-
İçerik Sayısı
1.234 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
29
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
irinçköl tarafından postalanan herşey
-
İletişim: 533 429 91 86 Yer: İstanbul/Cihangir Bir üyemizin iletisidir: "Labrador baba, Kurt anneden olan Kont 1 yaşında, çok akıllı, sevgi dolu, sakin ve dünyalar güzeli bir erkek.Malesef kırma olduğu için doğduğu evden atılmış. Sokağa terk edildiği günden beri hep çok hüzünlü. Ona gencecikken yaşadığı terk edilişi ve yalnızlığı unutturup, tekrar hayata döndürecek kahramanını bekliyor. İri bir köpek, ama cüssesiyle ters orantılı bir şekilde sakin ve sevecen. Yaşadığı mahalledeki tüm insanlar ve hayvanlarla iyi anlaşıyor.Ona kalbinizi ve evinizi açar mısınız?"
-
İletişim: 0532 638 04 38 Yer: İstanbul/Ataköy "Genç bir erkek sarman.Gözlerini bir şekilde kaybetmiş,karanlığa hapsolması yetmiyor gibi bir de barınağa terk edilmiş.Sevgi dolu,sığındığı kafes köşesinde mutsuz.Evini ve ailesini özlüyor belki de..Onu kafesten kurtaracak,çok sevecek ve umut ışığı olacak ailesini arıyor
-
İrtibat: Akşam 18:30a kadar 0 532 615 93 11 no'lu numaradan, diğer saatlerde sibelmolu@@hotmail.com adresinden ulaşabilirsiniz. Yer: Istanbul / Avrupa Yakası Şanssız Fındık, hikayesi uzun. Çatalca'dan sahibi tarafından alın bunu diyerek ekibin eline tutuşturulması ile kendini RM'de bulması bir oldu. Sonra yuvalandırıldı ancak aileden kayıp olduğu haberi geldi. 48 saat aramadan sonra Fındık bir gönüllü tarafından sokakta bulundu. Fındık sokakta geçirdiği 48 saatten sonra bir pansiyona alındı. Fındık yaşadığı şanssızlıklardan sonra artık emniyette olacağı, hiç terkedilmeyeceği bir yuvayı hakediyor, en azından ilanını paylaşır mısınız lütfen?
-
Bir hayvanı kurtardığınız da tüm dünyayı kurtarmış olmazsınız belki.. Ama “ONUN DÜNYASINI” kurtarmış olacağınız kesin... Bugün onlar için bir şey yapın! Satın almayın! Evlat edinin!
-
Terör şehidi Kışlalı’nın kızı SÖZCÜ’ye konuştu Ahmet Taner Kışlalı’nın kızı Nilhan Nur, “Onun yokluğunu çok arıyorum ama ardında bıraktıkları gurur verici” dedi… Ahmet Taner Kışlalı, Türkiye’nin en yürekli ve en dürüst akademisyen, siyasetçi ve gazetecilerinden biriydi… 21 Ekim 1999’daAnkara’da evinin önünde bombalı saldırıya uğradı. Faili meçhul bir suikasta kurban giden Kışlalı arkasında pek çok şey bıraktı. Bunlardan biri de şu anda 14 yaşında olan kızı Nilhan Nur Kışlalı. Bu röportaj benim için çok zor oldu. Çünkü katledilerek elinden alınmış bir babanın kızıyla konuşup düşüncelerini almak duygusal anlamda hiç de kolay değil… Babasını kaybettiğinde 29 günlüktü. O artık güzeller güzeli bir genç kız. Nilhan Nur Kışlalı babasının ölüm yıldönümünde hissetiklerini bizimle paylaştı… “14 yıldır aynı evdeyiz” - Baban öldürüldüğünde 29 günlüktün. Şimdi 14 yaşındasın. Duygularını anlatır mısın? Küçüklüğümde, ‘Babam neden öldürüldü’ sorusunu sormadan ailem olayı anlatmaya başlamıştı. Babamın kim olduğunu, herkesin onunla nasıl gurur duyduğunu anlatıyorlardı. Bu sebeple babamın eksikliğini büyük bir boşluk olarak hissetmedim. - Hâlâ o evde mi yaşıyorsunuz? Evet, hâlâ o sokaktayız. Aynı evde oturuyoruz. - Her gün evden çıkıp babanın öldürüldüğü sokakta yürümek kolay olmamalı… Babamın da bir zamanlar buralarda yaşamış olduğunu bilerek yürümek ve burada yaşamak bana güven veriyor. - Ahmet Taner Kışlalı’nın kızı olmak nasıl bir duygu? Herkesin parmakla gösterdiği, gurur duyulan bir babanın kızı olmak tarif edilemez derecede onur verici. Babamla gurur duyuyorum. - Babasını bombalı bir saldırı sonucu kaybetmiş ve onu hiç tanımamış biri olarak nasıl bir çocukluk geçirdin? Bunların beni kötü etkilediğini söyleyemem. Babamı kaybetmek başta olmak üzere, daha başka büyüklerimi de tanıyamadım. Bu acı olay beni ölümle daha barışık bir çocuk yaptı. Ölüm fikri beni, arkadaşlarımı korkuttuğu kadar korkutmuyor. Onun dışında normal bir çocukluk yaşıyorum. Bu duruma gelmemde elbette çevremdeki insanların büyük katkısı var. - Baba, çoğunlukla kız çoçuklarının ilk hayranlık duyduğu erkektir, ergenlik dönemini onsuz geçiriyorsun. Ne gibi olumsuzluklar yaşıyorsun? Diğer kızlar gibi benim de kahramanım babam. Değişen bir şey yok. Hatta diğerlerinden daha etkileyici bir kahraman olduğuna eminim. Yanımda olmasını gerçekten isterdim. Fikirlerimi paylaşmak, onun fikirlerini kendi ağzından duymak isterdim tabii ki. Ama babamın ölümüne yol açanların onu ‘ölümsüzleştirdiğine’ inanıyorum. “Haksızın sesi çok çıkar” - Babanın hayatta olmamasını kendine nasıl