Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Adet döngüsünde beyinde gerçekleşen olaylar Adet kanamasının ilk günü yeni bir adet döngüsünün başlangıcıdır. Bu aşamada beyin dokusunun derinlerinde yer alan hipotalamus adlı bölgeden salgılanan GnRH adı verilen hormon, hipotalamusa yakın yerleşimli hipofiz adı verilen salgı bezinden folikül uyarıcı hormon (FSH) salgısını başlatır. FSH hormonu etkisiyle yumurtalıklardan birinde yeni bir yumurta hücresi folikül adı verilen bir kesecik içinde olgunlaşmaya başlar. Bu olgunlaşma süreci tamamlandığında, olgun folikül içinde üretilen yüksek miktarlarda östrojen hormonu etkisiyle bir yandan rahim iç tabakası gelişmeye başlar, öte yandan hipofiz bezinden LH adı verilen başka bir hormon salgılanır. LH hormonu yumurta hücresini barındıran folikülü "çatlatır" ve yumurta hücresini serbest bırakır. Yumurta hücresinin serbest kalmasına yumurtlama (ovulasyon) adı verilir. Üstteki şekli ortadan ayıran kesikli çizgi yumurtlamanın oluştuğu anı, eğriler ise LH ve FSH hormonlarının kan seviyesini göstermektedir. Hemen yumurtlama öncesinde LH hormonunun ne kadar keskin bir yükselme gösterdiğine dikkat ediniz. Bu ani yükselmeye LH piki (pik, ingilizcede doruk anlamına gelen peak kelimesinden dilimize uyarlanmıştır) adı verilmektedir. LH pikinin oluşamadığı durumlarda folikül olgunlaşsa dahi, yumurtlama gerçekleşemez. Halk arasında "çatlatıcı iğne" olarak bilinen ilaçlar LH hormonu içerirler. Yumurtlama olduktan sonra gebelik oluşursa salgılanan hormonlar beyindeki hormonların işlevlerini durdururlar ve böylece gebelik döneminde ve lohusalık döneminde yumurtlama ve adet kanaması geçici olarak durur. Gebelik gerçekleşmediğinde belli bir süre sonra oluşan adet kanaması sonrasında beyindeki hormonlar yeni bir adet döngüsünü başlatmak amacıyla yeniden salgılanırlar. Görüldüğü gibi yumurtlama ve adet kanaması temel olarak beyin tarafından yönetilen işlevlerdir. Bu işlevin merkezi olan hipotalamus beyin dokusunun duygulanımlarla ilgili olan bölümleriyle çok yakın komşuluktadır. Bu yakın komşuluk nedeniyle ruhsal kaynaklı stres kadında yumurtlama işlevinin olumsuz etkilenmesine ve bu da adet kanamasının zamansal özeliklerinin değişmesine neden olabilir (adet kanamasının gecikmesi veya erken gerçekleşmesi gibi).
  2. ADET DÖNGÜSÜ - KADININ 28 GÜNÜ Üreme çağında olan bir kadında ortalama 28 günde bir tekrar eden sürece adet döngüsü adı verilir. Adet kanamasını tarif etmek için dilimizde halk arasında farklı ifadeler kullanılmaktadır. Bunlar arasında en sık rastlanılanları "aybaşı olmak", "adet olmak", "adet görmek", "regl olmak", "menstruasyon kanaması görmek" (menstruasyon İngilizce'de adet kanamasının tam karşılığı olan menstruation kelimesinden dilimize aktarılmıştır), "mens olmak", "kanama görmek", "peryod" ve "hastalanmak" ifadeleridir. Daha ender rastlanan ve olayın tam karşılığı olmaktan uzak olanlar ise "kirlenmek" ve "renkli olmak" şeklinde olanlardır. Adet döngüsü veya siklus, son adet tarihinin ilk gününden bir sonraki adet tarihinin ilk gününe kadar geçen zamanı ve bu zaman içinde kadın vücudunda gerçekleşen olayları ifade eder. Bir adet döngüsü kadında genellikle 28 gün sürmekle birlikte 21 ile 35 gün arası normalin alt ve üst sınırlarıdır. Adet kanaması ortalama 4 gün devam eder ve 1 ile 7 gün arası normalin alt ve üst sınırları olarak kabul edilir. Adet kanaması esnasında 20 ile 80 mililitre arasında miktarda kan kaybedilir. Adet döngüsü ergenlik döneminden, yumurtalıklarda olgunlaşabilecek yumurta hücrelerinin tümüyle tükendiği menopoz dönemine kadar devam eder. Bu zaman dilimi içerisinde gebelik döneminde ve emzirmenin devam ettiği sürenin büyük kısmında geçici olarak duraklar. Adet Kanamasının Ay İle İlgisi Var mı? Kadınların bir kısmı adet kanamasını "aybaşı" olarak tarif ederler. Bu, insanoğlunun ay ile kadının adet döngüsünü çok önceden beri ilişkilendirdiğini gösteren önemli bir bulgudur. Aynı ilişkilendirme yabancı dillerde de yaygındır. "Menses" Latince'de "adet kanaması" anlamına gelmekle beraber yine bu dilde aynı zamanda "ay" anlamına gelen "mensis" kelimesinin çoğuludur yani "aylar" anlamına da gelmektedir. Bu kelime Latince'ye muhtemelen Yunanca'da "ay" anlamına gelen "mene" kelimesinin aktarılmasıyla türetilmiştir. Ay ile adet döngüsü ve kanaması arasındaki en önemli benzerlik dünyanın uydusu olan Ay'ın da aynen adet döngüsü gibi kendine özgü bir döngüsü olmasıdır. Bu döngünün başından sonuna doğru ay dünyamızda farklı şekillerde görünür. Ay'ın bir döngüsü 29.5 gün sürer ve bu döngüde bir şaşma olmaz. Bazı kültürlerde tüm kadınların aynı zamanda adet gördüklerine ve kadınların hepsinin Ay ile birlikte çeşitli ruhsal ve bedensel evrelerden geçtiklerine inanılmaktadır. Bilimsel olarak kanıtlanmamış, ancak Amerikan halkının kullandığı bir yönteme göre adet düzensizliği olan kadınlar odalarında ay ışığını temsil eden hafif bir ışığı açık bırakarak uyumakta ve iddialarına göre adetleri düzene girmektedir. Yine eski bir Amerikan geleneğine göre adet sorunları olan kadınlar ayla konuşmaktadırlar. İlk "Adet Kanaması" Çocukluk çağından ergenlik çağına geçiş döneminde, ortalama olarak 12.5 yaşında kız çocuğu ilk adet kanamasını görür. Bu "ilk kanama" henüz yumurtlama süreci devreye girmediğinden, gerçek ve düzenli aralıklarla oluşan bir adet kanaması olmaktan uzaktır. Kız çocuğunun hormon salgı mekanizmaları ve genital organları olgunlaştığında yumurtlama süreci de başlar ve oluşan adet kanamaları, adet döngüsünün bir parçası olarak düzenli hale gelir. Adet kanamasının işlevi nedir? Adet döngüsü esnasında beyinde, yumurtalıklarda ve rahim iç tabakasında farklı olaylar meydana gelir. Beyinden salgılanan hormonların yumurtalıklardan birini uyarmasıyla başlayan süreç, uyarılan yumurtalıktan döllenmeye hazır bir yumurta hücresinin serbestleşmesine neden olur, bu esnada rahim iç tabakası da kendini muhtemel bir gebeliğe hazırlar. Döllenme gerçekleşmediğinde serbestleşen yumurta hücresinin ömrü biter ve gebelik için hazırlanmış rahim iç tabakasının adet kanamasıyla dışarı atılmasını takiben yeni bir adet döngüsü başlar. Adet kanamasının amacı her adet döngüsünde oluşabilecek muhtemel bir gebeliğin yerleşebilmesi ve uygun şartlarda gelişebilmesi için rahim iç tabakasının "tazelenmesi" olarak değerlendirilebilir.
