evrensel-insan tarafından postalanan herşey
-
Telekinezi Nedir?
Gercegin gercekligini bilimsel olarak aciklar misin?
-
Ateist aile müslüman olmaya karar verdi
Ilkel Dinlerin Dogusu ve Yayilmasi İlk çağlardaki neolitik, mezolitik ve paleolitik devirlerindeki inanışlar Tek tanrılı dinlerden önce insanlar çok tanrılı inanışlara sahipti. İlkel insanlar doğada gördükleri ama açıklayamadıkları güçlere tanrılık atfettiler. Gökyüzü, yıldızlar, ateş, Güneş ya da onları etkileyen herhangi bir doğa gücü onlar için tanrısaldı. Bilinen en eski inançlardan biri "ana tanrıça" kültüdür. Doğurganlığı, bolluğu ve bereketi temsil eden ana tanrıça fikri, isimleri bölgelere göre değişse de aynıydı. Kibele, Artemis, İştar, Astoreth ya da İnanna, ana tanrıçanın isimlerinden yalnızca birkaçı. Çok tanrılı inanışların en çok bilinen örnekleri Eski Mısır ve Eski Yunanda karşımıza çıkıyor. Doğa güçlerinin kişileştirildiği bu dinlerde her tanrı ya da tanrıça ayrı bir gücü simgeliyordu. Eski Mısırda Osiris, İsis, Seth, Hathor, Ra, Amon gibi büyük tanrıların yanında firavunların da tanrı olduğuna inanılırdı. Eski Yunandaki belli başlı tanrıçalar ve tanrılarsa Zeus, Hera, Apollon, Poseidon, Hades, Afrodit, Hermes idi. Benzeri çoktanrılı inanışlar farklı tanrı ya da tanrıça isimleriyle dünyanın her yerinde görülür. Eski Türklerse şamanist inanca sahipti. Buna göre iyiliğin temsilcisi, en büyük tanrı olan Gök Tanrıydı. Kötülükse, yer altında yaşayan Erlik Han adıyla kişileştirilmişti. Tek tanrı inancının yerleşip yaygınlaşmasıyla bu dinler terkedildi. Gökhan Tok Kaynak: Tübitak İLKEL DİNLER Dinlerin özü sayılan kutsal fikrinin kök ve kaynağı hakkında 4 teori vardır: Ruhçuluk (animisme), Tabiatçılık (naturisme), Totemcilik (totemisme) ve Vahiycilik (Revelationisme). İlk üç sistem üç ilkel dini karşılar. Dördüncüsü evrensel ve göksel dinlerin ayırt edici niteliğidir. Bu sonuncusu kelam (theologie) konusu olduğundan incelenmesi oraya düşer. İlk üç teori dinler tarihinin konusudur. Fakat kök ve nedenlerinin araştırılması aynı zamanda din sosyolojisini ilgilendirir. Her üçü de ilkel din kadrosu içinde olmakla beraber bunlardan hangisinin daha eski olduğu sosyologları düşündürmüştür. Bu araştırmaya başlamadan önce en ilkel dinden ne anlaşıldığını belirtmek yerinde olur. En ilkel dine yalınçlık bakımından en aşağı basamakta yer alan bir toplumda rastlanır. Böyle bir dinin başka bir niteliği de kendinden önceki bir dinin tarifine başvurulmadan açıklanabilmesidir. Bu kısa ön sözden sonra sırasıyla ruhçuluk, tabiatçılık ve totemciliği inceleyelim. A) RUHÇULUK (Animisme): Ruhçuluk teorisine göre kutsal fikrinin esası, insanlardan tabiat ve eşyaya aktarılan eş (ruh)’tur. İyi ve kötü ruhlar vardır. iyilerin yardımını sağlamak ve kötülerden korunmak için dua etmek, törenler yapmak, adaklar adamak gerekir. İnanç tören ve tapınmaların bir bütünü olan dinlerin böylelikle doğdukları ileri sürülmektedir. Terimin, felsefe, sosyoloji ve dinler tarihindeki anlamları başka başkadır. Felsefede animizm, ruhu, hayatın başlangıcı sayan bir sistemi gösterir. Sosyolojide ruhçuluk, toplumun, insan iradesine benzeyen ruhların iradeleriyle yönetildiğini benimseyen sistemdir. Dinler tarihinde Ruhçuluk ilkel bir din olarak ele alınır. Bununla, dinler tarihi bilgilerinden Edward Burnette Tylor etraflıca uğraşmıştır. Bu yazara göre animizm ilkel kavimlerin en eski dinidir. Ölüm ve rüya olayları, ilkel insanda ruh fikrini doğurmuştur. İlkel insanlar kendilerinde gövdeden ayrı bir başlangıcın varlığını fark etmişlerdir. Can çekişen bir insanda ölümü gösteren belirti soluğun kesilmesi olduğundan ilkel insan, ruhun gövdeden ayrı soluk, hava ve benzeri türden bir şey olduğu kanısına varmıştır. Bugün bir inançta Amerika, Avustralya ve Afrika’nın bir çok bölgelerinde sayısı milyonları aşan insan vardır. İlkel insanların ruhu beden dışında tasavvur ettikleri doğru ise buna vermekte oldukları anlam başka başkadır. Mesela bazıları ruhları yiyen, içen ara sıra gövdeden ayrılarak uçan, avlanan, uçtuklarında insanlara duyuracak derecede ses çıkaran varlıklar olarak anlarlar. Bazları da yine aynı niteliklerde olmakla beraber bunların akışkan bir şey olduklarına inanırlar. Başkaları da gölgenin insanın yanında yürümesi, insan hayalinin duru suda görülmesi, sesin aksetmesi ve benzeri olaylara bakarak ruhu hafif buğu türünden bir şey olarak tasavvur ederler. Fakat genel olarak ilkel insanların ruhu son derece inc bir madde olarak tasarlandıkları her dilde buna verilen adlardan anlaşılmaktadır. Fransızca ruh anlamındaki (esprit) kelimesi Latincede solunmak anlamına gelen (Spiritus) sözünden gelmektedir. İngilizcede aynı anlamda (Soul) veya (Spirit) sözü kullanılır. Eski Yunanda Psukhe sanskritçede ruh anlamına gelen (Atman) kelimesi aynızamanda rüzgar, hava, nefes dmektir. Farsça’daki (revan) sözü bu anlamda kullanılır ki bu da yürümekle ve rüzgarla ilgilidir. Arapça’daki ruh kelimesinin rüzgar anlamındaki (riyh) koku anlamındaki rahiyadan geldiği herkesçe bilinmektedir. İbrani dilinde nefes sözü de yine solumak anlamındadır. İnsanlık alemi hayatın sonu olan ölüm olayını soluğun kesilmesi şeklinde görerek ruhu hava gibi bir şey sanmıştı. Rüya olayı karşısında da ruh bağımsız ve duyularla farkına varılmayan bir cevher sanılmıştı. Ölüm, olayı ruhun bir soluk, rüya ise bu ruhun gövdeden ayrı bir cevher olduğu kanısını vermiştir. Bu duruma göre ruhun iki niteliği ortaya çıkmış demektir. bu da ruhun soluk veya nesef oluşu ve gövdeden ayrı bir cevherden meydana gelişidir. Bu konu ile başta Tylor olmak üzere Dawson, Roth, Parker, Strehlow gibi bilginler uğraşmışlardır. İlkel kavimlere göre düş, eşlerin geçici olarak gövdeden ayrılıp başıboş dolaşması, ölüm ise bu eşin sonsuz olarak gövdede ayrılmasıdır. Hayalet, cadı, hortlak masalları kaynaklarını buradan almışlardır. Tylor, filozof Hume’un ortaya attığı iyi ruhlar (ervahı tayyibe-Esprits bienveillants) kötü ruhlar (ervahı habise-leseprist hostiles) tasnifinden yararlanmıştır. İlkel toplumlar ata ruhlarını iyi ruhlardan sayarak onlardan yardım dilemişler; nedeni bilinmeyen çıldırma, delirme ve çarpılma gibi durumları kötü ruhların varlığına yormuşlardır. Bunun bir sonucu olmak üzere ilkel toplumlardaki Atalara Tapınma (Cute des Abcetres) fetişizm, büyücülük, cincilik, bakıcılık gibi inançların animizmden doğmuş olduğu ileri sürülebilir. İlkel insanlara göre ruh i’e ervah birbirinden ayrıdır. Ruh gövdeye bağlıdır. Ruhların bulunduğu yer gövde olmakla beraber istediği zaman gövdeden ayrılan ruhlar geçirdikleri değişiklik dolayısıyla ervah olmuşlardır. Ölen bir kimsenin ruhu bir ervaha karışarak insan toplumlarından ayrı bir ruhlar alemi meydana gelmiştir. Bu konudaki fikirlerin incelenmesiyle şöyle bir durum ortaya çıkar: Ervah insanların arasına karışarak ya onları nezih, kibar, şanslı yapar yahut deli, nöbetli, saralı, çarpık hasta eder. Bundan dolayı insana benzetilen ruhların öfkesini gidermek üzere adaklar adanır, kurbanlar kesilir ve dini törenler yapılırdı. Davranışlarına göre ruhların kimisine iyi kimisine kötü denmiş ve sonunda iyiler tanrılara, kötüler ise şeytan ve cinlere dönmüştür. Tylor bu açıklama ile ilk dinin animizm olduğu sonucuna varmıştır. Bu yazara göre ilk törenler, cenaze törenleri, ilk adaklar ölülere sunulan yiyecekler ve ilk tapınaklar ise ataların mezarbaşı olmuştur. Tylor’a göre din, atalara tapıunma ile başlamış ve tabiata tapınma yoluna gitmiştir. İnsanlardaki ruhu veya benzerinin hayvan, bitki ve canmsızlarda olduğu sanılmış ve bunların öfkelerini gidermek için gerçek anlamı yakınlık olan kurbanlar (Kurbiyet’ten gelir) kesilmiş, törenler yapılmış ve adaklar adanmıştır. O halde natürizm diye bilinen tabiata tapınma animizmin bir devamı ve ikinci bir aşaması olmuştur. Herbert Spencer, Tylor nazariyesinde atalara tapınma kısmını kabul etmiş, fakat tabiatatapınmanın atalara tapınmadan