Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Kurandaki çelişkiler


haksöz

Önerilen İletiler

siz ne yapsanız,bana Kutsal Kitabımız kadar mükemmel bir rehber sunamazsınız. Ne yapsanız,tam anlamıyla uygulanması mümkün olup sonucunun gerçekten mükemmel olacağına beni ikna edebileceğiz daha iyi bir Kitap sunamazsınız,yapamazsınız.

 

Benim öğrenme adına önyargılarım yok.

 

Size kitap falanda sunmaya çalışmıyorum.

 

Sadece mükemmel diye tanımladığınız kitapların Tanrı tarafından yollanmadığını , insan yapısı olduklarını,

belki kendi çağlarında problemlere çözüm aradıklarını ama artık miadlarını doldurduklarını söylüyorum.

 

Benim sabit bir kitabım yok. Okuduğum her kitaptan iyi ve güzeli alırım.

 

Özgürlük gibisi yok.

 

Kendimi bir kitapa bağlayıp ta , yanlışlıklarını da savunmaya kalkmam.

 

Yazar hata yapmıştır. Buda doğaldır derim.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yaratilmissiniz inkar etmektesiniz,yetmiyor yaratanla egleniyorsunuz,yetmiyor,yaratana karsi geliyorsunuz,yetmiyor ona akil vermeye kalkisiyorsunuz,yetmiyor,onu her kiliga sokuyorsunuz,yetmiyor hesap soruyorsunuz.

Kimsiniz nesiniz gücünüz nedir,varmi elinizde onunla mücadele etme gücünüz,yok diyorsunuz varsayiniz ki var,peki yarin .öldügünüzde gercekten bugün inkar ettikleriniz karsiniza ciktiginda hangi yüzle cevap vereceksiniz,var sayalimki siz yanlis yoldasiniz peki kimden kurtulusu bekleyeceksiniz.Insan bir acik kapi birakir,belki yaniliyorumdur diye,bir tövbe kapisi.Kime güvenmektesiniz,agaclarami kuslarami yoksa sizleri yetistiren ana babaya veyahutta Allah yokturu ögreten materyalistemi?

 

 

saygilarla

bir kere herkes nasıl inandığı veya inanmadığı konusunda özgürdür.

siz kimseyi inanmasıyla veya inanmamasıyla yargılayamazsınız, suçlayamazsınız.

siz yalnızca kendiniz inanırsınız ve diğerlerine de saygı duyarsınız.

eğer saygı duymuyor ve o kişilere saldırıyorsanız,

demokrat değilsinizdir, eşitlikçi değilsinizdir, özgürlükçü değilsinizdir, hatta laik değilsinizdir.

çünkü laik devletin en önemli özelliği bütün dinlere ve inananlarla inanmayanlara eşit uzaklıkta olmasıdır.

bu durum tabi ki devlet adamları için geçerlidir...

ancak siz de birey olarak bu şekilde düşünmek zorudasınızdır.

ikinci olarak materyalist düşünceye değinmişsiniz.

bir kere materyalist düşünce derken herhalde komunizmi ve komunistleri kastediyorsunuz ki herkes bunu yapıyor.

bütün komunistlerin " dinsiz "olduklarını sanıyorlar.

işin komik tarafı da her dindar olmayan kişiyi de komunist sanıyorlar.

komunizmin ve komunistlerin dini engellediğini,

inananlara zulmettiğini sanıyorlar...

oysa ki komunizmin devletin dine ve dindarlara karışmaması gerektiğini düşünür.

bir nevi laik devlet gibi...

sanıldığı gibi inananlara hiçbir baskı söz konusu değildir.

hatta karl marx inananlar konusunda,

onlar da komunizmin yurttaşları olacağından onlar da bizdendirler.

onların da desteği bizim için değerlidir şeklinde inanan-inanmayan ayırmadan kucaklayıcı bir politika izmeliştir.

sonuç olarak komunizm dinsizlik değil, dindarları dışlamak hiç değildir!!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bir kere herkes nasıl inandığı veya inanmadığı konusunda özgürdür.

...

 

Sn hakanayatac ,

 

Dinin Yalan Kanunları, Bu kadar olur diyeceksiniz.... Başlığındaki 2 nolu iletinizdeki link aşağıdadır.

 

- http://www.teori.org/index.php?option=com_...29&Itemid=2 -

 

Türkiye ye göre sabah namazı olan bir saatte , yaşadığım ülkede , öğleye yaklaşan bir saatti!!!!!!! , harika bir kahve yaptım kendime , yukarıda verdiğiniz linke giridm.

 

 

KENDİMİ BULDUM.

 

Elinize sağlık.

 

Bikaç kelime ve cümleyi çıkarsak , benim tüm yazılarıma eşit.

 

Daha önce de girmemiştim bu siteye...

 

Mükemmel bir site.

 

Bize İmam Hatip Lisesinde asla öğretilmeyen bilgiler vardı orada.

 

Sade , yalın , yapmacıktan oldukça uzak , ne anlatmak istiyorsa onu söyleyen bir site.

 

Kendimi mutlu hissettim. Sitedeki yazar ile habersiz bir şekilde , aynı kelimeleri kullandığım için... Aynı fikri söylediğim ve savunduğum için...

 

Katılmadığım bir iki cümlesi var sadece. Gerisi MÜKEMMEL.

 

Elinize sağlık... Teşekkür ederim.

 

 

Orada ne yazyıyor biliyor musunuz.

 

DİN ile MARKSİZM taban tabana zıt yazıyor.

 

Bende buna katılıyorum.

 

DİN insanların hayatından tamamen çıkmalı..

 

Geleceğin sloganı DİNLERDEN ÖZGÜRLÜK olacak.... Yazın bir kenara...

 

Sermaye düşmanlığı değil , BILINCSIZLIK DÜŞMANLIĞI öne çıkacak.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn hakanayatac ,

 

 

Orada ne yazyıyor biliyor musunuz.

 

DİN ile MARKSİZM taban tabana zıt yazıyor.

 

Bende buna katılıyorum.

 

DİN insanların hayatından tamamen çıkmalı..

 

Geleceğin sloganı DİNLERDEN ÖZGÜRLÜK olacak.... Yazın bir kenara...

 

 

Saygılar.

evet marksizm ve din taban tabana zıttır düşünce olarak ancak marksizm dindar kişiler baskı yapmaz, onları inanmamaya zorlamaz. bu konuda islam demokrasisi veya şeriatla yönetilen ülkelerden farklıdır. çünkü şeriatla yönetilen ülkelerde siz inanmak zorundasınız. yoksa cezanız büyük olur, idam da edilebilirsiniz.

ancak her ne kadar dinle zıt bir düşünce de olsa marx ın söylemine göre dindar insanlar da toplumun bir parçasıdır ve onların da desteği söz konusudur. bu da onları ayırmadığının bir göstergesi.

marksizm ve komunizm dinle taban tabana zıttır doğru ama,

aynı şekilde laik devlet de dinle taban tabana zıttır.

neden çünkü bu iki düşünceye göre devletin dinş olmaz bireylerin dini olur.

bunlara bakarak laik ve komunist devletlerin veya bu düşüncelerin dine düşman oldukları söylenemez....

sizin dini özgürlüğünüz komunizmde de laisizm de marksizm de söz konusudur.

işte dinle yönetilen ülkelerden farkı da budur....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...

sevgili haksöz arkadaşım. uğraşların boşuna, boşuna çünkü islama inananların ( müslümanların ) müthiş bir sabit fikirliliği var *****. bizler öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, allaha küfür etsen kimse kafasını çevirmez ama muhammede veya kurana bir laf etsen seni orada katlederler ( pardon savaş açarlar allah yolunda ÖLDÜRMEK sevaptır ya ) bu yüzden pek uğraşma. uğraşmaya devam edeceksende unutma kolay bir iş değil sabit fikirleri kırmak. gerçekten bilinçli ve objektif bir şekilde kuranı okuyan bilirki erkeklere ve savaş yanlılarına gelmiş ******. ötesi de değildir...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

“Canım tende oldukça Kur’an’ın kölesiyim. Ben ALLAH'ın seçkin peygamberi Muhammed’in yolunun toprağıyım. Her kim bundan başka benden bir söz naklederse ona çok üzülür, sözden de çok üzüntü duyarım.”

MEVLANA.

 

" İyi sözün aslın bilen derdi bu söz nerden gelir

Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir ”

Yunus Emre.

 

Burada "ALLAH"a, c.c. Kur'an'a ve dolayısı ile Peygamberimize aşık olan iki İslam büyüğünden Mevlana ve Yunus'tan birer (kısa) yazı alıntıladım.

Gerisi teferruat...

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

“Canım tende oldukça Kur’an’ın kölesiyim. Ben ALLAH'ın seçkin peygamberi Muhammed’in yolunun toprağıyım. Her kim bundan başka benden bir söz naklederse ona çok üzülür, sözden de çok üzüntü duyarım.”

MEVLANA.

 

" İyi sözün aslın bilen derdi bu söz nerden gelir

Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir ”

Yunus Emre.

 

Burada "ALLAH"a, c.c. Kur'an'a ve dolayısı ile Peygamberimize aşık olan iki İslam büyüğünden Mevlana ve Yunus'tan birer (kısa) yazı alıntıladım.

Gerisi teferruat...

 

 

 

 

Sayin Sarigol,

 

Once dedigim gibi, bu iki saygi gordugum insanlar Islam dinini yumusattilar. Yunus Emre'nin siirlerinde "Aşık" kelimesi gecer. Kendisine Aşık derler. O Tanriya Aşıkti. Rumi de ayni sekilde Tanri sevgisinden bahseder. Hosgurulukten. Insaniyetten. Tanri Aşkın'dan.

 

Muhammed efendinizin Aşık oldugu yalniz kadınlar ve çenc kızlardi. Listesi çok uzun.

 

Evet Yunus Emreyi biz severiz ....

 

"Müslümanlar zamane yadlı oldu

Helal yenmez, haram kıymetli oldu

Peygamber yerine geçen hocalar

Bu halkın başına zahmetli oldu " - Yunus Emre

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ikinci olarak materyalist düşünceye değinmişsiniz.

bir kere materyalist düşünce derken herhalde komunizmi ve komunistleri kastediyorsunuz ki herkes bunu yapıyor.

bütün komunistlerin " dinsiz "olduklarını sanıyorlar.

 

komunizmin ve komunistlerin dini engellediğini,

inananlara zulmettiğini sanıyorlar...

oysa ki komunizmin devletin dine ve dindarlara karışmaması gerektiğini düşünür.

 

sonuç olarak komunizm dinsizlik değil, dindarları dışlamak hiç değildir!!!

 

Kominizm, Ateizm'in eşidir. Herşeyi maddeci bir gözle ele alır. Net kanıtları ;"Tanrı yoktur.Hayat da maddeden ibarettir."(Karl Marks)diyor.

 

Yani kominizm din olgusunu yok sayan bir sistemdir.

 

Yakın zamanda dindar koministleride görürsek sakın şaşırmayın!

