Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

kursat

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    7
  • Katılım

  • Son Ziyaret

kursat - Başarıları

Çaylak

Çaylak (2/14)

  • İlk İleti
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde
  • İçerik Başlatan

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. beni islamkentten buralara taşıdın,sonra uzunca yok oldun,hatta bi ara pişmanlığını bildirdin,şimdi yine burdasın.eskisi gibi yazılarla..neyse,hoşgeldin,yine hoşgeldin

  2. vesa dedi:"İnsan zina yapmak istese Allah da C.C. o kişinin isteği doğrulrusunda sebepleri ve zina yı yaratmaktadır" cevap: insanın isteklerini yaratan kim peki allahmı insanmı şeytanmı. --------
  3. bir varmış kaderi konuşalımmı senle özgür irademiz yok diyom ben . şu sorulara yanıt versene 1- Rızık Allah’tan mı? İçki içmek rızık mı? İçki içmek Allah’tan mı? 2- Herşey Allah’ın dilemesiyle mi olur? Zina yapanlar var, Allah’a sövenler var. Bunlarda mı Allah’ın dilemesiyle oldu? 3- Allah günahların işlenmesini diler mi? Günahlar işleniyor mu? O halde dünyada Allah’ın dilemesinin, iradesinin dışında bir şey mi oluyor? 4- Kadere hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inanıyor musunuz? Zina yapmak şer midir? Zina yapmak Allah’tan mıdır? Hani, hayır ve şer Allah’tandı ya... 5- "Allah’ım bizi kötü yola düşürme, yolumuzu saptırma" diye dua ediyor musunuz? Demek ki bizi kötü yola düşüren ve yolumuzu saptıran kimmiş? 6- Allah şerri irade eder mi? İster mi, diler mi? “Hayır” dersen, Allah’ın dilemesi dışında mı oluyor bu şerler? 7- İnsan kadere mi bağlıdır, yoksa hür müdür? 8- Şimdi, senin bu yazıları okuman kader mi? 9- Allah dilemeseydi sen bu yazıları okuyabilecek miydin? 10- Önünde iki meyve var, elma ve çilek; seç birini. Senin bu seçimin Allah’ın iradesiyle mi oldu yoksa iradesi dışında mı oldu? 11- İnsan Allah’ın murad ettiği (istediği, dilediği) şeye muhalif bir şey yapabilir mi? 12- Bir insan çalıntı yiyeceklerle yaşarsa, bunlar ona Allah’ın verdiği rızık mıdır? 13- Allah mahlukatının (yaratıklarının) kendisine itaat etmeden önce, itaat edecek olmalarını ve O'na isyan etmeden önce isyan edecek olmalarını irade etmiş miydi? Bu soruya “hayır” derseniz, Allah’ın iradesinin ezeli olduğunu reddetttiniz demektir. Eğer "bildiği için diledi" derseniz, bunun da cevabı sitededir. 14- Siz bu yazıları okumadan önce Allah bu yazıyı okuyacağınızı biliyor muydu, bilmiyor muydu? “Biliyordu” derseniz, soruyorum: Bildiği gibi olmasını mı diledi yoksa bildiğinin aksine olmasını mı diledi? "Bildiği gibi olmasını diledi" derseniz, sizin bu yazıyı okumanızı Allah’ın irade etmiş olduğunu kabul ettiniz demektir ve siz Allah’ın irade ettiği bir fiili, hareketi engelleyebilir misiniz? "Hayır engelleyemem" derseniz, demek ki siz bu yazıları Allah’ın zorlamasıyla, mecburen, tıpış tıpış okudunuz. Ne dersiniz bu işe? Bu soruları ne kadar bilgili olursa olsun “insanın hür iradesi” olduğunu savunan kişilere sorarsanız, yüzü kıpkırmızı kesileceğini tahmin etmekteyim. Gece uyuyamaz tahminime göre; sorun görün. Defalarca söylediğim gibi peygamberin kader hadislerinde, insanın özgür iradesi olmadığı anlatılır. Bu hadisleri de onlara sorarsanız yine kıpkırmızı olurlar. Hadi sorun artık! Cüzi irade vardır, bizim tercihlerimiz vardır, ama bunlar sonuçta düşüncedir ve düşüncelerimiz de Allah’ın yaratmasıyla oluşur; dolayısıyla aslında biz de Allah hangi düşünceyi yaratırsa, biz o düşünceyi düşünebiliriz. “Allahım beni saptırma” diye dua ediyon mu, demek ki kim saptırıyo seni? “şeytan” dersen, neden öyle dua ettin? “Allah şeytandan korusun” diye dersen, allahın şeytandan korumadıkları da mı var o halde? Bu da ayrımcılık olmuyo mu acaba hırsızlık allahtanmı hani şer (kötülük) allahtandı Zamanın her zaman var olduğundan kuşku duyulabilir mi? Kuşku duyulursa zamanın olmadığı bir zamana inanmak gerekirdi, İnsan kadere mi bağlıdır, yoksa hür müdür? çocukları depremde öldüren kim? Demek ki kötülükte ondan geliyo öyle mi? "Allaha sövme" düşüncesini Allah bende yarattığı için mi ben bunu düşündüm? ya da bu düşünceyi ben mi yoksa şeytan mı yarattı? yoksa kendi kendine mi meydana geldi bu düşünce? sen diyormusun: “insanların yaptığı kötülüklerde Allahın dilemesiyle olur.” *** yüzde kaç etkili Allahın iradesi senin yaptıklarında? *** Allah ne yapacağını sen yapmadan önce mi dilemişti? Son peygamber hür irademiz yok dedi inanmazsan kader hadislerine bak *** zulmü yaratan allah mı? evet dersen o halde allah zalim olmuyor mu? Son peygamber hür irademiz yok dedi inanmazsan kader hadislerine bak Kafirlik kader mi? A Son peygamber hür irademiz yok dedi inanmazsan kader hadislerine bak allah bizim hareketlerimizi ezeldemi takdir etti? *** Allah neyi tercih edeceğimizi de ezelde mi (ezeli olarak) irade etmişti Allah (yaratıklarının) kendisine itaat etmeden önce, itaat edecek olmalarını ve O'na isyan etmeden önce isyan edecek olmalarını irade etmiş miydi? Bu soruya “hayır” derseniz, Allah’ın iradesinin ezeli olduğunu reddetttiniz demektir. Kadere hayrın ve şerrin (kötülük) Allah’tan geldiğine inanıyor musunuz? Zina yapmak şer midir? Zina yapmak Allah’tan mıdır? Hani, hayır ve şer Allah’tandı ya. . - Allah günahların işlenmesini diler mi? Günahlar işleniyor mu? O halde dünyada Allah’ın dilemesinin, iradesinin dışında bir şey mi oluyor? 81/29 Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz.