-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
Yalova Atatürk Köşkleri ATATÜRK KÖŞKÜ (Termal) Atatürk Yalova’ya gelişinde ilk kez Baltacı Çiftliği’ndeki köşkte kalmıştır. Ardından Millet Çiftliği’ndeki köşk yapılmıştır. Böylece bu köşkler içerisinde yer alan Atatürk Köşkü yapılmıştır. Cumhuriyet dönemi mimarisinin ilk dönem yapılarından olan bu köşk 1929 yılında Mimar Sedat Hakkı Eldem tarafından 38 günde yapılmıştır. Bu köşk arazi eğimine uydurulmuş, dikdörtgen planlı olup, iki katlıdır. Ayrıca çatı katından da yararlanılmıştır. Köşkün bodrum katında servis merdivenleri bulunan geniş mutfaklar yer almaktadır. Zemin katındaki giriş holünden şeref salonuna, oradan da toplantı ve yemek salonuna geçilmektedir. Sonra da bu mekân terasa açılmaktadır. Bu terastan, toplantı ve yemek salonlarından birer kapı ile girilen küçük bir çalışma odası bulunmaktadır. İkinci kat orta salona açılan odalardan meydana gelmiştir. Bu salonun girişi üzerinde Çinili Balkon adı verilen bir balkon bulunmaktadır. Orta salonun çevresi U biçiminde bir koridorla çevrilmiştir. Çinili Balkonun sağında yatak odası ile banyo vardır. Buradan da aralarında bağlantı olan iki dinlenme odasına yer verilmiştir. Orta salonun sağında kalan bölüm misafirlere ayrılan odaları içermektedir. Köşk cephe görünümünde iki kat boyunca ince dikdörtgen pencerelerle aydınlatılmıştır. Cephe görünümü arazi konumuna göre düzenlenmiştir. Köşkün mobilyaları ve diğer eşyaları Dolmabahçe Sarayı’ndan buraya getirilmiştir. Ulu Önder, Atatürk Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü bahçesinde ve deniz kenarında bulunan Köşke geldiğinde bahçıvanı ağacın dallarını kesmeye çalışırken görür. Hemen bahçıvanı yanına çağırarak bunun nedenini sorar. Bahçıvanda “Ağacın dalları Köşkün duvarına kadar uzamıştır” der. Bunun üzerine Ulu Önder “Ağacın dalını kesmeyin Köşkü kaydırın” emrini verir. Daha sonra 10 Ağustos 1930 tarihinde İstanbul'dan getirilen tren rayları üzerinde bina 4.80 cm kaydırılarak ağacın dalları kesilmekten kurtarılır. Bu yüzden de bu köşke halk arasında Yürüyen Köşk ismi verilmiştir. TİGEM ATATÜRK MÜZESİ (Baltacı Çiftliği Köşkü) (Termal) Atatürk Yalova'ya ilk geldiği tarihlerde Baltacı Çiftliği'ndeki köşkte misafir olarak kalmıştır.Atatürk Köşkü 1929 yılında yapıldıktan sonra, yeni yaptırdığı köşkte kalmaya başlamıştır. Bu köşk 1981 yılında restore edilerek Atatürk ile ilgili resim ve eşyaların teşhir edildiği özel bir müze konumuna getirilmiştir. Köşk iki katlı ahşap karkas bir yapıdır. Bahçe içerisinde oluşundan ötürü de iki sıra halindeki pencerelerle aydınlatılmıştır. İçerisinde sofa etrafında odalar sıralanmıştır. YAVERLİK KÖŞKÜ (Termal) Yaverlik Köşkü XIX. yüzyılın sonlarında yapılmıştır. Büyük olasılıkla da Sultan II. Abdülhamit dönemine aittir. Köşk Art Nouvea üslubunda yapılmıştır. Dikdörtgen planlı köşk iki katlı olup, bir de çatı katı vardır. Köşkün zemin katı kagir, üst katları ahşaptır. Zemin katta dışarıya yönelik ahşap bir balkon bulunmaktadır. İkinci katın tüm cephesi yapıya karakteristik özellik veren ahşap kolonların taşıdığı veranda halindedir. Cumhuriyet döneminden sonra Atatürk tarafından onarılmış, 1929 yılında yapılan diğer köşk yapılıncaya dek de Atatürk tarafından kullanılmıştır. Atatürk diğer köşke geçtiğinde de bu köşkü yaverleri ve yakın arkadaşları kullanmıştır. Günümüzde bu köşk sosyal tesis olarak kullanılmaktadır. Yalova Atatürk Köşkleri TBMM. Milli Saraylar Daire Başkanlığı yönetimindedir.
-
Yalova Sivil Mimari Örnekleri Yalova’da Osmanlı döneminde yerleşim XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. İlk yapılan yerleşime ait evlerden günümüze gelen pek az örnek kalmıştır. Bu evlerin büyük çoğunluğu deprem ve yeni yapılanmalar nedeniyle ortadan kalkmıştır. Yalova’da günümüze gelebilen evlerin orijinal örneklerine Armutlu’da rastlanmaktadır. Bu evler Arnavut kaldırımı döşeli sokakların iki yanında sıralanmış, çoğunluğu iki katlı konutlardır. Bahçe içerisindeki bu evler taş temel üzerine bağdadi yapı tekniğinde yapılmışlardır. Giriş katından taş döşeli bir hole girilmekte olup, bu holün iki yanına yemek odası mutfak ve kiler gibi birimler yerleştirilmiştir. Holden ahşap bir merdivenle ikinci kata çıkılmaktadır. İkinci katta sofa çevresinde odalar sıralanmıştır. Yörenin ağaçlıklı olmasından ötürü evlerin yapımında geniş ölçüde kullanılmıştır. Evlerin üzeri kiremit çatılı olup, odalar düz tavanlarla örtülüdür. Bu tavanlar üzerinde çıtalarla geometrik desenlere yer verilmiştir. Çevresi açıklık olan odaların cephelerinde dikdörtgen söveli pencereler peş peşe sıralanmıştır. Bu evlerin bazılarında da cumba ve kafeslere yer verilmiştir. Evlerin içerisinde kalem işi ve alçı bezemelere rastlanmamaktadır. XX. yüzyılın başından itibaren yörenin kaplıca turizmi açısından önem kazanması nedeniyle bu amaçlı yapıların, özellikle Termal çevresinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu evlerin arasında Sultan Abdülmecit’in annesi Bezmialem Valide Sultan’ın evi ile Atatürk köşkleri en dikkat çekici örnekler arasındadır. Termal’deki bu evler ile Armutlu’da yıkım ve depremden arta kalanlar koruma altına alınmışlardır.
-
YALOVA KAPLICALARI TERMAL KAPLICASI Yalova’nın güneybatısında Termal ilçesinde, Gökçedere ile Üvezpınar köyleri arasında sıcak su kaynakları bulunmaktadır. Bu kaynaklardan VI. yüzyıldan itibaren yararlanılmıştır. Antik Çağlarda bu kaplıcalar Pythia, Pythion, Therma isimleri ile tanımıştır. Buraya daha çok Pythia Therma denilmesinin nedeni de toprak çatlaklarından ve yarıklarından buhar ile su nedeniyle, Mitolojik Yeraltı Tanrısının burada yaşadığına inanılmasıdır. Termal Kaplıcalarında Atatürk’ün isteği üzerine Arif Müfit Mansel 1932 yılında kazı ve araştırma yapmış bu araştırmalar sırasında mezar taşları, adak stelleri, dehlizler, kilise kalıntıları bulunmuştur. Ayrıca II. Iustinianus’un (685–695; 705–711) monogramlarını taşıyan sütunlara da rastlanmıştır. Kaplıcanın bulunduğu vadinin kuzey ve güneyinden iki kırık fay hattı geçmektedir. Bundan ötürü de deprem bölgesi olan bu yerde tüf ve lavların yanı sıra konglamera, dasit ve bereşlere de rastlanmıştır. Buradaki fay kırıklarının derinliğinin 5–6 km. aşağıya indiği sanılmaktadır. Burada kaynayan mağmanın ısıttığı maden suları çeşitli kaynaklardan dışarıya çıkmaktadır. Bu kaynaklar arasında da ısı farklıklıkları bulunmaktadır. Bu kaynaklar Valide Hamamı’nda 64 derece, Termal’de 60 derecedir. Yer altı kaynaklarından sağlık açısından yararlanılmakta ve banyo kürleri yapılmaktadır. Özellikle kalp, damar, sinir sistemi hastalıkları, cilt, romatizma, bağırsak, sindirim sistemi, karaciğer, safra kesesi, psikolojik rahatsızlıklar ve kadın hastalıklarına iyi gelmektedir. Ayrıca içme kürleri de yapılmaktadır. Kaplıcalar Osmanlı döneminin sonlarına doğru bakımsızlıktan harap bir hale gelmiş ve ilk kez Abdülmecit döneminde (1839–1861) onarılmıştır. Bu dönemde kaynak suları Cemiyet-i Tıbbıye tarafından 1892 yılında incelenmiş ve suyun Aix Les-Bains sularına eşit değerde olduğu anlaşılmış ve bunun için de buraya otel ve bir de hamam yapılmıştır. Cumhuriyet döneminde Atatürk 1929 yılında buraya gelmiş, Yalova’nın gelişimi ile ilgilenmiş ve kaplıcaların yeni baştan onartılmasını sağlamıştır. Atatürk kaplıcaları çok bakımsız bulmuş, Yalova yöresinde bir çiftlik satın almıştır. Bugün bu çiftlik Atatürk Tarım İşletmesi ismi ile etkinliğini sürdürmektedir. Bu arada Yalova Kaplıcaları’nın ünlü konaklama tesisi olan Termal Oteli yapılmıştır. Termal Kaplıcaları içerisinde Üç Kardeşler veya Üç Azize’nin mezarları bulunmaktadır. Bu mezarlar Bizans kaynaklarında (Acta Sanatorium) isimleri geçen Menodoro, Metrodora ve Ninfodora kız kardeşlere aittir. Bu üç kız kardeş Bithynia’da doğmuş, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Termal Kaplıcaları’nın civarındaki tepelerde ibadetle meşgul olmuşlardır. Ancak bu kardeşlerin bir takım kerametler gösterdiği, sıcak sularla hastaları iyi ettikleri söylentileri yaygınlaşmıştır. Bu haber Doğu Roma İmparatoru G.Maksimianus’a kadar gitmiş. İmparator yöre valisi Fronto’dan kızların Putperestliğe döndürülmesini istemiş, kızlar bu isteği reddedince de MÖ. IV. yüzyılın başlarında idam edilmişlerdir. Mezarları yakın tarihlerde yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmış ve her yıl 10 Eylül günü Hıristiyanlar tarafından anma törenleri yapılmaktadır. ARMUTLU KAPLICASI Yalova Armutlu Termal Turizm Merkezi ilanı, 16.12.2006 tarih ve 26378 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yalova İl merkezine 51 km uzaklıkta olan kaplıca, Armutlu İlçe Merkezi'nin 4 km. kuzeyinde bulunmaktadır. Türkiye'nin 1. derece önemli ve öncelikli kaplıcalarından olan Armutlu Kaplıcası, çevresi ağaç ve makilerle kaplı bir vadide, dere yatağı boyuna sıralanmış çok sayıda kaynaktan oluşmaktadır. Armutlu kaplıcalarında suyun sıcaklığı 57 730C, ph değerleri 6,2 – 6,5, akış hızı ise 10 lt/sn dir. Kaynakların en önemlileri Küpeli ve Hamam kaynaklarıdır. Bu bölgede halen 250 yataklı nitelikli bir otel ve bu otele ait lokanta, Türk Hamam'ı ve aquaterm ( havuz ) vardır. Kaplıca suları kimyasal sınıflandırma bakımından sülfatlı, bikarbonatlı, klorürlü, kalsiyumlu, sodyumlu ve karbondioksitli bir bileşime sahiptir. Kaynaklarda mineral miktarı 2100–2421 mg. arasındadır. Banyo ve içme kürlerine uygundur. Kaplıca’da kaynak emniyeti sağlanmıştır. Gerek kaynak çevresi, gerekse deniz kıyısı yeni yerleşmeler ve gelişmelere uygundur. Kaplıca çevresi maki ve zeytin ağaçları ile kaplıdır. Kaynak suları banyo, içme ve çamur olarak uygulandığı gibi, sudan çıkan gazları teneffüs etme yoluyla da uygulanır. Armutlu kaplıcaları, radyoaktivitesi yüksek kaplıcalar sınıfına girmektedir.(1.04 milimikroküri/lt). Kaplıcalar kabin işletmesinde, asidin vücuttan atılmasında, sinirler üzerinde, iltihabi hastalıklarda ve kadın hastalıklarında, mide ve bağırsak hastalıklarında, yaraların iyileşmesinde, karaciğerin düzenli çalışmasında, hormonların iyileşmesinde ve idrar söktürücü olarak yararlıdır. Radyoaktivitenin iyi gelmediği hastalıklar ise kanser, akciğer veremi, mikris (gut) kanda zehirlenmeye yol açan müzmin böbrek hastalıkları ve ilerlemiş kalp hastalıklarıdır. Armutlu Kaplıcaları’na Armutlu ve Yalova –Çınarcık yönlerinden asfalt yolla ulaşılmaktadır. Armutlu ilçemize yaz aylarında düzenli olarak İstanbul Yenikapı’ dan deniz otobüsleriyle bir saatte ulaşım sağlanmaktadır. Bunun dışında Yalova İl Merkezi’nden ve Gemlik İlçesi’nden düzenli Belediye otobüs seferleri yapılmakta olup kara yoluyla ulaşım yaklaşık 90 dakika sürmektedir. KURŞUNLU HAMAMI 16 yüzyıl önce Bizans İmparatorluğu Justinianos tarafından yaptırılmıştır. Afet ve savaşlar nedeni ile zamanla toprağa gömülmüş olan Kurşunlu Hamam, 1900 yılında Osmanlı Padişahı Abdülhamit’in emriyle onarılmıştır. Hamamın üstü kurşunla kaplı olduğu için Kurşunlu Hamam adını almıştır. Banyonun dış cephesinde mermer üzerine Osmanlıca yazılmış bir kitabe bulunmaktadır. Valide Hamamı Bizans Kralı Constantinus döneminde 6 kubbeli olarak yapılmıştır. Halen 3 kubbesi yoktur. Osmanlı döneminde Sultan Mecid tarafından onarılmış ve annesi burada tedavi gördüğünden Valide Hamamı adını almıştır. Banyonun buharlı oda bölümünde mermer üzerinde Osmanlıca bir kitabe yer alır. Ayrıca Çınar otelin önünde Doğu Çınarı olarak anılan Çınar ağacı Anıt Ağaç tescil edilmiştir.
-
YALOVA HAMAMLARI KURŞUNLU HAMAM (Merkez) Yalova il merkezinde bulunan bu hamamın yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bizans kaynaklarında burada İmparator II.Iustinianus (705-711) tarafından yaptırılmış bir hamamdan söz edilmektedir. Buna dayanılarak bu hamamın VI. yüzyılın ortalarında yapıldığı sanılmaktadır. Osmanlılar döneminde de kullanılan bu hamam zamanla harap olmuş kısmen toprak altında kalmıştır. Sultan II. Abdülhamit bu hamamı, tahta çıkışının 25. yıldönümü nedeniyle 1876–1909 yılları arasında yeni baştan yapılırcasına onarmış ve cephesine de bu onarımı belirten bir kitabe koydurmuştur. Bu onarım sırasında hamamın üzeri kurşunla kaplanmış, bu yüzden de Kurşunlu Hamam ismi ile tanınmıştır. Hamam moloz taştan yapılmış olup, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Bunlardan soğukluk ve sıcaklık bölümlerinin üzeri pandantifli birer kubbe ile örtülmüştür. Sıcaklık kısmının kenarlarında halvet hücreleri bulunmaktadır. VALİDE HAMAMI (Merkez) Yalova il merkezinin güneyinde bulunan Kaplıcalar Bölgesi’ndeki Valide Hamamı’nın kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ile ilgili kesin bilgi bulunmamaktadır. Bununla beraber, Bizans kaynaklarında İmparator Constantinius’un burada bir hamam yaptırdığı belirtilmektedir. Bizans dönemindeki hamamın üzerinin altı kubbe ile örtüldüğü yine kaynaklardan öğrenilmektedir. Bu kubbeler yıkılmış, günümüze gelen üç kubbenin Osmanlı dönemine ait olduğu yapı üslubundan anlaşılmaktadır. Sultan Abdülmecit’in annesi Bezmialem Valide Sultan buradaki kaplıcada romatizma tedavisi gördüğünden ötürü de Valide Hamamı olarak anılmıştır. Ayrıca yöre halkı tarafından çok sık kullanılan bu hamama Köylü Hamamı ismi de yakıştırılmıştır. Abdülmecit zamanında yapılan onarımı belirten kitabe hamam üzerine konulmuştur. Günümüze gelebilen hamam kesme ve moloz taştan yapılmış, dikdörtgen planlı olup, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Sıcaklık bölümü mermer kaplı olup, ortasında bir havuz bulunmaktadır. Üst örtü kubbeli, kubbe kasnağında ve geçiş elemanlarında tuğlaya geniş yer verilmiştir. Bu hamamın kaplıca suyu 64 derecedir. HERSEKZADE AHMET PAŞA HAMAMI (Altınova) Yalova ili Altınova ilçesi, Hersek Köyü’nde, Hersekzade Ahmet Paşa cami, han, çeşme ve hamam yaptırmıştır. Bu yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan hamam günümüze gelememiştir. Kitabesi de bulunmamaktadır. Cami ile birlikte hamamın da Hersekzade Ahmet Paşa’nın vakfiyesinden öğrenildiğine göre h.917 (1511) yılında yaptırıldığı sanılmaktadır. Kaynaklarda hamam ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakla beraber, caminin klasik üslupta yapılmış olmasından yola çıkarak hamamın da aynı şekilde XVI. yüzyıl Osmanlı hamam mimarisinde uygulanan plan tipinde yapıldığı sanılmaktadır. Buna göre kesme taştan soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiş olup, üzeri de pandantifli iki kubbe ile örtülü idi.
-
YALOVA CAMİLERİ RÜSTEM PAŞA CAMİSİ (Merkez) Yalova il merkezinde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ve banisi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XIX. yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır. Mimari üslubu herhangi bir özellik taşımamaktadır. Cami moloz taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmış olup, üzeri ahşap çatı ile örtülüdür. İbadet mekânı altlı üstlü her sırada ikişer tane olmak üzere sekiz pencere ile aydınlatılmıştır. Bu pencerelerden alt sıradakiler dikdörtgen söveli, üst sıradakiler de alçı şebekelidir. Caminin içerisinde bezeme unsuruna rastlanmamaktadır. Mihrap basit bir niş şeklindedir. Caminin yanındaki minaresi kesme taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli olduğu sanılmaktadır. Bugün minarenin kaide kısmından sonraki bölümü yıkılmıştır. HERSEKZADE AHMET PAŞA CAMİSİ (Altınova) Yalova ili Altınova ilçesi, Hersek Köyü’nde bulunan bu cami Hersekzade Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Hersekzade Ahmet Paşa’nın h.917 (1511) vakfiyesi bugün Amerika’da Philadelphia Frer Library’de John Frederick Lewis koleksiyonunda bulunmaktadır. Kaynaklarda caminin kesin yapım tarihi bilinmemekle beraber bu vakfiyeden yola çıkarak XVI. yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Evliya Çelebi, 1648 yılında gittiği Hersek Kasabası’nın Ahmet Paşa’nın gaza malıyla 700 hanelik bir yerleşim yeri olarak kurulduğunu belirtmiştir. Hersekzade Ahmet Paşa Edirne Keşan’da cami, İzmir’de, Urla’da hamamlar, Kütahya’da kervansaray, Aydın ve Uşak’ta da dükkânlar yaptırmış ve vakfetmiştir. Altınova ilçesi Hersek Köyü’ndeki Camisi h.1179 (1766) depreminde zarar görmüş, son cemaat yeri kubbesi ve minaresi yıkılmıştır. Bundan sonra Kemankeş İsmail Ağa 1773’te camiyi onarmış ve bunu belirten bir de kitabe koydurmuştur. Bu nedenle de caminin bazı bölümlerinde XVIII. yüzyıl üslubu görülmektedir. Sonraki yıllarda cami kendi haline terk edilmiş, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Y.Mimar Cahide Tamer tarafından 1965 yılında bir kez daha onarılmıştır. Cami kesme taştan 16.17x16.17 m. ölçüsünde kare planlı bir yapıdır. İlk yapılışında önünde dört sütunlu ve üç bölümlü bir son cemaat yeri olduğu kalıntılardan ve sütunlar arasındaki kemer izlerinden anlaşılmaktadır. Bu son cemaat yeri deprem sonucu yıkılınca 1788 yılında yine dört sütunun taşıdığı kiremit örtülü ahşap bir çatı ile yenilenmiştir. 1965 yılı onarımında ise buradaki dört mermer sütun yenilenmiş, üzerlerine mukarnaslı başlıklar konulmuş ve üzeri ödenek yetersizliğinden tamamlanamadığından açık bırakılmıştır. Caminin dikdörtgen mermer söveli giriş kapısı barok üslupta olup, 1773 tarihine aittir. İbadet mekânının üzerini örten 13 m. çapındaki kubbenin yerine bugün ahşap bir çatı ile kaplıdır. Köşelerdeki pandantiflerin uçları ilk yapılışında üzerinin kubbe ile örtülü olduğunu göstermektedir. Günümüzde ahşap çatılı, içten ahşap tavanlı üst örtü 1965 yılında yapılmıştır. İbadet mekânı üç cephede altta dikdörtgen, üstte de sivri kemerli alçı şebekeli dörder pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrap ve minber mermer olup, XVI. yüzyıldan kalmış orijinal örneklerdir. Mihrap nişinin iki yanına küçük sütunçeler yerleştirilmiş ve üzerleri mukarnasla sona erdirilmiştir. Minber ise oldukça sadedir. Caminin minaresi kesme taştan kısa gövdeli ve tek şerefelidir. Bu minare 1773 yılında Kemankeş İsmail Ağa tarafından yapılan onarım sırasında eklenmiştir. Bu caminin yanındaki sıbyan mektebi, medrese ve handan hiçbir iz günümüze gelememiştir. Yalnızca hamamın kalıntıları görülmektedir. HACI ALİ PAŞA CAMİSİ (Armutlu) Yalova ili Armutlu ilçe merkezinde bulunan bu caminin yapım kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ve banisi hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Bazı kaynaklarda bu caminin Orhan Gazi döneminde yapıldığı belirtilse de bunu doğrulayacak mimari bir kalıntıya rastlanmamaktadır. Bugünkü mimari üslubundan XIX. yüzyılda yapıldığı sanılan bu cami geç dönemde yapılan onarımlarla özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Cami moloz taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmış, üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. XX. yüzyılın ikinci yarısında bütünü ile restore edilmiş ve bu restorasyon sırasında eski izleri yok edilmiştir. Yalnızca eski yapıya ait minare kaidesi çatı hizasına kadar ayakta durmaktadır. İbadet mekânı altlı üstlü her kenarda ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıradakiler dikdörtgen söveli, üst sıradakiler ise alçı şebekelidir. Mihrap ve minberinin herhangi bir özelliği bulunmamaktadır. İbadet mekânının üzerini örten tavan ahşap direklerle desteklenmiştir. Caminin içerisinde yeni yapılan bezemeler sanat tarihinden hiçbir özellik taşımamaktadır. Yakın tarihlerde bu minarenin önüne yeni bir minare yapılmıştır. Son onarım sırasında caminin önüne ahşap çatılı iki katlı son cemaat yeri ve meşruta eklenmiştir. İbadet mekânını örten çatı ile öndeki yapının çatısı birbirleri ile uyum sağlayamamış ve kod farkı meydana getirmiştir.
