Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

hakanaytac

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    599
  • Katılım

  • Son Ziyaret

hakanaytac tarafından postalanan herşey

  1. Şampiyonluk düğümünü çözecek maçlardan biri olan Fenerbahçe-Trabzonspor karşılaşması daha kupa finalinden önce gereğinden fazla konuşuldu ve üzerine gereksiz spekülasyonlar yapıldı. Kavgadan, gürültüden, karışıklıktan medet uman yorumcular hemen ortaya çıkıp senaryoyu yazdılar. Buna göre Fenerbahçe kupayı Trabzon'a verecek, şampiyonluk için son haftadaki lig maçını bilerek kaybetmelerini isteyecekti. Veya tam tersi şekilde talep karşı taraftan gelecek ve Trabzon kupaya ulaşmak adına lig maçını satacaktı! Çok açık şekilde bu ima ediliyor, bunun üzerinden tartışma ortamı yaratılıyor... Kupa maçında iyi oyunla hak ederek mutlu sona ulaşan Trabzon'un başarısına da gölge düşürülmeye çalışılıyor. Ayrıca Fenerbahçe'nin maça asılmadığı, Trabzon'un iyi oynamasının sebebinin Fener'li oyuncuların bilerek "oynamaması" olduğu ileri sürülüyor. Lig öyle kirlenmiş ki, artık her maçta şike yapılacağı şüphesi futbolun önüne geçiyor. Bir yönetici çıkıp Fenerbahçe'nin maçlara istediği hakemleri atadığını iddia ediyor, Hıncal Uluç çıkıp bunun maçın satıldığının göstergesi olduğu ve herhangi bir şüpheye yol açmamak için böyle bir açıklama yapıldığını söylüyor. Melih Gökçek çıkıyor kendi oyuncularına kırmızı kart görmesi karşılığında şu kadar para teklif edildiğini öne sürüyo kanıt göstermeden ortalığı karıştırıyor. Son tartışılan da malum, kupa maçı sonrası bir kez daha karşı karşıya gelecek olan Fenerbahçe ile Trabzon arasındaki karşılaşma. Yeterince spekülasyon yapıldı ama Fenerbahçe'li yöneticilerden çok Trabzonspor'lu yöneticilerin bütün bu konuşmalara net şekilde yanıt vererek herkesi, iddia edildiği gibi bir şeyin kesinlikle söz konusu olmadığına ikna etmesi gerekiyor. Özellikle de kendi taraftarını... Ancak kupa kazanıldıktan sonra yapılan açıklamalar o kadar talihsizdi ki, bunca kalemşörün, medyabazın ekmeğine yağ sürecek sözler söylendi. Sadri Şener'in "Süper kupa finalinde Fenerbahçe ile karşılaşacağız" cümlesi Bursaspor'un haklı tepkisine yol açtı. Öte yandan Serkan Balcı'nın, "kupayı biz aldık, şampiyon Fenerbahçe olsun" şeklindeki sözleri ortada sözü edilen takımla yapılacak bir karşılaşma varken, bu sözler, karşılaşmada oynaması muhtemel bir oyuncunun en son söylemesi gereken sözler olmakla birlikte bu oyuncunun daha önce Fenerbahçe forması giymesi, şike yapılacağı iddiasının elini güçlendirmiştir. Düşünülmeden edilen sözlerin nelere yol açtığını görüyoruz. Kupa başarısına gölge düşmesine, kişilere duyulan güvenin sarsılmasına ve en önemlisi, Trabzon'un itibarının lekelenmesine. Bundan sonraki hiçbir düzeltme de şüpheleri giderememiştir. Sadri Şener'in "maç ne olur" sorusuna verdiği "gideceğiz, mağlup olup geleceğiz" şeklindeki kinayeli cevabının bile üzerine gidilmiş ve başkanın maçın bilerek verileceğini açık açık söyleyebileceğine dahi inananlar olmuştur! Böylesine komik bir ortamda medyaya demeç verirken daha dikkatli davranılmalı, hatta maç konusunda futbolcu ve kulüp içerisindeki herkese konuşma yasağı getirilmeliydi. Şenol Güneş ise yaptığı basın toplantısında bu tarz suçlamalara itibar edilmediğini gösterdi. Ancak '96 yılında kaçan şampiyonluğu unuttukları sözü bile yine art niyetliler tarafından istismar edilebilir. Ayrıca Trabzon taraftarının hala daha aklındadır o sene kaçan şampiyonluk. Unutulacak da değildir hiçbir zaman. Kupada Fenerbahçe'nin mağlup edilmesi bunun dengi asla olamaz. Nasıl şampiyonluk Fenerbahçe'ye kaptırılmışsa, Trabzon'un aynı şekilde Fenerbahçe'yi şampiyonluktan etmesi rekabet açısından bir zorunluluktur. Trabzon'un '96 sendromundan çıkışı da ancak şampiyonluk hedefine ulaşıldığı zaman mümkün olacaktır. Bu sebeple ligde bir hedefinin kalmaması, kazanması veya kaybedilmesi durumunda sıralaması değişmeyecek olmasına tağmen Trabzon, maça mutlak galibiyet hedefiyle çıkmalıdır. Bu, ortaya atılan iddialara cevap vermek için de fazlasıyla önemlidir. "Bursa şampiyon olmasın, Anadolu'nun liderliğini kaptırmayalım" diyenlere gelince. Trabzon bu ünvanı tek şampiyonlukla almadı. Bir zamanların efsane kadrosunu oluşturan, İstanbul takımlarının korkulu rüyası haline gelen, milli takıma onca futbolcu kazandıran, ulaşamasa da her sene şampiyonluk hedefi koyabilen ve bunca yıldır şampiyonluğa hasret olmasına rağmen hala daha buna inanan bunca taraftarı bulunan bir takım buraya bir günde gelmedi. Bursa da uzun bir yolda olduğunu bilmeli, buna göre uzun vadeli planlar yapmalıdır. Trabzon camiası da Bursaspor'un başarısıyla övünmeli hatta bundan ders çıkarıp istenilince, doğru adımlar atılınca başarılabildiğini görmesi ve daha büyük bir özveriyle çalışması gerekmektedir. Bursaspor'un olası şampiyonluğu Trabzon'un değerini düşürmeyecek tam tersine şampiyonluğa daha çok inanan bir takım olma yolunda olumlu katkılar sağlayacaktır... Alıntı: edisonascimento.blogspot.com-Dedikodulara Son Vermek!
  2. Turkcell Süper Lig'in 51. sezonunun bitmesine bir hafta kala siz okuyucularımızla birlikte bu sezonun en iyilerinden bir " Altın 11 " oluşturmak istedik. Sizlerde geride bırakmak üzere olduğumuz Turkcell Süper Lig 2009/2010 sezonuna oynadıkları futbol ile damgasını vuran oyunculardan kurulu 11'inizi bu postun altına yorum halinde yazarak belirtebilirsiniz. Yapılan oylama sonucunda kendi pozisyonunda en çok oy alan futbolcular Altın 11'e girmeye hak kazanacaklardır. İlginiz için şimdiden teşekkürler.