( Kuranda tekvir suresi 29 uncu ayet bu) 16 / 93 allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir, yaptığınız işlerden sorumlu tutulacaksınız. ( kuranda nahl suresi 93 üncü ayet bu, bak hem saptırıyo hem de sorumlu tutuyo 7/179 And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık…. ( kuranda araf suresi 179 uncu ayet bu, 2/7 Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azap onlar içindir. ( kuranda bakara suresi 7 inci ayet bu, bak onları hem mühürlüyo hem de onlara iman etmeyi emrediyo, 17/46 (Kuran'ı anlarlar diye kalplerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyduk. (kuranda isra suresi 46 ıncı ayet bu, kuranı anlamasınlar diye kalplerinin mühürlendiği söyleniyo ya, hem de onlara kurana inanmaları emrediliyo değil mi, Resulullah dedi ki: “Hayrı (iyilik) ve şerri (kötülük) ile kadere iman etmeyen kimseyi Allah ateşte yakar. (Ahmed bin hanbel) Peygamberimiz dedi ki: Biriniz kaderin hayrına da, şerrine de iman etmedikçe iman etmiş olmaz. Başına gelecek olanın mutlaka geleceğini, başına gelmemesi mukadder olanın da mutlaka gelmeyeceğini bilmedikçe (iman etmiş sayılmaz). (Tirmizi) Peygamberimiz dedi ki: “Allah gökleri ve yeri yaratmadan ellibin yıl önce, Arşı su üzerindeyken yaratıkların kaderlerini yazmıştır. (Tirmizi, Müslim) Peygamberimiz dedi ki: ”Kul yetmiş sene cennetliğin ameli gibi amel eder. Hatta herkes onun cennetlik olduğunu söyler. Öyle ki aralarında manen bir karış mesafe kalmaz. Sonra mukadderatı galebe çalar da cehennem ehlinin işini yapar ve cehenneme girer. (Buhari, Müslim) Peygamberimiz dedi ki: “Said ( cennetlik) annesinin karnında said olandır, bedbaht (cehennemlik)da annesinin karnında bedbaht ve şaki olandır” (Müslim) Ömer “Ya Resulullah buna göre şimdi biz olmuş bitmiş, hükmü verilmiş bir şeye göre mi amel ediyoruz (çabalıyoruz), yoksa henüz hükmü verilmemiş bir şeye göre mi amel ediyoruz? Bunun üzerine Hz. Peygamber de “(Yazılıp) bitirilmiş bir şeye göre ey Ömer. Kalemler (onu yazıp) kurumuş, kaderler onunla cereyan etmiş (ona göre meydana gelmiş). Fakat her insana yaratıldığı şey kolaylaştırılır. (Müslim) Peygamberimiz dedi ki: : “(Kader) kalemi, kıyamete kadar olacak şeyleri yazıp kurumuştur (bitirmiştir)“ (Buhari) Peygamberimiz dedi ki: : “Allah var iken hiçbir şey yoktu. Daha sonra O, Levhi yarattı ve kıyamete kadar gelecek olan bütün mahlukatın hallerini ona kaydetti” (Buhari) “Müzeyne veya Cüheyne kabilesinden bir adam sordu: “Ey Allah’ın Resulü, hangi işi yapıyoruz, olup bitmiş (levh-i mahfuza kaydı geçmiş bir işi mi yoksa (henüz levh-i mahfuza geçmemiş şu anda yeni başlanacak olan bir işi mi? Resulullah: “Olup biten işi” dedi. Adam - veya cemaatten biri - yine sordu: “Öyleyse niye çalışılsın ki?” Hz. Peygamber şu açıklamada bulundu: ”Cennet ehli olanlara cennetliklerin ameli müyesser (kolaylaştırmak) kılınır, ateş ehli olanlara da cehennemliklerin ameli müyesser kılınır” (Ebu Davud) İman, küfür, saptırma, mühürleme: Bakara 6,7, 21 , Araf 100, 158, 178,179, 186, En’am 107,109,110,111,148, Tevbe 55, 85, Yunus 100, Yusuf 101, İbrahim 35, Kehf 29, Taha 79, 85, Mülk 2, Zariyat 56, Nahl 93, Kasas 56, 64,68, Zümer 36,37, 41, Hacc 16, Tin 7, Muhammed 24 ; Son peygamber hür irademiz yok dedi *** Resulullah dedi ki: “Allah’ın dilediği oldu, dilemediği olmadı.” (Ebu Davud) Peygamberimiz dedi ki: "Kul, hayrıyla (iyilik), şerriyle(kötülük) kadere inanmadıkça, kendine (hayır ve şerden) isabet edecek şeyi atlatamayacağını, (hayır ve şerden) kaçacak olan şeyi de yakalayamayacağını bilmedikçe iman etmiş olmaz." (Tirmizi) Aişe anlatıyor: "Bir çocuk ölmüştü. Ben: "Ne mutlu ona! Cennet kuşlarından bir kuş oldu!" dedim. Peygamber "Sen Allah'ın cenneti de cehennemi de yarattığını, beriki için de öteki için de ahali yarattığını bilmiyor musun?" dedi. (Müslim) Allah bizim ne yapacağımızı önceden biliyosa hiç böyle imtihan olur mu? zorla günah işlettiriyo işte. Allah olacak olaylar için önceden bildiği gibi mi diledi yoksa bildiğinin dışında olmasını mı diledi? Bildiği gibi dilediyse senin burda benimle yazışmanı dilemiş olmadı mı? Sen allahın dilediği olayın olmasını engelleyebilir misin acaba? Hayır dersen şu an engelleyemeyeceğin bir işi miyapıyorsun acaba? Özgür iraden yok yani. bilgi için ara kursatotcu
  4. dedi:Düşünerek hareket etin bunu aklınla yapmadınsa neyinle yaptın? cevap: ya neyi düşüneceğin allahın bilgisinde de belli olan değil miydi
  5. dedi:Allah önceden bildiği şeyi bilmemen Allah'ın yazdığını bilmemen deyil kendi hür iradenle ne yapacağını bilmemendir..'' cevap: yani allahın önceden ne yapacağını bilmesi, yani ne yapacağının sen yapmadan önce belli olması, seni hür iradeli yapıyo ölemi buna delilin nedir
  6. dedi:Meyl Matüridice emr-i itibaridir(var olmadığı halde var kabul edilir) cevap: bunu maturidiler demez bunu said nursi der. ancak buda bize sökmez çünkü cüzi irade eğer varsayılan bişeyse yok anlamına gelir. halbuki nursi hür iradeyi savunur eğer hür iradeyi savunuyorsa cüzi irade var demelidir. çünkü varsayılan yok demekten başka bişe değildir. çünkü bişe ya vardır veya yoktur.üçüncü şık yoktur. peki bunu nursi ve benzerleri neden yaptı. yani cüzi iradeye varsayılan bişe dediler şundan dolayı: özgür iradeyi savunmanın yollarıından biri de cüzi iradenin allah tarafından yaratılmadını sölemektir zaten sonradan gelen maturidiler bunu söledi. ama nursi ve benzerleri bunu diyemedi çünkü "herşeyi yaratan allahtır" ayetini görmezden gelemediler. bu sefer bir yol buldular oda şuydu: yani öle bişe yapacaklardı ki hem cüzi iradeyi allah yaratmaz hem de insan da yaratmaz diceklerdi. buna şöle bi formül buldular. bu cüzi iradenin aslında varlığı yok demeye getirdiler bunu şunun için yaptılar: çünkü "her varlığı allah yaratmaz mı" sorusuna muhattap olmamak için cüzi iradenin varlık olmadını sölemeye getirdiler. bunun için bazı örnekler verdiler mesela ekvator çizgisi. dediler ki: ya ekvator çizgisi var mı yok mu millet dedi ki yok ya dediler yani bu varsayılan demi millet evet dedi yaaaaaaaaaaa dediler işte cüzi irade de böle dediler. allahın yaratmasına gerek yok ki. ona yok da denebilir dediler okey mi. halbuki bu çok zayıf bi yoldu. üç kağıt açıktı ancak bunu söleyen kişilerin namlı oluşları ve onların topluma sanki peygambermiş gibi lanse edilmeleri milletin gözünü kör etti. halbuki ekvator çizgisi üç kağıdının iç yüzü şuydu: ekvator çizgisi gerçek anlamda yok ama düşünce yönüyle vardır. gerisini anlatcam ama duha lütfen nursinin dediklerini maturidiler diyo zannetme. hepsini demezler. onlar açıkça cüzi iradeye var der ve bunu allah yaratmaz ama kulda yaratmaz derler. imanı da alah yaratmaz derler.(halbuki mezhep imamları imanı allah yaratır demişti) rica ederim beni yalanlamadan evvel kelam kitaplarının kader bahsine bak gör.
