Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Öyle demeyin rica ederim. Freud belki sadece "Cinsellik" ve "Saldırganlık"a dayalı olarak açıklayabiliyor olabilir ancak kesinlikle "Sapık" değildir. O çocukların "Oedipus" ve "Elektra" karmaşalarını "Bilinçli" olarak yaptıklarını söylemez. Babanın çocuğuna duyduğu istek'te bilinçli değildir. Bakın Freud'u öyle sözlerini alıntılayarak anlayamazsınız ki! Onun kavramlarında ya da tanımlarında "Bilinçli Olmak" konusunu çıkarmalısınız. O bilinç dışı davranışları kast etmiştir. Neyse, sadece fikirlerini açıklamak bile sayfalar hatta kitaplar sürer. Ancak "Sapık" önyargısı ile yaklaşmayın bence. Çünkü kendisi hala bugün geçerli olan tedavi yöntemlerini ve psikolojik kuramı ortaya atmış olan bir insandır. Bugün onun kuramlarının kullanılmadığı Eğitim ve Psikoloji alanı yoktur. Hatta bazı kuramlar (mesela Eric Erikson'un kuramı) Freud'un kuramlarını temel alarak şekillenmişlerdir. Yani yeri çok önemlidir. Ha ama eksikliği yok mudur? Elbette var eksik yönleri. Çünkü psikolojiyi tam olarak ele alamıyor, belirli yönleriyle ele alıyor. Bakın, bu konuları aslında "Psikoloji" bölümümüze açarsanız çok çok iyi ve yararlı olur. Hem o bölüm boş kalmamış ve bir işe yaramış olur, hem de bilgisi olan arkadaşlar bilgilerini paylaşmış olur. Ben böyle bir şey için talep etmiştim o forumun açılmasını ama ne yazık ki kimse ilgilenmedi, bir kaç kişi hariç. Demek ki psikoloji çok önemsiz bir bilim bizde... Bakınız, yanlış anlaşılmalar hala mevcut... Kusuruma bakmayın olur mu... Saygılarımla...
  2. Bu Gül'lerden hangisi sensin lÖ_bohAme? Ortadaki mi? ----------------------------------------------------- Ama bence bu'sun sen. En masumu bu çünkü... ----------------------------------------------------- Beni ne hale koydun insafsız! Böyle mi ayrılacaktık... Ben böyle yana yana ne hale düştüm...BenDeniz
  3. Kesinlikle desteklediğimden değil ancak Sigmund Freud, Kadın ile Erkeğin "Dost Olması" konusunda; hiç bir cinsin, cinsel anlamda birlikte olmayı istemediği hiç bir karşı cins ferdiyle gerçek anlamda "Dost" olamayacağını söylüyor. Cinsel anlamda ele almasak bile, birbirlerinin dostu olan Kadın ve Erkek bilinç altında "onunla olsam nasıl olurduk?" sorusunu mutlaka taşımaktadırlar. Ancak bunu bilince ya çıkarmazlar ya da çıkarmanın etik olmadığını düşündüklerinden akıllarına bile getirmemeye çalışırlar. Lakin kaçınılmaz bir gerçeklik vardır ki, Dost olan Kadın ve Erkekler "Anlaşma" konusunda hiç bir olmusuzluk çekmemektedirler. Eksik olan tek şey "Sevgiliye duyulduğu anlamda duyulan Sevgi"dir. İşte bu ve "Ama o benim arkadaşım!" düşüncesi bir tabu oluşturmaktadır bilinçaltında ve birey bunun farkında olmaz bile. Bunun ilki arkadaşımı kaybetmeme neden olan ve diğeride sevdiğim insanı kaybetmeme neden olan iki örneğini kendim yaşadım ve bu konudaki bir takım kuramları da göz önünde bulundurduğunuzda gerçekten doğru bir tespit. İlkinde arkadaşım sanırım benim ilgili bazı duygularını, "Dost olduğumuz" için bastırıyordu. Ancak ben ona öyle bir değer biçmemiştim. Sonunda başkasıyla nişanlanınca beni tamamen hayatından çıkarmak gereği duydu. İkincisinde de uzun zaman "Dost" olarak gördüğüm birisi ile, aslında birbirimize daha başka duygular beslediğimizi anladık... Ancak ne yazık ki artık geç kalmıştık ve çok acı bir deneyim olmuştu. Kısacası "Kadın" ile "Erkek" dost olabilir ancak araya az da olsa "Sevgi" unsuru, tek bir tarafça da olsa da girdiğinde "Dostluk" bitiyor. Kısaca halühazırda ilişkileri bulunan insanların dostlukları ve birlikteliklerine ve birbirlerine ilgi duymalarına imkan olmayan ancak birbirlerinin kişiliklerine, kimliklerine ve düşündüklerine gerçek anlamda değer veren kimseler ancak çok iyi dost olabilmektedirler. Bir tarafça olaya "Sevgi"nin yüklenmesi, o kişilerin Dostluğunu sonsuza kadar bitirebilmektedir. Taraflardan birisinin ilişkisinin olmaması ve kendisini boşlukta hissetmesi de bitirir. Çünkü bir süre sonra "Kendisini en iyi anlayan kişiye" yakınlık hissi duymaya, duymasa bile kendisini onunla eşleştirmeye başlar. Bu da bitirir. Ancak şu da vardır ki, çok iyi dost iken birbirlerine destek olmuş insanlar birbirlerine "Sevgi" beslemeye başladıklarında, çok daha kalıcı birlikteliklere imza atarlar. Bunu çevrenizde görebilirsiniz, ben gördüm çünkü. Tabi belki istisnalar olabilir. Özetçe şöyle söylemek isterim: Kadın ile Erkeğin "Dost" olmaları aslında çok derin bir konu ve özetlemek mümkün değil aslında. Ancak şu var ki "Sevgi" unsurunun olması, "Dostluk"u kesinlikle bir süre sonra bitirir. Eski sevgilinizle de gerçek anlamda dost olamazsınız mesela. Çünkü arada yine bir sevgi bağı vardır, tabi gerçek anlamda sevmişseniz geçmişte. Neyse, konu derin bir konu ve psikolojik olarak ayrıntılı olarak açıklanabilir ancak. Bunu başka zaman yaparım. Saygılarımla...
