Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK


DİPNOT

Önerilen İletiler

(demirefe içinde cevap niteliğindedir)

biz türbanlı bayanlarında girmesini serbset yapalım, bu bayanlar onların yanında aslanın kucağındaki ceylan gibi kalır

Madem cevap olduğunu sanıyorsun, ben de cevap vereyim. Söz bitti benim açımdan, çünkü kulağına laf gitmiyor ama...

 

Onların öncü piyon olduğunu, önemleri olmadığını benim de söylediğimi, menenjit virüsü örneği ile anlatmaya çalıştığımı elli kere tekrar edemem artık, kusuruma bakma...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

benim kalem bu konu için tükenmiştir arkadaşlar, siz söylemek istediklerinizi söylediniz, bende söylemek istediklerimi fazlasıyla söyledim, artık bu durumda okuyucular karar versinler derim ben

 

umarım misafirlerimiz, bende dahil bu konuya yazan tüm arkadaşlarımızdan istifade etmişlerdir

 

saygılar sevgiler

Doğru bir belirtme. Bence de. Seni kendimden ayrık görmediğim için, senli benli, samimi olarak ve belki kırıcı olarak hitap etmiş olabilirim TARAFSIZ. Nezaketini bildiğimden, affedici olacağına eminim.

 

Ben de son olarak şunları söyleyeyim: Üniversiteye (ve sonrasında kamuya) girmesini istemediğimiz sadece dinsel simgeler. Bu bir ilke çünkü. Yoksa bu saygıdeğer arkadaşlarımızın fikirleriyle girmesinden zerre kadar gocunmamız yok. Benim başı örtülü insanlarla o kadar olumlu diyaloglarım var ki, son derece saygı duyar ve her konuda yardımcı da olurum. Simge kullanmayarak gelsinler, fikirlerini sonuna kadar tartışalım. Dışarda başları örtülüyken de saygım sonsuzdur. Başörtüleri saygımı ne artırır, ne azaltır...

 

Saygı ve sevgiler benden...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Umarım bu konu daha sağlılı tartışılır kamuoyunda. Bakın şimdi, üniversite ile başlayıp kamuya yaydınız diyelim simgeleri:

 

Yargıç başörtülü, sakallı ya da kippalı, ya da boynunda haç asılı canım, niye olmasın? Demokrasi değil mi? Avukat da aynı simgeleri kullanarak duruşmaya giriyor, müvekkiline de aynı simgeleri tavsiye ediyor.

 

Beri tarafın avukatı ve müvekkili ise farklı simgeleri kullanıyor. Sonra da mahkeme kararını tartışmaya açıyor. Ayrımcı karar verildi diye...

 

Askersiniz. Simge kullanımı serbest. Sizinle aynı simgeleri kullanan üstün emirlerine itaat ediyor, farklı simge kullanana etmiyorsunuz. Gerekçeniz de hazır: Size ayrımcı emirler verdiği. Ateş hattına sizi kasıtlı sürdü, farklı simge kullandığınız için, siz de emre itaat etmediniz.

 

Tüm bu ve buna benzer kurumlarda kılık kıyafet YASA ile değil, YÖNETMELİK ile belirlenir. Örnekleri siz artırın. Tıbba, eğitime, emniyete uyarlayın. Kapkaç olayında yukarlardan etnik, aşiret gözetimi yapıldığı iddialarını, çeteleşmelerde milliyetçi sembollerin kullanımını hatırlayın. SİYASET KENDİ GEÇİCİ MENFAATİ İÇİN ATEŞLE OYNUYOR Sadece dini değil, dindarları da siyasete alet ediyor, bunu bilin...

 

Din gibi kolayca bir sembolle adapte olunuverecek sembollerin yaratacağı ayrımcılıkları gözönüne getirin. Çok rica ediyorum, kamuoyunda tartışırken tüm bunları değerlendiriniz, herkese selamlar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

benim anlamadigim evine gelen bir türbanli ögrenci evinde muhakak basörtüsünü cikariyordur cünkü orasi evi! orda bir güvence var ..öyleyse okulu isyeri onunda bir evi sayilmazmi?

 

onun disinda herhangi bir sorun varmi bu ülkede bu kardeslerimiz icin ..

 

 

Efendi Türkler

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

benim anlamadigim evine gelen bir türbanli ögrenci evinde muhakak basörtüsünü cikariyordur cünkü orasi evi! orda bir güvence var ..öyleyse okulu isyeri onunda bir evi sayilmazmi?

 

onun disinda herhangi bir sorun varmi bu ülkede bu kardeslerimiz icin ..

 

 

Efendi Türkler

 

Evde ailesiyle, yabancı erkekler yok; iş yeri onun evi gibi olsa da "gibi" si her zaman kalır...

 

Çok şükür toplumda herhangi bir sorun bilmiyorum bazı uç örnekler dışında...

 

:zorro:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evet utanıyorum...

Çünkü; Kendilerini böyle zavallı, değersiz insan konuma sokturan kişilere boyun eğdikleri ve aciz oldukları için onlar adına utunıyorum.

Ve Kalben Müslüman olmayıp, Müslümanlığı siyasi oyunlara karıştırdıkları ve bu oyunun parçası oldukları için utanıyorum.

Son olarak; Bugün türban'a izin veren zihniyet, yarın onu dayatacağından hiç kuşkum yok ve bu nedele kadınlar ve ülkem adına hem utanıyor, hem saçma buluyor ve hemde basiretsizce buluyorum...

 

Sevgili Dipnot,bak sen beni ve dusunce tarzimi asagi yukari iyi bilirsin,pariste az beraber konusmadik,tartismadik...

Ama oncelikle genel konuya bakalim...Konu egitim...Kisi ister ortulu ister carsafli olsun,okumaya hakki olamaz mi?Bak benim okula nekadar duskun ve 40ma bile gelsem okuyacagimi iyi bilirsin,sirf kapali diye bu kizlara bu hakki veremezsek,daha kotu bir toplum yetisir...Okuldan atarsaniz nereye giderler...

 

Bu arada ben la bohéme :)

 

Tarafsız (diyorum ama bence artık ismini değiştir!)

Biraz zaman geçsin göreceğiz dayatmayı...

Dönüp ardına düşündüğünde "neden böyle oldu" diye, kendi payını da unutma!

 

 

Yersoy bence hatalisin,tarafsizlik tamda budur...Dayatma olup olmayacagini bilemeyiz,ama size gore laiklik nedir bilmiyorum...Restpektifin bu konuda cok guzel bir yazisi var...Laiklik devletin vatandaslarina karsi ayni degerleri tasimasidir...Kisi inanmiyorsa,ateis olur.Ama soz konusu devlet olunca laik olur...Devlet inanan ve inanmayan ayrimi yapmadan butun vatandaslarinin hakkini savunmalidir...

 

Korkularinizi anliyorum...Ama varsayimlarla yurumek zamani oldugunuda sanmiyorum...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Dipnot,bak sen beni ve dusunce tarzimi asagi yukari iyi bilirsin,pariste az beraber konusmadik,tartismadik...

