Zıplanacak içerik

hakanaytac

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

hakanaytac tarafından postalanan herşey

  1. dayı yine yapacağını yaptı, derin yorumlarıyla karıştırdı ortalığı
  2. hakanaytac şurada cevap verdi: ahmetnuray başlık Bilim Dünyası
    haklısın yazından alıntılar yaptım ancak benim cevabım yalnızca sana değildi.. bahsettiğim önyargılar, dogmalar, negatif yaklaşımlar, vs.. belki sizin : "zaten " insan ırkının marstan gelmiş olabileceği" gibi bir iddia da olmaz ki. hayat marstan gelmiştir diye bir kurgu belki bilim kurgu eserlerinde olurda. sadece insan ırkı gelmiş bilim kurguyuda aşar." ifadelerin için ağır kaçmış olabilir ancak sonuçta ortada bir çalıma varken buna her ne kadar aklın alabilmesinden çok uzak gibi gözükse de buna, olmaz böyle şey diye yaklaşmak beraberinde ve daha da ilerisinde bahsettiğim, bilimin geleneksel, muhafazakar görüş tarafından baskı altına alınmasını getirir.. benim bahsetmek istediğim nokta bu, sonuç olarak alıntılama yapmama rağmen cevabım yalnızca size değildir..zaten bir kişinin yazısından alıntı yapmak veya başka bir düşünceye değinmek, o düşünceye tamamen karşı olmak veya o düşünceye tamamen katılmak anlamına gelir ve gerekir fikrinin yanlış olduğu kanaatindeyim... saygılar...
  3. benm kadercilik anlayışım yok, çünkü ben insanların kendi kaderlerini kendilerinin çizdiklerine inanırım.. bizi yaratanın olacak bitecek herşeyi önceden yazdığına sonra da olacakları sadece seyre koyulduğuna inanmam.. ve ayrıca insanların yaptıkları hatalardan dolayı kaderden dem vurmasını da sorumluluğu onu yaratana atmaya çalıştılarına yorarırım..dediğim gibi benim bir kader anlayışım yok..buna anlayışsızlık da denilebilir ancak verdiğim örnekler birçok insanın kader anlayışı...Hitler vb. örnekler de çok uç örnekler olmakla beraber daha ileri gidince haklılık payı çıkarılabilecek örneklerdir..eğer bir kadercilik anlayışınız varsa onu tartışalım..çünkü benim kimseden öğrendiğim veya kafama zorla sokulan anlayışlarım, düşüncelerim, dogmalarım yok !!!
  4. hakanaytac şurada cevap verdi: ahmetnuray başlık Bilim Dünyası
    neden hemen böyle birşey olamaz, saçma, gereksiz vs.. gibi yorumlar yapıyoruz.. iddia edilen şeyin aklımızın alamayacağı kadar ilginç ve imkansız gibi görünmesi bize bu araştırmaları ve çalışmaları sekteye uğratacak kadar ilgisiz ve bir o kadar da yıkıcı davranıyoruz.. bırakın araştırmalar yapılsın bırakın çalışmalar gerçekleştirilsin, ki zaten asıl ispatlanmaya çalışılan şeyin bu olmadığı başta da söylenmiş..herşeye böyle negatif ve önyargılı bakarsak dünyanın yuvarlak olduğunu söylediği için engizisyona gönderilen galileoya bunu yapanlardan ne farkımız kalır.. 21.yüzyılda biraz daha özgür düşünceli ve dogmalardan arındırılmış kafalarla gelişmeleri desteklemeliyiz kanısındayım... ...
  5. hakanaytac şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    eğer gerçekten ortada ciddi şüpheler varsa, şüphelerin olduğu bölgelerde oylar yeniden sayılmalı ve hatta gerekirse bu bölgelerde seçimler yenilenmelidir..televizyonlarda sandıklarla birlikte seçim kuruluna gitmesi gereken mühürlü zarflarla evet oyu verilmiş pusulalarıun çöplerden çıktığını gördük.. ayrıca azımsanmayaca rakamlarda olan bu oylar demokrasinin tecelli etmesi açısından ibret vericidir.."seçimi kaybetmeyi hazmedemediler" gibi iddialar ise tamamen yanıltıcı ve amacından satırıcı niteliktedir..sonuç değişse de değişmese de insanların verdikleri oyların gerçekten sandığa yansıması açısından bu önemlidir.. siirtte 30 oy dolayısıyla seçimi tekrarlatan yüksek seçim kurulundan yine buna benzer gerçek demokrasiyi sağlayacak karar bekliyoruz...
  6. vallahi bu söz de artık herkes tarafından söylene söylene amacından, mantığından ve anlatmak istediğinden iyice sapmış bir hale geldi..asıl, halkın duyarsız, unutkan ve ne kadar çabucak değişebileceği mesajını veren bu söz şimdilerde halkın seçtiği devlet adamlarını, seçtikten sonra asla denetleme ve hesap sorma haklarının olmayacağı anlamında kullanılıyor.." bizi siz seçtiniz, artık istediğimizi yaparız..siz kaşındınız" tarzındaki düşünceler iktidarlara ne kadar yerleştikçe demokrasi de o kadar yara alıyor..ki demokrasinin en önemli niteliği seçmek olduğu gibi aynı zamanda hesap da sorabilmektir..