  7. dedi:isa 78: Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar! Nisa 79 Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter. Arkadaşlar kafam karıştı. Hemde aynı sure içinde peşpeşe gelen iki ayetten birincisinde hepsi Allah'tandır derken ikincisinde kötülük kendindendir diyor. cevap:burada kulların yaptığı haretlerin allah tarafından yaratılması yönüyle bu olay allahtandır ancak allahın kul da yaratmış olduğu bu hareket için "bunu kul da yaptı" denebilir. mesela güneşi hareket ettiren aslında allahtır. ancak bizi şunuda deriz "güneş doğdu" bu yanlış değildir. bu da bunun benzeridir aslında allahın zorlamasıyla ve yaratmasıyla insan hareket yapar ancak "ali geldi" demek yanlış değildir. bu hareketi ali ye isnat etmektir. bi örnek vereyim bu örneği gazali verdi:bir padişah birinin ölmesini emretse ve cellat onu öldürse bu kişiyi padişah öldürdü demek yanlış olurmu olmaz değil mi ve aynı kişiyi cellat öldürdü demek yanlış olurmu olmaz değil mi? emir verme yönüyle padişah öldürdü denirken kafasını kesme yönüyle yani hakiki anlamda cellat öldürdü de denebilir. bu konuda benim bir araştırmam oldu kuranda bu konudaki ayetleri inceledim ve çıkardım inceleyin: *** İsnad prensibi ile alakalı daha evvel detaylı bilgi verdik. Aşağıda vereceğim ayetleri, sırayla okuyun ve işlerin bazen Allah’a, bazen kullara isnad edildiğini göreceksiniz. Bu konu çok ince olup, en az bilinen hususlardandır. Çoğu kişi bu mevzuyu bilmediği için kaderi inkar eder. _ Namaz: Bakara 3, Tevbe 5, İbrahim 40, Nur 56 _ Kur’an: Nisa 82, En’am 25, 157, Yusuf 2, İsra 45, 46,106,107, Kehf 57, Furkan 73, Lokman 7, Sad 8, Zümer 27, 28, Fussilet 44, Zuhruf 3, Muhammed 24, Kamer 22, Kalem 51,52, Abese 11, 12, Mutaffifin 13,14 _ İlim: Ankebut 43, Rum 59, Fatır 28, Mücadele 11 _ Sabır: Nahl 127, Lokman 17, Saffat 102, Zümer 10, Fussilet 35, İnsan 12 _ Şeytan’ın azdırması: Araf 16, Kehf 50, Hacc 4, Ankebut 38, Neml 4, Sebe 20, 21, Yasin 62, Zuhruf 36, 37, 62, Mücadele 10, Hicr 39, Bakara 36, Kasas 63, Nahl 99,100, _ Musibet, şer ve iyilik dokunması: Nisa 78, 79, Yunus 106, Kasas 47, Rum 36, Fussilet 51, Teğabün 11, Tevbe 51 _ İman, küfür, saptırma, mühürleme: Bakara 6,7, 21 , Araf 100, 158, 178,179, 186, En’am 107,109,110,111,148, Tevbe 55, 85, Yunus 100, Yusuf 101, İbrahim 35, Kehf 29, Taha 79, 85, Mülk 2, Zariyat 56, Nahl 93, Kasas 56, 64,68, Zümer 36,37, 41, Hacc 16, Tin 7, Muhammed 24 _ Cihad: Bakara 190,191, Al-i İmran 140, 165, Tevbe 5, 46,52, Ankebut 69 _ Tevbe etmek: Tevbe 117,118, Hud 3, Furkan 70, 71 _ Öğüt alma: Fatır 37, Saffat 12,13, Abese 11,12, Müddesir 54,55,56, _ Dileme: Hacc 14, Nur 45, Tur 35, Zümer 62, Buruc 16, Tekvir 27,28,29, İnsan 29,30 _ Gezmek: Tevbe 2, Neml 69, Yunus 22 _ Gülmek: Necm 43, 60, Tevbe 82 _ Çıkarmak: Tevbe 40, Enfal 5
  8. Fetullah Gülen’in Kader adlı kitabının detaylı incelemesi: __Kaderin lugat ve istılah manası: _“Kader, insanın kesbiyle Allah (cc)’ın yaratmasının mukârenet ve beraberliğidir. Yani insan, bir işe mübâşeret edip, iradesiyle o işin içinde bulunur ve Allah (cc) dilerse o işi yaratır. İşte kader, ezelî ve sonsuz ilmiyle eşyâyı olmadan evvel bilen Allah (cc)’ın yine olacakları daha olmadan evvel tesbit buyurmasıdır.” __Kader inancının getirdikleri: _”Bizim her türlü fiilimizi yaratan Allah’tır. Yememiz, içmemiz, yatmamız, kalkmamız, düşünmemiz ve konuşmamız hep Allah tarafından yaratılmaktadır. Aslında yaratılmış olarak ne varsa hepsi Allah’ın mahlûkudur.” _Yorum: Düşünmemizin Allah tarafından yaratıldığını söylüyor, bununla beraber ilerde göreceğimiz gibi cüzi iradenin ise yaratılmadığını ifade ediyor. Halbuki cüzi irademizde sonuçta düşüncedir. _“İnsan kendisinden sadır olan güzellikleri sahiplenemez. Çünkü bütün o güzellikler Cenâb-ı Hakk’ın plânıdır. Aksi halde, gizli bir şirk içine girilmiş olunur. Çünkü güzellikleri veren doğrudan doğruya Allah’tır” _“Kötülüğü isteyen ise nefistir. Öyleyse kötülüğe ait mes’ûliyet tamamen nefse aittir. İşte âyet, bu iki ana esası birleştirir ve şöyle buyurur: “Sana gelen her iyilik Allah’tandır, her kötülük de nefsindendir” (Nisa, 4/79)” _Yorum: Burada çok kitapta sergilenen bir tavırı görüyoruz, bu tavır şudur: Nisa 79. ayeti verirler ancak bir önceki ayetten bahsetmezler. _“Günahlara gelince, onların yaratılmasında senin cüz’î ihtiyarın bir şartı âdidir. Öyle ise mes’ûliyet senin nefsine aittir. Zira sen neye meyletmiş, ne yapmayı düşünmüş veya meylinde nasıl tasarruf yapmışsan Cenâb-ı Hakk da onu yaratmıştır.” _Yorum: Evet bu kitapta çok defa ifade edilen anlayış budur. Ancak dikkat edin bu meyilin Allah tarafından yaratıldığını söylemiyor ve ilerde göreceğimiz gibi yaratılmamış olduğunu ifade ediyor. Bu onların temel görüşleridir. __Kader ile irade birbirine zıt değildir: _“İlâhî takdirin ma’nâsına gelince; sanki Cenâb-ı Hakk, insana şöyle demektedir: “Ben, şu zamanda, iradeni şu istikamette kullanacağını biliyorum. Onun için de senin hakkında bu işi o şekilde takdir buyuruyorum.” İşte bu, iradeyi te’yid etmek demektir.Evet, eşyayı yaratan Allah’tır. Ancak insan iradesinin söz konusu olduğu yerde, yapılan takdirde, insan iradesinin hangi tarafa sarfedileceği Cenâb-ı Hakk tarafından bilinmekte ve takdir ona göre yapılmaktadır. Öyle ise kader, insan iradesini te’yid ediyor, ibtal etmiyor. Yani, bir bakıma kader, insan iradesini de içine alıp kuşatıyor, ihata ediyor. Bu ise iradeyi te’yid etmek demektir; ibtal etmek, nefyetmek değildir...” __Kader ilim nevindendir: _“Kader, Cenâb-ı Hakk’ın ilminde eşyaya biçilen bir plân ve projedir. Birşeyi bilmek ise o şeyi vücuda getirmek, demek değildir. Meselâ, siz kafanızda bin tane binanın plânını tutsanız, yüzlerce fabrikanın fizibilitesini tasarlasanız bunlardan hiçbiri sırf kafanızda tuttuğunuzdan dolayı vücuda gelmez. Onların vücuda gelmesi için, irâde ve kudrete ihtiyaç vardır. Aksi halde, kafanızda tasarladığınız bina veya fabrikayı sadece siz bilirsiniz. Hayalen onun içinde dolaşır durursunuz ve hayalinizdeki en küçük bir kesinti de o fabrika veya o binayı ortadan kaldırıverir. Hatta, muhayyileniz yardımını kestiğinden dolayı hiç düşünmemiş ve tasarlamamış gibi olursunuz. Bir kere daha hatırlatalım ki, kader ilim nev’indendir. İlim ise daima ma’lûma tâbidir. Yani birşey nasılsa ve nasıl olacaksa öyle bilinir. Yoksa, ma’lûm ilme tâbi değildir. Durum böyle olunca, bizim ne yapacağımızı, iradelerimizi nasıl kullanacağımızı Cenâb-ı Hakk biliyor ve takdirini de bildiği istikamette yapıyor. O’nun ilmi muhittir, herşeyi kuşatmıştır. “Cenâb-ı Hakk’ın ilmine tâbidir” şeklinde bir ifade kullanmak sû-i edeptir. Biz bu tâbiri sadece meseleyi akla ve anlayışımıza yaklaştırmak için kullanıyoruz. Bir tren düşünelim. Bu trenin iki istasyon arasında katedeceği mesafe, zamanlama açısından bellidir. İnce hesaplarla hesaplanmış bu netice, trenin hareketinden çok önce bilinir ve bazen de bu ma’lûmat matbû hâle getirilir. İşte bu bilinen netice bir plân ve projedir. Mes’eleyi, mevzûmuza teşmil ve kıyas edecek olursak biz buna “Kader” deriz. Şu kadar var ki, elimizdeki bu ma’lûmat ve kader, treni harekete geçiren cebrî bir güç değildir. Yani tren bu plân ve projeden dolayı, denilen saatte, denilen