-
İçerik Sayısı
1.234 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
29
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
irinçköl tarafından postalanan herşey
-
Babası bir kumar oyununda ablasını ortaya koyup da kaybettiğinde Sena 14 yaşındaymış. Karısı kahrından intihar etmiş. Sena ve iki kız kardeşi ortada kalmış. Babası yeniden evlendiğinde yeni karısı kızları kabul etmek istememiş. Onlara ateş etmeden önce üzerlerine kaynar su ve kızgın yağ dökmüş. Kızkardeşlerini kaybeden Sena'nın yüzünde, kollarında ve gövdesinde yanık izleri kalmış. Sağ gözünü de kaybeden Sena, kurşunun yol açtığı tahribatı gidermek için kafatasından ameliyat olmuş. Sena'nın ailesinden kalan tek hatıra kızkardeşinin bu fotoğrafı ile annesinin eşarbı. Asuda'nın çalışmaları sayesinde hükümet eviçi şiddete karşı 2011'de bir yasa çıkardı ve "namus cinayeti"ni ilk kez cinayet olarak kabul etti. Bu kuruluş sayesinde hükümet de dört ayrı kadın sığınma evi açtı, fakat Asuda kadınların polis sevki olmadan gidilebildiği tek sığınma evi olarak kaldı.
-
25 Kasım Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü nedeniyle fotoğrafçı Sarah Malian, yardım kuruluşu Christian Aid ve bölgedeki partneri Asuda ile ortak bir çalışma gerçekleştirdi ve Kuzey Irak’taki kadınların yaşamını görüntüledi. BBC Türkçe’de yer alan haberde, namus cinayetleri ve aile içi şiddet nedeniyle Kuzey Irak’taki kadın sığınma evinde yaşayan kadınların başlarından geçen olaylar fotoğraflar ile birlikte aktarıldı. Kadınların birçok sorunla karşı karşıya kaldı. 25 Kasım Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü nedeniyle fotoğrafçı Sarah Malian, yardım kuruluşu Christian Aid ve bölgedeki partneri Asuda ile ortak bir çalışma gerçekleştirdi ve Kuzey Irak’taki kadınların yaşamını görüntüledi. BBC Türkçe’de yer alan haberde, namus cinayetleri ve aile içi şiddet nedeniyle Kuzey Irak’taki kadın sığınma evinde yaşayan kadınların başlarından geçen olaylar fotoğraflar ile birlikte aktarıldı. Kadınların birçok sorunla karşı karşıya kaldığı Kuzey Irak’ta Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı olan Mesut Barzani, yaklaşık 2 hafta önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Diyarbakır’da bir araya gelmişti. Dışarıdan bakanlar için çoğunluğu Kürtlerden oluşan Kuzey Irak, savaşın yıkımına uğramış bu ülkenin en güvenli bölgelerinden biri. Fakat birçok kadın için tehlikeli olmaya devam ediyor. Kuzey Irak'ta kadının eğitimine, çalışmasına, evlenmesine babası, abisi, amcası, dayısı karar veriyor. Çoğu kadının bunu kabul etmekten başka seçeneği bulunmuyor. Bu kadının kocası onun ayak parmaklarını kesmiş. Hero 22 yaşında. 18 yaşında iki erkeğin tecavüzüne uğramış. Ailesi hamile olduğunu öğrenince onu öldürmek istemiş. Hero kaçmak zorunda kalmış. Ama ailesinden tehditler almaya devam edince devletin işlettiği bu kadın sığınağının dört duvarından dışarı çıkamaz olmuş. Asuda adlı kuruluş Hero'ya tecavüz edenlerin tutuklanmasında ve çocuğuna kimlik çıkarabilmek için babası ile evlenip hemen boşanmasına yardımcı olmuş. Hero, "Kimse bu çocuğun babası belli değil diyemeyecek" diyor.
-
Ya leblebi tozu En eğlenceli ve en ucuz çocuk atıştırmalıklarından biriydi. Leblebi dövülerek toz haline getirilir, biraz şekerle karıştılarak çocuklara stılırdı. Yerken konuşmak mümkün değildi. Konuşmaya çalıştığınızda toz genzinize kaçar, dakikalarca öksürerek ciğerlerinizi temizlemeniz gerekirdi.
