Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

akıncı

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    92
  • Katılım

  • Son Ziyaret

akıncı tarafından postalanan herşey

  1. esselamu ale menittebeal huda *************. Hz. Muhammedin (s.a.) hristiyan rahip Bahiradan ve Nasturadan dini öğrendiği safsatası yeni değildir amma bizim kafirler bunu daha yeni keşfetmişler. Oryantalistler bu konuda epeyce kitap yazdılar ama kendilerine müslüman ilim adamları tarafından kesin cevaplar verildi. Bizim kafirler, hristiyanların 1988 yılında yazdığı kitaplara yeni ulaşmışlar 1900 lerin başındaki oryantalistlerin yazdıklarına daha ulaşamamışlar eh önce bi onlara da ulaşsınlar, 100-150 yıl sonra müslümanların yazdığı reddiyelere ulaşırlar anca, o da işlerine gelirse bakarlar. Bizim kafirler, bilimsel gözükmeyi pek severler öyle ya aklın özgürlüğü halkların özgürlüğü teraneleri falan... kızılkmerlerin kamboçya da, kominist mao'nun Çin de ne kadar büyük özgürlük tanıdığını hepimiz biliriz. Adam hayatında ibni Sa'd'ın "Tabakâtü'l Kübra"sını görmemiştir ama onu kaynak olarak gösterir okuyanlarda zannetsin ki vay be adam neleri de okumuş. Amma kitabın daha adını bile doğru yazamazlar. Rahip Bahira'dan dini öğrenip daha sonra sattığını yazar ama o verdiği kaynakta bahiranın 12 yaşındaki hz. Muhammedin amcasına : "Bu çocuğu daha ileri götürmeyin nasıl ben bunun Peygamber olduğunu bildiysem yahudilerde bilir ve zarar vermeye çalışırlar" sözlerini yazmak işine gelmezler. *********** Mekkede yaşayan bir kaç hristiyan vardı ve bazı oryantalistler Hz. Muhammedin s.a. dini onlardan öğrendiğini söyler. Bir başka tiyo bu seyahatler sırasında Mısıra gittiği ve firavunlar dinini incelediğidir. Bir başkası evlendikten sonra bir kaç yıl kaybolup Hindistana gittiği ve orada uzak doğu dinlerini öğrendiğidir. Bir başkası Sümer yazıtlarınından öğrendiğidir. Hatta Maya İnkalarla bağdaştıranlar da vardır. Bak bunları da malzeme olarak kullanabilirsiniz. Hz. Peygamberi s.a. dünyanın her tarafına gönderdiniz tutmadı bir de Allahın peygamberi olabileceğini düşünüpte Kuranı bir kere kalbinizle okumayı deneyin. "Medineden başka gidecek yeri yokmuş" tek derdi halkın selameti olan 13 sene yapılan haksızlıklara müslümanlarla karşı duran ve müslümanların en küçük taşkınlık yapmasına müsade etmeyen hz. muhammed, Müslümanlara emretseydi müslümanlar, Mekkenin altının üstüne getirmezmiydi. "Medinedeki yahudi ve hristiyanlara şirin gözükmek için ayet uydurmuş" uydurmaya ne gerek var ki yahudiler zaten toplumdan kendilerini soyutlamış beni nadir, hayber, beni kurayza kendi bölgelerinde medineden uzaktalar medinedekı yahudilerde bi ********* ***************
  2. daha usul konusunda anlaşamadığımız için birinci kelimenizi geçemedik ve siz jeolog olmanıza rağmen astronomiden, felsefeden, tabiiyyattan da anlıyorsunuz. Kıyame suresinde geçen benane ile usbu' arasındaki farkı bilmediğinize göre arapçadan da ne kadar anladığınız ortada ama o konularda da kalem yürütüyorsunuz. Anlamadığınız islami konulara ********************** ("Gezip gördüğü memleketleri anlamak için yine Kura'nı okuyun anlarsınız... Hangi ülkelerin (dağlarıyla, denizleriyle, iklimleriyle, hayvanlarıyla) tasvirleri yapılmış, işte o ülkeleri gezmiştir..." cümleniz oldukça ilginç üzerinde sayfalar dolusu yazı yazılabilir. Ayrıca Yunan felsefesini öğrenmek için Yunanlılarla da karşılaşmak gerekmiyor hele de kağıt kalemin kullanıldığı bir dönemde değilmi?" hele hele bu çok daha ilginç. O zamanın arabistanyarımadası hakkında en küçük bir bilgi kırıntısına bile sahip olmadığınız ve hiç okumadığınız ortaya çıkıyor.) demiştim ****** Ayrıca İ.Ö yaşamış Erastosthenesin yazmış olduğu araştırmanın doğruluğunu kabul ediyorsunuz da hz. muhammedin getirdiği kitabın uydurma olduğunu söylüyorsunuz bu da ilginç.
  3. 1-Hayır ben size cevap vermek yada tartışmak düşüncesiyle yazmadım. Tartışmak tasvib etmediğim bir yoldur ve islami konuları sadece ilmi seviyeme yakın konusurum o da fikir teatisinde bulunak için. Malum, internet çıktıktan sonra herkes din konusunda alim kesilmeye başladı. Ben sadece sizin meseleye bakış açınızı görmenizi istedim. Sizin inanmıyor olmanız benim için O'nun okuma yazma bilmediğinin delili olamayacağı gibi benim inanmam da sizi bağlamaz çünkü ikimiz de birbirimizin inandığı şeye inanmıyoruz. Siz benim delil olarak gördüğüm Kurana ve onun getirdiklerine inanmıyorsunuz mesela Peygamberin okuma yazma bildiğini yazan ayetlere.. Kuranda yazdığı için daha rasyonel deliller istiyorsunuz ama inanmadığınızı söylediğiniz kuranda yazan diğer bazı ayetleri reddeden yazılar yazıyorsunuz. Yani bir tarafta kuranda yazdığı için sizin için delil olmayan ve muhatap kabul etmediğiniz ayetler var diğer tarafta kuranda yazan ama sizin "bak bu benim için sizin yanlışlığınıza delil" diye tenkid ettiğiniz ayetler. İlginç bir yaklaşım. 2-"Gezip gördüğü memleketleri anlamak için yine Kura'nı okuyun anlarsınız... Hangi ülkelerin (dağlarıyla, denizleriyle, iklimleriyle, hayvanlarıyla) tasvirleri yapılmış, işte o ülkeleri gezmiştir..." cümleniz oldukça ilginç üzerinde sayfalar dolusu yazı yazılabilir. 3-"Ayrıca Yunan felsefesini öğrenmek için Yunanlılarla da karşılaşmak gerekmiyor hele de kağıt kalemin kullanıldığı bir dönemde değilmi?" hele hele bu çok daha ilginç. O zamanın arabistanyarımadası hakkında en küçük bir bilgi kırıntısına bile sahip olmadığınız ve hiç okumadığınız ortaya çıkıyor. Daha birinci cümlede ve mantığında bile anlaşamadığımız bir konuda daha fazla ne konuşacağız ki. Bence siz sadece jeolojiyle ilgilenin.
  4. "Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" demek kafirlerin bileceği iş. Onlar kendi hayatlarını rasyonalisizm -akılcılık üzerine bina ettiklerine göre söylediklerinin ne kadar mantıklı olduğu ortada. Ticaretle uğraşması okuma yazma bildiğine delil değil. Kafirlerin akıl hocaları ebu cehiller ebu sufyanlardan .... öyle bir bilgi sadır değil. Yunan düşünürlerden hangileriyle nerede karılaşmış ve hangi görüşlerine katılıp hangilerine katkıda bulunmuş delili olan buyursun . yukarıda yazdığım şu cümleleri anlayamayan ve cevap yazdığını sanan yersoya: 1-Hz. Peygamberin okuma yazma bilmediğini ifade eden ayetlere rağmen o zaman hiçbir kafir "hayır Muhammed okuma yazma biliyordu ben buna şahidim" dememişti. Delili olan varsa islami yada gayri islami kaynaklardan göstersin. ama 1500 sene sonra birileri çıkıp ""Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" diyor ve bunu ıspat edemeyip kendi heva ve hevesiyle konusuyorlarsa ve akılcı olduklarını söylüyorlarsa 2-"Ayrıca ticaretle uğraşan bir insandı ve çok gezip çok görmüştü" demelerine rağmen hangi ülkelere ne zaman ziyaret ettiğini bilmeyip akıllarınca konusuyorlarsa (Hz.Peygamber dönemi ile ilgili sosyal- kültürel konularla ve hz peygamberin nereleri ziyaret ettiği konusunda Prof.dr. muhammed hamidullah ın kitaplarına müracaat edilebilir)ve rasyonalist olduklarını iddia ediyorlarsa olduklarını iddia ediyorlarsa 3"Ayrıca onun dönemine kadar yeryuvarı ile ilgili bir çok teori ortaya atılmış ve savunulmuşu.Kuşkusuz bunları da biliyordu" deyip belge ortaya koyamıyorlarsa ben onların ne kadar rasyonel ve akılcı olduklarını tahmin edebilirim.
