Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor


deniz_kizi

Önerilen İletiler

Laikliğe sapkın Atatürk ve İnönü'ye militan diyorRTÜK'ün başkanlığına seçilen Prof. Dr. Davut Dursun'un Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde yazdığı makale Türkiye'deki laikliğin tepeden inme, taklit ve İslam'a karşı oluşturulmuş sapkın bir ideoloji olduğunu savunuyor.

 

Cumhuriyet Haber Portalı

 

İstanbul- Zahid Akman'ın yerine Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanlığı'na seçilen Prof. Dr. Davut Dursun, yazdığı bilimsel makalelerde laiklik ve din eksenini cumhuriyetin kuruluş yıllarından bu yana değerlendiren bir akademisyen.

 

Sakarya Üniversitesi İlahiyet Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak yazdığı bir makaledeki görüşleri ise önümüzdeki günlerde çok tartışılmaya aday.

 

Gazeteport'un haberine göre, Dursun, Türkiye'deki laikliğin dine müdahale aracı olarak kullanıldığını, cumhuriyeti kuranlar tarafından dayatılan ve ibadet dışında tüm ayetleri kaldırdığını savunuyor. Laikliğin İslam ülkeleri için doğru olup olmadığını tartışan Dursun, laisizmin sünni islam karşısında "sapkın" bir ideoloji olduğunu savunuyor.

 

İşte RTÜK'ün yeni Başkanı Davut Dursun'un kaleme aldığı makale...

 

'Dine müdahale olarak laiklik'

 

Türkiye'de yaşayanların bir türlü üzerinde uzlaşamadıkları, ortak bir tanım geliştiremedikleri siyasal ve toplumsal sistemin en hassas kurumu ve konularından biri. Bu kavramla yüz yüze gelmemizin tarihi fazla geriye gitmez; aşağı yukarı cumhuriyet yönetimiyle birlikte gündeme gelmiş.

 

Cumhuriyet yönetimlerinin izledikleri din politikaları "laiklik" bağlamında ele alınmış ve onun adına hareket edilmiş. Din-devlet ilişkilerine yeni bir model ve yapı oluşturulur, izlenen din politikalarına meşruiyet kazandırılırken bu kavrama baş vurulmuş, ondan yardım istenmiştir. Türkiye'nin siyasal ve toplumsal sisteminin temelleri, ilkeleri ve hedefleri, Tek Parti yönetimi dönemindeki devlet eliti tarafından belirlenmiş olmaklığı nedeniyle, laiklikle hedefler de bu dönemde konmuştur.

 

Türkiye'deki laiklik uygulamasını ve bunun Batı ölçüleriyle ilgisini belirleyerek teorik bir modele oturtulmasının ne kadar zor ve hatta imkansız bir çaba olduğunu, bu konuyla ilgilenenler az çok bilerler.

 

*** Bu belirsizlik ve zorluğun pek çok sebebi üzerinde durulabilir; öncelikle Türkiye'nin tarihsel tecrübesi ve gelenekleri laikliğin neşvünema bulabileceği uygun bir toplumsal ortam oluşturmamaktadır.

 

Bugün rahatlıkla biliyoruz ki, hiç bir toplumsal veya siyasal kurum, içinde doğduğu toplumsal şartlardan bağımsız değildir ve ancak o şartların ürünüdür. Diğer taraftan laiklik, Türkiye'de halkın talep ve kanaatlerini rahatlıkla dile getirebilecekleri, kendi talepleri doğrultusunda devletin yapılanacağı bir ortamda doğmuş değildir; tam tersine laiklik, cumhuriyet yönetimlerinin halka rağmen yukarıdan aşağıya inen baskı ve dayatmaları sonucunda kurulmuştur. Dayatma ve baskı sadece laiklik veya din politikaları alanında değil, bütün toplumsal ve siyasal uygulamalar ve sistem alanında gerçekleştirilmiştir.

 

 

 

Türkiye'deki laiklik

Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin tarihsel tecrübesi din-devlet uzlaşması temeli üzerinde gelişmiş olmakla beraber laikliğin bir devlet ve siyaset ilkesi olarak yerleştirilmesi, esasında bu gelenekte fazla bir değişiklik yaratmamış, sadece "din-devlet uzlaşması"nda ibreyi devletin lehine döndürerek, dini bağımlı bir yapı haline getirmiştir. Türkiye'deki laiklikle ilgili olarak söylenebilecek çok şey vardır. Yukarıda belirtildiği gibi laiklik kendi tarihsel tecrübemizin ve toplumsal geleneklerimizin bir ürünü olması da bir realite olarak cumhuriyet yönetimiyle birlikte tanışmış bulunuyor ve uzun zamandır üzerinde tartışmayı sürdürüyoruz.

 

 

 

 

Türkiye modeli tartışma götürür

Türkiye'de uygulanan laikliğin gerçekten bir laik model olup olmadığı tartışma götürür bir konudur. Her ne kadar resmi söylem ve metinlerde laikliğin "din ve devlet ayırımı" olduğu belirtiliyor ve Türkiye'dekinin dinin ve devletin birbirinden ayrılması olduğu iddia ediliyorsa da gerçeğin böyle olmadığı herkesin malumu bir durumdur. Dinin devletten ayrılması değil, devletin dini belli bir forma sokması olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu tavır ve tutum esasında İslam’ın reforma tabi tutulması ve ulusal ilke ve amaçlarla uyumlu bir "milli İslam"ın yaratılması çabasından başka bir şey değildir. Kanaatime göre Türkiye'deki laiklik uygulamasının en can alıcı noktası ve bariz vasfı işte budur; yani Türk laikliği İslamı reforme eden ve ulusal bir İslam oluşturmaya yönelen çabaların bir ürünüdür diyebiliriz.

 

 

 

Dine müdahale edildi

 

Cumhuriyet yönetiminin ilanının hemen arkasından başlatılan radikal düzenlemeler ve yenilikler çerçevesi dahilinde yapılanların çoğu doğrudan veya dolaylı olarak dine müdahale şeklinde tecelli etmiştir. Şer'iye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Riyasetinin kurulmasını sağlayan 3 Mart 1340 tarih ve 429 sayılı kanun, Cumhuriyet yönetiminin dine ilk müdahalesidir. Bu kanun dini "itikadat ve ibadat"dan ibaret hale getirmiş, geriye kalan alanları ise dinden çıkararak siyasal kurumların tekeline aktarmıştır. Cumhuriyet laikliğinin dine müdahale olduğu zaten ilgililerce de ifade edilen bir uygulamadır. M. Kemal'in hatıratını yazan F. R. Atay "Kemalizm aslında büyük ve esaslı bir din reformudur... Kemalizm ibadetler dışındaki bütün ayet hükümlerini kaldırmıştır." (Çankaya, İstanbul 1969, s. 393.) diye yazmıştır.

 

Bize göre bu tespit doğrudur ve yaşanan pratiği açıklamaktadır; yapılanlar bundan başka bir şey değildir. Bu amaca yönelik uygulamalar laisizmin "Sünni İslam" karşısında "sapkın" bir ideoloji ve rakip olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. (Bk. M. Türköne, "Türk Siyasetinin Eskimeyen Kilidi," Türkiye Günlüğü, Sayı: 21, Kış 1992.) Hatta her gün karşılaştığınız, "Ben Müslümanım. Allah'a ve Peygambere inanıyorum. Ama toplumsal ilişkilerimi, günlük davranışlarımı kendi bildiğim gibi ve aklımla belirlerim. Allah'ın bu alanda bir dahili olamaz!" şeklindeki tavır ve tutumun oluşmasında laikliğin, daha doğrusu deforme edilmiş "resmi İslam'ın payının büyük olduğunu sanıyorum. İslam’ı çok iyi bildiğine kani olduğumuz Şemsettin Günaltay'ın şu kanaatleri son derece ilgi çekicidir.