Ama oncelikle genel konuya bakalim...Konu egitim...Kisi ister ortulu ister carsafli olsun,okumaya hakki olamaz mi?Bak benim okula nekadar duskun ve 40ma bile gelsem okuyacagimi iyi bilirsin,sirf kapali diye bu kizlara bu hakki veremezsek,daha kotu bir toplum yetisir...Okuldan atarsaniz nereye giderler...

 

Bu arada ben la bohéme :)

 

anaaa sen la bohememisin...:D düşüncelerin için sana teşekkür ediyorum...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bana göre inanç özgürlüğü penceresinden de belirli şartlar altında bakılabilir; yani yahudi kippasını giyebilir bana göre...

Yapmayın Sayın ali0_1...

Size göre belki ama Anadolu Üniversitelerinin hiçbirinde bu hoşgörü yok.

Ya hu bakın daha önce bir takım örneklerini şu linkte açıkladım:

 

Okuyu Mutlaka Sayın Ali0_1

 

Bununla birlikte kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olmayıp aksine toplumdan gelen bir giyimi kılık-kıyafet özgürlüğü içinde başlı başına da ele alabiliriz, aynı zamanda eğer bu simge olarak görülüyorsa ifade özgürlüğü kapsamına da girer...

 

Hayır hayır hayır, lütfen olayı saptırıp hedef şaşırtmaya çalışmayın.

Toplumdan gelen kılık kıyafeti nasıl tespit edeceğiz?

Ege bölgesinde "Efe" kıyafetleri mi giydireceğiz?

Doğa Anadolu'da poşu mu bağlatacağız?

Karadeniz Bölgesinde Horon mu teptireceğiz?

 

Bu yazıyı ve Bu yazıyı da

 

Okursanız, tekrar tekrar yazmak zorunda kalmayız.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

:clover:

Sevgili Dipnot,bak sen beni ve dusunce tarzimi asagi yukari iyi bilirsin,pariste az beraber konusmadik,tartismadik...

Ama oncelikle genel konuya bakalim...Konu egitim...Kisi ister ortulu ister carsafli olsun,okumaya hakki olamaz mi?Bak benim okula nekadar duskun ve 40ma bile gelsem okuyacagimi iyi bilirsin,sirf kapali diye bu kizlara bu hakki veremezsek,daha kotu bir toplum yetisir...Okuldan atarsaniz nereye giderler...

 

Bu arada ben la bohéme :)

 

Eyyy...

Olamaz...:)

 

Sevgili candide=la boheme... :clover:

Evet tabiki eğitim hakkı insan için en doğal hak...

Fakat ülkemiz için gerçekten durum çok farklı...

Bugün DEP milletvekili bile ılımlı islam tehlikesini görerek kemalistlerle ortak haraket edilmesi gerektiği konusunda bir demeç vermesi olayın ne kadar ciddi boyutlarda olduğunun bir göstergesi...

Bence enine boyuna tartışılması gereken bir konuyu Türkiye inanılmaz bir mukavemet ve kararlılıkla tartışmakta...

Hukuk devleti ve siyasal dayatma/oyun vb. gibi konularla olan Türk kadınına oluyor ki Türban olayının diğer bir olumsuzluğu da gelişmeye karşı tepkisel bir refkles olabileceği gerçeği ise hayrıca bir sorun...

Kısaca;

Bana göre bugün türban isteyenler, yarın bunu dayatmaya kadar varır ve sonuçta tam bir kaosa doğru sürüklenme kaçınılmazdır...

Bunun siyasal bir oyalamaca olduğu düşüncesi ise ağır basmakta, Çünkü Türkiye inanılmaz bir ekenomik krize doğru sürükleniyor...

Yani herşey içi içe geçmiş durumda ve kafalar çok karışık...

Son olarak düşüncelerine saygı duyuyor ve düşünülecek değerde buluyorum...

Sevgi ve saygılar... :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bana göre inanç özgürlüğü penceresinden de belirli şartlar altında bakılabilir; yani yahudi kippasını giyebilir bana göre...

 

Yaş konusunda da ben resmen ergin olmaktansa ayırt etme gücünün yeterli sayılabileceğini düşünüyorum, hatta ailenin çocuğu üzerindeki bazı hakları da düşünülebilir sonuçta ayırt etme gücüne sahip küçükler sınırlı ehliyetsiz olsa da bu konuda aklın yetkinliği yeterlidir, olmasa da ailenin çocuğunu kendi kültürü ile yetiştirme hakkı göz ardı edilemez ama bunun için her şeyden önce karşısındakine saygı duyan aile büyükleri ve çevre gerekir ki bilginin olmadığı yerde çok zor; o zaman aşağıya da bağlayabiliriz: eğitimsiz özgürlük olmaz, bilgi güçtür herkes gücü oranında mücadele eder...

 

Dediğiniz gibi şu an için bu konuyu en sağlamca konuşabileceğimiz düzlem eğitim özgürlüğü...

 

Bununla birlikte kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olmayıp aksine toplumdan gelen bir giyimi kılık-kıyafet özgürlüğü içinde başlı başına da ele alabiliriz, aynı zamanda eğer bu simge olarak görülüyorsa ifade özgürlüğü kapsamına da girer...

 

Bu arada katkı kredisi, öğrenim kredisi ve burs gibi desteklerle öğrenciler rahatlatılmaya çalışılıyor zaten; tabii ki daha iyi şartlar da oluşturulabilir...

 

Saygılar...

 

:zorro:

 

Birşeyden bahsetmiştim. Tüm inanç ve mezheplerin dini sembollerle ifade edildiği bir üniversitede bir yerden sonra saflaşma ve çatışma muhakkak doğar.

 

Demogoji yapmakta gereksiz olur. Çünkü anlaşan iki partinin şu anda çözemedikleri noktada burada. Yarın üniversitelerin sadece türban değil, kırmızı puşi, kippa, orthodox başlığı, sarık, takke , fes gibi dinsel motif taşıyan tüm giyim şekillerine açılacağını biliyorlar. Çünkü bunlarda genel ahlaka yada kamu düzenine aykırı unsurlar değiller. Hepimiz çok iyi biliyoruzki, yarın bunlar olduğunda bizzat şu an yasağa muhalif olanlar, yarın bunlar için yasaklama isteyecek. O zaman meseleyi "inanca özgürlük" temasıyla adlandırma bizzat kendi isteklerini çürütecek. Böyle bir tablo kriz yaratır mı? Evet yaratır. Ayrışma yaratır mı? Evet yaratır. Zira böyle bir ortam karşılıklı radikal zihniyetler ve örgütler için bulunmaz bir zemin olur.

 

Aile meselesine gelince, kimse bana bir ilkokul öğrencisinin yada liseye başlayan bir genç kızın ayırt etme yetisinden falan bahsetmesin. Ya da bu çocuklar için "inançları gereği örtünüyorlar" demesin. "Aileleri inançları gereği öyle giyinmelerini istediği için örtünüyorlar" dır doğrusu. Buda bireyin "inanç özgürlüğü" nden farklı bir konudur. Bu noktada "inanca özgürlük" temasıyla düzenlenen protestolarda en ön safa, türbanlı ve hatta çarşaflı ilkokul öğrencilerini dizerek nasıl bir "inanç özgürlüğü" mesajı verilebilir ki?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ünlü sosyolog Prof. Şerif Mardin’in türban yasağının kalkması yönündeki kesin tavrı karşısında, bu sorun etrafında yaratılan fırtınanın süreceği ve tartışmaların giderek boyutlanacağı açık ve net.

