Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
    Eğer, Sonraki yaşadığınız sevgi, bir önceki yaşadığınız sevgiden fazla değilse hiç bir zaman gerçek sevgiyi yaşayamazsınız... Sonraki her sevginizi, bir öncekinden daha fazla yaşamanız, yaşadığınız her sevgiyi "Özel" kılar... Bu "Özel" oluş her birini diğerinden farklı kılar... Ve hayatınıza bir gün baktığınızda, yaşadığınız her acının ve mutluluğun teker teker farkına varırsanız eğer, siz her sevişinizde gerçekten sevmişsiniz demektir... Ve bir önceki acınız dinse de "Unutmak" geçersiz kalır... Çünkü sevginizi benliğinizde hissetmişsinizdir, Yani benliğinize, size işlemiştir o sevgi...
  2. Elbette ki var... Çünkü yanlışlıklar var... Vahdet-i Vücut'ta "Tanrı'nın Parçası" diye bir tanım yoktur. Ben bu kadar zamandır böyle bir uydurmacadan bahseden kimse görmedim nedense... Şöyle düşünün; İnsan "Tanrı Suretinde" ya hani... Mesela siz "Ben" dediğinizde kolunuzu, bacağınızı, başınızı, karnınızı, elinizi ve ayağınızı falan ayrı ayrı mı ele alıyorsunuz yoksa onlarla birlikte mi "Ben Sarıgöl'üm" diyorsunuz? Bedeninizden ayrılmadıkları sürece siz bir Bütün olarak "Sarıgöl"sünüzdür. Sizden ayrı bir parça değildirler. Dolayısıyla bir bütün olarak "Siz"sinizdir. Varlıkta böyledir. Hiç bir şey "Tanrı'nın Parçası" değil, herşey Tanrı'nın kendisidir. Bu kalıp Tasavvufta biraz değişiyor ama; Yani hem özel hem genel için geçerlidir. Tüm varlık "Tanrı" iken, aynı zamanda tekil olarak ta tüm varlık teker teker Tanrı'dır ve ya Tanrısal'dır. Yani tüm varlğı "Tanrı" olarak kabul ederken, kişi bir de "Ene'l Hakk" diyerek öznelde kendi gerçekliğini de dışa vurur. Ayrıca kimsenin bir şeyi terk ettiği de yoktur. Sadece o sırra ulaşmak vardır Vahdet-i Vücutta. O yüzden artık hiç bir şeyi terketmek gibi bir gereklilik yoktur ve öyle bir şeyde yoktur ve bu Sünni kesimlerin yaftasıdır. Adamlar tüm herşeyin "Tanrı'dan Geldiği"ne inanıyorlar, ne var da neyi terkedecekler? Tasavvufta her hangi bir şeyi terketmek söz konusu olamaz, çünkü her şey Tanrı'dandır... Uydurmadır bu tanımınızda... Bak şimdi, uydurmacanın dik alası... Kimsenin bir şeyi yok saydığı yok efendi... Aksine Vahdet-i Vücutta her şeyi "Var Saymak" esastır. Maddenin Gerçekliğini reddettiğiniz an Tanrı'da yok olur. Madde vardır ki Tanrı'da vardır. Tanrı vardır ki Madde'de vardır. Nereden uyduruyorsunuz bunları? Ayrıca tekrar söylüyorum; "Tanrı'nın Parçaları" diye bir şey yoktur. Bu tamamen uydurmacadır, yaftadır. Tek bir gerçeklik vardır ki o da "Varlık=Madde" gerçeğidir... Madde'nin Özünde Tanrı'nın olduğu düşüncesidir. Yazdıklarınız büsbütün uydurmacadan ibarettir. Hiç bir Mutasavvufunda put'a falan taptığı ya da hoş gördüğü yoktur. Hoş görüp görmeme gibi bir durumları yoktur en başta, çünkü bunun hoş görmekle alakası yoktur. İlkincisi: "Allah'ın Parçası" diye bir tanım yoktur Tasavvufta... İkincisi: Hiç bir Mutasavvuf "Ben Allah'ım" dememiştir. "Enel Hakk/Ben Gerçeğim-Hakikatim" demiştir. Tasavvufta "Ben Allah'ım" diyen tek bir kimse bile yoktur. "Enel Hakk/Ben Gerçeğim"den kasıtın ne olduğunu anlatmak isterdim ama bu kadar çok yanlış anlamayı kısa bir açıklama ile düzeltebileceğimi hiç sanmıyorum... Üçüncüsü: Alıntı falan anlamam, "Sapkın" söyleminden dolayı terbiyeye davet ederim sizi... İşte tamda bu sorularla ilgilendikleri için "Enel Hakk" derler Vahdet-i Vücutçular. Herşeyi yapan O'dur... "Ol" diyende O'dur, "Olan"da O'dur... Yani tek gerçek: Varlık: Madde: