Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

enkas

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    220
  • Katılım

  • Son Ziyaret

enkas tarafından postalanan herşey

  1. önemsememek.neden?seviyeyi düşürdüğümde önemsendim ama.bak kardeşim kimin,ne tarz konulara yazdığını,uzun yazıların okunmadığını bildiğim için yazdım son yazdığımı.biraz mahalle üslubu oldu ama.özür diledik işte.ayrıca sekülerizm belasından fazlaca muzdarip olan bir kimse olarak sorunların %90 ını bu düşünce sistemiyle çözeceğimize inanan biri olarak bu başlığa ilgi çekmeyi uygun gördüm.mesela bazı ateistlerin yaptığı; kur'andan bazı ayetler çıkarıp bütünlüğü ele alınması gereken bir konuyu paramparça sunarak,bazı materyalistlerinde yaptığı işin sadece kudret boyutunda takılıp kalarak,yani aslında dini yanlış anlamak,varlığı yanlış tanımlamak,dindar dinsiz herkes için geçerli bu sekülerist düşüncenin eseridir. şu söz benimde çok hoşuma gider .bir çok kez örnek vermişimdir bu sözü ,ilmin realitesini anlatırken mesela..DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY DEĞİŞMEDİR.işte bakın aslında öyle bir şey söylüyorsunuz ki,madde sürekli değişsede ,değişme hakikati yani Allah'ın rabb ismi değişmez diyorsunuz.çünkü rabb terbiye ile alakadardır,terbiye ise geliştirmek içindir,ve kainat hep kemalata doğru gider,bunun içinde evrim,yani tekamül dinlerin vazgeçilmezidir.maddeler değişir ama değişme hakikati sabittir.yada başka bir şekilde şöyle anlatayım; kudsiyet hakikati..temizlik demektir.birileri bulaşık yıkar,birileri çamaşır,biri banyo yapar,biri ellerini yıkar,biri dişlerini fırçalar,yağmur yağar,hayvanların leşlerini toprak eritir,deniz sürekli hareketle kendini temizler vs.bak kardeşim kainat içinde mütedahil dairelerde hep temizlik hakikati işler,ama şekiller farklı olur,yani anlatmak istediğim şu,temizlik baki,şekiller fanidir,geçiçidir,temizlik hakikati bir ise şekiller çoktur. şimdilik bu kadar selam ile..[/
  2. aman yarabbiiiiiii.gözlerim yaşardı.desene; hiçbir fikrim yok,amacım hz.muhammed'in kurduğu mualla düzene sataşmak.sana birşeyler derdim ama sonunda hiçbirşey diyememekten korkuyorum.
  3. iyide kadın zaten fıtraten edilgendir.kadınlar bile bunu kabul ediyorken siz neden kadına hem istemediği hemde kendisi için uygun olmayan yeri vermeye kalkıyorsunuz.evvelende söylediğim gibi en çok bu yy.de ezildi kadınlar .zavallılar özgürlük dediler fabrikalarda köle oldular.yalan mı ya?son istatistiki bilgilere dayanarak söylüyorum.ayrıca verdiğim örnekteki gibi çiçek çiçek olarak güzeldir,çiçeğe "sen neden taş gibi sert değilsin?bak hiç bir işe yaramıyorsun?seni yumuşak,nazik varlık seniii"diyor mu kimse.hayır. güzel bahçelerde düzenli bir şekilde yetiştirildiğinde seyrine doyulmaz,hemde kokusuna.. selam ile..
  4. güzel kardeşim adamların kutsal saydığı birşey yokki,kudsiyet ile zerre kadar alakaları olmadığı için saldırıyorlar zaten dine ve kutsal değerlere."NEFSİNİ İLAH EDİNENİ GÖRDÜN MÜ?" İNSAN HİÇ BİR KUTSAL DEĞER TANIMAZ VE SONSUZ BİR VARLIĞI KABUL ETMEZSE OTOMATİKMAN KENDİNDE TAILIR KALIR.at gözlüğü takmışçasına,hep dar bir noktayı görür,maddeyi görür,Allahın kudreti olduğunu kabul etmez,monitörde takılır işletim sistemini,sibernetik yapıyı bilmez.
  5. hmmm....sizin sorununuz şu galiba .metafizik denilen,yada cennet cehennem,allah ve melekleri gibi kavramları sizde madde ötesinde uzaklarda arıyorsunuz.ve dolayısıylada bulamayınca ALLAH yoktur,din hurafedir yaygarasını koparıyorsunuz.kur'andaki tüm mecazi ifadeleri o mecazın ardında azıcık temiz bir bakışla bakanın göreceği gerçekler saklıdır.işte imtihanda bu ya öyle zeki bir komedyen olmaya ,bill gates'in resulü olmaya benzemiyor kul olmak.ya kardeşim yaa,sende ne zeka var,hiç üşenmedin mi inanmadığın bir kitaptan böyle komediler çevirmek için belli pasajlar okumaya..doğrusu sana güldüm,kimin mülkünde kime kafa tutuyorsun yazık ya.aslında bu zekanı menfi değilde müsbet yönde kullansan var ya zeki bir mü'min olur senden.ama ne var ki yıkımı tercih etmişsin.çünkü yıkmak kolay.yapıcı davranmak ise zordur.turan dursun tefsirini okumadan keşke iyi bir tefsirden okusaydın kur'anı.keşke kur'anla turan dursun ile tanışmadan tanışsaydın.neyse eğer varsa istidadın hidayet gelir,ama hayat hep öyle gülmez insana brainslapper.o zaman bazı şeyleri anlaman daha kolaylaşır belki.neyse .selam ile...
  6. kimse bir şey yazmayınca bende seviyemi biraz düşürdüm. haklısınız sayın gece kuşu.özür dilerim.. kendinden emin olma meselesine gelince ,uzun süre varlık hakkında düşünmüş,zaman zaman vesveseleri olmuş biri olarak sonunda seçtiğim (ama akıl ile,ilmin gerçekliğine dayanarak seçtiğim )bu yola güveniyorum.kendime değil..amacımda sorun çıkartmak ve tartışmak değil,sadece eğer olabilirsem varlığa yokluk libasını giydirmiş ateist arkadaşlara yardımcı olabilmek.
  7. seküler beyinler bütüncül sözünden huylandı galiba,yaw okuyun bir iki kelam edin.sükut ikrardandır haaaa.ona göre.selametle
  8. hmm.....bende zaten herkesle dindar olsun dinsiz olsun ilmi tarzda konuşurum kardeşim.yazdıklarım hikaye değil.madem inanıyorsun.şu ateistlere iki kelamda sen et bence.özellikle dindar insanların ve dinsiz olanların toplumdaki yerine dair söylediğin şey güzel.bunu tecrübe etmişsen senin sözlerin daha etkili olcakatır.selam ve dua ile...