-
YALOVA EL SANATLARI I Ebru İlimizde Yalova Belediyesi’nin kurmuş olduğu Kadın Spor ve Eğitim Merkezi (KİDEM) tarafından belirli aralıklarla Ebru dalında kurs açılmaktadır. II.Tezhip İlimizde Yalova Belediyesi’nin kurmuş olduğu Kadın Spor ve Eğitim Merkezi (KİDEM) tarafından belirli aralıklarla Tezhip dalında kurs açılmaktadır. III.Hat İlimizde Yalova Belediyesi’nin kurmuş olduğu Kadın Spor ve Eğitim Merkezi (KİDEM) tarafından belirli aralıklarla Hat dalında kurs açılmaktadır. Hat Sanatları dalında Yalova olan Mahmut SAVAŞ güzel eserler meydana getirmektedir. IV.Minyatür Minyatür dalında Yalova’da çalışmalar pek fazla olmasa da bu sanatı yapanlarda vardır. Minyatür dalında aşağıdaki sanatçılarımız şunlardır: V.Metal-Taş ve Boynuz İşletmeciliği Merkeze bağlı Güney Köy’de Gümüş- Bakır oksit ve Boynuzdan takı yapılmaktadır. Sığır boynuzları suda kaynatılarak iç dokusundan ayrılır. Yapılacak dokuya göre dikey veya boydan boya iki parçaya ayrılarak sitrik asit, sülfürik asit karışımlı suyla kaynatılarak yumuşatılması sağlanıp, preslemeyle düzeltilir. Yapılacak takılara göre şekil çizili kıl testere ile kesilir. Bu işleme kaba işlem denir. Sonraki aşamada yapılacak şekillerin alt ve yanlarına gümüş uygulaması yapılarak kakma dediğimiz işlemlere geçilir. Kakma işlemi ile ürüne estetik güzellik verilir. Bütün kakmalara natürel mercan, firuze vb. taş 925 ayar sannel tabir edilen içi boş boru uygulanarak takı hazır hale getirilir. Polisaj ile son işlemi bitirilerek konuma hazır olur. Ürünlerde kullanılan teknik yaldız el işçiliğidir. Güneyköy’de Mehmet Atışan tarafından yapılan takılarda firma kodu T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı dösim kodu olarak mevcuttur. VI.Ağaç-Ahşap İşçiliği Çınarcık İlçe Merkezinde tekne ustası Mehmet Temel Koç kendi atölyesinde tamamı yerel malzeme ve kendi el işçiliği ile ahşap balıkçı motorları ve gezi tekneleri yapmaktadır. VIII.İşlemeler-Örgüler İlimizde geçmiş zamanlara ait ninelerimizin çeyiz sandıklarından kalan Geleneksel Türk El İşi motiflerine rastlamak mümkündür. Özellikle Armutlu ve Çınarcık yöresinde yaşayan yerli halkın hemen herkesin evinde, sandığında rastlamak mümkün. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki hala da bu sanata aynı şekilde önem verilmektedir. Oya ve dantellerden çok kanaviçe ve Türk işine daha fazla rastlanmaktadır. IX.Dokumalar (Halı-Kilim) Merkez Güneyköy’de Yün halı, Sugören Köy’ünde İpek Halı dokunmaktadır. Sugören köyünde halı dokumacılığı büyük bir geçim kaynağını oluşturmaktadır. Köyde dokunan ipek halıların kalitesi ve dokumu İstanbul ve Avrupa’da bir çok alıcı bulmaktadır. Santimetreye atılan düğüm açısından ünlü İran halıları ile boy ölçüşebilecek kalitede halılar dokunmaktadır. Köyde bu amaçla pek çok tezgahlar bulunmaktadır. Köyün genç kadınları ve kızları bu alana rağbet etmekte ve geçim kaynağını temin etmektedirler. Köyde 2-3 ayrı atölyede İstanbul Kapalı Çarşı’da faaliyet gösteren halıcı esnafın siparişleri üzerine ilmek sayısına ve m2 hesabına göre ipek halı dokumacılığı yapılmaktadır. El Sanatları uzmanı Kenan Özbel, Sugören’de ilk defa halı tezgahlarını getirip kurmuştur. Türkiye’de ilk defa meclis kararı ile kendisine profesör ünvanı verilen insandır. Ankara’daki Kocatepe Camii’nin nakışlarını kendisi ve karısı bizzat yapmışlardır. Kenan Özbel Kafkas kökenli olup mezarı Güneyköy’dedir. Sugören köyünde dokuma yün halı ustası olarak Bakiye Özbel Hanım dokumacılık ve usta öğreticilik yaparak geleneği yaşatmaya çalışmaktadır.
-
DÜĞÜN-NİŞAN VE EVLENME GELENEKLERİ A. EVLENME ÇAĞI: Yalova ve köylerinde evlenme çağı 18-20 yaşlarında başlar. Bu yaşlara gelmiş her genç kıza gelin, her erkeğe de damat adayı gözü ile bakılır. Eskiden köylerde kızların 14-15 yaşlarında evlendirildiğine rastlandığı halde bugün genellikle 18-25 yaşlarından itibaren evlendirilmektedirler. Genç kızlarla, genç erkeklerin genellikle tanışma yerlerinin başında çeşmeler, düğünler, bayramlar ve benzeri özel günler gelmektedir. Bu günlerde bir araya gelen gençler birbirlerinden hoşlandıktan, konuşup anlaştıktan sonra sıra ailelere gelir, Ailelere istek genellikle gençlerin arkadaşları tarafından ulaştırılır. B. KIZ İSTEME-SÖZ KESME: Oğullarının evleneceğini öğrenen anne eğer kızın ailesini tanıyorsa, hazırlıklarına başlarlar. Fakat, tanımıyorlarsa önce kızı ve ailesini soruşturur, uygun görüyorlarsa, yanlarına kızını isteyecekleri aileyi iyi tanıyan bir kadını da alarak kızı görmeye, ailesiyle tanışmaya ve bu isteklerini dolaylı yollardan ima etmeye giderler. Kız evine haber verilir. Belirtilen saatte gidilir, tanışılır. Daha sonraki günlerde kızın evine haber salınır, kızı görmeye gelecekleri bildirilir. Eğer kızın anası, babası oğlan tarafını uygun buluyorlarsa buyur ederler, Eğer istemiyorlarsa o gün için bir mazeret belirtir, onları savmaya çalışırlar. Oğlan tarafının davetine "buyursunlar" denirse oğlan babası köyde veya ailelerinde sözü sayılır ve dinlenir bir iki kişiyi kız evine gönderir. Akşam konuklar gidip çaylarını içtikten sonra en yaşlı konuk kız babasına: "- Allahın emri, peygamberin kavli ile..." kızlarını istemeye geldiklerini belirtir. Kız babası hemen evet demez. Bir kaç gün düşünmek için zaman ister, Konuşma, sohbet derken konuklar kalkar, kız babası onları çağıracağı ve kararını belirteceği zaman için onlara haber vereceğini belirtir, Kız babasının belirttiği gün dünürler yine giderler. Bu kez kız anası ve kız babası kendi isteklerini ve koşullarını söylerler. Kıza takılacak ziynet eşyaları, evine alınacak eşyalarla kız tarafına verilecek hediyeler konuşulur. Eğer bir anlaşmazlık olursa bir başka güne ertelenir. Yine bir araya gelindiğinde konuşulur, anlaşılır. Bu arada kız çağrılır, kayınbabası olacak kişi ile diğer konukların sırayla ellerini öper sonra gidip onlara bir kahve yapıp getirir. Kahve içilinceye kadar bekler, fincanları alır odadan çıkar. Bundan sonra kız ve erkek tarafı birbirine hediyeler verirler. Nişan için gün belirler. C. NİŞAN TAKMA-HEDİYE GÖTÜRME: Nişanlanacak olan gençlerin nişan günü belirlendikten sonra oğlan tarafı parmak ölçülerine göre yüzükleri yaptırır. Kızın yüzüğünü, bileziklerini, beşibirliğini, diğer mücevheratlarla kız tarafına götürülecek hediyeler bir bohçaya konur, hazırlanır. Kız tarafının yakınları için elbise ve diğer armağanlar da ayrıca hazırlanıp kalabalık bir grupla yola çıkılır. Grup yola çıkacağı zaman bir iki el silah atılır. Bu "biz geliyoruz." anlamındadır. Ç. KIZ EVİNDE NİŞAN TÖRENİ: Oğlan tarafından gelen misafirleri kız tarafı kapıda karşılar onları eve buyur ederler. Konuşma ve ikramlardan sonra oğlan tarafından becerikli bir kadın "okuyucu kadın" olarak getirilen hediyeleri birer birer herkese gösterir, sonra oğlan anasını geline yüzük takması için davet eder. Oğlan anası önce gelinine yüzüğü, sonra bileziklerini ve beşibirliğini takar, gelini öper, gelin de kaynana olacak kadının elini öper. Hediyeler gösterildikten sonra gelen davetliler kendi aralarında oynar, eğlenirler. Bu eğlenceler uzun değildir. Bir kaç saat sonra izin istenir ve kalkılır. Kıza nişan takıldıktan bir kaç gün sonra kızın anası ve babası yakınlarını alarak oğlan tarafına hediyelerle birlikte tatlı götürürler. Böylece iki aile kaynaşmış olur. D. DÜĞÜN ÖNCESİ: Düğün öncesinde hem kız, hem de oğlan evinde yoğun çalışmalar başlar, kız ve oğlan aileleri bir araya gelirler. Kararlaştırılan düğün günü için hazırlıklarına başlarlar. Bu nedenle ya İstanbul'a ya da Bursa'ya giderler. Beğendikleri giyim ve kullanım eşyalarını alırlar. "Söz kesen" de anlaştıkları ölçüler içinde eksikleri en aza indirmek koşulu ile listelerindeki alış verişi tamamlar, dönerler. Oğlan tarafı gelinin ev eşyalarını almakla yükümlüdür. Kız da elinin emeği sandık çeyizi, mutfak eşyasını, halısını, yorganını, yatak odası perdesini ve elinin erdiğince evinin ufak tefek eşyalarını hazırlar. E. GELİN EŞYALARININ "KENDİ EVLERİNE" GÖTÜRÜLMESİ: Düğün gününden bir kaç gün önceye kadar kız tarafının ve oğlan tarafının hazırlayacakları eşyalar tamamlanır. Sonra oğlan tarafı bir araba hazırlar, eşyaları gelinle oğlanın kalacakları "kendi evlerine" taşır, evi donatırlar. Düğünden önce yakınları, komşular gelir evi görür, dolaşır, çeyize bakarlar. F. GELİN HAMAMI: Düğünden bir gün önce gelin arkadaşlarıyla birlikte hamama götürülür. Hamamda hep birlikte türküler, maniler söyler, oyunlar oynarlar. Sonra gelinin başına bolca su dökerler. Bir tas suyu boşaltan genç kız bir mani söyler: Ay vurur aylanırsın Sen kime nazlanırsın Hamama git hamama Yıkan beyazlanırsın Tası yok tası yok Bohçası var tası yok Bu nasıl çeşmeymiş Su içecek taşı yok Ben bir mani dilerim Ortada noktası yok Yıkıldı viran gönül Yapacak ustası yok Bu bir fani dünyadır Ucu var ortası yok Gelin kızım gelin kızım O gözlerin siyah üzüm Bu güzellik nedir sende Aklımı aldın a kızım Daha sonra herkes yıkanır, topluca çıkar, kız evine giderler. G. KINA GECESİ: Gelin olacak genç kıza o gece evinde hazırlıklar yapılır. Oğlan evinden gelen genç kızlar ile oğlanın yakınları eğlenmeğe, oynamaya başlarlar. Gelin kınalı gelin Açma yaramı gelin Açarsan bir merhem ver Sağalt yaramı gelin Gide gide gitmişim Siyah saçlar ibrişim Hele bir dön göreyim Belki sondur görüşelim Ah kardeşim kardeşim Benim can kardeşim Saçından bir tel ver Hediye olsun kardeşim Herkes oynayıp eğlenirken bir ara verilir. Gelin bir sandalyeye oturtulur, çalgılar kesilir . H. OKUYUCU KADIN: Bu sessizlik sırasında ortaya "okuyucu kadın" gelir, hediyeleri kim getirmişse, ne getirmişse yüksek sesle bağırarak davetlilere birer birer söyler. I. DÜĞÜN ÇÖREĞİ: Çalgılar yeniden başlamadan önce kız tarafının yaptığı "düğün çöreği" getirilir. Herkese yapılan düğün çöreklerinden dağıtılır. Herkes çöreklerini yedikten sonra çalgılara "işaret verilir" yeniden başlanır, oyunlar oynanır. L. DAMAT TRAŞI: Kız tarafında bu törenler yapılırken oğlan tarafında da "Damat Tıraşı" yapılır. Her genç sırayla berbere otururken diğerleri de oyunlar oynar, türküler söyler, eğlenirler. Sıra damadın tıraşına gelir. Damat tıraşa oturunca gençler bahşiş isterler. Bahşişler tıraş önlüğüne tutturulur. Toplanan paraların bir kısmı berbere verilirken bir kısmını da kendileri için içki parası olarak alırlar. J. GELİN ALICI: Erkesi gün erkenden çalgılar eşliğinde "gelin alıcı" gelir. Kız evinin kapısında bir müddet çalarlar. Sonra gelin kapıdan çıkarılırken annesinin, babasının ellerinden öper, kardeşleriyle, arkadaşlarıyla ve akrabalarıyla teker teker vedalaşır. Daha sonra kapıdan yüzü duvaklı olarak çıkarılır. K. GELİNİN BAŞINDAN BUĞDAY SAÇMA: Çalgılar çalınırken gelin kapıdan çıkar. O arada gelini başından buğday saçılır. Bu bereketli ve bolluk içinde olması için yapılırken "evinin bereketi ve bolluk içinde" olması için dilek tutulur. Gelin arabaya bindirilir. Damadın evine getirilir. L. KOLTUK ÇIKMAK VE TESTİ KIRMAK: Gelin baba evinden getirilirken bir grup davetli de oğlan evinin kapısında gelini beklerler. Gelinin arabası görününce herkes kaçışır, arabanın çevresi sarılır. Bu arada başka arabadaki çalgılar da yetişir, iner çalgı çalmaya başlarlar. Gelin arabanın bir kapısından, damat bir kapısından indirilirken, gelin daha inmeden oğlan tarafının kadınlarından biri hemen yetişip gelinin kollarına girer, arabadan inmesine yardım eder. Bu işleme koltuk çıkma denir. Geline koltuk çıkıldıktan sonra gelin eve doğru alınır Bu arada damadı arkadaşları alırlar. Gelin toprağa ayak bastıktan sonra hemen eline bir su dolu testi verilerek yere vurup kırması istenir Gelin testinin kulpundan tutup yere vurarak testiyi kırar. Sonra gelin eve doğru götürülür. Bu arada çevreyi genç kızlar ve kadınlar aldığından kalabalıkta yürümesi de zor olduğundan oğlan tarafının kızları gelinin önünü tıkayan kalabalığı yararlar. M. KAYNANASI GELİNİN BAŞINA BUĞDAY-PARA VE ŞEKER SAÇAR: Gelin eve girerken eşikte duran kaynana elindeki tasın içinden gelinin başına para, şeker ve buğday saçar. Kaynananın bunu saçmasını bekleyen gençler bir anda bunlardan kapmak için yerlere kapanırlar. Bu arada gelin de içeri alınır, N. DAMADI ISLATMAK VE YUMRUKLAMAK: Gelin içeri alındıktan sonra damadın arkadaşlarına haber salınır, damat getirilir. Damat getirilince herkes damada saldırır, sırtını yumruklar, üstüne su döker ıslatırlar. Bu arada damat daha fazla dayak yememek için acele kapıyı açıp girer. Böylece düğün sona erer. O. DÜĞÜN SONRASI: Düğünden bir kaç gün sonra damat ile gelin kızın evine "el öpmeye" gider. Eve gidince önce ananın, sonra babanın ellerini öperler. Gelinin babası onları gece misafir eder, yemek verir. ertesi gün oradan ayrılırlar. Ayrıldıklarında onlara çeşitli hediyeler verilir. SÜNNET VE SÜNNETLE İLGİLİ GELENEKLER Sünnet olacak çocuklara birkaç gün önceden sünnet elbiseleri ya aldırılır ya da diktirilir. Çocukların elbiseleri satın alınıp getirildikten sonra evde güzelce giydirilirler. Varsa evin yaşlısı kıyafeti giydirir. Dualar okur, çocukların nazara gelmemesi için tütsüler. Sonra çocuklar uzak akrabalardan başlamak üzere tüm aile yakınlarını ziyarete gider, ellerini öper onları "sünnetlerine" çağırırlar. Sünnet gününden bir gün önce evde tüm hazırlıkların bitmiş olması gerekir. Hazırlanacak olan yemeklerin geceden ocaklar kurularak pişirilmesi gerekmektedir. Ekmekler, bıçaklar, çatallar, kaşıklar, peçeteler komşulardan, yakınlardan masalar, sandalyelerle birlikte alınıp dizilir, hazırlanır. Daha sonra yakınlardan haber verilmeyen kimsenin kalıp kalmadığı kontrol edilir. Haber verilemeyenler varsa o anda haber verilir. Evin erkeği, gelen konukların erkekleriyle, kadını ise gelen kadınlarla ilgilenir. Çünkü Yalova'daki eski sünnetlerde kadın ve erkekler ayrı yerlerde toplanır, eğlenirlerdi. Sünnet düğünü çalgıcılı olacaksa çalgıcılarla bir gün önceden anlaşılması gerekmektedir. Çalgıcılar geldiklerinde, evin erkeğinin işareti üzerine çalgıya başlarlar. Bu arada gençler çıkıp ortada oyunlar oynarlar. Sünnetçi geldiğinde, sünnet olacak çocuklar tarafından kapıda karşılanır ve eli öpülür. O da çocukların ellerinden tutarak kapının önüne kadar gelir. Sonra evin erkeği onu erkeklerin kalacakları yere alır. Erkekler içende sohbet edip imamı beklerken çalgıcılar da dışarıda çalgı çalarlar. İmam geldiğinde evin erkeği tarafından karşılanır ve davetlilerin oturdukları odaya buyur edilir. İmamın gelmesinden sonra sünnetçi kendisi için ayrılan yere geçer. Onunla birlikte çocukların babası ve imam odaya girerler. Kapıda bir genç sırayla çocukların küçüğünden itibaren içeri alır. Babaları onları kucağına alır. Sünnetçi aletlerini hazırlarken imam da dualar okur. Bu arada çocuğun dikkatini başka bir yere çekmek için · Bak, bak, kuş var," Ya da : · "Aaa, bitti bile.." Gibi sözlerle çocuk oyalanır, ya da ağzına şeker, çikolata veya lokum konur. Sonunda sünnet işlemi tamamlanır. Babası kucağına alıp çocukları kalacakları odaya götürür, böylece sünnet işlemine devam edilir. Çocukların sünneti tamamlandıktan sonra, sıra akraba ve tanıdıkların onlara “geçmiş olsun" demelerine gelir. Herkes onları yataklarında öper, hediyelerini verir. Çocuklar da onların ellerini öperler. Sünnetin ardından yemekler hazırlanır. İmam yemeğin duasını okur. Yemekten sonra Mevlit verilir. Böylece sünnet düğünü de sona ermiş olur.
