Φ Pantheaa Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 allaha çok teşekkür ederim ki : dediği gibi ; biz istediklerimizi doğru yola erdirir, istediklerimizi saptırırız. beni neden saptırdı ki, çok üzülüyorum. keşke beni seçmeseydi cehennemde yakmak için. ama o yüce tanrı. onun işine karışılmaz. o böyle yaptıysa vardır bir bildiği..... YAPMAYIN DOSTLAR, YAPMAYIN ARKADAŞLAR, AKLIN İLMİ İÇİN YAPMAYINN. EVLATLARINIZA HURAFELERLE DOLU BİR GELECEK BIRAKMAYIN. BİR GÜN GELECEK Kİ ONLAR BİZE APTAL DİYECEKLER. ÇÜNKÜ O AN BİLİM DİNLERİN TANRILARINI ÇOKTAN ÖLDÜRMÜŞ OLACAK. NASIL İSTERSENİZ ÖYLE KALIN. NEYİN SELAMINI İSTERSENİZ O ÜZERİNİZE OLSUN AMA NE OLURSUNUZ ARTIK AZICIK DA OLSA S O R G U L A M A YETİNİZİ GELİŞTİRİN. Arkadaşım, tek sorgulayanın sen olduğunu mu sanıyosun anlamıyorum? bi çok insan kim bilir ne muhakemeler yaptıda inandı? her inanan doğmatik olacak diye bişey yok... her inanmayanda sorguladı da inanmadı diye bi şey de yok... sorgulamadan bilmeden inanan yada inanmayan bi çok insan var... yani sorgulamak, inananın yada inanmayanın malı değildir... zeki cümleler kurduğunuzu sanmayın. insanlar fikir yürütüyolarsa, mutlaka sorgulamışlardır demektir... burada, yıllarca inanıp, sonra sorgulayıp ve sonrada inanmamanın mantıklı olduğunu düşünerek Kur'an-da çelişkiler olduğunu iddia eden adamlara da rastladık... o kadar sorgulamış ki, daha Dini bir Tesbit, Araştırma yada Sorgulama nasıl yapılır onu bilmiyor... bu mu sorgulama sorarım size? adama açık açık söylüyoruz çelişki sandığı şeyleri, Dil-Bilimsel, Din-Bilimsel ve Teknik olarak ispatlıyoruz, hala "yok benim sunduklarım herkesi inandırcak kadar sağlamdır" diyo, ama nedense kimseyi inandıramıyo ve söylediklerimize tek bir cevap yazmış değil ve hep sanki o kadar cevabın muhatabı o diilmiş gibicesine saçma sapan, aynı tarzda yazılar yazıyo, inandığınınz tüm şeyler adına "Kur'andaki Çelişkiler" konulu başlığı bi inceleyin ve bana sorgulamanın tarifini ondan sonra yapın... Merak etmeyin, her aklı başında arkadaş, inansın yada inanmasın, mutlaka en az sizin kadar sorgulama yapıyodur... umarım karşılaşma fırsatımız olurda, eğer bilmiyorsanız, bir dini sorgulama nasıl yapılır onu da öğretirim size, Haksöz anlamadı ama siz anlarsınız umarım... bunu saedce islamiyet için söylemiyorum, tüm dinler adına söylüyorum... en azından tüm dinlerin aslında masum amaçlar güttüğünü anlayabilecek kadar sorguladımıdan ve bir çok arkadaşımızında sorguladığından eminim. o yüzden inansada inanmasa da herkesin inacına saygılıyızdır merak etme... Alıntı
Φ akıncı Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 23 Eylül , 2006 Körler İle Sağırlar Birbirini Ağırlar." kabilinden bazı kafirler-ateistler ortaya yanlış bir fikir atıyor, diğerleri onu destekliyor. Ortaya attıkları orijinal fikirlerin aslı astarı olsa neyse ne. Kafirlere tavsiyem önce Allah'ın varlığını tartışacaklarına Kader-Kaza konusunda İslamın ne dediğini iyice öğrensinler. İrade-i Cüziyyenin-İrade-i Külliyenin, Hayır ve Şerrin, İstitat gibi kavramların ne anlama geldiğini "Felemme zeğu ezağallahu kulubehum" ayetinin tefsirini bilmeyen cahilcikler oturup kader-kaza konusunda ahkam kesiyorlar.İlginç tabi "zırva tevil kabul etmez " diye boşuna dememişler. Tavsiyem önce efendi efendi bilgi sahibi olsunlar ondan sonra fikir sahibi olsunlar. ATEİZM VE ÇIKMAZLARI Doç. Dr. Mehmet -AYDIN "Ateizm ve Çıkmaz!arı", kapsamı oldukça geniş bir konudur. Bir din ulusu, "Tanrı'ya giden yollar yıldızların sayısı kadar çoktur" der. Ateizme giden yollar, belki bu kadar çok değildir ama burada da bir değil, birden çok yolların bulunduğu bir gerçektir ve bu yolların her biri, başlı başına birer inceleme konusudur. Biz bu incelememizde, ateizme temel olan veya temel olduğu öne sürülen görüşlerden sadece çok önemli olan birkaçı üzerinde duracak ve onların eleştirisini yaparak ana çizgileriyle konunun genel görünümünü ortaya koymaya çalışacağız. Konumuzun başlığında "Ateizm" terimine yer vermemiz, bu terimi dilimizde tam olarak karşılayan ve yaygın bir kullanıma sahip olan bir terimin bulunmayışından ötürüdür. Din literatürümüzde ateizm terimine en yakın terim olarak, 'ilhad" kelimesi kullanılmaktadır. Arapça olan bu kelimeyi, bugün ancak klasik dini yazılarda bulmaktayız. Yine Arapçada kullanılan ve "inanç yolundan sapan" anlamına gelen "zındık", "zaman yönünden dünyanın bir başlangıcı olduğuna inanan" anlamına gelen "dehri" (çoğulu: Dehriyyun) kelimeleri, tıpkı "ilhad" kelimesi gibi, günümüz felsefe yazılarında hemen hiç kullanılmamakta, ayrıca bu son iki terim ateizm terimini tam olarak karşılamamaktadır. Günlük dilde ve halk arasında kullanılan "Allahsız!" sözü, bilindiği gibi, "insafsız, merhametsiz v.b." anlamında ve daha çok bir yergi ifadesi olarak kullanıldığı için, ateizmle doğrudan bir ilgisi yoktur. Basım tarihleri oldukça yeni olan bazı sözlüklerimiz, ateizm terimini, genellikle "tanrıtanımazlık" terimi ile ifade etmektedirler. Sanıyorum iki kelimeden oluşan bıı terimin güçlüğü, "tanımak" fiilinden gelmektedir. Bildiğim kadarıyla, "tanımak" fiilini, "inanmak" fiili yerine pek kullanmamaktayız. Nitekim "Siz Tanrı tanır mısınız?" veya, "Tarıya inanır mısınız ?" yerine, "Tanrıyı tanır mısınız ?" şeklinde bir soru, kulağa oldukça yabancı gelmektedir. Kanaatimce "Tanrıyı tanımama" daha çok, "Tanrıya inanmam" anlamında değil de, "Tanrıya bir tür meydan okuma" anlamında kullanılmaktadır. Ateizm terimi yerine "Tanrıya inanmazlık" sözünü kullanmak belki daha yerinde olur; ancak burada ismin "e" halinin araya girmesi, kelimenin tek terim olarak kullanım kolaylığını ortadan kaldırmaktadır. Batı dillerinin çoğunda, Tanrı hakkında düşünmenin bejli başlı akımları için kullanılan terimler genellikle ya Yunancadaki "theos"dan, ya da Latincedeki "deus"dan türetilmiştir. Bu kelimelerden türetilen "teizm", "ateizm", "panteizm", "henoteizm", "deizm" ve benzeri terimlerin derli-toplu tanımlarını yapmanın kolay bir iş olmadığı hemen her filozof ve ilahiyatçının itiraf ettiği bir noktadır. Söz gelişi, kime ateist diyeceğiz? Felsefe tarihinde, ateistlikle suçlanan birçok büyük düşünür, böyle bir suçu kesinlikle reddetmiştir: Fichte ateistlikle suçlanmış, ancak o, "Bir insanın gerçek anlamda ateist olabilmesi için hiçbir ahlaki ideale sahip olmaması gerektiğini öne sürerek", kendisine yöneltilen suçu kabul etmemiştir. Spinoza'nın Tanrı kavramı, Yahova'dan daha geniş olduğu için, ateistlikle suçlanmıştır 1. Yine yüzyılımızın tanınmış Hıristiyan ilahiyatçılarından biri olan Paul Tillich, Tanrı'yı "varlığın bizzat kendisi" veya "var olan her şeyin gerçek temeli" şeklinde tanımladığı ve O'nu evrenin dışında bulunan tek ve şahsi bir varlık olarak düşünmediği için, ateistlikle. Suçlanmıştır 2. Dahası var: Sokrates, Yunan "popüler" tanrılarını reddettiği ve bir tür monoteizme yöneldiği için, ateistlikle suçlanmıştır. Yine eski Romalılar, kendi Tanrı kavramlarını kabul etmedikleri için, ilk hıristiyanları bile ateistlikle suçlayarak cezalandırmışlardır. 3 Bu durumda kimlere ateist dendiğine bakarak, ateizmin ne olduğu konusunda birtakım ipuçları yakalamak mümkünse de terimin çeşitli kullanımlarını içerebilecek bir tanıma ulaşmak mümkün değildir. Tanımlamadaki güçlük, büyük ölçüde, ortada farklı ve çok sayıda tanrı kavramlarının, dolayısıyla buna karşılık çok sayıda. ateistik anlayışların bulunmasından ileri gelmektedir. Orta ve Doğu Asya'da yaygın olan bazı dinler bir yana, tek tanrıcı dinlere mensup kişilerin zihinlerindeki tanrı tasavvurları bile bir ve aynı değildir. Öyle ise nasıl farklı teistik sistemler varsa, aynı şekilde farklı ateistik anlayışların bulunması da tabiidir. Ateizm sözü, genellikle, bir geniş bir de dar anlamda olmak üzere iki ayrı şekilde kullanılmaktadır. Genel anlamda ateist sadece "teist olmayan", başka bir deyişle "Tanrıyı hayatına sokma gereğini duymayan" kişi, şeklinde tanımlanabilir. Bu anlamda kullanılan ateizmdeki olumluluk takısı "a", tıpkı "apolitik" ve "asosyal" kelimelerinde olduğu gibi, nisbeten daha nötr bir durumu ifade eder. Dar anlamda ise ateist, düşünerek ve tartışarak Tanrı'nın var olmadığını öne süren kişidir. Bazen bunlardan, ikincisine "pozitif ateist" birincisine de "negatif ateist" denmektedir. Pozitif ateist, sadece Tanrı'nın varlığına inanmamakla kalmıyor, aynı zamanda O'nun yokluğunu kanıtlamaya çabalıyor 4. Felsefede asıl önemli olan, bu ikinci tür ateisttir. Kaldı ki geniş anlamda veya negatif anlamda ateizmin varlığı da tartışma konusudur. İnsan, apolitik ve asosyal olduğu gibi, kolayca ateist olamaz. Özellikle tek tanrıcı dinler geleneği içinde doğup büyüyen bir insanın, ciddi olarak düşünmeden ve bir takım gerekçelere dayanmadan Tanrı'nın varlığını inkâr etmesi hiç de kolay bir iş değildir. Aslında Tanrı'nın varlığına pek aldırış etmeden hayatlarını sürdüren kişiler için "ateist" sözünü kullanmak doğru değildir. İmdi, kişi Tanrı'nın varlığına ya inanır ya da inanmaz. İnanma fenomeni ışığında bakıldığında, teiznıle ateizm arasında orta bir yerde bulunmak pek mümkün görünmemektedir. Gerçi felsefe tarihinde teizm ve ateizm terimleri kadar, "agnostisizm" terimi de önemli bir yer tutar. Bilindiği gibi, agnostik, Tanrı'nın varlığı ya da yokluğu hakkında hiçbir şey bilmediğini, dolayısıyla bu konuda hiçbir şey söyleyemeyeceğini öne süren kişidir. Burada dikkatimizin bir ayırıma çekilmesinde yarar vardır: Tanrı'nın varlığına inanmak başka şey, O'nun var olduğunu kanıtlamak ise daha başka şeydir. Tanrı'nın varlığını kanıtlayamamaktan agnostisizmi veya ateizmi çıkarmamız doğru olmaz. Agnostisizmin haklı olabilmesi için, şu iddialardan birinin ya da ötekinin kabul edilmesi gerekir: (a) Tanrı'nın hem var hem de yok olduğunu gösteren birtakım ipuçları vardır; ( Tanrı'nın var veya yok olduğunu gösteren hiçbir ipucu yoktur. Agnostik birinci iddiayı kabul edemez; çünkü "orta yerde" (yani teizmle ateizm arasında) durabilmesi için, leh ve aleyhteki ipuçlarının tam anlamıyla denkleştirmek zorundadır. Aksi takdirde ya teizme, ya da ateizme kaymadan edemez. 