  4. Sevgili LÖ_bohAme, bak bu yolladığın resmim, bir süre önceki o toz pembe halim tamam mı... Bu şimdiki halim? Sende bu'sun, umursamaz ve cani... Buna ise yorum yok: Ama aslında bunlardan birisisin, biliyorsun: Ama hala ötekisi kim çözemedim...
  5. la_bohAme ne kadar inkar etsede, evet onu leylekler getirdi... İşte ispatı... Birde bana utanmadan Leylek hikayesini sormuştu... Al işte, şimdi sen cevap ver, kim bu leylek? Bilemeyenler için söyleyeyim, la_bohAme sağ kanattaki oluyor, daha esmer ya o bakımdan. Diğeri kim onu bilmiyorum... Onun da hesabını ver bakayım?
  6. Sayın Gelincik gerçekten çok güzel bir hiciv olmuş. Gülmekten yerlere yattım
  7. Çerkes Kültürü Yok Olmasın!!! Bu alıntıyı buraya yapma ihtiyacı hissettim. Çünkü belki Blog'umda görünmeyebilirdi... İlgili yere tıklayın ve görüşlerinizi ise burada yazın lütfen. Saygılarımla...
  8. Sonunda ilgilenen biri çıkmış forumda bu alanla... Arkadaşınız büyük ihtimalle gelişim döneminde "Oral" dönemde sorunlar yaşamış olmalı. Freud'a göre bu kişiliğini özel bir takım tekniklerle atlatabilir. Tabi arkadaşınız bu "Polyyannacılık"ı kendisine zarar veren bir şey olarak görüyorsa... Ericson'a göre ise gelişiminin diğer ve sonraki dönemlerinde bunu telafi edebilir. Daha gerçekçi olmalı arkadaşınız. Toz pembe bir dünya çizmemeli. Psikoloji biliminin kanıtladığı iki şey var: 1- Mesela her zaman herşeyin en kötüsünü düşünmenin iyi olduğu söylenir değil mi? Kötü bir şey düşünürsünüz başınıza gelecek şeyler hakkında ve bu sayede kendinizi o duruma alıştırırsınız. İyi bir şey olursa da sizin için sevindirici olur. Böyle düşünülür. Ancak bu türlü bir yaklaşımın insan için hiçte iyi olmadığı kanıtlanmış durumda. Yani herşeye kötü tarafından bakamayız. "Bardağın Yarısı Boş" dememeliyiz. 2- Herşeye iyi tarafından bakmakta aynı derecede kötüdür. İnsanı bunalıma ve en sonunda çıkmaza sürükler. Yani "Bardağın Yarısı Dolu"da dememeliyiz. Demeliyiz ki "Karşımda Yarım Bardak Su Var". Gerçeği bu şekilde kabullenmeliyiz. Sağlıklı bir birey bunu söyler.
  9. Sayın Yumote, Sayın Cyrano ve Sayın Bilimselci... Hassasiyetiniz için çok teşekkür ederim. Ama söz en kısa zamanda geleceğim. Kendi içimde halletmem gereken şeylerim var. Ama ara sıra gireceğim ve yazacağım İlginiz beni çok sevindirdi. Teşekkür ederim... :clover:
  10. 3 ay gibi kısa bir zamanda da olsa, kendilerinde birçok şey öğrendiğim tüm forum arkadaşlarıma Teşekkürler: —Çok sevdiğim Tarih Bilimi’ne daha geniş bir açıdan ve daha ilkeli bir şekilde bakmama katkıda bulunduğu için Sayın Cyrano’ya, —Daha önceden edindiğim birçok kavrama daha farklı ve belki biraz daha nesnel ve belki birazda yeni bir bakış açısıyla bakmam açısından katkıda bulunan ve bana tahammül etme inceliğini gösteren Sayın Bilimselci’ye, —Beni forumda sevdiği ilk üç kişi arasında görme alçak gönüllüğü göstererek beni onurlandıran Sayın Erdoğan’a, —Beni en iyi anlayan, son derece duygusal ve hanımefendi bir ruha sahip Karçiçeği’m/HaYaT’a, — “Olgunluk” açısından, ileride olmak istediğim olgunluk düzeyinde bana örnek teşkil ettikleri için Sayın Dipnot ve Sayın GeceKuşu’na, —Bilim ile Din’in birbirlerini nitelemediklerini hala düşünmeme rağmen, birbirlerini tamamladıklarını kararlılıkla savunan ve bu yüzden bu açıdan yeni sorgulamalarıma neden olan Sayın Xlark Tades’e, —Kendine özgü yorumları ve anlayışıyla paylaşımları için Sayın Markus’a, —Kısacık cümle ve kelimelerle, benim henüz farkında olmadığım eksikliklerimi bir çırpıda niteleyiverebilen ve bu yüzden kendimi de sorgulamama neden olan Sayın Tarafsız’a, —Kendimi bir dine mensup görmeme rağmen, benim o dinden çok farklı düşündüğümün her fırsatta ve kararlılıkla altını çizen ve bu yüzden kendimi yeniden sorgulamama neden olan Sayın BrainSlapper’e, —Mantığını kendime yakın bulduğum ancak savunularımızın farklı olmasına rağmen, ara sıra yazsa da iletilerini zevkle takip ettiğim Sayın Lucas’a, —Kararlılığından ödün vermeyen ve paylaşımlarının bana çok faydasının dokunduğunu düşündüğüm Sayın Yam_yam’a ve hem bu açıdan hem de ağabeyliği açısından Sayın Evrensel’e, —Her ne kadar sorduğu sorular ve tespit ettiği noktalar genelde arada kaynasa da dikkate alıp değerlendirmemle farklı anlamlar kazanmama neden olan Sayın la_bohéme’ye, —Paylaşımları ile