  3. GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Cinsel Sağlık
    Sperm üretimini hormonlar kontrol eder. Bu hormonlar, FSH, LH ve Testosterondur. Spermler, ejakülasyon öncesinde seminal bezler ve prostat bezinden salgılanan sıvılarda meniye karışır. Meninin ilk kısmı çinko, yağlı bileşikler, amino asitler ve enzimler içerir. İkinci kısmı ise spermlerin kadın üreme organları içinde ilerleyebilmeleri için rahim ve tüplerin kasılmasını sağlayan, spermleri besleyen ve vajinanın asit ortamını nötralize eden maddeler içerir. Günlük Yaşamda Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar -Sigara sperm sayısını, hareketini ve yapısını olumsuz etkiler. Sigara içen erkeklerin eşlerinde düşük ihtimalinin arttığı belirlenmiştir. -Alkol impotans ve sperm üretiminin bozulmasına neden olur. Kronik alkolizm vakalarında testisler küçülür, testosteron üretimi bozulur. -Uyuşturucu maddeler sperm kalitesini ve üretimini olumsuz etkiler. Bu maddeler hormonal dengesizliklere de yolaçar. -Birçok hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlar sperm üretimini olumsuz etkiler, bu etki geçicidir. Antibiyotiklerin birçoğu, parazit ilaçları, depresyon, mide ülseri, hipertansiyon ve alerjik hastalıkların tedavisinde kullanılan bazı ilaçların erkek üreme sağlığını olumsuz etkilediği gösterilmiştir. -Kemoterapi kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar sperm üretimine zarar verir. Bu ilaçların bir kısmının etkisi kalıcı olabilir. Kemoterapi öncesinde bu hastalardan ileride kullanılmak üzere sperm örnekleri alınarak dondurulabilir. -Radyasyon testislerde sperm üreten hücreler radyasyona çok duyarlıdır. Meydana gelen hasarın derecesi ve kalıcılığı radyasyon dozuna bağlıdır. Radyoterapi gören hastalarda sperm üretimi 3-5 yıl içinde tekrar başlayabilir. -Yüksek ısı özellikle sauna ve sıcak su banyoları sperm üretimini olumsuz etkiler. -Haşere ilaçları da sperm üretimini olumsuz etkiler. Sperm Sayımı İlişki sırasında boşalma ile vajinaya 100-300 milyon arasında sperm bırakılır. Vajinaya boşalan spermlerden ancak 25-30 tanesi yumurtanın yakınına ulaşır. Bunlardan bir tanesi yumurtanın zarını delerek geçer ve yumurtayı döller. Sperm hücresi vajinada 2-4 saat yaşar fakat ilişkiden 16 saat sonra bile vajinadan alınan örneklerde canlı sperm görülebilir. Kadında enfeksiyon olduğunda veya cinsel ilişki sırasında kayganlaştırıcı maddeler kullanıldığında spermler daha kısa süre canlı kalır. Uzun süre boşalma olmadığında spermler yumurtayı dölleyebilme yeteneklerini kaybederek dejenere olur. Cinsel perhiz süresi uzadıkça sperm sayısı artsa bile kalitesi iyileşmez, normal yapıdaki spermlerin oranı azalır. İdeal cinsel perhiz süresi ortalama 4 gündür. Basit bir soğuk algınlığı bile sperm sayısını ve kalitesini bozar. Sperm analizi geçirilen hastalıklar göz önünde bulundurularak yapılmalı ve analiz sonucunun bozuk olduğu durumlarda üç ay sonra sperm analizi tekrarlanmalıdır. Sağlıklı bir sperm sayımının mutlak genetik laboratuarlarında ve bunları barındıran tüp bebek merkezlerinde yapılması gerekir. Normal meni miktarı 1,5 ile 6 ml arasında değişir. Sperm sayısının ml’ de 20 milyon ve üzeri, hareketliliğin % 40 ve üzeri, normal yapıdaki sperm oranının ise % 14’ün üzerinde olduğu meni örnekleri normaldir. Spermiogram Meni incelemesidir. İnceleme için meni verilirken dikkat edilmesi gerekenler: -2-7 günlük cinsel perhiz olması -Örneğin mastürbasyon ile temiz bir kaba alınması -Örnek alınırken kayganlaştırma amacı ile tükürük, sabun veya şampuan gibi maddelerin kullanılmaması -Örneğin inceleneceği laboratuara en geç 60 dakika içinde ulaştırılması Meni incelemesinde, miktar, renk, koku, viskosite (akışkanlık), sıvılaşma süresi değerlendirilir. Sperm sayımı yapılır, spermin hareketliliği ve yapısı değerlendirilir. Menide lökositlerin ve mikroorganizmaların varlığı incelenir. Normal Değerleri Nelerdir? Dünya Sağlık Örgütü’nün kriterlerine göre normal meni değerleri aşağıda gösterilmiştir. Hacim: 2-6.0 ml Konsantrasyon: >20 x 106/ml Total sperm sayısı: >40 x 106/ml Hareket: >%50 Morfoloji: >%30 Vitalite (canlılık): >%75 Lökosit: <1.0 x 106/ml Öncesinde Nelere Dikkat Etmek Gerekir? Meni incelemesinin sonuçları, cinsel perhiz süresine, mevsime, geçirilmiş hastalılara, strese, alkol ve sigara kullanımına bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Kesin sonuca varılmadan önce birer ay ara ile üç kez meni incelemesi yapılmalıdır.