izah ediyorsun? Ben babamın ve diğer bilim insanlarının hayatta olmamasını, paşalarımızın, yazarlarımızın, değerli Genelkurmay Başkanımızın hapiste olmasını kendime şöyle açıklıyorum; Şu an başımızdakilerle beraber kendini sorgulamaktan ziyade körü körüne inanmaya adamış insanların korkaklığına veriyorum suçu. Çünkü, haksız olduğunu bilen insan korkar. Hep haksız insanın sesi daha çok çıkar. Kendilerine benzemeyen, konusuna hakim ve bilgili insanlardan da işte böyle korkarak onları ellerinden gelen yöntemlerle sustururlar. - Babanı kimin “öldürttüğünü” merak ediyor musun? Merak etmiyorum, çünkü biliyorum. Bir isim yok ama o insanların kişiliğine ve düşünce yapısına dair birçok delil ve fikir var elimde. "GEZİ bana umut verdi” - Yaşadıkların sende isyan duygusu yaratıyor mu, seni en çok ne üzüyor? Etrafımda da babasını, annesini kaybeden arkadaşlarım var. Bir amaç uğruna ölmesi beni teselli etti her zaman. Bu soruyu geçen sene cevaplayacak olsaydım, üzüldüğümü söylerdim. Fakat, birkaç ay önce yaşanan gezi olayları bana hâlâ umudun var olduğunu gösterdi. Hâlâ uğruna savaşacak bir şeyler olduğunu gösterdi ve yalnız olmadığımı anladım. - Ailende tanınmış çok gazeteci var. Sen de gazeteci olmak istiyor musun? Gazeteci olmayı isterdim ama özgür gazetecilik diye bir şey kalmadı. Fikrini söyleyen ya işinden atılıyor ya hapse giriyor. Sözcü Gazetesi’ni takdir ediyorum. Yaptığınız işe saygı duyuyorum. Böyle bir gazetede çalışacağımı bilsem gazeteci olmak isterdim. Hayat arkadaşından mektup Ahmet Taner Kışlalı’nın eşi Nilüfer Kışlalı, hayat arkadaşına ölümünün 14. yılında bir mektup yazdı. Okurken gözleriniz dolacak… Canımmm, tam 14 yıl sensiz geçti… Sen buradan çok uzaklara gittiğinde 50 cm, 3.5 kilo olan minocuk, 1.65 boyunda 45 kilo. Benim saçımda beyazlar, yüzümde çizgiler çoğaldı. Sensizliği öğrenemedim ama sensiz yaşamayı öğrendim. Hani sırf evin önünde bir ağaç olsun diye diktiğin, arabayı bu yüzden yola park etmek zorunda kaldığın “Katalpa” ağaç o kadar büyüdü ki kaç kere üzülerek budatmak zorunda kaldım. Hani çok önem verdiğin “Tek Dil” vardı ya artık yok. ATATÜRK’ün AND’ı yasaklandı. TÜRBAN serbest. Anlayacağın canımmm, senin gidişin boşuna, bizlerin çektiği acı boşuna, Nilhan’ın seni tanımadan büyümesi boşuna… Ülkesini seven bütün aydınlar, gazeteciler, paşalar hapiste.. Unutmadan Abdullah Öcalan önümüzdeki günlerde hapisten çıkıp vekil bile olabilir. Yani canımmm sen gittiğinden beri çok sey değişti, değiş-meye de devam ediyor… Değişmeyen şeyler de var. Melih Gökçek hâlâ Belediye Başkanı… Boşuna gittin canım, boşuna… Nilüfer Kışlalı
-
ODTÜ'lüler anlatıyor: Yolu istemiyoruz, çünkü... http://www.youtube.com/watch?v=Gj8mwGqaL3M&feature=share
- 66 cevap
-
- 1
-
-
Başbakanla hiç bu kadar dalga geçilmedi Erdoğan ODTÜ ve Gezi Parkı eylemlerinin temelinde yatan "ağaç kesimlerine" ilişkin açıklama yaptı. Haftalık grup toplantısında partililere seslenen Erdoğan, 'Eğer üzerinden yol geçeceğini bilsek ve o yolun önünde bir cami bulunsa, biz yol için o camiyi yıkarız' dedi. Erdoğan'ın bu sözü Twitter'da, "Yol için camiyi yıkabilirmişiz ama ölmemek için ayakkabıyla giremezmişiz." şeklinde yorumlara neden oldu. İşte Erdoğan'ın "Cami de yıkarım" sözüne ilişkin Twitter'da yapılan o yorumlar: @GokhanVots: Benim duble yolumun üstüne işediler... @Slckzbk Yol için camiyi yıkabilirmişiz ama ölmemek için ayakkabıyla giremezmişiz. @MehmetAliGumuss: Oğlum gelin 'Camilerimizi Yıktırmayız' diye eylem yapalım.Ters köşenin tillahı olur dasafassd.. @suyorumcusu: -Şerefsizler camiye ayakkabıyla girdi +Abi başbakan o camiyi yol için yıkacakmış -Ya yıksın ben cami için dememiştim, ayakkabıya karşıyım @onatcetin: Yiğit Bulut: "Yol geçecekse cami de yıkarız sözünü Erdoğan'a telekinezi yöntemiyle CHP söyletmiştir" [belki Zaytung belki değil, göreceğiz] @sillatte: "başbakan erdoğan'ın "cami'yi bile yıkarız" açıklamasını herhangi bir lider yapsaydı şu anda cihat ilan edilmişti." @LutfuTurkkan: Yahu siz ruhlarınızdaki mescitleri yıkıp, putları yerleştirmişsiniz oraya. Bundan sonra, cami de yıkarsınız, başka şeyler de yaparsınız. @DenizGezmis25 Yol için Cami Yıkarım diyenle, Camiye Ayakkabıyla Girmiş Münafıklar diyen Aynı Kişi.. BURASI TÜRKİYE..! @tturenc Başbakan yolu protesto eden ODTÜ'ye yine kızdı, "Yol için cami bile yıkarız" dedi. AA ise Başbakan'ın bu sözlerini sansür etti. @onder_aydinlik ODTÜ'deki ağaç katliamını savunmak adına "Yol için cami bile yıkarız" dedi ya.. Bunun üzerine daha ne denebilir bilmiyorum..