  5. "Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" demek kafirlerin bileceği iş. Onlar kendi hayatlarını rasyonalisizm -akılcılık üzerine bina ettiklerine göre söylediklerinin ne kadar mantıklı olduğu ortada. Ticaretle uğraşması okuma yazma bildiğine delil değil. Kafirlerin akıl hocaları ebu cehiller ebu sufyanlardan .... öyle bir bilgi sadır değil. Yunan düşünürlerden hangileriyle nerede karılaşmış v e hangi görüşlerine katılıp hangilerine katkıda bulunmuş delili olan buyursun .
  6. Eyvallah dostum: Ecdad uyuya uyuya 20 milyon km. hakim olup, Viyana dan Yemen'e İrandan Cezayire kadar adalet götürmeye gitmiş. Kıssalara, masal diyenler ve ikisinin arasındaki farkı anlayamayanlar ne yapmış.
  7. akıncı

    alevilik

    Türkiye de önceden hanefi ya da şafii mezhebinin kurallarıyla yetişen-yetişmeyenler olup bunları reddeden ve kafir olduğunu ilan edenler kendilerinin sünni olduğunu iddia etmezler dinleri reddederler. Alevi olduğunu söyleyen kafirler gördüm öncelikle dürüst aleviler bu kafir olan ama alevi olduğunu ilan edenleri bir reddetsinler. Bir mezhebin hak ya da batıl olması Kurana uygun düşünmesi Hz. Muhammedin sözlerine ve onun arkadaşlarının sünnetine bağlılıkla ölçülür. Alevi olduğunu söyleyenler bunlara bağlı oldukları deklare ederlerse hiçbir mesele kalmaz. En azından Hz. Ali gibi yaşasınlar ve ibadet etsinler bu yeter kendileri için.
  8. emin ol Müslümanlar Küfrü senden daha iyi bildikleri için Müslümandır.
  9. Ahzab/50 ile ilgili ayeti, eğer okuduğunu anlayabileceksen -ki verdiğin cevapla bu zor gözüküyor-Mefatihul gayb tefsirine bak ya da birisi orayı okuyup sana o ayetin ne anlama geldiğini anlatıversin.
  10. saklıgerçek ***** ******** ***** Benim yazdıklarımla senin cevapların arasında ne gibi bir ilinti var. Nasıl bir bağlantı kurdun onu anlamak oldukça zor. Eğer yazdıklarımı anlayamamışsan bari anlayan birisine sorsaydında sana anlatsaydı yadıklarını yazmak için hiç zorlanmasaydın. Ben neden bahsediyorum sen ne yazıyorsun.
  11. BEDİR SAVAŞINININ NEDENLERİ Rıza GÖRÜŞ İslami konularda pek fazla bilgisi olmadığı yazısının üslubundan ve kaynak vermeyişinden belli olan bir kişinin kendi mantık çerçevesinde yazdığı yazı ve iddiaları aşağıdadır. Bizde onun üslubunda ve usulüne uygun cevap verdik belki anlarlar. 1-"Müslümanlar ile Mekke müşrikleri arasındaki ilk savaş olan Bedir Savaşı, Şam' dan dönmekte olan bir Mekke ticaret kervanını yağmalamak isteyen Müslümanların yaklaşık 300 kişilik bir askeri birliği bu iş için Medine' den yola çıkarması ile başlamıştır." 1.1- Bedir kasabası Medine'nin 120 km. kadar güneybatısında ve Kızıl Deniz sahiline 20 km. uzaklıktadır. Bedir, Mekke'den gelip Medine'den geçerek Suriye'ye kadar uzanan yol üzerinde olup, Mekke-Medine arasındaki konak yerlerinden biri idi. Müslümanları Bedir’e sevk eden şey, Mekkelilerin zenginlerinin bu kervana katkıda bulunmaları elde edilecek kârla Medine’de Devlet kuran Müslümanlara karşı saldırmalarını önlemekti. Hicretten önce Abdullah b. Übey b. Selül adındaki kabile reisi Medine'de taç giyip kral olmak üzere idi. Fakat akrabalarının ve destekçilerinin büyük bir kısmı müslüman olup Hz. Peygamber’i (s.a.s.) şehirlerine davet edince, artık burada bir Arap devleti değil İslâm devleti kurulmuştu. Bunu bir türlü içine sindiremeyen Abdullah b. Übey, etrafındaki bazı adamlarıyla birlikte İslâm'a girdiklerini söylemişlerse de asla içten iman etmemiş, münafıklıklığı tercih etmişlerdi. Bu durumu fırsat bilen Mekkeli müşrikler, eski dostları olan İbn Übey'e bir mektup yazarak: "Siz bizimkileri barındırdınız. Ya siz Muhammed'i öldürür veya yurdunuzdan çıkarırsınız yahut biz hepimiz toptan gelip üzerinize saldırır erkeklerinizi öldürür kadınlarınızı esir alırız." diyerek gözdağı verip, tehdit etmişlerdi. Ayrıca Mekkeli müşrikler defalarca müslümanları tehdit edip, onlara Medine yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikleri eliyle zararlar vermişlerdir. 1.2-"Yaklaşık 300 kişilik bir askeri birlik" değil, hatta isimleri bile tespit edilmiş olan 313 kişilik askeri birliktir. 2-"Haberi alan Mekke müşrikleri de askeri bir birlik hazırlayıp kervanlarını savunmak istemiştir." 2.1- Mekkeli müşriklerin finanse ettiği kervanın reisi Ebu Süfyan, müslümanların üzerine geldiğini haber alıp Bedir'den epeyce uzaklaşmış, bir hayli yol almıştı. Tehlikenin kalktığından emin olunca, Kays bin İmrü'l-Kays ismindeki adamını Kureyş'e gönderip; "Ey Kureyşliler! Siz kervanınızı, adamlarınızı ve mallarınızı muhafaza etmek için Mekke'den yola çıkmıştınız. Biz tehlikeden kurtulduk. Artık geri dönünüz!.." dedi. Ayrıca; "Müslümanlarla çarpışmak üzere Medine'ye gitmekten sakının!" diye tavsiyede bulundu. Kays, müşrik ordusuna haberi getirdiğinde, Ebu Cehil; "Yemin ederim ki, Bedir'e varıp üç gün üç gece şenlik yapıp, develer boğazlar, şarab içeriz. Etraftaki kabileler bizi seyrederek, halimize imrenirler ve hiç kimseden korkmadığımızı görürler. Bundan sonra, heybetimizden, kimse bize saldırmaya cesaret edemez. Ey yenilmez Kureyş ordusu! Yürüyün..." dedi. Eğer Mekkeliler mallarını koruma derdindeyse Kervanın emniyette olduğunu öğrenmelerine rağmen niye Bedir’e müslümanlarla savaşmaya gittiler? Cevabı gayet açık, Sayı ve silah üstünlüklerine güvenerek müslümanları ortadan kaldırabileceklerini sandılar. 3-"İki birlik Mekke ve Medine arasındaki Bedir denilen bir bölgede savaşa tutuşmuş ve müslümanlar galip gelmiştir. Yaklaşık 70 Mekkeli müşrik bu savaşta öldürülmüş ve Muhammed’in emriyle hepsinin cesedi bölgedeki bir kuyuya balık istifi atılmıştır." 3.1-313 kişilik İslam ordusuna karşı Mekkeli putperestler 100 atlı, 700 develi, geri kalanı yaya olmak üzere 950 kişiydi yani yazar ifade etmek istemese de Mekke'li müşrikler üç kat fazlaydı ve çoğu zırhlı ve ağır silahlarla donatılmıştı ve müslümanlar galip geldi. Yaklaşık 70 Mekkeli müşrik bu savaşta öldürüldü. Müminler ise 14 şehîd verdi. Hz. Peygamber (s.a) birçok Müslüman mücahid yaralı olmasına rağmen Arabistan çölünün kavurucu sıcağında kâfirlerin cesetlerini orada bırakmadı büyük bir çukur kazdırarak oraya gömülmesini emretti. Yazara göre kendilerini öldürmeye gelen düşmanlarının cesetlerini çölün ortasında açıkta bırakması ve Medine'ye dönmesi daha iyi olmuş olabilir o kendi fikridir. 