-
İçerik Sayısı
1.234 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
29
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
irinçköl tarafından postalanan herşey
-
İŞTE KEYFİ GÖZALTININ ARKASINDAKİ GERÇEK NEDEN; Hükümete Mektup - Barış Atay Ben bu ülkenin, durmadan ötekileştirdiğiniz fertlerindenim. Bu ülkede; size rağmen insanca yaşayacağımıza olan inancı kaybetmeyenlerdenim. Ben geleceğine sahip çıkan ve bunu gasp etmeye çalışanlara hesap soran biriyim. Uzun zamandır bu yazıyı yazsam mı yazmasam mı diye düşünüyorum. Şimdiye kadar karar verememem; sizden çekindiğimden değil, bir vatandaş olarak bana yaşattıklarınızın yarattığı hissi, insanlığımdan çıkmadan ve şu ana kadar taşımaktan gurur duyduğum insan yanımı yok etmeden nasıl yazabilirim diye düşünmektendi. Hala bilmiyorum ama deneyeceğim, çünkü artık dayanamıyorum. 2002’de, ilk geldiğiniz günü hatırlıyorum. Henüz neler olabileceği konusunda ayrıntılı bir değerlendirme yapma fırsatı bulamamıştım. Geçtiğimiz on yılda; yaşadığım ve sevdiğim bu ülkeyi, gün be gün, an be an biraz daha batağa saplayışınızı ve bundan aldığınız garip hazzı gördüm. Ben bir oyuncuyum. Doğal olarak işim; karakter yaratmak, yarattığım karakterin psikolojisini anlamak ve duruma uygun bir alt metin oluşturmak. Ne yazık ki bu on yılda, başta başbakanınız olmak üzere hiçbirinizin nasıl bir psikoloji içerisinde olduğunuzu anlayabilmiş değilim. Sizlere hangi açıdan bakarsam bakayım, fantastik, sürreal, ve inanılması güç karakterler çıkıyor karşıma. Bu durumu sadece benim hayal gücümün eksikliği olarak tanımlayabilmeyi ve çözüme ulaşmayı çok isterdim fakat öyle değil. Bu olsa olsa; sizlerin, hayal bile edilemeyecek şeyler yapan ve bundan zerre kadar pişmanlık ya da rahatsızlık duymayan, psikoz yaşayan insanlar olduğunuzu gösterir. Çünkü hiçbir insan, bu kadar yanlışı ve zulmü ardarda yapıp, bunu normalmiş gibi anlatıp, bundan bir başarıymış gibi söz edip, zevk alamaz. Bu ülkenin insanları; geçtiğimiz yıllar boyunca sefalet içerisinde bırakılarak, köleleştirilerek, dilendirilerek, korkutularak yönetildi. Açıkçası farklı yöntemler kullanmadınız. Bu yüzden sizi ayrı bir yere koyamayız. Sadece; idol edindiğiniz büyüklerinizin yöntemlerini geliştirip, manipülasyon araçlarını çok etkili kullandığınızı söyleyebiliriz. Tabi bu yükselişinizde; zayıf muhalefetin ve ağzınızdan hiç düşürmediğiniz, “stockholm sendromu” vakası olmayı çoktan geride bırakıp başka bir boyuta geçmiş olan %50’lik kesimin koşulsuz, sorgusuz-sualsiz biat etmesinin etkisini unutmamak gerekir. Fakat bir noktayı kaçıyorsunuz. Ben sizin %50’nizin içinde değilim. Beni görmezden gelebileceğinizi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Dersim’i ağzınıza sakız edip, Maraş’ı, Çorum’u da gözden gelemezsiniz. Sivas sanıklarını aklayamazsınız. Hula’da ölenlere üzülüp savaş çığlıkları atarken, Roboski’de çocukları bombalayanları saklayamazsınız. Askeri vesayeti bitirdik deyip, 12 Eylül katillerini yargılıyormuş gibi yapamazsınız. Erdal Eren’in mektubunu okurken timsah gözyaşları döküp, Çayan Birben’i gazla öldüremezsiniz. Metin Lokumcu’ya bir rahmet eylemeyi çok görüp, fetüs haklarını koruyamazsınız. Siz kadınları bir eşya gibi görüp yaşamlarını yok sayamaz, bedenleri ve tercihleri hakkında ahkam kesemezsiniz. Çocuklarımız, canımız çocuklarımız deyip, tecavüzcülerini kollayamazsınız. Kızınız rahat rahat sakız çiğneyemedi diye, tiyatrolara el uzatamazsınız. Gazetecileri içeri atıp, “onlar gazeteci değil” diye yaftalayamazsınız. Dışarıdaki gazetecileri abluka altına alıp, boğazlarını sıkıp, sizin istedikleriniz dışında tek kelime bile yazmamalarına rağmen “tasmalarınızdan biz kurtardık” diyemez, gerçekleri yazanları hedef gösteremezsiniz. Demokrasi diye zılgıt çekip, emekçilerin grev haklarını gasp edemezsiniz. Vatan, millet, sakarya nidalarıyla bas bas bağırırken, fetihi hayatınızın en önemli günüymüş gibi kutlarken, ülkeyi önüne gelen yabancıya parça parça satamazsınız. “Batarız” diye korku salarak memura üç kuruş zam yapıp, soygunculara “Deniz Feneri” gibi yol gösteremez, kendinize %60 zam yapıp, başbakanlık sarayları inşaa edemezsiniz. Bayramları yasaklayıp, Hitlervari kongreler düzenleyemezsiniz. Orman arazilerini yedi ceddinize peşkeş çekemez, doğayı HES çöplüğüne çeviremezsiniz. Şimdi bunları okuyup “yaptık ya” diyebilirsiniz. Şu kadarını söyleyeyim. Böyle devam etmez, hiçbir dikta sonsuza kadar sürmez. Çünkü hiçbir toplum; sizin sandığınız ve buna güvendiğiniz kadar aymaz değildir. Şimdi soracaksınız. “Sen kimsin de bunları söylüyorsun?” diye. Ben bu ülkenin, durmadan ötekileştirdiğiniz fertlerindenim. Bu ülkede; size rağmen insanca yaşayacağımıza olan inancı kaybetmeyenlerdenim. Ben geleceğine sahip çıkan ve bunu gasp etmeye çalışanlara hesap soran biriyim. Ben beğenseniz de beğenmeseniz de üreten, okuyan, eleştiren, sorgulayan ve cevap isteyen bir bireyim. Yani anlayacağınız ben; siz değilim! Peki; asıl siz kimisiniz ? * BARIŞ ATAY (Bu yazı BirGün Gazetesinde yayınlanmıştır.) ******************** Umarım en kısa zamanda aramızda olursun sevgili Barış