  3. http://edisonascimento.blogspot.com/2010/04/peleden-messiye-ayar.html'>http://edisonascimento.blogspot.com/2010/04/peleden-messiye-ayar.html Arjantin'li yıldız Messi, özellikle bu sene gösterdiği performansla ve harikalar yaratan futboluyla takımını sırtlı*********** rakiplerine kabus dolu anlar yaşatmaya devam ediyor. Bu oyunuyla da dünyanın en iyi futbolcularından biri olarak gösterilmeye, Maradona ile kıyaslanmaya başlandı bile. Maradona ile her zaman aralarında bir çekişme olan Pele ise Messi'ye inceden bir mesaj göndermiş. Pele'yi çok fazla anlatmaya gerek yok. Brezilya Milli Takımıyla 3 kez dünya kupası kazanan, kariyerinde 1281 gol atarak bu rekorun sahibi, ayrıca 6 kez bir maçta 5 gol, 30 defa bir maçta 4 gol ve 92 maçta da hat-trick yapan 69 yaşındaki "Edison Arantes do Nascimento" Daily Mail gazetesine şunları demiş : "Arjantinli arkadaşlarımla konuştuğum zaman onlara 'siz önce Arjantin'in 1 numarasını seçin, o oyuncu 1000 gol atsın. Ancak o zaman sizle dünyanın en iyisi kim tartışmasına başlarım' diyorum." Şu anda da aynı düşünceyi koruduğunu söyleyen Pele, Messi'ye adeta "hodri meydan" dedi ! Ancak Messi'nin hakkını da yememiş efsane golcü : "Barcelona ile çok büyük işler yapıyor. Onun oynadığı futbolu hayranlıkla izliyorum. Ancak yeteneğini milli takımda da göstermesi gerekiyor." Pele her ne kadar Messi'yi öven cümleler kursa da, dünyanın en iyi futbolcusu tartışmasında her zaman çekiştiği ve hakkında “sağ ayağıyla topa çok iyi vuramıyordu ve kafayla da pek gol atmazdı" dediği Maradona'nın veliahtına da iyi bir göndermede bulunmuş. Messi'yi belki hak ettiği biçimde belki de gereğinden fazla ve bu genç yaşında dünyanın en iyisi göstermek ne kadar doğru bilinmez ama Messi, havaya girmeyip yaptığı mütevazı açıklamalarla da herkesin gönlünü kazanıyor. Sadece oyununa konsantre olduğu belli. Yetenekleri bir anda ortaya çıkartıp zihinlerini "ben neymişim" düşüncesiyle doldurup bir anda düşüşe geçmeleri tuzağına düşmeyeceğine günümüz futbolcu profilinin aksine Messi'nin ahlaklı kişilğinin etkili olacağı çok açık ! Dünya'nın en iyisi olabilir mi ? Belki aday gösterilebilir ancak medyanın çok sevdiği tartışmalar içine onun şimdiden sokulması yalnızca Messi'ye zarar verir. Her ne kadar bu söylemelere kulak tıkasa, futboluna bakıyor ve maçları takım halinde kazandıklarını ısrarla vurguluyor olsa da etkilenmemesi mümkün değil ! Pele ise sınırı çizdi : "1000 gol atsın, sonra tartışalım !" http://edisonascimento.blogspot.com/2010/04/peleden-messiye-ayar.html
  4. Şampiyonluk mücadelesi giderek kızışıyor ve takımlar puan kaybettikçe de giderek daha ilginç hale geliyor. Her hafta şampiyonluk umutları artıp azalıyor yarış içindeki takımların. Peki medya ne yapıyor, neyi amaçlıyor ? Yaşanılan puan kayıpları medyanın iştahını kabarmış olacak ki, o haftaki maçını kazanamayan takıma şampiyonluk yarışını kaybetmiş muamelesi yapıyorlar. Yalnızca şanslarının azaldığından bahsetmiyorlar. Yaptıkları saldırı öyle böyle değil... Sezon başında Fenerbahçe, 8’de 8 yaparken hemen “şampiyon” ilan etmiş, Daum’u da baş tacı yapmıştınız. Sonra Fenerbahçe birdenbire düşüşe geçince hemen ağız değiştirdiniz, ağzınıza ne gelirse söylediniz. Galatasaray’ın devre arasındaki transferlerini ise öyle bir sundunuz ki, futbolcuların kalitelerine söz edilemez tabi ama Galatasaray’ın bu kadroyla kesinlikle ipi göğüsleyeceğini söylediniz. Şu anda o yıldızlara taraftarın haklı tepkisi dışında, medyanın nasıl muamele ettiğini hepimiz görüyoruz ! Sonra baktınız kesmedi, sessiz ve derinden gelen Beşiktaş’ı ve Mustafa Denizli’nin her yorumunu (sizin yarattığınız) o meşhur kehanetleri olarak yorumlayarak, "yine haklı çıkacak" dediniz. Şampiyonluk konusunda kimin avantajlı olacağını tabi ki yorum yapılacaktır. Ama son haftalarda medyanın içine düştü acizlik ve sebep oldukları yaşananlar, inanılmaz boyutlara vardı. Bir ara Galatasaray’ı en büyük favori olarak gösterirlerken sonra Bursa’ya taktılar kafayı. Bu yolda emin adımlarla yürürlerken onları o kadar ön plana çıkardılar ki, gereksiz yere baskı ortamı yarattılar. Medya Bursa’nın başarısının kaymağını yemişti bile. Sonra sıra derbilere gelince elini ovuşturan medya kalemşörleri Galatasaray’ın Fenerbahçe’ye yeniden boyun eğmesiyle sarı kırmızılı takımı ve futbolcularını öyle bir ele aldılar, düne kadar öve öve bitiremedikleri Rijkaard’a öyle bir saldırmaya başladılar ki, taraftarın bu zamana kadar görülmemiş tepkisinin fitilini, bileyerek, isteyerek ateşlediler. Çünkü bu durum ortalığı yine karıştıracak haber niteliğine sahip olacak ve yine, yeniden ekmeklerine yağ sürecekti ! Şimdilerde, sene boyunca demediğinizi bırakmadığınız Daum’u kahraman, Fenerbahçe’yi bir anda şampiyon ilan ettiniz. Tabi öte yandan Bursa’yı kullanmaya da aynen devam. Şimdi maç yapmadan hanesine 3 puan yazdıran Fenerbahçe’yi Beşiktaş derbisi öncesi yere göğe sığdıramazken bu takımın oyuncularını da olumsuz etkiliyorsunuz. Lider Bursa takılınca şansının bittiğini de yazacaksınız biliyoruz. Şu anda ise size Beşiktaş havlu atmış gözüküyor. Halbuki iki takımın arasında 4 puan varken Beşiktaş bu derbiyi kazanırsa ne olacak ? Bu sefer ne yazacaksınız ? Galatasaray Diyarbakır’ı 4’lerken ayaklandırdığınız taraftarın aksine, Bursa ile maçı olan Galatasaray bu maçı kazanırsa ne olacak ? Bu sefer ne yazacaksınız ? Üzerindeki baskıyı kaldıramayıp hesapta olmayan bir puan kaybı daha yaşarsa Bursa, onun şansı için ne diyeceksiniz ? Ve Fenerbahçe'yi 1 maç kaybedince yine yerin dibine mi sokayacaksınız ? Son hafta Beşiktaş – Bursa ve Bursa’dan 2 puan çalıp Galatasaray’ı yenen, Beşiktaş’la da berabere kalan Trabzon’la karşılaşacak olan Fenerbahçe maçları varken ve bunca puan kayıpları, şampiyonluğun son haftaya kalabileceğini gösterirken, nedir sizin bu 6-7 hafta öncesinden şampiyonu belirleme telaşınız ? Üstelik her hafta başkasını şampiyon ilan etme yarışınız...! Söyle medya, şimdi şampiyon kim ? En iyisi siz sesinizi kesin, popülist başlıklar peşinde koşmayın ! Taraftar takımına kızgınken o takıma sadırıp, umutluyken göklere çıkarmayın, mahçup olursunuz. Gerçi bu zamana kadar yaptıklarınızdan hiç olmadınız ya, neyse !
