Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Allah varsa nerdedir?


Diana_x

Önerilen İletiler

O arkadaşta aynen bu iddada bulunmuştu..

Bende o halde ıspatını yazıver bir zahmet dedim..

DNA dan öteye geçemedi..

Sen anlatırmısın DNA yı sayın bilimselci..

Bana o dağlar kadar farkı detaylı bir şekilde gösterebilirmisin..?

Saygılar..

 

DNA yı anlatayım sayın Kral ama ;

Böyle bir istemin, konuyu asıl gayesinden uzaklaştırmış olmazmı ?

Bak ben ne diyorum:

Yaşamımıza giren binlerce mefhum var. Kabullendiklerimizin hemen hepisi deneysel ispatlı.

Senin kabullendiğin binlercesi ise madde ile ilişkisi olmayan hayal mahsulü bilgiler.

Konunun özü bu. Konu dışına çıkma çabalarını anlayamıyorum.

 

Bilim, dev adımlarla gelişme aşamasında.

Elbette günümüz için ispatlayamadığı, yada ispatlanma aşamasında olgular olacaktır.

Daha düne kadar canlılarda alleller, genler ve DNA biliniyormu idi ki ?

Bilimsel açıklamalar/çalışmalar olmasa idi "DNA oluşumunu açıklayın" diye bizlere sorabilecekmiydin ?

Burasını biyoloji dersine çevirmemizin kime ne yararı olacak ki ?

 

Madem çok istiyorsun, DNA nın oluşum açıklamasına RNA kuramından girelim :

Biliyoruz ki, DNA (deoksiribo nukleik asit) RNA’nın(ribo nukleik asit) farklılaşması sonucu meydana gelmiştir. Bura da anlatılması gereken de RNA’nın oluşumudur.

RNA da tıpkı DNA gibi baz çiftlerinden meydana gelmiştir.

Oluşan bu baz çiftleri dimerler (di=iki, mer=yapı, parça) arası bağ teşekkülü mantığına dayanır.

RNA’ya form kazandıran ise bazların kimyasal bağlarının kurduğu açı ve koordinasyonlardır.

 

Bağlar nasıl sağlanmıştır :

Bağlar çeşitlerine göre farklı enerji ihtiyaçları doğrultusunda farklı pozisyonlarda birbirine tutunurlar.

Bu bağ konumları, maddenin ihtiyacına göre teşekkül eder.

Örneğin, bildiğimiz gibi DNA çift sarmallıdır.

Replikasyonu (eşlenip kendini çoğaltması) için bu helikal(sarmal) yapının, yani her iki ipliğin ilk önce birbirinden ayrılması, daha sonra(işlevini tamamladığında) tekrar aynı konumuna geri dönmesi gerekir.

Bu nedenle, DNA nın bu her iki ipliğini bir arada tutan bağın son derece zayıf olması gerekir(hidrojen bağları).

 

Hidrojen bağları nasıl oluşmuştur :

DNA, yada hücresel boyuttaki birimler için kurulan bağ'a gerekli olan enerji büyük bir rakamla ifade edilmektedir.

İlk yaşam'ın oluşumunda, bol miktarda statik elektriğin organik maddeleri birbirine bağladığı,

hatta organizmal reaksiyonlar verdiği, laboratuarlarda deneysel olarak ispatlanmıştır.

Sonuç olarak, statik elektriğin organik maddeler üzerinde bağlayıcı ve birleştirici özelliği hafife alınmayacak kadar büyüktür.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 343
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Sevgili Bilimselci benim aradığım DNA yada RNA nın yapısı değil..

Zaten bunların bir kısmını biliyorum bilmediklerimide bir tuşla bulabilirim..

Yukarda DNA ve RNA nın yapısını ve etkileşimlerini anlatmışsın..

La bohame sudan ve şimşekten bahsederek DNA yı oluşturmuştu..

Sizde elektrik ve organik maddeden hidrojen bağı oluşturdunuz..

Buradaki hidrojen bağı nedir biliyormusun..

Daha doğrusu organik madde nedir biliyormusun..?

Bu organik madde nasıl oluşmuştur..

Her neyse gide gide atoma gideceğiz..

Özetle maddede akıl yokken bunlar nasıl olmuş...?

Çünkü kademe kademe mükemelliğe gidiş var..

Hemde hiç şaşmadan..

 

 

 

Saygılar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

yaratılışçı düşüncede olmayan kişiler bunu madde ezeli ve ebedi olamaz diye açıklıyor.

sen ben ve bizim gibi düşünen bilinçler ise bunun bir yaratanın eseri bu yaratanın da allah olduğunu düşünüyoruz.

ama hiçbir vakit zannediyorum ki bu iki görüş de kendisini kesin olarak kanıtlayamayacak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

La bohame sudan ve şimşekten bahsederek DNA yı oluşturmuştu..

 

Bunda itiraz edilecek bir nokta göremiyorum. Yaşamın oluşması süreci herşeyden önce yerkürenin soğuması ile başladı. Böylece göller ve denizler meydana geldi. Yerkürenin ısısı ve sürekli çakan şimşekler yüzünden basit organik moleküller karmaşık proteinlere dönüştü ve yeryüzü protein çorbası denilen alanlar ile doldu. Bu aşamadan sonra DNA nın oluşması bir laboratuar koşulunda birkaç saatlik bir deneyle mucize gibi gelebilir ancak milyarlarca yıl ve milyonlarca kilometrekarelik bir alan söz konusu olduğu zaman pek de mucize gibi durmaz. Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Bilimselci benim aradığım DNA yada RNA nın yapısı değil..

Zaten bunların bir kısmını biliyorum bilmediklerimide bir tuşla bulabilirim..

Yukarda DNA ve RNA nın yapısını ve etkileşimlerini anlatmışsın..

La bohame sudan ve şimşekten bahsederek DNA yı oluşturmuştu..

Sizde elektrik ve organik maddeden hidrojen bağı oluşturdunuz..

Buradaki hidrojen bağı nedir biliyormusun..

Daha doğrusu organik madde nedir biliyormusun..?

Bu organik madde nasıl oluşmuştur..

Her neyse gide gide atoma gideceğiz..

Özetle maddede akıl yokken bunlar nasıl olmuş...?

Çünkü kademe kademe mükemelliğe gidiş var..

Hemde hiç şaşmadan..

Saygılar..

SENİN DEDİKLERİNE ANCA GÜLERİM SEN DÜŞÜNMÜYORSUN GERÇEKTENDE DÜŞÜNMÜYORSUN.Çünkü düşünürsen ilk canlı oluşumununda herşeydi allah tarfında yaratılıdğını öğrenirsin.

soru1= o şimşek o su nasıl oluştu.Şimşeğin oluşması için bulutların birbiriyle sürtünmesiyle olmalı.bulutların oluşması için suyun buharlaşması gerek.Suyu buharlaştıran bir ısı gerek.Isığın gerekmesi için bir enerjinin gerek enerji var ise bu enerjinin var olması gerek o zaman bu enerjii kim oluşturdu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bunda itiraz edilecek bir nokta göremiyorum. Yaşamın oluşması süreci herşeyden önce yerkürenin soğuması ile başladı. Böylece göller ve denizler meydana geldi. Yerkürenin ısısı ve sürekli çakan şimşekler yüzünden basit organik moleküller karmaşık proteinlere dönüştü ve yeryüzü protein çorbası denilen alanlar ile doldu. Bu aşamadan sonra DNA nın oluşması bir laboratuar koşulunda birkaç saatlik bir deneyle mucize gibi gelebilir ancak milyarlarca yıl ve milyonlarca kilometrekarelik bir alan söz konusu olduğu zaman pek de mucize gibi durmaz. Saygılar.

Senin dediğine geleyim seninde iki çift lafım var yeryüzü soğudu dedin.O yeryüzünün oluşmasını kim sağladı?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

SENİN DEDİKLERİNE ANCA GÜLERİM SEN DÜŞÜNMÜYORSUN GERÇEKTENDE DÜŞÜNMÜYORSUN.Çünkü düşünürsen ilk canlı oluşumununda herşeydi allah tarfında yaratılıdğını öğrenirsin.

soru1= o şimşek o su nasıl oluştu.Şimşeğin oluşması için bulutların birbiriyle sürtünmesiyle olmalı.bulutların oluşması için suyun buharlaşması gerek.Suyu buharlaştıran bir ısı gerek.Isığın gerekmesi için bir enerjinin gerek enerji var ise bu enerjinin var olması gerek o zaman bu enerjii kim oluşturdu

 

Sevgili eskiya sanırım yanlış iletileri alıntı yapıyorsun..:)

Kime karşı ileti yazacaksan onun iletisini alıntı yapacaksın..:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ESKIYA

peki tanrinin yaraticisi KIM???

Tanri nasil olusturmus canliyi

Ama insani degil

molekulleri

DNA'yi

Aminoasitleri

Nukleotidleri

Size doğruları söyledim bütün o dedikleriniz bir hiç kaldı kalkıp ALLAHI YARATAN VAR DİYORSAN YOK.Allah Yaratılmamıştır. O Hep Var Ve Var Olacaktır. Önceden Ne Yaptığına Gelince Allah Ötelerinin Ötesi. Ötesinin,Ötesidir. O Anlaşılmaz , İdrak Edilemez.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cok basit bir soru sayin kral size

Hamuru niye mayalariz????

Evet neden mayalanma gereği duyar?...

Ya da boza diyelim....

Tabiki bizler bunu bilimsel anlamda açıklayabiliriz ve üretebiliriz ama...

Önce bunu tarihine bakarsak çok ilgin bir bulguya ve sonuca ulaşırız...

M.Ö. I ci yüzyılda yaşayan Romalı doğa bilimci Plinius, Galyalı ve İberyalıların bira köpüğü (yani mayalanma esnasında yüzeyde toplanan maya) ekleyerek yaptıkları ekmeklerin hafif olmalarıyla ün kazandıklarını yazıyordu.

Örneğin;Maya, tek hücreli canlılar grubundan olup, “Saccharomyces Cerevisiae” suşunun saflaştırılması sonucu elde edilir... Ve maya hücreleri yuvarlak veya oval şeklinde olup, boyutları 2-3 µm ile 20-50 µm arasında değişir. 1 gr yaş maya yaklaşık 10 milyar hücre içerir.