-
Gezi Parkı eylemlerine katılan sanatçılardan oyuncu Barış Atay, Redhack soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Gizlilik kararı nedeniyle bilgi verilmeyen Atay,Ankara'ya götürülecek. Atay, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekiplerince, Hatay Antakya'daki ailesinin yanına gitmek için uçağa binmek üzereyken Atatürk Havalimanı'nda gözaltına alındı. Polis, Barış Atay'ın evinde de arama yaptı. Atay ile birlikte 7 kişi hakkında arama ve yakalama kararı olduğu, Atay dışında ikisinin daha gözaltına alındığı, o kişilerin de evlerinde arama yapıldığı öğrenildi. Barış Atay'ın avukatı Efkan Bolaç, gözaltına alınanların İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Şubesi’ne götürüldüğünü ifade etti. Avukat Bolaç yaptığı açıklamada, gözaltında tutulan Barış Atay'la görüştüğünü, durumunun iyi olduğunu, "neden gözaltında olduğunu anlamadığını ve konuyla ilgili bilgisinin olmadığını" söyledi. Avukat Sera Kedigil de "Atay'a bilişim sisteminin işleyişini engellemek suçunun isnat edildiğini, arama ve gözaltı kararına itiraz edildiğini, suçlamanın örgütle alakalı olmadığını” açıkladı. Soruşturma, Ankara Emniyeti Bilişim Suçları Soruşturma Bürosu Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Ethemoğlu tarafından yürütülüyor. Dosyada gizlilik kararı olduğu için avukatlara ve şüphelilere detaylı bilgi verilmedi. Gözaltına alınanlar ifade vermek üzere Ankara'ya götürülecek. Gezi Parkı protestolarına destek veren ve muhalif bir çizgide yer alan Atay, ODTÜ eylemlerine de destek vermişti. Atay, ÖDTÜ'lü öğrenciler için kaleme aldığı bir yazıda, "Bu bir özgürlük mücadelesi bu bir varoluş kavgasıdır. Yanınızdayiz, hiç vazgeçmeden, geri adım atmadan" ifadelerini kullanmıştı. "Arka Sıradakiler" dizisindeki "Saffet" rolüyle ünlenen Atay, Mahsun Kırmızıgül'ün senaryosunu yazdığı "Hayat Devam Ediyor" dizisinde de rol alıyordu.
-
Nobel ödüllü yazar Doris Lessing hayatını kaybetti
irinçköl şurada bir başlık gönderdi: Yazar-Şair Biyografileri Forumu
Dünya edebiyatının en tanınmış isimlerinden Nobelli yazar Doris Lessing 94 yaşında hayatını kaybetti. En tanınmış eseri "The Golden Notebook" olan Lessing 2007 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştü. Kitaplarının yayıncısı HarperCollins'ten yapılan açıklamada, Lessing'in huzur içinde öldüğünü söyledi. Doğum yeri İran olan Lessing, eski İngiliz İmparatorluğu'nun topraklarını boydan boya gezmiş, eserlerinde de bu gezilerden faydalanmıştı. 50'den fazla kurgu, deneme ve şiir kitabı bulunan Lessing sömürge Afrika'sından İngiltere distopyalarına, kadın olmanın gizeminden bilim kurgunun bilinmeyen dünyalarına çok farklı alanlarda eserler vermişti. Doris Lessing Kimdir ? Doris Lessing, (doğum adıyla Doris May Tayler; d. 22 Ekim 1919,Kermenşah-İran - 17 Kasım 2013,Londra İngiltere),Nobel edebiyat ödülüsahibi Britanyalı yazar 1919'da babasının bir bankanın yöneticiliğini yaptığı İran'da doğdu. Beş yaşında ailesiyle birlikte Rodezya(bugünkü adıyla Zimbabwe) sınırları içinde bulunan bir çiftliğe taşındı. Salisbury'de bir Katolik okulunda eğitim gördü. 14 yaşındayken ailesine isyan ederek okulu bıraktı ve sırasıyla hemşirelik, telefon operatörlüğü ve katibelik yaptı. 18 yaşında Rodezya parlamentosunda çalışmaya başladı ve ülkede ırkçılık-karşıtı bir sol partinin kurulmasında rol aldı. 1943'te sona eren ilk evliliğinin ardından Komünist Partisi'ne katıldı ve Alman siyasi eylemci Gottfried Lessing ile evlendi. 1949'da eşinden ve Rodezya'dan ayrılıp oğluyla birlikte Londra'ya geldi. O tarihten sonra yaşamını profesyonel bir yazar olarak Londra'da sürdürdü ve 17 Kasım 2013 tarihinde burada öldü. Lessing çok sayıda romanı ve kısa hikâyesinde, daha çok 20. yüzyılın toplumsal ve siyasi karmaşasına yakalanmış bireylerin yaşamlarını ele alıyor. Eserlerinin başlıca temalarının feminizm, cinsiyetler arası savaş ve bütünlük peşinde koşan bireyler olduğu söylenebilir. Lessing'in çoğunlukla Afrika'nın güneyinde ya da İngiltere'de geçen eserlerindeki solcu, bağımsızlığına son derece düşkün ve feminist kadın kahramanlar, tıpkı yazarları gibi, içinde yaşadıkları toplumların kültürel kısıtlamalarına karşı başkaldırıyor. En çok okunan ve en çok çevrilmiş romanı Altın Defter (1962), kadın hareketinin köşetaşlarından biri olarak görülüyor. 