DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
KENDİNİZİ AŞIN: HAYATINIZA BİRAZ BİLİM KATIN... En son bilimsel gelişmeleri takip etmek isteyip, görüşlerini burada paylaşmak isteyen arkadaşlar...
Kaçacak yer yok!... İzleniyoruz, dinleniyoruz, takip ediliyoruz... Ofiste kullandığımız bilgisayarımız, yazışmalarımız, tıkladığımız her sayfa, baktığımız her resim yerimizi, duruşumuzu ve mahremiyetimizi deşifre etmek için kullanılıyor. Kapitalist sistemin son numarası, şirketlerdeki “performans raporlamaları” ise çalışanların bilgisayar üzerindeki tüm hareketlerini takibe alıp, mahremiyet sınırlarını aşıyor. Bilgisayarlardan evde de işte de uzak kalamıyoruz, ama bu yakın iş arkadaşları sır tutmayı pek de bilmiyor. Elbette suçlu onlar değil, ama bilmemiz gereken mahremiyetinizin özellikle ofisteki bilgisayarınızda ihlal ediliyor olduğu. Çünkü ister iş performansımız ister de kişisel çıkarlar için olsun bilgisayarlarımız izleniyor. Geçen yıl Amerika’da yapılan bir araştırmanın sonuçları da bunun kanıtı. Sonuçlar vahim, araştırmaya katılan patronların, çalışanlarının ziyaret ettiği siteleri izleme oranı yüzde 76. Patronların yüzde 50’si çalışanlarının özel dosyalarına da ulaşırken, yüzde 35’i özellikle e-posta yazışmalarını takip ediyor. Hatta araştırmaya konu olan şirketlerin yüzde 23’ünde bu takipler sonucu işten çıkarmalar da yaşanmış. Türkiye’de böyle bir araştırma henüz yok, ama işin içindekiler durumun ciddiyetinin farkında. Ofiste bilgisayardaki kişisel mahremiyet tüm dünyada davalara da konu olmuş durumda, ama kanunlar şu an için bir sonuç vermiyor. Patronlar çalışanlarının zamanlarını nasıl “değerlendirdikleri” konusunda meraklanmaya başlayınca ilk başvurdukları yer ağ yöneticisi olan bilgisayar oluyor. Kimi şirketlerde bu iş için departmanlar bile kurulmuş. BBG odası da denilebilecek güçte yazılım ve donanıma sahip bu odada bilgisayar kullanan her çalışanın bıraktığı izler takip edilebiliyor. Patronun çalışanının mahremiyetini izlemesi artık meşru ve gerekli görülüyor. Elbette bilgisayarların izlenmesi yalnızca patronların yaptığı bir şey değil, yetkin bilgilere ve yeterli mahrem merakına sahipseniz istediğiniz kişinin e-postası ya da chat programındaki yazışmaları, internet bankacılığı işlemlerini görmeniz mümkün. Ben de ise son noktayı başka bir şirketteki arkadaşıma e-posta ile bir yemek teklifi yaptığımda bana geri dönüp “iş dışındaki konuları buradan konuşmayalım, tüm yazışmalarımız kontrol ediliyor” demesi koydu. Sonra da epey kafama takılan bu soru bu yazıya konu oldu. Önce çevremdekilerle konuştum, meğerse pek çoğunun başından bu tür sevimsiz olaylar geçmiş. Sonra da gazetenin “bilgisayar sistemi” servisine çıkıp kafamdakileri sordum. Yanıtlar korkutucuydu, kullandığım bilgisayardaki her türlü bilgi, yazışma ya da internet üzerinden kullandığım şifreli alanlar onlardan bağımsız değildi. Elbette bu bir “iç güvenlik” hadisesiydi. Sistem servisindeki arkadaşımın bana son sözü ise “internette ve işteki bilgisayarında bilgin düzeyinde güvendesin, yani ne kadar çok bilgi o kadar mahremiyet” oldu. Gilbert K. Chesterton “neden açıldığını bilmediğiniz bir kapıyı sakın kapatmayın” diyordu, evet 21. yüzyıl internetin sayesinde tüm kapıları açıp, sınırları kaldırdı. Peki ya şimdi, neden açıldığını bildiğimiz bu kapıyı nasıl kapatacağız? Biz de konuyu McAfee Secure (Kurumsal internet güvenliği üzerine çalışan, bir Amerikan firması) Türkiye Temsilcisi İnan Taptık ve bu durumdan mustarip olanlarla konuştuk. İzlemenin adı “Performans raporlama”... - Şu aralar pek çok kişi “dinlenme ve izlenilme” paranoyası yaşıyor. Cep telefonu, internet derken işin bir de çalışma ortamı boyutu var. Yani ofiste kullandığımız bilgisayarlar da izlenmeye açık. Siz de internet ve ağ güvenliği konusunda tecrübelisiniz. Bu durum düşündüğümüz kadar vahim boyutlarda mı? Denetimlerimizin sonucunda çıkanlar şaşırtıcı, zaten otoritenin çalışanlarının bilgisayarlarını büyük ölçüde izlediğini biliyoruz, ama çalışanların birbirini izlemesi bizi epey şaşırttı. Türkiye’deki büyük şirketlerin denetimleri sırasında yüzde 50’inden fazla bir oranında bu tür izleme programlarını tespit ettik, ama bunların yüzde onu otorite izlemesiydi, yari geriye kalanı çalışanların ve dışarıdan izlemelerdi. - Kişisel izlemeler sizce niye bu kadar çok? Bu oryantal kültüre sahip olmamızın getirdiği bir şey, çünkü biz dedikoduyu, konuşarak üretmeyi seviyoruz. Bu toplumsal bir alışkanlık ya da zafiyet, hepimizde var. Biz, bizi ilgilendirmeyenleri bilmeyi, ortaya çıkarmayı, onlar üzerinden konuşmayı çok seviyoruz. Bunu yaymayı da görev biliyoruz. Hani derler ya bir şeyi iki kişi biliyorsa o sır olmaktan çıkar, hele onu bilen bilgisayarsa o ikinci kişiden çok çok öte bir varlık. Mahremiyet düşkünlüğü gerçekten de önemli sorun. Sanal ortamın meşruculaştırıcılığı da bu işi kolaylaştırıyor. - Siz böyle bir örnekle karşılaştınız mı? Evet, mesela firmadan ayrılan birisi ayrılmadan önce tüm bilgi akışını izleyen bir program yükleyip gitmiş. Biz de bu yazılımın farkına vardık, yönetime götürdük, habersiz olduklarını söylediler. Araştırınca gördük ki bu program şirket ortaklarının birinin evlilik dışı ilişkisine dair tüm internet yazışmalarının, ofis içi iletişimin kayıtlarını tutmuş. Hatta bu bilgiler ile iş tehdit ve şantaja kadar da gitmiş. - Bu casus yazılımlarla bilgisayarlardaki hangi bilgilere ulaşılabilir? Aklınıza gelebilecek her şeye! Bilgisayarın masaüstünü rahatlıkla görebilir, sistemin açılış ve kapanışlarını, hangi programları çalıştırdığınızı, neleri değiştirdiğinizi, hangi web sitelerine girip, neler indirdiğinizden, bankacılık işlemlerinizdeki şifrelerinize kadar her şeye ulaşmaları mümkün. Yani klavyeye her dokunuşunu izlemeleri ve kaydetmeleri olanaklı. Bunlara hem dışarıdan bir bilgisayardan hem de sunucu üzerinden ulaşmaları olanaklı. - Sıradan bir kullanıcı bunun nasıl farkına varabilir? Bunu anlamanız oldukça zor, burada bir sürü program var ve bunlar virüs de değil. Bunlardan biri de yerli bir yazılım. İsmi “Sentinal Professional”. Hatta 11 dilde yapılıp başka ülkelere de satılıyor. “Net Vizer”, “Net Spy”, “E Blaster”, “Spector Pro” isimli pek çok program daha var. Hepsinin farklı etkin edilme kodları var. Yani bu programları görebilmek için şifreli tuş kombinasyonlarını bulup onları görünür hale getirmek gerekli. Ticari olarak satılan 100’ün üzerinde lisanslı, 30-40’ta internet üzerinden ücretsiz indirilebilen programla bu izlemeyi yapmak mümkün. - Bu programların en önemli özelliklerinden biri de sanırım “performans raporları”. Yani çalışanların bilgisayarlarındaki her hareket belli kategorilere göre sınıflandırılıp raporlanıyor. Bu ne kadar insani bir çalışma değerlendirme sistemi? Ben bunun insan haklarına aykırı olduğunu savunuyorum, insan gibi düşünen herkes için de bu böyle olmalı, ama bu işin yaptırımları konusunda, yani mimlenme ve izlenme konusunda yaptırımlar ne olur onu da bilemiyorum. Bir yandan da şu kamusal alan derdi var, yani “burası işyeri, burada yaptığın ve yarattığın her şey bana ait” diyor şirket, yani siz şirkete aitsiniz. Bilgisayarlarınız da ona ait, işte geçirdiğiniz zamanda. Bu yüzden sizin özel hayatınız da dahil her şeyinizi izlemesi onlar için çok meşru bir davranış. İş ve ofis bilgisayarlarının izlenmesi etik değil, yasak, ama yaptırımı yok. Türkiye’de de insan hakları.gov.tr diye bir yer var, ama o da başbakanlığa bağlı, yani siz şimdi nereyi nereye şikâyet ediyorsunuz. Bu biraz ironik bir durum. Yani bu bir sivil toplum örgütünün elinde olmalıyken, zaten baştan taraf olan bir yerin kontrolüne veriliyor. - Size böyle isteklerle gelenler oluyor mu? Biz masanın diğer tarafındayız, bize kurumsal firmalar geliyor ve sistem açıklarını kontrol ettiriyorlar. - Denetimlerinizde casus yazılımları bulduğunuzda neler oluyor? Burada tespit ettiğimiz çarpıcı bir gerçek var, o da yönetimlerde yüzde 80 gibi bir oranın “biz yapmadık” demesi. Yüzde yirmisi durumu kabul ediyor. Çoğu zaman farkında olmadıklarını söylüyorlar, elbette bu mümkün değil. İzleme ve raporlama maliyetleri kullanıcı başına 20 ile 60 dolar arasında değişiyor. Büyük bedeller tutmadığı için bu maliyetler birtakım hesaplar arasında kaynayıp fatura edilebiliyor. Buradan da anlıyoruz ki bu özel hayata dair merak ve müdahale içerikli olabileceği kadar yönetim ile ilgili strateji belirlemelere kadar giden bir durum. Cumhuriyet / Pazar Dergi-
-
DİNCİLERİN BOŞ LAFLARI... ’Bu dünya boş, ne varsa öbür tarafta var’, ’Bu dünya yalan’, ’Batsın bu dünya’, ’Dünyada ölümden başkası yalan’ vb...