 

Hem koministim hem atatürkçüyüm diyenler gibi!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

“Derviş Yunus’ un canı alem şefaat kâni

İki cihan sultanı sensin ya Resulallah”

 

“Yetmişbin yıl öndinden yarattı Muhammed’i

Hak kendi aşık oldu bahane bir yıldızdan”

 

“Canım kurban olsun senin yoluna

Adı güzel kendi güzel Muhammed”

 

“Arayı arayı bulsam izini

İzinin tozuna sürsem yüzümü

Hak nasip eylese görsem yüzünü

Ya muhammed canıma arzular seni”

YUNUS EMRE...

 

“Canım tende oldukça Kur’an’ın kölesiyim. Ben ALLAH'ın seçkin peygamberi Muhammed’in yolunun toprağıyım. Her kim bundan başka benden bir söz naklederse ona çok üzülür, sözden de çok üzüntü duyarım.”

MEVLANA.

 

Şimdi bu derya gibi İnsanlar " MUHAMMED" diyecek ve methu sena eyleyecek,biri çıkacak,falan,filan,miş,mış,edecek, buraya yazmaya bile değmez,İslam var olduğu için,Mevlana ve Yunus var,dolayısı ile "ALLAH c.c." tarafından şeçilmiş iki cihan güneşi "MUHAMMED MUSTAFA a.s.v." hakkında,hariçten gazel okuyanlara,yukardaki sözler kafi,gerisi teferruat bile değil...

 

 

Müslümanlar zamane yadlı oldu

Helal yenmez, haram kıymetli oldu

Peygamber yerine geçen hocalar

Bu halkın başına zahmetli oldu "

 

Yunus'un yukardaki dörtlüğü, zaten peygamber sevgisi ile dolu,anlayan...

Gerçekten hayreti mucip,Mevlana ve Yunus Üzerinden, İslam ve Peygamberimize, karşı olmak,ne diyelim, bir Yunus şiiri ile bitirelim...

 

Yunus bir söz söylemiş

Hiçbir söze benzemez

Münafıklar elinden

Örter mâ'na yüzünü

 

:)

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...
Bravo pantea

.

.

.

boyle bır yaratıcı olabılırmı?

bır kıtap yazmaktan acız....

 

böyle zeki mantık yürüten birini daha görmedim,ve bukadar güzel net, anlaşılabilecek şekilde anlatabilen birin.,okudukça hayran oluyorum.hayrınlığım ateistliğine falan değil, böyle muhteşem mantık yürütmesine, zeka bu işte.muhteşem tek kelimeyle.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Buhârî ve Müslim'in rivayet ettiğine göre hâdiseye bizzat şahit olan Abdullah b. Mes'ud şöyle nakleder:

 

"Ay, Hz. Peygamber'in zamanında iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın bir tarafında, diğer parçası dağın diğer tarafında idi. Hz. Peygamber bize şahit olunuz." dedi. (Buhârî, Tefsir, Sûretu'l-Kamer, 1; Müslim, Kıyame, 44). "Kıyamet saat(i) yaklaştı, ay yarıldı. Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve "süregelen bir büyüdür" derler. " (el-Kamer, 54/12).Sahabenin ileri gelenlerinden Hz. Ali, İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, Huzeyfe, Enes, Cübeyr İbn Mut'im, İbn Ömer gibi zatların bildirdiğine göre; Peygamberimiz (s.a.s.) müşriklerin istekleri üzerine Mina'da ay yarılma mucizesi göstermiş ve bu vakayı görenlere "şahit olunuz" deyip onları tanık tutmuştur. Hâdisenin meydana gelişi ayet ve sahih hadisle sabit olup inkârı mümkün değildir.

 

 

Lafa gelince bilimsellikten bahseden sizler, nasıl olurda böyle hikayelere inanırsınız.Halloo efendiler; ikiye yarılıp bir parçası dağın bir tarafına diğer parçası diğer tarafına düitüğü iddia edilen şeftali değil ay,ay. Eğer ay dünyaya düşmüş olsaydı dünya diye bir şey kalmazdı.

 

Yaw sizlerin hatırınımı kıracam hadi düştüğünü varsayalım, peki sonra o parçaları birbire kim yapıştırıp ayı tekrar göğe eski yerine fırlatmış ??

 

:P :P haksöz nerdesin be arkadaş .benim seninle kesinlikle konuşmam lazım.forum nerden bulucaz bu haksöz ü.bu adam gibisini birdaha bulamak zor.şu cevabın güzeliğine bakın allah aşkına.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ama yazdıklarına gelince...iyi okuyun...

 

Peygamber arapmış da arabistanda yetişen meyveleri yazmış durmuş ananas neden yazmamış demişsin;

arkadaşım iyi güzel tamamda,şimdi bu adamın(haksöz)ün, şu söylediğine net bir yanıtmı senin verdiğin.

yani kuran ı kerimde ayetlerinin belli kısımlarında ,aynen bir arap ın istekleri var .cennetin tarifine bak, ayetlere bak, bende okudum. cennet denilen yer,bildiğin dünyanın aynısı,oradada ağaçlar çürüyor,oradada saltanat sonsuz değil,sonlu, oradada insan ölümlü,ve bu test oradada devam ediyormu, atmiyormu şüpheli,meçhul.

ayrıca dünya insanının bilmesi gereken bir kitap,tüm insanlığa gönderilmiş bir kitap değili kur'an,ozman enden hep bir arap toprağının ikliminin,karşı arzusu var,neden hep kızgın güneşe karşı bir istek,neden ceza olarak kızgın ateş,şeytan ateşten yaratıldı değilmi,peki şeytan cezasını nasıl çekecek,buzlu şoklamı,soğuk buzdan bir havun içindemi,neden hurma,zeytin arap toprağının dışında batı uygurlığından birtane örnek,o insanları arap insanlarından ayıran yeme içme v.s açısından birtane örnek neden yok.bak bu haksöz okadar isabetli örnek vermişki,kutuplarda yaşayan insan hurmayı nerden bilir,serin gölgeyi ne yapsın,şarap o dönemin içiceği değilmidir.araplar içmiyormuydu bunu.

ben yaratıcım odluğuna inanıyorum kesinlikle,bir yaratıcımın olduğuna inanmak için şu günümüzdeki kuranı ekrimde yazılan ehrşeye inanamak zorunda değilim,böyle hissetmiyorum.ben kuran ı kerime bakınca,insan arzusunu,düşüncesini,kalemini görüyorum.haksözün verdiği örnekler okadar mantıklı hele bağzıları okadar net ortadaki yani kör olsa yine görür görür, sağır olsa yine duyar.inançsız olması hoşumuza gitmeyebilir.ama mantıklı şeyler söylüyor.

arap topluluğunu, çağrıştırmayan,diğer dünya insanlarınında rahatça anlıyabileceği birtane böyle hurma ,zeytin,serin gölge,yakmayan güneş buna benzer örnek kim verebilir kura ı kerimde.

 

 

kuran yemek kitabımı... ne az düşünüyorsun...ayrıca geçiyorum meyveyi sebzeyi ki sen ayetleri birbiri ardına getirip sanki kuranda sadece bu örnekler varmış gibi bir pskolojik teknik kullanmışsın yemezler.!!!

ayet;

1_Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; hadid/25

 

2-Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler. (Fussilet Suresi, 10-11

 

3_Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)

 

4_Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)

 

evet kuran ı kerimde bilmin bulduklarıyla uyum sağlayan bunlarda var işte,zaten açıkçası dini tamamen reddemememin nedenlerinden biride bu ve birçok kişi içinde budur aslında.şimdi bilimsel örtüşmüşlüklerin olduğunu bilmesek,bir çok ayet varki kur'anı bu nedenle tamamen bile dışlayabiliriz.bunlar gözüken gerçekler.önce bunların tesbitini yapıyımda.sonra içindeki iylikleri güzelikleri,sevgiyi,saygıyı anlatan ayetlerinde tabiki fakındayım,fakat bu kura ı ekrim allahın kitap ı diyoruz.buna hiçbirşekilde olumsuzluk,mantık dışılılık olmamalı varsada ozman bu kitap ta insanın fesinin karıştığını söyleyebilriz. o nedenle kur'an ın değiştiğini ,ekleme, çıkarmalar yapılmış olunabileceğini düşünmek lazım.başka izzah bulamıyorum.bunuda başka sayfadaki ayzımla açıklıyorum altta.

 

kuran ı kerim değiştirilemez _? hangisi.

evet kimse bunu düşünmüyor yada söylemiyor.yeryüzünde kaç adet kuranı kerim var değiştirilemez denen hangisi, insanlar, bizler bunu hespi diye algılıyoruz, hayır bu yanlış, çok yanlış.şimdi ben matbaya gitsem kuranı kerimin aynısını bastırsam ama içindeki birkaç sözcüğü değiştirsem,birkaç sözcükte eklesem,kabınıda yaptırsam üstünede kuran ı kerim yazdırsam.aynen herkezin evindeki kitap ın aynsından yapsam yani,fakat içindeki kelimelerin bazılarını değiştirdim ben. eee ne oldu ,değiştimi kuran evet değişti.ama hangisi değişti insanın elindeki değişti.kuranda değişmez koruyucusu benim demişse bile allah,bunda mana başka, kuranın özü allah katındaki kuran ı kerim değişmez demek olabilir,veya kainat alem kuran ın kendisi işte o değişmez demek olabilir.yani bu tür mana olabilir ancak.elmalı hamdi bunu yazmış,ahmet hoca şunu yazmış peygamberin kalbine,zihnine inenle aynımı acaba_? ya biz insanoğlunun büyük çoğunluğu çok dar kalıpların adamıyız buda hep bilincsizlikten,düşünmeden, mantık yürütmeden,davranmamızdan kaynaklanıyor .

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

Öncelikle herkese esen olsun.:)

 

Başlığın önemli kısımlarını takib ettim.Öncelikle şunu belirteyim,bir sabah uyandığında,avucunun kınalandığını,dini yönden bilgili kişilerden öğrendiğide bunun Tanrı ve Peygamber aşkı olduğunu öğrenen birisiyim.Evet,Tanrı'yıda,Hz.Muhammed'ide çok severim.

 

Ama bunları söyleyen birisinin,anadan doğma müslüman olması çelişki olacaktır.Bu sebepten,tarafsız yaklaşacağım.

 

Evvela,İslam dininde bir adet vardır.Tırnak kesme yöntemine kadar hristiyanlarla aynı olmamak gereklidir.

 

Ancak,İslam'da olmamasına rağmen Mehdi inancına sahip kimseler vardır.Bu da Mesih'in karşılığıdır.Hatta çoğu kimse bu Mehdi inancına sahiptir.Şiiler bu konuda Kayıp imam öğretisine,benzer öğretiye sahiptirler.Bu,dini yasalar açısından bir çelişkidir.

 

Keza,Türkler'inde müslümanlığa geçişi,İslam inancının Türk inancına yakın olduğu için derler.Ancak,Gök-Tanrı inancına sahip birisi,sırf benziyor diye neden İslam'a geçsin?Kıyametse kıyamet,melekse melek,tek Tanrı ise tek Tanrı,cennet-cehennem desen aynı.O halde Türkler neden İslam'a geçti?

