan. Yani canlı iki bedenin birleşmesi söz konusu. Lakin Tapınaklardaki ya da kutsal doğumlarda Bakirelik bu değil bana göre. "Kızlık Zarı" denen şey gerçekte bozulsa bile, doğacak olan Tanrı'nın nuru ile doğacağından, kadının bakireliği Manevi olarak "Bozulmamış gibi" oluyor. Çünkü bakın, Yahudilerde Bekaretini evlilik dışı kaybedene "Ölüm" cezası var. Kim olursa olsun... Tapınakta "Tanrı Oğlu" olarak doğan bebeklerde öldürülüyor. Yaşamalarına izin verilmiyor. Demek ki Yahudiler Hz. Meryem'in Tapınakta kendisini Elohim'e adadığını Ve belki de orada Tanrı'ya nefsini terkettiğini biliyorlardı. Onu idam etmemelerinin nedeni bu olsa gerek. Yani Hz. Meryem bir beşer ile birlikte olmadığı için, hala bakire... (yani onunla birlikte olan kimse mutlaka tapınaktan bir haham falandır, o yüzden işe Tanrısallık/Ruhaniyet bulaştığından dolayı Hz. Meryem manevi olarak hala bakire kabul edilebilir. Not= Burada sadece mantık yürütüyorum, doğru ya da yanlış...) Hz. İsa'da bu anlamda "Tanrı Oğlu" olarak geç te olsa idam edilmiştir, öldürülmüştür. Yani Yahudiler aslında Hz. İsa'nın "Bar-Abba" olduğunu biliyorlardı. Sadece O'nun kırallığını kabul edemiyorlardı. Bugünkü anlamı ile Hz. Meryem'e iffetsizlik atfedemeyiz diye düşünüyorum. O dönemki kabuller ile bugünkü kabuller bir değil. Sonuçta bir Metafizik Tanrı'nın varlığını kabul etmiş ve kendisini samimi olarak ona adamış. Yani "kaçamak" söz konusu değil bence Sayın Maraba... Aslında tüm Tapınağın bildiği bir gerçek var ortada... Bugünde aynı şey "Özgürlük" namına yapılıyor... Alan memnun, satan memnun... Şu son söylediğim şeyden iğrendim doğrusu... Iyyy!!! öğğğğkk!!! Saygılarımla...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.