Hakikat: Tanrı... Herşeyin ta kendisi... Maddeden ayrı bir Tanrı aramak şirktir. Çünkü bir kefeye Tanrı'yı, diğer kefeye Madde'yi koymuş olursunuz, birbirlerine koşut olurlar, birbirlerinden ayrı olurlar. "İkilik" doğmuş olur burada. Oysa ki "Teklik" direk olarak "Şirk"in kendisini red ile doğar. İkiliği kabul ettiğiniz an Tanrı'nın karşısında ona denk olarak "Madde"yi kabul etmiş olursunuz ve etmek zorundasınız. Oysa ki Madde tektir ve Tanrı'nın kendisidir. "Bir"dir. O'na denk ve Ondan ayrı bir başka varlık daha yoktur. Size ciddiyetle söylüyorum ki, o içine düşmekten korktuğunuz "Şirk"in tam da içindesiniz... Madde ile Tanrı'yı ayrı kabul etmek Tanrı'nın karşısında Madde'yi "Ayrı" ve Tanrı'ya Denk" olarak kabul etmek demektir. "Değildir" derseniz eğer "Tanrı'dan Ayrı Olan Madde"nin nerede ve "Madde'den Ayrı Olan Tanrı"nın nerede olduklarını, yerlerini belirtmek durumundasınız... "Tanrı" kavramı eğer bir gerçekliği niteliyor ise, var ise, gerçek ise gördüğünüz ve dokunduğunuz madde gibi gerçektir... Alıntı falan bilemem, Zırva ve Kafir söyleminizden dolayı da terbiyeye davet ederim sizi... Ayrıca yukarıdaki tüm bilmezlikler bir yana aşağıdaki tüm bilmezliklerden dolayı da hakikaten halinize gülüyorum... Uydurmanın dik alası diye buna derim ben işte... Çiğnenen diye bir şey yok kardeşim... O toprağa basan da, o toprağın kendisi de "Tanrı"dır... Çiğneyen kim, çiğnenen kim... Her ikisi de "Tanrı" değil mi? Niye çiğneneni ele almış muhterem? Çiğneyen de Tanrı oysa? Nasılda gaz vermiş okuyucusuna, helal valla... Ya kardeşim, Vahdet-i Vücutta "Ayrı" bir Tanrı yoktur: Herşey O'dur... Çiğneyende O'dur... Çiğnenende O'dur... İşeyende O'dur... İşenende O'dur... İşediğinde O'dur... Toprak'ta O'dur... O Toprağa Bakan'da O'dur... O Topraktan Biten'de O'dur... O Toprağa Dönen'de O'dur... Herşey kardeşim, herşey O'dur... Bütünlük içersinde ele alın... Bu Tanrı'ya şirk değil, korkmayın, biraz cesur olun... Biraz mantık yürütün... Aklınızı çalıştırın... Maddeden Ayrı Bir Tanrı Yoktur... O yüzden böyle yok "İşediği Toprak Tanrıymış Haşa!!!" gibi ucuz ve basit kışkırtıcı "bilmez" laflarına karnım toktur. Vahdet-i Vücut'un ne olduğunu çok iyi biliyorum ve böyle mesnedsiz alıntılarla karşıma gelmeyin derim size, tavsiyemdir... "Kafir bile bu söylese doğrudur" diye bir şeyde yok arkadaşım ne yazık ki... O Kafir "Tanrı'nın Bir Parçası" değil, Varlığın yani "Tanrı'nın Kendisi"dir. Söylediği doğru ya da yanlış "Doğal"dır "Tanrısal"dır. Böylelikle var olan her şey "Tanrısal"dır. Varlık gereğidir. "Hakk Görmek" demek budur işte... Kaldı ki sizin bunu anlayacağınıza şüphe ile bakıyorum ne yazık ki... Vahdet-i Vücut'a göre Herşey Tanrı olduğuna göre, o sözleri söyleyende Tanrıdandır yani Hakktandır. Genel Evdeki bir Hayat Kadını da Tanrıdandır... Çok namuslu bir kadında Tanrıdandır... Herşey Tekliktedir, Bir'dir... Teferruata gerek olmaz mı? Öyle bir teferruata gerek var ki hemde aklınız ahvaliniz şaşar ve dona kalır. Zira yukarıdaki uydurmacaları okudukça bende dona kaldım... Bu nasıl bir uydurmadır ve iftiradır... Resmen insanları kışkırtmak ve kandırmak için yazılmış ve gaza getirmek için her türlü hassasiyetin kullanılmış olduğu mesnedsiz ve gereksiz bir yazıdan başka bir şey değildir... Teferruata fazlası ile gerek var arkadaşım. Size burada Vahdet-i Vücudun ne olduğunu anlatırdım ama ne yazık ki çok fazla ve uzun bir yazı olurdu bu ve kimsenin mesaisi bu değildir... Saygılarımla...