Üstelik yeni sivil anayasaya bir madde konursa, ardından çıkarılacak yasa veya yasalarla bu yasak ebediyen ortadan kalkarsa, Türkiye bir iç kavganın yaşandığı alan haline getirilebilir.

Çünkü bu sorun sadece içerden kanatılan bir sorun değil.

Dışardan da beslenen türban sorunu, artık düşük yoğunluklu bir tartışma olmaktan çıkarılmak isteniyor.

Adı konusunda kıvırmaya, oryantal yapmaya gerek yok.

Dinciler ve laikler...

İsteyerek veya istemeyerek karşı karşıya getirilmek isteniyor.

Ya da birileri bizi test ediyor.

Kadınlar arasındaki bir sorunun, erkek egemenlerince tahrik edilmesi, siyasette malzeme haline getirilmesi ve sorunun elyordamıyla çözümlenmeye çalışılması anlaşılır çelişkiler değil.

Anlaşılması ve çözümü zor, üstelik hem anlaşılmasında ve hem çözümlenmesinde zıt görüşlerin bir noktada buluşamaması daha da tehlikeli hale getiriyor sorunu.

Ben önce din üzerinde yapılan siyasetin kökten önlemesine yönelik çözümler üretilmesinden yanayım.

Açıkcası türbanın simgesel hali beni de endişelendiriyor.

Bu bir anlamda dayatma.

Ve bu sorun siyasetcilerin elinde devamlı ısıtılmak istenen bir malzeme..

Düne kadar olmayan bir sorunun, adeta kaşınarak, sonra kanatılarak, daha sonra da “işte böyle bir sorun varmış” gibi takdiminde samimiyet aranabilir mi?

“Mış” gibi yapmayı herkes yemez beyefendiler.

Neden dün yoktu da, bugün var?

Burada kesinlikle “takiye” kokusu hakim.

Bunu kullanan kim? Din baronları, ya da uçbeyleri olan dinci politikacılar.

Bazı sorulara yanıt aramak gerekiyor bu noktada.

Öğrenimde, üstelik yüksek öğrenimde kafanın açık ya da kapalı olmasının bilginin öğrenilmesi ve özgürce tartışılmasında etkisi ne olabilir?

İnsanın, kafası sıkıca kapalı değilse, içeriye girecek olan bilgi dışarı kaçar mı?

Kapalı olursa bu kaçak önlenir mi?

Nasıl önlenir?

Başı açık olanlar, yasak kalkınca türbanlıların üniversiteye irticayı sokacağından mı korkuyorlar?

İrtica sadece türbanlıların tekelinde olan birşey mi?

Diyelim ki onların tekelinde, üniversitede başı kapalı öğrenim görürlerken, burada din dersinin zorunlu olmasını mı isteyecekler ve gerçekleştirecekler?

Bu konuda çelişkili tablolar ve absürtlük almış başını gidiyor.

Bence türban konusu yarından tezi yok buzdolabına alınmalı.

Süratle dondurulmalı.

Kötü niyetli dış mihraklar eğer Türkiye üzerinden oyun oynuyorlarsa- ki her zaman mümkün- onların oyununa izin verilmemeli.

Bir de olaya kadın sorunu olarak bakmak yanlış.

İkincisi laikler ve dinciler arasında sadece “simge savaşı” diye de bakmak yanlış.

Ya da Prof. Şerif Mardin’e göre, laikleri “beyaz kadınlar”, türbanı savunanları “zenci kadınlar” gibi görme eğiliminden kaçınmak gerek.

Aslında oynanan tuzağı farketmek ve geçiş döneminde her iki tarafı rahatlatacak bir çözüm üretmek en doğrusu ama şu anda yani sapla samanın karıştığı bir sırada böyle bir sonuca ulaşma zor.

Ben yine ısrarlıyım. Bu türban konusu kadınlar, yani dinci ve laik kadınlar arasında bir savaş değildir.

Kadınların bir bölümü, yani başın açık olmasını savunan laik kadınlar, türbanlı kadınlardan değil, erkek egemen sınıfının- tabii ki şeriat yanlılarının- din devleti özlemlerinden korkuyorlar.

Erkekler, önce kadınları ikiye bölüyorlar.

Sonra ortaya çıkıp “Marazayı siz çıkardınız, dırdır yaptınız ve çözemediniz ama biz çözeriz” diyorlar.

İşte buna her iki taraf da kanmamalı, bu tuzağı kadınlar açığa çıkarmalı.

Laik kadınlar haklı olarak bir sabah herkesin çarşafa sokulacağından endişe ediyorlar. Endişe dahi gerilerde kaldı artık, haklı olarak korkuyorlar.

Aslında bu korkuyu başı kapalılar, türbanı simge olarak kullanmak isteyenler de yaşamalı. İran’daki özgürlük kısıtlamaları sadece başı açıklara yönelik değil.

Peki içinde bulunduğumuz bu duruma devlet, hatta derin devlet neden bu kadar sessiz kalıyor?

Bir anda, bir fiske ile dinci girişimleri bir anda yok edebilecek güçte olanlar neden seslerini çıkarmıyorlar?

Çıkarıyorlarsa da neden cılız?

Bir güçlü ihtimal şu.

Endişelerin, korkuların giderek yaygınlaşmasını ve birikmesini bekliyorlar.

Ya da çatışmaların, kavgaların hatta ölümlerin çoğalmasını düşlüyorlar.

Aslında aracın duvara çarpacağı ana kadar sabredecekler mi acaba?

Sonunda “Frene basmak zorundaydık” diyebilmek için...

Acaba?

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Samson ve Delilah hikayesini bilmeyeniniz yoktur herhalde. En azından 1949 yılında Cecil B. DeMille’in sinemaya kazandırdığı filmi seyretmişsinizdir. Hedy Lamarr’ın Delilah, Victor Mature’un Samson rolünü oynadığı film gişe rekorları kırmıştı. Sonrasında da birçok kez televizyonlarda gösterildi.

 

Milattan önce 12. yüzyılın sonunda geçen müthiş bir aşk hikayesini konu alır Samson ve Delilah. Samson, İsrailoğullarının Filistinlilere karşı direnişinde etkin rol oynayan bir kahramandır ve Herkül gibi gücüyle ünlüdür. Bir başka ünü da Filistin kadınlarına olan düşkünlüğüdür. Delilah bu kadınların sonuncusudur. Delilah ve Samson büyük bir aşkla severler birbirlerini. Fakat Samson, Delilah’ın kızkardeşine de aşık olur ve Delilah’ın öfkesini kazanır. Delilah, bir eşek çenesi kemiğiyle bile binlerce Filistinliyi öldüren Samson'un gücünün nerden geldiğini öğrenmeye karar verir. Türlü hileyle Samson’dan gücünün saçlarında gizli olduğunu öğrenir. Samson’u koynunda uyutarak saçlarını kazıtır ve onu Filistinlilere teslim eder. Onu yakalamanın sarhoşluğuyla Samson ’un saçlarının yeniden uzayacağını kimse akıl edemez. Esareti sırasında saçları yeniden uzayan Samson eski gücüne yeniden kavuşur ve esir tutulduğu tapınağın sütunlarını yıkarak hem kendinin hem de düşmanlarının ölümüne neden olur.