 

"İslam dini Peygamberimizin Mekke'de bulunduğu sırada yaptığı ahlaki telkinlerden ve bu olgunluğa varmanın bir vasıtası diye tavsiye edilen vazifelerden ve ibadetlerden mürekkeptir. Medine'de bir devlet kurulduktan sonra başvurulan Şeriat kaidelerinin mahiyeti, o zamanki mahalli şartların icabının yerine getirilmesinden ibarettir. Bu kaidelerin bin küsür yıl sonra başka muhit şartları içinde yaşayan milletlerin hayatına esas olamaz" (Sebilürreşad, III-65, Kasım 1949.)

 

 

İslam'ın ulusallaştırılması

 

Diğer taraftan Türkiye'deki laikliğin yöneldiği en önemli alanlardan biri de İslam’ın ulusallaştırılması konusudur. Cumhuriyetin yönetici ve devlet elitine egemen olan "milliyetçilik" ideolojisi, toplumsal hayatın bütün alanlarının millileştirilmesini gerekli görüyordu. Genel çizgilerle cumhuriyetin yönetici kadrosu iki temel hedefe yönelmiş idi. Bunlardan biri "medeniyet," diğeri de "milliyetçilik"ti. 20. yüzyılın ilk yarısı milliyetçi düşüncelerin imparatorluk rejimlerini parçalamada güçlü bir manivela olarak kullanıldığı, evrensel ve uluslar üstü değerlerin, yerini ulusal ve yerel olanlara terk ettiği bir dönem olmuştur.

 

Türkiye'de imparatorluk çökünce evrensel mantalite ve değerler de toplum gündemindeki geçerliliğini kaybetti ve yerine ulusal ve yerel olanlar ikame edilmeye başlandı. Her şeyin millileştirildiği bir ortamda İslam’ın evrensel ve uluslar üstü konumda tutulmasını beklemek doğru olmaz. Kaldı ki, Osmanlı Devletinin sonlarına doğru dinin millileştirilmesi konusunda da ciddi görüşler ileri sürülmüş ve toplum buna hazırlanmıştı. Ziya Gökalp, 1915 yılında yazdığı "Vatan" şiirinde dindeki Türkçülükle ilgili ipuçlarını veriyordu. O şöyle diyordu: "Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duanın...

 

Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!"

 

 

Türkçe dua ve ezan

 

 

Z. Gökalp'ın bu özlemeleri 1930'lu yıllarda gerçekleşecektir. Hutbe, ezan, kamet Türkçeleştirilecek, Kur'ân'ın ve diğer dini metinlerin Türkçeleştirilmesi için ciddi çabalar içine girilecektir. Bu tür tasarrufların dine müdahale olduğu, tartışma götürmez bir gerçektir. Esas itibariyle dine bir müdahale anlamı taşıyan laiklik dinin dünyaya, dünyevi alana ve özellikle de devlet idaresine müdahalesini önleyen, onu siyaset ve toplum hayatından tamamen uzaklaştırmayı ve tasfiyeyi amaçlayan bir harekettir.

 

Bu durumda din, toplumsal, siyasal ve diğer tüm kamu alanlarından çekilerek kişisel bir yapı haline getirilmek, vicdanlara kapatılmak istenmektedir. Bu amacın gerçekleştirilmesi için de siyasal güç ve devletin kullanılması Türkiye'deki laikliğin mümeyyiz vasfı olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de laikliğin dine müdahale etmesi, dinin kamusal alanlardan uzaklaştırılması ve kişisel bir yapı haline getirmesinin istenmesi, dindarlara baskı uygulanması, dini devlet gücüne bağlanması şeklinde uygulanmasının zihinsel alt yapısında cumhuriyet ideolojisinin ve kadroların düşünce ve idealleri yatmaktadır.

 

17 Temmuz 2009

 

AKP kontenjanından üye, AKP kontenjanından Başkan seçiliyor, başka türlüsü mümkün mü? Laik Türkiye Cumhuriyetiyle barışık olması mümkün mü?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hiç şaşırmadım. Laikliğe karşı odak olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından karar bağlanmış olan bir partiden, demokrasi için "binilecek ve zamanı gelince inilecek" bir araç gibi davranan partililerden, şehylerin-şıhların dizi dibinde el pençe divan duran liderlerinden ve O'na biat etmeyi hak yol saymış şirkperest yandaşlarından daha başka ne bekleyebiliriz ki? Daha başka birşey bekliyorsanız ya aklınız yok ya da AKePe'nin hayal alemindesiniz demektir.

 

Ama hala bu milletin bütün bu olan bitenlere karşı suskun kalması düşündürüyor beni. Yarın bir gün sokaklarda Allah adına adam kesecekler (ki yakarak başladılar); Yine kimsenin sesiz çıkmayacak. Bu gidiş, oraya doğru gidiş.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ama hala bu milletin bütün bu olan bitenlere karşı suskun kalması düşündürüyor beni.

Evet, hepimizin düşünmesi gerek. Fakat imzan, iletine yanıt veriyor aslında. Evet, çok da yol alamadık, çağdaş uygarlık düzeyi hedefinin çok gerisindeyiz ama kazanımlarımız çok küçümsenecek gibi de değil. Bardağın boş tarafının daha çok gözümüze göründüğü zamanlar yaşıyoruz. Bu da teyakkuz için gerekli, hatta elzem...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Suskun kalırlar öyle bir gözleri boyanıyor ki, görmüyorlar adeta. Herşey de bir hayırlısı çok şükür kavramlarımız bir allah korkumuz var millet memnun halinden. Hamd olsun diyor sadece. Zam yapılıyor adamlar yine kuzu kuzu ödüyor hala da devletten allah razı olsun diyor. Nesine razı olacak onu çözebilmiş değilim, nasıl da böylesine körler? Uykudan ne zaman uyanacaklar ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

E denizkızı, dogmalara niye bu kadar kuvvetle sarılıyorlar? Çünkü dogma sorgulanmaz, eleştirilmez, olduğu gibi kabul edilir. Böyle olması ve bu halkın buna eğilimli olması bulunmaz ganimet tabii ki. Dogmalara sımsıkı sarılmalarına şaşmamak gerek...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Suskun kalırlar öyle bir gözleri boyanıyor ki, görmüyorlar adeta. Herşey de bir hayırlısı çok şükür kavramlarımız bir allah korkumuz var millet memnun halinden. Hamd olsun diyor sadece. Zam yapılıyor adamlar yine kuzu kuzu ödüyor hala da devletten allah razı olsun diyor. Nesine razı olacak onu çözebilmiş değilim, nasıl da böylesine körler? Uykudan ne zaman uyanacaklar ?

Sayin Deniz kızı Ne demeleri gerekiyor sizce.

 

Ekmek elden su gölden !

 

elektirik parası vermezler-Su parası zaten vermezler,Tarla parası,Yem parası,Hayvan parası üstelik doğum parası , 4 çocuğa kadar para !!

 

Daha ne desinler sizce...

 

Birde bunun kıymetini bilip şükür etmeyi,Hamd olsun demeyide bir bilseler !

 

Sizin konunuzu çoktan bilmiş olurlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Etyen Mahcupyan'in Türkler hakkinda sarfettigi hakaret iceren tanimlamalardan birisine ben cok kizmistim.Türkler'i "RÜSTÜNÜ ISPAT EDEMEMIS"olarak göstermisti,ZAMAN'da ki bir yazisinda.Bugün Türkiye'de yasananlari ve milletin bana ne yaa tarzi halini gördükce Etyen Mahcupyan'a olan kizginligim yerini ondan özür dileme duygusuna döndürüyor.

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Etyen Mahcupyan'in Türkler hakkinda sarfettigi hakaret iceren tanimlamalardan birisine ben cok kizmistim.Türkler'i "RÜSTÜNÜ ISPAT EDEMEMIS"olarak göstermisti,ZAMAN'da ki bir yazisinda.Bugün Türkiye'de yasananlari ve milletin bana ne yaa tarzi halini gördükce Etyen Mahcupyan'a olan kizginligim yerini ondan özür dileme duygusuna döndürüyor.

 

 

saygilarla

:clover:

Evet uzağa gitmeye gerek yok, içimizde yaşaynları göüyoruz zaten.