daha ileri bir şekil olduğunu reddetmiş. TABİATÇILIK (Naturisme ou animatisme) Bu teori, kısaca fizik çevrede rastlanan kuvvet vevarlıkların kişileştirilme ve tanrılaştırılması demektir. insanlar gök gürültüsü, yabardağ, yıldırım, fırtına, kasırga, ay, yıldız, karanlık, güneş, güneş tutulması, ateş, deniz ve ırmak gibi büyük tabiat olayları karşısında hayret, korku ve saygı duymuşlar ve onlara tapınmağa başlamışlar. Tabiatçılığa göre din buradan çıkmıştır. Natürizme tabiat dini diyenler de vardır. eskiler naturizm ile natuealizmi birbirinden ayırt etmek için Natürizme Teb’aniye, Naturalizme tabiiye demişlerdir. Sosyolojide naturizmö dinin kaynağını tabii kuvvet ve varlıkları tanrılaştırmada bulan bir sistemin adıdır. Teori, Hindin kutsal kitabı olan Vedaların (Las Vegas) bulunması sonunda olağanüstü bir önem kaanmıştır. Bu öğreti son devirlerde Max Müller tarafından düzgün bir sistem haline getirilmiştir. Durkheim’in pek çok hırpaladığı bu teorinin esası şöyledir: İlk olarak dünyayı görmeğe başlayan insanoğlunun gözünü amaştıran, dikkatini çeken ve ponu hayrette bırakan şey tabiat olayları olmuştur. Tabiat, ilkel insanı gözünde en büyük bir yaşama etkeni, en güçlü bir dehşet nedeni ve sonsuz harikalar alemi olarak görülmüştür. Tabiatın gözlere sunduğu çeşitli görünüşler ruhlarda çabucak din fikrini uyandırmış, böylece naturizm denilen inanç sistemi doğmuştur. İnsanların olağanüstü olaylarla dolu olan bu alemdeki varlıkları tabii karşılaması için uzun yıllar geçmiş ve sonunda insanoğlu tekrarlanan bu tabii olayları önceden görebilmek sırrına ermiştir. Max Müller bu nazariyesini Hind’in Vedalar'ından çıkarmıştır. Vedalar, Hindi-Avrupai bir dille yazılmıştı. Burada tanrı adları tabiat güçleini gösteriyordu. Örneğin en önemli tanrılardan birinin adı Agni’dir. Agni, ateş demektir. Hindi-Avrupai dillerde bunun karşılığı vardır. Latince’de İhniş, İngilizce’de İgnition türevleri Agni ile ilgilidir. Bu ise Max Müller ögretisini (teorisini) doğrulamaktadır. Bunun gibi Sanskrit dilince parlak gök anlamında olan Dyaus, Yunanca’ya Zeus, Latinceye Jovis, İtalyanca’ya Dio, Fransızca’ya Dieu, İspanyolca’ya Dios olarak geçmişti. Bu nazariyeden yana olanlara göre ilk tanrıların tabiata vetabiat güçlerine bağlı bulunması, ilk dinlerin tabiatçılık olduğunu gösterir. Söz, dikrin hem dış kalıbı hem de onun iç çemberidir. Bu bakımdan denilebilir ki kelimeler yardımıyla fikirle rdoğmuştur. Az sonra tabiat güçleri insanlara benzetilmiş kişiselleştirilmiş ve böylece maddi aleme bir de ruhi alem eklenmiştir. Bu görüşe, Emile Durkheim takışmıştır. En son buluşlara göre ne naturizm ne de animizm en eski ve en ilkel bir din olarak alınamaz. Fakat işin gerçek yönü her ikisinin de insanlık inançlarını yöneten ilkel dinlerden olmasıdır. C) TOTEMCİLİK (Totemisme) Totem bazı ilkel kılanların atası sayılan ve bu sıfatla kutsal tanınan hayvan, bitki ve cansıza verilen bir addır. Kelimenin Kuzey Amerika’daki Algonkin (Algonquins) kabilesinden alındığını bir çok yazarlar söylemişlerse de Prof Hz. Ülken bunun Arunta kabilelerinden Ojivayların kendi kılanlarına verdikleri ad olduğunu ve terim olarak bütün bu türlü amblemler için kullanıldıüını bildirmektedir. Bazıları asıl deyimin Otam olduğunu, ileri sürerler. Reinach’a göre otam veya totem yukarıda sözü geçen kabilenin dilinde belirti, (alamet) veya işaret demektir. etnoğrafyanın en ilkel topluluk olmak üzere gösterdiği ilk örnek klandır. Klan üyeleri, kendilerinin bir hayvan veya bitkiden geldiklerini sanar ve o hayvan veya bitkiyi kutsal sayarlardır. Toplumların en ilkel şekli olan klanın din ve toplum teşkilatına kısaca totemizm denir. Totemizmde ayırt edici nitelikler, üyelerin ana tarafından akraba olmaları, dış evlenme, totem inanı, mantık öncesi zihniyet ortaklaşa mülkiyet ve parazit ekonomi olarak özetlenir. Bir klanda hekes birbirinin akrabasıdır. Buakrabalık kandaşlığa dayanırsa da bu gerçek değil, saymacıdır. Diğer bir nitelikte her klanın taşıdığı ad, o klanın sıkıca ilgili bulunduğu eşya, bitki vehayvandan birisinin adı olmasıdır. Klan üyeleri ile bu eşya, bitki veya hayvan arasında bir akrabalık varsayılır. Bir klanı diğerinden ayıran o kılanın totemidir. Klanın totemi üyelerden her birinin totemidir. Klan büyük çapta bir aile sayılabilir. Burada inceleme konusu ikidir: Biri, bu en küçük toplumun, toplumsal, öteki ise dini durumudur. Fakat bu iki hal birbirinden ayırt edilemeyeceğinden her ikisi de bir arada incelemek yerinde olur. Klan üyeleri kendilerinin bir totemden geldişklerine inanırlar. Bu ise her klanın toptemini kutsal saymasının bir sonucudur. Totem kadar klan üyeleri de kutsal sayıldığından bunların birbirleri ile evlenmeleri yasaktır. Bundan dolayı dış evlenme kuralı klanın temelli bir niteliğidir. Totem yenmez; çünkü kutsaldır. Totem, totemin tasviri olan şuringa ve klan üyeleri (her üçü de) kutsaldır. Şuringa (Churinga), totemin taş veya tahta parçalarından yapılmış bir sembolüdür ve kutsaldır. Klan üyeleri de kutsaldır. Durkheim, bütün dinlerin totemizmden çıktığını iddia etmekte ve bu dinlerde totem yerine tanrıyı koyunca yeni dinler için bir açıklama şekli bulunacağını ileri sürmektedir. Totemizm etrafında toplanan insanlar, eylem ve eşyayı kutsal ve kutsal dışı diye ikiye ayırır. Bu ise totemizmdir, bir din olduğunda hiçbir şüphe bırakmaz. İddia edildiğine göre totemizm bugün bilinen dinlerin en ilkel şeklidir. Nasıl klan ilkel bir toplum şekli ise, totemizm de buna bağlı ilkel bir dindir. Totemi olmayan kılan yoktur, nerede kılan varsa orada totemcilik vardır. dış evlenme dolayısıyla kılan teşkilatı iki kılanın varlığını gerektirir. Başta Durkheim olmak üzere bir çok bilginler totemizm hakkında nazariyeler kurmuşlardır. Durkheim’ı bir yana bırakırsak bunlar totemizmi en ilkel din olarak kabul etmezler. Totemizm sanıldığı gibi hayvana tapma değildir. Totem hayvanı, tapınılan tek bir varlık değildir. Kılan üyeleri de totem kadar kutsaldır. Totemizm bitkiye tapma da değildir. Totemizm biri kişiye ötekisi kılana bağlı olmak üzere iki türlüdür. Kişisel totemizm totem dininin ferdi bir görünüşüdür. Totemizmin ilki, kişisel totemizm olup kılana bağlı totemizm bundan çıkmıştır. Bu duruma göre din ferdin vicdanından doğmuş demektir. kılana bağlı totem ise ortaklaşa bir totemdir. Kılan totemi, gerçekte yavaş yavaş genelleşmiş kişisel totemden başka bir şey değildir. Frazer, totemizmi bir sihirler dizisi olarak görür. Bu görüş yanlıştır. Çünkü totemizmde kutsal ile kutsal-dışı ayrımı vardır. bu ayrımı yapan sistem ise bir dindir. Burada kutsal olan totem denilen nesne, hayvan veya bitki değil, fakat bunlarda gizli olduğu sanılan mana gücüdür. Buna siukslar Vakan, Urukvalılar ve Malenazyalılar mana adını verirler. Türkler buna Kut, Ziya Gökalp ise Altın Işık demektedir. Bu güç, kişisel değil ölümsüzdür. Yani kendinde mana gücü olan bitki ya da hayvan yok olduktan sonra da mana devam eder. Totem birbirinden farklı iki şeyi gösterir. Bir kere mana, totem, mabut veya hayat prensibi denilen şeyin duyulara çarpan dış görünüşüdür. Öte yandan kılanın bir sembolüdür. Totem, bir kılanı ötekinden ayırt etmeye yarayan bir belirtidir. Devrinin en büyük sosyoloğu olan Durkheim, bütün varlıkları kutsal, kutsal-dışı diye ikiye ayırmıştır. Tanrı ve ona bağlı olan her şey kutsaldır. Bunun dışında kalan kutsal değildir. Bu duruma göre dinin temel şartı, kutsal dışı olanların kutsal olanlara yaklaşmasını yasak etmektir. Tapınmanın iç yüzü ise kutsal olmayan (Zenim) insanın kutsal olan tanrıya yaklaşmasıdır. Bu sebepten ibadetin yapılabilmesi için yaratığın yaratana yaklaşması gerekir; bu ise ibadet edecek kimsenin kişisel duygudan kurtulması ile mümkündür. Çünkü ibadet eden kimse içten ve dıştan temizlenerek kutsallaşmalıdır ki aslında kutsal olan Tanrı’ya yaklaşabilsin. Bu sebeple Durkheim, ibadeti iki devreye ayırmaktadır. Din, insanın kutsal saydığı gerçeklikle ilişkisi; bu ilişkinin çerçevesini oluşturan inançlar, öğretiler, diğer yargıları,m davranış kuralları, tapınma biçimleri, ve kuramsal yapılar. Dinlerin temelini kutsal gerçekliğin olağanüstü ya da kişileşmiş bir varlığın “tanrı” biçimde tasarımlanması zorunlu değildir; bütün bir “tanrı” kavramını bütünüyle ya da büyük ölçüde dışlayan dinler de vardır.Kaynakwh: Dinlerin Temel Amacı: Dünyayı açıklamak değil, somut yaşantılardan esinlenerek dünyaya anlam kazandırmak, insanın çevreyle baş edebilmesini, kendi varoluşunu omuzlayabilmesini, başkalarıyla birlikte yaşayabilmesini sağlamaktır. Dinin Kökeni: Dinlerin gelişmesini açıklama çabası İlkçağ düşünürleriyle başladı. Sofist filozof Keoslu Kritos’a göre din, insanları ahlak ve adalete yöneltebilmek için onları korkutmak amacıyla uydurulmuştu. Politeia (Devlet, 1942, 1946) adlı yapıtında, yönetenlerin yönetilenlere devlet yararına bazı “güzel yalanlar” söylemesini gerekli sayan Platon da bir bakıma bu açıklamadan esinlenmişti. Sonraki Yunan düşünürleri arsında Euhomeros (İ.