0, ikinci iddiayı da kabul edemez; çünkü Tanrı'nın varlığı veya yokluğu hakkında hiçbir ipucu yoksa agnostisizmin dayanacağı bir temel de yok demektir. Bundan dolayı yalnız teistler değil, ateistlerin de çoğu (Marx ve Engels başta olmak üzre) agnostisizmi tutarlı ve geçerli bulmamaktadırlar. Bu arada şu noktaya da işaret edelim ki, eğer teizmin sınırları çok geniş tutulursa, sadece agnostisizmin değil, ateizmin de imkânsız olduğu öne sürülebilir. Nitekim böyle bir iddia ile ortaya çıkan düşünürler de yok değildir. Söz gelişi, ilk hıristiyan ilahiyatçılarından Anselm, Kutsal Kitab'ın "Mezmurlar" (Psalm 14: 1 /) bölümündeki şu ifadeyi tekrarlamaktadır: "Kalbinde 'Tanrı yoktur' diyen bir aptalın zihninde bile 'kendisinden daha yetkini düşünülemeyen bir Tanrı fikri' vardır." Yine tanınmış hıristiyan ilahiyatçısı, Augustine, bir duasında şöyle der: "Tanrım, sen bizi kendin için yarattın; kalplerimiz Senin varlığında sükûn buluncaya kadar huzursuz olmaya devam edecektir!" Bu demektir ki, insan kendi hayatını er-geç dini bir yoruma tabi tutacak ve birtakım bocalamalar ve kuşkular geçirse bile, sonunda Tanrı'ya varacaktır. Bu görüş açısından hareket edilince, inanç konusunda içine düşülen şüphelerin ve hatta ateizmin bile bir dini değer taşıdığı düşünülebilir, düşünülmüştür de.. Bazıları putperestliğin her türünden arınmış ve arındırılmış bir teizm için ateizmin bir tehlike olması bir yana, yararlı bir araç olduğunu, dolayısıyla onun büyük bir dini anlam ve değer taşıdığını öne sürmüşlerdir. Bu bakımdan birkaç yıl önce Paul Riceur ve A. Maclntyre'ın birlikte yazdıkları bir kitaba "Ateizmin Dini Önemi" (The Religious Significance of Atheism) şeklinde oldukça dikkat çekici bir başlık koydukları görülmektedir. Ateizme dini bir değer atfedenler ateizmin değil, Tanrı karşısında ilgisizliğin teizm için bir tehlike olduğu görüşündedirler. Ateist, olumsuz bir açıdan da olsa, Tanrı ile ilgilenmektedir; dolayısıyla ciddi bir ateist, bir tür mistik bir tavır içinde bulunmaktadır. Bu tavır onu psikolojik olarak duyarlı bir noktaya götürebilir ve ateizm bir tür teizme dönüşebilir. Salt ateizmin çok zor, hatta imkânsız olduğu görüşü yüzyılımızda da birçok savunucu bulabilmiştir. Tanınmış İngiliz düşünürü John Baillie, Solipsist'in içinde bulunduğu durumundan söz ederken şöyle der: "Demeliyiz ki, solipsistler zihinlerinin ucuyla komşularının ve çevrelerindeki dünyanın gerçek varlıklarını inkâr ettikleri halde kalplerinin derinliklerinde onların var olduklarından asla şüphe etmemektedirler. 0 halde ateistler için niçin aynı şeyi düşünmeyelim ?" 5 Baillie'nin düşüncesine göre, ateist, her nekadar Tanrı'nın varlığına inanmadığını açıkça söylemekte ise de, onun varlığının derinliklerinde Tanrı fikri gizlidir. Günümüz düşünürlerinden J.A.T. Robinson, "Tam anlamıyla çağdaş olan bir insan ateist olmayabilir mi ?" başlığını taşıyan bir yazısında dogmatik, başka bir deyişle düşünülmüş ve tartışılmış bir ateizmin mümkün olmadığını ifade etmektedir. Ona göre, insan ilahi gücün varlığını, içinden gelen bir zorlama ile duymaktadır. Bu duyuş, tabiatın aracılığı ile artistik ve bilimsel bir kanalla, toplumsal ilişkiler yoluyla ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda olan insan kendisini çepeçevre saran bir varlığa ne ad verebileceğini ve onu nasıl tasavvur edebileceğini bilemeyebilir, hatta onun duygu ve düşünce dünyası tam bir karışıklık içine gömülebilir. Buna rağmen o, kendi yolunu açmak ve ilahi sese doğru gitmek gereğini ergeç idrak eder" 6. Görülüyor ki, Robinson bir "iç zorlama" dan söz etmekte ve ateizmi bir tür "kaçış" olarak görmektedir. Salt ateizmin imkânsız olduğu inancı, öyle sanıyorum ki, iki önemli düşünceden kaynaklanmaktadır: Bunlardan birincisi, biraz önce de işaret ettiğimiz gibi, teizmin sınırlarının çok geniş tutulmasıdır. Söz gelişi Ficlıte, "Tanrı" terimi ile "ahlak kanunu" terimi arasında bir özdeşlik gördüğü için, ahlak kanununa boyun eğen herkesi Tanrı'nın sesine kulak veren kişi olarak kabul etmiştir. İkinci düşünce ise, ateizmle nihilizmin aynı şey olduğu inancıdır. Çevresinde, ateist olduğu halde nihilist ve hatta materyalist olmayan insanların varlığına tanık olan teist, bir bakıma kolay bir çözüm biçimini seçmekte ve ateizmin imkânsızlığını öne sürerek güçlüklerden kurtulmayı denemektedir. Kanaatimce bu, doğru ve geçerli bir çözüm şekli değildir. Ateist olduğunu söyleyen bir insanın öyle olduğunu kabul etmekten başka çıkar yol yoktur. Anlatıldığına göre, David Hume'un, onsekiz kişi ile birlikte Baron D'Holbach'ın evinde ziyafette iken, dogmatik bir ateistin gerçekten bulunup-bulunamayacağından şüphe ettiğini söylemesi üzerine ev sahibi şöyle konuşmuştur: "Azizim Sir, şu anda bu şekilde olan onyedi kişi ile aynı masada oturmaktasınız7." Sanıyorum en doğru yol, ateizm gerçeğini bir yana itmek değil, onu anlamaya ve güçlüklerini görmeye çalışmak olmalıdır. Ateizm gerçeği, felsefe tarihindeki kökleri çok gerilere, teknik anlamda felsefenin başlangıç günlerine kadar uzanan bir olgudur. Ancak biraz önce de işaret ettiğimiz gibi, bir değil birçok çeşit ateizm vardır. Antik dönemlerin ateistik fikirleri ile Orta ve Yeniçağların ateistik düşünce ve tutumları arasında önemli farklar bulunmaktadır. Yunan filozofları arasında tanrıların varlığını inkâr edenler çıkmıştır; ancak Yunan halk inanışları teistik bir sistem oluşturmadığı için, orada bugünkü anlamda bir ateizm yoktu. Bugünkü anlamda ateizm, teistik sistemlere bağlı olarak ortaya çıkan bir harekettir. Başka deyişle, ateizm, evreni yaratan ve onun varlığını devam ettiren, özü itibariyle aşkın fakat sonsuz gücü, bilgisi, iradesi ve sairesi ile evren de içkin olan teistik, hatta belki de daha yerinde bir terimle monoteistik tanrı inancına karşı tepki olarak doğan bir düşünce hareketidir. Bu bakımdan düşünce tarihinin geleneksel ateizmi gıdasını büyük ölçüde teizmden, özellikle de Tanrı'nın varlığını kanıtlamaya çalışan felsefi kanıtlardan almaktadır. Tanrı'nın varlığının aleyhinde öne sürülen klasik tartışmaların başında "kötülük problemi", maddenin ezeliliği, teistik kanıtların yetersizliği, hatta geçersizliğine ilişkin görüşlerle özellikle günümüzde büyük bir önem kazanan bazı sosyolojik ve psikolojik teoriler gelmektedir. Ayrıca Nietzche tarafından önemle savunulan ve ateist varoluşçularca geliştirilen 'ahlaki gerekçelere dayanarak Tanrıyı reddetme' görüşünün de günümüz ateizminde önemli bir yeri vardır. Şimdi kısaca söz konusu bu tartışmalara bir göz atarak onların ateizm için sağlam bir temel oluşturup oluşturmadığı konusuna gelelim. 1. "Kötülük Problemi" Teizmin aleyhinde kullanılan belki de en eski iddia, dünyadaki kötülüğün reel varlığından kaynaklanan iddiadır. "Eğer her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve mutlak anlamda iyilik sahibi olan bir Tanrı varsa, yeryüzündeki bu kadar kötülük nereden geldi " sorusu düşünce tarihinde yüzlerce kez sorulmuş ve cevaplandırılmaya çalışılmıştır. Kötülük, şu ya da bu yolla yaşayan her canlının hayatına girdiği için bu soru, düşünürler kadar sıradan insanları da yakından ilgilendirmektedir. David Hume, "Tabii Din Üzerine Dialog" adlı yazısında teizmin kötülük problemine ilişkin çelişkisini şu sözlerle dile getirmektedir: Tanrı kötülüğü Önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor; o halde O güçsüzdür. Yoksa gücü yetiyor da Önlemek mi istemiyorsa, o halde O kötü niyetlidir. Eğer Tanrı hem güçlü hem de kötülüğü ortadan kaldırmak niyetinde ise, bunca kötülük nasıl oldu da var oldu? 8. David Hume, bu çeşit bir akıl yürütme ile özellikle teistik Düzen Kanıtının geçersizliğini göstermeye çalışmaktadır. Bazı teistler, kötülüğün reel varlığını inkâr ederek; bazıları onu insanın olgunlaşması için bir araç şeklinde yorumlayarak; bazıları kötülüğü Tanrı'nın öfke ve uyarısına bağlayarak, bazıları da sınırlı bir tanrı kavramı kabul ederek 9. Hume'un ortaya koyduğu ikilemi çözmeye çalışmışlardır. Ancak birçok felsefe probleminde olduğu gibi, burada da kesin bir sonuca ulaşılmış olduğu söylenemez. Kötülüğün teist için bir problem olduğu doğrudur. Bu problem, özellikle monoteist dinler söz konusu olduğunda çok daha karmaşık bir görünüm kazanmaktadır. Buna rağmen bu problem, ne teizmin geçersizliğini göstermek, ne de ateizmi kurmak gibi bir görevi yerine getirecek güçtedir. Kötülüğün varlığına rağmen insanlık, iyiye doğru ilerleyebilmiş, içinde yaşanabilir bir uygarlık düzeyine ulaşabilmiştir. Ateistik iddiaların çoğu, "dünyada gereğinden fazla kötülüğün bulunduğu" düşüncesi çevresinde dönüp dolaşmaktadır. Her şeyden önce bu "gereğinden fazla" sözü, oldukça üstü kapalı bir sözdür. Ateist, insanlık tarihi boyunca var olageldiğine inandığı büyük felaketleri, doğal afetleri ve saireyi birlikte düşünerek böyle bir yargıya varıyor olsa gerek. Oysa bizim evren hakkındaki bilgimiz oldukça yetersizdir; dolayısıyla topyekûn evrende gereğinden fazla kötülük var mı yok mu, bu konuda bir şey söyleyemeyiz. Kaldı ki, kötülüğün yaygınlaşmasını Tanrı'dan çok insana atfetmek, daha akla yatkın görünmektedir. Özelliklc Tanrı'ya atfedilen doğal kötülükler (deprem, su baskını v.s.) insanın çalışma ve didinmeleri sonucu büyük ölçüde önlenebilir, önlenmiştir de. İnsanla daha doğrudan ilgili olan ahlaki kötülük, bugün tanıdığımız ve bildiğimiz insan yapısı söz konusu olduğu sürece, büsbütün ortadan kalkmayacaktır; ancak burada da büyük ölçüde bir azalma gerçekleştirilebilir. Bir gün bütün dünyamızın kötülükle dolup taşacağına inanmamız için akla yatkın hiçbir neden yoktur. Kısacası, "dünyada kötülük vardır" yargısıyla, "bilgi, irade, güç ve iyilik sahibi bir Tanrı vardır" yargısını hiçbir şekilde karşı karşıya koyup bundan bir ateizm çıkaramayız. Leibniz'in "Theodiciee"si, insanlık tarihinde gergin ve bunalımlı dönemlerinde çok iyimser görünebilir. Fakat bu teodisenin ana iddiasının hala ayakta olduğunu kabul ediyorum. Hiç şüphesiz Tanrı, başka dünyalar da yaratabilirdi. Böyle bir imkan, bu dünyanın, "yaratılması mümkün olan dünyaların en iyisi olduğu" görüşünü savunmamıza engel olmaz. Eğer şu veya bu derecede kötülüğün bulunması, dünyanın "mümkün olan en iyi dünya" olduğu görüşüyle çatışmıyorsa ve hatta böyle bir dünya için belli oranda kötülüğün varlığı kaçınılmaz ise, bu takdirde "dünyada kötülük vardır" ve "dünya mutlak anlamda iyi olan bir yaratıcının yönetimi altındadır" iddiaları mantıken bir arada bulunabilir. Eğer dünyada kötülük var olduğu için kişinin Tanrı'nın varlığına olan inancı sarsılsaydı, başta Peygamber Eyüb olmak üzere Hz. İsa'nın ve Hz. Muhammed'in inançları sarsılırdı. 