- 71 cevap
-
- 1
-
-
- Bir Maniniz Yoksa
- Annemler Size Gelecek
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bilemiyorum teknik konulardan pek anlamam
- 71 cevap
-
- 1
-
-
- Bir Maniniz Yoksa
- Annemler Size Gelecek
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
MURAT 124 - HACI MURAT Murat 124, 1971 yılında Tofaş’ın Bursa fabrikasında Fiat 124 şasesine oturtularak Türkiye’de yabancı lisansla üretilen ilk otomobil oldu. 1971-1977 arasında 134 bin 867 adet üretilen ve Hacı Murat da denilen bu otomobillerin, Tofaş'ın KUŞ SERİSİ otomobilleri üretmeye başlamasıyla ömürleri sona erdi. 1984 yılında Tofaş Serçe adıyla yeniden üretimine başlandı, 1995 tarihinde bu kez tamamen durduruldu. 1197cc'lik motoru 65hp güç üretmekte ve aracı 170km/sa hıza çıkarabilmekteydi. Türkiye yollarında Hacı Murat'a bir diğer yerli otomobil markası olan ANADOL eşlik ederdi. Bilgi notu: Murat adı Fiat markasının Türkiye'ye uyarlanmasıdır. Koç Holding ve Fiat bu isim değişikliğiyle,Türk tüketicisine yerli bir otomobil sunumunu vurgulamak için yapılmıştır. Fiat İspanya'da da aynı isim değişikliğini,o zamanki ortağı Seat ile de uygulamış, İspanya'da satışa sunulan Fiat araçları Seat adıyla satılmıştır. Fiat 124, Avrupa'da Yılın Otomobili yarışmasında 1967'de birincilik ödülünü almıştır. ARKAYA KAMÇI Otomobillerle birlikte at arabalrı da şehrin yollarıydı ve 1970'lerin çocukları at arabalarının arkasına takılmayı çok severlerdi. Bu arkaya takılma hareketi tehlikeli olduğu için, at arabası sürücüleri, çocukların ellerine yüzüne gelecek şekilde atlara savurdukları kamçılarını, arkaya, çocuklara doğru da savururlardı.
- 71 cevap
-
- 1
-
-
- Bir Maniniz Yoksa
- Annemler Size Gelecek
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Ayhan Işık'ın oynadığı perma sharp reklamı http://www.youtube.com/watch?v=K_veNMAy4Xk Ve İzocam reklamı http://www.dailymotion.com/video/x62twm_izocam-reklami-burak-x-animation_shortfilms
- 71 cevap
-
- 1
-
-
- Bir Maniniz Yoksa
- Annemler Size Gelecek
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
http://www.youtube.com/watch?v=QkmsCm4PRfk
- 71 cevap
-
- 1
-
-
- Bir Maniniz Yoksa
- Annemler Size Gelecek
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
MÜSAİTSENİZ AKŞAMA SİZE GELECEĞİZ Evden eve komşuluk ilişkilerinin çok yoğun yaşandığı, 'son yıllardı'. 1970'lerden sonra komşuluk ilişkileri bir daha hiç eskisi gibi olmadı. Komşuluk ilişkilerini en iyi tarif eden söz ise, bu olmalı: Annem beni gönderdi; müsaatseniz size gelmek istiyoruz. Henüz telefonlar yeterince yaygınlaşmamıştı. Komşuların misafirliğe uygun olup olmadıkları, evin kapılarına gönderilen çocuklar tarafından öğrenilirdi. TELEVİZYON ÇOCUKLARI Televizyonun Türkiye'de yayına başladığı yıl; 1969. Ancak yaygınlaşması 1970'lerde oldu. 1970'lerin başından sonuna, çatılar 'çatallı' tv antenleriyle kaplandı. Başlangıçta, televizyonu olmayan aileler televizyonu olanların evine misafirliğe giderlerdi. Açıkçası 1970'lerin başında, evinde televizyon olan aileler misafir yoğunluğundan illallah demişlerdi. Televizyonlar yaygınlaştıkça bu gelip gitmeler de azaldı. 10 yıldan fazla bir süre televizyonlarımız siyah beyaz ve tek kanallıydı. Üstelik tüm gün yayın da olmazdı. Başlangıçta saat 18 ya da 19'da yayın başlar 24 gibi İstiklal Marşı okunarak yayınlar sonlandırılırdı. Televizyon kapanınca herkes yataklarına giderdi. Yine o yıllar, televizyonlarda yoğun kesintiler yaşanırdı. Bir teknik aksaklık olmuşsa, TRT hemen bir fotoğrafı (Mesela necefli maşrapa) ekrana taşıyıp arızayı izleyicilerine bildirirdi. Bazen arızalar saatler sürebilir, dakikalarca o sabit ekran görüntüsüne bakılırdı. TARKAN VE KARAOĞLAN Evet Teksas - Tommiks vardı ama, İtalyanların yarattığı bu 'Amerikan kahramanlarına' rakip olarak TARKAN ve KARAOĞLAN kendilerine sağlam bir yer edinmişlerdi. Her Türk çocuğunun gönlünde, bir gün Tarkan gibi bir kahraman olmak yatardı. (İçindeki ölçülü erotizm de, yeni serpilmeye başlayan gençlerin gönlünü kazanmıştı...)