  7. bu noktada birşey sormak istiyorum.. sünnet, nitelik olarak dinde yapılması zorunlu olmayan şeyler için söylenmiştir.. farz ise yapılması zorunlu kılınan şeyler için.. o zaman, şimdi sünnet adı verilen erkek çocuklarının cinsel organlarındaki "operasyon" dinen zorunlu olan bir durum değil midir ?? eğer değilse neden bu, dinde daha fazla önemli olan konulardan dinin kesin bir emriymiş gibi sunulmakta..yoksa bunun sadece ismi mi sünnettir de, zorunlu mudur...?? eğer öyleyse adı neden "sünnet" konuluştur ?? öncelikle yapılacak olası "dinsiz, imansız, sünnetsiz, gavur" yakistirmalarina karşı sünnetin önemini azaltmaya çalışmadığımı belirtmek istiyorum..çünkü sünnetin özellikle yapılması taraftarıyım..çünkü sünnetin birçok cinsel yoldan bulaşan hastalığa yakalanma riskini azalttığı kanıtlanmıştır ve bu açıdan benim için bir din emri olmasından daha önemlidir..eğer oğlum olursa hangi dini seçeceği konusunda herhangi bir kısıtlamaya gitmem belki ama bu konuda herhalde kesin kararlı olurum..hoş şimdi çıkıp da "müslümandan başkası sünnet olamaz, sünnet olanlar müslüman olmuştur zaten" tarzı açıklamalar yapacak arkadaşlar da çıkacatır ya neyse... bu açıklamayı özellikle yapıyorum ki, ne zaman kafama takılan ve bazen de bana ters gelen konularda sorular sorduğumda karşımda mantıklı cevaplardan çok hakaret ve saldırılarla karşılaşmamdır..soruma cevap verecek bir arkadaş varsa sevinirim.saygılar...
  8. hayatımda hiç iş sahibi olmadım ve dolayısıyla da işsiz kalmadım.. ancak bu ortamdan dolayı umutsuz kaldım ki bu daha kötüsü galiba )
  9. vallahi bu kadercilik anlayışı öyle şeylere kadirdir ki anlatmakla, anlaşılmakla bitmez.. örneğin kızına yıllarca bodrumda tutup da tecavüz edip ondan çocuk sahibi olan sapığın da kaderinin bu şekilde yazılmış olabileceği söylenebilir..mesela ben veya birbaşkası yeterince inançlı olmadığından ötürü veya ibadet etmediğimizden dolayı cehennee gideceksek, kardeşim benim kaderim böyle yazılmış ne yapabilirim...madem böyle yaşayacağım belliydi daha önceden, o zaman benim suçum ne ?? mesela hitler'den bahsedelim...eğer inançlı bir hristiyan olduğu için cennete değil de katlettiği insanlar yüzünden cehenneme gidecekse (ki şüpheliyim bu durumdan) onun ne suçu var kardeşim, yazılmış o da katletmiş.. bırakın şu kaderciliği ve yapılan hatalar ve işlenen suçlardan ötürü Allah'ı suçlayarak kendinizi soyutlamaya çalışın... Allah Muhsin Yazıcıoğlu'na rahmet eylesin...o da kadere kurban gitmiş demek...!!!!, ....
  10. hala daha zıt fikirli insanların bu fikirlerini demokrasi adına tartışmalarını değil de, birbirlerini ve birbirlerinin düşüncelerini yok etme çabalarını gözlemekteyiz... DTP'li adaya karşı yapılan bu saldırıyı kınadıklarını söyleyenler içten içe sevinmekte, ancak bunu gösteriye dönütürememektedirler..aynı şekilde muhsin yazıcıoğlu'nun ölümünden sevinç duyanlar da bunu dillendirememektedirler..ancak niyetlerin ne olduğu ve ne anlatılmak istendiği gayet ortada... muhsin yazıcıoğlu, "vatan, millet sakarya" söylemleriyle abdullah çatlı ile ilişkileriyle ve en son olarak hrant dink cinayetinde mensubu olduğu partinin buna destekleri, yardım ve yataklıklarıyla gündeme geldi..öte yandan da belirli dönemlerde hapislere atılıp yok edilmek istendi..kim, hangi suça bulaşmış olursa olsun bu muameleyle karşılaşmamalı...kontrgerilla faaliyetleri içinde bulunmuş olmasına rağmen kişisel hümanist düşüncemden ötürü ölümünden üzüntü duyuyorum..keşke daha birleştirici, farklılıklara sahip çıkıcı ve daha yapıcı politikalar üretebilseydi..allah rahmet eylesin... ... ancak şu var ki, dtp'li adaya olan saldırının sadece dtp'li olmasından dolayı gerçekleştirildiğini dile getirenler tepkiye uğruyor ve bu durum bir nevi örtbas edilmeye çalışılıyor, hrant dink cinayetine "ermeniydi ne de olsa" deniyor, malatya yayınevi katliamında, "misyonerlik yapıyorlardı" savunmasında bulunuluyorken, bunları diyenlerin taziye beklemeleri ne kadar inandırıcı ?? insanlarımızı birleştirici unsur olarak din ve ırkı ön plana çıkaranlara karşı ortak yaşamı paylaşma iradesini geliştirmek hem bu tartışmaları ortadan kaldıracak hem de kişiler hakkında "o bizdendi, bu karşıdandı" söylemlerini de bitirecektir... ...