11 Ekim 2007 günü Nobeledebiyat ödülü'nü kazanmıştır. Bu ödüle layık görülen en yaşlı kişidir. Türkçeye çevrilmiş eserleri arasında şunlar sayılabilir: 8. gezegen / argostaki kanopus arşivleri iv -çivi yazıları altın defter 1/2-mitos yayınları evlilikler -argostaki kanopus arşivleri- çivi yazıları içinde yaşamayı seçtiğimiz hapishaneler- çitlembik yayınları sirius deneyleri- çivi yazıları tenimin altında (1919 - 1949)- dünya aktüel cehenneme iniş için açıklama- öteki yayınları evlenmeyen adamın hikâyesi- iletişim yayınları gene aşk- can yayınları mara ile dann- can yayınları şikasta -argostaki kanopus arşivleri- çivi yazıları türkü söylüyor otlar- can yayınları terörist- afa yayınları kedilere dair- metis yayınları siyah madonna- ayrıntı yayınları Beşinci Çocuk- afa yayınları -
Tuncay Özinel'i de kaybettik Türk Tiyatrosu bir çınarını daha kaybetti. Tuncay Özinel zatüree teşhisiyle kaldırıldığı hastanede sabah hayatını kaybetti. Son nefesine kadar tiyatro için çalışan Özinel'in Pazartesi günü toprağa verileceği öğrenildi. Tuncay Özinel 71 yaşındaydı. Ankara Ekin Tiyatrosu kurucusu Faruk Güvenç duygularını Hürriyet'e şöyle anlattı: "Akşam zatüree teşhisiyle hastaneye kaldırılmış. Cerrahpaşa'ya kaldırılmış sonra da Zeytinburnu'na sevk edilmiş. Solunum cihazına bağlanmış. Sabaha karşı durumu kötüleşip sabah saatlerinde hayatını kaybetmiş. Biz şu anda İzmir'de turnede bulunduğumuz için yanında değiliz. Kimsesi yoktu. Ancak Ali Poyrazoğlu ile çok yakındılar. Ali Ağabey kötü durumda. Telefonlara cevap veremiyor. O ve Abdullah Şahin yanında. Şişli Belediyesi'yle görüşeceğiz. Pazartesi günü 10.00'da Şişli Kültür Merkezi'nde tören düzenleyip Teşvikiye Camii'nden uğurlamak istiyoruz. Tuncay ağabey çok sıkıntı, çile çekti. Çok mutsuzdu. Yaşadıkları ve sanatıyla ilgili beğenmeyip onu eleştiren sanatçılar vardı. Her şeye rağmen sevgi dolu bir yüreği vardı. Daha dün provası vardı. Tüm imkansızlıklara, maddi sıkıntılarına rağmen yeni bir oyun hazırlıyordu. Son nefesine kadar tiyatrodan kopmadı. Tiyatro sahnesindeydi. Herkes birer birer Yaprak Dökümü gibi gidiyor. O güzel insanlar, o güzel lezzetler bir daha gelmiyor..."
-
İslam ve Demokrasi - 4 2011’deki tartışmada benim birinci sorumu “dayatmacı ve kıstırıcı” bulan Karaman şöyle devam ediyordu: “Türkiye şartlarında bana göre doğru soru şudur: ‘Türkiye’de Müslümanların, laik düşünceye sahip insanlarla bir arada, barış içinde, hak ve özgürlüklere saygı göstererek yaşamaya ve demokrasiye rızaları var mıdır?’” Karaman bu satırlarıyla “Müslümanların rızası” kavramını ortaya atıyordu. Biraz sonra göreceğimiz gibi günümüzdeki son yazılarında bu kavramı “çoğunluk”kavramı ile özdeşleştirerek, olayı “mahalle baskısına” bağlayacaktır. Şimdi eski yazılarından devam edelim: “… İnancı ve ideolojisi farklı olan fertler ve gruplar -başka türlüsü mümkün olmadığında inançlarını, dünya görüşlerini muhafaza ederek farklı olanlarla ortak alanı düzenleyen bir sözleşme (mesela anayasa) çerçevesinde birlikte yaşayabilirler, bir ülkenin vatandaşları olabilirler...” Böylece Karaman biraz karmaşık bir yoldan da olsa, Müslümanları ve laikleri ayrıştırıyor... Ama “başka türlüsü mümkün olmadığında”, birlikte yaşayabileceklerini söylüyor. Bu anlamda bir “tahammül” olayını devreye sokuyor ve böylece insanların temel hak ve özgürlüklerini çoğunluğun merhametine bırakıyor! *** Şimdi 8 Kasım 2013 tarihli “Çoğunluğu Kale Almamak” başlıklı çok daha yeni bir yazısına bakalım: “… Liberallere göre on sekiz yaşını doldurmuş insanlar; öğrenci, memur, sivil, yaşlı, genç ne olurlarsa olsunlar, evli olmasalar bir mekânda evli gibi yaşayabilirler. Üstelik bir mekânda yalnız bir çiftin çiftleşmesine (nikâhsız bir çift teşkil etmelerine) değil, birden fazla çiftin yaşamasına da bir engel yoktur. Diyelim ki bu bireysel haktır, toplum içinde azınlık da olsalar demokrasi bunlara bu hakkı tanır. Çoğunluğa göre bu durum ahlaksızlık, rezillik, onursuzluk, ayıp, günah (zina), düşüklük… olarak kabul ediliyorsa durum ne olacak. Ben söyleyeyim: Toplum (apartman, mahalle, çevre…) buna tepki gösterecek,çirkin duruma bir şekilde müdahale edecek, mahalle baskısı yapacaktır. Baskıya maruz kalanlar medyayı ve devlet kurumlarını kullanarak yardım isteyecekler,medya karışacak, devlet kurumları da baskıyı engelleme bakımından gevşek davranacaktır.” *** Görülüyor ki, Sayın Karaman eski yazılarıyla gayet tutarlı bir biçimde, demokrasi adına çoğunluğa atıf yapıyor ve “mahalle baskısını” devreye sokuyor… Bireyin temel hak ve özgürlükleri yerine çoğunluğun baskısını savunuyor!