- 71 cevap
-
- 1
-
-
- Bir Maniniz Yoksa
- Annemler Size Gelecek
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
CUMARTESİ OKUL İnanmayacaksınız ama, 1970'lerin başında Cumartesi günleri de okula gidilirdi. 1974'ten itibaren Cumartesi günleri yarım gün okula gitme uygulamsı sona erdirilince öğrenci milleti de bayram etti. LAKLAK Dönemin en ünlü ve en elden düşmeyen oyuncaklarından biriydi. Bir plastik daireye bağlı v şeklinde bir ip ve o ipin iki ucunda plastikten iki top vardı. Amaç, dairesel plastiğe parmağınızı takıp topları bir üstte bir altta hızla birbirine vurdurmaktı. Bu işi ne kadar hızlı yaparsanız, o kadar becerikli sayılırdınız. Oyuncak öyle yaygınlıkla kullanılırdı ki, çocuklar da büyükler de tak - tak - tak (ya da lak lak lak) sesleri eşliğinde beceri yarıştırırlardı. GÜNEŞ TECELLİ VE CENK KORAY En çok hafta sonları televizyon izlenirdi. Ve hafta sonları Türkiye, bu iki ekran figürüyle güne başlar, onlarla günü bitirirdi. Güneş Tecelli, geniş ve kalın kemikli gözlükleriyle, Cenk Koray ise 'soğuk esprileriyle' dönem insanlarının zihinlerine kazındı. Pazar programlarının adı TelePazar (Ya da Stüdyo Pazar) idi, bu programın evlerin hanımları tarafından en sıkıcı bulunan bölümü ise TeleSpor adıyla anılır, maçlardan görüntülere yer verilirdi.
- 71 cevap
-
- 1
-
-
- Bir Maniniz Yoksa
- Annemler Size Gelecek
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bay Meraklı http://www.dailymotion.com/video/xcdyqk_cizgi-adam-la-linea-di-o-covandoli_fun Pembe Panter http://www.dailymotion.com/video/x9rx6a_pembe-panter-cizgifilm-in_fun
- 71 cevap
-
- Bir Maniniz Yoksa
- Annemler Size Gelecek
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Sevgili tülvent , güzel şeyleri paylaşmışsınız 70 lerle alakalı. Umarım kızmazsınız ama 70 li yıllarda bunları da yaşadık: KARARTMA Kıbrıs barış harekatı yapıldı 1974'te... Türkiye, ikinci dünya savaşı yıllarından beri görmediği bir uygulamaya tanık oldu: Evler ve otomobiller KARARTILDI. Yunan savaş uçakları ani bir baskın düzenlerse şehirler ve yerleşim yerleri farkedilemesin diye, evlerin pencerelerine kalın siyah perdeler takıldı. Otomobillerin farları da koyu renkli jelatinlerle kaplandı. 6 ay kadar süren bu uygulama, 1970'leri unutamayanların da zihnine kazındı. KUYRUKLAR 1970'ler Türkiye'nin 73 cent'e bile muhtaç olduğu yıllardı. Ülke ihracat yapamıyor, elde döviz olmayınca da en zaruri ihtiyaçlar bile karşılanamıyordu. 1970'leri hatırlayanların en unutamadıkları şeyler, kuyruklardır: Tüpgaz kuyrukları, sana yağı (evet, yağ için bile kuyruğa girilirdi) kuyrukları. 1970'leri yaşayanların zamanlarının büyük bir bölümü kuyruklarda geçti... KURTARILMIŞ BÖLGELER - SOKAKLARDA ÖLÜMLER 12 Eylül'den sonra, 1970'lerin adı, '12 Eylül ÖNCESİ' olarak kaldı. 12 Eylül darbesini yapanlar, 12 Eylül öncesini hiç sevmezlerdi. Şehirler, mahalleler, sokaklar 'siyaseten' bölünmüştü. Bir sürü sol fraksiyon vardı. Bazı günler sokaklara çıkmak, liseye ya da üniversiteye gitmek CESARET isterdi. 1970'ler için, sokaklarda 'ölümün kol gezdiği' yıllar demek abartılı olmaz. DEMİREL - ECEVİT - TÜRKEŞ - ERBAKAN 1970'lerin siyaset tarihi, bu 4 ismin üzerine kuruludur. Demirel, 1965'ten beri siyasetin içindedir ve dönemin en başat siyaset figürüdür. Bülent Ecevit 1973'te CHP'de başrol oyuncusu olmuş ve tüm 1970'leri domine eden iki isimden biri olmuştur. Bir dönem Ecevit için, dağlara taşlara bile 'KARAOĞLAN GELİYOR' diye yazılırdı. Necmettin Erbakan, kendisinden en çok beklendiği gibi sadece Demirel ile 'ittifak' yapmadı, Ecevit'i de iktidara taşıdı. 1970'lerde Türkiye'yi koalisyonlar yönetti ve Erbakan kimin yanındaysa, O, başbakan oldu. (Erbakan'ın partisinin adı MSP, simgesi de anahtar idi...)