4-"Bu savaşın nedeni Müslümanlara göre Mekke’den göç eden 80–100 civarındaki müslümanın evlerinin ve mallarının Mekkeliler tarafından yağmalanmasıdır." 4.1-Daha öncede ifade ettiğimiz gibi kervana yönelik bu hareketin asıl nedeni Medine’ye kadar gönderilen çapulcu birliklerin müslümanlara zarar vermesine bir misilleme, kervan parasıyla da silah, kiralık asker ve gerekli teçhizat alarak Müslümanları imha harekâtına geçmelerini önlemektir. Medineye hicret eden müslümanlar zaten Mekke'de mallarını gözden çıkararak hicret etmişlerdi. 4.2-Ayrıca 80–100 civarında evin yağmalanması diyerek geçiştirilen eylemlerde sadece mala yönelik yağmalamalar değildi. 80 ev kabul edilse bile yaklaşık 4’er nüfustan 320 kişilik bir topluluğun zarar görmesi söz konusudur. Öldürülen kafir olunca kıyamet koparanlar, nedense müslümanlar öldürülünce hümanist düşüncelerden hemen vazgeçiveriyorlar. 5-"Oysa bu gerekçeler aşağıdaki nedenlerden dolayı kabul edilemez: Mekke' den hicret eden müslümanlar, İslami kaynakların da özellikle belirttiği gibi fakir insanlardan oluşmaktadır. İçlerinden Ebubekir haricindekilerin önemli bir mal varlığı yoktur. Bu nedenle Mekke' de yağmalanacak önemli bir mal varlığından bahsedilemez." 5.1-Yazının başından sonuna kadar hiçbir İslami kaynaktan söz edilmezken yazarın burada birden İslami kaynaklardan söz etmesi ama o İslami kaynakların adını vermemesi ilginçliklerden birisidir. Acaba yazar için önemli malın ölçüsü nedir? Fakir bir kişinin bir kilimi bile kendisi için değerlidir ve onu vermemek için gerekirse kavga eder. 5.2-Muhacirlerin hepsi fakir değildi, Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Ömer, Abdurrahman bin Avf…gibi oldukça fazla malvarlığına sahip ve bunu İslam ve müslümanlar için harcamış sahabiler vardı. 6- "Göç eden müslümanların evini yağmalamaktan dolayı bütün Mekke halkı sorumlu tutulamaz. Adil yargı prensibine göre sadece yağmaya karışanların cezalandırılması gerekirdi. Oysa Mekke ticaret konvoyu yağmalanmak istenmiş, bu ise Muhammedin bir ayrım yapmadığını göstermiştir." 6.1-Kervanda bütün Mekke halkının malı yoktu, Mekke aristokrasisinin savaş çıkarma kararı alması üzerine, savaş hazırlıkları için çıkarılmış bir kervandı yani zenginlerin mallarını taşıyan bir kervandı. Ayrıca 950 kişilik bir ordu çıkarmış olan Mekke'nin o zaman ki nüfusu göz önüne alınırsa ailelerden savaşa katılmayan kalmamıştır. Burada yazar yukarıda yazdığı "...İslami kaynakların da özellikle belirttiği gibi fakir insanlardan oluşmaktadır" ve "Göç eden müslümanların evini yağmalamaktan dolayı bütün Mekke halkı sorumlu tutulamaz" diyerek kendi kendine ters düşmüştür. 7- "Bu nedenlerden dolayı İslamcıların Bedir Savaşının kökenindeki müslüman saldırganlığını örtme amacıyla gösterdikleri bahaneler gerçekçi değildir. Asıl neden Mekke'den Medine'ye göçe eden Müslümanların geçim sıkıntısına düşmesidir." 7.1-Anlaşılan yazar, Cahiliye Mekke toplumunun ne kadar savaşçı bir toplum olduğundan, İbrahim (a.s.) zamanında konulan bir hüküm olan savaşılması yasak olan dört aydan ve arapların savaşmak için bunları nasıl değiştirdiğinden bihaber ki "müslüman saldırganlı"ğından bahsetmektedir. Eğer biraz arap kaynaklarını araştırsaydı onların edebiyatının savaş, kahramanlık ve cömertlik üzerine kurulu olduğunu görür, gerçek saldırganların Mekkelilerin olduğunu anlardı. Medine'ye göçen Mekkeli müslümanların ne ekecek verimli tarlaları ne de geniş gelir getirecek arazileri vardı ama kafirlerin anlamakta zorluk çektikleri ve kıyamete kadar da anlayamayacakları bir İslam kardeşliği vardı. Eğer Hz. Peygamber’in gayesi ganimet ele geçirmek olsaydı bunu Medine’de yaşayan ve çok zengin olan ayrıca savaş konusunda da Mekkeliler kadar tecrübeli olmayan Yahudilerden başlaması daha mantıklı olurdu. Medine’de en verimli topraklarda yaşayan ve karlı işleri yapan onlardı. 8-"Her ne kadar Medineli müslümanlar onlara bir miktar yardım ediyorduysa da bu Muhammedin amacına ulaşması için yeterli bir maddi yardım değil idi, ancak karınları doyuyordu. Medine'de zor durumda idiler çünkü yeterli toprakları yoktu. Müslümanların büyük çoğunluğu fakirlerden oluşuyordu." 8.1-Hz. Peygamber Muhacirlerle Ensar'ı kardeş ilan etmişti. Bu dünya tarihinin görmediği bir kardeşlikti. Medineli ensar mallarının yarısını Mekkeli muhacire verdi. Mütevazı bir hayat yaşayan ve bunu tavsiye eden Hz. Peygamber için ve müslümanlar için bu yeterliydi. Çünkü peygamberin risaletten önceki hayatı nasıl idiyse ölmeden önce ki yaşantısı da öyleydi. Sonuç: Ne Bedir ne Uhud ne de Hendek savaşı saldırı amaçlı savaşlar değildi.
  12. Dabbetül arz, mehdidir diyebilmek için hiç hadis bilmemek gerekir. Dabbetularz farklıdır Mehdi(a.s.) farklıdır.
  13. akıncı

    Din uzerinden insanlari kullanmak

    Müminler “Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiğinde” kendine itaatten başka bir tercihin kalmadığını çok iyi bilir de kendi heva hevesleriyle Allahın ayetlerini çarpıtmamak için Allah rasulünün hadislerini baş tacı ederler.
  14. İnsanların madi ve manevi doyuma ulaşması için hakkı hakikatı bilme gibi bir problemleri olması gerektiğini düşünüyorum. Ateistlerin-kafirlerin İslamı ne kadar bildikleri malumuzdur. Din afyondur sözünü ağzına sakız yapanların, bu sözü söyleyinin hangi şartlarda söylediğini dinler tarihini bırakın İslamı ne kadar araştırdıklarını düşünmeleri zamanı daha gelmemiş demekki. Müslümanların ilim tarihine katkı sağlamadığını ve İslamın kanla beslendiğini söyleyenlerin bırakın İslam tarihini osmanlı tarihinden bile bihaber oldukları aşikardır. Onlar önce kızılkmerler-polpot yönetiminin ve kominist bloku ülkelerinin kendi halkına yaptıkları zulmun hesabını versinler.