gerçekten birçok şeyi irdelememe neden olan Sayın Gelincik’e, —Onun tanımı ile “Kafayı Kendisine Takmış Olmam”la kendisine mahcup olduğum ancak yine de paylaşımlarını takip etmekle ve irdelemekle bir çok bilgi edindiğim Sayın Haksöz/Katakuta’ya, Sayın Sardunyam'a Sayın Frozen'a Sayın Şüheda'ya Sayın Aslan34'e Sayın KeskinKalem'e Sayın Muki'ye Sayın By X Man’e, —Forumdaki eğlenceli konularda beni neşelendiren; Ezoterik arkadaşım Sayın _Angel_Cara'ya Meslektaşım Sayın Yumote'ye Ressam arkadaşım Sayın NightWish'e Rocker arkadaşım Sayın Hayelperest'e Aşk doktoru meslektaşım  Sayın Eren’e Ve daha adlarını (özür dileyerek) hatırlayamadığım ancak paylaşımları ile bana yaptıkları katkıları ile kendilerine çok müteşekkir olduğum birçok arkadaşıma Saygılarımı ve Sevgilerimi sunarım… Ben hayatta tek değişmeyen şeyin “Değişimin Kendisi” olduğuna inanırım. Hiçbir zaman en doğru şeyi bildiğimi iddia etmedim. Değişmemekte kararlı olan insanların geçmişe mahkum olduklarını düşündüm ve değişimin “Kaçınılmaz” olması gerektiğine inandım. Bana göre Yaşam’ın ve Evren’in tek bir amacı var “Dengelenmek”… Ancak “Dengede Olmak” çok zararlıdır çoğu zaman… Çünkü o zaman insan (ve doğa) yeni öğrenmelere (yeni değişimlere) kapalı oluyor ve yeni bir şey öğrenemiyor (değişemiyor). Böyle insanlar zaman ilerledikçe geride kalmaya mahkumdurlar. Çünkü tek gerçek zamanın ilerlediği ve durağan/stabil-sabit şeylerin yok olmaya ve geride kalmaya mahkum olduğudur. Bildikleri ile her şeyi yeteri kadar bildiğini ve her bildiğinin tutarlı olduğunu ve bundan dolayı huzurlu olduğunu iddia eden insanlar “Denge” durumundadırlar. Artık yeni bir şey öğrenseler bile bu öğrenilmişlere, kalıplarının sahip olduğu öngörülerden başka bir anlam yükleyemezler. Çünkü onların bilinçaltında korktukları tek şey “Dengenin Bozulması”dır. Dengeyi bozmamak için yeni öğrendiklerini kendi potalarında eritmekten öteye geçemezler. Başka bir anlam yükleyemezler ve başka bir açıdan bakamazlar… Ve öncelikle bu insanlar tek bir gerçekliği kendilerinin savunduğunu iddia ederler. Ben bu foruma geldiğimde “Dengede”ydim. Yani bildiklerim kendi içimde tutarlıydılar. Ancak foruma girdikten sonra (aslında daha önce de, her zaman) yeni öğrenmelerimi kendi potamda eritmek yerine, karşımdaki insanların potasından tanımlamaya çalıştım… Yani “Anlamaya” çalıştım her bilgiyi ve herkesi… Ve bu süreçte o kadar şanslıydım ki “Dengem Bozuldu”… Dengemin bozulması çok çok iyi bir şey… Çünkü artık yeni öğrenmelere, yeni anlamlandırmalara, yeni örgütlemelere ve yeni bilgilere tüm gerçekliği ve açıklığı ile yani tüm tarafsızlığı ile sahip olabilirim. Tabii ki bu ihtiyaç beni güdeleyen en önemli faktördür. İşte foruma bir süre girmeyecek olmamın temel nedeni de bu ki bununla siz ne kadar ilgileniyorsunuz ya da bu sizin umurunuzda mı bilmiyorum ama ben sadece minnettarlığımı göstermek istedim… İtiraf etmeliyim ki ben “Değişim”den korkmam… İnsan zekasına her zaman güvendim ve açık gerçekleri her insanın önüne koyduğunuzda kabullenebilmeleri için herhangi bir engelin olmadığını gördüm, biliyorum. Demek istediğim, 3 aylık üyeliğim süresince, bu forumda sadece yazı yazıp, yazılanları da okumadım… Her bilgiyi sorgulamaya ve araştırmaya çalıştım… Kısacası küfemi doldurmaya çalıştım. Sanıyorum ki aşırı yükleme ve sorgulamadan dolayı dengem bozuldu ya da amiyane tabiriyle “Şirazem Kaydı” ya da “Kayışı Kopardık”… Dolayısıyla artık öğrendiklerimi yeniden örgütlememin zamanı geldi… Bu ne kadar zaman alır bilmiyorum ancak geri döneceğime şüphe yok gibi… Çünkü burası bağımlılık yaratıyor… Tekrar geldiğimde, umarım tartışmaktan zevk aldığım tüm arkadaşlarım hala burada olurlar… Yeniden yüklendiğimde görüşmek üzere… :) Emekleriniz için minnettarım… Tüm forumdaşlarıma Saygılarımla ve Sevgilerimle…
  11. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Öneri ve Eleştirileriniz
