Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor


deniz_kizi

Önerilen İletiler

Burada ki "yobaz" kelimesi bir genellememi?

Konunun muhattabı bir müslüman olarak bilmemde fayda var..

Her zaman savunmuşumdur cezaların büyüklüğü suçun yaptırım gücünü azaltmıştır,acaba bu yüzden mi bir dönem Asrı Saadet adını almıştır?

Yeri geldiği zaman hukuk kanunlarını yerden yere vuranlar mukayese şeri kanunlar olunca yere göğe sığdıramaz oluveriyor..

Birde kendimizi mağdur yerine koyarak baksak olaylara neler hissederdik acaba?

neymiş insan olduğu için değer veren bir hukuk kime?İçerisinde insani hiç bir değer taşımayan birine...

 

Tabi bir kanun kendisinden daha geri bir kanunla kıyaslanamaz bile. Cezanın büyüklüğü küçüklüğü, cezanın vahşiliği ve barbarlığıyla ölçülmez. Şeri kanunların uygulandığı ülkeler ise suç cennetidir.

 

Evet mağdur yerine koyarak bakmalı insan olaylara.

 

Erkek arkadaşıyla elele dolaşan, birlikte çay içen genç kızlar, halkın ve tv kameralarının önünde kırbançlanmaktadırlar şeri kanunlara göre. Kendini, yaşadığı yerin en büyük meydanında halkın ve kameraların önünde kırbaçlanan genç kızın yerine koyup bakmak lazım olaylara.

 

Türbanlı olarak üniversiteye girememeyi insan hakkı ihlali ve özgürlük gaspı olarak niteleyenler acaba şeri kanunların geçerli olduğu ülkelerde kadınların sırf kadın oldukları için neler yapamadıklarını biliyorlar mı ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tabi bir kanun kendisinden daha geri bir kanunla kıyaslanamaz bile. Cezanın büyüklüğü küçüklüğü, cezanın vahşiliği ve barbarlığıyla ölçülmez. Şeri kanunların uygulandığı ülkeler ise suç cennetidir.

 

Teşekkürler Cyrano,

Olayın özü de budur...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tabi bir kanun kendisinden daha geri bir kanunla kıyaslanamaz bile. Cezanın büyüklüğü küçüklüğü, cezanın vahşiliği ve barbarlığıyla ölçülmez. Şeri kanunların uygulandığı ülkeler ise suç cennetidir.

 

Evet mağdur yerine koyarak bakmalı insan olaylara.

 

Erkek arkadaşıyla elele dolaşan, birlikte çay içen genç kızlar, halkın ve tv kameralarının önünde kırbançlanmaktadırlar şeri kanunlara göre. Kendini, yaşadığı yerin en büyük meydanında halkın ve kameraların önünde kırbaçlanan genç kızın yerine koyup bakmak lazım olaylara.

 

Türbanlı olarak üniversiteye girememeyi insan hakkı ihlali ve özgürlük gaspı olarak niteleyenler acaba şeri kanunların geçerli olduğu ülkelerde kadınların sırf kadın oldukları için neler yapamadıklarını biliyorlar mı ?

:clover:

Sadece erkek arkadaşıyla dolaşmak olsa keşke bütün suçları, pantolon giydiği için kırbaçlananlar. Ya yazın o sıcağında sırf şeri hükümler gereği içlerinden gelmeyerek sadece korkudan sadece şeri hükümlerle yönetilmekten kapanmak zorunda olanlar? Böyle bir zihniyetlerin var olduğu toplumlarda yaşamanın ne kadar zor olduğunu düşünmeli bir kere daha.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

:clover:

Sadece erkek arkadaşıyla dolaşmak olsa keşke bütün suçları, pantolon giydiği için kırbaçlananlar. Ya yazın o sıcağında sırf şeri hükümler gereği içlerinden gelmeyerek sadece korkudan sadece şeri hükümlerle yönetilmekten kapanmak zorunda olanlar? Böyle bir zihniyetlerin var olduğu toplumlarda yaşamanın ne kadar zor olduğunu düşünmeli bir kere daha.

 

Türbana hak ve özgürlük methiyyeleri düzenlerin arkasından gittikleri insan da söz "velev ki" diye başlamıştı. Konuşmaya da devam ediyor. Bakın geçenlerde Dolmabahçe-Harbiye arasında gördüğü gençlere neler diyor:

“Dün dediğim tesisleri denetlemeye giderken orada maalesef gençliğimizin bir bölümünün halini gördük. Gerçekten üzüntü vericiydi. Bu şekilde sınırsız, kontrolsüz bir ahlaki erozyonun olduğu yapılanma bizi dertlendiriyor”

 

Ne istediğini anladınız. Dertleniyormuş. Kontrolsüzlükmüş. Bunu kontrol etmek gerekir demeye getiriyor hesapta. Bu bahsedilen düzenin nasıl gerçekleştirilebileceğini de düşünün. Sonra da pantolonlarınızı sandıklarınıza kaldırın. Canınızı seviyorsanız. AKePe iktidarda çünkü.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bekir

Bu arada sürekli olarak şeriat dendiğinde el/kol kesme meselesine insanlar kendini kaptırırlar ve korkarlar. İşte islam bu yüzden tu/kaka ilan edilir. Ben, ise naçizane el/kol kesme meselesinde nötr bir tutum takınırım. Zira ne hırsızım ne de çok şükür mağdur.

 

Pekiyi el/ayak kesilmesinden ürkenler kendilerini kimin yerine koyuyorlar...

 

Artı bir suçu işlememiş olmak o suça verilen cezaya karşı nötr olmayı gerektirmez. Ya da o suça verilen cezayı eleştirmek içinde o suçun faili olmak gerekmez

Bu iletini, sert iletilere sert cevap mantığıyla yazılmış kabul ediyorum. Samimi düşüncen olduğunu varsaymıyorum.

 

Sadece suç işlememiş olmayı yazmadım aynı zamanda mağdur olmamayı da yazdım. Gözden kaçmasın lütfen. Suçun mağduru olursam sadece elini değil kellesini de isteyebilirim.

 

Yukardaki yazı şeri cezanın başka kısımları için yazılmamıştır. Yoksa recmden de bahsederdik. Hatırlarsan CYRANO; forumda recm cezasının islamda uygulandığını tartışmış ve ben olduğunu ve Peygamberin de uyguladığını söylemiştim. Yine Hz. Ömerin kıtlık yıllarında zani bir kadına recmi uygulamadığını zira şartlar oluşmadığını belirttiğini ve bunu kendisine esas almayan bir yönetimin İslami olamayacağını belirtmiştim.

 

İslam Ceza hukuku serttir, nettir, katidir. Lakin buradaki tartışma konumuz bu değil ki. Yine yazdığım metnin içinde sadece hırsıza verilen cezaya ilişkin bir yaklaşım var. Diğerlerine dair bir yaklaşım yok. Bu yaklaşım başka bir yaklaşımın apartılmasıdır. O yaklaşım şuydu. Niye el kesilmesine karşı çıkanlar kendilerini hep hırsızın yerine koyuyor.

Bu el kesme hadisesi recmden çok daha fazla sürekli olarak Müslümanların önüne konulan bir şeydir. Ayrı bir tartışmayı bu sebeple el kesme hak eder. Hatta ayak kesme falan da sokulmuş tartışmaya ama ben biraz o kısmıyla dalga geçmişim. Ayakla hırsızlık gibi.

 

Bu sebeple gerek engizisyonun verdiği cezalara ve gerekse islam nazarında verilmesi gereken cezalara değinmeye gerek yok. Bana laf söylüyorsanız sadece el kesme üzerinden gidebiliriz. Gitmeliyiz...

 

 

Şeriatle yönetilen ülkelerde özgürlüklerin çok sınırlı olması demokrasiyle yönetilmesi gereken ülkelerdeki hak mahrumiyetlerinin haklı gerekçesi olamazlar. Orada böyle haksızlıklar var o halde size de burada haksızlık yapılmasında bir beis yoktur denemez. En azından kendisine demokrasi diyen bir devlet yönetimi bunu söyleyemez.

Gelelim mağdur yerinden bakmalı insan denilen meseleye.

 

 

1.600,00TL ye aldığınız masaüstü bilgisayarı (kazıklanmışınız) apartan hırsız klavye ve mausu beğenmedik diye not bırakarak çalmış ve size geride 1.300,00 TL hala ödenmesi gereken bir borç bırakmışsa ve girerken çelik kapının göbeğini patlamışsa ve arkasındaki tahta kapının yan tarafından manivela vasıtasıyla delik açmışsa; elinize versem o hırsızı var ya…elinimi kesersiniz kellesini mi bilinmez…

100’lerce kişinin ortasında sarhoş salınımlarla yanınıza elindeki kelebekle yaklaşan gözü dönmüş baleyci sizi tutup arka cebinize eşinizden daha rahat dalarak paranızı aldığında uğradığınız gasba mı, madara olmaya mı, üzerinizde olmayan dolmuş parası yüzünden onbindörtyüz elliiki metre yürümek zorunda kaldığınıza mı yanarsınız derken eve vardığınızda arkanızdan gelen polis arabası teşhis ve tedavi için baleyciyi önünüze bıraksa iki kilo baleyi yutturur musunuz yoksa polis beyler bırakın bu zavallıyı mı dersiniz.

Siz o zaman sevgi kelebeği, pıtırcığı, güzel insan muhittinsiniz. Alnınızdan öpüyorum.

İnşallah mağdur olmazsınız, mağdur olmadığınız gibi suçluya bakışta mağdur açısından bakış en tehlikelelisidir. Nötr olmak iyidir. Etliye/sütlüye karışmaz armut piş ağzıma düş yaparsınız. Arazi zaten ayaklarınıza uygundur.

 

Sert iletilere sert cevap vermek doğru yazmamayı gerektirmez.

 

Türkiye’de yaşıyoruz. Laik bir ülke. İslam Şeriati uygulanmıyor. Bu sebeple burada şeraitte şu şu cezalar var denilmesinin bir manası yok. Burada şeriatin cezalarımı verilsin suçluya yoksa çağdaş ceza hukukuna göre mi ceza verilsin gibi bir ayrıma gitmeye de gerek yok.

 

Tekrarla ne hırsızım/ne mağdur. Pekiyi bu konuda nötr olmamı gerektirir mi yoksa illaki bunu tasvip etmediğimi mi belirteyim. Olmaz. Niye, aşağıdaki nedenden ötürü…

 

 

Diyelim ki; Türkiye şeraitle yönetiliyor olsun. Bir kişi yaptığı hırsızlık karşılığında eli kesilecek olsun; böylesi bir durumda nötr bir tavır takınabilir miyim? Pekiyi soruyu bir de şöyle sorayım; Bir kişi yaptığı hırsızlık neticesinde iki tercihten birini yapması için çağrılır ve ya on yıl hapis ya bir el. Şimdi ben baştaki soruya tekrar döneyim. Hayır takınamam. Ya iyi olmuş diyeceğim ya da bu insanlık onuruyla bağdaşmaz diyeceğim. Mağdursam insanlık onurunu büyük ihtimal o ara yerim. Suçluysam çok fazla onur/insanlık/çağdaşlık vurgusu yapmam gerekecek. İkisi değilsem ve bahse konu dine mensup bir insansam ne olacak. Ve diyelim ki Allah’ın emri de oysa…

Evet şimdi Kur’an’ın Türkçesini okuma şerefine nail olmuş insanlar bu soru size de geliyor. Allah’ın şeriatinde birtakım cezalar var. Bu cezalar çağdaş ceza normlarına uymuyor ne yapalım o şeriati mi değiştirelim yoksa ceza hukukunu mu? Sevgili CYRANO, hangisini yapalım. Kur’an dan bir ayeti dahi kabul etmeyen Müslüman şirke girer. Sizce…

Sevgili Bekir, bu kadar da açık açık yazılmaz ki Allah’ın hükümleri karşısında insani hükümlere itibar etmem. Allah’ın hükümlerinin uygulanmadığı bir ülkede (Dar’ül Harb) en büyük hümanistlerden biri olurum. Suçlu topluma kazandırılmalıdır. Adam bir-iki kere suç işledi diye onu toplumdan uzaklaştırmak doğru değildir. Bu insanı yok etmek olur, insan olmanın hasletiyle bunlara karşı durmak zorundayız. ...

 

Vesselam…

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sadece suç işlememiş olmayı yazmadım aynı zamanda mağdur olmamayı da yazdım. Gözden kaçmasın lütfen. Suçun mağduru olursam sadece elini değil kellesini de isteyebilirim.

 

Yukardaki yazı şeri cezanın başka kısımları için yazılmamıştır. Yoksa recmden de bahsederdik. Hatırlarsan CYRANO; forumda recm cezasının islamda uygulandığını tartışmış ve ben olduğunu ve Peygamberin de uyguladığını söylemiştim. Yine Hz. Ömerin kıtlık yıllarında zani bir kadına recmi uygulamadığını zira şartlar oluşmadığını belirttiğini ve bunu kendisine esas almayan bir yönetimin İslami olamayacağını belirtmiştim.

 

İslam Ceza hukuku serttir, nettir, katidir. Lakin buradaki tartışma konumuz bu değil ki. Yine yazdığım metnin içinde sadece hırsıza verilen cezaya ilişkin bir yaklaşım var. Diğerlerine dair bir yaklaşım yok. Bu yaklaşım başka bir yaklaşımın apartılmasıdır. O yaklaşım şuydu. Niye el kesilmesine karşı çıkanlar kendilerini hep hırsızın yerine koyuyor.

Bu el kesme hadisesi recmden çok daha fazla sürekli olarak Müslümanların önüne konulan bir şeydir. Ayrı bir tartışmayı bu sebeple el kesme hak eder. Hatta ayak kesme falan da sokulmuş tartışmaya ama ben biraz o kısmıyla dalga geçmişim. Ayakla hırsızlık gibi.

 

Bu sebeple gerek engizisyonun verdiği cezalara ve gerekse islam nazarında verilmesi gereken cezalara değinmeye gerek yok. Bana laf söylüyorsanız sadece el kesme üzerinden gidebiliriz. Gitmeliyiz...

 

Sanırım "Pekiyi el/ayak kesilmesinden ürkenler kendilerini kimin yerine koyuyorlar" kısmını atlıyorsun. Bununda bahsettiklerinle ben bir alakasını görmedim. Recm'den korkanların illa zina yapan kimseler olmadığı gibi, el ayak kesilmesinden rahatsız olmak için hırsız olmaya gerek yok.

 

Şeriatle yönetilen ülkelerde özgürlüklerin çok sınırlı olması demokrasiyle yönetilmesi gereken ülkelerdeki hak mahrumiyetlerinin haklı gerekçesi olamazlar. Orada böyle haksızlıklar var o halde size de burada haksızlık yapılmasında bir beis yoktur denemez. En azından kendisine demokrasi diyen bir devlet yönetimi bunu söyleyemez.

Gelelim mağdur yerinden bakmalı insan denilen meseleye.

 

kimsenin bunu söylediğide yok. Ama şeriatı kaldırıp yerine laikliğin getirilmesini "bizim millete ters" şeklinde yorumlayan hoca gibi insanlara şeriatın ne olduğunu hatırlatmakta faydalıdır.