Politika göremiyordum sizi, yeniden gördüğüme sevindim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Süper bir makaleymiş...Davut Hoca'ya yürek dolusu teşekkürler...

 

Değiştim dememesi de süper...Konuyla ilgili açıklamaları da dikkat çekiciydi...Dikkati çekilenler kim...

 

Konuya dahil olan arkadaşlara sorulur...Makalede karşı çıktığınız yanlışları madde madde belirtebilir misiniz?

 

Şu yanlıştır bu yanlıştır...Davut Hoca, doğru söylememiştir...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Türkçe dua ve ezan

 

 

Z. Gökalp'ın bu özlemeleri 1930'lu yıllarda gerçekleşecektir. Hutbe, ezan, kamet Türkçeleştirilecek, Kur'ân'ın ve diğer dini metinlerin Türkçeleştirilmesi için ciddi çabalar içine girilecektir. Bu tür tasarrufların dine müdahale olduğu, tartışma götürmez bir gerçektir. Esas itibariyle dine bir müdahale anlamı taşıyan laiklik dinin dünyaya, dünyevi alana ve özellikle de devlet idaresine müdahalesini önleyen, onu siyaset ve toplum hayatından tamamen uzaklaştırmayı ve tasfiyeyi amaçlayan bir harekettir.

 

benim burada anlayamadığım bişey var Türkçe ezan ve dua dine müdahelemidir? Burada Z. Gökalp kötü bir amca olarak mı gösterilmiştir? Valla anlamadım billla anlamadım. Yoksa başbakanımız çok sever Z.Gökalp ı.

 

Yemin ederim anlayamadım bu satırları bir açıklama lütfen :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Türkçe ezan ve dua dine müdahelemidir?

Sayın akıllı, anlamamakta haklısınız, çünkü dine müdahale diye bir kavram yoktur. Dine müdahale kavramı, dinin aslının göklerde yazılı olduğu, oradan yeryüzüne indirildiği dogmasından kaynaklanır. Gökten inen, telif hakkı yeryüzüne ve insanlara ait olmayan bir şey üzerinde insanın her girişimi, müdahale olarak algılanır elbette.

 

Halbuki böyle bir şey yoktur. Din bir insanlık kültür ürünüdür. İnsan müdahale etmeyip de kim edecek? Siz bir kitap yazmışsanız içeriğini istediğiniz gibi düzenlersiniz. Bundan daha doğal bir şey olmaz. "Entarisi mavidir" diye türkü üretmişse insanlık, yarın "entarisi yeşildir" şekline de çevirebilir. Bundan daha doğal bir şey olamaz. İsteyen yine "entarisi mavidir" şeklinde söylemeye devam eder, isteyen yeşili de bırakır kırmızıya, mora geçer. Bu konuda bir bağlayıcılık olamaz. Bir suçlama yapılmasının yolu da yoktur. İstemeyen hiç türkü de söylemeyebilir. Söyleyenin söylemeyene, söylemeyenin söyleyene karışması için bir gereklilik yoktur.

 

Dolayısıyla esasen ezanın Türkçe veya Arapça, veya başka dilde okunmaması gerekiyor. Bunun hangi dilde okunacağına devletin karışması bir yana, devlet niye ezan okutsun ki? Bu devletin işi değil. Devletin ezan okuyan bir görevli atamaması, ona maaş ödememesi gerekiyor. İbadet özgürdür, isteyen yerine getirir. İsteyen çıkıp ibadete de çağırabilir insanları. İstediği dilde de çağırır.

 

Fakat bu konuda devlet kısıtlamalar yapabilir. Çünkü bu ilan durumunda olay toplumsal bir duruma geliyor. Biri çıkar caminin karşısına hoparlör koyup "tanrı yoktur, tanrı yoktur, boşuna ibadet etmeyin" diye bağırırsa ne olacak? "Çoğunluk ezan okunmasını istiyor" diye bir şey olamaz, bir kişinin hakkı bin kişinin hakkı ile aynıdır. Bir kişinin de kendi başına bir din kurup, bu dinin ilk ve tek üyesi olarak belli kalıpta sözcükler bağırma hakkı kısıtlanamaz. Bu durumda devlet çoksesliliği önlemek için elbette önlemler alacak. Ama bu önlemler "diğerlerine izin vermeyelim, tek tip bir bağırma benimseyelim, o geçerli olsun" şeklinde olamaz.

 

Yani demokrasiyi dillerinden düşürmeyenlerin yiyeceği çoook fırın ekmekler var...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Süper bir makaleymiş...Davut Hoca'ya yürek dolusu teşekkürler...

 

Değiştim dememesi de süper...Konuyla ilgili açıklamaları da dikkat çekiciydi...Dikkati çekilenler kim...

 

Konuya dahil olan arkadaşlara sorulur...Makalede karşı çıktığınız yanlışları madde madde belirtebilir misiniz?

 

Şu yanlıştır bu yanlıştır...Davut Hoca, doğru söylememiştir...

 

bakalım dostum ;

 

Bugün rahatlıkla biliyoruz ki, hiç bir toplumsal veya siyasal kurum, içinde doğduğu toplumsal şartlardan bağımsız değildir ve ancak o şartların ürünüdür. Diğer taraftan laiklik, Türkiye'de halkın talep ve kanaatlerini rahatlıkla dile getirebilecekleri, kendi talepleri doğrultusunda devletin yapılanacağı bir ortamda doğmuş değildir; tam tersine laiklik, cumhuriyet yönetimlerinin halka rağmen yukarıdan aşağıya inen baskı ve dayatmaları sonucunda kurulmuştur. Dayatma ve baskı sadece laiklik veya din politikaları alanında değil, bütün toplumsal ve siyasal uygulamalar ve sistem alanında gerçekleştirilmiştir.

 

Hoca çarpıtmaktadır. Zira, sanki şeriat düzeni halkın talep ve kanaatlerini rahatlıkla dile getirebildikleri kendi talepleri doğrultusunda devletin yapılanabileceği bir ortamda doğmuşta, şeriat düzenini kaldırıp laikliğin getirilmesini dayatma ve baskı olarak gösteriyor. sanki halk iradesiyle oluşturulmuş şeriat düzeni, halka rağmen ortadan kaldırılmış gibi sunuyor. Artı, laikliğe karşı halkın bir direnci, istemsizliği ve karşıtlığı varmış gibi sunuyor. Hocanın halktan kastettiği menemen, şehy sait isyanında ki kalabalıklar sanırım.

 

Halkın talep ve kanaatlarını rahatlıkla dile getirebilecekleri bir sistem için, herşeyden önce laikliğin gerekli olduğunu. Laik bir sisteme sahip olmayan müslüman ülkelerde, halkın talep ve kanaatlerini rahatlıkla dile getirip , getiremediğine de bakmak lazım değil mi ?

 

Türkiye'deki laiklik uygulamasını ve bunun Batı ölçüleriyle ilgisini belirleyerek teorik bir modele oturtulmasının ne kadar zor ve hatta imkansız bir çaba olduğunu, bu konuyla ilgilenenler az çok bilerler.

 

Zaten laikliğin evrensel teorik bir "model" i yoktur. Laikliğin ilkeleri vardır, ve her toplumda bu ilkeler ışığında yapılanır devlet. Tuvalete girerken hangi ayağını ilk olarak atacağına kadar sosyal ve bireysel yaşam üzerinde kuralları olan islam dininin yagın olduğu bir toplum ile, bireysel yaşama müdahelesi neredeyse hiç olmayan protestanlığın yaygın olduğu bir toplumda, laiklik ilkelerinin uygulamaları tabiki aynı olmaz.

 

*** Bu belirsizlik ve zorluğun pek çok sebebi üzerinde durulabilir; öncelikle Türkiye'nin tarihsel tecrübesi ve gelenekleri laikliğin neşvünema bulabileceği uygun bir toplumsal ortam oluşturmamaktadır.

 

Bu da sadece kendi gibi düşünenleri halk olarak görmektir.

