Zıplanacak içerik

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Niye olmasın Canım yaa... Bu Psikoloji Forumunu ben doldurcam zaten Aşarız o sorunları, ne var yani... Aşılmıcak sorun yok ki...
  2. Bildiğim kadarıla James Churchwal bir Masondu. Ve bildiğimiz kadarıyla Masonizm taa Hz. Musa'ya kadar falan götürülür temeli. James'te bunu daha ilerilere götürmek istemiş, yani Masonizmi tarihi olarak meşrulaştırmak. Şöyle ki: Masonizm Hz. Musa'ya kadar götürülüyor zaten, ki Hz. Musa "Duvar Ustası" ve Masonizm'in anlamı da budur zaten... Yani Ortaçağda mimari gelişimin olduğu dönemlerde teşkilatlanmış. Neyse... Sonra ub teşkilat Hz. Musa'ya dayandıklarını ortaya sunmuşlar. James'te bunu daha da ilerletmek istemiş. Yani Mu'dan Atlantis'e... Atlantisten Mısır'a... Mısır'dan Musa'ya... Musa'da James'e...
  3. Gelişim: Organizmanın döllenmeden başlayarak bedensel, zihinsel, dil, duygusal, sosyal yönden, belli koşulları olan en son aşamasına ulaşıncaya kadar sürekli ilerleme kaydeden değişimidir. Organizmanın; Büyüme, Olgunlaşma, Öğrenme etkileşimleri ile sürekli olarak ilerleme kaydetmesidir. Gelişme bir "Ürün"dür ve buna bağlı olarak "Olgunlaşma" bir "Süreç" olmaktadır. Olgunlaşma ve Öğrenme olmadan da "Gelişim" olmaz. => Bir çocuğun Bisiklet sürmesi Devinimsel bir gelişmedir. Çocuk bedenen ve kas olarak yeterli olgunluğa erişmeden bisikleti süremez. Yeterli olgunluğa ulaşınca da bisikleti sürmeyi öğrenmemişse, Bisikleti sürme davranışını gösteremez. Başka bir tanım olarak Gelişim: Organizmanın Bedensel, Zihinsel, Duygusal ve Sosyal yönlerden sistemli olarak büyümesi,, değişmesi ve istenilen görevleri yerine getirebilecek düzeye gelmesidir. Çevre ve Kalıtım arasındaki sürekli ve karşılıklı etkileşimin ürünüdür. Değişme: Gelişim organizmanın belli bir düzen içersinde ve kalıcı olarak gösterdiği değişimi kapsar. Bu yüzden vücutta metdana gelenher değişme "Gelişme" sayılamaz. Kısa bir süre için meydana gelen yada hastalık nedeniyle meydana gelen değişim "Gelişim" sayılamaz... 1- BÜYÜME Organizmanın biçim, hacim, ağırlıkla ilgili yapısal artışı, bedensel değişimleridir. Vücudun boy, kilo ve hacim olarak artmasıdır ve Fiziksel özelliklerdeki değişimlerdir. 2- OLGUNLAŞMA Vücut organlarının, işlevlerini yerine getirmeleri ile ilgili olarak, Öğrenme yaşantılarından bağımsız ve kalıtımın etkisiyle meydana gelen Biyolojik "Değişmeler"dir. Fiziksel Gelişim'e büyük ölçüde etki eder. Psiko-Motor davranışların çoğunluğunun yapılması bununla ilgilidir. => Çocukların ancak belli bir aydan sonra yürüyebilmesi, Dışkılarını tutabilmeleri, Konuşabilme yeteneklerinin ortaya çıkması (konuşmaları değil)... Olgunlaşma: Büyüme sürecinde, genetik yapının yönlendirilmesi ile oluşan biyoljik boyutta gözlenebilir fonksiyonel değişikliklerdir. Olgunlaşma "Dış Etkenlere" bağlı olmayan, doğuştan ve genetik olark programlanmış değişmelere denir. Organizmanın Türe Özgü genetik yapı tarafından önceden belirlenmiş bir yapı dahilindeyaşantılarından bağımsız olarak ortaya çıkardığı biyolojik değişmelerdir. Belli bir davranışı yapabilecek belli bir düzeye ulaştığında sona erer... Olgunlaşmanın: Yaş, Zeka ve Sinir Sistemi Koordinasyonu olmak üzere üç temel alt kavramları vardır. 3- HAZIR BULUNUŞLULUK Bireyin (organizmanın) bir konuyu öğrenebilmesi için gerekli gelişme düzeyine ön bilgilere ve güdülenme düzeyine erişmesidir. Önceki öğrenmelerin, tutumların, güdülenmişlik düzeyinin bir parçasıdır. Bireyin belli bir gelişim görevini olgunlaşma ve öğrenme yoluyla yapabilecek düzeye gelmesidir. => Bir çocuğun bisikleti sürebilmesi için; Gerekli kas yapısına (olgunlaşma), bisikleti sürmeyi öğrenebileceği deneyimlere, ön bilgilere (dengeyi sağlayabilme), ve bisikleti sürmeyi öğrenmeye istekli olma (güdü) vs. gibi yetilere daha önceden sahip olması gerekir. Bunlara sahipse, Bisikleti sürmeyi öğrenmeye hazır bulunmaktadır. 4- ÖĞRENME Bireyin çevresiyle belli bir düzeydeki etkileşimleri sonucunda meydana gelen, nispeten kalıcı izli davranış değişmesidir. Tik'ler veya Uyuşturucu madde alımında sonra ortaya çıkan geçici davranış değişmeleri Öğrenme değildirler. Bir davranışın Öğrenme olabilmesi için kalıcı izli olması, belli bir etkileşim sonucunda olması, pekiştirilebiliyor ve geliştirilebiliyor olması, hatta diğer bir davranış karşısında değiştirilebiliyor olması gerekir. => Murat, 5 yaşına gelince sokağa çıkmaya başlamış ve çevresindekilere bakarak Küfür etmeyi öğrenmiştir. Murat 6 yaşına geldiğinde bir ana okuluna verilmiş ve burada Küfür etmenin kötü bir şey olduğu anlatılmış ve küfür etmemesi gerektiğini öğrenerek bu huyunu bırakmıştır. (Öğrenme konusuna ayrıca değinilecektir.) Gelişim: 1- Büyüme 2- Olgunlaşma: Yaş, Zeka, Sinir Sistemi ve Kas Uyumu 3- Hazır Bulunuşluluk: Olgunlaşma, Ön Öğrenmeler (Ön bilgiler, istek, tutum) 4- Öğrenme: Yaşantı ürünü, kalıcı izli davranış değişikliği.