-
DESTANLAR-EFSANELER İstanbul Tekfuru Yanko’nun Kızı Eleni’nin İyileşmesi İstanbul Tekfuru Yanko’nun kızı Eleni iyileşmez bir hastalığa yakalanır. Hekimler, bilginler Tekfura gelerek kızının iyileşmeyeceğini söylemişler. Tekfur buna çok üzülmüş. Günden güne çirkinleşen, zayıflayan güzel Eleni de insanlardan kaçıyor, günlerce tek başına odasına kapanıyormuş. Tekfur kızının da isteği üzerine Eleni’yi Termal’e yollar ve orada insanlardan uzak ölümü beklemeye başlar. Eleni bir gün yaralı bir ceylan görmüş ve kaplıcanın suyundan içiyormuş. Bu olaya her gün şahit olmuş görmüş ki ceylan iyileşmiş. Eleni sevinerek aynı şekilde kendiside kaplıcanın suyunda yıkanmaya başlamış ve artık Eleni iyileşmiştir. Tekfur gelip kızını görünce dünyalar onun olmuş ve kaplıcaların değeri de gittikçe artmış. İmparator Iustinianos’in Karısı Sophia’nın iyileşmesi İmparatorun Iustinianos’ın karısı Sophia da hastalığa yakalanmıştır. Çok güzel olan kadın çirkinleşmeye başlamıştır. Parmaklarının derileri dökülmeye başlamış. Güzel kadına kaplıcaya gitmesini tavsiye etmişler. Sophia inanmasa da İmparator inanmış ve ısrarla karısını kaplıcaya getirmiş. Yıkanmaya başlamışlar günler geçtikçe Sophia iyileşmeye başlamış ve belirli bir zaman sonra eski güzelliğine kavuşmuş. Böylece kaplıcada daha ünlenmiş ve daha çok hastalara şifa olmuş. Tahta Kılıçlı Bineva Baba Tahta Kılıçlı Bineva Baba, Hristiyanlar’dan İslâma dönmeyen ve tahta kılıcıyla alay edip onu küçümseyen bir kişiyi tahta kılıcı ile ikiye böler. Bu olayı görenlerin çoğu Müslüman olur. İnanmayanlar kaplıcalardan uzaklaşır. Eli Sopalı Derviş Abapuş Sırtına aba giymiş eli asalı bir derviş, asası ile Hristiyanları kovalarken öldürülür. Kaplıcaların bulunduğu yerde yüksek bir tepeye gömülür. Orası ziyaret yeri olur. Ferhat’la Şirin’in Hikayesi Halen Termal İlçesinde var olan Ferhat Kaya Su yolu Bu hikâye yaygın olarak Amasya’da geçer. Yalova’da anlatılan şeklinde Şirin’in babası, Gökçedere üstündeki Yatak Kayası’ndan yol açarak köye su getirmesini ister. Ferhat kılıcı ile bu işi başarır. Kızın babası sözünde durmayıp Şirin’i Ferhat’a vermez. Önce Ferhat, sonra Şirin kendilerini kayadan aşağı atarlar. O yörede “Yatak Kayası” Ferhat ile Şirin’in Kayası olarak bilinir. Hylas Efsanesi Esasen Yunanlılar Herakles’i bir “memba arayıcısı” olarak göstermişlerdir. Mesela Argonavtların efsanesinde Herakles gemiden karaya çıkmış ve su aramıştır. Bitinya’da Kios (Gemlik) ta dahi nedimi güzel Hylas ile birlikte karaya çıkmış ve Hylas’ı perilere kaptırmıştı. Kios civarında bir nehrin ismi Hylas idi. Bu havalinin halkı her sene Hylas’ın hatırasına bir şenlik yaparlar ve Arganthonios (Samanlı Dağları) dağlarının derin ve ıssız vadelerini dolaşarak “Hylas, Hylas” diye bağrışırlardı. İhtimal Herakles bu efsanenin meydana geldiği 7.asırda Kios vasıtası ile Yalova’ya girmiştir. DEYİMLER-ATASÖZLERİ Altın pas tutmaz deli yas tutmaz Korkak köpek kütüğe bile havlar Emanet atın kayışı yokuş yukarı kopar Fakirin unu bile maya tutmaz Ava giden avlanır tokadı yer kıvranır Yola git erken hesap et yerken Yazın yatan kışın yorgan satar Taş taşa dayanır duvar olur Kurttan kuzu doğmaz İtin kılından hırka dokunmaz Her peştamal bağlayan karı olmaz Hırsız evden olunca öküz bacadan çıkar Gözü aç olanın karnı tok olmaz Fakir oyuna çıkınca davul patlarmış Fesadın işi kesat gider Yağlı pide ile Yalova sefası Yalova vapuruna döndürmek
-
YALOVA EKONOMİSİ Yalova ilinin ekonomisi sanayi ve tarıma dayalıdır. Üçüncü gelir kaynağı olan turizm iç turizm ağırlıklıdır. Turizm faaliyetleri nisan ve eylül aylarında yoğunlaşmaktadır. İlin yaklaşık tarım alanı 25.000 hektardır. Bu alanın yaklaşık % 70’inde tarla bitkileri, % 28’inde bağ-bahçe bitkileri ve % 2’sinde ise süs bitkileri tarımı yapılmaktadır. Seracılık ve süs bitkileri üretimi, kapsadığı alan bakımından en küçük paya sahip olmasına rağmen, tarımsal üretimde sağladığı ekonomik girdi bakımından en yüksek paya sahiptir. Türkiye’deki kesme çiçek üretiminin yaklaşık %20’lik bölümü Yalova tarafından gerçekleştirilmektedir. (Kadıköy, Koruköy, Akköy, Hacımehmet, Samanlı, Laledere, Safran, Elmalık, Taşköprü, Çiftlikköy). İl’de tütün, pamuk v.b. endüstriyel tarım ürünleri yetiştirilmemektedir. Bununla birlikte çeşitli tarım ürünleri (buğday, arpa, yulaf, ayçiçeği) ve çeşitli tarla sebzeleri (marul, ıspanak, fasulye, bamya, domates, soğan) üretilmektedir Meyvecilik de yaygın faaliyetler arasındadır. (armut, elma, erik, kiraz, şeftali, kestane, çilek, dut, üzüm, kivi) Günümüzde organik üretime ihtiyaç duyulduğu ve Ülkenin genel kalkınma planları arasında yer alması, Tarım Bakanlığının konuya oldukça önem vermesi ve tarımda AB standartlarının yakalanması açısından; Armutlu İlçesi Mecidiye, Hayriye ve Selimiye köylerini kapsayacak olan Organik Tarım Projesi uygulamaya konulmuş, bölgede kimyasal kirleticilerin bulunmaması, tarımsal üretimin az ve bölgenin sahip olduğu doğal şartlarda yapılması, İstanbul’a yakın olması ile üretilen ürünlerin pazarlanması ve günübirlik gezilere uygun olması dolayısıyla seçilmiştir. Tarımsal üretimin kısıtlı olarak yapıldığı, geçimlerinin ormana doyalı olan bu üç köyde Organik Tarım isabetli bir alternatif yetiştiricilik olacaktır. Mevcut tarım arazisinin ancak % 35-40’ında yem bitkisi tarımı yapılmakta kalan arazi ya işlenmemekte ya da nadasa bırakılmaktadır. Dağınık olarak elma ve kiraz ağaçları bulunmakta olup ekonomik anlamda bir meyve üretimi bulunmamaktadır. Kapalı bir döngünün oluşturulacağı sistemde hayvansal ve bitkisel üretimin bir arada yapılması zorunluluğu vardır. Yapılacak faaliyetler olarak meyvecilik, sebzecilik, hayvancılık (büyükbaş ve küçükbaş), arıcılık, doğadan toplama ıtri bitki üretimi, zeytinyağı üretimi ile hayvansal ve bitkisel ürünlerin köy şartlarında mamul hale getirilmesi (kurutma, paketleme, mayalama, pişirme vs.) konuları çalışılacaktır. Bu da bölge halkının ekonomik kalkınmasında etkili olacaktır. ORGANİK TARIM Armutlu İlçesi-Mecidiye, Hayriye ve Selimiye Havzası Armutlu İlçesi Mecidiye, Hayriye ve Selimiye köylerini kapsayacak olan Organik Tarım Projesi; bölgede kimyasal kirleticilerin bulunmaması, tarımsal üretimin az ve doğal şartlarda yapılması, bölgenin sahip olduğu doğal şartlarda yapılması, İstanbul’a yakın olması ile üretilen ürünlerin pazarlanması ve günübirlik gezilere uygun olması dolayısıyla seçilmiştir. Organik üretime ihtiyaç duyulduğu ve Ülkenin genel kalkınma planları arasında yer alması, Tarım Bakanlığının konuya oldukça önem vermesi ve tarımda AB standartlarının yakalanması açısından projenin önemi büyüktür. Tarımsal üretimin kısıtlı olarak yapıldığı, geçimlerinin ormana doyalı olan bu üç köyde Organik Tarım isabetli bir alternatif yetiştiricilik olacaktır. Mevcut tarım arazisinin ancak % 35-40’ında yem bitkisi tarımı yapılmakta kalan arazi ya işlenmemekte ya da nadasa bırakılmaktadır. Dağınık olarak elma ve kiraz ağaçları bulunmakta olup ekonomik anlamda bir meyve üretimi bulunmamaktadır. Kapalı bir döngünün oluşturulacağı sistemde hayvansal ve bitkisel üretimin bir arada yapılması zorunluluğu vardır. Yapılacak faaliyetler olarak meyvecilik, sebzecilik, hayvancılık (büyükbaş ve küçükbaş), arıcılık, doğadan toplama ıtri bitki üretimi, zeytinyağı üretimi ile hayvansal ve bitkisel ürünlerin köy şartlarında mamul hale getirilmesi (kurutma, paketleme, mayalama, pişirme vs.) konuları çalışılacaktır. Bu kapsamda organik tarımı uygulayarak üretim yapan çiftçilerin üretim yaptıkları mekânlarda şehirden, başka yerlerden gelen kişileri yaşam döngülerini değiştirmeden, olumsuz yönde etkilenmeden, ağırlıklarını bir misafirlik sistemidir. Ekolojik turizme yönelik açılacak pansiyonlar ve günübirlik gelecek turizm hareketinin üretilen ürünlerin pazarlanmasında katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bölgemize gelen turistleri ağırlamak üzere pansiyonculuk, yöresel yemeklerin misafirlere ikram edilmesi, bölgeye mahsus el sanatlarının değerlendirilmesi, Termal tesislerinden sağlık turizmi olarak hizmet verilmesi gibi. Doğa turizmi Bölgemizde her yaşta insana hitap eden farklı mesafelerde doğal güzelliklerin içerisinde dağ yürüyüşü yapabilecekleri çeşitli parkurlar, Dağ bisikletçileri için uygun yerler, at severler için bölgemizde yetiştirilen atlar ile gezi, kamp kurmak için uygun yerler mevcuttur. Yerel yemek, el sanatları, gıda değerlendirme gibi konularda alt yapı araştırması yapılarak; üretilenlerin tanıtıp pazarlanması, yeni el sanatlarının bölgeye sokularak özellikle ev hanımlarının üretimde aktif hale geçmeleri sağlanacaktır. Bitkisel üretim yapılacak yerlerde sulama imkânlarını geliştirmek amacıyla Mecidiye köyü için su kaynağı bulunması ve toplanacak suların muhafaza edilmesi amacıyla yeterli büyüklükte bir havuz yapılması düşünülmüş olup, konuyla ilgili çalışmalar devam etmektedir. SÜS BİTKİLERİ Yalova’da süs bitkileri üreticiliği, Türkiye üretiminin % 70’ni gerçekleştirir. Türkiye tüketiminin de % 40’nı Yalova üretimi karşılamaktadır. Süs bitkileri önceleri aile bireylerine iş yaratan aile tipi işletmeler iken, günümüzde entegre tarım işletmeleri haline dönüşerek Yalova İli’nin önemli bir gelir kaynağı durumuna gelmiştir. “Çiçek Kenti Yalova” Gelenekselleşen Süs Bitkileri Fuarları ve Türkiye’de ilk Süs Bitkileri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi kurulma çalışmalarının başlamasıyla süs bitkileri alanında önemini daha da artırmıştır. 1994 yılında üreticilerinin bir araya gelerek kurmuş oldukları Saksılı Süs Bitkileri Üreticileri Derneği (SASBÜD) faaliyetleriyle Yalova’nın sosyal-ekonomik ve kültürel yapısına önemli katkılar sağlamaktadırlar. SASBÜD üyesi işletmelerde mevsimine sağlamaktadırlar. SASBÜD üyesi işletmelerde mevsimine göre değişken 1000 kişi çalışmaktadır. İç mekan, dış mekan, mevsimlik, soğanlı-yumrulu 30 milyon yıllık bitki üretimi yapılmaktadır. Ayrıca ilimizde kesme çiçekçilikte iki kooperatifiyle aile işletmeleri halinde köylerde üretim yapmakta olup haftanın belirli günlerinde mezat kurularak iç pazarın talebine cevap vermektedirler. Her yıl ihracat satışları artış göstermektedir.
-
YALOVA YEMEKLERİ YUMURTA TİRİDİ (Yalova) MALZEMESİ: 5 yumurta 1 soğan 5 domates 1/2 su bardağı su katıyağ kırmızıbiber tuz. Piyazlık doğranmış soğanları kızgın yağda pembeleştirin. Soğanların üzerine kabukları soyulup, küçük küçük doğranmış domatesleri ekleyip suyunu çektirin. Tuz ve biberini katıp, suyu ekleyin ve kısık ateşte 5 dakika pişirin. Malzemelerin üzerine yumurtaları kırın ve yumurtanın akını beyazlatın. YAPRAK PİDESİ (Yalova) Malzemeler; Yoğurt 1 su bardağı Soğan 1 bağ Su 1 su bardağı Mısır Unu 2 su bardağı Asma Yaprağı 20 adet Ayçiçeği yağı 1 çorba kaşığı Nane ½ bağ tuz YAPILIŞI Yoğurdu su ve tuz ile çırparak karıştırıp ayranı hazırlayın (ayranın ekşi olması tercih edilir) Yaprakları yıkayıp süzdürün. Naneyi ince ince kıyın. Taze soğanları ayıklayıp ince ince doğrayın. Ayrana mısır ununu, tuzu, naneyi ve soğanı katıp karıştırarak bir harç hazırlayın. Bir tavayı ayçiçeği yağı ile yağlayın. Üzerine bir sıra yaprak dizin. Hazırladığınız harcı 2 cm. kalınlığı olacak biçimde altı iyice kızarıncaya kadar pişirin. Tavanın ağzına biraz daha geniş bir tabak kapatıp yaprak pidesini ters çevirin. Tavaya kaydırıp diğer yanına da kızartın. Ateşten alıp dilimleyerek servis yapın. TERMAL TATLISI (Yalova) Malzemeler; Krep hamuru için; 15gr. un 1 ad. yumurta 3 gr. çiçek yağı 1 gr. tuz 1 gr. şeker İçi ve Sosu için; 50 gr. elma marmeladı 5 gr. kavrulmuş nüverde 50 gr. vişne reçeli 5 gr. nişasta 50 gr. Su YAPILIŞI Bir çukur kaba un, süt, yumurta, çiçek yağı, tuz ve şeker ilave edilerek krema kıvamı alacak şekilde karıştırılır. Teflon tavada pişirilir. Hazırlanan krep soğutularak üzerine elma marmeladı sürülür. Kavrulmuş nüverde fıstıklar kırılıp krepe serpilir. Rulo şeklinde sarılır. Çapraz bir şekilde kesilerek, kesik kısımları üste gelecek şekilde servis tabağına yerleştirilir. Vişne reçeli su ve nişasta kaynatılarak kreplerin üzerine ilave edilerek servise sunulur. TERMAL SARMA (Yalova) Malzemeler; 120 gr. iki parçaya bölünmüş biftek 50 gr. margarin 100 gr. kuru soğan 30 gr. kültür mantarı 2 gr. karabiber Yeteri kadar tuz YAPILIŞI Biftekler ince bir şekilde dövülür. Soğan ve mantar margarin ile sote edilir. Tuz ve karabiber ilave edilir. Dövülmüş bifteklere birer kaşık ilave edilerek sarılır. Kürdan ile tutturulur. Teflon tavada margarin ile kızartılır. Çukur bir kaba alınıp et kızarttığımız tavada sosu yapılır. Kızartılan bifteklerin üzerine ilave edilerek bir taşım kaynatılır. Servis tabağına alınarak yanında patates kroket, tereyağında domates soslu spagetti ile servis edilir. YALOVA KÖFTESİ (Yalova) Malzemeler; 400 gr. koyun kıyması 3 adet yumurta 1 kalın dilim bayat ekmek 2 orta boy soğan Yarım su bardağı kaşar 2 çay kaşığı tuz 1 çay kaşığı karabiber Yarım çay kaşığı Hindistan cevizi rendesi 4 çorba kaşığı sadeyağ veya margarin ½ bardak süt2 çorba kaşığı un 1 adet yeşil salata YAPILIŞI Uygun boyda bir kabın içine konulan kıyma, rendelenmiş soğan suyu, ekmek içi, tuz, karabiber, rendelenmiş Hindistan cevizi ve iki yumurtanın sarısı konularak iyice karıştırılır. Bu karışmış malzeme bir kere daha kıyma makinesinden çekilir. İri iri parçalara ayrılır. Yuvarlanır, ortası çukurlaştırılır. Yağlanmış tepsiye dizilir. Kıymanın çukur kısmına hazırlamış olduğumuz krema doldurulur orta hararetli fırında yarım saatten fazla pişirilir. Üstünün kızarması makbuldür. Kremanın yapılması: Ufak tencereye yağ konulur, eritilir. Az un eklenir, bir dakika kadar kavrulur. Süt ilave edilerek koyulaşıncaya kadar telle karıştırılır ve ateşten indirilerek, yumurta, tuz, rendelenmiş kaşar peyniri eklenir. Çok ince kıyılmış yeşil salata konularak itina ile karıştırılır. MİFLÖYLÜ YALOVA KEBABI (Yalova) Malzemeler; 20 gr. Kaşar 150 gr. kemiksiz kuzu eti 1 adet orta boy domates 1 diş sarımsak 1 adet sivri biber 2 adet taze soğan 50 gr. soya sosu 2 adet defneyaprağı 60 gr. milföy hamuru yeteri kadar tuz, kimyon, karabiber YAPILIŞI Kemiksiz kuzu eti jülyen doğranır. Teflon bir tavada yağsız sote edilir. Et suyu çekince tereyağı ilave edilir. Diğer malzemelerle ilave edilerek yavaş ateşte iyice demlendirilir. Milföy yuvarlak tabak biçiminde açılır, kıyısı kıvrılarak fırında pişirilir. Piştikten sonra servis tabağına alınarak sote yapılmış kebabımızı milföyün içine koyarak üzerine kaşar serpilip servis edilir.
-
YALOVA COĞRAFİ YAPISI Yalova, bugünkü idari bölünüşe göre, merkez ilçeyle birlikte 6 ilçeden oluşmaktadır. İlçeler; Yalova Merkez, Altınova, Armutlu, Çınarcık, Çiftlikköy ve Termal'dir. Yalova'nın 6 ilçe belediyesi ile birlikte, toplam 15 belediyesi bulunmaktadır; merkez ilçede 1 (Kadıköy), Altınova'da 3 (Kaytazdere, Subaşı ve Tavşanlı), Çınarcık'ta 4 (Koruköy, Esenköy, Kocadere ve Teşvikiye) ve Çiftlikköy'de 1 (Taşköprü) belediyesi ve toplam 43 köyü vardır. Armutlu Yarımadası'nın kuzey kıyısı ile Samanlı Dağları'nın kuzey eteklerine kurulmuş olan Yalova, Türkiye'nin kuzeybatısında, Marmara bölgesinin güneydoğu kesiminde yer almaktadır.İlin kuzeyinde ve batısında Marmara denizi,doğusunda Kocaeli,güneyinde Bursa (Orhangazi-Gemlik ve İznik ilçeleri) ve Gemlik körfezi yer almaktadır. Yalova ilinin kuzeyinden güneybatısına kadar olan sınırları Marmara Denizi ile çevrilmiştir.Kıyılar,girintili çıkıntılı bir özellik göstermez. Yalova'nın 39-40º kuzey enlemi, 29-61º doğu boylamları arasında denizden yüksekliği 2 metre, en yüksek noktası 926 metredir.839 kilometrekarelik bir alanı ile ülke yüzölçümünün % 0.11'lik bölümünü kapsamaktadır. Yalova, yüzölçümü itibariyle Türkiye'nin en küçük ilidir ve denize en uzun kıyısı olan ( 105 km ) turistik illerinden de birisidir. Yalova,verimli ve bereketli ovalara sahiptir.Çınarcık, Gökçedere, Kirazlı,Kılıçköy ve Taşköprü ile deniz arasında birbirinden alçak tepeciklerle ayrılan büyüklü küçüklü ovalar oluşmuştur.Bu ovalar,akarsular boyunca uzanmakta olup çevrelerinde meyvecilik,sebzecilik yapılmaktadır. Yalova'nın toplam yüzölçümünün( 847,000 ha ) %82 'si,tarım arazisi ( 221,730 ha ), orman alanı(468,090 ha) ve çayır-mera arazisinden( 7,944 ha ) oluşmaktadır. İlin bitki örtüsünü makiler ve ormanlar oluşturmaktadır.Samanlı Dağları'nın kuzey ve güneyinde vadi içlerinde bulunan makiler,bu kütlenin etekleri boyunca kesintili şeritler ve parçalar halinde bulunurlar. Yalova'nın güneyindeki dik yamaçlar tümüyle gür bir orman örtüsü ile kaplıdır.Ormanlık alanlarda genellikle kayın,meşe,gürgen,kızılcık,kestane ve ıhlamur ağaçları görülür. Yalova'daki ormanlardan çevrenin odun ve kereste ihtiyacı karşılanmaktadır. AKARSULAR Yalova'daki en önemli akarsular,kaynağını Samanlı Dağları'ndan alır.Gemlik ilçesi sınırları içinde,uzunluğu 40 km debisi 3943 km/sn ve yıllık su hacmi 120.000.000 metreküp olan Selimandra deresi doğmaktadır.Dereağzı denilen yerden Samanlı deresi adını alarak denize dökülür.En geniş ve en uzun akarsudur.Bol su taşır.Nacaklı deresi bölümünde ormanlar arasında,Sudüşen mevkii'nde 30 metrekarelik bir şelale bulunur.Altınova ilçesinde, Hersek deltasının oluşmasını sağlayan Yalakdere bulunmaktadır.Diğer önemli akarsular ; Kocadere deresi,Karpuz dere,Samanlı deresi,Safran deresi,Balaban deresi,Elmalık deresi,Sultaniye deresi ve Kılıç deresidir. DENİZLER Yalova ilinin kuzeyinden güneybatısına kadar olan sınırları,Marmara Denizi ile çevrilmiştir.Kıyılar girintili-çıkıntılı bir özellik göstermez.Sahil şeridi dar olmakla birlikte, doğal plaj özellikleri göstermektedir.Yalova ili kıyıları kumsal,sadece Çınarcık ve Esenköy sahilleri çakıltaşlıdır. GÖLLER Yalova'nın tek doğal gölü Kocadere beldesinin güneyindeki Delmece Yaylası civarında bulunan ve Dipsiz Göl adıyla bilinen krater gölüdür.Bunun dışında Termal ilçesinde Gökçe Baraj Gölü bulunmaktadır. YAYLALAR İlin en önemli yaylası, Kocadere ve Teşvikiye beldelerinin güneyinde yer alan Delmece Yaylası'dır.Bu yayla,çam ormanlarıyla kaplıdır.Delmece Yaylası'na Teşvikiye'den ayrılan toprak yolla ulaşılabilir.
-
YALOVA TARİHİ Yörede yerleşimin Neolitik Çağ’da (M.Ö. 8000-5500) başladığı tahmin edilmektedir. Yalova’nın kuruluşu ile ilgili kesin bilgiler olmamakla beraber, M.Ö. 7. yüzyılda Trakya’dan Küçük Asya’ya geçerek Marmara Denizi’nin doğusunda bir krallık kuran Bithynialılar (Bitinyalılar) tarafından bir yerleşim yeri olarak kurulduğu tahmin edilmektedir. Bithynialılar Marmara Denizi’nin doğu kıyılarına yerleştiklerinde, Yalova bölgesi de Bithynia Krallığı topraklarına katılmıştır. M.Ö. 377-327 yılları arasında, Büyük İskender’in Bithynia’ya atadığı komutanı Kalas’ı yenen Bithynialılar, onları topraklarından atmışlardır. M.Ö. 230-182 yılları arasında hüküm süren 1. Prusias zamanında Kios (Gemlik) ve Myrlia (Mudanya) ve Yalova bölgesi Makedonya Kralı 5. Philip’e armağan olarak verilmiştir. Roma İmparatorluğu’ndan kaçan Kartaca Kralı Hannibal, Bithynia Kralı 1. Prusias’a sığınmıştır. Hannibal, 1. Prusias’a armağan olarak Prusa od Olympum (Bursa) kentini kurmuştur. M.Ö. 74'te Roma İmparatorluğu yönetimine giren Yalova ve yöresi, M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştır. Bugünkü Yalova Kaplıcaları'nın tarih içinde önemli bir yeri bulunmaktadır. M.Ö. 1200 yıllarında bir yer sarsıntısı ile meydana geldiği tahmin edilen Termal İlçesindeki Kurşunlu Hamamı'nın dış duvarlarında kuvvet tanrısı Herakles (Herkül), sağlık tanrısı Asklepios, sıcak su ve sağlık perileri olan Nemfler'in kabartmaları görülmektedir. Termal'in Bizans İmparatorluğu döneminde imparatorların dinlenme ve tedavi yeri olarak büyük üne sahip olduğu bilinmektedir. Bizans İmparatorluğu’ndan sonra Selçuklular'ın yönetimine giren Yalova bölgesi, Haçlı Seferleri sırasında yakılıp yıkılmıştır. Yalova, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi’nde Kara Yalovaç, Katip Çelebi'de ise Yalakabad ve Yalıova adlarını almaktadır. O dönemlerde Yalova isminin verildiğini de görmekteyiz. Bu isimler 19. yüzyılda, yörede kırk gün kalıp tetkiklerde bulunan ünlü tarihçi Hammer tarafından da doğrulanmaktadır. Friglerden Bithynialılara, Selçuklulardan Bizanslılara kadar çeşitli milletlerin yaşamış olduğu Yalova bölgesi, 1326 yılında Osmanlı Devleti Komutanı Gazi Abdurrahman tarafından fethedilmiş ve ebedi Türk yurdu haline gelmiştir. Eski devlet salnameleri incelendiğinde, Yalova’nın 1530 yıllarında İzmit Vilayeti’ne (Liva) bağlı bir kasaba (Yalak-Abad) olduğu görülmektedir. Yalova, 1867 yılında Bursa Merkez Sancağı'na bağlı bir kaza iken, 1901'de bağımsız İzmit Sancağı'na bağlanmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan askeri birliklerince işgal edilen Yalova, verdiği büyük mücadele ile 19 Temmuz 1921 tarihinde düşman işgalinden kurtulmuştur. 2 Haziran 1929’da Atatürk’ün isteği üzerine çıkarılan bir kanun gereğince, ilçe yapılarak İstanbul İli’ne bağlanmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında 19 Ağustos 1929 tarihinde ilk defa Yalova'ya gelen Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk, Termal'in yeniden inşaasını sağlamıştır. Atatürk, 22 Ocak 1938 tarihinde açılan Termal Oteli'nin ilk konuğu olmuş ve 9 gün süreyle Yalova'da kalmıştır. 1929 yılında yapılan Millet Çiftliği'nin yapılışı sırasında, ikinci kata gelindiğinde, batıda bulunan ağacın kesileceğini gören Atatürk, yapının temelini biraz doğuya alarak binayı kaydırmış ve ağacın kesilmesini engellemiştir. Bu nedenle köşk, Yürüyen Köşk olarak anılmaktadır. Atatürk'ün, “Kurtuluşa öncü” ve “Benim Kentim” olarak bahsettiği Yalova, adeta yazlık başkent haline gelmiş ve yine Atatürk'ün isteği üzerine 1930 yılında İstanbul'un ilçeleri arasına katılmış, 1995 yılında ise İstanbul İli’nden ayrılarak il yapılmıştır. Bursa’nın Gemlik ilçesine bağlı Armutlu Beldesi ile Kocaeli’nin Karamürsel İlçesi’ne bağlı Altınova Beldesi ilçe yapılmak suretiyle il sınırları içerisine alınmıştır.