 

 

 

Samson’un gücünün saçlarında olması tesadüfü bir durum değildir. Çünkü saç insanoğlu var olduğu süre içinde hep sembolik bir güç olarak kullanılmıştır. Toplum içinde saçını kapatmak zorunda olanların kültürlerinde bile saçın sembolik etkisi azalmamıştır.

 

Saçlar her zaman cinsiyetin, yaşın, politik konumun ve toplumsal sınıfın belirleyicisi olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden tarihin her döneminde saçla ilgili öykülere rastlanır. Yunan ve Hint mitolojilerinde bu tarz öyküler vardır. Mısır Uygarlığı, Asur ve Sümer Uygarlıkları ise bu konuda belirleyici örneklerle doludur.

 

Aslında saçın günümüze kadar gelen etkisini anlamak için antik çağlara kadar gitmek gerekir. Antik çağlarda bazı toplumlarda saça değişik anlamlar yüklenmiştir.

 

Yunan filozofu Aristo, kadınların yarım kalmış embriyolar olduğunu iddia ediyordu. Embriyoların hepsi erkekti ve ancak yeterli sıcaklığa ulaşamayanlar, yani yarım kalanlar kadın oluyordu. Isı yetersizliği kadınların daha ufak tefek, kırılgan ve erkeklerden daha az akıllı olmasına yol açıyor, duygusal ve ahlak zayıflıkları baştan çıkardıkları erkekler için bir tehdit oluşturuyordu.

 

Aristo’nun felsefesini yakından takip eden Hıristiyan din bilimciler, benzer sonuçlara, Adem’i cennetten kovdurtan Havva’yı örnek gösteriyordu. Havva ve ardından gelen kadınların, erkekler için devamlı bir tehlike oluşturması, kadınların cezalandırılmasıyla sonuçlanmıştır. Tarih boyunca birçok felsefe ve efsanede, kadınların erkekleri baştan çıkaran şeytani yaratıklar olarak gösterilmesinin nedeni de budur.

 

Bu nedenledir ki, Yahudi ve Hıristiyan dininin kuralları yüzyıllar boyunca özellikle evli kadınları saçlarını gizlemeye zorlamıştır. Hatta bu yasak rahibeler üzerinde 1960’lara kadar kendini göstermiştir. Rahibeler o yıllara gelinceye değin başlarını kapatmak zorundaydı.

 

Bu inançlar daha sonra batı evlilik geleneklerine de yansıdı. Örneğin bugün halen devam eden gelinin yüzünü duvakla örtme adeti o yıllardan kalmıştır. Antik Yunanlılar, Romalılar ve Yahudiler evlilik töreni sırasında gelinin yüzünü örterlerdi. Koca, törene katılanlar için gelinin duvağını bir kez açar ve ardından da kapatırdı. Bu, bir başka erkeğin karşısında bir daha açılmamak anlamına gelirdi. İbranice’de “gelin” anlamına gelen “kalah” sözcüğünün kökeni “kapatmak”tan gelir. Latince’de “evlenme” anlamına gelen “nubere” de, “örtmek, kapatmak” demektir.

 

Avrupa kadınlarının saçını kapatma kuralı Ortaçağ boyunca yavaş yavaş terk edildi. Çünkü kadınlar “moda” denilen kavramla tanışmıştı. Çok geçmeden bu kavram ahlakın önüne geçti ve 12. yüzyılın ortalarında genç ve zengin İngiliz kadınları peruk takmaya başladı. Peruk modası kısa sürdü ama, peruk takmaya alışan kadın bir daha örtünün altına girmedi. Böylece saç kapatma geleneği eski gücünü kaybetti.

 

Ortadoks Yahudilerin büyük bir kısmı bugün bile saçlarını şapka ya da başörtüsüyle gizliyor. Saçlarını gizleyen kadınların dinine daha sadık olduğu, daha dindar olduğuna inanılıyor. Müslümanlıkta da benzer bir yaklaşım var. Saçlarını örten kadınların, örtmeyen kadınlardan daha dindar olduğu kabul ediliyor.

 

Bunu da saça yüklenen sembolik gücün bir göstergesi olarak açıklamak yanlış olmaz sanıyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Başörtüsünde 'sanal yasak'tan 'gerçek yasak'a gerileme (mi?)

'Başörtüsü/türban' tanımlandı. Bu sera ürünü, hukukça sindirilmesi olanaksız bu yapay tanım, öneriye dönüştü, Yüksek Öğretim Kurumu Yasası'nın (YÖKY) ek 17. maddesine iliştirildi. Bu öneri de TBMM Anayasa Komisyonu'nca benimsendi. Eğer, bu tanım yasalaşırsa, 'sanal yasak'; olan, yani 'gerçek yasak' basamağına inecek

 

04/02/2008 (1486 kişi okudu)

 

 

SAMİ SELÇUK (Arşivi)

 

'Tanım tehlikelidir' der, Latince özdeyiş. Doğrudur. 'Başörtüsü/türban' tanımlandı. Bu sera ürünü, hukukça sindirilmesi olanaksız bu yapay tanım, öneriye dönüştü, Yüksek Öğretim Kurumu Yasası'nın (YÖKY) ek 17. maddesine iliştirildi. Bu öneri de TBMM Anayasa Komisyonu'nca benimsendi. Eğer, bu tanım yasalaşırsa, ontolojik olarak olmayan yasak, yani 'sanal yasak'; olan, yani 'gerçek yasak' basamağına inecek.

Bu da, gerilemenin ötesine geçen bir gerileme; gerilimi azdıran bir gerilim demektir. Türkiye'de asıl yasak ve sorun da o zaman yaşanacak. Geliniz, kaş yapayım derken göz çıkarma ustalığının, yağmurdan kaçarken doluya yakalanmanın bu özrü kabahatinden büyük serüvenini, bir benzetme yaparak, birlikte irdeleyelim.

I-Benzetme: Bireylerin kanısı suç yaratmaz. 'Sanal suç' cezalandırılmaz. Küresel kural şudur: Suçu yasa yaratır.

Bir eylemin suç olup olmadığını yasa koyucu, dolayısıyla yasalar belirler.

Yasalarda suç olmayan bir eylemin suç olduğunu söylemek ve o eylemi cezalandırmak olanaksızdır. Ceza yasaları her ahlaka aykırı eylemi suça dönüştüremezler. Öyle olsaydı toplum bunalırdı.

Ancak, çoğu insan bunu bilmez. Bilmediği için de, toplumda yaşayan ya da bu eylemleri yapan insanlar arasında, sözgelimi, zinanın, erginler arasındaki eşcinselliğin suç olduğunu sananlar vardır. Buradaki yanılgı, suçun tipiklik öğesindedir. Çünkü, şu anda Türk yazılı hukukunda bu eylemleri cezalandıran hükümler yoktur. O yüzden bu türden eylemlerde bulunan biri elbette cezalandırılamayacaktır. Zira suçu, insanların ya da faillerin kanıları yaratmaz, yalnızca yasa koyucu sadece yasal bir düzenlemeyle yaratabilir.