  4. Jandarma çok zordur yaa... Kardeşimde şimdi Hakkari Jandarma'da... :clover: Güneydoğu'da yada Doğu'da "Uzman Çavuşluk Yapan"lar açısından haklısınız. Orada yetişen Uzmanlar tam bir asker oluyorlar. Ali Uzmanımız vardı bizim bölükte... Ağrı'da kalmış kaç sene, girmediği çatışma kalmamış. Ve ben bu kadar disiplinli tek bir uzman görmedim. Diğer uzmanlarımız hep batıda ve Kıbrıs gibi rahat yani çatışmanın falan olmadığı yerlerde yapmışlardı. O yüzden lakayttılar mesela... Duracağı yeri bilmezlerdi... Ama Ali Uzmanı görmeliydiniz... Oraların havasını soluduğu belliydi yani... Duruşu, askere komut verişi... Asker Esas duruşundan bellidir ya? Bizim uzmanları hatta AstSb. Çavuşu bile koy yan yana, Esas Duruş iste... Ali uzman belli ederdi kendisini... Bu açıdan haklısınız gerçekten...
  5. 1- YAPISALCILIK İnsan davranışlarının kontrollü koşullarda gözlenmesi ilkesini geliştirmiştir. Psikolojinin konusu bilinç, amacı ise bilincve ait öğelerin incelenmesidir. İNsan zihni çeşitli öğelerine ayrılır. Psikolojinin amacı bilinç öğelerini birleştirmek ve çözümlemektir. Bilinç öğelerinin incelenmesi için "İçe Bakış" yöntemi geliştirilmiştir. İçe bakış yöntemi, bireyin saf duyumlarını yorumdan arınmış olarak algılanmayı ve bildirmeyi sağlar. Yapısalcılık aynı zamanda bireylerdeki içsel duyguları, sezişleri hayalleri (imgeleme) ve düşünceleri inceler. Temsilcileri: W. Wundt, E. Titchener. 2- FONKSİYONOLİST AKIM (İŞLEVSELCİLİK) Yapısalcı akımı yetersiz bulmuştur. Darwin'in Evrim kuramını dayanak alarak İnsan Davranışlarını açıklamıştır. Temel olarak Yapısalcıları gibi Zihnin Yapısı üzerinde değil, zihnin ve davranışın işlevleri üzerinde durmuşlardır. Onlara göre Kişilik ve Davranış çevreye uyum sürecidir. Öğrenme, Problem Çözme ve Güdülenme süreçleri önemlidir. Algılama, düşünme, duygularını ifade ve öğrenme gibi içsel yaşantıların, günlük hayatta karşılaşılan problemlerin çözümündeki etkisini ve işlevlerini açıklamaya çalışmıştır. Temsilcileri: W. James, J. Dewey 3- DAVRANIŞÇILIK Yapısalcılık ve İşlevselciliki yetersiz görülmüş ve Watson tarafından ABD'de ortaya atılmıştır. Ona göre Duygular ve düşünceler gözlenemezdi ve bu yüzden İçe Bakış yöntemini reddetmiştir. Psikolojinin Gözlenebilen ve ölçülebilen davranışlar üzerinde durabileceğini açıklar ve Psikolojiyi bir Doğa Bilimi olarak ele alır. Psikolojiyi Kişisel tecrübelere dayalı bakış açısından kurtarmıştır. Davranışın "Niçin" olduğu değil, "Nasıl" olduğu önemsenmiştir. Davranışta "Uyarıcı" koşullar önemsenmiştir. Ele aldığı ilişki Uyarıcı-Tepki-Pekiştirme [u+T+P] ilişikisidir. Temsilcileri: J. Watson, İ. Pavlov, Thorndike, F. Skinner, J. Locke, Gutheri 4- PSİKANALİTİK ve PSİKOSOSYAL YAKLAŞIM Avrupa'da güçlenmişlerdir. Psikanalitik Kuram'ın yaratıcısı olan Sigmund Freud, Davranışın sebeplerini "Biliç Dışı" (Biyolojik) etkenler açısından ele almıştır. İnsan iki temel içgüdüsünün etkisinde kalmaktadır: Cinsellik ve Saldırganlık. Toplum tarafından hoş karşılanmayan bu duyguların istekleri bilinçdışına itilirler ve orada kaybolmazlar. Kişiliğin Oluşumunda "Çocukluk Yaşantıları" ve bu dönemdeki Anne-Baba tutumunun üzerinde durulur. PsikoSosyal Kuramın yaratıcısı Erikson ise, Freud'un kuramına dayanarak, Kişiliğin Gelişiminde Biyolojik Etkenlerin yanında "Toplumsal Etkenler"inde önemli olduğunu düşünmüştür. "Benlik" gelişimi dönemler halinde olur ve her dönemin atlatılması gereken Çatışma/Kriz alanları vardır. Bireyin gelişiminin yaşam boyu sürdüğünü ifade etmiştir. 