-
İslam ve Demokrasi - 3 Aslında “İslam ve Demokrasi” tartışmasını tek bir İslam âlimi üzerinden götürmek yanıltıcı olabilir. Fakat Yeni Şafak yazarı Prof. Hayrettin Karaman herhangi bir İslam âlimi değildir… Yıllar içindeki çalışmalarıyla, İslamın yorumlanması konusunda saygın bir ün elde etmiştir. Üstelik şu anda Yeni Şafak gibi önemli bir gazetede köşe de yazmaktadır. Bir başka deyişle düşünceleri genel kamuoyunda da önemsenen biridir. Son günlerdeki tartışmalar konusunda da, burada alıntıladığım ve alıntılayacağım eski düşüncelerini yeniden gündeme getirmiş, bunları daha da ayrıntılandırmıştır. Bu açılardan, Türkiye’deki “İslam ve Demokrasi” konusunda İslami kesimin genelyaklaşımını temsil ettiği düşünülebilir. *** Dün, 2011 yılında sorduğum sorulara verdiği yanıtlardan bir paragrafı alıntılamış ve Müslümanların demokrat ve laik olamayacaklarını savunduğunu belirtmiştim. O bölümde alıntıladığım düşünceleri açısından, Karaman’ın esas yaklaşımı şu son cümlesinde yatıyordu: “Bir siyasi rejim/sistem hayatın belli alanlarında dini dışlıyor, işe karıştırmıyorsa müminler, inanç olarak onu benimseyemezler. Yani Sayın Karaman açıkça, İslam ile demokrasinin ve laikliğin bağdaşmayacağını,“müminlerin inanç olarak onu benimseyemeyeceklerini” belirtiyor. *** Karaman’ın böyle düşünmesinin temel mantığı dün alıntıladığım paragrafının ilk cümlesinde yatıyordu: “ ‘Bir Müslüman aynı zamanda laik olabilir mi?’ sorusu dayatmacı, kıstırıcı bir sorudur ve akide (inanç) ile ilgilidir.” Sanıyorum aramızdaki esas fark bu düşünce yönteminden kaynaklanıyor: Ben, “Bir Müslüman aynı zamanda laik olabilir mi?” sorusunun, onun deyimiyle“dayatmacı, kıstırıcı bir akide (bir inanç) sorusu” (ya da sorunu) olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine bu soruyu, siyasal bir tutum ve davranış sorunu olduğu için sordum. Benim kanımca, bir Müslüman, bir Hıristiyan, Bir Yahudi, bir Budist ya da bir agnostik veya bir ateist, demokratik ve laik de olabilir, otoriter ve totaliter de… Bu onun inancıyla değil, kendisi gibi düşünmeyen ve kendisi gibi davranmayan başka insanlara verdiği değerle ve nasıl bir siyasal-toplumsal düzen içinde yaşamak istediğiyle ilgilidir.
-
İslam ve Demokrasi -2 İslam dininin demokrasi ile olan ilişkisini “Hangi İslama” göre tartışacağız? Sadece Kuranı kerim’e mi bakacağız?.. Sünneti, hadisleri işin içine katacak mıyız?.. Dört halife döneminden başlayan ve günümüze kadar gelen uygulamaları nereye koyacağız?.. Dünkü yazımda değindiğim, günümüzdeki farklı devletlerin değişik uygulamalarını nasıl irdeleyeceğiz?.. İktidar uygulamalarının dışındaki düşünceleri, önerileri, örneğin Zeyno Baran’ın“Öteki Müslümanlar” adındaki kitabında dile getirilen görüşleri ne yapacağız?.. Çağdaş yaşamın gerekleri ile İslamı bağdaştırmaya çalışacak mıyız? Pek doğal olarak dünyadaki siyasal İslamın çeşitli görünümlerini ve uygulamalarını temsil edenlere soru soracak halimiz yok, o nedenle bazı basit soruları en azından kendimize sormak istiyorum! *** Tartışmanın temelinde üç basit soru yatıyor: 1) Bir insan hem Müslüman hem de demokrat ve laik olabilir mi? 2) Siyasal İslam için demokrasi ve laiklik sadece bir sandık mekanizması mıdır, yoksa devamlı bir yaşam biçimi olarak da kabul edilebilir mi? 3) Kendini Müslüman olarak tanımlayan bir kadın başını açmakta, tesettüre girmemekte özgür müdür? Sorular bu kadar az ve basit. Bu sorulara İslam âlimleri tarafından verilecek dürüst yanıtları soğukkanlı bir biçimde tartışabilirsek, siyasal İslamın ve demokrasinin Türkiye’deki ve dünyadaki ilişkisini ve geleceğini de daha salim bir biçimde değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. *** Aslında bu soruları ilk kez sormuyorum… 2011 yılında da sormuştum ve Yeni Şafak yazarı değerli fıkıh âlimi Hayrettin Karaman 16 Haziran tarihli yazısında bazı yanıtlar vermişti: “Bir Müslüman aynı zamanda laik olabilir mi?” sorusu dayatmacı, kıstırıcı bir sorudur ve akide (inanç) ile ilgilidir. Müslümanlara mahsus bir çeşit demokrasi olabilir, ama sıra laikliğe gelince hiçbir Müslüman “Ben biraz Allah’a, biraz da O’nu tanımayan, O’nun hâkimiyetini bölen‘rakiplerine’ itaat ederim” diyemez. Bir önceki yazımda ifade ettiğim gibi İslam yalnızca iman, ibadet ve ahlaktan ibaret değildir, vahiy aynı zamanda hayatın diğer alanları ile ilgili talimatı da ihtiva etmektedir. Bir siyasi rejim/sistem hayatın belli alanlarında dini dışlıyor, işe karıştırmıyorsa müminler, inanç olarak onu benimseyemezler. *** İslamın inanç ve ibadet dışında “hayatın diğer alanlarını” da kapsadığı görüşü,ina nç ve ibadet dünyasını aşan, hayatın tümünü kapsayan, siyaset bilimi açısından totaliter bir görüştür; demokrasi ve laiklik ile bağdaşmadığı açıktır!