- 71 cevap
-
- 1
-
-
- Bir Maniniz Yoksa
- Annemler Size Gelecek
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bozcaada'nın nadir köşelerinden biri olan Akvaryum Koyu'nda (Mermerburnu Mevkii) etrafı dikenli tellerle çevrili büyük bir alanda başlayan inşaatın, 38 konutlu bir toplu konut inşaatı olduğunun ortaya çıkması ada halkını isyan ettirdi. Konuyla ilgili bir basın açıklaması yayınlayan Bozcaada Platformu, inşaatın yapılacağı alanın 98 bin 889 metrekare, yani neredeyse 25 futbol sahası büyüklüğünde olduğunu bildirdi. 4 KOLDAN RANT Alınan bilgiye göre, Akvaryum Koyu - Mermerburnu Mevkii'nde yapılan toplu konut inşaatı "Yücel Güler İnşaat" tarafından başlatıldı. Projenin hafriyat işini, Belediye Başkanı Mustafa Mutay'ın oğlu Uğur Mutay'la birlikte Simyon Meyhane'nin ortaklarından biri olan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından AKP Bozcaada Gençlik Kolları Başkanlığı'na atanan Kostanti Salto'nun kurduğu Salto İnşaat'ın üstlendiği iddia edildi. BELEDİYE BAŞKANI NE DEMİŞTİ Daha önce bu alana inşaat yapılacağı söylentilerini yalanlayan Belediye Başkanı, imar planıyla ilgili hususların gerçeği yansıtmadığını belirtmiş ve şöyle demişti: "Bu işler o kadar kolay değil hele Bozcaada’yı bozmak hiç kolay değil ayrıca kimsenin haddine değil. İddia edildiği gibi bir yapılanma olursa ilk olarak buna ben karşı çıkarım.(...) Kesinlikle buradan söz veriyorum. Adada iddia edildiği gibi bir yapılanma olmayacak. 2004’te nasıl arkadaşlarımla karşı çıktıysak öyle bir şey olursa yine karşı çıkarız” Ancak uzun süredir tellerle çevrili alanın toplu konut projesi olduğu artık doğruluk kazandığını belirten "Bozcaada Platformu" Başbakan'a da bazı sorular yöneltti ve projeye itiraz etti. Belediye Başkanı'nın verdiği sözü hatırlatan Platform üyeleri şöyle devam etti: "(...) Şimdi ise artık bu alanda ne yapılacağını herkes bilmektedir. Şirket tarafından verilen bilgide, projenin ilk aşamasında yer alan 8 konut inşaatı başlamış bulunmaktadır. Anlaşılan o ki, yeni imar planıyla birlikte bu alan daha da genişletilmektedir. 1/25.000'lik plan incelendiğinde, durumun ciddiyeti ve ne kadar büyük bir alanın betonlaşacağı daha net görülmektedir. Sayın Belediye Başkanımız, forumumuzu belge ve bilgi sahibi olmadan açıklama yapmakla itham etmiş, imar planıyla ilgili dile getirdiğimiz hususların gerçeği yansıtmadığını belirtmişti. Kendisi aynı röportajda, "Bu işler o kadar kolay değil hele Bozcaada’yı bozmak hiç kolay değil ayrıca kimsenin haddine değil. İddia edildiği gibi bir yapılanma olursa ilk olarak buna ben karşı çıkarım. " demişti. Başkan, ayrıca "Kesinlikle buradan söz veriyorum. Adada iddia edildiği gibi bir yapılanma olmayacak. 2004’te nasıl arkadaşlarımla karşı çıktıysak öyle bir şey olursa yine karşı çıkarız” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Sayın Başkan'a, adamızın özel bir yeri olan Akvaryum Koyu'nda, 25 futbol sahası büyüklüğündeki inşaatla ilgili açıklama yapmaya davet ediyoruz. - Alaybey Mahallesi Tuzburnu Mevkiinde 3.derece Doğal Sit Alanında kalan projeyle ilgili ne tür bir görüş bildirdiniz ? - Bozcaada Belediyesi tarafından Çanakkale Kültür ve Tabiat Koruma Kurulu'na 2010 yılında gönderilen yazıda hazırlanan projeyle ilgili ne tür değerlendirmede bulundunuz ? - "Akvaryum Bağ Evleri" projesinin internet sitesinde yer alan, "Belediye'den onay alınarak" ibaresinin anlamı nedir ? - Hazırlan bu projeyle ilgili ada halkını bilgilendirdiniz mi ? Ada halkını bilgilendirmemiz halinde bu kadar büyük ölçekli bir projeye itirazlar olabileceğine ihtimal vermediniz ? Vatandaşlık haklarımız gereği, bu sorularımıza cevap istiyoruz ! Bu imar planı hazırlanırken, Belediye'nin bu sürecin içinde birebir yer aldığına inanıyoruz. Şehir plancısı bir uzman tarafından yapılan değerlendirmeyi tekrar hatırlatıyoruz : "Plan yapılırken, belediye bu sürece dahil olmuştur ve bu sürecin içindedir.Plan Belediye'den giden taleplerle şekillenmektedir. Özet olarak, tüm bu gelişme alanları, yapılaşma şartlarıyla ilgili kararlar Belediye ile birlikte görüşülerek verilmektedir. Ayrıca, bir yerin planı daha önce yapıldı diye, bir daha oralar imara kapatılamaz diye bişey yok. Bu büyük bir yanılsamadır. Ki adanın güney bölgesi, planları yapıldıktan sonra bile yapılaşmaya maruz kalmamıştır. Tek başına bu husus bile, planı yeniden yaparken oraların imara kapatılması için yeterlidir." BÖLGENİN ÖZELLİĞİ Forumumuzun Çevre Çalışma Grubu tarafından başlatılan, ekosistem çalışması, bu alanda dağılım gösteren 3 çeşit geven türünün olduğunu göstermektedir. Bir alan gevenden temizlendiğinde burada yaşayan canlılar dağılıp yok olacak, ayrıca toprak da erozyona uğrayacaktır. Sakınca yaratan diğer konu ise, bu kadar devasa bir toplu konut projesi tamamlandığında, adanın nadide köşelerinden biri olan Akvaryum Koyu özelliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Adanın güneyine hançer gibi saplanacak olan bu toplu konut projesi konusunda, bütün kamuoyunun ve dostlarımızın bilgisine saygıyla sunarız. Sevgi ve dayanışmayla !" odatv.com
-
Barış Atay'dan uzaktan kumandalı medyaya adamlık dersi http://youtu.be/wsJyPboThIE
-
"Ne idüğü belirsiz mezhep","Reyhanlı da 35 sünni vatandaşımız öldü" RTE . Polisin neye ve kime hizmet ettikleri belli.