Bir insanın, bir failin kafasında biçimlenen 'sanal suç' bağlamı içindeki bu suç sanısının adına hukuk öğretisinde 'düşsel/hayali/imajiner suç' denir.

Şu da bir sanal suç türüdür: Yasada bir hüküm vardır. Ancak, fail, suçu tanımlayan hükmün kural kesiminde yanılmıştır. Sözgelimi, fail, birinin imzasını taklit ederek özel bir belge düzenler ve onu cebinde taşır. Suç işlediği inancındadır. Oysa belgeyi kullanmadığı sürece eylemi suç değildir (T. Ceza Yasası, m. 207/1).

Yine bir insanın, bir failin kafasında biçimlenen 'sanal suç' bağlamı içindeki bu suç sanısının adına da hukuk öğretisinde 'kurmaca/kuruntu suç' denir.

Elbette hukuk dünyasında hiçbir değeri yoktur, bu tür sanal suçların.

II-Başörtüsü/türban yasağı, hukuk açısından tipik bir 'sanal yasak'tır:

Başörtüsü/türban konusu da bunlara benziyor. Yıllardan beri Türkiye bir sanal yasağı tartışıyor. Bu sanal yasak, yukarıdaki tiplerden kimi zaman birincisine benziyor ve ortaya bir 'düşsel/hayali/imajiner yasak' çıkıyor. Ancak kesinkes ikincisiyle bire bir çakışıyor/örtüşüyor ve ortaya bir 'kurmaca/kuruntu yasak' çıkıyor. Açıklayalım.

A-Yasağın ortak adı: Üniversitede başörtüsü/türban yasağı

1-Bu yasak, ilkin 'düşsel/hayali/imajiner yasak'tır:

Çünkü, Türk yazılı hukukunda yükseköğrenim düzeyinde genel nitelikte kapsayıcı bir başörtüsü/türban yasağı bugün yoktur, dün de özel düzenlemeler dışında hiç olmamıştır. Dahası, YÖKY'nin ek 17. maddesine göre, "Yürürlükteki yasalara aykırı olmamak koşulu ile yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir".

Bu hukuksal çözüm, özünde doğrudur. Çünkü, üniversite sözcüğünün karşılığı 'evrenkent'tir.

Evren, her tür yaratığı barındırır, içselleştirir. Dışlamaz.

Kent ise, bütün insanları barındırır.

Kavram olarak 'evrenkent', görüş ve inancı ne olursa olsun, ayrım gözetmeden her tür insanı barındırır, içselleştirir. Dışlayamaz. En özgür (olması zorunlu) ortamdır. Orada ister görüş, ister inanç olsun, her şey tartışılır, eleştirilir.

Bu yüzden gelişmiş ülkelerin üniversitelerinde türban yasağı yok. Çünkü, bir görüş ve/ya da inancın sınırlandığı yer, evrenkent/üniversite kavramıyla bağdaşamaz. Öyleyse, ergin insanların öğrenim gördüğü bir üniversitede düşünce ve inançlara yasaklar getirilmesi yanlıştır.

Bizde de iyi ki yoktur.

Demek ki, türban yasağının hukuksal/kurumsal/bilimsel dayanağı yok.

Ortada sadece 'düşsel/hayali/imajiner yasak' vardır. Tıpkı 'düşsel/hayali/imajiner suç' gibi.

Özetle yasak hukuksal değil, eylemlidir.

2-Bu eylemli yasak da, kesinkes bir 'kurmaca/kuruntu yasak'tır:

Çünkü, uygulamacı, yargısal kararların algılanmasında ve uygulanmasında hukuksal açıdan yanılmaktadır. Tıpkı, yukarıdaki özel belgede sahtecilik suçunun kural kesimindeki yanılgı gibi.

a-Yanlış algılama: Anayasa Mahkemesi'nin (AYM), Danıştay'ın (D) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararları yanlış algılanmakta, uygulamaya yanlış yansıtılmaktadır.

Her şeyden önce AYM ilk kararının hüküm fıkrasında, 1988/3511 sayılı Yasa ile YÖKY'de yapılan şu değişik hükmü iptal etmiştir: "Yüksek Öğretim Kurumlarında, dini inanç nedeniyle boyun ve saçların örtü ya da türbanla kapatılması serbesttir" (7. 3 .1989, 89/12).

Laik hukuk düzeninde devlet, yansızdır. Herhangi bir dine ne ayrıcalık tanır, ne de onu dışlar. Devlet, bütün inançlar karşısında eşit uzaklıktadır.

Bu nedenlerle, bir din kuralını, hukuk kuralına dönüştürmek laiklik ilkesine aykırıdır. Bu açıdan söz konusu hükmün iptali yerindeydi. Ancak, gerekçede yansıtılan öbür nedenceler hem gereksizdi, hem de yersizdi. Üstelik, AYM, yerindelik denetimine kaymış, denetim sınırlarını aşmıştı.

Ancak yasama organı bu iptal kararına uymuş, laik düzene uygun olarak ek 17. maddeyi düzenlemişti.

AYM, bu son hükmün iptali isteğini reddetti. Ancak kararın gerekçesinde, türbanın serbest olmadığına değinmişti (9. 4. 1991, 1991/81).

D de, üniversitelerce konulan yasak kararlarının hukuka aykırı olmadığını belirterek, başvuruları reddetti.

AİHM ise, olaya yakın olan iç yargı organlarının, hukuksal değil, eylemli olan bu değerlendirmesine saygı duydu (29. 4. 2004 ve 10. 11. 2005 tarihli kararlar). Doğru da yaptı. Ama bizler bu iletiyi yine iyi algılayamadık. Algılayamazdık. Çünkü, bu saygı, Türk denetim yargılamasının hiç gözetmediği küresel bir kuraldır. Bu kurala göre, eylemli durumu değerlendirme açısından, daha iyi değerlendirebilecek konumda olan yargı organının kararına daha kötü durumda olan yargı organı, gerekçede mantık ya da doğa yasaları gibi yasalara ters düşen kaba/çarpıcı bir yanılgı yoksa, asla ilişemez; onun yerine geçerek karar veremez. Sözgelimi, bir tanığın doğru ya da yalan söyleyip söylemediğini, o tanıkla yüz yüze gelen, tanığın bocaladığını, terlediğini, yüzünün kızardığını gören, görerek vicdani kanı yargısı oluşturan yargıç bilebilir ancak. Duruşma yapmayan, dolayısıyla tanığı görmeyen yargıç bu değerlendirmeyi asla yapamaz, onun yerine geçerek vicdani kanı oluşturamaz. Çünkü, vicdani kanı, yüzü kızarmayan, kekelemeyen, terlemeyen duruşma tutanaklarıyla bir yargıçtan öbürüne ciro edilemez. Bu kural kesindir. Şili'de de böyledir, Almanya'da da, İtalya'da da, Togo'da da, Irak'ta da.

Sakın ola ki, "Ya bizde?" diye sormayın. Çünkü, böyle bir kural bizde hiç uygulanmaz. Bu yüzden de yargılamanın en önemli aşaması, yani duruşma işlevini yitirmiş, gereksizleşmiştir.

