Zıplanacak içerik

tülvent

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

tülvent tarafından postalanan herşey

  1. tülvent şurada bir blog başlığı gönderdi: Bağ Bozumu
    Baharın ilk müjdesini bir beyaz papatya gülümseyerek çoktan bıraktı doğaya. Sarı-beyaz inci bir kolye gibi dizilirler yakında kırların, çayırların yemyeşil gerdanlarına... Ardı sıra sümbüller, gelincikler, mimozalar ve bahar dallar... Sonrasında erguvanlar, mor salkımlar ve gelincikler... Otların arasında oynaşan böcekler ve ille de toprağa dokunma güdüsü... Yağmuruyla ıslanmış taze çimlere bulanmak, ağaçlara sarılmak isteği... Yağmuru bile başkadır baharın, hınzırca ürperten o sabah esintisi bile... Masamın üzerindeki papatya demetleri, koşturmak istediğim kırlar, kuş cıvıltıları, bahçeye çıktığında kedime rahat vermeyen yaramaz kedicik, hislerim, algılarım ve nedenli nedensiz nemlenen gözlerim... Hüzünler, güzellikler hep bu zamanda toplaşmış sanki... Bahar eskiden hep güzel şarkılarla mı gelirdi ne?... '' Bahar gelmiş neyleyim, neyleyim bahar yazı... '' gibi şarkılar dolanmazdı dilime... Bu yıl da kış uzun sürdü. Üşüyorum. Göçmen kuşlar, siz de hadi dönün artık! Ey bahar; sararan hüzünlerimi avutmanı, kördüğümlerime konmanı, içimde papatyalarımı, gelinciklerimi açtırmanı sabırsızlıkla bekliyorum. Özledim ey bahar, insana mutlu olması gerektiğini düsündüren mevsim, hadi gel artık! Mis gibi bir çiçek kokusuyla dol içime. Ve... N’olur daha fazla bekletme! tülvent
  2. tülvent şurada yorum gönderdi tülvent'nın blog başlığı içinde Bağ Bozumu
    Teşekkürler nurmira, bir hayli geç olsa da... )
  3. tülvent şurada bir blog başlığı gönderdi: Bağ Bozumu
    Duygular kağıda döküldüğünde insan hafifliyor da, aşk için bu mümkün olmuyor. O, yazdıkça derinleşiyor ruhumuzda. Yazdıkça yoğunlaşıyor, anlamlaşıyor aşk… Yazı ne kadar özgürlükse, aşk bir o kadar tutsaklık. Her türden duygumuzu, dile çok daha rahat getirebilirken, sevda; sözcüklerin yetersiz kaldığı yoğunlukta yaşandığı için galiba... O sevdayı, o sevdanın bıraktığı acı ya da tatlı tadı kağıda dökmeyi becerebilmek oldukça zor. Nasıl anlatayım peki şu an hissettiğim tadı sana? Bir zamanlar içtiğin suya karışman tadı da varsa… Şimdi ne gerek lafı dolandırmaya, değil mi? Belli ki, hissettiklerimi ifade de zorlanıyorum işte! Bir türlü doğru sözcükleri, duygularımı tam anlatabilen sözcükleri seçemiyorum, seçtiklerim de yeterli gelmiyor zaten. Allak bullak olmuş düşüncelerimi parçalara ayırmak, yeniden düşünmek ve her bir parçayı tonlarca toprağın altına bırakabilmeyi istiyorum, birtanem.. Kendimi, hiçbir şeyi umursamamak... Sana dair duygularla, seni hatırlatan her şeyle, anılarla kanlı bıçaklı olmak… Yok olsam ya da… Ya da hafızamı kaybetsem... Her şeyi; kim olduğumu, ismimi, en sevdiğim tadı unutsam. Yüzüme bir yabancının yüzü gibi baksam, yüreğimi tanımasam, hissettiklerime yabancı olsam…Yeniden mi doğsam ya da... Bu gece tüm yıldızları sönüktü bu şehrin. Işıklarında, bırakıp gidenlerdeki hüzün… Titrek ışıkların yansıdığı, benim dışımda herkesin yaşamaya devam ettiği bir gün daha yavaş yavaş sona erdi. Gecenin kollarına birlikte daldığım, sabahı birlikte karşıladığım bu şehir, şimdi