  3. Arkadaşlar, yardımlarınız için çok teşekkür ederim... Modemimin iki cd'si vardı. Birisi Manuel/Elle yapılandırmak içindi, diğeri ise Otomatikti. Otomatik yapılandırmanın sonunda kendisi modemi kayıtlıyordu ve kullanabiliyorduk. Bu seferdeher yüklemenin sonunda "Ayarlarınız Kayedilmiştir" yazısı çıktı ve "Bitir" sekmesi ile işlemi sonlandırmıştık öncekiler gibi. Ama yine de tekrar açtığımda bilgisayarı bu sefer net'e bağlanamıyordum. Sonra aklıma Manuel/Elle yapılandırmak geldi. Öyle deneyeyim dedim ama ihtimal vermedim çalışacağına. Bir iki ayarını kontrol ettim ve bitişte kendim kaydettim ayarları, otomatik yapmadım. Bu sefer işe yaradı... Peki niye otomatik yapılandırmada daha önceleri kaydederken bu seferkilerin hiç birinde kaydetmedi ki? Çok tuhaf yaa... Çok teşekkürler ve saygılar...
  4. Anladık tamam... Kabul ettik işte, benziyorlar bir çok açıdan... Ama farklılıkları da var işte... Alla alla... Arkadaşım, Türkçe'de "sh" diye bir harf yoktur... Bu forum bu konuya hassas bir forumdur... Dikkatinizi çekerim ve Türkçe'yi güzel kullanmanızı tavsiye ederim. Harf İnkılabımızda "Ş" diye bir harf vardır, ilkokulda öğretiyorlar "Çıngıraklı Yılan" örneği vererek... Eğer klavyenizde yoksa bu harf "S" harfini kullanırsanız yine anlarız. Ama "Sh"nin hiç bir anlamı ve kullanımı yoktur Türkçe'de... Lütfen biraz daha hassas olalım bu konuda... Saygılarımla...
  5. Söylediğiniz örnekteki "Kader" şu şekildedir: Her yaşayan organizma, sonuçta ölecektir. Bu kaçınılmazdır öyle değil mi? İşte bu yaşayan canlılar için belirli bir ölçüdür. Yani Kaderdir, Miktardır. Kimsenin ne zaman öleceği, ne şekilde öleceği falan değildir Kader olan. Bir kimsenin ölümünün gerçekleşmesi de Kaza'dır...
  6. Sayın BrainSlapper... Ama inatla diyorum ki arada bir farklılık var yine de. Ama tamam, temel olarak aynı şeyi söylediklerini; Yani yukarıdaki tanımınızı kabul ediyorum. Ama ayrıntıda farklılık var. Mesela "Ben Panteist'im/Panenteist'im" diyen hiç bir kimse, var olduğuna inandığı o Tanrı için ibadet etmez. Ama Vahdet-i Vücut'a inanmış bir insan, (aslında kendi iç huzuru için, yani Tanrı için ) çeşitli şekillerde ibadet yaparlar. Mesela "Sema Dönmek" "Hu Çekmek" "Zikir Etmek" gibi. Tanrı'ya ulaştıklarını, benliklerinin farkına vardıklarını düşünürler. Panteist/Panenteistlerde böyle bir çaba yoktur. Ve şöyle bir farklılıkları daha var; Mesela Panteist/Panenteistler "Doğa+Tanrı Birliği"ni bence pek bir maddesel anlamda ele alıyorlar. Vahdet-i Vücut buna aynı zamanda biraz da "Akıl" ve "Vicdan"ı katıyor. Bu Panteizm/Panenteizm'in "Akılsız" olduğu anlamına gelmiyor. Vahdet-i Vücut genelde "Aristo Mantığı"ndan yola çıkar. "Doğa+Tanrı Birliği"ni "Akıl" ile kavrar. Ayrıca hiç bir Panteist/Panenteist hisleri ya da görüşleri için bir araya gelip tarik oluşturmazlar. "Melami"ler hariç diğer Tasavvuf erkanları hep tarikat oluşturmuşlardır geçmişte, ki ben tarikat oluşumuna karşıyımdır. O yüzden Melamilik bu yönden biraz daha benzer Panenteizm'e. Yine de yukarıdaki farklılıkları mevcuttur. Diğer açılardan söyledikleriniz aynılığıyla geçerlidir. Saygılarımla...