 

Bakın,kul hakkı da Zina'da(bakınız Cengiz Han türeleri) bu inanışta yasaktır.İslam'dada yasaktır.Peki,Kur'an bu kadar çok Araplara hitap eder iken,Türkler neden İslam'a geçti?

 

Yine aynı soru...

 

Mukanna adlı Türk Kağanı,İslam'a inanmadığı,ancak Gök-Tanrı inancı ile İslam'a yakın olduğu halde neden Emeviler ona saldırdı?

 

Hani zorlama yoktu dinde?Mukanna veya Orta Asya'da Türkler'i sapkın olarak görenler olacaktır,hani Türkler İslam'a yakındı?O halde sapkın olmayan Tanrı inancına sahip Türkler neden işkencelere maruz kaldı?

 

Müslüman olduğu halde,Arap egemenliğine karşı tehdit olarak görülen bir Türk komutanı öldürmeleri,emperyalizm değil midir?

 

Üstelik,herkes Türkçe ve Arapça duaları okusun. Hangisinde daha kalben iman vardır anlaşılacaktır.

 

Peki ya Arapça ibadet ettirilmek empreyalizm değil midir?

 

Ayrıca Kur'an'da ki bilimsel ifadeler en eski felsefe kitaplarındaki veya Mu Kıtasına ait bulunan kalıntılardaki yüksek medeniyet (Türk medeniyeti olduğu ispatlanmıştır.) kitaplarında da vardır.Şimdi,bu Kur'an'ın doğruluğuna kanıt ise, o halde Gök-Tanrı inancıda doğrudur.Çünkü Kur'an'da yazanlardan çok önce bilimsel verilere ulaşmış.

 

Bu bilgileri bilmek,insanın yazmadığına delil değildir.Dediğim gibi,insanların kayıp tarihlerinde bu bilgiler mevcuttur zaten.

 

Ayrıca,Kur'an'da ki çelişkilere dönelim.

 

Hem Kur'an asla değiştirilememiştir hem de tercüme hatası vardır demek başlı başına bir çelişkidir.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ayrıca Kur'an'da ki bilimsel ifadeler en eski felsefe kitaplarındaki veya Mu Kıtasına ait bulunan kalıntılardaki yüksek medeniyet (Türk medeniyeti olduğu ispatlanmıştır.) kitaplarında da vardır.Şimdi,bu Kur'an'ın doğruluğuna kanıt ise, o halde Gök-Tanrı inancıda doğrudur.Çünkü Kur'an'da yazanlardan çok önce bilimsel verilere ulaşmış.

 

Pardon ama, kalıntı dediğiniz kitabelerde mi yazıyormuş bu efsanevi kıtada yaşayanların Türk medeniyeti olduğu ve kim tarafından ispatlanmış?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Öncelikle herkese esen olsun.:)

 

Size de...

 

Öncelikle şunu belirteyim,bir sabah uyandığında,avucunun kınalandığını,dini yönden bilgili kişilerden öğrendiğide bunun Tanrı ve Peygamber aşkı olduğunu öğrenen birisiyim.Evet,Tanrı'yıda,Hz.Muhammed'ide çok severim.

 

Bu şahsen beni ilgilendirmez :)

 

Peki ya Arapça ibadet ettirilmek empreyalizm değil midir?

 

Ama bu düşünce beni çok ilgilendirir :)

Ne zamandır böylesine samimi ve tarafsız bir yazı okumamıştım.

Evet emperyalizmdir, ve bunun en büyük kanıtı bana göre Hac muhabbetidir.

 

Ayrıca Kur'an'da ki bilimsel ifadeler en eski felsefe kitaplarındaki veya Mu Kıtasına ait bulunan kalıntılardaki yüksek medeniyet (Türk medeniyeti olduğu ispatlanmıştır.) kitaplarında da vardır.Şimdi,bu Kur'an'ın doğruluğuna kanıt ise, o halde Gök-Tanrı inancıda doğrudur.Çünkü Kur'an'da yazanlardan çok önce bilimsel verilere ulaşmış.

 

Evet, zaten Kuran'ın o dönemki bilimsel verileri sentezlediğinden ve bu doğrultuda yoruma gidildiğinden eminim. Söylediğin gibi bunu gösteren bir çok veri var.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kuran'ın Eleştirisi

 

“Çelişkili” Hükümlerle Verilen Din ve Bundan Doğma Olumsuz Sonuçlar

 

Şeriat hükümlerinin çelişkilerle, tutarsızlıklarla dolu oluşunun yarattığı sakıncalar sınırsız denecek kadar çoktur. Bu sakıncalar, hem yaşam sorunlarına çözüm bulamamak ya da bu sorunları olumsuz sonuçlara bağlamak açısından, hem de asıl kişileri akılcı gelişmeden ve düşünme gücünden yoksun bırakmak bakımından söz konusudur. Kısaca özetlemeye çalışalım.

I) Yaşam Sorunlarına Çözüm Bulma Güçlüğü Yaratmak Bakımından, Çelişkiler Sisteminin Ortaya Çıkardığı Sakıncalar

 

Çelişkiler sisteminin yarattığı olumsuzlukların başında, birbirleriyle çatışan hükümlerden hangisinin uygulanacağının bilinememesi gelir ki, bu da yaşam sorunlarını çözümlenemez durumda kılmaya yeterlidir. İslam tarihi bunun örnekleriyle doludur. Bırakınız sıradan ya da halktan kişileri, ulema sınıfı da bu yüzden, çoğu zaman ne yapılması gerektiğini kestiremez durumlarda kalmışlardır. Daha ilk zamanlarda bile, Ashabı Kiram’in,’ birtakım önemli sorunlar karşısında ne yapacaklarını bilemeyip sorulara hemen yanıt veremediklerini ve işi “talik” ettiklerini, İslam kaynaklarından öğrenmekteyiz. Örneğin, Hulefayı Raşidin’den sayılan Osman b. Affan bile Kur’an’daki çelişmeler karşısında çoğu kez kararsız kalmış, önüne getirilen sorunları çözümleyememiştir. Nitekim önemli bir konu olarak kendisine, iki kardeşin “mülki yeminde cem’i caiz olup olmadığı” sorulduğunda, “Ne bileyim? Bunu (Kur’an’daki) bir ayet

 

l “Ashabı Kiram” deyimi Muhammed’i görmüş, onunla konuşmuş olanlar için kullanılan bir deyimdir.

 

helal, öbür ayet de haram kılmıştır” demiş ve işin içinden çıkamaz durumda kaldığını bildirmiştir.2 Abdullah İbni Amr ise, çelişmeler yüzünden “nezir3 gününün bayrama rastlaması halinde ne yapılması gerektiği” konusunda kararsız kalmıştır. Nitekim, kendisine, “Pazartesi günleri oruç tutmayı nezreden bir kimsenin nezir günü bayram gününe tesadüf ederse, bu adamın vaziyeti ne olur?” diye sorulduğunda, “Ne bileyim? Bir tarafta Allah nezrin yerine getirilmesini emrediyor, öbür tarafta da Resulullah bayram günü oruç tutmayı yasak etmiştir” diyerek kararsızlığını bildirmiş ve fetva vermekten çekinmiştir.4 Bunlara benzer örnekler çok. Görülüyor ki, Kur’an’ın çelişkili hükümleri, yaşam sorunlarına çözüm bulmak bakımından güçlük yaratmakta!

 

II) Yaşam Sorunlarını Olumsuz Sonuçlara Bağlamak Bakımından, Çelişkiler Sisteminin Ortaya Çıkardığı Sakıncalar

 

Çelişkiler sisteminin sakıncalı olan yönü, sadece ayetlerin uygulanmasında rastlanan güçlük ve kararsızlık değildir. Sakıncalı olan diğer bir yönü, yaşam sorunlarını “olumsuz” şekilde çözüme bağlama zorunluluğunu yaratmış olmasıdır:

 

Daha önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi, Kur’an’daki çoğu sure ve ayetlerin kesin olarak ne zaman ve nerede “indiği” bilinmez. Nice örneklerden biri olarak hicab ayetini ele alalım! Katade’ye göre, bu ayet Hicret’in 5. yılında inmiştir; Ebu Ubeyde Ma’mer’in söylemesine göre, Hicret’in 3. yılında, İbni Sa’d’ın söylemesine göre ise Hicret’in 4. yılının “Zilkadesinde”,””nazil” olmuştur.6 Bununla beraber hangi surelerin ve ayetlerin Mekke döneminde, hangilerinin Medine döneminde indiği konusunda az çok bir görüş birliği vardır. Bu da ortaya, birbiriyle çelişkili hükümlerden “olumsuz” nitelikte olanların, olumlu olanları yok etmesi gibi bir sonuç doğurmakta. Çünkü, akıl ve mantığın emrettiği şudur ki, herhangi bir hüküm, ancak kendisinden

 

2 Sahihi...,c.11,s,52.

 

3 ‘”Nezir” sözcüğü “nezr”kökünden gelme olup “adama” anlamındadır.

 

4 Sahihi...,c. 1,5.52.

 

5 “Zilkade”, Arabi ayların on birincisidir.

 

6 Sahihi...,c. l,s.48.

 

 

 

 

 

önce konmuş olan bir hükmü ortadan kaldırabilir. Geleceğe yönelik olarak hüküm iptali diye bir şey yoktur. Bu itibarla çelişme ve çatışma halinde bulunan iki hükümden önce konmuş olanın, sonradan konan hükümle ortadan kaldırılmış olması doğaldır. Bu böyle olduğuna göre, şimdi “Mekke” dönemine ait ayetlerle, “Medine” dönemine ait ayetlerin niteliklerine göz atalım:

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Mekke dönemine ait bilinen ayetler ki “Mekki” diye bilinir, genellikle yumuşak, barışçı, hoşgörülü ve insaflı gibi görünen ayetlerdir. Buna karşılık daha sonraki Medine döneminin ayetleri ki “Medeni” diye bilinir genellikle şiddet, ölüm ve dehşet saçıcı, sert, saldırgan, hoşgörüsüz, insafsız nitelikte ayetlerdir. Bu itibarla “Mekki” ayetlerle “Medeni” ayetler çoğu zaman tam bir çelişme halindedirler. Daha önce belirttiğimiz gibi, bunun da nedeni, Mekke dönemindeyken Muhammed’in, henüz güçlenmemiş olmasıdır. Güçlenmediği için kılıç yoluyla, yani zor kullanarak ve şiddete başvurarak iş görme olasılığından yoksundu. Buna karşılık Medine’ye geçince yavaş yavaş güçlenmiş ve bu sayede şiddet siyasetine yönelmiştir. Nitekim, bunun böyle olduğunu anlamak için, daha önceki sayfalarda belirttiğimiz çelişkili hükümleri şöyle bir göz atmak yeterlidir. Örneğin, Mekke döneminde indiği kabul edilen Gaşiye Suresi’nde hoşgörü niteliğinde görünen şu ayetler var:

 

“Ey Muhammed, sen öğüt ver; esasen sen sadece bir öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin... Kim inkar ederse Allah onu... azaba uğratır... Hesaplarını görmek bize düşmektedir” (Gaşiye Suresi, ayet 2126).