Bir doğru söz de benden... İnanç , gerçeği bilmek istememektir... ~ Nietzsche
-
DİNCİLERİN BOŞ LAFLARI... ’Bu dünya boş, ne varsa öbür tarafta var’, ’Bu dünya yalan’, ’Batsın bu dünya’, ’Dünyada ölümden başkası yalan’ vb...
Bizim, senin, onun bunun yani hepimizin Dünyası asla yalan değildir... Bu bir kandırmaca... Günlük yaşantımızda zaman zaman duyduğumuz ’Bu dünya boş, ne varsa öbür tarafta var’, ’Bu dünya yalan’, ’Batsın bu dünya’, ’Dünyada ölümden başkası yalan’ gibi bilinçsiz bir şekilde kullanılan bu sözler hatalı ve insan için çok inciticidir... Tam aksine mükemmeliyet noktasında bir tasarıma sahiptir.Mükemmel bir nanobilim üstadıdır. Her şeyi atomlardan başlayarak inşa etme konusunda eşi benzeri yoktur. Milyonlarca değişik türleri barındırmaktadır. Dünyamız, insana rağmen yaşamı korumayı ve sürdürmeyi başarmaktadır. Bu incitici sözler yerine bizimki ’yalan olan bir şey varsa o da yalancının kendi yaşamıdır. Bizlerin dünyası ise canlı, yaşayan ve eşsiz güzellikle bir gezegendir." Çalışkan ve bilgi düzeyi yüksek toplumlar kendi yazgılarını kendilerinin tayin etmektedir... "Önemsiz konularla öldürülen zamanın ve boş tartışmaların, dünya teknolojide hızla ilerlerken bizim uyutulmamızın, ülkemizin gündemini değersiz konularla doldurmanın varlığı moralimizi bozmamalı" Yani; herşey burada, yalan olan öbür taraf... Neden mi söylüyorum bunu.... Şundan... DOĞUMDAN ÖNCE NE İSEK, ÖLDÜKTEN SONRADA O OLACAĞIZ ÇÜNKÜ... Saygılar... DİPNOT... ______________________________________ ______________________________________ Bu arada bu düşüncenin temelini oluşturan Çankaya Üniv. Rektörü Ziya Burhanettin GÜVENÇ'e saygılarımızla....
-
Müslüman ülkelerden ramazan manzaraları...
Ramazan manzaraları... Adres... http://www.boston.com/bigpicture/2008/09/o...ng_ramadan.html
-
KENDİNİZİ AŞIN: HAYATINIZA BİRAZ BİLİM KATIN... En son bilimsel gelişmeleri takip etmek isteyip, görüşlerini burada paylaşmak isteyen arkadaşlar...
Bendende saygılar sayın yakisikli... Bu arada bir kitaptan bahsedeceğim... Gerçekten ilginç... Ve düşünebilen, araştırabilen, sorgulayabilenler için oldukça faydalı bilimsel bir araştırma... Kitap şu... TANRI: BAŞARISIZ HİPOTEZ... Fizik ve astronomi profesörü Victor J. Stenger’ın God: The Failed Hypothesis aldı kitabı tanrının varlığı konusunda yazılmış ve bu konuyu bilimsel açıdan inceleyen en başarılı kitaplardan biridir. Tanrının varlığına inanın ya da inanmayan, aklınızda sorular, şüpheler olsun ya da olmasın, bu kitabı okumanızı ve bilimin bu konuda neler söylediğini, bilimsel delillerin neyi gösterdiğini, neye işaret ettiğini, hangi argümanları desteklediğini bir fizik ve astronomi profesörünün kaleminden okumanızı tavsiye ederim. Kitabı internette e-kitap olarak bulmanız mümkün. Mesela buradan kitabı indirebilirsiniz. Ama benim tavsiyem kitaba biraz göz atmanız ve eğer beğenirseniz, olanağınız da varsa kitabı Amazon’dan sipariş etmenizdir. Aslında bu kitabı Stenger’ın 2003 yılında yayımlanan ve Türkçe’ye Bilim Tanrı’yı Buldu mu? adıyla çevrilmiş olan Has Science Found God? adlı kitabının devamı, bir adım ileri taşınmış hali olarak görmek mümkün. Her ne kadar çevirisini beğenmemiş olsam da bu kitabı da edinip okumanızın faydalı ve oldukça bilgilendirici olacağını düşünüyorum. Richard Dawkins’in Tanrı Yanılgısı‘nın başına gelenleri gördükten sonra hangi yayımcı kitabevi bu işe girişmek ister bilmiyorum ama God: The Failed Hypothesis Türkçe’ye Tanrı: Başarısız Hipotez olarak, konuya hakim ve yaptığı işin hakkını verecek biri tarafından çevrilirse çok güzel olurdu. Ama ben bunu beklemeden kitaptan bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Aslında paylaşmak istediğim o kadar çok bölüm var ki onun için bunları parça parça aktaracağım. Bu yazımda Mümkün Olan ve Olmayan Tanrılar (Possible and Impossible Gods) başlıklı 9. bölümde Stenger’ın sunduğu Tanrı hipotezine destek sağlayacak varsayımsal gözlemleri sizlerle paylaşacağım. Yapacağım şeyin tam bir çeviri olmadığını, anlatılmak istenen şeyi en uygun Türkçe ile ve net ifadelerle anlatmaya çalışacağımı en baştan belirtmek isterim. Birkaç yerde de açıklama amaçlı olarak köşeli parantez içinde ve italikli font ile kendi açıklamamı ekledim. Tanrı Hipotezine Destek Sağlayacak Varsayımsal (Hipotetik) Gözlemler Tamamen doğal süreçlerin evreni oluşturmak için yetersiz olduğu kanıtlanabilirdi. Mesela evrenin ölçülen kütle yoğunluğu, evrenin tam da sıfır enerji (bunun hiçliğin enerjisi olduğunu varsayıyoruz) konumundan başlaması için gerekli olan değerde çıkmayabilirdi. Bu, evrenin oluşması için enerji korunumunun ihlal edilmesinin yani bir mucizenin gerekli olduğu anlamına gelirdi. Tamamen doğal süreçlerin evrendeki düzeni oluşturmak için yetersiz olduğu kanıtlanabilirdi. Mesela evrenin genişlemediğini ve bir gök kubbe (İncil’de ifade edildiği gibi) olduğunu düşünün. Termodinamiğin 2. kanunu evrenin geçmişte hep olabilecek maksimum değerinden daha düşük entropiye sahip olmasını gerektirecekti. Bu durumda eğer evrenin bir başlangıcı varsa, bu başlangıç dışardan empoze edilmiş bir düzen olmalıydı. Evrenin başlangıcı olmasa bile yani geçmişte sonuza kadar gidiyor olsa bile yine de devamlı artan düzenin kaynağını açıklamamız gerekirdi. [burada kullanılan "firmanent" kelimesi Kuran'daki "sema" yani gök ile aynı anlamdadır. -dv] Tamamen doğal süreçlerin Dünya’nın kompleks yapısını oluşturmak için yetersiz olduğu kanıtlanabilirdi. Mesela Dünya’nın yaşının evrim