Ö 330 y. 260) tanrıların, tanrılaştırılmış birer insan olduğu yönündeki öğretisiyle özellikle çok tanrılı dinlerin yorumlanmasında uzun sürecek bir etki uyandırdı. Putperestliği açıklamaya çalışan Kilise Babaları, Euhomeros’un görüşlerinden büyük ölçüde yararlandı. Felsefi düşünceye tekrarlayıcı dinlerin egemen olduğu ortaçağda ise çoktanrılı dinleri insanın Tanrı’ya başkaldırarak kendi özündeki tektanrıcı inançtan uzaklaşmasıyla açıklayan yaklaşım sürüldü. Ama bütün insanların, tanrı bilgisine us aracılığıyla ulaşma yetisini doğuştan taşıdığı yönündeki öğreti, öteki dinlerde de bir doğruluk payı olabileceği düşüncesini giderek olgunlaştırdı. Böylece Rönesans ile birlikte dinleri karşılaştırmalı yöntemlerle inceleme doğrultusunda gelişen eğitimde temelleri atılmış oldu. Yeni çağda dinleri evrimci bir bakış açısıyla açıklamaya yönelik ilk önemli girişimlerden biri Giambattista Vico’dan (1668-1774) geldi. Vico’ya göre Eski Yunan dini önde doğanın, sonra insanın denetlemeyi başardığı güçlerin (Örn: ateş ve ürün) ardından kurumların (evlilik) tanrılaştırıldığı aşamalardan geçmişti. 18. Yy’da deneyci düşünür David Hume insanlık tarihinin başlangıcında yer alan çoktan tanrıcılık, doğal olayları saf bir antropomorfizmle açıklama çabasının ürünü olduğunu savundu. Özellikle tanrıların öfkesini yatıştırmaya yönelik tapınma biçimleri tek, sonsuz bir tanrısal varlığın yüceltilmesine yol açmıştı. Voltaire ve Denis gibi aydınlanma dönemi düşünürleri, putperestliğe ve dogmacı Hıristiyanlığa karşı çıkarken toplum düzenini sürdürmek için gene de bir “Tanrı”nın bir “doğal din”in varlığını zorunlu görmüşlerdir. Onlara göre çok tanrılı dinleri yaratan rahiplerdir. 19. yy’da dinleri antropolojik ve arkeolojik verilere dayanarak incelemeye girişen ilk bilim adamlarından John Lubback’ın (1834-1913) önerdiği evrim şemasına göre de insanlık tarihinin başlangıcında ateizm yer alıyordu; bu bile ilk aşamayı sırasıyla fetişizm, doğaya tapınma ve totemcilik, şamanizm, antropomorfizm, tek tanrı inancı ve son olarak da etik tek tanrıcılık izlemişti. Çağdaş antropolojinin kurucularından sayılan İngiliz etnolog Edward B. Taylor ise en eski ve en temel di biçiminin animizm olduğunu savunuyordu, bu temelde fetişizm, cinlere inanma ve çok tanrıcılık gelişmişti. Tylor’a göre tek tanrıcılık, çok tanrıcı bir çerçeve içinde, örneğin gök-tanrı gibi büyük bir tanrının yönetilmesi sonucunda doğmuştu. Herbert Spencer ise animizmin değil, atalara tapınmanın temel din biçimi olduğunu öne sürüyordu. Buna karşılık Andrew Log ve Wilhelm Schmidt gibi araştırmacıları bulguları, bazı ilkel toplumlarda “öncü tek tanrıcılık” adı verilebilecek bir tür yüce tanrı inancının da görüldüğünü ortaya koydu. Uzakdoğu’nun bazı bölgelerinde nüfusun çoğunluğu birden çok dine bağlıdır. Çin, Kore, Vietnam dinleri Mahyana Budacılığı, Taoculuk, Konfüçyüsçülük ve halk dinlerini içerir. Japon dinleri Şinta dini ile Mahyana Budacılığıdır. Dinsel konular Roma İmparatorluğu’nun yıkılışıyla 14. Yy’da başlayan Rönesans arasında yer alan ortaçağda Resim ve Heykel’in yanı sıra Mozaik, İkona, İllüstrasyon ve kitap resimleri de görülürken, Rönesansta başlayarak en çok Hz. İsa, Meryem Ana ve Azizler’in yaşamına ve Hıristiyanlığa ilişkin konu (kutsal aile, kutsal konuşma vb.) ve söylenceler ele alınmıştır. Hıristiyanlığın dışında Doğu’da Budacı sanat ile Mısır, Mezopotamya ve Hitit başta olmak üzere çeşitli uygarlıklar Mitozolerine dayalı yapıtlar da bu bağlamda değerlendirilir. İslam ise Minyatürlerdeki örneklerin dışında dinsel konuların betimlenmesi yerine Müslümanlık ile ilgili Hayat Ağacı gibi simgesel anlamlı örneklere yer verilmiştir. Üçlü Bir Tek Tanrıcılık: Hıristiyanlar yavaş yavaş Baba’dan Oğul’dan ve kutsal Ruh’tan oluşan tek bir tanrı anlayışını geliştirdi. Hıristiyanlar tanrı gerçeğinin sırrına yavaş yavaş vardılar. Petrus’un İsa Peygamber’in gerçekte Mesih olduğuna gözleriyle görüp inanmasından ve Thomas’ın İsa Peygamber’in dirildiğine inanışından yola çıkan harariler ve halefleri zamanla herkesin anlayabileceği akılcı bir doktrin geliştirdiler. Teslis, yani İsa Peygamberin 3 ayrı kişiliğinde tek bir Tanrı’ya olan inanç, O’nun yaşadığı bazı olaylara doğar; vaftizi ve öldükten sonra Tablan dağında 3 harariye görünmesi İsa’nın güçlü kişiliği son olarak İstanbul konsilinde onaylanır. “Tanrının tek oğlu gerçek Tanrı’nın doğmuş fakat doğurulmamıştır ve Ruhülkudüs babada askar ve baba oğul ile birlikte tapılır”. İslam sanatı daima soyuta yönelmiştir. Bu yüzden geometrik unsurları tercih etmiş, tabiattan aldıklarını adeta “tabiatsızlaştırarak” almıştır. Bu durum sadece süsleme sanatını değil, minyatür sanatını açıklamak için de bize ipucu vermektedir. Kaligrafi, arabesk ve minyatür sanat kollarının gelişmesini sadece “tasvir yasağı” gibi puta tapmayı önleme gayesini güde bir tedbire bağlamak doğru değildir. Aslında İslam dünyasında tasvir, çok yaygın olmamasına rağmen, daima varolmuştur. Soyuta yönelişin arkasındaki itici güç, kanaatimizce, yukarıda temas ettiğimiz tevhid ve tenzih prensipleri olmuştur. Ve bu prensipler “dini sanat”ta da “din-dışı sanat”ta büyük bir ciddiyetle gözetilmiştir. Sözü buraya getirmişken “dini sanat” hakkında bir noktaya işaret etmemiz yerinde olacaktır. Hemen belirtelim ki, İslam’da bir “dinin sanat”ın olup olmadığı hala tartışma konusudur. Hatta sanatın “dini olan” ve “dini olmayan” şeklinde ayrımının genel geçerliliği üzerinde bile görüş birliği yoktur. Bununla beraber, ayırımın pratik yararlar sağladığı da ortadadır. İnancın gereğini yerine getirme açısından bakıldığında, bir hamam ile bir cami aynı değildir; buna rağmen, bir hamamın mimari yapısı, tezyinatı vs.sinde sanatkarın (bir mü’min olarak) psikolojisi birinci derecede rol oynamış olabilir. bir eserin “dini” veya “sivil” olması, sanatkarın psikolojisi açısından değil, eserin fonksiyonu açısından bir anlam ifade eder. Biz, “İslam sanatı” derken genellikle şunu anlıyoruz. a) Dini bir görevin yerine getirilmesi gayesiyle ortaya konan eserler. Dini düşünce, inanış ve duyguları anlatan söz, yazı, sembol, hareket, yapı v.s. Her iki gruba giren sanat varlıklarının estetik açıdan idrak ve taktir edilme imkanını, eserlerin muhtevalarından bağımsız olarak düşünebiliriz. İslam sanatının bazı özellikleri hakkında yaptığımız bu açıklamaların gayesi, dini inancın sanat üzerindeki etkisine işaret etmektir. Her ikisi arasındaki ilişki, elbette zorunluluk ifade eden bir ilişki değildir. Sanat İslam’dan önce de vardı. Yine, kaligrafi, hüsn-ü hat vs. olmadan da İslam’ın inanç sistemi eksiksiz olarak mevcuttu. Ama bu durum, ne estetik hayatın inanç hayatı istikametinde ilerleyebildiği veya insanın iman tecrübesini takviye ettiği gerçeğini, ne de bazen sanatın inanca göre şekil ve muhteva kazandığı gerçeğini görmezlikten gelmemizi gerektirir.