 

Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin tarihsel tecrübesi din-devlet uzlaşması temeli üzerinde gelişmiş olmakla beraber laikliğin bir devlet ve siyaset ilkesi olarak yerleştirilmesi, esasında bu gelenekte fazla bir değişiklik yaratmamış, sadece "din-devlet uzlaşması"nda ibreyi devletin lehine döndürerek, dini bağımlı bir yapı haline getirmiştir. Türkiye'deki laiklikle ilgili olarak söylenebilecek çok şey vardır. Yukarıda belirtildiği gibi laiklik kendi tarihsel tecrübemizin ve toplumsal geleneklerimizin bir ürünü olması da bir realite olarak cumhuriyet yönetimiyle birlikte tanışmış bulunuyor ve uzun zamandır üzerinde tartışmayı sürdürüyoruz.

 

Hoca yine, Cumhuriyet'in bir mutlak monarşi, bir diktatörlüğü yıkarak kurulduğunu atlıyor. Cumhuriyet'ten önce, halkın talepleri, istekleri, tercihleri dikkate alınıyor ve buna göre mi devlet yapılanıyordu da, Laikliğin Cumhuriyet'ten önce toplumsal geleneklerimizden olabilmesi mümkün olsun. Osmanlı'da devlet şunu yapacaksın derdi, ya yapardın, ya da yapmazdın kellen giderdi. Ya da ayaklanır "yapacaksın" diyenin kellesini alırdın başka bir seçenek mi vardı ? Yüzyıllar boyunca şeriatla yönetilen bir toplumda hoca nasıl laikliğin toplumsal geleneklerimizin bir ürünü olup olmadığını sorguluyor ?

 

Halkın yönetime katılması da Cumhuriyet yönetimiyle birlikte başladı. Herkesin yasalar önünde eşit olması dacumhuriyet yönetimiyle başladı. Bireylerin can ve mal dokunulmazlığıda cumhuriyet yönetimiyle birlikte başladı. Bunlarda tarihsel tecrübemiz ve toplumsal geleneklerimizin bir ürünü değil.

 

Hocanın "bakın laiklik Türk toplumuna ters" şeklinde vermek istediği mesaj için aldığı kriterlere göre, çoook şey Türk toplumuna ters.

 

Bize göre bu tespit doğrudur ve yaşanan pratiği açıklamaktadır; yapılanlar bundan başka bir şey değildir. Bu amaca yönelik uygulamalar laisizmin "Sünni İslam" karşısında "sapkın" bir ideoloji ve rakip olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. (Bk. M. Türköne, "Türk Siyasetinin Eskimeyen Kilidi," Türkiye Günlüğü, Sayı: 21, Kış 1992.) Hatta her gün karşılaştığınız, "Ben Müslümanım. Allah'a ve Peygambere inanıyorum. Ama toplumsal ilişkilerimi, günlük davranışlarımı kendi bildiğim gibi ve aklımla belirlerim. Allah'ın bu alanda bir dahili olamaz!" şeklindeki tavır ve tutumun oluşmasında laikliğin, daha doğrusu deforme edilmiş "resmi İslam'ın payının büyük olduğunu sanıyorum. İslam’ı çok iyi bildiğine kani olduğumuz Şemsettin Günaltay'ın şu kanaatleri son derece ilgi çekicidir.

 

Buradan sonra başlıyor hoca küfüre. Artı bir bilgi ve bu iddiaya bir dayanak gösterse ? Ne yapmıştır Laik Cumhuriyet, namazı beş vakitten üç vakite mi indirmiştir ? Orucu otuz günden onbeş güne mi indirmiştir ? Kabe olarak Mekke'yi değilde, Adıyaman'ı mı belirlemiştir ? Laiklik nasıl islamı deforme etmiş ?

 

Diğer taraftan Türkiye'deki laikliğin yöneldiği en önemli alanlardan biri de İslam’ın ulusallaştırılması konusudur. Cumhuriyetin yönetici ve devlet elitine egemen olan "milliyetçilik" ideolojisi, toplumsal hayatın bütün alanlarının millileştirilmesini gerekli görüyordu. Genel çizgilerle cumhuriyetin yönetici kadrosu iki temel hedefe yönelmiş idi. Bunlardan biri "medeniyet," diğeri de "milliyetçilik"ti. 20. yüzyılın ilk yarısı milliyetçi düşüncelerin imparatorluk rejimlerini parçalamada güçlü bir manivela olarak kullanıldığı, evrensel ve uluslar üstü değerlerin, yerini ulusal ve yerel olanlara terk ettiği bir dönem olmuştur.

 

Türkiye'de imparatorluk çökünce evrensel mantalite ve değerler de toplum gündemindeki geçerliliğini kaybetti ve yerine ulusal ve yerel olanlar ikame edilmeye başlandı. Her şeyin millileştirildiği bir ortamda İslam’ın evrensel ve uluslar üstü konumda tutulmasını beklemek doğru olmaz. Kaldı ki, Osmanlı Devletinin sonlarına doğru dinin millileştirilmesi konusunda da ciddi görüşler ileri sürülmüş ve toplum buna hazırlanmıştı. Ziya Gökalp, 1915 yılında yazdığı "Vatan" şiirinde dindeki Türkçülükle ilgili ipuçlarını veriyordu. O şöyle diyordu: "Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duanın....

 

 

Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!"

 

Allah aşkına hangi evrensel değerler ya ? Vay vay vay, meğer Cumhuriyet'ten önce Osmanlı evrensel değerler, ve evrensel mantalite ile yönetiliyormuş. Sonra Cumhuriyet gelmiş, "ulusal ve yerel" değerler ve mantaliteyi getirmiş. Bu ülke evrensel değerler ve mantalite ile ancak, Jontürk devrimi, İttihatçılık ve Cumhuriyet'le tanışmadı mı ? Osmanlı hangi evrensel değerler ve mantalite ile yönetiliyor muş ? Yahu el insaf. Matbaa'nın

yıl sonra ancak geldiği bir devletten bahsediyoruz. Cumhuriyet'ten önce Osmanlı'da olan ve Cumhuriyet'te olmayan hangi evrensel değer ve mantalite var? Var mı örnek gösterebilecek olan ?

 

Kuran'ı açıp, ne okuduğunu ve okuduğunun anlamını bilmeden kelimeleri tekrarlamak, evrensellik, Allah'ın emirlerini kendi dilinde, anlayarak, bilerek okumak ise yerellik mi oluyor ? Bu nasıl bir kafa yapısı ? Hz Muhammed Allah'ın emirlerini, diğer milletlere tebliğ ederken arapça mı gönderdi ? Yoksa onların kendi dillerine çevirtip mi ?

 

Ne bu masal büyüsü mü ? Anlamını bilmediğin kelimeleri ezbere tekrarlayınca, ibadet etmiş ve iyiliklere kavuşmuş mu olacaksın ?

 

Z. Gökalp'ın bu özlemeleri 1930'lu yıllarda gerçekleşecektir. Hutbe, ezan, kamet Türkçeleştirilecek, Kur'ân'ın ve diğer dini metinlerin Türkçeleştirilmesi için ciddi çabalar içine girilecektir. Bu tür tasarrufların dine müdahale olduğu, tartışma götürmez bir gerçektir. Esas itibariyle dine bir müdahale anlamı taşıyan laiklik dinin dünyaya, dünyevi alana ve özellikle de devlet idaresine müdahalesini önleyen, onu siyaset ve toplum hayatından tamamen uzaklaştırmayı ve tasfiyeyi amaçlayan bir harekettir.

 

Yine zihniyete bakar mısınız ? İnsanlar ezanı kendi dillerinde dinleyince, hutbeleri kendi dillerinde dinleyince, Kuran'ı ve hadisleri kendi dillerinde okuyunca, dinden uzaklaşacaklarmış ve bunun için yapılmış ? Yahu bu nasıl bir mantık. Hoca herhalde, "millet kuran'ın içinde ne yazdığını anlarsa bir daha inanmaz" gibi bir mantık mı yürütüyor ? Bunun başka izahı yok ki.