 

 

1.600,00TL ye aldığınız masaüstü bilgisayarı (kazıklanmışınız) apartan hırsız klavye ve mausu beğenmedik diye not bırakarak çalmış ve size geride 1.300,00 TL hala ödenmesi gereken bir borç bırakmışsa ve girerken çelik kapının göbeğini patlamışsa ve arkasındaki tahta kapının yan tarafından manivela vasıtasıyla delik açmışsa; elinize versem o hırsızı var ya…elinimi kesersiniz kellesini mi bilinmez…

100’lerce kişinin ortasında sarhoş salınımlarla yanınıza elindeki kelebekle yaklaşan gözü dönmüş baleyci sizi tutup arka cebinize eşinizden daha rahat dalarak paranızı aldığında uğradığınız gasba mı, madara olmaya mı, üzerinizde olmayan dolmuş parası yüzünden onbindörtyüz elliiki metre yürümek zorunda kaldığınıza mı yanarsınız derken eve vardığınızda arkanızdan gelen polis arabası teşhis ve tedavi için baleyciyi önünüze bıraksa iki kilo baleyi yutturur musunuz yoksa polis beyler bırakın bu zavallıyı mı dersiniz.

Siz o zaman sevgi kelebeği, pıtırcığı, güzel insan muhittinsiniz. Alnınızdan öpüyorum.

İnşallah mağdur olmazsınız, mağdur olmadığınız gibi suçluya bakışta mağdur açısından bakış en tehlikelelisidir. Nötr olmak iyidir. Etliye/sütlüye karışmaz armut piş ağzıma düş yaparsınız. Arazi zaten ayaklarınıza uygundur.

 

Bu saydıkların ve anlattıklarında suçlulara insanlık dışı cezalar verilmesini mantıklı kılmıyor dostum. Bir kimseye verilen ceza isnat edilen suçtan daha korkunç ve daha dehşet vericiyse ona adalet falan denmez. Sadece barbarlık denir.

 

Seçeneklerimde o durumda, ya "salıverin" ya da "kolunu bacağını kesin" olmaz eğer şeriatla yönetilen bir ülkede yaşamıyorsam. Başka cezalarda vardır değil mi? Hani kol bacak kesilen ülkelerin aksine suç ve suçluyla mücadele, düşük suç oranları konusunda lider olan ülkelerin kullandığı cezalar.

 

 

Sert iletilere sert cevap vermek doğru yazmamayı gerektirmez.

 

Türkiye’de yaşıyoruz. Laik bir ülke. İslam Şeriati uygulanmıyor. Bu sebeple burada şeraitte şu şu cezalar var denilmesinin bir manası yok. Burada şeriatin cezalarımı verilsin suçluya yoksa çağdaş ceza hukukuna göre mi ceza verilsin gibi bir ayrıma gitmeye de gerek yok.

 

Laikliğin önemi, değeri için, şeriatın nasıl bir sistem olduğunun iyi anlaşılması elzemdir.

 

 

Diyelim ki; Türkiye şeraitle yönetiliyor olsun. Bir kişi yaptığı hırsızlık karşılığında eli kesilecek olsun; böylesi bir durumda nötr bir tavır takınabilir miyim? Pekiyi soruyu bir de şöyle sorayım; Bir kişi yaptığı hırsızlık neticesinde iki tercihten birini yapması için çağrılır ve ya on yıl hapis ya bir el. Şimdi ben baştaki soruya tekrar döneyim. Hayır takınamam. Ya iyi olmuş diyeceğim ya da bu insanlık onuruyla bağdaşmaz diyeceğim. Mağdursam insanlık onurunu büyük ihtimal o ara yerim. Suçluysam çok fazla onur/insanlık/çağdaşlık vurgusu yapmam gerekecek. İkisi değilsem ve bahse konu dine mensup bir insansam ne olacak. Ve diyelim ki Allah’ın emri de oysa…

Evet şimdi Kur’an’ın Türkçesini okuma şerefine nail olmuş insanlar bu soru size de geliyor. Allah’ın şeriatinde birtakım cezalar var. Bu cezalar çağdaş ceza normlarına uymuyor ne yapalım o şeriati mi değiştirelim yoksa ceza hukukunu mu? Sevgili CYRANO, hangisini yapalım. Kur’an dan bir ayeti dahi kabul etmeyen Müslüman şirke girer. Sizce…

Sevgili Bekir, bu kadar da açık açık yazılmaz ki Allah’ın hükümleri karşısında insani hükümlere itibar etmem. Allah’ın hükümlerinin uygulanmadığı bir ülkede (Dar’ül Harb) en büyük hümanistlerden biri olurum. Suçlu topluma kazandırılmalıdır. Adam bir-iki kere suç işledi diye onu toplumdan uzaklaştırmak doğru değildir. Bu insanı yok etmek olur, insan olmanın hasletiyle bunlara karşı durmak zorundayız. ...

 

Vesselam…

 

Bu soruyu ancak yasaların dini emirler baz alınarak hazırlanmasını "normal" olarak gören birisine sorabilirsin. Yani şeriat sistemini normal gören birisine. Çünkü bu soru ancak şeriat sisteminin kendi mantığı içinde sorulabilir.

 

Çağdaş bir insana göre ceza gerektiren ya da gerektirmeyen fiiler, dini kitaplarda yasaklanıp yasaklanmadıklarına göre değil, çağdaş hukuk normlarına göre değerlendirilir. Diğer bir deyişle, dini kitapların o fiil hakkında ne dediği dikkate alınmaz. Devlet vatandaşlarını hiçbir dinin emirleri ve yasaklarını uymaya zorlayamaz.

 

O profilinde kullandığın çizimi, bundan 1000 yıl önce kullansaydın şirkle yargılanırdın. Ne oldu Allah'ın şeriatı mı değişti de, islami kanallar çizgifilm yayınlamaya başladı ?

 

Kuran'da ki hiçbir ceza islama ya da Kuran'a özgü değildir. O çağın en yaygın cezalarıdır. O çağda adaleti, huzuru sağlamak için o cezalardan başka araçlar geliştirilmemiş olabilir. Ancak insanlık 1500 yılda çok mesafe katetmiştir.

 

Bugün şeriat yasalarıyla toplumların huzuru ve mutluluğu sağlanabilir olsaydı, şeriatla yönetilen ülkeler huzurun ve mutluluğun timsali, diğerleri ise aksi olurdu. Bakınca dünyaya bunu mu görüyorsun dostum ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir kişi çıkıp da imam-hatipler ve türbanlılar müslüman diğerleri değil dediğime dair bir cümle bulursa veya benzeri bir cümle bulursa bir daha yazı yazmayacağım.

 

Sayin Dogrucudavut' a sormak istiyorum. Benim türbanım var mı, imam-hatip mezunu muyum? İkisi de olmadığına göre ben müslüman değil miyim?

 

 

Kendi isteğinizi bize mal etmeye çalışmayın.

 

İlgili paragraf şu :

 

'' Köpekler ve türbanlıların giremediği mekanlar da Müslümanlara baskı yapılmadığının bariz göstergesidir…İmam Hatip Lisesi Mezunlarına polis olma yolunu kapatan düzenleme de öyleydi. ''

 

Eğer, güzel Türkçemizin olanaklarından yararlanıp, '' bazı, kimi '' gibi belirtme sıfatları kullanılsaydı bunları yazmazdım elbet.

 

'' Köpekler ve türbanlıların giremediği mekanlar da bazı Müslümanlara baskı yapılmadığının bariz göstergesidir…İmam Hatip Lisesi Mezunlarına polis olma yolunu kapatan düzenleme de öyleydi. ''

 

cümlesi meram anlatmaya daha uygun olurdu.

 

Kullanılan veya kullanılmayan kelimelerin, noktalama işaretlerinin cümlelere kattığı anlamlar önemlidir. :)

 

Sayin Dogrucudavut' a sormak istiyorum. Benim türbanım var mı, imam-hatip mezunu muyum? İkisi de olmadığına göre ben müslüman değil miyim?

 

Sizi türban takmış olarak düşünemiyorum tabii... :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yazı Laikliğin Türkiye'ye uygun olup olmadığı üzerine yazılmış.

 

Laiklik, şeriatın karşıtıdır. Şeriat laikliğin karşıtıdır. Yani bir devlet ya laiktir, ya da şeriatla yönetiliyordur.

 

Hemen söyliyeyim laikliğin ruhban sınıfının baskısını kırmak için ortaya çıktığı vs bunların gerçekle ilgisi alakası yoktur. Laiklik binlerce yıllık felsefi, düşünsel bir ideolojidir. Binlerce yıl boyunca olgulanmış bir ideolojidir.

 

Efendim, laiklik batıda ruhban sınıfına karşı çıktı, Türkiye'de ruhban sınıfı yok.

 

Ne laiklik batıda ruhban sınıfına karşı çıktı, ne de Türkiye'de ruhban sınıfının benzeri yapılar yok değil.

 

Laiklik zaten bizim yapımıza uygun. Toplumun laiklikle bir sorunu yok. Ancak emin ol. Devletin insanları dini emirleri uygulamaya zorlayacak yasalar veya eylemlere yer vermesinin hiçbir laiklik anlayışıyla alakası yoktur. Laikliğe neresinden bakarsak bakalım.

 

Daha önce yazmışsın dostum "sert laiklik" "yumuşak laiklik". Ayrı bir tartışma konusu ama, her dinin sertliğide aynı değil dimi.

Laikliğin bu versiyonunun yapımıza pek uygun olduğu söylenemez. Versiyon değişikliğine gidilmesi iyi olur kanaatindeyim. En azından üniversiteler konusunda diyeyim…

Devlet dinin neresine müdahele etmiştir ? Hocanın "dine müdahele" diye ortaya koyduklarını gördük. Sen söyle Cumhuriyet dinin neresine müdahele etmiştir ? Biraz somut tartışalım dostum. Laiklik din-devlet uzlaşması falanda değildir.

 

Bu zamana kadar hep somut tartıştık. Biz, Türklerin yapamadığı şey soyut tartışmaktır öğrenmemiz gereken de budur. Bu ülkenin düşünür çıkaramamasının nedeni olarak soyut tartışmayı öğrenememesi söylenegelir…Ama ben yine de arada sırada somut şeylere değiniyorum da gözden kaçıyor galiba. Tekrar tekrar da söylemek zorunda kalıyorum böylesi şeyleri. Kapatılan yerler vardı dedim dikkatten kaçtı galiba.

 

Laiklik, devlet aygıtının din için bir araç, din kurumunun devlet aygıtı için bir araç olmamasıdır.

 

Tekrar söylüyorum, laikliğin çıkış sebebi ruhban sınıfının varlığı değildir

 

Laikliğin icadı ile ruhban sınıf arasında bir sebep-sonuç ilişkisi yoksa; umut ediyorum ki coğrafi keşiler ve sanayi inkilabı gibi güzellikler bunu sonuçladı denilmez. Kilise/Krallık/Burjuva hegemonya paylaşımında burjuva ve krallıklar birleşerek kiliseyi bu güç paylaşımının dışına itmişlerdir desem.

Laiklik icat edildi ama Kilise ile ilgisi yoktu. O zaman laikliğe ne gerek vardı. Diyelim ki; batıda hristiyanlık ve onun koruyup/kollayıcı/kırbaçlayıcı/yakıcı adamları yoktu. Öyleyse laikliği kim hangi saikle çıkardı.

Bu arada Protestan batıya seküler, Katolik batıya laik diyenler var. Kaynak wiki…

Kelimenin köken anlamı dahi ne için çıktığını ortaya koyuyor. Protestan ile protez kelimeleri hep garibime gelmiştir. Protestanlığı protez ile karıştırıp dururum. Daha önce Protestan İslam icadına çaba gösterenler bunda muvaffak olamadılar demiştim ve arkasını da söylemiştim. Ne laf etmişim.

 

Sen yeni bir sistem icat edene kadar böyledir Dünya tarihi de, bugünüde ortadadır. Dünya da demokratik ülkelerin tümü laiktir. Laik olmayan ülkelerin hiçbirisi de demokratik değildir .

 

İsrail gibi bir fenomen var ama o da ayrı tartışılır. Demokrasinin gereklerini Kemal GÖZLER’den alalım. Normatif/ampirik bulamacını geçip:

1-Etkin siyasal makamlar seçimle işbaşına gelmelidir

2-Seçimler düzenli aralıklarla tekrarlanmalıdır

3-Seçimler serbest, adil olmalı ve genel oy ilkesi uygulanmalıdır

4-Seçimlere birden fazla siyasal parti katılabilmelidir

5-Muhalefetin iktidar olabilme şansı olmalıdır

6- Ülkede temel kamu hakları güvence altına alınmış olmalıdır

Bunu gerçekleştiren bir devlet pekala bir Cumhuriyet değil krallık dahi olabilir. Ne büyük açmaz böyle bir cümle yazmak.Korkun, Şaşırmadım…Neyi ispatlamaya ne amaçla çalışıyorsun sorusunu sormayı amaç edinmeyenler hemen bana şunu söyleyeceklerdir.

 

İşte bu adam şu anda laikliği kaldırarak teokratik bir devlet kurmanın peşindedir ve bu sebeple laik olmadan da demokrat olunabileceğini söylemektedir hatta o kadar ileri gitmektedir ki krallıkla yönetilip demokrat olunabileceğini de söyleyerek Osmanlı’nın teokratik yapısını özlediğini beyan etmektedir. Bunu söyleyenler temizse avuçlarını yalasalar iyi olur. Böylesi bir amacım yok.

Laik olmayan bir devlet kamu haklarını nasıl güvence altına alacak. Mümkündür. Bir ülkenin teokrasi ile yönetilmesi demek belli bir dinin hükümleri doğrultusunda yönetimi demektir. Ancak, bu dine mensup olmayanlara farklı hukuki kaideler konabilir veya aynı hukuka tabi olunabileceği de hüküm olarak konulabilir. Din olarak da illaki İslamı düşünmek doğru değildir.

Sen bir müslüman olarak Türkiye'de neyi yapamıyorsun ?

Bu sorunun sorulmasını gerektirecek bir durum yoktu. Burada ben değil bir makale tartışılıyor değil mi? Ben, bir Müslüman olarak 4/4’lük bir hayat yaşamıyorum ki neleri yaşayamıyorum söyleyebileyim. Ama 9-10 yıldır mesela üniversiteye başörtüsü ile giremeyen kızları tartışıyoruz. Aynı yıl kadar evvel biz kurban derisini camiye veremiyorduk mesela. Bunlar bahsi diğer şeyler. Mesela namaz kılan rütbeli askerlerin atıldığını biliyoruz. Mesela orduya ait lojmanlara başörtüsü ile girilemediğini biliyorduk. Pekiyi; sen başörtülü müsün ki bunları dert ediyorsun. Yada sakal bırakmak gibi bir sünnetle ne işin var ki zira vücudunda bir tane kıl yok denebilir. Zaten; daha önce laik bir devlette olabilecek olanlar vardır olamayacak olanlar vardır diyen benim. Bir devlet laikliği hele de Fransız laikliğini kabul ettiyse baskıcı olabilir. Ama yine de çok uzun zamanlar boyunca resmi bir mezhep olarak Hanefiliği bu halka teşmil ederseniz ve bu halk büyük ölçüde dinin iki ayrı alana ait olabileceği gibi bir durumu hiç görmemişse; o zaman daha ılımlı bir laiklik anlayışı şarttır. Ezan mahiyeti itibariyle tüm ülkelerde Arapça okunur zira namaza çağrı bu şekilde yapılmaktadır. Bunu tutup da Türkçe’ye çevirdiğinizde bir başlangıç noktasındasınız demektir. Niye ezanı Türkçe minarelerden okutuyorsunuz amacınız anlaşılması ise Türkçesini bastırırsınız her yere dağıtırsınız olur biter. Ya da Allah’u Ekber sözcüğünün manası Tanrı Uludur mu demektir yoksa o mistik Allah Büyüktür ifadesini niye böyle garip tercüme ediyorsunuz. Yada Haydin felaha nasıl bir tercümenin ürünüdür. Niye Haydin kurtuluşa demiyorsunuz. Kurtuluş kelimesi bilinmiyor mu? Bunlar; gizli bir amacın olduğunu ortaya koyan şeylerdir.