yalnız, mutsuz ve gelecekten hiç olmadığı kadar umutsuz. Sen yoksun ya birtanem, bitiyor bu şehir. İçimde garip bir hüzün, öylesine bir başıma, öyle tek kalakalmışım gibi… Bir başıma değilim, çok da kalabalığım aynı zamanda. Ne yana dönsem kalabalığımda boğuluyorum, ama her şey olduğundan daha yabancı… Her şey rengini kaybetmiş… Şimdi her şey siyah, simsiyah. Dünyalar kadar büyüttüğüm her şey! Göğsümde konuk ettiğim nefesim, yüreğim… Son kez baktığım yüzün, gözlerin, ellerin… Sonsuz dünyanın nokta bir şehrini cehenneme çeviren hayat akıp gidiyor. Şimdi gösteriyor kendini yorgunluklarım, yavaş yavaş… Durulmak istiyor ruhum, ya da düşünmekten yorgun düşmüş aklım. Bu gece yorgun bedenimden, zihnimden arta kalanlarla, ihtiyacım; o hüznün yorgunluğunu silmek değil mi? Seninle birlikte büyüyen yüreğimin yerine, bir çocuk yüreğini koysam göğsüme … Minik kedilerimin memeye sarıldığı andaki kadar tutkuyla sarılabilsem yaşamaya…Yüreğimdeki tortularla, damıttıklarımla ve yüreğimin bana kalmış yarısıyla... …Hayatı en karışık, en gizli yönleriyle kabullenerek… Bütün bir hayatı içinden akıtmadan, taşırmadan, dökmeden… Hayatın asıl satır başı başlıyor şimdi. Yaşarken fark etmediklerimizi bitiş anlarında hatırlamak ne acı! Geçmişin satır aralarına sıkıştırdığımız tenhalıkları da aradan çıkarmanın zamanı ise çok geç… Yavaş yavaş silikleşirken görüntüler, ben peşi sıra bakıyorum öylece… Göz kapaklarım kurşun gibi ağır. Başıma, kollarıma, gövdeme ve ayaklarıma artık bütün vücudum ağır, çok ağır... Tatlı bir masal tadında uyumak istiyorum, tedirgin kış hüznünden uzak, temmuz güneşi deymiş gibi üzerime uyumak istiyorum öylece... Ya da hiç uyanmasam... Rengarenk kelebeklerin uçuştuğu, kaynakların fışkırdığı, uçsuz bucaksız yemyeşil bir vadide, tertemiz havanın sarhoşluğu içinde öylece…
  4. tülvent şurada bir blog başlığı gönderdi: Bağ Bozumu
    Bir çok gelişmeye tanıklık eden 2010 yılı da artık sonsuzluktaki yerini aldı. Sevindik, üzüldük, kızdık, hayrete düştük, bazen acı haberlerle sarsıldık. Yaşarken kısacık, ama düşündüğümüzde çok uzun, gerçekte de koskoca bir yılı daha arkamızda bıraktık. Hatta yeni girdiğimiz yıldan çalmaya başladık bile... Ocak ayındaki tarihin en büyük felaketlerinden biri olan Haiti depremi, 2010 yılının acı haberlerle geçeceğinin habercisiydi sanki. Avrupa'nın büyük bir kesiminde günlerce uçak seferlerini engelleyen, İzlanda'daki yanardağın püskürttüğü lavlar günlerce hava trafiğini etkiledi. Meksika Körfezindeki petrol sızıntısı da yine bu yılın oldukça önemli bir olayıydı,milyonlarca varil petrolün yarattığı kirlilik, tarihin en büyük çevre felaketlerinden biriydi çünkü... Sonra ülkemizde ve Hindistan'da yaşanan sel felaketleri... Ardından ülkemizde ve Şili'de yerin yüzlerce metre altında mahsur kalan, hayatlarını kaybeden maden işçileri, Türkiye ve dünya gündemine düşen acı olaylardı maalesef. Gazze'ye İnsani Yardım taşıyan gemide bulunan dokuz vatandaşımızın İsrail askerleri tarafından öldürülüşü... Ayrıca ülkemizde 2010 yılının önemli bir bölümünü referandum tartışmaları ve siyasiçekişmeler oluşturdu. Aylarca süren mitinglerle sanki seçim ortamıydı. Darbe iddiaları, Ergenekon Örgütü ve süregelen davalar... Yıl boyunca epeyce bir meşgul etti gündemi ve dolayısıyla da bizleri. Dört büyük takımın dışında bir takım ilk defa başarıyı elde ediyordu. Süper Lig'de Bursaspor şampiyon olmuştu. Fakat Avrupa Şampiyonlar ligindeki başarısızlığı ise Türk Futbolu açısından olumsuz bir tabloydu. 