  5. hala daha anlaşılamıyor.."türk" bir etnik kimliğin adı değildir..bir ulusun adıdır..sınırları çizilmiş olan türkiye cumhuriyeti isimli toprak parçası üzerinde yaşayanların ortak adıdır..tabi ki siz bir zaza olabilirsiniz..tengeriin bosig arkadasımızın dediği zaza asıllı türk söylemi sizin etnik kökeninizin zaza, yaşadığınız ülkenin de türkiye olmasını anlatmaktadır..sizin türk etnik kimliğine sahip olduğunuz anlamuına gelmemektedir..tabi ki siz kendinizi etnik olarak nasıl nitelerseniz osunuzdur, bu sizin bileceğiniz şeydir..ancak buradaki türklük, kanla, ırkla, kafatasıyla belirlenen bir kimlik değildir.. son olarak sunu söyleyeyim..osmanlı'da türklük bilinci değil osmanlı bilinci vardı..hatta türklere olan birçok hakaretten, baskıdan söz edilir..osmanlı kendisini türk olarak nitelendirmezken avrupa ülkeleri bu toprak parçasında yaşayan insanlara "türk" demiştir.. bu konuda (sanırım) napolyon da şunu söylemiş : "çin seddi ile uzak asya'dan uzaklaştırılan ve Avrupa kapılarından reddedilen ve bu iki bölge arasındaki topraklarda yaşayan insanlar türk"tür demiş.. anlatmak istediğim şu..bu topraklar üzerinde yaşayanların adıdır türk, ırkı değil.. ...
  6. herhalde bu kadarı da olmaz.. iki gözü yaşlı annenin acıları bu kadar kullanılamaz.. gözü yaşlı annelerin tek dertleri pkklı olsun mehmetçik olsun(bunları birbirine rakip göstermiyorum) büyük umutlarla yetiştirdikleri çocuklarını kara toprağa vermektir..anneler hiçbir siyasi oyuna, hiçbir senaryoya bu acılarını satmazlar, satamazlar.. ne bekliyorduk iki annenin birbirine düşman kesilmesini mi, birbirlerine nefret içeren cümleler kullanmalarını mı.. şehit anaları derneğinin haberi olsun olmasın, her iki ananın da göstermiş olduğu büyük bir erdemdir.. ve bu anneler kimseye yaranmak için değil, bunları birbirine tahammül ederek yapmışlardır.. gösterdikleri büyük bir barış, kardeşlik ve dayanışma örneğidir.. pkk'yı tsk'nın zıttı, rakibi, muhatabı olarak görmüyoruz ama bu gerçekleri anaların gösterdikleri bu erdemi, verdikleri bu dersi görmezden mi geleceğiz..bu kadar vurdumduymaz olamayız, anaların gözyaşlarını bile bu oyunlardan gösteremeyiz..
  7. bende öyle umuyorum..belki internet yoluyla ona bunu sorup, bildirip veya farkına vardırırsak, kendisi de bu konuya açıklık getirebilir.. saygılar..
  8. rahmi turan ı okur ve belirli konulardaki fikirlerine katılırım..katılmadığım konularda ise kendisini saygıdeğer bir gazeteci, saygıdeğer bir düşünce adamı olarak nitelerim..bu yazının altına imzamı atarım yalnız dikkatimi çeken bir nokta var.. burada hemen herkes var ancak hrant dink yok.. alıntıladığım bölümde hepsinin Atatürkçü, laik olduğundan bahsedilmiş..Hrant Dink Atatürkçü müdür bilemiyoruz, laik cumhuriyet sevdalısı mıdır, kuşkusuz evet..ancak burada amaç sadece Atatürkçü kurbanları anmaksa yanlış..yine fikirleri yüzünden öldürülmüş bir "değer"i farklı fikirleri dolayısıyla göz ardı etmek, ölümünü önemsememek söz konusudur..maksat sadece Atatürkçü yazarları yani tek bir görüşün sempatizanlarını anmak değilse ve Hrant Dink bu listeye yine bu yüzden yazılmamışsa bu daha büyük bir yanlıştır.. hangi görüşten, hangi kökenden gelirse gelsin her insan bu ülkenin bir zenginliğidir ve bu ülkenin bekası için mücadele eden, düşünce üreten her fikirden aydına sahip çıkmak görevdir.. saygılar..
  9. belki new age değil ama hayalimdeki düğün giriş müziği ; tabi ki de : Guns'N Roses - November Rain.. dinlemediyseniz dinleyin, dinlediyseniz bir kez daha dinleyin.. klibi de izleyin ne kadar uygun olduğuna tüyleriniz diken diken olarak tekrar tekrar karar vereceksiniz... kesinlikle BUDUR !!!
  10. bunun eksikliği ve yanlışlığı da herhalde geçmişten bu yana eğitimin bir kenara fırlatılarak sadece dogmalara, akıl ve bilimin yerine cahil cühelalara, profesör ve aydınlar yerine hacı hocalara itibar edilmesidir.."din sorgulanmaz, din eleştirilmez, din adamları sorgulanmaz, din adamları eleştirilmez, öylece malak gibi yatılmak suretiyle her şeye kafa sallayan ümmet toplumu olunur düşünceleridir..." ayrıca araştırmayan, öğrenmeyen, okumayan, merak etmeyen; dediğiniz gibi kadınların uyanınca ilk magazin sayfalarını, erkelerin ilk spor sayfalarını açmaları, diğer bütün olaylardan, dünyadaki gelişmelerden bihaber ve kendisini soyutlamış, adamsendeci insanlardan..kaynak budur herhalde...!!!
  11. nedense her soruya yanıt verilebilmiş ama bu soru hep es geçilmiş.. sesimi duyan var mı ? aydınlatacak biri yok mu ?? ... haa pardon bu konu için de şöyle cevap vermişti biri bana : "şeriatı tam doğru uygulayamıyorlarmış, ondan dolayı hep bu durumdalarmış!!!"
  12. evet bu ayeti hatırlıyorum bana da bahsetmişlerdi ancak bir türlü hatırlayamadım tam olarak ne dendiğini..belgesiyle ortaya koyduğunuz için teşekkür ederim.. tabi inanç konusundaki samimiyetini cesurca ortaya koyacak diğer "dini bütün" olduğunu iddia eden insanlardan da bekliyoruz..dindar geçinip de bütün dinlerin yasakladığı, bütün dinlere aykırı olan her harekette bulunan "insanlara".. ben hep merak etmişimdir inanmayan bir kişi olmayan inancı konusunda bu kadar dürüst olabilirken, neden diğer "inanan" insanlar inançları konusunda samimiyetsiz kalırlar..yani dine aykırı hareketlerine 'yahu ben de bu kadar inanıyorum kardeşim' demez de hep bir bahane bulup kendilerini haklı çıkaracak kelimelerle kaçamak davranırlar işte benim sorum da burada bağlanıp kalıyor, Allah hem esenlik yurduna çağırıyor hem de dilediğini doğru yola iletiyormuş..ee o zaman ben sorumlu değilim inancım konusunda..Allah'ın takdiri (değil mi !?)
  13. hakanaytac

