irinçköl tarafından postalanan herşey
-
üsteki üyeye ot , çiçek veya ağaç ismi ver...
@@simin Erguvan
-
İnsan en acımasız hayvandır !
“Yaşayan deniz canlıları küçük plastiklere hapsedilerek anahtarlık olarak satılıyor. Bu acımasız işlem derhal yasaklanmalı. Hapsedilmiş küçük balık, semender ve kaplumbağalardan oluşan bu anahtarlıklar Çin’de giderek daha fazla popüler hale geliyor. Birçok Çinli canlı anahtarlıkların şans getireceğine inanırken, hayvan koruma kuruluşları bu durumu “tam bir sömürü” olarak nitelendiriyor. Global Times gazetesinin haberine göre, Salı günü, Sihui Metro İstasyonunun önünde, 1 balık ve 9 kaplumbağa anahtarlığının satılması yalnızca 5 dakika sürdü. Üreticiler poşetlerdeki renkli suların, hayvanları besin açısından aylarca canlı tutabileceğini öne sürseler de, Uluslararası Veterinerler Birliği kurucusu Mary Peng besin yetse bile oksijenin o kadar uzun süre yetmeyeceğine dikkat çekiyor. Hayvan hakları savunucuları canlı anahtarlıklara karşı protestolarını yüksek sesle dile getirseler de, ellerinden daha fazla bir şey gelmiyor. Çünkü Çin’de var olan Vahşi Yaşamı Koruma Yasası, vahşi olmayan birçok hayvanı dışarıda bırakıyor. Kanun değişene ve tüm hayvanları koruma altına alana kadar, protestocuların yapabildiği sadece insanları bu anahtarlıkları almamaya davet etmek ve talep yetersizliği nedeniyle üretimin ortadan kalkmasını umut etmek.” http://www.change.org/en-GB/petitions/stop-living-creatures-being-sold-as-keyrings
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim: d_funda92@@hotmail.com Yer:Adana 21 Eylül doğumlu bu güzel bebekler annelerinin artık onlarla ilgilenmemesi sebebi ile ömürlük yuvalarını aramaktadırlar.Adana içi yuva olabileceklerin irtibata geçmeleri rica olunur.
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
Sancaktepe/İstanbul İletişim: yildiz111@@hotmail.com 1,5 Aylık olan Nohut gece yarısı sokakta ağlarken bir hayvansever tarafından bulundu. Geçici olarak bir yuvada, iç dış parazit tedavisi yapıldı. Ömürlük yuvasına gitmeye hazır. Nohut'u sahiplenen kişiye tırmalama tahtası ve silika kum ve kuru mamada hediye edilecek.
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim:0555 266 9841 mail: leventsadik@@gmail.com Yer:İstanbul Üyemiz yamanı yuvacık barajı yanında bulmuş mama ve su vermiş fakat yaman yemek ne kelime ayakta dahi duramıyormuş.Uzun süredir aç kaldığı her halinden belliymiş oraya nasıl geldi başına neler geldi kimse bilmiyor sadece bilinen oldukca aç olduğu ve kuyruğunun kesilmiş olduğu.Üyemiz gönlü razı olmadığından hemen alıp bahçesine getirmiş yaman şu anda karnı tok bakılıyor fakat bulan kişi 1 kasımda yurt dışına döneceğinden yamanın acil olarak yuva bulması gerekiyor yoksa geri sokağa bırakılacak
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
Eryaman/Ankara İletişim: 0530 975 57 65 Rengi beyaz değil, kıvır kıvır pofuduk tüyleri yok, kucak veya cep köpeği hiç değil, yaklaşık 10 kg... Sosis cinsi mi desek, bastı bacak cinsi mi desek bilemedik ama onun öyle güzel gözleri var ki, bakıp da görmesini bilene desek ...!!! Eryaman Opet benzin istasyonu önünde şaşkın şaşkın gezinirken bulundu. Gözleri akmış ve titriyordu ...Seslendiğimizde hemen koştu geldi sırt üstü yere yattı, karnını sevdirmeye başladı...Eve kadar peşimizden geldi, evin sahibi gibi gitti koltuğa yerleşti. Kedilere diş gösterip çemkirdi Önüne konan mama ve suyu yedikten sonra tekrar makamına yerleşti, kaldıramadık...Belli ki sokaklarda yorulmuş ve üşümüştü. Bütün gün yattı, arada kedilere havladı tekrar yattı. Tuvalet eğitimi var. Pazartesiye kadar geçici yuvası var fakat sonrasında geldiği sokaklara dönsün istemiyoruz...Şuan bulunduğu evde çok sayıda kedi var ve artık belimiz büküldü her gördüğümüze el uzatmaktan... Sizlere ; bu çocuğa ömürlük yuvası olur musunuz desek kimler ben varım der !!"
-
Er Utku Kalı'ya bitmeyen kin!