  15. 1-Humeyni den zırva: Sistani eşiyle arkadan ilişkiye girmeyi şiddetle mekruh kabul ederken Humeyni,Eşine dübürden ilişkinin caiz olması, bunun şiddetle mekruh olmasından daha kuvvetli bir görüştür. eğer eşinin rızası yoksa ihtiyaten bunu terk etmelidir." diyor. 2-Humeyni utanmadan Hz. Peygamberin "Tebliğ" görevini yerine getirmediğini söyleyebiliyor. Keşfu'l Esrar"da. Bunu diyene biz kafir deriz. 3-Şiilerin duası:Allahüme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammedin, vel'an sanamey kureyşin ve cibteyhima ve taguteysima ve ibne teyhima YANI Ey Allahım! Muhammedin kendisine ve Muhameddin Alinin üzerine rahmetini lütfet, kureyşþin iki putuna, iki cibri tagutuna (ki bunlardan kasıt Hz. Ebu Bekir ve Hz Ömer dir) ve Bunlarýn iki kızıýna (Hz. Aişe validemiz ve Hz Hafsa Validemiz) lanet et 4-Hameneyin fetvası(?) Hz. Ali ilah değildir ama ilahtan aşağı değildir diyen Aliyyullahilerin hukmu nedir? el-Cevap: Allahu tealaya ortak koşmuyorlarsa müsrik hükmünde değillerdir. Amerikanın İrana saldırı hazırlıkları yaptığı su sıralarda amerikadan nefret eden turkiye muslumanları karşınıza alacağınıza yanınıza almayı deneyin bu sizin için daha faydalı olurdu
  16. Hizbi genç isimli arkadaş anlaşıldığı kadarıyla sapla samanı ayırt etmesini bilmeden siyasi mezhepler tarihine girmiş. Arapçası olmadığı için de önüne gelen herşeyi karanlıkta odun toplayanların önüne hergelen şeyi topladığı gibi toplayıp delil adına serdediyor. Daha önce kısa bir mesaj yazmıştım belki anlar diye ama anlamadığı anlaşıldı.. 1-Alimlerimiz sahabeden gelen hadisleri kimden gelirse gelsin tasnif etmişler, Zayıfını sikasını mevzusunu ayırmışlardır. Şiiler ise sahabenin büyük bir çoğunluğunu reddetmiş ve tan etmiş, ehli beyt ve çok az bir sahabeden gelen hadisleri kendilerine delil almışlardır. 2-Ali ef. ustunluğunu gösteren hadislerin yanında diğer üç imamın da ustunluğunu gösteren onlarca hadis gönderebilirim. Kafanuızı biraz dışarı çıkarın da onları da görün. 3-Hz. Peygamberin kendisinden sonra yerine gecmesini istediği Ali ef. değil Hz Ebubekir dir ve efendimiz hastalığında hz. Eişe istememesine rağmen imamlığa gecmesini istemiştir. 4-Hz Ali ye ehli beyte zulmedenler benim ve ehli sunnetin temsilcileri olamaz eğer dediğin gibi olsaydı. İmamı Azam Ehli beytten Zeyd'in kıyamını desteklemez ve maddi destek sağlamazdı. Emevilerin hutbelerde ehli beyte ettiği hakaretleri de kaldıran Hz. Ömer in torunlarından yine emevi halifesi Ömer ibni Abdulazizdir bunu da unutmayın... 5-Hz. Alinin kızını Hz. Ömer e eş olarak verdiğini yazmıştım es geçmişsin herhalde işine gelmedi. Size anlatılan masalda Ali ef. takiyye yaptığı öğretildi bu masala beni inandıramazsınız. 6-"Şıkşıkıye" diye uydurma hutbeden bahsetmişsin ben bahse konu bile almıyorum uydurma olduğu adından belli herhalde "şakşuka" yemeğiyle karıştırmış bunu uyduran. 7-Şia ve Sünni alimlerinin ekseriyeti itiraf etmektedirler" demişsin sünnet ashabına iftira etmişsin buyuk bir çoğunluğu onun uydurma olduğunda ittifak etmiştir. Verdiğin kaynaklardan "Es-Savaigu'l Muhriga fir red ale ehil bideı vezzendiga" nın neden bahsettiğinden haberin bile yok istersen dört halifenin ve Hz. Muaviyenin ustunlunden bahseden bölümlerini tercüme ettir ilmin artsın. 8-Gadir-i Hum’da 120,000 sahabe hazır bulunmuştur. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) minbere çıkarak oldukça uzun bir hutbe okudu. Bu hutbenin çoğu yerinde Hz. Ali (a.s)’ı övdü, Hz. Ali (a.s) hakkında inen ayetleri okudu" yani sana ve senin gibi düşünenlere göre 120 000 sahabe gerçeği gizledi yani hepsi Hz Aliden nefret ediyordu? Kuranın nuzulune Hz. Ali sebeb olabilir tıpkı diğer pek çok sahabenin vesile olduğu gibi bu onun Hz. Peygamberden sonra halife olacağı anlamına gelmez. Zeyd bin Haris adı Kuranda gecen tek sahabedir o halife olsa daha iyi olurdu ha ne dersin??????????? 9-Hz.Ali; Ebu bekir, Ömer ve Osmana her turlu yardımı yapmış Hz. Osmanın sehid edildiği gunu oğulları Hz Hasan ve Huseyin ef. eşkiyalar içeri girmesin diye Hz. Osmanın kapısında nöbet bekletmiştir. 10-İslam saltanatı getirmemiştir ki Peygamber nesli halife olsun hep ehli beyt halife olsun. İslam ehliyete önem verir. Eğer sizinkiler sözlerinde duran dürüst insanlar olsaydı İran cumhurbaşkanları ve başbakanları hep ehli beytten olurdu. Ama saf insanları tarihle oyalayıp birileri makama geciyor. Umarım anlamışsındır yazılanları
  17. Hz. Ali efendimizin ustun olduğunu göstermek için diğer sahabelere dil uzatman gerekmez. Zayıf ve mevzu hadislerle Ali efendimizin faziletinini anlatmana gerekte yok. Biz ehli sünnete göre de fazilet sırası hilafet sırasıdır. Kitap ve sünnete bağlı ehli beytte başımız üzerindedir. Hz. Alinin de kızını Hz. Ömerle evlendirdiğini de unutma. Hz Ömer kötü ise Ali ef. niye kızını verdi
  18. MEHDİ (Aleyhisselam) HAKKINDAKİ HADİSİ ŞERİFLER Mehdi'nin soyu konusunda en saglam delil kabul edilen Ebu Davud'ta kaydedilen rivayettir. Buna göre Mehdi ,,Fatima'nin evlatlarindandir" ve ,,Hasan'in soyundandir." Her ne kadar bazilari Mehdi'nin Hz. Abbas'in soyundan gelecegini söylemislerse de, bunun hadislere ters düsecegi ifade edilmistir. Zira Hz. Peygamberin soyundan gelmesi hususundaki hadisler daha çok ve daha sahihtir. Hatta bazi hadis hafizlar: Mehdi'nin Peygamberimizin neslinden olmasi hususunun tevatür derecesine vardigini söylemislerdir." Ibn Hacer el-Heytemi, hadislere dayanarak onun Hz. Hasan'in soyundan olacagini, isminin Muhammed, babasinin isminin Abdullah olacagini, alni açik, burnu ince, dis1eri seyrek olup yedi sene hükümdarlik yapacagini anlatir. Yani mehdi nin ismi Muhammed babasının ismi de Abdullah tır. hicri 13. yıl müceddidi merhum muhakkık ve mudakkik alimlerden zahidul kevseri de mehdi nin geleceğini beyan etmiştir.
  19. ORUCUN KÖKENİ: GÜNEŞE TAPMA MI? Rıza GÖRÜŞ İslam’a ve müslümanlara her fırsatta saldırmayı kendisine şiar edinen T. Dursun şöyle başlıyor yazısına: 1-Sâbiler’in ismi Kur’anı Kerimde üç yerde geçmekte ancak inanç ve ibadetlerin söz edilmemektedir. “..İbrahim Peygamber, yıldızı görür, yıldıza , “Tanrım” der; Ay’ı görür, Ay’a “Tanrım” der. Güneş’i görür, Güneş’e “Tanrım” der. Bu gökcisimlerinden Güneş’i daha büyük ve daha parlak görünce, “İşte Tanrım budur, bu daha büyüktür” diye konuşur. Ne var ki, “Tanrı” dedikleri batınca, onlara “Tanrı” demekten vazgeçer. İbrahim Peygamber önce yıldızdan, sonra Ay’dan en sonunda da Güneş’ten vazgeçer. Kur’an’ın En’am Suresi’nin 76, 77 ve 78. Ayetleri böyle anlatır, İbrahim Peygamber’in “asıl Tanrı”ya dönüşünü… 1-Hz. İbrahim’in “Tanrı” arayışını Kur’an ayetlerinden aktararak vermektedir. Sonunda da “Güneş’ten vazgeçer. Kur’an’ın En’am Suresi’nin 76, 77 ve 78. Ayetleri böyle anlatır, İbrahim Peygamber’in “asıl Tanrı”ya dönüşünü.” Diye bitirir. Aklınca Hz. İbrahim’in Yıldızları ve Güneşi Tanrı olarak kabul eden Sabii’lerden etkilendiği imajını vermek istemekte ve buna zemin hazırlamaktadır. Ancak En’am suresinin 78. ayetinin anlamını vermemekte kısa bir cümleyle geçirmekte okuyucuya dürüst olduğunu(!)göstermek içinde sadece 78. ayet numarasını vermektedir. İsteyen okuyucu oraya baksın der gibilerden ama kaç tane okuyucusu açıp Kur’ana bakacaktır ki? Kendisini zamanın en büyük alimi olarak lanse etmiştir ya. Ama nedense ayetlerin devamı ve sonucu olan “Ben, her dinden geçip yalnız hakka eğilerek yüzümü o gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim." dedi.” 79. Ayet numarasını vermemiştir. Hadi onu görmemiştir diyelim… Biz aşağıda Kuranı Kerim de Hz. İbrahim’in Tanrı değil ama “Rab” arayışının ayetlerinin tercümesi vererek okuyucuların yardımcı olalım. 