-
ODTÜ'de yaşanan olayları protesto etmek isteyen İstanbul Üniversitesi Forumu üyesi yaklaşık 50 kişilik grup, Galatasaray Lisesi önünde toplandı. Ellerinde “Diren ODTÜ, Beyazıt seninle” yazılı pankart bulunan, grup üyeleri polisin dağılın uyarılarına sloganlarla karşılık verdi. Grup çevik kuvvet tarafından kalkanlarla Meşrutiyet Caddesi’ne doğru uzaklaştırıldı. Sloganlar atan gruba burada TOMA ile su sıkılarak müdahale edildi. Tazyikli su çarpan bir eylemci yere düşünce yaralandı. Yaralı olay yerine gelen ambulansla hastaneye kaldırıldı. Grup üyeleri ara sokaklara doğru kaçtı. Ara sokaklardan tekrar İstiklal Caddesi’ne çıkmak isteyen yaklaşık 10 eylemci ise polis tarafından gözaltına alınırken, yeniden toplanmak isteyen gruba polis biber gazı sıkarak müdahale etti. Polis ve eylemciler arasındaki gerginlik devam ediyor.
-
Kalınlaştırdığım yerler size bir şey ifade etmiyor herhalde sn politika.Halen RTE yi müslüman zannetmemizden bahsedip duruyorsunuz
-
Alelacele okuyunca böyle oluyor. Ne saçmalamışım ben iyimserlik falan
- 66 cevap
-
- 1
-
-
Oldukça iyimser bir bakış açısı
- 66 cevap
-
- 1
-
-
Redhack, ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone tarafından AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'a yazıldığı iddia edilen e-mail kayıtlarını yayınladı. Redhack tarafından yayınlanan ve ABD Büyükelçisi'nin Bağış'a yazdığı iddia edilen e-mail Şubat ayı başlarında yazılmış. Ricciardone'nin Ergenekon ve Balyoz davalarını göstererek Türk yargı sistemini eleştirmesi ve karşılığında Hüseyin Çelik’ten gelen sert açıklamalar. Redhack tarafından “ABD Büyükelçisi'nin ağzından Ergenekon'un arkasındaki karanlık güçler” başlığıyla yayınlanan mailde Ricciardone gazete haberini ekleyerek bu işe karışmadığı için Egemen Bağış’a teşekkür ederek başlıyor, fakat sonrasında başta cemaat olmak üzere herkesi ilgilendiren sözleri var. ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone'nin yazdığı belirtilen e-mail şöyle “Sevgili Egemen, bu işten uzak durmaya çalıştığın için çok teşekkür ederim. Tüm yazıyı için ekleyeceğim. Tüm bunların doğru tarafında olarak, patronunu ve ona öncülük edenleri nasıl övdüğümü görebilirsin. fakat görünen o ki bazı anlayışsız danışmanları yanlış tarafa atlamakta ısrar ediyorlar. Bu gerçekten davayı yürüten karanlık güçlere yapılan bir uyarı atışıdır. İsimlerini vermeyeceğim ama onlar tam bir yıl önce Hakan Fidan’ın peşinden gidenlerle aynı kişiler. (1 yıl önce Şubat 2012′de Hakan Fidan KCK davası için özel yetkili savcı tarafından ifadeye çağrılmış, başbakanın kanun değişikliği ile kurtulmuştu) Bunu anlamıyorlar mı? Eminim büyük patron anlamıştır. Ve açıkça bunlardan bazıları kendini beğenmişçe böbürleniyorlar, taa DC’den (Washington) duyuluyor ki “Bizim Hüseyin” ceplerindeydi. Lütfen bunu cevaplama, dönene kadar bekleyelim ve çay veya yemek için buluşabiliriz. Frank. Ricciardone’nin e-mailinin aslı Thanks so much for struggling to stay out of this, dear Egemen. I’ll attach the full text for your pleasure / amusement. You can see how I contrived to credit your boss and his leading associates with being on the right side of all this. but it seems some of his less insightful advisors are insisting on jumping very firmly onto the wrong side. This really is a warning shot at the dark forces running the prosecution. I won’t name them but they are the same ones who went after Hakkan Fidan exactly a year ago . don’t they get that? surely your big boss gets it? and some of these guys evidently were boasting much too smugly, heard all the way in DC, that “Bizim Huseyin” was in their pocket. Don’t answer this please – let’s wait till you get back and we can meet for a tea or a meal. Frank
-
- 1
-
-
-
Din ,allah ,Muhammed .Bak bakalım kullandığın, dinin peygamberi ne demiş:Hani bizler allahsızız ya o bakımdan
- 66 cevap
-
- 1
-
-
19:25 - Polis Galatasaray Lisesi önünde müdahaleye başladı. TOMA İstiklal Caddesi üzerinde tazyikli su sıkmaya başladı İstanbul’da ODTÜ’deki ağaç kıyımını protesto eden demokratik kitle örgütlerinin Galatasaray Meydanı’na yapılan eylem çağrısının ardından polis İstiklal Caddesini abluka altına aldı. Taksim Meydanı başta olmak üzere Galatasaray Meydanı ve Tünel Meydanı’na çok sayıda TOMA ve akrep aracı sevk edildi. İstiklal Caddesi’nde kimi sivil polislerin özellikle gençlere kimlik sorularak Genel Bilgi Taraması yapıyor.