    Ermeni sorunu

    ben de sizin verdiğiniz örneklere dayanarak faşizmin bir sebebinin olabileceği, diğer örneklerden de faşizmin ortada herhangi bir sebep olmadan da var olabileceğinden bahsediyorum.. sonuçta her türlü ırkçılık, baskıcılık, dışlamacılık kabul edilemez olduğuna göre, bunları sebepli ve sebepsiz diye ayırmanın ve "bu sebepten kaynaklanmaktadır" demenin çok da doğru olmadığını düşünüyorum.. bu biraz düşünce şekliyle alakalı..ben köken olarak rum kökenli olabilirim araştırmadım..nereden mi ? bölgenin rumlarca işgali ve Türk kadınlarına karşı muameleden dolayı..ama ben yine de rumlara karşı bir düşmanlık beslemeyebilirim..bunu her milletten olabilecek aşırı fikirlerin azgınlaşması olarak düşünerek bütün rumlara mal etmeyebilirim..bu benim düşüncemle alakalıdır..mesele uygur türkleri dolayısıyla bütün çin i ve çin lileri sorumlu tutmam..belki ürünlerini protesto ederek satın almam ama çıkıp da çin bayrağı yakmam, bir yerde bir çinli gördüğümde ona saldırmam veya arkasından küfretmem..demek istediğim faşizmin birçok çeşidi olabilir..yazdıklarımda verdiğim örnekte de sizin iletinizle alakalı alaksız aklıma gelen her türlüsünden bahsetmem de bunu anlatmak istememdendir.. yazıklarımda da "gerçekten bir karşıtlık" olması gerekmez kanımca.. ben sizin söylediklerinizden ve yazdıklarınızdakilerden bir cümleye katılmayıp ve buna karşı cevap verebilirim.. ve diğer konularda da aynı fikir de olabilirim..bir yazıdaki bir sava cevap vermek için o yazıya toptekün karşı çıkmak gerekmez fikrimce.. ..
  14. hakanaytac

    Ermeni sorunu

    demek ki açık bir sebebi olması gerekmiyormuş..rengini beğenmedim denerek de bu faşizan yaklaşımlarda bulunulabiliyormuş...
  15. hakanaytac