2010 yılını ne yazık ki, bir çok üzücü haberle hatırlayacağız. İnsanız; doğal olarak her zaman iyiye, güzele özlem duyuyoruz. Bu anlamda 2011 yılını da farkında bile olmadan yepyeni duygular, beklentiler ve farklı bir bakışla karşıladık. Sanırım yeni gelen yıllarda da öyle olacak. '' Her son, yeni bir başlangıç '' denir ya... 2011 yılının ülkemiz, milletimiz ve tüm insanlık için daima güzelliklerle hatırlanan bir yıl olmasını tüm kalbimle diliyorum. tülvent
  5. tülvent şurada yorum gönderdi tülvent'nın blog başlığı içinde Bağ Bozumu
    '' ...Ve anladım ki; herkes ve her şey yarım... '' Bu güzel cevabını geç cevaplandırdığım için üzgünüm. İlgi ve emeğin için çok teşekkür ederim, sevgili about.you...
  6. 2010 Türkiye için genel olarak dramatik bir yıl oldu, fakat kültür, sanat ve spor alanlarında Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı bir çok organizasyon 2010 yılını renklendirdi. Ne yazık ki, depremler, sel felaketleri, ölümler ve maden kazaları bizi en çok üzen olaylar oldu. Şemdinli'deki baskının ardından Başbakan Erdoğan ve dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ Tekeli Tabur Komutanlığı'nı ziyaret etmesinin hemen ardından, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'la birlikte Irak sınırındaki askeri birlikleri ziyaret etti. Çömelme polemikleri gündeme geldi. İnternete düşen seks kasetinin ardından CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, istifa etti. Deniz Baykal kaset için bu bir kaset olayı değildir, bir komplodur açıklaması yaptı. Bu olayla birlikte Kılıçdaroğlu'nu CHP Genel Başkanlığına götüren süreç başladı. Merkez üssü Elazığ'ın Karakoçan ilçesine bağlı Başyurt köyü olan 6 büyüklüğünde depremde 41 kişi yaşamını yitirdi, Elazığ depremi 17 Ağustos depreminin yaşattığı acıları tekrar günyüzüne çıkardı, deprem bu fotoğrafla hafızalara kazındı. İş yerleri kapatıldığı için özlük haklarıyla kamu kuruluşlarına yerleştirilmelerini isteyen TEKEL işçilerinin eylemi yıla damgasını vurdu. 78 günlük çadır eyleminin ardından, Tekel işçileri 2010 yılında bir çok eylemle ses getirdiler. 32 yıl aradan sonra Taksim'de 1 Mayıs coşkusu yaşandı. İstanbul'da konser veren U2'nin solisti Bono Başbakan Erdoğan'la görüştü ve Boğaz Köprüsü'nü yürüyerek geçti. İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı'nda düzenlenen U2 konserine Zülfü Livaneli damga vurdu. "360 derece turu" kapsamında yapılan konseri 70 bine yakın kişi izledi. İstanbul'un en önemli tarihi yapılarından Haydarpaşa Garı'nın çatısı yandı. Tarihi Haydarpaşa Garı'nın çatısının tamiri ise 15 Aralık'ta başladı. İstanbul Fashion Week'in açılışını Hollywood yıldızı Meg Ryan yaptı. Rus Tenisçi Anna Kournikova, Top Model Alessandra Ambrosio gibi ünlüler de organizasyona katıldı. Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk, hayatını kaybetti. 