istasyona gitmiyor, belki tren o vakitlerde oralara gideceği için bu plân ve projede, yani trenin kaderinde bu böyle yazılıp kaydediliyor. Çünkü ilim malûma tâbidir. Nasıl olacaksa öyle bilinmekte ve hakkındaki takdir ona göre yapılmaktadır. Cenâb-ı Hakk’ın ilmi, manzarı a’lâdan (çok yüksek bir nokta) olmuş ve olacak bütün eşyaya bir anda ve bir noktaya baktığı gibi bakar. O’nun ilminde, sebep-netice, illet-ma’lûl, başlangıç ve sonuç iç içedir ve hepsi tek noktanın içine sıkıştırılmıştır. O’nun için orada evvel-âhir, önce ve sonra diye birşey yoktur. Yani Cenâb-ı Hakk’ın ilmi herşeyi, bütün yönleriyle kuşatmıştır. Takdirini de bu ilmiyle yapmaktadır. Öyleyse bu takdir, iradî fiillerde, irade devre dışı tutularak yapılmamıştır. İnsanın bütün yaptıkları, daha önce Levh-i Mahfuz’a kaydedilmiş şeylerdir. Daha sonra onun boynuna takılan kader bu Levh-i Mahfuz’dan istinsah edilmiştir. “Her insanın amelini boynuna doladık.” (İsra, 17/13) âyeti de bize bu hakikati anlatmaktadır. Evet, insanın yapacağı herşey önceden yazılmıştır. İnsan yaptıklarıyla sadece kendi hakkında yazılmış olanı yerine getirmektedir. Ancak bu yazılma, insanın yapacakları önceden bilindiği içindir. Yoksa insanı zorlayıcı bir güç ve kuvvet değildir. İnsanın boynuna asılan bu defterle, insanın fiillerinin melekler tarafından yazıldığı defter yan yana getirildiğinde görülecektir ki, insan teker teker kendisi için daha önce yazılandan başka birşey yapmamıştır. Sonra Cenâb-ı Hakk, bu defteri insana okutacak ve hesabı da bu deftere göre görecektir.” _Yorum: Burada ısrarla “ilim maluma tabidir” anlayışını aktarıyor. Ancak görüldüğü üzere hadis olan ilimle yani bizim ilmimizle, kadim ilmi kıyaslıyor ki yanlıştır. __İradenin fonksiyonu: “Biz, insan iradesine mevcud nazarıyla bakmıyoruz. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dediğimiz ve Müslümanların, itikadî meselelerde ekseriyetini temsil eden görüşe göre bu böyledir. Varlığımızı meydana getiren bütün uzuvları teker teker sayarak onların mevcud olduğunu ve Allah tarafından yaratılmış bulunduklarını kabul ederiz. Meselâ, benim bir başım vardır, bu bir mevcuddur ve Allah tarafından yaratılmıştır. Bir burnum var, o da Allah tarafından yaratılmıştır. Ayaklarım var, kollarım var, gözlerim var ve bütün bunlar Allah tarafından yaratılmıştır. Ancak irade için aynı cümleyi tekrar edemeyiz. İrademiz vardır; fakat hâricî bir vücudu olmadığı için yaratılmış değildir. Onun için biz irademize mevcud nazarıyla bakamayız. Mevcud olmayan şeyler yaratılmayan şeylerdir ama bütün bunlar da Allah tarafından bilinir. Yani ilmî plânda onların da bir vücudu vardır. Fakat onlara irade ve kudret taalluk etmemiştir. Eğer aksi bahis mevzûu olsaydı, yani irademiz de diğer uzviyatımız gibi haricî vücud noktasında var ve yaratılmış olsaydı işte o zaman araya cebir girerdi. Nasıl Cenâb-ı Hakk, bizi yaratırken cebrî olarak yarattı. Bizi bize sormadı. Onun gibi irademiz de böyle yaratılmış olsaydı, işlenenlerin hiçbirinden mes’ul olma gibi bir durum söz konusu edilemezdi. Tabiî ki hiç kimse yaptığı hasenâta mukabil mükâfat da talep edemezdi. Çünkü ne iyiliği ne de kötülüğü yapan başka türlü yapmaya muktedir olamazdı. Halbuki burada durum böyle değildir. İnsan iradesi bizzat mevcud olarak yaratılmamıştır. Belki ona itibarî bir vücud verilmiştir. Hendesedeki itibarî ve farazî hatlar gibi, irade ve cüz’-i ihtiyarînin de itibarî ve farazî bir vücudu vardır. Böyle bir varlığı ve böyle bir vücudu ise, herhangi bir tartı ve ölçü ile değerlendirmek mümkün değildir. İşte irade, hiçbir ağırlığı olmayan böyle izafî bir vücuda sahiptir. Şu kadar var ki o, Cenâb-ı Hakk’ın icraat ve yaratmasına bir şart-ı âdîdir. Yani o kendine düşeni yaptığı zaman -ki bu ya meyelandır ya da meyelandaki tasarruftur- Cenâb-ı Hakk onun istediği fiili yaratır. Demek oluyor ki, ister meyelan, isterse meyelandaki tasarruf, haddizâtında haricî bir vücuda sahip olmamakla beraber, yaratma işi bu meyelan veya meyelandaki tasarrufa bağlı kılındığı içindir ki, irade apayrı bir değer ve kıymet kazanmaktadır.” _Yorum: Burada ise en temel mantık kaideleri ihlal edilmektedir. Cüzi iradeye mevcut nazarıyla bakmıyoruz diyor. O halde o mevcut değilse yok demektir ve sonra diyor ki: “bu cüzi iradenin, meyli ile fiiller yaratılır”. “Meyil şartı adidir” diyor. Bakın olmayan bir şey nasıl başka bir şeyin şartı olur ki? Yukarıda düşüncelerimizi Allahın yarattığını beyan etmişti, burada ise cüzi iradenin yaratılmadığını söylüyor. Cüzi irade ise şu demektir: Bir hareketi yapmadan önce yapmayı istemektir. Yani açıkça düşüncedir. _“Esasen kader mevzûunun en mu’dil mes’elelerinden birine girmiş olduk. Onun için mevzûu birkaç misâlle anlatmaya çalışalım: Siz büyük bir elektrik mekanizmasının düğmesine dokunuyorsunuz. Halbuki bu büyük mekanizmayı hazırlayan başkasıdır. O, öyle bir sistem kurmuştur ki, siz düğmeye dokunur dokunmaz âdeta bütün cihanı ışığa boğuyorsunuz. Yaptığınız bu küçük işle meydana gelen bu büyük netice arasında ma’kul bir münasebet görülmüyor. Sebep ve netice arasında hiçbir tenasüp ve uygunluk yok. Bu bir bakıma peygamberin mucizeleri gibi...” _Yorum: Yine burada düğmeye dokunmayı cüzi iradeye örnek olarak veriyor. Işığın yanmasını da fiillerimizin yaratılmasına kıyas ediyor. Yani sizin meyelanınız aslında küçük bir şey ama sonuçta büyük şeyi etkiliyor diyor, yani Allahın fiillerimizi yaratmasını kasdediyor. _“İnsanın yaptığı işlerde kendine ait hiçbir fonksiyon yoktur düşüncesi de Cebriye mezhebine aittir. Halbuki yukarıda da ısrarla üzerinde durduğumuz gibi, bu görüş de doğru değildir. Ehl-i Sünnet mezhebi ise her ikisinden aldığı hakikatla orta yolu temsil eder. Bu yol ifrat ve tefritten korunmuş yoldur. Fiilimizi yaratan Allah’tır, fakat isteyen, talep eden bizleriz. Öyle ise mes’uliyet bize aittir. İşte Ehl-i Sünnet görüşü de budur..!” _Yorum: Burada ise Ehli sünneti Cebriyye dışında gösteriyor, ancak bilindiği üzere ehli sünnet denince Maturidi ve Eşari mezhepleri anlaşılır. Evvelden gösterdiğimiz gibi Eşari mezhebi Cebriyyedendir, yani cebircidir ancak yazar bu mezheplerden hiç bahis açmıyor zaten yazarın bu konuların inceliklerinden pek haberi yoktur. __Ayet ve hadislerin aydınlatıcı tayfları altında kader: _“Cenâb-ı Hakk, bizi kötü yolun encamından muhafaza buyursun ve bizleri cennet ehlinin amellerine muvaffak eylesin.. teçhiz buyursun.