Açıkçası sevgili la_bohéme...

Maya ile ilgili ilk bilimsel çalışmaların başlaması, Hollandalı Antoine van Leeuwenhoek’un mikroskobu keşfettiği yıllara dayanır. Ancak kaşif, o zamanlar, aralarında mayaların da bulunduğu mikro organizmaları "hayvancıklar" adı altında toplamaktan ileri gidememişti.

Araştırmacıların birada mevcut olan organizmaların, tomurcuklanma yoluyla üreyen ve alkolün oluşmasına yardımcı olan canlı bitkiler olduğunun anlaşılması için 1837 yılını beklemek gerekecektir. Pasteur, mayalanmaya canlı organizmaların neden olduğunu ve bu dönüşümden sorumlu ajanların mayanın hücresinde bulunduğunu kanıtlamıştır. Pasteur, daha sonra, mayanın oksijensiz ortamlarda da yaşayabildiğini, oksijenli ortamda çoğaldığını, oksijensiz ortamda ise mayalanmaya neden olduğunu kanıtlamıştır.

Bunlar bilimsel gerçeklerdir...

Ve bilimsel olarak (Kimya bir bilim dalıdır) maya üretilebilmektedir....

Fakat burada olayın farklı bir boyutu ortaya çıkmaktadır..

İlahi tarafı...

Yani bu ilahi bir şekli ile ve büyük bir mücize ile oluşmuştur ve ilahiyatı yaşamın gerçeği gören sevgili arkadaşlarımız dini kitaplarında mutlaka bununla ilgil birşeyleri vardır çantalarında / yoksa bile birşekli ile zaman içerisinde kendi mantıklarına göre üretilir/üretilebilir... (neden gerek duyarlar hala anlamış değilim üstelik)

Tabiki biraz olayın felsefik tarafını anlayabilenler veya birazcık uzaktan yakından ilgili olanlar sevgili la_bohéme'i sorgusunda gayet iyi anlayabilir ve mutlaka mantıklı açıklamalar ortaya sunabilir...

Sonucun böyle olması gerektiğine olan inancımı ise herzamanki gibi hiç kaybetmeden..

Dost sevgilerimle...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evet neden mayalanma gereği duyar?...

Ya da boza diyelim....

Tabiki bizler bunu bilimsel anlamda açıklayabiliriz ve üretebiliriz ama...

Önce bunu tarihine bakarsak çok ilgin bir bulguya ve sonuca ulaşırız...

M.Ö. I ci yüzyılda yaşayan Romalı doğa bilimci Plinius, Galyalı ve İberyalıların bira köpüğü (yani mayalanma esnasında yüzeyde toplanan maya) ekleyerek yaptıkları ekmeklerin hafif olmalarıyla ün kazandıklarını yazıyordu.

Örneğin;Maya, tek hücreli canlılar grubundan olup, “Saccharomyces Cerevisiae” suşunun saflaştırılması sonucu elde edilir... Ve maya hücreleri yuvarlak veya oval şeklinde olup, boyutları 2-3 µm ile 20-50 µm arasında değişir. 1 gr yaş maya yaklaşık 10 milyar hücre içerir.

Açıkçası sevgili la_bohéme...

Maya ile ilgili ilk bilimsel çalışmaların başlaması, Hollandalı Antoine van Leeuwenhoek’un mikroskobu keşfettiği yıllara dayanır. Ancak kaşif, o zamanlar, aralarında mayaların da bulunduğu mikro organizmaları "hayvancıklar" adı altında toplamaktan ileri gidememişti.

Araştırmacıların birada mevcut olan organizmaların, tomurcuklanma yoluyla üreyen ve alkolün oluşmasına yardımcı olan canlı bitkiler olduğunun anlaşılması için 1837 yılını beklemek gerekecektir. Pasteur, mayalanmaya canlı organizmaların neden olduğunu ve bu dönüşümden sorumlu ajanların mayanın hücresinde bulunduğunu kanıtlamıştır. Pasteur, daha sonra, mayanın oksijensiz ortamlarda da yaşayabildiğini, oksijenli ortamda çoğaldığını, oksijensiz ortamda ise mayalanmaya neden olduğunu kanıtlamıştır.

Bunlar bilimsel gerçeklerdir...

Ve bilimsel olarak (Kimya bir bilim dalıdır) maya üretilebilmektedir....

Fakat burada olayın farklı bir boyutu ortaya çıkmaktadır..

İlahi tarafı...

Yani bu ilahi bir şekli ile ve büyük bir mücize ile oluşmuştur ve ilahiyatı yaşamın gerçeği gören sevgili arkadaşlarımız dini kitaplarında mutlaka bununla ilgil birşeyleri vardır çantalarında / yoksa bile birşekli ile zaman içerisinde kendi mantıklarına göre üretilir/üretilebilir... (neden gerek duyarlar hala anlamış değilim üstelik)

Tabiki biraz olayın felsefik tarafını anlayabilenler veya birazcık uzaktan yakından ilgili olanlar sevgili la_bohéme'i sorgusunda gayet iyi anlayabilir ve mutlaka mantıklı açıklamalar ortaya sunabilir...

Sonucun böyle olması gerektiğine olan inancımı ise herzamanki gibi hiç kaybetmeden..

Dost sevgilerimle...

Çok güzel anlatın ama eksik anlatın neden dersen.Bir hamur yazın yoğurunca sıcak olduğunda bakterilerin enzim yapısını etkiliyor.Bende sıcak sudan kaçınırımki zaten hava sıcak birde sıcak su verirsem mayalanmadan kulanılan bakterilerin enzim yapısını bozarım böylelikle yoğurdum hamur kabarmaz.kışın ise sıcak su veririm kışın hava soğuk mayada bakteride bulunan enzimler soğuk olduğundan enzimleri çalışmaz.Ve bu nedenle sıcak su veririm hamurumun enzimleri çalıştırır.Tekrar böylelikle benim hamurum ekşime yapabilir.Ekşime yapması o bakterinin çoğlmasında.Bir bilimsel açıklamadan en çok üreyen canlı bakterileirdir.Ne kadar çok maya bakterisi artarsa o kadar çok benim hamurum ekşime yapar.Mesela yağmur yağdığında ve yağmur dindiğin ortamda bir koku gelir.BU toprak kokusu değil yağmur yağınca ideal sıcaklığı sağlar böylelikle yağan yağmurda su ile enzimleri çalışır böylelikle bakteri çoğalmaya başlar .Ve bu üreme o kadar hızlıdırki etrafa bir koku yayılır bu toprak kokusu değil bakterileleirn çoğalmasından çıkar.Bu bilimsel bir kanıtır.liselerde biyoloji dersinde veriliyoda.Bu şekli düşününce mükeemel bir tasarım olduğunu görürüz.Biyolji kitapları açın ilk önce enzim konusunu ve daha sonra bakterileri okuyun.Tabiat bir döngü halindedir bu döngü kusursuz bir tasarımdan başka bişi değil.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

hımmm... Bu açılan forum hakkında şöyle bir şey desem, kimin ne bildiği yada kimin ne bilmediği çok basit bir şekilde ortaya konur sanırım... Herkes, ancak anlayabildiği kadarına inanır... yada çok mu basit oldu bu? ben en iyisi kimin nasıl algıladığına başka küçük bir örnek vereyim...

 

"Ete Kemğe Büründüm, Yunus Diye Göründüm"

"Ene'l Hak = Ben Hakk'ım"

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Herkez eger anliya bildiginden daha fazlasini ogrenmek isterse...Ne olur????

Arkadaşım ister Müslüman olun, ister Hıristiyan olun, ister Yahudi olun, ister Ateist olun... Kim ne olursa olsun, dünyada insanlar için değişmeyen tek gerçek vardır, o da ikiz bile olsa, hiç bir insanın, alıgılama kapasitesinin, algılama yeteneginin, anlamlandırabilme yeteneğinin yada kısaca zekasının işlerliğinin aynı seviyede olamayacağıdır... Yani sen bildiğinden fazlasını tabii ki bilebilirsin, çünkü insan zihni kabına sığmayan bir yapıdadır... düşünün, avucunuzun içine aldığınız küçüklükteki bi insan beyni, uzayın sonsuzluğunu düşünebilmektedir yada bilebilmektedir değil mi? İnsan beyni öğrenebildiği her şeyi öğrenmeye ayarlanmıştır... Ancak bide apayrı olarak "Anlama" yada "Anlamlandırabilme" vardır... İşte herkesin anlama yeteneği aynı değildir... Sen eğer Ateizme inanıyorsan, ancak o kadar anlayabildiğin için, varoluşa sadece o anlamı YÜKLEYEBİLDİĞİN için Ateistsin. İşin aslı budur yani... Kimseyi inancında dolayı sorgulayamazsınız... Atatürk en başta söylemiş "Din bir Vicdan meselesidir"... Ama bundan öte anlayışlarda var tabi... Ama esas söylemek istediğim şu, Bildiğinden fazlasını öğrenebilirsin, ancak Anlayabildiğinden fazlasını kesinlikle anlayamazsın... Tasavvufta anlamak kademe kademedir... Ve anlamanın temeli, insanın öncelikle kendini anlamasıdır... İnsanın tek kavgası kendisi ile olan kavgadır ve bu kavgadan yengi ile çıkmadıkça, hiç bir kavgadanda yengi ile çıkmazsınız... Anlamak kademe kademedir dedik ya, en son kademe anlamanın sınırsızlığa ulaştığı kademedir... Yani Nesimi'nin yada Hallac-ı Mansur'un "Ene'l Hakk" dediği kademedir anlatabildim mi? Maddenin birde Manevi yada Işınsal karşılığı var, Maddesel sonsuzluk Uzaydır, Işınsal sonsuzluk Cebrail (Cibril) yani Akıldır... İster inanın, ister inanmayın; Ruhun doyması gerektiğine inanan her insan mutlaka bir yaratıcıya inanır ve ruhsal dinginliğini (eğer özü kavramışsa), kendisini o yaratıcıya ulaşmaya adayarak sağlar... O yüzden gerçek bir İnanan (İslam'a göre Mü'min) (illa ki Müslüman olmasa da) öncelikle kendisi ile olan kavgasını halletmiştir ve öylelikle kimse ile kavga etmeye girişmez, kimsenin inancı ile bi alıp veremediği olmaz... Ama Ateizim öncelikle ruhsal ihtiyacı zaten mantıksız bulmaktadır ve bu hiç bir ateist'in o dinginliğe ulaşabilmesini sağlamamaktadır o yüzden. Ateistlere göre zihinsel dinginlik ancak psikoloji ile açıklanabilir... Oysa ki psikoloji "Huzur"u bir dengeye oturtamamaktadır? Öz olarak demek istediğim, benliğinin farkında olmayan (ki bu -benlik- biyolojik benlik, yada batı felsefelerindeki Hümanizmdeki insan benliği veya freud'un id,ego,süper ego'su ile falan alakalı değildir) ve bu benliği aşamayan hiç bir insan Anlayabildiğinden fazlasını anlama çabasında hiç bir zaman başarısız olmaktan öteye gidemezler... Bu İnananlar içinde geçerlidir, inanmayanlar içinde... Bu sayfalarca kitap okuma yada bilgi sahibi olma meselesi değildir... İnsan elbette okumalı, her şeyi bilmeli, ancak insan her şeyden önce "Anlamalıdır" ve "Anlama Çabasında Olmalıdır". Bir bilgi birikimini yermek kadar kolay bişey yoktur... Her bilgi, her din, her inanç, her felsefe birbirini çok kolay yerebilir, ama hepsi birbirini anlama çabasından özellikle kaçınır... Çükü tek haklı olarak kendisini görür... Bu özellikle Ateizm için geçerlidir. Ateizm için, Ateizmden başka gerçeklik yoktur... Bu konuda belkide en bencil yaklaşım Ateizmdir... Oysa ki, dikat edin, herkes kendi haklılığı için savaşmaktadır, kısaca "Herkes Haklıdır"... Bunun nedeni mi ne? niye mi herkes Haklı? Hepsi "Bir" çünkü...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bir insan bir dine mensup doğamaz...