5- İNSANCIL/HÜMANİST YAKLAŞIM Psikanalitçilerin "İnsanın Tehlikeli Bir Varlık Olduğu" görüşüne karşı çıkmışlardır. İnsan değerlidir ve doğaı iyilik temelleri üzerinde kuruludur. Davranışların temelinde "İhtiyaçlar" (Güdüler) bulunmaktadır. Birey, kendisini gerçekleştirmeye çalışan bir varlıktır. Bireylerdeki "Algılama" ve "Benlik Kavramı-Tasarımı" üzerinde durulur. Birey tek ve benzersizdir. Değerlidir. Eğitim Birey merkezli olmalıdır. Temsilcileri: Abraham Maslow, C. Rogers, Kholberg 6- BİLİŞSEL (KOGNİTİF) YAKLAŞIM "Gestalt Ekolü" denilen yaklaşımı içerir. Gestalt Ekolü, Yapısalcıların ve Davranışçıların "Parçacı" bakış açısını, "Bireye ve Davranışlarına VBir Bütün Olarak Bakılmalıdır" düşüncesi ile karşı çıkmışlardır. İnsan Zihni "Bütünü Kavrama" yeteneğine sahiptir. "Bütün, kendisini oluşturan parçalarının ve öğelerin toplamından daha farklıdır (büyüktür)" ilkesini geliştirmişlerdir. Davranışları zihinsel süreçler olarak ele almışlardır; İlgi, Algı, Düşünme, Kavrama gibi süreçlere yer vermişlerdir. Bilişsel psikologlar, Davranışçıların kabul ettiği gibi bireyi "Etkiye Tepki Veren" edilgen-pasif bir varlık olarak değil; uyarıcıları seçerek algılayan, işleyen ve anlamlandıran etken bir katılımcı olarak görür. Temsilcileri: Jean Paiget, Jerome Bruner, Asubel Gestalt Ekolü: Wertheimer, Kofka, Köhler 7- NÖROBİYOLOJİK YAKLAŞIM Davranışların incelenmesini, sinir sistemi ve beyin hücreleri (nöronlar) arasındaki sinaps bağlarına göre ele almışlardır. Sinir sisteminin davranış, duygu ve düşünceleri anlamada önemli rol oynadığını öne sürer. Beyin incelemelerinin ağırlık kazandığı yaklaşım Biyoloji ve Tıp alanına yakın bir Psikoloji yaklaşımıdır. Temsilcileri: W. James, Hebb Not: Bu yaklaşımlardan hiç birisi "TEK BAŞINA" doğru değildir. Hepsi alanında doğru tespitlerde bulunumşlar ve Psikolojiyi farklı farklı alanlarda ve anlamlarda ele almışlardır. Kısaca bunlardan sadece bir tanesini benimsememiz gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir. Bu Yaklaşımlar daha sonra ayrıntısıyla incelenecektir. Başlıklara Tıklayarak Gideceğiniz Yönlendirmelerdeki Makaleleri ve Bilgileri Okumanız Son Derece Yararlıdır Saygılarımla...
  6. 1- Bu forum öncelikle Psikoloji Bilimi ile uğraşanlarla paylaşımlarımızı gerçekleştirmek amacı ile açılmıştır. 2- Özellikle; "Çocuk Gelişimi" açısından "Anne-Babalara" yararlı olacaktır. 3- Ayrıca Öğretmen Adaylarının, Öğretmenlik için girmeleri gereken KPSS sınavı için gerekli tüm bilgiler verilmeye çalışılacaktır. 4- Forum; Öğretmenlik Mesleğini yapmakta olanlara ise en azından bir "Hatırlatıcı" görevi görecektir. 5- Forumdaşların, Forumdaki bilgilerle kendilerini ele almaları, eleştirmeleri (öz eleştiri) ve kendi gelişimlerini fark edebilmeleri açısından yararlı olacaktır kanısındayım. 6- Özellikle forumdaşların gerçek hayatlarında da çevreleri ile olan ilişkilerinde nelere dikkat edebilecekleri, insanlarla olan ilişkilerinde neler yapabilecekleri konusunda bilgi paylaşımı yapılması amaçlanmaktadır... Önemli Not 1: Paylaşımların "Bilimsel" ve "İspatlanmış" bilgilerle yapılması son derece önemlidir. Çünkü "Psikoloji" Kişisel Görüşlere mahal bırakmayacak kadar ciddi bir yaklaşımdır. Burada vereceğiniz ve "Emin" olarak lanse edeceğiniz "Kişisel Görüşleriniz" diğer bir kimse için geçerli olmayabilecektir. Hatta etkisiz veya zararlı bile olabilmektedir. O yüzden paylaşımları okuyan forumdaşların, öncelikle "Dayanaksız" bilgilerin "Kişisel Bilgi" olduğunun farkında olmaları ve kendi açılarından ele alırken dikkatli olmaları gerekmektedir... Önemli Not 2: Benim gerçekleştireceğim paylaşımlar, tek bir kitaptan yada kaynaktan "Çalıntı" olmayacaktır. Bir kaç kaynaktan ve İnternet/Örütbağ'dan derlediğim bilgileri, Herhangi bir kitaptaki konu başlıklarına uygun olarak Dizgeli/Sistemli bir şekilde aktaracağım... Saygılarımla... (Bu konu Sabitlenirse Yararlı Olur Kanısındayım)
  7. Bence Türkçe Ünvanlar kullanalım... Yani ben bundan yanayım... Sayın Cyrano'nun teklifi güzel ama "stajyer" ve "anchorman" yerine Türkçelerini kullansak? Bence çok güzel olur... "Bizden Biri" konusunda Sayın Birce'ye hak veriyorum... Birce'nin "Ustalık" açısından eleştirisini bence Sayın Cyrano'nun teklifi olur hale getiriyor. Çünkü herkes yazımına ve paylaşımına göre ünvan almış olucak o zaman. Bana pek bir makul geldi... Yada şöyle yapalım, herkes hangi ünvanı almak istiyorsa Admin'e bildirsin, Admin'de 25037 kayıtlı üyenin ünvanlarını teker teker değiştirsin. Olur mu Admincim... (bu arada açtığınız "Psikoloji" bölümü için ayrıca teşekkür ederim.)