için çok kısa olduğu ortaya çıkabilirdi. Basit şüreçlerin kompleks yapılar oluşturamayabilirdi. Evrimi yanlışlayan kanıtlar bulunabilirdi. Fosiller evrimle izah edilemeyecek şekilde tarihsel sıralanıştan yoksun olabilirdi. Canlıların tamamı aynı genetik şemaya dayanmayabilirdi. Geçiş türleri gözlemlenmeyebilirdi. İnsan hafızası ve düşünceleri bilinen fiziksel süreçlerle mantıklı bir şekilde açıklanamayan deliller sunabilirdi. Bilim zihnin fiziksel olarak mantıklı bir şekilde açıklanamayan sıradışı güçlerinin varlığını belirleyebilirdi. Bilim sonraki yaşamla ilgili tatmin edici deliller ortaya çıkarabilirdi. Mesela öldüğü kesinleşmiş birinin bilmesi mümkün olmayan ve daha sonradan doğruluğu ortaya çıkan bazı bilgilerle birlikte yaşama dönebilirdi. [bunun teolojik bir temeli olup olmaması önemli değil. Bunlar olabilecek ve olduğu takdirde Tanrı hipotezine destek sağlayacak şeylerdir. -dv] Vahiy ile elde edilen bilgilerin doğrulanmasıyla fiziksel olmayan bir haberleşme kanalının varlığı deneysel olarak onaylanmış olurdu. Mesela bir insan Tanrı’dan aldığı vahiy ile Dünya’nın sonunun tam tarihi öğrenebilir ve daha sonra bu olay gerçekleşebilir. [burada anlatılmak istenen şey normal olarak sahip olunması mümkün olmayan bilgilerin vahiy ile elde edilmesinin Tanrı hipotezine destek sağlayacağıdır. -dv] Dini metinlerdeki mucizevi olayların ve anlatılan hikayelerin doğruluğunu gösteren fiziksel ve tarihsel deliller elde edilebilirdi. Boşluğun mutlak olarak dengeli (stabil) olduğu ve böylece hiçbir şeyden ziyade birşeylerin varolması için bazı aksiyonların olması gerektiği ortaya çıkabilirdi. Evrenin insan yaşamı için çok uygun olduğu ve böylece insan yaşamı temel alınarak yaratılmış olması gerektiği sonucuna varılabilirdi. İnsanlar kıtalar arasında dolaşır gibi gezegenler arasında dolaşabiliyor ve diğer tüm gezegenlerde yaşam desteği için birşeye ihtiyaç duymaksınız yaşayabiliyor olabilirdi. Doğa olayları nötral matematiksel kanunlardan ziyade bazı ahlaki kurallara uyuyor olabilirdi. Mesela yıldırımlar genelde kötü, ahlaksız insanları çarpıyor; kötü davranışlar sergileyen insanlar daha sık hasta oluyor; rahibeler uçak kazalarından sağ kurtuluyor olabilirdi. İnananlar inanmayanlara göre daha yüksek ahlakı değerlere ve bazı diğer ölçülebilir üstün değerlere sahip olabilirdi. Mesela hapisler ateistlerle doluyken inananlar mutlu, refah içinde sevgi dolu aileleriyle yaşıyor olabilirdi. Ama bunların hiçbiri olmadı. Tanrı hipotezi elimizdeki verilerle onaylanmadı. Aslında bu hipotez eldeki verilerle güçlü bir şekilde çelişmektedir.(Victor J. Stenger, God: The Failed Hypothesis, s. 231-233) ____________________________________________________________________ Kaynak; Da Vincihttp://www.bilimfelsefedin.org/?p=16
-
The X-Files: I Want to Believe/inanmak istiyorum...
[/url] The X-Files: I Want to Believe/inanmak istiyorum. daha da gizli dosyalar Konu: Dizinin yıldız oyuncuları David Duchovny ve Gillian Anderson ile Chris Carter yönetmenliğinde çekilen filmde ajanlarımız buzlar altında kalmış bir cesedin ve seri şekilde kaybolan bir grup insanın peşindedirler. Hem de bu sefer psişik güçleri olan bir medyumun yardımıyla.. Filmde ajanlarımız buzlar altında kalmış bir cesedin ve seri şekilde kaybolan bir grup insanın peşindedirler. Hem de bu sefer psişik güçleri olan bir medyumun yardımıyla. The X-Files 2 David Duchovny ve Gillian Anderson'ın başrolde olduğu film, orijinal diziden 6 sene sonrasında geçiyor. İlk filmin aksine, bu sefer bana göre biraz korku öğesi ağırlıkta olmuş gibi. Açıkçası ben yinede beğendim diyebilirim... Tavsiye ederim... Yönetmen: Chris Carter Oyuncular: David Duchovny, Gillian Anderson, Amanda Peet, Billy Connolly, Xzibit Senaryo: Frank Spotnitz, Chris Carter Görüntü Yönetmeni: Bill Roe Müzik: Mark Snow Kurgu: Richard A. Harris Tür: Dram, Gizem Süre: 104 dk. Yapım: 2008, ABD,Kanada Dağıtımcı: Tiglon Film www.tiglon.com Gösterim tarihi: 12 Eylül 2008 Resmi Web Sitesi: www.xfiles.com
-
KENDİNİZİ AŞIN: HAYATINIZA BİRAZ BİLİM KATIN... En son bilimsel gelişmeleri takip etmek isteyip, görüşlerini burada paylaşmak isteyen arkadaşlar...
BİLİMSEL HABERLER... İnsan vücudunun hareketi elektrik enerjisine çevrilerek cep telefonları şarj edilebilecek. İnsan vücudunun hareketi elektrik enerjisine çevrilerek cep telefonları şarj edilebilecek. Görünmezlik sağlayan elbise geliştirildi. Radyasyon ve elektromanyetik dalgaları geçirmeyen elbise 500 dolardan satılıyor. Biz konuşacağız bilgisayar yazacak:Türkçe konuşmayı bilgisayarlara aktarabilecek teknoloji kısa bir süre sonra satışa çıkıyor. Japonlar akıllı DNA yaptı..Japon bilim adamları, yapay zeka özelliği gösteren DNA molekülü yaptı.DNA yapılarının olağanüstü bilgi saklama özelliğini ele alan araştırmacı Masahiko Inouye ve arkadaşları, DNA'nın hücrelerin gelişmesi ve çalışması gibi bilgileri de içeren dört temel yapısı üzerinde çalıştı.Yüksek teknolojili DNA sentezleme cihazı kullanan araştırmacılar, DNA yapısında bulunan dört temel yapıyı tek yapı hale getirerek büyük bölümü yapay olan dünyanın ilk DNA molekülünü geliştirdiler.Bu molekülün gelecekte gen tedavisi, nano ölçekli bilgisayarlar ve yüksek teknoloji gerektiren diğer çalışmalarda kullanılabileceği belirtiliyor. Yine Japonlar su ile çalışan otomobil üretti...
-
KENDİNİZİ AŞIN: HAYATINIZA BİRAZ BİLİM KATIN... En son bilimsel gelişmeleri takip etmek isteyip, görüşlerini burada paylaşmak isteyen arkadaşlar...