 

Burada Muhammed’in “öğüt verici” olduğu, “kafir”lere karşı zor kullanmaması gerektiği ve “kafır”lerin hesabının Tanrı tarafından görüleceği bildirilmekte.

 

Ancak, bu aynı Kur’an’ın Medine döneminde indiği kabul edilen Tevbe Suresi’nde,7 İslami kabul etmedikleri için “müşrik”lerin (puta tapanların) öldürülmelerini emreden, yine aynı şekilde ehli kitab’a

 

7 129 ayetten oluşan Tevbe Suresi’nin son iki ayeti (yani 128. ve 129. ayetler) hariç, diğerleri Medine döneminde inmiş kabul edilir.

 

(yani Yahudilere ve Hıristiyanlara) karşı savaş açılmasını ve İslami kabul etmelerine ya da “cizye” (kafa parası) vermelerine kadar savaşın sürdürülmesini öngören ayetler var:

 

“Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı da verirlerse anık yollarını serbest bırakın...” (Tevbe Suresi, ayet 5).

 

Burada, müşriklerin ölüm tehdidiyle İslama sokulmaları emredilmekte. Yine bunun gibi Tevbe Suresi’nin 29. ayeti şöyledir:

 

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini (İslam dinini) kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın” (Tevbe Suresi, ayet 29).

 

Burada da, Tanrı’ya ve Muhammed’e boyun eğmeyen, İslami din olarak benimsemeyen Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı savaş açılması, bu savaşın, onlar tarafından küçülerek “cizye” (kafa parası) verilmesine kadar sürdürülmesi emredilmekte.

 

Şimdi geliniz yukarıda belirttiğimiz Gaşiye Suresi’nin ayetleriyle Tevbe Suresi’nin ayetlerini karşılaştıralım. Kuşkusuz ki, Gaşiye Suresi’nde yer alan “Ey Muhammed! Öğüt ver, sen sadece öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin” şeklindeki ayetlerle, Tevbe Suresi’nde yer alan, müşriklerin öldürülmelerini ve Yahudilerle Hıristiyanlara karşı savaşılmasını emreden, yani şiddet ve savaş yolunu öngören yukarıdaki ayetler, birbirleriyle çelişme halindedirler. Zira birinciler höşgörülüğe yer verirmiş gibi görünen, ikinciler ise hoşgörü nedir bilmeyen ayetlerdir. Şimdi ne olacak? Birbiriyle çelişkili ve birbirine ters düşen bu ayetleri, birlikte uygulamak olanağı bulunmadığına göre, bunlardan hangisini geçerli, hangisini geçersiz sayacağız? Eğer, “Birbiriyle çelişen ayetler içerisinde, önce indiği kabul edilen ayetler, daha sonra indiği söylenen ayetler tarafından ortadan kaldırılmıştır” denecek olunursa, bu takdirde Gaşiye Suresi’nin hoşgörü niteliğinde sayılabilecek yukarıdaki ayetlerinin yok sayılıp, Tevbe Suresi’nin, “müşrik”lerin öldürülmelerini ya da ehli kitab’a karşı savaş açılmasını öngören ayetlerinin uygulanması gerekir. Çünkü, Gaşiye Suresi’nin bu ayetleri Mekke dönemine (yani daha önceki döneme), fakat Tevbe Suresi’nin ayetleri ise, daha sonraki Medine dönemine aittir. Böyle olunca, Mekke döneminin hoşgörülü hükümleri (yani Gaşiye Suresi’nin 21., 22., 24. ve 26. ayetleri), Medine döneminin ölüm saçan ayetleriyle (yani Tevbe Suresi’nin 5. ve 29. ayetleriyle) geçersiz kılınmış olacaktır. Nitekim, Muhammed, Mekke dönemindeyken Gaşiye Suresi’nin yukarıdaki hükmü (ya da Kur’an’ın benzeri ayetleri) doğrultusunda olmak üzere iş görürken, yani kendisini “tebliğ edici”, “öğüt verici” gibi gösterirken ve çete göndermek ya da savaş yapmak gibi yollara hiç yönelmemişken, Medine’ye geçtiği tarihten ölümü tarihine gelinceye kadar, hep Tevbe Suresi’nin yukarıdaki ayetleri (ya da Kur’an’daki benzeri hükümler) doğrultusunda olmak üzere kılıç yoluyla iş görmüş, zor kullanmış, yirmi dokuz savaş yapmış, kırk kadar seriye (çete) göndermiş, müşrikleri yok etmiş, kitaplıları (Yahudileri ve Hıristiyanları) kılıçtan geçirmiş ya da yerlerinden sürmüş, esirler, ganimetler almıştır.

 

Kur’an ın nispeten yumuşak, barışçı ve hoşgörülü gibi görünen ayetleri genellikle Mekke döneminde, buna karşılık sert, dehşet saçan, savaşçı ve hoşgörüsüz ayetleri daha sonraki Medine döneminde kabul edildiğine göre, ikincilerin birincileri yürürlükten kaldırması halinde nasıl korkulu bir sonucun ortaya çıkacağı aşikardır. Nitekim, daha ilk anlardan itibaren Kur’an’ın “olumlu”ymuş gibi görünen ayetleri, “olumsuz” nitelikteki ayetler arasında kaybolup gitmiş ve bu yüzden İslam şeriatı “korkuyla verilen ve kılıç yoluyla yerleştirilen” bir “din”’niteliğine bürünmüştür. İslam şeriatı tarihi, bir yandan Orta Asya’lara, diğer yandan Afrika’nın kuzeyinden İspanya’lara kadar uzanan saldırı ve savaşlarla, kılıçla dehşet saçarak, kan akıtarak dini yaymak, insanları zor kullanarak ve özgürlükten yoksun tutarak yönetmek gibi örneklerle dolu bir tarih olmuştur. Sadece Orta Asya’daki Türklerin, Arap orduları tarafından kılıçtan geçirilerek Müslüman kılınmalarının örneğine göz atmak, bu konuda fikir edinmek için yeterlidir.

 

Denebilir ki, Kur’an ayetlerinin çelişkili oluşu, yaşam sorunlarına pek olumsuz, pek yıkıcı ve pek kötü bir çözüm bulma sonucunu yaratmıştır.

 

III) “Düşünme Gücü”nü Yıpratmak ve “Yaratıcı Zeka”yı Yok Kılmak Bakımından Çelişkiler Sisteminin Ortaya Çıkardığı Sakıncalar

 

Şeriat hükümleri (ve özellikle Kur’an ayetleri) arasındaki çelişkilerin yarattığı en sakıncalı sonuç, insan beyninin körlenmesi, düşünme gücünün yitirilmesi ve bu nedenle kişinin fikren gelişemez, akılcı yönde iş göremez durumlara sürüklenmesi şeklinde kendisini belli eder. Müslüman halkların l400 yıllık bitmeyen gerilikleri, yaratıcı zeka ve düşünme gücünden yoksunlukları, bunun en belirli kanıtıdır. Her vesileyle tekrarladığımız gibi, vaktiyle var olduğu kabul edilen ve iki yüz yıl gibi kısa denilebilecek bir süreyi kapsayan İslam uygarlığını yaratan şey, Kur’an eğitimi ya da İslamın kendisi değildir; Eski Yunan ve Roma kaynaklarıdır. İki yüz yıllık kısa bir süreyi aşmayan bu İslam uygarlığının yapıcıları, Kur’an ile ilim yapılamayacağını bildikleri için, çoğu zaman şeriata bağlıymış gibi görünerek şeriat çemberini aşabilmişler ve Eski Yunan, Roma uygarlıklarının kurucularından yararlanarak ilim yapabilmişlerdir. Bu konu, İslam uygarlığını yaratan bilim adamlarının kendi ağızlarıyla ortaya koydukları bir gerçektir.8 Ve bu bilim adamları, Kur’an kaynağı yerine Eski Yunan ve Roma’nın akılcı bilim kaynaklarını benimsediler diye, kısa zamanda “zındık”Ia ve “dinsizlik” damgalanmalardır; bu yüzden, bu kaynaklar terk edilmiş ve terk edildiği andan itibaren de İslam uygarlığı sona ermiştir.

 

Yine tekrar edelim ki, çelişkili şeriat verileriyle eğitilen kişinin düşünme yeteneği öylesine körletilmiştir ki, birbirine ters düşen şeyleri, aynı zamanda “geçerli”ymış gibi kabul edebilir hale gelmiştir. Bu nedenle, çelişmenin “çelişme” olduğunu fark edemez, fark etse de bunda bir“hikmet” yattığını sanır olmuştur. Verilecek örnekler pek çok; bunlardan birkaçını belirtmekle yetinelim:

 

Daha önceki sayfalarda değindiğimiz gibi, şeriat eğitiminden geçmiş olan kişi, bir yandan “İslamda zorlama yoktur” (Bakara Suresi, ayet 256) şeklindeki hükümlere dayanarak “İslam hoşgörü dinidir” diye konuşurken, diğer yandan, zorlamayı öngören ve hoşgörüyü kökünden yok eden hükümlere dayalı olarak, farklı din ve inançta olanlara karşı düşmanlık

 

8 Aydın ve “Aydın” adlı kitabımda bu konular etraflıca belirtilmiştir.

 

beslemekten geri kalmaz ve örneğin Kur’an’daki “İslamdan başka bir dine yönelenler sapıktır!” (Ali İmran Suresi, ayet 85; Tevbe Suresi, ayet 33 vd...) ya da “Müşrikleri nerede görürseniz öldürün!” (Tevbe Suresi, ayet 5) ya da “İslama aykırı bir inanışta ise analarınız, babalarınız, yakınlarınız için mağfiret dilemeyin, onların namazını kılmayın vd...” (örneğin, Tevbe Suresi, ayet 23, 84, 113; Ahzab Suresi, ayet 6061) gibi birçok buyruğa uymayı doğal sayar.

 

Bu aynı kişi, bir yandan, “Kur’an’ın 14 asır önce ilan ettiği kadın hakları hala ulaşılamamış bir yüceliktedir” şeklinde konuşurken,9 diğer yandan, şeriatın kadını aşağılatan hükümlerine sarılmakta sakınca bulmaz; bunları rahatlıkla savunabilir ki, bunlar arasında, “Kadınlar aklen ve dinen dun yaratılmışlardır; iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına denktir; cehennemin çoğunluğu kadınlardandır; Sütresiz (perdesiz) olarak namaz kılanın önünden eşek, köpek, kadın geçerse namaz bozulur vd...” şeklinde, insan şahsiyetinin haysiyetiyle bağdaşmayan hükümler vardır. Birbiriyle çelişen ve çatışan bu iki düşünce tarzına saplanmışlık ona ters gelmez. Daha doğrusu çelişme ve çatışmanın varlığından muhtemelen habersizdir.