 

olsa olsa bir dine mensup ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir ama bu kesinlikle bir dine ait olduğu anlamına gelmez.

 

seçimler ise akıl belli bir seviyeye ulaştığı zaman yapılır. fakat siz saf olarak dünyaya gözlerini açan bir çocuğa dogmatik olarak yaklaşırsanız ve onun kendi gelişimini dinlere göre yönlendirirseniz bu kişi gelecek yaşamında seçim yapma zorluğu içerisine düşecektir. hele ki toplumların, kişilerin din seçimleri konusunda olan yargıları, psikolojik rahatsızlıklara varan, sorunlarla karşılaşan insan öbekleri oluşturmaktan başka bir işe yaramaz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayin Tengeriin boşig

Yadiklarinizin geneline katilmakla beraber bazi itirazlarim da olucak...

Ateistlerin hepsi bir dine mensup olup dogdular ancak zamanla fikir degisiklikleri onlari bu boyuta getirdi...

Simdi inanan pratiktete yapan bir insanin ateistlige gelmesi onun anlama olayindan daha fazlasini gerceklestirdigini gosterir...

Ama farkli bir insan ayni din ve surekli dinle buyuyen biri sorgulmama anlama cabasinbi aramaz

ve kendi bulundugu noktadan pekde ileri gidemez...Burda inancli ve inancsiz beyin farki dogar!

Cunku eger bir insan ben inanamiyorum diyorsa bunun nedeni...."bilmem canim ole istedi omaz"

Ama bir cogu kisiye niye muslumansin dedigimde "ole dogmusum" cevabi aliyorum...

O zaman bu insanin bu dinle alakasi dogma urunudur...Pek ala hristiyan yada yahudi yda budist dogadabilirdi...Yani dine mensup olma urunu tamamen raslantidir....

Umarim konudan sapmamisimdir ancak kisacasi

 

Anlama cabasinda olmak objektij olmak demektir...Yani ben kendimi iki noktayada koymaliyim bilinci...Eger bunu yapabiliyorsak o zaman asamaa kaydederiz.....Herkez kendini hakli gostermeye calisir,dogru...Belkide egolarimizi yaristirma cabasi...

 

Saygilarimla.....

 

Ama bakın, yani söylediğiniz şey aslında bir örnek olay olamaz diye düşünüyorum. mantığınız tutarlı ancak örnek olamaz... çünkü eğer bir dine mensubken, dindar olmakla tatmin olamayıp ateist olmuş bir kimse size göre anlama olayında daha ileri ise, diyelim ki Hıristiyanken Ateist olmuş ancak bunda da tatmin olamayıp Müslüman olmuş bir kimse ne kadar yol almıştır Anlama olayında diye sormak isterim? yani din değiştirmek değil sandığım kadarıyla anlamanın ölçütü... Bakın var oluşu veya yaratılışı anlama çabasını ve anladıkça (veya anladığını sandıkça) duyulan heyecanı takdir ediyorum. İster inançlı biri olsun, ister evrimci birisi olsun bu konuya meraklı bir insan kendi inandığınca cevaplar buldukça sevinir, heyecanlanır ve güdülenir. Bu iyi olmakla beraber şunu getirir; her iki kimse de kendisinin daha iyi anladığını sanmasıdır... Siz şimdi diyosunuz ki, "Ben İslamı yaşadım, biliyorum. Ateist oldum, onu da biliyorum". Ancak bir Müslümana sizin durumunuzu sorsanız, o da diyecek ki: "Sen İslamı yaşamamışsın, anlamamışsın. Öyle olsaydı Müslüman kalırdın." demez miydi? yani sadece kendi açınızdan bakmayın...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir insan bir dine mensup doğamaz...

 

Olsa olsa bir dine mensup ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir ama bu kesinlikle bir dine ait olduğu anlamına gelmez.

 

Seçimler ise akıl belli bir seviyeye ulaştığı zaman yapılır.

 

fakat siz saf olarak dünyaya gözlerini açan bir çocuğa dogmatik olarak yaklaşırsanız

 

ve onun kendi gelişimini dinlere göre yönlendirirseniz bu kişi gelecek yaşamında seçim yapma zorluğu içerisine düşecektir.

Hele ki toplumların, kişilerin din seçimleri konusunda olan yargıları,

 

psikolojik rahatsızlıklara varan, sorunlarla karşılaşan insan öbekleri oluşturmaktan başka bir işe yaramaz.

 

 

İletinizde ifade ettiklerinize tamamen katılıyorum...

 

Bu gerçeğin görülmemezlikten gelinmesi...

 

Gözümüzü açtığımız andan sonrasına bu durumu umursamıyor olmamız

 

kısır döngü, çekişme ve çelişmelerin temelini oluşturuyor...Bencede...

 

*tna

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sanirim once benim anlama olayini acmam gerekiyor...

verdiginiz ornekte hic bir olay dikkatinizi cektimi...

Once Hristiyan sonra Ateist Ve sonrada Musluman....Bence bu tutarsiz bir davranis...Bu benim Ateist olup ama din olarak Budistligi sevmem gibi!!Bence bu ornekteki bir insan ne istedigini bilmeyen ve niye ateist yada musluman oldugunun farkinda bile degil...

 

o sizce tutarsız bir davranış... ama şöyle düşünün, o adam Hıristiyanken iyiydi ama bazı alamadığı cevaplar yada mantıksız gelen şeyler onu rahatsız etti. tıpkı sizin İslam'da bunları hissedipte Ateist olmanız gibi o da Ateist oldu... ama sonra içindeki Ruhsal boşluğu hissetti (sizde olmayabilir) ve Ateizm onu tatmin etmemeye başladı ve aradığı cevapları İslam tasavvufunda buldu? o adam artık çok rahat ve huzurlu... en azından vicdanı rahat! şimdi bu hikayedeki adamın hali size tutarsız geliyorda, kendi haliniz mi tutarlı geliyor? bence siz yine benim örneklediğim gibi, sadece kendi pencerenizden bakıyosunuz...

 

Kesinlikle size katiliyorum...Insan ufku genis oldukca daha da cok anlar ama bu anlaam kimilerine gore bos bir anlamayken kimilerine gore yol alici bir anlama....Ben tanriyla dinle ilgili yanlisliklari buldukca ilerledigimi dusunurken,hic sorgulamadan kosulsuz inanan insanalr bana anlaam kapasitesini asmamis gelir..

Niye???Cunku kendilerini Ateizm cevcevesi icerisine yerlestiremezler cunku dusuncesi bile onlari korkutur....Onlarda ozgur ve hur irada yok sadece tanri korkusu var!!!!

Dikkatinizi cekerim sevgi var ama korku baskin!!!Ve duyduklari bu korku onlari kisitlar....Siz hic %100 dincinin "Ya Yoksa" dedigini duydunuzmu???Ben demedim cunku karsilastigim ilk cevap."HASA"....

Bana gore anblamaya yada anlama cabasina yapilacak ilk adim icindeki korkulari bir kenara atip dusunmek...Eger bir insan bunu yapamazsa bence ben anliyorum DIYEMEZ!!!