 

Neresi dine müdahele ? Bu mantığa ben söyleyecek söz bulamıyorum.

 

Kuran Cumhuriyet döneminde ilk kez Türkçe'ye çevrildi, ve artık arapça bilmeyen müslümanlarda ne yazdığını anlayabilir hale geldiler. Yani Allah'ın emirlerinin ne olduğunu öğrendiler. Şimdi ortalama insan zekasına sahip herkes, bunun nasıl dini tasfiye etmeyi amaçlayan bir uygulama olduğunu düşünebilir ?

 

Haa. Ancak, Kuran'da ne yazdığını bilmeyen insanlara kendi kafalarına göre "Allah'ın emri bu" diye yalan yanlış bilgileri pompalayanların çıkarına ters olabilir. Hoca ve onun gibi düşünenleri de bu rahatsız etmiş olabilir.

 

 

Bu durumda din, toplumsal, siyasal ve diğer tüm kamu alanlarından çekilerek kişisel bir yapı haline getirilmek, vicdanlara kapatılmak istenmektedir. Bu amacın gerçekleştirilmesi için de siyasal güç ve devletin kullanılması Türkiye'deki laikliğin mümeyyiz vasfı olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de laikliğin dine müdahale etmesi, dinin kamusal alanlardan uzaklaştırılması ve kişisel bir yapı haline getirmesinin istenmesi, dindarlara baskı uygulanması, dini devlet gücüne bağlanması şeklinde uygulanmasının zihinsel alt yapısında cumhuriyet ideolojisinin ve kadroların düşünce ve idealleri yatmaktadır.

 

Din aynen öyle olmalıdır. Siyaset ve kamu alanlarından çekilip, insanlar kişisel inanç ve tercihleri olmalıdır. Hiçbir yasa dini emirlere göre düzenlenmemeli, hiçbir kamu kurumu dini emirlere göre faaliyet göstermemelidir. İster Türkiye'de, ister dünyanın geri kalanında, Laiklik nasıl uygulanırsa uygulansın ortak nokta budur.

 

Din'in bir siyasi malzeme olarka kullanılmaması, yasaların dini emirlere göre düzenlenmemesi, kamu kurumlarının dini emirlere göre faaliyet göstermemesi (aksi şeriat düzenidir) dindanlara baskı uygulandığı anlamına geliyorsa, hocanın "dindar" olarak adlandırdığı kişilerin niteliğini merak etmemek elde değil.

 

Hoca, laiklikle yönetilmeyen , aynı zamanda diktatörlüğün hakim olmadığı bir tane müslüman ülke biliyorsa göstersin.

 

Ve halkın yönetime katılabilmesi için elzem olan unsurlardan birisinin laiklik olduğunu unutmasın.

 

Bu sadece "utangaç şeriatçılık" tır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Teşekkürler...Tek tek cevap verilmesini beklemiştim zaten...

 

Ben kısaca bir kısmına değineyim de olsun...

 

1. si temel referans; Cumhuriyet Yönetiminin daha kötü bir yönetime son vermesi dolayımında ve bulunduğu zaman itibariyle yaptıklarını mecburi olarak yaptığı dayanak noktası.

 

Bu dayanak noktasından hareket edildiğinde herşey meşru bir zemine oturmuş görülür.

 

2. si Şeriat düzeninin mevcut sistem karşısında çok daha baskıcı olması bir hareket noktası olarak tartışmada yer buluyor.

 

Bir başka mesele ise; laiklikin alındığı protestan/katolik batıdan farklı uygulanmasının gerekçesi olarak İslam'ın her alanı düzenlemesi öngörülürken; batıda laiklik'in icadının gerekçesi es geçilebiliyor. Yine aynı şekilde; halkın tamamına yakınının belli bir dine büyük bir bağlılıkla tabii olduğu bir devlette laiklik biraz daha yumuşak uygulama bulmalıyken totoliter bir uygulama söz konusu olabiliyor.

 

Dahası laiklikin güzelliği vurgulanırken nedense şeriatle yönetilen ülkelerdeki özgürlük dışı müdahaleler meşrulaştırma gerekçesi oluyor. Bu doğru bir yaklaşım tarzı mıdır?

 

Gelelim din meselesinin sadece kişisel alana hapsi meselesine. Protestan islamı gerçekleştirdiğimizde haklı olursunuz. Katolik İslamda bu olmayabilir. Esprisi bile gıcık geldi...

 

Sizin de belirttiğiniz gibi islam insanın tüm yaşamını çepeçevre saran bir din. Hal böyle olunca kişinin kendi iç dünyasına hapsolacak bir islam bana pek gerçekçi gelmiyor. Neyse gerisine sonra değinelim...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Teşekkürler...Tek tek cevap verilmesini beklemiştim zaten...

 

Aynı şeyi bende bekliyorum.

 

Lütfen kendi yazılarına yapılmayınca tepki gösterdiğin şeyin aynısını yapma dostum. Yukarıda oluşturduğun maddeleri, yazımı tek tek alıntılayarak yerleştir ki ne kadar alakalı olduğunu görebilelim değil mi ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Teşekkürler...Tek tek cevap verilmesini beklemiştim zaten...

 

Ben kısaca bir kısmına değineyim de olsun...

 

1. si temel referans; Cumhuriyet Yönetiminin daha kötü bir yönetime son vermesi dolayımında ve bulunduğu zaman itibariyle yaptıklarını mecburi olarak yaptığı dayanak noktası.

 

Bu dayanak noktasından hareket edildiğinde herşey meşru bir zemine oturmuş görülür.

 

2. si Şeriat düzeninin mevcut sistem karşısında çok daha baskıcı olması bir hareket noktası olarak tartışmada yer buluyor.

 

Bir başka mesele ise; laiklikin alındığı protestan/katolik batıdan farklı uygulanmasının gerekçesi olarak İslam'ın her alanı düzenlemesi öngörülürken; batıda laiklik'in icadının gerekçesi es geçilebiliyor. Yine aynı şekilde; halkın tamamına yakınının belli bir dine büyük bir bağlılıkla tabii olduğu bir devlette laiklik biraz daha yumuşak uygulama bulmalıyken totoliter bir uygulama söz konusu olabiliyor.

 

Dahası laiklikin güzelliği vurgulanırken nedense şeriatle yönetilen ülkelerdeki özgürlük dışı müdahaleler meşrulaştırma gerekçesi oluyor. Bu doğru bir yaklaşım tarzı mıdır?

 

Gelelim din meselesinin sadece kişisel alana hapsi meselesine. Protestan islamı gerçekleştirdiğimizde haklı olursunuz. Katolik İslamda bu olmayabilir. Esprisi bile gıcık geldi...

 

Sizin de belirttiğiniz gibi islam insanın tüm yaşamını çepeçevre saran bir din. Hal böyle olunca kişinin kendi iç dünyasına hapsolacak bir islam bana pek gerçekçi gelmiyor. Neyse gerisine sonra değinelim...

yazilari büyük zevkle takip ediyorum.. fakat bende ilk defa kullanicagim issallah son olur yazdiklarinizdan hic birsey anlasilmiyor birazdaha anlasilir yazarsaniz takip etmemiz daha zevkli olacak.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

CYRANO

Aynı şeyi bende bekliyorum.

 

Lütfen kendi yazılarına yapılmayınca tepki gösterdiğin şeyin aynısını yapma dostum. Yukarıda oluşturduğun maddeleri, yazımı tek tek alıntılayarak yerleştir ki ne kadar alakalı olduğunu görebilelim değil mi ?