2010 Yılındaki anayasa paketi referandumu yılın en çok konuşulan konusu oldu. Anayasa değişikliği için 'evet' diyenlerin oranı yüzde 58, 'hayır' diyenlerin oranı yüzde 42 oldu. Atatürk'ün yatı Savarona'da fuhuş yapıldığı iddiaları ortalığı karıştırdı. Atatürk'ün yatının Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilmesinin ardından Savarona müze olacak. Türkiye'nin tartıştığı Kamu Personeli Seçme Sınavı'ndaki (KPSS) kopya skandalından ardından, Yükseköğretime Geçiş Sınavı'nda (YGS) da kopya çekildiği ortaya çıktı. Çanakkale'nin Gelibolu ilçesinde iç liman bölgesindeki deniz buz tuttu. İstanbul'daki sel baskınları yıla damgasını vurdu. Associated Press foto muhabiri İbrahim Usta'nın bu fotoğrafı Yılın Basın Fotoğrafı seçildi. Zonguldak'ta, 17 mayısta meydana gelen ve 28 işçinin hayatını kaybettiği ve 2 işçiye de ulaşılamayan TTK ocağındaki patlama... 2010 Fiba Dünya Basketbol Şampiyonası Türkiye'de düzenlendi. 2009-2010 sezonu şampiyonu Bursaspor oldu. 31 mayıs 2010'da Gazze'ye yardım konvoyuna İsrail saldırdı. Vee... İstanbul 2010 Avrupa kültür başkenti oldu.
  7. 2011 Yılının, aynaya her baktığınızda gülümsediğiniz bir yıl olması dileğiyle, hepinize sevgilerimi gönderiyorum. MUTLU YILLAR...
  8. tülvent şurada yorum gönderdi tülvent'nın blog başlığı içinde Bağ Bozumu
    <BR>Niye böyle çıkıyor yazım, anlayamadım. <IMG class=bbc_emoticon alt= src="http://www.turkish-media.com/forum/public/style_emoticons/default/unsure.gif">
  9. tülvent şurada yorum gönderdi tülvent'nın blog başlığı içinde Bağ Bozumu
    <P><BR><STRONG><FONT color=#2f4f4f> <BR></FONT><FONT color=#006400>Hem de nasıl geçer, Anja! Hem de nasıl... Ruhun bile duymaz. İlgin için teşekkürler.<</FONT></STRONG></P>
  10. tülvent şurada bir blog başlığı gönderdi: Bağ Bozumu
    Sevgileri yarınlara bıraktınız; Çekingen, tutuk, saygılı… Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı Bitmeyen işler yüzünden. Siz böyle olsun istemediniz. Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi… Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı. Siz geniş zamanlar umuyordunuz; Çirkindi dar zamanlarda bir sevgiyi söylemek. Yılların telaşlarda Bu kadar çabuk geçeceği aklınıza gelmezdi. Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı, Gecelerde ve yalnız… Vermeye az buldunuz Yahut vakit yetmedi. B. NECATİGİL İnsan hayatında önemli olan '' şimdi '' lerdir, ama nedense şimdiler yerini bir sebeple hep sonralara bırakır. Yaşam, bir su gibi önüne geleni alıp giderken, biz de akıntıya kapılıp kocaman bir telaş içinde; şimdileri sonralara, belki de hiç gelmeyecek bir zamana bıraktık. Çoğu kez o zamanın '' ne zaman '' olduğunu bile bilmeden, sanki yaşam bizi hiç bırakmayacakmış gibi... Hayatımızdan giden tek bir gün bile önemliyken, biz uygun bir zaman umuduyla sonralara, başka günlere, geniş zamanlara bel bağladık. Bir sonsuzluk duygusu içinde kendimizi oyaladık, hatta kandırdık. Iskalanmış, ertelenmiş hayatlarımızı yaşarken de hep bir bahanemiz oldu: '' Sonra, hele bir… '' Adeta hiç durmadan ve hızla dönen bir çemberin içinde kendimiz dışında her yere, her şeye yetişebilme telaşı içinde koştuk… Koştuk. O kadar hızla koştuk ki; yanından hızla geçip geçtiklerimize bakmadık, dokunmadık. Yaşamın bize sunduğu hediyelerin farkına bile varmadan