  8. Valla benim aklıma bişii gelmedi böyle sıralı olsun ama Askeri Rütbeleri koymayın, çünkü her sitede öyle... Gerçi ben Askeri Rütbeleri severim ama, olsun... Buranın bi farkı olsun... Özellikle bi bakiim, böyle sıralama ne olabilir... Hepsi birbiriyle alakalı olmalı di mi?
  9. Valla ben Şebnem Ferah'ı çok severim ve laf dahi ettirmem ama hakkaten çok komik olmuş onunkisi bile, hakkını vermek lazım... Hele Kangaruculeyşıns olayı kopardı beni... Ama Ayşe Arman'da hoşmuş yani :blushing:
  10. Sayın Bilimselci, Şiirinizin ima ettiğiniz anlamı elbette gördüm... Lakin biliyorsunuz, ben kendimce farklı anlamlara da bürüyorum bazen... Bunu yapmayı seviyorum Ve daha anlamlı geliyor bana, daha zevk veriyor... Birazda kendimce "Ene'l Hakk"a bürüdüm şiirinizi ve çok hoşuma gitti bu açıdan bakınca, Kitaplığıma kopyaladım hemen... Artık size ait bir yere sahipsiniz kitaplığımda... Ama doğrusu "Şair" tarafınızı bilmiyordum, Ve itiraf etmeliyim ki hayran kaldım... Çok güzel anlam katmışsınız, Ve böyle yazabilmek isterdim doğrusu... Saygılarımla...
  11. Sayın Cyrano, niye ben bu tür hicivlerinizi okudukça gülmekten kırılıyorum... Ve niye "Ulan keşke ben yazsaydım" diyorum... :clover: Ve "Türk"ün "T"lerine biraz daha dikkat edelim lütfen (umarım yanlış anlamazsınız) Saygılarımla...
  12. Ya Sayın Cyrano, biliyo musunuz ben hayatımda Askerlik kadar hiç bir mesleği sevmedim... Sözleşmeli Subaylık sınavına girdim ama olmadı ve çok üzüldüm... Bidaha denemiycem... Valla aslına bakarsanız emir altında olmak belki zor gelebilir ama ben askeriyeyi çok seviyordum ve 12 aylık Yedek Subaylığımı zevkle yaptım... Ama hakkaten Sözleşmeli Subaylığı kazanmak çok zor... Çünkü öncelikle Harp Okulunun yetiştirmediği Mühendis, Doktor gibi sınıflar alınıyor... Diğerleride zaten piyade falan oluyor... ki bir General tanıdığınız varsa girebilirsiniz... Üst Subay torpil bile torpil yapamıyor... Ama umarım "Üniversitelilerin" Uzman Çavuşluk için başvuru yaptığı günleri görmeyiz... Ben Asteg'im, Son bir ay Teğ. oldum... Askerlik bitti, millet bana "Git Astsb. ol" diyodu... "Yok yeaaa"... Rütbe mi sökecem bide... Ama askerlik mesleği hakkaten çok zor bir meslek ve sevmediği sürece hiç kimse yapamaz... Yapmaya çalışan bir adamada işkence gibi gelir. Benim bir komutanım vardı, adam askerlik hastasıydı yaa... Bu kadar idealist olur bir insan... Kendisine tapıyodum nerdeyse Aaah Ah... Bak yine canlandı işte askerlik anıları... Çok güzel günlerdi yaa... Git deseler bidaha giderim valla... Saygılarımla...
  13. Bakın buna benzer bir şeyi de "Bana Bir Şeyhler Oluyor"da söylüyor Sahte Deli Şeyh: Duymuyor Olsam Niye Duyuyorum Diyeyim? Ya da ben söyleyeyim: Hissetmiyor olsam, niye hissediyorum diyeyim? İnanç Bireyseldir, Tanrı kişinin kendisindedir... Ben buna inanırım... Siz Tanrı'ya inanıyoranız vardır, inanmıyorsanız yoktur. Bakın çok güzel bir film vardır: Skeleton Key/İskeletor Anahtar diye. Orda yaşlı kadın şöyle diyor: "İnanmazsan Gerçek Olmaz..." Sonuçta kimse Tanrı'nın yokluğunu da varlığını da birbirine ispat edemez. Kişi kendisinden başkasına da ispat edemez. Bu yüzden ben "Tanrı Var mıdır, yok mudur?" sorusunun kendinizden başkasına sorulmasını çok çok mantıksızca bulurum hep... Bunu cevaplamaya çalışmakta aynı derecede mantıksızlıktır... Sayın Tarafsız yada Lucas'tı sanırım "İnanç Bir Duygudur" demişti... Öyledir... İnanıyorsanız vardır... Kimse aksini iddia edemez size ve kanıtlayamaz... Bakınız o Tanrı'yı "Kendinizin Yarattığınızı" düşünüyorsanız emin olun ki "bir Tanrı yok". Bu sizin için çok daha sağlıklı, güvenin... Lakin şunu anlamıyorum, yani eğer bir dine mensupsanız illa ki etiketiniz şu oluyor: "Yok yok, bunlar korkuyo cehennemden, var diye inanıyolar. bilmem ne korkusundan Tanrı'yı yaratıyolar, püüüü... Bide cennet denen şey var ya, aha ondan nemalanmak istiyolar... Menfaatçi bunlar menfaatçii, püüüü..." Oysa inanç bu değildir. Belki bu nitelemelere sahip kimseler vardır, bilemem ancak bir Müslüman olarak öncelikle söylüyorum ve takip