 

Eee, şimdi de gizli emelleri açık etme amacınımı kafaya doladın Bekir…Yapma kuzum…

 

Gelelim başka bir meseleye. Baskı/baskıcı laiklik meselesine. Bunun için üç kitap adı vereceğim. Ben iki tanesini okumuştum. Bir tanesini de bugün internetten e-kitap olarak buldum.

1-M.Necati Bursalı/Yakın Tarihin Din Mazlumları

2-Tahir’Ul Mevlevi/Matbuat Alemindeki Hayatım Ve İstiklal Mahkemeleri

3-Necip Fazıl/Son Devrin Din Mazlumları

İkincisini 5-6 yıl kadar evvel ikinci el kitaplar satan bir yerden çok ucuza almıştım. 1.sini okuyalı 10 seneden fazla oluyor.

3.sü e-kitap olarak bugün buldum. Biraz bozuk bir yazım tarzı var. Bunlardan birkaç kişiye değinebiliriz…

 

Bu arada bilenler bilir İskilipli Atıf Hoca’yı bir mihenk taşı olarak görürüm. Pekiyi bu adama laiklik ne yapmıştır. Laiklikten önce hakkın rahmetine kavuşmadı mı bu adam. Yapma Bekir…Sen böyle tongaya düşmezsin.

İstersen Said Nursi’den bahset de su biraz bulansın.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Laikliğin bu versiyonunun yapımıza pek uygun olduğu söylenemez. Versiyon değişikliğine gidilmesi iyi olur kanaatindeyim. En azından üniversiteler konusunda diyeyim…

 

Laikliğin versiyonu olmaz. Bunu bir önceki iletimde açıklamıştım.

 

Bu zamana kadar hep somut tartıştık. Biz, Türklerin yapamadığı şey soyut tartışmaktır öğrenmemiz gereken de budur. Bu ülkenin düşünür çıkaramamasının nedeni olarak soyut tartışmayı öğrenememesi söylenegelir…Ama ben yine de arada sırada somut şeylere değiniyorum da gözden kaçıyor galiba. Tekrar tekrar da söylemek zorunda kalıyorum böylesi şeyleri. Kapatılan yerler vardı dedim dikkatten kaçtı galiba.

 

Aksine bol bol soyut tartışırız, somut tartışmakta yetersizidir.

 

Kapatılan yerler var. Kapatılan yerler camiler değil. Tarikatlar. İslamda tarifi yapılmayan ve peygamberin dahi sahip olmadığı "süper yeteneklere" sahip kimselerin yönetiminde siyasi faaliyet gösteren kurumlar.

 

Bu dine değil, dinin siyasi olarak en yoğun kullanıldığı ve istismar edildiği alan olan, şeyhlik şıhlık sistemine müdaheledir.

 

Hem islamiyette ruhban sınıfı yoktur diyorsun, hemde tarikatlerin kapatılmasını dine müdahele olarak mı görüyorsun ?

 

 

Laikliğin icadı ile ruhban sınıf arasında bir sebep-sonuç ilişkisi yoksa; umut ediyorum ki coğrafi keşiler ve sanayi inkilabı gibi güzellikler bunu sonuçladı denilmez. Kilise/Krallık/Burjuva hegemonya paylaşımında burjuva ve krallıklar birleşerek kiliseyi bu güç paylaşımının dışına itmişlerdir desem.

 

Bende sana Kilise/krallık/burjuva hegemonya paylaşımı gibi bir paylaşımın olmadığı, Kilise/krallık/feodaller arasında hegemonya paylaşımı olduğunu. Burjuvaların hegemonyayı kimseyle paylaşmayıp gerçekleştirdikleri burjuva devrimleri ile tüm hegemonyayı ellerine aldıklarını söylerim.

 

Kilisenin ve kralın hegemonyasının birbirine paralel olarak ortadan kaldırıldığını söylerim.

 

 

Laiklik icat edildi ama Kilise ile ilgisi yoktu. O zaman laikliğe ne gerek vardı. Diyelim ki; batıda hristiyanlık ve onun koruyup/kollayıcı/kırbaçlayıcı/yakıcı adamları yoktu. Öyleyse laikliği kim hangi saikle çıkardı.

 

Teokrasiye karşı çıktı. Ülkelerin dinle yönetilmesine karşı ortaya çıktı. Laiklik bir felsefedir. Felsefeler, bir kişi veya kişilere, kurumlara karşı olarak ortaya çıkmazlar.

 

Laiklik Fransız devrimi ile "icat" edilmedi. Fransız devriminden sonra iktidara geldi. Bir düşüncenin, bir felsefenin iktidara gelmesi ile ortaya çıkışı aynı zamanda olacak diye birşey yoktur.

 

 

 

 

İsrail gibi bir fenomen var ama o da ayrı tartışılır.

 

Hiçkimse İsrail'i bir demokrasi modeli olarak göstermiyor zaten. Bir müslüman vatandaşı ile, bir musevi vatandaşının aynı haklara sahip olmadığı bir ülke demokratik olamaz.

 

 

Demokrasinin gereklerini Kemal GÖZLER’den alalım. Normatif/ampirik bulamacını geçip:

1-Etkin siyasal makamlar seçimle işbaşına gelmelidir

2-Seçimler düzenli aralıklarla tekrarlanmalıdır

3-Seçimler serbest, adil olmalı ve genel oy ilkesi uygulanmalıdır

4-Seçimlere birden fazla siyasal parti katılabilmelidir

5-Muhalefetin iktidar olabilme şansı olmalıdır

6- Ülkede temel kamu hakları güvence altına alınmış olmalıdır

Bunu gerçekleştiren bir devlet pekala bir Cumhuriyet değil krallık dahi olabilir. Ne büyük açmaz böyle bir cümle yazmak.Korkun, Şaşırmadım…Neyi ispatlamaya ne amaçla çalışıyorsun sorusunu sormayı amaç edinmeyenler hemen bana şunu söyleyeceklerdir.

 

Bunu gerçekleştiren devlet, ya cumhuriyet, ya da meşruti monarşi olabilir. Bunu gerçekleştiren devletin rejimi cumhuriyet değil meşruti monarşi ise, monarşi egemenlik hakkından vazgeçmiştir.. Monarşi sadece sembolik olarak vardır. Hiçbir siyasal ve yasal gücü yoktur. Ve hiçbirşekilde teokratik değildir. Hiçbir teokratik devlette bu dediklerin olmaz.

 

Bkz. Kanada

Bkz. Japonya

Bkz. İngiltere vs..

 

 

 

 

İşte bu adam şu anda laikliği kaldırarak teokratik bir devlet kurmanın peşindedir ve bu sebeple laik olmadan da demokrat olunabileceğini söylemektedir hatta o kadar ileri gitmektedir ki krallıkla yönetilip demokrat olunabileceğini de söyleyerek Osmanlı’nın teokratik yapısını özlediğini beyan etmektedir. Bunu söyleyenler temizse avuçlarını yalasalar iyi olur. Böylesi bir amacım yok.

 

Açıkçası kimse böyle düşünmez. Çünkü bir önce ki paragrafla bu dediğinin alakası yoktur. Bir devletin monarşik hanedanının tüm yetkileri elinden alınıp, sadece sembolik olarak kalması, o ülkede ne teokrasi ne de monarşi olduğunu gösterir.

 

Laik olmayan bir devlet kamu haklarını nasıl güvence altına alacak. Mümkündür.

 

Hemen söyleyeyim mümkün değildir.

 

 

Bir ülkenin teokrasi ile yönetilmesi demek belli bir dinin hükümleri doğrultusunda yönetimi demektir. Ancak, bu dine mensup olmayanlara farklı hukuki kaideler konabilir veya aynı hukuka tabi olunabileceği de hüküm olarak konulabilir. Din olarak da illaki İslamı düşünmek doğru değildir.

 

Allah Allah, bu nasıl bir şey ya ? Yani senin bahsettiğin ülkede bir vatandaşın, içki içebilmesi, başı açık gezebilmesi için başka bir dine geçmesi mi gerekir ? Madem ki müslümansın, o halde şeriat kurallarına göre yaşayacaksın, uymazsan cezalandırılacaksın. Yok bunu istemiyorsan başka bir dine geç. Bu mu senin kamu haklarını koruma anlayışın dostum ?

 

 

Bu sorunun sorulmasını gerektirecek bir durum yoktu. Burada ben değil bir makale tartışılıyor değil mi? Ben, bir Müslüman olarak 4/4’lük bir hayat yaşamıyorum ki neleri yaşayamıyorum söyleyebileyim. Ama 9-10 yıldır mesela üniversiteye başörtüsü ile giremeyen kızları tartışıyoruz. Aynı yıl kadar evvel biz kurban derisini camiye veremiyorduk mesela. Bunlar bahsi diğer şeyler. Mesela namaz kılan rütbeli askerlerin atıldığını biliyoruz. Mesela orduya ait lojmanlara başörtüsü ile girilemediğini biliyorduk. Pekiyi; sen başörtülü müsün ki bunları dert ediyorsun. Yada sakal bırakmak gibi bir sünnetle ne işin var ki zira vücudunda bir tane kıl yok denebilir. Zaten; daha önce laik bir devlette olabilecek olanlar vardır olamayacak olanlar vardır diyen benim. Bir devlet laikliği hele de Fransız laikliğini kabul ettiyse baskıcı olabilir.

 

Hiç bu uygulamaları tartışmadan sorucam. Yani 28 Şubat'a kadar laiklik iyi ve güzeldi, 28 Şubat'tan sonra baskı ve zulüm başladı öyle mi ? Dine baskı olarak sürekli 28 Şubat sonrası gelen uygulamaları gösterdiğine göre 28 Şubat öncesi laiklikte bir sorun yok. Tabi o zaman 28 Şubat'tan önce yatıp kalkıp, laikliğe saldıranların derdi neydi onuda tartışıcaz.

 

 

Ama yine de çok uzun zamanlar boyunca resmi bir mezhep olarak Hanefiliği bu halka teşmil ederseniz ve bu halk büyük ölçüde dinin iki ayrı alana ait olabileceği gibi bir durumu hiç görmemişse; o zaman daha ılımlı bir laiklik anlayışı şarttır. Ezan mahiyeti itibariyle tüm ülkelerde Arapça okunur zira namaza çağrı bu şekilde yapılmaktadır. Bunu tutup da Türkçe’ye çevirdiğinizde bir başlangıç noktasındasınız demektir.

Niye ezanı Türkçe minarelerden okutuyorsunuz amacınız anlaşılması ise Türkçesini bastırırsınız her yere dağıtırsınız olur biter. Ya da Allah’u Ekber sözcüğünün manası Tanrı Uludur mu demektir yoksa o mistik Allah Büyüktür ifadesini niye böyle garip tercüme ediyorsunuz. Yada Haydin felaha nasıl bir tercümenin ürünüdür. Niye Haydin kurtuluşa demiyorsunuz. Kurtuluş kelimesi bilinmiyor mu? Bunlar; gizli bir amacın olduğunu ortaya koyan şeylerdir.

 

Dostum sen cumhuriyete kadar Osmanlı'da türkçe ezan okunmadığını falan mı sanıyorsun ? Abdulhamid olmayan birşeyi niye yasakladı ? Türkçe ezanın miladının cumhuriyet olduğunu mu sanıyorsun ?

 

Namaza çağrı araplara arapça yapılmıştır. Dinleyenler ve çağrılanlar arap olduğu için. Hz Muhammed diğer milletleri islama arapça mı çağırdı ?

 

 

 

Eee, şimdi de gizli emelleri açık etme amacınımı kafaya doladın Bekir…Yapma kuzum…

 

Gelelim başka bir meseleye. Baskı/baskıcı laiklik meselesine. Bunun için üç kitap adı vereceğim. Ben iki tanesini okumuştum. Bir tanesini de bugün internetten e-kitap olarak buldum.

1-M.Necati Bursalı/Yakın Tarihin Din Mazlumları

2-Tahir’Ul Mevlevi/Matbuat Alemindeki Hayatım Ve İstiklal Mahkemeleri

3-Necip Fazıl/Son Devrin Din Mazlumları

İkincisini 5-6 yıl kadar evvel ikinci el kitaplar satan bir yerden çok ucuza almıştım. 1.sini okuyalı 10 seneden fazla oluyor.

3.sü e-kitap olarak bugün buldum. Biraz bozuk bir yazım tarzı var. Bunlardan birkaç kişiye değinebiliriz…

 

Evet laiklik konusunda son derece "objektif" insanların yazdığı kitaplar değil mi ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu arada bilenler bilir İskilipli Atıf Hoca’yı bir mihenk taşı olarak görürüm. Pekiyi bu adama laiklik ne yapmıştır. Laiklikten önce hakkın rahmetine kavuşmadı mı bu adam. Yapma Bekir…Sen böyle tongaya düşmezsin.

İstersen Said Nursi’den bahset de su biraz bulansın.

 

Suyu berraklaştıralım o zaman.

 

Öncelikle İskilipli Atıf Hoca'nın kurucularından birisi olduğu, Said-i Nursi'nin üyesi olduğu Teali İslam Cemiyeti'ne bir bakalım ;

 

1919'da Kurtuluş mücadelesi başladıktan sonra, yayınladıkları bildiriye bir bakalım (Bildirinin altında ki imzalardan birisi Said-i Nursi'ye aittir. Bu bildiri yayınlandığında cemiyetin başkanı İskilipli Atıf Hoca'dır.

 

“ey anadolu’nun masum ve mazlum ahalisi!

 

bir zamanlar ne kadar şen ve bahtiyar idiniz. hemen hepiniz çoluğunuz ve çocuğunuzun yanında tarlalarınızın, bağlarınızın başucunda çiftinizle, çubuğunuzla uğraşıp vaktinizi hoşça geçirir idiniz.

 

bir müddetten beri size ne oldu? niçin böyle boynunuz bükük, tıpkı bir yetim gibi mahzun duruyorsunuz.(...)

 

acaba şu halin neden ileri geldiğini biliyor musunuz? bunun için cümlemizin yani aziz milletimizin ve mukaddes vatanımızın bir vakitten beri başına gelen belaların (...) esbabını size biraz anlatayım.(...)

 

selanik dönmeleriyle aslü nesli ve mezhep ve meşrebi belirsiz ecnası muhtelife türedilerden mürekkep olan bu cemiyet, ‘istibdadı kaldıracağız, meşrutiyet ve hürriyet getireceğiz, hükümet ahaliye zulmetmeyecek’ diye bizi aldattılar.(...)

 

bu hainler, bu hinoğlu hinler memleketin başına kendi elleriyle getirdikleri her belada, her muharebede âlemi ölüme teşvik etmek, halkı kırdırarak kendi canlarını beslemeyi çok iyi biliyorlardı.