Demek, AİHM doğru bir değerlendirme yapmış, konuyla iç içe yaşayan ve değerlendirmeyi daha iyi yapabilecek olan Türk ulusal yargısının takdirine saygı göstermiştir. Ancak, aslında yeni bir şey söylememiş, sadece küresel bir usul hukuku kuralına uymuştur. O kadar.

Dahası, AYM, D, AİHM zaten yasak getiremezler. Sadece getirilen bir kuralın hukuka uygun olup olmadığını belirlerler.

Demek, kararlara göre de bir yasak yok.

Peki ne var?

Sadece yanlış bir algılama var. Zira yalnızca yasağa karşı yapılan başvuruların reddini yasak sanma ve buna göre uygulamalar yapma söz konusu.

b-Yanlış uygulama: Bir başka küresel kural şudur: Mahkemelerin kararlarının gerekçeleri asla bağlayıcı değildir. Sadece hüküm fıkraları bağlayıcıdır.

Kimi zaman bir kararın gerekçesi olmayabilir. Sözgelimi, jürili mahkeme kararlarının gerekçesi yoktur. Çünkü halk adına karar verilir. Halk halkı denetleyemez. Peki o zaman ne yapacaksınız? Zoraki bir gerekçe mi yaratacaksınız?

Ayrıca, gerekçede birden çok nedence ya da çelişik nedenceler bulunabilir. Hangisi bağlayıcı olacaktır?

Bundan başka, gerekçenin bağlayıcı olması, bir yargıcın bir başka yargıca karşı bağımsızlığı ilkesini örseler.

Bu yüzden, kesinleşen bir hükmün gerekçesi, herkes ve bir başka yargıç için, sadece bir görüş niteliğindedir. Değerlendirilir, ama kimseyi bağlamaz.

Bir de tersini düşünelim. Eğer mahkemelerin gerekçeleri bağlayıcı olsaydı, herkesin işini gücünü bırakıp mahkeme kararlarının gerekçesini öğrenmesi gerekirdi. Bu ise, işin doğasına aykırı olurdu.

Son olarak şu da unutulmamalı. Çoğu kez özellikle bizde gerekçeler öylesine dağınık oluyorlar ki, kimi zaman, örneğimizde görüldüğü üzere, gerekçeyle yasaklar bile getirilebiliyor. Hukukta, 'Yasaları bilmemek özür sayılmaz' diye kurallar vardır. Günümüzde bu kararlar bile katılıklarını yitirdiler. Ama bizde, sanki uygulama bir kural daha getirmiş gibidir: "Mahkeme karalarının gerekçesini bilmemek özür sayılmaz" (!?)

Hukuk dünyasında böyle bir görüşe yer verilemez.

Bütün bu nedenlerle AYM'nin kendi kararlarının gerekçelerinin bağlayıcı olduğuna ilişkin görüşü (27.5.1999, 58/19), bilimsel temelden yoksun bir fanteziden ibarettir. Dahası, bilimin çözeceği alana girdiğinden, yetki aşımıyla sakattır.

Birileri şöyle düşünebilir: "İyi ki, bu gerekçenin bağlayıcılığı görüşü gerekçede yer almış. Bu yüzden sadece bir görüştür. Ya bir de kararın hüküm fıkrasında yer alsaydı ne olacaktı?"

Dertlenmeyin. Hüküm fıkrasında yer alamazdı. Çünkü özü buna yatkın değildi.

Demek ki, buradaki yanılgı da şu oluyor: Gerekçelerin bağlamazlığı ilkesi gözardı ediliyor. Bu hukuksal yanılgı da ortaya 'kurmaca/kuruntu yasak' çıkarıyor. Tıpkı, 'kurmaca/kuruntu suç' gibi.

Sonuç: Özetle, Türkiye, yıllardır bir 'sanal yasak' üzerinde tartışıyor ve enerjisini boşuna tüketiyor.

B-Hukuksal düzenleme:

1-Anayasal düzenleme:

Bu eylemli yasağı, anayasal bir düzenlemeyle aşmak, bana anayasa kavramıyla bağdaşmaz görünüyor.

İlle de anayasal bir düzenleme yapılacaksa, şöyle düşünüyorum: Düşünce ve inancın, söz, yazı, resim, karikatür, müzik, kullanılan dil ve para, taşınan simge, giyilen giysi gibi araçlarla da dış dünyaya yansıtılabileceği açıktır. Kanada Yüksek Mahkemesi'nin yerleşik kararları bu doğrultudadır.

Öyleyse Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinin yanı sıra 26. maddesinin de yukarıdaki biçimde kapsamlı olarak düzenlenmesinde yarar vardır.

Yeter ki, düzenleme, devletin dinler/inançlar/görüşler karşısında laik/yansız duruşunu örselemesin. Bu takdirde kaygı duyulmasına da gerek kalmaz.

 

2-Yasal düzenleme:

Yapılmakta olan düzenlemeye gelince, YÖKY'nin 17. maddesine eklenen tanım iki açıdan yanlıştır:

a-Özgürlüğü sınırlayıcıdır: Çünkü, başlarını tanıma göre örtmeyenler, üniversiteye giremeyeceklerdir.

b-İptal olasılığı çoktur: Çünkü, bu durumuyla AYM'nin 1989 tarihli kararının gerekçesiyle çatışma ve iptal edilme olasılığı yüksektir. Unutmayalım, hukukta yerleşiklik adına, yargı organları eski görüşlerinden kolayca vazgeçmezler.

c-Halkoyuna sunma yanlıştır: Çünkü, hakları ve özgürlükleri insanlara başkaları/halk/çoğunluk sunmaz. Onlar insanın insan olarak özünde vardırlar. Bu yüzden hakların/özgürlüklerin kullanılmaları başkalarının/halkın, çoğunluğun iznine bağlanamaz; bu konuda halkoyuna başvurulamaz. Türkiye, 1987'de yaşanan gülünçlüğü/çarpıklığı bir daha yaşamamalıdır.

 

III-Çözüm:

Bir yasak bulunmadığına göre, yukarıdaki hukuksal görüşler doğrultusunda üniversiteler uygulamalarını gözden geçirmelidirler.

Girişim gücü, YÖK'ün elindedir.

 

Prof. Dr. Sami Selçuk: Onursal Yargıtay Başkanı, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi

 

 

Cumhurbaşkanı olmasını istediğim zat-ı muhteremin radikal'deki makalesi...Tam manasıyla harika...Ancak ufak bir eksiklik var belki farketmemiştir belkide Sami Selçuk bunun önem arzetmediğini düşünmüştür bilmiyorum...Yasak olmayan serbestse, bir serbestlik=hürriyet engellendiğinde suç oluşmaz mı? Örneğin; SSK'ya girmek istiyorsunuz (sadece içeri, mesai saatleri içinde) ancak memur sizi engelliyor, içeri almıyor...Ve ya da Adliyeye girdirmiyorlar...ve ya Valiliğe, Milli Eğitim Müdürlüğüne...Dikkat edilsin burası kamuya ait yerler özel işyerleri değil...Burada oluşan bir suç var mıdır? Mesela

a: Görevi kötüye kullanma b: Hürriyeti Tahdit c: Müessir fiil d: Irza tasaddi e: kadın (Kız,hanım) öldürmeye tam teşebbüs

 

Şıkları artırmak pekala mümkün. Bizim savcılarımız ceza istemekte çok mahirdir biliyorsunuz. Son olarak Dağlıca'daki baskında Irak'a geçen askerlere izinsiz Yurdu terketmekten ceza istemişti...Mustafa Erdoğan (komedyenin abisi değil Anayasa Hukuku Profesörü), okula başörtüsüyle girmek isterken bu kızları okula almayanların suç işlediğini belirtiyordu 4-5 yıl kadar evvel...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Eğer, bu tanım yasalaşırsa, ontolojik olarak olmayan yasak, yani 'sanal yasak'; olan, yani 'gerçek yasak' basamağına inecek.