  11. Nato kafa, iman mermer Ülkemizin siyasal tarihine baktığımızda, tuhaf bir takvim çakışmasıyla karşılaşırız: Türkiye’nin NATO üyeliğiyle laikliğin devlet eliyle delinip, milletin dine imana döndürülüşü aynı yıllara denk gelir. Türkiye, 1948 yılında Brüksel Antlaşmasıyla temelleri atılıp 1949 yılında kurulan NATO’ya kurucu üye yazılmak için taklalar atar, fakat çağrılmaz. Büyük mücadeleler sonucunda, ancak 1953 yılında NATO üyeliğine kavuşur. NATO’nun kurulduğu 1949 ile Türkiye’nin üye olabildiği 1953 arasında iç politikada bakın neler olmuştur: İki “meczup” TBMM’de ezan okur. Tekke ve türbeler yeniden açılır. Yegâne devlet medyası radyoda dini programlar ve ilkokullarda din dersi başlar. Arap harfleri yasağı kalkar, Kur’an kurslarına yeşil ışık yakılır, imam hatip okullarının temeli atılır. “Komünist yetiştirmek”le itham edilen Köy Enstitüleri kapatılır. Ne gariptir ki Türkçe ezanın Arapçaya döndürülüşüyle (16 Haziran 1950), Türkiye’nin NATO üyeliğine birinci başvurusu (1 Ağustos 1950) arasında sadece bir buçuk aylık bir zaman farkı vardır... *** Cumhuriyetin temel ilkelerinden bu geri dönüş CHP iktidarında başlayıp, DP iktidarında artarak süren bir politikadır. Ve sanmayın ki NATO ya da ABD tarafından empoze edilmiştir! Tam tersine, Türkiye, çok girmek istediği NATO’ya yaranmak için kuruluş amacına birinci derecede uygunluğu, yani “SSCB’ye karşı ileri karakol” olabilirliğini, dinsiz komünizme karşı kuşandığı en etkili silah, din ve imana dönüşle kanıtlamaya çalışmaktadır. Türkiye, kendisi için de bir tehdit oluşturan SSCB’ye karşı kurulan NATO’ya girmek için çabaladığı yıllar boyunca 1950’de başlayan “komünizme karşı ilk sıcak savaş” Kore Savaşı’na katılarak ne kadar iyi bir NATO askeri olacağını da kanıtlamaya çalışmış, zaten üyeliğe de savaşın bittiği 1953 yılında kavuşabilmiştir. Bu anlamda Türkiye’nin NATO üyeliğini, dinsizlik düşmanı imancılıkla hazırlayıp, 741 şehit ve 2147 gazinin kanıyla imzaladığı söylenebilir. ABD’nin, NATO kurulurken Türkiye’yi hiç mi hiç kale almadığı, özellikle Menderes hükümetleri tarafından dibi mumlu davetiyeyle yana yakıla çağırılana kadar ülkemizden yana bakmadığını düşünürsek: 1949 yılından öteye laik cumhuriyeti kemirmeye başlayan dinci politika, geri kalmış bir ülkede çapsız devlet adamlarının SSCB tehdidine karşı bulabildikleri yegâne çare olup, tarihi reflekslere dayanması bakımından tamamen “milli” yani yerli malı bir projedir. Hatta iddia ediyorum ki ABD, 1970’li yıllarda SSCB bloğunu İslamcı düşmanlarla kuşatmak fikrinin ilhamını Türkiye’nin komünizme imanla direnmesinden almış ve “Yeşil Kuşak” projesini komünist bloğun Doğu’daki tüm sınır ahalisi ve komşularının Müslüman olması gerçeğinden hareketle uygulamaya koymuştur. Türkiye, laik cumhuriyet ilkelerini bir bir yok etmeye başladığı 1949’dan sonra devletin ve ordunun sağa oturtulduğu, halkın devlet eliyle muhafazakârlaştırıldığı, yurttaşlığın dindaşlıkla özdeşleştiği ve bu sağ şeritten zaman zaman çıkmaya kalkanlar, önce iman bayrağı açılıp sonra kafalarına vurularak hizaya sokulduğu bir ülke olmuştur. Yine de hizaya girmemekte direnen binlercesi de öldürülmüştür tabii. *** Ne gariptir ki, “laikliğin yılmaz bekçisi” TSK’nın siyasal yönetime el koyuşunun her biri “sağ darbe”dir ve cuntaların ilk işi kendi mensupları arasındaki solcuları temizlemek olmuştur! 27 Mayıs 1960’a “devrim” denilmesi ve topluma, evrensel anlamda çağdaş demokratik haklar tanıyan 1961 Anayasası bir yol kazasıdır. Zaten 12 Mart 1971 darbesi, bu Anayasa’nın doğurduğu solculukları temizlemek için yapıldı, kesin başarı sağlanamayınca 12 Eylül 1980 cuntası geldi, solcu üreten özgürlüğün “çıban başı” Anayasa’yı yürürlükten kaldırdı. Ne gariptir ki “laikliğin yılmaz bekçisi” TSK’nın tüm darbeleri, bizzat şeriatçı gidişatı hedef alan 28 Şubat süreci dahil, hep Türkiye’de dinciliğin gelişip genişlemesine yaramış, hatta 1980 cuntasının en bariz örneğini sergilediği gibi “sol”u bastırmak için imanı kullanıp din eğitimini körüklemiştir. Başka bir deyişle, TSK’nın bekçilik ettiği laiklik, içinden çıkan cuntacının her düdük çalışında biraz daha eksilmiştir. 25.03.2009