  9. İnançlar tarafından kadınlarımızın alınan sosyal haklar hangi sosyal haklarını almış dinler kadının?islam kadar sosyal adalete kadınıyla erkeğiyle ,işçisiyle patronuyla muvafık bir düzen gösterin benide bilgilendirmiş olursunuz.öyle bir düzen ki varlığın bütün boyutlarını düzen içinde kemale ulaştırmaya çabalıyor.sizin yaptığınız gibi kadını,işçiyi zıtları kaldıracağım diye ucube bir hale getirmiyor.olduğu gibi kabul ederk gelebileceği en kemal noktaya ,hedefe doğru geliştiriyor.sosyal hayattaki her taşı yerine münasip bir tarzda koyuyor,atomdaki proton,nötron değerleri gibi ..bazen eksiklik çirkinlik değildir sayın bilimselci.mesela çiçek güzeldir ama çiçek,taş gibi keskin değilidr.çiçek çiçek olarak güzeldir,taş ise taş olarak güzeldir,sizin yapmak istediğiniz çiçeğe taşın vazifesini gördürmek. zıtları kaldıracağım derken insanın psikolojinin ,sosyal hayatının ,biyolojisinin mahvına sebep olmaz islam.zıtları tevhid potasında eritip meyveler verdirir.zahiren kadın ve erkek bir zıttır,işçi ve patron da bir zıt,ve islam bunları aile,ve işletme gibi müesselerde bir ve beraber mutluluk içinde çalıştırır.sonuç olarak yeni nesiller ve yeni ürünler elde edilir.maddi manevi meyveler verilir. inşaallah anlamak nasib olur.. şeriat ülkeleri şeriati ve dini yanlış anlamışlarsa dinin suçu ne?kaldı ki şeriat ülkelerinde ki kadınlar, kadının vitrinlerde ve çeşitli sebeplerle çeşitli yerlerde mal gibi sergilendiği ülkelerdekinde olduklarından daha mutludurlar.en azından değerli görülüp vücudları gizleniyor,ortalık malı gibi gözler önüne serilmiyor.ben sanırım pakistan da idi ,çok güzel örtülü bir şekilde kimseye hiç bir zarar vermeksizin okuluna gidip gelen kız kardeşlerimizi gördüğümde hele hele onların yüzündeki o mutluluğu da gördüğümde ziyadesiyle sevinmiştim.kadın daha nasıl değerlenebilir.alternatifi siz sunun.eee görüyoruz kurulu medeniyeti,kadına verrdiğiniz değeri,sayısı gittikçe artan fuhuşları,fuhuşhaneleri,fahişe olmayı bir değer sayan saf ve masum çocuklarımızı.bu mu sizin istediğiniz.nesli birbirine mi katmak,karışık bir nesil mi oluşturmak,anası babası belli olmayan binlerce çocuk mu olsun istiyor sunuz?sahi siz ne istiyorsunuz?islamda olmayıpta sonradan oluşan ,kadınla ilgili bir değer artışı gösterin.seviyeli bir şekilde hemde daha sistemli tartışalım.selam ile... eyvallah kardeşim.ben teşekkür ederim.güzellik güzelliği görebilen gözlerde,ve dar düşünmeyen, kilitli olmayan beyinlerdedir.selam olsun,sizde HAKK'a emanet olun hmm...ayrıca özgürlük başkasının hakkına tecavüz etmeden olursa daha iyi olur.kadınları özgürleştireceğim deyip soyuyor soğana çeviriyorsunuz,sonra erkekleri zıvanadan çıkarıyorsunuz.toplumsal yapıya kocaman bir darbe vuruyorsunuz.kadında erkekte maddesiyle değersizdir,manasıyla Âdemdir,insandır.mesela Rabia-tül adeviye hazretleri de bir kadındır.ama 100 tane erkeğe bedel bir kadındır,yooo 100 az oldu,1000 tane belki 10 000,belki milyon tane işe yaramaz ,nefsinin esaretinde kalmış erkeğe bedeldir.islam kadına maddesiyle sosyal hayatta uygun yeri verirken,asıl önemli olan manevi kemalat için ona sonuna kadar kapıları aralar.ayrıca maddi olarakta kadın sosyal hayatta özgürdür,istediği yere gider uygun şartlar ve zeminde oluşunca,kimseye zarar vermeksizin,erkeklerin istifade ettiği herşeyden istifade eder.yoktur öyle duvarlar ardında ,çarşaf altında hapsedilmiş kadın modeli islamda.bu ya birilerinin çarpıtması,yada dinin zırcahiller tarafından yanlış anlaşılmasıdır.dini ve dini değerleri enterese etmez.vesselam...
  10. denge nedir bilir misiniz sayın brain slapper?kadın fıtraten latif ve nazik yaratılmış bir varlıktır.mesela kadın şu kadın hakları yargarası kopartılan 19.yy daki gibi hiçbir dönemde bu kadar ezilmemiştir.kadınları fabrikalarda köle gibi çalıştırdınız be.oysa ki evinde ,mutfağında yemeğini yaparken ,ilim meclislerinde ilmini öğrenip,çocuklarına bakarken daha mutludur kadın.bak kardeşim bir şey ifratta olursa da sorun çıkar,tefritte olursada sorun çıkar.önemli olan işi dengede götürebilmektir.islam kadını olduğu gibi kabul etmekle fıtrala barışıklığını göstermiş,ve onun gelişmesi dünyevi ve uhrevi meyveler verebilmesi için kendine uygun şekilde,ilim öğrenmek,çalışmak, gibi faaliyetlerlede sosyal hayattaki yerini belirlemiştir.ama sosyal hayat içinde iken anarşizme sebebp olmaması içinde şehveti tahrik edici yerlerini örtmesini emretmiştir.bu benim mantığıma çok güzel uyarken ve bunun ifratı ve tefriti hem kadını ezmek,hemde sosyal hayatın içine etmekken neden bu bu dengeyi,bu düzeni kabul etmeyeyim.siz bir düzen kursaydınız ne yapardınız.onu anlatın,alternatiflerinizi sunun ,gelin onun üzerinde konuşalım..