Açıkça söyleyeyim, ben ateist düşünceden korkmuyorum... Hatta açık açık söylüyorum, hemde bir müslüman olarak: Eğer evrim teorileri bilime katkıda bulunuyorsa, olmalıdır o teoriler, üretilmelidir. Allah'a inancı olan her mümininde bunu söyleyebilmesini beklerim... Ve bende Tanrı korkusuda yoktur, ben Tanrıyı sadece severim. Tanrı'nın Kur'an da betimlediği Cehennem beni korkutmuyor yada muştuladığı Cennet beni heyecanlandırmıyor... Çünkü orada anlatılanın manası, sizin gördüğünüzden çok farklı... ve gerçektende korku zerre kadar baskın değildir... Hür irade yok demişsiniz, ne manada yok? "Allah Yoktur" demek Hür iradelilik mi oluyo? hür olabilmek için "Allah Yoktur" diyebilmeyi ön şart olarak koyuyorsanız, acaba bi düşünün Özgürlük herhangi bir şarta bağlı mıdır? Ben son derece özgür olduğumu düşünüyorum. Fikirlerimde de son derece hürüm. Vicdanım son derece rahat, ancak anlıyorum ki, siz Ateist olarak bile kaygıda bulunuyorsunuz... ben %100 bir dinci değilim ama Allah'a inancımda zerre kadar şüphe yoktur... ha "Ya yoktur" diye sormadım mı? sormamam için hiç bir neden yok... elbette sordum, sordum ve eğer O yok olsaydı ne vardı? bunu sordum... ve hiç bir cevap beni tatmin etmedi... ha isterseniz bir daha sorarım: "Ya Yoksa?" bu sonuç arayan bir soru önermesi "Ya Yoksa, eğer öyleyse ne var yada ne olurdu?" tümcesi ile tamamlanabilir ve bu soruyu sormak, huzursuz olduğum zamanları hatırlatıyor ve şu an vicdanım rahat olduğu içi şükretmemi sağlıyor... diğerlerinden aldığınız "Haşa" cevabını bile vermiyorum, Allah hakkında istediğiniz soruyu sormaya cesaret edebileceğimi iddia ediyorum... Çünkü inanıyorum ki, o soruları sormadan asla cevap bulamam... ve merak etmeyin aklınıza gelebilecek tüm soruları zamanında sormuşumdur kendime ve hala soruyorum... tek nedeni O'nu anlamak istememdir... Ben Anlıyorum demiyorum, çünkü Anlamak "Sabit" bir ölçüye tabi değildir ama kapasitem yettiği kadarıyla, evet anlıyorum. Zaten sizde öylesiniz... Sizde ancak kapasiteniz yettiği kadarıyla anlıyosunuz arkadaşım... ayrıca boş bir anlama diye bir tanım yoktur... Anlama ve anlamlandırma olumludur... Sizde tipik bir Ateist kibiri sergiliyorsunuz. Size göre sizden başkasının anladığı boş... oysa kimse düşündüklerinde haksız değildir...

Saygılarımla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yaklaşık 13,5 milyar yıl (İnsanın 1-2 milyon yıllık tarihi yanında sonsuzmuş gibi görünüyor) önce sonsuz yoğunluktaki enerji topağından bir patlama meydana geldi. İlk zamanlarda madde bizim bildiğimiz halinde değildi; çünkü ortam, atomların oluşumuna izin vermeyecek derecede sıcaktı. Sonra evren yavaş yavaş soğumaya başlayınca, atom çekirdekleri serbest elektronları yakalıyor ve atomlar oluşuyor. Ancak evren o dönem büyük oranda hidrojen ve bir miktar helyumdan ibaret... Daha sonra bir gaz bulutunun kendi ısısının, kendi ağırlığını dengeleyemeyecek kadar soğumasıyla ilk yıldızlar oluşuyor. İlk yıldızlar, kendi içlerinde maddeyi pişiren birer nükleer fırın görevi görerek görece daha ağır maddeleri oluşturdular (karbon,okisijen,demir gibi). Süpernova patlamaları ile bu maddeler evrene yayılarak yeni yıldız ve gökadaların hammaddelerini oluşturdular.

 

Bu süreç devam ederken, ilk patlamadan yaklaşık 9 milyar yıl sonra bir gökadada, daha sonra adına "Güneş" denilecek bir yıldız ve çevresinde de bir takım gezegenler oluştu. Bu gezegenlerin içinde de, adına daha sonra "Dünya" denilecek ve yakınlık olarak Güneş'e 3.sırada bir gezegen vardı. Bu gezegen ilk oluştuğu sırada çok sıcakken, zamanla soğumaya ve etrafında bir atmosfer oluşmaya başladı. İlk oluşumdan yaklaşık 1 milyar yıl sonra da Dünya üzerindeki ortam, okyanuslarda ilk canlı mikroorganizmaların sentezlenmesini sağladı. Bu organizmalar zaman içinde geliştiler ve yaşadıkları gezegene yayıldılar.

 

İlk canlının ortaya çıkışından yaklaşık 3,5 milyar yıl sonra da "insan" (homo sapiens) denen, kendini diğer canlılardan ayıran bir kaç farklı özelliği bulunan bir memeli türü çıkıyor ortaya. Bu memeli türünü diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği ise, kendinin ve çevresinin farkında oluşu. Ancak bu "farkındalık", insan denen memelinin başına bela (!) oluyor. Varoluşundan itibaren bunun nedenini ve nasılını sorgulamaya başlıyor. Bu sorgulama, insan denen memelinin, daha sonra başına türlü bela ve kanlı hesaplaşmaların müsebbibi olacak tarihi bir hata yapmasına neden oluyor; kendini ve üzerinde yaşadığı gezegeni, kendisini sınamak isteyen ve kendinden çok üstün bir varlığın/varlıkların yarattığına inandırıyor kendini.

 

İlk zamanlarda üzerinde yaşadığı gezegeni evrenin merkezi sanıyor (hala da öyle sananlar var); zira yalnızca o kadarının farkında. Ancak bu süreç içerisinde, insan denen memeli kendini sürekli geliştirerek, üzerinde yaşadığı gezegen ve bu gezegenin dahil olduğu evren hakkında yeni yeni bilgiler ediniyor. Bu yeni bilgiler, üzerinde yaşadığı gezegenin evrenin merkezi olmadığını, evrenin zannettiğinden çok daha büyük olduğunu, Dünya'nın kendisine anlatılageldiği gibi oluşmadığını ve evrenin yaşının da, gerçekte çok çok daha fazla olduğunu öğretiyor insana.

 

Bu bilgiler insan denen memelinin, kendisini ulu bir varlığın yarattığı inancını terketmesine yetmedi. İlk zamanlarda sorulara "Bak, bu Dünya... Bunu tanrı yarattı, şöyle şöyle yarattı. İnanmazsan ota,kuşa,böceğe bak." gibi açıklamalar getiren inançlı insan, yeni yeni bilgiler elde edildikçe cevap veren değil, soru soran konumuna geldi; zira kendi getirdiği açıklamalar geçerliliğini yitirmişti. Ancak zamanla sorduğu sorulara da birer birer yanıt aldı. Artık elinde soracak çok fazla soru da kalmamıştı. İşte bugün, o elinde kalan son soruları soruyor; "Peki ilk canlı nasıl oluştu?"....

 

Aslında bu soruya da cevap veriliyor ama, eğer cevabı kabul ederse, binlerce yıldır takip ettiği bir inancı bırakmak zorunda kalacak. Cevabı reddetmek, binlerce yıldır takip ettiği inancı terketmekten daha kolay. Onlar da kolay olanı yapıyor; "Canlı kendiliğinden oluşamaz"diyor... Sanki milyarlarca yıllık süreç içinde evrende oluşan bunca yapı bir sihirli değnekle oluşmuş gibi...

 

Milyarlarca yıllık bir süreç içinde, atomlar kendiliğinden oluştu, yıldızlar kendiliğinden oluştu, gökadalar kendiliğinden oluştu, gezegenler kendiliğinden oluştu... Bunları kabul ediyor (hala edemeyenler de var) ama, milyarlarca yıllık bir sürecin, canlılığın oluşumunu sağlayabileceğini kabul edemiyor. Zira ederse, binlerce yıllık tarihi bir hata son bulacak... Tıpkı binlerce yıl Dünya'nın düz olduğuna inanılması gibi... Tıpkı binlerce yıl Düna'nın evrenin merkezi olduğuna inanılması gibi...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Açıkça söyleyeyim, ben ateist düşünceden korkmuyorum... Hatta açık açık söylüyorum, hemde bir müslüman olarak: Eğer evrim teorileri bilime katkıda bulunuyorsa, olmalıdır o teoriler, üretilmelidir. Allah'a inancı olan her mümininde bunu söyleyebilmesini beklerim... Ve bende Tanrı korkusuda yoktur, ben Tanrıyı sadece severim. Tanrı'nın Kur'an da betimlediği Cehennem beni korkutmuyor yada muştuladığı Cennet beni heyecanlandırmıyor... Çünkü orada anlatılanın manası, sizin gördüğünüzden çok farklı... ve gerçektende korku zerre kadar baskın değildir... Hür irade yok demişsiniz, ne manada yok? "Allah Yoktur" demek Hür iradelilik mi oluyo? hür olabilmek için "Allah Yoktur" diyebilmeyi ön şart olarak koyuyorsanız, acaba bi düşünün Özgürlük herhangi bir şarta bağlı mıdır? Ben son derece özgür olduğumu düşünüyorum. Fikirlerimde de son derece hürüm. Vicdanım son derece rahat, ancak anlıyorum ki, siz Ateist olarak bile kaygıda bulunuyorsunuz... ben %100 bir dinci değilim ama Allah'a inancımda zerre kadar şüphe yoktur... ha "Ya yoktur" diye sormadım mı? sormamam için hiç bir neden yok... elbette sordum, sordum ve eğer O yok olsaydı ne vardı? bunu sordum... ve hiç bir cevap beni tatmin etmedi... ha isterseniz bir daha sorarım: "Ya Yoksa?" bu sonuç arayan bir soru önermesi "Ya Yoksa, eğer öyleyse ne var yada ne olurdu?" tümcesi ile tamamlanabilir ve bu soruyu sormak, huzursuz olduğum zamanları hatırlatıyor ve şu an vicdanım rahat olduğu içi şükretmemi sağlıyor... diğerlerinden aldığınız "Haşa" cevabını bile vermiyorum, Allah hakkında istediğiniz soruyu sormaya cesaret edebileceğimi iddia ediyorum... Çünkü inanıyorum ki, o soruları sormadan asla cevap bulamam... ve merak etmeyin aklınıza gelebilecek tüm soruları zamanında sormuşumdur kendime ve hala soruyorum... tek nedeni O'nu anlamak istememdir... Ben Anlıyorum demiyorum, çünkü Anlamak "Sabit" bir ölçüye tabi değildir ama kapasitem yettiği kadarıyla, evet anlıyorum. Zaten sizde öylesiniz... Sizde ancak kapasiteniz yettiği kadarıyla anlıyosunuz arkadaşım... ayrıca boş bir anlama diye bir tanım yoktur... Anlama ve anlamlandırma olumludur... Sizde tipik bir Ateist kibiri sergiliyorsunuz. Size göre sizden başkasının anladığı boş... oysa kimse düşündüklerinde haksız değildir...

Saygılarımla

 

Tengeriin boşig,

 

Hoşgeldin kardeşim agnostist anlayışa.