(Amin!)” _Yorum: O halde kötü yollara düşenleri korumadı mı? _“Ve böyle bir kader anlayışında ne cebrin ne de Mutezilî düşüncenin yeri yoktur. Yani, irademizi alâkadar eden bütün fiiller, aynen bizim irademizle hiçbir yakınlığı olmayan diğer fiiller gibi doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk tarafından bilinip, takdir ve tayin edilmiştir. Ama iradî fiillerde, -çapı ne olursa olsun- mutlaka irade veya meyelan hesaba katılmış ve yapılan takdirler ona göre yapılmıştır.” _“İnsan iradesi, haricî vücudu olmamasına rağmen, Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasına bir şart olması dolayısıyla işlenen hatalara mercidir. “Sana isabet eden bütün hayırlar Allah’tan; bütün şerler ise senin nefsindendir”(Nisa, 4/79) âyeti bize bu ölçüyü veriyor. Fakat meselenin diğer tarafında da “Meşîet-i İlahî” vardır. İnsan Allah’ın dilediğinden başka hiçbir şey dileyemez. İşte: “Siz ancak Allah’ın dilediğini dileyebilirsiniz”(İnsan,76/30) âyeti de bize bu dersi vermektedir.” _Yorum: Yine Nisa 79. ayeti veriyor ama Nisa 78. ayeti vermiyor. Bunu çoğu yapar. _“İmam Gazali, “Ben yapmıyorum; fakat diliyorum” diyenlere şu cevabı verir: “Peki, dilemeyi veren kim?” “Hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Fakat O’nun hayra rızası var, şerre rızası yoktur. Şerri isteyen insandır. Allah insanın şer işlemesini istemez. Fakat insan şerri isteyince, O da yaratır.” _Yorum: “Allah insanın şer işlemesini istemez” diyor. O halde dünyada Allahın dilemesinin dışında birşey mi oluyor? Kitabet açısından kaza ve kader : _“Bir millet azizken, Allah onları zelil kılmaz. Bir millet başlara tâc iken, Allah onları ayaklar altında çiğnetmez. Ama millet kendi özünde değişikliğe uğrarsa, Allah da onları değiştirir.” _Yorum: Peki onların özündeki değişimleri Allah varetmiyor mu? __Meşiet-i ilahi açısından kader: _“Öyle ise, yapmak istediğin hemen her işinde, evvela meşîet-i ilâhîyi esas tutmalı ve yapacağın işi, Cenâb-ı Hakk’ın dilemesine bağlamalısın. Zaten O dilemedikten sonra senin bir şey yapman da mümkün değildir.” _Yorum: Cüzi iradem de, meyelanım da buna dahil mi? _“Evet insan kat’iyen inanmalıdır ki, Allah dilemedikten sonra hiç kimse hiçbir şey yapma güç ve kuvvetine malik değildir. Eşya ve hadiselerin ledünniyatına vakıf olan ve kendi iç âlemini dinlemesini bilen bir insan bu gerçeğe, hem de aksine zerre kadar ihtimal vermeyecek şekilde inanır, inanmalıdır da.” _“Hatta bazen bir iş için bütün mukaddemeleri hazırlar, enine boyuna etraflıca düşünür, plânlar ve bize göre bütün şartlar tamam, deriz; ama bir de bakarız ki, belirli belirsiz bir yerde küçük bir ihtimal, bir sızıntı her şeyi berbat edivermiş. Hatta her şey tamam. Ancak meşîet-i ilâhî bizim istediğimiz gibi taalluk etmediği için veya Allah (cc) o işi bizim istediğimiz istikamette dilemediği için, o iş tahakkuk etmemiştir ve böylece bizim plânlarımız altüst olmuş. Zaten âyet de bunu anlatmıyor mu? “Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz” (İnsan, 76/30) dileseniz de O istemezse, sizin gayretleriniz bir şey ifade etmez. O dilemedikçe, her türlü sa’y ve gayret boşunadır. Ne var ki, O çok defa âdet-i sübhanisiyle esbap ve sizin iradelerinizi birer dua kabul edip lütufta bulunabilir. İşte meşîet-i ilâhînin eşya ve hâdiselere taalluku herşeyle bu kadar iç içedir.” _“Allah’ın meşîeti olmasaydı siz hiçbir şey yapamayacaktınız. Meselâ, eğer Allah dileseydi, siz aranızda mukatele yapmayacaktınız. Ama yapıyorsunuz. Öyle ise sizin müsbet veya menfî mükatele hayatınız, sizin leh veya aleyhinize olması yönüyle tamamen Allah’ın dileme ve meşîetine bağlıdır. Allah neyi murad buyurursa onu yapar. O yaptığını ve yapacağını hiç kimseye sormaz. Zaten: “Allah ne dilerse o olur. O’nun dilemediği ise asla olmaz” hadîsi bir kaide-i mukarreredir. Allah neyi dilerse o keynunet kazanır, oluverir. Neyi dilemezse, yani neyin olmamasını dilerse o da olmaz. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. O da Cenâb-ı Hakk’ın meşîetinin adem ve yok’a da taalluk etmesi meselesidir. Durum böyle olunca, Allah (cc) neyin olmasını murad eder ve dilerse o olur. Neyin de olmamasını dilerse o da olmaz. Evet meşîet-i ilâhî yok’a da var’a da taalluk eder. Yoksa, bazılarının dediği gibi, “meşîet-i ilâhi taalluk ederse o şey olur, taalluk etmezse olmaz”, gibi bir düşünce doğru değildir. Yani meşîet-i ilâhinin taalluk etmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü, yokluk da aynen varlık gibi meşîetin elinde yoğrulmaktadır.” _“Devletlerin hakimiyeti, hakimiyetlerinin devamı ve bu devletlere hâkim olan ve onları temsil eden şahısların el değiştirip durması da tamamen ilâhî dilemeye ve meşiete bağlıdır. Bunu gösteren âyet ise şöyle: “Eğer siz (Uhud’da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. Böylece Biz, Allah’ın gerçek mü’minleri ortaya çıkarması ve içinizden şahidler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah zulmedenleri sevmez.” (Al-i İmran, 3/140) âyeti de bize bu hakikati anlatmaktadır. Her ne kadar bu âyette, meşiet ifade eden kelime yoksa da, yine de meşieti ifade ediyor. Çünkü “Biz bu günleri evirir çeviririz” diyor. İnsanların değişip duran çeşitli durum ve hâlleri doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın elindedir. Günler O’nun kudret elinde tesbih taneleri gibi evrilip çevrilmektedir. Şimdi bütün bunları söylerken insan iradesi nefyedilmiş mi oluyor? Hayır! Şimdilik o hususa temas etmeyeceğiz; zira burada sadece kaderin meşiet-i ilâhi ile alâkalı yönünü inceliyoruz. “ _“Buraya kadar naklettiğimiz âyetlerde gördük ve anladık ki, meşiet bütün hayatı çepeçevre sarmış ve ihata etmiştir. Evet, O’nun dilemesi ve meşieti her şeyi kuşatmıştır. Yokluk dahi O'nun meşietinin, o yönde tecelli etmesine bağlıdır. (Hud, 11/107; Bürûc, 85/16) yani istediğini yapan tek hâkimdir. O’nun dilemesi olmadan hiçbir şey olamaz.” _“Ben kendime ne zarar ne de fayda getirebilirim. Değil başkasına faydalı veya zararlı olmak, kendi öz nefsime dahi fayda veya zararım söz konusu değildir. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın dilediği müstesna. Yani her işte olduğu gibi, benim kendime fayda veya zarar getirmemde de esas olan Allah’ın meşietidir... Allah Rasulü, meşiet-i İlâhîye o kadar teslimdir ki, bir gün şöyle buyurur: “Hiç kimse kendi ameliyle kurtulamaz.” Sahabi sorar: “Sen de mi Ya Rasulallah!” Cevap verir: “Evet, ben de; ancak; Rabbim’in beni rahmetiyle kucaklaması ve her tarafımı rahmetiyle sarması neticesinde kurtulabilirim.” _”Zira, Cenab-ı Hakk’ın meşîeti, herşeyi zahir ve batınıyla kuşatıp içine almıştır. O’nun meşîeti haricinde birşey düşünmek imkânsızdır.” _”Bu hâdise ve hadîsden de anlıyoruz ki, meşiet-i ilâhi esastır ve bu mevzuda ona hiç kimse ortak tutulamaz. Hatta bunu kasıtlı yapmak küfürdür ve şirktir.” _”Meleklerin ibadetleri, amelleri, Cenâb-ı Hakk’ın emir ve dilemesiyledir. Peygamberlerin yaptıkları da öyledir. Salih kulların sâlihât dediğimiz amelleri de aynı şekildedir. Ve bütün bunlardan Cenâb-ı Hakk, hoşnuttur, râzıdır.. Fakat öyle işler de vardır ki, temellerinde Cenâb-ı Hakk’ın meşiet ve dilemesi olmasına rağmen onlara rızası yoktur. Küfür, isyan ve günahın her çeşidi bu cümledendir.” _Yorum: Bu ifadeye göre demek ki küfür de Allahın iradesiyle mevcut oluyor. Bu anlayış cebr değil mi? _”Allah (cc) fesadı yaratır. Yaratması meşietinin taalluku ile olur. Fakat O’nun fesâda rızası yoktur. Diğer bütün günah çeşitlerinde de durum aynıdır.” _Yorum: Yani diyor ki: “Bütün şerler Allahın iradesiyle meydana gelir.” _”Onun için her iki emri de çok iyi anlamak gerekiyor. Cebriye mezhebi, bu iki emri, yani emr-i tekvînî ile emr-i şer’îyi birbirine karıştırdığı için iradeyi inkar etmiş ve sapık bir yola düşmüştür. Mu’tezile de iradeyi esas alarak, “kul kendi fiilini kendisi yaratır” dediği için ayrı bir yanılgı ile sapıtmıştır.” _Yorum: Yani, ne şiş yansın ne kebap misali “biz ne öyleyiz, ne de böyleyiz” diyor. Aklınca bir çıkış bulduğuna inanıyor. Halbuki bu iki yolun dışında kader mevzuunda başka yol yoktur. _”Hidayet ve dalâlet de Cenâb-ı Hakk’ın meşietine bağlıdır. Kur’an-ı Kerim birçok âyetiyle bu hususu tavzih etmektedir: “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslâmiyete açar. Kimi de sapıttırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece kâfirleri küfür bataklığı içinde bırakır.”