  11. kadın İslam ile alabileceği en güzel yeri almıştır.bunun ifratı kadını putlaştırmak,ilk çağlar ve anaerkil sistemlerde ki gibi.tefriti de kadını mal olarak görüp,soyup soğana çevirip vitrinlerde sergilemektir,şimdi yaptığımız gibi. oysa İslam kadına en güzel yeri ona kadından çok insan olarak bakmakla,insan olarak değerlendirirken erkeklerle bir kefeye koymakla yapmıştır,ama kadın olarak değerlendirirken bunu yapamazdı,zira fıtrata ters ve aykırı olurdu,su su olarak güzeldir,suya sen neden ateş gibi yakmıyorsun denilmez,kadını erkekleştirmeden fıtratına aykırı düşürmeden verebileceği en güzel yeri vermiştir İslam,onu vahye muhatap kılmış,öğrenme,araştırma hakkını, özgürce seçim yapabilme hakkını vermiştir.kadın tarihte hiç bu kadar güzelleşmemiş,sistem hiçbir zaman böyle güzel yerine oturmamıştı.vesselam
  12. enkas

    Darwin mevzusu

    ne dediğini bir anlasam cevap vereceğimde üzerinde düşünemiyorum bile.ama zannederim yine zamanla ilgili bir problem.sonsuzlukta zaman yoktur.sonsuzluğu yaşayan bir gönül zaten neden ?niçin?diye sormaz .sorsa zaten sonsuzluğu yaşamıyordur.gerçek şu ki zamanla mukayyet beyinlere sahibiz,zam lanmamış an da neler olduğunu bilemiyoruz.kürşat kardeşim ben bir parça fehmediyorum ama sonsuzu sınırlı halinle kuşatamazsın,ve eğer illede anlamak istiyorsan derdin bu ise bu akılla olmaz.akıl buraya kadar ,bunun sınırını çiz kendini harab etme.eğer bu dertten kurtulamıyorsan kardeşim burada tasavvuf devreye girer.seyr-i süluku ruhaniye geç ve zaman kaydından kurtul,ve an da neler oluyor bir bak.sonra bizede anlatırsın derviş kürşat olarak
  13. sevgili calcifer ALLAH ÜÇ SIFATIYLA HER YERDE HAZIR VE NAZIRDIR.İLİM İRADE KUDRET.sen ALLAH'a enerjidir derken sadece onun kudretini görüyor sun ve ilmi ve iradeyi dışlıyorsun.hakbuki gönderdiği dinler bu iradenin eseridir.sana daha ilmi bir izah yapayım.atomu ele alalım.,atomda ki plan ilmi,enerji kudreti,ve tahavvülat yani harekette iradeyii gösterir,sadece dil farkı var,ilim,irade ,kudret=plan,enerji,hareket...
  14. BÜTÜNCÜL DÜŞÜNCE SİSTEMİNE DAİR ONDOKUZUNCU VE YİRMİNCİ yüzyıllarda, nefes kesen bir sürat ile peşpeşe gelen devrimler, değişimler, sanayileşme, şehirleşme ve başkalaşma, insanı fıtrî yapısından koparıp bir nevi şizofren yaptı. İnsanın herşeyini parça parça etti. Onu bütüncüllükten mahrum bıraktı. Ve bunun sonucu olarak, insanlardan kimi kanunu savundu, kimi hürriyeti; kimi ferdi savundu, kimi toplumu; kimi maddeyi savundu, kimi ruhu; kimi inancı savundu, kimi bilimi; kimi kadını savundu, kimi erkeği; kimi sermayeyi savundu, kimi emeği... Ve, nihaî gerçek parçalanıp kayboldu. Bu fikrî ve sosyal dağılma ve parçalanmanın sonucu olarak, başta Batıda, nihilizm (hiççilik) akımı gelişti. Yani gerçeğin bütüncül güzelliği görülmeyince, onun parçaları dahi çöpe atıldı... Kâinatta hiçbir değer yok sanıldı. İşte, önce bu hastalıktan kurtulmak için, gerçekleri araştırırken tek taraflı düşünmemek lâzım. Ki, bu öldürücü hastalıktan kurtulduktan sonra, ilk olarak karşımıza “Varlık” gerçeği çıkar. Bizim de, öncelikle bu varlık gerçeğinin ne olduğunu, neye yaradığını, nasıl işlediğini ve nasıl güzellikler doğurduğunu incelememiz gerekir. Eski düşünürler, “Varlık başlı başına bir hüsn-ü mücerrettir” demişler. Yani, onun güzelliği, başka birşeyle kıyas edilmeye ihtiyacı olmayan gerçek bir güzelliktir. Demek ki, insan varlığın gerçekliğini, güzelliğini, nimet oluşunu göremiyorsa, ona başka herhangi birşey anlatmak mümkün değildir. Bu bakımdan, ilk önce yapılması gereken şey, insanı herhangi bir tedavi yöntemiyle o bataklıktan ve düşünce çöküşünden kurtarmaktır. Bu konuda sözü fazla uzatmadan, aşk ile, güzellik ile, sanat ile ve hatta fen ilimleri ile ilgili kitapları tavsiye etmekle yetiniyoruz. Fakat ikinci önemli bir sorun kalıyor: Bu varlık nasıl oldu, nasıl işliyor, neye yarıyor ve ne olacak? Bunların her biri bir kitaplık konular. Biz burada birer paragrafla bunlara değinerek geçeceğiz. Önce “Zaman nedir?” Fizik kitaplarında isbat edildiği gibi, zaman da, madde gibi bir yaratıktır. Dolayısıyla, kâinattan önce, yani zamandan önce ne vardı, diye sormak bilimsel olmaz. Bu, sadece bir zihin yanılgısıdır. Zaten düşünce mekanizmamızda en önemli sorunlardan bir kısmı, bizim farklı bilgi alanlarını, farklı boyutları, farklı değerleri, ve bu farklı değerleri birleştirip ayrı bir gerçek yapan bir üst değeri bilmememizden veya inanmamamızdan kaynaklanıyor. Meselâ, kâinatın bir maddî yönü, bir de gaybî yönü var. Başka bir deyişle, bir fiziği var, bir de metafiziği. Ve bunu bir gerçek yapan, yani gerçek olarak görebilen ve gösterebilen, tevhid inancıdır. Ondaki diyalektiği birleştirip bir güzel gerçek yapan Allah’tır. Keza, insan hem bedenden, hem ruhtan biraraya geliyor. Bu iki ayrı gerçeği bir yapan, ondaki akıl ve bilinç mekanizmasıdır. Hem, toplumda hürriyet ve serbestlik olacak, eşitlik de olacak. Ve bu iki zıt kavramı güzel yapan, bir de kardeşlik gerçeği olmalı. Yoksa hürriyet, eşitliği bozar. Yine ana konumuza dönüyoruz: Varlık başlıbaşına bir kemalattır, olgunluktur, bir güzelliktir, bir gerçektir. Onun için niye varlık vardır, diye sorulmaz. Soranlara şöyle sormak lâzım: “Siz gerçekten yok olmak istiyor musunuz?” Ve bu mükemmel gerçeklik ve güzelliğin sonsuz denilecek kadar çok çeşitlerinin ve mertebelerinin gerçekleşmesi için, onun mekanizmasına artı-eksi, soğuk-sıcak, madde-mânâ, ferd-toplum, kanun-hürriyet gibi zıtlıklar yerleştirilmiştir. Yani Allah, bu zıtları dengeli ve düzenli bir şekilde çarpıştırarak, binbir varlık ve güzellik mertebelerini gerçekleştirir. Az bir sahada, az bir kuvvet ve enerji ile sonsuz denilecek kadar kemalat ve olgunlukları olan varlık ürünlerini elde eder. Eğer kâinatta bu şekilde zıtlar olmasaydı ve onların çatışması ve gelişmesi sonucu, farklı farklı binbir gerçek güzellik oluşmasaydı, uzayda tek bir varlık rengi ve hakikatı olurdu ki, ona varlık demek dahi mümkün olmazdı. Ve bunun içindir ki, hiçbir insan hep aynı yerde, aynı seviyede, aynı düşüncede kalmak istemiyor. Ve böyle bir