-
YALOVA GENEL BİLGİLERİ Marmara Bölgesi’nin güneydoğu kesiminde yer alan Yalova, kuzeyinde ve batısında Marmara Denizi, doğusunda Kocaeli, güneyinde Bursa’nın Orhangazi ve Gemlik ilçeleri ile çevrilidir. Yalova Armutlu Yarımadası’nın Marmara Denizi’ne doğru çıkıntı yapan batı ucundaki Bozburun’dan doğudaki Karamürsel yakınlarına kadar uzanır. Yalova’nın topraklarını Samanlı Dağı engebelendirir. Armutlu’nun doğusundaki Daz Dağı da ilin en yüksek noktasıdır (921 m.). Bu engebeli alanların dışında kalan yerler, kıyı şeridindeki küçük ovalar halindedir. Bu topraklar akarsu vadileri ile parçalanmıştır. Tarıma açık olan il topraklarındaki, akarsu boylarında uzanan irili ufaklı ovalar, Çınarcık, Gökçedere, Kirazlı, Kılıçköy ve Taşköprü ile deniz arasındaki alanda yer almaktadır. Hersek Burnu ve Bozburun ilin başlıca çıkıntılarıdır. Kuzey Anadolu Fay hattının bir kolu Yalova’nın kuzey kıyılarını izleyerek Marmara Denizi’ne ulaşır. 17 Ağustos 1999’da bu fayın bir bölümünün kırılması sonucunda Kocaeli depremi meydana gelmiş ve Yalova’da da büyük can kaybına ve tahribata yol açmıştır. İl topraklarından kaynaklanan sular Marmara Denizi’ne dökülür. Bunlar; Kocadere, Karpuz (Teşvikiye) Deresi, Lale dere, Sarısu Deresi, Safran Deresi ve Sellimandıra (Samanlı) dereleridir. Çınarcık’daki Kocadere Köyü yakınlarındaki Delmece yaylasında bulunan Dipsizgöl ilin tek gölüdür. İlin su gereksinimini Sellimandıra Deresi üzerindeki Gökçe Baraj Gölü sağlamaktadır. Bu barajın suları aynı zamanda tankerlerle taşınarak İstanbul’un su ihtiyacını karşılamaktadır. Deniz seviyesinden 2 m. yükseklikteki Yalova’nın yüzölçümü 839 km2.dir. 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre toplam nüfusu 170.259’dur. İlin bitki örtüsünü makiler ve ormanlar oluşturmaktadır. Samanlı dağlarının kuzey ve güneyinde vadi içlerinde bulunan makiler, bu kütlenin etekleri boyunca kesintili şeritler ve parçalar halinde bulunurlar. Yalova’nın güneyindeki dik yamaçlar orman örtüsü ile kaplıdır. Ormanlık alanlarda kayın, meşe, gürgen, kızılcık, kestane ve ıhlamur ağaçları bulunmaktadır. Yalova’nın iklimi makro - klima tipi olarak, Akdeniz ve Karedeniz iklimleri arasında bir geçiş özelliği taşımaktadır. İlde yazlar sıcak ve kurak kışlar ılık ve bol yağışlıdır. İlin ekonomisi tarım, turizm ve sanayie dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında; buğday, yulaf, arpa, zeytin, elma, şeftali, kiraz, erik ve sebze gelmektedir. Sebzelerden özellikle domates, salatalık, marul yetiştirilir. İlde son yıllarda seracılık gelişmiştir.Yalova ve çevresi tarım ürünleri yönünden İstanbul’a yöneliktir. Hayvancılık ve balıkçılık da yapılmaktadır. İlde sanayi tesisleri olarak, kimya ve kağıt sanayii dallarında büyük faaliyet gösteren fabrikalar ve küçük ölçekli imalat atölyeleri vardır.Gıda sanayii, içki sanayii, tekstil ve giyim sanayii, kağıt ve kağıt ürünleri sanayii, kimya ve plastik sanayii, metal eşya donanım ve makine sanayii, kereste ve kereste ürünleri sanayi bulunmaktadır. Yaz aylarında nüfusu daha da artan Yalova’nın sayfiyeleri ile Armutlu ve Termal’deki kaplıcaları turizm açısından önem taşımakta olup, ekonomisini canlandırmaktadır. Atatürk’ün Yalova Kaplıcalarında kalması, ilin kaplıca turizmi açısından gelişmesine neden olmuştur. Armutlu, Çınarcık ve Esenköy sayfiye merkezleridir. Yalova’nın tarihi MÖ.VIII.yüzyıla kadar inmektedir. MÖ.VIII.-VII.yüzyıllarda Yunanistan’dan gelen Koloni kavimleri Yalova’nın bugünkü bulunduğu yerde Pythia isimli bir yerleşim yeri kurmuşlardır. Dr.Nezih Fıratlı ve Rüstem Duyuran’ın Baltacı Çiftliği ile Göztepe’nin doğu eteklerinde yaptıkları kazılarda MÖ.3000 yıllarına ait buluntular ele geçmiştir. Buna dayanılarak yörenin Tunç Çağı’ndan sonra yerleşime açık olduğu anlaşılmaktadır. Antik Çağlarda buradan Pythiai Thermai olarak söz edilmiştir. MÖ.III.yüzyılda yöre Bithynia Krallığı’na bağlanmıştır. MÖ.1200 yıllarında Frigler Anadolu’ya bu bölgeden geçmiş ve bir süre de burada hüküm sürmüşlerdir. MÖ.700’de Kimmerlerin akınları ile zayıflayan Friglerin yerini yörede Bithynialılar almıştır. Bundan sonra MÖ.74’te Romalılar buraya hakim olmuş, ardından Bizans’ın Optimaton Themasının sınırları içerisinde kalmıştır. Dr.Nezih Fıratlı ve Rüstem Duyuran’ın yörede yaptıkları kazılarda, MS.IV. ve V.yüzyıllara ait Bizans Nekropolü ortaya çıkarılmıştır. Bunun yanı sıra Atatürk’ün isteği doğrultusunda Prof.Dr.Arif Müfit Mansel’in 1932 yılında Termal’de yapmış olduğu kazıda II.Iustinianus zamanından kalma bir Bizans yapısı da gün ışığına çıkmıştır. Bizans döneminde Yalova Kaplıcalarının önemi artmış burada çeşitli yapılanmaya gidilmiştir. Yalova’da bir saray yapılmış, kilise ve hastane binası onarılmıştır. İmparatoriçe Theodora’nın 525 yılında 4000 kişilik maiyeti ile birlikte buradaki kaplıcalara gittiği ve konakladığı Bizans kaynaklarından öğrenilmektedir. Iustinianus zamanından sonra Bursa kaplıcaları daha ön plana çıkmış ve Yalova kaplıcası önemini yitirmiştir. Antik kaynaklara göre Yalova il sınırları içerisinde Drepane Drepane, Drepanon ve Drepanum diye adlandırılan bir köy bulunmakta idi. Bu köyde din uğruna ölen Lukianus isimli bir aziz gömülü idi. Aynı zamanda da I.Constantinius’un annesi Helena’nın bu köyde doğduğu söylenmektedir. Bu yüzden de bu yerleşime Helenapolis ismi verilmiştir. Bu köyün bulunduğu yer tartışmalı olup, J.V.Hammer ve C.Texier Helenapolis’in bugünkü Yalova’nın olduğu yerde olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak yörede yapılan yeni yapılanma sırasında ve temel kazılarında eski yerleşimle ilgili kalıntılara rastlanmamıştır. Bazı iddialara göre de bu yerleşim Hersek Köyü’nün bulunduğu yerdedir. Haçlı seferleri sırasında Yalova ve çevresi büyük zarar görmüştür. Bunun ardından İznik Niceia Devleti buraya egemen olmuştur. Haçlı seferlerinden sonra 1261’de Bizanslılar yeniden yöreyi ele geçirmişlerdir. XIV.yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin Bizanslılarla giriştiği mücadeleler sonucunda Gazi Abdurrahman tarafından yöre Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı dönemi Yalova’sı hakkında Evliya Çelebi Seyehatnamesi’nde; “Bursa sancağına bağlı 700 haneli kasaba idi. Osman Gazi’nin emri ile bu toprakları fetheden Kara Yalovaçoğlundan ismi gelmiştir” diye söz etmektedir. Bununla beraber devlet salnamelerinde Yalova’nın 1867’de Hüdavendigar vilayetinin Bursa sancağına, 1899’da Karamürsel kazasının nahiyesi olarak müstakil İzmit sancağına bağlı olduğu yazılıdır. Yalova 1901’de kaza yapılmıştır. XIX.yüzyılın sonlarında Osmanlı-Rus savaşları nedeniyle Kafkas’ları terk eden göçmenlerin bir bölümü buraya yerleştirilmiştir. Mondros Mütarekesi’nden sonra 1920’de Yunanlılar yöreyi işgal etmişlerdir. Yerel milis güçlerinin direnişi sonucunda Yalova ve çevresi 19 temmuz 1921’de işgalden kurtarılmıştır. Bu arada Yalova ve köyleri büyük zarar görmüştür. Osmanlı döneminde Yalova kaplıcaları bakımsız ve harap bir durumda idi. İlk defa Sultan Abdülmecit döneminde (1839-1861) kaplıcalar onarılmış, Abdülmecit’in annesi Bezmialem Valide Sultan burada tedavi görmüştür. Bu yüzden de Valide Sultan’ın banyo yaptığı kaplıcaya Valide Hamamı ismi verilmiştir. Sultan II.Abdülhamit döneminde (1876-1909) kaplıcalar yeniden onarılmıştır. Bu dönemde kaplıcaların çevresinde otel ve gazinolar yapılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra 1926’da nahiye haline getirilen Yalova, Kocaeli vilayetinin Karamürsel kazasına bağlanmıştır. 1929’da çıkarılan bir başka kararnameye göre de İstanbul vilayetinin kazası konumuna getirilmiştir. Atatürk Yalova yöresini gezmiş ve burasının ilçe yapılarak İstanbul’a bağlanmasını, haftada dört gün yapılan vapur seferlerinin her gün yapılmasını sağlamıştır. Bundan sonra Yalova kaplıcaları onarılmış, yolları yapılmıştır. Ayrıca Baltacı ve Millet Çiftliklerinin arazilerinin bir bölümü göçmenlere ve köylülere dağıtılmıştır. Buradaki bataklıklar kurutulmuş, Atatürk için kaplıcalarda Baltacı ve Millet Çiftliğinde birer köşk yaptırılmıştır. 1995’te çıkarılan bir yasa ile Kocaeli’nin Karamürsel ilçesinin batı kesimindeki Altınova, Bursa’nın gemlik ilçesindeki Armutlu, Yalova’nın ilçe olduğu zaman oraya bağlı olan Çınarcık, Çiftlikköy ve Termal ilçe konumuna getirilmiştir. Bu yasaya göre; Yalova il konumuna getirilmiş ve yeni ilçeler de buraya bağlanmıştır. Yalova’da tarihi eser olarak; Çiftlikköy’de Karakilise (MS.VI.yüzyıl), Altınova’da Kale Kalıntısı ve Köprü, Altınova hersek Köyü’nde Hersekzade Ahmet Paşa Camisi (1865) ve Çeşmesi Yalova Kaplıcaları bulunmaktadır. Ayrıca Hasanbaba Korusu, Paşaköy ve Üvezpınar Köyü’nde Sudüşen Şelalesi ve çevresi ilin mesire ve piknik alanlarıdır.
-
ULU CAMİİ (KARAMANOĞLU CAMİİ) Aksaray Ulu Camisi Karamanoğulları döneminde, Alaaddin Bey’in oğlu Karamanoğlu II. Mehmet Bey zamanında (1402-1424) başlanmış ve oğlu II.İbrahim Bey zamanında (1424-1463) zamanında tamamlanmıştır. Caminin Mimarı Mehmet Firuz Bey’dir. Caminin portali Selçuklu döneminin tipik örneklerinden olmasına rağmen, yapılan onarımlardan ötürü özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Zamanla önündeki avlunun zemini yükselmiş bundan ötürü de portal alçak olarak görülmektedir. Portalin iki tarafında dışarıya taşkın çıkmalar olup, hafif yuvarlak kemerli girişin üstü sivri bir şekilde sonuçlanmaktadır. Kesme taştan yapılan Ulu Cami’nin dışına destek amaçlı koyulan payandalar cephenin görünümünü çirkinleştirmiştir. İç mekan mihrap duvarına dikey olarak beş sahından meydana gelmiştir. Her sırada dörder tane olmak üzere 16 sütunun oluşturduğu bölümler çapraz tonozlarla örtülmüştür. Bu sütunlar birbirlerine kemerlerle bağlanmıştır.Yalnızca kubbe önü ile müezzin mahfilinin üzeri küçük kubbelerle örtülüdür. İç mekan girişin iki yanında ve mihrap duvarında üçer pencere ile aydınlatılmıştır. Caminin kuzey yönü iki katlı olup, ikinci kattaki bölümler de tonozlarla örtülmüştür. Aksaray’da Kılıçaslan’ın yaptırmış olduğu cami harap olunca, minberi oradan alınarak Ulu Cami’ye yerleştirilmiştir. Bundan ötürü de Ulu Cami’nin Selçuklu eseri olduğu sanılmıştır. Oysa Ulu Cami Karamanoğulları dönemi Ulu Cami tipindedir. Selçuklu ağaç işçiliğinin en güzel eserlerinden olan minber abanozdan olup, üzerinde kabartma tekniğinde geometrik şekiller bulunmaktadır. Caminin ilk minaresinin ne şekilde olduğu bilinmemektedir. Bugünkü minaresi ise 1925 yılında yapılmıştır.
-
- 1
-
-
TUZGÖLÜ İç Anadolu Bölgesinde, doğudan Kızılırmak masifi, güneyden Obruk, batıdan Cihanbeyli ve kuzeyden Haymana platolarıyla çevrili çukur alanın kuzeydoğusundaki en alçak bölümünde yer almaktadır. Türkiye'nin Van Gölünden sonra ikinci büyük gölüdür. İdari olarak Aksaray, Konya ve Ankara illeri sınırları içindedir. Kapalı bir havzada yer alan göl, jeolojik olarak tektonik kökenlidir. Büyüklüğüne karşın ülkemizin en sığ göllerinden biridir. Derinliği birçok yerde 0.5 metreyi dahi bulmaz. Suyun bol olduğu ilkbahar aylarında göl alanı 164 200 hektara ulaşır. Türkiye'nin en az yağış alan yeri olduğu için akarsu bakımından çok fakirdir. Önemli sayılabilecek akarsuları, güneyden göle giren Bağlıca ve Kırdelik suları, ,Eşmekaya kaynakları ve batıdan giren İnsuyu ile doğudan gelen Peçenek suyudur. Ancak, bu suların tamamına yakını yazın kurur ve göle ulaşamaz. Aşırı buharlaşmanın da etkisiyle gölün tamamına yakını kurur. Kuruyan bölgelerde 30 cm'yi bulan tuz tabakası oluşur. Sadece ülkemizin değil dünyanın da en tuzlu göllerinden biridir. Suyun yoğunluğu 1.225 gr/cm3'dür. Tuz oranı ise %32'4'dir. Gölde, tuz konsantrasyonunun yüksekliği nedeniyle sucul bitkilere rastlanmaz. Göl çevresinde, ancak akarsu etkisinde kalan bölgelerde tuza dayanıklı, seyrek bitki örtüsüne rastlanır. Türkiye'nin tuz ihtiyacının büyük bir bölümü buradan karşılanır. Kuş varlığı yönünden Türkiye'nin en zengin göllerinden biridir. Kışın kapladığı çok geniş su alanı su kuşları için önemli bir kışlama alanı oluşturur. Ayrıca, Tuz Gölü civarında, Tuz Gölü ile ekolojik olarak ilişkili, Kulu Gölü, Samsam Gölü, Uyuz Gölü, Kozanlı Saz Gölü, Boluk Gölü, Tersakan Gölü, Eşmekaya Gölü ve Hirfanlı Barajı gibi değişik karakterde irili ufaklı pek çok sulak alan mevcuttur. Bu alanların birbirine çok yakın ve değişik karakterde oluşu; farklı habitat istekleri olan değişik türde ve çok zengin bir yaban hayatının barınmasına, beslenmesine ve üremesine olanak sağlayan eşine az rastlanır değerde sulak alanlar kompleksi oluşturmakta, bu durum gölün önemini daha da artırmaktadır. Göl ve çevresinde, tuzlu ortamlara uyum sağlanmış olan Flamingo, Kılıçgaga, Angıt ve benzeri kuşların yanısıra, yağmurcunlar, turnalar, yaban kazları ve yaban ördekleri gölde büyük topluluklar oluşturmakta, göl çevresinin nisbeten ıssız oluşu nedeniyle, etraftaki su birikintilerinde, mer'alarda ve ekili alanlarda rahatça beslenmekte, kışın en soğuk günlerinde dahi donmayan göl sularında yüzebilmektedirler. İlkbaharda göl içinde oluşan adalar bataklıklar bataklık kırlangıcı, suna, angıt, çamurcun, kılıçgaga,kocagöz ve martı türlerinin kuluçka yapmalarına imkan sağlamaktadırlar. Tuz Gölü, flamingoların ülkemizdeki en önemli kuluçka alanıdır. Gölün orta kesimlerinde herbiri 5-6 bin yuvadan oluşan dev kuluçka kolonileri bulunmaktadır. Ankara'nın güneydoğusundaki Şereflikoçhisar'a yaklaşırken, batıya doğru parlayan ışık size Tuz Gölü'nün yaklaştığını bildirir. Tuz kristallerinin şiddetli beyazlığı ve parıltısı aldatıcı bir biçimde kar ve buz gibi görünür. Kenara yaklaştığınızda bile ayakkabı ve çoraplarınızı çıkarırken kendinizi dondurucu bir duyguya hazırlarsınız. İlk adım sürprizdir, ikincide beklentilerinizi tekrar düzenlersiniz ve üçüncüde ayağınızın altındakinin gerçekten de tuz olduğuna ikna olursunuz. Ve yaşamın en gerekli unsurlarından biri olan tuz hakkında düşünmeye başlarsınız. Tuz, insan vücudunun yüzde 3.5'ini oluşturur. Bu, doğanın dengesinin olağanüstü bir kanıtıdır, çünkü dünya denizlerindeki tuz oranı da yüzde 3.5'tir. Arasıra çamurlu bölgelere batmayı umursamazsanız kauçuk çizmeler giyerek göl boyunca uzun bir yürüyüşe çıkabilirsiniz. Su yüksekliği çoğu zaman birkaç santimetreyle yarım metre arasında değişir, fakat Beyşehir Gölü'nden taşan su kanallar yoluyla Tuz Gölü'ne döküldüğünde derinlik 30-40 santimetre artar. Su seviyesi yükseldiğinde gölün ekolojik dengesi bozulur. Buharlaşma azalır, suyun atmosfer ve yer arasındaki çevrimi düzensizleşir. Tuz Gölü, Melendiz ırmağı, pek çok küçük akıntı ve yeraltı tuzlu su kaynaklarıyla beslenir. Göldeki üç tuz yatağı yılda bir milyon ton, yani Türkiye'nin toplam ihtiyacının %64'ü kadar tuz üretir. Doymuş tuzlu suyun Kaldırım, Kayacık ve Yavşan tuz yataklarına dökülmesine izin verilir ve tuz çökeldiğinde su tekrar çektirilir. Sonra tuz, geniş bir demiryolu ağı boyunca göl kıyısındaki ambarlara doğru yol alan vagonlara doldurulur. Tuz buradan kamyonlarla esasen Şereflikoçhisar'da bulunan özel tuz işleme fabrikalarına götürülür. Burada tuz tüm Türkiye'ye dağıtılmak üzere defalarca kez yıkanır, kurutulur ve paketlenir. Osmanlı döneminde göl etrafında doğal olarak oluşan tuz blokları kırılırdı ve göl kıyısında tüccarlara satılırdı. Tuz develere yüklenir ve her yöne taşınırdı. Sonraki yıllarda ambarlar inşa edildi ve sonra her yıl gölün değişik kısımlarından tuz elde edilmesini mümkün kılan ve raylar arası mesafesi dar olan bir demiryolu kuruldu. Bu, bugün kullanılan daha verimli tuz yataklarının kurulduğu 1970lere kadar devam etti. Tuz Gölü, 1500 kilometrekarelik alanıyla Van Gölü'nden sonra Türkiye'nin ikinci büyük gölüdür. Göl çevresinde ülkenin değişik kısımlarından gelen insanların kurduğu pek çok yeni köy vardır. Burada stok çiftçiliği ve tarım uygulanır. Kıyı kesiminde özellikle kavun ve karpuz tarlalarından çok etkilenirsiniz. Göl sularına batırılan herhangi bir nesnenin kısa sürede tuz tabakasıyla kaplanmasına rağmen göl kıyısına yakın büyüyen kavunlar harika bir şekilde tatlıdır. Burada pek çok çömlekçi bulunur ve ustaların Türkiye'nin ve dünyanın başka hiçbir yerinde üretilmediğini iddia ettiği su kavanozları üretilir. İç Anadolu Bölgesinde yer alan Tuz Gölü Türkiye'nin ikinci büyük gölü olup meydana gelmesi tektoniktir. Tuz Gölü tüm yağışlarını kış aylarında alırken yazın göle giren su yoktur. Göl içinde suyun tuz konsantrasyonu çok yüksek olduğu için suda yaşayan bitkilere rastlanmaz. Göl çevresinde geniş bir alanda çok zayıf tuzcul floraya rastlanır. Tuz Gölü'nü besleyen sular doğuda Şereflikoçhisar'dan geçen Peçenek Suyu, güneyde Eskil'den göle giren Bağlıca ve Kırkdelik suları ile Eşmekaya kaynakları, güneybatıda Tersakan ayağı ile batıda Cihanbeyli'den gelen İnsuyu'dur. Tuz Gölü ile yakın ilişkide olan göller Tuz Gölü ile bir ekosistem bütünlüğü arz etmektedir.Yakın çevresindeki göller Tersakan Gölü, Bulak Gölü ve Kulu Gölleridir. Tuz gölü kışın kapladığı geniş su alanı ile su kuşları için önemli bir kışlama bölgesidir. Uluslararası kriterlere göre A sınıfına giren bir sulak alandır. Kış aylarında çok sayıda Sakarca Kazı gölde barınır ve çevredeki tahıl ekili alanlarda beslenir. İlkbaharda göl içinde oluşan adalarda ve göl kıyısındaki bataklıklarda suna, angıt, çamurcun, büyük yağmurcun, kocagöz, ince gagalı martı, gümüşü martı ve bataklık kırlangıcı kuluçkaya yatmaktadır. Gölün ornitolojik önemi yurdumuzda en büyük flamingo kolonisinin kuluçka alanı oluşudur. Doğal Hayatı Koruma Vakfı Tuz Gölü Yönetim Planı Tuz Gölü, sahip olduğu biyolojik çeşitlilik değerleri bakımından hem ülkemizde hem de dünyadaki sayılı alanlardandır. Önemli Bitki Alanı, Önemli Kuş Alanı, 1. Derce Doğal Sit Alanı ve Özel Çevre Koruma Alanı olan Tuz Gölü, aynı zamanda Ramsar Kriterleri bakımından Uluslararası Öneme Sahip bir sulakalandır. Konya Kapalı Havzası’nın bir parçaşı olan Tuz Gölü’nde başlıca 2 sorun vardır: Öncelikli olarak göl kurumakta, ve aynı zamanda da kirlenmektedir. Tıpkı ülkemizdeki diğer sulakalanlar gibi, Tuz Gölü de yanlış tarımsal uygulamalar sonucunda kurumakta ve küçülmektedir. Gölü besleyen yüzey sularına barajlar yapılmış (Melendiz Nehri-Mamasın Barajı) ve besleyen kaynaklardaki sular azalmıştır.(Peçeneközü Deresi-Şereflikoçhisar) Gölü besleyen yeraltı suları da yoğun kullanım baskısı altındadır. Tarımsal sulama nedeniyle, Konya Havzası’nda ve Tuz Gölü Alt Havzası’nda her sene yeraltı su seviyeleri ortalama 1-2 metre düşmektedir. Sonuç olarak havzada kısıtlı olarak bulunan su kaynakları; plansız ve günübirlik hesaplar içinde tüketilmektedir. Başlıca sorun olan kurumanın yanısıra, kirlilik de Tuz Gölü için önemli bir sorundur. Konya ve Aksaray şehirleri ile Kulu – Şereflikoçhisar – Cihanbeyli - Eskil ilçelerinin evsel ve endüstriyel atıkları ve ayrıca binlerce ton tarımsal atık, herhangi bir arıtıma tabi olmadan yıllardır Tuz Gölü’ne akıtılmaktadır. Alanın 3 farklı ilin idari sınırı içinde yer alması (Konya, Aksaray, Ankara), etkin bir yönetim sürecinin olması için sürekli bir işbirliği, iletişim ve etkili bir koordinasyonu gerektirmektedir.