 

Yine bunun gibi, bir yandan Kur’an’ın, “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir” (Şura Suresi, ayet 30; Nisa Suresi, ayet 79 vd...); “Yaptıklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz” (Nahl Suresi, ayet 93) şeklinde olan ve “irade özgürlüğüne”ne ve “kişinin sorumluluğu”na. yer verir gibi görünen ayetlerine sarılarak, “İslam akıl dinidir, özgürlük dinidir” diye konuşurken, diğer yandan Kur’an’ın bu hükümleriyle çatışan, örneğin, “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir” (Nahl Suresi, ayet 36, 93; Fatır Suresi, ayet 8; Müddessir Suresi, ayet 31, 42 vd...); “Tanrı dilediğinin gönlünü açar onu Müslüman yapar... dilediğinin kalbini dar kılar (kafir yapar)” (Enam Suresi, ayet 125); “Allah isteseydi puta tapmazlardı...” (Enam Suresi, ayet 107) şeklinde olan hükümlerini benimseyerek, gerçeklere “irade serbestisiyle”, yani “akılcı düşünce” yoluyla değil, gökten indiği söylenen Kur’an hükümleriyle gidilebileceğini

 

9 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu tür bildirileri çoktur. Bunlardan biri, şeriatın kadın haklarına yer vermez olduğuna değinen bir yazım vesilesiyle, başkanlığın Tercüman gazetesinde (7 Haziran 1973) yayımlanan yukarıdaki bildirişidir.

 

 

 

savunur. Bundan dolayıdır ki, İslam dünyasının “büyük bilgin ve düşünür” diye bildiği nice kişiler, “Ben aklımı kullanmam, kullanmamakla iftihar ederim” diyebilecek kadar kendilerini “vahiy”lerin egemenliğine terk etmişlerdir.10

 

Yine bunun gibi şeriatçı kişi, bir yandan, “İslam eşitlik dinidir; ırk, renk, cins farkı gözetmez; ne Arap, ne Acem, ne Türk vd... (gözetmeyip) insanlığın güzel usaresinin bir belirisi(dir)” derken, diğer yandan köleliğin doğal olduğunu vurgulayan şeriat hükümlerini (örneğin, Nahl Suresi, ayet 75), siyah derili insanların tiksinti yaratıcı bir cilde sahip olduklarına dair hükümleri ya da Arapların “kavmi necib” olarak diğer Müslümanlara üstünlüğünü tanımlayan yönlerini benimseyebilir. Yani bir yandan İslamın eşitlik dini olduğunu söylerken, diğer yandan şeriatın insanlar arası eşitliği yok bilen hükümlerini benimseyebilir; bunda bir çelişme görmez.

 

Yine aynı şekilde, şeriatçı kişi, “kısırlık” denen şeyin Tanrı’dan geldiğini öngören hükümlerle, kısırlığın Tanrı tarafında kötülendiğini bildiren hükümleri aynı zamanda benimseyebilir; bu hükümler arasındaki çelişkiyi fark etmez, fark etse de önemsemez: “Çelişki bize göredir, Tanrı’ya göre değildir” deyip geçer! Gerçekten de, Kur’an’ın Şura Suresi’nde şöyle yazılıdır:

 

“(Allah)... dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder... Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir” (Şura Suresi, ayet 4950; ayrıca bkz. Fatır Suresi, ayet 11).

 

Ancak, dilediğini “kısır” kıldığını söyleyen bu aynı Tanrı, kısırlığı bir kadın için “eksiklik”, “kusur” sayar ve hakaret vesilesi yapar. Nitekim, Muhammed şöyle demiştir:

 

“Evin köşesindeki bir hasır, döl getirmeyen kısır kadından daha hayırlıdır.”

 

Görülüyor ki, Muhammed, hem bir yandan Tanrı’nın dilediği kadınları kısır kıldığını bildirmekte hem de diğer yandan, Tanrı’nın kısır

 

 

 

10 İmam Malik örneği için bkz.İlhan Arsel, Şeriat Devleti’nden Laik Cumhuriyet’e, dördüncü basım, Kaynak Yayınları, Eylül 1997.

 

 

 

kıldığı kadınları hakaret edilmeye layık kıldığını anlatmakta!11 Öte yandan, yine Muhammed’in Kur’an olmayarak koyduğu hükümlere göre, döl getirmeyen kadınlarla asla evlenmemek gerekir; döl getiren siyah kadın, döl getirmeyen güzel kadından daha hayırlıdır. Buyruk aynen şöyle: . “Sevimli ve döl getiren kadınlarla evlenin... Döl getiren siyah

 

kadın, doğurmayan (kısır beyaz) güzel kadından hayırlıdır.” Görülüyor ki, Tanrı, hem dilediği kadınları kısır kılmakta hem de kısır kıldığı bu kadıncağızları evlenme olasılığından yoksun tutmaktadır. Kuşkusuz ki, bütün bunlar çelişme halinde bulunan hükümlerin ortaya koyduğu olumsuz sonuçlardır.

 

Bu örnekleri çoğaltmak kolay, fakat şeriat eğitimiyle yetiştirilmiş kişinin kafa yapısı, çelişkili hükümlerle yoğrulmuştur. Sadece çelişkili hükümlerle değil, bir de Muhammed’in yaşam ve davranışlarına egemen olan çelişki örnekleriyle şekillenmiştir. Muhammed, bir yandan “barışçı” ve “hoşgörülü”ymüş gibi görünürken, diğer yandan farklı inançtakilere karşı korku ve dehşet saçmıştır. Bir yandan “tebliğ edici” ve “öğüt verici” olarak görünürken, diğer yandan kılıç yoluyla iş görmüştür. Bir yandan Arap kavmine, Arapça Kur’an ile gönderildiğini söylerken, diğer yandan tüm insanlara yollandığını savunmuştur. Bir yandan, “alçak gönüllü”ymüş (“mütevazı”) gibi görünürken, diğer yandan Tanrı’yı kendisine “salavat getirir” durumlarda kılarcasına ya da kendisine baş eğenlerin Tanrı’ya baş eğmiş sayılacaklarını açıklarcasına övünmüş, kendi yüceliğini dile getirmiştir. (Böylece Müslüman kişi, hem bir yandan Tanrı’nın tekliğine ve yüceliğine inanırken, hem de diğer yandan bu “yüce” Tanrı’nın Muhammed’e salavat getirir olmasına inanmakta herhangi bir çelişki olduğunu düşünemez olmuştur!)

 

Muhammed’le ilgili yukarıdaki örnekleri çoğaltmak kolay. Bu örneklerin ortaya koyduğu gerçek o ki, Muhammed, kendi yaşamını oluşturan tutum ve davranışlarındaki çelişkileri şaşkınlık yaratacak boyutlara ulaştırmakla, Müslüman kişinin düşünce tarzı üzerinde sınırsız bir etki yaratmıştır.

 

11 İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, yeniden düzenlenmiş ve gözden geçirilmiş on beşinci basım, Kaynak Yayınları, istanbul, Ekim 1997.

 

Yine tekrar edelim ki, böyle bir ortam içerisinde yetişen insanların, çelişkili hükümler karşısında tepkisiz kalmaları kadar doğal bir şey olamaz. Tanrı’dan ve “peygamberden” geldiğini sandıkları verilerde çelişme ve tutarsızlık olamayacağına öylesine inanmış, kendi tutum ve davranışının çelişmelerle dolu olduğunu öylesine düşünemez hale gelmişlerdir ki, “Kur’an’da (ya da Kur’an olmayarak konmuş hükümlerde) çelişme vardır” diyenleri “bilgisizlikle” ve “dinsizlikle” suçlamayı olağan saymışlardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

IV) İslam Dünyasının “Aydın” Bilinen Sınıfları Dahi Çelişmeli Zihin Yapısında

 

İslam dünyasının büyük çapta bilgin ve düşünür yetiştirdiği doğrudur. Fakat, her zaman tekrarladığımız gibi (özellikle Aydın ve “Aydın” adlı kitabımızda açıkladığımız gibi) bu düşünür ve bilginler İslamın yetiştirmesi değil, esas itibariyle Eski Yunan kaynaklarının yetiştirmesi olan kimselerdir. Bilim alanında İslama borçlu oldukları bir şey yoktur. Hepsi de Eski Yunan bilim kaynaklarından feyz alarak iş görmüşler, bunun böyle olduğunu söylemişlerdir. Örneğin, Farabi ya da İbni Sina gibi iki bilim ve fikir hazinesi sayılan ünlüler, Aristo’yu yüzlerce kez okuduklarını söylemeyi iftihar vesilesi edinmişlerdir. Bu konuyu diğer yayımlarımızla işlediğimiz için burada durmayacağız.12 Fakat, bilimsel bakımdan bütün olumlu yönlerine rağmen, bu ünlüler dahi, içinde yoğruldukları ortamın etkisiyle (ya da İslami eleştirme cesaretsizliği nedeniyle) çelişmeli düşünce tarzına saplanmaktan kurtulamamışlardır. Savunur oldukları bilimsel fikirlere ve görüşlere ters düşen şeyleri, benimsemekten geri kalmamışlardır. Örneğin, İbni Sina, o ünlü Kanun fi’ltibb adlı yapıtında, bir yandan “duygu” ve “bilim” alanına, “akıl” ve “düşün” yoluyla girme olasılığı bulunduğunun akılcı açıklamasını yaparken (ve yapmak için Eski Yunan otoritelerini kendisine destek kılarken), diğer yandan “vahiy”

 

12 Bu konuda özellikle bkz. ilhan Arsel, Aydın ve “Aydın”, yeni eklemelerle, gözden geçirilmiş ve yeniden düzenlenmiş üçüncü basım. Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 1997.

 

yoluyla indiği kabul edilen ve akılcılıkla ilgisi bulunmayan şeriat hükümlerine inanmak gerektiğini savunur görünmüştür. “Akılcı”lıkla “vahiy”ciliğin bağdaşmadığını, yani “din ve iman” yoluyla “müspet ilim” yapılamayacağını söyleyememiştir. Öte yandan Mevlana gibi ‘Yetmiş milletten de olsan gel” şeklinde konuşarak, hoşgörü temsilciliği yapan bir başka ünlü, bu yönünü sıfıra indirgercesine din adına “cihan” ya da İslamda farklı inançtakilerin kafalarının koparılmasını savunur olmuştur. Bu iki davranışın birbiriyle çelişir oluşuna aldırmamış, muhtemelen bunu “çelişki” saymamıştır. Nitekim, Fih Mafih13 adlı yapıtında, kişinin insanlık değerini ölçüye vururken, bu değerlemeyi onun kılmış olduğu namazlara, din adına katıldığı savaşlara ve savaşlarda öldürdüğü kafir sayısına göre hesaplamıştır. Bununla da kalmamış, bir de, Ömer b. Hattab gibi Tanrı adını ağzından düşürmeyen bir halifenin, farklı inançtadır diye kendi öz babasının kafasını kılıçla doğramasını, yüceltilmesi gereken bir davranış saymıştır. “Hoşgörü” ile “hoşgörüsüzlüğü”, aynı zamanda benimseyebilir olduğunu fark etmemiş, fark etse de “fark etmez” görünmüştür.14

 

İslam bilgini olarak bilinen nice ünlüler, saplı bulundukları çelişkili kafa yapısı nedeniyle, Tanrı fikrini bile küçültücü görüşleri dile getirmekte olduklarının farkına varmazlar. Örneğin, bir yandan Tanrı’nın “alim” olduğunu, yani ana rahmine düşmüş çocuğun kaderinin (tüm yaşamının) ne olacağından tutunuz da, kıyametin ne zaman kopacağına varıncaya kadar, hiç kimselerin bilemeyeceği her şeyi bilir olduğunu söylerlerken ve bu konunun Kur’an ayetleriyle 171 kez açıklandığını belirtirlerken, diğer yandan bu aynı Tanrı’yı, sanki kendi kullarından akıl almaya muhtaçmış gibi durumda kılıcı ayetleri benimsemekte kusur etmemişlerdir. Bunu yaparken çelişkiye saplandıklarını ve aynı zamanda Tanrı fikrini yıprattıklarını düşünmemişlerdir. Verilebilecek örnekler sayısız denecek kadar çok. Kısaca fikri edinmek üzere önce İsra Suresi’nin iki ayetine, sonra Kehf Suresi’nin 74. ve 80. ayetleriyle, Nuh Suresi’nin 26. ve 27. ayetlerine şöyle bir göz atalım.