-
Bir de evrim yok derler ama işte kanıtı. Kıldan sonra geçirilen evrim
-
29 Ekim: M. Kemal’in Mondros’a tokadı!
irinçköl şurada bir başlık gönderdi: Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nın 90. yılında Yurt Gazetesi olarak 29 Ekim'in “tarihi sırrı”nı genç kuşaklara açıklıyoruz. Bağımsız Dergisi yazarı gazeteci Taylan Sorgun'la yaptığımız kapsamlı söyleşi bu konuyu bilmeyenler için aydınlatıcı bir zenginlik taşıyor. Duayen gazeteci Taylan Sorgun'un M. Kemal'in İstanbul'daki gizli teşkilatında görev almış Teşkilatı Mahsusacılarla ve Fahrettin Altay Paşa ile yaptığı söyleşileri içeren 5 adet belgesel eseri var. Günümüzde dönemin canlı tanıklarına dayalı tek kaynak durumundalar. Bugün Taylan Sorgun ile yapacağımız söyleşinin konusu “29 Ekim'in sırrı” ve “Fahrettin Altay Paşa'nın M. Kemal'in yanında olduğu Mondros günleri”. M. KEMAL'İN KURMAY MESAJI Sayın Taylan Sorgun, kitaplarınızda, özellikle “Bekirağa Bölüğü” kitabınızda yeralan “29 Ekim'in sırrı” meselesi nedir? Bunu neye dayandırıyorsunuz? Taylan Sorgun (TS): 29 Ekim'in tarihi sırrı şudur: Mustafa Kemal, Cumhuriyet'i 1923 yılında tam 29 Ekim'de, 30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşmasına 5 yıl sonra verdiği bir cevap, ya da attığı bir tokat olarak ilan etmiştir. Üstelik Cumhuriyet 29 Ekim'de saat 20.40'da, yani 30 Ekim'in 5. yıldönümüne saatler kala ilan edilmiştir. Orada ince bir 'kurmay mesajı' vardır. Batılı devletlere 'Mondros'u boşa çıkardım' demiştir! Bunu da bana belgeselini yaptığım M. Kemal'in silah ve kader arkadaşı rahmetli Fahrettin Altay Paşa anlatmıştır. Mustafa Kemal, Altay Paşa'yı Cumhuriyet'in ilanından iki yıl sonra 1925 yılı Ekim ayında Çankaya'daki Köşk'ünde 11 gün misafir etmiştir. Bu konu orada gündeme gelmiştir. M. Kemal'in 30 Ekim Mondros ve 29 Ekim için söylediklerini Altay Paşa bana aynen nakletmiştir. Ben de “Bekirağa Bölüğü” ve “Esir Şehrin Fedaileri” kitaplarımda bu “29 Ekim'in Sırrı”na yer verdim. ALTAY PAŞA O GÜNLERİ ANLATTI Altay Paşa bunları size ne zaman nasıl anlattı? TS: Meslek ustam Falih Rıfkı Atay'ın yönlendirmesi üzerine gazeteciliğe başladıktan bir süre sonra 1960'lı yıllarda 1908-1938 arasını yaşamış yakın tarihin son tanıkları ile konuşmaya başladım. Çoğu eski İttihatçı ve M. Kemal'in İstanbul'daki gizli teşkilatında yeralmış kişilerdi. Bu arada Fahrettin Altay Paşa'nın (1880-1974) anılarını derlemek istediğini duydum. Ben talip oldum. İttihatçı bağlantısı ile kabul etti. Kendisi ile 1967-68 yıllarında Tarabya, Boyacıköy'deki evinde haftalar boyunca konuştuk. Bu konuşmalar “İmparatorluk'tan Cumhuriyet’e” belgeseline dönüştü. Ancak bazı özel konuşmaları daha sonraki kitaplarımda kullandım. Altay Paşa'nın Mustafa Kemal'e sorduğu ve onun yanıtladığı 29 Ekim konusuna sonraki kitaplarımda yer verdim. Altay Paşa bunları anlatırken çok heyecanlanmıştı. Mondros günlerini anlatırken de, ben istedim, odada gezinerek M. Kemal'in hareketlerini tekrarlayarak bana canlandırma yaptı. Yani çok özel anılardır. Tarihi anların anlatımıdır. “KENDİMİ VAZİFELİ SAYDIM!” Tam olarak ne demiş M. Kemal 29 Ekim'in ilanı konusunda? TS: Altay Paşa Çankaya'da 29 Ekim tarihinin anlamını sorunca M. Kemal ona şöyle der: “Mütareke'nin ilk günlerini hatırlarsın, saray ve hükümet teslimiyeti kabul etmişti. Hükümet sarayın saray da İtilaf Devletlerinin elinin altına girmişti, saray bu halinden 'memnundu'. Fakat ben bunu kabul edemezdim, buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek, ortadan kaldırmak isteyenlere karşı harekete geçmek için kendimi vazifeli saymıştım. Dünyada tek başımızaydık, fakat benim inandığım mefkureye benimle beraber olanlar da bağlandılar ve netice hasıl oldu. Mütareke 30 Ekim 1918'de imzalanmıştı, vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı, peki 30 Ekim 1918'den bizim İzmir'e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922'ye kadar kaç yıl geçti? 4 yıl. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyeti ilan ettik. İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkilap! Bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş hangi milletin tarihinde bu vardır? Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz sıkıntıların en büyük mükafatı işte budur. Bütün dünya bunu görmüştür. Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden hadise bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir” M. KEMAL: ÖVÜNMEK OLURDU! Altay Paşa bunun üzerine ne demiş? TS: Altay Paşa meraklı ve heyecanlı. Tarihi yaşamış ve yapmış Kuvayi Milliye kuşağından. Onun için Altay Paşa biraz daha derinlemesine soruyor. “Neden tam 29 Ekim? Üç gün evvel 5 gün sonra da olabilirdi” diyor! Mustafa Kemal bir an durup Fahrettin Altay Paşa'ya bakıyor. Sonra elini masaya vurarak: “Deyiniz ki tarihten silinmek istenen bir milletin öcüdür” diyor. Altay Paşa “Ama bundan hiç söz etmediniz” diyecek oluyor. Mustafa Kemal yanıtlıyor: “Övünmek olur, övünmek, benimle beraber mefkureye inananların, milletin ordumuzun hakkıdır” Ve sözlerini burada kesiyor Mustafa Kemal... MAZLUM MİLLETİN AHI Yani 29 Ekim'in 30 Ekim Mondros'a yanıt olduğunu “övünmek gibi olmasın” diye mi açıklamıyor M. Kemal? TS: Böyle anlamak gerekiyor. Zaten 'Anlayan anlamıştır', Batılı devletler bu mesajı almıştır diye konuşuyor M. Kemal. Altay Paşa'ya kullandığı kelimeler şunlar: “Bu milletin ahıdır. Öcüdür”. Türkçe güzel bir atasözümüz vardır. “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste”. M. Kemal'in “Mazlum milletin ahı” dediği bu anlamda “ahı”. Mazlum millet ve tabii M. Kemal emperyalistlerden Mondros'un ahını, öcünü 5 yıl sonra 29 Ekim'le alıyor. Yani intikamını tarihi mesajla alıyor, ama bunun reklamını yapmıyor. Sessizce “Beni yenemezsiniz, ben sizden öndeyim!” mesajını veriyor. O zaman Mondros'un M. Kemal için çok özel çok kişisel bir anlamı mı var? TS: Evet, 30 Ekim Mondros Teslimiyet Anlaşması ve ondan sonra 8 Kasım'a kadar geçen bir hafta M. Kemal sürekli Saray'la şifreli telgrafla yazışarak adeta tek başına Mondros'a karşı bir savaş veriyor. Aslında bu bir hafta M. Kemal'in Anadolu İhtilali'ni tasarladığı ve ilk adımlarını atıp teşkilatladığı çok kritik bir hafta. İşte Fahrettin Altay Paşa da, Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile birlikte o kritik günlerde M. Kemal'in yanında. Hele bir sahne var. Rahmetli Altay Paşa o sahnenin tek tanığı. O sahneyi bana canlandırarak anlatmıştı. MÜTHİŞ BİR TARİH SAHNESİ Nedir o sahne? TS: O sahne şu: Sarayla şifre savaşının sonuna gelinmiştir. O sırada Binbaşı Fahrettin, M. Kemal'in yanından ayrılmak için izin ister. M. Kemal “Geliniz!” diyerek onu masanın yanına askeri haritanın başına götürür. Anadolu paftasını açar. “Nihayet istediklerini yaptılar...Batırdılar şimdi paylaşacaklar!” der. Sanki tarihle hesaplaşır gibidir. Fahrettin Altay heyecandan nefesini tutmuş dinlemektedir. M. Kemal devam eder: “Şimdi bakınız elimizde kalan bu Anadolu topraklarını da işgal etmeye hazırlanmaktadırlar. Zaten başlamışlardır bile, çünkü burası onlar ve dünya için çok mühimdir. Bizim milletimizin hakkını böylece ebediyen ortadan kaldıracaklarını hesap etmektedirler” M. Kemal birdenbire haritadan gözlerini kalıdır ve dikilir. Bir anlık suskunluktan sonra bu defa adeta hınçla bir sesle şöyle der: “Fakat bilesiniz ki, buna izin alamayacaklar...Bunda muvaffak olamayacaklarını göreceklerdir. Bu muvaffakiyetsizliklerini yaşadıkları vakit o muvaffakiyetsizliklerine şaşıracaklardır...Bunu yapamayacaklardır...Göreceksiniz...Sonra da insanlık bu yaptıklarından utanacaktır”... YILDIRIM YEMİŞ GİBİ Gerçekten tarihi bin an, tarihi sözler. Peki Fahrettin Binbaşı ne yapıyor? TS: Altay Paşa bana o anı “Yıldırım yemiş gibi oldum!” diye anlattı. Çünkü bunun nasıl olacağını o tarihte bilemez. M. Kemal'in kafasındaki plan ve stratejileri ondan başka kimse bilemez. Ayrıca M. Kemal'in telgrafları ve bu sözleri saraya ve işgalcilere karşı açık isyan gibidir. Binbaşı Fahrettin, M. Kemal'e birlikte savaştığı Çanakkale'den beri hayranlık duymaktadır, ama aynı zamanda durumun zorluğundan çekinmektedir. M. Kemal, Binbaşı Fahrettin'e birliklerini koruyarak Anadolu içlerine çekilmesini söyler ve veda eder. 5 yıl sonra Çankaya'da M. Kemal, Altay Paşa'ya o günleri hatırlatıp 'Sen o zaman yanımdaydın, çektiklerimizi görmüştün!” diye konuşur. 5 yıl içinde olanlar gerçekten inanılmazdır! KARAKTERİME UYANI YAPACAĞIM Peki o günlerde M. Kemal başka neler yapar? TS: M. Kemal 30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması'nı Halep'in kuzeyindeki dağlarda İngilizler ve Araplarla dövüşürken alır. Ordusunu Suriye'den geriye Anadolu'nun doğal sınırına az kayıpla çekmiş ve orada dövüşmektedir. Kendisine “Yıldırım Orduları Komutanlığı”nı Alman General Liman von Sanders'ten teslim alması tebliğ edilir. 