-
İslam ve Demokrasi -1 Birkaç yıl önce bu sütunda başlattığım İslam ve demokrasi tartışması, Başbakan Erdoğan’ın “kızlıerkekli evler” çıkışıyla bugünlerde yeniden alevlendi. *** İslam ve demokrasi tartışması önce “Hangi İslam” sorusuna yanıt vererek işe başlamak zorundadır: Çünkü siyasetini İslam dini üzerine kurmuş olan çeşitli devletlerin ve örgütlerin yaklaşım ve uygulamaları birbirinden son derece farklıdır. Örneğin, en aşırı uçta, siyasal, radikal, dogmatik İslamın, terörü de bir araç olarak kullanan temsilcisi El Kaide; bir evrensel model midir? Örneğin Suudi Arabistan’daki, Kuveyt’teki, siyasal İslam; bir ailenin, otoriterliği de aşan bu totaliter yönetim biçimi bir evrensel model midir? Örneğin İran’daki siyasal İslam; Şah’ın otoriter rejimine karşı demokratik birbaşkaldırı olarak başlayıp, totaliter bir rejim olarak son bulan Humeyni rejimi,evrensel bir model olarak kabul edilebilir mi? Örneğin Gazze; bir direniş hareketi olarak dikkati çeken ve halkın oylarını da alan, katı bir şeriatçı rejim uygulaması yapan Hamas deneyimi, siyasal İslam için evrensel bir örnek midir? Örneğin Malezya; özerk bölgelerde seçim mekanizması ile iktidara gelen yönetimlerin uyguladıkları şeriat rejimleri, siyasal İslam için bir evrensel model olabilir mi? Ya Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’daki ayaklanmalar ve yeni oluşumlar; Mısır, Irak,Suriye, Libya, Tunus, Yemen? Ve son olarak bütün İslam âlemi içinde tek ve biricik nitelikleriyle, anayasasına göre demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Siyasal İslamın temsilcisi kabul edilen AKP iktidarı Türkiye’yi nereye götürmektedir? Daha “İleri bir demokrasiye” mi... Yoksa “İleri demokrasi” adı altında totaliter bir İslami rejime mi? Her nereye doğru giderse gitsin, Türkiye, bugün ve yarın siyasal İslam için evrensel bir model olabilir, oluşturabilir mi… Hele hele ünlü “Ilımlı İslam” modeli bütün Ortadoğu’da çökmüşken? Bu konuda sadece iktidardaki AKP değil, Milli Görüş çizgisindeki bütün partiler, bu arada Kürt kökenli partiler ve örgütlenmeler, tarikatlar, cemaatler (elbette özellikleGülen Cemaati), İslam adına yazanlar ne diyor? CUMHURİYET.COM/ EMRE KONGAR
-
SİYASAL İSLAM VE DEMOKRASİ İÇİN ÜÇ BASİT SORU Necmettin Erbakan'ın vefatı ve görkemli cenaze töreni, Siyasal İslam'ın Türkiye'deki tarihsel serüvenini ve yaşanan sorunları bir kez daha irdelememize yol açtı. Bu sorunların irdelenmesinde odak noktası genellikle 28 Şubat olayıydı. Dolayısıyla tartışmalar askerlerin siyasal rolü ile sınırlı kaldı. Sanki Türkiye'deki bütün sorun Siyasal İslam ile askerlerin siyasetteki rolünden ibaretmiş gibi ele alındı. Oysa sorun çok daha genel: Siyasal İslam'ın askerler ile olan ilişkileri bu genel sorunun sadece bir yönü. Genel sorun, ne yazık ki hem evrensel bağlamda hem de Türkiye özelinde Siyasal İslam'ın demokratik laik rejimle olan ilişkileri açısından ele alınmadı. Bu eksiklik belki de Siyasal İslam'ın çeşitli görünümlere sahip olmasından ve hem dünyada hem de Türkiye'de yeni oluşumlar yaşanmasından kaynaklanan belirsizliklerden dolayı ortaya çıktı. * * *İşe Siyasal İslam'ın farklı görünümlerine işaret etmekle başlarsak daha anlamlı tartışmalar yapabiliriz: Örneğin, en aşırı uçta, Siyasal, Radikal, Dogmatik İslam'ın, terörü de bir araç olarak kullanan temsilcisi El Kaide, bir evrensel model midir? Örneğin Suudi Arabistan'daki, Kuveyt'teki Siyasal İslam: Bir ailenin, otoriterliği de aşan bu totaliter yönetim biçimi bir evrensel model midir? Örneğin İran'daki Siyasal İslam: Şah'ın otoriter rejimine karşı demokratik bir başkaldırı olarak başlayıp, totaliter bir rejim olarak son bulan İran'daki Siyasal İslam, evrensel bir model olarak kabul edilebilir mi? Örneğin Gazze: Bir direniş hareketi olarak dikkati çeken ve halkın oylarını da alan, katı bir şeriatçı rejim uygulaması yapan HAMAS deneyimi, Siyasal İslam için evrensel bir örnek midir? Örneğin Malezya: Özerk bölgelerde seçim mekanizması ile iktidara gelen yönetimlerin uyguladıkları şeriat rejimleri, Siyasal İslam için bir evrensel model olabilir mi? Ya Ortadoğu'daki ve Kuzey Afrika'daki ayaklanmalar? Mısır'daki otoriter rejime karşı isyan, ordunun yönetiminde nereye gidecektir? Tunus'un kaderi nasıl belirlenecektir? Libya'nın geleceğinde neler olacaktır? Öteki İslam ülkelerindeki olaylar nereye gidiyor? Ve