Bu da, gerilemenin ötesine geçen bir gerileme; gerilimi azdıran bir gerilim demektir. Türkiye'de asıl yasak ve sorun da o zaman yaşanacak. Geliniz, kaş yapayım derken göz çıkarma ustalığının, yağmurdan kaçarken doluya yakalanmanın bu özrü kabahatinden büyük serüvenini...

Ve bunu ne için yapıyor bu iktidar ve onun yamağı parti?

 

Yerel seçimlerde alacakları oy uğruna!.. Oylarını yükseltmek uğruna bu gerilimi yaratıyorlar.

 

Ne diyelim? Güdülecek sürü bulunduktan sonra güdecek çoban da, çobana yardımcı olacak çoban köpeği de kolaylıkla bulunur, sorun olmaz...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Başörtüsünde 'sanal yasak'tan 'gerçek yasak'a gerileme (mi?)

'Başörtüsü/türban' tanımlandı. Bu sera ürünü, hukukça sindirilmesi olanaksız bu yapay tanım, öneriye dönüştü, Yüksek Öğretim Kurumu Yasası'nın (YÖKY) ek 17. maddesine iliştirildi. Bu öneri de TBMM Anayasa Komisyonu'nca benimsendi. Eğer, bu tanım yasalaşırsa, 'sanal yasak'; olan, yani 'gerçek yasak' basamağına inecek

 

 

 

Şıkları artırmak pekala mümkün. Bizim savcılarımız ceza istemekte çok mahirdir biliyorsunuz. Son olarak Dağlıca'daki baskında Irak'a geçen askerlere izinsiz Yurdu terketmekten ceza istemişti...Mustafa Erdoğan (komedyenin abisi değil Anayasa Hukuku Profesörü), okula başörtüsüyle girmek isterken bu kızları okula almayanların suç işlediğini belirtiyordu 4-5 yıl kadar evvel...

 

Bekir sana bir hukukçu olarak bir soru soracağım. tasarı bu haliyle "inanç özgürlüğü" ekseninde yasalaşırsa . Üniversitelerde türbanın yanında. Sarık, kızıl bant, ortodox başlığı, kippa gibi diğer dinsel sembol içeren kıyafetler üniversitelerde serbest olur mu olmaz mı ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ve bunu ne için yapıyor bu iktidar ve onun yamağı parti?

 

Yerel seçimlerde alacakları oy uğruna!.. Oylarını yükseltmek uğruna bu gerilimi yaratıyorlar.

 

Ne diyelim? Güdülecek sürü bulunduktan sonra güdecek çoban da, çobana yardımcı olacak çoban köpeği de kolaylıkla bulunur, sorun olmaz...

 

Sayın Demirefe,

 

Birincisi; alıntı yaptığınız yer Karabekir'e değil Sami Selçuk'a aittir. İnsanoğlunu koyuna ve bir kısım kesimi de köpeğe benzetmek pek de hoş olmamış bu da ikincisi...

 

Ücüncüsü Sami Selçuk'un yazısının özeti orası değildir. Özeti; ortada kanundan doğmayan keyfi bir yasak vardırdır. Yalnız Sami Selçuk'un bu tespitleri muhteşem olmakla beraber bir reçete değildir. Pekiyi bu kızlar okula nasıl girecekler. Keyfi direnç nasıl aşılacak. Cumhuriyet Savcıları görevini yaparak mı...Gerilimi yaratan kimdir bu da bahsi diğer...

 

Türban dendiğinde anında refleksif tavır takınan kimdir...AKP, pekala bu refleksif tavırı bilip bunu kullanıyor olabilir. Pekala karşı duruş sergileyenler (bugün MHP'nin bir şekilde ifşa ettiği gibi AKP'nin elinden bu silahı almaya bakamazlar mı) üniversitelerde başörtüsü serbest olsun deseler AKP bu mecradan oy alamaz...O zaman da laiklik elden gidecek değil mi? Nasıl bir laiklikse üniversitede başörtüsü takarsanız gidiyor, okulda namaz kılarsanız gidiyor...gidiyor ha gidiyor...Neyse yine siyasi alana dalmaya başladım...Başörtüsü meselesi olunca konu zıvanadan çıkıyorum galiba...vesselam...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bende kisaca bir görüs belirteyim gerci ben Sami Selcuk veya sayin Bekir gibi hukukcu degilim bunuda önceden hatirlatayim.

Simdi bunca bilim adami hukukcu var,Anayasa mahkemesindekilerde sonucta birer hukukcusud heralde adliye önünde dilekce yazanlardan degillerdir.Sami Selcuk Anayasa mahkemesinin kendi kararlarinin baglayiciligi vardir görüsünü bilimden uzak diye nitelendirmis.Gülermisi aglarmisin,peki anayasa mahkemesi neden vardir,süs olsun diyemi kurulmustur?neyse.

Sayin Bekirde Sami Selcuk'tan güc almis ve heyecanla *Ozaman üniversiteye veya kamu alani diye devlet dairelerine türbanlilari almayanlar suc islemis olmuyormu* diye baska birisinden alinti yapiyor.

Cok merak ediyorum simdi,Sayin Bekir bir arkadasin sordugu soruya nasil yanit verecek bir hukukcu olarak.Ama önce ben fikrimi belirteyim;Ortada herhangi bir yasak yoktur dogrudur,sadece Anayasa mahkemesinin yasalara aykiri degilse ibaresi var.AKP zaten üniversitelerde kilk kiyafet yasagi olamaz derken ve önde gelen hukukcu ve aydinlarimiz!!da AKP nin bu görüsünü alkislarken üniversitelere,*CARSAF,PECE,EHRAM,CÜPPE,SARIK, vs*ile girmeninde artik yasaklar dizisinden cikartilacagi kesindir.Ve buda yetmeyecektir,daha ilerde üniversitelerde dini bütün erkek ve kiz ögrenciler ayri ayri egitim görmek isteyeceklerdir.Cünkü erkekler kizlara namahremdir.

Evet simdi gercekten baya bir meraklandim verilecek olan cevaba.

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bekir sana bir hukukçu olarak bir soru soracağım. tasarı bu haliyle "inanç özgürlüğü" ekseninde yasalaşırsa . Üniversitelerde türbanın yanında. Sarık, kızıl bant, ortodox başlığı, kippa gibi diğer dinsel sembol içeren kıyafetler üniversitelerde serbest olur mu olmaz mı ?

 

http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=656419

 

Selamlar...

 

Sarık, kızıl bant, kippa gibi başlıkların takılamayacağına dair bir norm olması lazımdır bunlar yeni kanuni metne göre serbest olur mu olmaz mı diyebilmek için.