 

Senin yazılarında tarif ettiğin "sen", müslüman değil, adını koyalım: Agnostist. Başlangıç'a nasıl ortaya çıktığını (bing bang'a start veren şey neydi) ve evrende varolan kuralların nasıl ortaya çıktığını açıklayamadığı için, Tanrı'nın larlığına inanmak. Bunun dışındaki şeylere inanmamak, cennete, cehenneme inanmamak. Veya farklı yorumlamak.

Saygılar, sevgiler.

 

Yaklaşık 13,5 milyar yıl (İnsanın 1-2 milyon yıllık tarihi yanında sonsuzmuş gibi görünüyor) önce sonsuz yoğunluktaki enerji topağından bir patlama meydana geldi.

 

Neden patlama meydana geldi durup duruken? Basınç mı? basınç karşıtı ile tarif edilir. Bir boşluk olması gerekir. Ancak boşluğun olup olmadığına ilişkin kanıt yok. Eğer patlama öncesinde bir boşluk var ise, bu boşluğun, evrendeki "mevcut boşluk"tan farkı ne? Eğer patlama öncesinde bir boşluk varsa, enerji neden sonsuz yoğunlukta, tek bir noktaya toplanmış, zoru neymiş?

 

İlk zamanlarda madde bizim bildiğimiz halinde değildi; çünkü ortam, atomların oluşumuna izin vermeyecek derecede sıcaktı. Sonra evren yavaş yavaş soğumaya başlayınca, atom çekirdekleri serbest elektronları yakalıyor ve atomlar oluşuyor.

 

Bölüm 1:

 

Patlamanın sıcaklığı yarattığını düşünelim. Peki neden soğumaya başladı. Sıcaklığın, sıcaklık olduğunu gösterecek hiçbir ölçek yok, karşılaştırmak için "karşıt" olgu yok, "soğukluk" kavramı ve olgusu yok.

 

Her madde aynı nitelikte iken, neden bazıları "çekirdek" haline geliyor ve neden diğerlerini "çekmeye" başlıyor.

 

Gelelim, öbür tarafa:

 

Bölüm 2:

 

Diyelim ki "ol" inanışı da doğru.

 

Peki ol emri verilmişse, bu emri veren ile emre uyan şeyler ayrıdır, bu da Tanrı'yı mevcudat olarak tanımlamayı gerektirir. Mevcudat olarak Tanrı'yı tanımlarsan, Tanrı'yı mekana koymak gerekir. Tanrı mekana sahipse, bilinmezlik sarmalı yeniden başlar. Tanrı'nın bulunduğu mekanı kim yarattı o zaman?

 

Tanrı "ol" emriyle ilk kez yaratmaya başlamışsa, ondan önce yaratıcı olarak adlandırılamaz, çünkü hiçbirşey yaratmamıştır henüz. Bu durumda Tanrı'nın eylemleriyle birlikte kabiliyetleri gelişen birşey olduğunu düşünmek gerekir. Bu da sonsuz, ebedi, ezeli sıfatlarına ters düşer.

 

1. Bölüme bakarak, Tanrı'nın varlığına inanılabilir. 2. bölüme bakarak Tanrı'nın var olup olmadığına ilişkin bir iddiada bulunulamaz.

 

Saygılar.

 

Hoşgeldin kardeşim agnostist anlayışa.

 

Not: yam_yam'a teşekkür ederim, Tanrı'nın varlığına inanıp, dinlerle ilgili diğer hususlara inanmayanlara deist denir diye, beni uyardı. Yukarıdaki bölümdeki "Hoşgeldin kardeşim agnostist anlayışa" ifadesini "Hoşgeldin kardeşim deist anlayışa" diye düzeltiyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın BrainSlapper arkadaşım, söylediklerimin yada bildiklerimin kabı "Agnostisizm"mi, yoksa "Deizm"mi, beni bu ilgilendirmiyor... Bunlar sadece kavramlar. Ben inandığım şeye sizin "Başlangıç'a nasıl ortaya çıktığını (bing bang'a start veren şey neydi) ve evrende varolan kuralların nasıl ortaya çıktığını açıklayamadığı için, Tanrı'nın larlığına inanmak. Bunun dışındaki şeylere inanmamak, cennete, cehenneme inanmamak. Veya farklı yorumlamak." uyarınca inanmıyorum... Veya "Tanrı'nın varlığına inanıp, dinlerle ilgili diğer hususlara inanmayanlara deist denir" tanımıda beni vurgulamıyor. Ben "Müslümanım".

 

1incisi: evrende var olan kuralları açıklayamıyor değilim, aksine bu kuralların nedeninin ne olduğu ile ilgili bilgilerim beni tatmin ediyor ve İslam'ı anladığımı düşünüyorum... Cennete, Cehenneme de inanmıyor değilim, sadece asıl olanın, gördüklerimizden farklı olduğunu düşünüyorum... "Agnostist" yakıştırmasını küçümsemek için mi yaptınız bilmiyorum ama, ben sizin bir iki yazım ile tanımladığınız "Agnostist" değil, ben "Ben"im... Herkes anlayabildiği kadar inanır...

 

2incisi: Tanrının varlığına inandığım gibi, koyduğu kurallar, ibadetlere de inanıyorum ve gücüm yettiğince uyguluyorum... Yada şöyle tanımlıyayım, bir Müslüman, inanç hususunda "İbadet" olarak neleri yapıyorsa, bende onları yapıyorum... Bir deistten bunu yapmasını bekleyemezsiniz... Yine söylüyorum ki, ben sizin tanımladığınız değil, ben kendimi nasıl tanımlıyorsam, O'yum...

 

3üncüsü: özellikle söylemek istiyorum ki, "Yunus Emre"nin "Ete Kemiğe Büründüm, Yunus diye göründüm" inancını paylaşıyorum... Buna mesneviyi de katabilirisiniz... Yada gelin biz buna "Agnostisizm" veya "Deizm" değil de "Tasavvuf" diyelim... Bence gördüklerimiz kılıftır, içimzde başka bir "Ben" vardır... Sanırım "Agnostist" mi yoksa "Deist" mi olduğum konusunda bilgi verebilmişimdir. Ama konumuz benim ne olduğum değildi ve bu yazınız gereksizdi...

 

Neden patlama meydana geldi durup duruken? Basınç mı? basınç karşıtı ile tarif edilir. Bir boşluk olması gerekir. Ancak boşluğun olup olmadığına ilişkin kanıt yok. Eğer patlama öncesinde bir boşluk var ise, bu boşluğun, evrendeki "mevcut boşluk"tan farkı ne? Eğer patlama öncesinde bir boşluk varsa, enerji neden sonsuz yoğunlukta, tek bir noktaya toplanmış, zoru neymiş?

 

Sanıyorum "Popüler Bilim" dergisindeydi, bir yazı okmuştum; "Uzay boş değil, aksine enerji (dalgaları) ile dopdoludur." Şimdi bakın, Farabi'nin çok basit bir tespiti vardır; "bir bardağın içindeki "Hava"yı çekseniz bile, o bardakta geriye kalan hava, bardağın yine her köşesini doldurur." Uzaydaki enerjide böyledir. Biz şundan bahsediyoruz: Madde. Bing-Bang Maddeleşme sürecinin ilkidir. Bakın, madde enerjiden meydana gelmiştir ancak madde enerjiye çevrilebilirken, enerji maddeye çevrilememektedir... Ben inanıyorum ki "Her şey O'ndan geldi ve her şey O'na döndürülecek..." Şimdi "Tanrı" inancı iki türlü açıklama gerektiriyor: ilki; o sonsuz ve uzayı dolduran enerji "Allah"mı?. ikincisi; O sonsuz enerji Allah'ın "Hakk"lığı mı? Bakın Allah, O'nun sadece özel adıdır ve kimseye ait değil, yalnız O'na aittir... Ancak Yaratılmış her şey Hakk'tır. Yani yaratılmış her şeyin özünde (Tanrı-Evren-İnsan) Hakk vardır... Bunu şöyle açıklamaya çalışayım: gündelik hayatımızda Elektrikli aletler (Madde) vardır... Ancak hepsinin çalışması için aynı şeye ihtiyaç vardır: Elektrik (Hakk)... şimdi burada hemen "Hakk" olmamız mı bizi çalıştırıyor" sorusunu sormadan önce, her maddenin özünü açıklamak için kullandığım tanımın bu olduğunu unutmayın. Devam edeyim: Şimdi siz gittiniz ve birbirinden farklı yüzlerce Televizyon türünden bir model Televiyon (İnsan) aldınız. Bu televizyonu Çalıştırırsınız (Yaşam) ve izlersiniz. Burada şu önemli; Siz daha, fişi elektiriğe taktığınızda, Televizyonun çalışacağını "Bilirsiniz" (Kader). Fişi taktığınıda da o Televizyon Çalışır (Kaza). şimdi burada iki anlamlı bir anlayış var ki; "Kader"... Siz televizyonu açtığınızda çalıştığını bildiğiniz kadar, onun size sadece "Görüntü" ve "Ses" vermekten başka bişey yapamayacağınıda Bilirisiniz... Bunu bilmeniz, Allah açısından "Kader" olduğu gibi, o televizyonun, bunlardan başka bir şey yapabilecek nitelikte olamaması da "Kader"dir. Yani Televizyon'un koku verememesi veya İnsanın kanatlanıp uçamaması gibi... Şimdi gelelim Günah ve Sevap konusuna. Günah ve Sevabın işlenmesinin tek sebebi; yine insann "Anlayabilme" yeteneğidir. Bir şeyin günah olduğunu bile bile yapmamız, o eyin günah olduğunu bilmemizden ama manasını anlayamamamızdan ileri gelir... Şimdi bunu şöyle izah edeyim; o televizyonu çalıştırdığımızda, bir süre sonra bozulabilir (Günah). Şimdi Ene'l Hakk=Ben Hakk'ım dediğimizde nasıl ki işlediğimiz günahları Allah'ın işlediğini ve bizi sorumlu tutamayacağını iddia edenler varsa da, o Televizyonu (İnsan) çalıştıran Enerji (Hakk), Bozulmadan (Günah) sorumlu değildir... Bozulma, televizyonun kendi bünyesindeki "Yetersizlik"ten (Anlayamama) ileri gelir... Hiç bir televizyon tamircisi, televizyon bozulduğu zaman "Elektriği" değiştirmez, parçayı değiştirir veya yeniler (Kşin Anlamlandırabilir hale gelmesi). Burada hemen "televizyon, Elektirik voltajının fazla gelmesi ile de bozulur" önermesini sunmamalısınız, çünkü ben sadece anlatmak istediğimi basitleştiriyorum... Yaratılış ve İslam'daki bir çok kavramın, ben bu şekilde olduğunu düşünüyorum. Yada şöyle söyleyeyim, Ben İslamı bu şekilde anlıyorum. Ve bence tüm dinler aynı kaynağa dayanmaktadır...