    Bu açıdan Sayın Cyrano çok haklı... Bunu hiç bir şekilde göz ardı edemeyiz. Psikoloji Bilimi'nin bir tespitidir: Karşınızdaki insan ya da kitlenin savunma mekanizmalarını harekete geçirecek tarzda bir niteleme kullandığınızda, karşı tarafın ilk düşündüğü şey sizin haklı olup olmamanız değildir kesinlikle. Ya da kendi savunduklarındaki haklılığı ya da yanlışlığı değildir. Siz bir insanı "iğneleyen" bir tümce kurduğunuzda, karşı taraf en doğal içgüdüsel davranış olarak "Savunma"ya geçer. Bu kesinlikle böyledir. Hiç bir başka seçeneği yoktur. Sayın Cyrano'nun belirttiği gibi bir toteme "ulan herşeyi bırakmış kütüğe mi tapıyorsun" dediğinizde, yapacağı tek şey, sizin araya ördüğünüz o "Saldırı" duvarına, "Savunma" duvarı ekleyecektir, sizin söylediğinizin doğruluğunu ya da yanlışlığını hiç düşünmeden. Ve sonra o ördüğü duvarın arkasından tekrar saldırıya geçecektir. Bu etkileşim duvarları daha da kalın yapacak ve iki tarafı da "Uç Noktalara" taşıyacaktır. Tabi sonucu "Kutuplaşma" olacaktır. Bakınız "Haklılık" davasında, sadece kendinizi meşru görürseniz (ne adına olursa olsun), sonuç "Zıtlaşma" ya da "Savaş"tan başka bir şey olmayacaktır. Biz buna "İletişimini Kopması"da diyebiliriz. Psikoloji çok açık bir şekilde ortaya koyuyor, eğer sizin söylemleriniz muhatabınızın savunma mekanizmasını (adı üstünde) harekete geçiriyorsa ya da tetikliyorsa, iletişiminiz ve anlaşmanız imkansız hale gelir. Savunma mekanizmaları çok kullanışlıdır. Mesela "Saldırı"da tamamiyle bir savunma mekanizmasıdır. Diyelim ki bir insanın hassasiyetlerini biliyorsunuz ve o doğrultuda yönlendirmek istiyorsunuz. Savunma mekanizmalarını kullanırsınız. Yani onun savunduğu değerleri sizde savunursunuz ancak sanki tehlikedeymişsiniz gibi bir izlenim verirsiniz ve o kimselerle birlikte karşı tarafa yüklenirsiniz. Kısaca biz buna amiyane tabirle "Gaz Verirsiniz" diyoruz. O kişi(ler) artık sorgulamadan, ayarlanmış bir şekilde dediğinizi kabul eder ve "Biz" bilinciyle saldırıya geçer. Diğeri şöyle: Aslında karşınızdaki insanların hassasiyetlerini biliyorsunuzdur. Savunma mekanizmalarını harekete geçireceğini de biliyorsunuzdur. Ama amacınızda zaten budur. Yani karşıt tarafın savunma mekanizmalarını harekete geçirip, bulundukları tarafın en ucuna iyice sürüklenmelerini sağlamak... Bilindiği gibi "Uç"lar hep çelişkilerle ve hatalarla doludur. İşte buna da biz "Kışkırtma" diyoruz. Kişi kışkırtılarak bir uca sürüklenir, hata yapmasına olanak tanınır ve bu hatadan pay çıkarılır, yararlanılır. "Ahanda bakın bunlar hep böyle işte" denilir... Bir başkası da şöyle: Savuma mekanizmaları hiç kullanılmaz. İnsanlara makul davranılır. Ama kişi bildiğinden şaşmaz. Bir süre sonra karşıt görüşlü insanlar "ulan bu adam hem gayet düzeyli hemde bildiğinden şaşmıyor, var bunda bir hayır" demeye itilir. Buna da biz "Suyu yavaş yavaş ısıtmak" diyoruz. Yani iletişimde olduğunuz insanların sizin dediklerinizi kabullenmesi için savunma mekanizmalarını tamamen saf dışı bırakıp zamanı kullanırsınız. Bir zaman sonra onların suyu ısınmış olur. Bunlar özellikle Oriantalizm'de Doğu Toplumlarını Kışkırtmak ve birbirlerine düşürmek için kullanılan en temel Psikolojik yöntemlerdir. Ve insanların toplumsal ilişkilerinde de çok işe yaramaktadırlar. (İnançlı/İnançsız, özel olarak bir kimseyi hedef almayarak söylüyorum) hiç kuşkusuz ki forumda bu süreçlerden çok iyi anlayan popülist kimseler var ancak bunları uyguluyorlar mı, bunu bilemem... Diğer bir başkası da şudur: Kimin ne düşündüğü ya da düşünmediği umrunuzda değildir. Kendi çizginizi çizersiniz. Doğru bulduğunuz düşünceleri desteklemekten korkmazsınız, yanlış bulduklarınızı eleştirmekten korkmazsınız. Savunma mekanizmaları ya da zaman unsuru umrunuzda değildir. Kimin sizin düşüncelerinizi kabul edip etmediği de umrunuzda değildir. Tek umurunuzda olan doğrulara ulaşabilmektir. Böylelikle doğruları ve yanlışları sorguladıkça zaten diğer ilişkide olduğunuz insanlar da sizinle beraber o asıl doğrulara ulaşmış olurlar ve bir süreci birlikte tamamlarsınız. Buna da biz "Demokrasi" diyoruz. Beni forumda diğer insanlarla olan ilişkilerimin bu düzeyde olduğunu düşünüyorum. Özetle demek istediğim şu: kim olursa olsun, sonuçta forumda bir kısım arkadaşlar kendisini bir guruba ait hissetme davranışını sergileyebilmektedir. Oysa temel amaç birbirimizi anlamak olmalıdır. Doğruya birlikte ulaşmak olmalıdır. Kimin ne yapmaya çalıştığı ile ilgili bir şey bilmiyorum ancak biliyorum ki, eğer söylemlerimiz "Savunma Mekanizmaları"nı harekete geçirecek tarzdaysa, bu kesinlikle iletişimi imkansız kılmaktadır. Şöyle de diyebilirim: Savaş İlan Ederek Barış Yapamazsınız... Saygılarımla...