 

(...) nitekim bu defa da anadolu’da mustafa kemal ve kuva–yı milliye maskaraları yunan askerlerinin önünden nâmerdane bir surette kaçarken, zavallı saf ve ****** ahali ve askerden cem ettikleri kuvvetleri düşmanla harbe tutuşturarak (...) yalanlar ve hilelerle savuşup kaçtılar.

 

biçare millet! bu yankesicilerin hilelerini, desiselerini hala tamamen anlayamamıştır. yazık bin kere yazık ki, gerek harb içinde, gerek mütarekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da enver, cemal, mustafa kemal vesaire beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icab eden küçük fedakarlığı göze almıyor.

 

millet (...) hala kendisini aldatan bu heriflere niçin diyemiyor ki “ey hainler, ey allah’tan korkmayan ve peygamberden haya etmeyen mahluklar, muharebe ettiniz başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, şimdi niye tekrar, gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet ve gazaplarını davet ediyorsunuz?

 

ingilizleri kızdırdınız, üzerimize yunanlıları musallat ettiler. harpte mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin neticesine katlanarak telafisini sabr–u sükun ve akl–u tedbir dairesinde izale etmekten başka çare var mıdır?

 

düşünmüyor musunuz ki yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz.

 

hem sizler ey yalancı ve deni şâkiler!

 

(...) kendinize ne hakla, ne yüzle kuva–yı milliye namını veriyorsunuz? utanmaz hainler, artık yetişir, yakamızı bırakın. cenab–ı hakk’ın gazap ve laneti sizin üzerinize olsun.

 

şimdi sulh imzalandı kuva–yı milliye belasının tevlid ettiği mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. devletler şimdi bize “eğer anadolu’da kuva–yı milliye isyanını bastırmazsanız istanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar.

 

ey anadolu’nun mazlum ve muhterem ahalisi!

 

elinize aldığınız bu fetva–yı şerife göre, bu katil canavarları , daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. (...) allah’ını, peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin...

 

Açık bir şekilde vatana ihanettir. Bariz düşmanla işbirliğidir.

 

Mağlubiyetten sonra uslu uslu oturmak yerine, ülkeyi kurtarma mücadelesine girişen insanları katletmeleri için halka davette bulunan bu hain, bu işbirlikçi sürüsünden sağ kalanlar, cumhuriyetin ne kadar merhametli olduğuna şükredip, kusurlarıyla oturmalıydı. Şapki ihtilalini bahane edip, halkı tekrar kışkırtmaya çalışmamalıydı.

 

Bu bildiri Yunan uçaklarıyla dağıtılmıştır.

 

Öyle birilerinin sunmaya çalıştığı gibi, mazlum bir din adamı, şapka kanuna karşı çıktı diye asılmamıştır. Kendi vatanına ihanet eden, düşmanla işbirliğine giren, düşmana kurşun sıkanları öldürmeleri için halka çağrıda yapan. Bunu yaparkende, dini kullanan bir hainin, türk istiklalinden sonra, çekildiği köşesinden şapka kanununu fırsat bilip tekrar zehrini akıtma teşebbüsüne geçit vermemektir yapılan.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İkincisine değineyim öncelikle...

 

 

Bu metin farklı bir internet sitesinden alınmıştır. Said Nursi'nin Meclise davet edildiğine dair yazılar filanda okumuştum daha önce...

 

olaya farklı bi acıdan bakabilmek amacıyla 'ittihad.com.tr' den bir alıntı..

 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin kuva-yı milliyeye karşı çıktığını ve aleyhinde beyanname neşrettiğini söyleyen yazılar yazılmıştır.

 

Bu yazılar, yazanları ebediyyen mahcup etmiş ve müfteri durumuna düşürmüştür. İftira atıp da ispat edemeyenlere verilen en büyük ceza, toplum içinde hiçbir konuda bunların sözüne itibar edilmeyeceğidir.

 

Hazret-i Üstadın kuva-yı milliye hakkındaki müsbet görüşleri ve desteklerini yeniden yazmaya gerek bile yoktur.

 

Ancak 16 Eylül 1919 da İKDAM Gazetesinde yayınlanan bir bildiriden bahsedilmektedir. (28.04.2005 Yeni Mesaj Gazetesi)

 

Evvela araştırmalarımız neticesinde yanda ilk sayfasını gördüğünüz Beyazıd Devlet Kütüphanesinden aldığımız Osmanlıca İkdam Gazetesinin 8116 sayılı, 16 Eylül 1919 (Rumi 1335) tarihli nüshasında incelemelerimiz neticesinde iddia edildiği gibi böyle bir bildirinin yayınlanmadığını gördük.

 

Bir gazetede “Bir başka açıdan Said-i Nursi” başlıklı yazıyla, menhus, düzmece ve hiçbir ilmi gerçeğe dayanmayan iddialar ve hezeyanlar savrulmuş ve kaynak olarak da 16 Eylül 1919 tarihli İKDAM Gazetesinin adı verilmiştir. Daha sonra 06.05.2005 tarihli aynı gazetedeki yazıda hezeyanlara devam edilerek delil olarak İKDAM gazetesini göstermek yerine bu sefer kaynak olarak aşağıdaki nakilleri yapmıştır.

 

“Yücel Özkaya ‘Ulusal Bağımsızlık Savaşı Boyunca Yararlı ve Zararlı Dernekler’, Atatürk Araştırma Merkezi, Cilt IV, Sayı 10, (Kasım 1987); Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüd (ATESE) Arşivi, Klasör 86, Dosya 144 (318), Fihrist 240.”

 

Milli şeflik devirlerinde ve daha sonraları 1960 ihtilali sonrasında Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hakkında birçok asılsız iddialar ortaya atılmıştır. Fakat bu müfteriler hep mahcup olmuşlar; Bediüzzaman Hazretlerini sevenler ve takdir edenler yanılmamışlar ve haklı çıkmışlardır.

 

Bu mesele ile ilgili olarak daha geniş bir yazı, Köprü Mecmuasının Güz - 2000 sayısında “İslâm’ın Siyasallaşma Sürecinde Cemiyet-i Müderrisin’den Teâli-i İslâm’a” isimli çok değerli bir bilgi ve belge yayınlanmıştır. Tarihi seyir içinde 1918 den 1926 ya kadarki cemiyetler ve bildirileri incelenmiştir.

 

Bizi ilgilendiren “Teal-i İslam Cemiyeti” ise:

 

1- 16 Eylül 1919 da 26 Eylül 1919 da da daha kurulmamış ki Kuva-yı Milliye aleyhine bildiri neşretsin. Teali-i İslam Cemiyeti Kasım 1919 da kurulmuştur.

 

2- 16 Eylül 1919, 26 Eylül 1919 tarihli İkdam Gazetesinin orjinalleri elimizdedir. İftiracıların iddia ettiği beyannameye rastlayamadık. Bu kişiler Atatürkçü Düşünce mensuplarına değil de zahmet edip Beyazıt Devlet Kütüphanesine kadar gidebilseydiler hem 16 Eylül 1919, hem 26 Eylül 1919, hem Said Nursi Hazretlerini üye yaptığı (!) Teali-i İslamın ne zaman kurulduğunu öğrenir ve diğer tarihi vesikalara da rahatlıkla ulaşırdı.

 

3- Said Nursi Hazretleri 15 Şubat 1919 da kurulan ve siyasi faaliyet yapmayan Cemiyet-i Müderrisin azasıdır.

 

4- Cemiyet-i Müderrisin, 26 Eylül 1919 da Sultan Vahdeddin Hanın İzmir'in işgali münasebetiyle halka yapmış olduğu 20 Eylül 1919 tarihli bir çağrıyı destekler mahiyetinde bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiri 26 Eylül 1919 tarihli İkdam Gazetesinde yayınlanmıştır. Fakat bilgisiz, tarih cahili yazarların iddia ettiği gibi, bu bildiride Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin imzası yoktur. Ayrıca Bu beyannamede bahsedildiği manada kuva-yı milliye aleyhinde değildir. Zahmet eder okurlar veya Osmanlıca bilene okuturlarsa ne olduğunu öğrenirler. Yok biz okumayız bize servis yapılanları yazarız derse yapılacak birşey yok! O zaman bunları Aziz-i Cebbar olan Allah'a (c.c.) havale ediyoruz.

 

Bu yazarların iddia ettiği kuva-yı milliye aleytarı beyanname herhalde başkaları tarafından ve ileriki tarihlerde bazı din adamlarının da içinde bulunduğu kimseler tarafından yayınlanmış olabilir. Fakat Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu kuva-yı milliye aleyhtarı ne bildirilerde ve ne de hareketlerde hiç olmamıştır. Şimdiye kadar hiçbir tarihçi böyle bir olaydan bahsetmemiştir. Hatta 1925'te Şeyh Said olayında Van'dan İstanbul'a getirilmiş tahkikatlar neticesinde ne bu olayda ve ne de geçmiş hareketlerin hiçbirine katılmadığı resmen emniyet raporuyla tescillenmiştir.

 

Bu yazarlar oturup önüne servis yapılan belgeler yerine o bahsettiği beyannameyi gerçek tarihiyle bulursa Üstadın ismi olmadığını göreceklerdir. Hatta Bediüzzaman Hazretleri bilakis o tür fetvalara karşı çıkmış ve üyesi olduğu Dar-ül Himet-i İslamiyeyi menfi fetvalara alet ettirmemiştir.

 

5- Bediüzzaman Hazretleri ilmi kuruluş olan Müderrisin Cemiyetin idari kadrosunda yoktur ve sadece üye yapılmıştır. Buna rağmen yukarıda zikredilen bildiriden dolayı cemiyet, siyasete karışıyor düşüncesiyle ayrılmış ve başka istifalar da olunca, Kasım 1919 da genel kurula giden cemiyet, yeniden yapılanarak ismini değiştirmiş ve Teal-i İslam adıyla faaliyetine devam etmiştir. Yani Teali-i İslam Kasım 1919 da kurulmuştur. Ve kurucuları arasında Said Nursi Hazretleri yoktur.

 

6- Üstad Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte Cemiyet-i Müderrisinin bir çok eski üyeleri yeni kurulan bu cemiyette yer almamışlardır. Hem o zaman hem de ileride yayınlanmış olan öyle bildirilerede Üstadın imzası yoktur.

 

İslamın mağlubiyetinden şiddetli ızdırap duyan Bediüzzaman Hazretlerinin aynı tarihlerde kaleme alıp bastırdığ Sünuhat kitabındaki uzun manevi muhaverenin bir kısmın ibret için buraya alıyoruz.

 

“RÜ’YADA BİR HİTABE

 

Meali ve hatırda kalan elfazı aynendir.

 

335 (1919) senesi Eylülünde, dehrin hâdisatı verdiği ye’s ile şiddetle muzdarib idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Manen rü’ya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rü’ya-yı sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilatı terk ile, yalnız bana söylettirilmiş noktaları kay*de*deceğim. Şöyle ki:

 

Bir cum’a gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi dedi:

 

–Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem, seni istiyor.

 

Gittim gördüm ki; münevver, emsalini dünyada görmediğim, selef-i sâlihînden ve a’sarın meb’uslarından her asrın meb’usları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab ettim, kapıda durdum. Onlardan bir zât dedi ki:

 

–Ey felâket, helâket asrının adamı! Senin de re’yin var, fikrini beyan et!

 

Ayakta durup dedim:

 

– Sorun, cevap vereyim.

 

Biri dedi:

 

– Bu mağlûbiyetin neticesi ne olacak? Galibiyette ne olurdu?...

 

Dedim:

 

– Musibet, şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar. Eskidenberi İ'lâ-yı Kelimetullah ve beka-yı istiklâliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile, kendini yekvücut olan Âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, Âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telâfi edilecektir. Zira şu musibet, mâye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını harikulâde ta'cil etti. Biz incinir iken, Âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üçyüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz mağlûbiyetle bir saadet-i â’cile-i muvakkata kaybettik, fakat bir saadet-i acile-i müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz'î ve mütehavvil ve mahdut olan hâli, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır......” (T:131)

 

Bediüzzaman Hazretleri ne düşünüyor. Bu zavallılar ne diyor!

***

 

Biz burada sözü "Cemiyet-i Müderrisinden Teâli-i İslâm Cemiyetine" İstanbul Üni. Sosyal Bilimler Ens. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1996'daki ilmi tesbitlere havale ediyoruz... Tıklayın...

 

Son Güncelleme ( Wednesday, 07 February 2007 )

 

Gelelim Atıf Hoca'nın durumuna. Teali İslam Cemiyetine. Teali İslam Cemiyeti içerisinde bulunan Atıf Hoca'nın bu cemiyetten ayrılış gerekçesini okumuş muydunuz? Hiç sanmıyorum...Bir de Kürt Teali Cemiyeti mi vardı?

 

Bu arada Atıf Hoca şapka kanunundan sonraki akıttığı zehir için değil şapka kanunundan 2 yıl kadar evvel yazdığı Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli kitabından dolayı hakka yürümüştür. Yani ki kanun kitaptan 2 yıl sonra (1,5) sonra çıkmıştır...

 

Dikkat...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İkincisine değineyim öncelikle...

 

 

Bu metin farklı bir internet sitesinden alınmıştır. Said Nursi'nin Meclise davet edildiğine dair yazılar filanda okumuştum daha önce...

 

 

 

Gelelim Atıf Hoca'nın durumuna. Kürt Teali Cemiyetine. Bilindiği gibi bize öğretilen resmi tarih tezlerinde Milli varlığa zararlı ve yararlı cemiyetler anlatılmıştır. Kürt Teali Cemiyeti "Milli" varlığa zararlı bir cemiyettir. Pekiyi Kürt Teali Cemiyeti içerisinde bulunan Atıf Hoca'nın bu cemiyetten ayrılış gerekçesini okumuş muydunuz? Hiç sanmıyorum...

 

Dostum ben ne Kürt Teali Cemiyeti'nden bahsediyorum şimdi. Ne de Atıf Hoca'nın neden ayrıldığından.

 

İskilipli Atıf Hoca'nın başkanı olduğu cemiyetin yayınladığı ve yunan uçaklarıyla direnişin olduğu bölgelere dağıtılan bildiriden bahsediyorum.

 

Bu açık ve bariz vatana ihanet midir ? Değil midir ?

 

Bana bunu söyle.

 

Said-i Nursi ile ilgili olan kısmı hiç tartışmıcam . İlk gördüğüm kelime oyunu var. Teali İslam Cemiyeti ile, Cemiyet-i Müderrisin iki ayrı cemiyet değildir. Cemiyet-i Müderrisin, ismini değiştirerek Teali İslam Cemiyeti adını almıştır. Bildiri ile Said-i Nursi'nin bir alakası olmadığını iddia etmişler. Ama onuda ayrı olarak tartışırız. Said-i Nursi bildiri yayınlandığında cemiyet üyesi midir, değil midir ? İmzası var mıdır ? Yok mudur ? Araştırır anlarız.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Benim düzenlenmiş metni göndermeme fırsat dahi vermeden diğer metni gönderdiğinize göre metinde yazılanları okumamışsınız...

 

İsterseniz bir okuyun ondan sonra araştırma faslına girersiniz...