    Ermeni sorunu

    ırkçılık, faşizm gibi kavramlar her ülke içerisinde yer alabilir ve hemen her niteliği, kimliğe, dine, ırka, düşünceye sahip insan bu gibi aşırıklara kapılabilirler..ben hiçbir zaman ermeniler bunu yapmıyor, yahudiler yapmıyor, amerikalılar yapmıyor, almanlar yapmıyor demedim..ancak burada eleştirdiğimiz nokta Türklerin içinde bulunan ırkçı, faşizan yaklaşımlar.. ben hiçbir genelleme yapmadım, Türkler faşizan kimliğe sahip ve bütün ermenileri düşman görüyorlar demedim..genelleme budur.. özgür düşüncenin, birbirine saygının kuşkusuz eğitimle, gelişmişlikle de alakası vardır ama tamamen bunlarla bağlantılı değildir..aynı şekilde köylülük-şehirlilik de değildir tek başına..örnek vermek gerekirse, avrupa parlementosu seçimlerinde oylarını yükselterek milletvekili sayılarını arttıran faşist partiler ne diyorlardı : "camiler kapansın", "camiye hayır" "siyahlar, farklı ırktakiler defolsun gitsin" hatta resimler çizip beyaz koyunları kendi sınırları içerisinde siyah çizdikleri koyunları dışarıda gösteriyorlardı..bu da faşizmdir..ben demedim ki, avrupada, batıda bu yok.. italya diyelim..berlusconi ne dedi geçenlerde : Milano'da yürürken kendimi bir Avrupa şehrinde değil bir Afrika kentinde yaşıyor hissediyorum. Şehir merkezinde İtalyanlardan çok Afrikalılar var. Biz çok kültürlülüğe karşıyız. Sınır dışı etme konusunda daha katı olmalıydık"..bu faşizmdir..o zaman soralım bunlar eğitimsiz, köylü veya köylülükle kentililik arasında sıkışıp kalmış siyasetçiler mi ? ben ırkçılığın tamamen bununla bağlantılı olduğunu düşünmüyorum...demek ki böyle kişilere rastlanailiniyormuş !!! bahsettiğiniz gibi bir yerde yaşanmış kötü olaylara imza atan kişilere, hatta bunu ırklarını üstün kılma sebebiyle yapmaları sebebiyle bir önyargı söz konusu olabilir..ancak bu her zaman böyle değildir..mesela siyahiler italyaya ne yapmış ki, berlusconi onları renkleri dolayısıyla dışlıyor..faşizmin daha önce yaşanmış bir olaya dayanması gerekmez..faşizmin bir sebebi gerekmez !!! ben durup dururken bir siyahiden kendimi üstün görebilir, devlet yönetimine kendi zihniyetimdekileri getirebilir ve onlara baskı kurmalarını sağlayabilirim..şimdi sebepten bahsettik ve bu sebeplerle normaldir dedik..hitler'in yaptığı yahudi soykırımını "aa yahudiler alman ekonomisini ele geçirmişlerdi, alman halkı açtı onlar ekonomik zulümde bulunuyorlardı" diyerek normal karşılayabilir miyiz veya haklı çıkartabilir miyiz ? zira son zamanlarda çokça yükselmeye başladı israil'in zulümlerine karşı şu tip sesler : "hitler iyi yapmış" "hepsinin kökünü kazısaymış ya"..görüldüğü gibi faşizmin boyutu yok !!! örneklerinize göre bir cevap vereyim..ben karadenizliyim ve orada büyük bir düşmanlık var hem ermenilere hem yunanlılara karşı.. bırakın ırkı gayrimüslim e tahammül yok..inanana yok..oruç tutmuyorduk diye bizzat doğranıyordum...!!!bunlara birkaç tane münferit olay diyemeyiz.. önyargılara yaşanılan bölgedeki tarihsel olaylara göre anlam vermek kuşkusuz gerekir..bunun bilgisizlikle alakası yoktur..asıl nomal olmayan şey önyargıyı da aşan ve düpedüz faşizme kayan tavır ve davranışlara ve hatta eylemlere anlam arayacak, normal karşılayacak kadar bilgiyi göz ardı etmektir..tekrar tekrar bu durumu bir topluma mal etmediğimi söylemem gerekmiyor herhalde.. şöyle bir örnek vereyim..malcolm x haklı davasına o kadar kaptırdı ki kendisini, bütün beyazları düşman görüyor, hepsini "şeytan" diye nitelendiriyordu..yanına yaklaşıp kampanyasında çalışmak için gönüllü olacağını söyleyen beyaz bir kadını sert bir dille geri çevirmişti..yani siyahlara olan baskıyı beyazların tümüne mal etmişti..bu bir hatadır, yanlıştır hatta bu da faşizme karşı çıkarken faşizmin ağına düşmentir.. yahudi düşmanlığına karşı verdiğiniz örnekte ve buna anlam veremediğinizi söylemenizde de bunun bir sebebinin olması gerekmediğini kendiniz de itiraf ettiniz sanıyorum.. saygılar...
  16. bu karşılaştırma sadece mayo-şampanya ikilisi baz alınarak yapılmış değildir benim düşünceme göre.. ortadoğu ülkelerindeki insan hakları ihlallerini, kadın haklarının ayak altına alınmalarını, erkeklerin zorbaca egemenliğini, demokrasiden nasibini almamış ancak seçimle başa geçerek 'demokrasinin zaferi' nutukları atan diktatörleri, kişilerin özel yaşamına karışılarak hayatlarına kastedildiklerini de sıklıkla görüyoruz..ve ülkemiz insanlarının asıl yaşadıkları korkunun bu noktalarda geriye gitmek, (aynı seviyeye gelmek veya daha beter olmak) olduğunu düşünüyorum.. ancak bu arap prensinin şarap içerek mayolu kızlarla denize girmesinin haber değeri vardır..çünkü kendi egemenliklerindeki ülkelerdeki kadınlara sayısız baskı yaparken yurt dışında bu kadar zıt hareketlerde bulunmaları bir ikiyüzlülüğün göstergesi.. ve bu durum yine gösteriyor ki, siyasetçiler din olgusunu ellerinde tuttukları zaman hangi boyutlara varan hareketlerde bulunabiliyorlar.. buradan çıkarabileceğimiz tek şey, dinin insan yaşamı için, o prensin kendi yaşamı için ve halkı için iddia ettikleri gibi bir ahlak, bir dürüstlük, bir doğru yaşam biçimi olmadığıdır..kul ile Allah arasında kalması gerekeni siyasi açıdan bir baskı aracı olarak kullanıyor ve asıl dindışı harketleri kendileri gerçekleştiriyorlar..bunun bir sürü örneği var... ilk aklıma gelen şu : -iran'da kadın eli sıkmak yasak (yaptırımı var mı yoksa sadece 'etik' değerler arasında mı gösteriliyor bilmiyorum) bugünkü dini lider ayetullah hamaney yurt dışında bir kadının elini sıktı diye kıyamet koptu... buradan ne anlıyoruz..dinin lideri olan kişi bunu yapıyorsa o hareketin suç, günah, ayıp olduğunu düşünmüyordur ve bundan gerçekleştiriyordur..peki o zaman neden hala daha bunu yapanlara ceza veriyorlar veya hedef tahtası ilan ediyorlar.. iran deyince aklıma diğer örnek geldi : ahmedinejat da kendi ilkokul öğretmeninin(fotoğraftan yaşının 80 yaşlarında olduğu anlaşılıyor) elini öptü diye yine kıyamet koptu.. buradan anlıyoruz ki, din devlet yöneticileri veya politikacılar elinde oyuncak olunca kendileri her türlü aykırılığı gerçekleştirirler, ancak inanca dayalı olan ve sorgulanamayacağı söylenen dinin alakası olmayan şeyleri iddia edebilir, bu yasaktır, günahtır diyerek insanları baskı altına alabilirler..peki onlar aynı suçları gerçekleştirirse ??dini lider veya din devletinin lideri hiç dine aykırı hareket eder mi canım !? ...