istek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Allah’ın dahi binbir ismi olmakla beraber, iki temel kategoride birleşiyorlar: cemalî ve celalî isimler. İşte madem insan bu varlık ağacının meyvesidir; elbette onda dahi diyalektik ve zıtlıklar daha yoğun olacak ve insanın yükselmesi ve gelişmesi ve değişik mertebelerde bulunması daha çok sözkonusu olacak. Demek imtihan ve sınanmadaki maksat, insanın özünde olan bu ikiliği çalıştırma ve geliştirme ve iyiye doğru yönlendirmektir. İnsandaki iyi tarafları baskın çıkarıp, kötü ve pasif yönleri geri bırakmaktır. Ve bu çatışmanın gerçekleşmesi için de, insanın serbest olması gerek. Yoksa eğer insan bir otomatik makine olsaydı, kafasında özellikle soyut değerleri anlayacak derecede diyalektik çatışma ve bu sayede gelişme olmazdı. Varlığı yine tekdüze bir seviyede kalırdı. Ve madem insan, isteyerek ve bilerek iyi ve kötü tarafı seçiyor; elbette yaptığı kötülükler—kâinattaki umumî düzene aykırılık kalmasın diye—cezasız kalmaz. Ve iyilik yapanların iyiliği dahi—israf edilmesin diye—mükafatsız kalmaz. Ayrıca, bu imtihan mekanizmasının, burada anlatılması mümkün olmayan daha birçok faydası vardır... Son olarak, birkaç cümleyle meseleyi özetlersek: 1. İyilik yapma, olgunluğu yaratma, insanlara yardım etme sıfatları ile ihtiyaç kavramları farklı şeylerdir. İnsanın bazan hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı halde çok güzel şeyleri yaptığı olur. Evet, sanat icra etme duygusu ile fakirlikten ve ihtiyaçtan hamallık yapma duygusu farklı şeylerdir. Yani, Allah mükemmel sıfatlara sahip olduğu için yaratıyor—ihtiyacı olduğu için değil. 2. Düşünce perspektifi itibarıyla, insanlar çok farklıdır. Kimi bir günü düşünüyor, kimi bir mevsimi, kimi bir seneyi, kimi bir ömrü, kimi sonsuzluğu... Hayvanlar ise sadece bir anı düşünüyorlar, yani hissediyorlar. İşte eğer insan, bu kâinat sinemasının muazzam, uzun filminin başının, sonunun anlamını birlikte, bir bütün olarak düşünse karelerle ilgili ânlık sorular sormaz. Her karedeki her figürün anlamını ve özelliğini anlar. Fakat 3-4 yaşındaki bir çocuk, ekrandan ancak renkleri idrak eder, anlatılmak istenileni kavrayamaz. Demek, insan soruyu sorarken kendi konumunu biraz irdelemeli ki, sağlıklı bir soru sorabilsin ve sağlıklı bir şekilde cevabını alabilsin. Bizim memlekette bir köylü, ordu ile beraber Birinci Dünya Savaşında tâ Erzurum’a kadar giderler ve Ruslarla karşılaşmazlar. Köylü sorar: “Hani Ruslar nerede?” Kumandan, “Batum tarafındadırlar” der. Köylü, “Eğer buraya kadar bizimse, gerisi Rusların olsun” der. İnsan düşüncesinin yetersizliği ve gelişmesi için Rus bilim adamı George Gamow’un 1,2,3 Sonsuz kitabı ile Alman bilim adamı E.F. Schumacher’in Aklıkarışıklar İçin Kılavuz’unu ve Bediüzzaman’ın Sözler’ini tavsiye edebiliriz. Evet, bir bebek rahat, hafif ve herşeyi bedava olan anne karnından çıkmak istemeyebilir. Fakat, dünya anne karnına göre öyle bir âlemdir ki, bebeklerin ne gözü görmüş, ne kulakları işitmiş, ne de hayallerine gelmiştir. Aynı şekilde, biz insanların bugünkü dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında, yukarıda anlatılan farklardan da daha çok farklar var. Bence insan, yalnızca bilim adamı olmamalı... O aynı zamanda bir baba da, bir sevgili de, bir işçi de, bir şair de olmalı. Bir diplomat kadar zeki olmakla beraber, bir çocuk kadar saf ve temiz olmalı. Şüpheci bir fikir ehlu olmakla beraber, görevli ve sorumlu bir kul olduğunu unutmamalı. Sanırım, insan kendisinin tanrı olmadığını anlayınca ve hissedince, sorularının ve sorunlarının yüzde doksanı kendiliğinden çözülür. Fakat bu asırda insanın nefsanî duyguları, bencilliği o kadar çok tahrik edilmiş ki, bilen bilmeyen, fakir zengin herkes, bilerek veya bilmeyerek, kendisini küçük bir firavun gibi görüyor; öyle davranıyor... İnsan varlığın gerçekliğini, güzelliğini, nimet oluşunu göremiyorsa, ona başka herhangi birşey anlatmak mümkün değildir. Bu bakımdan, ilk önce yapılması gereken şey, insanı herhangi bir tedavi yöntemiyle o bataklıktan ve düşünce çöküşünden kurtarmaktır. Varlık başlıbaşına bir kemalattır, olgunluktur, bir güzelliktir, bir gerçektir. Onun için niye varlık vardır, diye sorulmaz. Soranlara şöyle sormak lâzım: “Siz gerçekten yok olmak istiyor musunuz?” İnsan kendisinin tanrı olmadığını anlayınca ve hissedince, sorularının ve sorunlarının yüzde doksanı kendiliğinden çözülür. 10.05.2004 Bahaeddin Sağlam
  15. Birde ateist arkadaşlar dini,vahyi anlamadıkları için,onu sihirli bir değnek olarak görüyorlar.ve ya hep ya hiç mantığıyla düşünüp hiçliğe bulanmayı tercih ediyorlar.imtihan hakikati kainatın vazgeçilmezidir,imtihan ne içindir?geliştirmek için.bu neyin gereğidir?RABB isminin gereğidir,RABB terbiye eden demektir.basit bir şekilde bir mantık oluşturark bile bazı şeyler anlaşılabilir aslında. ""Rabbim ateist arkadaşlarımızı tekamül sürecinde geride bırakma,senki gelişmemişlere acıyp cehennem adlı ateşten toprakta onlara neşvü nema imkanı verensin.ey rahmeti bol olan rabbim,hidayet ihsan eyle""
  16. senin böyle soruların varsa ben sana cevap vereyim kardeşim ben bir ara nerdedir diye değilde var mı?diye vesveselere düşmüştüm,ama sonra kendi varlığımıda sorgulamaya başladım,VAR DİYE BİR ŞEY VAR OLDUKÇA ve BU VARLIK MÜKEMMEL BİR SİSTEM VE DENGE ÜZERE MEVCUD OLDUKÇA ALLAH VAR OLACAKTIR.Bak mesela eskiden bu tarz tartışmalar hiç yapılmaz ayp sayılırmış,çünkü ibtidai zihinler böyle düşünürler,yani var mıydı yok muydu sorusu onlara saçma gelirmiş.onlar daha çok ef'ali,belirişleri vasıfları üzerinde durmayı tercih etmişler bu yüzden..nerdedir sorusuna sana ilmi bir şekilde cevap vereyim;atomda ki plan ilmi,enerji kudreti,hareket ise iradeyi anlatır.ALLAH HER YERDE İLİM ,İRADE VE KUDRETİYLE HAZIR VE NAZIRDIR.uzaklarda ararsan bulamazsın,ama maddenin içinde kaybedersende ülfetin zebunu olursun,Rabbim var olan imanını canlandırsın,kemalata giden bu varlık içinde bizleri solucan misal geride bırakmasın,kozamızı yırtıp sonsuza uçmayı nasib etsin.büyük düşünelim,büyük tartışalım kardeşim vesselam..