 

Bu arada yazarken cemiyetleri karıştırdığımı farkedip düzeltme yaptım ama sanırım biraz geç kalmışım...Kürt Teali cemiyetine de o yüzden değinmiştim...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Fakat tam bu sıralar cereyan eden bir başka hadise hocanın idam edilmesinde mühim bir amil (sebep) olmuştur. İstanbul hükümeti Anadolu’daki Kuvva-i Milliye (milli kuvvetler) hareketine karşı halkın teveccühünü (yönelişini) kırmak için bir fetva yayınlamış, ama Anadolu ulemasının (alimlerinin) karşı fetvası bunu boşa çıkarmıştı. Bunun üzerine Şeyhülislam Mustafa Sabri efendinin marifetiyle Teali-i İslam cemiyeti namına yazılmış ve bastırılmış bir beyanname zorla Teali-i İslam cemiyeti idare heyetine imzalatılmaya çalışılmıştı. Ama Atıf Hoca ve Tahir-ül Mevlevi’nin şiddetle karşı koymaları üzerine de mühürsüz olarak Yunan uçaklarınca Anadolu’ya atıldı. Buna karşın, o zamanın Vakit gazetesinde Atıf Hoca tekzibname (yalanlama) yayınladıysa da, Ankara İstiklal mahkemesi zabıtlarında okuduğumuza göre, bu beyanname Hocaefendi’ye karşı güdülen kinin mühim bir amili (sebebi) olarak zihinlerde kaldı. (Geniş bilgi için Tahir-ül Mevlevi’nin hatıralarının 73 ila 81. sayfalarına bakılabilir.)

 

-http://yukarikayalar.wordpress.com/category/iskilipli-atif-hoca/-/-

 

 

Tahir'ül Mevlevi'nin bahse konu kitabını herhalde ancak haftaya açabileceğim...Şimdilik internetten faydalanıyoruz...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu bakımdan uzun tartışmalara, istifalara (Mahfel, 1340 Ca., sayı: 19) sebep olacak tarzda 1920 senesi Ağustos’unda hükümetin almış olduğu bir karar üzerine Meşihat tarafından bir beyannâme yayınlanmıştır (Şentürk, 1991, 29-30). Dönemin Şeyhülislâmı Mustafa Sabri Efendiye konuyu görüşmek için giden Tahirü’l-Mevlevî ve İskilipli Mehmed Atıf Efendinin beyânnâmenin mühürlenmemesi için verdikleri mücâdele ve Mustafa Sabri Efendinin konuya yaklaşımı hayli ilginçtir. Beyannâmenin nasıl, hangi düşünce ile kaleme alındığını görmek bakımından Tahirü’l-Mevlevî Bey ile Şeyhülislâm arasında meydana gelen görüşmeye göz atalım:

 

“T. Mevlevî -Efendi Hazretleri! Teâli-i İslâm Cemiyeti adına bir beyannâme neşr edilecekmiş öyle mi?

 

M. Sabri -Evet, hükümetçe görülen lüzuma binâen öyle bir şey yapıldı.

 

T. Mevlevî -Peki, ama cemiyetin haberi yok.

 

M. Sabri -Evet, nikâh-ı fuzûlî kabilinden bir şey oldu.

 

T. Mevlevî -Aman efendi hazretleri nikah-ı fuzûlî de iltihak rızası lazımdır. Bizse buna razı olamayacağız. Çünkü “Teâli-i İslâm” siyâsi değil, ilmî ve dinî bir cemiyettir. Biz hükümetin işine karışmayacağımız gibi hükümette bizi karıştırmasın.

 

Mustafa Sabri Efendi hiç beklemediği bu cevap karşısında: “Hükümet bir fetvâ neşr etmişti. Fakat onlarda mukabil bir fetvâ ısdar eylediler. Şimdi ilmi bir cemiyet tarafından yazılmış bir beyannâme ile halkın fikrini düzeltmek istiyoruz. Bunun için de en uygunu sizin Teâli-i İslâm Cemiyetidir.”

 

T. Mevlevî: Efendi Hazretleri! Teâli-i İslâm buyurduğunuz gibi ehliyetli bir cemiyet ise ilk önce azanın re’yi alınmak ve rızası sağlanmak lazım gelirdi. Yok... öyle değil de her teklife kavuk sallayacak bir güruh ise böyle dalkavuk alayının beyanatı da bir tesir husule getirmez (Tahirü’l-Mevlevî, 77-88).”

 

Hükümetin böyle bir beyannâmeye olan ihtiyacını ve Teâli-i İslâm Cemiyeti’ne bakışını daha güzel yansıtan bu konuşmalardan sonra, cemiyet üyelerinin çoğunlukla medreselerde görevli hocalar olması nasıl olsa kabul edilir düşüncesi ile, Şeyhülislâm oylama yapılmasını kabul eder.

 

Meşihat Mektupçusu ve Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendinin damadı Bergamalı Zeki Efendinin:

 

“Hükümet namına söylüyorum ki” diye başlayan ve beyannâmenin mutlaka mühürlenmesi lazım geldiğini aksi bir durumun vatana hıyanet sayılacağı ikazına rağmen (Tahirü’l-Mevlevî’nin itirazı Zirâat Nezareti’ndeki vazifesine son verilmesine yol açar. (Şentürk, 1991, 29-30) yapılan oylamada beş kişi reddine, beş kişi de kabulüne taraftar olmuş, fakat başkan Atıf Efendinin de red oyu kullanması ile beyannâmenin mühürlenmesi reddedilmiştir.

 

Oylama esnasında Zeki Efendinin, red oyu verenlere:

 

“-Siz kabul etseniz de etmeseniz de Hükümet bu beyannâmeyi Anadolu’ya gönderecek” demesi kısa bir süre sonra gazetelerde çıkan haberlerde Yunan tayyarelerinin Eskişehir’de Teâli-i İslâm Cemiyeti imzasını taşıyan bir takım beyannâmeler attığının (Vakit Gazetesi, 23 Teşrin-i evvel 1920, nu: 1032) doğrulanması hükümetin elinde kalan son kozları zorla da olsa nasıl kullandığını göstermektedir.

 

Hükümetin aldığı bir karar üzerine Meşihatça hazırlanan fakat mühürsüz de olsa Teâli-i İslâm Cemiyeti adına Yunan uçakları ile atılan bildiri Teâli-i İslâm’ın sabıkalı olması için yeterli delil sayılacaktır.

 

-http://www.gencadam.net/content/view/131/86/-

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tabi bir kanun kendisinden daha geri bir kanunla kıyaslanamaz bile. Cezanın büyüklüğü küçüklüğü, cezanın vahşiliği ve barbarlığıyla ölçülmez. Şeri kanunların uygulandığı ülkeler ise suç cennetidir.

 

Evet mağdur yerine koyarak bakmalı insan olaylara.

 

Erkek arkadaşıyla elele dolaşan, birlikte çay içen genç kızlar, halkın ve tv kameralarının önünde kırbançlanmaktadırlar şeri kanunlara göre. Kendini, yaşadığı yerin en büyük meydanında halkın ve kameraların önünde kırbaçlanan genç kızın yerine koyup bakmak lazım olaylara.

 

Türbanlı olarak üniversiteye girememeyi insan hakkı ihlali ve özgürlük gaspı olarak niteleyenler acaba şeri kanunların geçerli olduğu ülkelerde kadınların sırf kadın oldukları için neler yapamadıklarını biliyorlar mı ?

Erkek arkadaşıyla elele dolaşan, birlikte çay içen genç kızlar, halkın ve tv kameralarının önünde kırbançlanmaktadırlar şeri kanunlara göre. Kendini, yaşadığı yerin en büyük meydanında halkın ve kameraların önünde kırbaçlanan genç kızın yerine koyup bakmak lazım olaylara.

 

Ve bu kizlarimiz ne yazik ki Türbanli kizlarimiz Dini bütün kizlarimiz.. kapali kizlarimiz laiklikten birhaber kizlarimiz...LAIK´LIK ADINA BU SAPKINLIK DAHA NIYE.. Orda laiklik var mi?

 

Atatürk ile bu olayin baglantisi var mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Laikliğin versiyonu olmaz. Bunu bir önceki iletimde açıklamıştım.

Bal gibi olur. Ben de daha önce açıklamıştım. Anayasa Mahkemesinin kararı ve CHP’nin Anayasa Mahkemesine bildirdiği Türkiye’nin nev’i şahsına münhasır yapısı gereğince Batıdakinden farklı bir laiklik anlayışını benimsemenin şart olduğuna dair metni bu foruma ben taşımıştım. Hatırlatırım. Bu da baskıcı versiyonu olsa gerektir.

 

Kapatılan yerler var. Kapatılan yerler camiler değil. Tarikatlar. İslamda tarifi yapılmayan ve peygamberin dahi sahip olmadığı "süper yeteneklere" sahip kimselerin yönetiminde siyasi faaliyet gösteren kurumlar.

 

Bu dine değil, dinin siyasi olarak en yoğun kullanıldığı ve istismar edildiği alan olan, şeyhlik şıhlık sistemine müdaheledir.

 

Hem islamiyette ruhban sınıfı yoktur diyorsun, hemde tarikatlerin kapatılmasını dine müdahele olarak mı görüyorsun ?

Kapatılan yerler vardı cümlesi boşuna yazılmış birşey değildir. Bu dine baskı yapılmadı denildiği için o cümle yazılmıştır. Neymiş, en siyasi yerlermiş tekke/zaviye/türbe/tarikat. Ne olacak, siyasi diye kapatmak mı gerekiyor. Şıhlık, şeyhlik sisteminde olmayanlar var mıdır bunların içerisinde. Türbeler dahi kapatılmıştır hatırlatırım. İslamiyette ruhban sınıfı yoktur diyorum ve tarikatlerin kapatılmasını dine müdahale olarak görüyorum hatta ileri gidiyiorum tekkelerin kapatılmasını, türbelerin kapatılmasını böyle görüyorum. Bunların içerisinde yanlış yola girmiş olanlar yok mudur, vardır vardır da bir kirli buzağının bir sürüyü berbat edeceği yer ahırdır bunu da söylemek gerektiğini düşünüyorum...

 

Bende sana Kilise/krallık/burjuva hegemonya paylaşımı gibi bir paylaşımın olmadığı, Kilise/krallık/feodaller arasında hegemonya paylaşımı olduğunu. Burjuvaların hegemonyayı kimseyle paylaşmayıp gerçekleştirdikleri burjuva devrimleri ile tüm hegemonyayı ellerine aldıklarını söylerim.

 

Kilisenin ve kralın hegemonyasının birbirine paralel olarak ortadan kaldırıldığını söylerim.

Tabii ki söyleyebilirsin. Ben de buna katılırım. Lakin, atlama yaparak gitmeyelim derim. Burjuva gelişme aşamasında evvela krallıkların güçlenmesini, feodal beylerin yok olmasını istemiş olamaz mı? Ali Şeriati Kapitalizm adlı şaheserinde bu durumu anladığım kadarıyla şöyle tasvir ediyordu. Burjuva dediğimiz meret ticaretle uğraşan adamlardı. Bunlar bir yerden bir yere giderken her feodal beye farklı vergi ödüyordu, her feodal beyin bulunduğu mekanda farklı kanunlar işliyordu. Krallıklar zayıftı ve feodal beylerin desteğine ihtiyacı vardı. Burjuva feodal beylere karşılık güçlü bir krallığı tek vergi, tek kanun nedenine bağlı olarak destekledi.

Ne kadar basit bir anlatım oldu değil mi? Yani ki feodalite ayrımı ilk elden kalktı. Feodalite zamanında da bu hegemonya paylaşımı ile laiklik arasında tam manasıyla bir sorunun olmadığını söyleyebilirim. Kilise mutlak egemendi dersem inanır mısın? Kralların dahi hakimiyetini belirleyen kilise idi. Devir değişip düzen bozulduğunda yeni yeni ortaya çıkan güç dengesinde feodalite kendini bir çöplükte buldu. Yerine kral/kilise/burjuva geldi. Laiklik konusunda asıl tartışma da bu üçlü arasında cereyan etti. Bu üçlüden iki tanesi de ortadakine cephe alınca laiklik bir sistem olarak uygulamaya koyuldu.

 

Teokrasiye karşı çıktı. Ülkelerin dinle yönetilmesine karşı ortaya çıktı. Laiklik bir felsefedir. Felsefeler, bir kişi veya kişilere, kurumlara karşı olarak ortaya çıkmazlar.

 

Laiklik Fransız devrimi ile "icat" edilmedi. Fransız devriminden sonra iktidara geldi. Bir düşüncenin, bir felsefenin iktidara gelmesi ile ortaya çıkışı aynı zamanda olacak diye birşey yoktur.

Çıkarlar. Felsefeler, kişilerden neşet ederler ve kişinin düşüncesi çoğu zaman geçmiş yaşamının etkisiyle şekillenir. Soyut bir düşünceye göre; devrin en önemli bilginlerinden biri olan xxxx kişi engizisyon tarafından yakılarak kül haline getiriliyor. Onun oğlu olan 12 yaşındaki xxxxx kilisenin yok oluşu üzerine süper düşünceler geliştirebilir ilerde nasıl uygulanacağına dair faraziyeler üretebilir, olmaması gerektiğine dair söylemler geliştirebilir ve sonunda aklı evvel bir devlet adamı da bunu uygulamaya koyabilir. Platon’un erdemliler yönetimi böyle çıkmış olabilir, Prens denilen kitap böyle çıkmış olabilir, Hitler dahi böyle çıkarak nasyonal sosyalist yönetimi oluşturmuş olabilir.

Zaten bir düşüncenin ortaya çıkışı ile yönetime yerleşmesi aynı olacak demiyorum. Diyorum ki; laiklik niye Avrupa’da uygulama buldu, hristiyanlığa karşı niye çıktı. Engizisyon bir etken olabilir mi? Ruhbanların hakimiyetleri ve zenginlikleri bir etken olabilir mi? Bu zenginlik çok önemli bir durumdur aynı zamanda bizim ruhbanları onların ruhbanlarından ayırır. 

Açıkçası kimse böyle düşünmez. Çünkü bir önce ki paragrafla bu dediğinin alakası yoktur. Bir devletin monarşik hanedanının tüm yetkileri elinden alınıp, sadece sembolik olarak kalması, o ülkede ne teokrasi ne de monarşi olduğunu gösterir.

Siz düşünmeyebilirsiniz ama bundan daha alakasız cümleler nedeniyle irticacı olmakla anılır oldum. Zaten bahsini ettiğim yetkiler sembolik olarak kaldı. Mesela 2. Meşrutiyet yönetimine geçildiğinde Osmanlıda da sembolik bir durum meydana getirilmişti. Ülke kendisine mesela Birleşik Krallık diyorsa bu ülkenin krallıkla yönetiliyor olduğunu gösterir mi? Biz de burada hep birşeyi söylüyorduk: bir ülkenini kendisine bir ismi vermesi onu o yapmaz. Bir ülke kendisine İslam Devleti diyorsa bu onun islam devleti olduğunu göstermez.

 

Hemen söyleyeyim mümkün değildir.

Mümkündür. Hemen söylemeseydiniz iyi olurdu.

bekir

Bir ülkenin teokrasi ile yönetilmesi demek belli bir dinin hükümleri doğrultusunda yönetimi demektir. Ancak, bu dine mensup olmayanlara farklı hukuki kaideler konabilir veya aynı hukuka tabi olunabileceği de hüküm olarak konulabilir. Din olarak da illaki İslamı düşünmek doğru değildir.