  4. GeceKuşu şurada bir blog başlığı gönderdi: GeceKuşu
    Kadın cinsel organının adı nedir?... Nasıl?... Yeterince tedirgin edici ya da suratınızda hafif bir tebessüm oluşturan bir soru mu? İlle de cevaplamak zorunda olduğumuzu düşünürsek, soruyu soranın kimliğine göre ayarlarız cevabı değil mi? Bir doktor soruyorsa başka bir şey dersin, kız arkadaşına başka, annene başka dersin, çocuğuna başka, sevgiline başka, küfredeceksen, aşağılayacaksan başka. Sanki uygun durumda seçilebilsin diye bu kadar çok çeşit adı var. Ya da üzerinde çok fazla düşünüldüğü ama ismini ve yerini bulunca düşünülmekten vazgeçildiği için sadece adı var, tanımı yok. Erkek cinsel organı için de isim çeşitlemesi daha zengin olmakla beraber, içerik farkı daha az gibi. Küçük çocuklarınki ile yetişkinlerinkini ayırmaktan öteye gitmez. Bir de işin tıp literatüründeki adı vardır o kadar. Gerisi hep 'özel' isimdir zaten. Çoğu zaman bu isimlerden hiçbirini söyleyemeyiz. 'O', 'Oram' der geçeriz. Kendi hemcinslerimiz arasında bile bunu adıyla telaffuz etmeye utanırız. Bizden bir parça gibi değil de, o apayrı biri, bir şeymiş gibi 'o' diye nitelendiririz. Üçüncü tekil şahıstır o. Ayrı, kendi başına şahsiyet! Belki anatomik olarak yerinin, bir kadın için kendi kendini incelemeye çok uygun bir durumda olmayışı sebebiyle, belki çok içerlerde gizlenmiş ve kapalı bir konumda olduğu için kadınlar kendi cinsel organlarını iyi tanımazlar.'Ben'in bir parçası olmasını bu yüzden pek kabul etmiyoruz belki de. Hem tek başına ayrılacak kadar önemsenen hem de kendi bedeninden ayrı tutulan. İçin için kanayan bir yaradır çoğu zaman. Hem gerçek anlamda hem mecaz olarak. Gizlenen, kapatılan ve bu yüzden de içine kapanık olmuş bir organ. Hatta Freud'a göre kadınlar erkeklik organi olmadığını, cinsel organı üzerinde tüyleri uzatarak gizlemeye çalışırlar der. Bir şeyleri gizleme konusu doğru olmakla birlikte bunun bir erkeklik organi eksikliğinden ziyade, ismini bile söylemekte zorlanacak kadar utandırıldığı organı ile yüzleşmeyi reddetmek olabilir. Ne adını duymaya tahammülümüz vardır ne de kendisini öyle pek sık görmeye. Hatta erkekler sorar 'nasıl utanmıyorsunuz ağdacıya gitmeye diye'. Her gün erkekler tuvaletinde amir, memur hep birlikte yan yana işeyen bir grup, bunu sormanın abesliğini düşünmez bile. Ama bu ağdacı konusu açılmışken orada bile ağdacı kadın sorar, 'komple mi ', 'orası da dahil mi? ' der. 'Evet' dersin 'orası da dahil. Orası neresi diye sorulmaz. Herkes bilir orası neresi. Ama yeni dönem genç ağdacılar uygun bir isim bulmuşlar 'kasık' diyorlar. Çok daha şık geliyor kulağa değil mi? Çocukken anneme oramın adı ne dediğimi hatırlıyorum. Annemin cevabı çok hoştu. 'Elmas-yakut' demişti. Hazinemmiş. Çok kıymetliymiş. Gerçi annemden başka böyle adlandıranı duymamıştım ama hoşuma gitmişti. Hatta çocukluğumda mahalledeki bazı çocukların nefesleri kesilene kadar ağızlarını köpürte köpürte ettikleri küfürlerde yeri hiç de iyi geçmiyordu örneğin. Aşağılanmayı anlamak için fonksiyonların ne ise yaradığını, işin mekaniğini öğrenmeye gerek yoktu. Apaçık ********* bir şeyden bahsediyorlardı işte. Annemin bahsettiği bu hazineyi herkesten saklamam gerektiği, külotumu kimseye göstermemem gerektiği konusunda çok sıkı tembihlenmiştim. Bunun çok ayıp olduğunu defalarca duymuştum komşu teyzelerden. 'Adını söyleme', 'kimseye gösterme', 'Yok say kurtul işte'. Kimseye baktırma demişti. Ama ben işi abartıp çok uzun zaman kendim bile bakmadım. ****** bir şeyden kaçar gibi. Külot değiştirirken bile gözlerimi kapıyordum o çocuk halimle. Daha sonraları da, adını söylemem gerektiği durumlara hiç girmemeye çalıştım. Hani kayın validesine anne demeye dili varmayan, ama başka bir isim de söyleyemeyen utangaç yeni gelinler gibi, 'şey şey' diye geçti kaç senem. Okulda, ingilizcesini söyleyebileceğimi keşfettiğimde müthiş rahatladım. Ulu orta arkadaşlarımızın arasında söyleyiverdik utanmadan. Zaten bu tip şakaların, kelimelerin, fıkraların ve küfürlerin ingilizcesi o kadar ayıp olmuyordu. En ayıpçı dil türkçeydi tabii ki. Buna benzer bir de 'meme' konusu vardır. Birçok kadın meme demeye utanır, göğüs der mesela. Göğüs ile memenin farklı olduğunu bile bile. Söylemesi hiç hoş olmayan yasaklı kelimeler listeleri vardır kadınların. Gebe, meme falan gibi. Bir başka