ediyorsanız bilirsiniz; Cennet ve Cehennem yada Ahiret zerre kadar umrumda değildir. Hele Cehennem ya da Şeytan kavramları beni hiç korkutmamaktadır. Lakin "İnançlı" kimliğimden dolayı nedense "Faydacı, ....., Küçük, Bilmez vs vs vs" genellemelerine kurban gidiyorum ve böyle düşünen tüm insanlarda yine aynı şekilde adlandırılıyor, Niye? Tanrı'nın "Adaleti"ni eleştirirken, böyle düşünenler Adaletsizlik yapmış olmuyor mu? Genel yargılarla inansalar dahi insanlar tümden atılmış olmuyor mu? Oysa ki sizde Cennet Cehennem kaygısı taşımıyorsunuz ve Kafanızdan Yarattığınız bir Tanrıya inanıyorsunuz üstelik, hemde sizde bir takım "Korkularınızdan" ve "Acizliğinizden" kaynaklanan hislerle yaratıyorsunuz o Tanrı'yı değil mi, kendiniz söylüyorsunuz... Peki ne farkınız kaldı "Korkudan ve Acizlikten" dolayı Cennet'e ve Cehennem'e inanan insanlardan? Bence kafanızdaki Tanrı'yı öldürmeniz sizin için çok daha hayırlıdır ve sağlıklıdır... Şimdi diyecekler ki "Sende Muhammed'in kafasındaki Tanrı'ya inanıyorsun"... Hayır, Ben sadece ve sadece "Kendime" inanırım... Kimsenin kafasındaki Tanrı motifine bir şey diyemem ve yargılayamam... Kimsenin inanmaması da önemli değildir... Ve ne var biliyor musunuz? Siz "İnançlı"sınız ya! eğer adınız böyleyse en sevdiğiniz kimselerce bile "Menfaatçi" grubuna dahil edilebiliyorsunuz... Yani umrunuzda olan tek şey "Cennet" ve "Cehennem" kaygısı, bunu değiştiremiyorsunuz... Etiket gibi bu, yapışıyor... Zaten normalde de Tanrı ile Kul arasında kimse yoktur. Ama tekrar ediyorum; O Tanrı'yı siz yarattıysanız ve bunun farkındaysanız, yine siz öldürün bence... Saygılarımla...
  14. Dövmeli olursan Komando olamıyosun ama diğer sınıflara girebilirsin. Kolundaki façalarda o kadar önemli değil... Ama Yedek Subay olmak senin tercihine kalmış bişey değil. Devlet ne kadar ihtiyacı varsa ona göre alıyo ve gireceğin Yedek Subaylık Sınavı'da sadece bir formalite. Ben Tarih mezunuyum ve kime sorsam "Seni almazlar, Tarihiçileri almıyorlar" diyorlardı. Bunu askeriyedekiler bile söyleyince ben sınava girdim ve bildiklerimi yaptım ama bilemediklerimi salladım hep. Ama sonunda Yedek Subay olarak alındım. Yedek Subay Öğrenciliğimde, bizim bölüğün yarısı neredeyse Tarihçiydi. Açık Öğretim 4 yıllık İşletme mezunları bile vardı. Ve hiçbiriside Uzun Dönem yapmak istemiyorlardı ve sınavda hep yanlış cevaplar vermişler ama yinede alınmışlardı. Ben çok istiyodum ve alındım... Bu duruma bende şaşırdım... İstanbul Tuzla Piyade'deden sonra Kıbrıs'a gittim, 9ay kaldım ve askerliğimi bitirip geldim... Birliğimizde Dövmeli ve Façalı arkadaş vardı. Her menşeiden arkadaş vardı... Yani bunu sorun etme, sen 4 yıllık üni. mezunuysan Yedek Subaylık Sınavına giriyosun... Devletin ihtiyacı varsa o sınava bile bakmıyo, alıyo... Merak etme sen... Senin Tercihine kalmıyo yani...
  15. Aşk konusunda ne kadar dertlisiniz yada Aşk'ı önemsiyor musunuz gerçekten bilemem ancak bir çok kimsenin, çıkarımlarını "Cinselliğe" göre yaptığından dolayı kötü bir adla nitelendirdiği Sigmund Freud (ki ben kendisini severim ) şöyle demiş: "Kadın Psikolojisini 30 Yıldır İncelememe Rağmen, Büyük Soruya Cevap Bulamadım: Kadınlar Gerçekte Ne İster?" Ve unutmayın; Sigmund Freud'un ilerleyen yaşlarında ayakları ağrımaya başlamış ve doktorlar ona "Morfin" ile ayaklarının ağrısını geçici de olsa geçirmeyi önermişlerdir. Ve Freud, morfinin beyni uyuşturduğunu ve uyuttuğunu söylemiş ve ayakları ağrısa bile her zaman beyninin çalışması gerektiğini söyleyerek reddetmiştir. Çünkü acı çeksede o acı beynini devamlı uyarıyor ve devamlı çalışır halde tutuyordu. Yani bence çok zeki bir adamdı... Ve Freud 80'li yaşlarında son günlerini yaşarken aklında hala tek bir sorunun olduğu söylenir: Kadınlar Ne İster...? O yüzden burada, bu konuda vereceğimiz hiç bir tavsiye, Diğer bir kadın için geçerli olmayacaktır ve unutmayın; Hiç Bir Kadın Gerçekte Ne İstediğini Asla ve Asla Söylemez... O yüzden Aşk bir "Bilinmez"dir... Ama yine de sormak isterim; Sizce Kadınlar Ne İster? Saygılarımla...