 

 

Allah Allah, bu nasıl bir şey ya ? Yani senin bahsettiğin ülkede bir vatandaşın, içki içebilmesi, başı açık gezebilmesi için başka bir dine geçmesi mi gerekir ? Madem ki müslümansın, o halde şeriat kurallarına göre yaşayacaksın, uymazsan cezalandırılacaksın. Yok bunu istemiyorsan başka bir dine geç. Bu mu senin kamu haklarını koruma anlayışın dostum

Din olarak islamı ele alalım. Bu dine mensuplar bu dinin gereklerini yerine getirecektirler mensup olmayanlar da kendi dinlerinin gereklerini yerine getirebilirler. Bu islam için böyledir. Pekiyi ben sonda farklı birşey söyledim. Din olarak illaki islamı düşünmek laiklik konusunda bir veriye bizi ulaştırmayabilir. Benim kamu haklarını koruma anlayışıma gelince; yukarda bahsini ettiğimiz şey İslamın bu konudaki uygulamasıdır. Bunu ben değiştiremem, ulemada değiştiremez inancındayım. Ben haddi zatında bir insanın müslümanım dedikten sonra içki içmesine de, dinin görünür kısımlarını yerine getirmemesine de karşıyım da o da ayrı hikaye olsun. Yani ki hem müslümanlığı kabul edip hem başı açık gezeyim (ulan kimse erkeksi bir örnek vermeyecek mi mesela diz üstü şortla falan gezmeden bahsetmeyecek mi yahu) diyenleri hoş gözle görmüyorum. Ne lan bu ya müslüman olun ya olmayın. Ne yardan geçerim ne serden hesabı olur mu? Şaka şaka. (yazıma cevap verdiğiniz son paragrafta 4/4’lük yaşamadığımı belirmiştim ne yar ne ser bu sebeple dikkatle okunsun)

Burayı baştan alalım. Bazı durumlarda şartların değişmesiyle hükmün illeti ortadan kalkacağı için sonuç da değişebilir. Bu hükmün illetinin ortadan kalkmasına bağlıdır. Ancak bazı hükümlerin değişmesi mümkün değildir. Ayetle sabit olan bu hükümler mecburi olarak uygulanacaktır. Verilen iki örnek de devrin kendisine dair verilen örnekler değil bizzat ayete dayanan iki örnektir. Dolayısıyla örtü müslüman kadın için bir mecburiyet içki ise kati surette haramdır. Lakin, islamın ilk yıllarındaki müslüman kadının ayet indikten sonra başını örtmediğine dair bir durum bildiğim kadarıyla yoktur. Yani ki müslüman kadınlara bu sebeple verilmiş bir ceza duymadım. Buna mukabil içki içenlere cezalar verilmiştir. Bugün Türkiye bir islam devleti olsaydı başı açık müslüman kadınlara nasıl bir ceza verilirdi açıkçası bilmiyorum verilir miydi onu da bilmiyorum. Verilmesi gerekir miydi onu düşünürüm. Bir ayetin gereğini yerine getirmeyenlere islam devletinde ceza verilmesi gerekir kanaatindeyim. Bu islam için böyledir. Neticede iki tarafı da en ince ayrıntılarına kadar düzenlemiş bir dinden bahsediyoruz. Bu sebeple bu mu senin kamu haklarından anlayışın derseniz hayır bu değil. Bu islamın anlayışı.

Siz burada ayrı iki dini düşünebilirsiniz. Hristiyanlık veya Yahudilik. Farklı hukuki kaide bu dine inanmayanlara konulabilir demiştik. Yine aynı hukuka tabii olunabileceği de konulabilir demiştik. Bu ikisi İslamın uygulamasıdır. Ancak son cümle olarak illaki islamı düşünmeyin derken bunların ikisinin dışında yollar olabileceği de vurgulanmıştır.

Hiç bu uygulamaları tartışmadan sorucam. Yani 28 Şubat'a kadar laiklik iyi ve güzeldi, 28 Şubat'tan sonra baskı ve zulüm başladı öyle mi ? Dine baskı olarak sürekli 28 Şubat sonrası gelen uygulamaları gösterdiğine göre 28 Şubat öncesi laiklikte bir sorun yok. Tabi o zaman 28 Şubat'tan önce yatıp kalkıp, laikliğe saldıranların derdi neydi onuda tartışıcaz.

Yine cevabın illeti unutulmuş. Bu cevabı ben niye verdim. “Sen bir müslüman olarak Türkiye'de neyi yapamıyorsun” bu soruya karşılık bu cevap verilmişti. O zaman neyden bahsedeceğim, 28 Şubat öncesinde ben müslüman olarak bu ülkede bir yer işgal ettiğimi dahi bilmiyordum. 1980 doğumlu hemen herkes de 28 Şubat’la birlikte müslümanlığının farkına vardı. Kalkıp da 1930’lu yıllarda ne olduğuna veya 1983’lerdeki başörtüsü problemlerine veya 1967-70 arasındaki başörtüsü problemlerine değinebilecek değilim.

 

Hz Muhammed diğer milletleri islama arapça mı çağırdı ?

Ben, Hamidullah Hoca’nın Peygamberimize ait kitabında diğer milletleri yazılmış mektuplarının resimlerini görmüştüm. Arapça idiler. Ezan manevi bir çağrıdır. Elhamdülillah gibi bir sözdür. Allah’u Ekber mistik bir cümledir. Ben, burada ezanın tercümesinin nasıl yapıldığına dair bazı şeyler sordum. Açıkçası Abdülhamit zamanında olmayan birşey olarak neyin yasaklandığını bilmiyorum. Ama yasaklanan metin buysa Abdülhamit yasaklamakta iyi etmiştir. Bu metin insanları namaza çağırırken Türkçeleştiriyoruz diye girişmiş işe, bile isteye büyük bir özenle hem ezanı mistik havasından koparmış ve hemde asıl anlaşılması gereken yerlerini eski halde bırakmış ve hem de Allah büyüktür manasını Tanrı uludura çevirmiştir. Her dinin farklı tanrıları olduğu gibi bazı uygarlıkların onlarca tanrısı olmuştur. Dolayısıyla tanrı yaratıcı demektir. Yine dolayısıyla Allah ismi müslümanların tanrısının ismidir. Ayrıdır. Müslümanların yaratıcısına (diğer dinlere mensup olanları ve olmayanları da o yaratmıştır da o ayrı) müslümanlar Allah diye seslenirler. Yani ki Tanrı uludur diyenler acaba niye Allah büyüktür dememişlerdir. Bunu benden çok iyi bildiklerini sen de ben de çok iyi biliyoruz. Lütfen CYRANO; ezan böyle mi tercüme edilirdi. Allah rızası için sen söyle. Allah’u Ekber: Tanrı uludur diye mi tercüme edilir. Hayye ala`l-felah çevirisi yapılırken felah kelimesi neden kurtuluş olarak çevrilmemiştir sen söyle. Kurtuluş diye bir kelime o zaman yok muydu…Burada gerçekten alangirli bir tavır yok mudur?

 

Evet, laiklik konusunda son derece objektif insanların yazdığı kitaplar

Türkiye’de kimse laiklik konusunda objektif olamaz. Bu sebeple objektif kitap aramak da bulmak da akla pek yatkın değildir. Burada objektiflikten ziyade kanıt sorunu devreye girer. Yalancılık sorunu devreye girer. Mustafa Müftüoğlunun kitaplarında kaynaklar belirgin bir yer tutar. Tahir’Ul Mevlevi ve Necip Fazıla ayrıca değineceğim. E kitap dedim ama görme engelliler için hazırlandığı için biraz sorun yaşıyorum okurken…

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hatirlatma;Allah Kelimesi,Arapca degil Ibranicedir.Tanri kelimesi ise türkcedir.Kuran arapca gönderildi cünkü Muhammed sa.Arapti,"sana Kurani ögrenesin diye Arapca indirdik"tüm dünya müslümanlari Arapca ögrensin diye Arapca gönderilmedi Kuran.Arapca ögretmenin dayatilmasi sonucu iste dünya müslümanlarinin acinacak hali ortadadir özellikle Türkiyede ki müslümanlarin.

Laiklik din degildir,inancta degildir,Laik müslüman olmaz diye bir kaide yoktur.Müslümanligin kendisi Laiktir.Eger gercekten müslümanim diyorsaniz Laik olmaniz gerekir."Dinde zorlama yoktur"

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bal gibi olur. Ben de daha önce açıklamıştım. Anayasa Mahkemesinin kararı ve CHP’nin Anayasa Mahkemesine bildirdiği Türkiye’nin nev’i şahsına münhasır yapısı gereğince Batıdakinden farklı bir laiklik anlayışını benimsemenin şart olduğuna dair metni bu foruma ben taşımıştım. Hatırlatırım. Bu da baskıcı versiyonu olsa gerektir.

 

Eğer batı ülkelerinde de oruç tutmayanları öldürmek, farklı mezhepten olanları yakmak topluca öldürmek, alternatif kutsal kitapları dağıtanların boğazını kesmek, imamları öldürmek, haram sayılanları tükettikleri için şiddet göstermek vs olsaydı, laikliğin uygulaması da ona göre olurdu. Ne sanıyorsun dostum sen ? Her dinin kutsal kitabında emirlere uymayanlara ne ceza uygulanacağı detaylarıyla anlatılıyor mu sanıyorsun ?

 

Dünyada o dinin emirlerine uymayanları yok etmek için silahlanmış milyonlarca hristiyan, budist, anemist militan yok.

 

Kaldı ki Avrupa'da laikliğin kuruluşu, papazların sokaklarda at arabalarının arkasında sürüklenişiyle gerçekleşti.

 

Kapatılan yerler vardı cümlesi boşuna yazılmış birşey değildir. Bu dine baskı yapılmadı denildiği için o cümle yazılmıştır. Neymiş, en siyasi yerlermiş tekke/zaviye/türbe/tarikat. Ne olacak, siyasi diye kapatmak mı gerekiyor. Şıhlık, şeyhlik sisteminde olmayanlar var mıdır bunların içerisinde. Türbeler dahi kapatılmıştır hatırlatırım. İslamiyette ruhban sınıfı yoktur diyorum ve tarikatlerin kapatılmasını dine müdahale olarak görüyorum hatta ileri gidiyiorum tekkelerin kapatılmasını, türbelerin kapatılmasını böyle görüyorum. Bunların içerisinde yanlış yola girmiş olanlar yok mudur, vardır vardır da bir kirli buzağının bir sürüyü berbat edeceği yer ahırdır bunu da söylemek gerektiğini düşünüyorum...

 

Demokrasilerde devletin yasalarından, kanunlarından, bunların belirlediği kuruluş, faaliyet ve seçim usullerine sahip siyasi kurumlara yer yoktur. Kendilerine Allah tarafından verilen yetki ile hüküm süren şartlatanların egemenliklerine Laik sistemde yer yoktur.

 

 

Aynı irade Mason localarını da kapatmıştır. Bütün hristiyan misyonlarını da kapatmıştır.

 

Bütün tarikatlar siyasi odaklardır. Dinle siyaset yapmak Laiklik neresinden çekilip nasıl eğilip bükülürse bükülsün bağdaşmaz.

 

İslamda ruhban sınıfı yoktur. Aynı islamda evliya, şeyh, şıh da yoktur. Tarikatta yoktur. Türbelerde yoktur. Ama bunlar islamın özünde yoktur. Hristiyanlığın özünde papaz bile yoktur. Bırakalım ruhban sınıfını. Ama hem hristiyan hem müslüman ülkelerde kendilerine tanrı tarafından özel yetkiler ve yetiler verilmiş "mübarek" kimsler ve bunlardan oluşan zümreler olmuştur. vardır. Bunlar zamanla oluşup o dine eklenen unsurlardır.

 

 

Tabii ki söyleyebilirsin. Ben de buna katılırım. Lakin, atlama yaparak gitmeyelim derim. Burjuva gelişme aşamasında evvela krallıkların güçlenmesini, feodal beylerin yok olmasını istemiş olamaz mı?

 

Olamaz. Artı faraziyelerle tarih tartışılmaz.

 

Ali Şeriati Kapitalizm adlı şaheserinde bu durumu anladığım kadarıyla şöyle tasvir ediyordu. Burjuva dediğimiz meret ticaretle uğraşan adamlardı. Bunlar bir yerden bir yere giderken her feodal beye farklı vergi ödüyordu, her feodal beyin bulunduğu mekanda farklı kanunlar işliyordu. Krallıklar zayıftı ve feodal beylerin desteğine ihtiyacı vardı. Burjuva feodal beylere karşılık güçlü bir krallığı tek vergi, tek kanun nedenine bağlı olarak destekledi.

Ne kadar basit bir anlatım oldu değil mi? Yani ki feodalite ayrımı ilk elden kalktı. Feodalite zamanında da bu hegemonya paylaşımı ile laiklik arasında tam manasıyla bir sorunun olmadığını söyleyebilirim. Kilise mutlak egemendi dersem inanır mısın? Kralların dahi hakimiyetini belirleyen kilise idi. Devir değişip düzen bozulduğunda yeni yeni ortaya çıkan güç dengesinde feodalite kendini bir çöplükte buldu. Yerine kral/kilise/burjuva geldi. Laiklik konusunda asıl tartışma da bu üçlü arasında cereyan etti. Bu üçlüden iki tanesi de ortadakine cephe alınca laiklik bir sistem olarak uygulamaya koyuldu.

 

Ali Şeriati'nin Kapitalizm adlı kitabında ne yazdığını bilmiyorum. Ancak senin yazdıklarını iddia ediyorsa. Çıkan sonuç Ali Şeriati, Avrupa krallık sistemleri hakkında hiçbirşey bilmiyor demektir.

 

Batı krallıklar ve feodal beyler iki ayrı yapı değildir. Birbirinden ayrılabilecek yapılar değildir.

 

Batı krallıkları, doğru krallıkları gibi, tüm mülke ve egemenliğe sahip olan bir hanedanın egemenliği değildir. Batı krallıkları egemen feodal beylerin ittifakıdır. Tüm beylerin bir ünvanı vardır. Sir, dük, kont, lord vs gibi. En üst ünvana sahip olan beyler arasında diğer beylerin en çok desteğine sahip olanlar kral olur. Ülkesine göre lord ya da dükler.

 

Diğer lordlar, kontların desteği olmadan Kralın sarayının kapısının önünde bile bir yetkisi yoktur. Krallık denilen sistem bizzat feodal beylerden oluşan bir sistemdir. Ve kralın çıkarları diğer feodal beylerin çıkarlarından bir gram bile farklı değildir.

 

 

Kilisenin krallardan üst bir egemenliğe sahip olduğuna ise değinmeye bile gerek yok. Krallar kilise çok canlarını sıktı mı kardinalleri idam eder. hapseder. işkenceden geçirir, papaları zehirlerdi. Ya da çok fazla can sıkarsa İspanya kralının yaptığı gibi ordusuyla vatikanı basar, askerler rahibelere tecavüz eder.Herşey yağmalanır. Papa zincire vurulup sokaklarda dolaştırılırdı.

 

 

 

Zaten bir düşüncenin ortaya çıkışı ile yönetime yerleşmesi aynı olacak demiyorum. Diyorum ki; laiklik niye Avrupa’da uygulama buldu, hristiyanlığa karşı niye çıktı. Engizisyon bir etken olabilir mi? Ruhbanların hakimiyetleri ve zenginlikleri bir etken olabilir mi? Bu zenginlik çok önemli bir durumdur aynı zamanda bizim ruhbanları onların ruhbanlarından ayırır. 