  17. daha düzen ile düzensizlik,kural ile kuralsızlık,nikah ile fuhuş arasındaki ayrımı bile yapamazken bilmem ki size ne anlatılır.anlamaya niyet edip ayetleri çarpıtmasak,güzel ile çirkin,ak ile kara arasındaki uçurumu fark etsek,yani ne bileyim bir yerinden tutup karalamak yerine,önyargı yerine ön kabullerle bakabilsek dine ve dini değerlere..
  18. size daha geniş zamanda cevap vereceğim,anlaşılan benim arapça /osmanlıca kelimeler sizin inadınızı kıramamış şimdilik size başka bir başlıkta kadınla ilgili size cevap olarak yazdığım yazıyı kopyalamakla yetineceğim çarpıtmadan okuruz inşaallah hep beraber tüm yazıları, bilimsel kaynaklı evrensel ahlak sahipleri olarak ALINTI(bilimselci @ Oct 21 2006, 07:41 AM) Sayın gılgameş, "Ben erkeke oğlu erkeğim" deyimi hiç kimse inkar edemez ki bir övünme deyimidir. "Kadın gibi erkeksin" deyimi de "yoz" kültürde bir yerinme deyimidir. "Ben Erkek oğlu Erkeğim" deyiminin de yoz kültür olduğunu iddia ediyorum. Bu farklı anlayış, maalesef bize inançlardan (tüm dinler) gelmektedir. Musevilikte kadınların erkeklerin geçtiği sokakta oturmaları dinden çıkmalarına sebep olmaktadır. Hakeza müslümanlıktada kadın ikinci sınıf vatandaşlarımızdır. (hükümleri biliyoruz) Bilim görüşlü/ahlaklı birisi olarak ben aksini iddia ediyorum. İspatlandığı üzere, kadınların daha dayanıklı ve daha sabırlı olmaları onların daha fazla kahramanlığına delalettir. Kurtuluş savaşındaki Nene Hatun, Adile Hala, Kara Fatma, Hatice Hatun bazı erkeklerden daha da kahramanca davranmışlardır. Dince yasaklanmamış olsa idi, çok daha da fazla kadın kahramanlarımız çıkacaktı. Yine bunlara da "laf kalabalığı" dememek kaydıyla seni; "Kahramanlık samimiyeti konusunda Kadın ve Erkeklerimiz farksızdır." Görüşünü kabullenmeye çağırıyorum. Aksi takdirde kadınları küçümseyip dışladığın açığa çıkacaktır. Selamlar.. kadın İslam ile alabileceği en güzel yeri almıştır.bunun ifratı kadını putlaştırmak,ilk çağlar ve anaerkil sistemlerde ki gibi.tefriti de kadını mal olarak görüp,soyup soğana çevirip vitrinlerde sergilemektir,şimdi yaptığımız gibi. oysa İslam kadına en güzel yeri ona kadından çok insan olarak bakmakla,insan olarak değerlendirirken erkeklerle bir kefeye koymakla yapmıştır,ama kadın olarak değerlendirirken bunu yapamazdı,zira fıtrata ters ve aykırı olurdu,su su olarak güzeldir,suya sen neden ateş gibi yakmıyorsun denilmez,kadını erkekleştirmeden fıtratına aykırı düşürmeden verebileceği en güzel yeri vermiştir İslam,onu vahye muhatap kılmış,öğrenme,araştırma hakkını, özgürce seçim yapabilme hakkını vermiştir.kadın tarihte hiç bu kadar güzelleşmemiş,sistem hiçbir zaman böyle güzel yerine oturmamıştı.vesselam--------------------
  19. sayın bilimselci sizi temin ederim k, bir erkeğin yaradılışı çok kadınla birlikte olmaya müsait ken bunu isterken bir kadın(eğer ki ruhu fahişeleşmemişse)bir çok erkekle birlikte olmak istemez.çünkü erkekte fakr baskındır,yani ihtiyaçları için bir nokta-i istimdad arar,ama kadında acz baskındır,ve o asla bir sürü erkekle mutlu olamaz,sadece sonsuz korkularına karşı bir nokta-i istinad arar.bugün her hafta başka bir erkekle olan kadınlar mutlu mu sanıyorsunuz siz,bence asla değillerdir daha sonra tekrar yazacağım,şimdilik bu kadar.vesselam
  20. bahtiyar mustafa kardeşim belliki tasavvufun bir ucundan tutmuş ve hakikatle içiçesiniz,yalnız,yazıları aktarıp kaçıyorsunuz,ne övgülere bir teşekkür ,nede yergilere bir cevap,sizi forumda yazılarınızı özetlemiş bir şekilde daha aktif olarak görmek isteriz.copy-paste leri genelde okumazlar,çok fayda da sağlanamaz,bence siz hakikati anladığınız ve sindirdiğiniz kadarıyla anlatın,emnim ki daha faydalı olur..selam ile..