  7. Aşk-Sevgi-Güzellik ile ilgili bir yazı sadece ama asıl unsuru "Güzellik"... Hayatta güzel olan şeylere dari belkide söylemek istediğim ama aslında anılara dair, bilemiyorum. Ben genelde hep bugünü yaşıyorum, geçmiş sayfalarımı defterime bantlıyorum, yeni sayfalarımı işlemeye koyuluyorum hep. Kaç kişi iz bıraktı ki hayatınızda? Kaç kişiye izin verdiniz, sizde yaşaması için? Kaç kişi için cesur olabildiniz ya da Sevginize kaç kere sahip çıktınız? İlla ki sevgiliniz olmaz hayatınızda iz bırakanlar, kişilerden bahsetmek istiyorum biraz. Yani şöyle söyleyeyim; Geçmşte tanıdığım, hayalleri olan ama başka yerlere savrulan kişilerden... Bugün bulundukları yer ile geçmişte hayal ettikleri yer arasında dağlar kadar farklar olan kişilerden. Adından emin değilim, Gamze'ydi galiba. Güzel bir sesi vardı, ilkokul beşinci sınıfı onların sınıfında okumuştum. "Onların Sınıfı"... Kendimi hiç o sınıfa ait hissetmedim... Bir yıl okudum ama hep eski sınıfımı özledim, hepsi gerçekti benim için. Gamze'nin sesi çok güzeldi. Kendisini bırakın bir yana, bizde emindik bir zaman sonra konservatuar okuyacağına. Güzel bir kızdı, benden uzuncaydı o zamanlar, ben yarım metre kadardım sanırım Aradan 13 sene geçmiş... Eve dönüyordum işten ve alışveriş yapılan güllük gülistanlık bir caddeden geçiyordum. Elinde tepsilerle dükkanlara öğlen yemeği götüren, kiloluca ve bakışları solmuş bir kadın... Kötü, üzücü... Çöpçü Kemal... Matematik öğretmeniymiş. Akli dengesini kaybetmiş. Sokaklara düşmüş... Ben Lisans okurken can vermiş sokaklarda. Varmak istediği son ile vardığı son... Recep'i gördüm mesela bugün. Görmeyeli 6 yıl olmuş, Lisansta tanışmıştık ama aynı semtte oturuyormuşuz meğer. Antalya'da biliyordum, laboratuvar okuyordu o zamanlar. Bir ara kayboldu birden. Kulakları ağır işitiyordu: "Biçtiler Beni" diyordu hep, yanlış ameliyat... Sordum, nerede olduğunu. Adam Öldürmeden zanlıymış. 2 yıl yatıp yeni çıkmış. Oysa bu adam, dibi kararmış diye şikayet ettiğim kahve makinasının içini temizlemek için içine deterjan koyup, düğmesine basıp patlatabilecek kadar alıngan birisiydi... Hassastı biraz... Geldiği nokta farklı yine. Hayat acı gelmiş üstüne... Özgür'ün numarasını aldım Recep'ten, evleniyormuş... Şaşırdım... İçinde hep bi acısı vardı Özgür'ün ve en çok bana anlatırdı. Atlattı mı bilmiyorum. O mu evlendiği bilmiyorum. Aradım, açan olmadı. Kim bilir neresinde şu an hayatının... Hergün kaç hayatla karşılaşıyorum kim bilir dağıtım yaparken. Gözlerinden okumaya çalışıyorum, çünkü uzun süre sohbet edemiyoruz. Müşterilerimin çoğunluğu orta yaşlı yada genç-yetişkin Boşanmış ve ama Çalışan kadınlar. Karşıyaka'da Güçlü Kadınlar var hep. Kendi ayakları üzerinde durabilen... Kim bilir kaç hikaye var aslında... En çok Ercüment'i merak ediyorum. Benden kat kat yetenekliydi resim çizmede. Daha Orta okuldayken iki dakika baktığı bir şeyi bir dakika da çizerdi. Lisede motor meslek okudu, o kadar güzel resim çizebilen kimseyi daha tanıyamama rağmen... Sonra... Bilmiyorum, kaybettim arkadaşımın izini. Kaçını anlatsam bilmiyorum ki... Annemden dem vurayım biraz... Orta okulda Hemşireliği kazanmış, annesi izin vermemiş evin tek kızı diye... Aradan yıllar geçti; 35 yıl kadar. Dağıtım yaparken Karşıyaka'da bir müşteri, kimlik sordum, annemin memleketlisi. Annemin her konu açıldığında anlattığı, izini kaybettiği tanıdım bir aile... Aldım numaralarını hemen anneme verdim. Aradı akşamına, meğer annemin Öğretmeninin akrabasıymış. Annem, o hanımın ilk öğrencisiymiş; unutulur mu? Öğretmeninin görüştüğü arkadaşları varmış annemin. Hepsine ulaştı; 35 yıl sonra. Akşam boynuma sarıldı; "Sana ne kadar teşekkür etsem azdır oğlum" Diye ağlamaklı... Ağlamaklandımdı... Salı günü annemin en yakın okul arkadaşları 35 yıl sonra buluşuyorlar. Hepsi gelmek istediği yerlerden farklı yerlerdeler belki. Tek tesellileri buluşmak olur belki. Annemi hiç unutmamışlar. Annemde onları... Ben mi? Bilmiyorum. Öğretmen olmak istiyorum, şu an kuryelik yapıyorum. Bazen çekip gitmek istiyorum. Arkamda iz bırakmadan gitmeyi severim hep. Üzülmemek için, varmak istediğim bir nokta tayin etmiyorum pek kendime. Erişemediğimde acımayayım diye. Programlamıyorum hayatımı. Şu an sadece iki şeye endeksledim hayatımı, o kadar... Birincisine ilişik yaşıyorum, düşecekmiş gibi, emaneten... Diğerini ise ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim... Eee? Sizin anlatacağınız bir kimseniz yok mu? Varmak istediği son ile, Bulunduğu yer arasında Dağlar kadar farkı bulunan? Belki de kendinizi anlatırsınız? Saygılar en önce benden...