-
İstanbul Sultangazi’de “KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusunda düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşması. “YAĞ” ve “ŞEKER” Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir. Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır… Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi. Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece hasta olmaya mahkumuz. Elimizde iki tane yağ var şu anda. Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir. Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun. Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz. Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır. Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur. Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur. Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır, ama biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye. Vücudumuzun da antipasları vardır. Bunlara biz antioksidan diyoruz. Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım. İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor. Zaten dünyada bir tek Akdeniz yöresinde yetişiyor. Şimdi Arjantin’de, Çin’de zeytin ağacı yetiştirilmeye çalışılıyor. Biz toprağındayız. 5.000 yıldır bu topraklarda zeytinyağı kullanılıyor. Ne olur biraz özümüze geri dönelim. İkinci büyük hata şeker. Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu. Peki şeker bir besin maddesi midir? Değildir. Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi? Evet. Beyin glikozla çalışıyor. Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor. Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor. Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor. Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü? Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü? Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü; insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da vücut kendisi üretiyor. Dışarıdan asla alınmasına gerek yok. Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz. Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli. Halbukimısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu, aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre % 46 daha şişmanlatıcı. Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı. Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız.. Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız. Üçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma. O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor. Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur. Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış. 17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir... Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap. Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza. Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde mısır şurubu kullanılıyor. Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti bile mısır şurubundan. Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani;insanın zarar görmeden günde tüketebileceği şeker miktarı 30 gram dolayındadır. 30 gram, 8 kesme şekeri yapar. Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır. Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazım yok. karın tipi şişmanlık eşittir şeker hastalığı, eşittir kalp hastalığı, eşittir kanser. O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek. - Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz? - Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak…… Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz…… Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir. - Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı? - Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır. Kolesterol masum bir maddedir. Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür ve damar sertliği yapar. Peki oksitleyen ne? Şeker. Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki; ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri kolesterolü oksitler ve böylece damar sertliği oluşur. Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor. Yılda sadece kolesterol ilacı satımından 50 milyar dolar elde ediyorlar. O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu, Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi. Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal,150 gibi bir değer ileri sürdüler. Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar. - Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir? - Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle. - Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir? - 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar. O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır…… - Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca, -Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım. O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş yani pet şişenin içindeki stalatlar suyun içine karışmış bulunuyor. Ayrıca o plastiği yumuşatmak için antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır o da suyun içine karışıyor dolayısıyla siz hem stalat, hem de antimon içmiş oldunuz şu anda. Peki, ne yapar bunlar size? Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor. Yani musluk suyu için Allah aşkına. - Arıtıcılar hocam? - Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için. Musluk suyu İstanbul’da kullandığınız plastik şişedeki su hangisi olursa olsun 100 kat iyidir. İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken? Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor. Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz. Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır. 80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz? Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba? Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla. Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri. - Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı? - Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır. Daha büyük sorun yoğurt kapları. Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor. Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı. Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar. Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın. Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor. Ne acı. Yani ayırım yapıyor. - Yani hocam üçgenin içinde 5 mi yazması lazım? - Evet polipropilen - 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor. - Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır. Bu günlük de bu kadar….. Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL
-
Çocuk Gelinler Belgeseli http://www.youtube.com/watch?v=D6vyd4IUmes
- 6 cevap
-
- 2
-
-
İletişim: 0532 505 52 10 Yer:İstanbul Asil bir prenses kadar güzel bir kız o. 2 yaşında, kısırlaştırılmış olan bu güzelliğe PRENSES ismini verdik. Kendi kadar huyu da güzel olan bu kızımıza bir daha asla terk edilmeyeceği yuvasını arıyoruz.