 

 

 

13 Maarif Basımevi, istanbul, 1954, s.2223; 128, 214.

 

14 ilhan Arsel, Aydın ve “Aydın”, yeni eklemelerle, gözden geçirilmiş ve yeniden düzenlenmiş üçüncü basım, Kaynak Yayınlan, istanbul, Mart 1997.

 

 

 

Başka bir vesileyle daha önce değindiğimiz gibi, Kur’an’da, Kehf Suresi’nde, Musa ile genç bir adamın hikayesinden söz edilmekte. Hikaye, “Bir vakit Musa genç adamına demişti ki, ‘Durup dinlenmeyeceğim, ta iki denizin birleştiği yere kadar varacağım, yahut senelerce yürüyeceğim’...” şeklindeki ayet ile başlar (Kehf Suresi, ayet 60). Burada geçen “genç adam”ın kim olduğu ya da “iki deniz” deyiminden hangi denizlerin kastedildiği belli değil. Bir rivayete göre “genç adam”, Musa’ya hizmet eden ve ondan ilim öğrenen Yuşa b. Nün adında bir kişidir. “İki deniz” deyimine gelince, bunların Hazar Denizi ile Karadeniz ya da Nil Nehri’nin Sudan’daki iki kolu olduğunu söyleyenler yanında, “zahir”i temsil eden Musa ile “batın aleminin” temsilcisi sayılan “Hızır” olduğunu öne sürenler vardır. Diğer yayımlarımızda konuyu ele almış olduğumuz için, burada sadece yukarıda belirttiğimiz konuyla ilgili olan kısmını ele alacağız. Kur’an’da, anlatılanlara göre, Musa, Tanrı tarafından kendisinden daha bilgili olduğunu haber verilen Hızır ile buluşmak üzere, genç adamla birlikte yola çıkar (Kehf Suresi, ayet 61 vd...). Az giderler, uz giderler nihayet karşılarına biri çıkar ki, bu, Tanrı’nın “rahmet” (vahiy ve peygamberlik) verdiği “Hızır”dır (Kehf Suresi, ayet 65). Musa, “ilim” öğrenmek için Hızır’la birlikte olmak ister, fakat Hızır, Musa’ya, “Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin” der; Musa da ona, “Sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem” diye yanıt verir (Kehf Suresi, ayet 6670). Sonra birlikte yola koyulurlar. Bir süre gittikten sonra bir erkek çocuğuna rastlarlar. Hızır, hemen çocuğu öldürür. Bunu gören Musa şaşırır ve Hızır’a, “Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (yani o kimseyi öldürmediği halde) katlettin ha! (Gerçekten çok fena bir şey yaptın!)” (Kehf Suresi, ayet 7174) diyerek çatar. Musa’nın tutumunu olumsuz bulan Hızır, neden dolayı çocuğu öldürmüş olduğunu açıklar:

 

“(Bu çocuğun) ana babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk” (Kehf Suresi, ayet 80).

 

Yorumcuların açıklamalarına göre, Hızır, bu sözleriyle anlatmak ister ki, bu çocuk, eğer sağ kalacak olursa, ileride dinsiz, imansız bir kimse olacak ve ana babasına karşı azgınlık ve nankörlük yapacak, onları mümin olmaktan çıkaracaktır ya da ana babası, çocuk sevgisi yüzünden iman ve inançlarından olacaklar, dinden çıkacaklardır. Ve işte güya Tanrı bunu Hızır’a bildirmiş olduğu içindir ki, Hızır çocuğu öldürmüştür!15

 

Şimdi şöyle bir düşünelim: Kehf Suresi’ndeki bu ayetlere göre Musa ile Hızır, bir oğlan çocuğuna rast geliyorlar. Bu çocuk buluğ çağına erişmiş midir, erişmemiş midir, belli değil. Fakat, Musa’nın çocuk hakkında en ufak bir fikri yoktur. Hızır ise, çocuk hakkında Tanrı tarafından bilgilendirilmiştir. Tanrı, o her şeyi bilirliğiyle, bu çocuğun, eğer sağ kalıp yaşayacak olursa, ileride “tuğyan ve küfre bürüneceğini”, yani azgınlık edeceğini, dinden çıkacağını ve anasını babasını da azıtıp dinden uzaklaştıracağını ya da ana babanın, evlat sevgisine kapılıp kendi çocuklarına ayak uyduracaklarını Hızır’a bildirmiştir. Çünkü, Tanrı “alim”dir, hiç kimselerin bilmediği her şeyi bilendir (böyle olduğu Kur’an’da 171 kez tekrar edilmektedir). Ve işte Tanrı, her şeyi bildiği içindir ki, Hızır’ı, oğlan çocuğunun yapacağı kötülüklerden haberdar etmiş ve çocuğu öldürtmüştür.

 

Pek güzel, ama Kur’an’a göre Tanrı, insanların kaderini daha ana karnındayken çizmiş değil midir? İnsanları doğru yola sokan ya da sapıttıran, “mümin” ya da “müşrik “ “kafir” yapan o değil midir? Ve nihayet bu çocuğu böyle yapan da o değil midir? Eğer o ise, çocuğu öldürtmek niye? Onu öldürtecek yerde gönlünü açıp doğru yola soksa daha iyi (yani Tanrı’ya yakışır) bir iş olmaz mı? Yok eğer Tanrı onu “cani ruhlu”, “müşrik” ya da “kafir” yaptı ise, bu takdirde “cani ruhludur”, “müşriktir”“kafirdir” diye sorumlu tutup cezalandırması, akla ve mantığa aykırı olmaz mı? Öte yandan, eğer Tanrı her şeyi önceden biliyorsa, neden sadece bu çocuğu öldürtür? Kötülük yapacağını bildiği ve örneğin azgınlık edeceğini düşündüğü nice diğer kimseler varken onları neden yok etmez? Şeriat eğitiminden geçmiş kimseler için, yukarıdaki çelişkilerde “çelişki” diye bir şey yoktur. Yani Tanrı’nın, hem dilediğini (olayımızda oğlan çocuğunu) “kafir” yapmasında hem de onu (ana ve babasını “kafir” kılacaktır ya da ana baba ve çocuk sevgisiyle “kafir” olacaklardır) diye

 

15 Bu konuda Diyanet Vakfı’nın Kur’an çevirisinde, Kehf Suresi’nin 80. ayetiyle ilgili açıklamaya bakınız: ayrıca bkz. Elmalılı H. Yazır. age. c.4, s.3269.

 

öldürtmesinde şeriatçılar için şaşılacak bir şey olamaz. Onların yukarıdaki hikaye vesilesiyle üzerinde durdukları iki konu vardır ki, bunlardan biri Tanrı ve Peygamber emirlerine körü körüne baş eğmenin gerekli olduğu, diğeri de Tanrı’nın “alim” olduğudur, yani gelmiş geçmiş ve gelecek diye ne varsa her şeyi bildiğidir. Yukarıdaki hikayeyi bu bakımdan önemli bulurlar.

 

Şimdi Tanrı’nın, her şeyi bilir olduğu konusunda şeriatçının saplı bulunduğu diğer bir çelişkili düşünce tarzını inceleyelim ve yine nice örneklerden biri olmak üzere, Nuh Suresi’nde yer alan bir başka hikayeyi (kıssayı) gözden geçirelim. Kehf Suresi’ndeki hikaye ile Nuh Suresi’ndeki hikayeye ait ayetlerin nasıl bir çelişkili düşünce tarzı yarattığını görelim. Kur’an’ın Kehf Suresi’nde yer alan bazı ayetlerle ilgili olarak gördük ki, Tanrı, bir oğlan çocuğunun, eğer yaşayacak olursa, ileride kendi ana ve babasına kötülük yapacağını, onları din ve imandan çıkaracağını (ya da ana ve babanın çocuk sevgisine kapılarak dinden çıkacaklarını) bilmektedir; çünkü Tanrı her şeyi bilendir. Hızır adındaki “peygamberime haber verip bu çocuğu öldürtmüştür, ama o çocuğu “babasına kötülük yapacak nitelikte kılan” yine bu aynı Tanrı’dır; çünkü, dilediğini doğru yola sokan ya da dilediğini sapıtan odur.

 

Şimdi geliniz Kur’an’ın Nuh Suresi’ne geçelim ve orada Nuh’un, kendi kavmiyle ilgili olarak Tanrı’yla olan konuşmasını kapsayan ayetleri inceleyelim. Bu incelemeyi yaparken şunu gömlekteyiz ki, bu ayetlere göre Tanrı, her şeyi bilen değildir ve Nuh, Tanrı’nın bilemediği şeyleri bilmektedir. Tanrı’ya, yapılması gereken şeyleri bildirmektedir:

 

Kur’an’ın Nuh Suresi’nde yer alan hikayeye göre, Nuh, kendi kavmini uyarmak, doğru yola sokmak üzere Tanrı tarafından görevlendirilir; görevlendirildikten hemen sonra, kavminin insanlarını karşısına alır ve onlara şöyle der:

 

“Ey kavmim! Allah’a kulluk edin... ki günahlarınızı bağışlasın, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın...” (Nuh Suresi, ayet 120).

 

Fakat hiç kimselere söz geçiremez. Geçiremeyince onları Tanrı’ya şikayet eder:

 

“Rabbim, doğrusu bunlar bana karşı geldiler... büyük hileler, büyük desiseler kurdular... gerçekten birçoklarını saptırdılar... Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma. Çünkü, sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar, yalnız ahlaksız, nankör (insanlar) doğururlar...” (Nuh Suresi, ayet 2128).

 

Nuh’un bu sözlerini dinleyen Tanrı gereğini yapar.