76.Üzerini gece kaplayınca bir yıldız gördü: "Bu imiş Rabbim!" dedi. Batıverince de: "Ben böyle batanları sevmem." dedi. 77.Ay'ı doğarken görünce: "Bu imiş Rabbim!" dedi. Batınca da: "Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermemiş olsaydı, muhakkak ki, şu şaşkın topluluktan biri olacakmışım." dedi. 78.Güneşi doğmak üzere görünce: "Bu imiş Rabbim, bu hepsinden büyük!" dedi. O da batınca: "Ey kavmim, haberiniz olsun, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım! 79.Ben, her dinden geçip yalnız hakka eğilerek yüzümü o gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim." dedi. Ayetlerden de anlaşılacağı gibi Hz. İbrahim’in Rabbini araması, gerçek yaratıcıyı bulmasıyla son bulmuştur. 2-“İbrahim Peygamber’i Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar paylaşamaz. Ali İmran Suresi, O’nun için “hanif” ve “müslim”di der. İbn Nedim’in ünlü “El Fihrist” adlı eserinde “Hanifler” şöyle tanıtılır: “Hanifler, İbrahimci (el İbrahimmiye) Sabiilerin ta kendileridir.(s.32)” 2-İslam’ın, Yüce Allah tarafından gönderilen dinlerin bir devamı olduğu, Âdem’den (a.s) beri gönderilen peygamberlerin hep birbirini desteklediğini ilkokul mezunu bir çocuk bile bilirken, "İbrahim’i(a.s) üç dinin mensuplarının paylaşamadığını" söylemesi abesle iştigaldir. Ayrıca Kur’an’ı Kerim, İbrahim’in (a.s) gerçek kimliğini şu ayetle ortaya koymuştur. “İbrahim, ne yahudi ne de hıristiyandı; ancak o, lekesiz bir müslümandı ve Allah'a ortak koşanlardan da olmamıştı.”(Âli İmran 67). 3-"Muhammed de Sabii olarak tanınıyordu. Muhammed'in arkadaşlarından iki kişi bir kadınla konuşuyor: “Haydi yürü gidelim!” dediler. “Nereye?” diye sordu kadın. “Tanrı’nın elçisine” diye karşılık verdiler. “Haa, şu kendine Sabii denilen kimseye mi?” diye sordu kadın. “Evet, işte o senin söylediğin kimseye.” Başka hadisler de aynı gerçeği doğrular." 3-Bazı rivayetlerde Hz. Muhammed’e “sâbiî” denildiğini gören DURSUN, aklınca Hz. Muhammed'in (s.a.) sâbiîlikten etkilendiğini yada dini onlardan aldığını ima etmeye çalışıyor. Bu "sav"ını kendince İbn Nedim’in “El Fihrist”inde ki; “Hanifler, İbrahimci (el İbrahimmiye) Sabiilerin ta kendileridir.” sözüyle delillendirmeye de çalışıyor. DURSUN yine “mal bulmuş mağribi gibi” balıklama atlamış, alıntı yaptığı o kelimenin ne anlama geldiğini anlamamıştır.Tabi yazar sabiîliğin ne demek olduğundan habersizdir. Anlayamadığı bu kavramı kendisinin takipçilerine biz anlatalım belki akılları başlarına gelir de kâfirliklerinden vazgeçerler. “Saba-Yasbau” ya da “sabâ-yasbû” fiil kökünden türetilen “Sâbiî” kelimesi “dönen” anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber Kureyş’in dinini terk ederek yeni bir inanç sistemini savunduğundan dolayı kendisine müşrikler “dönen” anlamına gelen “Sâbiî” demişlerdir. Halid bin Velid’le Cezime kabilesi mensupları arasında geçen olayda Cezimeliler “dinimizi değiştirdik” ya da “İslam’a girdik” anlamına gelene saba’nâ saba’nâ demişlerdir. 4-Abdest, namaz, cenaze namazı, fıtr bayramı, kurban, hac, Kabe’nin kutsallığı gibi inançların hepsi, yıldızlara ve Güneşe tapan Sabiilik’te var. Allah, Rahman, Kur’an, Furkan, kitab, melek, insan, Adem, Havva, nebi, salat, alem hep Süranca’dır 4.1-Bir dildeki kavramların bir diğer dile geçmesi, bir dilin bir başka dilden kavramlarıyla aynı olması yadırganacak bir durum mu ki? Kur'anı Kerimde yabancı kelime olup olmadığı konusunda Kurtubi tefsirinden yaptığımız alıntı umarız faydalı olur. Kur´ân-ı Kerim´de arapların anlatım üslubuna göre dizilmemiş söz dizisinin olmadığı, bununla birlikte Kur´ân-ı Kerim´de İsrail, Cibril, İmran, Nuh ve Lut gibi arap dili ile konuşmayan kimselere ait özel isimlerin bulunduğu hususunda imamlar arasında görüş ayrılığı yoktur. Ancak tek tek özel isimlerin dışında arapça olmayan, birtakım lafızların kullanılıp kullanılmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib, et-Taberi ve başkaları Kur´ân´da arapça olmayan lafızların bulunmadığı görüşündedirler. Onlara göre, Kur´ân-ı Kerim apaçık bir arapçadır. Kur´ân-ı Kerim´de bulunup da diğer dillere nisbet edilen bazı kelimeler de aslında değişik dillerde kullanılan ve söyleyişi birbirine benzeyen kelimelerden ibarettir. Bu gibi kelimeleri araplar, farslar, habeşliler ve başkaları ortak söyleyişlerle kullanmışlardır. Bazı imamlar ise, arapça olmayan lafızların var olduğu kanaatindedirler. Bunlara göre bu kelimeler oldukça az olduklarından dolayı Kur´ân-ı Kerim’i apaçık bir arapça olmaktan çıkarmazlar. Rasûlullah’ı da(s.a) da kendi kavminin diliyle konuşan bir kimse olmaktan çıkarmazlar. Mesela, "el-mişkât" kelimesi, (bk. en-Nur, 24/35): "Kandilin konulduğu duvar içerisindeki oyuk" demektir. Yine "neşe’e" kelimesi geceleyin kalkmak anlamındadır. Yüce Allah’ın: Muhakkak geceleyin kalkmak" (el-Müzemmil, 73/6) buyruğunda da bu kelime kullanılmıştır. Yüce Allah’ın: buyruğu "size iki kat verir" anlamındadır. (el-Hadid, 57/28). Arslandan ürküp kaçana"( el-Müddessir, 74/51) buyruğunda yer alan ve "arslan" anlamında gelen "kasvere" gibi. Bütün bunlar Habeşçedir. el-Ğassak, Türkçede kokuşmuş ve soğuk anlamındadır. el-Kıstas rumca’da mizan, terazi demektir. Siccil, farsçada taşlı çamur anlamındadır. Tur, dağ anlamındadır. el-Yemm, süryanice deniz anlamındadır. et-Tennur ise acemcede yeryüzü anlamındadır. İbn Atiyye der ki: Bütün bu kelimelerin gerçek durumu şudur. Bunlar asıl itibariyle arapça değildir. Fakat araplar bu kelimeleri kullanmış ve arapçalaştırmışlardır. O bakımdan bu kelimeler arapçadırlar. Kur´ân-ı Kerim’in dilleriy­le nazil olduğu Arab-ı aribenin ticaretlerle Kureyşlilerin Şam ve Yemen tarafına yaptığı yolculuklarıyla Müsafir b. Ebu Amr’ın Şam´a, Ömer b. el-Hattab’ın, Amr b. el-As’ın, Umare b. el-Velid’in Habeşistan’a yolculuk yapmalarında görüldüğü şekilde, diğer dillerin bazı kelimelerinin karıştığı da sözkonusu olmuştur. Dil konusunda sözleri belge mahiyetinde olan el-A’şa´nın Hire’ye yaptığı yolculuk ve oranın hıristiyanlarıyla sohbeti de bu türdendir. İşte bütün bunlar aracılığıyla arapçaya, arapça olmayan birtakım kelimeler de karışmıştır. Bunların bir kısmının harfleri azaltılarak değiştirilmiş, arapça olmayan kelimelerin ağır söylenişleri hafifletilmiş ve araplar bu kelimeleri şiirlerinde, karşılıklı konuşmalarında kullanmaya başlamış, nihayet bu kelimeler sahih arapça kelimeler gibi kullanılır olmuş, bunlarla birtakım hususlar açıklanır olmuştur. İşte bu noktada Kur’ân-ı Kerim de bu gibi kelimeleri kullanmıştır. Herhangi bir arap, bu kelimeleri bilmiyor ise, onun da başkasının dilini açık bir şekilde bilmeyişine benzer. Nitekim İbn Abbas "Fatır" kelimesinin ve benzeri bazı kelimelerin de manasını