31 Ekim'de Adana'ya gider ve komutayı, Çanakkale'de birlikte savaştıkları bu generalden teslim alır. Sanders “Tek tesellim komutayı size teslim etmektir” diyecektir. Sonra Mondros Teslimiyet Şartları'nı şifreli telgrafla öğrenir ve buna itiraza başlar. Hemen her noktasına direnir ve itiraz eder. Ahmet İzzet Paşa ve Saray'la sürekli yazışır. En sonunda “Karakterime uyanı yapacağım” diyerek teslimiyeti kabul etmediğini ilan eder. M. Kemal bu arada işe yarayan silahları Ege'de Teşkilatı Mahsusa şeflerinden Kuşçubaşı Eşref'in çiftliğine yollar. Bunlar sonra Ege'de çete direnişinin temel silahları olacaktır. Ayrıca Antep ve Maraş'ta çeteler kurulmasını ve düşmanla gerilla savaşı yapılmasını örgütler. Oralara da silah yollar. Anadolu'da uzun vadeli bir direniş planlar. Ankara ve Konya civarını direnişin merkezi olarak daha o günlerde kurmay kafası ile gözüne kestirmiştir. Suriye'de elde kalan son askeri güçleri bu bölgeye naklettirir. Daha sonra Ali Fuat Paşa'nın ünlü 20. Kolordusu'nu Ankara'ya yollar. Kolordu Suriye sınırından Ankara'ya yürüyerek gider!...Öyle günlerdir... GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER! Sonunda Saray, onunla başa çıkamaz ve Mustafa Kemal'in, yani bu “İsyancı Paşa”nın ordularını lağveder. Kendisi 8 Kasım'da derhal İstanbul'a çağrılır. Ancak Sadrazam ve Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa da, Saray, işgal kuvvetleri ve İttihatçılar arasında kalarak, M. Kemal Paşa'nın sert telgraflarının da etkisi ile ertesi gün istifa eder. M. Kemal 13 Kasım 1918'de işgal donanmasının İstanbul'a geldiği aynı gün İstanbul'a gelir. Hazin bir dönüş! TS: Ama M. Kemal yenilgiyi kabul etmez. 80 bin şehit vererek Çanakkale'den sokmadığı İtilaf devletleri donanmasını İstanbul Boğazı'nda görünce gözyaşı dökmek yerine “Geldikleri gibi giderler” demekle yetinir. O zaten artık Anadolu İhtilali'ni planlamaktadır. İstanbul'a gelir gelmez eski arkadaşları olan İttihatçı ve Teşkilatı Mahsusacılarla gizli bir teşkilat kurar ve milli mücadelenin temellerini atmak için derhal çalışmaya başlar. Kitaplarımda anlatmaya çalıştığım M. Kemal'in İstanbul'da kaldığı bu 6 ay başlı başına ayrı bir maceradır. Bir gün onu da anlatırım. M. Kemal'in Mondros'ta Saray'la telgraf savaşı Fahrettin Altay, Taylan Sorgun'a anlatıyor. Mondros sonrası kendisi yanındayken Mustafa Kemal'in Saray'la yürüttüğü telgraf savaşından izlenimler ve başlıklar şöyle: Mondros'un imzalandığı 30 ekim 1918'de M. Kemal Suriye'den Anadolu sınırına çektiği ordusuyla, Halep'in kuzeyinde Toros eteklerinde İngiliz ve Arap kuvvetleri ile çatışmaktadır. Gelen talimat üzerine Mustafa Kemal 31 Ekim 1918 günü Adana'ya gelerek Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'nı Liman von Sanders'ten devralıyor. Adana'daki karargahta başlayan bu süreç esas olarak Mondros Teslimiyet Anlaşması şartlarının kendisine iletildiği 3 Kasım'dan başlayarak 8 Kasım 1918'e kadar 5 gün sürüyor. Binbaşı Fahrettin (Altay Paşa) 3 Kasım'da Adana'ya onun yanına geliyor. Mustafa Kemal karargahta telgraf odasına sürekli gidip gelerek, öfkelendiği zaman yaptığı gibi dağılan sarı saçlarını, ellerini tarak yapıp sürekli geriye doğru iterek heyecan içinde sinirli biçimde dolaşıyor. Sürekli kahve ve sigara içiyor. Telgrafçıya “Yaz çocuk, oku çocuk!” gibi komutlar veriyor. Bir çok telgrafın başına “Geciktirilmesi idam gerektirir!” gibi maddeler koyduruyor. Böyle muğlak ve belirsiz şartlar olur Mustafa Kemal 3 Kasım 1918'de Adana'dan Harbiye Nezareti ve Saray'a çektiği telgrafta Mondros Anlaşması'ndaki “muğlak maddeleri” eleştiriyor ve netliğe kavuşması için bir dizi soru sıralıyor. Önemlileri şöyle: Toros tünellerinin işgaline izin verilmesi, Amanos tünellerini de kapsıyor mu? İşletmeyi kim yapacak? Suriye sınırı ve Kilikya sınırı denilen yerler neresidir? M. Kemal’i öfkelendiren not: Sınırlar sonra belirlenecek 4 Kasım'da İstanbul'dan gelen başka bir şifre ise İngilizlerin İskenderun'a erzak nakli için çıkmasına izin verilmesini ve İngiliz centilmenliğine güvenilmesini ister. Mustafa Kemal bu telgrafın özellikle “Hudut sonradan bildirilecektir” maddesine tek kelimeyle çıldırır! “Şu vaziyete bakın! Biz bu hudutlar için orduları çöllerde vermedik mi? Bir milletin hududunun lüzumu halinde bildirilmesi hangi insan aklının eseridir? Şaşarım akıllarına!" 