tespitim, kırsal kesimden ve daha alt sosyo-ekonomik gruptan olan kadınlar bunu daha rahat telaffuz eder de, eğitimli ve şehirli kadınlar daha çok zorlanır. Şehirli eğitimli, rahat ve aşmış görünen kadın bu eğitime, bu sosyal statüye yakıştıramaz halk dilindeki isimlerini. Kibar olanın ise komik kaçtığını görür, bir türlü kendi durumuna uygun isim bulamaz. İngilizce argosu en tercih edilen halidir, ama bence bu en komik versiyonudur. Belki sevgilimle yataktayken, biraz da karşımdaki 'dirty talking' denen şeyi seviyorsa az biraz konuştum ve az da olsa ketumluğumu bozdum. İnlemek serbestti, ama adını söylemek. Ah, bir rahatça söyleyebilseydim. Söylemeyi çok istesem de bir türlü cesaret edemedim. Yıllarca bu korkumu karşımdakiler fark etmedi ya da beni üzmek istemeyip çok üstüme gelmediler, ta ki oğlum konuşmayı öğrenene kadar. Yaşı gereği aklı ve eli devamlı pipisinde dolaşıyor, benim hem pipim var hem popom var, anne senin sadece popon mu var dediğinde, evet sadece popom var yanıtını alıyor. Yuvada biraz daha büyük çocuklardan en argo şekliyle öğrendiği o kelimeyi otobüste avaz avaz anlamını bilmeden söylüyor. Aslında kötü bir şey söylediğini biliyor ama aldığı tepkiler hoşuna gidiyor. Bir anda ne kadar amca teyze abla abi varsa herkesten bir renk değişikliği, gülme, sus bakayım ayıp falan gibi bir reaksiyon alıyor. Görünen tablo eminim çok komik onun bakış açısından. Bir laf diyorum ortalık birbirine giriyor diye düşünüyor olmalı. Hatta bazı tipler 'nereden öğrenmiş bunu' diye soruyorlar, vallahi ben bunca yıl söyleyemedim ama yuvada eğitimin bir parçası mı demeli bilmiyorum. Küçücük oğlum sanki karşı cinsinin bunca yıllık utanç duvarlarını yıkmak görevini üstlenmiş bir erkek olarak bu kelimeyi hala söyleyip duruyor evin içinde. Arka arkaya ve durmadan yapıyor bunu. Söylersen ağzına biber sürerim dedim, ters tepti. İlgilenmeyeyim dedim, ilgimi çekmek için daha çok üsteliyor. Tam vazgeçti diye düşündüğüm gün gelip kulağıma söylüyor. Sanırım ses olarak hoşuna gidiyor arka arkaya tekrarlamak. Benim senelerce ingilizcesi ve tıp terminolojisinde gecen haliyle konuştuğumdan habersiz en amiyane tabiriyle yüzüme vurup duruyor. Bakın hala söyleyemiyorum okuduğunuz üzere. Simdi bu yazı bittiğinde siz kaç tane ismini bildiğinizi yazın bir kenara. Bütün söyleyemeyen kadınlar için, içinizden okuyun bir kez...
  5. GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: İtiraf Köşesi
    Bir çoğumuz herhangi bir nedenle evini değiştirmiştir zaman zaman... Boş ve yeni eve koliler, eşyalar taşınır. Evin her yanında neredeyse üstünden atlanarak geçilecek eşyalarla doludur. Taşıyıcılar hala getirmeye devam ettikleri eşyaları nereye koyacaklarını sorup dururlar; - Bu nereye koymalıyım? - Yatak odasına. - Bu dolap nereye konulacak? - Oraya bir yere bırak. Muhtemelen dolabın da üstünden atlamayı göze alarak verilen direktiflerin sonucunda, her şey ortaya bir yerlere dağılmış durur. Hiç toparlayamadığımız hayatlarımız gibi… ~Sevgi nerede? Şu tarafta sanırım. ~Öz veri ? Az önce üstünden geçtim. ~Sabır ? Galiba arka odada kaldı, şimdi buraya tam olduğum yere tekrar taşımak gerekecek. ~Ya umutlar? İşte onlar her kolinin arkasından tekrar çıkabilir ortaya…
  6. Çocuk Gelinler İmza Kampanyası Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği'nin, Sabancı Vakfı desteğiyle 54 ilde yürüttüğü "Çocuk Gelinler" projesinde bugüne dek binlerce imza toplandı. Çocuk evliliklerine dair yasal düzenlemelerin yapılması, reşit olmayanların evliliğine izin verilmemesi ve bu toplumsal sorunun çözümü için somut adımlar atılması talebiyle düzenlenen kampanyada toplanan imzalar TBMM'ye, ilgili bakanlıklar ve komisyonlara iletilecek. Bu hak ihlaline ortak olmayalım! Çocuklarımızı erken evliliklere kurban etmeyelim! İmzanızla destek olun, fark yaratın! imza kampanyasına katılmak için lütfen resime tıklayın www.ucansupurge.org