-
IHLARA Aksaray, Hristiyanlığın daha ilk yıllarında önemli bir din merkezi olmuştur. Kayseri’li Basilus ve Nazianzos’lu Gregorius gibi mezhep kurucuları 4.yy. da burada yetişmişlerdir. Mısır ve Suriye sisteminden ayrı bir manastır hayatının kurallarını bunlar tespit etmişlerdir. Böylece Yunan ve Slav sistemi doğmuştur. Mısır ve Suriyeli rahiplerin dünya ile olan ilişkilerini kesmelerine rağmen Basilus ve Gregorius’un rahipleri dünya ile olan ilişkilerini kesmiyorlardı. Bu yeni anlayışın yeri Belisırma idi. Gregorius, teslis inancına yeni bir izah getirerek Hz. İsa’nın Tanrılığı tartışmasında İznik toplantısı görüşlerine kuvvet kazandıran fikirler ileri sürdü.Böylece Hristiyanlık tarihinde öncü Gregorius’un yetiştiği kayalık bölge (Belisırma,Ihlara,Gelveri) Manastır ruhuna uygun,kayalara oyulan kiliseler topluluğu halinde geldi. Arap akınlarına karşı, Hasandağı’ ndaki müdafaa kaleleri karşı koyunca bu kiliseler faal ibadet merkezi durumlarını devam ettirdiler.Ihlara vadisindeki kayalara oyulmuş bu freskli kiliseler, korunarak yeryüzünde eşine rastlanmayan bir tarih hazinesi olarak zamanımıza kadar gelmiştir.Hristiyanlığın ilk yıllarından itibaren kayaların rahatlıkla kazılmasıyla meydana getirilen bu freskli kiliseler ve iskan yerleri 14 km. boyunca Ihlara’dan Selime’ye kadar devam eden “IHLARA VADİSİ” içerisinde yer alırlar. Vadi içinde akan melendiz çayından görünüm. İlk çağlarda Kapodokya Irmağı anlamına gelen Patamos Kapadokus ırmağının ortasında tabiatla tarihin birarada bulunduğu Ihlara Vadisindeki kiliselerin ilk örnekleri MS. 4 yy.a kadar inmektedir. Ihlara vadisindeki kiliselerin resim tekniği iki kısma ayrılır. Ihlara civarındaki kiliseler Kapadokya tipi diye bilinen sanatı gösterir. Orta kısmında Belisırma bölümünde bulunanlar ise, Bizans tipi resimlerle süslüdürler. Böylece iki bölgeyi ayıran kaynaktan doğan iki ayrı tip saymak gerekmektedir. Birinci gruptakiler;Eğritaş,Ağaç altı,Kokar,Pürenliseki ve Yılanlı kiliselerdir. İlk Hristiyanlık dönemine yakın olan bu kiliselerde; incil sahneleri, Aziz Basilus ve Gregorius’un anlayışlarına göre çizilmişlerdir. Uzun metinler verilmiştir. Teferuatta Mısır ve Suriye etkileri görülmektedir. Ağaçaltı kilisesi son dönem Roma ve Sasani etkisindedir ve daha fazla doğu havası taşımaktadır Aziz tasvirleri Kapadokya ve Bizans tipinden çok ayrıdır. Plan V. ve VI. yy. yapılarına uygundur. Bu bölgedeki diğer üç kilise ise, ayrı bir gruptur.Azizler diğerlerine benzer, fakat ortaçağ özelliğine kaymıştır. İncil’den az metin verilmiştir. Bunlarda da Suriye etkisi açıktır. Göreme ve diğer kiliselerde rastlanmayan özellikler ve ifadeler vardır. Bütün resimlerde İncil sahnelerinin sembolik bir üslupla gösterildiği dikkati çekmektedir. Kötülük kaynağı olarak şeytan ve kadın bu sahnelerde yer alır. Elbiseler Suriye ve İran tipindedir. IX. ve X. asırlarda İslam halifelerine bağlı bölgelerde kullanılan cinstendir. İsa’nın yemek masasındaki eşyası, bindiği hayvan hepsi de Bizans ve Kapadokya tipinden uzak,Mısır Hristiyan sanatı ve romanesk resim özellikleri taşır. Belisırma bölümündeki kiliseler açıkça Bizans tipindedir. Bazı küçük ayrıntılar yerli veya daha doğudan gelen etkilere örnek ise de genel üslup Bizans’tır. Bütün bu kiliselerden sadece ikisinin tarihi tespit edilmiştir. Direkli Kilise (976-1025), Saint Georges Kilisesi ise (1283-1295) yıllarına aittir. Sonuncusu çağının sanatının tipik bir örneğidir.Bir Selçuk Sultanının elbisesini gösteren resim, Türk hükümdarının himaye ve yardımı ile bu kilisenin yapıldığına belge teşkil etmektedir. X.yy.ortasında Bizansın Toroslar ve Klikya Bölgelerini geri almasıyla Ihlara bölgesinde de yeni kiliselerin yapıldığını görmekteyiz. Bahaddin Samanlığı Kilisesi, Sümbüllü Kilise ve Direkli Kilise resimleri bu yüzyılda işlenmiştir. Ala Kilise, Akhisar’daki Çanlı Kilise ve Karagedik Kilisesi XI. yy. başlarındaki Bizans sanatına örnek teşkil eder. Eski kiliselere sonradan bazı Bizans tipi resimler de ilave edilmiştir. Bu davranış, XI. yy. da Selçuk Türklerinin bölgeye gelmesiyle son bulur. Fakat bölgedeki dini hayat devam eder. Bölgenin kilise hayatı 1924’deki nüfus mübadelesiyle son bulur. VADİNİN OLUŞUMU Vadiye çok yakın Hasan Dağı ve çevresi, Neojen (Genç Tersiyer) ve IV. Zamanda oluşmuştur.Bu zamanda oluşan yükselmelere karşın havzalar oldukça düşük kalmıştır. Hasan Dağı volkanın püskürmesine neden olan tektonik hareketler sonunda çevre yüzeyini geniş bir volkanik tabaka kaplamıştır. Aynı hareketler sırasında kalkerin basınç ve sıcaklık etkisiyle yarattığı kırık hattan fışkıran doğal sıcak suyu, Yaprakhisar ve Ihlara arasında bulunan Ziga Kaplıcaları’nda görebilirsiniz. Çevrenin yapısal karakterini derinden etkileyen volkanik püskürme sonucu oluşan tüf taşları, rüzgar, erozyon ve diğer doğa etkenleri ile aşınmış, Selime ve Yaprakhisar’da karşınıza çıkan değişik görünüm ve renklerde Peri Bacaları’nı yaratmıştır. Tektonik hareketler, bazı yerlerde yumuşak tüfün, bazı yerlerde gri, yeşil ve kahverengi tonlarının hakim olduğu ve iri tanelerle ufalanan kayaların kapladığı alanları çöküntüye uğratmıştır. Ihlara Vadisi boyunca ilerleyen Melendiz Çayı da bu tür çökmenin sonucu oluşan kanyon vadinin tabanını oyarak daha büyük bir derinlik kazanmıştır. Yer yer 100 veya 120 metre derinliğe varan vadiyi ikiye bölerek akan Melendiz Çayı (ilk çağlarda bu ırmağa Kapadokya ırmağı anlamına gelen Potamas Kapadokus denilirdi Aksaray yakınlarında Uluırmak adını alarak Tuz Gölü’ne ulaşır. Doğa, insan, tarih ve sanat olgusunu bu denli bir araya getirebilen ve bu gerçeği ancak kendisine yaklaştığımız zaman simgeleyen Ihlara Vadisi sakladığı bu sırrı kendisiyle beraber olduğunuzda açıklayacaktır sizlere. VADİ İÇERİSİNDEKİ KİLİSELER Vadi içerisinde 105 kilise vardır.Bunlardan ziyarete açık olanlardan bazıları ise; Eğritaş Kilisesi, Ağaçaltı (Daniel)Kilisesi, Sümbüllü Kilise, Yılanlı Kilise, Kokar Kilise, Pürenliseki Kilisesi, Eskibaca Kilisesi, Saint Georges (Kırkdamaltı) Kilisesi, Direkli Kilise ve Ala Kilisedir.
- 4 cevap
-
- 1
-
-
AKSARAY KÜLTÜREVİ 1927 yılında yapımına başlanan ve 1930 yılında tamamlanan Aksaray valilik konağı, yıllarca valilik konağı olarak Aksaray Valililerimize ve Kaymakamlarımıza hizmet vermiştir. Tamamı kesme taştan yapılan bina iki katlı ve beş oda, iki salondan oluşan cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmış ve günümüze kadar gelmiş ender eserlerden bir tanesidir. Son yıllarda yeni valilik konağının yapılmasından sonra bu tarihi bina boşaltıldı 2007 yılı başlarında Aksaray Valisi Sayın Sebati BUYURAN’ın girişimleriyle tarihi valilik binası Aksaray kültürüne kazandırıldı. Aksaray kültürünü, geleneklerini, göreneklerini, yaşam tarzlarını, sosyal hayatı yansıtan bir müze haline getirtilmiştir. Aksaray Kültürevi alışılmış müzeciliğin dışında her odası ayrı bir kültürü yansıtan heykellerle desteklenen adeta yaşanan mekânlara dönüştürülmüştür. Aksaray kültürevi'nde yaklaşık 31 heykel bulunmaktadır. Kültürevi'nin oluşması sırasında Aksaray’ın köy, kasaba ve ilçelerinin tamamı gezilerek sosyal hayat yerinde incelenmiş ve eşyalar şahıslardan alınarak, Valilik Konağının her odası ayrı ayrı titizlikle döşenmiştir. Aksaray kültürevi oluşumunda eşyaların tamamı vatandaşlardan hibe olarak alınmıştır. GELİN ODASI Aksaray’da gelin odası Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi büyük bir titizlikle ve özenle hazırladır. Hazırlıklar haftalar öncesinden başlar düğün gününe kadar devam eder. Düğün günü gelin odası gelen davetlilere gösterilir. Aksaray Kültürevin'de kurulan gelin odasında bulunan eşyaların tamamı vatandaşlar tarafından hibe edilmiş ve yıllar önce kullanılmış eşyalardır. Gelin odasında bulunan heykeller Seyfullah ve Bengül SÜNBÜL tarafından yapılmıştır. Gelinlik zamanın Belediye Başkanı Mehmet DALKILIÇ’ın eşi Nefise DALKILIÇ gelinliğidir. Tamamı özel dokuma kumaştan yapılmıştır. Gelin odasında bulunan Gar dolabı 1903 yılında tamamı gül dalından yapılan ve çok özel bir parçadır. Tamamı cevizden yapılmış olan 1905 yılına ait konsülde bu odanın değerli eşyalarından biridir. Gerek gar dolabı gerekse konsül Emekli Tapu Müdürü Hasan GÜÇLÜER’in oğlu Erdal GÜÇLÜER' den alınmıştır. Bu odada bulunan Prinç karyola emekli öğretmen Zeynep GÜR’den alınmıştır. Çeyiz Sandığı Emekli Başkatip Fazilet BERKSOY’dan alınmıştır. Halılar Sultanhanı belediyesinden temin edilmiştir. HALI DOKUM ODASI Aksaray’da Özellikle Taşpınar ve Sultanhanı kasabalarında yaşayan genç yaşlı tüm insanlar halı ve kilim dokuma işleriyle uğraşırlar. Evlerinde kullandıkları halı ve kilimlere insanlar kendileri üretmişlerdir. Dokudukları halı ve kilimlerde boyalarını ,kök boyalar kullanarak renkler vermişlerdir. Dokuma sanatı kendileri ve aileleri için önemli bir gelir kaynağı olmuştur.Halen yörede bazı ev ve atölyelerde halı ve kilim dokumacılığı devam etmektedir. Halı, Anadolu'ya Selçuklu Türkleri ile gelmiştir. XIII. Yüzyılda tarihi kaynaklar, saydıkları önemli halıcılık merkezleri arasında Konya ve Aksaray'ı kaydetmektedirler. 1274 yılında ölmüş olan ibn-i Said'e atfen Ebül-Fida'nın verdiği bilgiler de “..Her memlekete yapılırdı.” diyerek imal merkezi olarak özellikle Aksaray'ı belirtmektedir ihraç edilen Türkoman Halıları orada. Günümüz Taşpınar Halılarının değerlendirmesini yapabilmek için bugünkü örneklerden giderek geçmişle bağlarını kurmak istediğimizde Eskil Ulu Camisi'nde bulunan 19.yy sonu olarak tarihlendirilmiş bir namazlığı en eski ve tek örnek olarak gösterebilmekte idi. Anadolu’da halıcılık köklü geçmişin ilmek ilmek dokunduğu, atılan her düğümde günümüze geleneklerin taşındığı özgün bir el sanatıdır. Çözgü denilen birbirine koşut dikey gergin ipliklerle doldurulmuş tezgah denilen araçlarda düğüm bağlamak ve bunları sıkıştırmak için aralarından atkı adı verilen ipliğin geçirilmesi ile yapılan yüzü havlı ve çeşitli motiflerle bezeli dokuma demek olan halının Türk tarihi içinde yerini alması pek erken (M.Ö. V-III.yy) dönemlerine dayanır. Orta Asya’da başlamış bu Türk-halı dostluğunun bugün Anadolu’da hala devam ettirildiği pek çok noktadan biri de Aksaray yöresindeki Taşpınar kasabasıdır. Taşpınar halılarının günümüze değin titizlikle koruduğu özelliklerden bir tanesi atkı, çözgü ve düğüm iplerinin tamamen yün olmasıdır. "Yoz" denilen Karaman cinsi kısır koyundan elde edilen yünün özel bir yeri vardır. Bu halılarda atkı ipliğinin geçirilişi dokuma kalitesini etkilenmesi bakımından ayrıca önem taşır. Alt atkı ipleri düzgün ve gergin olarak, üst atkı ise ön çözgü arkaya arka çözgü öne geçmek suretiyle çaprazlık oluşturarak ve dökümlü bir biçimde yerleştirilir. Böylece dokuma kalitesi yükseltilmiş olur. Kaliteyi belirleyen diğer bir öğe de düğüm sayılarıdır. Eski Taşpınarlarda 10x10 cm2lik alanda 40x45 düğüm vardır. Günümüzde iyi cins sayılan elde eğrilmiş iple dokunan bir halıda 10x10 cm2 de 30x35, satılmak için dokunan normal bir halı üzerindeki 10x10 cm2'lik alanda ise ancak 30x30 düğüm görülebilmektedir. Bugün Taşpınar halılarında kalite belirlenmesi tezgaha gerilen ip sayısına göre hesaplanmaktadır. 6 m2 lik alanda ise ancak 30x30 düğüm görülebilmektedir. Halı dokuma odasında bulunan heykeller resim öğretmeni Seyfullah SÜNBÜL eşi Bengül SÜNBÜL ve Özgür ÇAĞLAK tarafından yapılmıştır. Bu odada bulunan eşyalar ise Taşpınar kasabası ve Sultanhanı kasabasından temin edilmiştir. Manken kıyafetleri Güzelyurt Kaymakamlığı ve Belediyesince temin edilmiştir. OTURMA ODASI Oturma odaları İnsanların aileleri ile birlikte günlük hayatlarını geçirdikleri yerlerdir. Bu odaklarda aileler misafirlerini ağırlarlar yemeklerini yer sofrasında bu odada yerler. Oturma odası genellikle U biçiminde sedirler bulunmaktadır, bu sedirler ahşaptan yapılır üzeri halı ,kilim ve halı minderlerden, yaslanacak yerler ise halı yastıklardan oluşurlar. Sedirlere genellikle büyükler oturur ailede en yaşlı kişi sedirin baş köşesine diğer üyeler yaşlarına göre sedirdeki yerlerini alırlar sedirin aşağı kısmı ise yine kilimler , halı ,halı minderle kaplıdır buralara ailenin küçükleri otururlar. Aileler Büyük baba, kaynana, gelin ve torunlar birlikte otururlar. Büyükler küçüklerini sever küçüklerde büyüklerini sayarlar. Aksaray Kültürevi'nin Oturma odasındaki bulunan eşyalar dan yastıklar Sultanhanı belediyesinden , minderler Sultanhanı halı esnaflarından Fahri Solaktan , perdeler Anadolu Kız Meslek lisesi Müdürlüğünden , Halı Halk Eğitim Müdürlüğünden , Kilim ve seccadeler Sarıyahşi Kaymakamlığından Sini ve tabaklar Selma GÜÇLÜER ‘den temin edilmiştir. SALON Salonlar genellikle şehir merkezlerindeki evler ve konaklarda bulunmaktadır. Salonlarda genellikle koltuk takımı bulunur. Gelen misafirler burada ağırlanır. Salonlar evlerin ve konakların en güzel yerlerinden bir bölümüdür. Aksaray Kültürevi'nde bulunan salonlardan bir tanesi modern tarzda dizayn edilmiştir. Burada bulunan heykeller resim öğretmeni Seyfullah SÜNBÜL'ün eşi Bengül SÜNBÜL tarafından yapılmışlardır. Eşyalar ise Dilek TERZİOĞLU tarafından,Masa ve sandalyeler GÜRÜN ailesi tarafından bağışlanmıştır.