Utku Kalı davası bugün Reyhanlı bombalamasındaki istihbarat zafiyetini ortaya çıkarn belgeleri sızdırdığı iddiasıyla tutuklanan er Utku Kalı bugün hakim karşısına çıkıyor. 24 Mayıs'ta tutuklanan er Utku Kalı hakkında “devletin gizli belgelerini ele geçirme ve yayma” gerekçesiyle açılan davada askeri mahkeme görevsizlik kararı vermişti. Askeri mahkemenin "görevsizlik kararı"yla Kalı'nın özel görevli mahkemelerin yerine kurulan terör mahkemelerinde yargılanmasının önü açıldı. Kötü muamele sonrası yaşadığı travma nedeniyle hastanede tedavi gören er Utku Kalı'nıni ilk duruşmaya götürülüp götürülmeyeceğine doktorları karar verecek. İlk duruşna öncesi "Utku Kalı'ya Özgürlük Girişimi" vatandaşları duruşmayı izlemeye ve destek olmaya çağırdı. Açıklama şöyle: Utku Kalı, 145 gündür tutuklu ve tutukluluğunun 148. gününde mahkeme huzuruna çıkacak. "Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme" ve "Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin belgeleri açıklama" suçlarından zincirleme cezalandırılması isteniyor. İstenen cezaların toplamı tam 25 yıl! Utku'nun sızdırdığı iddia edilen belgeler bizlere Reyhanlı’da yaşanan ve 50'nin üzerinde yurttaşımızın hayatını kaybettiği bombalı saldırının önceden kimler tarafından yapılacağının bilindiği ve bilinmesine rağmen bu saldırının engellenmediğini gösteriyor. Söz konusu belgeleri Utku sızdırmadığı halde 145 gündür tutuklu ve tutukluluğunun 77. gününden intihar aşamasına gelecek kadar işkenceye maruz kaldı. Peki ya 50'nin üzerinde yurttaşın ölümüne sebebiyet veren ve engellemeyen sorumlular bugün ne yapıyorlar? Utku Kalı, yargılamasının bir an evvel gereği gibi adil bir şekilde yapılmasını ve özgürlüğüne kavuşmayı bekliyor. Utku'nun ilk duruşması 21.10.2013 günü saat 10:00'da Samsun 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde! Bizler Samsun'da olacağız, katılımınızı ve desteğinizi bekleriz. Utku Kalı'ya Özgürlük Girişimi
-
Birisi Kahve Yapsa da İçsek Şöyle Hüpppppppppppppp Diye
Teşekkürler sana da canım.Sabah kahvemi içmemiştim .Kimse almadan alayım
-
Süslüman Olmanın Karşı Konulmaz Ayrıcalığı
Bence sizin görüşünüz yanlış. Kendi görüşünüzde olmayanları takip etmelisiniz, ister internetten ,ister gazete ,ister kitaplarını alarak.O görüşleri ,en az kendi görüşleriniz kadar iyi bilmek zorundasınız. Bu da ucuz hesaplar yaparak olmaz. O yayınlara vereceğiniz paralar onları zengin etmez .Ancak sizin mücadele gücünüzü arttırır. Zira onlar sadece 3-5 yılın değil 100-150 sene sonrasının hesabını yapıyorlar ve bunu yaparken,bizi ,bizim silahlarımızla vuruyorlar.Bu bir satranç tahtası gibidir. Rakibinizin 5-10-15 hamle sonrasında neler yapabileceğini öngörmeniz halinde başarıya ulaşabilirsiniz. Bu da rakibi iyi tanımaktan geçer.Kaldı ki bunlara para vermeniz de gerekmiyor.Bir çok yandaş basın , bir çok eve ,işyerine ücretsiz olarak yayınlarını bırakıyorlar. Eğer mesele onlara para kazandırmak meselesi ise ; size şunu sormalıyım: Siz her aldığınız ürünün , sahiplerinin kim olduklarını ya da neye hizmet ettiklerini biliyor musunuz ya da araştırıyor musunuz? Örneğin evinize hiç ülker ürünü girmiyor mu? Ya da ünilever (cif, lipton, carte dore , magnum,dove ,rinso , yumoş, sana vs)
-
Ahmet Taner Kışlalı (1939-21 EKİM 1999)
ÇAĞDAŞ BİR BEYİN Ahmet Taner Kışlalı'yı, Işık Kansu'nun kaleminden okuyalım. 'Sorumlu Öğretmen' başlıklı makaleden: Zile, 1939. Adını Ahmet Taner koydular. Ziraat Bankası veznedarı Hüsnü Bey ile ilkokul öğretmeni Lütfiye Hanım'ın çocukları. O Lütfiye Hanım ki 16 yaşında Cumhuriyet öğretmeni olarak eğitim ateşini yoksul, yorgun Anadolu'ya taşıyor. Kemalci, Kuvvacı Mustafa Necati'nin 'Millet Mektepleri'nde kendinden yaşlı 'erkek' öğrencilere okuma yazma öğretiyor. Zile, Nizip ve Kilis'ten başlayıp Ankara'ya uzanan 44 yıllık uzun yürüyüşün ardından, bir Cumhuriyet Bayramı'nda, 29 Ekim 1994'te yaşama gözlerini yumduğunda, oğlu Ahmet Taner şöyle anıyor onu: 'Hep genç kalarak yaşlandı. Gerçek bir Kemalist devrimci gibi, kendini hep yenileyerek... çağını anlama çabası içinde torunları ile bile arkadaşlık kurmayı başararak...' Annesinin kollarındayken, okullu olduğunda, 'a, be, ce'yi de ilk öğretmen annesinden öğrendi. Uysaldı. Sakinliği, 'muhallebi çocukluğu' gibi tanımlanamazdı asla. Daha ilkokuldayken Türkçe'yi ses şenliğine döndürürdü. Minik arkadaşları, 'Öyle öyküler anlatıyor ki derslerde, bize hiç laf düşmüyor' diye yakınırlardı. Annesi ile babası, Mehmet Ali ile Mahmut'u İstanbul'a, Galatasaray Lisesi'ne göndermişlerdi. Ahmet Taner'in evin