  7. ÇOCUK GELİNLER: "EVLİLİK DEĞİL EVCİLİK OYUNU" Dünyada üç saniyede bir 18 yaş altı evlilik yapılıyor. Üç kadından birinin çocuk evliliği yaptığı Türkiye ise bu oranla Avrupa sıralamasında ikinci sırada yer alıyor. Türkiye ise Avrupa ülkeleri olarak değerlendirilen ülkeler arasında erken evlilik oranı yüzde 17 olan Gürcistan'ın ardından yüzde 14 oranıyla ikinci sırada görülüyor. Türkiye’yi yüzde 10 ile Ukrayna takip ediyor. İngiltere ve Fransa'da da erken evliliklerde yüzde 10'luk bir oran görülüyor. Kesin rakamlara ulaşmak mümkün olmasa da gelişmekte olan ülkelerde her yıl yaklaşık 10-12 milyon kız çocuğunun erken yaşta evlendiriliyor, Türkiye özelinde ise her üç kadından biri çocuk evliliği yapıyor. Daha çok kadınlar Türkiye'de 18 yaş altı evlilik yapan erkeklerin oranı yüzde 6,9 iken, bu rakamın kadınlarda yüzde 31,7’ye çıkıyor. Evli kız çocuğu sayısın evli erkek çocuğu sayısına oranla 14 kat daha fazla. Bu evliliklerin yüzde 16,9'unun kentte, yüzde 24,6'sının da kırda gerçekleşiyor. Raporda, Türkiye'de 18 yaşın altında evliliklerin yaklaşık yarısının okur-yazar olmayan, yüzde 31,7'sinin ise okur-yazar olan fakat hiç okula gitmeyen çocuklar tarafından yapıldığı belirtiliyor. -Erken evlenen kadınlar daha çok hastalık yaşıyor- ''Psikosomatik rahatsızlıklar kişinin kendi içinde yaşadığı psikolojik sorunları çözümleyemediği veya ifade edemediği zaman bedenine yansıtmasıyla oluşan bir rahatsızlık türüdür. Erken hatta çocuk yaşta evlilik yapanlarda çözümlenmeyen psikolojik ve kendini ifade edememe psikosomatik sorunlara bağlı nedeni açıklanmayan ağrılar yaşarlar. 18 yaşından küçük her 3 kadından biri sebebi belirlenemeyen ağrılar yaşadığını, bu ağrılar için doktora gittiklerinde herhangi bir sebebinin bulunmadığını söyledi. Erken yaşta evlenen bu kadınların evlilikleri ile ilgili görüşlerine daha az oranda başvurulduğu, daha fazla çocuğa sahip olduğu, daha fazla düşük yaptığı ve ayrıca bu kadınlarda psikosomatik şikayetlerin çok daha sık görüldüğü gözlemlendi.'' ''18 yaşından önce evlenen her 3 kadından 1'ine evlenmekle ilgili görüşü sorulmamakta. Bu oran 18 yaşından sonra evlenen kadınlar arasında çok daha düşük seyretmekte. Erken yaş evliliklerinde başlık parası ödenmesine daha sık rastlanmakta, 18 yaşında önce evlenenlerde berdel, beşik kertmesi adetleri daha sık. Erken yaşta evlenen kadınların yaşadığı ortalama düşük sayısı daha ileri yaşta evlenenlerinkinden yüksek, sahip oldukları ortalama çocuk sayısı daha yüksek. Evliliklerinin neredeyse yarısı akraba evliliği ve 18 yaş sonrasında evlenmiş kadınlarda görülenden anlamlı düzeyde daha fazla. 18 yaşından önce evlenmiş kadınların yüzde 49.7'si kendisinde bir hastalık olup olmadığı sorulduğunda 'evet' yanıtını verirken, 18 yaşından sonra evlenenlerden ise sadece yüzde 26'sı 'evet' demiştir. Erken yaşta evlenen kadınların yüzde 46.2'si doktorların nedenini bulamadığı ağrıları olduğunu bildirmişken, bu oran 18 yaşında veya sonrasında evlenmiş kadınlarda yüzde 26.1 olmuştur''
  8. Hayatımız ufakken kurduğumuz hayaller kadar toz pembe ilerlemez bazen, Hesaplar kitaplar birbirini tutmaz, İkiyle ikiyi toplarsınız, bazen o bile dört bile etmez. Öyle bir durum olur ki hayatta; somut sandığınız gerçekler bile bir anda “Pufff” buhar olmuş uçmuş. Tıpkı hiç geçmeyecek sandığımız ömrümüzün her geçen gün farkına varmadan geçip gitmesi gibi… Peki kayıp giden çocukluğunuz,çocukluğumuz? Bunun hesabını kim verecek? Çocukken ota boka üzüldüğümüz anlar bile ileride kişiliğimize kalıcı hasarlar verirken, Bebekle oynaması gereken kız çocuğuna kendinden onlarca yaş büyük olan Onun deyimiyle amcasının, Başkalarının ona zorunlulukla yüklediği sıfatla KOCA’sının Bıyıklarıyla,saçlarıyla oynamasının bu kıza vereceği psikolojik zararın Evet bu kahrolacasına kaderin,bunun hesabını kim verecek? Bazılarınız şuan belki gülümsüyor, Ama sizin gülümsemeleriniz başkalarının kaderi olabiliyor bazen, Tıpkı çocuk yaşında evlendirilen Çocuk Gelinler gibi… Tıpkı daha kendi çocukken kucağına aldığı bebeğin oyun arkadaşı yerine Kendi çocuğu olduğu gerçeğini tokat gibi bir gerçeklikle anlaması gibi… *** Allah’tan ki güzel şeyler de oluyor güzel ülkemde… Türkiye'nin kanayan yarası 'Çocuk Gelinler'e dikkat çekmek amacıyla düzenlenen “Ben Kızımı Vermem Projesi “gibi. Proje kapsamında geliri; Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği'ne aktarılacak olan, 'Ben Kızımı Vermem' isimli proje için dokuz ünlü isim; Hakan Yılmaz, Tan Sağtürk, Ebru Cündübeyoğlu, Neşe Erberk, Ece Doğulu, İdil Çeliker, Yeşim Salkım, Burhan Şeşen ve Burçin Orhon çocuklarıyla objektif karşısına geçti. Yukarıda ki trajediden rahatsız mı oldunuz? O halde bu projeye destek verin! Güzel şeyler olsun,güzel şeyler konuşalım.