  8. Hediye konusunda belki bir iki yardımım dokunabilir belki naçizane... Öncelikle "Ben Olsaydım!" diye başlayın hediye beğenmeye. Hediye alacağınız kişinin kişilik özelliklerini düşünün... Son dönemdeki ihtiyaçlarını şöyle bir gözünüzün önüne getirin... Ama ben olsam derim ki "Kendi Ellerinizle" yaptığınız bir şeyi verin hediye olarak. Çünkü en güzel hediye "Emek"tir. Öyle ihtiyacı olan bir şey olması gerekmez böyle olduğu zaman. Eğer sizi gerçekten seviyorsa ve size değer veriyorsa o zaman ihtiyacı olmayan bir şey verdiğinizde bile emeğinizi gördüğünde mutlaka gözünde daha da büyüyeceksinizdir. Ben en çok emek harcanarak yapılmış hediyeleri kıskanmışımdır. Ve böyle hediyeler daha anlamlıdır benim için, daha özeldir, daha güzeldir. Para vererek aldığınız hediyelerin önceliğinde Maddi değeri yatar. Emeğinizin ürünü olan hediyelerinizde ise buram buram siz ve onu size yaptıran sevginiz kokar. Neyse, Bu konuda daha fazla sır vermeyeyim, gerisi de bana kalsın... Yine de çok ihtiyacınız varsa belki yardım edebilirim Ama unutmayın: Bir şeyler almayın, Bir şeyler yapın... Eğer hediye alacağınız kişi biraz değer veriyorsa sizin emeğinizde ve kendisi kaba saba biri değilse, emin olun alacağınız pahalı bir hediyeden daha çok sevindirecektir bu onu. Saygılarımla...
  9. Sayın Tarafsız... Her zaman söylediğim gibi Tanrı'nın varlığı Bilim ile ispat edilemez. Bilim'in Tanrı'nın Varlığını İspatlamak amacıyla kullanılması Hıristiyan Teolojisinin "Akıllı Tasarım Uydurmacası"na dayanmaktadır. Ki bu uydurmaca da "Evrim Teorisi"ne karşıt olarak ortaya atılmıştır. Her nasılsa Müslümanlarda bunu kabullenmişlerdir. Oysa ki Tasavvufa ve dahi "İslam Alimi" olarak adlandırılan bu mutasavvıflara göre Tanrı'ya "Sadece" AKIL ile ulaşılır. Burada da kullanılan yöntem Mantık'tır. Temelini de Aristo'dan alır. Bilim'in verileri "Değişken" olduğu için "Değişmez" bir Tanrı anlayışı ortaya koyamaz ve zaten ilgide kuramaz. O yüzden Bilim sadece ve sadece Maddi Varlığı Anlamak için gerekli ve zorunlu bir çabadır. İnsan "Akıl" ile "Varlığın Amacını" sorgular ve Tanrı'yı ya kabul eder ya da kabul etmez. Ama insan "Bilim" ile "Varlığın Neliğini" sorgular ve anlar. Tanrı ile bu anlamda bir ilgi kurması mantıksız ve gereksizdir. Hıristiyan Teolojisi "Madde"yi bu açıdan ele alana kadar "Bilim" Tanrı'yı İspatlamak için kullanılmamıştır. Bilim'in Tanrı'yı ispatlamak için kullanımı tamamen verimsiz bir çabadır, çünkü amacından oldukça sapmış bir çabadır. Saygılarımla... Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla...
  10. Ben "Siyah - Gri (Hızlı Profesyonel)" arayüzü kullanıyorum. Ne de olsa karamsar bir yapım var... Bence arayüzlerin bizim tercihimize bırakılması hakikaten çok güzel olmuş. Ama daha başka tercihlerde bekleriz yani. Şu siyah arayüz üzerinde biraz daha çalışıp rengi daha koyu olan bir arayüz yaparsanız çok makbule geçer... Ne bilem işte, şöyle Rockvari bir şey olabilir Saygılar...
  11. Hala kendimden korkuyorum...
  12. Benim uyuz kuzenim, almış benim modemimi kendi bilgisayarına takmış. E tabi doğal olarakta internete bağlanamayınca yeniden benim bilgisayara takmış ama sanıyorum ki modemimi resetlemiş. Her neyse; Modemini benim bilgisayarıma taktıktan sonra yeniden resetleyip yapılandırdım. İnternete bağlandım... Buraya kadar sorun yok... Bağlantı kopmuyor mesela ya da yavaşlamıyor. Her hangi bir şekilde düşmüyorda... Sorunum şu: Bilgisayarı kapatıp yeniden açtığımda modemin bütün ışıklarının yanmasına rağmen internete bağlanamıyorum. Bilgisayarı yeniden açtığımda, modemi ancak yeniden resetleyip yeniden yapılandırdığımda bağlanabiliyorum. Bilgisayarı her kapatıp açtığımda aynı işlemi yapmam gerekiyor, yoksa internete hiç giremiyorum. Tuhaf olan ise şu: 444 0 375'i aradım ve kontrol ettirdim. Modemi yeniden yapılandırdığımda ADSL destek hattını aradım. Sonra Bilgisayarı tekrar kapatıp açtım ve açtıktan sonra kontrol ettirdim, internete bağlı görünüyormuşum. Oysa ki benim bağlantım yok ama modemin tüm ışıkları yanıyor, ki bağlantım olduğunu gösterir bu. İyi ama niye ben hiç bir sayfaya girip işlem yapamıyorum? İki gündür kafayı yiyeceğim ve kuzenime pekte hayırlı dualar etmiyorum... Acele yardım istiyorum yoksa artık beni pek göremezsiniz burada yoksa... Çünkü Bilgisayarı her yeniden açışımda tekrar tekrar modem yüklemek kasıyor ve bıktırıyor... Acele Yardım bekliyorum... Saygılarımla...