(En’am, 6/125).” _”Demek ki, hidayet meselesi veya dalâlet mezelleti;sebebiyet noktasında istidat ve kabiliyetle veya irade gücüyle çok da alâkalı değil. Bunlar, doğrudan doğruya ilâhî meşietin hikmet yüklü bir eseridir.” _Yorum: Hidayetin ve dalaletin esasen ilahi iradeyle irtibatlı olduğunu, insan iradesinin gücüyle çok da alakası olmadığını bildiriyor. _”Evet, Cenâb-ı Hakk bir şeyi dilemeden onu meydana getirmek bizim için mümkün değildir. Mümkün görünen şeyleri bazen gayr-i mümkün kılan; gayr-i mümkün görünenleri de imkan sahasına sokan yegane kuvvet O’dur. O’nun güç ve kuvveti zâtındandır. Onun için de biz O’na, kuvvetin tâ kendisi olarak bakıyoruz. Bize iş yapma gücünü O verdiği gibi, irademizi o yönde kullanma meylini de veren O’dur. Evet, gerçi bize bir irade vermiştir; ancak meşiet ve dileme sadece O’nun hakkıdır. Hidayet ve dalalet hususunda da durum aynıdır. Hâdî ve Mudill sadece ve sadece Allah’tır.” _Yorum: İrademizi o yönde kullanma meylini bize verenin Allah olduğunu söylüyor. halbuki yukarıda bu meyilin, yani cüzi iradenin mevcut olmadığını ve yaratılmadığını söylemişti. _”O’dur ki, bir zaman Ömer’in içine Allah Rasulü’nü öldürme duygusunu vermiş sonra da onu yola salıvermiştir ve dıştan dalâlete gidiş gibi görünen bu yolculuk Hz. Ömer’i hidayetin kucağına çekmiştir.” _ Yorum:Ömerin içine bu duyguyu Allah vermişse Ömer bu düşünceyi düşünmek zorundaydı demektir ve bunu düşünmemeye kudreti yoktur. O halde Ömerin burada hür iradesi nerededir? _”Allah kimin de dalâletini murad buyurmuşsa, onun kalbini daracık ve sımsıkı kılıverir. Artık o, İslâmî hiçbir teklife evet diyemez. Nasihatten, aslandan kaçan yaban eşekleri gibi kaçar (Müddessir, 74/48-51) ve her adımı onu İslâm’dan daha da uzaklaştırır. Ancak, bütün bunların üzerinde kesilip biçildiği bir şart-ı âdi vardır. O da insanın iradesidir. Birşey yapma veya yapmamaya karar verme duygusu.. esasen insanın kendisini vicdanen hür kabul etmesi de bunu gösterir. Dolayısıyla da vicdanen kendisini mes’ul sayar. İrade, yapılan şeylere temel taşı vazifesi görmektedir. Cenâb-ı Hakk yaratacağı herşeyi bu temel üzerinde yaratmaktadır.” _”Meselâ, diyelim ki siz, şu eğri dünya düzenini değiştirmek istiyorsunuz. Onu değiştirme istikametinde, vicdanınızda mevcudiyetini duyduğunuz iradenizi bir yere kadar kullandınız? Servet ve sâmânınızı o istikamette harcadınız. Herşeyinizi o yolda sarfettiniz ve sizi hedefe ulaştıracak bütün yolları denediniz, öyle ki dizinizin dermanı kesildi ve imkânlarınızın dibi göründü.. ve daha bunlar gibi bir sürü esbabı kurcaladınız.. yani iradeden beklenen herşeyi ortaya koydunuz. İşte o zaman Cenâb-ı Hakk’ın irade ve meşieti imdadınıza yetişecek ve size arzu ettiğiniz imkânları bahşedecektir. Evet sizin o mahiyeti meçhul iradenize daha nice büyük neticeler lütfedecektir. Bu ilahî bir kanundur ve asla değişmeyecektir.” _Yorum: Dikkat edilirse “siz elinizden geleni yaptığınızda Allahın iradesi imdadınıza yetişecek” gibi ifadeler kullanıyor ki bunlar yazarın ne kadar bu konuların cahili olduğunu gösteriyor. Zira yazara göre Allahın iradesi ezelidir. Ancak bu ifadelerinden çıkan anlam ise Allahın iradesinin hadis olduğu şeklinde bir anlatımı vardır. Bakın bu şahıslar ne dediklerini bilmiyorlar, ezeli irade kabul ediyorlar ve sonra insanın iradesini hadis kabul ediyorlar ve ondan sonra Allahın ezeli iradesi hadis olan yani sonradan olan insan iradesine tabidir gibi manalar içeren ifadeler kullanıyorlar. Detaylı açıklamasını ilim mevzuunda yaptığımız tabi olma ve tabi olunma meselesinde zikrettiğimiz gibi ezeli irade nasıl hadis olan iradaye tabi olur? Tabi olmak zaten sonradan olanın özelliğidir. Yani çok basit anlatımlar kullanıyor yazar ve buna rağmen insanların büyük çoğunluğu bu gibi basit hatalarla dolu yazıları hüccet olarak kabul ediyorlar. Said nursinin bu konudaki yazıları da çok basittir. Onlar bu konuları detaylı bilmemelerine rağmen kendilerine çok güveniyorlar ve biliyormuş edasıyle ahkam kesiyorlar. Zaten dünda da yaygın görüş maturidilik olduğundan pek kimse itiraz da etmiyor, bu böyle yüzyıllardır sürüp gidiyor. Ara sıra Cebri düşünceyi anlatan olmuşsada onlar fazla etkili olamadılar bu konuda. Mesela Said Nursiyle aynı dönemde yaşayan Mustafa Sabri, kader ile ilgili kitabında açıktan açığa Maturidi mezhebinin iç yüzünü delilleriyle anlattığı halde bu görüşleri toplumda pek etkili olmadı. _”Siz cüz’î iradenizi en son noktasına kadar kullanacaksınız; işte o zaman Küllî İrade kendine düşeni yapacaktır.” _Yorum: Burada yine Allahın iradesinin hadis olduğunu akla getiren ifadeler kullanıyor. _”Cenâb-ı Hakk, herşeyi kuşatan ilmiyle, ilerde bizim iradelerimizle yapacağımız herşeyi biliyor ve bildiklerini de tayin ve takdir ediyor.. sonra da bunları birer plân halin de Levh-i Mahfuza kaydediyor, daha sonra da melekler bizim hakkımızda bir defter tutup bütün amellerimizi yazıyor böylece her iki defter de birbirinin aynı oluyor. Tabiî bunların hepsinde Cenâb-ı Hakk’ın dilemesi esas oluyor. Zira biz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak, Allah dilerse birşey olur, Allah birşeyin olmamasını murâd buyurursa o şey de olmaz kanaat ve inancını taşıyoruz.” __Yaratma açısından kaza ve kader: _”Bir taş veya bir mermer mi yontuyorsunuz? Sizi de yaptığınız o işi de yaratan Allah’tır. Size düşünme melekesini veren, sonra sizi düşündüren ve bir merhale ötede, düşündüklerinizi ifade ettiren yine Allah’tır. Öyle ise bizim irademize düşen nedir? Böyle bir meselede irade nasıl bir paya sahiptir? İrade dediğimiz şey o kadar küçüktür ki, bakışlarınız ne kadar derin ve görüş ufkunuz ne kadar geniş olursa olsun yine onu göremez ve onu belirleyemezsiniz; çünkü onun hariçte hiçbir vücudu yoktur. O kadar küçüktür ki, ona terettüp eden işlerle onun arasında “tenâsüb-ü illiyet” prensibine göre bir nisbet bulmak mümkün değildir. Evet, irademiz ne ölçüde küçük ise, yanıbaşımızda duran ilâhî lütuflar da o kadar büyüktür.” _Yorum: “Hariçte hiçbir vücudu yoktur” diyor. Buifade direkt olarak “yoktur” manasına gelmiyor mu? Eğer cüzi iradenin etkisini kabul ediyorlarsa ki kabul ediyorlar, o halde soruyorum: Olmayan bir şey etki edebilir mi? _”Görüldüğü gibi, Allah’ın verdiği hükmü ve Allah’ın kazasını hiç kimse geriye çeviremeyeceği bu duada talim edilmiş bulunuyor. Öyle ise, bize düşen sadece bir meyildir ve bir yöneliştir.” _”Allah kime hidâyet murad ederse, onun gönlüne hidayet şuaları akar ve sonra da o gönülde karar kılar. Kimi de sapıklığa sürüklemek murad ederse, bütün vâiz ve hatipler onu kurtarmak için bir araya gelseler, onun imdadına koşsalar, ona anlatılacak herşeyi anlatsalar, tebliğ sevabını alsalar bile, o şahsın sapıtmasını önleme adına hiçbir şey yapamazlar. Çünkü onun hidâyete erme liyâkatı selbolmuştur. Artık ne yapılırsa yapılsın