  12. Darbe günlükleri (3) 21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı öldürülüyor. 21 Ocak 2000: İki yıl önce Mersin’de kaçırılan İslamcı feminist Konca Kuriş’in cesedi, Hizbullah’ın Konya’daki mezar evinden çıkıyor. 2000-2001 arası yapılan operasyonlarda, değişik illerde Hizbullah’a ait mezar evlere, hatta bazıları sahillere gömülmüş 60’tan fazla cesede ulaşılıyor. Türkiye’de 1991’den öteye kaybolup ne ölüsü, ne de dirisi bulunabilen insan sayısı bu tarihe kadar 543... 24 Ocak 2001: Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan öldürülüyor. 25 Ağustos 2001: İş adamı Üzeyir Garih öldürülüyor. 18 Aralık 2002: Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu öldürülüyor. 15 Kasım 2003: İstanbul’daki Neve Şalom ve Beth İsrail sinagoglarına yapılan saldırılarda 27 kişi öldürülüyor. 20 Kasım 2003: İstanbul’daki İngiltere Başkonsolosluğu ve HSBC Genel Müdürlüğü’ne yaptığı saldırılarda 30 kişi öldürülüyor. 3 Mayıs 2004: Tuzla’da “Dost Tarikatı” lideri olduğu öne sürülen Em. Binbaşı İhsan Güven ve İmam Hatip Lisesi Felsefe öğretmeni eşi Sibel Güven’in başlarından kurşunlanmış cesetleri bulunuyor. 5 Şubat 2006: Trabzon’daki Santa Maria Katolik Kilisesi’nin rahibi Andrea Santoro öldürülüyor. 17 Mayıs 2006: Danıştay’a saldırı. Yargıç Mustafa Yücel öldürülüyor, dört yargıç yaralanıyor. 19 Ocak 2007: Gazeteci Hrant Dink öldürülüyor. Trabzon’dan gelen katil Ogün Samast, “Cuma namazını kıldım, vurdum,” diyor. 18 Nisan 2007: Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde biri Alman 3 kişi, İncil basıp dağıttıkları gerekçesiyle Hizbullah usulü bağlanıp boğazları kesilerek öldürülüyor. 12 Haziran 2007: Ümraniye’de bir evde bulunan silahlarla, Ergenekon davasına konu olacak operasyonlar başlıyor. Ergenekon, dalga numaraları verilen toplu gözaltılarla 2008’in tamamına yayılıyor ve gerek soruşturma, gerekse yargılama süreci halen devam ediyor. *** Ey Türkiye’nin masum ve düzgün yurttaşları, Sayın Seyirciler! Yukarıda üçüncüsü yer alan ve son ikisini tümüyle belleğime dayanarak hazırladığım olaylar dizini, çok eksiktir. 12 Eylül 1980 darbesinin binlerce ölüsü, işkence malulü ve darbeyi izleyen mezalimin doğurduğu PKK terörüne verilen 30 bin can, aynı yıl Çorum ve 1995 Gazi Mahallesi’nde gerçekleşen, nedense hep Alevileri hedef alan toplu katliamlar, Van, Şemdinli gibi isyan provalarını sıralamaya değil gazete, kitap yetmez, ansiklopedi gerekir. Ama üç makaleye yayılan bu sınırlı tarihçeyi hazırlarken, parçaları alt alta sıralamanın böylesine korkunç bir bütün oluşturacağını, inanın öngörmemiştim, ortaya çıkan dehşet tablosuna ben bile şaşırdım! Bu sıralamaya dair gönderdiğiniz mektuplardan sizin de etkilendiğinizi anlıyorum... Bu tabloya, fon rengi olarak her gün işlenen ortalama 5 cinayet, 2,5 tecavüz (Emniyet istatistikleridir), cesetleri bulunan ve bulunamayan kayıpları eklediğinizde sonuç çok açık: Türkiye, eşi benzeri hiç bir demokraside görülmeyen bir şiddet ülkesidir. Terör, töre, suikast, toplu ve münferit cinayetleri birleştirdiğinizde, böyle bir şiddet yaygınlığı, uygarlık belirtisi olmasa gerekir. Hatta suikast ve katliam yoğunluğu, 1970’den öteye (1980 darbesine kadar 5 bin, sonra 30 bin kişi katle kurban gitti) geri kalmış ülkelerle dikta rejimleri ortalamasını da aşmakta, bir iç savaş sonuçlarına taşmaktadır. Oysa hepimiz biliyoruz ki Türk halkı ne diğerlerinden daha kötü yürekli, ne de acımasızdır. Tam tersine, iyilik, dostluk, yadımseverlik ve dayanışma nitelikleri başka toplumlardan daha yüksektir. Öyleyse niçin bunca cani vardır bu ülkede? Nasıl olup da ardı arkası kesilmeyen bu cinayetleri işleyen, suikastları ve katliamları yapan, yenilerini de yapmaya hazır bunca adam çıkmaktadır bu toplumdan? Nerede hata yapılmış, bu şiddet potansiyeli nasıl hazırlanmış, azımsanmayacak sayıda ölmeye ve öldürmeye meraklı bir nüfus yoğunluğu nasıl yaratılmıştır? Net olarak söylüyorum: Yapılan hata değildir, sürekli darbe politikasıdır. Sürekli darbe politikasını ve Türkiye’nin kimler tarafından nasıl çökertildiğini yarın yazacağım. 24.03.2009
  13. Darbe günlükleri (2) 28 Aralık 1989: Turgut Özal, Başbakan. Hükümet üniversitelerde türbanı serbest bırakıyor. 2 Kasım 1990: Güneydoğu’da “faaliyet” gösteren irticai terör örgütü Hizbullah’tan ilk kez Cumhuriyet Gazetesi’nde söz ediliyor. 31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy öldürülüyor. 7 Mart 1990: Gazeteci Çetin Emeç öldürülüyor. 4 Eylül 1990: Dine yönelik eleştirileriyle tanınan eski müftü, yazar Turan Dursun öldürülüyor. 6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok öldürülüyor. 31 Ocak 1991: Turgut Özal, Cumhurbaşkanı. Dini ve dine göre kutsal sayılan gerekçeleri kullanarak halkı devletin güvenliğini ihlal edebilecek hareketlere teşvik ve bu amaçla örgüt kurulmasını suç sayan TCK’nın 163. Maddesi kaldırılıyor. 16 Şubat 1992: Doğu Perinçek ve İP’nin dergisi “2000’e Doğru”, “Hizbullah’ı Çevik Kuvvet mi eğitiyor?” başlığıyla çıkıyor. Haberi yazan ve görüntüleyen, derginin Diyarbakır muhabiri Halit Güngen. 18 Şubat 1992: Gazeteci Halit Güngen öldürülüyor. 20 Eylül 1992: Gazeteci Musa Anter öldürülüyor. 22 Ocak 1993: Gazeteci Uğur Mumcu, “İmam Subay” başlıklı ve sonuncu olacak makalesinde: “Dinsel ticaret 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra parasal kaynağa da kavuşarak devlet içinde de köşe başlarını tuttu. 