bilmiyor idi. İbn Atiyye der ki: Taberî’nin kabul ettiği, benzer kelimeler iki dilde de müşterek olarak kullanılan lafızlardır, şeklin­deki kanaati uzak bir ihtimaldir. Çünkü çoğunlukla rastlanılan, bu kelimelerden birisinin aslı teşkil etmesi öbürünün de ondan dallanıp budaklanması şeklindedir. Bununla birlikte biz, söyleyişler arasında uyumun az ve istisnaî olabileceğini de reddetmiyoruz. Başkaları ise şöyle demiştir: Ancak birinci görüş daha doğrudur. İbn Atiyye’nin: Arapların kullandıkları bu kelimeler, başkalarının dilinde asıl ve arapçaya da sonradan girmiştir, sözü bunun aksinin böyle olmasına tercih edilebilecek durumda değildir. Çünkü arapların önce bu kelimeleri kendi aralarında kullanmış olma ihtimali de vardır. Eğer önce bu kelimeleri onlar kullanmış iseler, bu kelimeler arapça demektir. Çünkü onların dillerindeki bu kelimelerin, ancak kabul ettikleri ve verdikleri mana ile kullanıldıkları görülmektedir. Başkalarının bazı kelimelerde onlara muvafakat etmiş olmaları da uzak bir ihtimal de değildir. Bu görüşü büyük imam Ebu Ubeyde dile getirmiştir. Bu kelimeler, arapların kullandıkları sözlerin vezinlerine (kalıplarına) uygun değildir. Dolayısıyla bu kelimeler arapça olmaz, denilecek olursa cevabımız şudur: Arapların kullandıkları bütün vezinlerin tek tek tesbit edildiğini kim söyleyebilir ki, bu tür kelimelerin bu vezinlere uymadıkları ileri sürülebilsin? El-Kadı, arapların kullandıkları vezinlerin asıllarını uzun boylu araştırmış ve nahivcilerin izlediği yola uygun bir şekilde bütün bu isimlerin arap dilindeki kalıplara uygun olduklarını tesbit etmiştir. Eğer araplar, bu kelimeleri karşılıklı konuşmalarında kullanmamış ve bu kelimeleri bilmiyor olsalardı, Allah’ın onlara bilmedikleri bir şekilde hitap etmesine imkân olmazdı. O takdirde Kur´ân-ı Kerim de apaçık bir arapça olmaktan çıkardı, Rasûlullah (s.a) da kendi kavmine kendi dilleriyle hitap eden bir kimse olmazdı. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. Kaynak olarak sâbiîlerin dilini ve dinini alan yazar, acaba sâbiî dilinin bir başka dilden ve dinden etkilenip o dildeki kelimeleri ve dini kavramları alabileceğini nedense hiç düşünmemiştir. Nitekim Sâbiîler, Babil’den direk olarak etkilenirken grek-hellenistik vasıtasıyla da Mısır’dan etkilenmiştir yani onların medeniyetinin bir devamı niteliğindedir. 4.2-Allah: Şu bir gerçektir ki Araplar Allah lafzını kullanıyor ve biliyorlardı. Dil bilginleri bu ismin türemiş (müştak) midir, yoksa zat-ı bari’nin özel ismi olmak üzere mi konulmuştur hususunda da farklı görüşlere sahiptir. İmamı Şa­fiî, Ebu’l-Meali, el-Hattabi, el-Ğazzali, el-Mufaddal, el-Halil, Sibeveyh gibi birçok arap dil bilgini ve İslam âliminin “Allah ismi, özel isimdir türememiştir” sözünü bir kenara bıraksak bile, türemiş bir isim olduğunu kabul eden dil âlimleri lah-elihe-lahe-velehe kelimelerinden türemiş olabileceklerini söylemiş ve bunu delillendirmeye çalışmışlardır ama hiçbir âlim bunun Arapça olmadığını iddia etmemiştir. T. Dursun da âlim olmadığına göre onun sözünün ne değeri olur ki? 4.3-Rahman: İnsanların cumhuru (çoğunluğu) "er-Rahmân" lafzının mübalağa ifade etmek üzere "rahmet" kökünden türemiş ve mebni bir kelime olduğunu kabul etmektedir. Manası ise, eşsiz olan rahmet sahibi demektir. İbnu´l-Enbârî´nin "ez-Zâhir" adlı eserinde zikrettiğine göre el-Müberred "er-Rahmân"ın İbranice bir isim olduğunu, Ebu İshak ez-Zeccac "Meani´l-Kur´ân" da: Ahmed b. Yah­ya dedi ki: "er-Rahîm" arapça ve "er-Rahmân" İbranicedir. Fakat bu kabul edilmeyen bir görüştür. 15 asırlık İslam tarihinde bu kelimenin Arapça olmadığını söyleyen iki kişi çıkmıştır ve onlarda dikkat edilirse bu kelimenin kökenin İbranice olduğunu iddia etmişlerdir. 4.4-Melek: Sâbiîlerin tapındıkları yüce varlığa verdikleri bir isim olan Malka d Nhura terimindeki “malka”, T. DURSUN’u şaşırtmış, melek kelimesinin Mandence’den geldiğini sanmış olsa gerek. 4.5-Kurban:Sâbiîlerce kutsal öğretilerin deri üzerine yazılması yasaklanmıştır. Zira her ne kadar Sâbiîler bazı ayinlerinde zaman zaman çeşitli hayvanları kurban etseler de onlarca genel bir kural olarak hayat yıkmak anlamına gelen öldürmenin doğru olmadığına inanılır. Bu nedenle öldürülen hayvanların derilerini dini metinler için kullanmayı hoş karşılamamaktadır. Sâbiîlerde kurban ayrı bir ibadet şekli olmaktan ziyade rit yemeklerinin bir parçası olarak kabul edilir. Kesilecekse koç ya da güvercin kurban edilir. Koyun kurbanına izin verilmez. Masigta töreninde kurban edilen güvercin tören bitiminde kutsal ekmeklerle birlikte kült kulübesine gömülür. Sâbiîlerde sığır ve tavuk gibi diğer hayvanların kurban edilmesi ise hoş karşılanmaz. Kurban töreninde rahibin hazır bulunması gerekir. Kesilirken dikkat edilecek hususlar 1-Demir bir bıçağın kullanılması 2-Kurban kesilirken rahibin elinde yaklaşık 15 cm uzunluğunda bir değneğin bulunması 3-Kurban öncesi rahibin bıçak ve değnekle nehirde vaftiz olması 4-Kesim sırasında rahibin Kuzeye doğru dönmesi 5-Kesim sonrası rahip elinde tuttuğu değneği nehre atması. Şimdi İslam'da ki kurbanla, Sâbiîlikte kurbanın ne alakası var diye sormak lazım. 4.6-Nebi:Sâbiî kutsal kitaplarında peygamber kelimesine karşılık olarak nbiha terimi kullanılır.Sâbiî metinlerinde iki grup peygamberin varlığından bahsedilir. Sâbiîlerce iyi olarak kabul edilmeyen İbrahim, Musa ve İsa tarihi şahsiyetlerin oluşturduğu ilk grup nbiha d kadba (sahte peygamber veya sahteliğin peygamberi) olarak adlandırılır. nbiha d kuşta (gerçek peygamber veya doğrulun peygamberi) olarak adlandırılan ikinciemsilcisi ve eğiticisi olarak Yüce Tanrı tarafından görevlendirilen Şit ve Yahya gibi kişiler bulunmaktadır. İslam'daki nebi kelimesinin sâbiîlikteki nbiha kelimesinden geldiğini iddia eden Dursun'a şunu sormak isterdik acaba Türkçedeki malak kelimesi de sâbiîlikte olduğunu iddia ettiği melek kelimesinden mi gelmiştir. Ön bilgi olarak şunu verelim onlarda melek inancı yok. Şimdi nerede kaldı sâbiîlerin İbrahimi olduğu? Diğer kelime yapıları üzerinde durmayı gereksiz görerek sözü uzatmak istemiyor, verdiğimiz örnekler DURSUN’un ilmi kariyerini gözler önüne sermeye yeter diye düşünüyoruz. 4.5-“Hac, Kabe’nin kutsallığı inançların hepsi, yıldızlara ve Güneşe tapan Sabiilik’te var” diyen yazar, Kabe’nin Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yapıldığını ve bunun Kur’anda da ifade edildiğini nedense göz ardı etmektedir.........devamı var