son olarak bütün İslam Alemi içinde anayasası tek ve biricik olarak demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine dayalı olan Türkiye: Siyasal İslam'ın temsilcisi kabul edilen bir iktidar Türkiye'yi nereye götürmektedir? Daha "İleri bir demokrasiye" mi... Yoksa "İleri demokrasi" adı altında totaliter bir İslami rejime mi? Her nereye doğru giderse gitsin, Türkiye, bugün ve yarın Siyasal İslam için evrensel bir model oluşturabilir mi? Bu konuda sadece iktidardaki AKP değil, muhalefetteki Saadet Partisi, HAS Parti, Türkiye Partisi, tarikatlar, cemaatler ne düşünüyor? * * *Pek doğal olarak dünyadaki Siyasal İslam'ın çeşitli görünümlerini ve uygulamalarını temsil edenlere soru soracak halimiz yok, o nedenle üç basit soruyu en azından kendimize sormak istiyorum: Bir insan hem Müslüman hem de demokrat ve laik olabilir mi? Siyasal İslam için, demokrasi ve laiklik sadece bir sandık mekanizması mıdır, yoksa devamlı bir yaşam biçimi olarak da kabul edilebilir mi? Kendini Müslüman olarak tanımlayan bir kadın başını açmakta, tesettüre girmemekte özgür müdür? Sorular bu kadar az ve basit. Bu sorulara Siyasal İslam'ın temsilcileri tarafından verilecek dürüst yanıtları soğukkanlı bir biçimde tartışabilirsek, Siyasal İslam'ın ve demokrasinin Türkiye'deki ve dünyadaki ilişkisini ve geleceğini de daha salim bir biçimde değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. EMRE KONGAR
-
-
-
Biz kadınları hiç sevmedik! Saçlarını sevdik, hele bir de sarışınsa daha çok sevdik. Ağızlarını sevdik, hele bir de şehvetli ve dolgun ise daha çok sevdik. Göğüslerini sevdik... Bacaklarını sevdik, hele bir de sütun gibiyse bayıldık. Kalçalarını sevdik... Gerçekten güzel vücutlu ve "çıtırsa" daha çok sevdik... Yolda, arabada, televizyonda, internette onlara hep "baktık." Her yerlerine iyice ve dikkatle baktık. Pek iyi görememiş olacağız ki, bir daha baktık. Bir daha ve bir daha... Kadınların her yerlerine baktık ama gözlerine ya hiç bakmadık, ya da baktığımızda çok geç olmuştu... Biz kadınlara çok dokunduk! Onlar istese de istemese de dokunduk. Son yıllarda dini motiflerden güç bulanlarımız oldu. Eh! yozlaşan toplum ve geç gelen, hatta hiç gelmeyen adalet olunca da 13-14 yaşındaki çocuklara bile dokunmaya başladık! Sapık damgası yemeyi göze alanlar bile şaşırdı; çünkü sapık diye haykıran ne kadar azdı! Kadınlara dokunmada dünya sıralamasında üst yerlere geldik... 2009 itibariyle rakamlar oldukça "umut verici!!!" % 40'ını sürekli dövdük %45'ine duygusal şiddet uyguladık. (küfür, hakaret, küçük düşürme) %16'sına zorla sahip olduk (ve olmaya devam ediyoruz). Tüm bunlara maruz kalan her 3 kadından biri intihara kalkıştı, ama biz hiç oralı olmadık (hem bize ne değil mi? Fener ya da Cimbom maç kaybedince çok üzüldük, ama kadınlar söz konusu olunca pek oralı olmadık) % 9'una daha masum birer çocukken bile dokunduk. Ama onlar hep sustular. Çünkü konuşsalar kimse inanmazdı. "kim bilir neler yaptın ki sana tacizde ya da tecavüzde bulundu amcan ya da komşun" bu da sana ders olsun, türünden tepkiler görecekti. Ama bu ders o kadar acıdır ki biz erkekler bilemeyiz. Bizlere sorduklarında %25'imiz "bazı durumlarda kadın dövülür" demeyi doğal bir şey gibi dile getirdik. İslami öğreti yalanları ile kadınları, kız çocuklarını bizlerin kölesi yapmaya başladık ve bu çabalar sonuçlarını vermeye başladı. Artık kadınlar o bildiğiniz kadınlar değil!. % 51'i erkekler ile tartışmayı bile "saygısızlık" sanıyor artık. %36'sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğine inanmış ya da inanmak zorunda kalmış. % 52'si "erkek kadından sorumludur" diyecek kadar kadınlığını unutmuş ya da unutturulmuş. % 49'u "erkek ne zaman isterse bana sahip olabilir, benim itiraz hakkım olamaz" diyecek konuma gelmiş ya da getirilmiş! Hal böyleyken kabul edelim; biz, kadınları kullanmayı çok sevdik. Evde, işte, siyasette, okulda kısacası her yerde... Parti kongrelerinde sözde liderler konuşurken arka fonda 3-4 kadın vardı hep. Onlardan vitrin yaptık, imaj yaptık. Başörtülü, normal türbanlı, modern türbanlı ve türbansız.. Parti çalışmalarında kapı kapı dolaşanlar hep kadınlardı. Koşturan ve çabalayan hep kadınlardı. Miting olduğu zaman onları ön sıralara toplayıp karanfiller attık üzerlerine ve iki lafın birinde anam, bacım edebiyatı yaptık, ama "ananıda al git" demek bize daha çok yakıştı! "Cennet anaların ayakları altında" diye diye büyütüldük ama anaları hep ayaklarımız altında çiğnedik, ezdik, tepikledik... 