-
İletişim:0532 505 52 10 veya 0535 702 87 41 Yer:İstanbul Bir araba kazası sonunda bacağımı kaybettim. Daha 4 aylık bir çocuğum iki aydır veterinerdeyim.Tedavim bitti ve ben bu demir kafeste çok sıkıldım.Çok iyi huyluyum evinizde başka kedi varsa onlarla da çok iyi geçinirim.. İsmim Çarşı. İlk aşılarım yapıldı. Beni engelimle kabul edicek sevgi dolu bir yuva arıyorum. —
-
İletişim: 0505 426 42 60 Yer: Kütahya "Bir üniversite bahçesinde doğup büyüyen güzel annenin kendi gibi dünya güzeli tam 6 bebeği 1 aylık oldu.Hala annelerini emiyorlar fakat havalar soğuyor ve onlar büyüdükçe tehlikelere açık hala geliyorlar.Bu sevimli miniklere evinizde yada bahçenizde bir yer açıp onları çok sevmek ister misiniz?"#haysev
-
İletişim:05357831112 Yer:İzmir Kurtarıcı meleği onu şu şekilde anlatıyor;"1 aylık minicik bir bebekken Kırçıl, bir apartman boşluğuna düşüp 10 gün boyunca aç susuz çığlıklar attı ama koskoca apartmandan bir tek kimse sesini duymadı veya duymamazlıktan geldi. Kurtardığımızda gözleri enfeksiyondan tamamen kapanmış kör olmasına ramak kalmıştı. Ölümü bekleyen bir deri bir kemik haldeydi. Veterinere götürüp ilaçlarını aldık ve ona bir bebek gibi baktık. O inatla hayata tutundu yaşamak istedi. Mucize bebek sağlığına kavuştu gözlerini açtı ve inanılmaz mutlu. Yanınızda uyumak en buyuk zevki Önümüz kış. Yağmur ve soğuklarda tekrar dışarı atamam. Ölümden kurtarmış olmanın ne anlamı kalırki o zaman?"
-
İletişim: 0 262 353 20 57 Yer: Kocaeli "15 Haziran doğumlu 6 kardeş.3 ay annelerini emerek sağlıkla büyüdüler.4 erkek ve 2 dişi.Şuan Kocaeli'de kalıyorlar fakat İstanbul ve yakın illerden iyi bakacak ailelere araç ile getirilip teslim edilebilirler.BU güzel canlardan biri size gelsin mi?"#haysev
-
İletişim: 0532 179 83 39 Yer:İstanbul Kızımız bugün otoyolda orta refüjde bulundu.Hayatta kalmış olması bir mucize gibiydi.Muhtemelen yeni bırakılmış çünkü oldukça bakımlı ve temizdi.Ayrıca wc eğitimli ve temel komutları biliyor.Ablası onu görüp geçmedi , aracına aldı ve kliniğin yolunu tuttular.Kızımız yıkandı paklandı , cici tasmasını taktı ve şimdi yuva arıyor. Henüz yaşında bile değil ve boyutları bir Pekingese kadar.Daha fazla büyümeyecek. Ona yuva olur musunuz ?#haysev
-
Anne Olmasaydın Anlardın! 1984 yılında günlüğüme yazmışım: Annem Banu’larda kalmama izin vermedi. Bence çok ayıp bu yaptığı. Ve bana sebep olarak. “Anne olunca anlarsın, sen istersen çocuğunu sürekli sokağa gönderirsin, gider hiç eve dönmez”dedi. “Anne olunca anlarmışım kadar saçma bir sebep yok!” Sonra ben anne olmadım, annem "anne olunca anlarsın"larını önce azalttı, sonra kesti. Sonra yaşıtlarım, arkadaşlarım birer birer anne olmaya başladı. Ve ben boş boş uzaklara bakıp, yarına yazmam gereken yazıyı düşünürken arkadaşlarımdan bir ses duyuldu: “Anne olunca anlarsın!” “Yok canım mümkün değil, yanlış duyuyorumdur.” “Anne olunca anlarsın” bayrağını kapmış koşan arkadaşlarıma bakarken çocuğum olmadığından düşünmeye çok vaktim var ya biraz düşündüm. Anne olmayanlar, maddi ve manevi ve hatta fiziksel birtakım engeller nedeniyle olamayanlar ve belki de hiç olmayacaklar adına konuşmak haddime düşmez. Lakin cenneti ayaklarımızın altına almadan da anladığımızı, patates sepeti gibi oturmadığımızı anlatmam gerektiğine karar verdim. Bir kere biz sizi ve çocuklarınızı ayrı ayrı kabul ediyor ve seviyoruz. Yani kalkıp da bize “Bu sene yuvaya başlıyoruz” ya da “Artık kakamızı söylemeye başladık”dediğinizde, ne kadar antipatik olduğunuzu nasıl anlatalım? Sizi lazımlıkta otururken ya da yuvada küplerle oynarken hayal etmek zorlayıcı ama insan buna da alışıyor. Ve “İnsan anne olmadan da sabrını kontrol etmeyi böyle öğreniyor” deyip geçiyoruz. Bir kere biz sizi başka anneleri hayattaki en büyük rakipleriniz olarak görürken ve çocuğunuzun gittiği yüzme kursunu, yediği ilk balığın türünü, hastalandığında verdiğiniz ve hemen iyi gelen o bitkisel karışımın tarifini veya çocuğunuza