Öncelikle ve çok kısa bir açıklama... Hiçbir bilim veya bilim adamı Önceden belirlenmiş fikirlerle düşünmezler... Şimdi gelelim konumuza... Her zaman olduğu gibi ünümüzde Modern inancli kesimin en onemli mazeretlerinden biride, din ile bilimin karsilikli bagdasabildigidi ve bilimin buluslarinin dinlerin cesitli iddialarini kanitladigidir. Kaldıkı burada bilimin bulgularinin, inancı kanitladığını iddia eden kimselerin, cesitli yollardan yine sadece kendi inanclarını dogruladigina sasirmamak lazım. Hayrı ca da her nedense Bu iddiada bulunan eden kimseler, bu sekilde bilim ve bilimsel metodlara basvurduklarini israrla belirteceklerdir/belirtmektedirler... Son olarak; Size küçüçük bir soru; "Dininizin dogru olmadigina ikna olmak icin, ne tur bir bilimsel yahut rasyonel delili kabul ederdiniz?" ____________________________________________ Bu arada düşüncelerimizin ne kadar aklı olduğuna dair güncel bir hatırlatma... bu yıl The God Delusion'ı görünce raflarda birden Gen Bencildir'i hatırladım... Richard Dawkins... Bir bilim adamı... Hayatını bilimsel gerçekleri çözmeye adamış bir bilim adamı. Çok konuşuldu The God Delusion üzerine... Çok yazıldı, çok çizildi... AIHM bile başvurulmuştu, kitabın inançlara saldırdığı yolundaki iddia ile. Beraat kararı çıkmıştı... Mahkeme kararı mı? Mahkemeyi kim tanır - pardon başkasının mahkemesini kim tanır olacaktı... Çünkü kendi mahkemeleriyle karar alıp sitesine erişimi yasaklayıverdi Türk hükümeti... Kim mi bu hükümet... Dinci AKP zihniyeti... Varın gerisini siz düşünün... .................................. Bu arada unutmadan.. Yapabiliyorlarsa bilimi yasaklasınlar bu ülkede. Yapabiliyorlarsa öğrenmeyi, düşünmeyi yasaklasınlar... Yapamazlar değil mi? Ya yapabilirlerse peki.... ___________________________________________
-
KENDİNİZİ AŞIN: HAYATINIZA BİRAZ BİLİM KATIN... En son bilimsel gelişmeleri takip etmek isteyip, görüşlerini burada paylaşmak isteyen arkadaşlar...
Kilise'den Darwin'e 126 yıl sonra özür... Bugün Hıristiyan dünyası için tarihi bir gün! İngiliz Kilisesi, evrim teorisinin sahibi Charles Darwin’den (1809-1882) teorisini yanlış anladığı için özür dileyecek. Özür Darwin’in büyük büyük torununa iletilecek. Bundan 126 yıl önce Darwin, teorisini açıklamıştı. O dönemin Canterbury piskoposu Dr Rowan Williams, böyle bir olayın söz konusu olamayacağını açıklamıştı. Dünyanın 7 günde yaratıldığının dışında hiçbir fikri benimsemeyen İngiliz Kilisesi, Darwin’i yerden yere vurmuş, aşağılamış ve Kilise’ye yakın bilim çevrelerinde alay konusu olmuştu. İLK ÖZÜR DEĞİL Ancak, bu durum ilk değil! 1992 yılında da Vatikan Kilisesi’nden Papa 2. John Paul, dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneş çevresinde döndüğünü söyleyen Galileo’dan özür dilemişti. Papa, “Galileo’ya Kilise tarafından reva görülen muamele haksız ve insafsızcaydı” demişti. KİLİSE: Maymundan gelmedik! EVRİM teorisi, canlı türlerinin nesilden nesile kalıtsal değişim gösterdiği üzerine kuruludur. Bu teoriye göre hayvanlar, bitkiler ve diğer tüm canlıların kökeni kendilerinden önce yaşamış türlere dayanır. İnsan ve maymunun ortak atalardan geldiğini savunur. Kilise, bu teoriyi asla kabul etmedi. Ayrıca, gelişmiş ülkeler seviyesindeki 32 ülkeyi içeren bir çalışmada, ‘evrimi doğru kabul edenlerin oranı’ yüzde 27 ile en düşük Türkiye’de bulunmuştu. DİPNOT... (¹)- http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=129867,5
-
KENDİNİZİ AŞIN: HAYATINIZA BİRAZ BİLİM KATIN... En son bilimsel gelişmeleri takip etmek isteyip, görüşlerini burada paylaşmak isteyen arkadaşlar...
Bilim umut ve ilhamın dilidir. Hayalgücümüzü ateşleyen bir ilham, sorulmuş 'doğru' bir soruya yol açar. Sorunun cevabını ararken de yaşadığımız dünyaya ait yepyeni şeyleri açığa çıkarırız. Columbia Üniversitesi'nde Teorik Fizik Profesörü Brian Greene (¹) geçtiğimiz günlerde The New York Times gazetesinde bir makale yayınlayarak; teknolojik gelişmelerin baş döndürücü bir aşamaya geldiği çağımızda eğitim sisteminin gençleri nasıl da bilimden uzaklaştırdığına değindi. İletişim çağında olmamıza rağmen hurafelerin ve cehaletin başdöndürücü bir şekilde etrafıızda olduğunu görüyor ve insanlığın geleceği hakkında umutsuzluğa kapılıyoruz. Oysa insanlığın bu gezegendeki macerası bütün ihtişamıyla sürüyor. Aydınlanma çağından başlayan 'insan aklının yücelişi' bazen kesintilere uğrasa da insanlık için umut olmayı sürdürüyor. Profesör Greene'nin makalasinin geniş bir özetini aşağıda dikkatinize sunuyoruz. Bilim ve fen denince hepimizin aklına teknolojik yenilikler geliyor. Her ne kadar teknolojinin ilerlemesi hayatımızı kolaylaştırıyorsa da, gene de 'bilim adamları' imajından bazen ürküyoruz. Beyaz önlükler giymiş bir takım insanların laboratuarlara girip ne olduğunu pek de anlayamadığımız şeyler üzerinde çalışmaları 'bilim' denen olguyla aramıza biraz mesafe koymamıza neden oluyor. Ya da belki durum bunun tam tersidir: Bilimden ve bilim adamlarından biraz uzak durmayı tercih ediyoruz çünkü eğitim sistemimiz 'fen bilgisini' bize oldukça nahoş şekillerde verdi. Oysa doğanın, fiziğin ve biyolojinin kurallarını kendi hayatımızı daha verimli yaşayacak şekilde benimsemiş olsaydık belki de insanlık bugün bambaşka bir yerde olurdu. Cep telefonlarımız, iPod'larımız, bilgisayarlarımız, Internet'imiz, LCD televizyonlarımız, uydu bağlantılarımız ve son model arabalarımız sayesinde bilimsel gelişmeler (ve onun sonucu olan teknoloji) hayatımıza girmiş durumda. Tıptaki gelişmeler sayesinde yaşam kalitemiz kelimenin gerçek anlamıyla da yükseldi. Ama bir anlamda 'işi bilim adamlarına havale etmeye' o kadar alıştık ki dünyamızı tehdit eden iklim değişikliği, global ısınma, salgın hastalıklar, giderek azalan doğal kaynaklar ve ufukta beliren açlık tehlikesi karşısında da "Nasıl olsa bilim adamları bir çaresine bakar.." rahatlığı içindeyiz. Oysa son tahlilde hükümetleri ve bilimsel çevreleri belli bir konuda düşünmeye ve çözüm aramaya iten ana unsur, kamuoyu baskısıdır. Kamuoyundan gelen bilinçli bir talep olmadıkça dünyadaki önemli sorunlara sağlıklı ve kalıcı çözümler bulmak mümkün olamayacak gibi görünüyor. Bilim denen olgunun en önemli işlevi bu noktada ortaya çıkıyor. Bilim bize bir perspektif sunar. Bizi kafa karışıklığından kurtarır ve güvenilir sonuçlara bizi ulaştırır. Bizi çevreleyen sorunları anlamamızı ve görmemizi sağlar. Düşünce yapımızı dönüştürmek ve bilmin bize anlattığı şeyleri kavramak için yüksek bir zeka düzeyi veya eğitim illa ki gerekli değil. Samimi bir ilgi ve merak duyduğumuz sürece biz insanların kavrayamayacağı şey yok. Sanıyoruz ki bilim dediğimiz şey sadece sınıflarda veya laboratuarlarda yapılır. Kapalı bir odaya girip çalışan bilim adamları birden dışarı çıkıp bize 'muhteşem' bilimsel gelişmeleri anlatmaya başlarlar. UMUT VE İLHAMIN DİLİ İşin gerçeği, bilim umut ve ilhamın dilidir. Hayalgücümüzü ateşleyen bir ilham, sorulmuş 'doğru' bir soruya yol açar. O sorunun cevabını ararken de yaşadığımız dünyaya ait yepyeni şeyleri açığa çıkarıveririz. İşte bilimin özü budur. Zaten bu yüzden Albert Einstein "Hayalgücü bilgiden önemlidir" demişti. Belki de bilim, sizin hayatta ilginizi çeken bir olgu değildi. Fen bilgisi dersini hiç sevmemiştiniz. Ama düşünün: Bilimden yoksun geçen bir hayat, tıpkı müzikten veya sanattan veya edebiyattan yoksun geçen bir hayat gibidir. Eksiktir. Her ana-baba bilir ki, çocuklar 'bilinmeyeni' merak etmek ve araştırmak güdüsüyle dünyaya gelirler. Daha yürümeye ve konuşmaya başladığımız andan itibaren etrafımızdaki şeylerin ne olduklarını ve nasıl çalıştıklarını anlamaya çabalarız. Yani hepimiz hayata minik bilim adamları olarak başlarız. Aradan geçen zaman için pek çoğumuz bu merak duygumuzu yitiririz. Ya da daha kötüsü, etrafımızdaki kişiler ve koşullar yüzünden 'anlamak ve öğrenmek' merakımızdan vazgeçeriz. Ne büyük bir kayıptır bu! Öğrencilerde merak ve öğrenme isteğini teşvik etmek ve sürekli canlı tutmak konusu uzun süredir eğitimcileri meşgul eden bir soru. Bu amaca ulaşmak için çeşitli çözümler ve teoriler de ileri sürülüyor. Belki de sorun doğrudan pedagojik paradigmalarımızda yatmakta: Öğrencilerin B aşamasına geçebilmeleri için A aşamasını tamamlamaları gerektiğin öngörüyoruz. Böylece bilimsel kavrayışın 'dikey' bir doğası olduğunu varsayıyoruz. Oysa bilim, teknik detayların üstüste dizilmesinden çok daha başka, çok daha üstün bir şeydir. Doğru bir şekilde anlatılıp gösterilebilirse bilimsel yenilikler, teoriler ve gelişmeler öğrencilere çok daha net ve doğru şekilde aktarılabilir. Ancak bu sayede genç öğrencilerin merak duygusunu ve öğrenme isteğini canlı tutabiliriz. Bilim, bütün macera hikayelerinin en görkemlisidir. Binlerce yıldır kendimizi ve çevremizi öğrenmek için çalışıyoruz. Bu yolda çok uzun bir mesafe katettik. İnsanlığın yaşayageldiği bu ortak macerayı genç nesillere de doğru ve net bir şekilde aktarmamız gerekiyor. Dünyamıza bakmak, ve bizi birbirimizden ayırdığını zannettiğimiz herşeyin üstünde yer alan evrenin harikalarını görmek.. İşte bu her çocuğun hakkı ve her yetişkinin de ihtiyacıdır. ______________________________________________________________________ DİPNOT... ¹)- Teorik fizik dalında dünyaca ünlü profesör Brian Greene, 1996 yılından beri Columbia Üniversitesi'nde. ' The Elegant Universe' ve 'The Fabric of the Cosmos' gibi kitaplarıyla evrenin oluşumuna dair teorileri herkesin anlayacağı bir dilde anlatıyor.