2. Maddenin Ezeliliği ve Kozmolojik Kanta Yöneltilen Eleştiriler: Başka önemli bir ateistik iddia da maddenin ezeliliği ve onun her şeyin kaynağı olduğu görüşünden hareketle ateizmi temellendirmeye çalışmaktadır. Bu iddianın iki önemli basamağı vardır. İlk basamakta maddenin ezeliliğinin apaçık olduğu, hatta bunun bilimsel olarak kanıtlandığı ve maddenin, şuur dahil her her şeyin kaynağı oluşturduğu söylenmekte; ikinci basamakta ise, bu görüşün yaratıcı bir Tanrı fikrini imkansız kıldığı öne sürülmektedir. İddiaya göre, yaratıcı Tanrı fikrine yer verirsek, madde miktarının ya da kütle-enerjinin sıfır düzeyde olduğu bir zamanın var olduğu düşüncesini kabul etmemiz gerekir ki, bu, fizik biliminin vardığı sonuçlar açısından mümkün değildir. Maddenin ezeliliği görüşünü temel alan bu iddia, aslında kozmolojik kanıtın ve belli bir yere kadar da teleolojik kanıtın geçersizliğini göstermeye çalışmaktadır. Bilindiği gibi kozmolojik kanıt, dünyadaki varlıkların, var oluş nedenlerini kendi içlerinde taşımadıkları, dolayısıyla kendi varlık alanlarının dışında bir nedene muhtaç oldukları, bu nedenin de kendi kendine yeterli ve başka bir şeye muhtaç olmayan bir varlık olduğu sonucuna varmaktadır. Eğer en Son Neden kendi kendine yeterli olmasaydı başka bir deyişle var oluş nedenini bizzat kendi içinde taşımasaydı, o zaman neden-sonuç zinciri sonsuza değin uzayacaktı ki bu Teolojik bir deyimle "muhal"dir, yani imkânsızdır. Bizim burada ateistik maddeciliği ayrıntılı olarak ele almamız mümkün değildir. Bu konuda öne sürülen bir sürü varsayım, çözüm bekleyen bir yığın problem ve ardı arkası kesilmeyen birçok tartışmalar vardır. Ateistin iddia ettiği gibi, maddenin ezeli olduğu ve şuur dâhil her türlü canlı faaliyetin kaynağı olduğu bilimsel yöntemlerle doğrulanmış değildir. Hatta bir an için maddenin ezeli olduğunu kabul etsek bile, bu, çeşitli şekillerde dile getirilen teistik anlayışların hepsinin geçersizliklerini göstermeye yetmez. Yaratma fiili için bir başlangıç tanımayan ve onun sürekliliğini kabul eden birçok teist vardır. Farabi, Muhammed İkbal, Lotze burada sayabileceğimiz birkaç örnektir. Bilimsel sonuçlar, kozmolojik kanıtın, ya da klasik İslami terminoloji ile "hudus" ve "ibdâ" delillerinin formüle edildikleri dönemlerin ilkel ve zayıf bilimsel anlayışlarının geçersizliklerini, hatta bizzat kozmolojik kanıtın geçersizliğini ortaya koyabilir; ama bunların hiçbirinden "o halde Tanrı yoktur" yargısı çıkarılamaz. Aslında Kant'ın da işaret ettiği gibi, bilimi böyle bir yargıyı vermeye zorlamak onu meşru olmayan bir alana itmek demek olur. 3- Ateizmin Dayandığı Bazı Sosyolojik ve Psikolojik Teoriler: Günümüzdeki ateistik görüşlerin önemli kaynaklarından biri olan ve Fransız sosyologu Emille Durkheim tarafından geliştirilen "sosyolojik teori"ye göre Tanrı toplumun, bireylerin düşünce ve davranışlarını kontrol altında tutmak için farkına varmadan uydurduğu hayal ürünü bir kavramdır. Yine bu teoriye göre insan, dini bir duyguyla kendisini aşan bir varlık karşısında korku ve ümit içinde beklerken aslında Tanrı adı verilen evrenin ötesindeki bir varlık karşısında değil, kendisini çepeçevre saran toplumun realitesi karşısında durmaktadır. Tanrı fikri toplumun güç ve işlevini gösteren bir simgeden başka bir şey değildir. 10 Böyle bir teoriden kaynaklanan ateizm, kozmolojik ve teleolojik kanıtlar çevresinde dönüp dolaşan ateistik tartışmalardan daha kolay anlaşılır bir niteliktedir; bundan dolayı da çok daha etkindir. Ancak bu teorinin zayıflığı ortadadır. Şöyle ki: 1. Bu teori, dini şuurun evrenselliğini açıklayamamaktadır. Söz konusu bu şuur, bireyin içinde yaşadığı toplumun çok daha ötesine gitmekte, evrensel nitelikte bağlar ve toplumsal birlikler oluşturmaktadır. Yine bu şuur, bütün insanlığa kapısını açık tutan bir özellik taşımaktadır. Eğer Tanrı, toplumun bir simgesi ise, bütün insanları içine alma zorunluluğu nereden doğuyor? Bir bütün olarak insanlığın "toplum" olduğu söylenemez; çünkü sosyolojik teori, toplum terimini bu anlamda kullanmamaktadır. 2. Sosyolojik teori, bir dinin belli bir toplumda otaya çıktığı sırada dile getirdiği Tanrı kavramı ile toplumsal_ideallerin çok kere çatıştığını görmezlikten gelmektedir. Söz gelişi Kur'an'ın ilk inen sürelerinde ifadesini bulan Tanrı'nın; Mekke toplumunun, özellikle Mekke aristokrasinin ideallerinin yanında değil, karşısında olduğu bilinen bir gerçektir. İlk müslümanların kafalarına ve gönüllerine yerleştirilen dünya görüşü, Mekke toplumunun düşünce ve davranışlarının, dolayısıyla yaptırım gücünün sembolik bir ifadesi olmamış, tam tersine bu etki ve gücü temelinden sarsan bir faktör olmuştur. Eğer Tanrı, kılık değiştirmiş toplum olsaydı, tanrısal güç, her halde kendi kuyusunu bizzat kendisi kazmazdı. Bilimsel bir temele dayandığı öne sürülen ve ifadesini özellikle Freud ve Feurbach yazılarında bulan, günümüzde ateizme önemli ölçüde destek sağlayan "Yansıtma Din Teorisi" (The Projection Theory of Religion) de sosyolojik teorinin karşılaştığı güçlüklere benzeyen güçlükler içinde düşmektir. Freud'a göre Tanrı fikri çocuktaki baba imajının bir yansımasıdır. Tanrı fikrinin kaynağı, insan soyunun, çocukluk döneminde karşı karşıya kaldığı zorluklar karşısında geliştirdiği zihinsel bir savunma mekanizmasıdır. Bundan dolayı din, Freud'un nazarında "nürotik bir kalıntı"dan ibarettir. Feuerbach ise, Tanrı hakkındaki bütün konuşmaları insan hakkında konuşmaya, başka bir deyişle teolojiyi antropolojiye indirgemektedir. İnsan, kendisinde görmek istediği, fakat bir türlü görmeyi başaramadığı nitelikleri hayal bir varlığa yansıtmakta; bunu yaptığı için de kendisini söz konusu bu varlık karşısında küçülterek öz benliğinden soğumakta ve yabancılaşmaktadır. 12 Gerek Freud'e göre, gerekse Feuebach'a göre, insanlık büyüyüp olgunlaştıkça hayali varlıkların yardımına ihtiyaç duymayacak yavaş yavaş Tanrı fikrinden kurtulacaktır. Freud'un görüşü teizmin aleyhine kullanılabildiği kadar ateizmin de aleyhine kullanılabilir. Her şeyden önce ateizm, bir olgunluk işareti değildir. Onda da çocukluk döneminde yer alan bir ruh, halinin tekrarı söz konusudur. Babasını kıskanan, ondan korkan, onun buyruklarından memnun olmayan ve hatta onun salt varlığından rahatsız olan çocuk, babasından kurtulmak istemekte, onun var olmamasını arzu etmektedir. Buna dayanarak denebilir ki, ateizm, babanın var olmaması arzusunun bir yansıması, bir projeksiyonudur. Ancak baba imajına o kadar alışmıştır ki, onsuz edememekte, baba, dolayısıyla Tanrı otoritesi yerine bir düşünürün, bir siyasi liderin, bir partinin ve sairenin otoritesini koymaktır. Feuerbach'ın yansıtma teorisine gelince bunun bazı dinler, mesela eski Yunan ve Mısır dinleri için geçerli olduğu kabul edilse bile, her din için geçerli olduğu söylenemez. Büyük harfle yazılan İnsanı bir tarafa bırakıp, sıradan bir insanın, söz gelişi Miladdan sonra 620'lerde Mekke' de yaşayan bir Arabın ideallerinin yansıması ile Kur'an'ın Tanrı kavramı arasındaki ilişkiyi görmek, Feuerbach'ın tezinin zayıflığını görmek için yeterlidir sanıyorum. Neydi bu sıradan insanın idealleri, arayıp da bulamadığı şeyler? Bol servet, çok sayıda erkek çocuk, çok sayıda kadın v.s... Bu ve benzeri arzuların yansıması, olsa olsa muhteşem bir Arap şeyhinin özelliklerini oluştururdu, İslam'ın Tanrı anlayışını değil. Feuerbach, ciddi ve tutarlı çözümlemelerle teizmin tutarsızlığını ve yanlışlığını gösterme yerine, vecize kabilinden birtakım parlak sözlerle metafizik bir problemi psiko-antropolojik bir terminoloji içinde çözmeye çalışmaktadır. 0, bize Tanrı fikrinin bir tür psiko-genesisini sunmaktadır ki, bu, savunulabilir bir ateizm için yeterli değildir. İnsan ya da insan soyu, Feuerbach'ın anlattığı yolla Tanrı fikrine ulaşmış olsa bile bu, böyle bir fikrin ontolojik bir temelden yoksun olduğunu göstermez. İnsanın, Tanrı'nın varlığı fikrine nasıl vardığını açıklamakla ateizm arasında mantıksal bir bağ yoktur. 4. Tanrı'nın Ahlaki Gerekçelerden Dolayı Reddedilmesi: Özellikle Nietzche ile felsefe sahnesinde ön plana çıkan, Sartre ve Camus gibi ateist var oluşçularca geliştirilen bir başka önemli ateistik görüş de ahlâki bir endişede çıkış noktasını bulmaktadır. Bilindiği gibi Kant, insanın ahlâki otonomisini koruyabilmek için Tanrı'nın ahlâk alanına sokulmasına, yani teolojik ahlâka temelden karşıydı. Ancak o, buna dayanarak Tanrı'nın var olmaması gerektiğini öne sürmüyordu. Tam tersine, o, Tanrı'nın varlığını, ahlâklılığın ve mutluluğun bir arada bulunması demek olan "en yüksek iyi"nin elde edilmesi için zorunlu bir postülat olarak koyuyordu. Kant'ın tanrısı bir Ahlâk Tanrısı idi. İşte Nietzche ve ateist var oluşçuların yıkmak istedikleri Tanrı fikri de buydu. Onların, antolojik, kozmolojik, teleolojik kanıtların Tanrı anlayışı üzerinde hemen hiç durmamış olmaları da bunu göstermektedir. Onlar, Kant'ın çıkış noktasını benimsemekte, ama onun vardığı sonucu ortadan kaldırmak istemekteydiler. Nietzche'ye ve var oluşçuluğun ateist kanadına mensup düşünürlere göre, ya insanın önceden belirlenmiş bir "öz"ü vardır; ya da insan tam anlamıyla karmakarışık bir akıntı içindedir; dolayısıyla özünü kendisi oluşturmak zorundadır. Nietzche, kısır ve sıkıcı akılcı felsefelerin insanın önceden belirlenmiş bir özü olduğu görüşüne dayandıklarını söyler. Yine insan, bu düşünürlere göre, ya kölece bir bağlılık ve bağımlılık içindedir yahut da, Sartre'ın deyimiyle özgürlüğe mahkûmdur. Şimdi eğer Tanrı, yani bir yaratıcı varsa, insanın bir özü de var demektir ve insan, kendi özünü oluşturma imkân ve gücünden yoksundur. Başka bir deyişle eğer Tanrı varsa, özgürlük yok demektir ve insan, kendi özünü oluşturma gücünden yoksundur. Bu imkân ve gücün olabilmesi için, Tanrı'nın olmaması gerekir. Acaba Tanrı'dan bu derece çabuk kurtulmak kolay bir iş midir? Nietzche, Tanrı'nın ölümünün ne büyük ve endişe verici bir olay olduğunun farkındadır. O şöyle der: "Dünyanın bir daha sahip olamayacağı en kutsal ve güçlü varlık hançerlerimizin altında kana boyandı. Bu, insanlığın kaldıramayacağı kadar büyük bir olaydır".13 Buna rağmen Nietzche'ye göre bu, yerine getirilmesi gereken bir işti. Eğer insan gücünün bir değeri olacaksa sonsuzca güce sahip olan bir varlığın olmaması gerekirdi; çünkü sonsuz-olanla sınırlı-olan, en yetkinle, yetkin olmayan, tamla eksik bir ve aynı dünyada barınamazdı. Camus'un deyimiyle. Sisyphus baş kaldırmalı ve her türlü tehlikeyi göze alarak özgürlüğünü ilân etmeliydi.14 Ne Nietzche, ne Sartre, ne de Camus ve ne de onlar gibi düşünenler yavaş yol alan, kılı kırk yaran serinkanlı bir düşünür gibi çıkarlar karşımıza. Onların ispat etmeye, hatta ikna etmeye ne vakit ne de sabırları vardı. Onlar, bir haykırış içindedirler; muhatapları ise, ne teolog, ne de filozoftur, sadece bunalım içinde olan insandır. Bu bunalım felsefesi, "Tanrı yoktur" demekten çok "Tanrı var olmamalıdır" diyor. Bunun için gösterdiği gerekçeler ise, aşırılıklarla dopdolu. Öyle ki, bu felsefe bize iki aşırı uçtan birini seçmemizi söylüyor. Oysa böyle bir zorunluluk yoktur. Şöyle ki; (1) Ya aşırı ve katı bir rasyonalizmi, ya da irrasyonalizmi seçmek zorunda değiliz. İnsanın kurduğu kavramsal yapının suni, zorlanmış ve gelişi güzel yönleri vardır; ama bu yapının bütünüyle kötü ve güvenilmez olduğunu söylemek mümkün değildir. (2) İnsan söz konusu olunca, niçin katı ve belirlenmiş bir tür "okult öz"le başıboş bir akıntı arasında orta bir yer bulunmasın? (3) Kölece boyun eğme ile şiddete başvurarak şiddete başvurarak sürekli bir direniş içinde bulunma arasında kalınabilecek hiçbir nokta yok mudur? Sokrates, görüşleriyle içinde yaşadığı toplumun temellerini sarsmış bir insandı; ama aynı insan ölüm cezasından kaçıp kurtulma imkânı bulduğu halde, toplumun yasalarına uymayı -isterseniz buna bir tür muhafazakârlık' da diyebilirsiniz- bir görev bilmişti. Mademki bu aşırılıklardan birini ya da ötekini seçmek zorunda değiliz; "o halde Tanrı'yı öldürmeye de gerek yoktur." Ahlaki yücelişin dinin özü olduğunu söyleyen ve onu hayatın nirengi noktası haline getiren bir varlığı ahlak adına, insanlık adına öldürmek istemek, gerçekten büyük bir bunalım içinde olmanın belirtisi olsa gerektir. 5. Tanrı. Kavramının Anlamsızlığı: Şimdiye kadar üzerinde durduğumuz çeşitli ateistik görüşlerin ortak bir yanı vardır. 