aldığınız “İngilizce’ye ilk adımlar” kitabının adını bile başka annelerden saklarken, sizin samimiyetinizi sorguluyoruz. İçimizden “Yahu bu kadın benim en yakınımdı hangi ara böyle hırslandı? Hangi ara bu kadar delirdi?” diye düşünmeye başlıyoruz. Çünkü besbelli bize de hayatınızı eksik püksük anlattığınızı, eskisi kadar samimi olamayacağımızı bize siz düşündürtüyorsunuz. Samimiyetin bir çocuğu büyütürken ne kadar mühim olduğunu biliyoruz lakin çocuğunuzla kurduğunuz bağın ne kadar plastik olduğunu, anne olmadan da görüyoruz. Bir kere biz sizi topluma faydalı bireyler yetiştirme ihtimaliniz olduğu için sevmeye devam etmeye çalışıyoruz. Ama baktığımızda sadece gitardan koşturarak çıkıp jimnastiğe giden, oradan Fransızca konuşsun diye eve çağırdığınız üniversite talebesi tarafından su ikram edilen çocuklarınızı görüyoruz. Demek ki siz bu yaştan olmayan bir CV’yi doldurmaya çalışıyorsunuz. “Yahu boşver, daha çok küçük be, bırak oynasın” dediğimizde “Anne olunca anlarsın” cevabını hızlı EFT’yle gönderdiğinizden susuyoruz. Siz ne yazık ki sadece kendinize faydalı çocuklar yetiştiriyorsunuz. Aklı başında, sağduyulu, sakin büyütülen çocuklara, ileride sizin gibi “proje anneler” tarafından büyütülen çocukların ağır mobbing uygulayacağını bugünden görüyoruz. Çocuklarınız yuvada prezantasyon yapıyor, iPad’i sol koluyla açıp iPhone’da sizden hızlı hareket ediyor diye sabahtan akşama kadar yüzümüzde “Ay maşallah” yapıştırmasıyla otururken gerçekten acı çekiyoruz. Çünkü “Sene olmuş 2012, bütün çocuklar seninki gibi, bunlar uçsa biz şaşırmayız”diyemiyoruz. Çünkü sizinkiler en akıllı! Sizinkiler yeme problemi de yaşamıyor, sizinkiler kakasını da hemen söyledi, sizinkiler koyuyorsun uyuyor, sizinkiler hiç antibiyotik de içmedi değil mi? Ne güzel. Başka annelere attığınız palavraları biz anne olmadan da yemiyoruz. Sizin çocuğunuz elimizden ağlayarak telefonumuzu alıp, ilk sinirlendiği anda havada uçan tekmeler atıp, kendini yerlerde yuvarlarken bizden onun şımarık olduğunu düşünmemiz yerine, “Şekerim bizimki indigo, var işte böyle anormallikleri” lafınıza yine “Ayyy maşallah, yerim onun o tekmelerini, kaslı da baksana, bacakları pek kuvvetli, herhalde yediği taze somonlardan” dememizi bekliyorsunuz. Siz bize her seferinde büyük harflerle, “Anne olunca anlarsın” uyarısını yapıştırırken, biz kibarlığımızdan ‘Seninki düpedüz şımarık’ diyemiyoruz. Siz elinizde akıllı telefonlarınızla oturmuş, çocuğunuzun en tontiş pozunun peşinde koşarken,“Emrehannnn bana bak oğlum, gül şimdi”, “Nazendeeee kızım eteğini savurarak Adele’in şarkısını söylesene” diye video çekerken, sizin çocuğunuzu iPhone’unuzda büyütmenize üzülerek bakıyoruz. Sonra da siz üzülmeyin, bize alınmayın, sitem etmeyin diye bütün o videoları, fotoğrafları like’larken kendimizi buluyoruz. Ve asıl sıkıntı şurada: Siz bu hayatın tüm yükü sizin omuzlarınızdaymış, hayatın sillesini siz yemişsiniz, bizse anne olmadığımız için tatlı bir rüyanın içindeymişiz ve partilerde coşuyormuşuz gibi davranıyorsunuz. Bizim yaşadıklarımız hayat değil. Bizim yaşadıklarımız aşk da değil. Ha doğru ya siz hayatınızın en doğru evliliğini kafasını iPad’inden kaldırmayan ve sizinle aylardır sevişmeyen adamla yaptınız değil mi? Biz aşkı da bilmeyiz, anne olmayı da… Ama ne acıdır ki bütün bunları olmadığımız halde, 2 km. öteden sizin ne kadar mutsuz olduğunuzu görebiliyoruz. Ve artık ne kadar sıkıcı olduğunuzu anne olmasaydınız anlardınız, bilmiyorum biliyor musunuz? Ve biz bedelli annelik çıkarsa yapacağız yeter ki siz biraz kendinize gelin istiyoruz. Ve aslında biz belki de Ah Muhsin Ünlü’nün “Gidiyorum Bu” kitabında yazdığı şu cümleyiz: “Ben gece korkunca istemediğim kitaplar okuyup, anlamadığım annelere saygı duyuyorum.” Röntgen Elif Key
-