1983 yılında Milli Eğitim temel yasasını değiştirdiler, bugün Harb Okulları yasasını. İmam hatip olarak yetiştirilenler emniyet müdürü, savcı, yargıç, kaymakam olacaklar, bu yasa değişikliği TBMM’den geçerse subay da olacaklar” diye yazıyor. 24 Ocak 1993: Gazeteci Uğur Mumcu öldürülüyor. 17 Şubat 1993: Org. Eşref Bitlis, organize bir uçak kazasında ölüyor. 2 Temmuz 1993: Sivas’ta Alevi derneklerin düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılan 33 aydın yakılarak öldürülüyor. Madımak Oteli’ni ateşe veren Sünni mürteciler, yangından kaçanlar linç etmeyi beklerken: “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak/Şeriat gelecek zulüm bitecek/Kahrolsun laiklik” diye haykırıyorlar. 27 Mart 1994: Necmettin Erbakan’ın başkanlığındaki Refah Partisi, İstanbul ve Ankara dahil 22 ilde yerel seçimleri kazanıyor. *** 19 Nisan 1994, Necmettin Erbakan konuşuyor: “Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak, kansız mı? 60 milyon buna karar verecek...” 10 Kasım 1994’te Anıtkabir’e saldıran “meczup” haykırıyor: “Sizleri Kur’ana davet ediyorum!” 11 Ocak 1995: Yazar ve şair Onat Kutlar öldürülüyor. 9 Ocak 1996: Bir gün önce gözaltına alınan gazeteci Metin Göktepe, polislerce dövülerek öldürülüyor. İş adamı Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe, Sabancı Center’a yapılan terörist baskında öldürülüyor. Katillere kapıyı açan terörist işbirlikçi Fehriye Erdal’ın, İstanbul eski emniyet müdürü yardımcısı Hüseyin Kocadağ’ın “ricasıyla” işe alındığı söyleniyor. 28 Temmuz 1996: Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal öldürülüyor. 3 Kasım 1996: Bir Mercedes’le bir kamyon çarpışıyor, içinden Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve Gamze Öz’ün ölüsü, DYP milletvekili ve Kürt aşiret reisi Sedat Bucak’ın dirisi, ama bagajından politikacı / mafya / kontrgerilla işbirliği çıkıyor. Susurluk skandalı patlıyor. 26 Kasım 1996: Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, Susurluk’ta ortaya çıkan “faili meçhul” eşkıyalığı, “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir,” diye savunuyor. 11 Ocak 1997: Başbakan Necmettin Erbakan, 51 adet tarikat ve cemaat şeyhine başbakanlık konutunda iftar yemeği veriyor. 8 Mayıs 1997: RP Şanlıurfa milletvekili İbrahim Halil Çelik, “Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak,” diyor. 17 Temmuz 1998: İslamcı feminist yazar Konca Kuriş, Mersin’deki evinin önünden silahlı üç kişi tarafından kaçırılıyor. *** Seri cinayetler, tümevarım sistemiyle çözülür, sevgili seyirciler. Seri katili, cinayetlerin zaman ve mekândaki ortak noktalardan yola çıkarak belirleyebilirsiniz. Darbeler de farklı değildir. Hele her darbe öncesi ve sonrası kan banyosundan geçen Türkiye’de. Biraz sabredin. Yukarıdaki kronolojiyi tamamladığımda, siz de Türkiye’deki cinayet ve katliamların ortak noktasını görecek, darbelerin ne işe yaradığını ve darbecilerin kim olduklarını anlayacaksınız. Şimdiden görmeye başladığınıza eminim... 20.03.2009
  14. Darbe günlükleri 4 Şubat 1949: TBMM Genel Kurulu. Dinleyici localarından, birden fazla ziyaretçi ezan okumaya başlıyor. Yaka paça dışarı çıkarılıyorlar. Ertesi gün gazeteleri, “iki meczup”tan söz ediyor. 1 Mart 1950: İktidar partisi CHP, tekke ve türbelerin kapatılmasına dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. İlk 19 türbeyi halka açma görevi, nedense Milli Eğitim Bakanlığı’na veriliyor. 14 Mayıs’tan öteye 1950: İktidar partisi DP’nin çiçeği burnunda başbakanı Adnan Menderes, “Millete mal olmuş inkılâplarımızı saklı tutacağız” sözüyle mürtecilere diğerlerini hacamat edecekleri müjdesini veriyor. TV’lerin olmadığı Türkiye’nin yegâne devlet radyosunda dini programlar başlıyor. Milli Eğitim Bakanlığı, ilkokullarda seçmeli din dersi başlatıyor. Arap harfleri yasağı kaldırılıyor, Arapça Kur’an kursları ve imam hatip okullarının temeli atılıyor. Türkçe okunan ezan, Arapçaya döndürülüyor. 1953: Köy Enstitüleri kapatılıyor. 1955: Menderes, DP meclis grubuna sesleniyor: “Siz isterseniz Anayasa’yı değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz!” 1956, Menderes’in seçim vaadi: “İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni ikinci bir Kâbe yapacağız!” 1957-1959: Seçmeli din dersi, liselere tırmanıyor. Din dersi öğretmeni yetiştirmek için okullar kuruluyor. 26 Ağustos 1965: Milli Eğitim Bakanı Cihat Bilgehan, “imam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerini” açıklıyor. *** 1967: Süleyman Demirel, Başbakan. TBMM’de iftar yemekleri başlıyor. 21 Şubat 1968’de Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, Demirel başkanlığındaki AP iktidarının Büyük Türkiye hedefini ifşa ediyor: “Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmak!” 1975-1978: Süleyman Demirel, Başbakan. Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı. İlk ve orta öğretimde din dersi zorunlu kılınıyor. Olanlara ek, 233 imam hatip okulu daha açılıyor. 