0 da teizmin son derece ciddiye alınmasıdır. Aynı ciddiliği, analitik felsefe geleneğine bağlı ateist düşünürlerde ve özellikle de mantıksal pozitivizmi savunanlarda görmemekteyiz. Bunlardan - bazılarına göre, Tanrı, aleyhinde bile konuşulacak bir konu değildir çünkü Tanrı kavramı derli-toplu bir anlam ifade etmemektedir. Bu görüşte olanların ilk ele aldıkları konu ontolojik kanıt olmuştur. Bu kanıt daha çok düşünce ve dil çerçevesi içinde kaldığından dolayı kavramsal çözümleme için verimli bir alan oluşturmaktadır. Ontolojik kanıtla ilgili tartışmalar şu ana kadar ertelememizin nedeni de budur. Bilindiği gibi Anselm tarafından formüle edilen ve daha sonra akılcı filozoflarca geliştirilen bu kanıt, Tanrı'nın varlığı düşüncesinden O'nun varlığının gerçek ve zorunluluğuna gitmektedir. Kısaca söyleyecek olursak ontolojik kanıtın temel iddiası şudur: Kendisinden daha yetkinini düşünemeyeceğimiz bir varlık kavramı vardır zihnimizde. Bu varlık, ya sadece zihindedir, ya da hem zihinde hem de zihnin dışında vardır. Sadece zihinde var olan, hem zihinde hem de zihnin dışında var olandan daha yetkindir. Tanrı, terimin tanıma gereği, kendisinden daha yetkini düşünülemeyen bir varlık olduğundan O'nun hem zihinde hem de gerçekte var olması zorunludur. Biz burada bu kanıtla ilgili uzun tartışmaları bir yana bırakarak onlardan önemli olduğuna inandığımız sadece bir tekine dokunmakla yetineceğiz. Ateist olduğunu açıkça söyleyen günümüz filozoflarından J.N. Findlay, "zorunlu varlık" kavramını çözümleyerek bir tür "ontolojik ateistik kanıt" çıkarmaya çalışmıştır 15. Findlay, "Tanrı vardır" önermesinin zorunlu olamayacağını söyler. Ona göre, "zorunlu varlık" kavramı tıp "yuvarlak kare" kavramı gibi, bir zıtlığı içermektedir. Zorunlu önermelerden hiçbiri "cxistentielle" bir durumu içermez. Zorunluluk, mantıksal çıkarımlar ve dildeki kurallar için söz konusudur. Varlığa ilişkin yargılarımız ise, zorunlu değil mümkündürler. Bu durumda "Tanrı zorunlu olarak vardır." önermesi kendi içinde bir zıtlığa yer vermekte, dolayısıyla anlamsız olmaktadır. Bize öyle geliyor ki, bu tür bir çözümlemeye dayanarak ateistik bir kanıt dile getirmek kolay bir iş değildir. Şöyle "zorunlu varlık" kavramıyla varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, yok edilemeyen, sınırlayıcı herhangi bir şarta bağlı olmayan bir varlığı kastetmektedir. Bu çeşit bir zorunluluğu, mantıksal zorunluluktan ayrı düşünmek gerekir. Hatta Tanrı'nın varlığının zorunlu olması ile bizim Tanrı'nın varlığına ilişkin iddialarımızın zorunlu olup-olmadıkları hususu arasında da bir ayırım yapmak zorundayız. Gerçi bu gün birçok düşünürün "zorunlu" ve "mümkün" terimlerinden hoşlanmadıkları ve onları sadece önermelerle ilgili olarak kullandıkları doğrudur. Buna rağmen hiç kimse bu güne kadar varlığa ilişkin bütün önermelerin, kesinlikle olumsal olduklarını kanıtlayamamıştır. Bu işi, şu anda üzerinde durduğumuz tartışmanın en ciddi anlamda başlatıcısı olan Kant bile başaramamıştır. Çoğunlukla "Tanrı vardır" önermesindeki "varlık" ın konuya bir şey eklemediği, dolayısıyla gerçek bir yüklem olmadığı öne sürülmüştür. Öyle sanıyorum ki, "Tanrı zorunlu olarak vardır." önermesi, varlığın yüklem olamayacağı iddiasının boy hedefi olmamaktadır. Tanrı, "zorunlu olarak vardır", "zorunlu olarak güçlüdür" ve "zorunlu olarak bilendir" şeklindeki önermelerde, "zorunlu varlık", "zorunlu bilme" v.s, birer yüklem olmaktadır. Özetle ifade etmek gerekirse, ontolojik kanıtın birçok güçlükleri ve hatta çıkmazları bulunabilir. Ancak ontolojik ateistik bir kanıt bulabilmenin güçlükleri ve çıkmazları kat kat daha fazladır. Findlay'in "Tanrı zorunlu olarak vardır" önermesi hakkında öne sürdüğü çözümlemelere ve itirazlara benzer çözümlemeler mantıksal pozitivizm geleneğini sürdürenlerce hemen bütün teistik yargılar için öne sürülmüştür. İlhamını Viyana Çevresi filozoflarından alan birçok düşünür, dar anlamda ele aldıkları Doğrulama İlkesini teistik önermelere uygulayarak onların anlamsız olduklarını göstermeye çalışmışlardır. Bu tür bir doğrulama ilkesine göre, bir iddianın doğrulama ilkesine göre, bir iddianın doğru olabilmesi için onun ya tecrübî verilerle, ya da mantık ve matematikte görülen zihinsel bir işlemle doğrulanması gerekir. İmdi "Tanrı vardır" önermesini bu yollardan biri ya da ötekiyle doğrulamak mümkün değildir; öyle ise, bir iddia anlamsızdır. Çağdaş İngiliz filozoflarından A. Flew, doğrulama ilkesinden esinlenerek bir yanlışlama ilkesi formüle etmeye çalışmış ve şöyle demiştir: Teistik iddialar doğrulanamazlar, çünkü onların yanlışlığını gösterecek hiçbir verinin bulunabileceği düşünülemez. Eğer bir iddia hiçbir şeyi inkâr etmiyorsa, yanlışlamıyorsa, doğruladığı bir şey de yok demektir. Öyle ise, "Tanrı dünyayı yarattı" veya "Tanrı insanları sever" ve benzeri iddialar anlamsızdır. 16 Her şeyden önce böyle bir çözümleme yöntemi ile hareket edilerek ateizmi savunmak mümkün değildir. Çünkü burada teistik iddialar kadar ateistik iddialar da anlamsız olmaktadır. "Tanrı vardır" iddiasıyla "Tanrı yoktur" iddiası aynı mantık statüsü içine girmektedirler. Bu durumda Tanrı'ya inanma veya inanma konusu başka temellere dayanılarak verilecek bir kararın sonucu olacaktır. Kaldı ki dilci filozoflar, özellikle Wittgenstein'in hayatının son döneminde kaleme aldığı yazılarındaki "anlam kuramı"nı geliştiren filozofların da haklı olarak belirttikleri gibi, "anlamlı olma" ile "doğrulanabilme" yi birbirinden ayırmak gerekir. Anlamlı olup da emprik yollarla ya da zihinsel bir işlemle doğrulanamayan bir sürü önerme vardır. Söz gelişi ahlak önermelerinin büyük bir bölümünü, katı doğrulama ilkesi ile doğrulamak mümkün değildir. Her dil biriminin, söz gelişi din dilinin ve ahlak dilinin kendilerine özgü bir mantığı, yani işlev görme biçimi vardır. Bu bakımdan "Tanrı dünyayı yarattı", "Tanrı insanları sever" ve benzeri önermeleri emprik önermeler gibi kabul edip çözümlemeye başlarsak, daha işin başında iken çıkmaza düşeriz. Sonuç Gerek klasik teistik kanıtlara, yapılan hücumlar, gerekse teistik iddiaların kavramsal çözümlemelerinde öne sürülen itirazlar, genellikle inancın birtakım kanıtlamalarla ayakta durduğu görüşüne dayanmaktadırlar. 0 kadar ki, bazı iddialı ateistler, Tanrı'nın varlığına ilişkin derli toplu bir kanıtın bulunmayışını ateizm için yeterli görmektedirler. Nitekim Baron D'Holbach , "Tabiat Sistemi" adlı yazısında şöyle demekteydi; Eğer Tanrı var olsaydı, bu derece akıl, bilgi hikmet sahibi varlık, kendisi hakkında bize akıl ve mantık dışı mucizelerle değil, daha doğrudan bilgi ulaştırırdı.11 Benim de şahsen dinleme fırsatı bulduğum bir BBC programında B. Russell'a şöyle bir soru yöneltilmişti: "Eğer öldükten sonra bir öteki dünya var da bu dünyada varlığına inanmadığımız Tanrı, "Bana niçin inanmadın ?" diye sorarsa ne cevap vereceksiniz ?" Russell'n soruya verdiği karşılık şu olmuştu: Tanrım, bana var olduğuna ilişkin niçin doğru dürüst bir kanıt göstermedin? Gerek D'Holbach, gerekse Russell ve onlar gibi düşünen birçok kimse, Tanrı'nın varlığına ilişkin bir tür doğrulanabilir kanıt istemektedirler. Oysa böyle bir kanıt, inanmanın özüne ters düşer. Eğer Tanrı'nın varlığı, herhangi bir emprik ya da soyut objenin varlığı gibi kanıtlanabilseydi dindeki anlamıyla inanma yok olurdu. İnanma, bilerek düşünerek inanma, bir özgürlük, bir seçim ve bir karar verme işidir. Görünmeyene inanmanın, dini deyimiyle "gayba iman"ın önemi ve değeri, buradan gelmektedir. Eğer Tanrı, varlığını önümde duran şu masanın varlığı gibi bana dıştan empoze ettirseydi, eski bir deyimle "Tanrı bi-la hicab Tecelli" etseydi, o zaman tek alternatif inanmak olurdu. Bu ise, insan özgürlüğünün sonu demektir. Hele Tanrı'nın varlığı için emprik ya da akli bir kanıtın bulunmayışını ateizmin yeter nedeni saymak, son derece naiv bir tutum olur. "Suçun kanıtlanmaması, kişinin suçsuzluğunun bir kanıtıdır" hükmü, yalnız mahkemede, o da sadece bir hukuk ilkesi olarak geçerlidir. "Hukuk ilkesi olarak" diyoruz, çünkü suçu kanıtlanmamış bir sürü suçlu bulunabilir ortada. Aslında kanıt yetersizliği, teistten çok, ateistin işini zorlaştırmaktadır; çünkü bir şeyin var olmadığını kanıtlamak, var olduğunu kanıtlamaktan daha güçtür. 'Söz gelişi, ıssız bir adaya giden bir kimse, birkaç ayak izine rastlamakla orada insanın yaşadığı ya da yaşamakta olduğu sonucuna varabilir. "Bu adada hiç kimse yaşamamıştır ve yaşamamaktadır" diyebilmek için, adanın her karış toprağının inceden inceye incelenmesi gerekir. Tanrı'nın varlığına ilişkin kanıtlar, kanaatimizce, teistin ortaya koymak istediği bazı "işaretler" ve "ipuçları"nın ötesinde fazla bir güç taşımamaktadır. 0, bu ipuçları yardımıyla bir yaratıcının var olduğu sonucuna ulaşmakta veyahut bu yolla bir başka kanaldan edinmiş olduğu inancını pekiştirmektedir. Ateistin aynı çizgide yürüyerek "Tanrı yoktur" diyebilmesi için, tabiri yerinde ise bir "kozmik beyin"e sahip olması gerekir. Öte yandan eğer pozitivistlerin iddia ettiği gibi, "Tanrı vardır" önermesi anlamsız ise, "Tanrı yoktur" önermesi de aynı ölçüde ve aynı nedenlerden dolayı anlamsız demektir. Ateistin hücumları teisti inancından vazgeçirecek güçte değildir. Bu hücumlar olsa olsa onu "imancı" (fideist) bir noktaya götürür ki, fideizm, yani "inanıyorum ama kanıtlayamıyorum" görüşü psikolojik hiçbir rahatsızlığa neden olmayan bir durak noktası olabilir. İnanan bir kimse, inancını destekleyecek bir kanıt bulamadığı için, inancından vazgeçmez. İnanmayan bir kimse de teıstık kanıtlar karşısında söyleyecek hiçbir şeyi bulunmasa da inanmayabilir. Ernest Nagel'in "Ateizmin Savunması'.' (The Defence of Atheism) adlı yazısında da işaret ettiği gibi, ateistin, "inanıyorum ve isbat etme gereğini duymuyorum" diyen bir kimseye söyleyecek hiçbir şeyi bulunamaz. 18. Binbir şüphesi olmadığı için, binbir kanıt getirmeyi gereksiz gören "kömürcünün imanı" karşısında ateistin eli ve dili bağlıdır. Özetle söyleyecek olursak, bu yazımızda ateizmi dört görüş açısından incelemeye çalıştık: (1) Klasik teistik kanıtların eleştirisinden güç alan ateistik görüşler; (2) Bazı sosyolojik ve psikolojik teorilerden kaynaklanan görüşler; (3) Ahlaki bir ilgi ve endişeden kalkan görüşler (4) Bir dizi kavram çözümlemelerinden kalkarak teistik iddiaların anlamsızlığını ortaya koymaya çalışan görüşler. Unutmamak gerekir ki, bu görüşlerin büyük bir kısmı Batı hıristiyan teizmi geleneği içinde doğmuş ve gelişmiştir. Hıristiyan teizmindeki Baba-Oğul teriminin önemle yer aldığı Üçleme (Teslis) düşüncesiyle Freud'un ateizmi İsa'nın kişiliği üzerine kurulduğu öne sürülen hıristiyan ahlakının "bir de yüzünün öbür yanını çevir" anlayışı ve insanın günahkar olarak dünyaya geldiği görüşü ile Nietzche ve Camus'un "başkaldırı"sı; köleliği ve ırk ayırımını kaldırmanın, yoksulluktan yakınmanın, Tanrı'nın yaratma bilgeliğine ters düştüğünü kabul etmekle Feuerbach, Marx ve Engels'in iddiaları arasındaki ilişkiyi -görmek pek zor bir iş olmasa gerek. Başka türden bir teizm karşısında bütün bu eleştiriler güçlerinin önemli bir bölümünü yitirebilirler. Eğer taklitten, günümüzde çok kullanılan bir deyimle "kültür emperyalizmi"nden kurtulmanın ve otantik bir kişilik ortaya koymanın bir anlam ve değeri varsa, o zaman "Tanrı öldü" yargısı karşısında herkesin şu üç soruya cevap bulması gerekir: Ölen hangi Tanrıdır? Kim öldürdü onu? Ve niçin öldürdü? Eğer ölen, günahın, ümitsizliğin, korku ve dehşetin kaynağı olan bir kavram ise, varsın ölsün. Eğer metafizik, yüzyıllar boyunca kurduğu bir yapıyı, kendi içinden gelen bir çözülme ve nihilizm ile bugün yıkılıyorsa, varsın yıksın. Ama eğer öldürülmek istenen, Tevrat'ın, İncil'in ve Kur'an'ın ortaklaşa kullandıkları bir ifadeyle "İbrahim'in ve İshak'ın Rabbi" ise, buna insanlığın gücü yetmeyecektir. ------------------------------------------------------------------------------ 1-Bk. E. Gilson, God and Philosophy, Yak University Press, 1941, c. 63 vd. 2-P. Tillich, Shaking of the Foundations, New York, 1948, s. 63 vd. 3-Krş., Sidney Hook, The Atheism of Paul Tillich, Religious Experience and Truth, New York U.P., 1961, s. 59. 