yanlarından öylesine geçip gittik. Öylesine yaşadığımız gibi… Onca yolu aldıktan ve nefesimiz kesildikten sonra durduğumuzda; yanından hızla geçip önemsemediğimiz o kadar çok şeyin arkasından bakakaldık ki... Bir gaflet uykusundan uyanır gibi anladık; hiç umursamadığımız, bir gün kaybedeceğimizi hiç düşünmediğimiz değerli bir hazineyi; hayatımızı nasıl da hovardaca tükettiğimizi... Elimizde olduğunu sandıklarımızın da zamanla ve aslında yok olduğunu… O çok değerli nefeslerimizi hiç düşünmeden harcadık. Şimdi boşluğumuzu, hiçliğimizi, yavaş yavaş yok oluşumuzu örtmek için geçmişimize sarılıyoruz. Adeta yıkıntıların arasında kaybettiklerini arayan insanlar gibi yanından hızla geçip gittiklerimizi, dar zamanlar bahanesiyle yaşayamadıklarımızı arıyoruz. Ama hiç iyi gelmiyor. '' Sonra… '' demek için vakit kalmadı artık. Eğer hala zaman varsa yaşanacak; umudun bile anlam taşımadığı bir hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir, bir yerlerde bulunup yeni mutluluklar edinilir ve bu boşluk dolar mı acaba? '' Biz geniş zamanlar umuyorduk; Yılların telaşlarda; Bu kadar çabuk geçeceği aklımıza hiç gelmedi... ''
  11. Teşekkürler, ellerinize sağlık
  12. Emeklerin için her güne bir teşekkür...
  13. O gün adliye binasının önü ana baba günü gibiydi.Bütün gazeteciler toplanmıştı. Konu 80 yaşındaki bir neneyle 84 yaşındaki birdedenin boşanma davalarına tanıklık etmekti. Mahkeme başladı. Hakim önce neneyi çağırdı. -Anlat bakalım anne derdin ne? Bu yaştan sonra neden boşanmak istiyorsun? Nene anlatmaya başladı: -Bak hakim bey evladım, şu görmüş olduğun ihtiyar adamla ben tamı tamına 60 yıllık evliyim. Birbirimizi severek evlenmiştik. Ben Ankara' da yaşıyordum ve bu adam Çankaya' da askerlik yapıyordu. Askerliği bitince evlendik. Ben bi çocuğumuz olmasını çok istiyordum, ama benden olan bir problem yüzünden çocuğumuz olmuyordu. Ben de üzülerek kendisinden boşanmak istediğimi söyledim. O da: - Biz birbirimizi çok seviyoruz çocuk için ayrılmayalım. Nasip değilmiş. Ben sana çiçek getiririm sen de onlarla uğraşırsın. Onlarda çocuk gibidir; sevgi ister, ilgi ister, konuşmak ister. Gel yuvamızı yıkmayalım. Dedi, ben de gerçekten seviyordum O'nu kabul ettim... O çiçekler getirdi, zaten bahçıvandı kendisi, ben de o çiçeklere sanki çocuğum gibi davrandım. Ta ki bi akşam yeni bir çiçekle gelinceye kadar: SEDEF ÇİÇEĞİ... - Bak hayatım, dedi. - Sana yeni bir çocuk getirdim. Ama bu çocuğun huyu biraz kötü. Bunu her gece yarısı sulaman gerekiyor. Yoksa ölür. Ben de her gece saat 3' de kalkıp o çiçeği suladım.Bir gece olsun şu adam kalkıp sulamadı. Ben de kendi kendime adadım ki; eğer bu çiçek ölürse ben de bu adamdan boşanırım. Dün baktım çiçek ölmüş, ben de boşanma davası açtım. Beni boşa bu ilgisiz adamdan hakim bey evladım. Hakim olanları dinledikten sonra dedeye yönelir. - Eşini dinledin baba, gel bi de seni dinleyelim. Söylemek istediğin bir şey var mı? Dede suçlamalardan yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde utanarak hakimin karşısına çıkar: - Söylenenleri dinledim evlat. Eşim haklıdır ancak bilmediği bir nokta var... Ben bahçıvanım, çiçekleri çok iyi bilirim. Sen sedef çiçeğinin huyunu bilir misin evlat? Hakim: - Nedir baba? Söyle de bilelim. Dede: - Sedef çiçeği suyu hiç sevmez. Ayda bir defa sulasan yeterlidir. Eğer birden fazla sularsan yaşamaz kurur... Eşimin boynunda ağrılar vardı doktora götürmüştüm. Doktor bana dedi ki '' bak dede nenenin boynunda kireçleme başlamış. 