  21. eyvallah aksini iddia eden mi oldu kardeşim..herkes farklı bilebilir,dedim ya güneşi herkesin evi aynı oranda almaz,ama bu güneşin olmadığı anlamını taşımaz..madem inanıyorsun ,o halde sorun yok bende seni ateist sandım,desene beni boşuna yordun
  22. DERİNDESİN RÜYA KADAR DERİNDE seni bir kilimin nakışlarında devlerin şimşekli bakışlarında kanı sevgi olan hatıraların göklere uzayan yokuşlarında bulamaz ayağı prangalılar yayını terkederken kırılan bir ok gibi doğarken ölen bir çocuk gibi çekingen çeşmelerin suyunda eriyen güz yorgun patikalarda sevda arayan öksüz bulamaz izlerini tilkiler kurt ininde yağmur hala murada ermedi teninde mağrur bir kıvılcım görünce seni başın alıp gitmiş karanlıklara mehtabı beklemiş seneler boyu yüreğinde duymuş hep o korkuyu ardına bakınca gamlı bir akşam duymuş tenhalarında çalan şarkıyı ceviz sandık bomboş ; kapılar kırık senden artakalan mor bir hıçkırık okunmamış esrarlı bir öykünün memnu satırları gibidir yüzün vuslatın eflatun gecelerinde uykusunu kaçırmışsın gündüzün oysa ne yerdesin , ne gökyüzünde derindesin rüya kadar derinde
  23. DİNLER ARASI ESAS ORTAK NOKTALAR VE DETAYLARDAKİ FARKLAR Din, kaynak itibarı ile ve mahiyet itibarı ile hayat ve biyoloji ile özdeş olduğundan o da hayat gibi sadece bir tanedir. Fakat çeşitleri ve şekilleri renkli renkli ve değişik olur; yani ihtiyaca binaen özünden birşey kaybetmeden, değişik formlar ve şekiller alır. Evet din de, hayat da köken itibarı ile gaybidirler, metafizik asıllıdırlar. Sonsuzluk içerirler. Fakat dar dünyanın imkanlarına ve şartlarına göre şekil alırlar. Varlık da gerçek manası ile sadece Birdir. Ortamların ve uzamın kabiliyetine göre tecelli edip şekiller alır. Fakat hiçbir zaman bu bireysel şekiller O sonsuz varlığın aslını tam manası ile temsil edemezler. Çünkü biri sonsuzdur, diğerleri ise sonludurlar. Hemen belirtelim ki; gerek varlığın gerek dinin bütün bu çeşitlerine rağmen beş temel renkte hepsi birleşirler. 1- Kutsallık... 2- Tevhid ve birliği esas almak... 3- Samimiyet ve uhreviliği esas almak... 4- Varlığın özü olan düzen ve yasayı yaşatmak... 5- Dünya ve ahirette gelişmeyi ve mutluluğu gerçekleştirmek... Bütün semavi kitapları incelediğinizde, bütün ayet ve pasajlarında bu beş temel rengi görürsünüz. Ve semavi kitapların hiçbirinde “ dinler ” kelimesi geçmiyor. Sadece, “ din ” kelimesi tekil olarak geçiyor. Evet Allah’ın bir olduğu gibi, din de hayat da birdir. Fakat dinin pratiklere geçirilmiş şekilleri olan şeriatlerde, metod ve yöntemlerde çeşitlilik olabilir. Ve bu da insanlığın terakki etmesi için ilâhî bir tetiklemedir. Asıl kınanan durum, dinlerin yanlış anlaşılmasından kaynaklanan milliyet haline gelen bencil davranışlardır. Maide sûresi 48. ayetin ifadesi ile şeriatlerdeki bu çeşitlilik bir yarış kaynağıdır. Onun için milletler arasında düşmanlık olabilir. Fakat dinler ve özellikle semavi kitaplar arasında düşmanlık olamaz. Kur’ân’ın bir çok ayetinde, Yahudi ve Hıristiyanların yanlış davranışları eleştirilirken, onları Tevrat ve İncil ile amel etmeye teşvik etmesi bunun kesin bir delilidir. Az sonra bu gibi ayetlerin tefsirine geçeceğiz. Evet Kur’ân’da dinin hakim olduğu toplum bahara benzetilir. Orada insanlar vahiy yağmuru altındadırlar. Kimi aklını kullanır, ağaç olur; kimi nefsini dinler, çürür gider. ( Bakınız Rum sûresi 24. ayet ) Tabiatta olduğu gibi; bu bahar ortamının da dört ana rengi vardır. Ortadoğu ortamında bunlar sırası ile; Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik ve İslam’dır. Diğer dünya kıtalarında bu hakikatlerin ismi değişik olmakla beraber, mahiyetleri birdir. Yahudilik, dinin maddi yapısının, şeriatın egemen olduğu oluşum demektir. Hıristiyanlık, ihlasın, maneviyatın ve ruhaniliğin egemen olduğu toplum demektir. Mecusilik, her iki tarafı kabul etmekle beraber, zaman ve zeminin yetersizliğinden onları birleştirmeye muvaffak olamamaktır. İslam ise, kelimenin de ifade ettiği gibi, bu iki ucu birleştirip barıştırmak demektir. Fakat dünyadan ziyade ahireti esas aldığı için, Hıristiyanlar Müslümanlara, Yahudilerden daha yakındırlar diye Maide 72’de mealen bildiriliyor. Demek bu gibi ayetlerde Yahudi milletine bir düşmanlık yapılıyor, değildir. Ve tarihte de Yahudiler ve Müslümanlar birbirlerine çok az düşmanlık etmişlerdir. Büyük ağabeyim Cemal Uşak, benden dinler arasındaki ortak noktalar ile ilgili bir kitap yazmamı istedi. Ben cevaben, “ Ayrı noktalar yoktur ki, ortak noktalar kalsın ” dedim. Fakat sonra onu haklı gördüm. Çünkü Maide sûresinde bu konuda 15 – 20 ayet var ki, yanlış anlaşılıyor. İşte biz bu makalede sadece bu ayetlerin tefsirini yapıp bu makaleyi bitirmeye çalışacağız. Hemen hatırlatalım ki; inanç esasları birdir, pratikleri de on emirden başka bir şey değildir. Fakat işler kurumlaşınca, Havra ve Kilise ve Cami kurum olarak devreye girince, gerekçesiz şekiller ve formaliteler devreye girmiştir... Hz. İsa’nın bu konuda Ferisilere yaptığı şiddetli karşılık gibi; Hz. Muhammed de Yahudilerin çoğuna ve Hıristiyanların bir kısmına şiddetli muhalefet etmiştir. İşte zaman ve zemine göre oluşan bu ıslah hareketlerinin, etbalarınca terörizme ve antisemitizme kaynak oluşturmaması için, bu konudaki ayetleri sırası ile tefsir edeceğiz. İncil’deki yanlış anlaşılan noktaları ise “ İlmî ve Edebî Açıdan İncil ” kitabımıza havale ediyorum. Madde 1: Ortak imanın yüceliği... Maide 5: ( Mealen ) “ Dindarların birbirinin yemeklerinden yemeleri ve eş almaları helaldir. Burada bağ imandır. Kim imanın bu yüce değerini inkar ederse onun bütün yaptıkları boşa çıkar ve ahirette zarar edenlerden olur.” Maide 69’ da ise bu imanın ölçüsünü anlatıyor: “ Müslümanlardan, Yahudilerden, Sabiilerden, Hıristiyanlardan kim Allah’a ve ahirete inanırsa, ve yararlı işler yaparsa, onlara ne korku vardır, ve ne de üzülürler.” ( Yani cennetliktirler ve Allah’ın dostudurlar. ) Madde 2 : Hiçbir millet bütünüyle lanet edilmiş değildir. Burada not olarak Maide 78.