sıcaklığından uzaklaşmasına yürekleri elvermedi. Pek zayıftı, pek çocuksuydu da ondan. Kilis Ortaokulu'nda okudu. Delikanlılığın delifişekliğinde kardeşleri, arkadaşları dalaşırlardı birbirleriyle, ama onu kavga ederken hiç gören olmamıştı. Kavgacılık ile savaşımcılığı birbirinden ayırt etmek gerek. Daha ortaokulda okulun düzenlediği tartışmalı toplantıların başta gelen önderlerindendi. Kabataş Lisesi'ndeki ateşli münazaralara da taşıyacaktı bu niteliğini. Siyaset bilimcisi olmanın ilk ipuçları, ağabeyi Mehmet Ali Kışlalı ile kendi geliştirdikleri 'devlet yönetimi' oyununda belirmişti. Elde makas, dil ucuna sürüldü mü koyulaşan mavi uçlu kurşunkalem, bir de saman kağıtlar. Oyunun altyapısı hazır. El becerisini de ekledin mi üzerine, al sana kağıttan kaymakam, garnizon komutanı, doktor, belediye reisi, banka müdürü, tarım müdürü, halk. Çocukluğun geniş düş dünyasına açılan oyun penceresi, 'gel keyfim gel' geçen doyumsuz saatler. Lise bitti. Ver elini Ankara. O artık Mülkiyeli. Hem öğrencilik, hem gazetecilik bir arada gidiyor. Yeni Gün'de spor muhabirliği. Galatasaraylı kardeşlerinin tersine Fenerbahçe'ye 'gık' dedirtmeyen ödünsüz taraftar. Olgunlaşma sürecinde derginin yazıişleri müdürlüğünü üstlenme. Fransız bursuyla Sorbon'da doktora. Tez konusu, 1960 devrimi sonrası Türkiye'deki siyaset açısından ilgi çekici: 'Modern Türkiye'de Siyasi Güçler...' Fransa'da Bordolu, ama 'Biz Türklerden' Nicole ile tanışma. Ahmet Taner'in insan sever, sıcakkanlı, sevgili eşi, kızları Dolunay ve Altınay'ın anneleri Nilgün. Yıllar sonra birlikte geçirdikleri trafik kazasında yitirdiği, Türk bayrağı ile gömülen Nilgün Kışlalı... Sorbon sonrası önce Hacettepe Üniversitesi'nde siyaset sosyolojisi alanında öğretim üyeliğine başlama. Askerliğin ardından Hacettepe Üniversitesi'ne yapılan dönüş başvurusuna ret yanıtı. Ağabeyi Mehmet Ali Kışlalı, 'İhsan Doğramacı istemedi dönmesini' diyor. 'Neden?' diye soruyoruz. Yanıtı çok kısa: 'Öğrencilerini demokrasi, özgürlük ve açıklık konularında teşvik etti. Ahmet, öğrencilerin üniversite içinde demokratikleşmesi akımının önderlerinden olmuştu. Doğramacı'ya bu fazla geldi.' Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne geçti. Çok mutluydu. 1971-77 arasında Yankı dergisinin belkemiği olduğunu söylemek abartı sayılmaz. O yıllarda yükselen toplumcu, devrimci, halkçı rüzgarı yakalayan dönemin 'Karaoğlan'ı, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in dikkatini çekiyor. Yankı'da yazıları. 1977'de İzmir'den CHP milletvekili seçiliyor. 1978 başı. 11'ler Adalet Partisi'nden ayrılmış. Ecevit, hükümet kuracak besbelli. Altan Öymen CHP Grup Başkanvekili. 'Laci'leri önceden çekmiş olanlar sıram sıram. Öymen'e görünenler, hatırlatmada bulunanlar çoğunlukta. Ahmet Taner Kışlalı ise ortada gözükmüyor hiç. Ecevit, Öymen'e Ahmet Taner Kışlalı'yı Kültür Bakanı yapacağını açıklıyor. Öymen haberi bildirecek, ama bulabilene aşk olsun. Sonunda bulunuyor da, Altan Öymen, Kışlalı'ya Kültür Bakanı olduğunu ancak arabasında söyleyebiliyor: 'Kültür Bakanı olacağını kendisine açıkladığımda yüzünde sevincin işaretlerini görememiştim. Yalnızca gözlerinde önemli bir sorumluluk yüklendiğinin bilincine varan ışıltının çaktığını gözlemiştim.' Bakanlık görevinin hakkını vermişti. O dönemin gençleri, o güne değin itilen kakılan yazarları, kimi gruplarca küçümsenen değerleri kucaklayan Kültür Bakanlığı'nca çıkarılan dergiyi anımsarlar: 'Ulusal Kültür'. 12 Eylül. Baskının adı. Özal'lı yıllar. 'Değişim' aldatmacasıyla karışık karşı devrimin, yozlaşmanın adı. Ahmet Taner Kışlalı, Ankara İletişim Fakültesi öğretim üyesi. Bilime, öğrencilere adanan yıllar. Savunduğu düşüncelere karşıt görüşleri ileri süren, bunu bir tutarlı çerçevede dile getiren öğrencilere en yüksek notu veren hoşgörülü, sonuna dek demokrat öğretmen. Eşini trafik kazasında yitirdiği günün ertesinde, kolu sarılı derse giren sorumlu öğretmen... 1991 sonu. Cumhuriyet gazetesinde yazarlığa başlama: 'Haftaya Bakış'. Başta Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği olmak üzere birçok cumhuriyetçi demokratik kitle örgütünün Anadolu'nun yüzlerce köşesinde düzenledikleri toplantılarda konuşmalarla 'ulusalcı, laik, Atatürkçü' güçlere özgüven aşılama... Halka, Kemalizmin, Atatürkçülüğün bir doğma değil, bir sürekli devrimcilik olduğunu usanmadan anlatma çabası. Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan Yardımcılığı... Nisan 1997'de ikinci eşi Nilüfer Kışlalı ile evlilik. 22 Eylül 1999'da Nilhan Nur'un doğumu. Çayyolu Engürü Sitesi. 21 Ekim 1999: Saat 09.28. Cumhuriyet gazetesine 'Kınıyorum' başlıklı yazısını faksladı. Saat 09.35. Eşi Nilüfer Kışlalı ve minik bebeğini kente indirecek, sonra derse girecek. 'Nilüfer' dedi, 'Ben arabayı ısıtayım. İki-üç dakika sonra gelirsiniz.' Evden çıktı. Saat 09.40! Nilüfer Kışlalı, 'Çok neşeli bir sabahındaydı' dedi... Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı ( 10 Temmuz 1939 - 21 Ekim 1999) (Bu cinayet faili meçhul değil)