  16. Rastlantının Böylesi - Sliding Doors Mutlu olup olmadığınızdan o kadar emin olmayın... Yönetmen: Peter Howitt Oyuncular: Gwyneth Paltrow, John Hannah , John Lynch , Zara Turner Görüntü Yönetmeni: Remi Adefarasin Senaryo: Peter Howitt Filmin Konusu: Zamanlama, Aşk ve Kader üçgeni üzerine kurulu olan Sliding Doors , rastlantılar zor verilen kararlar ve tekdüze yaşantıların süregeldiği modern bir dünyada , sadece birkaç saniyelik gecikmenin insan hayatını nasıl değiştirebileceğini sergileyen bir film. Londra’da yaşayan halkla ilişkilerci Helen’in (Gwyneth Paltrow) o gün evine dönerken treni kaçırması ile treni yakalaması arasında sadece bir saniye vardır. Bu bir saniyenin onun hayatında ne kadar büyük farklar yaratabileceğinin öyküsüdür Rastlantının Böylesi. Her iki olasılığın yol açacağı gelişmeleri birbirine paralel olarak izleriz. Aşk, ihanet, dostluk, güven… Gelişip iç içe geçen öykünün sorgulanan kavramlarıdır. Bence mutlaka izlenmesi gereken bir filmdir... Mutlu musunuz? Mutsuz musunuz? O kadar da emin olmayın... Bence bu filmi mutlaka izleyin...
  17. İşte şimdi oldu Sayın BrainSlapper... Aradaki farkı şu an kavradım, yanlış anladığım için kusuruma bakmayın... Tamamdır Sayın BrainSlapper, ben yanlış anlamışım... Siz Programlamayı "Öğrenmeler" açısından ele almışsınız. Yani mesela "Göz"ün görmeye programlanması yada "Göz"ün görmek için bir takım kodlara duyarlı hale getirilmesi veya bir takım kodlarla bezenmesi/yüklenmesi gibi bir anlama gelmiyor bu yada siz bu anlamda kullanmıyorsunuz öyle değil mi? Çünkü "Duyular" ile "Düşünme-Öğrenme" arasında fark gözetiyorsunuz... Ben bu açıdan karıştırdım biraz... Ancak bana ; Xlark Tades'in "Kodlama" düşüncesi, "Göz'ün Görmeye (Algılamaya) Programlanmış Olması" gibi bir çağrışım yaptı. Bu açıdan "Beynin Öğrenmeye Programlanmış Olması" ile arasındaki farkı ondan duymak isterim birde. Ama tabi birde şu var, Göz ne kadar "Algılamaya Programlanmış" olsa da sonuçta algılaması için bir madde gerekli... Ha bu madde yoksa eğer, benim anladığım "Gözün Programlanmış Olması" düşüncesi yanlış anlamadır (ki BrainSlapper bunu açıkladır) çünkü programlanmış bir göz, ancak var olanı algılar... Peki Madde yok ise bize gelen kodlar nereden geliyor? Kaynağı Ne? Matrix'e bağlı kurbanlar mıyız? Bakın, yaşadığımız boyuta, dünyaya ait bilgiler; Algıların temelinin-kaynağının "Madde" olduğunu söylüyor... Bu kodları Tanrı gönderiyorsa eğer, Tanrı "Madde" midir? Tanrı "Madde" ise eğer, Bilim'in O'nu ele alması, tanımlaması ve ispatlaması gerekmez mi? (ki kaçınılmaz olurdu) E Bilim'in kanıtladığı bir Tanrı'ya, en başta Ateistlerin inanması gerekmez miydi? (çünkü kodları gönderen bir kaynak olarak Maddedir) Ve bunlar bir yana Sayın Xlark Tades, sizin söylediklerinizi kabul etmem yani Madde'nin varlığına "Şüphe" ila bile olsa bakmam, benim doğru olduğuna inandığım herşeyi bir anda alt üst eder ve yalan olurum... Kaldı ki ben madde'nin varlığından şüphe edemiyorum zaten... Birde şu var ve özellikle Descartes'i vermiştim: Biz eğer bu kodları anlamlandıran "Bilinçler" olarak "VAR" isek, demek ki "Varlık" bir kaçınılmaz... Çünkü en başta ve kaçınılmaz olarak "Maddenin Varlığını ve Yokluğunu Tartışabilen Bilinçler Olarak Biz Varız"... Kendi "VARLIĞIMIZDAN" eminiz... Mesela ben Sayın BrainSlapper'in yanına gelip koluna dokunsam onda şöyle bir düşünce oluşacak: "Tengeriin Boşig Koluma Dokundu", ve bende şöyle düşüneceğim: "Ben Sayın BrainSlapper'ın Koluna Dokundum". Ve ikimizde birbirimizin böyle düşündüğünü bileceğiz... Yani o "Var Olan Bir Bilinç Olarak" benim farkıma vardı, bende onun farkına vardım... Ve demek ki Varız... Kendi varlığımızdan eminiz değil mi? E karşımızdaki "Düşünen Bilinçler"de kendi varlıklarından emin... (şimdilik sorun yok...) Ve karşılıklı olarak birbirimizin "Varlığından"da emin olabiliyoruz, değil mi? Evet... (en azından ben Xlark Tades, Tarafsız ve BrainSlapper'in var olduklarından eminim, her ne kadar sadece yazılarını okuyor olsamda...) Tamaammmm, gelelim meseleye: Ateist arkadaşlar Müslüman arkadaşlara bir şeyler kanıtlamak çabasında, Ve Müslüman arkadaşlar da Ateist arkadaşlara bir şeyler kanıtlamak çabasında... Yani "Madde" ve "Varlık" olarak, "Birey - Bilinç" olarak birbirimizin varlığından eminiz demek ki... (elbette, yoksa burada tartışmamızın bir anlamı yok...) Özetçe: Düşünüyoruz, Algılıyoruz, Algıladığımız şeyleri tanımlayabiliyoruz, Karşımızdaki Bilinçlerin de aynı algılara sahip olduklarını kendimiz kadar biliyoruz, Bilinçler olarak birbirimizi adlandırabiliyoruz ve tanımlayabiliyoruz... Öyleyse emin olun ki Varız... Dürüstçe bir şey ifade etmek isterim burada, ancak tekrar tekrar ve inatla söylüyorum; Benim söylediklerim hiç bir Müslümanın "İslam" anlayışını bağlamamaktadır. Ben kendim ne anlıyorsam, onu söylüyorum. Diğer Müslümanlar ne düşünmektedir, bunu da bilemem: Bakınız, eğer tüm insan Fiillerinin ve Düşüncelerinin daha önceden "Tanrı Tarafından Yazılmış Olduğu" gibi bir düşünceye sahip olsaydım yani "Kader" denen şeyi böyle anlasaydım ve "İrade"yi reddetseydim (üstü kapalı da olsa), bu söylediğiniz çok güzel bir cevap olabilirdi... Lakin konunun dağılmasını istemiyorum, bu sadece bir ayraçtır... Saygılarımla...