 

Laiklik bir ideoloji olarak Avrupa'da ortaya çıktığında henüz İsa doğmamıştı. Engizisyon ve Ruhban sınıfı ise Avrupa'ya özgü değil.

 

Siz düşünmeyebilirsiniz ama bundan daha alakasız cümleler nedeniyle irticacı olmakla anılır oldum. Zaten bahsini ettiğim yetkiler sembolik olarak kaldı. Mesela 2. Meşrutiyet yönetimine geçildiğinde Osmanlıda da sembolik bir durum meydana getirilmişti. Ülke kendisine mesela Birleşik Krallık diyorsa bu ülkenin krallıkla yönetiliyor olduğunu gösterir mi? Biz de burda hep birşeyi söylüyorduk: bir ülkenini kendisine bir ismi vermesi onu o yapmaz. Bir ülke kendisine İslam Devleti diyorsa bu onun islam devleti olduğunu göstermez.

 

Kimse düşünmez dememin sebebi, Üniversite de yapılan testlerde man sorudur. Aşağı yukarıdakilerden hangisi demokratik bir yönetime sahip olabilir diye.

 

2. Meşrutiyet'e geçilmesi "egemenlik kayıtsız şartsız Osmanlı hanedanınındır" ibaresini değiştirmedi. 2. Meşrutiyet ile, Avrupa'da sembolik olarak var olan krallıkların alakası yok dostum.

 

Mümkündür. Hemen söylemeseydiniz iyi olurdu.

 

 

 

Din olarak islamı ele alalım. Bu dine mensuplar bu dinin gereklerini yerine getirecektirler mensup olmayanlar da kendi dinlerinin gereklerini yerine getirebilirler. Bu islam için böyledir. Pekiyi ben sonda farklı birşey söyledim. Din olarak illaki islamı düşünmek laiklik konusunda bir veriye bizi ulaştırmayabilir. Benim kamu haklarını koruma anlayışıma gelince; yukarda bahsini ettiğimiz şey İslamın bu konudaki uygulamasıdır. Bunu ben değiştiremem, ulemada değiştiremez inancındayım. Ben haddi zatında bir insanın müslümanım dedikten sonra içki içmesine de, dinin görünür kısımlarını yerine getirmemesine de karşıyım da o da ayrı hikaye olsun. Yani ki hem müslümanlığı kabul edip hem başı açık gezeyim (ulan kimse erkeksi bir örnek vermeyecek mi mesela diz üstü şortla falan gezmeden bahsetmeyecek mi yahu) diyenleri hoş gözle görmüyorum. Ne lan bu ya müslüman olun ya olmayın. Ne yardan geçerim ne serden hesabı olur mu? Şaka şaka. (yazıma cevap verdiğiniz son paragrafta 4/4’lük yaşamadığımı belirmiştim ne yar ne ser bu sebeple dikkatle okunsun)

 

Sen karşıysan sen yapmazsın. herkes senin ya da ulemanın ne dediğine göre yaşamak zorunda değil. Dinin emirlerine uyup uymayacağını tabiri caizse o kişinin paşa gönlünün bileceği birşeydir. Bir kimse müslümanlığı kabul edip etmediğini dahi açıklamaya zorlanamaz. Artı müslüman olmanın tek şartı bellidir. Kişiyi müslümanlıktan çıkarcak tek şeyde. Kimse kendini Allah yerine koyup bu anlamda yeni kurallarda üretemez. Bir kişi içki de içse, kumar da oynasa

haram vs de yese, Allah'ın varlığını inkar etmediği sürece müslümandır. Kimin neyi hoş karşılamadığı onun problemidir. Hiç kimse bir diğerinin istediği yaşamaı yaşamak zorunda değildir.

 

Burayı baştan alalım. Bazı durumlarda şartların değişmesiyle hükmün illeti ortadan kalkacağı için sonuç da değişebilir. Bu hükmün illetinin ortadan kalkmasına bağlıdır. Ancak bazı hükümlerin değişmesi mümkün değildir. Ayetle sabit olan bu hükümler mecburi olarak uygulanacaktır. Verilen iki örnek de devrin kendisine dair verilen örnekler değil bizzat ayete dayanan iki örnektir. Dolayısıyla örtü müslüman kadın için bir mecburiyet içki ise kati surette haramdır. Lakin, islamın ilk yıllarındaki müslüman kadının ayet indikten sonra başını örtmediğine dair bir durum bildiğim kadarıyla yoktur. Yani ki müslüman kadınlara bu sebeple verilmiş bir ceza duymadım. Buna mukabil içki içenlere cezalar verilmiştir. Bugün Türkiye bir islam devleti olsaydı başı açık müslüman kadınlara nasıl bir ceza verilirdi açıkçası bilmiyorum verilir miydi onu da bilmiyorum. Verilmesi gerekir miydi onu düşünürüm. Bir ayetin gereğini yerine getirmeyenlere islam devletinde ceza verilmesi gerekir kanaatindeyim. Bu islam için böyledir. Neticede iki tarafı da en ince ayrıntılarına kadar düzenlemiş bir dinden bahsediyoruz. Bu sebeple bu mu senin kamu haklarından anlayışın derseniz hayır bu değil. Bu islamın anlayışı.

Siz burada ayrı iki dini düşünebilirsiniz. Hristiyanlık veya Yahudilik. Farklı hukuki kaide bu dine inanmayanlara konulabilir demiştik. Yine aynı hukuka tabii olunabileceği de konulabilir demiştik. Bu ikisi İslamın uygulamasıdır. Ancak son cümle olarak illaki islamı düşünmeyin derken bunların ikisinin dışında yollar olabileceği de vurgulanmıştır.

 

Medeni ve demokratik dünya da ise, bireyler hiçbir dinin emirlerine uymaya devlet tarafından zorlanamaz. Daha önce örnek verdiğim gibi profilinde ki resim senin idamına sebep olabilirdi. Ve hatta affı olmayan, cehennemden çıkışı olmayan ten günah olan şirk olurdu.

 

Ne değiştide bugün islamcı kanallar çizgi film yayınlıyor diye sormuştum dimi ? Ne değiştide islamın en büyük günahı olan şirk sayılan bir fiil artık sayılmıyor ?

 

 

Yine cevabın illeti unutulmuş. Bu cevabı ben niye verdim. “Sen bir müslüman olarak Türkiye'de neyi yapamıyorsun” bu soruya karşılık bu cevap verilmişti. O zaman neyden bahsedeceğim, 28 Şubat öncesinde ben müslüman olarak bu ülkede bir yer işgal ettiğimi dahi bilmiyordum. 1980 doğumlu hemen herkes de 28 Şubat’la birlikte müslümanlığının farkına vardı. Kalkıp da 1930’lu yıllarda ne olduğuna veya 1983’lerdeki başörtüsü problemlerine veya 1967-70 arasındaki başörtüsü problemlerine değinebilecek değilim.

 

 

 

Ben, Hamidullah Hoca’nın Peygamberimize ait kitabında diğer milletleri yazılmış mektuplarının resimlerini görmüştüm. Arapça idiler.

 

Tüm milletlere çağrılar kendi dillerinde gönderilmiştir. O mektupların fotoğrafını mı çekmişler ? Yoksa o mektupların orjinalleri bulunmuşta bizim mi haberimiz yok ?

 

Ezan manevi bir çağrıdır. Elhamdülillah gibi bir sözdür. Allah’u Ekber mistik bir cümledir. Ben, burada ezanın tercümesinin nasıl yapıldığına dair bazı şeyler sordum. Açıkçası Abdülhamit zamanında olmayan birşey olarak neyin yasaklandığını bilmiyorum.

 

Abdulhamid olmayan birşeyi yasaklamamıştır. Osmanlı'da Türkçe ezanda okunmaktadır ve Abdulhamid olan birşeyi yasaklamıştır.

 

 

Ama yasaklanan metin buysa Abdülhamit yasaklamakta iyi etmiştir. Bu metin insanları namaza çağırırken Türkçeleştiriyoruz diye girişmiş işe, bile isteye büyük bir özenle hem ezanı mistik havasından koparmış ve hemde asıl anlaşılması gereken yerlerini eski halde bırakmış ve hem de Allah büyüktür manasını Tanrı uludura çevirmiştir. Her dinin farklı tanrıları olduğu gibi bazı uygarlıkların onlarca tanrısı olmuştur. Dolayısıyla tanrı yaratıcı demektir. Yine dolayısıyla Allah ismi müslümanların tanrısının ismidir. Ayrıdır. Müslümanların yaratıcısına (diğer dinlere mensup olanları ve olmayanları da o yaratmıştır da o ayrı) müslümanlar Allah diye seslenirler. Yani ki Tanrı uludur diyenler acaba niye Allah büyüktür dememişlerdir. Bunu benden çok iyi bildiklerini sen de ben de çok iyi biliyoruz. Lütfen CYRANO; ezan böyle mi tercüme edilirdi. Allah rızası için sen söyle. Allah’u Ekber: Tanrı uludur diye mi tercüme edilir.

 

Bir caminin minaresinden Tanrı Uludur dendiğinde Yunan tanrılarının kastedildiğini düşünecek var mı ? Başka birşey mi anlayacak dinleyenler ?

 

Hayye ala`l-felah çevirisi yapılırken felah kelimesi neden kurtuluş olarak çevrilmemiştir sen söyle. Kurtuluş diye bir kelime o zaman yok muydu…Burada gerçekten alangirli bir tavır yok mudur?

 

Kurtuluş diye bir kelime de vardı. Saadet diye bir kelime de. ferahlama diye bir kelimede. selamet diye bir kelime de. Refah diye bir kelime de. O "felahı niye kurtuluş diye çevirmediler" diyenlere bir sor bakalım. Kendileri felahı ne diye çeviriyorlar ? Bu kadar kötü niyet ve saptırma olur mu ya ? Tüm kuran çevirilerinde olduğu gibi türkçeye direk çevrilmeyen çok fazla anlam barındıran kelimeler olduğu gibi bırakılır.

 

Ki felâhın ancak üçüncü türkçe anlamı kurtuluştur. Selamet ve saadettir ilk iki türkçe anlamı. Kuranda ise felâh genellikle selamet ve saadet anlamında kullanılır.

 

 

 

 

Türkiye’de kimse laiklik konusunda objektif olamaz. Bu sebeple objektif kitap aramak da bulmak da akla pek yatkın değildir. Burada objektiflikten ziyade kanıt sorunu devreye girer. Yalancılık sorunu devreye girer. Mustafa Müftüoğlunun kitaplarında kaynaklar belirgin bir yer tutar. Tahir’Ul Mevlevi ve Necip Fazıla ayrıca değineceğim. E kitap dedim ama görme engelliler için hazırlandığı için biraz sorun yaşıyorum okurken…

 

Türkiye'de herhangi bir tarikate mensup olmayan, islam karşıtı da olmayan bilim adamları yoktur değil mi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

-http://www.enfal.de/p-mektub.htm-

-http://www.kuranvebilim.com/html2/makaleler/peygamberimizin_teblig_mektuplari.htm-

-http://www.muhammedmustafa.net/veri/resimler/emanetler/peygambermektubu.jpg-

 

Bazılarının orjinalleri hala bulunuyor...Hamidullah Hoca'nın bahse konu kitabında çok teferruatlı bir yer tutuyor mektuplar. Kitaptan bahsettiğime göre kitabın resmini eklemem lazım. Kitap, şu an yanımda değil. Bir kutunun içinde kolilenmiş vaziyette babamgilin yanında duruyor. Çok arzu edilmesi durumunda koli açılır ve kitabı taratarak ekleriz...

 

 

 

Avrupa'da militan falan yok dediğinize göre Türkiye'de farklı bir laiklik uygulanabilir demek istiyorsunuz. Bu durumda laiklik versiyonu olmaz demenin bir manası yok...

 

Bütün tarikatler siyasi odaklıdır demişsiniz. Bugüne kadar böyle bir tespiti kimse yapamamıştır. Türbelerin kapatılmasıyla ilgili Atatürk'le polemik'e giren başka bir adam vardır. Yanlış hatırlamıyorsam devrin milli eğitim bakanıydı. Onun bu konudaki sözleri konuyu sarahatle ortaya koyar. İsteyenler arayıp bulabilirler...

 

 

Ben de bir kişi içki de içse kumar da oynasa, zina da yapsa, faiz de yese müslümanlıktan çıkmaz diyorum. Bir kişi, bir diğerini öldürse yine müslümanlıktan çıkmaz. Ancak, cezalandırılır...Bu ayrımı yapamıyorsanız söyleyecek bir söz yoktur. Konuyu bu saçma noktaya çekmenin manası nedir anlamadım. Ben, onlar müslüman değildir mi dedim. Birinin günahkar olması ayrıdır şirke düşmesi ayrıdır, dinden çıkması ayrıdır. Bazen, şirk, günahkarlık, dinden çıkma birleşebilir o da ayrıdır...

 

Allah bilir derken "islamda mürtedlere verilen ceza vardır" demiştim daha önce. Bunun da dikkate alınması gerekir. Demek ki; kişinin dinden çıkıp çıkmadığını, başka bir dine geçip geçmediğini tespit ederek ceza verilen durumlar varmış, bu da Allah yerine geçmek değil islamın bir hükmünü uygulamakmış...

 

Gelelim Çizgi Film yayınlanması hadisesine. Ne demiştim; hükmün illeti ortadan kalktığında hüküm değişir. Mesela islamın ilk devrelerinde kabir ziyareti yasaktı. Daha sonra illet ortadan kalktığı din anlaşıldığı için kabir ziyareti yasak olmaktan çıkartılmıştır.

 

Putperestlikle mücadele eden ve ilk hedef kitlesini şirkten (Allah'a eş koşmak ve putlara tapınmaktan) korumak/kurtarmak isteyen İslam, canlılara ait heykel ve kabartma resim yapmayı yasaklamıştı. Bu arada çocukların oyuncağı olan küçük heykelcikleri yasaktan istisna etmişti. Daha sonra yine hadislerle gölgesi düşmeyen resimlere de izin verildi. Son yüzyılda bazı alimler, yasaklamanın gerekçesinden hareket ederek "tapınma konusu olmayan, dinlerce kutsal sayılmayan ve müstehcen de olmayan varlıkların heykellerini yapmanın da caiz olması gerektiği" ictihadında bulundular.