21-25 Aralık 1978: Kahramanmaraş’ta “Allah için cihada” çağrılan Sünniler, tekbir getirerek “Müslüman Türkiye” sloganıyla sokağa dökülüyor. Üç gün boyunca sol partiler ve Alevi dernekleri ateşe veriliyor, çoğu Alevi 111 yurttaş öldürülüyor. Başbakan Demirel, “Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” diyor. 12 Haziran 1979: Necmettin Erbakan, haftalık tatilin cuma günü olmasını, nikâhları müftülerin kıymasını, “mektep” lere Kur’an dersi konulmasını talep ettiği konuşmasında, “Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamaz?” diye soruyor. 4 Temmuz 1980: Çorum katliamı. Ölü sayısı 58. Başbakan Demirel, sağcıların solcuları öldürdüğü “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın!” yorumuyla, Türk İslam sentezinin yaratıkları Müslüman Milliyetçilere, yeni hedef olarak solcu Fatsa’yı işaret ediyor. 22 Temmuz 1980: DİSK’in kurucu başkanı sendikacı Kemal Türkler öldürülüyor. (Bu cinayetin davası 30 yıldır sürüyor. Davanın sonuncu tutuklu sanığı da 2010 Temmuz’unda zaman aşımından serbest bırakılmayı bekliyor...) 7 Eylül 1980, MSP’nin Konya mitinginde atılan sloganlar: ’Ya şeriat, ya ölüm/Dinsiz devlet yıkılacak elbet/Anayasa Kur’an/Laiklik dinsizliktir. *** 10 Ağustos 1981’de, 1 numaralı darbeci Org. Kenan Evren, Çanakkale’de 12 Eylül darbesinin amacını açıklıyor: “Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz!” 1983 yılında, 1739 sayılı yasanın 31.maddesinde yapılan değişiklikle camiden okula geçiş ve imamların okullarda öğretmen olmaları sağlanıyor. Mart 1987, Süleyman Demirel konuşuyor: “Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok. Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kur’an kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur... Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır...” Türkiye’nin çoktan yediği darbenin ve kimsenin tutuklamadığı, kovuşturmadığı darbecilerin günlüğünü yayınlamaya mübarek cuma günü devam edeceğim, sayın seyirciler. Darbe tarihçesini çıkarmakta “www.bosnakforum.com”un “karşı devrim kronolojisi”nden yararlandım. Kronolojiyi hazırlayanlara teşekkürü borç bilirim. 18.03.2009
  15. vallahi zaten bütün bunları düşünmekten iyice karışmış olan aklım sayenizde tamamen içinden çıkılmaz bir hal aldı... ne diyim sen neymişsin be abi/abla
  16. vallahi bu ülkede milliyetçilik fikrinin yalnızca masum bir biçimde vatanını, milletini sevmek olduğunu söyleyen ve her türlü ırkçılığı, en büyük faşizmi uygulayanların bunları sadece vatanlarına hizmet (!) olarak yaptıklarını iddia ettikleri bir ülkede yaşıyoruz.. bu nedenle bir kişi çıkar bütün ermenileri, kürtleri, rumları, gayrimüslimleri ve bu ülkede dışlanan bütün halkları keser, sonra kendisine "bu ırkçılık değil midir, bu faşizm değil midir" diye sorulduğunda açık yüreklilikle size "bu vatana sahip çıkmaktır" cevabını verecektir.. o yüzden onlar ırkçı olduklarını hiçbir zaman kabul etmeyecekler ancak biz onların ne olduklarını her zaman gayet iyi bileceğiz...!!!
  17. yaşanan bu talihsiz ve çarpıcı olaya sebep olan unsurları biraz eşelemek gerekiyor.. sadece silah seven ve sürekli kanlı-cinayetli bilgisayar oyunları oynayan bir gencin yaptığı katliam olarak bakmamak, dünyada çökmekte olan eğitim ve sosyal sistemin, gençleri apolize eden, düşünmekten alıkoyan, bütün değerleri yitirmesine sebep olan yanlarına kafa yormak gerekiyor.. sonuçta psikolojik ve diğer sebeplerle cinayet işleyen, katliam yapan insanlar bütün dünyada mutlaka olacaktır..ancak gençlerin şiddete yönelmelerinin, onları eğitmedeki problemden kaynaklandığını da göz ardı etmemek gerekiyor...!!!
  18. ben uzun süredir bu foruma girmiyor ve tartışmalara katılamıyordum.. yorum yazdığım gün de konulara öylece bir bakıp hemen çıkmayı düşündüğümden yazılanların hepsini okumadım..sadece birkaç tanesine göz gezdirdim.. ancak benim yazdığım yorumdaki tepkim tamamen başlığaydı..insanların kendilerini kürt veya diğer etnik kökenlerin mensuplarından biri olarak nitelendirmelerinin iyi olup olmayacağı soruluyordu..burdan da denmek istenen açıkça kürdüm, lazım diyenin bölücü olacağı veya bölücülüğe hizmet ettiğini ima etmekten başka birşey de değildi..ancak nedense sayın politika adlı arkadaş herşeyi üzerine alınarak bana tepki göstermiş..bu ülkenin gerçeklerinden bahsetmek bol keseden atıp tutmak değildir sevgili arkadaşım..biz her türlü sorunu ve adaletsizliği, insan hakları ihlallerini ve ötekileştirmeleri görmezden gelerek "vatan millet sakarya" nın tek bildiği şey olan insanların ne kadar boş konuştuklarını da iyi biliriz...vatanperver geçinip de bu vatana en büyük zararları verenleri de...ırkçılıkla şehitleri karıştırmış arkadaşımız..evet kastınız buysa bu ülkede ırkçılık söz konusu olduğu için de pkk terörü söz konusu..gayet açık söylemek istediklerim... ...