4-A. Flew, The Presumption of Atheism, New York, 1976,.. 59 vd. 5-Baille, The Sense of the Presence of God, Oxford, 1939, s. 4 vd. Ayrıca bk. aynı yazarın, Our Knowledge of God, Orford, 946, s. 2. 6-J.A. T. Robinson, The New Reformation. London, 1965, s. 117-8. 7-Encyclopedia of Re!igion and Eghcs (Hasting) "Theism" maddesi. 8-D. Hurne, Diologues Concerning Natural Religion, Ed. N. K. Smith, New York, 1947, s.198. 9-Sınırlı bir Tanrı kavramından hareket ederek "kötülük problemi"ni çözmeye gayret edenlerin görüşleri için bk. E.H.Madden, "Evil and the Concept of a Limited God". Phisophical Studies, 18, 1967, 65-70. 10-E. Durkheim, The Elementary Forms of Religious Life, London, 1915; Sosyolojik görüşün eleştirisi için bk. J. Hick, Philosophy of Religion, New Jersy, 1965, s. 31 vd. 11-Freud, bu görüşlerine, Totem ve Tabu, Bir Yanılmanın Geleceği, Musa ve Monoteizm gibi eserlerinde geniş yer verir. Onun görüşlerinin derli toplu bir eleştirisi için bk. R.S. Lee, Freud and Christianity, London, 1948. özellikle Dokuzuncu Bölüm; ayrıca bk. E. Fromm, Psychoanolyasis and Religion, Yale, U.P., 1950, s. 21 vd. 12-Feuerbach'ın görüşleri için bk. P. Masterson, Atheism a d Alineation, (Plican Books) 13-The Porzable Nietzsche, ed. W.Kaufmann, New York, 1954, s. 95. 14-A. Camuse, The Myth of Sisyphus, İng. çev. J.0. Brien, London, 1955, s. 99. 15-J.N. Findley, "Can God's Existence Be Diepoved", New Essays in Philosophicol Theolgoy, ed. A. Flee ve A. Mac Intyre, London, 1955, s. 47-56 16-A. Flew, "Theology ad Fa1sification",New Essays in Philosophical Theology, . 98. 17-Eneyclopedia of Religion and Ethics, "Theism" maddesi. 18-E. Nagel. "The Defence of Atheism", A. Introduction to Philosophy, (ed. P. Edward ve A. Pop. New York, 1965), eserin içinde. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Siz haklısınız ne yapalım, galiba daha bir müddet yerinde say komutuy la gidicez gibi görünüyor, sardunyan kardeşte merak edip öyrenmek istemiyor yapıcak bir şey kalmadı. Seni ilk tanıdığımda da çok açıklayıcı konuşamazdın hala öylesin. Lena neyi anlatmaya çalışıyorsun anlatta bizde bilelim. Allah'ı kavrayabildiğini mi söylemek istiyorsun? Açık, net ve anlaşılır cümleler kurmayı dene... Selamlar Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Seni ilk tanıdığımda da çok açıklayıcı konuşamazdın hala öylesin. Lena neyi anlatmaya çalışıyorsun anlatta bizde bilelim. Allah'ı kavrayabildiğini mi söylemek istiyorsun? Açık, net ve anlaşılır cümleler kurmayı dene... Selamlar Tabiki kavradığım anlaşılmıyormu sardunyan, dinimizde de bağzı ayetlerde gökyüzünden indirilen bir çok cisimden bahsediliyor, bu olayı nasıl deyerlendirmemizi istersiniz ilkin bu hususda bir görüş birliyine varalım nedersiniz. Alıntı
Φ handerland Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 saygıdeğer arkadaşlar. sizler şüphesiz sorgulayan ve ilerleyeceği yolda samimi duygular içerisinde olan insanlarsınızdır. ben de sizlere saygı duyuyorum. şahsım adına din ilmi ile eğitim almış ve ku'an_ı kerim dedidiğimiz kitabı ezbere okumuş biri idim bir zamanlar. arapça, farsca ve osmanlıca'ya hakim birinin takdir edersiniz kureyşçe yazılmış bir kitapta alabildiği seviyeyi. din kalben yaşanılması gereken bir olgudur, bu forumlarda yıllardır yazmaktan bıktım. tartışmaya nereden devam etmek isterseniz edin sonuç yok kardeşlerim. biyoloji, fizik, kimya, matemetik, felsefe... yok oğlu yok. kimi inandığıyla kimi inanmadığıyla savaşıyor. aslında herkes inanıyor. ama çok farklı şeylere. fakat kesinlikle bir diğerinin inandığına değil. var olan nedir peki? sorusuna cevap da yok. yaa arkadaşlar siz yoksunuz, biz yokuz, hiç bir şey yok ki tanrı olsun haa şu unutulmasın. elbette ki bizim kadar sorgulayıcıdır din inanırı kimseler. şüphem yok. lakin din inancı olmayan kimseler de şovenistlikten soyut biçimde iseler gerçek ve samimidirler. onlar cesurdur belki "yok kardeşim" diyecek kadar. tabii ki sizce aciz ve yardıma muhtaç durumdalar.. yokluk içinde varlıktan mı bahsediyoruz, yoksa varlık içinde yokluktan mı? yaw ben anlamadığım gibi anlatamadım da galiba ) neyse !! hoşçakalın.. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Bu konuda tek tek değişen hükümlerden örnek veremeyeceğim. Ancak şöyle düşünüyorum, Kuran tarihi meselelerden de örnekler vermekte, Firavun'un halkına yaptığı zulümlerden bahsetmekte ve Allah'ın onu nasıl cezalandırdığını da söylemekte. Günümüzde firavunluk la idare edilen bir yer yok değil mi? Ama hala kendini firavun sananlar mevcut. Burada Kuran'ın bize anlattığı olayları bir hikaye gibi okumak yerine o olaylarda anlatılmak istenenlerle ilgilenmeliyiz. Günümüzde kölelikten, cariyelikten, söz etmek mümkün mü? Ama geçmişin sosyal meseleleriydiler. O günlerde dünyaya gönderilen kutsal kitabın o günün meselelerinden söz etmemesi düşünülebilir mi? İslam öncesi dönemde kadının miras hakkını bırakın, kızların diri diri toprağa gömüldüklerinden bahsediliyordu. Kuran bunlara dur dedi. Ve kadına mirastan pay alma hakkını verdi. O günün şartları ile bugünün şartları bir mi? Detaycılık güzel bir bakış açısıdır detayları gözlemlemek gerekir ama detaya takılarak meselenin bütününü kaçırmamakta önemli. Selamlar Sevgili arkadaşım sardunya, Bu başlıkta ve diğer başlıklarda kur'an da biribiriyle çelişen ayetlerden sözedilmişti. Bende, evet biribirleri ile çeliştiği gibi evrensel medeni hükümlerle de çelişyor demiştim. Günümüzdeki yaşamla, insan hakları ile, yargı ile çeliştiğini söylemiştim. Sonrada diyalaog şu şekilde gelişti... "Kuran'nın zamanın şartlarına göre değişim gösteren pek çok hükmü vardır." "Bu, "zamanın şartlarına göre değişen hükümler" den bir kaç tanesi ile bizi de bilgilendirirmisin lutfen." "Bu konuda tek tek değişen hükümlerden örnek veremeyeceğim." "Burada Kuran'ın bize anlattığı olayları bir hikaye gibi okumak yerine o olaylarda anlatılmak istenenlerle ilgilenmeliyiz." "Günümüzde kölelikten, cariyelikten, söz etmek mümkün mü? Ama geçmişin sosyal meseleleriydiler. O günlerde dünyaya gönderilen kutsal kitabın o günün meselelerinden söz etmemesi düşünülebilir mi? İslam öncesi dönemde kadının miras hakkını bırakın, kızların diri diri toprağa gömüldüklerinden bahsediliyordu. Kuran bunlara dur dedi. Ve kadına mirastan pay alma hakkını verdi. O günün şartları ile bugünün şartları bir mi?" "Detaycılık güzel bir bakış açısıdır detayları gözlemlemek gerekir ama detaya takılarak meselenin bütününü kaçırmamakta önemli." Bunlar Kur'an hükümlerinin evrensel medeni hükümlerle çeliştiğine bir cevap değildi tabiiki. Bir de üstelik hikaye okumakla suçlandık zatialinizce. Aksine sizler, kesin inanan bir anlayışla, hatta sorgulamak günahtır anlaşıyla okumaktasınız. Halbuki bizler, "mantıkla" ve "sorgulamacı" anlayışla irdeleyip/değerlendiriyoruz. Bizler boşuna ateist olmadık. Bir ayeti en az onlarca kez tartışmışızdır kendimizle ve başkalarıyla. Bilimsel düşüncede doğru bir sentez, onlarca hatta yüzlerce sorgulama ve deneyden sonra kurallaşmakta. Kur'an'ın hükümleri, (ekonomi, kadın hakları, demokrasi, kölecilik anlayışı, yargı, siyasal yönetim, insan hakları, miras vb.) şu anki evrensel medeni kükümlerle çelişmekte. Aklı evvel arkadaşımızın biriside bakın ne demiş. "Tabiiki çelişecek o ilahi kanun seninkisi insan kanunu" Önemli olan, insanın özgür yaşamına ve demokratik haklarına cevap verebilmesi... Selamlar... Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 24 Eylül , 2006 Konu kaymış gibi... Şimdi mesele Allah varmı yokmu meselesi. İnananlara göre Allah var, inamayanlara göre yok.. İslamın hükümlerini ve yapısını eleştirerek Allah'ın var yada yok tezine kimse ulaşamaz.. Yani sayın bilimselci diyorya "Halbuki bizler, "mantıkla" ve "sorgulamacı" anlayışla irdeleyip/değerlendiriyoruz. Bizler boşuna ateist olmadık." bende buna istinaden böyle diyorum.. Mesela Arsto'nun öğretileri size uymuyor diye Aristo yok değildir.. Saygılar.. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 25 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 25 Eylül , 2006 Sevgili arkadaşım sardunya, Bu başlıkta ve diğer başlıklarda kur'an da biribiriyle çelişen ayetlerden sözedilmişti. Bende, evet biribirleri ile çeliştiği gibi evrensel medeni hükümlerle de çelişyor demiştim. Günümüzdeki yaşamla, insan hakları ile, yargı ile çeliştiğini söylemiştim. Sonrada diyalaog şu şekilde gelişti... "Kuran'nın zamanın şartlarına göre değişim gösteren pek çok hükmü vardır." "Bu, "zamanın şartlarına göre değişen hükümler" den bir kaç tanesi ile bizi de bilgilendirirmisin lutfen." "Bu konuda tek tek değişen hükümlerden örnek veremeyeceğim." "Burada Kuran'ın bize anlattığı olayları bir hikaye gibi okumak yerine o olaylarda anlatılmak istenenlerle ilgilenmeliyiz." "Günümüzde kölelikten, cariyelikten, söz etmek mümkün mü? Ama geçmişin sosyal meseleleriydiler. O günlerde dünyaya gönderilen kutsal kitabın o günün meselelerinden söz etmemesi düşünülebilir mi? İslam öncesi dönemde kadının miras hakkını bırakın, kızların diri diri toprağa gömüldüklerinden bahsediliyordu. Kuran bunlara dur dedi. Ve kadına mirastan pay alma hakkını verdi. O günün şartları ile bugünün şartları bir mi?" "Detaycılık güzel bir bakış açısıdır detayları gözlemlemek gerekir ama detaya takılarak meselenin bütününü kaçırmamakta önemli." Bunlar Kur'an hükümlerinin evrensel medeni hükümlerle çeliştiğine bir cevap değildi tabiiki. Bir de üstelik hikaye okumakla suçlandık zatialinizce. Aksine sizler, kesin inanan bir anlayışla, hatta sorgulamak günahtır anlaşıyla okumaktasınız. Halbuki bizler, "mantıkla" ve "sorgulamacı" anlayışla irdeleyip/değerlendiriyoruz. Bizler boşuna ateist olmadık. Bir ayeti en az onlarca kez tartışmışızdır kendimizle ve başkalarıyla. Bilimsel düşüncede doğru bir sentez, onlarca hatta yüzlerce sorgulama ve deneyden sonra kurallaşmakta. Kur'an'ın hükümleri, (ekonomi, kadın hakları, demokrasi, kölecilik anlayışı, yargı, siyasal yönetim, insan hakları, miras vb.) şu anki evrensel