Aslında bu tip şeylerin tarifini vermek benim için kolay ama zor. Çünkü yemek yaparken pek ölçü kullanmam genellikle göz kararıdır ölçüm. Ama yine de tarif edeyim. Mercimekli bulgur pilavı için öncelikle kahverengi top mercimek alacaksın .Yani bildiğimiz yeşil mercimek değil. Yöresel ürünler satan yerlerden kolaylıkla bulabilirsin. Sadece 2-3 kişilik yapacaksan eğer yarım su bardağı mercimek yeterli.Mercimeği haşla.Bir tencerede bir su bardağı bulguru tereyağı ile ( lütfen tereyağı ile yap) kavur .Su ile haşladığın mercimeği ,tuzu ve karabiberi ekle ,pişir. Su göz kararı ile bulgurun üstünü 2 parmak aşacak kadar ,yok ayarlayamam dersen bulguru ölçtüğün bardakla 2 bardak kadar koyabilirsin. Yalnız mercimeği ayıklarken azami dikkat sarfetmeni tavsiye ederim .Zira minik taşlarla çok benzeşiyorlar. Etliye gelince; varsa kemiksiz kuşbaşı et yoksa kıymada kullanabilirsin.Eti haşla , bir baş soğanı tereyağında kavur. Eti ilave et bir süre çevir ikisini. Bulgurunu tuzunu ilave et. Ben genellikle bunu yaparken nohutta kullanıyorum. Haşlanmış nohutun varsa katabilirsin.Suyunu ilava et ve pişir. Nohut katarsan yeşilliğe gerek yok. Ama sadece etli yaparsan dereotu, maydanoz ve taze naneyi kıy indirmeye yakın üzerine at vekarıştır. Hatta kapadıktan sonrada karıştırabilirsin. Böyle yaparsan yeşillikler besin değerlerini kaybetmemiş olurlar. Bu iki çeşitte salça ya da domatese gerek yok. İstersen acı katabilirsin. Yap , yapamazsan ,gel bana ben sana pişiririm
-
İslam ve Demokrasi - 5 Görülüyor ki Prof. Hayrettin Karaman, temel demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlanması ve kısıtlanmasından yanadır. Bu tutumunu “toplum değerleri” yani çoğunluk kavramına dayandırmakta, üstelik çoğunluğun gerekirse “mahalle baskısı” olarak devreye girmesine onay vermektedir. 8 Kasım 2013 tarihli yazısından alıntıladığım aşağıdaki bölümlerde bu tutumunu şöyle açıklamaktadır: “…Bir toplum içinde yaşayan birey, topluma olan ihtiyacı ve zorunlu alışverişiuğruna bazı özgürlüklerinden fedâkârlık edecektir. Hem toplumu kale almamak, toplum değerlerini takmamak, bu değerlere isyan etmek, hatta fiilen veya kavlen küçümsemek, tahkir ve tezyif etmek hem de o toplum ile alış-verişe talip olmak, o toplumun varlığından yararlanmak mümkün değildir. …Bugünlerde tartışılan konu, kadın (serbestçiler bu kelimeyi tercih ediyorlar) ve erkek öğrencilerin bir veya birkaçının aynı evlerde kalmalarıdır. Müslüman milletimizin ahlak, gelenek ve göreneğine göre bu durum meşru değildir, birçok sakıncası vardır. Birçok erkek öğrenci ailesi yanında kahirçoğunluğu ile kız öğrenci ailesi bu duruma razı olmazlar. ‘Razı olmuyorlarsa aynı evde barındırmasınlar, ayırsınlar’ demek kolay, bunu uygulamak -istenen yardımlar alınamazsa- zordur. …Kızı veya oğlu evli olmadığı birisi ile bir evde beraber yaşayan aileler komşularının ve yakınlarının yüzlerine bakamazlar. …Peki çare nedir? Bana göre birinci çare, yüzde yüze yakını Müslüman olan bu toplumda ‘İslam’ı temel referans alan bir demokratik düzen’dir. Liberal demokraside ısrar edilecekse hükümetlerin, bu rejime ters düşen devlet davranışlarına teşebbüs etmemesi, ama bireylerin, muhtaç oldukları çoğunluğun hatırı için bazı özgürlüklerini ‘gönüllü olarak’ kullanmamalarıdır. İnadına kullanırlarsa en azından mahalle baskısı, değerleri çiğnenençoğunluğun hakkı olur.” *** Prof. Karaman’ın atıf yaptığı “toplum değerleri” kavramı ne yazık ki, Çok Partili Düzen’e geçtiğimizden beri sandık mekanizmasıyla iktidara gelen, başta Demokrat Parti olmak üzere, bütün sağ partilerin demokrasiyi saptırmakta kullandıkları bir kavramdır. Oysa demokrasi, Prof. Karaman’ın savunduğu gibi sadece bir “çoğunluk rejimi”değil, herkesin temel hak ve özgürlüklerinin, kimsenin müsamahasına, tahammülüne, iznine bağlı olmadan, yasal güvenceye sahip olduğu bir rejimdir… “Toplum değerleri” adına bunların sınırlanması ve kısıtlanması önerisi, hele hele bu sınırlama ve kısıtlama adına “mahalle baskısının” bir hak olarak devreye sokulması, demokrasiyle ilgisi olmayan, sonu totalitarizme kadar giden, tehlikeli ve korkutucu birmodeldir