-
Yorumsuz
Ne yalan söyleyeyim bu afişi gördüğümde benim de ilk aklıma gelen söz bu oldu Ama asıl sorun köteğin "nush"dan önce mi sonra mı olması meselesi. Bunların niyeti direk olarak kötek gibi görünüyor
-
Satır Araları
Basit ve Üstün İnsanlar İnsanlar basit ve üstün olarak ikiye ayrılırlar. Basit olanlar, yalnızca insan cinsini üretmeye yararlar.Diğerleri de, yeni şeyler söylemek isteğiyle doğmuş üstün insanlardır. Toplum, muhafazakarlık görevini yerine getirmek için çok kez bu insanları asıyor - kesiyor ya da her türlü hareket imkanından mahrum ediyor. Ama yine aynı toplum, bir nesil sonra bu astığı insanların anıtını dikip, onlara saygı gösterisinde bulunuyor. İlk bölüm şimdinin adamıyken, ikincisi hep geleceğin adamıdır. Birinciler dünyayı korur ve nüfusu çoğaltırlar. İkincilerse onu hareket ettirir ve asıl amaca doğru yürütürler.. Dostoyevski - SUÇ VE CEZA
-
Süslüman Olmanın Karşı Konulmaz Ayrıcalığı
“Süslüman” taşlamak / Ruşen Çakır “Süslüman” tabiri ilk gözüme çarptığında, bir yazım hatası olduğunu sanmıştım. Sonra, tam tersine bir kelime oyununun söz konusu olduğunu fark ettim. Biraz araştırınca, lüks tüketim tutkunu muhafazakâr kadınları tanımlamak için “süs” ve “Müslüman” kelimeleri birleştirilerek türetilmiş bu yeni tabirin yaklaşık 4 yıl önce sosyal medyada dolaşıma girmiş olduğunu öğrendim. Başta pek ilgi uyandırmayan bu nitelemenin son günlerde hayli popüler olduğunu görüyoruz. Anlaşıldığı kadarıyla “süslüman”ı iki farklı kesim, eleştirmek, hatta dalga geçmek için kullanıyor: 1) İslamcılık karşıtları; 2) İslami hareket içinde anti-kapitalist eleştiri geliştirmek isteyenler. İkinci grup neyse de ilk grupta yer alanların, başkaları yaptığında pek de dert edinmedikleri lüks tüketim, “marka bağımlılığı” gibi hususları dindar kadınlara yakıştırmamaları tam bir çifte standart örneği. Hele lüks tüketimin İslam’da caiz olmadığını kanıtlamaya çalışmaları bir tür komedi. Aleni ayrımcılık Ama “süslüman” tabiri daha vahim bir zaaftan besleniyor: Kadınlara yönelik ayrımcılık. Şöyle ki, Türkiye’de dindarların tüketim toplumuna eklemlenmesinin esas taşıyıcısı erkeklerdir. Zira tüketim için gerekli olan parayı büyük ölçüde onlar kazanıyor ve bunun önemli bir bölümünü de yine onlar tüketiyor. Ancak olağanüstü dikkat çekici kıyafetlere bürünmemişlerse bir erkeğin muhafazakâr olup olmadığını anlamak çok kolay olmayabiliyor. Bu nedenle örneğin, son model lüks bir arabayı kullanan diyelim ki 10 muhafazakâr erkeği fark etmeyiz ama direksiyonda baş örtülü bir kadını gördüğümüzde hemen hüküm belirten cümleler kurabiliriz. Öte yandan dindar bir kadının lüks tüketime eşinin, babasının ve/veya erkek kardeşlerinin onayı ve tabii ki finansmanı olmadan yönelmesi pek mümkün değildir. Dolayısıyla işin içindeki erkek boyutunu göz ardı edip sadece kadınları görmek, onları eleştirmek, hatta suçlamak tek kelimeyle haksızlıktır. Eski bir trend Şunu da vurgulamamız şart: Dindarların tüketim toplumuna eklemlenmesi yeni, örneğin AKP iktidarıyla başlayan bir olgu değil. Örneğin 1990’da yayınlanan “Ayet ve Slogan“ adlı kitabımda “İslami pazarlama”yı, kitabın son bölümünde, “yakın çağın dinamikleri” başlığı altında, ilk maddelerden biri olarak yazmıştım. O zamanlarda da yine en fazla dikkati kadınların tüketimi, örneğin tesettür giyimin parlak bir sektöre dönüşmesi çekiyordu, ama olay bundan ibaret değildi. Kuşkusuz Refah Partisi’nin belediye başkanlıklarını kazanması, ardından kısa süreli Refahyol hükümeti ve nihayet AKP iktidarıyla bu trend alıp başını gitti. Gelinen noktada dindarların tüketim toplumuyla pek bir dertlerinin olmaması olgusunu basit bir eleştiri malzemesi yapmaktan önce bunun nedenleri üzerine düşünmek daha isabetli olacaktır. Örneğin bu olgudan hareketle Türkiye’de dindarların aslında kapitalizmle, globalizmle ciddi bir dertlerinin olmadığını, dolayısıyla İslami hareketten “sistem karşıtı“ bir duruş beklemenin yanlış olacağını söyleyebiliriz. Bunun yerine sadece bazı dindar kadınları karikatürize edip buradan bir İslamcılık (ve AKP) eleştirisi üretmeye çalışmak nafiledir.