 

Görüldüğü gibi, Nuh burada, Tanrı’nın bilemediği şeyleri biliyormuş durumundadır; çünkü Tanrı’ya hitaben, “...Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma. Çünkü, sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar, yalnız ahlaksız, nankör (insanlar) doğururlar...” diyerek söz etmektedir; Tanrı’ya akıl vermektedir. Hani sanki Tanrı her şeyden habersizdir, kendi yarattığı insanların ne yapacaklarını bilmemektedir ve eğer kafirleri yok etmeyecek olursa, bu kafirlerin iman sahibi kimseleri de saptırıp yeryüzünde kendisine inanan bir kimse bırakmayacaklarından habersizdir! Buna karşılık Nuh, insanları Tanrı’dan daha iyi bilmektedir, bu nedenle Tanrı’yı, onlardan gelebilecek ahlaksızlıklardan, nankör davranışlardan haberdar etmektedir! Daha başka bir deyimle, o her şeyi yaratan, geçmişi ve geleceği, ana karnına düşenin kaderini bilir diye tanımlanan Tanrı, hani sanki Nuh’un sahip olduğu bilgilerden yoksundur. Pek güzel, ama nasıl oluyor da Nuh, Tanrı’nın bilemediklerini bilmekte olup, Tanrı’ya, “Bu kafirleri yok etmezsen, onlar senin kullarını saptırırlar” şeklinde tavsiyede bulunabiliyor, daha doğrusu Tanrı’ya akıl verebiliyor? Bunu yapabilmek için, insanları Tanrı’dan daha iyi tanıması gerekmez mi?

 

Kur’an yorumcuları (örneğin, Razi gibi ünlüler), her ne kadar Tanrı’nın “alim” olduğunu, hiç kimselerin bilemediğini bilir olduğunu söylerlerse de (ve buna dair Kur’an’da 161 kez yer alan ayetleri ezbere tekrar ederlerse de), yine de Nuh’u Tanrı’dan daha tecrübeli olarak kabul etmekte sakınca bulmazlar. Gerekçe olarak öne sürdükleri şudur ki, Nuh 950 yıl yaşamıştır (Ankebut Suresi, ayet 14) ve işte 950 yıl yaşadığı içindir ki, Nuh kendi toplumunun yapısını, karakterini ve çocuklarının nasıl olacağını Tanrı’dan çok daha iyi bilmektedir.16 Bu itibarla Tanrı’ya, “(Ey Tanrım) Bu kafirleri yok etmezsen, onlar senin kullarını saptırırlar” şeklinde konuşabilecek yeterliliktedir!

 

16 Razi ile ilgili bu konular için bkz. Turan Dursun, Kur’an Ansiklopedisi, Kaynak Yayınları, c.l, s.256.

 

Evet, işte islam dünyasının Razi gibi ünlülerinin söyledikleri bu­dur. Söylerken de, Tanrı’nın yüceliği ve her şeyi bilirliği fikrini kökünden kundakladıklarını düşünemezler: çünkü, çelişkili bir kafa yapısına sahiptirler. 950 yıl yaşadığını sandıkları Nuh’u, insanları Tanrı’dan daha iyi tanırmış gibi göstermekle, Tanrı fikrini zedelemiş olduklarının farkında değillerdir.

 

Fakat, onları bu çelişkili düşünce tarzına sürükleyen yine Kur’an’da. Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi, Kehf Suresi’nde yer alan ayetlere göre, Tanrı, her gizli şeyi bilir olduğu için, oğlan çocuğunun (eğer yaşayacak olursa) ileride, yani büyüdüğü zaman, kendi ana ve babasını din ve imandan çıkaracağını Hızır’a haber vermiş ve çocuğu öldürtmüştür.

 

Ama buna karşılık Nuh Suresi’nin yukarıda belirttiğimiz ayetlerine göre, Tanrı, her şeyi bilir olmaktan çok uzak görünmektedir. Nuh’un kavminin insanlarının ahlaksızlık yapacaklarından, nankör yaradılışta çocuklar doğuracaklarından haberi yoktur. Olmadığı içindir ki, Nuh ona yakınmakta ve “...Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma. Çünkü, sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar, yalnız ahlaksız, nankör (insanlar) doğururlar...” şeklinde istekte bulunmaktadır. Ve muhtemelen Tanrı, Razi’nin dediği gibi, Nuh’un 950 yıl yaşadığını ve bu itibarla insanları daha iyi tanıdığını düşündüğü içindir ki, onun isteği doğrultusunda iş görmüştür.

 

Tanrı’yı “alim”, yani her şeyi bilir olarak gösteren ayetlerle, çoğu şeyleri bilemezmiş (ve bu nedenle kendi elçisinden akıl almaya muhtaçmış) gibi gösteren ayetler arasındaki çelişmelere benzer örnekler pek çok. Bu ayetlerden hiçbiri “nesh” edilmediğine göre hepsi de çelişkiler sisteminin olumsuzluklarını ortaya koymaktadır; hepsi de, insan beyninin, çelişkili hükümlere dayalı eğitim yoluyla, nasıl özgür düşünme olasılığından yoksun bırakıldığını kanıtlamaktadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kuran'ın Eleştirisi

 

Bazı Ayetlerin “Muhkem” (Kesin) Anlamlı, Bazılarının da “Müteşabih” (Şüpheli) Olduğu ve Çelişmeli Görünümün Bundan Doğduğu İddia

 

 

Şeriatçılar, Kur’an ayetlerinin çeşitli anlamlara gelebilecek şekilde indirildiğini ve böyle olduğu içindir ki, hem “muğlak” (güç anlaşılır) hem de “çelişmeli”ymiş gibi göründüklerini ileri sürerler:

 

“Kur’an’ın bazı ayetleri herkes tarafından anlaşılabilecek nitelikte şeylerdir; bunlara ‘muhkem ayetler’ adı verilir. Bazı ayetleri ise herkesin anlayamayacağı şekilde gönderilmiştir ki, bunlara da ‘müteşabih’, yani ‘şüpheli’ ayetler deniri Tanrı ‘kesin’ ayetler yanında ‘şüphe’ uyandıracak nitelikte ayetler yollamıştır; çünkü, gönderdiği ayetlerin tümünün herkes tarafından anlaşılmasını istememiştir. Bazı ayetleri herkesin anlayamayacağı şekilde indirmiş olmasının nedeni, bir yandan fikir özgürlüğünü geliştirmek ve diğer yandan cahil Arabın inanç bocalamasına kapılmasını önlemek içindir. Çünkü, eğer her şey anlaşılır şekilde açıklanmış olsaydı, cahil Araplara o anda akıllarının alamayacağı bir şey söylenmiş olur, bu da onları tereddüde düşürebilir, ürkütebilirdi.”

 

Ve işte güya bundan dolayıdır ki, Kur’an’daki ayetler çelişkiliymiş gibi görünmektedir.

 

Dikkat edileceği gibi, şeriatçıların iddialarına göre Tanrı, esas itibariyle fikir özgürlüğünü oluşturmak amacıyla ayetleri farklı anlamlarda indirmiştir. Güya bazı ayetleri anlaşılmaz nitelikte kılmakla, bunların yorumlanmasına ve böylece çeşitli durumlara ve ihtiyaçlara uydurulmasına ve aynı zamanda Arabın inanç bocalamasında kalmamasına olanak yaratmak istemiştir! Bununla da İslamiyette dinin temellerinin güçlenmesini sağlamıştır!2

 

1 Sahih-i..., c.ll,s.62 vd.

 

2 Cerrahoğlu, age, s. 17 vd.

 

 

 

Yukarıdaki iddialara sarılanlar, genellikle Kur’an’ın Al-i İmran Suresi’ndeki şu ayeti örnek verirler:

 

“...Öyle bir Tanrı ki, sana kitap indirdi. Onun bir kısmı apaçık ayetlerdir ve bunlar kitabın temelidir. Diğer kısmıysa çeşitli anlamlara benzerlik gösterir ayetlerdir. Yüreklerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve onları tevil etmek için anlamları açık olmayan ayetlere uyarlar. Halbuki, onların tevilini ancak Allah bilir. Bilgide şüpheleri olmayacak kadar kuvvetli olanlarsa derler ki ‘biz inandık ona, hepsi de Rabbimizdendir’. Bunu aklı tam olanlardan başkaları düşünemez” (Al-i İmran Suresi, ayet 7).

 

Hemen belirtelim ki, ne bu ayet (ve benzerleri) ne de şeriatçının yukarıdaki açıklaması, Kur’an’daki çelişmelerin gerçek nedenlerini ortaya çıkaracak yeterlilikte değildir. Ayetlerden bazılarının “ınüteşabih” (şüpheli, kapalı) nitelikte olması, ne fikir özgürlüğünü sağlamak içindir ne de cahil Arabın “tereddüde” düşmesini ya da “ürkmesini” önlemek içindir. Eğer Muhammed’in Tanrısı fikir özgürlüğünü yaratmak isteseydi, ayetleri anlaşılmaz ya da çelişmeli şekilde gönderecek yerde, anlaşılır şekilde kılar ve kişilere, özgür akıl rehberliğiyle, bunları uygulamak ya da değiştirme yeterliliğini sağlardı. Kalkıp da, “Bazı ayetlerin tevilini ancak Allah bilir” deyip, anlamını sadece kendisine sakladığı ayetleri kişilere gözü kapalı şekilde kabul ettirmez ve onlardan, anlamını bilmedikleri bir şey için “Biz inandık ona, hepsi de Rabbimizdendir” demelerini beklemezdi. Çünkü, bunu yapmakla, fikir özgürlüğünü temelinden yıkmış olacağını bilirdi. “Müteşabih” (şüpheli) ve çelişmeli hükümler yoluyla fikir özgürlüğünü yaratmanın mümkün olamayacağını ELBETTEKİ düşünürdü. Zira, fikir özgürlüğü, herhangi bir hükmü, sırf Tanrı’dan gelmiştir diye kabul etmekle ya da yorumlamakla değil, fakat onu akılcı yoldan değiştirebilmekle, yerine yepyenisini getirebilmekle, cerh edebilmekle oluşabilir. Oysa ki, ‘Kur’an & göre aklın rehberliği diye bir şey söz konusu değildir; vahiylerin akıl süzgecinden geçirilerek yok edilmesi mümkün değildir. Aksine, Kur’an’da Tanrı ve peygamber emirlerinin mutlaklığı, değişmezliği, öngörülmüştür. Kişinin tüm yaşantılarını en ince noktasına kadar düzenleyen ve insan aklına bunları öğrenmekten başka bir olanak vermeyen bu emirleri insan iradesiyle ‘

 

değiştirmek, ilga etmek mümkün değildir; çünkü yasaklanmıştır: Bakara Suresi’ndeki “Ayetlerimi değiştirmeyin” (Bakara Suresi, ayet 4J) şeklindeki hükümden tutunuz da, “Kitabı batıl kılacak hiçbir şey olmadığına” (Fussilet Suresi, ayet 41-42) ya da kitabı ciddiye almayıp reddedenlerin cehennemlik sayılacaklarına (Bakara Suresi, ayet 113-115) varıncaya kadar, Kıranda yer alan buyruklar, fikir özgürlüğünü kökünden kurutacak nitelikte şeylerdir.