  12. Tengeriin boşig şurada bir başlık gönderdi: Ego - Ben Felsefe
    Hadi bakalım Tantalos. Bakalım ne yapacaksın? Burada herşeyi tartışacağız tamam mı ikimiz? Aklına ne gelirse... İlk soruyu sorma hakkını sana bırakıyorum. En iyi vuruşunu yap bakalım...
  13. Tamam yav... Hadi Felsefe bölümüne açıyorum konuyu. Kapışacağız orada tamam mı? Felsefe yapıcaz. El mi yaman, Bey mi yaman... Göreceğiz... Kaşındın sen...
  14. Hoşbulduk...Sanırım tanışmıştık... Sevmediğini biliyorum... Tamam ya, gitmiyorum.. Ama senin ısrarın için değil Tantaloscuğum... Sağolsun bir forumdaşım sağlam bir laf söyledi bana... O lafın altında kalmamak için gitmiyorum. Satırları okuyorsa, anlamıştır zaten... Bu arada, sorduğum o bilmeceler var ya? Çözeyim mi hepsini, ister misin? Nasıl çözülceklerini de söyleyeyim hı, olur mu? Gör bak bir de sana o cevaplayamadığın sorulardan soracağım. Göreceksin beni köşeye sıkıştırmak neymiş...
  15. Sayın Tantalos, ben sana içgüdü'nün tanımını yapayım ama Tanrı mı yaratmış yoksa Evrimle mi var olmuş onun cevabını başkaları bulsun. İçgüdüler öğrenmeye bağlı olmayan davranışların hepsidir. şu an bildiğimiz kadarıyla içgüdü nesilden nesile aktarılıyor ancak bu aktarım dna'nın neresinden kaynaklanıyor hala bilinmiyor. Şu var ki bugün gördüğümüz bütün hayvanların içgüdüleri var ve tuhaftır ki bu içgüdüler aynı türün her bireyinde aynı şekilde görülüyor. Yani aktarım Dna'dan kaynaklanıyorsa eğer, birebir diğer bireylerede aktarılıyor. Ve bilinmeyen diğer bir şeyde içgüdülerin nasıl ortaya çıktıkları. iki görüş var bu açıdan: Evrim yolu ile savunma mekanizmalarının zamanla sistemli hale gelmiş olması ve içgüdülerin genetik olarak aktarılıyor olmasından dolayı kalıtsal olarak zaten var olmuş olmasıdır. İçgüdü hakkında gerekli bilgiler net'te bulunabilir ancak tebrik ederim sizi, çok güzel bir soru ve hakkaten kafa yoruyor. Çünkü içgüdülerin nasıl ortaya çıktıkları, nasıl var oldukları ve nasıl değişmeden nesilden nesile aktarıldıkları çok büyük bir sır. Saygılarımla...
  16. Yoo, Tanrı'nın varlığı bile sorgulanabilir belki...
  17. Ya Sayın Katakuta, bakın bir insanın kişiliğine takılmak hakkaten kötü bir şey ve etik değil. Sizin eski yaşantılarınızın aslında beni ilgilendirmemesi lazımdı. Ama bunu dile getirmeniz hakkaten beni mahcup etti... Neyse, hatalı davrandığımı kabul ediyorum ve sizden Özür Diliyorum. Umarım kabul edersiniz. Sonuçta siz, bildiğiniz değerleri savunmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz ve kimse bunun için suçlanamaz... Önceki ithamlarım zaten içten içten beni rahatsız etmeye başlamıştı... Saygılarımla...
  18. Zaten bu yüzden Ateizm'in adı Türkçe'de "Tanrı'yı İnkarcılık" değil "Tanrı Tanımazlık"tır. Bakın, yukarıda bir iletide Sayın Evrensel A-Teizm (Din Dışılık) adlandırmasıyla, dinleri reddeden herkesi A-teist olarak adlandırdı. Aslında mantık olarak ve kelime anlamı olarak bu tanımlama doğruydu... Sayın Haksöz/Katakuta, bu iletiniz açısından sizinde nitelemeniz doğru. O yüzden biz gelin, bu Ateist kavramını "Tanrı Tanımaz" olarak uygun düşen anlamı ile ele alalım. Çünkü A-teist olmayıp ve aynı zamanda Dinlere de inanmayıp bir "Tanrı" kavramını edinen ya da Tanrı'nın bilinemez olduğunu kabullenen kimseler var biliyorsunuz. Ama burada "Tanrı Tanımaz" kavramındaki "Tanımaz" ifadesine takılmayın, çünkü "Var olduğu halde tanımaz" gibi bir anlamda değildir o. "Olmayan bir şeyi tanıyamamanın/tanımlayamamanın normal olması"nı ifade ediyor. Saygılarımla...