5 Kasım: İngiliz ihtirasının sonu yoktur! 5 Kasım'da Ali Fuat Paşa da Adana'ya M. Kemal'in yanına gelir. Şifreleri okuyunca o da öfkelenir. 5 Kasım'da M. Kemal İstanbul'a ağır bir telgraf daha çeker: Toros tünellerini işgal eden İngiliz kuvveti bütün Anadolu'yu işgale kalkarsa ne olacak? İngilizler Suriye'deki kıtaat tanımı içine (Kilikya) 7. Ordu'yu da katarak teslimini istiyor. İngilizler İskenderun'u da Kilikya içine alarak işgale hazırlanıyor. Kilikya Siirt'e kadar uzanıyor! Anlaşmadaki kötü şartları düzeltmezsek ve orduları terhis edersek, İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak, onların ihtiraslarının önüne geçmek mümkün olmayacaktır! Fahrettin Altay kimdir? Fahrettin Altay (1880-1974) İstiklal Savaşı'nda Mustafa Kemal'in yakın silah arkadaşı. 1906 Harbiye Kurmay okulu mezunu. Çeşitli cephelerde ve Çanakkale'de görev yaptı. Mondros sırasında Adana'da M. Kemal'in yanında bulundu. Kurtuluş Savaşı sırasında Konya'da 12. Kolordu'nun başındaydı. 30 Ağustos'ta süvari tümeni ile düşman hattının arkasına sarkarak Yunan cephesini dağıttı. 9 Eylül'de izmir'e ilk giren onun birlikleriydi. Siyaseti karışmadı, askerlik görevini sürdürdü. Hep M. Kemal'in yanında yeraldı. 1938'de Onun ölüm törenini yöneten komutan oldu. 1950'de emekli oldu ve köşesine çekildi. 1960'lı yıllarda anılarını gazeteci Taylan Sorgun'a anlatarak kitaplaştırdı. (İmparatorluk'tan Cumhuriyet'e) Taylan Sorgun kimdir? 1939 Elazığ doğumlu Taylan Sorgun 1957 yılında Ahmet Emin Yalman'ın başyazarı olduğu Vatan gazetesinde gazeteciliğe başladı. Falih Rıfkı, Bedii Faik gibi ustaların yanında çalıştı. Vatan, KİM, Hür Vatan, Tercüman, Ortadoğu gibi yayın organlarında uzun yıllar çeşitli kademelerde görev yaptı, günlük yazılar yazdı. Halen Bağımsız haftalık dergisinde “Dünden bugüne” köşesini yazıyor, Yurt gazetesine zaman zaman analizleriyle katkıda bulunuyor. Ulusal Kanal ve Kanal B'de çeşitli siyasi programlara katılıyor. 60'lı yıllarda Fahrettin Altay ve M. Kemal'in gizli teşkilatında çalışmış olan 'son tanıklarla' söyleşiler yaptı. Bu konuşma ve belgeleri içeren 5 kitabı var (1-İmparatorluk'tan Cumhuriyet'e 2-Devlet Kavgası 3-Esir Şehrin Fedaileri 4-Halil Paşa 5-Bekirağa Bölüğü) -
İhsan Oktay Anar'ın ,bana göre tarihi ,çeşitli olaylarla kurgulaması, alışılmış tarih romanlarının dışında.Sizinde yorum tarzınız , alışılmış yorumlardan farklı. Benzerliği bu anlamda kurmuştum.
-
Süslüman Olmanın Karşı Konulmaz Ayrıcalığı
irinçköl şurada cevap verdi: irinçköl başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Lord Curzon, Lozanda; " size bu masada vereceğimiz her şeyi ilerde ekonomik zorluklara düştüğünüzde söke söke alacağız " demişti. Sizce yenilginin acısıyla söylenmiş bir söz müydü bu? Bugün geldiğimiz nokta aslında yıllardır tasarlanarak mı ortaya çıktı yoksa ? Peki bu ülke, bunu neden öngöremedi? Atatürk ,gençliğe hitabeyi kaleme aldığında, bugünlerin gelebileceğini nasıl öngörmüştü acaba? At gözlüğünü takarak sadece kendi fikirleri doğrultusunda okuyup mu? Hayır onları onlardan daha iyi tanıyıp ve atacakları her adımı önceden tahmin ederek. Bu da sadece kendi kafamıza uygun yazılar, kitaplar okuyarak olmuyor ne yazık ki? Bugün dünyayı ABD yönetiyor dense de aslında dünyayı yöneten yahudi sermayesi. Bu sermayenin, karışıklık çıkarmak için seçtiği insanların, bölgelerin ne ırkı, ne milliyeti ne dini var. Aslında Eren Erdem'in bir tesbitine katılıyorum. Sermaye el değiştirmiştir. Küresel anlamda bakıldığında ise Yahudi sermayesinin ,Türkiyedeki tetikçisi de el değiştirmiştir. Dolayısıyla yukarıda sadece iki markayı örnek olarak verdiğim şeyleri alarak ya da kullanarak bizler ,bilerek ya da bilmeyerek sisteme alet oluyoruz bir biçimde. Geldiğimiz noktaya, diğer tarafın ne olduğunu öğrenmeye çalışmadığımız için gelindi. Fettullah ne diyordu kitaplarında; "onlar gibi yaşayacaksın , onlar gibi davranacaksın , onlar gibi giyinip ,gerekirse onlar gibi içeceksin. Kendini önceden belli etmek ,davaya ihanettir." Bizler nasıl yetiştirildik kendilerine