  9. Böyle bir olaya gülünür mü bilemem ama bu MİT ve emniyet olayını gülmesem de gülümseyerek izliyorum. O kadar çok nedenim var ki gülümsemem için, hangisini anlatayım. Ergenekon olayı ilk başladığında Paris’teydim. 2-3 gün gazetelerden neler olup bittiğini anlamaya çalıştım, ne zaman ki işin içinde Fatih Ürek’in adını işkenceci, Kadir İnanır’ı ajan olarak okudum, bu işin ciddi olmadığını anladım. Bu söylediğim şaka değil, eğer savcılık kendisine verilen bu abuk sabuk bilgileri dava dosyasına eklemişse bu davadan bişey çıkmaz diye düşündüm. Aylarca “Davayı sulandırmayın…” diyenlere hep bu açıdan yanıt verdim, sulandıran davayı hazırlayanlardı çünkü. Esas inandığım başka bir şeydi doğal olarak, ben derin devletle hesaplaşmanın ancak sosyalist bir iktidarla olacağına inanıyorum. Burjuva hükümetleri derin devletle iç içe yaşadıklarından fazla dokunmazlar, zaten AKP’de yıllarca kendisiyle barışık olmayan derin devlet kademeleriyle uğraştı ve uğraşıyor. Bunun en büyük delili en fazla faili meçhul cinayetlerin işlendiği dönemden hiç sanık olmamasıdır. En fazla faili meçhul cinayetin olduğu dönem Tansu Çiller-Necmettin Erbakan koalisyonunun olduğu dönemdir yani AKP’nin içinde olduğu dönemdir. Kimi solcu yada liberaller bu dönemden çok memnun kaldılar ve kafalarında ya Recep Tayyip Erdoğan’ı yada Fetullah Gülen’i mitleştirdiler. Sanırsın ki iki demokrat imam çıkmış meydane, solcuların, demokratların, sosyalistlerin ve komünistlerin yapamadıklarını yapacaklar. Gülen-Erdoğan kavgasını 2009 yılında yazdığımda en yakın arkadaşım bile dalga geçiyordu benimle. Neyse ki yazılarımı kitaplaştırdığımdan delilim duruyor. Daha sonra Kürt açılımı teranesi başladı. Yine ikinci günü olamayacağını yazdım. İki neden öne sürdüm, birincisi AKP kendi parti programında olmayan bişeyi yapmaya kalkıştı ki bu olanaksıza yakındır çünkü kitle tepki koyar ve koydu da… İkincisi de Erdoğan konuyu ilk açıkladığında “Bu konuda partimizdeki Kürt milletvekilleri demeç vermesinler…” dedi. Bunları yazdığımda bana Ergenekoncu yada ulusalcı dediler. Kendileri toplantıdan toplantıya gidiyordu. Neredeydi toplantılar, emniyetin binasında, aralarında hiç Kürt olmadan yapılan Kürt açılımı toplantıları. Toplantılar yetmedi sabah kahvaltıları başladı. Kimler mi çağrıldı bu sabah kahvaltılarına, Seda Sayan, Nihat Doğan vb… Seda Sayan ve Nihat Doğan’ın bilgilendirilmek yada tartışmak üzere çağrıldığı bir Kürt açılımı olayına nasıl inandılar bilmiyorum ama işi yine Kürtler ve sosyalistler değil bence kendileri sulandırdı. Şimdi de karşımızda MİT, Özel Mahkemeler ve emniyet savaşımı var, daha doğrusu Fetullah Gülen-Recep Tayyip Erdoğan kavgası artık son noktasında… MİT olayı denince aklıma 3 başbakan geliyor hep, Turgut Özal, Tansu Çiller ve Recep Tayyip Erdoğan… Neden bu üçü geliyor, çünkü bana göre üçü de devlet insanı değil. Ülkeyi şirket yönetir gibi yönetmenin doğru olduğuna inandılar ve her türlü bürokrasiyi istedikleri bir alt şube gibi yönetebileceklerini sandılar. Dikkat edin, üçü de MİT’i sadece kendi inisiyatiflerinde ve kendi adamlarıyla idare etmek istedi. Oysa MİT yada ajanlık böyle bişey değil ki, hemen hemen her görüşten birileri var ve yıllarını vermişler. 12 Eylül darbesi sonrası Kenan Evren’in yaptırdığı olayın ceremesini hâlâ çekiyoruz aslında. Bu olay bitakım cinayetlere karıştığı iddia edilen eski ülkücülerin MİT’e alınması yada kullanılmasıydı. Abdullah Çatlı ve Alaattin Çakıcı Ermeni örgütü ASALA için alındılar ve yurt dışına gönderildiler bikaç arkadaşıyla. ASALA olayı bitince aynı kişiler PKK ve Apo’ya karşı da kullanıldı. Bişey elde edebildiler mi, hayır çünkü onların böyle bir derdi yoktu, kimileri uyuşturucu ticaretinden yattı ama hepsi zengin oldu, mafya oldu. Sonuçta bir Susurluk çıktı karşımıza, MİT, Ülkücüler, asker ve emniyet iç içe geçmiş durumda… Bunu Özal’da kullandı Çiller de… Erdoğan aynısını yapmak istedi, MİT’in sadece kendisine çalışmasını, özel bir MİT oluşmasını istedi… Şimdi deniyor ki, MİT çok başarılı çalıştı ve KCK’nın içine çok ciddi sızdı. KCK’nın içine giren MİT elemanlarını örgüt içindeki eylemlerden yargılarsanız bu emri veren başbakanı da yargılamak zorunda kalır ve yüce divana verirsiniz ama benim derdim bu değil. KCK’nın yada PKK’nın içinde bu kadar MİT elemanı varsa bir takım ölüm olaylarının MİT’in teşvikiyle yapılmadığını bana kim anlatacak? Aynı 12 Eylül öncesi yada Ergenekon davasında olduğu gibi darbe hazırlamak için kışkırtılan eylemlerin aynısını Kürtleri halkın gözünde küçük düşürmek için bir takım eylemler yapıldıysa -ki bu durumda yapılmaması olanaksıza yakın-, o zaman Erdoğan kimi yargılıyor. Şu an derdim MİT, Ergenekon, Emniyet yada özel yetkili mahkemeler değil. Yakılan otobüsü kim yaktı, MİT bu işin neresinde… Aynı 12 Eylül sonrasında olduğu gibi MİT adına lümpenleri doldurduysanız bunun sonuçlarını önleyemezsiniz. İşte kendisini solcu, sosyalist yada liberal zannedenler, Erdoğan’la beraber sizler de bunu hesabını bize vermek zorundasınız. Her türlü bilgiyi anında