 

Özür dilerim, haklısın…Ancak, bir önceki yazımın sonunda zaten gerisine sonra değineceğimi belirterek kendi adıma açıklama kısmını sonraya bıraktığımı belirtmiştim. Daha önceki mesajım ise yazdığın yoruma genel manada bir yaklaşımdı…

 

Davut Dursun

Bugün rahatlıkla biliyoruz ki, hiç bir toplumsal veya siyasal kurum, içinde doğduğu toplumsal şartlardan bağımsız değildir ve ancak o şartların ürünüdür. Diğer taraftan laiklik, Türkiye'de halkın talep ve kanaatlerini rahatlıkla dile getirebilecekleri, kendi talepleri doğrultusunda devletin yapılanacağı bir ortamda doğmuş değildir; tam tersine laiklik, cumhuriyet yönetimlerinin halka rağmen yukarıdan aşağıya inen baskı ve dayatmaları sonucunda kurulmuştur. Dayatma ve baskı sadece laiklik veya din politikaları alanında değil, bütün toplumsal ve siyasal uygulamalar ve sistem alanında gerçekleştirilmiştir.

 

 

CYRANOHoca çarpıtmaktadır. Zira, sanki şeriat düzeni halkın talep ve kanaatlerini rahatlıkla dile getirebildikleri kendi talepleri doğrultusunda devletin yapılanabileceği bir ortamda doğmuşta, şeriat düzenini kaldırıp laikliğin getirilmesini dayatma ve baskı olarak gösteriyor. sanki halk iradesiyle oluşturulmuş şeriat düzeni, halka rağmen ortadan kaldırılmış gibi sunuyor. Artı, laikliğe karşı halkın bir direnci, istemsizliği ve karşıtlığı varmış gibi sunuyor. Hocanın halktan kastettiği menemen, şehy sait isyanında ki kalabalıklar sanırım.

 

Halkın talep ve kanaatlarını rahatlıkla dile getirebilecekleri bir sistem için, herşeyden önce laikliğin gerekli olduğunu. Laik bir sisteme sahip olmayan müslüman ülkelerde, halkın talep ve kanaatlerini rahatlıkla dile getirip , getiremediğine de bakmak lazım değil mi ?

 

Yukardaki Davut Hocadan alınan mesajda şeriat düzenine değinilmemektedir. Dolayısıyla şeraitin iyi laikliğin kötü olması gibi ayrım yapılmamış. Sadece laikliğin baskılı bir tarzda empoze/zerk edilmesinin yanlışlığına değinilmiş. Birinin kötülenmesi ötekinin övüldüğü anlamına gelmez. Laikliğin gerekli olmadığı gibi bir şeyden de yukardaki alıntıda bahsedilmiyor. Laikliğin Türkiye’deki uygulama tarzına dair sıkıntılardan bahsediliyor.

 

Davut DursunTürkiye'deki laiklik uygulamasını ve bunun Batı ölçüleriyle ilgisini belirleyerek teorik bir modele oturtulmasının ne kadar zor ve hatta imkansız bir çaba olduğunu, bu konuyla ilgilenenler az çok bilerler.

 

 

CYRANO

Zaten laikliğin evrensel teorik bir "model" i yoktur. Laikliğin ilkeleri vardır, ve her toplumda bu ilkeler ışığında yapılanır devlet. Tuvalete girerken hangi ayağını ilk olarak atacağına kadar sosyal ve bireysel yaşam üzerinde kuralları olan islam dininin yagın olduğu bir toplum ile, bireysel yaşama müdahelesi neredeyse hiç olmayan protestanlığın yaygın olduğu bir toplumda, laiklik ilkelerinin uygulamaları tabiki aynı olmaz.

 

Tüm Avrupa Protestan değilse mesele vardır. Veya laiklikle yönetilen Avrupa Protestan ise mesele vardır. Acaba Katolik Avrupa’yı bundan kurtarmak için icat edilen bir laiklik olabilir mi? Neyse; Laikliğin çıkış felsefesinin ruhban sınıfının baskısını kırmak gibi bir misyonu üstlendiği de hesaba katılacak olursa Türkiye açısından biraz sorun oluşur. Bütün bunlara rağmen nev’i şahsına münhasır bir laiklik anlayışını dillendirmek gerekirse; niye baskıcı bir tutumun takınıldığı garipsenir. Madem, böyle farklı bir anlayış benimseyeceğiz o halde; baskılı laiklik yerine halkın büyük çoğunluğunun tüm hayatını düzenleyen dine de yer veren bir laiklik bizim yapımıza daha uygun olabilirdi. Olmadı mı? Burası karışık. Kapatılan yerlerle filan ilgili meselelere girdiğimizde bunun pek de doğru olmadığı görülür. Laiklik ithalatçıları 2 tercihten birini yaptılar. Ya baskıyla ya da imrendirerek ve vatandaşların tercihlerine önem vererek yapacaklardı. 1.ya baskın çıktı ama ikincisini de toptan yok sayamadılar. Ne kendi başına bıraktılar (laik bir toplumda bırakılması şart olması gerekmesine rağmen) ne de karışmasını tamamen durdurma yolunu seçtiler.

 

Davut Dursun

Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin tarihsel tecrübesi din-devlet uzlaşması temeli üzerinde gelişmiş olmakla beraber laikliğin bir devlet ve siyaset ilkesi olarak yerleştirilmesi, esasında bu gelenekte fazla bir değişiklik yaratmamış, sadece "din-devlet uzlaşması"nda ibreyi devletin lehine döndürerek, dini bağımlı bir yapı haline getirmiştir. Türkiye'deki laiklikle ilgili olarak söylenebilecek çok şey vardır. Yukarıda belirtildiği gibi laiklik kendi tarihsel tecrübemizin ve toplumsal geleneklerimizin bir ürünü olması da bir realite olarak cumhuriyet yönetimiyle birlikte tanışmış bulunuyor ve uzun zamandır üzerinde tartışmayı sürdürüyoruz.

 

 

CYRANO

Hoca yine, Cumhuriyet'in bir mutlak monarşi, bir diktatörlüğü yıkarak kurulduğunu atlıyor. Cumhuriyet'ten önce, halkın talepleri, istekleri, tercihleri dikkate alınıyor ve buna göre mi devlet yapılanıyordu da, Laikliğin Cumhuriyet'ten önce toplumsal geleneklerimizden olabilmesi mümkün olsun. Osmanlı'da devlet şunu yapacaksın derdi, ya yapardın, ya da yapmazdın kellen giderdi. Ya da ayaklanır "yapacaksın" diyenin kellesini alırdın başka bir seçenek mi vardı ? Yüzyıllar boyunca şeriatla yönetilen bir toplumda hoca nasıl laikliğin toplumsal geleneklerimizin bir ürünü olup olmadığını sorguluyor ?

 

Halkın yönetime katılması da Cumhuriyet yönetimiyle birlikte başladı. Herkesin yasalar önünde eşit olması dacumhuriyet yönetimiyle başladı. Bireylerin can ve mal dokunulmazlığıda cumhuriyet yönetimiyle birlikte başladı. Bunlarda tarihsel tecrübemiz ve toplumsal geleneklerimizin bir ürünü değil.

 

Hocanın "bakın laiklik Türk toplumuna ters" şeklinde vermek istediği mesaj için aldığı kriterlere göre, çoook şey Türk toplumuna ters.

 

Cumhuriyetin Mutlak Monarşiye son vermesi yaptığı her şeyin doğru olmasını sonuçlamaz. Tarihsel tecrübemizin bir ürününün olmaması aynı zamanda laikliğin çıkışında etken olan ruhban sınıfının bizde olmaması gibi bir nedene dayanıyor olabilir. Ancak, Hocanın Din-Devlet uzlaşması temelli yazmış olduğu bu paragrafta önem arzeden kısmın ibreyi devlet lehine döndüren bir laikliğe meydan vermesi olarak okumak gerekiyor. Ki, yazan o. Hal, böyle olunca Devlet’in dine müdahale etmesinin yolu açılmış oluyor.

 

Gelelim Kur’an’ın Türkçe okunması meselesine. Bu daha önce binlerce kez tartışılmış bir konudur. Anlamak için Türkçe okunması ayrı bir meseledir ancak ibadet etmek için Türkçe okumak mümkün değildir. Burada Akif’in yazmış olduğu Kur’an tercüme/tefsir karışımı metinleri yok etmesinin gerekçeleri de dikkate değerdir.