  20. 5-..Ramazan ayında Müslümanların tuttuğu oruç da Sabiilik’ten geliyor. Müslümanlıkta, “farz” oruçlar bir aydır. Bu ay da kimi zaman 29, kimi zaman 30 gün çeker. Sabiilik’te de aynen böyle. Ibn Nedim, “El Fihrist” adlı eserinde, Sabiilik’teki farz orucunun 8 Mart’ta başladığını belirtiyor. Bunun dışında 9 Aralık’ta başlayan 9 günlük bir oruç ta var. Ayrıca, 8 Şubat’ta başlayan 7 günlük bir oruca çok önem veriyorlar. 16 ve 17 günlük “nafile” oruçlara da değiniliyor. 5.1-Öyle ya sâbiîlikte oruç var Müslümanlıktaki oruç ta oradan gelmiştir. “E hristiyanlıkta ve Yahudilikte de oruç var onlardan gelmiştir" demesi daha mantıklı olmaz mıydı? Hem Yahudilik, sâbiîlikten daha önce gelmiştir. Nitekim Yüce Allah: “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara 183) Oruç Hz. Âdem’den beri ola gelen bir ibadettir. 5.2-Yazar “el-fihrist”teki sâbiîlikle ilgili bir bilgiyi alarak istediği gibi evirip çevireceğini sanıyor. Sâbiîlik’te 9 Aralık’ta başlayan ve 9 gün devam eden bir oruç varmış, bu İslam da yok şimdi ne yapacağız. Hz. Peygamberin (s.a.v) tuttuğu ve tavsiye ettiği Pazartesi, Perşembe orucu var, her kameri ayın 13–14–15 inde tuttuğu oruç var, aşure orucu var receb ve şaban aylarında tavsiye edilen oruçlar var ama sâbiîlikteki 9 günlük, 7 günlük, 16–17 günlük oruç yok ne olacak şimdi Turan’ın teorisi suya düştü. 5.3-Şimdi de sâbiîlik'teki orucun nasıl bir ibadet olduğunu görelim: "Sâbiî geleneğinde oruç önemli bir yere sahip değildir. sâbiîlikte oruç, diğer dinlerin bazılarında yer alan yeme-içme ve cinsi münasebetten uzak durmak şeklindeki oruçtan farklı olarak günah ve kötülüklerden uzak durmak şeklinde değerlendirilir." Ginza'da inananlar günah şer ve kötü fiil ve davranışlardan kaçınmak tarzındaki oruca davet edilirler...Bununla birlikte, kutsal kitaplarında yer almamasına rağmen günümüz Sâbiîlerinin yılın bazı günlerinde et yememe orucu tuttukları da bilinmektedir." 6-Namazlarında, Kabe’ye, El Beyt’ül Haram’a dönerler. Mekke’ye ve Kâbe’ye saygı gösterirler.” 6-Sâbiîlikte, yalnızca dua etmekten ibaret olan namaz İslam’daki namazdan oldukça farklıdır. Şekil olarak İslam’daki namazla hiçbir ilişkisi yoktur. Dua sâbiîlerin bütün yaşantılarına baştan sona hakim olan bir unsurdur. (Sâbiîler-son gnostikler-Şinasi Gündüz, s.159) 6.1-Kâbe’ye sadece sâbiîler değil müşrik Araplar da saygı gösteriyordu. Hatta biz günah işlediğimiz elbiselerle Kâbe’yi tavaf etmeyiz diyor ve çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Şimdi Hz. Peygamberin Kâbe’ye saygıyı müşriklerden aldığını söylese daha mantıklı olmaz mıydı? 7-“Bilindiği gibi, Kabe bir Güneş tapınağı olarak yapılıp kullanılmıştı.”…”İslam’ın yapısını oluşturan inanç ve ibadet biçimlerinin tümüne yakını “güneşe tapma” ağırlıklı Sabiilik’ten kaynaklandı.” 7.1-Yazar acaba Kâbe’nin güneş tapınağı olarak yapıldığı ve kullanıldığı bilgisine nereden ulaşabiliyor. Tarihin hangi döneminde güneş tapınağı olarak kullanılmış acaba, kimin tarafından ne için yapılmış? 7.2-Cahil olup ta her konuda bir şeyler söyleme zorunluluğu hissetmek oldukça zor olsa gerek burada yazar “sâbiîliğin güneşe tapınma ağırlıklı olduğunu söylüyor.” Sâbiîlik konusunda Türkiye de otorite olan ve onların kaynak kitaplarını okuyabilecek derecede dillerine vakıf olan Doç Dr. Şinasi Gündüz, Sâbiîlerin inanç sistemlerinin gnostik din anlayışının bütün özelliklerini taşıdığını söyler ve şöyle devam eder: “Gnostik bir dualizm esasına dayalı olan teoloji, demiurg inancı, ruh tasavvuru, kutsal gizli bilgi (gnosis) ve kurtarıcı (redeemer) doktriniyle Sâbiîlik derli toplu tipik bir gnostik geleneği sergiler.” (Sâbiîler-son gnostikler-Şinasi Gündüz, s.64) 7.3-"Sâbiîler yıldızlara tapıyorlardı. Yıldızların içinde de en başta, Ay ve Güneş sayılıyordu" diyen özellikle de güneşe taptığını söyleyen Turan’ın peşinden gidenlere şu örneği de verelim ki kılavuzlarını değiştirsinler. “İçinde bulunduğumuz yüzyılın ilk yarısında Iraklı yazar Abdurrezzak el-Hasanî, Sâbiîlerin kim oldukları nerede yaşadıkları, inanç ve ibadetleri hakkında bir çalışma yayınladı. Bu çalışmasında Sâbiîlerin yıldızların uluhiyetine inanan bir topluluk olduğunu ve yıldız ve gezegenlere tapınmanın Sâbiîlerin temel ibadet şekilleri arasında bulunduğunu iddia etti. Bu çalışmanın yayınlanması, Irak’ta yaşayan ve Arap komşularınca Sâbiî olarak isimlendirilen topluluk içinde büyük huzursuzlukların yayılmasına neden oldu. Zira bu itham, yani Sâbiîlerin yıldız ve gezegenlere tapanlar olduğu iddiası, Sâbiîler için dinlerinin temel inanç esaslarına zıt, kabul edilemez ağır bir suçlamaydı. Bunun üzerine Sâbiî toplumu bu Arap yazar aleyhine mahkemede dava açtı. İçlerinde bir de Ganzibra’nın (baş rahip) bulunduğu bir grup, yanlarına kutsal kitapları Ginza Rabba, Qolasta ve diğerlerini alarak mahkemeye gittiler. Mahkemede, Sâbiî teolojisinde yıldız ve gezegen kültünün kesinlikle reddedildiği ve yıldızlara ve gezegenlere tapanların lanetlendiği ifadeler, bu kutsal kitaplardan Arapçaya tercüme edilerek, yazarın iddiaları aleyhine delil olarak sunuldu ve yazar aleyhine tazminat davası açıldı.” (Abdurrezzak el-Hasanî, es-Sâbi'ûn fî Hâdirihim ve Mâdîhim, Sayda (1955). ss.7-8. Krş. Drower, E.S., The Mandaeans of Iraq and Iran, Oxford (1937), ss.xvii vd.; Şinasi Gündüz, Kur’an’daki Sâbiîlerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme, Türkiye I. Dinler Tarihi Araştırmaları Sempozyumu (24-25 Eylül 1992), Samsun 1992, ss. 43-81) 8-İslam öncesinin Mekke’sinde, “putataparlar” diye adlandırılan bir topluluğun ibadetleri arasında “oruç” da vardı. Bunu, Buhari’nin yer verdiği bir hadiste de açıkça görüyoruz: “Aişe anlatıyor: Islam öncesinde Kureyş, Aşure gününde oruç tutardı..”(Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’s Savm/1.) Burada sorulması gereken şu: ”Putlara taptıkları” söylenen insanlar, “oruç” tutarlarken “hangi Tanrı” için tutuyorlardı? 8.1-Müşrik kelimesinin, kafir-ateist kelimesiyle aynı olduğunu düşünen büyük araştırmacı-gazeteci yazar burada da çuvallamış Mekkeli müşriklerin, Allah’ın varlığını kabul etmediklerini sanmış ya da işine öyle geldiği için bilmemezlikten gelmiş. Araplar Allah’ı biliyordu bunun en basit örneği Hz. Peygamberin babasının isminin Abdullah (Allah’ın kulu) olmasıdır. Ancak şefaat edecekler düşüncesiyle putlara taparak Allah’a şirk koşuyorlardı. Yani araplar tanrıya inanıyordu. Bu kısa bilgiyi, imam-hatipte okuyan herhangi bir öğrenciye sorsaydı öğrenir, Arapların kime ibadet ettikleri konusundaki cehaletini de gidermiş olurdu. "hangi tanrı için tutuyorlardı?" sorusunun cevabı,yaptıkları ibadetleri yaratıcı olduğuna inandıkları ilaha yapıyorlardı. 9-“Namaz gibi oruç da “Güneş”e ayarlı”… “Tabii, gecenin ve gündüzün aylarca sürdüğü yerler, kutuplar hesaba katılmamış.” Diyor. 9.1-“Zırva tevil kabul etmez” demişler ama ne yaparsınız. 15 asır önce gelen bir peygamber namaz ve oruç vakitlerini dijital saate göre mi ayarlayacaktı. İslam'da namaz, hac ve oruç vakitleri, modern toplumlardan en gelişmemiş toplumlara kadar her zaman ve mekanda geçerli olan her yerden görülebilen güneş ve aya göre tayin edilmiştir. “kutuplar hesaba katılmamış” diyerek aklınca ofsayttan gol atıyor, kendisi için bir hayli geç ama peşinden gidenlere “deccal hadisini” ve ondan çıkan hükümleri okumalarını tavsiye ederiz, normal şartlara uymayan bölgelerde namaz ve orucun nasıl olması gerektiğini öğrenirler belki. 10-“Meksika yerlileri içinde bile oruç var”…"Meksika Maslahatgüzarı Tahsin Mayatepek’in 1937 yılında Atatürk’e gönderdiği 14. Raporun başlığı şöyle: “... Müslümanlığa ait olduğu sanılan hususların müslümanlığa Güneş Kültü’nden girdiğine..dair mühim malumat ve izahati havi rapor..” C10-Yazarın anlayamadığı, altından kalkamadığı soru herhalde şu: Iraklı sâbiîler mi Meksika’ya gidip onlara güneşe tapmayı ve orucu öğretti yoksa Meksikalılar mı Irak’a gelip Sâbiîlere güneşe tapınmayı ve orucu öğretti. Öncelikle insanlar ikinci Adem olarak kabul edilen Hz. Nuh tan sonra yeryüzüne dağılmışlardır. Bu sebeple tüm dünya dinlerinde ortak nokta bulunabilir. İkinci olarak Amerika'nın kim tarafından keşfedildiği konusunda merhum Prof. Dr. Muhammed Hamidullah'ın "Amerika'yı kim keşfetti" adlı makaleyi okumalarını tavsiye ederiz. Böylelikle bu konuda bilgilenmiş olsunlar.