4 saatten fazla yatmaması lazım yoksa Allah vermesin felç bile olabilir. '' - Uyku tatlıdır hakim bey oğlum. O'na ''gece kalk dolaş sonra tekrar yat!'' deseydim yapamazdı. Benim de aklıma böyle bir oyun geldi. O her gece kalkar çiçeği sular geri gelir yatardı. Ben o zamana kadar numara yapar onun uyumasını beklerdim. O uykuya dalınca kalkar çiçeğin toprağını değiştirirdim. İnsanlık hali işte... Dün çok yorgundum, uyuyakalmışım çiçek ölmüş...
  14. Ben teşekkür ederim ilginize ve anlamını bulduğuna da çok sevindim ayrıca...
  15. Herkes aşkı konuşurken, aşkı anlatmak zordur... Aşkı anlamayan, aşkın neden çaresiz ve acı verici olduğunu da bilmez... Aşkı bilmeyen, aşkın uçurmadığı insan, neden uçarken bir taraftan acı çektiğini fark etmez... Aşk uçurur... Aşk uçururken, mutlandırır... Ama aşk uçurup, mutlandırırken, en derin acıları da çektirir... Çekilen acılar çaresizdir... Çünkü aşk çaresizdir... İnsan kendi acısına merhem olur... Ama insan, aşk acısına merhem olamaz... Çünkü aşk, içinizdeki siz olmama durumudur... *** Aşık insan, aşkını içine alan insandır... Kalbine, ruhuna, içine aşkını sokarak başlar aşk... Kalbe ve beyne sokulan şey, sevdiğiniz insanı kendi “Ben” ininizin içine alma durumudur... Kalbinde, ruhunda ve beyninde ikinci bir insanı taşımaktadır... “Ben” in içine bir başka “Ben” girmiştir... Kolay ya da zor aşık olabilirsiniz... Ancak, her halükarda, aşktan kurtuluşunuz oluşunuzdan çok daha zordur... Çünkü bir şeyden kurtulmak için, onu içerden itelemek gerekir... İtelemekse zordur... *** Zaten aşkın, acı çektiren, derin acılara gark eden, ağır travmalar geçiren devresi o devredir... İçinize aldığınız “Ben” aslında farklı bir kişiliktir... Çok sevdiğiniz için içinizdedir... Siz o “ Ben” i içinize alırsınız, ama o “Ben” in beyni dışarıda kalır... Aşık olunan “Ben” in beyni, kendi mutluluğu, kendi ihtiyaçları, kendi zorunlulukları için yaşamaya devam eder... Bu davranışların size uymayan kısımları içinizde derin acılar yaratır... Çünkü ruhu içinizdedir... Aşk varlığın bir başka “Ben”e girmesinin adıdır... O içinizde olduğundan artık sizin bir parçanızdır... Ama beyin ve uzuvları dışarıda... Onların yaptığı size uymayan her şey, sizi içinizden vurur... Onun için aşk acısı içten vurur... *** Aşık olmayan insanlar bu gerçekleri yaşamazlar... Kimselerin içlerine girmezler, kimseleri içlerine almazlar... Bunun için de aşkın acısını bilmezler... Aşkın kendisini de bilmezler... Bir başka egodan beslendiği için, serum etkisi gibi, hayatı tazeleyici, egoyu geliştirici, insanı keyiflendirici bir etkisi vardır... Bir başka egoyu içinde taşıdığı için, hamilelik etkisi gibi, fedakarlığı artırıcı, bir başkasını düşündürücü, acıyı artırıcı bir etkisi de olacaktır... Aşkı tercih edenler, her halükarda ikisini de kabul ederler... Mutluluğu tarifsizdir... Acısı çaresizdir... Mutluluğu da, bunun bedelini de yaşarlar... Yaşamayanlar ise sığ sularda...