-
Süslüman Olmanın Karşı Konulmaz Ayrıcalığı
EREN ERDEM/ Süslüman taşlamak ve Ruşen Çakır Gazeteci-Yazar Ruşen Çakır’ın kaleme aldığı “Süslüman taşlamak” makalesinde; “anti-kapitalist duyarlılık sahibi Müslümanların” tutumunun tek yönlü olduğu, esasen; sadece Müslümanların kapitalist moderniteye angaje oluşundan rahatsızlık duyduğumuzu ifade etmiş. Esasen okumanızda yarar gördüğüm bir yazı. Düzeysizleşen entelektüel havzada, farklı yerlerde de dursak, düzeyli bir karşıtlık üretmesiyle tanırım Ruşen Çakır’ı. Lakin bu hususta söyleyeceğim çok fazla şey var, onlara gireyim; *** Ruşen Çakır’ın modernite “algısı” ile, Modernite’nın nesnel olgusu aynı değil. En azından, “algılayış biçimine baktığımızda, TÜSİAD başkanı ile aynı yerden bakan, ya da Bill Gates’ten zerrece farkı olmayan” bir algı görüyoruz. En temelde modernizm; “batı tipi üretim biçiminin (kapitalizmin) ürettiği bir yaşamsal us olarak karşımıza çıkar. 1960’ların İslamcılığı, temel referanslar açısından “Batı modernizmine karşıt konumlanmıştı.” İran İnkılabı’nın ana referansı bu idi. İran İnkılabının Türkiye’de yarattığı İslamcı yükseliş, aynı referans üzerinden hareket etmekteydi. Fakat bu zamanla, “iktidar üretemeyişi nedeni ile” modernleşme olgusuna karşıtlaşmayı doğurdu. Bu noktada ince bir ayrım yapmak istiyorum. Benim “batı tipi modernizm dediğim olgu, ya da kapitalist modernite; paranın kimde olduğunu sorgulamayan ve bu anlamda ilerici bir hareket üretmeyen bir tür modernleşme tipidir.” Modernizm karşıtlığı; “üretim ilişkilerine karşıtlığı örgütlemeyip, sığ bir yaşam biçimi eleştirisine dönüşmüşse” sorun vardır. Aynı şekilde “üretim ilişkilerini eleştirip” o ilişkilerin ürettiği yaşamsal normları benimsemek gibi bir problemdir. , Halbuki İslam’ın modernizm eleştirilerinin kökeninde (ki bu işin teorik üstadı Ali Şeriati’dir) şu yatardı. Bir toplumun modernleşme süreci; “paranın kimde olduğuna bakarak anlaşılır. Para bir sınıfın elindeyse ve toplum tabanına yayılmamışsa, toplumsal karakter gericidir, mürtecidir.” Lakin, referansı ne olursa olsun;” bir süreç, hareket ve direngenlik, parayı bir sınıfın elinden alıp, toplumsal tabana yayıyorsa bu ilericidir, moderndir.” Bu yönüyle Ali Şeriati’nin “bağımsız modernleşme tezi” ekonomi politiktir. *** Türkiye İslamcılığı da, entelektüel havzayı terk edeli çok oldu. Batı ve modernizm karşıtlığı; temelde “konjonktürel siyasal pratik üzerinden yapıldı.” Siyasal pratiğin “başörtüsü” noktasında ortaya koyduğu uygulamalar, tepki ya da eleştirinin merkezine “simgeleri aldı.” Simgelerin merkezileşmesi, “hali hazırda sığ olan bir akledişin” gerçekleştiğini gösterirken, sistem el değiştirip, Batı; başörtüsünün altına girince; muhafazakar akıl tümden postmodernist olur verdi. Yalnız şu soru hiç sorulmadı; “Para kimde?” Dolayısı ile, “İslamcı muhafazakar akıl modernleşmedi.” Gericileşti. *** Benim kilit sorum budur. Bugün “Para kimde?” Bugünün egemenlerine itiraz edenler, “Parayı kimden alıp, kime verecek?” Muhafazakar akıl, “parayı, güç ve statüyü ele geçirince” bu soruyu gündemden çıkarttı. Gücün, statü ve servetin doğal sonucu olarak yozlaştılar. Bu yozlaşma ile birlikte, İslamcılığın temel ihtilaf referansları karartıldı. Kavga; “Kemalist bir sermaye sınıfına karşı, badem bıyıklı bir sermaye sınıfı üretmek” olarak biçimlendirildi. Halbuki ne reel politik, ne de gerçeklik böyle değildi. Çünkü sermayenin hiçbir ideolojisi, itikadı olamazdı. Küreselleşen Dünya’da sermaye, uluslar arası baronların bölgesel valileri olmanın dışında hiçbir müspet tutum geliştiremezlerdi. Nitekim öyle oldu. Abdest aldırılmış bir kapitalizm türedi, muhafazakar akıl, bütün mülahazakar niteliklerini yitirdi. Bugüne kadar eleştirilen bütün modernist paradigma, kökten benimsendi; “değişen sadece X markanın üstündeki işlemeler oldu.” *** Benim tepkim ise şudur. Yaşamı boyunca; güç, imkan, refah ve otoriteyi kendisinde toplama imkanına sahip olduğu halde, 2-3 kap kacak ve 1 kitap dışında hiçbir miras bırakmamış olan Peygamber’den daha mı fazla layıksınız bu refah ve nimetlere? Neden Peygamber’in davasına ihanet ettiniz? Sizin göreviniz; servetin bir sınıfta toplanmasına karşı koymak ve onu toplumsal tabana yaymak ve mazlumların tepesine çöreklenen emperyalist akbabalara