- 81. ayetler ile Maide 12.-13. ayetlerdir. Hemen belirtelim ki, “ Benî İsrail kavramı küçük çapta ve ilk gerçek örneğinde Yahudiler iken daha sonra, dindar medenî milletler manasında kullanılmıştır. Bu mesele Kur’ân’ın bir çok ayetinden ve Tevrat’ın birçok babından anlaşılıyor. ( Bkz. Geçmiş ve Gelecek Arasında Tevrat kitabımız ) Maide 78: “ Benî İsrail’den kâfir olanlar, Davud ve İsa ibn-i Meryem dili ile lanetlendiler. Çünkü isyan ediyorlardı, azıyorlardı.” Bu ayette 4-5 önemli ipucu var: a ) Bütün Benî İsrail lanetlenmiş değildir. Sadece kâfir olanları lanetlenmiştir. b ) Neden Davud ve İsa dili ile?.. Çünkü Davud, dindar devleti ve dindar dünyayı temsil ediyor. İsa ise maneviyatı ve uhreviliği temsil ediyor. Demek, medenî, bilgili milletler, kâfir olunca, hem dünyadan hem de ahiretten mahrum kalıyorlar, yani lanetlenmiş oluyorlar. Lanet, kelime olarak mahrumiyet demektir. c ) Dar manası ile Yahudiler, tarihte, Davud (A.S.)’ ı tam dinlemedikleri gibi, vahiy ve kelam olarak değil insanoğlu olarak peygamber İsa’yı da ( Meryem oğlu Mesih ) tam dinlemedikleri için, 2500 senedir çekiyorlar. d ) Bir millet, dindar bir devletin ve mistik bir hareketin emri altına girmezse isyankârlığa mahkum olur. Ayet 79: “ ****** şeylerin işlenmesini gözleriyle gördükleri halde birbirlerini engellemiyorlardı. Çok ********* bir duruma düşmüşlerdi.” Ayet 80: “ Yöneticilerini dinsizlerden seçiyorlardı. Ve dinsizlerle dost oluyorlardı. Onun için dünyayı bozacak işlere talip oluyorlardı. Ve Allah’ın gazabını celb ediyorlardı...” Ayette geçen “ tevelli ” kelimesi, siyasi otorite seçmek demektir. Ayet 81: “ Eğer bunlar Allah’a ve peygambere inanmış olsalardı, kâfirleri başlarına lider seçmezlerdi, dinsizlerle dost olmazlardı.” Ayet 82: “ İşte böyle olan Yahudiler, dinsizler kadar Müslümanlara düşman olacak; Hıristiyanlarda ise - ruhanilik ve papalık esas olduğu için - onlar böyle bir duruma düşmeyeceklerdir. ” Ayet 12: “ Benî İsrail’den vahiy ile söz aldık ve onlardan 12 kabile – Millet, Mezheb, Tarikat – seçtik. Onlar da bu hizmete karşı cenneti hak ettiler. Fakat bu sözlerinden cayanların kalbi katılaştı, kitaplarının manaları ile oynamaya çalıştılar. Kendilerine ders çıkarmadılar ve hainlik yaptılar. Bununla beraber ( ey elçi ) sen onları affet, onlara yumuşak davran. Çünkü Allah iyilik yapanları sever. ” Ayet 14: ( Mealen ) “ Hıristiyanlardan da Hıristiyan olduklarını iddia edip de Yahudileşmiş olanlar vardır.” Ayet 43: “ Seni nasıl hakem seçerler. Halbuki Tevrat yanlarındadır. İçinde Allah’ın hükmü yazılıdır. Yine bundan sonra da yüz çeviriyorlar. İşte bunlar asla inanmış değildir. ” Ayet 44: “ Şüphesiz Biz, Tevrat’ı indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. İslam olmuş peygamberler, Yahudi milleti için onunla hüküm verirlerdi. Rabbaniler ve Allah’ın kitabından koruyabildikleri kadarıyla – ki o kitabı tam korumakla yükümlü idiler- Yahudi alimleri de onunla hüküm verirlerdi. ( O kitapta demiştik ki: Ey hakimler!) Sakın insanlardan korkmayın, yalnızca Ben’den korkun ve ayetlerimizi ucuz bir fiyata satmayın. ( Ve bilin ki ) kim, Allah’ın hükümleriyle hüküm vermezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. ” Ayet 45: “ Ve Tevrat’ta Yahudiler üzerine yazdık ki; cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralanmalarda kısas vardır. Kim hakkını bağışlarsa, o onun günahları için bir keffarettir. Artık kim, Allah’ın hükümlerini uygulamazsa, onlar zalimlerin ta kendileridir. ” Ayet 46: “ Peşlerinden Meryemoğlu İsa’yı elindeki Tevrat’ı tasdik edici olarak gönderdik. İçinde nur ve hidayet olan, önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak, kendini koruyanlar için vaaz, hidayet verici olan İncil’i ona verdik.” Ayet 47: “ Artık İncil ehli Allah’ın İncil’de indirdikleriyle hükmetsinler. Kim ( İncil’deki ) o indirdikleri ile amel etmez, onun yol göstermesine kulak asmazsa, işte onlar, fasıkların ta kendileridir.” Ayet 48: “Ve sana da hak ve hakikat ile dolu, önündeki ( semavi ) kitapları doğrulayıcı ve koruyucu olarak Kur’ân’ı ( kitabı ) indirdik. Artık aralarında Allah’ın indirdikleriyle hükmet. Sana gelen hak ve hakikatten vazgeçip onların heva ve heveslerine uyma. Sizden herbirinize ayrı bir şeriat ve yol tayin etmişiz. Eğer Allah isteseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleri konusunda sizi denemek için ( ayrı ayrı ümmetler kılmıştır. ) Artık iyilik ve hayratta yarışın. Hepiniz Allah’a döneceksiniz. O sizin ihtilaf ettiğiniz konuların ( hakikatini ) size haber verecektir.” Ayet 49: “ Ve onlar arasında Allah’ın indirdikleriyle hükmet. Onların hevalarına uyma ve Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni vazgeçirmelerinden kendini koru. Eğer Allah’ın hükümlerini kabul etmeyip sırt çevirirlerse, bil ki bu, günahlarından dolayı Allah’ın, onlara musibet vermek istiyor olmasındandır. Şüphesiz insanların çoğu fasıktırlar. ( İlâhî yasalara uymazlar.) ” Ayet 50: “ Yoksa Cahiliyyet ( ve vahşet ) yasalarını mı istiyorlar?! Halbuki araştıran bir toplum için kim, Allah’tan daha güzel hüküm ve yasa koyabilir? ” Ayet 51: “ Ey iman eden Müslümanlar! Böyle olan Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalim olan bir topluma doğru yolu göstermez. ” Bu dokuz ayet ile 66.