  16. ABD' de yapılan bir araştırma, aşkın bilimsel bir temeli olduğunu doğruladı. Aşık olmak için de, saniyenin beşte biri kadar bir sürenin yeterli olduğunu ortaya koyan Syracuse Üniversitesinden bir grup bilim adamı, insanların aşık olduklarında kendilerini mutluluktan bulutların üstünde uçar gibi hissetmelerinin nedenine de açıklık getirdi. Profesör Stephanie Ortigue başkanlığındaki ekip tarafından yürütülen araştırmaya göre, aşık olan bir kişinin beyninin 12 ayrı bölgesi, oksitosin, adrenalin ve dopamin gibi keyif verici kimyasal maddeleri salgılamak için koordinasyon içinde çalışıyor. Araştırmanın sonuçlarının akla getirdiği; '' o halde insan kalbiyle mi sever yoksa beyniyle mi? " sorusunu yanıtlayan Ortigue, bunun aldatıcı bir soru olduğunu belirterek; "Ben beyniyle olduğunu söylerdim. Ancak kalp de işin içinde. Çünkü bu karmaşık duygu, beyinden kalbe ve kalpten beyine giden bir sürecin ürünü. Kalbimizde görülen bazı belirtiler, beynimizden kaynaklanıyor olabilir" dedi.
  17. http://www.youtube.com/watch?v=bHS16WvqVzE
  18. Kalbin iki çift bir tek atarak, beyin fonksiyonlarının bir süreliğine ''çevrim dışı'' çalışmasını gerçekten çok güzel anlatmışsınız GeceKuşu... Valla tebrikler Bayıldım. Pekiii, aşka direnmek, vazgeçmek gerektiğinde hangi dosyalar çalışmaya başlıyor ve bu programı izi kalmadan nasıl kaldırabiliriz? Bu konudaki cevabınızı merakla bekleyeceğim. Sevgiler Ve duygusal zaaflarımıza yenik düşmeyen beyinler dileğiyle...
  19. tülvent şurada yorum gönderdi Radya'nın blog başlığı içinde RA'NIN RUH SESİ
    Yazını çook büyük bi keyifle okudum... Seni cadı seni! Ama ''tatlı'' sından...
  20. tülvent şurada yorum gönderdi gloria'nın blog başlığı içinde şeb-i yelda...
    '' ... Çok güçsüzüm, çok dermansızım, çok yorgunum, çok umutsuzum. Ondan yana değil, kendimden yana bu sefer umutsuzluğum. Ben artık kendimden umutsuzum! '' Sözcükler yorgun, yalnızlığım yorgun... Ve ben susmaktan yorgunum, kalbim çarpmamaktan...
  21. tülvent şurada yorum gönderdi gloria'nın blog başlığı içinde şeb-i yelda...