14 Şubat sevgililer günü ya da anneler gününde bir kaç saat ara verdik ama sonra yine ezmeye devam ettik. İş verirken bile onları hep düşündük! İş yerinde gözümüz gönlümüz açılsın ya da malum niyetler ile bayan eleman aranıyor ilanı vermeyi çok sevdik. Bu ülkede kadın olmanın ne kadar zor olduğunu biz erkekler bilemeyiz. Çünkü artık konuşmuyorlar, konuşamıyorlar, konuşturulmuyorlar. Dini sömüren ve kullanan karanlık zihniyet kendi kadınlarını yetiştiriyor. Susan, itaat eden ve kaybolmuş kadınlar... Kızlar... Hatta çocuklar... Arada vizyon ya da imaj için ortaya "sürülen" kadınlara bakmayın siz ,onlar da biliyor "kullanıldıklarını" ama artık düzen kurulmuş. Bu ülkenin kurucusu Atatürk 1930'lu yıllarda Türk kadınına dünyadaki birçok çağdaş ülkeden önceden hak ettiği hakları verdiğinde umutlanmıştık. Çünkü o, Atatürk'tü ve Kurtuluş Savaşında bebeğinin kundağında mermi taşıyan anayı ya da cephede erkeği ile göğüs göğüse savaşan bacısını unutmamıştı. İhanet edemezdi ve etmemişti de. Ama biz ihanet ettik! Türkiye nereye gidiyor diye soruyor herkes birbirine. Oysa cevap ne kadar da açık değil mi? Türkiye hızla ve şevkle karanlığa gidiyor. Hatta koşuyor... Çünkü kadın yok oluyor, yok ediliyor... Benim annem, kız kardeşim, sevgili kızım yok oluyor... Kadını yok olan ülkenin gideceği yol bellidir. Karanlık ve onursuz bir gelecek... Bu işi planlı yürütenler, İslami motifler ya da örnekler ile kadının ikinci sınıf konuma gelmesini doğal karşılamamızı bekliyorlar. Bu işe Kuran-ı Kerim'i ortak koşmaları ne acı... Mesela miras hukuku; erkek çocuğa 2 pay, kız çocuğa 1 pay ya da kadının erkeğe itaat etmesini empoze eden garip ayet ya da sureler... Belli ki burada büyük bir istismar var. Çünkü tanrının kendi yarattığını aşağılaması söz konusu bile olamaz değil mi? Kuran'ı kendi amaçları için yorumlayanlar kadını ikinci plana atmayı çok seviyor olabilir, ama biz hiç sevmedik. Lütfen artık kadınlara beyinleriniz ve gözlerinizle bakmaya başlayın... (Alıntı)
-
Kızım ve ben herkese iyi pazarlar diliyoruz
-
İletişim:0505 776 74 03 Yer:Urla/İzmir Urla'da yazlıkçıların terkettiği golden anne , izbe bir barakada 10 yavru dünyaya getirdi.Yavrular şuan 1 aylık .Bu zamana kadar oradaki Vet.hekim Engin bey ve mahalle sakinleri yemek vermeye çalışıyordu ancak bebekler büyüyor anne ise aşırı bakımsız ve zayıftı.Anne ve yavrular gönüllülerinde desteği ile alınıp geçici yuvaya yerleştirildiler.Yavrularrdan beşi doğuştan yarım kuyruk , sadece 1 dişi var diğerleri erkek.Önümüzdeki ay anne ve bebekleri yeni yuvalarına gitmeye hazır olacaklar.İzmir içi kısılaştıma şartı ve sahiplendirme sözleşmesi ile yuvalandırılacaklardır.Ayrıca 25 yaş üstü , yerleşik düzenini oturtmuş aileler tercih edilecektir
-
İletişim:0533 554 00 48 Yer: İstanbul Dünya tatlısı afacan,3 minik böcük. Anne sütüyle beslendiler 2 aylık oldular ve artık ömürlük yuvalarına gitmeyi bekliyorlar. Kucakta uyumaya bayılan,oynayıp oynayıp sonra olduğu yerde uyuya kalan,hareketleriyle sizi kendine aşık edecek bu 3 güzellikten birine sahip olmak isterseniz lütfen arayın. İki erkek bir kız
-
İletişim: 0507 596 12 90 Yer: İstanbul / Bağcılar 3 aylık kızımız bir üyemiz tarafından sokakta bulundu. Üyemiz kıyamayıp onu evine aldı; ama evinde uzun süre tutma şansı yoktu .Geçici yuvaya alındı ancak oradaki köpekle anlaşamadılar ve yavrunun şuan evden bir an evvel gitmesi gerekiyor.Bu yavunun sonu barınak olmadan yuvanızı açar mısınız?
-
İletişim:emel_algin@@hotmail.com Yer:Eskişehir Üyemizin patronu eşine hediye almış bu canı(!) Ancak sorumluluk ağır gelmiş ve atıvermişler.Üyemiz geçici olarak evine almış , henüz 3 aylık civarı erkek cocker.Cinsi itibari ile oldukça hareketli ve henüz bebek olduğundan yanlız kalamıyor , sürekli ilgi istiyor.Tuvaletini gazeteye yapıyor.Aşıları yapılmıştır.Evdeki pati dostu ile anlaşamadığından üyemiz onu her gün ofisine getirip götürmek zorunda kalıyor.Şimdi bu cana öncelikle Eskişehir için , ancak referans verilirse ve güven kazanılırsa gelip almaları şartı ile diğer illerden, KESİNLİKLE KISIRLAŞTIRMA ŞARTI VE SÖZLEŞME İLE ömürlük yuva aranmaktadır. Yerleşil düzeni oturmamış bekarlara ve öğrencilere sahiplendirilmeyecektir.