  19. nedir bütün bu tartışmalar.. türkmüş, kürtmüş, çerkezmiş, aleviymiş, ermeniymiş, rummuş... kökenini belirtmek bölücülükmüş, milli bilince tersmiş.. kafamın arkasında bir çıkıntı var ve türküm, ne mutlu bana... kafatasçılar yine ortada... ermeniler, rumlar, museviler, gayrimüslimler yine eskiden olduğu gibi ötekileştirilmekteler.. türk kimliği alt-üst diye tartışılıyor.. kardeşim kime ne ben kürdüm.. ben rumum kardeşim inkar mı edeyim.. türk kelimesi bu devleti kuran milletin nitelendirilmesidir sadece fazlası değil.. ilk anayasada(veya ilk mecliste kabul olunduğu üzere) "kurtuluş savaşını veren türk ve kürt kavimleridir" diyor daha neyi tartışıyorsunuz... kürt olarak nitelendirmesi kişinin kendini bölücülük mü... bırakın artık özünde ırkçı olan bu tür tartışmaları.. kürtlerin kendi dilinde türkü söylemelerini, kendi dillerinde konuşmalarını bile yasaklamışız... çıkıp bu ülkede %90'larla cumhurbaşkanı seçilen kenan evren, "kürt yoktur, dağ kürdü vardır..bölgede karlardan çıkan kart, kurt seslerden dolayı o yöre insanına kürt denmiştir" diyor... böyle bir ülkede yaşıyoruz...farklılıkları kabul etmeyen bir bilince sahibiz..bir de bizde ırkçılığın olmadığından dem vurup bunun kanıtı olarak milli takımımızdaki siyahi oyuncuları gösteririz... hitler'in ruhuna helva dağıtanlardan tutun, "ermeniler ve yahudiler giremez, köpeklere giriş serbesttir" pankartı açanlara kadar faşizmin doruklarına çıkmış bu ülke... hala daha tartışıyoruz bir kürdün kendine kürt demesi suç mudur değil midir diye...komik sadece...! ....
  20. yazılanları dehşete düşerek okudum.. arkadaşlar resmen Hitler'in yaptıklarını meşru kılaraktan aynılarını gerçekleştirme hedeflerinde olduklarını söylüyorlar..bir arkadaş da Türk ırkının en yüce ırk olduğunu bu ülkede yaşadığı için söyleyebileceğini düşünüyor..sonra ırkçı ve faşist nitelendirmelerine tepki gösteriyor.. bizati, bir ırkı diğer ırklardan üstün gören, üstün tutan, diğer ırklara yaşam hakkı tanımayanların adı olan faşizm bu arkadaşların eylemleriyle bire bir örtüşüyor.. "vatanını sevmek suç mu" yanıltamacalarıyla da milliyetçilik ve ırkçılık yapmayanları vatan haini olarak nitelendiriyor kendince.. hoş biz onların ne kadar ırkçı olduklarını biliyoruz.. farklı milletlerin bir arada yaşamasını hazmedemeyen ve ABD'deki siayh-beyaz ayrımında olduğu gibi onlarla eşit haklara sahip olmaktan onursuzluk duyanlar bir bir ortaya dökülüyorlar..üstelik bununla da gurur duyuyorlar..kardeşliğe ve barışa verdikleri büyük zararı, vatana hizmet olarak görüyorlar.. türk-islam sentezi adı altında nazilerin ari ırk söylemlerine, çanak tutan, destek olan bu ırkçılar acaba kendilerinin "ari türk ırkından" olduklarından eminler mi ? bir kontrol etsinler bakalım başlarının arkasında bir çıkıntı var mı..!!! yurttaşlık bilincini bu ucuz faşizme indirenlerin varlığı hemen her ülkede söz konusudur.. ancak yarattıkları bu korku ortamı bağızmsız türk devletine değil, her ırkın isyan ederek kendi bağımsızlığını kazandığı bir bölünmüşleğe yol açacak haberleri yok.. ****** ...
  21. hakanaytac şurada cevap verdi: Admin başlık Yabancı Sinema
    bu film animasyon özellikleri bakımından olduğu kadar konusu bakımından da çok güzel ve iyi bir film özellikleri taşıyor.. iran'daki rejimin demokrasiyle iktidara geldikten sonra baskı ile nasıl bir anda değiştirildiğini gösteriyor bize.. laiklik ve rejim kaygısı olanları haklı çıkaracak biçimde demokrasiyle iktidara gelince toplumun nasıl kolayca ve hızla değiştirilebildiği çarpıcı biçimde anlatılmış.. bugün yine demokrasiyle iktidara gelenlerin ve yaptıkları eylemlerle "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" haline gelen bir partinin iran'daki çizginin aynısı yolunda ilerleyeceği yüksek ihtimal olarak düşünüldüğünden kaygılı olanların bu kaygıyı duymakta ne kadar haklı olduklarını anlamak zor değil.. Türkiye Cumhuriyeti devletinin laik birer bireyi olan herkes bu filmi seyretmeli, seyretmeli, hemen yanıbaşımızda olan bu örneği bir kez daha kavramalıdır. !!!