    Bir süreliğine de olsa, kuğu gibi süzülmek... Hiç fena değil! Harikasın
  22. “ Kalbin çok önemli gördüğü birini, sevme, arzulama ve içinde hissetme durumudur aşk ” Aslında biten değil, bitmeyen aşklar acı verir... Aslında, sonuna kadar yaşadığın değil, doymadan kalktığın aşklar ızdırap verir... Aslında, karşındakinin suçlu olduğuna değil, kendinin suçlu olduğuna inandığın aşklar, hayatı mahveder... Sorumluluğu karşı tarafa değil, kendine yıktığın aşklar, içini acıtır... Cız ettirir... Aşkın acısı, keşkelerin sayısıyla orantılıdır... Keşkeler fazlaysa, aşkın acısı çoktur... Keşkeler yoksa, artık aşk da yoktur... Ve yarım kalan aşklardır acı olan.. Aşkı bitirmek, suçun karşı tarafta olduğuna inanmaktan geçer... Suçun karşı tarafta olduğuna inanamayanlar, “keşke şunu da yapsaydım” diyenler, aşkı bitiremezler... Aşkı bitirmiş gözükseler de, acıyı yok edemezler... Aslında biten değil, bitmeyen aşklar acı verir... Artık ulaşamazsın... Oysa hala ulaşmak istersin... Aşk ya direkten dönmüştür... Ya da bir nebze yaşanıp, yarım kalmıştır... O durumda yarım kalan ya da direkten dönen sevgiliyi umudu yoksa görmek istemez insan... Umudu varsa, yarım kalan aşkı takip etmeye devam eder... Kadın ve erkeğin yarım kalan aşkları değişiktir... Kadın yarım kalan aşkının, bir başka kadınla mutlu olmasını hiç istemez... Onu biriyle görmek istemez... Mutluluk haberini duymak istemez... Hele hele evlendiğini hiç işitmek istemez... Acı çeker... Acı, öfkeyi biriktirir... Erkek de yarım kalan aşkının, bir başkasıyla olmasını arzulamaz... O günlerde aşkın bittiğini söyleyen gururu ile aşkın bitmediğini söyleyen duygusu arasında hüzünlü ve öfkelidir... Yeni hayattan zevk alamaz, kolay aşık olamaz... Eski hayata gidemez, gururu izin vermez... Bu zamanlar, erkeğin en tehlikeli olduğu zamanlardır... Öfkelidir ve öfkesi şiddeti çağırır... Sevgili bir başka erkekle beraber olunca, erkek yıkılır, ama rahatlar... Yenilmiştir... Yenilgi, maçın devamından daha rahattır... Hiç olmazsa önünü görecektir... Yeni bir hayata ve aşklara gidebilecektir... Yarım kalan aşkın acısı; suçun ve sorumluluğun kişinin kendisinde olduğuna inanmasındadır... “Keşke” lerin çokluğundadır... Ve en acısı da budur. Alıntı
  23. tülvent şurada yorum gönderdi tülvent'nın blog başlığı içinde Bağ Bozumu
    Sağolasın canım. Hisseden o güzel yüreğine...
  24. tülvent şurada yorum gönderdi tülvent'nın blog başlığı içinde Bağ Bozumu
    Çok teşekkürler sevgili Aries. İlgi ve beyenin için...
  25. tülvent şurada bir başlık gönderdi: İzmir
    Küçücük bir kasaba... Seferihisar' ın 5 km ötesindeki sevimli bir liman kasabası... 16. yüzyıldan kalma yıkık dökük kalenin surları kasabanın üzerine bir avuç gibi kapanmış. Sığacık burası... Bir yıl önce '' Cittaslow '' ilan edilen kasaba... İtalyanca "citta" (şehir), İngilizce "slow" (yavaş) sözcüklerinin karışımından oluşan Cittaslow'u "sakin şehir" anlamına geliyor. Doğrusu, Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer bu girişimi ile Ege turizmine damgasını vurmuştu. Ama işin esası 1999'da İtalya'da temelleri atılan "Sakin şehir hareketi" nin bir parçası olmak! Seferihisar Türkiye'nin ilk, dünyanın 121. Cittaslow'u, yani sakin şehri oldu... Hareketin resmi amblemi de sırtında şehrini taşıyan şirin bir salyangoz. Başkan Soyer kararlı. Öyle Bergama Allianoi'deki gibi, meydanı boş bırakmaya niyeti yok. Çünkü, Türkiye'nin tek "Sakin Şehir" unvanı verilen Seferihisar'ın, bu özelliğini sürdürebilmesi için, Sığacık Körfezi'ne, orkinos çiftliğinin kurulmaması gerekiyor. Başkan Soyer, bu yıl 25-26 Eylül tarihlerinde bir "Cittaslow Festivali" düzenledi. Bu festival ile kurulmak istenen "Orkinos çiftliği" protesto edildi.[/center] Orkinos çiftliği deyip geçmeyin... Şayet Sığacık Körfezi'ne bu 700 ton kapasiteli balık çiftliği kurulursa, denizde 50 bin kişinin atığına eşdeğer bir kirlilik yaratacakmış.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.