Müstehcen veya şirk ve küfür konusu (put vb.) resimler yapmamak şartıyla resim yapmanın caiz olduğu görüşünü tercih ediyorumHz. Peygamber (s.a.) zamanında resim konusunda titiz davranılmış ve yasaklar getirilmiştir. Ancak bu titizlik ve kapsamlı yasaklamanın sebebi, yeni putperestlikten kurtulmuş bir topluluğun temiz inancını (bir tek Allah'a imanını) korumaktır. O devirde resim yapanlar genellikle putların resim ve heykellerini yapıyorlar, yaptıranlar da bunu istiyorlardı

 

Hayrettin Karaman

Resim konusunda islamın farklı uygulamaları olmuştur. Hatırlanacağı üzere bu yasaklama aynı zamanda bizde minyatür sanatının gelişmesine neden olmuştu. Hasılı kişiye çok fazla benzeyen resimler yerine onun minyatürünü çizdiler. Sonraları portre çizimleri de oldu. Hasılı, sanıyorum ki; benim çizgi karakter o zaman olsaydı da bana bir şey yapmazlardı. Ama senin resimler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim 

 

Bir diğer mesele olarak Burjuvazi/Krallık/Feodalite/Kilise meselesine gelirsek. Ali Şeriatinin yanlış söylediğini sanmıyorum benim de yanlış anladığımı sanmıyorum. Bahsini ettiğiniz durum ortaçağ için geçerlidir. Ancak, gerek burjuvanın güç kazanması sürecinde gerekse merkezi krallıkların ortaya çıkması sürecinde feodallerden bir feodal ayrımı ortadan kalkmıştır. Kral/Kilise/Burjuva hegemonya paylaşımı asıl olarak laikliği devlet düzeninde kabulünü sonuçlamıştır…

Gelelim, Abdulhamit’in yasak koyması meselesine. Ben, bu konuyu bilmediğimi belirttim. Abdülhamit’in yasakladığı ezan metni veya yasağa dair bir metin varsa görmeyi temenni ediyorum. Neyi, ne şekilde yasaklamış açıkçası merak ettim…

 

Saygılar…

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Avrupa'da militan falan yok dediğinize göre Türkiye'de farklı bir laiklik uygulanabilir demek istiyorsunuz

 

Farkettim ki fazla iddialı bir söz olmuş. Siz de böyle dememişsiniz tam olarak. Özür diliyorum bu kendini bilmezlik için...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

-http://www.enfal.de/p-mektub.htm-

-http://www.kuranvebilim.com/html2/makaleler/peygamberimizin_teblig_mektuplari.htm-

-http://www.muhammedmustafa.net/veri/resimler/emanetler/peygambermektubu.jpg-

 

Bazılarının orjinalleri hala bulunuyor...Hamidullah Hoca'nın bahse konu kitabında çok teferruatlı bir yer tutuyor mektuplar. Kitaptan bahsettiğime göre kitabın resmini eklemem lazım. Kitap, şu an yanımda değil. Bir kutunun içinde kolilenmiş vaziyette babamgilin yanında duruyor. Çok arzu edilmesi durumunda koli açılır ve kitabı taratarak ekleriz...

 

Avrupa'da militan falan yok dediğinize göre Türkiye'de farklı bir laiklik uygulanabilir demek istiyorsunuz. Bu durumda laiklik versiyonu olmaz demenin bir manası yok...

 

Laiklik bir ilkedir. Bir amaçtır. Bir bilgisayar programı, bir matematik formülü, bir teknik, bir prosedür değildir.

 

Laikliğin amacı, devleti tüm dinlerden bağımsız, tüm dinlere eşit mesafede bir yapıda tutmaktır. Bireylerin devlet gücüyle bir dinin emirlerini yerine getirmeye zorlanmasının, yerine getirmeyenlerin devlet gücüyle cezalandırılmasının önüne geçmektir. Devletin yasaları, yaptırımlarının herhangi bir dinin emirleri ve yasakları merkezli olmasının önüne geçmektir.

 

"Laiklik" diye ayrı bir evrensel yasalar grubu yoktur. Yasalar yapılırken bu ilke baz alınır. Her ülkenin kendi özgün koşulları, bölgesel konjonktür, sahip olduğu dinamikler evrensel ilkelerin farklı biçimlerde uygulanmasını gerektirir. Bu farklı bir versiyon vs değildir.

 

Dediğim gibi batıda da din adına insanların kafası kesilseydi, domuz bağıyla öldürülseydi, dini mirlere uymayanlara katliama varacak kadar şiddet uygulansaydı, milyonlarca silahlı militan dinin emirlerini uygulamak için "savaşsaydı", Kuran dağıtanların gırtlakları kesilseydi, imamlar vurulsaydı, haç takan öğrenciler takmayanlara saldırsaydı, "katli vaciptir" fetvaları verilseydi o zaman, o ülkelerde bunların gerçekleşmemesini sağlayacak önlemler alırlardı.

 

Bütün tarikatler siyasi odaklıdır demişsiniz. Bugüne kadar böyle bir tespiti kimse yapamamıştır.

 

Sen duymamışsındır dostum. Senin bildiğin siyasetin dışında kalan bir tarikat varsa söyle. Bütün tarikatlar siyasi odaklardır. Bu hep böyle olmuştur taa Osmanlı'dan beri. Demokrasilerde, devletin yasalarından, prosedürlerinden, genelgelerinden bağımsız, dinle siyaset yapan bu kurumlara yer yoktur.

 

Türbelerin kapatılmasıyla ilgili Atatürk'le polemik'e giren başka bir adam vardır. Yanlış hatırlamıyorsam devrin milli eğitim bakanıydı. Onun bu konudaki sözleri konuyu sarahatle ortaya koyar. İsteyenler arayıp bulabilirler...

 

Kimin Atatürk'le polemik yaptığı değil dostum referansım.

 

Ben de bir kişi içki de içse kumar da oynasa, zina da yapsa, faiz de yese müslümanlıktan çıkmaz diyorum. Bir kişi, bir diğerini öldürse yine müslümanlıktan çıkmaz. Ancak, cezalandırılır...Bu ayrımı yapamıyorsanız söyleyecek bir söz yoktur. Konuyu bu saçma noktaya çekmenin manası nedir anlamadım. Ben, onlar müslüman değildir mi dedim. Birinin günahkar olması ayrıdır şirke düşmesi ayrıdır, dinden çıkması ayrıdır. Bazen, şirk, günahkarlık, dinden çıkma birleşebilir o da ayrıdır...

 

"ya müslüman olun ya olmayın" başka bir anlama mı geliyor dostum ?

 

Gelelim Çizgi Film yayınlanması hadisesine. Ne demiştim; hükmün illeti ortadan kalktığında hüküm değişir. Mesela islamın ilk devrelerinde kabir ziyareti yasaktı. Daha sonra illet ortadan kalktığı din anlaşıldığı için kabir ziyareti yasak olmaktan çıkartılmıştır.

 

Şirk illeti mi ortadan kalktı ? Canlı tasvir etmek neden yasaktı ? "Allah'ın yaratma gücüne ortak olmaya çalışmak" olduğu için.

 

"kim resim yaparsa, Allah onu Kıyamet günü, yaptığı resim sebebiyle, onlara ruh üfleyinceye kadar azab eder. Hiçbir zaman da ruh üfleyici değildir."

 

Ben burada ne putperestlikle ne de güncel bir konuyla ilgili yasak görmüyorum. Bu anlamda hangi illet kalkmış ortadan ?

 

Putperestlikle ilgili olan yasak canlı tasviri bulundurmaktır. Putperestlik kalmamıştır. Ama canlı tasviri bulundurma yasağı sürmektedir. Sen canlı tasviri bulunan bir odada namaz kılabilir misin ? O namaz sayılır mı ?

 

 

 

Resim konusunda islamın farklı uygulamaları olmuştur. Hatırlanacağı üzere bu yasaklama aynı zamanda bizde minyatür sanatının gelişmesine neden olmuştu. Hasılı kişiye çok fazla benzeyen resimler yerine onun minyatürünü çizdiler. Sonraları portre çizimleri de oldu. Hasılı, sanıyorum ki; benim çizgi karakter o zaman olsaydı da bana bir şey yapmazlardı. Ama senin resimler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim 

 

Ben Osmanlı'yı sormadım dostum. Osmanlı kardeş katline de fetva bulmuştu smile.gif

 

Bir diğer mesele olarak Burjuvazi/Krallık/Feodalite/Kilise meselesine gelirsek. Ali Şeriatinin yanlış söylediğini sanmıyorum benim de yanlış anladığımı sanmıyorum. Bahsini ettiğiniz durum ortaçağ için geçerlidir. Ancak, gerek burjuvanın güç kazanması sürecinde gerekse merkezi krallıkların ortaya çıkması sürecinde feodallerden bir feodal ayrımı ortadan kalkmıştır. Kral/Kilise/Burjuva hegemonya paylaşımı asıl olarak laikliği devlet düzeninde kabulünü sonuçlamıştır…

 

Dostum şöyle yapalım. Sen bana Kral/Kilise /Burjuva hegemonya paylaşımına örnek bir ülke göster.

 

Merkezi krallıkların ortaya çıkması ile burjuvazinin güç kazanması arasında yüzyıllar vardır. Merkezi krallıklar ise silah tekniklerinde ki ilerlemelere bağlı olarak merkezi ordu ihtiyacıyla ortaya çıkmıştı. Burjuvazi sanayi devriminden sonra güç kazanmaya başlamıştır. Bujuvazi güç kazandıkça hem feodalizm hem krallık hemde kilise aynı oranda güç kaybetmiştir. Burjuvazi hegemonyasını ne feodallerle, krallarla ne de kiliseyle paylaşmıştır. Bütün burjuva devrimleri aynı zamanda krallığa karşı verilen savaştır. Burjuva devrimlerinin gerçekleştiği ülkelerde krallar ya idam edilmiş, ya sürgüne gönderilmiş, ya da bütün hegemonyası ve yetkileri elinden alınıp, ülkenin birliğini sağlayacak bir moral unsuru olarak varlığına izin verilmiştir. Ama hiçbirinde burjuvaların kralla hegomonya paylaşımı gibi bir durum olmamıştır.

 

Ortaçağda da , merkezi krallıkların ortaya çıktığı dönemde de, burjuvazi güçlenirken de, krallık feodal ittifaktan başka birşey değildir. Tabi aksi örneklerini verebilirsin.

 

İster ortaçağda ister merkezi krallıklar döneminde, kral hanedanı o ülkenin en zengin ve güçlü (o zamanlar para ve toprak zenginliğine dayalı güçle övünmek muteber olmadığı için "en soylu" ifadesi kullanılırdı) feodal ailesidir. Ve tabii başka bir feodal aile, kral ailesini tahttan indirip yerine geçebilirdi. Bu diğer zengin ve güçlü feodal ailelerin destekleyip desteklememesine bağlıydı.

 

 

Gelelim, Abdulhamit’in yasak koyması meselesine. Ben, bu konuyu bilmediğimi belirttim. Abdülhamit’in yasakladığı ezan metni veya yasağa dair bir metin varsa görmeyi temenni ediyorum. Neyi, ne şekilde yasaklamış açıkçası merak ettim…

 

Saygılar…

 

"Gel Şehzadebaşı'ndaki sakin kahveler. Direklerarasındaki kıraathaneler... Biri söylerse öbürü dinler. Akşam da oldu ikindi, mumlar şamdanlara dikildi. Şerefeye çıkmış müezzinler, Kıble tarafına dönüp ellerini yüzlerine örtüp ince ince ezan okumaya başladılar: Yoktur tapacak / Çalabdır"

 

1885 yılında İstanbul'u ziyaret eden Macar yazar Ignaş Kunoş'un 1926 yılında İstanbul Üniversitesi'nde o yıla ait Osmanlı izlenimlerini anlattığı konferanstan.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Laiklik bir ilkedir. Bir amaçtır. Bir bilgisayar programı, bir matematik formülü, bir teknik, bir prosedür değildir.

 

Laikliğin amacı, devleti tüm dinlerden bağımsız, tüm dinlere eşit mesafede bir yapıda tutmaktır. Bireylerin devlet gücüyle bir dinin emirlerini yerine getirmeye zorlanmasının, yerine getirmeyenlerin devlet gücüyle cezalandırılmasının önüne geçmektir. Devletin yasaları, yaptırımlarının herhangi bir dinin emirleri ve yasakları merkezli olmasının önüne geçmektir.

 

"Laiklik" diye ayrı bir evrensel yasalar grubu yoktur. Yasalar yapılırken bu ilke baz alınır. Her ülkenin kendi özgün koşulları, bölgesel konjonktür, sahip olduğu dinamikler evrensel ilkelerin farklı biçimlerde uygulanmasını gerektirir. Bu farklı bir versiyon vs değildir.

 

Dediğim gibi batıda da din adına insanların kafası kesilseydi, domuz bağıyla öldürülseydi, dini mirlere uymayanlara katliama varacak kadar şiddet uygulansaydı, milyonlarca silahlı militan dinin emirlerini uygulamak için "savaşsaydı", Kuran dağıtanların gırtlakları kesilseydi, imamlar vurulsaydı, haç takan öğrenciler takmayanlara saldırsaydı, "katli vaciptir" fetvaları verilseydi o zaman, o ülkelerde bunların gerçekleşmemesini sağlayacak önlemler alırlardı.

Burada bir sorun yok. Her ülke kendine has laiklik anlayışını uyguluyormuş. Bizde ki baskıcı olan kısmı. Nev’i şahsına münhasır laiklik...

 

Sen duymamışsındır dostum. Senin bildiğin siyasetin dışında kalan bir tarikat varsa söyle. Bütün tarikatlar siyasi odaklardır. Bu hep böyle olmuştur taa Osmanlı'dan beri. Demokrasilerde, devletin yasalarından, prosedürlerinden, genelgelerinden bağımsız, dinle siyaset yapan bu kurumlara yer yoktur.

Siz, o dönem içerisindeki bütün tarikatleri sayabilirseniz ben de siyasi odaklı olmayan veya siyasetin dışında kalmayan var mı bakarım..Madem hepsini biliyorsunuz inceleriz...

Bu arada Atatürk’le tartışan kişi değildir referansım demişsiniz. Ben de onu referans olarak alın demedim. Türbelerin kapatılmasıyla ilgili bazı tespitleri olmuş, İsmet Paşa tarafından uyarılmış 8-10 yıl sonra ben sana hepsini veririm diyerek susturulmuş bir zat vardır...Türbelerin dahi “tamamının” kapatılması hadisesinden bahsetmek istemiştim...

 

"ya müslüman olun ya olmayın" başka bir anlama mı geliyor dostum ?
Ne lan bu ya müslüman olun ya olmayın. Ne yardan geçerim ne serden hesabı olur mu? Şaka şaka. (yazıma cevap verdiğiniz son paragrafta 4/4’lük yaşamadığımı belirmiştim ne yar ne ser bu sebeple dikkatle okunsun)

Tamamı o metnin budur. Böyle bir saçmalık da ayıp olmaktadır. CYRANO, böyle bir saçmalığı senden beklemezdim. Ben, zaten daha önce Türkiye’de islam adına neyi yaşayamıyorsun gibi bir kıstırma (çabası) sorusuna verdiğim cevapta zaten 4/4’lük bir müslümanlık yaşamadığımı belirtmiştim. Hem onu söyleyip hem de böyle bir şey söylediğimde benim müslüman olmamam gibi bir sonuç ortaya çıkmaz mı? Dahası orda şaka şaka diye yazılan bir metin var. Ve daha dahası hemen arkasında İslamın yaklaşım tarzını ayrıca ortaya koyduğumuz bir metin var.

 

 

 

Gel Şehzadebaşı'ndaki sakin kahveler. Direklerarasındaki kıraathaneler... Biri söylerse öbürü dinler. Akşam da oldu ikindi, mumlar şamdanlara dikildi. Şerefeye çıkmış müezzinler, Kıble tarafına dönüp ellerini yüzlerine örtüp ince ince ezan okumaya başladılar: Yoktur tapacak / Çalabdır"

 

1885 yılında İstanbul'u ziyaret eden Macar yazar Ignaş Kunoş'un 1926 yılında İstanbul Üniversitesi'nde o yıla ait Osmanlı izlenimlerini anlattığı konferanstan.

Son olarak Abdulhamit’in yasaklamış olmasına dair eklediğiniz metin pek uymamış gibi geldi. Hele de Yoktur Tapacak diye ezana başlamak hiç uymamış gibi...Bilmiyorum...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.