-
Bilim insanları ölümün ışığını görüntüledi
Ben ayni sey oldugunu soylemedim. Bilim kurgu fictiondur. Fictiopn oldugu icin de fact icermez.
-
VİCDAN NEDİR ?
Akil ve duyguda dusunme yoktur, ikisi de otomatiktir, hafiza kullanir. Dusunce digerlerini icerir de, digerleri dusunceyi icermez. Bilinc te dusunce ile paraleldir. Akil ve duygu hafiza kullanir. Iste dusunce oldugunda dusunme ve sorgulama v.s. de oldugundan notrluk ancak dusunce de mumkundur. Yalniz bir de bilinc gerektirir, tek basina dusunce notrlugu saglamaz. Akli ve duyguyu hafizanin otoatikliginden dusunceye tasimak bilinc gerektirir. Dusunce de bilinc te ne akil gibi kendine yontar ne de duygu gibi karsi tarafa. Buradaki yanit empatik olarak notr olarak ve bilincli olarak "kusura bakma benim de ekonomik durumum sana bu konuda yardimci olmaya musait degil" dir. Ayrica spor arabanin gerekliligi onemi o kadar para yatirilmasi v.s. kisinin ekonomik ve her turlu sartlari temelinde degerlendirilip, kisi rahatlatilabilir. Seninkiler gibi mi? yani "atpati" Yuksuzluk o demek degildir, yuksuzluk dusunce ve davranis uzerinde subjektif bir yorum olmamasidir. Akil ile dusuncenin farkini farkina varanlar algilar. Akil ile akilci ayni degildir. Cunku akilci olmak dusunce gerektirir ve evet bilinc turu v e duzeyidir. Evet, farkinin farkina varamayanlar icin; farkli olmayabilir.
-
Dikkatli olanları görelim
68'dir. Cunku her sayi 11'er artiyor ve en son sayi 57 oldugundan; 57+11=68 Ayrica onlar hanesi, ? isaretine kadar; 1, 2,3,4,5, ? Birler hanesi de; ? isaretine kadar; 3,4,5,6,7, ? olarak ilerliyor. 5 ten sonragelecek onlar hanesi rakami-6 7 den sonra gelecek birler hanesi rakami da-8 Dolayisi ile yanit-68 Diger bir hesapla; 57+11=66. BIR DAKIKA cok onemli bir seyin farkina vardim. Soldaki rakam dizini 111 den baslayarak ve bir artarak; 112, 113, 114, 115 diye siralaniyor. FARKINA VARDIGIM ONEMLI SEY ISE- Sorunun siradaki 116 yi degil de, bir sonraki 117 yi sormasi. Yani 68 cevabi 116'ya tekabul ediyor. Ayni mantik ve 11 artirma ile 117=79 oluyor. Yani 68yaniti arada atlanmis olan 116'ya tekabul ediyor. Soru ise 117, yanit ta 79 Neyse 116 yi da bularak yanitlamis oldum. Dennise ve rebul dogru yaniti yazmislar ama; nasil bulduklarini aciklamamislar. Belki isaretleme imtihaninda tam not alirlar ama yanitlama imtihaninda tam not alamazlar.
-
Mantıksal Olabilirlik Olasılığı şeklinde bir kullanım doğru mudur ?
Determinizm, sadece beynin varliginda ve onun soyutlamasi olan numenal yetide mevcuttur. Bu da gunumuzde ve bizim algimiz ile, biziz. Ileride hayvanlarda gelisen beyinler de determinizme kavusabilir. Ayrica bizim algimiz ve bilgimizile ortaya konan hersety sadece bizi baglar ve bizim monologumuzdur. Insanoglu disinda baska bir fenomene determinizm yuklemek, "ne yapayim bu benim dogam, ne yapayim boyle dogmusum" temelli teslimiyetci biatci caresizlik iceren akilli tasarim zihniyetidir. Yani insanoglu kendi dusuncesi ileortaya koyduguna kendini teslim eder. Buradaki tum aciklamalar "bir insanoglu beyni determine edebilme yetisi ile dogar, yalniz determine olmus herhangibir degeri yoktur" ile ozetlenebilir. Yani insanoglu hic bir soyutlanmis ile dogmaz, sadece soyutlasma yetisi ile dogar. Burada ki "0" in kullanim anlami "soyutlama degeri yuku verisi tabusu v.s. tasimamak" anlamindadir. Yeti ile dogmakta "ogrendikce bilgilendikce soyutlayacak deger veri tabu verecek" anlamindadir. Bilimde bilimsel olarak kesin de suphe de yoktur. Epistemolojik yani bilginin kavramsal geldigi sinir olarak olgusal gecerlilik ve gozlemsel yanlislanabilirlik vardir. Bir seyin herkes icin gecerliligi de; yanlislanabilene kadardir. Istersen bu gecerlilik suresini kesinlik, yanlislanabilirlik olanagini da suphe olarak algilayabilirsin. Yani burada kesinlik/suphe temelinde bir monist "ya biri ya oteki" yoktur. Surec icinde ikisi ic icedir ve biribirini tamamlar. Kisinin aldigi karar iki temeldedir. Yani ona aldirilan karardir, yani kendi karari degildir; ya da serbest irade temelinde bireyselbilinc olarak kendi kararidir. Tabiki karar kisinin bulundugu yasam sartlari bunyesindedir. Bu temelde bagimsiz degildir, sadece kisinin kendi karari mi, yoksa kisiden alinmasi istenen karar mi farkidir. Gecmis deneyimler de yasamdaki deneyimlerdir, dogum oncesi degil. Bir kisi hic bir kelime inancsal ideoloji dogru v.s. temelli corefaith ile dogmaz.
-
Minik "çapulcular"
Ne yani, 4+4+4 elinde kalsinlar da dindar ve kindar mi yetissinler, evrim yerine yaraticilik ile beyinleri mi yikansin; bilimsel bilissel egitim yerine ilahiyat mi okusunlar? Kendi kendilerini guven ile bilgi ile bilinc ile yasam ve iliskilerinde ortaya koyabilmek ve hak ve ozgurluklerini talep edebilmek yerine; dincilik ve kindarciliga emir kulu mu olsunlar, verilene sadece biat mi etsinler, birey olmak yerine ummet mi olsunlar,
-
Dikkatli olanları görelim
117=68 Nasil buldugumu da sonra aciklarim.
-
Uludağ’da 3-5 kuruş için 3500 ağaç kesiliyor!