medeni kükümlerle çelişmekte. Aklı evvel arkadaşımızın biriside bakın ne demiş. "Tabiiki çelişecek o ilahi kanun seninkisi insan kanunu" Önemli olan, insanın özgür yaşamına ve demokratik haklarına cevap verebilmesi... Selamlar... Sevgili Bilimselci Her zaman ki gibi kendi bakış açılarımızla ele alıyoruz konuyu ve çoğu zaman verilen cevap size yeterli gelmiyor. Bunu anlayabiliyorum. Ben Kuran tefsircisi değilim. Kuran okuyucusuyum. O yüzden Kuran hakkında "bir Kuran okuyucusu" kadar yorum yapabilirim. Ama sakın siz bunu sorgulamamak olarak ele almayın. (gerçi öyle alacaksınız çünkü bu konuda çok tutucusunuz) Sorgulamalarım beni bağlıyor. Sizin sorgulamalarınız da sizi. Yalnız herkesin yöntemi kişiye göre değişiyor. Ben hala iddia ediyorum ki Kuran kendisiyle çelişmez. Bugünün evrensel anayasalarıyla çelişip çelişmediği hakkında yorum yapmayacağım. Çünkü ikisi birbirinden çok farklı şeyler. Burada dikkatinizi çekmek istediğim şey bana göre Kuran zaten bir anayasa kitabı değildir. Üzerine basarak söylüyorum "KURAN İNSANLIĞA YOL GÖSTERMEK İÇİN 1400 YIL ÖNCEKİ ŞARTLARDA GÖNDERİLMİŞTİR" siz o şartları göz ardı edip O'nun evrenselliğini sorguluyorsunuz. Kuran hala toplumlara şekil veriyor ama bunu ne kadar insan doğru anlıyor ve uyguluyor o tartışılır. Ve sevgili Lena Allah'ı kavrayabildiğini söyleyecek kadar kavrayamamışsın. O'nu tüm insanlar bir araya gelip, akıllarını ve düşüncelerini birleştirselerde kavrayamazlar. ANLATABİLİYORMUYUM? Senin uzay bilimle ilgilenmen ve bu konu hakkında okuduğun kitaplar onu kavramana yardımcı olmaz. Sadece sistemini daha detaylı anlamana yardımcı olur. Sistemini anlamak ALLAH'ı anlamak değildir. Eğer bu konu hakkında söylemek istediğin daha detaylı şeyler varsa burada bizimle paylaş. Ki bizde tam olarak ne demek istediğini anlayalım. Çekincelerini bir kenara bırak lena... Selamlar Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 25 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 25 Eylül , 2006 Allah'ı kavrayabildiğini söyleyecek kadar kavrayamamışsın. O'nu tüm insanlar bir araya gelip, akıllarını ve düşüncelerini birleştirselerde kavrayamazlar. ANLATABİLİYORMUYUM? Senin uzay bilimle ilgilenmen ve bu konu hakkında okuduğun kitaplar onu kavramana yardımcı olmaz. Sadece sistemini daha detaylı anlamana yardımcı olur. Sistemini anlamak ALLAH'ı anlamak değildir. Eğer bu konu hakkında söylemek istediğin daha detaylı şeyler varsa burada bizimle paylaş. Ki bizde tam olarak ne demek istediğini anlayalım. Çekincelerini bir kenara bırak lena... Selamlar Sevgili sardunyan tekrar ediyorum gökyüzünden dünyaya indirilen cisimleri ve kavimleri yok etmek üzere atılam silahların beraberce analizini yapalım. Burda anlaşamadığımız konu din dinler ve allah, eyer dinleri bir allah getirdiyse zor tartışırız, eyer sizin dediyiniz gibi tüm insanlar bir araya gelse onu kavrayamazlar sözünle hemfikirim ve desteklerim. Siz hem dinin etkili allahını savunuyorsunuz hemde kavranmasının imkansız olduğunu savunuyorsunuz, kavranması güç olan bir yaratıcının dünyadaki yaptığı eylemleri neye istinaden kabul edip savunuyorsunuz. Allah ya sübjektiftir ya da obcektiftir, siz her ikisini de savunuyorsunuz, objektif lik melekleride kendiside görünendir bu hususda hepimiziz bildiyi çok şey var, eyer sübjektifse ancak algılayabiliriz. Gelelim dünya üstünde kabul ettiyimiz yalvardığımız allahımıza, bizi yaratan yaratıcımız allah diye kabul ettiyimiz varlık dünya civarında güneş sistemi içinde göremediğimiz bir kolonide beynimizin onda birini biz kullanıyoruz onda ikisine de radyo dalgalarıyla o yaratıcı hükmediyor top yekün beynimizin onda üçünü kullanıyoruz, bu olayın açıklaması iki sarmal DNA lı olmamız sebebi dolayısıyla oluşmakda bilmem merakını giderebildimmi sardunyan. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 25 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 25 Eylül , 2006 Sevgili sardunyan tekrar ediyorum gökyüzünden dünyaya indirilen cisimleri ve kavimleri yok etmek üzere atılam silahların beraberce analizini yapalım. Burda anlaşamadığımız konu din dinler ve allah, eyer dinleri bir allah getirdiyse zor tartışırız, eyer sizin dediyiniz gibi tüm insanlar bir araya gelse onu kavrayamazlar sözünle hemfikirim ve desteklerim. Siz hem dinin etkili allahını savunuyorsunuz hemde kavranmasının imkansız olduğunu savunuyorsunuz, kavranması güç olan bir yaratıcının dünyadaki yaptığı eylemleri neye istinaden kabul edip savunuyorsunuz. Allah ya sübjektiftir ya da obcektiftir, siz her ikisini de savunuyorsunuz, objektif lik melekleride kendiside görünendir bu hususda hepimiziz bildiyi çok şey var, eyer sübjektifse ancak algılayabiliriz. Gelelim dünya üstünde kabul ettiyimiz yalvardığımız allahımıza, bizi yaratan yaratıcımız allah diye kabul ettiyimiz varlık dünya civarında güneş sistemi içinde göremediğimiz bir kolonide beynimizin onda birini biz kullanıyoruz onda ikisine de radyo dalgalarıyla o yaratıcı hükmediyor top yekün beynimizin onda üçünü kullanıyoruz, bu olayın açıklaması iki sarmal DNA lı olmamız sebebi dolayısıyla oluşmakda bilmem merakını giderebildimmi sardunyan. Sevgili lena eğer sardunyam demek sana zor geliyorsa sardunya demen yeterli, sardunyan dediğinde bu biraz Ermeni soyadı gibi oluyor. Uzaydan atıldığını söylediğin silahların öyle olduğunu fazedersek değişen ne olacak? Benim anladığım şey senin Allah inancın var ama bu inanç dinlerin bahsettiği Allah'tan farklı galiba? Allah'ın çok teknolojik bir sistemi var, öyle bir teknoloji ki bunu şuan insanların anlayabilmesi mümkün değil. Melekler olarak adlandırılan canlıların ise Allah'ın sisteminin yani ilahi sistemin idarecileri olduğunu biliyorum. Bu idareciler Allah'ın iradesi ve emri ile çeşitli zamanlarda dünyaya müdahale etmişler. Lut kavmine, Hut kavmine ya da Kuranda adı geçen diğer kavimlere ceza olarak çeşitli felaketler yapanlar onlardır. Ama hala sen tam olarak ne anlatıyorsun anlaşılmıyor. Netleştirirsen daha detaylı tartışabiliriz. Selamlar Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 sardunyam: rumuz için özür dilerim, gelelim konumuza bak ne demişsin. Uzaydan atıldığını söylediğin silahların öyle olduğunu fazedersek değişen ne olacak? Benim anladığım şey senin Allah inancın var ama bu inanç dinlerin bahsettiği Allah'tan farklı galiba? Tam manasıyla doğru anlamışsınız, çünkü dünyamız dinlerin bahsettiyi allah hakimeyetinde olsa idi çok şeylerin olmaması gerekirdi, en sondan başlıyarak sıralıycak olursak şunları sıralıyabiliriz. Kıyamet korkumuzun olmaması dinlerdeki anlatılan allahımıza güvenerek, halbuki bu olaydan kaçışın olmadığını allahın kendisi bildiriyor. Sondan ikincisi ise iyilik doğrultusuna doğru gidebilmemiz için çeşitli peyganberler gönderilmiş, ve son yüz senede de rejimler savaşları başlamış atomlar atılmış vs. vs. şu dakka dahi vahşet devam ediyor kimse de dur demiyor, öyleyse tam hakimiyet söz konusu olamıyor öyle deyilmi, benim anladığım allah dünyadaki bu olaylardan haberi bile yok kurduğu düzen tam manasıyla işliyor ve sonumuz kıyamet mutlak hakimiyet evren dışı hakimiyetdir. Güzel günler sizinle olsun sardunyam. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 sardunyam: rumuz için özür dilerim, gelelim konumuza bak ne demişsin. Uzaydan atıldığını söylediğin silahların öyle olduğunu fazedersek değişen ne olacak? Benim anladığım şey senin Allah inancın var ama bu inanç dinlerin bahsettiği Allah'tan farklı galiba? Tam manasıyla doğru anlamışsınız, çünkü dünyamız dinlerin bahsettiyi allah hakimeyetinde olsa idi çok şeylerin olmaması gerekirdi, en sondan başlıyarak sıralıycak olursak şunları sıralıyabiliriz. Kıyamet korkumuzun olmaması dinlerdeki anlatılan allahımıza güvenerek, halbuki bu olaydan kaçışın olmadığını allahın kendisi bildiriyor. Sondan ikincisi ise iyilik doğrultusuna doğru gidebilmemiz için çeşitli peyganberler gönderilmiş, ve son yüz senede de rejimler savaşları başlamış atomlar atılmış vs. vs. şu dakka dahi vahşet devam ediyor kimse de dur demiyor, öyleyse tam hakimiyet söz konusu olamıyor öyle deyilmi, benim anladığım allah dünyadaki bu olaylardan haberi bile yok kurduğu düzen tam manasıyla işliyor ve sonumuz kıyamet mutlak hakimiyet evren dışı hakimiyetdir. Güzel günler sizinle olsun sardunyam. Rumuz için rica ederim... Allah'a şükür genelde doğru ve tam anlarım. Bazen anladığımı ifade edecek kelime bulamasamda, ne anladığımı bilirim. Şükürler olsun... Mutlak hakimiyet başka bir şey, müdahale başka bişey sevgili lena. Allah'ın hakimiyetinin olmadığı anlamını çıkarmayınız bu manadan, çünkü eğer müdahaleci olsaydı o zaman peygamberler gönderip, kitaplarla açıklamazdı bilgilerinin bir kısmını. Çünkü bu şekilde bir yaptırım gücü yok insanlık üzerinde yani isteyen reddedebiliyorsa müdahale yok demektir. "Şah damarından daha yakın olmak" deyiminde ifade edilen, her şeyden haberdar olduğu ve bizim ondan bağımsız yaşamadığımızdır. Ancak özgür irade (cüzzi irade) tam kavranamasa da yaşamda tanınan haklardır. Kıyamet konusunda da dünyanın ve evrenin o kaçılmaz sona doğru gittiğini ifade ediyor, bilimde, Kuranda... Bilim evrenin varolduğundan beri genişlediğini ve bir noktadan sonra daralacağını varsayıyor. Kuran da bunu doğruluyor. Üstelik m.s.600 yıllarında ki teknik imkanlar gözönünde bulundurulduğunda. Genişlediği gibi daralacağını ifade etmişler. Ama Kıyam'et-mekten tasavvufun anladığı mana "ayağa kalkmaktır" Kıyam'etmektir. Bunlarında manalarının tam olarak anlaşılamadığı malum. Allah'ın mutlak hakimiyeti kainatın içinde de dışında da aynıdır Lena. O'nun gücünü sınayamaz insanlık. Ne büyük gaflettir ki "bir hiç" olan insan "herşey" olan Allah'ın gücünü sorgulamaktadır. Bu konuda müdahale etmemesi O'nun sonsuz merhametinden ve sonsuz Rahmetinden olsa gerek. O'nun birde Gazabı var... O'nu kavramak, anlatmak ancak mümkün değil. Selamlar, sizinde günleriniz güzel olsun... Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 sardunyam: Sizin bu yazdıklarınızı hayatımın yarısında 30-35 yaşlarındayken aynen düşünüyordum, bir bu kadar daha yaşadım merak konum oldu çok okudum ve kati karar aldım dünya uzaylılar tarafından yönetiliyor, bu uzaylılar kendilerini göstermedikleri içinde bu güne kadar gelen peyganberler ve kitabların inancına dayanarak bu uzaylılara allah demekteyiz. Hoşçakalın. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 sardunyam: Sizin bu yazdıklarınızı hayatımın yarısında 30-35 yaşlarındayken aynen düşünüyordum, bir bu kadar daha yaşadım merak konum oldu çok okudum ve kati karar aldım dünya uzaylılar tarafından yönetiliyor, bu uzaylılar kendilerini göstermedikleri içinde bu güne kadar gelen peyganberler ve kitabların inancına dayanarak bu uzaylılara allah demekteyiz. Hoşçakalın. Lena Bunları düşündüğünüzü ve ifade etmek istediğinizi anlamıştım. Ve nihayet açık bir şekilde ifade ettiniz. Bu yüzden size teşekkür ederim. Düşünceler özgürce açıklanabilmeli ki insanlar riyaya sığınmasınlar değil mi? Düşücelerinize saygı duyuyorum, ancak onlar sizin düşünceleriniz ve sizin için önemli; benim kendime ilke edindiğim bir söz var "her fikrin ve her sözün içinde bir doğru var, onu bulabilmektir mesele" Yalnız bir meselede detaya fazla takılmak meselenin özünden uzaklaştırır insanı. O zaman başka yönlere saparız. Düşüncelerimiz karışır ve çıkmaza sürükleniriz. Uzaylılar konusu bir "muamma"dır. Siz uzaylılar geliyor bişeyler yapıyor, sonra kendilerini göstermiyorlar diyorsanız, o zaman NEDEN? denir. Kendilerini göstermeme sebebleri ne olabilir? Gerçi siz yazınızı yazıp, hoşçakalın demişsiniz sanırım devam etmeyeceksiniz. Allah'ın yaratması sebeblere ve sonuçlara dayanır ve her yaratması matematiksel, sistemli ve planlıdır. Hiç bir şey tesadüfi değildir. Söyledikleriniz hakkında bende kitaplar okudum. Ama meseleyi sizin kadar ciddiye almadım. Çünkü bunu düşünmenin insana bir faydası yok. Selamlar Alıntı