hiçbir faydası yoktur. Günümüzün umumî manzarası, bunu göstermeye yeter ve artar zannediyorum. Ancak burada şu hususu da nazardan uzak tutmamak gerekmektedir. Hidâyet ve dalâleti Allah yaratır; ancak itibari dahi olsa, onları mevcud iradenin istek ve talebi üzerine yaratır. Kul ister, Hâdî ve Mudill isimleriyle müsemma olan Allah (cc) da, hidâyet ve dalâleti yaratıverir. Dolayısıyla sapıtanın kendisi yine bizzat kul olur. Onun içindir ki biz, kıldığımız her namazda, Fatiha suresini okurken Cenâb-ı Hakk’a dua edip yalvarır ve: “Allah’ım bizi mağdub ve dâllînin yoluna sürükleme”(Fatiha, 1/7) deriz. Efendimiz de bir hadislerinde “Üzerlerine Allah’ın gadabı olanlar Yahudilerdir, sapık olanlar da Hristiyanlardır” buyurmuşlardır. Mevzuyu bu noktaya getirdikten sonra, burada hidâyetin mertebeleri üzerinde durmak icap etmektedir. Tâ ki, çeşitli yanlış anlamalara meydan verilmiş olmasın!” __İnsan iradesinin nazara alındığı hidayet: _”Evet, hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir nebi zuhur etmesin. Bu itibarla her ümmete mutlaka nebi gelecek, mübeşşir ve münzir olarak onlara hakikatleri tebliğ edecek ve ardından da iradeleriyle onları dinleyenler hakkında Allah (cc) hidâyetini yaratacaktır. Sapıklığı tercih edenler ise dalâlette kalacaktır ki, bu da onlar için de Cenâb-ı Hakk, dalâlet murad etmiş olacaktır.” _”Bununla beraber, Cenâb-ı Hakk, ayrıca kemâl-i kereminden her asrın başında birer müceddit gönderdi.” _Yorum: O halde bu anlayışa göre, gönderilen şahsın bu işte özgür iradesi yoktur. Zira Allah onu gönderdiyse o işini bu yönde yapmak zorundadır. _”Yâni, Cenâb-ı Hakk, hidâyete götürücü vesile ve vasıtaları yaratarak hidâyeti yaratmayı kulun istemesine bağladı. Bu bölümde cebrî bir hidâyet söz konusu değildir.” _Yorum: Yazara göre Allahın yaratması, iradesiyle olur. O halde şu sonuç çıkar: “Allahın iradesi de kulun iradesine bağlı.” İşte böyle bir sonuç çıkıyor, halbuki yazar Allahın iradesinin ezeli olduğunu kabul ediyor. _”Cenâb-ı Hakk, çeşitli vesileleri kullanarak insanları hidâyete, sırat-ı müstakime davet eder. Ancak, hidâyete gelince, onu bizzat kendi meşietine bağlar. Dilediğini hidâyete erdirir, dilediğini de dalâlette bırakır. Meselenin bir küçük yönü insana aittir. O Allah’ın davetine icabet eder ve hidâyet vesilelerinden istifadeye çalışırsa, Allah da meşietiyle tecelli eder ve onu hidâyete erdirir. Kur’an-ı Kerim bir hidâyet kaynağıdır. Ondan ancak Allah’ın diledikleri istifade edebilir ve Kur’an sadece onlar için bir hidâyet vesilesi olur.” _Yorum: “Hidayet vesilelerinden istifadeye çalışırsa, Allah da meşietiyle tecelli eder” şeklinde bir ifade kullanıyor ki, bu söz de yine Allahın iradesinin hadis olduğunu ima edici bir izahtır ve Allahın iradesinin kulun iradesine tabi olduğunu kabul eden bir anlayıştır. _”Ve yine Allah (cc), peygamberine hitaben: “Ey Habibim! İşte sana da buyruğumuzla Cebrâil’i gönderdik. Sen kitap nedir, iman nedir, bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz sen de insanlara göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yolunu, doğru yolu göstermektesin. İyi bilin ki, işler sonunda Allah’a döner.” (Şûra, 42/52-53) İşte bu âyette de anlatıldığı gibi, hidâyette iki mertebe görüyoruz. Birinci mertebede sadece vesile ve vasıtalık var ki, Kur’ân-ı Kerim bu vesile ve vasıtalığı da bazen hidâyete erdirme olarak vasıflandırmaktadır. Esasen bu tür hidâyete erdirme vesilelikten öteye de geçmez. Hidayetin ikinci mertebesine gelince bu Cenâb-ı Hakk’ın insan gönlünde hidâyeti yaratmasıdır. Bu yaratmayı Cenâb-ı Hakk, vesilelerle yaptığı gibi doğrudan doğruya da yapmaktadır. O’nun bu tür hidâyete erdirmesi ise, sırf bir lütuftur. Büyüklerimiz buna “Cebr-i Lütfî” demişlerdir. Rabbimizden niyazımız, bizleri de böyle cebrî bir lütuf ile hidâyete erdirmesidir.” __Kaderle ilgili sorular ve cevaplar: _”Kâinatta olup biten herşeyi Allah yaratır. Bu soruda “küllî îrade” diye geçen şey de işte budur. Hatta, “Sizi de, işinizi de, Allah yarattı.”(Saffât, 23/96) Yani sizin de, sizden sâdır olan ef’âlin de hâlikı yalnız Allah’tır. Meselâ: Siz taksi yapsanız, veya bir ev inşa etseniz, bu işleri yaratan Allah’tır. Siz ve ef’aliniz, Allah’a aitsiniz. Ama ortaya gelen bütün bu işlerde, size ait bir husus vardır ki, o da bir kesb ve bir beşerî mübâşerettir. Bu ise âdî bir şart ve temâyül gibi bir şeydir. Tıpkı dünyaları aydınlatacak olan bir elektrik şebekesinin düğmesine dokunmak gibi.. Bu durumda “Sizin hiçbir şeyiniz, hiçbir müdâhaleniz yok” denemeyeceği gibi, işin tamamen size ait olduğu da söylenemez. İş tamamıyla Allah’a aittir. Fakat, Allah size ait bu işleri yaratırken, sizin cüz’î müdâhalenizi de âdi şart olarak kabûl etmiş ve yapacağı her şeyi onun üzerine inşa buyurmuştur. Meselâ: Şu câminin içindeki elektrik mekanizmasını, Allah kurmuş; işler ve çalışır hale getirmiştir. Yeniden bunu tenvir etme işi, ameliyesi de Allah’a aittir. Elektron akımlarından bir ışık meydana getirme, câmiyi tenvir etme birer fiildir. Ve bunlar da “Nuru’n-Nûr, Münevviru’n-Nûr, Musavviru’n-Nûr” olan Hz. Allah (cc)’a aittir. Ama bu câminin aydınlanması mevzuunda, sizin de bir mübaşeretiniz vardır; o da Allah’ın kurduğu bu mekanizmada, Allah’ın ayarladığı düğmeye sadece dokunmanızdır. Sizin irâde ve tâkatinizin çok fevkinde, o mekanizmanın, tenvir vazifesini yapması ise tamamen Allah’a aittir.” _”Müsaade buyurulursa biraz daha açayım: Allah hidayet eder ve hidayetinin vesileleri vardır. Camiye gelme, nasihat dinleme, fikren tenevvür etme hidayetin yollarıdır. Kur’an-ı Kerim’i dinleme, ma’nâsını tedkik ve derinliklerine nüfuz etme, hidâyet yollarındandır. Rasul-ü Ekrem’in (sav) Huzur-u Risâletpenâhîlerine gitme, rahle-i tedrîsi önünde oturma, O’nu can kulağı ile dinleme, O’nun gönülden ifâde edilen sözlerine kulak verme ve O’ndan gelen tecellilere gönlünü ma’kes yapmak, hidâyet yollarından birer yoldur. İnsan bu yollarla, hidâyete mübâşeret eder. Evet, câmiye geliş küçük bir mübâşerettir. Ama, Allah (cc), camiye gelişi hidâyete vesile kılar. Hidâyet eden Allah’tır; fakat, bu hidayete ermede Allah’ın kapısını, “kesb” ünvanıyla döven kuldur.” _Yorum: Ancak yazara göre camiye gelme, nasihat dinleme fiilleri de ve kesb adı verdikleri de Allahın iradesiyle mevcut bulur. _”İnsan, demhâneye, meyhâneye, puthâneye gider; böylece “Mudill” isminin kapısının tokmağına dokunmuş ve “beni saptır” demiş olur. Allah da murad buyurursa onu saptırır. Ama dilerse engel çıkarır, saptırmaz. Dikkat buyurulursa, insanın elinde o kadar cüz’î birşey vardır ki, bu ne hidayeti ne de dalâleti asla meydana getiremez. Demek oluyor ki; hidâyet eden de, dalâleti veren de Allah’tır (cc). Ama bir kimse dalâletin yoluna girdiyse, Allah (cc) da binde 999,9 ötesi kendisine ait işi yaratır; -tıpkı düğmeye dokunma gibi-, sonra da insanı, dalâlete meyil ettirir. O arzusundan ötürü de ya cezalandırır veya afveder.” _Yorum: ”İnsan, demhâneye, meyhâneye, puthâneye gider; böylece “Mudill” isminin kapısının tokmağına dokunmuş ve “beni saptır” demiş olur. Allah da murad buyurursa onu saptırır. Ama dilerse engel çıkarır, saptırmaz.” diyor yazar. Bu ifadeden de “kul ne yaparsa yapsın sonuç itibarıyla