-
Aksaray Kiliseleri AĞAÇALTI KİLİSESİ (Daniel Pantanassa) (Güzelyurt) İhlara Vadisi’nde, vadiye giriş merdivenlerinin güneyinde yer alan Ağaçaltı Kilisesi, Bizans sanatında kapalı haç plan düzenindeki kiliseler grubundandır. Haçın kolları beşik tonozlarla örtülmüştür. Kilisenin orta mekânı yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Girişin ekseninde apsit bulunmaktadır. Bu kilisenin IX.-XI. Yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. İç mekan bezemeli ve İncil’den alınmış sahnelerle kaplıdır. Haçın kollarındaki tonozlarda bitkisel ve geometrik motifler egemendir. Burada gri ve sarı renklere ağırlık verilmiştir. İncil’den alınmış sahneler daha çok apsit duvarları ve kilisenin orta mekanında bulunmaktadır. Bunların başında İsa’nın doğumunun müjdelenmesi, Üç Müneccim Olayı, Mısır’a Kaçış, Vaftiz, Hz.Meryem’in Ölümü, Daniel’in aslanlar arasında bulunuşu, fresklerle tasvir edilmiştir. Ayrıca merkezi kubbede Hz.İsa’nın göğe yükselişi ve diğer azizlerin tasvirleri bulunmaktadır. PÜRENLİSEKİ KİLİSESİ (Ihlara Kasabası) Ağaçaltı Kilisesi ile aynı istikamettedir. Ihlara’ya doğru yaklaşık 300m. mesafededir. Irmak seviyesinden 30m. kadar yukarıdadır. Çevresinde yetişen püren isimli ot nedeniyle yöre halkı tarafından bu ad verilmiştir. Kayaya oyulmuş dört bölümden oluşmaktadır. Narteks zemininde mezarlar mevcuttur. Freskolar X. yy. başı ile XII. yy. arasına tarihlenmektedir. Peygamberlerin kehaneti, Meryem ve psikoposlar,müjde,ziyaret,çobanların tapınması gibi,İsa’nın çocukluğu ve İncil’den çeşitli sahneleri konu alan tasvirleri önemlidir. KOKAR KİLİSE (Ihlara Kasabası) Ihlara Vadisi’ndeki Kokar Kilise IX.-XI. Yüzyıllarda yapılmıştır.Tek nefli bir kilise olup, içerisine bugün yıkılmış olan apsidinden girilmektedir. Bizans döneminde kayaların iç kesimlerine doğru oyularak kilise genişletilmiştir. Kilisenin içerisinde mezar odaları da bulunmaktadır. Freskleri ile tanınmış ve bu freskler günümüze oldukça iyi durumda ulaşmıştır. Bu freskoların XI.yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Bezemelerde gri rengin hakim olduğu görülmektedir. Üzeri tonozlarla örtülüdür. Orta mekana rastlayan tonozun üzerinde Hz.İsa’yı sembolize eden büyük bir haç motifi vardır. Bu motifin etrafı dört bölüme ayrılmış ve geometrik bezemelerle süslenmiştir. Burada İsa’nın doğumunun Müjdelenmesi, Mahşer Günü, İsa’dan Şefaat dilenmesi (Deesis), Kudüs’ü Ziyaret, İsa’nın Doğumu, Üç Müneccim, Vaftiz, Mısır’a Kaçış, Son Akşam Yemeği, İhanet, Çarmıha Gerilen İsa, İsa’nın Göğe Yükselişi tasvir edilmiştir. Ayrıca İsa’nın Vali Platus’un önündeki konumu ve diğer havariler freskler halinde burada görülmektedir. YILANLI KİLİSE (Ihlara Kasabası) Ihlara’da bulunan Yılanlı Kilise’nin IX.-XI.yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. Bizans sanatında önemli bir yeri olan haç planlı kiliseler grubundandır. Güneyindeki bir dehlizden kilisenin beşik tonozlu narteksine geçilir. Kilisenin üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Günümüze oldukça iyi bir durumda gelmiştir. Kuzey duvarının içerisine de keşiş mezarları yerleştirilmiştir. Batı duvarında Yılanların saldırısına uğramış dört günahkâr kadınla ilgili freskolardan ötürü Yılanlı Kilise ismi ile tanınmıştır. Burada dört kadın tasvir edilmekte olup, birinci sahnede freskler tahrip olduğundan ne anlatılmak istendiği anlaşılamamıştır. İkinci sahnede yılanlar çocuğunu emzirmeyen kadının göğsünden , üçüncü sahnede yalan söylediği için kadını ağzından, dördüncü de ise itaat etmediği ve söz dinlemediği için kadını kulağından ısırmaktadır. Yılanlı Kilise’nin freskoları IX.-XI.yüzyıl arasında yapılmıştır. Burada çarmıha gerilen İsa, Kudüs’e gidiş, Meryem’in gömülmesi, Ziyaret, Son Mahkeme, İoannes Prodromos, İoannes Chrysostomos, Çocuk İsa, Havariler, Yuhannes başta olmak üzere İncil’den alınma sahneler tasvir edilmiştir. SAİNT GEORGES KİLİSESİ (Kırkdamaltı Kilisesi)(Belisırma) Belisırma’nın en yüksek boyutlu kiliselerinden olan Sain Georges Kilisesi, altıgen planlıdır. Kilisenin 1283-1295 yılları arasında yapıldığı sanılmaktadır. Grekçe bir kitabe iç mekanı çepeçevre dolanmaktadır. Kuzeybatıdaki niş üzerinde İmparator II.Andronikos’un hüküm sürdüğü dönemde (1283-1295) kilisenin dekore edildiği yazılıdır. Bunu imparatorun eşi yaptırmıştır. Kilisenin içerisi fresklerle bezenmiş olup, bunların başında Hıristiyan azizleri, Meryem’in Ölümü, İsa’nın doğumu gibi sahnelere yer verilmiştir. Bu dini sahneler arasında Selçuklu Sultanı II.Mesut’un tasvirine yer verilmiş olması oldukça ilginçtir. SÜMBÜLLÜ KİLİSE (Ihlara Kasabası): Ihlara’daki Sümbüllü Kilise’nin bir manastıra ait olduğu sanılmaktadır. İki katlı olan kilise büyük bir kaya kütlesinin içerisine oyularak XI.-XII.yüzyıllarda yapılmıştır. Kilisenin kayalara oyulmuş ikinci kat cephesinde dört dikdörtgen sütun, iki kapı ve üç sağır pencere bulunmaktadır. Bütün bu giriş kompleksinin üzeri düz bir lento ile sınırlanmıştır. Bunun altındaki birinci kat tamamen mağara şeklinde olup, burada mimari bir uygulama yapılmamıştır. Kilise freskolarla bezenmiştir. İncil’den alınma sahneleri içeren kompozisyonlar XI.-XII. yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedir. Mikail ile Cebrail arasında Meryem, İsa ve fırında üç İbrani genci ile azizlerin tasvirleri vardır. Ayrıca İsa’nın doğumunun müjdelenmesi, Meryem’in Ölümü (Koimesis) ve Aziz tasvirleri görülmektedir. YÜKSEK KİLİSE (Güzelyurt İlçesi) Güzelyurt ilçe merkezine 3 km. uzaklıkta yer alan bu kilisenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Doğal kayalar üzerine kesme taştan yapılmış olan kilise iki ayrı bölümden oluşmuştur. Bunlardan birinci bölüm ibadet mekanı, diğeri keşişlere ait bölümdür. Orta bölüm kule şeklinde yüksek olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Her cephede bulunan birer pencere ile aydınlatılmıştır. Keşişlere ait bölüm ise daha alçak olup, düz bir dam ile örtülmüştür. ALAKİLİSE: Ihlara Vadisi’nin doğu yamacında kayalara oyulmuş bir manastır kilisesidir. Hıristiyanlığın ilk yıllarında yapılmıştır. Kayalara oyularak yuvarlak kemerli bir giriş, bunun yanında yine yuvarlak kemerli küçük girişler ile cephe dikdörtgen direkler ve sağır pencerelerle hareketlendirilmiştir. Kilise üç kubbenin örttüğü mekanlardan meydana gelmiştir. Duvarlar ve üst örtüsü freskolarla kaplı olmasına rağmen bunların büyük kısmı harap olmuştur. Bu freskoların kilisenin yapılışından sonra IX.yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Kilisede İncil’den alınmış çeşitli sahneler görülmektedir. Son Akşam yemeği, Üç İbrani Genci, Meryem’in Takdisi, Anastasis, İsa’nın Doğumu gibi sahneler bulunmaktadır. KIZIL KİLİSE (Sivrihisar Köyü) Güzelyurt, Sivrihisar Köyü’nde bulunan Kızıl Kilise, kırmızı kesme taştan yapıldığı için bu isimle anılmıştır. V.-VI.yüzyıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Kapalı Yunan haçı planında yapılan kilisenin orta nefinde dört sütunun taşıdığı, yuvarlak kasnaklı oldukça uzun bir kubbe bulunmaktadır. Bunun dışında kalan haçın kolları tonozlarla örtülmüştür. İç mekan fresklerle kaplı olmasına rağmen bunların büyük çoğunluğu tahrip olmuştur. Görülebilen bölümlerde İncil’den alınan sahnelerle bezendiği anlaşılmaktadır. SAİNT MİCHEL KİLİSESİ (Gökçe Köyü-Mamasın) Aksaray Merkez ilçeye bağlı Gökçe (Mamasın) Köyü’nde, baraj kenarında küçük mağara ve kiliseler bulunmaktadır. Saint Michel Kilisesi de bunlardan biri olup, kapalı Yunan haçı planında yapılmıştır. Orta bölümünde dört sütunun taşıdığı yüksek kasnaklı bir kubbe bulunmaktadır. Kilisenin apsidi 3 bölüm halindedir. İçerisi fresklerle bezenmiştir. Bu fresklerin bir kısmı günümüze iyi durumda gelebilmiştir. Bunların başında, apsitte İsa ve Azizler, kuzey duvarında İsa’nın Takdimi, girişte Aziz Onuphrius’un tasviri gelmektedir. KİLİSE CAMİ (Aziz Gregorius Kilisesi) Güzelyurt ilçe merkezindeki Aziz Gregorius Kilisesi’nin, MS.385 yılında yapıldığı sanılmaktadır. Kapalı Yunan haçı planındadır. İbadet mekanının ortasını sekiz köşeli kasnak üzerinde oturtulmuş yüksek bir kubbe örtmektedir. Haçın kollarının üzeri de tonozlu olup, dıştan çatılıdır. Çeşitli dönemlerde onarım görmüş ve özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Apsit dışa doğru çıkıntılı olup, üzeri yarım bir kubbe ile örtülmüştür. Osmanlı döneminde camiye çevrilmiş, çan kulesi minareye dönüştürülmüştür. Kilisenin bahçesinde bir de ayazması bulunmaktadır. Harap durumdaki bu yapı halen Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce onarılmaktadır. AZİZ ANARGİROS KİLİSESİ (Bucak Kilise)(Güzelyurt İlçesi) Güzelyurt ilçe merkezinde bulunan bu yapının yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber, IX.-XII.yüzyıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Kayalara oyularak yapılan kilisenin ön cephesi daha sonra duvarlarla kapatılmıştır. Kapalı Yunan haçı planındadır. Kilise 1884 yılında onarılmış, içerisindeki freskler bu onarımdan sonra 1887’de yapılmıştır. Hristiyan aleminde önemi olan bu kilisede Aziz Anargios’un yortu günü olan 1 Kasım’da tören düzenlenmekte ve Vatikan’dan buraya gelen hacılar bulunmaktadır. BAHATTİN SAMANLIĞI KİLİSESİ (Belisırma Köyü) Belisırma Köyü’nde bulunan bu kilise X.-XI.yüzyılda yapılmıştır. Tek nefli üzeri tonoz örtülü ve apsitli bir kilisedir. Ayrıca yan duvarlarında kayalara oyulmuş hücreler bulunmaktadır. Kilisenin freskleri günümüze iyi bir durumda gelmiştir. Bunların başında İsa’nın yaşamı ile ilgili sahneler bulunmaktadır. Apsit yarım kubbesinde tahtta oturan İsa, Mikael, Cebrail, Petrus ve Paulus madalyonlar içerisinde tasvir edilmiştir. Kilisenin içerisindeki kemerde İsa ve Melekler görülmektedir. Başlıca freskleri arasında İsa’nın doğumunun müjdelenmesi, Üç Müneccim, Beytüllahim’e Yolculuk, İsa’nın Doğumu, Yusuf’un Rüyası, Mısır’a Kaçış, Romalı vali Petrus’un çocukları öldürmesi, Elizabeth’in Takibi, Takdim, Vaftiz, Lazarus’un diriltilmesi, Kudüs’e Giriş, Son Akşam Yemeği, İsa’nın çarmıha gerilmesi, Anastasis sahneleri gelmektedir. ÇANLI KİLİSE (Akhisar Köyü) Aksaray’a 11 km. uzaklıktaki Akhisar Köyü’nün 4 km. uzağındadır. Kilisenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Kilise ana kaya üzerine düzgün kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. İlk yapılışında kare planlı tek mekandan ibaret olan kilisenin sonraki yıllarda batısına narteks, kuzeyine şapel ve ek binalar yapılmıştır. Yapılan değişikliklerle ana mekan yükseltilmiş ve açık Yunan haçı planına dönüştürülmüştür. Kilisenin içerisi fresklerle süslenmiş olup, bu freskler tahrip edilmiştir. EĞRİTAŞ KİLİSESİ (Ihlara Kasabası) Ihlara Vadisi’nin batısında bulunmaktadır. IX.-XI.yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. Vadideki en eski kiliselerden biri olan bu yapının doğusunda bulunan bir kitabeden Hz. Meryem’e ithaf edildiği anlaşılmaktadır. Tek nefli, üzeri beşik tonozla örtülü olan bu yapının batısında mezar odalarına bağlanan ayrı bir mekan bulunmaktadır. Kilisenin içerisi İncil’den alınma sahneleri içeren fresklerle bezenmiştir. Bunların başında İki Melek arasına oturan İsa, iki Melek ve altı piskopos arasındaki Meryem, Hz.Yusuf’un Rüyası, Mısır’a Kaçış, vaftiz, Kudüs’e Giriş sahneleri gelmektedir. Bu fresklerin yıpranmış olmasına rağmen boyalarının çok renkli ve canlı olduğu da dikkati çekmektedir. KALE MANASTIRI KİLİSESİ (Selime Kasabası): Selime’de bulunan bu kilise bir manastıra aittir. BU yapı Kapadokya’daki dini yapıların en büyüklerinden birisidir. Yapı topluluğu iki büyük avlunun etrafına yerleştirilmiştir. Avlunun kuzeyinde düz tavanlı uzun bir hol bulunmaktadır. Bunun batısında manastırda yaşayan keşişlerin toplandıkları salon günümüze iyi bir durumda ulaşabilmiştir. Ayrıca avlu içerisinde kilise, mezar odaları, depolar ve mutfaklar bulunmaktadır. Kendine özgü bir yapısı olan bu kilisenin batısındaki bir duvarda şiirsel bir kitabeye yer verilmiştir. Manastırın VIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kilise içerisindeki freskolar X.-XI.yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedir. Burada İncil’den alınmış sahnelere yer verilmiştir. Bunların başında Hz.İsa’nın Göğe Yükselişi, Müjde, Üç Müneccim, Mısır’a Kaçış, Elizabeth’in İzlenmesi, Vaftiz, Meryem’in Mabede Takdimi ve Aziz tasvirleri gelmektedir. DİREKLİ KİLİSE (Belisırma Köyü) Belisırma’da bulunan Direkli Kilise IX.-XI.yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedir. Kapalı Yunan haçı planındaki bu kilisenin merkezi kubbesini altı sütun taşımaktadır. Üç mihrabı bulunmaktadır. Ayrıca içerisinde keşişlerin yaşadığı odalar ve mezar odaları bulunmaktadır. Kilisenin içerisi iki sıra halinde İncil’den alınmış sahnelerle bezenmiştir. Bu freskoların yanı sıra azizlerin etrafında Grekçe kitabeler de bulunmaktadır. KARAGEDİK KİLİSESİ (Belisırma Köyü) Dik kayaya yaslanmış otlarla örtülü bir tepe üzerinde kurulmuştur. Belisırma Rumları buna (Saint Ermolaos) adını veriyorlardı. 11.asır Bizans üslubunda büyük bir kilisedir.Üzerine düşen kaya parçalarından çok zarar görmüştür. Çevresi daire teşkil edecek şekilde tertip edilmiştir.Yapılaşma aynen Çanlı Kiliseyi andırmaktadır. Kubbeyi tutan kemerler pantatife dayanmaktadır. Bunlar İstanbul tesirinin özellikleridir. Yapı duvarlarında az da olsa freskli resimler vardır. Burada Saint George’nin şehit edilmesinden bazı resimlerin izleri kalmıştır. Bilhassa “George kralın huzurunda ve işkence çarhı” güneydoğudaki yani hücrelerin kuzey duvarlarında görülebilir. Bu hücrenin doğu kanadını birleştiren geçidin kemeri azizlerin resimleri ile süslenmiştir. Bu resimlerin üslubu Bizans özelliğini gösterir. Sanat seviyesi ortadadır. Kumaş resimleri acemice çizilmiştir. Onarıma ve tanıtım levhalarına ihtiyaç vardır. SİVİŞLİ KİLİSE (Güzelyurt İlçesi) Güzelyurt’un güneydoğusunda, yukarı mahallede cevizli sokağın güneyindeki bir tepede yer almaktadır. Kayadan oyma bir kilisedir. Farkılı büyüklükte bir grup mekanın ortasında yer alan Kilise basit tipte kapalı Yunan haçı planlıdır. Dört sütun üzerinde bir kubbe yükselmektedir. Kubbede ortada Hz. İsa ile Hz. Meryem’in, kenarlarda havarilerin portreleri yer almaktadır. Çevresinde kayaya oyulmuş mezarlar bulunmaktadır. Giriş kısmı batıdandır. Kilisenin solununda rahiplerin toplandığı dikdörgen planlı kayaya oyma bir toplantı salonu yer alır. Kilisenin kuzeyinde kayaya oyma beş odanın bulunduğu, bir doktor aziz olan Aziz Anargiri Bayramını kutlamaya gelen hastaların bu odalarda gecelediği bildirilmektedir. İç mekan 4 kaya sütun üzerinde merkezi bir kubbeyle buraya eklenen 4 yöndeki ek mekanlardan oluşmaktadır. Girişteki narteks kısmı çatısı 2 yana kırmalıdır. Kesme taşlardan yapılmıştır. İç mekanı oluşturan kaya kütlenin öne doğru üzerinden gelen sular sol yana meyilli taş bir olukla alınmaktadır. Kilise çevresi oldukça iyi düzenlenmiştir. Çevresinde ilgili diğer mekanlar kaya mezarlar mevcuttur. Ön kısmında çeşitli teraslamalar yapılmış çeşitli katlar arasında ilişkiler kaya basamaklı merdivenlerle çözülmüştür. Aşağıdan kiliseye gelişte üstü tonozlu basamaklı dar bir yol mevcuttur. Tonoz örtünün büyük bir kısmı yıkılmıştır.
-
Aksaray Hanları SULTANHANI Konya-Aksaray yolu üzerinde Aksaray’ın 42 km. güneybatısında bulunan Sultanhanı’nı I.Alaaddin Keykubat 1229’da yaptırmış, bir yangın sonrasında da Selçuklu sultanı III.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında mütevelli Seraceddin Bin Ahmet Bin El Hasan tarafından 1278 yılında onarılmış ve genişletilmiştir. Avlu kapısındaki kitabesine göre binanın mimari Muhammed Bin Havlan El-Dimaskı'dır. İpek yolu üzerinde bulunan, kervanların güvenli bir şekilde konaklamasını sağlamak amacı ile yapılan bu han, Türkiye'deki en büyük han örneğidir. Aynı zamanda Moğol saldırılarına karşı kale amaçlı olarak da kullanılmıştır. Selçuklu sultanları tarafından yaptırıldığından ötürü Sultan Hanı ismi ile anılan bu hanın, yazlık ve kışlık bölümleri bulunmaktadır. Büyük Han denilen yazlık kısmı 49.35x61.75 m. ölçüsünde olup, yapının önünde bulunmaktadır. Küçük Han denilen kışlık kısım ise 32.90x55.15 m. ölçüsünde olup, Büyük Han’ın arkasındadır. Her iki han 116.90 m. uzunluğunda ve toplam 4.866 m2’ye yakın bir alanı kaplamaktadır. Sultanhanı’nın giriş portali Sivas’taki Gök Medrese’ye benzemektedir. Sivri kemerli bu giriş kapısı Selçuklu üslubunda geometrik bezemelerle süslenmiş, Selçukluların taş işçiliğini yansıtmaktadır. Kapının kemeri üzerinde dört satırlı h.626 (1229) kitabesi bulunmaktadır: “Bu mübarek hanın yapılmasını Sultanların yücesi, şahin şahların ulusu, Arap ve Acem sultanlarının efendisi, memleketler açan, müminler beyinin ortakçısı din ve dünyanın yükseği Keyhüsrev oğlu Keykubat 626 yılında emretti”. Bu kitabenin ve kemerin altında “Elminnetü L’illah” (Kudret Tanrının’dır) duası yazılıdır. Girişten sonra uzun bir dehliz ile avluya ulaşılır. Bu avlunun sağında 10 adet bölme arabalara ve hayvanlara ayrılmıştır. Avlunun sol tarafında da kemerli sütunlarla birbirine bağlı yolculara mahsus hücreler, 10.40 m. derinliğinde salonlar, iki hamam ve ambarlar bulunmaktadır. Avlunun ortasında 7.85x7.85 ölçüsünde kare planlı, üzeri kubbe ile örtülmüş bir köşk mescit bulunmaktadır. Bu mescitte Selçuklu taş oymacılığının en güzel örneklerinden bezemeler vardır. Bu avludan basık kemerli bir kapı ile kışlık kısma geçilir. Üzeri tonozla örtülü bu bölüm, kare kaideli, dört kısa, sekiz sütunla beş bölüme ayrılmıştır. Ortadaki bölüm diğerlerinden daha yüksek ve geniş olup, ortadaki bölümün üzeri pandantifli, sekiz kenarlı kasnağı olan bir kubbeyi taşımaktadır. Bu mekanın içerisi mazgal biçiminde pencerelerle aydınlatılmıştır. Sultanhanı’nın mülkiyeti Vakıflar genel Müdürlüğü’ne ait olup, Sultanhanı Belediye Başkanlığı’nca işletilmektedir. ALAYHAN Aksaray-Kayseri yolu üzerinde yer alan Alayhan’ı Sultan II.Kılıçarslan (1156-1192) yaptırmıştır. Sultan Kılıçarsalan Aksaray yakınında bir çok konaklama yerleri daha yaptırmıştır. Büyük olasılıkla Alayhan’ı Sultan II.Kılıçarslan’ın son dönemlerinde, 1192’de tamamlandığı sanılmaktadır. Anadolu’daki sultan hanlarının ilk örneklerinden olan bu han da klasik Selçuklu han ve kervansaraylarının plan ve mimari özellikleri bir araya getirilmiştir. Özellikle burada sultan hanlarında görünen mukarnas dişli iç portal, ışık kubbeli orta tonoz, yanlarda yedişer dikey tonoz ile diğer hanlardaki özellikler Alayhan’da bütünleşmiştir. Hanın avlusu yıkılmış olup, bu avluya giriş Selçuklu hanlarına özgü mukarnas bezemeli bir portaldendir. Günümüze iyi bir durumda gelen bu portal geniş bordürler, iç içe geçmiş sekizgenlerin oluşturduğu geometrik bir düzeni bezemede yansıtmaktadır. Portal mukarnas sıralarının en altında Kılıçarslan’ın arması olan iki gövdeli bir aslan figürü vardır. ÖRESİN HAN Aksaray-Kayseri yolu üzerinde Alayhan’a 12, Ağzıkarahan’a 6 km. uzaklıktaki Öresin Hanı’nın kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Hanın cephesi ve portali yıkılmış, kitabesi de günümüze ulaşamamıştır. C.Erdman bu hanın XIII.yüzyıl sonlarında yapıldığını ileri sürmüştür. Küçük ölçüde olan bu hanın avlusu bulunmamaktadır. 560 m2’lik hanın üzerini iki yüksek haçvari tonoz, alçalan bölümlerini de küçük tonozlar örtmektedir. İç mekanı beş nefli olup, Çay’daki hanın daha geç yapılmış bir örneğidir.