Atatürkçü diyen sahtekarlar tarafından; içi boş sloganlarla .Yani gardrop Atatürkçülüğü yaparak Atatürk'ü anladığımızı sandık. Onlar bizim söylemlerimizle ve demokrasiyi kullanarak demokrasiyi yok ettiler. Aslında bu ülkede demokrasinin çok da oturduğu söylenemezdi ama. Olayları küresel boyutta değerlendirmeyi başarabilmek, tüm fikirleri öğrenmeye çalışarak olur. Aman ona reyting yaptırmayalım, buna reyting yaptırmayalım diyerek yapılan yorumların, hiç bir derinliği yoktur. ABD, ortadoğuyu işgal için kendi insanlarını öldürdü. İkiz kuleler olayıyla. Bunun doğruluğunu, yanlışlığını ya da ne kadar insani olduğunu tartışmıyorum.O ayrı bir konu. Ama gerekiyorsa para da harcarız hiç sorun değil. Said nursi de okurum ,Fettullah Gülen de, Marx da okurum Leninde. Altan kardeşleri de okurum diğerlerini de. Bu, okuduğum her görüşü onayladığım anlamına gelmez. Akıl, okuduğumuz herşeyin peşinden koşmak için değil okuduğumuzu anlamak ve değerlendirme yapabilmek içindir. Altı ve içi boş sloganlarla sorunlarımıza çözüm bulmamız mümkün değil. Önce işin temelini kavramak zorundayız. Tabi bu da sadece benim görüşüm- 15 cevap
-
- 1
-
-
- 4 cevap
-
- 1
-
-
İnsan malzemeniz iyi ise kötü sistemle de iyi sonuç alabilirsiniz. Ama kötü ise yapabileceğiniz en akıllıca şey, o insanları en iyi sınırlayacak sistemleri bulmaktır
-
ODTÜ Yol çalışması nedeniyle Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından kaldırılan ağaçlara karşılık ödendiği açıklanan 211 bin lirayı iade etme kararı aldı. İade kararı ODTÜ‘nün resmi twitter hesabından da, “ABB’nin ODTÜ arazisinden kaldırdığı ağaçlar için ODTÜ ile herhangi bir anlaşma olmadan bugün aktardığı ödeme iade edilmiştir.” ifadeleriyle duyuruldu. GÖKÇEK: ‘MARJİNALLER' Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, ODTÜ’deki ağaç katliamı sonrası açıklamalarda bulunmuştu. Gökçek, iş makineleriyle sökülen 2 bin 388 ağaç için ODTÜ’ye 211 bin TL ödeme yaptıklarını söylerken, gece baskınını için ise tanıdık bir savunma yaptı: “Olay çıkmasın diye, “marjinaller gruplar var”. ODTÜ’deki ağaç katliamını savunmak için kameraların karşısına geçen Melih Gökçek, yaptığı açıklamalarla şaşırtmadı. Gökçek, iş makineleriyle söktükleri 2 bin 388 ağaç için ODTÜ’ye 211 bin TL ödeme yaptıklarını söylerken, “ODTÜ’nün kendi tespitine göre belirlenen 2 bin 388 ağaç kaldırıldı. Bunların parası da 211 bin TL tutyordu. Bu para da ODTÜ’nün banka hesabına yatırıldı. Bu ağaçlardan 600’ü nün nakledilme imkanı oldu. En az oradan kaldırmış olduğumuz ağaçların 10 katını istedikleri yere, eğer ODTÜ talep ederse istedikleri yere dikmeye hazırız. Ağaçların kaldırılmasının nedeni bu yolun zaruri oluşudur. ” dedi. Gece baskınını “marjinaller” sözleriyle aklamaya çalışan Gökçek, şu ifadeleri kullandı: ODTÜ’deki bu çalışmalarımıza marjinal grup devamlı olarak engel olmaya ve olay çıkartmaya çalıştı. Biz bu işlerin olay çıkarak büyümesini arzu etmedik, mümkün olduğu kadar olaysız yapılmasını istedik. Ne kadar isabetli bir karar aldığımızı da ortaya koydu. Mevcut olan yeni yola 3 bin yetişkin ağaç ve 500 bin çalı grubu dikiyoruz. Bazı itirazlar var AVM yapılacağı yönünde, bunu söyleyenler imar kanunundan habersiz olan kişilerdir. Bu tamamen yanlış intikal ettiriliyor. Planda notlar var ODTÜ’nün kendi teklifi olan, orada market teklifi var. Bunları kendisine yapacaktır bize değil. Bunlar Büyükşehir Belediyesi’yle alakası olmayan yerlerdir. Bize kalan yerler sadece yollardır.
-
Haydarpaşa Gara Yürüyoruz Haydarpaşa Gar ve çevresindeki 1 milyon m2 alanı ranta çevirme girişiminde kamuoyunu yanıltma çabasının bir ürünü olan Marmaray Projesinin tüp kısmının (Ayrılıkçeşme-Kazlıçeşme) 29 Ekim 2013 tarihinde yapılacak olan açılışı iktidarın seçim kampanyası şovuna dönüştürülecektir. İktidarın plansız programsız ve şova yönelik ulaşım yatırımlarından olan YHT ve Marmaray projelerindeki yanlışlarını kamuoyu ile paylaşmak ve Haydarpaşa garın işlevsizleştirilerek yağmalanması girişimine tepkimizi göstermek için 27.10.2013 tarihi Pazar günü Kadıköy İskele meydanından Haydarpaşa gara yürüyoruz. Toplum Kent ve Çevre İçin Haydarpaşa Dayanışması Toplantı Tarihi: 27.10.2013 Pazar Toplanma Saati : 12.30 Yürüyüş Saati: 12.45 Haydarpaşa Gara varış: 13.00 *Ufuk Karakoç dinletisi **Basın Açıklaması