iş Allahın iradesi doğrultusunda meydana gelir” görüşü anlatılıyor. O halde iki insan var; ikisi de sapmak için meylediyor diyelim, bu görüşe göre “Allah istediğini saptırıyor, yani onda sapma fiilini yaratıyor; istediğini ise, o şahıs dilediği kadar sapmaya meyletse de onu saptırmak istemezse saptırmıyor” görüşü savunuluyor. Bu görüşe göre nasıl imtihandan bahsedilebilir. Ancak yazar bu dünyanın imtihan olduğunu ifade ediyor. _”Kimin, hangi istikametde, nasıl bir temâyülü olacak ve kim âdî bir şart ve sebebden ibaret olan irâdesini, hangi yönde kullanacaksa, bütün bunlar, önceden bilindiği için; o sebeblere göre meydana gelecek neticeleri takdîr ve tesbit etmek, insan irâdesini ne bağlamakta ne de zorlamaktadır. Aksine, onun meyilleri hesaba katılarak hakkında bu takdirler yapıldığı için, irâdesi kabûl edilmekte ve ona değer verilmektedir. Nitekim, bir büyük zât, hizmetçilerine; “Sizler öksürüğünüzü tutduğunuz zaman, şahâne hediyeler elde edeceksiniz; sebepsiz öksürdüğünüz takdirde de, hediyeleri kaybetmekle beraber, bir de itab göreceksiniz” dese, onların irâdesini kabûl etmiş ve desteklemiş olur. Aynen öyle de, Yüce Yaratıcı kullarından birine: “Sen şu istikâmette bir meyil gösterecek olursan, ben de, senin meyil gösterdiğin o şeyi yaratacağım. Ve, işte senin o temâyülüne göre de, şimdiden onu belirlemiş bulunuyorum” diye ferman etse, onun irâdesine ehemmiyet atfetmiş ve kıymet vermiş olur.” _”Mevzumuzla alâkası ise atânın kaza ve kader ile alâkalı yönüdür. İnsan, şerri talep ederse, Cenab-ı Hak da onun için o şerri takdir buyurur. Zaten insan hakkında yapılan takdirler onun iradesi hesaba katılarak yapılmaktadır. Mesela: Benim elimi kaldırmam daha ben elimi kaldırmadan önce hakkımda takdir edilmişse; Cenab-ı Hak bunu benim irademi veya meylimi o istikamette sarfedeceğimi bildiğinden dolayı takdir etmiştir. Zira Cenab-ı Hakk’ın ilim sıfatı bütün eşyayı -olmuşu ve olmamışı-, kendi zâtı da dahil herşeyi içine almaktadır. Binaenaleyh O, benim yapacağım işleri de biliyor ve ona göre takdirde bulunuyor; “Falan kulum elini kaldırmaya meyledecek ben de onu yaratacağım” veya “Ben bunu böyle yazdım” diyor. İşte bu kaderdir. Yani, bunun böyle yazılması kaderdir. Vakti gelip de benim elimi kaldırmam ise kazadır. O da hakkımda yapılan takdirin yerine getirilmesi demektir.” ***(İnancın gölgesinde 1) Fetullah Gülen’in kitabı: _a) Allah (cc), irâdemizle nasıl davranacağımızı önceden bildiği için kaderimizi öyle yazmıştır: Önceden izah edildiği gibi, kader insanı belli bir istikamette davranmaya zorlamaz; bilakis, kulun neyi nasıl yapacağı önceden Allah (cc) tarafından bilindiği için, kaderi de öyle tesbit edilir. Yani, kader ilim nev’inden olup, irâde ve kudret nev’inden değildir; ilim ise malûma tâbîdir. Ancak, Allah'ın ilmi için tâbî demek doğru da olmayabilir. Kaderin ilim nev’inden olması demek, herşeyin Allah (cc)’ın ilminde kesilip biçilmesi ve tayin, tesbit ve sonra da bir plân ve proje haline getirilmesi demektir. Bilmek ayrı, bilineni yapmak, yani dış âlemde tezahür ettirmek ayrıdır. Zihnimizde ne kadar plân, proje çizersek çizelim, bunlar hiç bir zaman, meselâ bir fabrika veya bir ev olmayacaktır. İlmin malûma tabi olması da, bir tasarı veya plânın dışta, yani pratikte alacağı şekle bağlı olması demektir. -Lâ teşbih vela temsîl- Allah (cc)’ın ilminin bir ünvanı olan kader de, böyle bir plân ve proje gibidir ki, bu plân veya proje pratikte insanın irâdesiyle yapacağı fiillerle şekil ve hüviyete ulaşır. Bu, kâğıt üzerinde görülmeyen yazıların, o kâğıda kudret ve irâde eczasının sürülmesiyle vücut bulması gibidir. İnsan, cüz’î irâdesiyle teşebbüsde bulununca, Allah (cc)’da, kağıttaki görünmez yazılara Kudret ve İrâdesiyle tecelli eder ve böylece kağıttaki yazılar dışta bir vücud ve şekil alır. Şu kadar ki, Allah (cc), insanın irâdesiyle neler yapacağını önceden bildiğinden, hepsini önceden tek tek defterine yazmış bulunmaktadır. İzmir-Ankara arasında çalışan bir tren düşünün. Bu trenin hangi saatlerde hangi istasyonlarda olacağı dakikası dakikasına tesbit edilip, bir vakit cetveli halinde asılmıştır. Tren, bu vakit cetvelinde yazılı olan saatleri hiç şaşırmadan varacağı istasyonlara varır. Halbuki trenin hızı, üzerinde gideceği demiryolunun çeşitli hususiyetleri, trenin ne kadar yolcu veya yük alabileceği, yani taşıma kapasitesi, yol boyunca bulunan istasyonlar ve hattâ mevsimler ve hava durumu trenin seyahatına tesir eden faktörler olup, bütün bu faktörler de, vakit cetvelini hazırlayan ilgili büro tarafından bilinmektedir. Şimdi tren, vakit cetvelini hazırlayan büro yazdığı için mi belli saatlerde belli istasyonlara varmaktadır; yoksa, sözünü ettiğimiz bürodan bağımsız faktörlere göre mi trenin seyahatı düzenlenmiştir? İşte, irâdenin durumu da böyledir.. ve o, kaderin mutlak mahkûmiyeti altında değildir. Güneş tutulması gibi astronomik hâdiseler önceden tesbit edilip takvimlere ve ilmî raporlara saati saatine, dakikası dakikasına kaydedilir. Şimdi, güneş ya da ay tutulması, takvimde yazıldığı veya ilim ehlince tesbit edildiği için mi o saatte ve o dakikada gerçekleşir; yoksa o saatin o dakikasında gerçekleşeceği için mi takvimlere yazılır veya ilim adamlarının raporlarına geçer? Güneş veya ay, takvimlerde yazıldığı için tutulmuyor, bilakis tutulacağı için takvimlere yazılıyor. İnsan, yaptığını Allah (cc) kaderinde yazdı diye yapmaz; insan yapacağı için Allah (cc) yazar. İnsanın irâdesini kullanarak yapacağı her şeyin kaderî olarak yazılması, irâdesini kullanmasına nasıl mâni değilse, insanın irâde sahibi olması da, yapacağı şeylerin önceden kader halinde yazılmasına aynı şekilde mani değildir. _Yorum: Bakın ben ezeli ilim ile ilgili bu kitapta detaylı açıklamalar yaptım. “İlim maluma tabidir” ifadesinin ne manaya geldiğini anlattım. Ancak burada şunu ifade edeyim ki; özellikle piyasadaki özgür iradeyi savunan kitaplarda genelde bu güneş tutulması örneği verilir. Ben burada şunu açıklayacağım, burada dikkat edilirse Allahın ilmi ile insanların ilimleri arasında bir kıyas yapılıyor ve oradan sonuca ulaşılmaya çalışılıyor. Ancak burada yapılan hata şudur: Ezeli ilim ile hadis (sonradan) olan kulların ilminin kıyas edilmesi olayıdır. Bu iş şunun için yanlıştır, İnsanların güneş tutulmasını takvimlere önceden yazması şöyle olur: Bu insanlar bakarlar ki güneş denen bir şey var ve sonra anlarlar ki bu güneşin doğup batması belli zaman aralıklarında oluyor ve düzenli bir sistem içinde oluyor. Ondan sonra yani bu düzeni insanlar anladıktan sonra bu takvimi yapıyorlar. İşte bu dediğim insanların hadis olan ilmidir yani etkilenen ilimdir. İnsanın güneşi bilmesi için önce güneşin varlığı lazım gelir, ondan sonra o güneşi anlar bilir. Yani etkilenen bir ilimdir insanlarınki; ancak Allahın ezeli ilmi ise etkilenen olmayıp tersine etkileyen, etkin bir ilimdir. Allahın güneşi bilmesi için önce güneşim var olması gerekmez. Allah güneşi olmadan önce de bilir; işte bu ince farktır. Ben zaten “İlim maluma tabidir” ve benzeri laf oyunlarıyla ne denmek istediğini ve bunlara karşı detaylı cevapları bu kitapta zikrettim. Detayları oradan okuyun.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.