  18. Ayşe Arman: Kangaraculeyşıns... Aşağıdaki iletiye bakınız: Mutlaka izleyin, izletin...
  19. Böyle bir tanımlama yok Sayın Forsa... Allah Sevgisi ayrıdır, Cennet Sevgisi ayrıdır... Tanrı'ya aşık olup, Cenneti yada Ahireti umursamayanlarda var...
  20. Sayın Değerli Bilimselci, Yakın gördüm kendime bu deyişinizi? Bunları diyen; Hakk di mi? Şekillendiriyor... Kendisini şekillendiriyor... Ete Kemiğe Bürünüyor... Ve "Bilimselci" Diye görünüyor...
  21. Elbette Var... Bakınız, ben öteden beridir Madde'nin insan zihnine yada beynine benzetilmesine karşıyımdır... Bunu "Madde Düşünebilir mi?" adlı tartışmada da söyledim ve link vererek ispatlayabilirim. En baştan "İnsan zihninin Programlanmış/Kodlanmış" olduğu görüşüne karşıyımdır. Sizin söyledikleriniz sanki bunu savunuyormuşsunuz gibi bir izlenim veriyor. Çünkü; eğer algılayacağımız şeyler belli kodlara sahipse ve bu beynimize yerleştirilmişse, Platon'un "İdea'lar Evreni"ne benziyor bu... Dolayısıyla, Sayın BrainSlapper'in "Madde Düşünebilir mi?" konusunda savunduğu "Madde Düşünebilir" ve "Bilgisayar Programına Benzer" tanımlamalarını desteklemiş oluyorsunuz... Gerçi Sayın BrainSlapper bu açıdan, burada net bir fikir sunmadı ancak, Bu "Kodlama" meselesinde sunarsa, çok faydalı olur diye düşünüyorum... Bence zihin, "Matrix"teki gibi "Sanal" bir dünyayı algılamıyor... Ben hep "Yapısalcılığı" savunmuşumdur... Duyu organlarımız, "Yapıları Gereğince" "Var Olan" maddeyi algılıyorlar... Mesela "Göz"ü ele alalım... Yapısı "Kızıl Ötesi Işınları" görmeye müsait değil, imkansız... Bunu özel araçlarla görebiliyor. Ha siz buna "Kızıl Ötesini Görme Özelliği Kodlanmadığı İçin" diyeceksiniz diye tahmin ediyorum, Ancak öğrendiğimiz kadarıyla "Yapısında Bu Olmadığı İçin" algılamıyor. Farelerde "Kırmızı" rengi göremiyor mesela, yapısında yok çünkü... Ancak o "Kırmızı"nın olmadığı anlamına gelmiyor. Ya da Kediler üzerinde çok güzel bir deney vardır ve benim bu deneyin varlığını öğrenmem, bilişsel olarak bana çok şey katmıştır; Doğumlarından sonra 2-5 ay kadar "Yatay Çizgiler"le karşılaştırılmazlarsa, artık Yatay Çizgileri göremiyorlar. Diğer Kedilerde o "Yatay Çizgileri Görme" kodu varken, böyle bir deneye maruz bırakılan kedilerde bu kod "Silinmiş" mi oluyor... Ha eğer siliniyorsa "Tanrı'nın Yazdığı Kod'u İnsan Silmiş Olmuyor" mu? Eğer söylediğiniz gibi bir "Kodlama" var ise "Kaza ve Kader" konusunda "Kader/Ölçü"nün, Tanrı tarafından koyulmuş "Yasalar, Kanunlar, Ölçüler" olduğunu belirtmiştim... Tabi bu yapılan deney'de, benim kastettiğim (ve doğru olduğuna inandığım) "Ölçü/Kader" anlayışını çürüten bir anlayış ortaya çıkarır... (ki Ateist arkadaşlarımın, şimdi bunu görüp kendilerine bir bilgi daha sağlamış olacaklardır diye düşünüyorum... Lakin bu durumda benim çürütülmem için Sayın Xlark Tades'in görüşünü savunmaları gerekir ) Oysa ki Tanrı, böyle bir "Kodlama" yapmamıştır. Organizma, yapısı gereği maruz kaldığı öğrenmeleri ortaya koyar ve yaşar... Mesela bir çift ikiz doğmuş kör çocuk düşünün bunlardan birisinin gözü 5 yaşındayken, diğerinin gözü 15 yaşındayken ameliyatla açılıyor. Bu çocuklar 20 yaşına geldiklerinde bile, Gözleri aynı derecede görse bile, aynı yetenekte değildir görüleri. Çünkü 5 yaşında gözleri açılan çocuğun yaşantıları daha fazladır. Kodlaması "Eksik" olduğu için mi sizce bu? Yani "Kodlama" olayı diye bir şey yok bence. "Yapı" var, "Deneyim" var, "Olgu" var... İnsan Zihninde "Programlama" yada "Kodlama" diye bir şey yok... Sanırım bu açıdan hem Sayın BrainSlapper'e, "Madde düşünebilir mi?" konusundaki "Programlama" tartışmasından dolayı; hem de Sayın Xlark Tades'e "Kodlama" tartışmasından dolayı karşıt bir fikir sunmuş oldum. O yüzden bu açıdan daha net bilgiler verilirse çok faydalı bir ilerleme sağlayacağımızdan eminim. Çünkü ben Sayın Xlark Tades'in "Kodlaması" ile Sayın BrainSlapper'in "Programlama"sı arasında pek bir fark göremedim. Eğer "Madde Düşünebilir mi?" konusunda Sayın Xlark Tades, Sayın BrainSlapper'e karşı çıkıyorduysa, bu kodlama konusunda sanki çelişkiye düşmüş gibime geliyor (karşı çıkıyormuydunuz, hatırlamıyorum). Ya