 

Gelelim halkın yönetime katılması için elzem olan unsurlardan bir tanesinin laiklik olduğu meselesine.

Bu faraziyenin dışında bir yönetim tasavvuru yapalım. Tanrılarla dolu bir toplumda yönetimin seçimle belirlendiği bir sistem mümkün değil midir? Eğer ki; tanrı birini vasi tayin etmemişse, yönetici seçimle belirlenebilir. Yine yöneticinin görevine halk diğer seçimde son verme yetkisine sahip olabilir. Yani ki; laiklik yönetime katılmada olmazsa olmaz değildir. Laik olunmayan bir toplumda halkın yönetime katılmasını engelleyen duvarlar tek tek işaret edildiğinde; bu duvarları yıkmaya yarayacak şeyleri geliştirebiliriz. Bugün, bunu icat edememiş olmamız sadece bizim kusurumuz, eksikliğimizdir. En kısa zamanda laik olunmadan yönetilenlerin yönetime katılabildiği bir sistemi icat edeceğim. Peygamberin olmadığı bir sistemde yönetilenler yönetime nasıl katılır. Gayri Müslimlerin durumu ne olacaktır. Kanunları kimler yapacaktır.

 

CYRANO

Laiklik nasıl islamı deforme etmiş ?

Bu sadece "utangaç şeriatçılık" tır.

Hoca, laiklikle yönetilmeyen , aynı zamanda diktatörlüğün hakim olmadığı bir tane müslüman ülke biliyorsa göstersin.

 

Elhamdülillah şeriatçiyim diyen ben miydim? Olabilirim. Şeriatçiliğin herkes tarafından anlamı da farklı oluyor ama neyse...

Laikliğin islama etkileri nelerdir?

 

Daha önceki mesajımda söylediğim bir şey vardı. Daha da açayım. Şeriatin kötü olması laiklik adına baskı yapılmasını haklı kılmaz. Müslüman ülkelerin dikta ile yönetiliyor olması da laiklik adına baskı yapılmasını haklı kılmız. Hocanın böyle bir ülke gösterememesi de baskıcı bir laikliğe yol açmamalıdır.

Köpekler ve türbanlıların giremediği mekanlar da Müslümanlara baskı yapılmadığının bariz göstergesidir…İmam Hatip Lisesi Mezunlarına polis olma yolunu kapatan düzenleme de öyleydi. Neyse; bunlar da bahsi diğer…

 

Yalnız güzel soru Laiklik nasıl islamı deforme etmiş...Yazdıklarınızdan öyle anlaşılıyor ki; laiklik islamı değil islam, laiklik anlayışını fena halde deforme ediyor. Türkiye'nin nev'i şahsına münhasır yapısı dolayısıyla farklı uygulama buluyor ya laiklik o sebeple böyle birşey dedim.

 

Bu sorunun yanıtlarından bir tanesi Diyanet’in kuruluş gerekçesi olabilir.

 

 

yazilari büyük zevkle takip ediyorum.. fakat bende ilk defa kullanicagim issallah son olur yazdiklarinizdan hic birsey anlasilmiyor birazdaha anlasilir yazarsaniz takip etmemiz daha zevkli olacak.

 

Arada sırada ben de ne dediğimi, ne demek istediğimi bilemiyorum. Bazen kendi yazımı dahi anlamıyorum. Şiir gibi yazıyorum vesselam diyeceğim de o zaman da mübalağa sayılır deyip tevazuya bürünmeye çabalıyorum. Her ne ise; vakti zamanında yazma konusunda okuduğum muhteşem sözü burada söylemek "ELZEM" oldu.

 

"YAZAR, YANLIŞ ANLAŞILACAĞINA GÜVENİRMİŞ"

 

Yanlış hatırlamıyorsam Rasim Özdenören'in bir kitabında geçiyordu...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yukardaki Davut Hocadan alınan mesajda şeriat düzenine değinilmemektedir. Dolayısıyla şeraitin iyi laikliğin kötü olması gibi ayrım yapılmamış. Sadece laikliğin baskılı bir tarzda empoze/zerk edilmesinin yanlışlığına değinilmiş. Birinin kötülenmesi ötekinin övüldüğü anlamına gelmez. Laikliğin gerekli olmadığı gibi bir şeyden de yukardaki alıntıda bahsedilmiyor. Laikliğin Türkiye’deki uygulama tarzına dair sıkıntılardan bahsediliyor.

 

ben bu yazıda "laikliğin Türkiye'deki uygulama tarzına dair sıkıntılar" a rastlamadım. Yazı Laikliğin Türkiye'ye uygun olup olmadığı üzerine yazılmış.

 

Laiklik, şeriatın karşıtıdır. Şeriat laikliğin karşıtıdır. Yani bir devlet ya laiktir, ya da şeriatla yönetiliyordur.

 

 

 

 

Tüm Avrupa Protestan değilse mesele vardır. Veya laiklikle yönetilen Avrupa Protestan ise mesele vardır. Acaba Katolik Avrupa’yı bundan kurtarmak için icat edilen bir laiklik olabilir mi? Neyse; Laikliğin çıkış felsefesinin ruhban sınıfının baskısını kırmak gibi bir misyonu üstlendiği de hesaba katılacak olursa Türkiye açısından biraz sorun oluşur. Bütün bunlara rağmen nev’i şahsına münhasır bir laiklik anlayışını dillendirmek gerekirse; niye baskıcı bir tutumun takınıldığı garipsenir. Madem, böyle farklı bir anlayış benimseyeceğiz o halde; baskılı laiklik yerine halkın büyük çoğunluğunun tüm hayatını düzenleyen dine de yer veren bir laiklik bizim yapımıza daha uygun olabilirdi. Olmadı mı? Burası karışık. Kapatılan yerlerle filan ilgili meselelere girdiğimizde bunun pek de doğru olmadığı görülür. Laiklik ithalatçıları 2 tercihten birini yaptılar. Ya baskıyla ya da imrendirerek ve vatandaşların tercihlerine önem vererek yapacaklardı. 1.ya baskın çıktı ama ikincisini de toptan yok sayamadılar. Ne kendi başına bıraktılar (laik bir toplumda bırakılması şart olması gerekmesine rağmen) ne de karışmasını tamamen durdurma yolunu seçtiler.

 

Hemen söyliyeyim laikliğin ruhban sınıfının baskısını kırmak için ortaya çıktığı vs bunların gerçekle ilgisi alakası yoktur. Laiklik binlerce yıllık felsefi, düşünsel bir ideolojidir. Binlerce yıl boyunca olgulanmış bir ideolojidir.

 

Efendim, laiklik batıda ruhban sınıfına karşı çıktı, Türkiye'de ruhban sınıfı yok.

 

Ne laiklik batıda ruhban sınıfına karşı çıktı, ne de Türkiye'de ruhban sınıfının benzeri yapılar yok değil.

 

Laiklik zaten bizim yapımıza uygun. Toplumun laiklikle bir sorunu yok. Ancak emin ol. Devletin insanları dini emirleri uygulamaya zorlayacak yasalar veya eylemlere yer vermesinin hiçbir laiklik anlayışıyla alakası yoktur. Laikliğe neresinden bakarsak bakalım.

 

Daha önce yazmışsın dostum "sert laiklik" "yumuşak laiklik". Ayrı bir tartışma konusu ama, her dinin sertliğide aynı değil dimi.

 

 

Cumhuriyetin Mutlak Monarşiye son vermesi yaptığı her şeyin doğru olmasını sonuçlamaz. Tarihsel tecrübemizin bir ürününün olmaması aynı zamanda laikliğin çıkışında etken olan ruhban sınıfının bizde olmaması gibi bir nedene dayanıyor olabilir. Ancak, Hocanın Din-Devlet uzlaşması temelli yazmış olduğu bu paragrafta önem arzeden kısmın ibreyi devlet lehine döndüren bir laikliğe meydan vermesi olarak okumak gerekiyor. Ki, yazan o. Hal, böyle olunca Devlet’in dine müdahale etmesinin yolu açılmış oluyor.