Bursalılar Uludağ’daki ağaç katliamına izin vermiyor 28 Temmuz 2013 Uludağ’ın Sarıalan bölgesinden Oteller Bölgesine ulaştırılmak istenen teleferik hattı için ağaçların kesilmesi Bursalıları ayağa kaldırdı Bursa’da doğa savunucuları 27 Temmuz’da binlerce ağacın kesilmesi üzerine önce Uludağ’da sonra da şehir merkezinde eylem yaptı. DOĞADER’in öncülüğünde 27 Temmuz sabahı yaklaşık 100 kişi, ağaç kesimlerini engellemek için Uludağ’a çıktı. Ağaç kesimlerini gören eylemciler, ağaçların önünde siper oldu. Ağaçlara sarılarak kesimi durdurmak için Uludağ’a çıkan çevreciler nedeniyle kesimlerin bugünlük iptal edildiği anlaşıldı. Ardından DOĞADER Uludağ alan sorumlusu Caner Gökbayrak bir açıklama yaptı. Gökbayrak, Bursa’nın sert lodosuna dayanacak nitelikte teleferiğin yapılabildiğini belirten yetkililerin her ne olduysa bir anda lodosu bahane ederek alçaktan giden teleferik için ağaç kesimlerine başladıklarını belirtti. Gökbayrak “Dünyada milli park oranı yüzde 6 olurken Türkiye’de yüzde 1’i bulunmakta ve bizler hala parklarımızı koruyamamaktayız. Ancak bizler bu yaşanan katliama dur demek için Uludağ’a sahip çıkarak bu kesimi gerek hukuki gerekte eylemliliklerimizle durduracağız” dedi. Açıklama sonrasında tulum eşliğinde halaylar çekildi. Ağaç kesim çalışmalarının başlama ihtimaline karşı beklenildi. Ardından alanda forum yapılması kararı verildi. Yapılan forumda bir komisyon kuruldu. Forumda her gün Uludağ’a gelinmesi kararı alındı. Akşam saatlerinde şehir merkezinde Diren Bursa’nın çağrıcılığında başka bir eylem yapıldı. Setbaşı’ndan Heykel önüne yürüyen Bursalılar ve çevreciler “Ağacıma, suyuma, ormanıma dokunma!”, “Taksim bizim, Uludağ bizim!” sloganlarıyla ağaç kesimlerine dikkat çekildi. Diren Bursa adına basın açıklamasını Elif Güven okudu. Güven, “Uludağ’da yapılmak istenen kongre merkezi ve otopark ile Uludağ Milli Parkı rant alanı haline dönüştürülmek istenmekte, turizmi geliştireceğiz denilerek tüm Bursa halkı kandırılmak istenmektedir. Yapılmak istenen Kongre Merkezine Bursa’nın işçileri, emekçileri, yoksulları gidemeyecek, tıpkı oteller bölgesindeki otellerde kalamadığı gibi. Bizler Gezi parkındaki “üç-beş ağaç” için Türkiye tarihinin en büyük direnişini yaratanlar, Uludağ’daki bu ağaç katliamına izin vermeyeceğiz” dedi. Taleplerinin otopark, kongre merkezi projelerinin iptal edilerek, Uludağ’ın Milli Park olarak kalması olduğunu belirten Güven açıklamasını böylece sona erdirdi.
-
Minik "çapulcular"
Ardanuç’ta ilk kez yapılan Yaz Okulu’na büyük ilgi 28 Temmuz 2013 Artvin Ardanuç’ta bu yıl ilk defa gerçekleştirilen Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve Ardanuç Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü Okumuş İnsan Halkın Yanındadır kampanyası gönüllü eğitmenler ve yöre halkının desteğiyle bir haftasını geride bıraktı Kampanya öncesinde ailelerle bir araya gelen üniversiteliler kampanya hakkında aileleri bilgilendirdi. Toplantı sırasında matematik, felsefe, müzik ve şiir, tiyatro, halk oyunları, yaratıcı işler, satranç derslerinden oluşan programın içeriği hakkında detaylı bir sunum yapan üniversitelilere Ardanuç halkının desteği büyük oldu. Toplantı sırasında söz alan bir veli Gezi Parkı direnişinden bahsederek üniversitelilerin Gezi’de umut olduğunu Ardanuç’a gelerek bu umudu büyüttüklerini dile getirdi. Dersler ve atölyelere yoğun ilgi 100′ün üzerinde kayıtlı öğrencinin olduğu kampanya bir haftasını hem öğrencilerin hem velilerin büyük ilgisiyle geride bıraktı. Bu hafta boyunca üniversiteliler öğrencilerle yaratıcı işler, müzik ve tiyatro derslerinde üretimler çıkarmak üzere çalışmalara başladı. Yaratıcı işler dersinde çocuklarla birlikte kitap ayracı yapan üniversiteliler ardından da Ardanuç Belediyesi’nin çocuklar için yolladığı kitapları öğrencilere yaş gruplarına göre dağıttı. Müzik ve şiir dersinde de koro çalışmalarına başlayan üniversiteliler daha şimdiden üç şarkıyı tamamlamış durumda. Bitmeyen Yol’un Hikayesi Okumuş İnsan’da Çocukların severek katıldığı müziğin dışında tiyatro ve halk oyunları dersine de ilgi yoğun. Tiyatro dersinde çocuklarla bir oyun hazırlanacak. Ayrıca Ardanuç’ta ironik durumuyla çay sohbetlerine konu olan ve yöre halkının tepkisini çeken 51 yıldır bitirilmeyen 60 kilometrelik Ardanuç-Ardahan yolunu (Dereyolu) konu alan bir skeç hazırlanacak. Bu hafta tiyatro dersinde nefes egzersizleri yapan çocuklar ayrıca KTÜ Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin bu yıl üniversitelerinde sahnelemiş olduğu Anam Bacım Avradım isimli oyunu izledi. Satranç derslerini daha zevkli hale getirmek için çocukları satranç taşı yapan üniversiteliler öğrencilerle birlikte hareket ederek satrancı öğretme çalışmalarına başladı. Ayrıca üniversiteliler her gün beş saat süren dersler nedeniyle acıkan çocuklar için bir beslenme saati oluşturdu.Bu saatte çocukların evlerinden getirdikleri yiyecekleri hep beraber yemeleri paylaşma duygusunun gelişmesini sağlıyor.
-
Gezi Parkı Halk Direnişi Günlüğü
İngiltere’den Gezi protestolarına destek 28 Temmuz 2013 İngiltere’nin başkenti Londra’da, Türkiye’deki Gezi Parkı protestolarına destek eylemi yapıldı Protestocular, ünlü sanat müzesi Tate Modern önünde düzenlenen eylemde “Diren Türkiye, Londra seninle” ve “Diren Gezi” dövizleri taşıdılar, Türkçe ve İngilizce sloganlar attılar. “Amaçlarının İngiltere’nin dikkatini Taksim’e çekmek olduğunu” söyleyen ve “belli bir gruba bağlı olmadıklarını” belirten eylemciler, İngiltere Hükümeti’nin Türkiye’deki şiddeti kınaması çağrısında bulundu. Eylemciler bu amaçla başlattıkları imza kampanyasına destek istedi. Davul, zurna tencere ve tava çalınan eyleme bazı İngilizlerin de destek verdiği görüldü. Nikki Donovan adlı bir gösterici “10 yıl önce çok sevdiğim bir Türk arkadaşım ekonomik zorluklara dayanamayıp intihar etti. Toplumdaki sosyo-ekonomik ayrılıklar insanların canlarını yakıyor. Bugün canları yanan Türk arkadaşlarıma destek olmak için buradayım” dedi. “Diren Hamile” Eylemde Türkiye’deki “direnHamile” gösterilerine de destek verildi. TRT’deki iftar programına konuk olan bir avukatın ‘hamile kadınların sokağa çıkmasının estetik olmadığı’ yolundaki sözleri tepkilere neden olmuştu. Gösteriye “hamile” olarak gelen Tuncay Gürhan adlı bir erkek eylemci, “Ben de anadan doğdum, bu eyleme katılarak bunu hissettirmek istedim” dedi. Kaynak: BBC Türkçe
-
Gezi Parkı Halk Direnişi Günlüğü
Armutlu’da binlerce kişilik Yeryüzü Sofrası: “Orucunu kanla açanlara direniyoruz!” 27 Temmuz 2013 AKP faşizmine karşı günlerce direnen Antakya Armutlu Mahallesi’nde binlerce kişinin katılımıyla Yeryüzü Sofrası kuruldu Antakya’nın Armutlu Mahallesi, günler süren direnişinin ardından dayanışmayı Yeryüzü Sofrası ile büyüttü. Antakya Dayanışması’nın çağrısıyla zengin iftar sofralarında halkı ötekileştiren söylemlerle değil, halkın mutfağından getirdiği azıkla, kardeşlik söylemleriyle kurulan sofrada Anti-Kapitalist Müslümanları temsilen İhsan Eliaçık ve arkadaşları ile Hatay milletvekilleri Hasan Akgöl ve Refik Eryılmaz da yer aldı. Antakya halkının Haziran direnişinde yitirdiği Ali İsmail Korkmaz ve Abdullah Cömert’in aileleri, Reyhanlı’da katledilenlerin yakınları, Alevi, Sünni, Hıristiyan, ateist, kadın, erkek, çocuk, yaşlı, bütün Antakya halkı kurulan Yeryüzü Sofrası’nda yan yana geldi. Halk, 19.00′da evlerinden yemeklerle, hasırlarıyla, minderleriyle buluştu ve yemeklerini hep birlikte yedi. Etkinlikte EHDAV Başkanı Ali Yeral, Hatay Halkevi Başkanı Eylem Mansuroğlu, SYKP adına Mehmet Karasu, HDK’yi temsilen Melis Bolar ve Taksim Dayanışması’ndan Ali Çerkezoğlu birer konuşma gerçekleştirdi.