  13. Hakkaten çok güzel... Kaybetme korkusunu gerçekten yaşıyorsanız Aşk'tır bu... Kokusu hala burnunuzdaysa mesela... Saçlarını hissedebiliyorsanız gözlerinizi kapattığınızda avucunuzda. Ya da sizin saçlarınızda ellerini dolaştırmasını duyumsayabiliyorsanız... Gözlerine baktığını düşündüğünüzde, o uzaklardayken İçiniz titriyor mu mesela? Karşınıza çıkan her kimsede onu mu arıyorsunuz? Ama karşınızda o olmadığı sürece hiç bulamıyor musunuz? Başkası ile denemeyi aklınıza dahi getiremiyor musunuz? "Onsuz Yapabilmek" gibir bir şey geçmiyor mu aklınızdan? Aşk budur...
  14. Konuyu takip ettikten sonra tek bir tespiti yazmaya karar verdim. Çünkü konuyu açan yazı hem eksik ve hem de ardı sıra gelen yorumlar hatalı ve bazı şeylerden noksan... En önemli noksanlığı ortaya koymak isterim... Freud'ın "Psikanalitik Kuramı"na ve bu kuramdan yola çıkan Erikson'un "Psikososyal Kuramı"na göre, 0-1 yaşlarını huzursuz geçiren bebeklerin "Tanrı" inancına "Soğuk" oldukları ve "Ateist Eğilimli" oldukları tespiti doğrudur... Lakin şu vardır ki; Her ateist bu yüzden Ateist olmamaktadır. Bu tespitin muhatabı olan ateistler, daha çocukluktan beridir "Tanrı" anlayışını "Benimseyememekte"dirler. Kısaca bunlar zaten hep Ateisttirler denilebilir... Ancak diğer bir kısım ateistler bu şekilde bir yaşantı ile ateist olmamaktadırlar. Hatta bir "Tanrı'nın Varlığını" son derece sorunsuz ve huzurlu bir şekilde kabul edipte "Genç Yetişkinlik" döneminde "Ateizm"i seçen insanlarda vardır. Ve öyle ki Freud'a göre insanın kişilik gelişimi tam olarak "Genç Yetişkinlik" döneminin başlangıcı olabilecek olan Ergenlik Döneminin sonunda "Sona Erer". Bu yüzden "Kişilik Gelişimi"nde Freud bu dönemi hiç ele almaz bile. Çünkü ona göre bireyler 0-6 yaşlarında "Kişilik Gelişiminin Ana Özelliğini" kazanırlar... 0-1 yaşlarını huzursuz geçiren çocuklarda ilköğretim dönemlerinde bu eğilimi çeşitli şekillerde ortaya koyarlar zaten... Freud'un yazıya konu olan tespitinde şu var; 0-1 yaşlarını huzursuz geçiren bebekler "Ateist" olmaktadırlar. Birde şu tespit vardır ki; "Her Ateist, Ateist Eğilimi çocukluğundan getirmemekte, yine Freud'un "kişiliğin gelişiminin tamamen son bulduğu" ve artık "kişiliğin oturduğu"nu tespit ettiği "Genç Yetişkinlik" döneminde "Ateist" olan insanlar vardır. Yani Ateistliğini "Bebekliğindeki Huzursuzluğuna Boçlu Olmayan" Ateistlerde mevcuttur. Böylelikle şöyle bir önerme karşımıza çıkıyor: "0-1 yaşlarını huzursuz geçiren bebekler, ileride Ateist eğilimli olmaktadırlar" "Ancak her Ateist, 0-1 yaş dönemini huzursuz geçirdiği için Ateist olmamaktadır." Bunlara göre herkes kendisini pekala tartabilir... Şimdi geçmişinize bakın mesela... Kim bebekliğindeki Huzursuz bir yaşanmışlıktan dolayı Ateist? Kim bebekliğindeki Huzurlu bir yaşanmışlıktan dolatı İnançlı? Kim Genç Yetişkinlik Döneminden edindiği kazanımlarından dolayı bir tercihen Ateist oldu? Kim Genç Yetişkinlik Döneminden edindiği kazanımlarından dolayı bir tercihen İnançlı oldu? Bu sorular, muhatabı olan kimselerce tam anlamıyla "Nesnel" olarak cevaplanabilecek sorular değildir. Çünkü herkes o bebeklik dönemini hem tam olarak bilememektedir, Ve hemde mutlaka herkes kendisi ile ilgili bir Savunma Mekanizması oluşturacaktır yanıtlarken. O yüzden Nesnel olamayacaktır kimse... Yine de kendinize bu soruları sorun mutlaka... Geçmişinizi bir karıştırın... Lakin şunu söylemek istiyorum; Bu konu bir kaç satırlık cümlelerle tartışılacak kadar basit bir konu değildir bence. Sonuçta "Psikoloji" bilimine girer ve ne yazık ki ben bir çok tespitin çok yüzeysel ve menfii olduğunu gördüm. İletimde Ateizm'i savundum ya da yerdim, Ne de İnançlılığı savundum ya da yerdim... Elimden geldiğince, bu eksik bilgiyi tamamlamada nesnel olmaya çalıştığımı düşünüyorum... Saygılarımla...