-
Aksaray Cami ve Mescitleri ULU CAMİ(Merkez) Aksaray Ulu Camisi Karamanoğulları döneminde, Alaaddin Bey’in oğlu Karamanoğlu II. Mehmet Bey zamanında (1402-1424) başlanmış ve oğlu II.İbrahim Bey zamanında (1424-1463) zamanında tamamlanmıştır. Caminin Mimarı Mehmet Firuz Bey’dir. Caminin portali Selçuklu döneminin tipik örneklerinden olmasına rağmen, yapılan onarımlardan ötürü özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Zamanla önündeki avlunun zemini yükselmiş bundan ötürü de portal alçak olarak görülmektedir. Portalin iki tarafında dışarıya taşkın çıkmalar olup, hafif yuvarlak kemerli girişin üstü sivri bir şekilde sonuçlanmaktadır. Kesme taştan yapılan Ulu Cami’nin dışına destek amaçlı koyulan payandalar cephenin görünümünü çirkinleştirmiştir. İç mekan mihrap duvarına dikey olarak beş sahından meydana gelmiştir. Her sırada dörder tane olmak üzere 16 sütunun oluşturduğu bölümler çapraz tonozlarla örtülmüştür. Bu sütunlar birbirlerine kemerlerle bağlanmıştır.Yalnızca kubbe önü ile müezzin mahfilinin üzeri küçük kubbelerle örtülüdür. İç mekan girişin iki yanında ve mihrap duvarında üçer pencere ile aydınlatılmıştır. Caminin kuzey yönü iki katlı olup, ikinci kattaki bölümler de tonozlarla örtülmüştür. Aksaray’da Kılıçaslan’ın yaptırmış olduğu cami harap olunca, minberi oradan alınarak Ulu Cami’ye yerleştirilmiştir. Bundan ötürü de Ulu Cami’nin Selçuklu eseri olduğu sanılmıştır. Oysa Ulu Cami Karamanoğulları dönemi Ulu Cami tipindedir. Selçuklu ağaç işçiliğinin en güzel eserlerinden olan minber abanozdan olup, üzerinde kabartma tekniğinde geometrik şekiller bulunmaktadır. Caminin ilk minaresinin ne şekilde olduğu bilinmemektedir. Bugünkü minaresi ise 1925 yılında yapılmıştır. EĞRİ MİNARE (Kızıl Minare) (Merkez) XIII.yüzyıl Selçuklu eserlerinden olan Eğri Minare, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın babası Sultan I.Keyhüsrev tarafından 1221-1236 yıllarında yaptırılmıştır. Kırmızı tuğladan yapıldığı için Kızıl Minare, ayrıca ekseninden 27 C eğri oluşundan ötürü de Eğri Minare olarak isimlendirilmiştir. Kaynaklarda minarenin yanındaki caminin sonradan yapıldığı yazılıdır. Osmanlı kaynaklarının birisinde buradan Keyhüsrev Camisi ve Minaresi olarak söz edilmektedir. Eğri Minare Camisi yapılan onarımlar nedeniyle özelliğinden uzaklaşmıştır. Önünde birbirlerine kemerlerle bağlı beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekanının ve son cemaat yerinin üzeri kırma çatı ile örtülüdür. İçerisinde belirgin bir süsleme elemanına rastlanmamaktadır. Cami özelliğini günümüzde Türkiye’nin Pisa Kulesi olarak isimlendirilen minaresinden almıştır. Minare, kare kaideli silindirik gövdelidir. Tuğla gövde ince bir silme ile ikiye ayrılmış olup, yer yer zikzaklı bezemeler, üst kısmında da büyük çoğunluğu dökülmüş olan yeşil çiniler bulunuyordu. Tek şerefeli olan minarenin içerisinde 92 basamak bulunmaktadır. KAYA CAMİ (Güzelyurt) Güzelyurt ilçe merkezinde bulunan Kaya Camisi’nin büyük bir bölümü kayalar üzerine ve kayadan oyma olarak yapıldığından Kaya Camisi ismi ile anılmıştır. Caminin ilk yapımının XIV.yüzyılda olduğu sanılırsa da yapılan değişiklikler nedeniyle özelliğini yitirmiş, orijinalliğinden uzaklaşmıştır. Bu caminin bulunduğu yerde bir kilisenin olduğu sanılmaktadır. Hıristiyanlığın yayılması için çalışan Nazianuslu Gregorius isimli din adamı Güzelyurt’u merkez haline getirmiş ve burada bir kilise yaptırmıştır. Kaya Camisi’nin iç mekan basit olup, bezeme yönünden herhangi bir özelliği bulunmamaktadır. Üst örtüyü tonozlar meydana getirmiştir.
-
TARİH ÇİZGİSİNDE TAŞPINAR HALICILIĞI'NIN KÖKENİ: Taşpınar Kasabası'nın bulunduğu yörenin; ilk çağdan başlayarak bir yerleşim birimi olduğu Sardes-Ninova tarihi ticaret yolunun kalıntılarından anlaşılmaktadır. Taşpınar'ı oluşturan tepeler tamamen insan eliyle oyulmuş mağaralarla doludur. Halk, Taşpınar adının "Taş Mağara"dan bozma olduğunu söylüyorsa da, tarihi devirlerin hiçbirinde adını gösteren bir belgeye rastlanmamıştır. Taşpınar adının Yavuz Sultan Selim Devri'ndeki iskan sırasında oluştuğu düşünülmektedir. Roma-Bizans-Selçuk paralarının bulunması bölgenin bu dönemlerde canlı bir yerleşim ve ticaret merkezi olduğuna işaret etmektedir. Taşpınar ile ilgili daha sonraki somut bulgular Osmanlı yükseliş döneminin başlangıcına denk düşmektedir. Yavuz Sultan Selim 1514 İran seferinden dönerken Azerbaycan' dan Anadolu'ya göç eden bir Türk aşiretini bugünkü Taşpınar yöresine yerleştirmiştir. Azerbaycanlılar birkaç asır yaşadıktan sonra Taşpınar'ı rüzgar erozyonu, kuraklık ve kıtlık nedeniyle terk edip Karapınar'ın Hotamış Bucağı'na sığınarak burada Taşpınar Mahallesi'ni kurmuşlardır. Bu göç nedeniyle ıssız kalan yöreye Hasandağı’nın eteğinde Tokarız (Bugünkü Dikmen) Köyü'nde yaşayan günümüz Taşpınarlılar gelip yerleşmişlerdir. Bu yerleşmenin 19.y.y ortalarında olduğu bilinmektedir. Taşpınar Halıcılığı da bulunan örneklerin ışığında bu yüzyıldan itibaren başlatılmakla birlikte halının Anadolu'daki varlığı çok daha eskidir. Halı, Türklerin dünyaya bir armağanıdır. Bilinen en eski halı Türk düğümü olarak da bilinen "Gördes Düğümü" ile dokunmuş ve 1947-49 yılları arasında Altay Dağları'nda Pazırık Bölgesi'nde, arkeolog Rudenko tarafından V. Pazırık kurganında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. M.Ö. V-III. Yüzyıllara tarihlendirilen bu halı, bugün Rusya'daki Hermitage Müzesi'nde sergilenmektedir. Halı, Anadolu'ya Selçuklu Türkleri ile gelmiştir. XIII. Yüzyılda tarihi kaynaklar, saydıkları önemli halıcılık merkezleri arasında Konya ve Aksaray'ı kaydetmektedirler. 1274 yılında ölmüş olan ibn-i Said'e atfen Ebül-Fida'nın verdiği bilgiler de “..Her memlekete ihraç edilen Türkoman Halıları orada yapılırdı.” diyerek imal merkezi olarak özellikle Aksaray'ı belirtmektedir.(2) İbn-i Batuta H. 732, M. 1331 yıllarında Aksaray'a uğramış ve kenti, gelişmiş, verimli ve canlı bir kent olarak anlattıktan sonra “... beldeye nispetle koyun yününden imal olunan Kaliçeler bir yerde naziri yoktur. Bunlar Şam, Mısır, Hint, Çin ve Türk Beldeleri'ne gönderilir.” diyerek Aksaray'da gördüğü halıları överek anlatmıştır.(3) Kılıçarslan Devri'nden itibaren Türkleşerek gelişen ticaret ve kervan yollarının kesiştiği ve hanların odaklaştığı noktada yer alan Aksaray, Konya'dan sonra Selçuklu Devletinin en önemli kentlerinden biri olmuştur. Aksaray'ın bu parlak döneminde ibn-i Said ve ibn-i Batuta'nın 13. ve 14. Yüzyıllarda gördüğü ve kaynaklarda sözü edilen “Aksaray halıları” içinde Taşpınar halılarının payının ne olduğunu bugün için somut verilere dayanarak ortaya koyabilme olanağına sahip değiliz. Ancak Aksaray'ın pazarlama merkezi olarak yörede dokunan tüm halılara adını vermiş olabileceği düşünülmektedir. Tarih içinde Taşpınar'ın yerini ararken Kanuni Devrine ilişkin tarihsiz “il Yazıcı Defteri”nin 571. Sayfasından 642. Sayfasına kadar olan kısmında Aksaray anlatılırken, Taşpınar adının bir köy yerleşimi birimi olarak geçtiği görülür. Halı olarak Taşpınar adının geçtiği ilk yazılı kaynak 1869-70 tarihli II. Konya Salnamesi'dir.Salname'de Aksaray hakkında geniş bilgiler verilirken kilim ve seccadelerden söz edilerek Taşpınar'da dokunan halıların da iyi halıların başında geldiği kaydedilir. Günümüz Taşpınar Halılarının değerlendirmesini yapabilmek için bugünkü örneklerden giderek geçmişle bağlarını kurmak istediğimizde Eskil Ulu Camisi'nde bulunan 19.yy sonu olarak tarihlendirilmiş bir namazlığı en eski ve tek örnek olarak gösterebilmekte idik. Ancak 1986'da yapılan araştırmalarda bu halı bulunamamıştır. 1983 yılında camiden çalındığı söylenen 3 halıdan biri olma olasılığı vardır. Anadolu’da halıcılık köklü geçmişin ilmek ilmek dokunduğu, atılan her düğümde günümüze geleneklerin taşındığı özgün bir el sanatıdır. Çözgü denilen birbirine koşut dikey gergin ipliklerle doldurulmuş tezgah denilen araçlarda düğüm bağlamak ve bunları sıkıştırmak için aralarından atkı adı verilen ipliğin geçirilmesi ile yapılan yüzü havlı ve çeşitli motiflerle bezeli dokuma demek olan halının Türk tarihi içinde yerini alması pek erken (M.Ö. V-III.yy) dönemlerine dayanır. Orta Asya’da başlamış bu Türk-halı dostluğunun bugün Anadolu’da hala devam ettirildiği pek çok noktadan biri de Aksaray yöresindeki Taşpınar kasabasıdır. Taşpınar halılarının günümüze değin titizlikle koruduğu özelliklerden bir tanesi atkı, çözgü ve düğüm iplerinin tamamen yün olmasıdır. "Yoz" denilen Karaman cinsi kısır koyundan elde edilen yünün özel bir yeri vardır. Bu halılarda atkı ipliğinin geçirilişi dokuma kalitesini etkilenmesi bakımından ayrıca önem taşır. Alt atkı ipleri düzgün ve gergin olarak, üst atkı ise ön çözgü arkaya arka çözgü öne geçmek suretiyle çaprazlık oluşturarak ve dökümlü bir biçimde yerleştirilir. Böylece dokuma kalitesi yükseltilmiş olur. Kaliteyi belirleyen diğer bir öğe de düğüm sayılarıdır. Eski Taşpınarlarda 10x10 cm2lik alanda 40x45 düğüm vardır. Günümüzde iyi cins sayılan elde eğrilmiş iple dokunan bir halıda 10x10 cm2 de 30x35, satılmak için dokunan normal bir halı üzerindeki 10x10 cm2'lik alanda ise ancak 30x30 düğüm görülebilmektedir. Bugün Taşpınar halılarında kalite belirlenmesi tezgaha gerilen ip sayısına göre hesaplanmaktadır. 6 m2 lik alanda ise ancak 30x30 düğüm görülebilmektedir. Bugün Taşpınar halılarında kalite belirlenmesi tezgaha gerilen ip sayısına göre hesaplanmaktadır. 6 m2lik bir halıda 13 veya 15 çile ip (15x40=600) 8-9 m2'lik bir halıda 18-20 çile ip (20x40=800) gerilir. Türk Standartları Enstitüsü'nün raporlarında Taşpınar Halıları ince sınıf halılar olarak nitelendirilmiştir. İplerin renklendirilmesinde doğal boyanın yeri giderek azalmaktadır. Taşpınar halılarına karakteristiğini veren renklerin elde edilmesinde kök boya ve cehri gibi boyacılık tarihinde çok önemli yeri olan bitkiler eski halılar üzerinde kullanılmıştır. Taşpınarı’da ana renklerin koyu kırmızı ve koyu mavi olması bir geleneğe bağlılığı gösterdiği kadar, halıda bir çerçeve oluşturan bordürlerle ana motif olan madalyon düzeni arasında gözü dinlendiren boşlukların ağırbaşlı, dekoratif bir etki yapmasını da sağlar. Ara renkler ise yerel değişle kırbız(al), yavşan şeyili (kına rengi), tetir(tarçın rengi), pisi tüyü (gri mavi), erikipi rengi (krem beyaz) ve siyahtır. Taşpınar halıları taban, kelle, çift somya, minder, namazlağı, yastık, heybe ve eğerlik örtüsü adı verilen çeşitlerde dokunmuştur. Son yıllarda en çok yastık ve yan halısı denilen “çifthalı” dokunmaktadır. Taşpınar dokuyucuları örneklik denilen 4/1 oranında dokunmuş desenleri kapsayan modellik halılardan yararlanırlar. Taşpınar halılarının tüm çeşitleri geometrik düzende yerleştirilmiş bitkisel kökenli motiflerle bezelidir. Eski Taşpınar motiflerinde baroklaşmış natüralist bir üslup varken günümüz, de desenler giderek primitif bir görünüm almaktadır. Figüre, kuvvetle üsluplaştırılmış olmasına karşın, pek az yer verilmiştir. Örneğin boynuzlu ayak, boynuzlu sandık komposizyonlarını oluşturan ana motif, geyik boynuzlarının derin tırtıllı yapraklara dönüştürülmüş şeklidir. Zeminin ana motifi olan madalyonların salbeklere benzeyen bölümlerinin kanatlarını açmış kartal figürü olduğunda tüm dokuyucular birleşmektedir. Taşpınar halılarında yüzey, bordür zemin ve köşelerden oluşan bir şemaya göre doldurulur. Halının çeşidi değişse de desenlerin yerleştiriliş düzenleri değiştirilemez. Kullanilan Malzemeler • Koyun yünü: Taşpınar Halısının ana malzemesi koyun yünüdür. Yünler, elde kirmen, iğ ve çıkrık gibi aletlerle ip haline getirilir. • Boyalar: Taşpınar Halısının ana renkleri; kırmızı, mavi, lacivert, kahverengi, yeşil, gri ve beyazdır. Bu renklerin elde edilmesinde kullanılan doğal ve bitkisel maddeler ise kök boya, bağ yaprağı, keteğen dikeni hölmez otu, dağ eriği (yaban erik) meşe palamutu kabuğu ve daş kara boyasıdır. Renklerin Elde Edilmesi • Kırmızı: Kök boya ile kaynatılarak elde edilir. • Kahverengi: Meşe palamutu ve şap (seğ) ile kaynatılarak elde edilir. • Açık kahverengi: Pelit ve pelit kabuğu kaynatılarak elde edilir, diğer bir ismi cevttir. • Gri: Halk arasında bu renge kedi tüyü denir. Yanmış meşe ağacı külü kaynatılarak elde edilir. • Yeşil: Pelit kabuğu (cevt) ve bağ yaprağı kaynatılarak elde edilir. • Siyah: Hasan Dağı eteğinde bulunan daş kara diye bilinen boya yapıcı bir madde kaynatılarak elde edilir. • Sarı: Sarı saman ve bağ yaprağı kaynatılarak elde edilir. Dokumada Kullanilan Araclar Dokuma halk dilinde ıstar diye tabir ettiğimiz halı tezgahlarında dokunmaktadır. Diğer malzemeler ise yöresel isimleriyle bıçak, tarak, sındı (makas) gibi aletlerdir. Hali Kalitesi Taşpınar Halıları çok iyi bir kaliteye sahiptir. Çünkü 1800’lü yılların sonu 1900’lü yılların başında dokunan halıların günümüze kadar dayandıklarını bilmekteyiz. Türk Standartları Enstitüsünün 1967 yılı raporlarında Taşpınar Halıları ince sınıf ve kaliteli bir halı olarak nitelendirilmiştir. 1 dm²’deki düğüm sayısı 1750’dir. Halk dilinde kalite ise tezgah üzerine gerilen ip sayısına göre hesaplanır. Şöyle ki 20 adet çift ipe 1 çile denir. Halıların büyüklük ve küçüklükleri çile sayısına göre değişir. Örneğin 6 m²’lik bir taban halısında (15 çile x 40 tek ip = 600 tek sıra ip olur.) Hali Desenleri Taşpınar halısında desenler ezbere veya daha önceden dokunmuş sadece desenleri içeren örneklik halılara bakılarak dokunur. Taşpınar Halıları çok zengin bir desen çeşidine sahiptir. Bu desenler halı içerisine bir kompozisyon şeması içinde sunulur. Bir Taşpınar Halısında desenler dıştan içe doğru • boncuk, • gül boncuk, • ayak, • sandık, • sallama, • köşe ve • göbektir. Bu desen sıralaması Taşpınar halısı modelini meydana getirir. Hali Çesitleri Günümüz Taşpınar Halıları asagidaki çeşitlerde dokunmaktadır: • Taban Halısı: Büyük odalara ve salonlara sermek için dokunur. Yaklaşık olarak 3,50 x 2.10 ile 4.00 x 2,30 metre ölçülerindedir. 7 ile 10 m² arasındadır. Taban Halıları göbeklidir, göbek şekli taban göbek adıyla anılır. Taşpınar Halısının bütün desenlerini üzerinde toplar. • Kelle Halısı: Taban Halısının bir boy küçüğüne denir. Büyüklüğü 3.00 x 2.00 metre ölçülerinde yaklaşık 4 ila 6 m² arasındadır. Desen özelliği taban halısına benzer. • Çift Halı: iki halı uç uca dokunulduğu için bu isimle anılır. Kelle Halısının 1 boy küçüğüdür. Yaklaşık olarak 2.20 x 1.20 metre ölçülerindedir. Göbeklidir, göbek şekli civil göbek olarak adlandırılır. • Somya Halısı: Sedir halısı ve divan halısı isimleriyle bilinir. Somya üzerine örtmek için kullanılır. Yaklaşık olarak 1.80 x 1.00 metre ölçülerindedir. Civil ve uzun göbeğin küçültülmüş şekilleri kullanılır. • Seccade Halı: Duvara asmak için dokunur, üzerinde namaz kılınmaz. Yaklaşık olarak 2.30 x 1.20 metre ölçülerindedir. Zemini mihraplı ve göbeklidir. Desenlerine göre camili, minareli gibi isimler alır. • Namazlık Halı: Üzerinde namaz kılmak için dokunur. 1.00 x 0.80 metre ölçülerindedir. Diğer halılardan farkı, desenleri arasında sallama yoktur. • Yastık Halı: İnsanların otururken sırtlarını duvara dayamak için dokunmuş halılardır. Genellikle 1.10 x 0.60 metre ölçülerindedir. Göbekli ve zincirli desenleriyle tanınır. • Minder Halı: Yere oturmak için dokunan halılardır. İçleri yün ile doldurulmuştur. Genellikle 0.70 x 0.70 metre ölçülerindedir. Çok çeşitli desenleri vardır. Son yıllarda 0.40 x 0.40 metre ölçülerinde sandalye minderi de dokunmaya başlamıştır.
-
DÜĞÜN GELENEKLERİ: Bugün Anadolunun hemen her yerinde olduğu gibi, kızı veya oğlu olan aileler, kızını evlilik çağına geldiği zaman, oğlunu de genellikle asker dönüşü evlendirirler. a) Kız Arama: Oğlanın istediği veya aile arasında beğenilen bir kız tespit edilir. Kızın gönlünün olup olmadığını anlamak ve davranışlarına bakmak için bir veya iki kadın kız evine gider. Kızın gönlü var ise ve beğenildiyse dünür gönderilir. b ) Dünür: Ailenin yakınlarından ve hatırı sayılan birkaç kişi kız istemeye giderler. Biraz sohbetten sonra, “ALLAH’ın emri ve Peygamber Efendimizin kavli” ile kız istenir. Kız evi, “Kısmetse olur” diye düşünmek ve oğlanın durumunu sormak için mühlet ister. Durum tetkik edildikten bir müddet sonra oğlan evi neticenin ne olduğunu sormak üzere tekrar gider. Oğlanın durumunu tetkik eden kız evi, münasip görmediyse veremeyeceklerini, beğenmişlerse nişan gününü tespit edip, alınacak eşyaların neler olacağını konuşurlar. c) Nişan: Tespit edilen güne kadar oğlan evi tarafından nişan giysileri ve yüzük alınır. Ailenin durumuna göre nişan ya evde aile arasında, yada düğün salonunda yapılır. Nişan yerinin temini kız evine aittir. Nişan salonda yapılacaksa kalabalık bir davetli topluluğu bulunur ve saygı duyulan bir büyük tarafından yüzükler takılır. Bunun üzerine gelin kıza, oğlan tarafı para ve kıymetli eşyalar hediye eder. Nişan pastası getirilerek misafirlere dağıtıldıktan ve eğlenildikten sonra davetliler dağılır. d) Düğün: Her iki taraf düğünden 15 gün önce hazırlıkların bitip bitmediğini birbirlerine sorarlar. Hazırlıklar bitmemişse düğün bir iki ay ertelenir. Hazırlıklar bitmiş ise, hemen resmi işlemlere başlanır. Düğün kurulmadan önce kız, oğlan evi tarafından şehre götürülerek izinnamesi çıkarılır. Düğüne davet edileceklere basma veya pazenden birer metre yolluk alınır. Buna “Gönüllük” denilir. Düğün genellikle bir hafta devam eder. Düğün haftasının başında oğlan evinin damına bayrak dikilir. Böylece düğün olacak ev belirlenmiş ve ilan edilmiş olur. İlk günden itibaren kadınlar oğlan evinde toplanarak eğlenmeye başlarlar. Salı günü komşu köyler davet edilir. Komşu köylerden gelenler, önde bayraktar olmak üzere, tutulan çalgıcılar ve köy halkı tarafından topluluk halinde karşılanır. Oğlan evi gelen misafirleri ağırlar. Akşam da kadın ve erkeklerin eğlenceleri ayrı, ayrı devam eder. Çarşamba günü çevre köylerden gelenlerle köy meydanında toplanılır. Sabahtan akşama kadar halay çekilir ve güreş yapılır. Belirli bir uzaklıktaki testiyi (Kelle) vurmak için atıcılık müsabakası yapılır. Güreşte başı alana ödül olarak bir keçi verilir. Testiyi vurana ise şeref ödülü olarak damadı koruma görevi verilir. Çünkü damat korunmaz ise kaçırılır. Geri kurtarmak için kaçıranlara para verilir. İkindiden sonra halk oğlan evinde toplanır. Sonunda bayrak oğlan evinden indirilerek, milli ve mahalli kıyafetler giyen kadınlar, önde bayrak, erkeklerle birlikte kız evine giderler. Kız evi bahşiş almak için kapıyı açmaz. Oğlan evi bahşişi vererek kapıyı açtırır. Böylece kadınlar içeriye girerler. Erkekler, bayrak ve çalgıcılarla birlikte oğlan evine dönerler. Aynı gece erkekler düğün odasında toplanarak geç saatlere kadar içki içip eğlenirler. h) Kına Gecesi: Kız evine gelen kadınlar, burada yemek yerler. Yemekten sonra eğlence başlar. Başka bir yerde bulunan gelin kızı getirmek için tef çalan iki kadın, hem tef çalarak hem de şu nağmeleri söyleyerek kızı getirirler. Kız anası, kız anası Hani bunun öz anası Çağrın gelsin kız anası Yaksın elinin kınası Kız da buna karşılık olarak şunları söyler: Bahçenizde ot mu idim, Üstünüze yük mü idim, Bir kız size çok mu idim, Oy anam oy, vay anam vay. Kadınlar gelin kızı ortalarına alırlar ve buraya konan bir yastık üzerine dua okuyarak üç kez kaldırıp otururlar. Bu arada kadınlar oynarken getirilen kına, kızın sağ elinin ortasına ve ensesine yakılır. Başına al (kırmızı) ve yeşil tülbent örterler. Gelinin kınası yakıldıktan sonra burada bulunan kadınlarda kına yakarak,çerez dağıtırlar. Eğlence bittikten sonra gelin kızın yanında yer alan yakın arkadaşları, diğer kadınlarla birlikte şu nağmeyi söyleyerek ayrılırlar. Tuz çömleği, tuzsuz olmaz Büyük evler kızsız olmaz Kız eşim kız ayrılalım Sabah olsun bir olalım. i) Gelin Çıkarma: Gelin kızla beraber kalan kızlar sabah erken kalkarlar ve gelin kızın çeyizini dışarı çıkarırlar. Oğlan evinden bir kadın gelin kızın gelinliğini getirir. Bahşişini aldıktan sonra teslim eder. Elbise gelin etrafında üç defa dolandırılarak giydirilir. Ayrıca başına fes te giydirilir. Yüzüne al, alın üzerine yeşil bunun üzerine de beyaz atkı örterler. Atkının üzerine de altın takarlar. Giydirme işlemi bittikten sonra, kız evde bulunan herkesle vedalaşır. Oğlan evinden bayrakla, halay çekerek kız evine gelin almaya gelen seğmenler, gelinin eşyasını bir arabaya yüklerler. Gelin kardeşi tarafından beline al kuşak bağlanarak, doru bir ata bindirilir. Büyüklerden biri atın başını çekerek, toplulukla beraber köy etrafında dolaştırılır. Mezarlık yakınından geçilerek gelin oğlan evine getirilir. Damat evin kapısında bekler. Damadın annesi, babası, yakınları ve düğüne gelen davetliler tarafından hediyeler verildikten sonra gelin attan iner. Damatla birlikte kesilen kurbanın üzerinden atlayarak eve girerler. Gelin eve girerken, damat, daha önce hazırladığı bozuk paraları cebinden çıkararak arkasına atar. Bu arada silahlar atılır, halaylar çekilir. Bir müddet sonra da düğün resmen bitmiş olur. Böylece çevre köylerden gelenler de köylerine dönerler.