 

Bölüm 1:

 

Patlamanın sıcaklığı yarattığını düşünelim. Peki neden soğumaya başladı. Sıcaklığın, sıcaklık olduğunu gösterecek hiçbir ölçek yok, karşılaştırmak için "karşıt" olgu yok, "soğukluk" kavramı ve olgusu yok.

 

Her madde aynı nitelikte iken, neden bazıları "çekirdek" haline geliyor ve neden diğerlerini "çekmeye" başlıyor.

 

Gelelim, öbür tarafa:

 

Bölüm 2:

 

Diyelim ki "ol" inanışı da doğru.

 

Peki ol emri verilmişse, bu emri veren ile emre uyan şeyler ayrıdır, bu da Tanrı'yı mevcudat olarak tanımlamayı gerektirir. Mevcudat olarak Tanrı'yı tanımlarsan, Tanrı'yı mekana koymak gerekir. Tanrı mekana sahipse, bilinmezlik sarmalı yeniden başlar. Tanrı'nın bulunduğu mekanı kim yarattı o zaman?

 

Tanrı "ol" emriyle ilk kez yaratmaya başlamışsa, ondan önce yaratıcı olarak adlandırılamaz, çünkü hiçbirşey yaratmamıştır henüz. Bu durumda Tanrı'nın eylemleriyle birlikte kabiliyetleri gelişen birşey olduğunu düşünmek gerekir. Bu da sonsuz, ebedi, ezeli sıfatlarına ters düşer.

 

1. Bölüme bakarak, Tanrı'nın varlığına inanılabilir. 2. bölüme bakarak Tanrı'nın var olup olmadığına ilişkin bir iddiada bulunulamaz.

 

Saygılar.

 

Bakın bu misallerinizi gerçekten çok takdir ettim... Bu forumda okuduğum, anlatılmak istenenin anlatılabildiği en net ifadeler diyebilirim... Ancak ikinci madde de anlatılmak istenenle benim anlatmak istediğim arasında bir paralellik kurmak yada kendi ifademi aktarmak istiyorum: Ben Tanrı ile Evrenin birbirinden ayrı olduğuna inanmıyorum. En basit örneği Tasavvuftaki (İslamdaki) "Tanrı-Evren-Ruh" yani "Vahdet-i Vücut=Birlik" ilkesidir... Var olan hiç bir şey, Tanrı'dan ayrı değildir. Her şeyin özünde Hakk'lığıyla (Ene'l Hakk) O vardır. Herşey yine birgün O'na döndürülecektir, çünkü O'ndan gelmiştir. Bunu O'ndan ayrılmak manasında anlamayınız. Bir Mermeri şekillendirir ve Heykel yaparsınız ama herkes ilk olarak "Heykel"i görür... Ama o hala bir mermerdir... Özü anlamakla anlamamak arasındaki fark budur. Siz heykeli Mermer (Hakk) olarak görebiliyor musunuz yoksa sadece güzel bir Heykel olarak (Dünya hayatı diyebiliriz)mı görebiliyorsunuz, verebildiğiniz anlam nedir? Tanrı-Evren-İnsan Birliğini anlamadaki temel kural budur...

 

Saygılar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Neden patlama meydana geldi durup duruken? Basınç mı? basınç karşıtı ile tarif edilir. Bir boşluk olması gerekir. Ancak boşluğun olup olmadığına ilişkin kanıt yok. Eğer patlama öncesinde bir boşluk var ise, bu boşluğun, evrendeki "mevcut boşluk"tan farkı ne? Eğer patlama öncesinde bir boşluk varsa, enerji neden sonsuz yoğunlukta, tek bir noktaya toplanmış, zoru neymiş?

 

Bununla ilgili çeşitli görüşler mevcut. Bilim adamlarının çoğunun savunduğu ise kapanan evren modeli. Kaldı ki bu yıl Bilim ve Teknik Dergisi'ne de konu olan bir araştırmaya göre de matematiksel hesaplamalardan big bang öncesi içe kapanan bir evren modeli görünüyor. Ancak şunu da hatırlatmak isterim, karadeliklerin merkezindeki tekillik ile Big Bang öncesi tekillik özellikleri aynı. Buradan şunu anlayabiliriz;

 

Maddenin sonsuz yoğunlukta bir enerji olarak toplanmasındaki zoru, çok güçlü bir kütleçekimi etkisi altında olduğudur. Yani madde "hadi arkadaşlar, şurada, tekillikte buluşalım" demiş değildir...

 

Bölüm 1:

 

Patlamanın sıcaklığı yarattığını düşünelim. Peki neden soğumaya başladı. Sıcaklığın, sıcaklık olduğunu gösterecek hiçbir ölçek yok, karşılaştırmak için "karşıt" olgu yok, "soğukluk" kavramı ve olgusu yok.

 

Her madde aynı nitelikte iken, neden bazıları "çekirdek" haline geliyor ve neden diğerlerini "çekmeye" başlıyor.

 

Soğumasının nedeni, evrenin patlamadan sonra genişliyor olmasındandır. Zaten evren için öngörülen "ısı ve ışık ölümü" nedenlerinden biri de yine evrenin genişliyor olmasıdır.

 

Her madde aynı nitelikte değildir. Atomu oluşturan parçacıklar proton, nötron ve elektrondur. (proton ve nötron da kuarklardan oluşur. Ancak elektron'u oluşturan daha temel parçacık olduğu düşünülmüyor. Yine de bu olmayacağı anlamına gelmiyor) Protonlar ve nötronlar kuarkların birleşimiyle oluşmuşlardır. Aradaki ayrımı sağlayan ise kuarkın yüküdür. Proton ve nötronları çekirdekte birarada tutan ise gluon adlı kuvvet taşıyıcı parçacıktır.

 

Çekirdeğin diğerlerini çekme nedeni de, artı yüklü bir proton ile eksi yüklü elektrondur. Malumunuz ki, zıt yükler birbirini çekerler...

 

Gelelim, öbür tarafa:

 

Bölüm 2:

 

Diyelim ki "ol" inanışı da doğru.

 

Peki ol emri verilmişse, bu emri veren ile emre uyan şeyler ayrıdır, bu da Tanrı'yı mevcudat olarak tanımlamayı gerektirir. Mevcudat olarak Tanrı'yı tanımlarsan, Tanrı'yı mekana koymak gerekir. Tanrı mekana sahipse, bilinmezlik sarmalı yeniden başlar. Tanrı'nın bulunduğu mekanı kim yarattı o zaman?

 

Tanrı "ol" emriyle ilk kez yaratmaya başlamışsa, ondan önce yaratıcı olarak adlandırılamaz, çünkü hiçbirşey yaratmamıştır henüz. Bu durumda Tanrı'nın eylemleriyle birlikte kabiliyetleri gelişen birşey olduğunu düşünmek gerekir. Bu da sonsuz, ebedi, ezeli sıfatlarına ters düşer.

 

1. Bölüme bakarak, Tanrı'nın varlığına inanılabilir. 2. bölüme bakarak Tanrı'nın var olup olmadığına ilişkin bir iddiada bulunulamaz.

 

Saygılar.

 

Tanrı ile ilgili soruları teistlere yöneltin lütfen... Muhatabı ben değilim... Ancak 1. bölüm de, bir tanrıya inanmak için size bir neden sunmaz...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tanrı ile ilgili soruları teistlere yöneltin lütfen... Muhatabı ben değilim...

 

sevgili yam_yam,

 

sorunun ikinci bölümü zaten senden alıntı değil, sana değil yani soru, teistlere :stuart:

 

Ancak 1. bölüm de, bir tanrıya inanmak için size bir neden sunmaz...

 

Haklısın, zaten bende inanıl-abil-ir dedim. Kesinlik yok. Çünkü cevabı bilmiyoruz. İşin içinden çıkamayınca, isteyen inanabilir.

 

Her madde aynı nitelikte değildir. Atomu oluşturan parçacıklar proton, nötron ve elektrondur. (proton ve nötron da kuarklardan oluşur. Ancak elektron'u oluşturan daha temel parçacık olduğu düşünülmüyor. Yine de bu olmayacağı anlamına gelmiyor) Protonlar ve nötronlar kuarkların birleşimiyle oluşmuşlardır. Aradaki ayrımı sağlayan ise kuarkın yüküdür. Proton ve nötronları çekirdekte birarada tutan ise gluon adlı kuvvet taşıyıcı parçacıktır.

 

Çekirdeğin diğerlerini çekme nedeni de, artı yüklü bir proton ile eksi yüklü elektrondur. Malumunuz ki, zıt yükler birbirini çekerler...

 

Bence burda da açıklanmayan hususlar var, en azından şimdiki bilgimizle. Her madde aynı nitelikte değildir. Doğru. Ancak, sonsuz yoğunluktaki enerjinin uniform/tekdüze olmadığına dair kanıtımız yok. Çekirdeğin diğerlerini çekme nedeni biliyoruz, zıt yükler, sorumuz o değil, uniform/tekdüze enerji partikülleri nasıl pozitif ve negatif yüklerle donanmışlar? Nedenini bilmiyoruz. Tanrı mı yapmış, onu da bilmiyoruz. Tanrı bu maddlerden ayrı birşey mi onu da bilmiyoruz.

 

Maddenin sonsuz yoğunlukta bir enerji olarak toplanmasındaki zoru, çok güçlü bir kütleçekimi etkisi altında olduğudur. Yani madde "hadi arkadaşlar, şurada, tekillikte buluşalım" demiş değildir...

Soğumasının nedeni, evrenin patlamadan sonra genişliyor olmasındandır. Zaten evren için öngörülen "ısı ve ışık ölümü" nedenlerinden biri de yine evrenin genişliyor olmasıdır.

 

Bu bizi yine başa döndürür. Big Bang öncesi güçlü kütle çekimi neden var?

 

Bilemiyoruz. Belkide sorunumuz doğrusal düşünmekten kaylaklanıyor.