-
DİNİ kullanan başta Deniz Feneri , Evde Kimse Yok mu , İnsani Yardım Vakfı ve diğerlerinin toplumumuzu alatdatmadaki inanılmaz ortak özellikleri...
- KULAKTA TIKAÇ MÜZİK DİNLEMEYE DAİR... gündelik hayatımızı kuşatan yeni ses düzeninden yola çıkan arayışları neden kulaklarını tıkayarak karşılar...
NTV-Radyo'da iki yıldır gerçekleştirdiğim radyo programlarının 100.'sü geçenlerde yayımlandı. Kimler izliyor yaptığım programları, ne düşünüyor, ne bekliyor, ne buluyorlar- bilmiyorum. Sanırım en çok bundan, bazen 'hayaletler için radyo eylemleri' diye adlandırdığım oluyor onları; bazen de, 'sağırlar için dinleti eziyetleri' başlığı altında vaftiz ediyorum, özellikle günümüz bestecilerine yeraçtığım saatları. Şüphesiz lâtife tınısı ağır basıyor iki nitelemede de. İlk kümedekileri göremiyor olmam (radyoya iş yapmayı kör atış saymak yanlış olmaz), gerçekçi bir boyut getiriyor hayalet kavramına. İkinci küme için bulduğum yakıştırma daha önemli görünüyor bana.Günümüz müziğini yakından izleyen, programlarda yer verdiğim bestecilerin yapıtlarını tanıyan dinleyiciler olsa gerektir. Hiçbir ülkede nüfusu kabarık değil o ilgili müzikseverlerin, bizde nasıl olsun? Radyoların tek işlevi, yaygın tanınırlık, sevilirlik katına çıkmış müzik türleriyle, anlayışlarıyla sınırlı bir biçimde tanımlanamaz bana kalırsa: Yabana atılamayacak bir işlevi de, henüz karşılaşmadığımız, âşinası olmadığımız, karşısında yabancılık çektiğimiz örnekleri ulaşılır kılmasıdır radyonun. Bırakalım yargı oluşturmayı, bir önyargıya biçim vermek için bile tanışıklık merdiveninin ilk basamağına adım atılması beklenir. XX. yüzyıl, müzik dinlemenin seçkinlerden kitlelere geçtiği yüzyıl olmuştur. Teknolojik devrimler, salonlarda küçük bir azınlığa ulaşabilen ezgileri, farklı araçlarla herkesin erişebileceği yeni koşullarına taşıyalı beri, insanlara sunulan müzik yelpazesinin genişliği ölçülmesi olanaksız bir sınıra dayanmış durumda. Bugün, beş kıtada milyonlar dinliyor Chopin'i, Bach'ı. Paradoks şurada ki: İçinden geçtiğimiz yüzyıl, kendi zaman dilimi içinde üretilen müziğin bir koluna, Adorno'nun deyişiyle, olağanüstü bir direnç göstermiştir. Popun popülerin, cazın rock'ın evrensel ilgiden büyük payı aldığı bilinen gerçek; burada tuhaf olan, 'klâsik' müziğin hissedilir oranda yaygınlık kazandığı bu çağda, o çizgiyi sürdüren yaratıcılar karşısında direnişin somutlanışıdır: İlhan Usmanbaş'ın, 'XX. yüzyılda XIX. yüzyılın müziği dinlendi' sözüne biriki kez değinmiştim. İşin gelip bir 'dil sorunu'na dayandığı söylenebilir pekâlâ. 'Anlamıyorum' diyenlerin bir bölüğü, 'anlatma ekseninden kopmayan' yapıtları benimsemek için çaba göstermiş, bu sınırlar çerçevesinde kalan yapıtları önce zorlanarak, sonra ısınarak, benimsemişlerdir: Debussy, Ravel, Richard Strauss, Stravinski gibi XX. yüzyılın ilk yarısında ağırlığını koymuş kimi besteciler; Arvo Part, Philip Glass, Samuel Barber gibi yüzyılın ikinci yarısında ürün verenler daha geniş bir izleyici / dinleyici kitlesiyle diyalog kurabilmişlerdir gerçi, ama, Viyana Okulu'ndan başlayarak, II. Dünya Savaşı sonrasının sıkı ustalarının ortalama müzikseveri zorladığı bilinen gerçek.Adorno'ya bir kez daha başvuracak olursak, 'XX. yüzyıl müziğinin boş konser salonlarına doğru' gönderildiği doğru mudur? Modern resmin, heykelin, modern edebiyatın başlangıçta benzeri sancılar yarattığı, izlerkitle ile yaratıcılar arasında 'boşanma'nın (Paulhan) gerçekleştiğinin ileri sürüldüğü unutulmamalı. Bu sıkıntıların bütünüyle atlatıldığını söyleyemeyiz. İsimler bellenmiş, belleklerde baş köşeye yerleşmiştir şüphesiz; bu durum, yapıtlarla diyaloğun kurulduğu anlamına gelmediğini eklemek gerekir. Müzik alanında görünüm farklı değil: Kültüre ilgisi yüksek bireylerin Xenakis, Boulez, Stockhausen, Kurtag, Ligeti ve benzeri bestecileri 'tanıma'ları, onların yapıtlarıyla içli dışlı olmaları anlamına gelmiyor ne yazık ki. Bu koşullar altında, daha genç kuşağın yaratıcıları ne umabilirler? Kimin elinden ne gelir?Kendi payıma, bir La Palisse gerçeği tabiî, yalınkat çözümü yapıtları dinletmede görüyorum. Buna bağlı olarak da, dinlemeye açık olanlara bu olanağın sağlanmasında. Konser programlarında yer verilmek istenmiyor pek, günümüz bestecilerine. Hiç değilse festivallerde bir parça gönüllü davranılabilse! En elverişli ortamı Radyo'nun hazırlayabileceği tartışılmaz. Özel radyoların patlama yapmasına sevinmiştik zamanında, bir de biribirilerine benzemek için bunca çaba göstermeselerdi!Programlarımda Maderna, Zimmermann, Rihm, Scelsi, Dusapin gibi bestecileri öne çıkarmamı salyangoz satışı ya da eziyet arzusuyla özdeşleştirenler olduğunun farkındayım. İnsan, daha önce dinlemediği ezgileri, işitmediği ses alıştırmalarını, gündelik hayatımızı kuşatan yeni ses düzeninden yola çıkan arayışları neden kulaklarını tıkayarak karşılar - bunu, anlayamıyorum. ___________________________________________ Sevgili Enis Batur'a sevgi ve saygılarımızla...- K E R İ Z F E N E R İ
Düşünelim bir kez... Alman Büyükelçi ise “interpol aracılığıyla Deniz Feneri hakkında bilgi istediklerini ancak alamadıklarını” söylüyor. Neden peki... Belli ki bizimkiler bilgiyi saklıyor… Alman mahkemesiyle işbirliğinden kaçınıyor. Eee peki sonuç... Biliyorsunuz; Frankfurt’taki dava sürecinde 192 sayfalık ana iddianame açıklandı. Bu iddianamenin 4 bin sayfalık eki (belge dosyası) var ki.. O henüz açılmadı. Açılırmı peki... Bizim yargı o dosyaları ister ve açarsa Türkiye’deki para trafiği de çözümlenir… Ama bu konuda yargının işlemesi ne mümkün? Esas failler malum, yargıdan daha güçlü de ondan... ... Saygılar DİPNOT..- DİNİ kullanan başta Deniz Feneri , Evde Kimse Yok mu , İnsani Yardım Vakfı ve diğerlerinin toplumumuzu alatdatmadaki inanılmaz ortak özellikleri...