karşı durmak iken, tam anlamıyla vitesi geriye kırıp, yapılması gerekenlerin tam tersini yaptınız. Neden? Madem bunları yaptınız, niye ısrarla Allah’ı ve kitab’ı buna alet ediyorsunuz. Çıkın, biz “bu Peygamberi benimsemiyoruz deyin ne halt ederseniz edin.” İslam’ı kirletmeyin, biz de düşmanımızı müspet bilelim! İşte bizim süslüman tepkimizin temelinde yatan şey budur. Süslüman, “ideolojisizdir.” Mal, mülk düşkünüdür. Batı’cıdır. Amerikancıdır. Şehvet, Şöhretperesttir. Ne yani? Ben bunu eleştirmeyeceğim de neyi eleştireceğim? Mevzu bahis konusu olan, benim önderim olan Peygamber’dir. Benim önderimi ağzına sakız yapıp, ihale ve rant tezgahlarına besmele ile yanaşan kenz’cilere kılıç çekmeyeceğim de kime çekeceğim? En çok eleştirilmesi gerekenler bunlardır Sn.Ruşen Çakır! Çünkü bunlar, Peygamber’in büyük davasına ihanet edenlerdir. Dünyalık için, ahretlerini satanlardır. Nimetlere boğulup, geçmişlerini unutan zavallılardır! Eleştireceğiz Sn.Ruşen Çakır, size tavsiyem; siz de açın bakın, Peygamber’i okuyun. Ve bakın bakalım, ihya’mı var? Yoksa ihanet mi?
-
Süslüman Olmanın Karşı Konulmaz Ayrıcalığı
En çok da 'romlu çikolatayı' sevdiler Bayram nedeniyle dostlarla buluştuk. Bir akşam da emekli diplomatlarla bir araya geldik. Eşleri de vardı. Laf lafı açtı. Sıra son dönemlerde devletin tepelerinde oturanlara geldi. Çok ilginç şeyler anlattılar. Devletin tepesindekilerin yurt dışı ziyaretlerinde yaşananları dile getirdiler. Eşlerinin alışveriş çılgınlığından örnekler verdiler. "Hepsi Süslüman" ifadesini kullandılar. Bir diplomat eşi, "İnanın hangi mağazada ne olduğunu tek tek biliyorlar. Ellerinde adresle dolaşıyorlar. Bizim sadece bakmakla yetindiğimiz mağazalarda satılan kıyafetlerden ikişer üçer alıyorlar" dedi. Bir başkası havaalanındaki karşılama töreninde yaşadıklarını anlattı: "Akşam saatleriydi. En üst düzeydekilerden birinin eşini havaalanında karşıladım. 'Hoş geldin' dedim. 'Sen Büyükelçinin eşi misin?' dedi. 'Evet' karşılığını verince 'Senle işim var. Hemen yola çıkalım. Mağaza kapanmadan yetişelim' diyerek beni apar topar dışarı çıkardı. Şoföre adresi verdi. Yetiştik. Mağazayı darmadağın etti. Ben utandım. Bulunduğumuz ülkeye ilk kez geldiğini söyleyince de şok oldum." *** Hiç fiyatlara bakmıyorlardı Bir başka diplomat eşi söze girdi. "İsimlerini vermek istemiyorum ama çok yukarılarda birinin eşine de ben refakat etmek zorunda kaldım. O da elinde mağazanın adı ile gelmişti. Şaşkınlık içinde izledim. Semt pazarlarında alışveriş yapar gibi davranıyordu. İncelediği malın bir tek fiyatına bakmıyordu" diye konuştu. "Çok istememe rağmen o mağazaya bir daha gidemedim. Belki tanırlar diye korktum. O utanca dayanamazdım" demeyi de ihmal etmedi. *** Romlu çikolata Bir başkası Semra Özal'ı anımsattı. Diğeri müdahale etti. "Ben Semra Özal'a da eşlik ettim. O da çok tuhaftı. Ama bunlar bir başka tuhaf" ifadelerini kullandı. İlk kez karşılaştığım diplomatın eşi noktayı koydu: "En çok romlu çikolatayı sevdiler." *** Emine Erdoğan Tissura kumaş mağazasında Rus basını G-20 zirvesi sırasında Başbakan Erdoğan'ın eşinin St.Petersburg'da pahalı kumaşlar aldığını yazmıştı. "Komsomolskaya Pravda" da çıkan haberlerde özetle şöyle deniliyordu: "Emine Erdoğan öğlen saatlerinde kentin Tissura kumaş mağazasına uğradı. Mağaza görevlilerine sabah saatlerinde ziyaretle ilgili bilgi verilmişti. Bu arada mağazanın kapıları diğer müşteriler için de açık tutuldu. Onlar merakla Şark'ın tüm geleneklerine uygun olarak hanımefendinin tercümanı ve kalabalık tezgahtarlarla kumaşları seçtiğini izliyordu. Mağaza yöneticilerinden bir yetkili, 'Başbakan'ın eşi Avrupa kaliteli orjinal kumaşlara daha fazla ilgi gösterdi' dedi. Moskova saatiyle öğlen 14.00'de mağazaya gelen Emine Erdoğan saat 17.00'de mağazadan ayrıldı. Yeterince çeşitli kumaşlar seçti. Herkes de memnun kaldı." Yorum yok! İsmet Özçelik
-
Süslüman Olmanın Karşı Konulmaz Ayrıcalığı