Başlangıç ve bitiş noktası düşünmemek gerekiyor belkide. Belki de elektronların, protonların, gezegenlerin şekli bize birşeyler söylüyor. Bir kürenin, bir dairenin başlangış noktası yoktur. Belki de evren de böyle.

 

Tek bildiğim şey, bu konuda birşey bilmediğim :unsure:

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın BrainSlapper arkadaşım, söylediklerimin yada bildiklerimin kabı "Agnostisizm"mi, yoksa "Deizm"mi, beni bu ilgilendirmiyor... Bunlar sadece kavramlar. Ben inandığım şeye sizin "Başlangıç'a nasıl ortaya çıktığını (bing bang'a start veren şey neydi) ve evrende varolan kuralların nasıl ortaya çıktığını açıklayamadığı için, Tanrı'nın larlığına inanmak. Bunun dışındaki şeylere inanmamak, cennete, cehenneme inanmamak. Veya farklı yorumlamak." uyarınca inanmıyorum... Veya "Tanrı'nın varlığına inanıp, dinlerle ilgili diğer hususlara inanmayanlara deist denir" tanımıda beni vurgulamıyor. Ben "Müslümanım".

 

1incisi: evrende var olan kuralları açıklayamıyor değilim, aksine bu kuralların nedeninin ne olduğu ile ilgili bilgilerim beni tatmin ediyor ve İslam'ı anladığımı düşünüyorum... Cennete, Cehenneme de inanmıyor değilim, sadece asıl olanın, gördüklerimizden farklı olduğunu düşünüyorum... "Agnostist" yakıştırmasını küçümsemek için mi yaptınız bilmiyorum ama, ben sizin bir iki yazım ile tanımladığınız "Agnostist" değil, ben "Ben"im... Herkes anlayabildiği kadar inanır...

 

Sevgili Tengeriin boşig,

Elbette her varlık "tektir", unique'tir, ikinci bir tengeriin boşig yok.

 

Agnostist kelimesini küçümsemek için söylemedim, çümseyenin kendisi küçüktür. Agnostist benim nazarımda bir iltifattır.

 

2incisi: Tanrının varlığına inandığım gibi, koyduğu kurallar, ibadetlere de inanıyorum ve gücüm yettiğince uyguluyorum... Yada şöyle tanımlıyayım, bir Müslüman, inanç hususunda "İbadet" olarak neleri yapıyorsa, bende onları yapıyorum... Bir deistten bunu yapmasını bekleyemezsiniz... Yine söylüyorum ki, ben sizin tanımladığınız değil, ben kendimi nasıl tanımlıyorsam, O'yum...

 

Altı çizili yerde, koyduğu kurallar derken, kastınız dini kurallar ise, bu ifadeye katılamıyacağım. Çünkü dini kuralları onun koyup koymadığını bilemiyoruz. Sadece birileri o kuralları Tanrı'ın koyduğunu iddia ediyor. Tanrı'nın varlığına inanabilirsin. Bu inancın doğruluğu/yanlışlığı test edilemeyeceği gibi, kimseye zararı da yoktur. Ancak "belirli bir düşüncenin" tanrı'dan geldiğini iddia etmek, çok tehlikelidir. Zira, ister dinli olsun, ister dinsiz olsun, Tanrı kavramı ile kastettiğimiz şey, Mutlak Güç/Mutlak Doğru/Mutlak Gerçek'tir. Bir düşüncenin Tanrı'dan geldiğinin iddia edilmesi, o düşüncenin de mutlak doğruluğunu gerektirir, muhalefet edilemez, şüphe duyulamaz, sorgulanamaz. Dokunulmazdır yani. Bu nedenle tehlikelidir, bir düşüncenin Tanrı'dan geldiğinin iddia edilmesi. Düşüncesinin/dininin Tanrı'dan geldiğini idda eden, düşüncesi/dini için de aynı dokunulmazlığı talep eder. TBu da, thammülsüzlük, eleştiriye kapalılığı, değişimi durdurmayı getirir. Dinsizler olarak biz, dinlerin bu Tanrı'dan/Mutlak Doğru'dan gelmişlik iddiasına karşıyız.

 

Bakın Allah, O'nun sadece özel adıdır ve kimseye ait değil, yalnız O'na aittir...

 

Bence bunu iddia etme, derim. Allah kelimesinin, artikel olan dillere ait, cins ismi, özel isim yapmaya yarayan bir ifade olduğu konusunda tekrar tekrar tartışmaya gerek yok bence: The God, Al-İlah, Le Deu gibi.

 

"Yunus Emre"nin "Ete Kemiğe Büründüm, Yunus diye göründüm" inancını paylaşıyorum... Buna mesneviyi de katabilirisiniz... Yada gelin biz buna "Agnostisizm" veya "Deizm" değil de "Tasavvuf" diyelim... Bence gördüklerimiz kılıftır, içimzde başka bir "Ben" vardır... Sanırım "Agnostist" mi yoksa "Deist" mi olduğum konusunda bilgi verebilmişimdir.

 

Yunus Emre'nin inanışının İslamiyet olduğu pek iddia edilemez bence. Elbette, içinden çıktığı kültürün kavramları ile inanışını yaşamıştır. Ancak bir çeşit deist anlayışa sahiptir.

 

Mesela Yunus Emre'nin şiirlerinde , peygambere ilişkin hiçbir mısra duymadım. Onunki peygambersiz bir Tanrı inancıdır bence, sallaıyorum burda, çünkü gördüğüm şiirlerde peygambere hiç atıf yok, görmediklerimde varsa bilemiyorum.

 

Bakın bu misallerinizi gerçekten çok takdir ettim... Bu forumda okuduğum, anlatılmak istenenin anlatılabildiği en net ifadeler diyebilirim... Ancak ikinci madde de anlatılmak istenenle benim anlatmak istediğim arasında bir paralellik kurmak yada kendi ifademi aktarmak istiyorum: Ben Tanrı ile Evrenin birbirinden ayrı olduğuna inanmıyorum. En basit örneği Tasavvuftaki (İslamdaki) "Tanrı-Evren-Ruh" yani "Vahdet-i Vücut=Birlik" ilkesidir... Var olan hiç bir şey, Tanrı'dan ayrı değildir. Her şeyin özünde Hakk'lığıyla (Ene'l Hakk) O vardır. Herşey yine birgün O'na döndürülecektir, çünkü O'ndan gelmiştir. Bunu O'ndan ayrılmak manasında anlamayınız. Bir Mermeri şekillendirir ve Heykel yaparsınız ama herkes ilk olarak "Heykel"i görür... Ama o hala bir mermerdir... Özü anlamakla anlamamak arasındaki fark budur. Siz heykeli Mermer (Hakk) olarak görebiliyor musunuz yoksa sadece güzel bir Heykel olarak (Dünya hayatı diyebiliriz)mı görebiliyorsunuz, verebildiğiniz anlam nedir? Tanrı-Evren-İnsan Birliğini anlamadaki temel kural budur...

 

Yanlış mı düşünüyorum bilmiyorum ama, altını çiziğim yer zaten bir çeşit ateist/deist/agnostist/paganist anlayıştır. Tanrı evrenin kendisidir. Başka bir deyişe doğa tanrıdır. Bunlar zor sorular. Bir ateistin ateist olmasının nedeni senin Tanrı adını verdiğin, bir başkasının doğanın/maddenin işleyiş kuralları adını verdiği şeyi reddetmek değildir. Ateistin/deistin/agnostistin karşı çıktığı, semitik dinlerde tanımlanan esen, gürleyen, sihirbazlık yapan, cezalandıran, bazı kullarına torpil yapan, bazı kullarını diğer bazı kullarının ganimet olarak almasına müsade eden, kendine inanmayı en büyük meziyet sayan, kendine seçilmiş halk edinen Allah/Yehova kavramıdır.

 

Saygılar.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Elbette her varlık "tektir", unique'tir, ikinci bir tengeriin boşig yok.

 

Sayın BrainSlapper, Benim kasettiğim teklik, Ben'den bir tane daha olmaması değil. Tamam, orası öyle, benden başka bir ben daha da yok ama, benim kastettiğim Teklik, Tanrı'nın Evren ve İnsanla BİR oluşudur. Ayrı olmayışıdır. Bakın, bir çok Müslüman şöyle bir inanca sahiptir: Maddeye "Tanrı" dersek şirk olur... Aslen olay bunun tam tersidir... Maddeyi Tanrı'dan yada tam anlamıyla söyleyeyim: Hakk'tan ayrı görmektir asıl olan şirk. Çünkü Allah diyor ki "Ben sana şah damarından daha yakınım" diyor. İnsana şah damarından daha yakın olan insanın kendisidir, yani Hakk'tır... Enel'l Hakk'ta bunu karşılar zaten. Şimdi, Madde Allah değildir ama Hakk'tır... Ne Hakk'tan ayrı bir madde, ne de maddeden ayrı bir Hakk vardır. Bakın, Tasavvufta "Benliği Kırmak" diye bir deyim vardır. Kerem'in Aslı'ya ulaşmak için deldiği dağ, yine benlik dağıdır. Yani artık kendi özünde "Hakk"ın olduğunu tam manasıyla kavrayabilmiş olmayı anlatır. Birde şöyle bir şey söylemek gerekiyor; Mesela "Hallac-ı Mansur" Ene-l Hakk=Ben Hakk'ım dediği için idam ediliyor. Bakın bu lafzı, Ben Allah'ım şeklinde anlaşıldığı için idam edilmiştir ancak o doğruyu söylemiştir. Ahmed Yesevi'de onun doğruyu söylediğini söylüyor mesela. neyse, asıl demek istediğim asıl şirk, Tanrı'yı Maddeden ayrı düşünmektir. Bir tarafta Tanrı, bir tarafta Madde vardır diye bir tanım yoktur aslında, Tanrı her yerde ise aynı zamanda Tanrı Herşeydedir... Şah damarımızdan yakın olması bizim benliğimizin O olmasındadır... Maddeden ayrı olan Tanrı anlayışı yada daha doğru bir tesbitle "Kişiselleştirilmiş" bir Tanrı anlayışı, Ulaşılamaz Tanrı anlayışının yansımasıdır ve ne yazık ki Müslümanlar Tanrı'yı ulaşılamaz görmektedirler. Ancak Allah kendisi diyor, ben sana şah damarından daha yakınım diye. Yani Tanrı, Maddeden veya bizden ayrı bir Tanrı değil aslında. Bir kefede Tanrı, diğer kefede Madde ayrımı Tanrıdan başka varlık kabul etmek demektir. Oysa Allah (yada Yehova veya Elohim, Gök-Tanrı) "Benden başka Tapınılacak edinmeyeceksin" diyor; Benden ayrı bir varlık daha düşünmeyeceksin... Maddenin Tanrıdan ayrı olduğunu düşünmek bence tam bir uydurmadır ve nasıl olmuşsa hiç öyle bir inanca sahip olmadığı halde İslam dinine yerleşmiştir...