Weiss, Euro 7, Atlas Medya Marketing, Aktif Barter A.Ş, Yurt Haber Ajansı, MEPA Medya Pazarlama, Beyaz Holding A.Ş, Beyaz İletişim, Reklam Medya İletişim, Atlas Pazarlama… Nedir bunlar? Halen RTÜK Başkanı olan Zahid Akman’ın yönetim kurullarında görev aldığı şirketler… Çoğunun adı Deniz Feneri dolandırıcılığına şu veya bu ölçüde karışmış… Alman Savcı Lötz, “Asıl failler Türkiye’de” derken üç isimden biri olarak Zahid Akman’ı gösteriyor. Ve Zahid Bey hâlâ RTÜK Başkanlığı koltuğunda oturuyor. Ne isabetli ve temiz seçim yapılmış RTÜK için! Değilmi...- DİNİ kullanan başta Deniz Feneri , Evde Kimse Yok mu , İnsani Yardım Vakfı ve diğerlerinin toplumumuzu alatdatmadaki inanılmaz ortak özellikleri...
Deniz Feneri davasında karar açıklandı ALMAN HAKİM... BU TARİHİMİNİZ EN BÜYÜK DOLANDIRICILIĞI... A.A . Almanya'daki Deniz Feneri davasının bugünkü duruşmasında yargıç Johann Müller, üç sanığın da dolandırıcılık suçundan mahkum olduklarını açıkladı. Sanıklara savcının talep ettiğine yakın oranda hapis cezası verildi. SAVCININ CEZA TALEPLERİ Savcılar Kertsin Lotz ve Isabel Grünwald, Mehmet Gürhan için 6 yıl, Mehmet Taşkan için 3 yıl ve Firdevsi Ermiş 2 yıl hapis istemişti. 6 yıl hapis istenen Mehmet Gürhan'a 5 yıl 10 ay ceza verildi. 3 yıl hapis istenen Mehmet Taşkan için ise 2 yıl 9 ay hapis kararı çıktı. 2 yıl hapis istenen Firdevsi Ermiş için ise 1 yıl 10 aylık hapis cezası verildi. Ancak sanık 1,5 yıldır tutuklu olduğu için duruşmadan sonra salıverildi. Mehmet Gürhan 23 Nisan 2007'den bu yana gözaltında bulunuyordu. Buna göre Gürhan aldığı 70 ay cezanın üçte ikisini çektikten sonra yani 29 ay sonra serbest kalabilecek. Gürhan ayrıca 6 ay sonra hafifletilmiş cezasını çekmeye başlayacak. Hafifletilmiş cezada haftada bir gün izin ve ziyaret saatlerinin uzaması gibi durumların olduğu öğrenildi. 14 aydır gözaltında bulunan Mehmet Taşkan ise 2 yıl 9 ay hüküm giydi. Taşkan'ın bugün tutukluluk halinin kaldırılmasına karar veren mahkeme heyeti cezanın geri kalan 19 aylık kısmının nasıl çekileceği hususunda avukatlar ile savcılığın bir araya gelerek karar vereceklerini bildirdi. Buna göre Taşkan cezasını ya tamamen hapiste geçirebilir ya da sadece geceleri yatmak için cezaevine dönecek. Anlaşma sağlanana kadar, Taşkan serbest kalacak. 17 aydır gözaltında tutulan Firdevsi Ermiş'in 1 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar veren mahkeme sanığın gözaltı süresini hesaba katarak geri kalan 5 aylık cezasını iki yıl tecil etti. Buna göre Ermiş bugün serbest bırakıldı. Sanıklar ve savcılık kararda anlaşarak temyize gitmeyeceklerini açıkladılar. Frankfurt Yüksek Eyalet Mahkemesindeki karar duruşması sanıkları getiren araçların trafikte sıkışması nedeniyle 20 dakika geç başladı. ALMANYA'DAKİ EN BÜYÜK DOALNDIRICILIĞI Hakim Johann Müller gerekçeli kararında bu davanın Almanya'nın en büyük bağış skandalı davası olduğunu belirterek daha önce çok ses getiren UNICEF Almanya davasını dahi geçtiğini söyledi. Deniz Feneri e.V'nin Alman yasalarına göre kurulmuş bir dernek olduğunu hatırlatan Müller kararı Alman yasalarına göre verdiklerini hatırlattı. Bu davanın Türkiye'de siyasi malzeme yapılmasınndan dolayı üzüntü duyduğunu dile getiren Müller basında bu yönde çıkan haberleri takip ettiğini kaydetti. Ayrıca mahkemeye baskı ve davanın Türkiye ile Almanya arasında pazarlık konusu olduğu yönündeki iddialara da değinen Müller, bunun sadece rutin bir bilgi alış verişi olduğunu ve herhangi bir pazarlığın olmadığını vurguladı. Müller, "Burası Almanya. Burada yargı bağımsızdır. Hiç bir şekilde baskı söz konusu değildir" dedi. 5 yıl boyunca 20 binden fazla bağış sahibinin güvenlerinin zedelendiğini belirten Alman hakim Almanya Deniz Feneri'nin toplam 41 milyon avro bağış topladığını söyledi. Türkiye'ye giden toplam miktarın da 17 milyon avro olduğunu kaydeden Müller bunun 8 milyonunun Türkiye Deniz Feneri'ne gittiği, geri kalan kısmın çeşitli yerlerde kullanıldığını ifade etti. DOLANDIRICILIKTAN HÜKÜM GİYDİLER Amaç dışı kullanılan paradan sadece 4 milyon avronun Almanya'da kaldığını bildiren Müller yargılananların dolandırıcılıktan hüküm giydiklerini anlattı. Gerekçeli kararda olayın Türkiye boyutuna da değinen Müller, Mehmet Gürhan'ın dernekte yönetici olmasına karşın büyük orandan Türkiye'den yönlendirildiği ve karar vermede tek yetkilinin kendisi olmadığını, Türkiye'de Zekeriya Karaman'ın ön plana çıktığını vurguladı. Müller, kararında sanık Mehmet Gürhan'ın, İsmail Karahan, Harun Yoldaş, Mustafa Çelik ve Zahit Akman ile geçmişte ticari ilişkileri olduğunu belirtti. Savcılar Kerstin Lotz ve Sybilla Gotwald davanın beklenmesi sırasında Türk gazetecilerle yaptıkları görüşmede hiç bir davada bu kadar çok basın mensubu görmemiş olduklarını ifade ettiler. Karardan sonra CHP milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu Başbakan Tayyip Erdoğan'a seslenerek bu davanın Türkiye boyutunu inceletilmesini istedi.Kılıçdaroğlu Zahit Akman ve SPK başkanının istifasını istedi.- DİNİ kullanan başta Deniz Feneri , Evde Kimse Yok mu , İnsani Yardım Vakfı ve diğerlerinin toplumumuzu alatdatmadaki inanılmaz ortak özellikleri...
....... En çok kimin adı geçiyor? Zahid "Ak"man. Zekeriya "Kara"man. Ak mı, kara mı, bugün yarın çıkacak ortaya... Deniz Feneri suçlu bulunursa, ne olacak? Malına-mülküne Alman devleti tarafından el konulacak... Peki, ne olacak o mal-mülk? Yani... Takkeli-takunyalı vatandaşlarımızın, Mehmetçik Vakfı dururken, "Bunlar Müslüman çocuklar" diyerek, cami avlusunda teslim ettiği paracıklar nereye gidecek? Sıkı durun... Kızılhaç’a! Evet, Kızılhaç’a verilecek. Hadi cümleten hayırlı ramazanlar... ................. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/9906112.asp?yazarid=249&gid=61&sz=68441- DİNİ kullanan başta Deniz Feneri , Evde Kimse Yok mu , İnsani Yardım Vakfı ve diğerlerinin toplumumuzu alatdatmadaki inanılmaz ortak özellikleri...