-
Gezi Parkı Halk Direnişi Günlüğü
Polis Gezi Parkı’nı kapattı, yeryüzü sofrasına saldırdı 28 Temmuz 2013 Gezi Parkı’nda yapılacak olan Yeryüzü Sofrası öncesi Taksim Gezi Parkı ve Cumhuriyet Anıtı etrafı polis tarafından ablukaya alındı. İki direnişçiyi gözaltına alan polis, halkın Gezi Parkı’na girmesine izin vermeyince sofralar barikatın önüne, İstiklal Caddesi’ne kuruldu. Ancak polis bir süre sonra caddede sofra kuranlara saldırdı. Saldırıda polis 6 direnişçiyi gözaltına alırken, basın emekçilerinden de saldırıya uğrayanlar oldu 22.40 Fransız Konsolosluğu’nun önünde bir grup direnişçi halay çekiyor, bir grup müzik yapıyor, çevrede toplananlar da izliyor. 21.55 Polis, direnişçilerin ateş yakıp halay çektiği Mis Sokak girişine gelerek kitleyi dağıttı. 21.15 Polis, Taksim ve Gezi Parkı’nda öbek öbek bekleyişini sürdürüyor. 21.10 Polis yuhalamalar eşliğinde Taksim’e dönüyor. 21.00 Polis TOMA’yla İstiklal Caddesi’ne girdi. Yeryüzü sofrasındaki direnişçileri gözaltına almaya başladı. Twitter’da paylaşılan bu fotoğrafta polis İstiklal Caddesi’nde yeryüzü sofrasına oturanları gözaltına alıyor. 20.35 Gezi Parkı’na gidemeyen direnişçiler İstiklal Caddesi’nde. Yeryüzü sofrası artan katılımla uzuyor. Fotoğraf Ahmet Saymadi tarafından twitter üzerinden paylaşıldı. 20.20 Polis Gezi Parkı’nı kapatınca direniş sofrası polis barikatının önüne kuruldu. Ahmet Saymadi: “Gezi Parkı kapalıydı! Direniş soframızı polis barikatının önüne kurduk.” 19.45 Polisin Taksim ve Gezi Parkı çevresindeki anlamsız koşturmacası sürüyor. Belediye iftar masaları ile Gezi Parkı arasında 15-20 kişilik bir grup oturma eylemi yapıyor. Polis bu grubun çevresini de sarmış durumda. 19.30 Polis ne yapacağını şaşırmış halde. Önce belediyenin iftar masalarının etrafında çember oluşturdu. Bunun üzerine bir grup yurttaş, “Biz de polisimizi koruyalım” diyerek polisin etrafına geçince, polis hakaretlerle alandakilerin üzerine yürümeye başladı. Alanda çevik kuvvet polisleri anlamsız hareketlerle boş alanların etrafını çeviriyor, 5-10 kişi bir araya gelse dağıtmak üzere üzerlerine yürüyor. 19.20 Gezi Parkı önünden twitter üzerinden haber geçen Ahmet Saymadi: “Gezi Parkı’na iftara gelen HDK üyesi Haluk Ağabeyoğlu ve SYKP üyesi Dilan Mehmetoğlu gözaltına alındı.” 19.17 Polis kalkanlarla yürüyerek insanları Fransız Konsolosluğu’na kadar itti. Direnenlere spreyle biber gazı sıktı. Fransız Konsolosluğu önünde sloganlar atılıyor. 19.14 Parkın içini de boşaltan polis insanları Anıt bölgesine kadar zorla ilerletti. 18.28 Polisler, park içerisindeki direnişte hayatını kaybedenler için hazırlanan anıt mezarları dağıttı. Belediye ekipleri anıt mezarları çöpe atıyor.
-
Gezi Parkı Halk Direnişi Günlüğü
‘#Diren Gezi Parkı geliyorum’ fotoğrafının minik kahramanı doğdu Tarih28.07.2013 17:42 Hamile bir kadının karnında ‘#Diren Gezi Parkı geliyorum’ yazısıyla dikkat çeken o fotoğraftaki bebek doğdu. Bebeğin adı ‘Atlas Diren’ oldu T24 İlkim Yayınları'nın internet sitesi telgrafhane.org'da bebeğin anne ve babasının arkadaşı Taylan Özbay, yazdığı yazıyla bebeğin adını duyurdu. Edinilen bilgiye göre, genç çift daha öncesinde karar verdikleri Atlas ismine Gezi direnişi sonrası Diren’i de ekledi. Odatv'nin haberine göre, bebeğin babası Orkun Bey'in mektubu da aynı sayfada yer aldı. O mektup şöyle: “Tüm Çapulculara selamlar, Gezi Parkı gösterilerini ilk günden beri eşimle birlikte soluksuz olarak izliyoruz. Eşimin hamileliği nedeniyle biber gazı ve tazyikli suya maruz kalmaktan korktuğumuz için ne yazık ki orada bulunamadık. Sadece bir kere sırf sizlerle aynı havayı soluyabilmek için arabamızla Beşiktaş sahiline kadar gidip tekrar geri döndük. Orada bulunan ve sadece attıkları sloganlarla özgürlüklerini savunan herkesten yanınızda olamadığımız için özür dileriz. Hala içimizde bir burukluk ve sizlere karşı mahcubiyetimiz var. ‘Sizler sayesinde hayata umutla bakıyoruz’ Kısaca sizlere bizden, yani ailemizden bahsetmek isterim. Ben ve eşim bugüne kadar hiçbir siyasi partiye üye olmamış ve hiçbir gösteriye katılmamış apolitik insanlarız. İkimiz de üniversite mezunu ve özel sektör çalışanıyız. Herkes gibiyiz aslında… Borçlarımız, zorluklarımız, yerine getirmek zorunda olduğumuz sorumluluklarımız var ama sizlerin sayesinde hayata giderek artan bir umutla bakıyoruz. Bu duyguları yaşarken evde olmak gerçekten çok zor. En sonunda bir Pazartesi gecesi adeta tüm bu çaresizliğimizin dışa vurumu olarak eşimin aklına bir fikir geldi, ‘Hadi karnıma bir yazı yazıp paylaşalım?’; ikimiz de çok heyecanlanmıştık, ‘Nasıl yazacağız peki?’ diye sordum, çözümü göz kaleminde bulduk(!) Eşim, ne yazacağımıza benim karar vermemi istedi, ben de duygularımızı en yalın haliyle anlatabilmek için, ‘#Direngeziparkı geliyorum!!!’ yazdım. ‘Amacımız mizahi bir dille destek vermekti’ Amacımız gösterilere mizahi bir dille yaklaşarak destek vermekti, sanırım bu amaca da ulaştık. İki günde fotoğrafımız elden ele adeta çığ gibi büyüdü. Bu durum bizi hem çok mutlu etti hem de çok şaşırttı, bu kadar kişiye ulaşabileceğimizi tahmin etmemiştik. Sanırım sosyal medyanın zehir olarak görülme sebebi de bu olsa gerek. Fotoğrafımızın altına yapılan yorumları okudukça mutluluğumuz daha da arttı çünkü dışarıda direnen ağabeyleri ve ablaları bebeğimize sahip çıktılar, ona isimler taktılar ve bizlerin kim olduğumuzu bilmeseler de iyi dileklerini ilettiler. Fotoğrafı gören veya paylaşan birçok kişinin merak ettiği, bebeğimizin kız mı yoksa erkek mi olduğuydu. Bebeğimiz erkek ve adını dünyanın yükünü omuzlarında taşıyacak güce sahip olsun diye ATLAS koymaya karar vermiştik ama fotoğrafımız o kadar çok paylaşıldı ki, insanlar bebeğimize o denli anlam yüklediler ki onların dileklerine kayıtsız kalamadık ve bebeğimize ikinci isim olarak DİREN adını koymaya karar verdik. Yıllar sonra, adının anlamını merak ettiğinde 31 Mayıs 2013 tarihinden başlayarak yaşananları anlatacağız, Türk halkının tepkisini nasıl dile getirdiğini, birleşip nasıl tek vücut olduğunu anlatacağız. Adının böylesi bir hikayesi olduğu için gururlanacak ve her haksızlıkta isminin ağırlığına yakışır bir şekilde en ön saflarda olacak. Belki Gezi Parkı direnişine katılamadı ama sizlerin sayesinde daha özgür bir Türkiye’de büyüyecek… Gösterilerde yanında olamadığımız herkesten binlerce kez özür diler ve hepinize ayrı ayrı teşekkür ederiz.” Gezi Parkı olaylarında sosyal medyayı sallayan Atlas bebeğin ilk fotoğrafı:
-
PYD lideri Müslim: Türkiye Rojava'da anlaşmalı özerkliğe yeşil ışık yaktı
PYD seferberlik ilan etti, Suriye'de çatışmalar büyüyor Tarih29.07.2013 01:49 El Nusra Cephesi’nin PYD mevzilerine başlattığı saldırının ardından ‘Batı Kürdistan Halk İnisiyatifi’ Kürt gençlerini ‘direnişe katılmaya’ çağırdı T24 Suriye'de çatışmalar şiddetleniyor, ölü ve yaralı sayısı hızla yükseliyor. Son olarak, El Nusra Cephesi'nin PYD'nin ele geçirdiği bölgelere karşı başlattığı karşı saldırı geniş bir alana yayılırken, PYD'nin ele geçirmesiyle gündeme oturan Resulayn ve Ceylanpınar'a açılan sınır kapılarının El Nusra Cephesi tarafından ele geçirildiği iddia ediliyor.Milliyet'ten Namık Durukan'ın haberine göre; El Nusra, tank desteğinde ağır silahlarla PYD mevzilerine kapsamlı saldırı başlatırken, Resulayn ve Ceylanpınar’a açılan sınır kapısının PYD’den alındığı ileri sürüldü. PYD ise saldırının püskürtüldüğünü, El Nusra’nın birçok cephede büyük kayıp verdiğini açıkladı. PYD, El Nusra’ya karşı savaşmak için seferberlik ilan ederken, çok sayıda gencin savaşmak için bölgeye geçtiği ileri sürüldü. Çatışmalar Tal Abyad bölgesinde de şiddetlenerek sürüyor. Tal Abyad’a bağlı üç köyde süren çatışmalarda 11 El Nusra Cephesi savaşçısının öldüğü ileri sürüldü. Çatışmaların Türkiye sınır hattında uzanan ulaslararası karayolu ile petrol bölgesi Rimelan bölgesinde de şiddetlendiği, Girhok köyünde El Kaide bağlantılı islami grubun denetiminde bulunan Dicle şirketine bağlı petrol istasyonunun YPG güçlerinin eline geçtiği ileri sürüldü. İslami grupların birçok noktadan saldırı başlatmasına karşılık cepheye takviye kuvvet gönderilmesi için PYD tarafından Kürt bölgelerinde serferberlik çağrısı yaptı. “Batı Kürdistan Halk İnisiyatifi” adıyla yapılan çağrıda, El Kaide ve bağlı islami grupların bölgede, vahşi uygulamalar gerçekleştirdiği ve yüzlerce Kürdü kaçırdığı ve işkence yaptığı ileri sürüldü. Çağrıda, “Bu nedenle halkımızın seferberlik ruhu ile bu kutsal direnişe katılmaları gerekiyor. Biz Batı Kürdistan Halk İnisiyatifi olarak, tüm Kürt gençlerini yönlerini YPG merkezlerine vermeye ve direnişte aktif biçimde yer almaya çağırıyoruz” denildi. Seferberlik çağrısı üzerine El Kaide ve El Nusra Cephesi ile savaşmak için Suriye, Türkiye, Kuzey Irak, İran’dan yüzlerce kişinin bölgeye yöneldiği ileri sürüldü.