Φ mistik Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Allahın bilkuvveleri bilip bilmediğini sormuştum ve ben onun bil kuvveleri bildiğni, yani türkçesiyle bütün ihtimalleri bildiğini söylemiştim. bütün yazıları okudum, ve bazı arkadaşların neyi tartıştığımızı anlamadığını görünce biraz üzüldüm. bizim buradaki amacımız tanrıyı zamanın içine sokmak değildir. zamanın içinde olan bizim ve zamana sığmayan tanrıyı anlamaya çalışıyoruz. o bizimle diyaloğu ve konuşmayı seçtiyse birşekilde zaten zamana muhatap olmuş demektir. şunu da hemen belirtmek istiyorum. bu tartıştığımız konu tasavvufun konusu falan değildir. bu konuları tartışmak da tasavvufun işi değildir. konuda bazı ayrıntılarınfarkına varılmadığını da gördüm. tanrı olmadan önce bilir demişsiniz. bence birtane olmayan yok, iki tane olmayan var. kastettiğiniz nedir? tanrı hangi olmayanı bilir. bilkuvveleri mi bilfiilleri mi, eğer cevabınız her ikisi de olursa burada büyük bir çelişki içindesinizdir, ki buna değineceğim. depremi taktiri ilahi olarak karşıladığınızı duyan tanrı muhtemelen bu sözünüze kahkahalar atmıştır!(mizahi bir anlatım, lütfen gerçek anlamıyla almayın) tanrının neleri bildiğiyle doğrudan ilgili olan bu konu çözüldüğünde kafanızda deprem ilahia kader midir sorusu kalmayacaktır, ama tanrının neyi bildiği temelini çözmemiz gerekir. tartıştığımız din hangi din diye yazmışsınız. burada herhangi birdini tartışmıyoruz. bizi özel kılan da bu zaten. biz bütün dinlerde var olan inanılan, o gerçek varlığı tartışıyoruz. bunu allah duysa heralde çarpardı seni. din felsefe değildir demişsiniz ama burada insanı unutuyorsunuz. bu din kimin dini. insanın... insan akıl sahibi bir varlık olarakdüşünmeden edemez. bir kısım insan inanıyor diye o dini eleştirmeyeck değiliz. bizim de inanıcımız bu! allahın 40 kilometrelik yerimizden aranması meselesine gelince, bu da çok anlamsız ve insanı kücümseyen bir ifade olarak görülüyor. eğer inandığınız gibi bir allah varsa değil kırk kilometreyi, yeryüzünün her miliminde faal olması gerekir. onu bulmak için uzaya gerek yok, bir milimetrelik bir alan bile yeter heralde bu doğrultuda. ............. ve sorum...... eğer bir varlık tanrıysa bütün ihtamelleri bilir dedik. yani o bütün bil kuvve durumları bilir. peki bil fiil yaşanan, aktüelleşen, gerçek olayları bilir mi? ben bilmez diyorum, dikkat edin bilemez değil, bilmez diyorum. ancak gerçekleşecek olayların içinde onun bilgisi vardır ama onu seçeçeğimizi tanrı bilmez. sebepe: çünkü insan iradesi hürdür, sorumlu olması için hür olması bir zorunluluktur. hür olmayan bir düşünceyi hiç bir şeyden sorumlu tutamazsınız. hür olmayla engellenmeyi ve müdahale edilebilmeyi karıştırmayın lütfen. o ayrıca tartışılır. yaptığımız bir eylemi, gerçekleşen bir eylemin gerçekleşeceğini tanrı bilmez diyorum. buna ne diyorsunuz? Alıntı
Φ enkas Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Allahın bilkuvveleri bilip bilmediğini sormuştum ve ben onun bil kuvveleri bildiğni, yani türkçesiyle bütün ihtimalleri bildiğini söylemiştim. bütün yazıları okudum, ve bazı arkadaşların neyi tartıştığımızı anlamadığını görünce biraz üzüldüm. bizim buradaki amacımız tanrıyı zamanın içine sokmak değildir. zamanın içinde olan bizim ve zamana sığmayan tanrıyı anlamaya çalışıyoruz. o bizimle diyaloğu ve konuşmayı seçtiyse birşekilde zaten zamana muhatap olmuş demektir. şunu da hemen belirtmek istiyorum. bu tartıştığımız konu tasavvufun konusu falan değildir. bu konuları tartışmak da tasavvufun işi değildir. konuda bazı ayrıntılarınfarkına varılmadığını da gördüm. tanrı olmadan önce bilir demişsiniz. bence birtane olmayan yok, iki tane olmayan var. kastettiğiniz nedir? tanrı hangi olmayanı bilir. bilkuvveleri mi bilfiilleri mi, eğer cevabınız her ikisi de olursa burada büyük bir çelişki içindesinizdir, ki buna değineceğim. depremi taktiri ilahi olarak karşıladığınızı duyan tanrı muhtemelen bu sözünüze kahkahalar atmıştır!(mizahi bir anlatım, lütfen gerçek anlamıyla almayın) tanrının neleri bildiğiyle doğrudan ilgili olan bu konu çözüldüğünde kafanızda deprem ilahia kader midir sorusu kalmayacaktır, ama tanrının neyi bildiği temelini çözmemiz gerekir. tartıştığımız din hangi din diye yazmışsınız. burada herhangi birdini tartışmıyoruz. bizi özel kılan da bu zaten. biz bütün dinlerde var olan inanılan, o gerçek varlığı tartışıyoruz. bunu allah duysa heralde çarpardı seni. din felsefe değildir demişsiniz ama burada insanı unutuyorsunuz. bu din kimin dini. insanın... insan akıl sahibi bir varlık olarakdüşünmeden edemez. bir kısım insan inanıyor diye o dini eleştirmeyeck değiliz. bizim de inanıcımız bu! allahın 40 kilometrelik yerimizden aranması meselesine gelince, bu da çok anlamsız ve insanı kücümseyen bir ifade olarak görülüyor. eğer inandığınız gibi bir allah varsa değil kırk kilometreyi, yeryüzünün her miliminde faal olması gerekir. onu bulmak için uzaya gerek yok, bir milimetrelik bir alan bile yeter heralde bu doğrultuda. ............. ve sorum...... eğer bir varlık tanrıysa bütün ihtamelleri bilir dedik. yani o bütün bil kuvve durumları bilir. peki bil fiil yaşanan, aktüelleşen, gerçek olayları bilir mi? ben bilmez diyorum, dikkat edin bilemez değil, bilmez diyorum. ancak gerçekleşecek olayların içinde onun bilgisi vardır ama onu seçeçeğimizi tanrı bilmez. sebepe: çünkü insan iradesi hürdür, sorumlu olması için hür olması bir zorunluluktur. hür olmayan bir düşünceyi hiç bir şeyden sorumlu tutamazsınız. hür olmayla engellenmeyi ve müdahale edilebilmeyi karıştırmayın lütfen. o ayrıca tartışılır. yaptığımız bir eylemi, gerçekleşen bir eylemin gerçekleşeceğini tanrı bilmez diyorum. buna ne diyorsunuz? varlığına bilmüaşahde şahit olduğumuz mutlak varlığın sonsuz kudret ve kuvvetinede şahidizdir,ve herşeyi kuşatan ilmine,bu şekilde yani allah bilfiilleri bilmez derken yine ona acz isnad edilmiş olmaz mı?sonsuz bir ilm sahibini aciz bırakmış olmazmısın?bilgisayar mantığını ve siernetik etkileşimi bilmen gerek.daha iyi kavrarsın kaderi.ben henüz zuhura gelmemiş olayları rüyamda bir gün önce aynıyla görürüm bir çok insanda görür o halde bilen kim?merak ediyorum.demekki bir bilen var Alıntı
Φ Pantheaa Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 27 Eylül , 2006 ............. ve sorum...... eğer bir varlık tanrıysa bütün ihtamelleri bilir dedik. yani o bütün bil kuvve durumları bilir. peki bil fiil yaşanan, aktüelleşen, gerçek olayları bilir mi? ben bilmez diyorum, dikkat edin bilemez değil, bilmez diyorum. ancak gerçekleşecek olayların içinde onun bilgisi vardır ama onu seçeçeğimizi tanrı bilmez. sebepe: çünkü insan iradesi hürdür, sorumlu olması için hür olması bir zorunluluktur. hür olmayan bir düşünceyi hiç bir şeyden sorumlu tutamazsınız. hür olmayla engellenmeyi ve müdahale edilebilmeyi karıştırmayın lütfen. o ayrıca tartışılır. yaptığımız bir eylemi, gerçekleşen bir eylemin gerçekleşeceğini tanrı bilmez diyorum. buna ne diyorsunuz? Buna Ne Diyoruz... Bak arkadaşım, demek istediğin şu mudur senin? Yaşayacak olduklarımızı, Tanrı bilmez, yani bilinçli olarak bilmez mi demek istiyorsun? kendi iradesi ile mi bilmez demek istiyosun? bunu biraz daha ayrıntılarsan memnun olurum... yani, demişsin ki "dikkat edin, bilemez demiyorum, bilmez diyorum. ancak gerçekleşecek olayların içinde onun bilgisi vardır" demişsin... buradan ve diğer yazdıklarından şunu anlıyorum; Tanrı vardır, Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız üzerinde elbette bir hükmü, iradesi ve bilgisi vardır, ancak bu yaşayacak olduklarımızı kendi iradesi ile bilmez... bu mudur demek istediğin? Bir de şu var; burada, Kader'in aslında ne demek olduğunu dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım, yazdım... umarım "tüm yazılanları okudum" derken, bunları da katıyosunuzdur içine. bu çerçeve de sizin Kader anlayışınız nedir? zira, öyle ki, Kader; anlattığım üzere, yaşayacak olduklarımız değildir. Kader, irademiz, varlığımız, yaratılışımız ve yaşamımız çerçevesinde yapabileceklerimizdir. Bundan kastım, adam öldürmemiz, kazaya kurban gitmemiz, sabah erken kalkıp bakkala gitmemiz değil... elbette ki bir hayata sahip olacağımız ve mesela doğal olarak kuş gibi kanatlanıp uçamayacağımızdır Kader... Kader; konuşabiliyo olmamız, yürüyebiliyo olmamız, düşünebiliyo olmamız gibi, her türe ve her cinse özel yaratılış gerçekleri ve ölçüleridir. Her yaratılmışa has ölçülerdir, sınırlardır, iradelerdir Kader... bunun içeriğini daha fazla ayrıntılamayacağım, önceki yazılarımda yeterince yazdım sanıyorum. Yani eğer Kader tanımınız, benim tarif ettiğime uyuyorsa, diyecek bir şeyim yok. Ancak şu var ki "Buna Ne Diyorsunuz" sorunuza, benim cevabımı vermeden önce, sizin Kader anlayışınızı tam olarak açıklamanız gerekmektedir diye düşünüyorum. ha eğer, diyorsanız ki, "Kardeşim, bu konu Kaderle alakalı değildir." o zaman yukarıdaki sorumu cevaplayın ve ona göre cevabınızı vereyim... Ama yine de Kader'in ne olduğu ile ilgili yazılarımı bi gözden geçirmenizi tavsiye ediyorum... Zira ben, eğer yukarıda dediğim gibi bir şey kastettiyseniz, yani kastettiğiniz şeyden anladığımı açıklamaya çalıştım, eğer tam olarak onu kastettiyseniz, ben buna farklı bir açıdan bakarak diyorum ki, Allah, yaşayacaklarımızı "Görür" ancak bunlara müdahale etmez, yani yaşayacak olduklarımızı o, kenid iradesiyle yaratmamıştır, çünkü özgür insan iradesini yaratmıştır bir kere, kendi müdahale etmeyi istemez... siz ise, bunu daha da genişleterek, buna bir de "Allah yaşayacaklarımızı kendi iradesi ile bilmez"i eklemişsiniz... yanlış mı anlıyorum acaba? Saygılarımla... Alıntı
Φ mistik Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 bak hele! enkas geleceği de bilirmiş.... yok böyle bir şey, geleceği değil sen peygamber bile bilmez. geleceğin bilgisi(bilkuvve) tamamen allahtadır. pantheaa arkadaşım demek istediklerimi anlamış. evet söylediğine yakın şeyler düşünüyorum. Allahın bilfiilleri bilmemesi acziyetini değil büyüklüğünü gösterir. zaten bil kuvvelerin hepsini o biliyordu. burada eksiklik yok. o, hangi bilkuvvenin bilfiil olacağını bilmiyordu, buradaki amacı da insana sorumluluk yüklemektir. eğer allah hangi bil kuvvenin gerçekleşeceğini bilseydi s orumluluk kuldan allaha geçecçekti ki bu da mesuliyeti kaldırır, dünyanın anlamını yok ederdi. demek istediğim bu, ve kader diye birşey yoktur, kader bizzat bizim tarafımızdan yazılır ve oynanır. kader önceden çizilmiş bir senaryo değldir. önceden çizilmiş senaryoda rol arkadaşını rol gereği öldüren tiyatrocuyu suçlayamazsınız vesselam......... Alıntı