-70. ayetler Yahudileri ve Hıristiyanları kitapları ile amel etmelerine teşvik ediyor, onların, dindar müslümanları bırakıp dinsiz komünistlerle, müşriklerle işbirliği yapmalarını kınıyor. Ve böyleleri ile Müslümanların işbirliği yapmalarını ve dostluk kurmalarını yasaklıyor. İşte siz de ayetleri aynen okuyabilirsiniz. Şimdilik sırası ile dinler arasındaki temel noktalara temas edelim: Birinci Etap: İman. 1- Allah’a iman 2- Meleklere iman 3- Vahye iman 4- Ahirete iman 5- Peygamberlere uymanın gerekliliğine iman 6- Kadere, teslimiyete iman İkinci Etap On emir bütün ortak değerlerdir. 1- Adam öldürmemek 2- Zina etmemek 3- Sarhoş olmamak 4- Haksız kazanç elde etmemek 5- Ana- babaya karşı gelmemek 6- Yalan yere yemin etmemek 7- Yalancı şahitlik yapmamak 8- Allah’a şirk koşmamak 9- Hırsızlık yapmamak 10- Kesin delil olmadan yargılamamak, iftira etmemek... Üçüncü Etap 1- Bütün peygamberler, miracı yaşayıp Allah ile müşerref olmuşlardır. 2- Bütün dinler ataerkildirler. Kendilerine din gelmeyen vahşiler anaerkildirler. 3- Dinler arasında bölücülük yapmak bütün dinlerde yasaktır. Bu konuda İncil ve Kur’ân’da birçok ayet vardır. Geri kalan noktalar için, Hz. Muhammed’in bir sözünün açıklamasını, ve ehl-i kitapla alakalı ayetlerle ilgili bir makalemi, ve İncil ile Tevrat üzere yazdığım kitapların girişlerini size sunuyorum. Sanırım yeteri kadar izahat olacaktır. Bu konuda Yahudiler ile Hıristiyanların ve Müslümanların çatışmasını önleyecek yeterli cevaplar vardır. Selam ve hürmetler eder, hayırsever dualarınızı beklerim. Unuttuğum bir nokta daha var: Kutsal kitaplar esas alınırsa, dinler arasındaki farklar, bir dinin değişik mezhebleri arasındaki farklardan fazla değildir. Bu kardeşiniz, kutsal kitaplardaki bütün detayların ve dinlerde metoddan kaynaklanan bütün farklılıkların birer mucize bilgi olduğunu ispat etmeye hazırdır. 06. 04. 2004 B. Sağlam
  24. SAYIN ROMANTİK ŞÖVALYE Gerçek denilen şey ne olabilir sizce?buda benim sorum olsun.Ben Hakkın varlığını ilmin gerçeği ile anladım.mesela 2 kere 2 =4 eder hakikati, alemleri kaplayan bir hakikat gibidir,uzaydada geçerlidir,marstada ,aydada.her yerde 2 kere 2 =4 eder.ama maddi aleme gelir,olur 4 kız,4 kalem,4 silgi,4 gezegen,4 ayakkabı,4 ağaç.ama hakikat değişmez.yada diyelimki kudsiyet yani temizlik hakikati.alemin bütün zerrelerinde kendini gösterir.yağmur yağar,hayvanların leşleri diğer hayvanlar tarafından tüketilir,birisi banyo yapar,diğeri bulaşıklarını yıkar,biri evini siler...dikkat ederseniz şekilleniş farklı farklı ama hakikat bir ve değişmez,1 milyon sene öncede böyleydi,1 milyon sene sonrada böyle olacak.temizlik hakikati varlık var oldukça olacak,ama belki şekillenişler farklı olacak,işte ALLAH HAKK'tır.HAKK gerçek demektir.yani değişmeyen,sabit,sarsılmaz ,yıkılmaz,her asra ,her zemine,her zamana,uyarlanabilir hakikat..peki değişme gösteren şey nedir?değişme gösteren şey,değişmenin kendisidir bir açıdan çünkü değişmede bir hakikattir,buda HAKK'IN RAB isminin tezahür etmiş şeklidir,rab geliştiren terbiye eden demektir,buda değişimin ,değişimle birlikte gelişimin dindeki ismidir.çoğu zaman dua ederken "Rabbim" deriz,çünkü değişim ve gelişim kainatın değişmez unsurlarındandır.ama değişen şey hakikatler değildir,sadece o hakikatlerin maddeye bürünmüş halinin,hakikati ne kadar yansıtttığı ile alakalıdır.mesela Hayy ismi hayatla ilgili iken ilk zamanlarda kendini az gösterdi,bir hücrede,yada suda dağınık bir şekilde.sonra daha yoğun bir şekilde görününce diğer isimlerde beraberinde tezahür etmeye başladı.Basir ismi,görme ile alakalı,Semi ismi duyma ile alakalı.ve daha bir sürüsü,saymakla bitmez.ama sorarsan ki bir sürü isim ,hayır isimler yalnızca belirlerniş,biz ALLAHI HAKK olarak biliriz,tyani bütün belirlenişlerin üstünde bir gerçek olarak bilinir,gerçeklerin gerçeği.o yüzden HAKK bir isim değildir,çünkü hiçbir zaman fani birinde HAKK ismi tezahür etmez.fani olan şeylerin asılları ALLAHTIR.ama belki kul terakki ederek o makama çıkar ve "enel hakk "der.o ayrı mesele.ama gerçek anlamda bu olamaz,çünkü ALLAH sonsuzdur,biz ise sınırlıyız,sınırlı ise ne kadar terakki ederse etsin sonsuzu kuşatamaz.kuşatırsa bu sefer sonsuz sonsuz olamaz.sadece ehadiyet tecellisiyle bilir,yani kendindeki vasıflarla.hulasa kardeşim ,kim ne kadar bilirse bilsin O VARDIR.VAR DİYE BİRŞEY VAR OLDUKÇA O VAR OLACAKTIR.senin evin güneşi az görüyor diye güneş yoktur diyebilir misin?ama güneşe bizzat ayine olanlar ve onuen yakından gören her gece onun varlığına şehadet eden ay varken bunu demen çok saçma olur.işte ALLAH bir güneşse gönderdiği dinlerde ay'dır.o dinlerdeki mu'cizelikler,asırlarca insanları anarşizm bataklığına düşürmeden bir düzen içinde yaşatıp kemale erdirmiş olmalarıda onların hakkaniyetine şehadet eder,aynı zamanda HAKK'ın varlığınada şehadet eder.benimde bir dönem vesveselerim oldu,uzun araştırmalarım sonucu gerçekten sarsılmaz bulduğum bir imana sahip oldum. taklit değil imanım,eğer şüphelerin ve çıkmazların olursa elimden geldiğince yardımcı olurum,.çünkü insan sırtını dayayamayacağı BİR HAKK BİR GERÇEK OLMAYINCA ne kadar sarhoşlaşısa sarhoşlaşsın,(kadınla,içkiyle,kumarla,mülk ile,parayla)bir yerde hepsinin tükeneceği ve O MUTLAK HAKİKATLE KARŞILAŞACAĞI hissiyatıyla çöküyor,yaşam bir azap halini alıyor.büyükler demişler ki,ONU KAYBEDEN NE BULDU,ONU BULAN NE KAYBETTİ,.GERÇEK ŞU Kİ,ONU KAYBEDEN BİRŞEY BULMAZ,BULSADA BAŞINA BELA BULUR. SELAM İLE...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.