-
Selam
evrensel-insan şurada cevap verdi: omer_q başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımSitemize ve aramiza hosgeldin.
-
Ateist aile müslüman olmaya karar verdi
Hayir, bu demek oluyor ki "verilen algilanamiyor ve verilene celiski onu kendi dogrulari ile yorumlayan tarafindan veriliyor" Gosterilen celiskiler verilende degil; verilene kendi subjektif yorumunu ekleyende ve bu yorum ile degerlendirendedir.
-
Bilim insanları ölümün ışığını görüntüledi
Bu soru isareti bilimde degildir, akilda ve inanctadir. Bilimin boyle bir soru isareti yoktur. Cunku konusu ya da kavrami degildir. Bilim sadece gozlem veren fenomenleri kanitlar, fizik otesi ile ilgilenmez. O bilim kurgudur.
-
Bilim insanları ölümün ışığını görüntüledi
Bilimin alani bellidir gozlem. Gozlem yok ise bilimsel bir konu yoktur. O yuzden fizik otesi hic bir kavram bilimin konusu degildir. Bilimselligi de sadece insanoglu uzerindeki sosyo-psikolojik etkinin gozlemidir.
-
Bilim insanları ölümün ışığını görüntüledi
Ben senin ruha olan inancina bir sey soylemedim. Sadece ruh kavraminin bilim de yer almadigini soyledim. Ayrica baslik bilim basligi oldugu icin, bilim basliginda ruhun inanc olarak yeri yoktur. Yoksa sen ruha inanabilirsin. Konu bu degil. Konu ruha inancsal bakis acisinin (inanma/inanmama) b ilimin konusu olmadigi.
-
Bilim insanları ölümün ışığını görüntüledi
Ben ne ateistim ne de materyalistim. Bilimsel bilissel evrensel ve insansal dusunen bir serbest dusunurum. Burada onemli olan ruha inanc degildir. Ruh kavraminin bilimin bilimselliginde yer almamasidir. Yoksa bu bir inanctir isteyen inanir isteyen de inanmaz.
-
VİCDAN NEDİR ?
Bilinc ile notrluge ulasim, ne duygudur ne de akil; dusunce ve davranistir. Bilincle yapilan dusunceyi icerir. Hem duyguyu hem akli algilar ve zaten yorumsuz algilamasi ve verildigi gibi algilamasi notrluktur. Odedigin empati degil, anlayistir. Empatide karsi tarafa yanasim soz konusudur. O yuzden de karsi tarafin ne hissettigini algilamak veona ters dusmemek esastir. Buradaki samimiyetin temeli dusuncededir. Sempati/antipati yorumsal yuktur ve aklin da duygunun da bir tezahuru olasbilir. Empati kurmak hem notrluk icerir hem de karsi tarafi algilasmak yani dusuncxe urunudur. Hayir dusunceyi kullanmaktir. Akilsadece kendine yontar ve subjektiftir. Empatide onemli olan karsi tarafi karsina almamaktir. Subjekliflikten siyrilmak, akil ile mumkun degildir; dusunce ile mumkundur. Vicdan da aklin ya da duygunun degil; dusuncenin bir urunudur. Iste burada da dusuncenin her turlu akli ve duygusal veri tabu ve deger acisindan ne kadar serbest oldugu ile paraleldir. Empati dusunce urunu olarak akil ve duygunun sempatik/antipatik yukunden bagimsizdir. Akilci ya da duygusal cikar varsa zaten dusunce de empati de yoktur. Bilinc te dusunce ile paraleldir. Aklin ve duygunun sinirlari dusunce ile asildiginda bilinc te degisir. Akil bilinci yonlendirirse,, o bilinc dusuncenin degil; aklin sorgulanmamakta olan bilincalti sartlanmisligidir. Bilinci veren dusuncedir.
-
PYD lideri Müslim: Türkiye Rojava'da anlaşmalı özerkliğe yeşil ışık yaktı
PYD Eş Başkanı Müslim'den Türkiye'ye ziyaret İstanbul'a gelen PYD Eş Başkanı Salih Müslim'in Türkiye'de iki gün kalacağı ve görüşmeler yapacağı ileri sürüldü T24 Suriye’nin Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) Eş Başkanı Salih Müslim, gizlice İstanbul’a geldi. Arda Akın'ın hurriyet.com.tr'de yayımlanan haberine göre, Suriye’nin Haseki kentine bağlı Resulayn ilçesinde Özgür Suriye Ordusu’na destek veren El-Nusra cephesi üyeleriyle yaşanan şiddetli çatışmalar sonrası bölgeyi ele geçiren PYD’nin Eş Başkanı Salih Müslim, bugün saat 16.30’da Atlas Jet’in Erbil-İstanbul seferiyle Türkiye’ye geldi. Müslim, uçak havaalanına indikten sonra piste giren özel bir otomobile binerek buradan ayrıldı. Müslim’in nerede kalacağı konusunda herhangi bir bilgi verilmedi. İki gün Türkiye’de kalacağı öğrenilen Müslim’in görüşmeler yapacağı ileri sürüldü.