Φ Pantheaa Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 bak hele! enkas geleceği de bilirmiş.... yok böyle bir şey, geleceği değil sen peygamber bile bilmez. geleceğin bilgisi(bilkuvve) tamamen allahtadır. pantheaa arkadaşım demek istediklerimi anlamış. evet söylediğine yakın şeyler düşünüyorum. Allahın bilfiilleri bilmemesi acziyetini değil büyüklüğünü gösterir. zaten bil kuvvelerin hepsini o biliyordu. burada eksiklik yok. o, hangi bilkuvvenin bilfiil olacağını bilmiyordu, buradaki amacı da insana sorumluluk yüklemektir. eğer allah hangi bil kuvvenin gerçekleşeceğini bilseydi s orumluluk kuldan Allah'a geçecçekti ki bu da mesuliyeti kaldırır, dünyanın anlamını yok ederdi. demek istediğim bu, ve kader diye birşey yoktur, kader bizzat bizim tarafımızdan yazılır ve oynanır. kader önceden çizilmiş bir senaryo değldir. önceden çizilmiş senaryoda rol arkadaşını rol gereği öldüren tiyatrocuyu suçlayamazsınız vesselam......... Tamamdır hocam, şimdi anladım... hemen hemen aynı düşünüyoruz ama şu var ki, Kader denen bir kavram vardır. Ve bu Ölçü manasındadır... Bunun açıklamasını yaptım daha önce... Yani Yazgı manasında bir kader anlayışı yoktur. Önceden yazılmış bir senaryo manasında bir kader anlayışı yoktur... Kader bir manada doğanın kanunlarıdır... Yapabilecek olduklarımız ve yapamayacak olduklarımızdır. Ancak, sen Allah geleceği görmez diyosun, ben görür diyorum... Görür ancak müdahale etmez... Buda, zaten belirttiğimiz manada bir kader olmadığı için, Allah'ın kaderi değiştirmesi, yazması manasına gelmez diye düşünüyorum... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Tamamdır hocam, şimdi anladım... hemen hemen aynı düşünüyoruz ama şu var ki, Kader denen bir kavram vardır. Ve bu Ölçü manasındadır... Bunun açıklamasını yaptım daha önce... Yani Yazgı manasında bir kader anlayışı yoktur. Önceden yazılmış bir senaryo manasında bir kader anlayışı yoktur... Kader bir manada doğanın kanunlarıdır... Yapabilecek olduklarımız ve yapamayacak olduklarımızdır. Ancak, sen Allah geleceği görmez diyosun, ben görür diyorum... Görür ancak müdahale etmez... Buda, zaten belirttiğimiz manada bir kader olmadığı için, Allah'ın kaderi değiştirmesi, yazması manasına gelmez diye düşünüyorum... Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Tamamdır hocam, şimdi anladım... hemen hemen aynı düşünüyoruz ama şu var ki, Kader denen bir kavram vardır. Ve bu Ölçü manasındadır... Bunun açıklamasını yaptım daha önce... Yani Yazgı manasında bir kader anlayışı yoktur. Önceden yazılmış bir senaryo manasında bir kader anlayışı yoktur... Kader bir manada doğanın kanunlarıdır... Yapabilecek olduklarımız ve yapamayacak olduklarımızdır. Ancak, sen Allah geleceği görmez diyosun, ben görür diyorum... Görür ancak müdahale etmez... Buda, zaten belirttiğimiz manada bir kader olmadığı için, Allah'ın kaderi değiştirmesi, yazması manasına gelmez diye düşünüyorum... Ne kadar boş konularda yazıyorsunuz.Önce kafanızda allah yaratıyorsunuz ondan sonra kader şu yazgı bu. Allah yoktur.Allah inancı insanın kafasından uydurduğu bir olgudur.Kısacası insan çözemediği konuları bir yaratıcıya atfetmiş ve konu böyle gelip böyle gitmiştir.Allah insanı değil insan allahı yaratmıştır.Din denilen olgu da oda insanın kafasının ürünüdür.Allah olmadığı için de geleceğide görmesi imkansızdır. Alıntı
Φ Pantheaa Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Ne kadar boş konularda yazıyorsunuz.Önce kafanızda allah yaratıyorsunuz ondan sonra kader şu yazgı bu. Allah yoktur.Allah inancı insanın kafasından uydurduğu bir olgudur.Kısacası insan çözemediği konuları bir yaratıcıya atfetmiş ve konu böyle gelip böyle gitmiştir.Allah insanı değil insan allahı yaratmıştır.Din denilen olgu da oda insanın kafasının ürünüdür.Allah olmadığı için de geleceğide görmesi imkansızdır. Arkadaşım, bakın eğer gerçekten dediğiniz gibi düşünüyorsanız, öncelikle kendi çelişkileriniz aşmanız gerekmektedir... Öyle ki, sizin dediğiniz gib, Dinin insan düşüncesinin bir ürünü olduğunu düşünelim... Dinlerin insan zihninde yarattığı imge "Uygun Yaşamın sürdürüldüğü bir toplumdur. Yani "Nasıl Olması Gerektiği" düşüncesinin bir sonucudur dinler... Peki, bu yönüyle, dinler toplumlar üzerinde etkili midir, evet etkilidir... hemde yadsınamayacak şekilde... Geçelim... Şimdi, dünyadaki tüm düşünsel faailyetleri ele alalım, Mesela Aristo; felsefesiyle çağları aşmış, Ortaçağ düşününe bile yön vermiştir. Peki Düşünce; yani sizin tabirinizle "İnsanın Kafasının Ürünü" olan bu düşünce o kadar önemisiz midir hakkaten? yada Komünizmde İnsanın Kafasının Ürettiği Bir Düşüncedir? peki Komünizm dünyada değersiz bir görüş ve boş bir düşünce midir? oysa ki devletler kurdurmuştur bu düşünce? yada Irkçılığa dayalı bir devlet kurma düşünceside İnsan Kafasının Ürünüdür... yani size göre Boş'tur... ama Hitler bu düşünce ile binlerce insan öldürüp kilometreler işgal etti ve dünya tarihine yön verdi? Küreselleşme de İnsanın Kafasının Ürünü Boş Bir Düşünce o zaman... Ama sırf bu amaçla hala ABD, Irak'ta insanları ölürüyor... Demek ki arkadaşım, İnsanın Kafasının Ürettiği Hiç Bir Düşünce; Boş ve Değersiz Değilmiş... Öyle ki dinler, ideal fikirlerin oluşmadığı dönemde, ideal toplumların kurulmasında en etkili sistemler olmuşlardır... Kaldı ki bugünün İdeal tasavvurları yarın ilkel olmaktan kurtulamayacak ancak yine de değerli olacaklardır... Biz Dinin Allah'tan geldiğini düşündüğümüz için İdeal olmaktan ayrılamayacağını düşünüyoruz. Ancak sizin dediğiniz gibi olsa dahi, İnsan Ürünü Olarak Din Bilincide değerlidir ve tartışmaya değerdir... Böyle bir tartışmayı, kendi içinde böyle büyük bir çelişki yaşayan sizin boş bulabilmesi gayet normaldir... Öyle ki, kendi düşünce sisteminizin gereğini yerine getiremiyorsunuz... Bildiğim Kadarıyla, Ateizm (En az İslamiyet kadar) Bilim'i savunur ve bu yüzden İnsan ürünü olan "Düşünceye" saygı duyar ve her bilgi bu yüzden değerlidir... Sizin bu açıdan hem Bilime değer verip, hem İnsanın Kafasının Ürünü olduğunu söylediğiniz Dinlere "Boş" demeniz, sizin kendi çelişkinizdir. öncelikle bunu aşın ve İnsan Kafasının Ürünü olan her türlü bilgiye değer vermeyi öğrenin... yoksa, Bilimsel Bilgi yönünden zerre kadar yol alamazsınız... Yobaz olduklarını düşündüğünüz bir Müslümanın, Ateizm'de dair tüm İnsan kaynaklı bilgilere bu kadar değer veripte, sizin aksi yönde düşünmeniz son derece ironiktir... Acaba, her Müslümanı "Yobaz" sanmamak mı gerekiyor ne? Demek ki "Bilim"e inandığını iddia edebilen insanlar arasından bile "Yobaz"lar çıkabiliyormuş... demek ki Yobazlık Dindarlara has bir olgu değilmiş... Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 saklı gerçek aslında konu cidden tartışılmayacak kadar boş bir konu katılıyorum sana .yani ALLAHın varlığı bu kadar ayan beyan oratadayken neyi tartışıyorlar demi? Saklı gerçek seni ve senin zihninde yarattığını iddia ettğin Allah varya işte o yaratmasaydı sen Allahın varlığını yokluğunu tartışacak bir beyne sahip olamazdın.bu bukadardır. saygılar -sevgiler... Sayın HİMYATA Allahın beni veya seni yarattığını nerden biliyorsun? Ayrıca Allah ayan beyan ortadadır bana bir örnek ver.İnsana verilen diye gördüğün hiçbirşey bedavadan gelmedi hep dişlerle tırnaklarla kazınarak oluştu.Ben kendi ayetleriyle çelişen kendi kendine yeminler eden bir allahı kabul etmiyorum ve onu muhammedin kendi kafasında keşfettiğini tahmin ediyorum ,Belki ilk zamanlarda iyi niyetli olarak peygamberin tek allah inancı ile ortaya çıktığını ancak kendisine kuvvet olanlar katıldıktan sonra o insanların keyfine göre ayet yazıldığını görüyorum.Ama sizler sadece kendi kafanızın doğrusunda araştırma yapmadan bu bu kadardır diyerek laf karmaşası yapıyorsunuz. Alıntı
Φ Pantheaa Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Sayın HİMYATA Allahın beni veya seni yarattığını nerden biliyorsun? Ayrıca Allah ayan beyan ortadadır bana bir örnek ver.İnsana verilen diye gördüğün hiçbirşey bedavadan gelmedi hep dişlerle tırnaklarla kazınarak oluştu.Ben kendi ayetleriyle çelişen kendi kendine yeminler eden bir allahı kabul etmiyorum ve onu muhammedin kendi kafasında keşfettiğini tahmin ediyorum ,Belki ilk zamanlarda iyi niyetli olarak peygamberin tek allah inancı ile ortaya çıktığını ancak kendisine kuvvet olanlar katıldıktan sonra o insanların keyfine göre ayet yazıldığını görüyorum.Ama sizler sadece kendi kafanızın doğrusunda araştırma yapmadan bu bu kadardır diyerek laf karmaşası yapıyorsunuz. Yazdıklarnda kimin, kendi kafasının doğrultusunda gittiği açıkça görülüyor arkadaşım... İnanmaya bilirsin, öyle bir açıklama yapmışsın ki, sanki sen inanmıyosun diye sana küfretmişler... Araştırma yapacak kadar zeki ten insan sen değilsin kardeşim... Müslüman olmanın, araştırma yapmaya engel olduğunu düşünüyorsan eğer; Hazerfen Ahmet Çelebi'yi, Mimar Sinan'ı, Farabi'yi, İbn-i Sina'yı, Fatih Sultan Mehmet'i, Piri Reis'i açıkla o zaman sen bana? Acaba sen onların ulaştığı ilmin çeyreğine ulaşabilmiş misin? Hayır, şunu anlamıyorum, nasıl oluyorda, Araştırmayı kendinize mal edebiliyorsunuz? Nasıl oluyoda Araştırma içgüdüsü sizin zimmetinizde oluyo? pes doğrusu... ******* ******** ******, ben napiim... Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 Sayın HİMYATA Allahın beni veya seni yarattığını nerden biliyorsun? Ayrıca Allah ayan beyan ortadadır bana bir örnek ver.İnsana verilen diye gördüğün hiçbirşey bedavadan gelmedi hep dişlerle tırnaklarla kazınarak oluştu. O dişi tırnağı kim verdi..? Çalışmaya takatın olmasa, hasta düşsen kazanabilecekmisin o kazandıklarını.. Bir topic başlığı var "her insan bir engelli adayıdır" diye.. Bir gün bu sağlığını kaybetmeyeceğin ne malum.. Sen irade ediyorsun kazanmayı, mücadele kararı alıyorsun ve Allah fiileri yaratıyor.. Yolda yürümeyi sadece adım atmaktan ibaret mi sanıyorsun.. O bir adımda, vücudun belli yerlerinde akla hayale sığmayacak ne büyük olaylar teşekkül ediyor biliyormusun..? Dişimle tırnağımla kazandım diyenler neredeler.. Hükümdarlar nerede..? Nerede.. tanrılık idda edecek kadar kibirlenen firavunlar, nemrutlar.. Nerede kaldı hükümranlıkları malları.. Şu üç ayet mealini tefekkür ederek okuyunuz lütfen.. Eğer dileseydik onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu halde) yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki?! (Yâ Sîn-66) Yine eğer dileseydik oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük de ne ileri gidebilirler, ne geri dönebilirlerdi. (Yâ Sîn-67) Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi? (Yâ Sîn-68) Saygılar.. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.