“Süslüman’ı iki farklı kesim eleştirmek, hatta dalga geçmek için kullanıyor”diyor Ruşen Çakır Vatan’daki “Süslüman Taşlamak” başlıklı önceki günkü yazısında ve ardından şöyle devam ediyor: “1) İslamcılık karşıtları; 2) İslami hareket içinde antikapitalist eleştiri geliştirmek isteyenler. İkinci grup neyse de ilk grupta yer alanların, başkaları yaptığında pek dert edinmedikleri lüks tüketim, ‘marka bağımlılığı’ gibi hususları dindar kadınlara yakıştırmamaları tam bir çifte standart örneği. Hele lüks tüketimin İslamda caiz olmadığını kanıtlamaya çalışmaları bir tür komedi.” Bak sen! Süslümanları taşlamak, dincilere (“neyse” makamından!) mubah/serbest ama sekülerlere değil… Niye? Dinciler dogmalar üzerinden tartışıyor. Dogmalara ilişilmez. Bizde hele dogmatik düşüncenin yüzde yüz dokunulmazlığı vardır. Sıra seküler eleştiriye -Ruşen Çakır’ın ifadesiyle İslamcılık karşıtlarının eleştirilerine- geldiğinde onlara geçit yok. Seküler kesimden gelen eleştirilerin sadece “araçsallaştırma” maksatlı yapıl-dığı; üzüm yemek değil, -İslamcılara saldırmak diğer deyişle- bağcı dövmek için gündeme getirildiği ima ediliyor. “İslami hareket”ten gelen eleştirilere ise -kadını büsbütün kapatıp kamudan iyice silmek doğrultusunda- her nasılsa araçsallık atfedilmiyor… “Süslüman”ı karikatürize etmek dahası çok fena ayrımcılıkmış… “Süslüman kadını taşlamak” -özetle söylüyorum- onları “tüketim toplumuna eklemleyen erkekleri” görmezden gelerek ayrımcılığa tabi tutmakmış! “Dindar bir kadının lüks tüketime eşinin, babasının ve/veya erkek kardeşlerinin onayı ve tabii ki finansmanı olmadan yönelmesi mümkün değildir” diyor Çakır; “Dolayısıyla işin içindeki erkek boyutunu göz ardı edip sadece (süslüman!) kadınları görmek, onları eleştirmek, hatta suçlamak tek kelimeyle haksızlıktır” diye ardından devam ediyor. Dindar kadın meğer ‘birey’ değilmiş! Bu işte çok ilginç…. Dindar kadın bu durumda ehil insan sayılmıyor özetle… Giydiğinden ve çıkardığından tek başına sorumlu tutulamıyor. Ama başörtüsünde bunun tam tersi söylenmiyor muydu? Paradigma başörtüsü olduğunda, “dindar kadının bireysel tercihi ve özgürlüklerine” toz kondurulmazken… Aynı kadının giyim tarzını eleştirmeye iş geldiğinde “bireysel tercihler” yok olup kadük sayılıyor. Kadın, birden birey olmaktan çıkıyor. Abrakadabra! Pes! “Kocası, abisi, babası dururken dindar kadını eleştirmek de neyin nesi? Dur orada!” türünden bir ayar geliyor acilen... Dindar kadınlar yalnız abi, koca, baba... Her neyse evin erkeklerinin, iradeleri olmayan uzantıları haline getiriliyor. Bu sebeple eleştiriden muaf tutulmaları, -bir çeşit “engelli” gibi- son kertede onlara fiili bir “pozitif ayrımcılık” zırhının sağlanması isteniyor… Süslümanlara, İslamcı cenahtan gelen “cemaatçi, ümmetçi” eleştiri kanalları“serbest atış” her halükârda açık tutulurken seküler eleştirinin -“sen ne hakla dindar kadını eleştirirsin! Dindar kadından ne anlarsın? Seni gidi ayrımcı”kontenjanından- önü kesilmiş oluyor. Çifte standardın böylesi Ruşen Çakır’ın “Süslüman Taşlamak” yazısını Türkiye’nin “Müslüman Demokrasi” standartlarını faş etmesi anlamında, alabildiğine çarpıcı buldum. İlerde dönüp dönüp bakmak için çerçeveletip duvara asılacak bir yazı bu. Ruşen’e kalırsa “Süslüman” sözcüğü başlı başına sakat her şeyden önce… “Süslüman’ tabiri ilk gözüme çarptığında, bir yazım hatası olduğunu sanmıştım” diyor R. Çakır; “Sonra araştırınca, lüks tüketim tutkunu muhafazakâr kadınları tanımlamak için ‘süs’ ve ‘Müslüman’ kelimeleri birleştirilerek türetilmiş bu yeni tabirin yaklaşık 4 yıl önce sosyal medyada dolaşıma girmiş olduğunu öğrendim…” Ruşen’in satırlarından deyimi yadırgadığı anlaşılıyor. Burada da gene “seküler eleştiriye” tahammülün dar tutulan sınırlarının, başka bir boyutunu görüyoruz. Sözcüğün içerdiği “dünyevi” eleştiri ve kinaye dozu, kısa devre yapmak ve hafiften şöyle bir kontak attırmaya yetiyor… Kırmızı çizgilerle küçük parantezlere alınan düşünce ve ifade özgürlüklerinin,“Müslüman demokrasi” standartlarının göstergesi gene bu da… “Süslümanların” iddialı, abartılı tarzları toplumun sürekli gözü önünde olacak ve -milletin ağzı torba değil büzesin- orada burada konu edilecek; sosyal medyada gerçek bir “olgu” boyutuna ulaşacak ama sekülerlerin haddine düşmemiş onlar, mesele üzerinde ahkâm kesemeyecek. Tartışma ana akım medyaya girdiği anda derhal bir “Hop dedik!” sinyali gelecek. En ön safta bu sinyali yılların gazetecisi Ruşen Çakır verecek. İyi ki savcılığa falan başvurmaya kalkmamış Ruşen! Yaa.. evet… ne diyorduk? Durmak yok yola devam… Nilgün Cerrahoğlu /25 Mayıs 2013 - Cumhuriyet