 

Arapları “tereddüde” düşürmemek ya da “ürkütmemek” için bazı ayetlerin “müteşabih” nitelikte gönderildiği iddiasına gelince... Böyle bir iddia, Tanrı’yı aciz durumdaymış gibi tanımlamaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü, eğer Tanrı, kendi yarattığı kullarını tereddüde düşürmekten ya da ürkütmekten çekiniyor ise, bu takdirde, güçsüzlüğünü, aczini itiraf etmiş oluyor demektir. Eğer onları ürkütebilecek emir vermekten çekiniyor da, bu emri bazılarının anlayamayacağı bir dilde veriyor ise, bu takdirde kullarından korkuyor demektir!

 

Öte yandan kullarına dilediği gibi anlayış gücü sağladığını ya da onları doğru yola sokmak, gönüllerini açmak olanağına sahip olduğunu söyleyen bir Tanrı’nın (örneğin, Enam Suresi, ayet 125), bazı ayetleri “müteşabih” nitelikte göndermeye neden ihtiyaç duymuş olabileceği de ayrıca anlaşılması güç bir sorundur!

 

Bütün bunlar bir yana, Muhammed’in ilk anlarda yerleştirdiği ayetlerden anlaşılan odur ki, Tanrı, kendi emirlerinin herkes tarafından anlaşılmasını istemiş bu nedenle de, buyruklarını “apaçık” olmak üzere gönderdiğini bildirmiştir. Daha önce diğer ümmetlere -sırf anlasınlar diye-, kendi dillerinde kitap gönderdiği gibi, Araplara da Kur’an’ı, “apaçık” bir dille, Arapça olarak, yani Arapların kendi anlayacakları dilde hem de yedi farklı okunuşta göndermiştir. Yani anlaşılmasını istediği içindir ki, Kur’an’ı “apaçık”olmak üzere, “en açık” ve “en anlaşılacak” tarzda, hem de çeşitli Arap kavimlerinin kullandıkları yedi lehçede olmak üzere indirdiğini söylemiştir. Kur’an’ın “apaçık” olmak üzere gönderildiğine dair Kur’an’da sayısız denecek kadar çok ayet vardır. Bütün bunlar ortadayken, bazı ayetleri “muhkem” (kesin, anlaşılabilir) ve bazılarını “müteşabih” (şüpheli, anlaşılamaz) şekilde göndermesinin ELBETTEKİ anlamı olamaz ve aksini iddia etmek ELBETTEKİ yersizdir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Biismirrahmanirrahim

 

Delinin biri kuyuya taş atmış kırk akıllı onu çıkarmak için uğraşır durur.Sanırım bu başlığın karşılığına denk gelen söylem bu olmalı.. Yazılanların tümünü okumak gibi bir zamanım olmadı sadece ilk paragraflarda dikkatimi çeken adı haksöz olupta haksızlıkla mücadele eden arkadaşın şu ifadeleri

 

Kendini paygamber ilan etmeden önce hatice ile evli olan ve hatice ölünceye kadar başka bir eşi olmayan , onun ticari işlerini yürüten muhammed, kırk yaşından sonra hangi çıkarları için arapların zaten ver olan el ilah (ellah) inacını kullandı. Ve bu inancı kullanarak neden kuran adında bir kitap yaratttı ?

Muhammed, ticaret kervanlarıyla yaptığı seyahatler sırasında bir çok kültürle karşılaşmış ve dinler konusunda uzman denecek kadar bilgi edinmiş bir insandır. İncil ve tevratta kıral peygamberlerden bahsedilir. Mesela süleymanın o muhteşem salnatatı elbette ki muhammed cezb edecektir

 

Lütfen, kurandaki kıssallar ile tevratın bir karşlaştırmasını yapın ve göreceksiniz ki motamot aynısı

 

Diyar diyar gezip dolaşmaktansa, bu kadar zorluklarla para kazanmaktansa, kendini peygamber ilan edip kestirmeden saltanat sahibi olmak düşüncesi çokmu olanaksız ?

 

Kuradan enfal; savaş ganimetleri hakkında mustakil bir sure var. Peki buna ne diyeceksiniz.

 

Peki öyleyse muhammedin haticenin ölümünden sonra çok eşliliğine ne diyeceksiniz ? Ayetlerle sabit.

 

Maddi ve cinsel çıkarları için, insanların tanrı inancını kullanıp, savaşlarla bunu dayatmanın neresi erdem söylermisiniz ?

 

Kalın olarak yazılanları soru olarak algılarsak ilkinden başlayarak..Zaten varlık içinde ( ifadelerinizden bu anlaşılıyor) olan birinin isteyebileceği en son şey kendi içinde bulunduğu düzeni değiştirmek olacaktır..Doğrumu bu!!! Evet bu kesin olarak doğrudur.. O zaman Peygamber neden böyle bir şeye ihtiyaç duysunki...Kendi kavmi saygı gördüğü güvenilir biri...İnsanlar ın atladığı önemli bir husus (kasıtlı veya kasıtsız)

Tüm insanlığın (ateistler de dahil) Varlıklarını atfettikleri olgular vardır...Kur an a göre mevcudiyeti yoktan varlığa getiren Allah tır...Atesitlere göre kendiliğinden mevcut olmuştur. Bizce uluhiyet sahibi olan tek Allah onlarca bu vasfa sahip tabiat...Putperestlerin ki pek farklı olmamakla birlikte onlar Allah ı tanıyor ve O nun la birlikte ilahlar ediniyorlar dı...Olay şu Uluhiyetin bağlandığı nokta hukuksal zeminle ilişiklidir...Dikkatten kaçanda budur...Hukuksal zeminin prensiplerinin tümüyle Allah a ait bir alandır islam dini...bir ateist ise bunu bilimsel (birazda gölegeli) tarzda ele aldığını söyler ve ben bu güne kadar herhangi bir hukuksal zeminin mesnedinin ne oılduğunu onlardan alamadım..(Kültürlere atfederler ne yazıkki kültürlerin mahrecide dinlerdir)

Dolayısıyla Nebi kendi içinde bulunduğu kavmin inancını sarsarken neye istinaden insanlar onu kullandığını söylemekte anlam vermek çok zor.Bu ancak cehaletin (bilmememnin değil,doğru bilmemenin) emaresidir.

Kur an ı kerim de Saltanat söz konusu olmadığı gibi yönetim ve idare seçimledir.(Peygambere biat vardır) Süleymanın sulta sının saltanan olarak verilmesi ancak yukarıda yazdığım cehalet örneğidir..Ve yine gerek Peygambere ggerekse ona tabii olanlara uygulanan boykot çok ufak bir araştırmayla elde edilebilecek bulgulardır şayet peygamber böyle bir güdü gütmüş olsaydı içinde bulunduğu durumu değiştirmekten ziyade onu dahada muhkemleştirmek isterdi...(burda yürüttüğüm muhakeme şekli muhatabın düşünsel metodundan hareketledir) Peygamberi yersiz şekilde eleştirip iftira atmak ancak Kur an a olan husumetten kaynaklanmaktadır. Diğer bir husuta yine Enfal in ganimet olarak sunulması aynı ölçüde bilgiden bihaber olmanın onu doğru kullanmamanın getirdiği cehalet.Oysa ki enfal in karşılığı gelen anlam farklı olduğu gibi ganimet yine arapça bir kelime olup kur an da aynı şekilde geçmektedir...DÜnya metasını talep etmek için ve bu elindeyken insan neden kendini ölüm gibi bir riskle riske etsin ki? Akıldan dem vurmak kolaydır aynı aklı doğru kullanmak efdal olandır sayın haksöz ve siz buna müsait bir şekilde uymamaktasınız...Bilmiyorum ama evli olanınız mutlaka vardır ve çok eşliliği az çok insan kestirebilmektedir...Şayet insanın hayata bakışı fuhuş ise dengesinin onun üzere kurar...Dolayısıyla evlilik gibi bağlayıcı bir müessese onu pek ilgilendirmez...O sorumluluktan kaçar ve şayet evlililiği salt yatak olarak algılıyorsa o insanın psikyatri görmesi gereklidir...********

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kurandaki kıssallar ile tevratın bir karşlaştırmasını yapın ve göreceksiniz ki motamot aynısı

 

 

Çok özür dileyerek atladığım bir ithamdı Eski ahit olsun yeni ahit olsun yazıtlar vs olsun Kur an la aynı olduğu ithamı...Muhatap salt eski ahidi almış bende salt ona istinaden söyleyeceğim...Eski ahidin bir çoğunu inceledim ve öğreti olarak Kur an ı Kerim e benzememekle beraber farklı öğretiler taşımaktadır...Bunlar sistemsel bazdadır şayet parça olarak ele alırsanız öğretiyi parçalar ve içinden çıkılmaz hale sokarsınız...Dolayısıyla muhatabın burda yaptığı isnat yersiz haksız ve iftiradır...Varsa benzerlik bırakın moda mod aynı olmasını öğreti düzeyindede olsa lütfedip bize getirsin...Kimbilir yalancının mumu sabahlayabilir...Ve yine Eski ahit ibranice bir dildir..Oysa Kur an arapçadır...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

arkadaşlar selamlar ben bu başlığın tamamını okuyamadım ancak haksöz arkadaşımızın çoğu dediklerine din-bilim ve tarih acısından yanlış olma ihtimali elbet vardır ancak bunlar goz onunde bulundurulmadığı taktirde haklılık payı da aşikardır.geliş donemlerine gore nedenlerine gore incelersek bu, Pantheaa arkadasımızın dediği gibi yanlış sayılmalıdır.ancak basit karşılaştırma yolunda da çelişki gibi duruyor.Fakat benim sormak istediğim farklı birşey.

 

Enfal Suresi:

 

65.Ey Peygamber, mü'minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kafirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.

 

66.Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.

 

bu iki ayette haksözun tespitlerinin yanısıra su durum vardır.haksöz soyledikleriyle farklı iki sureden ayetlerle karşılaştırma yapmıştır. ancak benim sorduğum daha garip birşey ve bu gune kadar da çoğu din bilgini duşunduğum ve bunu kanıtlamış insanlardan alamadığım bir cevap vardır.65 inci ayette Tanrı 1mumin = 10 kafir denklemi gibi birşey soylemekte, ancak peşindeki ayette bu denklem şekli 1mumin = 2 kafir denklemine çevrilmekte bu durum benim sorgulamama neden olmakta ve suphe uyandırmaktadır.

bunun bahsettiğiniz din-bilimle dil-bilimle tarihle alakası yoktur cunku Tanrı gelecek ve gecmisi bilmemesi ihtimali olmayan bir varlık olduğunu biliyoruz.yani burda 66.ayet bir duzeltme gibi durmaktadır.bunu bana pantheaa arkadasımız gibi birinin acıklamasını istiyorum. ayrıca yakın zamandan beri bunun gibi acık gorduklerimden dolayı dehist inancına sahibim.ve sanırım bu uzayan konudaki en objektif insanlardan biriyim.cevap verirseniz sevinirim.aynı sekilde haksozun de goruslerini ogrenmek isterim.herkese saygılar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.