  15. Sayın Tarafsız... Söylemlerimiz bana öyle geliyor ki birbiri ile örtüşüyor. Bence de doğa bir "Denge" arayışı ile var kalıyor. Dengesi bozulduğunda bir şekilde yenileniyor ya da yeni kanunlar yasalar meydana getiriyor ama ne yapıyor yapıyor bir çekilde bir dengeye kavuşuyor. Rahat bırakılsa, ozon tabakasının kendi kendisini yenileyeceği gibi... İnsanların "Tesadüf" dedikleri şeyde aynen söylediğiniz gibi, bazı doğa yasalarını tanımlayamamalarından ya da bilmemelerinden kaynaklanmaktadır. Doğa'da "Tesadüf" diye bir şey yoktur. Doğanın meydana getirdiği her şey "olabilirlikler"in içersinden en olurunun meydana gelmesinden başka bir şey değildir. Eğer doğa bir şeyin meydana gelmesine izin veriyorsa, demektir ki o şey doğanın bir takım yasalarına bağımlı olarak meydana geliyor. Eğer öyle olmasaydı karşımıza şöyle bir denklem çıkardı: "Doğa" = "Tesadüf" Çünkü: Anlatmaya çalıştığım gibi "Tesadüf" dediğimiz şey eğer var ise, onu tanımlayan anlamı "Doğa Yasalarından Bağımsız ve Ayrı, Kendibaşına, Kuralsız ve Yasasız Olarak Meydana Gelen Olay ya da Olgu veyahut Ortaya Çıkan Herhangi Bir Şey" şeklinde olmalı... Dikkat ederseniz "Mucize" denen şeyinde tanımı buna yakındır hatta anlamdaştır: "Tanrı Doğa'nın Hakimi Olduğunu Göstermek İçin "Mucizeleri" Yaratmıştır...." Mucize anlayışının temelinde "Tanrı'nın Hakimiyeti" yattığına göre Tanrı'nın yaptığı şeyler tabii ki "Doğa Yasaları"na uymayan ve onu aşan bir özellikte olacaktır. Yani Doğa'nın Bilinci dışında başka bir Bilince tabi olacaktır. Tesadüf'te Doğa'nın Bilinci dışında meydana gelmektedir, Mucize'de Doğa'nın Bilinci dışında meydana gelmektedir... Her iki halden ikincisinde istediği kadar "Tanrı'nın Buyruğu" söz konusu olduğu söylenirse söylensin, Doğa açısından bakıldığında ikisi arasında yani "Tesadüf" ile "Tanrı" arasında fark bulunmamaktadır. Mantık bunu gerektirmektedir. Öyleyse şu sonuca varıyoruz ki; Doğa'da "Tesadüf" diye bir şey yoktur... Ve Doğa'dan ayrı bir "Tanrı" yoktur... Tanrı ve Varlık "Tek"tir... Mantık bunu gerektirir... Sayın Tarafsız sizinle örtüşemediğimiz nokta ise şu sanıyorum: Siz mükemmel doğa'nın bir sahibi olması gerektiği düşüncesine dayanarak bir Tanrı görüşüne sahipsiniz. Bence ise Doğa'nın sahibi yine Doğa'nın kendisidir, kendi bilincidir... Doğa'nın kendisi Bilinçli bir Tanrı'dır. İnsan 250gr'lık bir beyin ile binlerce yıllık bir medeniyet üretebiliyor ve bilimi bu güne taşıyabiliyorsa eğer, evrenin zekasının neler yapabildiğini görememek körlüktür sanırım... Öyle ki o zekanın meydana getirdiğinin belki de trilyonda birini bile şu beynimiz ile çözememekteyiz. İnsan küçük bir kainat, Kainat büyük bir insandır... Saygılarımla...