yayınladığınıza göre bunu da çoktan biliyordunuz ama siz Kürt açılımının başarısızlığında hep Kürtleri suçlu buldunuz. Bir sevinçle karşılama olayını siyasi cinayete çevirdiniz. Yada aklıma başka bişey daha geliyor ki bu hükümetten ve Gülen’den beklerim bunu, o da KCK’nın içinde yüzde 50’ye yakın MİT elemanı var diyerek bütün Kürtlerin birbirine şüpheyle bakmasını sağlayıp onları bu şekilde elemine etmeye çalışacaksınız. Şimdi çok şaşırdınız ve birbirinizi yiyorsunuz. Bu gece CNN’de Nagehan Alçı “MİT şeffaflaşmalı…” diye bişey söyledi. Lütfen hanginizin sözünü dinler bilemem ama birisi bu kadına MİT’in dernek olmadığını anlatsın. Şimdi devleti ele geçirip darbe yapmak isteyenlerin sayısı 2’yken 3 oldu, Erdoğancılar, Gülenciler ve Ergenekoncularla ülkücüler… Hadi size kolay gelsin… MİT’leştirdiniz ya, buyurun buradan yiyin artık… ahmetnesin @Şubat 10, 2012
  10. http://www.dailymotion.com/video/xon541_google-dan-sevgililer-gunu-ne-ozel-video_news
  11. Andrei Tarkovsky' nin Offret adını taşıyan son filminin başında ve sonunda çalan parçadır. Filmdeki ana karakter Aleksander'ın, tıpkı Bach'ın bu eserine* konu olan İsa Peygamber gibi, insanlığın günahları için kendini feda etmesine bir gönderme olarak filme dahil edilmiştir. Erbarme Dich Erbarme dich Mein gott, um meiner zähren willen; Schaue hier, Herz und auge weint vor dir Bitterlich. Erbarme dich, Mein gott, um meiner zähren willen. *** Merhamet et tanrım, Akan gözyaşlarımın hatrına Bak işte, Ağlıyor kalbim ve gözlerim huzurunda Acı içinde, Merhamet et tanrım Akan gözyaşlarımın hatrına
  12. Ne kadar şanslısın... Ama bu şans öyle havadan gelmiyor tabii ki... Çocuğu olduktan sonra ben hala eşimi seviyor ve özlüyorum diyebilen ender kadınlardan birisin. Sevginiz ve birlikteliğiniz bir ömür boyu sürsün... Size ve ufaklığa mutluluklar...
  13. Sana gelenleri ne yaptıııın... Onlarda hiç kullanılmamış duruyor mu?
  14. Parça bizde duyulmadı ama Almanya ve diğerlerinde liste başı
  15. Seni seviyorum demek değil ki marifet, Önemli olan o kelimenin tüm sorumluluklarını alabilmek.. Ne kadar da saygı duyulası iki insan öyle değil mi? Sevgiyi bir günlük göstermelik yaklaşımlarla taçlandırmak isteyenlere ve algılayanlara inat!
  16. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    Ortalık toz duman... AKP- Cemaat kavgası gazete manşetlerinde. Böyle bir günde Zaman gazetesinde Pazar günü bir karikatür çıktı. (12.02.2012) Yorumu size bırakalım; Zaman gazetesi Başbakan Erdoğan’a ne demek istedi acaba?
  17. Çepçilere karşı hep birlikte mücadele etmenin zamanı geldi demek ki sevgili radya... Kara propagandaları boşa çıkarmak için her daim uyanık olmak ve alet olmamak gerektiğini çevremizle ve dostlarımızla paylaşarak başlayabiliriz bu karşı duruşa... Dayan İzmir Taşeronlara inat dayan!
  18. İzmir'de uzun zamandır çok yönlü bir çalışma (!) sürdürülüyor. Söylemek istediğim şey, İzmir Belediyesi'ne yönelik olarak yapılmakta olan suçlamalar, gözaltılar, bezdirme ve gözden düşürme çalışmaları değil... Medyanın (özellikle de yerel İzmir medyasının) da katıldığı ve birçok meslek ve sivil toplum örgütü ile bazı sendikaların etkin rol oynadığı bir harekattan söz ediyorum... Elbette işin içinde, bürokratik oportünizmin 'AKP'ye şirin görünme' çabaları da var... Amaç, İzmir'i ele geçirmek... Zaten harekatın amacı ile AKP'nin amacı birebir örtüşüyor. **** Yerel seçimler, genel seçimlerden önce yapılacağına göre (iki yıldan biraz fazla bir süre var) öncelikle İzmir Büyükşehir Belediye başkanlığı'nı AKP'li birine teslim etmek hedefiyle yola çıkmışlar... Bu amaca ulaşmak için uygulamakta oldukları, haksızlıklarla dolu hukuk harekatını (!) elbette en başa koymak gerekiyor. Çünkü en can yakıcı girişimleri bu... Ama bunun dışında, adı geçen diğer sektörlerin(!) yaptıklarını her gün medyada görmek mümkün... Yargı sürecini bir yana bırakırsak, herkesin gözü önünde yapılanları şöyle sıralamak mümkün; 1- İster İzmir'le ilgili çalışmalar ve yatırımlar söz konusu olsun isterse Expo, Başkan Kocaoğlu her zaman ikinci hatta üçüncü plana itilmiş bulunuyor. Onun yerine, AKP'nin öne çıkardığı isimler (bazı bakanlar ile zorla AKP'li yapılan(!) bazı tanınmış İzmirliler) pompalanmaya çalışılarak fotoğrafların ana karelerine yerleştiriliyor... Yatırımlarda AKP'lilerin, mahkemelerde de Kocaoğlu'nun ve CHP'nin adının geçmesi için gayret sarf ediyorlar. 2- Küçük veya büyük, iş ve ticaret adamlarının oluşturduğu kuruluşlardan çoğu -özel toplantılarda farklı konuşsalar da- sadece AKP'nin İzmir planlarına destek vermekle kalmıyor, o planlar içinde yer almak için çaba gösteriyorlar... 3- AKP'ye yakın olduğu herkesçe bilinen bazı sendikaların İzmir'de büyük bir genişleme harekatı başlattıkları görülüyor. AKP'nin, 'İzmir kalesini ele geçirelim!' talimatını yerine getirmeye çalışan bu sendikalar, işçilere yoğun baskı uygulamakta, kendilerine çekmek için tehditlere dahi başvurmaktadırlar... 