-
#DirenODTÜ
21 Ekim Pazartesi saat:12.30'da ODTÜ Hazırlık E binası önünde buluşma... Talana, ranta karşı fidan dikerek direnmeye...
-
GuNuN SoZu (SeNCe)
Şefkat ve özverili bir dostluktan gayrı her şey geçicidir / George Sand
-
GÜZEL GÖRÜNEN NE VARSA!
- GÜZEL GÖRÜNEN NE VARSA!
- Er Utku Kalı'ya bitmeyen kin!
Gizli belge sızdırma suçlamasıyla tutuklanan er Utku Kalı hastanede bile tecritte. RedHack tarafından yayımlanan Reyhanlı belgelerini sızdırmakla suçlanan er Utku Kalı, pazartesi günü hâkim karşısına çıkacak. Kardeşinin aynı zamanda avukatlığını da yapan Ceren Kalı, Utku Kalı’nın gördüğü baskılar nedeniyle hastanede kendini yaraladığını söyledi. Ceren Kalı, ‘’21 Ekim’de mahkeme var ve burada ifade verebilecek mi bilmiyoruz’’ dedi. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs’ta meydana gelen bombalı saldırılarla ilgili RedHack tarafından yayımlanan ve olayın El Nusra Cephesi tarafından yapıldığına ilişkin belgeleri sızdırdığı iddia edilen er Utku Kalı, 21 Ekim’de hâkim karşısına çıkacak. Gördüğü baskılar nedeniyle intiharın eşiğine gelen Kalı ise hastanede tedavi görüyor. Kalı’nın avukatı da olan ablası Ceren Kalı, baskılar nedeniyle kardeşinin hastanede kendisini yaraladığını belirterek, “Görüşmemize izin vermiyorlar. Oldukça endişeliyiz” dedi. Kalı davasını takip eden CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ise “AKP müttefiki El Nusra Reyhanlı’yı kana bulayıp 53 insanımızı katletti, fatura er Utku Kalı’ya çıkarıldı” diye konuştu. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs’ta meydana gelen ve 53 kişinin öldüğü saldırılarla ilgili RedHack tarafından yayımlanan belgelerde Suriye’de faaliyet gösteren El Kaide yanlısı gruplara ulaştırılmak üzere hazırlandığı iddia edilen bomba yüklü araçlara ilişkin detaylara yer verilirken bu araçların Suriye tarafından arandığı bilgisi Jandarma İstihbarat raporlarıyla ortaya çıktı. Amasya İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı E Tipi Kapalı İnfaz Kurumu jandarma karakolunda er olarak askerlik yapan Utku Kalı, belgeleri RedHack’e sızdırdığı iddiasıyla tutuklanarak, Sivas 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Cezaevi’ne konuldu. İntiharın eşiğine geldi Cezaevinde gördüğü baskılar va tecrit sonucu psikolojisi bozulan ve intiharın eşiğine gelen er Kalı, “travma sonrası stres bozukluğu” tanısıyla 5 Eylül’de Erzurum Fevzi Çakmak Askeri Hastanesi’ne yatırıldı. İki hafta sonra “iyileşti” denilerek taburcu edilen Kalı, yeniden cezaevine gönderildi. 4 hafta önce Cumhuriyet Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda muayene edilen Kalı, tedavisi için Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edildi. Ancak askeri yetkililerin girişimleri sonucu Kalı’nın tedavisine GATA’da devam edilmesine karar verildi. Doktorların, tedavinin kesintiye uğratılmaması yönündeki uyarılarına karşın, Kalı’nın sivil bir hastanede kalmasına izin verilmedi. “Devletin gizli belgelerini açıklamak” suçundan 25 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Kalı, 21 Ekim’de Samsun 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıkacak. Kalı’nın ablası ve avukatı Ceren Kalı, “Başından beri haksızlıkla, hukuksuzlukla karşı karşıya kaldık. Kamuoyunun bize desteğiyle çok ciddi zorlukları, haksızlıkları göğüsleyebildik. Delil toplama adı altında hukuka aykırı arama yapılamaz. Tutuklu hastaların da hakları vardır. İşkence hiçbir ad, şekil, bahane adı altında kabul edilemez” dedi. Kardeşinin askeri hastanede yatırıldığını ve durumunu bilmediklerini vurgulayan Kalı, “Bir infaz koruma memurunun hakarete varan eylemi nedeniyle hastanede kendisini yaraladı. Oldukça endişeliyiz. Görüşmemize asla izin verilmiyor. 21 Ekim’de mahkeme var ve burada ifade verebilecek mi bilmiyoruz” diye konuştu. Ulusalpost- #DirenODTÜ
Burası İstanbul, Galatasaray Lisesi önü. Türkiye, ODTÜ'deki polis saldırısına karşı ayağa kalktı.- Yorumsuz
- GÜZEL GÖRÜNEN NE VARSA!
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.