 

Tasarıda aslında çok önemli bir değişiklik yok. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın kararlarıyla bir yasaklama var ve Tasarı kararla filan değil ancak yasa ile bir sınırlama konulabilir diyor. Tasarı bu haliyle geçerse YÖK yasasına ve bazı kisvelerin Giyilemeyeceğine dair kanun'a bakmamız gerekecek. Bu kanunlarda bir sınırlama yoksa bu kıyafetlerle giriş de serbest olacak.

 

ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhani kisve taşımaları yasaktır

Bu madde ruhaniler yani bunu bir meslek, iş, cemaat olarak yapanlar için geçerli olmakla birlikte uygulamada sarık, cübbe yasak konumundadır. Aslında ruhani tabiri garip bir tabirdir. Ne herhangi bir dine mensup olmayı, ne o dine bağlı olmayı, ne o dine tamamen gönül vermeyi karşılamamaktadır. Ruhani'den ne anlışılması gerektiği önem arzediyor.

 

TDK:RUHANİ:

Ruhla ilgili:

1. "Bir nur inmiş gibi yüreğime âdeta ruhani diyebileceğim bir sükûnet çökmüştü."- R. N. Güntekin.

2 . din b. (***) Din ve mezhep işlerini ele alan, bunlarla ilgili bulunan:

"Muhterem hatun patrik meclisiyle ruhani meclisin nasihatlerini dinleyerek kızını, büyük emire zevce olarak verdi."- F. R. Atay.

3 . din b. (***) Dinle ilgili, dinî bir havası olan, manevi, cismani karşıtı:

"Bunu artık ne pahasına ödersem ödeyeyim, duymuş olduğum bu ruhani haz, bana kâfidir."-

 

 

Yalnız şunu da belirtelim ki, bugün bu kanun her ne kadar yürürlükte olsada uygulamada pek karşımıza çıkmıyor. İstisna; Diyanet İşleri Başkanının giyiminin bu kanuna dayanmasıdır.

 

Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanunda bunlar tam olarak sınırlı değil. Aslında neyin sınırlı olduğu da belli değil. Gelelim Yök kanununa. Onda bir yasak yok şu anda. Zaten yasak da yönetmelik ve genelgelerin hukuka aykırı olmadığı gerekçesi ile Danıştay ve Anayasa Mahkemesinin kararlarının gerekçeleri dikkate alınarak konuldu.

 

Yani ki ortada şu anda bunların yasak olduğuna dair bir metin yok. Bir şeyi unutmayalım. Hali hazırda şapka kanunu var. Kaldırılmadı. O kanunda yazılı olan bir başlık türü var.

Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükümet meneder

Şapka hariç bir başlık takmak bu kanuna göre yasak. :(

 

 

Toparlarsak eğer(hiç sanmıyorum); Anayasa'da yapılan değişiklik mevcut durumu çok da değiştirmiyor ancak Üniversitenin ancak ve ancak kanunda yazılı nedenlerle sınırlanabileceğini belirtiyor. Dolayısıyla, bu alanda yönetmelik veya yargı kararıyla bir sınırlamayı kaldırmış oluyor. Yök yasasına madde konulması meselesine gelirsek; işte burada dananı kuyruğu kopuyor. Buraya konulacak madde belli bir şekli tarif ediyor. Bu tarif yapılmayarak YÖK KANUNUNA "Öğrenciler kimliği belli olacak şekilde yüzü açık olarak kampüs içerisinde bulunmak zorundadırlar" gibi bir maddeyle çözüme gidilebilirdi. Bu şekilde peçe engellenirdi.

 

 

Tasarı bu şekilde yasalaşırsa ne olacak; Şu anda yargıtay'ın ruhani'ler ve şapka hakkındaki kararları elimde olmadığı için kesin birşey söyleyemeyeceğim. Ancak üniversitelerde bugüne kadar sarık, ortadox başlığı görmüyorsak; ya bunları takmak isteyen kişi yoktur veya yargıtayın ictihadı bunların ruhani kıyafetleri olduğu yöndedir. Dolayısıyla onları engelleyecek ya kendileridir veya Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanundur. Lakin ruhani tabiri geniş yorumlanırsa bu kez de türbanlı=başörtülüler bu kategoriye girer ki o zaman da zaten kanuni bir sınırlandırma var demektir. Buradan hareketle Yargıtay'ın ruhani kelimesini dar yorumladığını (veya konuya göre Danıştay) düşünebiliriz.

 

Kafanız karıştı değil mi? Benim de...

 

Yök yasasında nasıl bir değişiklik yapılacak bunu tam olarak bilmiyorum. CYRANO, yeni değişiklik bahsettiğiniz şeyleri serbest bırakmıyor. Onlar şu anda yasaksa yine yasak olmaya devam edecek onlar şu anda yasak değilse zaten yasak olmaması da devam edecek.

 

Bence herkes istediği kıyafetle üniversiteye girebilmeli...Hatta mayo veya bikiniyle dahi...Artık dışı bırakıp içe bakmamız gerekiyor...Üniversitede okuyor olsaydım mayolu veya bikinili gelenin içinden önce uzun uzun dışına bakardım sanırdım o da ayrı hikaye B)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yapmayın Sayın ali0_1...

Size göre belki ama Anadolu Üniversitelerinin hiçbirinde bu hoşgörü yok.

Ya hu bakın daha önce bir takım örneklerini şu linkte açıkladım:

 

Okuyu Mutlaka Sayın Ali0_1

 

 

 

Hayır hayır hayır, lütfen olayı saptırıp hedef şaşırtmaya çalışmayın.

Toplumdan gelen kılık kıyafeti nasıl tespit edeceğiz?

Ege bölgesinde "Efe" kıyafetleri mi giydireceğiz?

Doğa Anadolu'da poşu mu bağlatacağız?

Karadeniz Bölgesinde Horon mu teptireceğiz?

 

Bu yazıyı ve Bu yazıyı da

 

Okursanız, tekrar tekrar yazmak zorunda kalmayız.

 

 

Bu yazdıklarınız yasakla aşılamaz...

 

Mahalle baskısına cevabım çok açıktır: Mahalle baskısına karşı devlet baskısı daha kötüdür...

 

Bilimin materyalist olduğu falan da yok, kendi anlayışınıza göre insanları bilimden ve eğitimden uzak bırakamazsınız...

 

Bahsettiğiniz yerel kıyafetler benim için sorun olmadığı gibi aralarında zaten özel günlerde giyilenler mevcut; örtünme ise herkesin kabul edeceği gibi ulusal düzeyde pek çok kadınımızın ortak noktasıdır ki örtünsün veya örtünmesin herkesçe elit haricinde normal kabul edilir...

 

Anadolu üniversitesinde hoşgörü yoksa devlet de ulusal düzeyde hoşgörüsüzlük mü yapacaktır; çok yüzeysel bir yaklaşım olur bu...

 

Bana özel yazmanıza gerek yok, ben zaten cevap olarak yazdıklarınızı iletilerimde peşinen cevaplıyorum sonuçta kullanılan diller belli...

 

Bunları da cevaplamıştım aslında, baskıyı eğitimle aşarsınız; eğitim verilsin ki bu insanlar eğer baskı altındaysa bağımsızca inançlarını yaşayabilecek olgunluğa gelsin...

 

:zorro:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.