  19. BENLİK GELİŞİMİ – İNSANCIL/HÜMANİST YAKLAŞIM İnsancıl yaklaşımcılar, Freud’un tersine, insanın özde iyi olduğunu savunurlar. İnsan özde iyi amaçlara yönelme eğilimi göstermektedir. İnsancıl yaklaşıma göre insan “Biricik”tir. İnsancıl Yaklaşım’ın kuramcısı Abraham Maslov olmuştur. Eğitim ile ilgili olarak ise Rogers’in görüşleri ön plandadır. Rpgers düşüncelerini 3 farklı kavramla ifade etmiştir: -Danışan merkezli terapi, -Fenomenoloji, -İnsancıllık. *Danışan Merkezli Terapi: Yönlendirici olmayan bir yaklaşımdır. Danışman, danışana akıl verir. Danışmanın temel görevi; içinde bulunulan görevi, içinde bulunulan durumu danışan daha iyi görmesine ve farkına varmadığı seçeneklerin farkına varmasına yardımcı olur. *Fenomenoloji: Dış dünyanın ne olduğundan ziyade, bireyin ona nasıl bir anlam yüklediği üzerinde durur. Önemli olan, dünyanın başkalarına nasıl göründüğü değil, bireye nasıl göründüğüdür. Bu anlamda varoluşçudur. *İnsancıllık: Temelde insana, bireyselliğe, insan olmanın değerine, kişisel eylemleri belirleme hakkına önem verir. Temel İlkeleri: —Her birey sürekli değişen yaşantı dünyasının merkezidir. Bu ilke fenomenolojiktir. Bireyin yaşantılarının öznel niteliğini, başkalarının onu bilemeyeceğini, ancak onlarında kendi yaşantılarına benzeterek anlamaya çalıştıklarını belirtir. —Organizma yaşadığı ve algıladığı şekliyle bir alana tepkide bulunur. Bu ana bireyin fenomenolojik alanıdır. Aynı öğretmen bazı öğrenciler tarafından sevilebilir, bazı öğrenciler tarafından sevilmeyebilir. —Organizmanın temel bir hedefi ve amacı vardır; yaşayan organizmayı gerçekleştirmek, sürdürmek, geliştirmek. Rogers’in en önemli kavramı “Kendini Gerçekleştirmek”tir. Bu, kişinin potansiyellerini ortaya çıkarma, yeterlilik ve olgunluğunu artırmaya yönelik bir yöneliş sürecidir. Kişi özerkliğe doğru bir yönelim içersindedir. —Davranışı anlamanın en iyi noktası, bireyin iç referans çerçevesidir. Davranışı anlamak için, kişinin nereden baktığını, dünyayı nasıl gördüğünü ve hatta nasıl algılayıp yorumladığını dikkate almak gerekir. —Çevreyle etkileşimin bir sonucu olarak benlik yapısı oluşur. Yan,, benlik çevreyle etkileşim sonucunda kişinin geliştirdiği “Ben” algıları ve bu algılara bağlı değerlerdir. —Organizmanın benimsediği davranış biçimlerinin çoğunluğu benlik kavramıyla tutarlıdır. Bireyler ellerinden geldiğince benlik kavramına tutarlı davranmaya çalışırlar. İNSANCIL YAKLAŞIMIN İLKELERİ Düşünce ve Duygu Vurgusu: Benlik Duygusunun önemi: İletişim: Bireysel Değerlerin Tanınması: İnsancıl Vurgular —Olgulara karşı anlamlar: Ne olduğu değil, bireyin ona ne anlam yüklediği önemlidir. —Tepkilere karşı duygular: Dış dünyaya ne tepki verildiği değil, ne hissedildiği önemli. —Topluma karşı birey: Toplum içinde birey kaybedilmemeli. —Muhafaza etmeye karşı değişme: Var olan durumu korumaya çalışmak değil, onları sürekli geliştirmeye çalışmak esastır. —Uymaya karşı özgürlük: Kişinin uyması değil, özgür olması gerekir. —Edilgin öğrenmeye karşı etkin öğrenme: Öğrenci öğrenmede etkin olmalıdır. —Kabul etmeye karşı araştırma: —Başkalarının düşüncelerini alıcılığa karşı kişisel gelişim: —Statükoyu sürdürmeye karşı değişim: MASLOV’UN İHTİYAÇLAR HİYERARŞİSİ "Maslow’un kuramının adı “ihtiyaçlar hiyerarşisi”dir. Abraham Harold Maslow ’un geliştirdiği bu kuramı genel bir kalıp olarak görmek daha uygun olacaktır.Maslow da ortalama bir kişinin fizyolojik ihtiyaçlarının % 85 ini,güvenlik ihtiyaçlarının % 70 ini,sosyal ihtiyaçlarının % 50 sini,saygı görme ihtiyaçlarının % 40 ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarının % 10 unu tatmin etmiş olabileceğini ileri sürmüştür. Maslow,güdüleri mertebeli bir yapı içinde görür ve insanların alt basamaktaki gereksinmeleri giderilir giderilmez üst basamaktakileri doyurmaya yöneleceğini kabul eder.Bu basamaklar şunlardır: 1. Fizyolojik ihtiyaçlar:Yeme,içme,barınma vs. 2. Güvenlik ihtiyaçları: Kendini güven ve emniyet içinde ve tehlikeden uzak hissetmek 3. Ait olma ve sevgi ihtiyaçları: Başkaları ile ilişki kurmak,kabul edilmek ve bir yere ait olmak 4. Değer ihtiyaçları: Prestij,başarı,yeterli olmak ve başkalarınca benimsenip tanınmak 5. Kendini gerçekleştirme ihtiyaçları : Kişinin amacını gerçekleştirmesi ve potansiyelini ortaya çıkarması,kişisel tatmin,kişisel başarı,bilimsel buluşlar Robinson Crusoe adaya ilk düştüğünde parçalanan gemiden sahile savrulmuş birkaç yiyecek paketini topladı,daha sonra da birkaç parça eşyadan açıktan ve yağmurdan kurtulmak için korunacak kapalı bir yer yaptı.Önce yiyeceklerini(fizyolojik ihtiyaç),sonra da güvenli bir yeri düşündü(Güvenlik ihtiyacı).Daha sonra,Cuma ile ilişkilerinde öğretmen rolü üstlenerek(dil öğreterek,araç kullanmayı öğreterek)saygınlık ihtiyacını giderdi.Crusoe,sonra düştüğü adayı keşfe çıktı ve bütün adayı tanıdı.Bir takvim yaptı.Rahatladığı anda şarkı söylemeye başladı.Bir kutudan çıkan kitapları okumaya başladı.En son aşamada da kendisini adadan kurtarmaya yarayacak bir araç yapıp kendilerini gerçekleştirmeye çalıştılar."