da Sayın BrainSlapper "Kodlama"yı desteklemiyorsa onun içinde aynı durum söz konusu olabilir. (Sayın Xlark Tades ve Sayın BrainSlapper; Umarım sizi hedef aldığımı düşünmüyorsunuzdur. Sadece bu "Kodlama" ve "Programlama" tartışmaları biraz aklımı karıştırdı, ki aslında bu bende yeni öğrenmeler yarattığı için müteşekkirim, bu yüzden daha açık olunması ve daha geniş düşünülmesi için böyle bir tahlil yaptım. Kişisel bir vurgum olduysa, şimdiden özür dilerim.) En başta söylediğim gibi, eğer konuyu Felsefe bölümüne açsaydınız çok daha iyi olurdu. Ancak burada fikir yürütmek yerine olanı söylemek durumundayım... Bakın bir keresinde şöyle bir hikayeye rastlamıştım net'te: İki Boyutlu yaşayan canlılar var ve bunlar düşünebiliyorlar. İki boyutlu oldukları için sadace Genişlik ve Uzunluk algısına sahipler. Birde Üç boyutlu yani bizim yaşamımız var. Üç boyutlu yaşamlar, bu Üçüncü Boyutu tartışmıyorlar bile, çünkü içinde yaşıyorlar. İki Boyutlu Yaşamı da tartışmıyorlar, çünkü Genişliği ve Uzunluğu algılayabiliyorlar. Ancak şu var ki; Üç Boyutlu Yaşamdakiler, Dört Boyutlu bir yaşamın olup olmadığını hararetli bir şekilde tartışırlarken, İki boyutlu yaşamdakilerde Üç Boyutlu Yaşamın olup olmadığını hararetli bir şekilde tartışıyorlar. Ancak tuhaf olan şu; Üç boyutlular "Dört Boyutlu Yaşam"ı ispat edemiyor, İki boyutlularda "Üç Boyutlu Yaşam"ı ispat edemiyor. Oysa ki biz Üç Boyutlu Yaşam'dan eminiz değil mi? Yani şunu demek istiyorum: Bizim sahip olduğumuz Bilim yada diğer tüm kaynaklar, bize içinde bulunduğumuz Boyutun "Maddi" tanımlamalarının "Kesinliğini" ispatlıyor. "Var" olarak kabul ediyor... "Yok" olabileceği sadece "Kişisel Görüş" ve "Felsefe" olarak kalıyor ancak, daha ötesine geçemiyor. Oysa madde (bence) bağırıyor: "Ben Var'ım" diye... Ha bunun varlığı yada yokluğu "Yaratıcı"ya mı bağlı yoksa zaten var mıydı, bunu da ispatlayamıyoruz, inanç'a kalıyor... Kaldı ki ben buna değil, bunun ardına, özüne bakıyorum... Ve eminim ki; Dördüncü boyutta yaşayanlar varsa eğer bize bakıp bakıp, hararetli tartışmalarımıza gülüyorlardır. Yazım biraz uzun oldu ama kusura bakmayın... Saygılarımla...
  22. Hayatta en çok hayıflandığım şey, Can Yücel'i çok sevip okumama rağmen, Nazım Hikmet'i okumamamdır... Benim için büyük eksiklik, Ve bunu hep hissedeceğim galiba... Ancak mutlaka en kısa zamanda alıp okuyacağım... İzmir/Kemer Altı'nda, eski bir kitapçıda, Yıllanmış kitaplarını gördüm... Hepsini alacağım...
  23. Şimdi aslında ortadaki anlaşmazlığı iyice belirtmek gerekiyor bence... Bakınız Sayın Xlark Tades; Demek istediğinizi anlıyorum, Evet; her canlı organıizma, dış dünya ile olan ilişkisini "Algı"ları ile yapmaktadır. Yani şöyle düşünün; Mesela Radyo Alıcıları, Televizyon Alıcıları, Telefon Alıcıları hep aynı sinyallerle çalışırlar Ancak bu sinyallerin boyutları farklıdır... O yüzden diğer bir alıcı, başka bir tip sinyali tanıyamaz... Vücutta böyle; Göz ayrı sinyallerle kuruyor dış dünya ile olan bağı... Ten ayrı sinyallerle... Burun ayrı sinyallerle... Kulan ayrı sinyallerle... Bu organlar bu sinyalleri algılıyor, Tanıyor... Tanıdığı bu sinyali Beyine iletiyor... Beyin bunu anlamlandırıyor... Bakın bu açıdan şöyle haklısınız: Dış Dünya ile olan ilişkimiz algılara dayalı... Ancak haksız olduğunuz nokta şu: O sinyaller bize geliyorsa eğer, O sinyalleri gönderen bir şey mutlaka var değil mi? Yoksa nasıl gelecek bize o sinyaller? Yani bir kaynağı mutlaka var... O sinyalleri gönderen bir madde kesinlikle var... Gelelim Rüya'ya... Rüya'da da dokunduğumuz, kokladığımız, gördüğümüz maddeler vardır değil mi? İşte aradaki fark; Rüya'da, Organizma önceden edinilmiş bilgileri yada sinyalleri bilinçdışı olarak yeniden kullanır... Oysa uyanıkken böyle değildir... O anki bilgileri kullanırız... Rüyada bir gülün kokusunu duyarken, Uyandığımızda "Hayal" etmekten öteye gidemeyiz... Yani; Dış Dünya ile ilişkilerimiz Algılarımızla ve Algıladıklarımızca mümkün oluyor... Ancak o algıladığımız sinyalleri gönderen bir verici yani madde de kesinlikle var... Saygılarımla...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.