 

Devlet dinin neresine müdahele etmiştir ? Hocanın "dine müdahele" diye ortaya koyduklarını gördük. Sen söyle Cumhuriyet dinin neresine müdahele etmiştir ? Biraz somut tartışalım dostum. Laiklik din-devlet uzlaşması falanda değildir.

 

Laiklik, devlet aygıtının din için bir araç, din kurumunun devlet aygıtı için bir araç olmamasıdır.

 

Tekrar söylüyorum, laikliğin çıkış sebebi ruhban sınıfının varlığı değildir.

 

 

 

Gelelim Kur’an’ın Türkçe okunması meselesine. Bu daha önce binlerce kez tartışılmış bir konudur. Anlamak için Türkçe okunması ayrı bir meseledir ancak ibadet etmek için Türkçe okumak mümkün değildir. Burada Akif’in yazmış olduğu Kur’an tercüme/tefsir karışımı metinleri yok etmesinin gerekçeleri de dikkate değerdir.

 

Dostum Cumhuriyet namaz kılarken duaları türkçe okuyun mu demiştir ? Hoca, kuran'ın türkçeye çevrilmesini, hutbelerin türkçe okunmasını, ezanın türkçe okunmasını dine müdahele ve toplumu dinsizleştirme çabası olarak görmektedir.

 

Cumhuriyetin dine müdahelesi diye ortaya koyduğu budur.

 

Hayır garip durmuyor mu?

 

Yani komünizmle mücadele olarak, komünist eserlerin türkçeye çevrilmesi bana pek mantıklı bir mücadele yöntemi gibi geliyor mesela. Ya da enternasyonal marşının türkçe olarak okunması.

 

Kuran'ın türkçeye çevrilmesinin yol açtığı tek şey, okuyan insanların anlamasıdır. İnsanların Allah'ın emirlerini anlamasının islamdan uzaklaşma getireceğini düşünüyorsa hoca başka.

 

 

Gelelim halkın yönetime katılması için elzem olan unsurlardan bir tanesinin laiklik olduğu meselesine

Tanrılarla dolu bir toplumda yönetimin seçimle belirlendiği bir sistem mümkün değil midir? Eğer ki; tanrı birini vasi tayin etmemişse, yönetici seçimle belirlenebilir. Yine yöneticinin görevine halk diğer seçimde son verme yetkisine sahip olabilir. Yani ki; laiklik yönetime katılmada olmazsa olmaz değildir. Laik olunmayan bir toplumda halkın yönetime katılmasını engelleyen duvarlar tek tek işaret edildiğinde; bu duvarları yıkmaya yarayacak şeyleri geliştirebiliriz. Bugün, bunu icat edememiş olmamız sadece bizim kusurumuz, eksikliğimizdir. En kısa zamanda laik olunmadan yönetilenlerin yönetime katılabildiği bir sistemi icat edeceğim. Peygamberin olmadığı bir sistemde yönetilenler yönetime nasıl katılır. Gayri Müslimlerin durumu ne olacaktır. Kanunları kimler yapacaktır.

 

Sen yeni bir sistem icat edene kadar böyledir :) Dünya tarihi de, bugünüde ortadadır. Dünya da demokratik ülkelerin tümü laiktir. Laik olmayan ülkelerin hiçbirisi de demokratik değildir.

 

 

Laikliğin islama etkileri nelerdir?

 

Daha önceki mesajımda söylediğim bir şey vardı. Daha da açayım. Şeriatin kötü olması laiklik adına baskı yapılmasını haklı kılmaz. Müslüman ülkelerin dikta ile yönetiliyor olması da laiklik adına baskı yapılmasını haklı kılmız. Hocanın böyle bir ülke gösterememesi de baskıcı bir laikliğe yol açmamalıdır.

Köpekler ve türbanlıların giremediği mekanlar da Müslümanlara baskı yapılmadığının bariz göstergesidir…İmam Hatip Lisesi Mezunlarına polis olma yolunu kapatan düzenleme de öyleydi. Neyse; bunlar da bahsi diğer…

 

Laiklik adına baskı ?

 

Yani, Türban yasağına ve imam hatip lisesi mezunlarına polis olma yolu kapatılana kadar "baskıcı olmayan bir laiklik " vardı. Bu uygulamalardan sonra "baskıcı bir laiklik" başladı öyle mi ?

 

Yani Türkiye'nin son yirmi yılı baskıcı laik :)

 

 

 

Yalnız güzel soru Laiklik nasıl islamı deforme etmiş...Yazdıklarınızdan öyle anlaşılıyor ki; laiklik islamı değil islam, laiklik anlayışını fena halde deforme ediyor. Türkiye'nin nev'i şahsına münhasır yapısı dolayısıyla farklı uygulama buluyor ya laiklik o sebeple böyle birşey dedim.

 

Bu sorunun yanıtlarından bir tanesi Diyanet’in kuruluş gerekçesi olabilir.

 

Dostum Türkiye'de laiklik yokkende insanlar namazını kılıyor, orucunu tutuyor, zekatını veriyor, hacca gidiyordu. Laiklikten sonrada bunları yapıyor. Daha önce söylediğim gibi, ne namaz üç vakte indi, ne oruç onbeşgüne.

 

Sen bir müslüman olarak Türkiye'de neyi yapamıyorsun ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Köpekler ve türbanlıların giremediği mekanlar da Müslümanlara baskı yapılmadığının bariz göstergesidir

Gerisini boşverelim de, böyle bir faraziyeye en büyük tepkiyi vermeyi boynuma borç bilirim. Abartmanın, alabildiğine abartmanın da bir sınırı, adabı filan vardır. Amaca ulaşmak için kin ve nefreti tavan yaptırmak için çırpınmanın bariz örneğini "Beyaz Türkler" uydurmacasından ibaret sanmanın yanlış olduğunun, bu kin ve nefret püskürtmeciliğinin ne boyutlarda olduğunun açık göstergesi. Neredeyse türbanlı kızlar toplu intihara girişse sevinçten havalara zıplayacaklar "işte buna siz neden oldunuz" diye duygu sömürüsü yapma fırsatı ele geçirecekleri ve laikliğe bir darbe vurma fırsatı yakalayıp özledikleri çağdışı düzene ulaşma umutları bir nebze artacağı için.

 

Başka söyleyecek söz bulamıyorum...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sen bir müslüman olarak Türkiye'de neyi yapamıyorsun ?

Neyi yapamayacak, ne recm yapabiliyor, ne içki içene meydan dayağı atabiliyor, ne halka açık vinçle idam infaz edebiliyor, ne el kesebiliyor, ne ayak... Böyle işkence olur, insan bu en doğal!!! haklarından mahrum edilir, bunları yapmak yasaklanır mı hiç?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Gerisini boşverelim de, böyle bir faraziyeye en büyük tepkiyi vermeyi boynuma borç bilirim. Abartmanın, alabildiğine abartmanın da bir sınırı, adabı filan vardır. Amaca ulaşmak için kin ve nefreti tavan yaptırmak için çırpınmanın bariz örneğini "Beyaz Türkler" uydurmacasından ibaret sanmanın yanlış olduğunun, bu kin ve nefret püskürtmeciliğinin ne boyutlarda olduğunun açık göstergesi. Neredeyse türbanlı kızlar toplu intihara girişse sevinçten havalara zıplayacaklar "işte buna siz neden oldunuz" diye duygu sömürüsü yapma fırsatı ele geçirecekleri ve laikliğe bir darbe vurma fırsatı yakalayıp özledikleri çağdışı düzene ulaşma umutları bir nebze artacağı için.

 

Başka söyleyecek söz bulamıyorum...

 

 

 

 

 

Bu kadar abartıyı bende hiç görmedim gerçekten.

Türbanlılar hangi mekana girememiş şimdiye kadar.

 

 

Özür diliyorum.

 

Köpekler girebiliyormuş...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Özür diliyorum.

 

Köpekler girebiliyormuş...

 

 

Yanlış anladığımı ümit ediyorum...

Başını örtmeyenler mi oluyor bunlar?...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.