  20. Evet Sayın BrainSlapper buna bende dikkat ettim. Bir çok yerde mutabık olmuştuk sanırım: Kur'an temellerini Tevrattan alır. Tevrat ise öğretilerini Mısır Osiris inancından almıştır demiştik değil mi? Bu, bu şekilde diğer devletlere de sirayet etmiş. Mesela Osmanlı'ya Pencik (peç-ü yek) olarak geçmiş. Ama aklıma takılan şey şu: Kahinlerin toprağı verilmemiş. Burada kast edilen şey tam olarak ne sizce? Yani Hz. Muhammed dönemide bu kahinlerin yerine geçen yani toprağı alınmayan unsur var mı? Bu açıdan da bir gelenek sürdürülmüş mü?
  21. Ben aslında orada "Ateizm bir inançtır" derken, din gibi falan bir inanç olduğunu kastetmemiştim. Demek istemiştik ki, ve yazmıştım da: Dindarlar Tanrının varlığına inanır, Ateistler Tanrının Olmadığına inanır. Bu bağlamda da "İnançsız" bir insan temelde yoktur. Sonuçta her insan birşeylere inanır. Bunu nitelemek istemiştim sadece.
  22. Hoşgeldin Sayın Tantalos. Lakabın güzel ama biraz sertsin yav, kusura bakma... Yine de hoş geldin, paylaşımlarını bekliyorum...
  23. Sayın Bilimselci; Materyalizm = Bilim, Materyalizm = Ateizm Eşitlemelerini siz yapmıştınız... Bende Matematiksel olarak Bilim = Ateizm deyiverdim... Ancak sanırım şunu anladım; siz bu eşitlemeleri sadece "Yüzeysel" olarak yaptınız. Yani benim anlayabilmem için. Yani işlev olarak "Bilim = Ateizm" anlamını çıkarmak için değil... Temel anlamda birbirlerini onadıkları anlatmak için bu şekilde basitleştirdiniz... Eğer böyleyse, Benim yaptığım eşitlemenin "Matematiksel Olarak Mümkün Olduğu"nu anlatmak gibi bir debelenmeye girmeyeceğim, haklılığınız ortada... Ancak birde şunlara açıklık getirmenizi isteyeceğim: Bilim; Madde'yi ele alır, inceler ve Madde'ye bağlı olarak bir Veri ortaya koyar... Bu temel olarak doğru mu? Evet'se diğerine geçelim; Materyalizm; Bilim'in verilerini ele alır, Bilimsel Materyalizm/Materyalist Felsefe olarak bunları yordar, anlamlandırır ve Bilim'in sonraki adımı nereye atabileceği hakkında bir yargıya varır... Bu temel olarak doğru mu? Evet'se diğerine geçelim; Ateizm; Bilim'in verilerini ve Materyalizm'in yargılarını ele alır, değerlendirir... Bu çerçevede bir takım kabulleri benimser ve "Tanrı"nın olmadığı yargısına varır ve Tanrı'yı reddeder... Böylelikle Materyalizm'in "Duruşunu" sergiler... Bu temel olarak doğru mu? Sadece kendi anladıklarımı örgütlemek için soruyorum. Sizi yargılamak gibi bir niyetim yok. Ancak merak ettiğim bir başka soru daha var. Onu da cevabınızı aldıktan sonra soracağım... Umarım sıkmıyorumdur... Sayın Blimselci onu ele alırken şöyle düşündüm; Mesela siz, Teistlerin "Aydın Olma"ya sadece "Özenebileceklerini" söylüyorsunuz. Bu yargıya da "Teizm"in anlamlandırdığınız bir takım özelliklerine bakarak söylüyorsunuz öyle değil mi? Ve Teistleri yargılarken aynı zamanda da Teizm'i yargılıyorsunuz. Teizm'in bazı erdemlerden yoksun olduğunu söylerken de, Teistlerin Teist olmakla bu erdemlere ulaşamayacaklarını söylüyorsunuz. Burası gayet açık... Bende buna benzer bir anlamlandırmayı "Ateizm/Ateist" için yaptım o kadar... Kaldı ki ben orada "Ateizm"in Bilim olmadığı hakkında yargıya varmıştım ve "Ateist" yargım sadece bir eklentiydi... Hımmm... "Bilimsel Görüşlü Olmak" demek "Materyalizm" olduğuna göre, bu açıdan haklı olabilirsiniz. Ancak şunu ifade etmek isterim, asıl anlatmak istediğim şuydu; "Bilim, Ateizm İçin Bir Vazgeçilmezdir." Bu anlam çıkmıyorsa, hata anlatımımdan kaynaklanıyordur. İnsanların "Doğru" bildikleri şeyleri anlatmalarına bir şey demiyorum Sayın Bilimselci... Ancak ben, yukarıda saydığım gibi, uzlaşmaları imkansız kılacak niyetlere, düşüncelere ve fiillere karşıyım... Siz araya duvar örerseniz, saldırı amaçlı bir niyet güderseniz, karşınızdaki kimseler elbette ki savundukları şeyin doğru ya da yanlış olduğunu sorgulamadan "Savunma Mekanizma"larını harekete