  17. Türkiye’de insan yaşamının ne kadar ucuz olduğunu görmek, sahip olduğumuz olacağımız bu tek hayatın kolayca kaybedilebileceğine defalarca tanık olmak artık mide bulandırıcı hale gelmeye başladı. Her ölümün ve yaşanan acı olayların yürekleri burkacağı gerçeğinin aksine gazete ve televizyonlarda gördüğümüz haberler ve bunlardan sonra yaşananlar bizi deyimdeki gibi ‘acı acı güldürüyor’. Üstelik yaşanan bu trajikomik olaylardaki ‘sorumluların’ veya sorumluluğu üzerine almayı hiçbir zaman kabul etmeyenlerin yorumları insanı çıldırtacak boyutlara kadar ulaşıyor. Hemen her fırsatta basta Avrupa ve ABD olmak üzere diğer dünya ülkelerinde bu tip olayların asla yaşanmadığını söylemek, çok nadiren de olsa yaşandığında ise bunun olağanüstü bir durum olarak kabul edilip kendisini sorumlu hissederek görevi bırakan yöneticileri örnek göstermek artık klişeleşmiş de olsa da bunun doğruluğunu göz ardı edemeyiz. Mevcut iktidar henüz ‘taze’ iken bir Pamukova’da bir ‘hızlandırılmış tren’ faciası yasandı. Dünyanın diğer ülkelerinde medeniyetin göstergesi olarak kabul edilen demir ağların, ‘tren’ ve ‘hızlı tren’ gibi çeşitleri varken tam da bize göre bir çalışma ile yarım yüzyılı doldurmuş ve bu yükü kaldıramayacak rayların üzerinde gidecek olan trenin, çıktığı bu yolda facia yasanınca köse bucak kaçmaya çalışanlar kaybedilen 36 can için ilk önce ‘takdir-i ilahi’ dedi, daha sonra ise suçu, ‘hızlandırılmış’ adı verilen aracı ‘hızlı kullandığı’ iddia edilen makinistlere yıktılar. Başbakanımızın şov yaparak açtığı ancak altyapısız bu çalışma aslında bize ileriki yıllarda daha neler yasayacağımızın ipucunu veriyordu. Sayısız örneğin varlığından kuskusuz haberdarız, ancak son dönemde ‘sorumluların sorumsuzluğu’ dolayısıyla bu tip olaylar tavan yapmaya başladı. Yılbaşında doğalgaz sızıntısında ölen 7 genç için ilk başta ahlaksızca bir iftira ile cesetlerin çıplak bulundukları söylendi. Daha sonra ise haklarında dava açılanların dosyalarının işlemden kaldırılmasına karar verildi. .Bundan sonra ise yolsuzluklarıyla gündeme gelen ve renkli kişiliğiyle(!) tanınan Melih Gökçek’in başkanı bulunduğu Ankara Büyükşehir Belediyesi suçluyu ‘ters esen rüzgar’ ve ‘yırtık olan boru’ olarak belirledi. Oysa olay günü yapılan sızıntı ihbarına rağmen bu gençler uyarılmamış, adeta ölüme terk edilmişlerdi. Keşke yasadığımız bu şoklar birkaç örnekle sınırlı olsa, bunlarla karsılaşınca ilk defa basımıza geliyor gibi düşünebilsek ve bunları ‘münferit’ birer olay olarak nitelendirebilseydik. Ancak artık yaşananlar normalleşmeye, sıradanlaşmaya başladı. En acı vereni olanı da bu olsa gerek. Geçenlerde Karadeniz’deki yoğun yağış sele yol açmış ve 4 yurttaşımız hayatını kaybetmişti. Üstelik taşan derenin yanındaki pazarın, selden bir gün önce kurulması büyük bir faciayı önledi. İs bilenlerin kıvrak zekalarıyla daha ucuza mal ettikleri kalitesiz malzemeden yapılan dayanıksız bentlerin yıkılmasını haberciler ve mağdurlar dışında kimse gündeme almadı ve suçlu belirlenirken söyle dendi : ‘Yagmur cok yagdı, sel oldu !’ Duymayanın kalmadığı, hepimizi dehşete düşüren, öldürülüp bası kesilerek çöp konteynırına atılan genç kızın cinayetinde katil zanlısının bir türlü bulunamaması hatta ailesinin nüfuzu dolayısıyla kollandığından şüphelenilmesi, Adli Tıp’taki skandalla maktulün lekelenmeye çalışılmasının, daha da ileri gidilerek devletin üst kademe yöneticilerinin, başbakanın da bu cinayetin ortaya çıkmamasına çalışılmasında işin içinde olduğunun, ailenin zenginliği ve parasının altında ezildiğinin baba tarafından dile getirilmesi herkesi en az cinayetin yaşanması kadar büyük bir şoka uğrattı. Belki adaletin bir türlü sağlanamaması acılı aileyi daha da üzerek bu tür çıkışlar yapmalarına sebep olmuştur. Ancak artık meselenin boyutu daha da büyüyerek başbakan tarafından da dillendirilmeye, yorum yapılmaya, geç de olsa üzerine eğilinmeye başlandı. Tek istediklerinin suçlu ve suçluların bulunup cezalarını çekmelerinin sağlanması olan ailenin feryatlarına karşı eski emniyet müdürü : ‘Kızlarına sahip çıksalarmış’ dedi. Görevi asayişi sağlamak, suçluyu yakalamak olanların yaptıkları bu açıklamalar, olay karsısında düşülen acizliğin göstergesi. Açıklamalarıyla başbakanı da zor duruma düşüren ve kendisine hiçbir adım atılmaması ve şüphelere, kafalardaki soru işaretlerine cevap verilememesi yüzünden tepkilerin gelmesine yol açan acılı babaya gönderme yapan başbakan ise suçluyu ilan etti : ‘Kızına sahip çıkmazsan ya davulcuya ya zurnacıya !’ Bu skandal açıklama bize sorumluluğu reddetmek adına ne kadar ileri gidilebildiğini gösteriyor. Geçmişten beri bu mantıktan hareket eden zihniyetin değişmediği, karşısında herhangi bir tepki görmezse devam da edeceği rahatça görülüyor. İmam bunu yaparsa, cemaate ‘ne’ yapmak düşer sözünün haklılığı, yüksek makamlardakilerin ‘hizmet aşkıyla’ görevi bırakmamaları alt kademelerdeki yöneticileri de etkiliyor. Bu sebeple görevden alındığı söylenen ama vali olarak atanan ve resmen ödüllendirilen Celalettin Cerrah’a açıklaması için kızamayız. Zira onun başbakanı da aynı yanılgıda. Bunca yaşanana rağmen suçluların ortaya çıkmaması ve üzerlerine gidilmemesi bir alışmışlığı, usanmışlığı işaret ediyor ki sorumlu olması gerekenler halen daha kaçmaya devam ediyor. Gerçi ülkemizdeki mantıktan hareketle açık bırakılan rögar kapağından içeri düşüp ölen kız çocuğu için de, Taksim’in en işlek yeri olan İstiklal Caddesi’nde yürürken başına kocaman cam düşüp ölümden dönen, komalardan çıkıp hayatının en verimli çağını hastanelerde geçirmek durumunda kalan genç kız için de, ‘akıllı’ nitelendirmesinde bulunulan ancak ihmalden dolayı yanarak ölümlere sebep olan hastane için de, deprem afetinde en güvenli olan bölgede çürük yapıldığından olduğu yerde yıkılıp içindekileri öldüren bina için de sorumlu aramaya gerek yok. Çünkü suçlu biziz ki bu duyarsız, sorumsuz kişileri seçmeye devam ederek bizi ‘yönetmeleri’ için başımızda tutmaya devam ediyoruz ! HAKAN AYTAÇ...
  18. hakanaytac