  16. Sayın ali0_1... Devamlı söylüyorum ama huyum kurusun söylemekten bıkmıyorum Bakınız; "Din" ile "İnanç" arasında farklılıklar vardır. "Din" dediğimiz yapı toplumsal gelişimde (ki ben bunu Tarihsel Materyalizm" açısından ele alıyorum), bir basamak oluşturmuşlardır. Yani önceleri "Kan Bağı" ile "Aşiret/Kavimdarlık" şeklinde olan toplumsal birliktelik sonraları "İnanç"ların "Toplumsallaşmaları" ile birlikte "Dinselleşmeleri"yle "Din Bağı" ile olur olmuştur. Bunu sdaha sonra "Milli Bağ" izlemiş ve sonunda "Anayasal Bağlılık" takip etmiş günümüze ulaşmıştır. Bir sonraki adım Demokrasidir zaten. Bu süreç içersinde "İnanç"ın tanımına değinmek isterim. İnanç, Dinden ayrı olarak "Toplumsal Bağ"dan yoksundur. Vicdani bir meseledir. Kısaca şunu demek istiyorum; Artık "Din" dediğimiz şey bir "Hayat Tarzı" olmaktan çıkmıştır. Ve tamamen çıkacak olması da kaçınılmazdır. Tarihsel süreç bize bunu göstermiştir ve uygun olanı da budur. "Din" dediğimiz yapılar artık sadeec birer "İnanç" olarak "Vicdanlarda" yer bulacak ve toplumsal yaşamdan sıyrılacaklardır. Artık toplumlar "Dinlere" göre şekillenmemektedir. Şekillenmeye çalışan toplumlarda dinin ne derecede kullanıldığı ve istismar edildiği ve insan hayatına mal olduğu ortadadır. Artık İslamiyet, Hıristiyanlık ya da Musevilik birer din olarak değil birer "İnanç" olarak vicdanlarda yer almalı ve öyle ele alınmalıdır. Saygılarımla...
  17. Tengeriin boşig şurada cevap verdi: fatal_devil başlık Türk Sineması
    Belki de hokkabaz olmak lazım bazen... Ya kaybedebilmek bazı şeyleri, geçici de olsa... Ya da kaybolabilmek... Az önce bir daha izledim de bu filmi... Hani o kaçırdığı kuşlar misali... Çıkıvermek hayattan, kuşlar gibi çekip gidivermek... Belki de asıl hokkabazlık budur... Hep hayatındasınızdır bir insanın, Ama büsbütünde o hayatın dışında... Hep yanındasınızdır aslında, Ama öyledir ki Bir o kadar da uzakta... Asıl hokkabazlık bu belkide; Büsbütün içindeyken hayatının, Hiç yokmuş gibi oluvermek...
  18. Cevaplamak isteyen siz olursanız daha bir saygı duyarım Sayın Tarafsız... Kimselerin bazı şeyleri görmezden gelmesi beni üzmez ya da bundan alınmam... Tercih meselesidir... Şimdi bu örnekten hareketle bir yol üzerinden gidelim. Newton'un kafasına düşen elma olyı bir tesadüf müdür? Öncelikle Newton o ağacın dibine belirli bir ihtiyaç doğrultusunda, kişisel bir tercih olarak oturmuş. Yani Newton'un oraya oturması bir tesadüf değil... Elma ise olgunlaştığı, dalı zayıfladığı ve belki de rüzgarında etkisi ile düştü. Elmanın düşmüş olması da bu açıdan bir tesadüf değildir. Olağan ve doğaya uygun bir şeydir. Böylelikle şu vardır ki elmanın newton'un kafasına düşmüş olması bir tesadüf değildir. Tesadüfü yaratan şey "İnsan Bilinci"dir. Varlıktaki tüm yasalar anlaşıldığı zaman "Tesadüflerden" bahsetmemiz mümkün olmayacaktır.
  19. Yaratıcı İradenin kendisidir. İrade maddenin kaçınılmaz olarak bağımlı kaldığı yasalar ve doğa kanunlarıdır. Her şeydir... Her şeydedir... Tanı tüm kainatın kendsidir... İnsan küçük bir kainat, Kainat büyük bir İnsandır. Tanrı insanları kendi suretinde var etmiştir. Tanrı insana şah damarından daha yakındır. İnsana şah damarından daha yakın oln, yine insanın kendisidir. Bilinmeyenli bir denklem değil bu, Çıkarımını çok kolay yapabilirsiniz. Biraz mantık bilmek yeterli... Ene'l Hakk... Saygılarımla...
  20. Konunun yararlı olabilmesi için bir kaç soru sormak istiyorum... "Bir şey ya Bilinçli yapılır ya da Bilinçsiz..." derken kastettiğiniz nedir? Ya da öncelikle "Bilinç" nedir? Kaynağı nedir? İşleyişi nedir? Madde ile ilişkisi nedir? "Güncel Bilim" derken neyi kastettiğinizi ya da ne demek istediğinizi anlayamadım gerçekten. "Güncel Bilim"in tanımını biliyorum gerçi ama siz hangi manada kastettiniz? Çünkü daha önce güncel bir takım bilimsel veriler ve bulgulara dayanarak soru sormuştum ve cevapsız kalmıştı. Gerçi cevapsız kalan bir çok sorum var ama neyse, üstelemiyorum... Saygılarımla...
  21. KARAGÖZÜ YUNAN'A KAPTIRDIK!... Anadolu'da, ilk kez 14. yüzyılda Şeyh Küşteri tarafından hayat verilen gölge oyunu kahramanı 'Karagöz', 'Karagiozis' adıyla Yunan kültürünün bir simgesi olarak olimpiyatların açılış töreninde yer aldı.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.