*. 11-Muhammed, 570 veya 571’de doğdu, 632’de öldü. 40 yaşında da “Tanrı ile insanlar arasında aracılık” görevini aldığını açıkladı. 61-62 yıllık yaşamı ve 21-22 yıllık “Tanrı’nın özel sözcülüğü” içinde topu topu 8 islam ramazanı var. Muhammed, 53 ya da 54 yaşında oruç buyruğunu aldığını söylemiş, 632 yılının ramazan ayına varmadan ölmüştür. İlk ramazanı Hicri 1 ramazan 2 (Miladi 26 Şubat 624), son ramazanı da Hicri 8 ramazan 9 (Miladi 12 Aralık 631) olup, günleri kısa olan kış aylarına rastlamıştır. Eğer, uzun yaz günlerinde de oruç tutturacak kadar tecrübesi olsa idi, muhtemelen, orucun katı kurallarını biraz daha yumuşatır, insanı sıcak yaz günlerinde uzun saatler boyu aç ve susuz bırakacak kadar sağlıksız bir adet koymazdı dinine.. C11-Kendini zeki sanan yazar, Hz. Muhammed’in az oruç tuttuğu ve bunun da zaten kış günlerinde olduğunu söyleyerek, kendisinin yiyip içtiğini, orucun zorluklarını da müslümanların çektiğini ifade ediyor ve yalan yanlış bilgilerle dolu olan yazısını sona erdirmiş. Hem yazar nereden bilecek ki: Günde bir öğün yiyen Hz. Peygamber(s.a.) için oruç tutmak bir nimet çünkü oruçluyken günde iki öğün, iftar ve sahur da yemek yiyecek? Haftanın her pazartesi ve perşembe günü oruç tuttuğunu? Receb ve şaban aylarında çok fazla oruç tuttuğunu? Her ayın 13-14-15 inde oruç tuttuğu? Muharrem ayında üç gün oruç tuttuğunu? Günde ikinci öğün yemek yiyen eşi Hz Aişe’ye “Bir günde iki öğün yemek mi yiyorsun diye sitem ettiğini?.” Bazı günler de açlıktan diğer sahabeler gibi karnına taş bağladığını? Hz. Aişe’nin “aylarca evimizde ocak yanmazdı dediğini?” Eşi Hz. Aişe'nin karanlık çökünce yatsıdan sonra hemen uyuduklarını söylediğinde, "kandilde yağınız yok muydu? Diyen hanım sahabeye “yağımız olsaydı onu yakmaz, yerdik” dediğini. ******************************************************************************** Kaynaklar *http://www.sadabat.net/makale/amerikayikimkesfetti.htm 1-Kurtubi,Abdullah Muhammed İbn Ahmed Ibn Ebî Bekr İbn Farh el-Kurtubî 2-İslam ve Bilim, Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr, s.10 3-Sâbiîler-son gnostikler- Doç. Dr.Şinasi Gündüz
  21. Çölün altından kafalarını çıkarsalar yukarıda okyanus olduğunu görecekler
  22. Ömer Hayyam ın şarapla ilgili kıtaları meyhanelerin baş köşelerini süsler bu ülkede, aşağıdaki kıta da ona aittir ama ne hikmetse pek muteber değildir meyhaneciler ve alemciler katında. Bir elde şarap bir elde Kuran Bir helaldir işimiz bir haram Şu yarım yamalak Dünya da Ne tam kafiriz ne tam Müslüman
  23. akıncı

    Yorumsuz

    Bir siteden aldığım yorumu(?) ibreti alem için aynen alıntılıyorum. Okudukları yazılı bir haber metnini anlama ******** insancıkların, bir haberden çıkardıkları sonuç(?) II-Hürriyet Gazetesi'nde 22.06.2004 günü yayınlanan haber şu: "İKÖ Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, ünlü şair Mehmet Akif Ersoy’un Kuran-ı Kerim mealini vasiyeti üzerine yaktıklarını söyledi. İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy’un hazırladığı Kuran mealinin, vasiyetinde olduğu gibi Mısır’da yakıldığı ortaya çıktı. 1961’de Kahire’de Akif’in vasiyetini yerine getiren Türk öğrenciler arasında, bugünün (Haziran 2004) İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu da bulunuyordu. İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, ünlü şair Mehmet Akif Ersoy’un Kuran-ı Kerim mealini yıllar önce 17 yaşında bir gençken yaktığı ortaya çıktı. Prof. İhsanoğlu, 1961’de yaşanan bu olayla Mehmet Akif Ersoy’un bu yöndeki vasiyetinin yerine getirildiğini bir yıl önce TEMPO Dergisi’ne açıkladı. İhsanoğlu, Tempo Dergisi muhabiri Nilüfer Kas’a aynen şöyle dedi: ‘Mehmet Akif’in bir vasiyeti vardı. Akif yaptığı bu tercümeden memnun değildi. Vasiyet yerine getirilmiştir. Benim diyeceğim budur. Bu konu tarihe mal olmuştur. Bu insanlara saygılı olmamız lazım.’ Tempo Dergisi’nde, Akif’in mealini yakılmasında bulunan diğer dört kişinin adları da yer aldı. Bunlar Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası Mehmet İhsan Efendi’nin din adamı olan arkadaşı İbrahim Sabri Bey, o sırada Kahire’de bulunan Türk öğrencilerden İsmail Hakkı Şengüler, Tokat eski AP milletvekili Osman Saraç ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyesi Ali İhsan Okur’du. Meali yakanlar veya yakınları, olayı Tempo’ya şöyle anlattılar: İSTEMEYEREK YAPTIK Prof. Ali İhsan Okur (Ankara İlahiyat’tan emekli): ‘O değerli eser yanarken çok müteessir oldum. Ama bir şey diyemedim (...) Geriye dönüp baktığımda kocaman bir ah çekiyorum.’ İsmail Hakki Şengüler (Anılarında anlatıyor) ‘Defterler hemen yakılacaktı. Karar kesindi. Mısır evlerinde ne soba ne de ocak var. Böyle bir evrak da sokakta yakılamazdı. Aklıma benim ev geldi. Abbasiye semtinde Şari’ül-Ceyş’te 12 numaralı köşkün müştemilatıydı. Defterleri tomar halinde tekrar bağladık. Beş kişi taksiye binip Abbasiye’ye gittik. Balkona çıkardığımız büyük alüminyum çamaşır leğeninin içinde defterleri birer birer parçalayarak yaktık (...) O ciltli ikinci nüsha dahil, elde en küçük bir parça káğıt kalmamacasına hepsini yakıp kül ettik.’ Alaattin Şengüler (İsmail Hakki Şengüler’in oğlu): ‘...Yakılmasına tepki gösteren tek kişi babamdı. Babam özellikle hocası Yozgatlı İhsan Efendi’nin yazdığı kopyanın yakılmasından büyük üzüntü duydu. Dindarlık adına, vasiyetin yerine getirilmesi adına böyle bir şey yapılmasını hazmedemedi.’ Türkçe ezan korkutmuş Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Tempo Dergisi’ne yaptığı açıklamada, Mehmet Ákif’in Kuran meálinin yakılmasını istemesinin sebebi şu sözlerle anlatılıyor: ‘O dönem Türkiye’de Kuran’ın Türkçe okunacağı meselesi tartışmaya başlanmıştı. Ezan Türkçe okunuyordu. Bu durum Ákif ve kendisi gibi düşünenler için kabul edilebilir bir husus değildi. Kendi yaptığı tercümenin bu yolda kullanılabileceği endişesiyle istemedi. (Kaynak: Hürriyet, 22.06.2004)” Evet, yukarıdaki okuduğunuz haberden acaba aşağıdaki sonucu nasıl bir beyin çıkarabilir ve böyle bir beyinin ortaya attığı herzelere kimler inanabilir merak ettiyseniz buyurun okuyun? I-“Mehmet Akif’in yaptığı Kuran tercümesi de yakıldı Kuran'ın Türkçe'ye tercüme edildikten sonra Kuran'ı okuyan Türklerin; Kuran'daki akıldışı, bilimdışı, insanlıkdışı ayetleri gördüklerinde islamiyetten uzaklaşacakları düşüncesi ile Kuran Osmanlı Imparatorluğu zamanında Türkçe'ye tercüme edilmemiştir. Nitekim, M.Akif de bu düşünce ile yaptığı tercümeden sonra pişman olarak yakılmasını istemiş olmalı.. Ama, günümüzün bilgi çağında tüm dillere tercüme edilen Kuran'ı okuma yazma bilen herkes okuyabiliyor ve Kuran'ın sihiri kaybolarak islamiyetin gerçek yüzü ortaya çıkıyor.” Yorumu sizler yapın
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.