-
PYD lideri Müslim: Türkiye Rojava'da anlaşmalı özerkliğe yeşil ışık yaktı
Salih Müslim: Türk yetkililere geçici yönetim fikrimizi aktardık, 'hakkınızdır' dediler Suriye'nin Türkiye ile sınırında özerk Kürt yönetim kurma ihtimali tartışılan PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, Türkiye'deki görüşmelerinin içeriğini paylaştı T24 Perşembe günü Türkiye'ye gelen PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile görüşmelerinde "özerk yönetimin ilan edilmesi gibi bir durumun olmadığını, içinde Kürtlerin, Türkmenlerin, Arapların, herkesin yer alabileceği siyasi bir çözüm buluncaya kadar bir geçici bir yönetim kurulması fikirlerini anlattıklarını" belirtti. Müslim, buna karşılık Türk yetkililerin "Bu sizin hakkınızdır" dediğini söyledi. Müslüm, konuşmasının devamında "Türkiye halkımıza her bakımdan yardım edecek. Yani insani yardımda bulunacak" dedi. DİHA'da yayımlanan habere göre, Türkiye'ye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun daveti üzerine geldiğini belirten PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile önemli bir görüşme gerçekleştirdiklerini ve önümüzdeki dönemde de bu tür görüşmelerin devamı yönünde karar aldıklarını söyledi. Muslim, görüşmelerin ardından çıkan sonucun Türkiye'nin sınırda Kürtlerin varlığından rahatsız olmadığı ve Kürtlerin yanında olduğu sonucunun çıktığını söyledi. Muslim, "Biliyorsunuz Türkiye, Suriye ile 9 yüz kilometreden fazla sınır boyuna sahip. Bu sınırın üzerinde iki tarafta da Kürtler var. Bu sebeple sınırda meydana gelen ve Suriye'de meydana gelen olaylar birinci dereceden Türkiye'yi ilgilendiriyor. Muhakkak bir diyaloğun olması gerekiyor. Yanlış anlaşmaların olmaması için görüşme gerekiyor" dedi. Yüz yüze ilk görüşme Daha önce devlet yetkilileri ile dolaylı görüşmeler gerçekleştirdiklerini dile getiren Muslim, bu ziyaret ile birlikte ilk defa Türkiye devlet yetkilileri ile yüz yüze bir görüşme gerçekleştirdiklerini söyledi. Görüşmelerini Dışişleri Bakanlığı'nın üst düzey yetkilileri ile gerçekleştirdiğini ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile görüşmediğini belirten Muslim, "Türkiye'ye Dış İşleri Bakanlığı'nın daveti üzerine dün geldim. Daha önce de dolaylı görüşmelerimiz olmuştu. Türk yetkililerle ancak yüz yüze bir görüşmeyi daha uygun bulduk. Bugün yüz yüze Dışişleri yetkilileri ile görüşmelerimiz oldu. Görüşmelerimiz iyi ve olumluydu. Biliyorsunuz Türkiye, Suriye ile 9 yüz kilometreden fazla sınır boyuna sahip. Bu sınırın üzerinde iki tarafta da Kürtler var. Bu sebeple sınırda meydana gelen ve Suriye'de meydana gelen olaylar birinci dereceden Türkiye'yi ilgilendiriyor. Muhakkak bir diyaloğun olması gerekiyor. Yanlış anlaşmaların olmaması için görüşme gerekiyor" diye konuştu. 'Geçici yönetimlerin oluşturulması fikrimizi sunduk' Son dönem de Rojava'da ortaya çıkan en önemli gelişmelerden birisinin geçici sivil yerel yönetimler konusu olduğunu dile getiren Muslim, devlet yetkilileri ile yaptıkları görüşmelerde bu konuların da gündeme geldiğini söyledi. Muslim, "Son dönemde biliyorsunuz iki konu çok önemliydi. Birincisi sivil yerel yönetimler geçici yönetimler diye bir durum vardı ve tartışılıyor Rojava'da. Bizim için bu önemliydi. Baktık bazıları bunu çok abarttı. Gerçekten öyle değildi. Yani şu bakımdan; bazıları 'İşte bölünüyor, özerk yönetim ilan edilecek' diye bir söylem oluşturdu. Halbuki böyle bir durum yok. Rojava'da halkın kendi bölgelerinde denetimi ele geçirmesinin üzerinden bir yıl geçti. Bu tecrübeden anladık ki; artık bir yürütmenin olması gerekiyor. Geçici olarak da olsa bir yürütmenin olması gerekiyor. Bir düzenin oluşması gerekiyor; hem gıda bakımından hem ihtiyaçlar bakımından yani toplumun her yönlü ihtiyaçları bakımından bunun olması gerekiyordu. Bunun için biz bir düşünce ortaya attık. Bütün oluşumların, herkesin yer alabileceği Kürtlerin, Türkmenlerin, Arapların içinde yer alabileceği siyasi bir çözüm buluncaya kadar bir geçici bir yönetim kurulması fikriydi. Bunu anlattık görüşmelerimizde" diye konuştu. 'Bizim sınır güvenliğimiz Türkiye'nin de sınır güvenliğidir' Görüşmelerde karşılıklı bir anlayış olduğunu vurgulayan Muslim, "Türk yetkililer 'bu sizin hakkınızdır' dediler. Biliyorsunuz sınırdaki çatışmalardan kaynaklı halkımız çok perişan bir durumdadır. Şimdi söz de verildi. Türkiye halkımıza her bakımdan yardım edecek. Yani insani yardımda bulunacak. Bu da iyi oldu. Zaten bizim oradaki sınır güvenliği Türkiye'nin de güvenliği oluyor" değerlendirmesinde bulundu. 'Bu ilk görüşmeydi ama son olmayacak' Görüşmelerde Kürt Yüksek Konseyi konusunun da gündeme geldiğini aktaran Muslim, "Görüşmelerde başka konularda vardı tabi. Koalisyon konusu da vardı. Kürtler geçen dönemde çeşitli yerlerde yer almamıştı. Kürt Yüksek Konseyi yer almamızı kabul etmemişti. Yeni yönetim geldi. Yeni seçimler oldu. Yani koalisyonda yeni bir oluşum var. Bunun içinde biz tekrara görüş alışverişinde bulunacağız. Bakalım burada da bir şeyler yapabilirsek iyi bir gelişmedir. Bir çeşit koordinasyon veya katılma meselesi söz konusu olabilir. Bunların hepsini tartıştık ve gerçekten de çok iyi oldu gelişimiz. Bir de söz verdik, arada sırada böyle görüşmelerimiz olacağına dair. Bu ilk oldu ama son olmayacak. Bizim Ankara'ya ve İstanbul'a geliş gidişlerimiz olabilir" diye konuştu. 'Sınır güvenliği için iki taraf da elinden geleni yapmalı' Görüşmeleri sırasında El Nusra Cephesi çetecilerinin attığı top mermisinin Ceylanpınar'a düşmesi haberinin de geldiğini belirten Muslim, "Toplar sınırı geçip bu tarafa düşüyor. El Nusra'nın toplarıdır. Halka atılan toplar sınırın bu yakasına da geçiyor. Bunun bir çözümünün bulunması gerekir. Toplantıdayken Ceylanpınar'da düşen topun haberi de geldi. Artık her iki tarafta sınır güvenliği için elinden ne geliyorsa yapabilir" dedi. 'Benim burada olmam en büyük değişikliktir' PYD'ye karşı Türkiye'nin geçmişte oluşan tavrının değiştiğini gördüğünü de ekleyen Muslim, "Benim burada olmam en büyük değişikliktir. En azından oturalım konuşalım bu neden olmasın ki? Derdimizi birbirimize aracılar olmadan anlatabilir oturup konuşabiliriz. Yüz yüze görüşüp her şeyi tartışabiliriz. Gerçekten bölünme durumun olabilir çekincesi vardır. Ama öyle bir durum yok bazıları abartmışlar herhalde. Halbuki öyle bir şey yok. Bizim Rojava'da temelli bir çözüm oluncaya kadar kendimizi yönetmek gibi bir düşüncemiz var. Bir çeşit organizenin olması gerekiyor. Yaptığımız budur. Bunun dışında başka bir şey de yok. Bunu yetkililere de ilettik. Somut olarak iki taraflı birbirimizin yapacağı çok işin olduğu ortaya çıktı. Sınırda bazı kapıların tam açılabileceği yardımda bulunacağı konuları gündeme geldi" diye konuştu. 'Görüşmeler halkımızın yararına olacaktır' Muslim son olarak şu ifadeleri kullandı: "Türkiye Kürtlerin varlığından rahatsız değil. Halkımıza selamlarımızı söylüyoruz. İleriye baksınlar, güzel günler ilerdedir. Bu görüşmeler de umarız halkımızın yararına olacaktır" dedi.
-
PYD lideri Müslim: Türkiye Rojava'da anlaşmalı özerkliğe yeşil ışık yaktı
Öcalan, Salih Müslim'e ne dedi? Eyüp Can: Türkiye, PYD ile gerçek anlamda bir işbirliğine gidemedi T24 Radikal gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can, Abdullah Öcalan'ın en son mektubunda PYD Eşbaşkanı Salih Müslim verdiği mesajın ne olduğunu yazdı. Can, "Öcalan'ın en son yazdığı mektupta PYD Eşbaşkanı Müslim’e çok açık ve net ‘tek taraflı ve tek başına hareket etme’ mesajı verdiğini, artık kamuoyu ve basının önüne tek başına çıkma" dediğini aktardı. Eyüp Can'ın Radikal'de "Öcalan, Salih Müslim'e ne dedi?" başlığıyla yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle: Hemen herkes ‘çözüm süreci’ aralık ayı sonunda MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Abdullah Öcalan’ın İmralı’da yaptığı görüşmeyle başladı sanıyor. Oysa fiili olarak süreci başlatan Eylül 2012’de Öcalan’ın Başbakan Erdoğan’a yazdığı mektuptu. Çünkü o mektupta Öcalan Suriye’de yaşanan gelişmelere dikkat çekerek Başbakan’dan çözüm sürecini tekrar başlatmasını istiyordu. Hatırlayın, geçen yıl yaz sonu Esad Suriye’nin kuzeyini PYD’ye bırakınca bir anda ortalık karışmıştı. İşte Öcalan bu toz duman arasında Suriyeli Kürtleri bir tehdit değil bir fırsat penceresi olarak hükümetin gündemine soktu. Türkiye kendi içinde Kürt sorununu çözer terör ve şiddete son verebilirse bölgede Türkler ve Kürtler çok daha önemli bir aktör olabilirdi. (...)Öcalan en son yazdığı mektupta PYD Eşbaşkanı Müslim’e çok açık ve net ‘tek taraflı ve tek başına hareket etme’ mesajı verdi. Hatta öyle ki “Artık kamuoyu ve basının önüne tek başına çıkma” dedi. PYD olarak değil o bölgedeki tüm etnik ve dini grupları bir potada toplayarak hareket etmesi gerektiğini söyledi. Yani Hakan Fidan’dan önce Öcalan Kandil ve PYD’ye tek taraflı hareket etmeyin mesajını iletti. Çünkü hem Öcalan’ın Başbakan’a yazdığı mektup hem de çözüm sürecinin esası şu temel argümana dayalı. Dahası tüm zorluklara rağmen bu konuda ortak bir mutabakat var: Türkiye Kürtlerle bölünmeyecek aksine Kürtlerle büyüyecek.