'Erdoğan ile Gürhan arasında ilişki var' Deniz Feneri Davası'nda soruşturmayı yürüten polis şefinden şok açıklama geldi. Poli şefi, "Başbakan Erdoğan ile Deniz Feneri'nin kuryesi Mehmet Gürhan arasında bağlantı var" Almanya'nın Frankfurt kentinde görülen ve gurbetçilerden toplanan milyonlarca Euro'nun banka aracılığı dışında elden Türkiye'ye götürülmesiyle ilgili davada bugün soruşturmayı yürüten polis şefi tanık kürsüsüne çıktı. Bugünkü duruşmaya soruştumayı yürüten polis müdürü Alexander Böhme’nin yaptığı açıklamalar damgasını vurdu. Deniz Feneri soruşturmasını yürüten polis müdürü Böhme RTÜK Başkanı Zahid Akman'ı 'kuryelikle' suçladı. Böhme ayrıca Başbakan Erdoğan ile yargılanan zanlı Euro 7 Genel Müdürü Mehmet Gürhan'ın arasında çok yakın ilişki olduğunu söyledi. Alman polis şefi ifadesinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Deniz Feneri'nin gurbetçilerden topladığı yardım paralarını Türkiye'ye götürdüğü ileri sürülen Mehmet Gürhan arasında ilişki olduğunu vurguladı. Polis şefi ayrıca soruşturma sırasında kendisine Türkiye'den olayı açıklamaması için siyasi baskı da yapıldığını iddia etti. KİLİT İSİM GÜRHAN Böhme, Deniz Feneri Derneği’nin eski başkanı Mehmet Gürhan’ın bütün organizasyonun başındaki kilit isim olarak gösterdi. Gürhan’ın başkanlıktan ayrıldıktan sonra da dönemin başkanı Mehmet Taşkan üzerinden para transferi yaptığına yönelik belgelere ulaştıklarını belirtti. Böhme, yaklaşık 9 milyon Euro’luk bir rakamın Gürhan adına aktarıldığını ifade etti. FOTOĞRAF KANAL 7’DE ÇEKİLMİŞ Böhme, Başbakan Erdoğan ve Mehmet Gürhan’ın birlikte çekilen fotoğrafını da mahkemeye sundu. Gürhan’ın avukatı söz alarak fotoğrafın çekildiği dönemde Erdoğan’ın Başbakan olmadığını ve fotoğrafın Doğan Holding’in Almanya’da yaptığı açılışta çekildiğini söyledi ve ‘Fotoğrafı çeken arkadaş burada’ dedi. Bunun üzerine mahkeme başkanı Müller, fotoğrafın Gürhan’ın Kanal 7’deki ofisinde çekildiğinin tespit edildiğini ve bunu ispatlayan belgeleri olduğunu söyledi. Böhme, Başbakan Erdoğan ve Zekeriya Karaman’ın akrabalık derecesinde yakın olduğu yönünde bazı bilgileri de mahkemeye iletti. Böhme’nin duruşmanın ilerleyen saatlerinde Deniz Feneri Derneği’nde bağış olarak toplanan milyonlarca Euro’nun Türkiye’de elden verildiği isimleri açıklayabileceği belirtiliyor. Yarınki duruşmadaysa sanık avukatları söz alacak. Türkiye’den muhalefet partileri de davayla ilgili gelişmeleri yakından takip ediyor. CHP milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ile DSP milletvekili Harun Öztürk, davayı izlemek üzere Frankfurt’ta bulunuyor. Kaynak: http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.as...mp;Categoryid=1- NEDEN BÜTÜN DİNLER KENDİNDEN OLMAYA DİNLERE KARŞI HOŞGÖRÜSÜZDÜR... Genelde neden vicdan özgürlüğünü kabul etmez ve yıkıcı bir düşünce sergilerler?..
Devam... .... Her kavim yalnız kendisinin gerçek Allah’a, dünya çapında Allah’a, doğanın hükümdarı olan Allah’a ibadet etmesiyle övünür... Ancak, bu hükümdar/bugün artık sistem, dünya araştırılır ve incelenirse görülür ki, her toplumun, her mezhebin, her fırkanın ya da her dinin mensupları, her şeye gücü yeten Allah’tan; özenle ve çalışarak ancak teveccühüne hak kazanma ayrıcalığına eriştiklerini öne süren az sayıda uyruklarını kapsayan ve ötekilere hiç de kulak asmayan, aciz bir hükümdar / bugün sistemdeki gibi yaparlar/yapmaktadırlar... ..... Maalesef böyle... Ne dersiniz... Yanlışmı?... Saygılar.. DİPNOT...- DİNİ kullanan başta Deniz Feneri , Evde Kimse Yok mu , İnsani Yardım Vakfı ve diğerlerinin toplumumuzu alatdatmadaki inanılmaz ortak özellikleri...
Kendinizi kandırmayın… Saf maf değil, o para kaptıranlar. * Bu dünyada her türlü katakulliye rıza gösterip, öbür dünyayı makbuz karşılığı satın almaya kalkan… Kaç euroysa ödeyip, cennette tapu kapmaya çalışan Şark kurnazı onlar. * Üzülmeyin sakın. _________________________________ Sevgili Yılmaz Özdil'e saygılarımızla...- NEDEN BÜTÜN DİNLER KENDİNDEN OLMAYA DİNLERE KARŞI HOŞGÖRÜSÜZDÜR... Genelde neden vicdan özgürlüğünü kabul etmez ve yıkıcı bir düşünce sergilerler?..
“Bütün dinler hoşgörüsüzdür , vicdan özgürlüğünü kabul etmez ve dolayısıyla iyiliğin ve güzelliğin yıkıcısıdır.” (1) Hiçbir din yoktur ki, kendisinin bağlı bulunduğu mezhepten başka mezhebe girenleri, yaratılışına göre, ya düşmanlık, nefret ve tiksintiyle, ya aşağılayıcı gözle görmesin, ya da durumuna acımasın... Nedense kendilerine göre üstün din, hep hükümdarın ve ordunun bağlı olduğu din olmuştur, Zayıf mezheplere üstünlüğünü, acımasızca ve çok aşağılayıcı biçimde hissettirir... Ve yeryüzünde bu nedenle henüz gerçek hoşgörü, gerçek vicdan özgürlüğü yoktur, olmamıştır... Hemen hemen her yerde, her milletin öteki bütün milletlerden ayrı ve ayrıcalıklı bir şekilde sevgilisi olduğu sanılan bir Allah’a tapılır/inanılır... ... Geçmişten bu güne din koyucuları ve bu dinleri tutan ruhaniler, dini aşıladıkları milletleri ötekilerden ayırmayı açık bir şekilde istemişlerdir... Çünkü bunlar, kendi sürülerini farklı damgalarıyla öteki sürülerden ayırmak istediler de ondan... Ve bunlar kendilerini izleyenlere, başka ilahlara düşman ilahlar, özel ayinler, cemaatler, ibadet yerleri, dini törenler verdiler ve özellikle kendilerine bağlı güruhu, öteki dinlerin aşağılayıcı, küfür ve ********* olduğuna inandırmaktadırlar... Bu hile ve oyundur ki bu açgözlü aldatıcılar, mezheplerine girenlerin ruhlarını kimseye danışmadan istila edip büyülediler... Bunları, uysal olmayan, toplum dışı yaptılar, insan topluluğuna bağlılık ve ilgilerini yok ettiler... Fikirlerine ve kendi ayinlerine uygun fikir ve ayinlere sahip olmayanların tümüne mahkum, lanetlenmiş gözüyle baktırdılar... İşte bu şekilde, din, insanların yüreklerini kapatmaya ve insanın hemcinslerine karşı beslemesi gereken sevgiyi yüreklerden uzaklaştırmaya erişmiştir... Uysallık, iyilikseverlik, merhametli olmak gibi ahlakın bu ilk erdemleri, dini hurafelerle kesinlikle uyum kabul etmez... DİPNOT... (¹)- Jean Meslier - Tanrısızlığın İlmihali kitabından ...... Ve ben bütün bu yazılanların altına imzamı rahatlıkla atıyorum... Çünkü gerçeğe ve aydınlanmaya hiç bir dönemde bu kadar ihtiyaç duymadım.... Saygılarımla.. DİPNOT...- Bana "TANRIYA İNANIYORMUSUUZ?" diye soruyorsunuz... Afedersiniz ama " O BANA İNANIYORMU Kİ?" diyorum...