  22. emperyalizm ne midir ? emperyalizm bir ülkenin diğer zayıf ülkeleri etkisi altına alma ve onu sömürme amaçlı ürettiği politikalar, yaptığı eylemlerdir..emperyalizmin içine hemen her şeyi katabiliriz..toprak açısından yayılmacılık, din bakımından misyonerlik, kendi kültürünü aşılamak amaçlı bakımından da kültür emperyalimi olabilir.. burada bahsettiğin che guevara tişörtlerinin basılıp satılması meselesine de bu açıdan yaklaşıyorsun..ancak kültür emperyalizmini kullananlar devletlerdir, hükümetlerdir, yayılmacı politika güden "imparatorluklar"dır..bu açıdan che guevara tişörtlerine emperyalist bir hareket olarak bakmak farklı amaçların bu biçimde kılıfa uydurularak sunulmasından başka birşey değildir..che guevara tişörtlerinin, kitaplarının sdatılmasından hangi devletin ne gibi bir çıkarı olabilir..Che'nin devriminde büyük etki sahibi olduğu Küba'nın mı, yoksa memleketi Arjantin'in mi bundan bir çıkarı var ?biz onun tişörtünü giyince Arjantin'e bağımlı hale mi geliyoruz ??kesinlikle hayır..bunu bu şekilde anlatmanı, aktarmanın art niyetten hiçbir farkı yok.. che'nin ve onun fikirlerinin her türlü emperyalizme karşı olduğunu herkes bilir..Che'nin tişörtlerini basmak belki ticari açıdan bir katkı sağlar üreticilere ancak bu hem ahlakidir hem de emperyalizmle alakası olmayan bir durumdur.. kültür emperyalizmi, amerika'daki pop kültürünün etkisi altına girmek, amerikan rüyaları görmek ve bu nedenle de amerikanın her yaptığına ister istemez tepkisiz kalmaktır..bu emperyalizme, emperyalzme karşı savaşanların anısını karıştırmayalım.. ...
  23. anayasa mahkemesinin bu gerekçeli kararından da gördüğümüz gibi türbanın üniversitede ve diğer kamu alanlarından serbest kalması laiklik ilkesine ayırkırıdır. bu kararın artık kesin hükmü söz konusu olduğu ve tekrardan böyle bir düzenleme yapılması söz konusu olmayacağından bir daha bu konuları tartışmayacağız.. türban ile ilgili düzenleme ancak anayasanın değiştirilemez ilkelerinin değiştirilmesi durumunda söz konusu olacaktır..o zaman buradan da şuna varırırz : bundan sonra türbanı serbest bırakacağını söyleyecek parti ve politikacılar, laiklik ilkesine aykırı olması sebebiyle anayasanın değiştirilemez ilkelerine muhalefet etmiş olacaklardır..peki anayasanın değiştirilemez ilkelerine muhalefetin cezası nedir !!??
  24. bir kere önceki yorumunuzda devrimci simgelerin,orakçekiçlerin, komunist simgelerin olduğu zaman tepki olup olmayacağını sormuşsunuz ki bu mümkün değildir..ülkemizde insanların başörtüsü için söylendiği iddia edilen "öcü"kelimesinin komunizm ve komunistler için kadar çok kullanıldığı, bu nitelemeye ne kadar başvurulduğunu biliyoruz..gladyolarla dışdestekli örgütlerle kaç komunist katledildibu ülkede..sol içerikli yayın yapanm gazeteyi dağıtan insanlarımız içeri alınıp işkenceyle öldürülmekte..sokakta komunizmden,sosyalizmden bahsetmeye korkuyor musunuz ?? neyin, hangi düşüncenin baskı altında olduğunu gayet iyi biliyoruz..ancak bizim özgürlük anlayışımız orak-çekiçin küçük çocukların okul çantalarında olması değil..biz buna da tepkiduyarız.. yılmaz güney hakkında söylediklerinizin de sizin bu düşünceye ne kadar önyargılı olduğunuzu ortaya koyuyor..yani sol vesosyalist düşünceye sahip aktörler, yazarlar,santçılar hiçbir şekilde temsil edilemez öyle mi ?? o zaman çıkaralım müfredattan bütün sosyalist yazarların isimlerini, şiirlerini,romanlarını.. ******* nazım hikmet gibi vatan haini ilan ederek görmezden gelelim..işte sizin özgürlük anlayışınız...!!
  25. maalesef türbanla,tesettürle,çarşafla bikiniyi karşılaştıranlar,bu ikisini iki farklı görüşün simgeleri olarak sunanlar bir hayli fazla. afedersiniz, türbanın dincilerin siyasi aleti olduğunu göz ardı ettiğim için..ancak herkesi kendimiz gibi masum sanıyoruz... birşeyin olduğu biçimden taban tabana zıt biçimde tasarlanmasının bir art niyet dolayısıyla olduğu kuşkusuzdur..barbielerin tesettüre sokularak, okul çantası biçiminde dağıtmaları çoculara bu şekilde aktarılması da bu art niyetin faaliyete geçmesidir..türbanın laik ülkede kamu alanlarına giremeyeceği hem iç hem dış mahkemelerce doğru bulunması, türbanı malzeme olarakgörenlerin hiç hoşuna gitmemiş olacak ki kanunen yapamadıklarını yasa dışı veya ayak oyunlarıyla gerçekleştirmeye çalıştıklarını görüyoruz.. bu durumu hazmedemeyenlerin ayrıca diğer simgelerin kullanılmasınınb bu kadar tepki almayacağını da söylediklerini görüyoruz..ancak onlarda çocukları daha küçüklükten zehirleme amacı olduğundan karşı fikrin de bu biçimde davranacağını sanıyorlar... bir çocuğun okul çantasına hangi dinden olursa olsun simgeler giremez.. herhangi bir partinin veya ideolojinin de simgeleri giremez.. ve biz yine aynı durumda tepki gösterir, çocukların kafalarının karıştırılmaya ve onların ayrıştırılmaya çalışıldıklarını söylerdik..fakat bunlar bunu anlayamayacak kadar körleşmiş durumdalar..onlar herkesikendileri gibi sanıyorlar çünkü... ...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.