geçireceklerdir. Bu insanın ve hatta canlının en doğal işlevidir. Dolayısıyla siz "Din Karşıtı" bir birlikteliğe giderseniz, "Dindar" insanlar doğal olarak kendilerini sorgulamaktan ziyade "Bunlar Bize Saldırıyorlar" mantığıyla hareket edip, anında daha katı bir şekilde savunmaya başlayacaktır. Bakın bu psikolojik süreçlerin en doğal işlevidir. Ve "Din Karşıtı" olmak niyeti ile yapılan guruplaşmalarında bu "Bilmezlik"ten hiç bir farkı yoktur ve farkı olduğunu kimse iddia edemez. Araya duvar örmekten başka bir işe yaramaz... Hiç kimseye, saldırarak, haklı olduğunuzu ispat edemezsiniz... Bunu "Ateizm" ya da "Teizm" adına söylemiyorum... Bunu "Hoşgörü" adına söylüyorum... Kimseye "Gelin Teist olun" ya da "Ateist Olun" demeye haddim yoktur ve olması imkansızdır,. Ben sadece savunabilecek doğruların neler olması gerektiğini ve nasıl yapılması gerektiğini söylüyorum... Savunulması ve üzerinden gidilmesi gereken değerler bellidir: İnsancıllık, Demokrasi ve Laiklik... Türkiye'de Ateist Dernek kurulamamasının temel nedeni sanırım ki Sayın Evrensel'in düşündüğü gibi "Dİn Karşıtlığı" niyeti ile yapılanacak olmakdan dolayı yapılan "Ne Tepki Görürüz?" sorgulamasıdır... Tamam Türkiye'nin her yerinde kuramazsınız, buna bir şey diyemem, çünkü her il aynı Bilgi ve Medeniyet düzeyine sahip değil... Ancak böyle bir "Cepheleşme" niyeti gütmezseniz ve amacını Laiklik, Demokrasi ve İnsancıllık temelleri üzerine atarsanız kurmamanız için hiç bir engel yoktur bir çok ilimizde. Hatta bence gelin, İzmir'de çok rahat kurabilirsiniz... İstanbul'da da kurabilirsiniz bence... Neyse, "Kötü Guruplaşma"ya olan eleştirilerimi ve örneklerini yukarıda verdim. Bunu uzatmama gerek yok... Sizden tek ricam, yukarıdaki sorularımı cevaplamanız. Cevaplarsanız çok yararlı olur... Sayın Bilimselci, zaten Sayın y/k'nın söylediği "Bir Sonuç" değil, "Bir Süreç"tir... Yani belki biraz yanlış anladınız söylediği şeyi... Çünkü siz zaten şu an bir Ateist olarak, Sayın y/k'nın söylediği Süreci aşmış olmalısınız. Yani diğer dinleri araştırmış, temellendirmiş, sorgulamış ve Ateist olmuş olmalısınız. Tahmin ettiğim kadarıyla sanıyorum ki yaşınız olgunluk derecesinde. Yani bu sorgulamayı yaptığınızdan beridir uzun yıllar olmuş. Öyle bir çırpıda Ateist olmadınız değil mi? İşte Sayın y/k'da bir anlamda sizi örnek gösteriyor aslında... Yanlış anlamayın... Bir de şu var; belki de her teist inanmak için okuyup sorgulamıyordur... Ancak şunu biliyorum ve hatta eminim çünkü gördüm, geçirdim; Bir insanın bir dine mensubiyetten dinsiz olmaya, Tanrı'yı yadsımaya ya da kabul edilenden farklı düşünceleri benimsemeye veya üretmeye olan yolculuğu hiç kolay değildir. Hatta tahmin edemeyeceğiniz kadar çok zor ve sancılıdır, bunalımlıdır... O yüzden ben şıp diye kısa sürede "Ateist" olan ya da dinleri reddeden insanların bu kısacık zamandaki dönüşümlerine inanmam hiç... Psikolojik olarak bile kişinin kendi kabullerine uygun değil... Saygılarımla...
  24. Çok Teşekkürler... Üzgünüm, Selamınızı yeni gördüm... Teşekkür ederim... Sayın Erdoğan, ilginiz için çok teşekkür ederim... Gözünüzde böyle bir değere sahip olmam beni mutlu etti gerçekten... Yazılarımın uzunluğunun farkındayım ve ne yazık ki engel olamıyorum... Bu deneyimle ilgili sanırım. Bu konuda çok özeleştiri yaptım ama kısa ifadeler yetmiyor bana... Sanırım burada öğreneceğim bunu yapmayı... Ama Akıcı ve Güzel bulduysanız, gerçekten memnun oldum, sağolun... Arkadaşlığınız için çok teşekkür ederim... Saygılarımla...
  25. Sayın Dipnot, ben şahsen "Hoca/Papaz" seçeneğini oylayacak kimsenin olabileceğini sanmıyorum... "Bilim" sekmesinde hep %100 ifadesini görceğiz... Çok sevdiğim bir şarkının sözleri şöyledir: "İmam Rahip Rehber Olmuş, Yalan Yanlış Aktarmışlar Sana."Pentagram Saygılarımla...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.