Temel sorun nedir aslında biliyormusunuz... Temel sorun; Din ve mitos dediğimiz inanç biçimlerinin temelini dinin tanrıyla ilgili her spekülatif açıklamalarıyla dolu olmasıdır... Ki bu da tanrının varlığı ve niteliklerinden çok, insanın kendi varlığını açıklamaya dönük kaygılarını içerir... Yani insan kaygılarının Tanrı "sanki-var" düşüncesinin sonucuyla bu dünyayı geçelim ama öteki dünyayı kurtarma taahhüdüne de kulak asalım düşüncesinden başka birşey değildir bence... Ki bu da bana... Toplumsal mezar kazıcılığından başka birşeye hizmet etmeyecek kadar tehlikeli düşüncelerdir diyorum... Saygılar.. DİPNOT...- DİNİ kullanan başta Deniz Feneri , Evde Kimse Yok mu , İnsani Yardım Vakfı ve diğerlerinin toplumumuzu alatdatmadaki inanılmaz ortak özellikleri...
Sayın SimalyıldiziNet... Duyarlılığınıza ve değerli bilgilerinize teşekkürler... Sevgili arkadaşlar hatırlayın AKP ile beraber her şey bedava dönemi başlatıldı. Kömür bedava, erzak bedava. Giysi bedava, kırtasiye ve diğer bilumum masraflar bedava... AKP’nin seçim öncesinde dağıttığı kömür, nevale ve nakit toplamı 10 milyar dolar olarak hesaplandı. Peki ama bu kaynak nereden bulundu? Söylenen, hayırsever işadamlarımızın bağış yaptığıdır. Hayır bu doğru değildir. AKP’nin seçim öncesinde adeta rüşvet misali dağıttığının kaynağı vergilerdir. Evet yanlış okumadınız, AKP kendi adına oy için dağıttığı kömürleri vergi gelirlerinden karşılamıştır. Peki bu çark nasıl mı kuruldu? Malum AKP ile beraber 40’ın üstünde adına ’Gıda Bankası’denen bir sürü dernek ve vakıf kuruldu. Deniz Feneri, Deniz Yıldızı ve Hızır Yardım bunlardan bazılarıdır. AKP bu gıda bankalarını bütün vergilerden muaf tuttu. Bitmedi buraya bağış yapanların vergilerini de yaptıkları bağış miktarında düşürdü. Dahası, yaptığı bağış fazla, vergisi az ise sonraki seneye mahsup ettirdi. Bu şekilde acayip bir çark kurularak devlete vergi ödemesi gerekenler, dolaylı olarak AKP propagandasına su taşımaya, yani AKP’ye kömür ve erzak katkılarını yapmaya başladı. Başka bir ifadeyle müteşebbis vergi dairesine gideceğine AKP ile organik bağı olan bu gıda bankalarına giderek adeta vergilerini oraya yatırdı. AKP bunun için gelir vergisinin 40. maddesinin 10. bendi ile 89. maddenin 6. bendini değiştirerek uygun ortamlar hazırladı. Bu şekilde de devlet ve millet kesesinden AKP adına ianeler dağıtılmaya başlandı. Bazılarımız ne var bunda, sosyal yararı olan dernek ve vakıflarda vergi muafiyeti olur derse onlara hemen şunu sormak isteriz: Be hey ........lar bu ülkede Mehmetçik Vakfı’ndan sosyal yararı daha fazla olan bir yapı düşünülebilir mi? O Mehmetçik Vakfı ki bu ülke için ölenlerin aileleri ile gazileri için kurulmuştur. Peki O Mehmetçik Vakfı’nın vergi muafiyeti ne kadar mı? Sadece ve sadece yüzde 5. Peki ya AKP’ye oy devşirmek için kurulan gıda bankalarının vergi muafiyeti ne kadar? Yüzde 100. Bu gıda bankaları vergiden muaf oldukları için isterlerse 100 bin YTL’lik bir bağış için pekâlâ 500 bin YTL’lik bir fatura da kesebilir ve bağışçı 500 bin YTL’lik bir vergiden bile kurtulabilir... Sorarım size bu tezgâh değil de nedir? Yapılan hesaplara göre Türkiye’nin bu işten zararı devlet olarak 10 milyar dolar civarıdır ki bu parayla bu ülkede onlarca fabrika kurulur ve binlerce işsize iş bulunurdu. AKP devletin kasasına girecek parayı kendi siyasi faydası uğruna ambalajlamalar yaparak kullanmıştır... Veya farkında olmadan biz ambalajlaşmışız... ___________________________________ Sabahattin Önkibar'a saygı ve sevgilerimizle...- DİNİ kullanan başta Deniz Feneri , Evde Kimse Yok mu , İnsani Yardım Vakfı ve diğerlerinin toplumumuzu alatdatmadaki inanılmaz ortak özellikleri...
Öteden beri bizim milletimizin bir ince tarafı vardır. Yufka yüreklidir. Fakir birini gördüğünde dayanamaz. Elindeki üç kuruşun en az birini paylaşır. Bu aslında çok güzel bir özelliktir. Ancak bu güzel özellik kimileri tarafından kullanılagelmiş, insanlarımız yardım fikrinden dahi uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. En güzel örnek Deniz Feneri olayıdır bu anlamda. Olayı ilk duyduğumda açıkçası "Ülkemizde hayır işleri için kurulmuş Çocuk Esirgeme Kurumu, Darülaceze, Kızılay, Gaziler Vakfı....vb. kurumlar varken gidip ne olduğu belirsiz kurumlara para yatırılırsa olacağı budur." şeklinde düşündüm. Daha sonra şöyle bir baktım bu şekilde insanlardan para toplayan o kadar çok dernek ve vakıf var ki şaşırmadım dersem yalan olur. Deniz Feneri, Hızır Yardımlaşma, İnsan Eğitimi ve Kültür, Zeytin Dalı.... vb.. Ki bunların çoğunun da kuruluş tarihleri 2002 sonrasına denk geliyor. Peki ama neden insanlar yukarıda bahsettiğim bilinen köklü kurumlara değil de bunlara yardım ediyorlar. Neden?... Saygılar... DİPNOT...- Bana "TANRIYA İNANIYORMUSUUZ?" diye soruyorsunuz... Afedersiniz ama " O BANA İNANIYORMU Kİ?" diyorum...
O zaman bir fıkrada benden sevgili Charriere... Adı: tanrı nerede... Bir kasabada, son derece haylaz iki çocuk varmış. Akla gelebilecek her türlü yaramazlığı yaparlarmış. Komşular da sık sık gelip, babalarına şikayet edermiş bunları. Baba bir gün dayanamamış, çocukları kasabanın rahibine götürüp, yardımını istemiş. Rahip “Sen git, ben onlarla konuşurum” demiş. Ardından, dışarıda bekleyen çocuklardan büyük olanı yanına çağırıp, sormuş -“Söyle bakalım, Tanrı nerede?” -Ses yok. Bir daha sormuş, yine ses yok. Rahip dayanamamış ve kızgın bir şekilde -“Evladım, sana soruyorum. Tanrı nerede?” diye bağırmış. Çocuk, korkmuş ve ani bir hareketle açık kapıdan fırlamış. Dışarıda bekleyen kardeşini de yanına alarak, koşa koşa eve gelmişler. Odalarına çıkıp, kapıyı da arkadan kilitlediğinde, kardeşi sormuş; -“Ne oldu?” Abisi, nefes nefese yanıt vermiş; -“Sorma, bu kez olay ciddi. Tanrı kaybolmuş, bizden biliyorlar!” ....- DİNİ kullanan başta Deniz Feneri , Evde Kimse Yok mu , İnsani Yardım Vakfı ve diğerlerinin toplumumuzu alatdatmadaki inanılmaz ortak özellikleri...
Açıkçası şunu da eklemeliyiz... Deniz feneriydi, Belediyelerin iftar çadırıydı, Cemaatlerin hayrıydı hepsi ama hepsi yıkılmaya çalışılan sosyal devletin yerine oturtulmaya çalışılanlardan ibaret... Yolsuzluk ve dolandırıcılık sosyal yardım örtüsüne büründürülerek sömürünün dozajı her geçen gün arttırıldı... Şimdi zamanında bunlara yasalar ile yardımda bulunan Bakanlar Kurulumuz bunu önüne nasıl geçecek çok merak ediyoruz açıkçası. Zira geçmemeleri zaten niyetlerini açıkça ortaya koymaları demek olacaktır bence. Belki de Başbakan'ın öfkesi böyle bir ikileme düştüğü içindir ne dersiniz?... En azından beni bu yönde düşünmeye iten binlerce sebep var... Saygılar.. DİPNOT.. - KULAKTA TIKAÇ MÜZİK DİNLEMEYE DAİR... gündelik hayatımızı kuşatan yeni ses düzeninden yola çıkan arayışları neden kulaklarını tıkayarak karşılar...
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.