-
İletişim: thelastcat123@@gmail.com Yer: Avcılar-İstanbul Mırgül sokakta çok hastayken bulundu. Onu bulan öğrenci hayvan sever, ona bir süre yurt bahçesinde baktı. Şu anda çok sağlıklı bir oğlan. Parazit aşıları tam. Vet. hekime göre en fazla 3 aylık. Ancak yurtta izin verilmediği için kış şartlarında dışarıda kalamaz. Bu minik oğlana evinizde bir minder verir misiniz? #haysev #haysevkedi #haysevistanbul
-
İletişim: 0535 479 66 89 - shezophrenia@@gmail.com Yer: İstanbul (Şehir dışına yuvalandırılabilir) "Benim adım Pitho. Bir 'gezizedeyim', Haziran ayında biber gazına maruz kalmış halde bulundum. Hemen kliniğe alındım, o günden beri de bir geçici yuvadan diğerine mekik dokuyorum. Artık ömürlük yuvama yerleşip daha sakin bir hayat sürmek istiyorum. Çeyizim tam; bavulumda tuvaletim, yatağım, tasım tarağım, oyuncaklarım her şeyim var. Aşılarım tamamlandı. Sağlıklıyım, oyuncuyum ve çok neşeliyim. Size gelebilir miyim?"
-
Böyle bir durum olduğunu düşünmüyorum. Hayvansever tüm hayvanları sevendir. Evde beslemeyi istediği hayvan ise sadece tercih meselesidir. Ben de köpek besliyorum ama kedileri de çok severim. Hatta kıskanıp bunalıma girmeyeceğini bilsem kızımın yanına bir de kedi istiyorum ama.Benim kızım fazla duygusal olduğundan düşünmüyorum.Ama dışarıda beslediğim bir sürü kedi ve köpek var.
-
Bulgur pilavı hem de her türlüsü. Patlıcanlı, mercimekli, ebegümecili, ıspanaklı, tel şehriyelisi,nohutlusu, etlisi
-
İlginiz için çok teşekkürler
- 14 cevap
-
- irinçköl
- Anı defteri
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
"Dünyanın her tarafında öğretmenler, toplumun en fedakar ve en saygıdeğer unsurlarıdır." Atatürk Üç Kuruş maaşla, insan üstü çabayla okullarda eğitim veren, mesleklerini icra etmek için yıllarca ataman bekleyen ve atanamayınca da dershane köşelerinde insanlık dışı çalışma koşullarında çalıştırılmak zorunda bırakılan öğretmenlerimiz... Haklarını savunmak için meydanlarda biber gazı, tazyikli su ve coplarla egemenlerin şiddetine maruz kalan öğretmenlerimiz... Biliyoruz ki, yarın yine okullarınıza döndüğünüzde, tüm bu zorbalıklara inat anlatacaksınız öğrencilerinize özgürlüğü, barışı ve paylaşımı! Tüm bu zorbalığa ve gericiliğe inat yarın da dimdik duracaksınız biliyoruz...
-
- 2
-
-
MARMARAY Bu Haliyle Açılırsa Bir Felaket OLUR
irinçköl şurada cevap verdi: irinçköl başlık Güncel Konular
Başbakan Erdoğan Marmaray'ı açarken herkesi hatırladı. Projenin Abdülmecid'in hayali olduğunu ve o hayali gerçekleştirdiklerini''Marmaray'ı merhum Abdulmecit dedemiz mimari çizgilerini çizmiş. Arşivlerden onu çıkardık...Biz o çizgiler üzerinden hareketle, iktidarımız döneminde bir adımını attık'' sözleriyle anlattı. Başbakan projenin gerçek sahibinin adını anmayı unuttu. Kim mi? Eski Başbakan Bülent Ecevit. Başbakan'ın sözlerinin aksine Marmaray’ın müşavirlik ihalesi 2000 yılında yapılmıştı. Yani Ecevit döneminde. Proje AKP hükümeti döneminde tamamlandı. Ancak Erdoğan projeyi kendilerinin Abdülmecid'den esinlenerek yaptıklarını söyleyerek projenin gerçek sahibinin adını atladı. İşte 2000 yılında Ecevit'in Japonlarla imzaladığı anlaşmanın resmi gazetede yayınlanan metni: (Büyütmek için lütfen üzerine tıklayın) -
MARMARAY Bu Haliyle Açılırsa Bir Felaket OLUR
irinçköl şurada cevap verdi: irinçköl başlık Güncel Konular
"Asrın projesi" olarak ilan edilen Marmaray'da daha ilk günden arıza yaşandı. Yolcular büyük bir heyecanla ilk yolculuklarnı gerçekleştirmek için sabah saatlerinde Marmaray'a geldi. Ancak hevesleri kurskalarında kaldı. Elektrikler yolcuların boğazdan geçişi sırasında kesildi. İstanbullular tramvaydan inerek, Marmaray'ı yürüyerek geçmek zorunda kaldı. Boğazı denizin altından raylı sistemle birleştiren ve yapımı 9 yıl süren Marmaray dualarla açıldı. Ancak insanlık Marmaray'da yaya kaldı. Sabah saatlerinde İstanbulluların Marmaray'dan geçişi sırasında elektrikler kesildi. Kesinti nedeniyle sefer yapan tramvay rayda kaldı. "Seferler iptal edilmiştir" anonsunun ardından yüzlerce yolcu, denizin altında mahsur kaldı. Yolcular tramvaydan indi ve Marmaray'ı yürüyerek geçti. Düğmelerle o kadar oynama dedik bozdu işte Bu arada Marmarayı yürüyerek geçen İlk Türkleri de tebrik ediyoruz