 

Altı çizili yerde, koyduğu kurallar derken, kastınız dini kurallar ise, bu ifadeye katılamıyacağım. Çünkü dini kuralları onun koyup koymadığını bilemiyoruz. Sadece birileri o kuralları Tanrı'ın koyduğunu iddia ediyor. Tanrı'nın varlığına inanabilirsin. Bu inancın doğruluğu/yanlışlığı test edilemeyeceği gibi, kimseye zararı da yoktur. Ancak "belirli bir düşüncenin" tanrı'dan geldiğini iddia etmek, çok tehlikelidir. Zira, ister dinli olsun, ister dinsiz olsun, Tanrı kavramı ile kastettiğimiz şey, Mutlak Güç/Mutlak Doğru/Mutlak Gerçek'tir. Bir düşüncenin Tanrı'dan geldiğinin iddia edilmesi, o düşüncenin de mutlak doğruluğunu gerektirir, muhalefet edilemez, şüphe duyulamaz, sorgulanamaz. Dokunulmazdır yani. Bu nedenle tehlikelidir, bir düşüncenin Tanrı'dan geldiğinin iddia edilmesi. Düşüncesinin/dininin Tanrı'dan geldiğini idda eden, düşüncesi/dini için de aynı dokunulmazlığı talep eder. TBu da, thammülsüzlük, eleştiriye kapalılığı, değişimi durdurmayı getirir. Dinsizler olarak biz, dinlerin bu Tanrı'dan/Mutlak Doğru'dan gelmişlik iddiasına karşıyız.

Bence bunu iddia etme, derim. Allah kelimesinin, artikel olan dillere ait, cins ismi, özel isim yapmaya yarayan bir ifade olduğu konusunda tekrar tekrar tartışmaya gerek yok bence: The God, Al-İlah, Le Deu gibi.

 

Bakın yine söylemek istiyorum ki, gerçekten güzel bir tesbitte bulunmuşsunuz... Ama yine kendi anlayışım çerçevesinde eklemeler yapmak istiyorum. Şimdi İslamiyet "Teslim" olmak demektir... Tanrı'nın buyruklarına teslim olmayı, uymayı, o buyruklara körü körüne bağlı kalmayı ifade ettiği gibi çok yanlış bir anlayış var ancak... Teslimiyet Allah'ın koyduğu kurallardan çok, O'na, O'nun kendisine teslim olmayı daha doğrusu Özünüzdeki Hakk'ı bulmaya yönelik eğiliminizi ve çabanızı ifade eder aslında. Ama bildiğiniz gibi insan zihni Somuttan Soyuta doğru bir anlayış çabası içindedir. Yani bir şeyi anlatmak istiyorsanız özellikle somutlaştırıp ondan sonra soyut anlamını anlatabilirisiniz. Bizim hoca veya imam dediğimiz kısım bunu sanırım biraz abartarak yapmışlar :) bir misal vardır bu konuda: İmam bi köyde, teyemmüm abdesti için şöyle bir misal vermiş "Su kaplarını taşıyan eşeğin çan sesini duysan dahi, teyemmümün bozulur, o suyla abdest alman gerekir" demiş. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, o köy halkı artık her eşek çanı duydukça gusl abdesti almaya başlamışlar. Bu gerçek bi hikaye değil ama bir din nasıl yanlış anlaşılıra güzel bir örnektir bence. o yüzden bu gün İslama dair gördüğünüz her kural aslında Allah'ın koymuş olduğu bir kural da olmayabilir. Yanlış anlaşılmış bir kural da olabilir veya aslını yitirmiş başka manaya çekilmş bir kuralda olabilir. O yüzden ben gerçek kaynağı ayan beyan ortaya çıkana kadar her hurafenin tartışılması gerektiğini düşünüyorum. neyse gelelim "Teslimiyet"e ve "Allah"ın kurallarının tartışılabilir olmasına. Dediğiniz çok doğru, Allah tarafından indirildiğine inanılan hiç bir kanun tartışılamaz. Ancak şu da var ki, İslam'daki asıl tartışılamayacak olan temel nüvelerden başka dğer kurallar esnektirler ve tartışılabilirler... Mesela kölelik meselesi. Çağa göre anlam değiştiren bir anlayıştır. Siz bugün Kur'an uygun buldu diye Köleliği yasal hale getirememzsiniz. Çünkü Kur'an "kölelik olmalıdır" şeklinde bir ifade kullanmamıştır. Sadece Islah etmiştir. Bakın özellikle Vahabilerde görülen bir anlayıştır bu "Asr-ı saadette nasıl yaşanıyor idiyse, bugün de öyle yaşanmalıdır" Mesela Hz. Muhammed, Putlaştırma inancının, ölen ünlü kimselerin mezarlarını ziyaretle ortaya çıktığı için, en başta mezar ziyaretlerini yasaklamıştı insanlar henüz tam olarak bırakılamamış olan putperestliğe dönmesinler diye. Bugün vahabiler, o dönemde öyle yapıldı diye, bugünde bunu tekrar yapıyorlar. Ama artık günümüzde insan zihni taşa ota püsüre tapacak ve mezar taşlarını ilah edinecek zihniyeti çoktaaan aşmıştır. o yüzden bu hata bence İslama mal edilmemelidir. Yine Peygamber Heykel ve Resim yapımını aynı nedenden yasaklamıştır ama ne heykel yapmak günahtır ne resim çizmek. Kimse heykellere tapacak zihniyette de değildir artık. o yüzden Heykellere "Put" gözü ile bakan kimseleride İslama mal etmemek gerekir bence. Bunlar gibi bir çok kural hep çağa uygunlukla ve ıslah edilebilirlikle, yeniden düzenlenebilirlikle ilgilidir...

 

Yunus Emre'nin inanışının İslamiyet olduğu pek iddia edilemez bence. Elbette, içinden çıktığı kültürün kavramları ile inanışını yaşamıştır. Ancak bir çeşit deist anlayışa sahiptir.

 

Mesela Yunus Emre'nin şiirlerinde , peygambere ilişkin hiçbir mısra duymadım. Onunki peygambersiz bir Tanrı inancıdır bence, sallaıyorum burda, çünkü gördüğüm şiirlerde peygambere hiç atıf yok, görmediklerimde varsa bilemiyorum.

 

Bakın Yunus Emre, Taptuk Emre'nin yanında yetişmiştir. Aldığı eğitim itibarıyla ve inancı çerçevesince Müslümandır. Bakın Anadolu-Türk Evliyalarının temeli Ahmed Yesevi'ye dayanır. Kendisi Müslümandır. Yani Yunus'un falan inancını sorgulamak gereksiz aslında ama Mevlana'nın Müslüman olduğunu biliyorsanız, ki Mesnevisi Kur'an-ı anlatmayı içerir, Yunus Emre Mesneviyi okuduktan sonra şöyle demiştir "Mevlana çok doğru söylemiş ama çok uzatmış lafı, ben olsam: Ete Kemiğe Büründüm, Yunus Diye Göründüm, derdim" demiş. Müslüman olmayabilirisiniz ama bence Yunus'un müslümanlığını tartışmaya gerek yok. Ama şu var ki, Yunus, yine benim dediğim anlayışa sahiptir. Ki siz buna deizm diyorsunuz :) gerçi ben yada Yunus Deist değiliz ama olsun, canınız sağolsun...

 

Yanlış mı düşünüyorum bilmiyorum ama, altını çiziğim yer zaten bir çeşit ateist/deist/agnostist/paganist anlayıştır. Tanrı evrenin kendisidir. Başka bir deyişe doğa tanrıdır. Bunlar zor sorular. Bir ateistin ateist olmasının nedeni senin Tanrı adını verdiğin, bir başkasının doğanın/maddenin işleyiş kuralları adını verdiği şeyi reddetmek değildir. Ateistin/deistin/agnostistin karşı çıktığı, semitik dinlerde tanımlanan esen, gürleyen, sihirbazlık yapan, cezalandıran, bazı kullarına torpil yapan, bazı kullarını diğer bazı kullarının ganimet olarak almasına müsade eden, kendine inanmayı en büyük meziyet sayan, kendine seçilmiş halk edinen Allah/Yehova kavramıdır.

 

Bakın, altını çizdiğiniz kavramda "Tanrı-Evren-İnsan" birliğinden söz ediyorum. Ben Ateizmin böyle bir Tanrı yada evren anlayışına sahip olduğunu sanmıyorum. Deizm belki bir manada bunu karşılayabilir ama tam olarak karşılığı değildir. Deizme göre "Tanrı evreni bir saat gibi kurmuştur ve artık müdahale etmez". Ama ben diyorum ki, Hakk her zaman, her an herşeyin özündedir... Paganist anlayışa göre ise "Tanrı değil, Tanrılar" vardır bildiğim kadarıyla. Yani Hıristiyanlık öncesi Avrupanın inanç sistemidir Paganizm. Kişilerin ilahlaştırılması vardır. Aynı toplumdaki insanlar farklı farklı ilahlar edinmişlerdi ve dini semboller önem taşırdı. bugün tarot kartlarındaki figürler ve Hıristiyanlıktaki bir çok Şeytan figürü veya Melek tasvirleri hep Paganist anlayışın Hırisityanlıktaki yansımalarıdır. Paganizmdeki hoşgörü, Hıristiyanlığın Avrupada yayılması ile yerini Mezhep savaşlarına bırakmıştır diye düşünüyorum... Yani şunu söylemek istiyorum, Benim tanımım, bu inanç sistemleri ile pekte öyle göründüğü gibi benzeşmemektedir aslında.

 

Saygılarımla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.