'Sürülme' korkusunu daha önce de yaşamış -birçoğu da sürülmüş- olan bir sendikaya bağlı işçilerden bazılarının-bu korkunun etkisiyle- İzmir'de sendikalarından ayrılıp AKP yanlısı sendikaya geçtiği bildirilmektedir. 4- İzmir'i ele geçirmek için yapılan organize çalışmada en ilginci- ve belki de birçoğunuzun pek bilmediği- halkı bire bir etkilemek için yaptıkları... Bunun için, Otobüs ve metro gibi halkın toplu olarak bulunduğu yerlere giderek, belediyeyi gözden düşürücü propagandalar yapıyorlarmış... Trafiğin aşırı sıkışık olduğu saatlerde, kalabalık bir otobüste biri yüksek sesle belediye aleyhine konuşmaya başlıyor ve genellikle de sözleri, "Bir trafiği bile çözemediler. Bir daha oy verirsem..." diye sonlanıyormuş... **** CHP'li belediyelerde karargah kuran müfettişlerle başlayan, haksız ve hukuksuz yargılamalarla devam eden eziyeti artık bilmeyen kalmadı. Ancak çok kimse başka bir oluşumun pek farkında değil. Bazı medya organları+bazı patron örgütleri+bazı meslek örgütleri+ bazı sendikalar, neredeyse organize sayılabilecek bir çalışma düzeni içinde İzmir'i AKP'ye teslim etme çabası içindedirler... Başarılı olabilirler mi? Normal koşullarda İzmirliler böyle bir organize oyuna gelmeyecektir. Ancak bunun tek bir şartı var; CHP'li belediyeler, karşı cephenin işini 'kolaylaştırmamak' zorundadır. Hem kendi aralarındaki çatışmaları bırakarak, hem daha üretici bir çalışma yürüterek ve hem de İzmirlilerle yakın bir iletişim ağı kurarak... Yoksa trenin kaçması işten bile değildir, ona göre... Prof. Dr. Suat Çağlayan
  19. MERKEL DE HAYKELE "UCUBE" DEDİ.. Almanya’nın başkenti Berlin’in merkezinde bulunan Marx ve Engels heykelleri Hıristiyan Demokrat Angela Merkel hükümetinin gazabına uğradı. Turistlerin uğrak mekanı Alexenderplatz meydanı, Dom kilisesi ve Berlin belediyesi arasında kalan Marx ve Engels anıtı kent merkezinin dışına taşınmak isteniyor. 2010’da metro çalışmaları yüzünden yerinden sökülüp yüz metre ileriye taşınan anıtın bir kez daha yerinden sökülerek kent dışına çıkarılmak istenmesi büyük tepki çekti. Hıristiyan Sosyal Birlik Parti’li Bayındırlık ve Şehir Geliştirme Bakanı Peter Ramsauer heykelleri taşımakta kararlı. Ramsauer heykellerin kaldırılmasıyla meydanın daha görünür hale geleceğini savunurken, Berlinliler ise “Anıt Berlin’in sembolü ve kentin kalbinde durmalı. Bayernli birisi Berlin’e karışamaz” diyor. Tepkilere rağmen Ramsauer önerisini senatoya sundu. Sorun bu tür olayların nerede yaşandığı değil, bunu yapanların hangi ideolojiyi paylaşıp, temsil ettikleri...
  20. Konser ve tiyatro biletlerinin satışını internet üzerinden yapan Biletix firması, Grup Yorum'a ilginç bir ambargo uyguluyor. Protest müzik grubu Grup Yorum, bir üyelerinin gözaltına alınmasını protesto ettikleri açıklamada, ilginç bir bilgiyi de basın mensuplarıyla paylaştı. Grup Yorum, Malatya'da üniversiteli gençlerin DHKP - C üyesi olmasıyla suçlanmasının ardından hapis cezası aldıklarını hatırlattı. Yorum üyeleri, "Malatya'daki gençlere yönelik suçlamalar arasında Grup Yorum bileti satmak ve örgütü yardım etmek de var. Bu açık bir baskıdır" ifadesini kullandı. Üyeleri Seçkin Aydoğan'ın da bir süre önce gözaltına alındığını belirten Grup Yorum üyeleri, basına ilginç bir bilgi verdi. Grup Yorum üyeleri şunu söyledi: "Malatya'da gençlerin biletlerimizi sattıkları için ceza alması sonrası, biletix firması da ambargo uygulamaya başladı. Biletix adlı firma, konser biletlerimizi artık satmıyor. Gerekçe olarak ise (örgüte yardım suçu işlemek istemiyoruz) deniliyor. Artık konser bileti satmak bile suçlanma korkusu yaratıyor."
  21. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    Mitçilerin savcı tarafından sorguya çağrılması üzerine Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç; "Şüpheli sıfatıyla KCK içerisinde bu 3 kişi nasıl yer alır, aklımla izah edemiyorum. Olsa olsa tanıklıklarına başvurulabilecek bir nokta olur diye aklıma geliyor" demiş. Nasrettin Hoca yaşıyor olsaydı Bülent Arınç’a şöyle bir soru sorardı herhalde: “Genel Kurmay Başkanı’nın terör örgütü kurmak ve yönetmekten içeri tıkılmasını aklınız alıyor da, üç MİT’çinin şüpheli olarak KCK’dan sorgulanmasını mı aklınız almıyor?” Yakın geçmişte yaşananları göz ardı etmeseydi eğer sayın Arınç; MİT Müşteşarı’nın bile sorgulanabiliyor olmasını ileri demokrasi yolunda atılmış büyük bir adım olarak nitelendirmesi gerekmez miydi? Hatta bu adımdan ülkesi adına gurur duyması gerekmez miydi? Yoksa artık yargıya eskisi kadar güvenmiyor mu Sayın Arınç? Bu yaşananlardan, her aklı başında insanının olduğu gibi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da çıkarması gereken bir ders olmalı herhalde.. "Size bağlı çalışan Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı terörle suçlanıyorsa, yardımcınız Bülent Arınç’ın aklı alsa da almasa da, sizin de terörle suçlanmanıza ve tutuklu olarak yargılanmanıza ramak kalmış demektir.(?) Malumunuz, söz konusu terörse... Özel yetkili Cemaatçi polislerin ve Savcıların sahip oldukları yetkilerle yapabileceklerinin sınırı yoktur."

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.