    Atatürkçülük

    harf devrimi, laiklik ve din eğitimi konularındaki fikirlerimi diğer konuda yazmıştım burada da yazıp laf kalabalığı yaratmaya gerek yok diye düşünüyorum..aslında birçok konu bölünmüş ve bazıları konunun başlığı ile alakasız duruma geldi..ama bunu önlemek de çok kolay olmasa gerek.. çok partili rejime geçilmeye çalışılmıştır..Atatürk de bunun uğraşını vermiştir..hatta yakındığı ve tek başaramadığının bu olduğunu söylemiştir.. partiler kurulmuştur ancak içerisine her türlü rejim muhalifi, dinci yobaz girmiştir bundan dolayı da kapatılmışlardır..daha önce de söylediğim gibi yaptığınız devrimi korumanız gerekir ve bunun için de bu tip hareketleri önlemeniz gerekir.. ben de bahsettiğiniz diğer konularda ve aklınıza gelebilecek yeni meselelerde fikirlerimi söylemeye açığım.. tekrardan konuşmak, tartışmak üzere..
  19. ham elmayı kopardılar dalından beni ayırdılar nazlı yarimden.... beni son zamanlarda en çok etkileyen, en çok alıp götüren, en çok dilime dolanan sözler bunlar.. dinleyince ve aklıma gelip de içimden veya dayanamayıp bağıra çağıra söyleyince tüylerimi diken diken ediyor.. neden mi ? çünkü beni ayırdılar nazlı yarimden bu özünde türk sanat müziği olan parçayı barış manço da zerrin özer de söyledi..her birinden ayrı ayrı dinlemek büyük bir zevk..bir rock müzik dinleyicisi olarak grubumla birlikte rock versiyonda coverlamayı hayal ediyorum tam sözler şöyle : Ham Meyvayı Kopardılar Dalından -------------------------------------------------------------------------------- Ham meyvayı kopardılar dalından Beni ayırdılar nazlı yarimden Eşim dostum tutmaz oldu elimden Onun için kapanmıyor gözlerim Benim yarim yaylalarda oturur Ak ellerin soğuk suya batırır Demedim mi nazlı yarim ben sana Çok muhabbet tez ayrılık getirir Uzun olur gemilerin direği Yanık olur aşıkların yüreği Ne sen gelin oldun ne ben göreyim Onun için açık gider gözlerim <div>
  20. benim bildiğim ve birçok dini bütün arkadaşlarımdan, hacılardan, hocalardan duydugum kadarıyla dine zorunlu olarak inanmak, onun gereklerini cehennem korkusu ile yerine getirmek aslında daha büyük günahmış.. yani bunu içinizden gelerek yapmak durumundaymışsınız.. kuranı onlar gibi algılamak istiyormuşsunuz..haddim değil tabi ki ama o zaman inancınızın ve ibadetlerinizin samimiyetinin derecesi nedir ?? eğer Allah Kur'an ı onlar gibi değil de iddia ettiğiniz gibi gerçek anlamında algılamanızı kendisi sağlıyorsa o zaman diğer arkadaşların da nasıl algılamalarına kendisi karar vermiş demektir..o zaman soralım..eğer Allah benim Kur'anı, kendisini, nasıl algılayacağıma kendisi karar verdiyse, ve ben yeterince inanç sahibi bir insan değilsem, benim böyle olacağım ben doğmadan çok daha önceleri belirlenmişse ve bazılarının "kimin cennete veya ceheneme gideceğine kullar karar veremez" hükmüne rağmen benim bu inancımdan dolayı cehenneme gideceğimi iddia ediyorlarsa... sorarım : "o halde benim ne suçum var" nasıl algılayacağımı, anlayacağımı, inanıp inanmayacağımı, ibadet edip etmeyeceğimi Allah belirlediyse, neden beni cehenneme atıyor ??" ..
  21. din her topluma lazım olan bir FELSEFE derken.. bunu sadece islamiyete mi indirgiyorsunuz yoksa bütün inançları bu kapsama mı alıyorsunuz.. çünkü islamiyetten başkasını semavi veya semavi olmayan bütün dinleri, dinden saymayanlar da var da...! dinsiz bir dünyanın çekilmez olduğu iddiası sizin görüşünüz.. size çekilmez gelebilir belki ama mesela ne açıdan çekilmez olacağı konusunda bizi aydınlatırsanız seviniriz.. inanç konusunu kimin kurcaladığı, kimin siyasete alet ettiği, kimin üzerinden rant elde ettiğini gayet iyi biliyioruz..ancak burası bir tartışma platformu olduğundan bırakın konuşalım..çünkü bazıları işin içinden çıkamayınca "fazla kurcalama, kafayı yersin" veya "allahın gücüne gider" gibi sözlerle kendilerini savunuyorlar din fiziki anlamda en zararsız uyuşturucudur demişsiniz..fiziki kelimesi herhalde yanlış kullanılmış.. çünkü "din bir afyon"dur diyenler de insanların düşünce yeteneklerini yitirdikleri, kendilerinden geçtikleri, gözlerinin başka birşey görmemeleri, kendisi gibi olmayanlara saldırdıkları vb. gerekçeleriyle bunu söylemiştir.. inanmayanların başına polis dikme lafı da ne müthiş bir cin fikirdir yahu.. bir başka yanılgı da insanların aklına dinin yerleştirilerek onları suç işlemekten alıkoyma hadisesidir.. tabi ki insanlar bir dine inanıp, onun gereklerini yerine getirirse suç işlemekten korkabilir, bundan şiddetle kaçınabilir.. ancak din maalesef geçmişte de bugün de şiddeti önleyemiyor..sadece şiddet de olsa iyi..cinayet,hırsızlık,tecavüz,vb. suçlar dindar olan ülkelerde de yaşanıyor.. örneğin geçen yıl yapılan bir araştırmada, internetten en çok cinsel içerikli arama yapan ülkelerin sıralaması yapılmıştı : 1-)arabistan 2-)iran 3-)türkiye.. fazla söze gerek yok herhalde.. ülkelerde ne din ne allah korkusu ne de ölüm korkusu(idam vs...) insanlari suç işlemekten alıkoyuyor.. sıklıkla islam ülkelerinden toplu idam haberleri geliyor.. zinanın, tecavüzün yaşandığı haberleri geliyor.. öyleyse dinin bütün insanları suç işlemekten alıkoydugu iddiası büyük bir yanılgıdan ibarettir.. en etkili toplum kontrol aracının din oldugunu söylüyorsanız o zaman neden lafı eveleyip geveliyoruz ki... "şeriat istiyorum kardeşim işte.." bunu açık yüreklilikle neden söyleyemiyoruz !!?? dinin en faydalı inanç olduguna gelince, sevgili tengeriin boşig arkadasımız söylemiş, üzerine daha fazla yorum yapmama gerek yok : "Din zararlı ellerde en zararlı silah haline de dönüşebilir. İstediğiniz her konuda kullanılmaya uygun hale getirilmeye müsaittir!" ...
  22. hakanaytac

    Ermeni sorunu

    efendim öncelikle sunu belirtmek ve belirlemek gerekir ki cımbızla çekilen cümlelerin her tarafa çekilebileceği yeniden kanıtlanmış oldu.. yazdığım paragrafın bir başından bir de sonundan aldığınız cümleleri alıntılayıp cevap yazmışsınız.. birincisi ben oradaki kızın ermenileri ve gayrimüslimleri düşman veya dost görüp görmemesi konusunda kati bir yorum yapamam.. bakışlarından anlamak gibi bir durum söz konusu olamaz.. ancak kişinin tavır ve davranışları bazı ipuçlarını verir.. ki ben onun nasıl bir tepki vereceğini merak ederek incelemedim, o kendini zaten ele verdi.. bu sekilde bir kökene sahip olmaktan, bunun dile getirilmesinden ne kadar rahatsızlık duyduğu gün gibi ortadaydı.. ancak şöyle ki ben yazımda yalnızca bir örnek verdim ve genel olarak insanlarımızın hala daha "ermenileri ve hristiyanları düşman" gördüklerinden bahsettim.. ki bu bir yalan, bir iftira, dayanağı olmayan bir sav değil.. bu ülkemizin acı gerçeklerinden biri.. buna bir sürü örnek daha verilebilir.. yılın bir bölümünü geçirdiğimiz yerde ermeni, rum, musevi yurttaşlarımız yoğunlukta yaşıyorlar.. örneğin şöyle deniyor : "ermeni ama iyi adam" veya apartmanda birşey yapıldığı zaman da musevi bir komşumuzun buna karşı çıkması konusunda ise : "yahudi işte, ne beklersin ki" gibi yorumlar yapılıyor.. bunu en yakın çevrem,en yakın akrabalarım da yapıyor.. bu tip insanlar sadece benim ailemde ve çevremde mi var ? kuşkusuz hayır.. yüzyıllardır bir arada yaşamamıza rağmen hala daha birbirlerini düşman olarak gören kişiler mevcut maalesef.. en yakın örneği bu forumdan verebilirim : "ermenilerle barış isteyen kim?" demişti bir arkadaşımız.. bu düpedüz düşmanlık, kin ve nefret değildir de nedir ? yazıma konu olan kız meselesine gelince..onun belki gerçek düşüncelerini bir çırpıda anlayamam ama verdiği tepkilerden bundan ne kadar rahatsızlık duydugu da acıktır..mesele sadece bir olay değil..ben genel olarak hala daha bir önyargı söz konusuyken hiçbir sorunun çözülemeyeceği, hiçbir zaman barış ortamının sağlanamayacağını söylemek istiyorum.. ayrıca bunu reddeden arkadaşların da gerçekleri bilmemezlikten gelmemelerini rica ediyorum... dürüst olalım..çünkü inkar politikası ve gerçekleri göz ardı etme her zaman alehte olacaktır..!!! ...
  23. kuşkusuz her devlet adamı gibi Atatürk'ün de suçları olabilir.. o dönem i,çin büyük ve devrimsel nitelikte bir adım olan kadınlara seçme ve seçilme hakkının bundan önce zaten tanındığını ve bu hakkın yalnıza geri verildiğinden bahsetmişsiniz..bunun için de verdiğiniz örnek bir sendikada başkan seçimi için kadınların oy kullanması olmuş..bu da tabi ki padişahlık döneminin ve dünyada kadın erkek eşitliğinin bilincine henüz varılamadığı dönemin önemli sayılabilecek olaylarından biridir..ancak bir sendika için kendilerine başkan seçmek için kullanılacak oy ile ülke yönetiminde söz hakkına sahip olma niteliğinde ve kendi özgür iradesiyle belirlediği yöneticiyi başa geçirmek için demokrasi bilinciyle kullanılan oyun birbirleriyle karşılaştırılamayacak kadar büyük bir değer farkı vardır.. osmanlı döneminde komunist parti olmasının herhangi bir tarafa çekilecek durumu yok..atatürk komunist partileri yasaklamış, hepsini kapatmış, komunist düşünceye sahip olmayı yasaklamış ve bu düşüncedekilere yaptırım mı uygulamıştır..ben hatırlamıyorum..siz biliyorsanız paylaşın lütfen... laikliği yeterince empoze edememiştir dediniz..empoze etmek kelimesi üzerinde biraz düşündüm ve sonra karar verdim..evet laiklik halka empoze edilmiştir..halkın böyle bir talebi söz konusu değildi..ancak siz bir yüzyıllarca dinle yönetilen bir imparatorlugun ardından daha demokrat, daha modern, bilimin baz alındıgı, akla dayalı, bireyleri hür bir ülke yaratmaya çalışıyorsunuz..yüzyıllarca bu kavramları duymamış bile olan halka bunu nasıl anlatabilirsiniz..yapılan her devrim, onun korunması için alınması gereken büyük önlemleri gerektirir..bu açıdan empoze edilmişse de bu gerekldiri diye düşünüyorum.. osmanlıca yazımı iki haftada kaldırıp insanları boşluğa düşürmesinden bahsetmişsiniz.. yeni türk devletinin niteliği dolayısıyla alfabenin de buna göre arap etkisinden kurtulması gerekmekteydi.. ayrıca arap alfabesinin zorlugundan kaynaklandıgı söylenen okuma yazma oranının aşırı düsüklüğü insanları boşluğa düşürdüğü iddiasını çürütüyor..zaten halkın değil,yalnızca yönetici ve tahsil görmüş kişilerin okuma yazma bildiğini göz önünde bulundurursak bu sav geçersizdir..ayrıca latin harflerine geçişle birlikte türkiyede büyük bir okuma kampanyası başlatılmış, bugünkü yönetimlerimizin yaptıkları gibi oldu bittiye getirilmeden üzerine atatürkün de büyük atılımlarıyla eğilinmiş ve birçok kişiye daha kolay olan ve çağa uygun okuma yazma öğretilmiştir..bununla birlikte de okuma yazma oranında belirgin bir artış söz konusu olmuştur.. diyanet işleri ile ilgili ise sunları diyebilirim ki, devletin dinden bağımsız hale gelmesi dolayısıyla da laiklik ilkesinin kabul edilmesi bir devlet için yeterli değildir.. devlet aynı zamanda dini denetleyecek ve yalan yanlış, dogmalarla dolu ve ülkenin yönetim biçimine kastedecek art niyetli yönlendirmeleri engelleyecektir..diyanetin de islam dini açısından böyle bir görevi olması gerekmektedir..bu nedenle kurulmasında herhangi bir sakınca yok tam tersi fayda vardır..ancak bugunkü gibi alevilerin dışlanması, onların reddedilmesi gibi durumlar o günler söz konusu olsaydı atatürk ün bu konudaki olacak tavrını tahmin etmekte zorluk yoktur..yani aleviliği dışlayan bir lider olsa idi dini devlete alet eden ve din üzerinden siyaset yapan bir kimliğe bürünürdü..tam tersine olabilecek mezhepsel çatışmaları ve bir mezhebin diğer mezhep üzerindeki olası baskısını da laiklik ilkesiyle ortadan kaldırmıştır.. ülkeniz işgal edilmiş ve buna karsı savaşacaksınız..tabi ki elinde güç olan şey de olsa şıh da olsa, ağa da olsa, feodal bey de olsa onların desteğini almak durumundasınız..cümledeki diğer sava gelince isyanların bastırılması için ve ayrılıkçılığın durdurulması için silahlı güç kullanılması devletin bekası için şarttır..ancak kasten katliam yaratmanın söz konusu olmadığını düşünüyorum...Atatürk hakkında bu açıdan birçok iddia var..ama gerçekliği, yanlışlığı konusunda bilgim olmadığından dolayı yorum yapamam.. sonuç olarak da Atatürk demokrat bir şahsiyettir.. eğer demokrat olmasaydı ülkeye cumhuriyet ve demokrasiyi getirme çalışmaları yapmaz.. kendisini padişah ve halife ilan edip ölene kadar elini taşın altına koymadan rahatça yaşardı.. saygılar...
  24. bir de dem vururlar islam öncesi dünyadaki cahilliye döneminden.. islam gelince özgürlük, eşitlik geldiğinden..kadınların hak sahibi olduklarından.. bu örneklerle yeni karşılaşmıyoruz..geçmişten beridir söz konusu olan olaylar bunlar... bu ülkeyi de din dışındaki gerçek gelenek ve göreneklerinden ayırmaya, koparmaya çalışıyorlar.. arap örtüsüyle, arap çarşafıyla, arap alfabesiyle, arap kuleleriyle, arap dolarıyla (!!!) özlem duyulanın bu olması çok şaşırtıcı.. bakın bakalım dünyanın "gerçek anlamda" gelişmiş ülkeleri arasında bir tane dinle yönetilen ülke var mı ? bilimi, sanatı, demokrasi, hak, eşitlik ve laikliği reddeden ülkeler her zaman ortaçağ karanlığında kalmaya devam edeceklerdir.. ancak geçmişteki büyük devlet toprakları geniş, silahları güçlü devlettir anlayışında kalanlar sadece bir nükleer bomba yaparak dünyayı tehdit edebilirler..insanların kendilerinden korkmalarını sağlarlar ama asla saygı duyulmazlar...!!!
  25. hz. muhammed in hz. ayşe ile 9 yaşında evlenmiş olduğunu iddia ederek (veya bahane ederek-bu konuda büyük tartışmalar var) kendilerinde de bu hakkı gören yobazların sebep olduğu yok olan hayatlara her fırsatta rastlıyoruz.. hüseyin üzmez taciz eder veya her ne başka şeyse, kendisini savunur : "dinimize göre suçlu değilim, o bana helal kılınmıştır" tekbir giyimin yöneticisi 4 eşli olmasıyla ilgili soruya : "metres mi tutsaydım" der.. ve en son bununla ilgili bir olayda da halis toprak 17 yaşında bir kız alır ve : "almasaydım da rakiplerimin yaptığı gibi metres mi tutsaydım" der... anlaşılan bu bir zihniyetle alakalı..kadını sadece cinsel objeden ibaret gören yobazların sebep oldukları facialardır.. arap dünyası neden böyle diye soruyoruz. güzel, ama yaşadıklarımız, karşılaştıklarımız için soralım bir kendimize..çok mu farklıyız...veya artan örneklere karşı siyasi açıdan yapılan tartışmaları bir kenara bırakıp şöyle diyelim : "giderek onlara mı benziyoruz ?" ...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.