-
GELENEKSEL EL SANATLARI ÇİNİCİLİK Çini neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan seramik sanatının alt koludur ve tamamen ilkel (elle) yöntemlerle imal edilir.Tarihi gelişimi içerisinde çok çeşitli tekniklerle (minai,slip v.B ) çini imal edilmiş olup bugün en yaygın kullanılan sır altı tekniğidir. Kendi içerisinde transparan,mat,renkli,krakle v.b. artistik çeşitleri bulunan sır altı tekniğinin uygulanması son derece zahmetli bir o kadar da zevklidir. Bu tekniği kısaca astarlanmış ve birinci pişirimi yapılmış form üzerine,desenin aktarılması,kontur çizimi,boyama,sırlama,rötuşlama, ve fırınlama şeklinde açıklayabiliriz. Türkler çini imalatını Çinlilerden öğrenmiş olup özellikle Uygurlardan bugüne değin oldukça başarılı ürünler vermiş çok özgün üslup ve teknikler geliştirmişlerdir. İslamiyet’in kabulü ile birlikte Türk-İslam kültürü kaostan-düzene felsefesiyle çiniye yansımış özellikle Anadolu Selçuklu devrinde bu felsefeyle geometrik üslup’un en muazzam örnekleri çok başarılı şekilde uygulanmıştır. Osmanlı Devleti döneminde,saray atölyeleri kurulmuş,nakkaşlar sarayın himayesinde,doğrudan saraya bağlı ve sadece sanatsal kaygı ile çalışmış,buradan bugün bütün dünyayı hayran bırakan,dünyanın en seçkin müze ve koleksiyonlarına giren Osmanlı Çini sanatını,teknik,estetik,üslup,renk ve kalite bakımından zirveye çıkarmıştır.Başkent başta olmak üzere imparatorluğun sınırları içerisinde dini ve özel mimaride çok yaygın kullanım alanı bulmuştur.Geometrik üsluptan ziyade natüralist ve soyut üslupların kullanıldığı 16,yy Osmanlı çinileri dünyada eşsizdir. Osmanlı’nın gerileme devrinden,Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar savaşlar,siyasi ve ekonomik sorunlar nedeniyle saray atölyeleri destekleyemez olmuş bu da nakkaşları geçim kaygısına itmiş,dolayısıyla,kalite ve estetik açıdan gerileme başlamış,özellikle 1.Dünya Savaşı ve sonrasında bir-iki istisna atölye haricinde çini üretimi tamamen durmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülke genelinde ekonomik sorunların bertaraf edilebilmesi için yeniden atölyeler kurulmaya başlanmış dünyadaki teknolojik ve serbest ekonomik gelişmelerle çok geniş pazarlara ulaşılmış ve bu da çini imalatında ivme kazandırmıştır.İmalat ve kalite bakımından günümüz Kütahya’sı dünyanın çini başkenti olarak kendini kanıtlamış ve kabul ettirmiştir. Çin’de dahil olmak üzere,bütün dünyaya dini ve sivil mimari yapıların iç ve dış cephe kaplamalarında;vazo,tabak,sürahi,fincan,takımlar,sofra takımları vb. kullanım eşyaları,tamamen sanatsal kaygı ile üretilen sanat eserleri şeklinde ihraç edilir duruma gelmiştir. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Çini İşlemeciliği bölümünden mezun olan genç nakkaşlar eşliğinde Halk Eğitim merkezleri başta olmak üzere,Türkiye’nin bir çok il ve ilçe merkezinde kurslar açılmış, ülke genelinde çini imalatı yaygınlık kazanmıştır. Güzelyurt çini atölyesi,eğitim ve çalışma şansı olmayan, işsiz insanlara yenilik ve istihdam amacı ile 01.01.2007 tarihinde kurulmuş, bir yıllık aralıksız çalışma sonucunda mezun olan kursiyerlerimiz kendi atölyelerini kurma seviyesine gelmiştir ve bu amaçla çalışmalarını sürdürmektedirler. Güzelyurt’ da Çinicilik kursunda ve bu kurstan yetişenlerin açtıkları özel iş yerlerinde çini imalathaneleri ve satış reyonları bulunmaktadır. HALlCILlK Çatal Höyük'te ortaya çıkarılan duvar resimlerinde; av, ölü törenleri yanında geometrik dokuma kumaş motiflerine rastlanmıştır. Doğal ihtiyaçlardan doğan dokumacılık, çok eski çağlardan beri Aksaray'da sürdürülen bir uğraştır. Aksaray Acemhöyük (Sarıkaya Sarayı’nda) de yapılan kazılarda taban üzerinde küçük parçalar halinde ele geçen beyaz renkli keten bezin bir yüzüne altın iplikle koyu ve açık mavi fayans boncuklar işlenmiştir. Bez yangının etkisiyle bir curuf görünümünü almasına karşın M.Ö 1800’lü yıllarda Aksaray’daki dokumacılığı göstermesi açısından son derece önemli bir buluntudur. Geleneksel Türk el sanatları içerisinde halı dokumacılığının ayrı bir yeri vardır. Orta Asya’da başlamış Türk-halı dostluğunun bugün Anadolu’da halen devam ettirildiği pek çok noktadan birisi de Aksaray yöresidir. Aksaray, Selçuklu devrinden beri ünlü bir halı merkezidir. Bu gelenek Osmanlılar devrinde de sürmüştür. Geleneksel Aksaray halı tarihi gelişimine ışık tutan müzemizde dört halı vardır. Bunlardan birisi 17. yüzyılda dokunmuştur. İkincisi 18. yüzyıldan kalmadır. Üçüncüsü Aksaray yöresinin "Yatak Halıları”nı andıran modeldir ve yine 18. yüzyılda dokumuştur. Aksaray geleneklerini taşıyan dördüncü halı ise 19. yüzyıl eseri olarak tarihlendirilmiştir. Günümüz halıları adını verdiğimiz 1950 yıllarından beri devam eden Aksaray yöresi halıları ilimize bağlı "Ova Köyleri" (Armutlu, Yenikent, Eskil, Eşmekaya, Kutlu Köyü, Sultanhanı, Yeşilova) "Bayıraltı Köyleri" (Altınkaya, Ulukışla, Yeşiltepe) "Hasandağı Köyleri" Elmacık, Koçpınar, incesu, Karataş, Gözlükuyu, Taşpınar Kasabalarında dokunmaktadır. Dokunan bu halıların hammaddesi yündür. Taşpınar halılarının atkı, çözgü ve düğüm iplerinin yün olması geleneği günümüze kadar titizlikle korunmuştur. Yün ipler doğal kök boyalarla, yenilerde de kısmen sentetik boyalarla boyanmaktadır. Aksaray yöresi halılarında günümüze kadar gelen en eski nakış "Üç Göbekli Halı" bezemesidir. Günümüz Taşpınar halısı desenleri özgün bir karaktere sahiptir. Desenlerin büyük bir bölümünün nasıl ortaya çıktığı bilinmemektedir. Aksaray halıları "Taşpınar Halısı" ismiyle tanınmaktadır. Halılarımızda kaliteyi belirleyen bir öğe de düğüm sayılarıdır. Eski Taşpınar’larda 1OX1O cm2'lik alanda 40X45 düğüm vardır. Günümüzde elle eğrilmiş iple dokunan bir halıda 1OX1O cm2’de 30X35 düğüm görülmektedir. Halılarımızda ana renkler koyu kırmızı ve koyu mavi (Iacivert)'dir. Bu renkler dışında yerel deyişle kırbız (al), yavşan yeşili (kına rengi), tetir (tarçın rengi), pisi tüyü (gri mavi), erikipi (krem) ve siyah da ana renk olarak kullanılır. Taşpınar halıları taban, kelle, çift somya, minder, namazlık, yastık, heybe ve eğerlik örtüsü adı verilen çeşitlerde dokunmuştur. Yörede bordürlere "ayak", dikdörtgen çerçeveye "sandık", sütunceye "sallama", köşe bağlantılarına "tug", üçgen köşelerdeki dar sulara "sızı" kompozisyonun merkezine yerleştirilen madalyona "göbek" adı verilir. . Bir yüzey süslemesi olan halıda Taşpınar desenleri, motif/eri ve renkleri derinlik hissi uyandırarak sonsuzluk çağrısı yapar. Bu özelliğiyle engin Türk halı sanatından kopmadığını gösterir. Geleneksel el sanatlarından bahsederken Aksaray'ımızda da bir zamanlar meşhur olup da şimdilerde kaybolmaya yüz tutmuş kimi sanatlardan bahsetmek yerinde olur. KOŞUMCULUK İlimizde şu an iki temsilcisi kalmış bulunan (Ali TOKYAY ve Ömer ŞEN) el sanatlarından birisi de otomobil çağı öncesinin en popüler el sanatı olan koşumculuktur. Taşımacılık için tamamen at arabalarının kullanıldığı zamanlarda hayvanları arabaya bağlamak (koşmak) için koşum takımları yapılıyordu. Koşumlar sadece bir ihtiyacı karşılayan eşya olmaktan öte zarif birer el sanatı ürünüydüler. Koşum takımı şu parçalardan oluşuyordu: Atların başına takılan “başlık”, boynuna takılan ve esas yükü kavrayan "hamut", sırtı birkaç yerden saran "paldum", atın sırtının tam ortasını bir miktar örten "belleme", ağza takılan ve bir ucu da sürücünün elinde olan "gem-dizgin-terbiye", ayrıca hamuttan arabaya uzanan, arabayı çeken "yan kayışı". Koşum takımında ağırlıklı olarak manda (camız) derisi, dikiş için yine deriden yapılan parçalar kullanılır, takımın kimi yerlerine metal parçalar yerleştirilir. Koşum takımını süslemek için de gök(mavi) ve kırmızı boncuklar kullanılıyor. Boncuklar büyüklüğüne göre at boncuğu,dana boncuğu, kuzu boneuğu şeklinde isimlendiriliyor. Boncuk aralarına "gongurdak" denen küçük ziller de yerleştirilebiliyor. Ali Ustanın dükkanında koşum takımları yanı sıra atları ve diğer büyükbaş hayvanları bağlamak için "yular" lar da yapılıyor. Köpekler için kayış veya hıltar da bulunuyor. Ali Usta, dükkanın takımlarla dolu olduğunu ve bunların daha çok köylüler tarafından satın alındığını, bu mesleğin gitgide kaybolacağını söylüyor. Geleneksel el sanatlarımızdan belki de en yaygını kadınlarımızın el sanatlarıdır. Dikiş-nakış, kanaviçe, iğne oyası yapma, çorap ve patik örme faaliyetleri, hemen her kadınımızın yaptığı işlerdendir. Kadınlarımız evlerde, sohbetlerde, komşu gezmelerinde bu el işlerini hiç yanlarından ayırmazlar. Maharetli elleriyle çabuk çabuk işlerini yaparlarken bir yandan da oradaki sohbete katılırlardı. Bu el sanatlarıyla ilgili zaman zaman Halk Eğitim Müdürlüğü açtığı kurslarla kadınlarımızı bilinçlendirmektedir. Sözün burasında ilimize bağlı Gülağaç Kaymakamlığı Halk Eğitim Müdürlüğünün bir deneme halinde Demirci Kasabası'nda açtığı “sepet Örme" kursundan bahsetmek gerekir. Kamıştan sepet örme işi, yöremizde belki de yaygınlaşarak hem el sanatı hem de gelir getiren bir iş kolu olacak gibi görünmektedir. SİM SIRMA BİNDALLI (MARAŞ İŞİ) Genel Bilgi ve Gelişim Evreleri: Sim sırma tek yüzlü bir işlemedir. Desenin altı özel olarak hazırlanan karton ile kabartılıp yedi kat sırma desen üzerinden atlatılarak kenarlarda iplik ile karşılıklı tutturulur. Aynı işlem yan yana uygulanarak işlenir. İşleme tekniği araç ve gereçleri diğer işlemelerden farklıdır. Bu işleme Maraş ilimizde yapıldığı için Maraş işi adını almıştır. Maraş’ta halk arasında sırma işi olarak adlandırılır. Araştırmalara ve Maraş’ta bu işi yapan ustaların verdikleri bilgiye göre Maraş işi XVI. yy da ülkemize Arap Yarımadasından geçmiştir. O tarihten beri yerleşmiş, benimsenmiş ve geliştirilerek bünyemize uydurulmuş, milli işimiz haline getirilmiştir. Bugün Maraş’ta bu işlemeyi sanat haline getiren 4-5 usta vardır. Bu ustaların yaptığı işlemeler şaheserdir. Mesleklerini oğullarına öğreterek devam ettireceklerini söylemektedirler. Sim sırma ilk zamanlar Çukurova beylerinin binici takım ve başlıklarına gümüş sırmalarla işlenirdi. Daha sonraları Maraş, Antep ve Kilis’te erkeklerin kullandıkları fesleri süslemiştir. XVIII. yy da silah kılıflarında, palaskalarda, kemer ve erkek yeleklerinde görülür. Zamanla halk tarafından öğrenilmiş ve zengin ailelerin kızlarına çeyizler hazırlanmıştır. Örneğin: yatak örtüsü, sedir örtüsü, seccade, bohça ve gelinlik. Folklor ekibi kıyafetlerinde kullanılarak zamanımıza kadar gelmiştir. Son yıllarda, milli işimiz olarak benimsediğimiz Maraş işini daha fazla geliştirilip, yaymak üzere Milli Eğitim Bakanlığı tarafından seminerler düzenlenmektedir. Maraş Kız Entitüsünde, Ankara ve İstanbul Olgunlaşma Enstütilerinde özel olarak kurulan atölyelerde çalışmalar sürdürülmektedir. Bu güzel işlemeye olan rağbet daha fazla yayılacağını göstermektedir. Sim sırma işinde sırası ile aşağıdaki işlemler uygulanır. Bu işlemler birbirinin tamamlayıcısı olduğu için sırasını değiştirmemek yerinde olur. l- Sim sırma işinde desen kağıdı hazırlama, 2- Sim sırma işinde graf kağıdı (çimento torbası kağıdı) hazırlama 3- Sim sırma işinde deseni teyelleme, 4- Sim sırma işinde deseni oyma, 5- Sim sırma işinde deseni kumaşa yapıştırma, 6- Sim sırma işinde kumaşı işlemeye hazırlama, 7- Sim sırma işinde hazırlanan kumaşın tezgaha sıkıştırılması, 8- Sim veya sırma ile Maraş işi yapma, 9- Sim sırma işini gri mukavvadan temizleme, 10- Kabartma kartonu hazırlama, 11- Sim sırmada pesent iğnesini yapma, 12- Sim sırmada verev pesent iğnesini yapma, 13- Sim sırmada hasır iğnesini yapma, 11-12-13 numaralı işlemler desene uygun olarak düz iğnesi ile beraber veya başlı başına işlenir. Sim sırma sarı ve gümüş rengi sırma, sim ile işlendiği gibi motiflerin tamamı veya bir kısmı koton ve ipliklerle de işlenir. İşlenen motif zenginleştirmek için gerektiğinde boncuk, pul, straz çeşitli taş ve toplar kullanılır. Uygulandığı Yerler: Gelin elbiseleri, hırka, sabahlık, tuvalet, fantezi elbiseler, dekoratif eşyalar, kemer iğne, yüzük, gözlük ve tarak şaseleri, ayakkabı, terliktir. Kullanılan Kumaşlar: Sire saten, kadife, organza, şifon, çeşitli ipekli kumaşlardır. İnce kumaşlar üzerine işlenirken, altı organza veya astarlık kumaşlarla duble edilir. Kullanılan İplikler: Altın ve gümüş sırma, sim, ipek, keten ve pamuk ipliklerdir. Sırmaları desen kenarlarında tutturmak üzere çamaşır ipeği kullanılır. Çamaşır ipeği, işlenecek kumaşın renginde olmalıdır. Çamaşır ipeği iki kat yapılarak mumlanır. Temiz bir bezle fazla mumları silinerek kullanılır. Kullanılan araç ve gereçler: Çiriş, Möhlüke (keski) biley taşı, makas, küçük tezgah, büyük tezgah, askı, makaralık (çağ), çıkrık, sırma, bal mumu. Desen İçin Faydalanılan Kaynaklar: Çeşitli model ve mecmualar, yapılmış örnekler, geometrik şekiller, beyaz işi desenleri. SİM SIRMA YAPILIRKEN DİKKAT EDİLECEK TEKNİK ESASLAR 1- İpliğin tek veya çift olarak mumlanması, 2- Desenin sert bir kurşun kalemle çizilmesi, 3- Sırmayı tutturmada çamaşır ipeği kullanılması, 4- Tutturma ipliğinin işleme esnasında dibinden tutulup çekilmesi. 5- Desen keski ile oyulurken oyma işlemine desenin ortasından başlaması (kaymaması için) keserken rahatlıkla görülebilmesi için desenin kendinize doğru bakması. 6- Möhlükenin tahta kısmının sağ avuçla iyice kavranması, sağ elin işaret parmağının keskinin ucu ile birlikte kartona değdirilmesi. 7- Möhlükenin ucunun kağıda batırılıp çıkarılarak ve itilerek kesme işleminin yapılması, 8- Keskinin ucu kaymıyorsa ucuna sabun sürülmesi, 9- Kartonları keski ile keserken altına iki kat gri mukavva veya tahta konulması. 10- Keskinin ara ara biley taşı ile bileylenmesi. 11- Bizle iğnenin karşılaştırılması. 12- Bizle iğnenin sağ el ile birlikte tutulması. 13- Deseni beyaz kartona yapıştıran çirişin sulu olması, 14- Sarı kartonun altına sürülen çirişin koyu olması, 15- Sırmanın dolaşmaması için büyük makaralardan küçük makaralara çıkrık ile sarılması, 16- İşleme yapılırken sırmaların yan yana gelmesi ve yerine oturması. SULTANHANI HALICILIĞI VE HALI TAMİRİ Aksaray da halıcılık günümüzde modern anlamda devam ederken Sultanhanı Kasabası halı dokuma ve tamiri özelliklede eski halıların tamiri konusunda ülkemizdeki en önemli merkez konumuna gelmiştir. Sultanhanı ile bilinen ve bu yönü ile pek tanımayan halı tamircileri çeşitli sebeplerle yıpranmış, bozulmuş, yanmış ve kelleşmiş halıları büyük ustalıkla tamir etmekte ve halılara orijinal görünümünü kazandırmaktadırlar. Tamir konusunda yurt dışında bilinen ve geçmişten gelen bu mahareti halı dokuma ve tamir sektörüne dönüştüren belde adeta Sultanhanındaki taş işçiliğinin ustalığını halı üzerinde taşımışlardır. Ulusumuzun geçmişini günümüze yansıtan halı sanatı, Aksaray'da günümüzde de tüm canlılığı ile devam etmekte, yöreye ve ülkeye sanatsal olduğu kadar ekonomik yararlar sağlamaktadır. TEL KIRMA (BARTIN) İŞİ Tel Kırma Hakkında Genel Bilgi ve Gelişim Evreleri: Tel Kırma değişik ve güzel bir işleme çeşididir. Kumaş kasnağa gerilerek çalışılır.İşleme yapılırken tel makas kullanılmadan kıvrılarak koparıldığı için bu ismi almıştır. XVIII.y.y dan bu yana yapılmaktadır. Bu işlemenin diğer adı da Bartın işidir. Bartın Zonguldak ilinin en büyük ilçesidir. Bu işleme ilk defa Bartın’da yapılmış, gelişmiş ve yayılmıştır. Bu nedenle işlemeye ilçenin adı verilmiştir. Tel-kırma işine Bartın’da (Tel işi) denilmektedir. Tel-kırma işinden başka telle işlenen “tel takma” işi vardır. İşleme teknikleri yönünden birbirlerinden farklıdırlar. Tel-kırma işinde her puandan sonra tel elle kırılarak koparılır. Tel takma da tel sarılarak işlenir. Tel-kırma işi ilk zamanlar çarşaf, kırlent, yastık örtüsü, bohça ve çeşitli örtüler üzerine işlenmekteydi. Desen için dantellerde örnek alınırdı. Örn: Sarhoş sokağı, kaymak tabağı, lale ve bal yaprağı gibi. Bartın’da evliliğe aday her genç kız bu işlemleri yapmakla zorunlu hissederdi. Günümüzde bu şekli değişmiş olup daha kolay işlemeler yapma yoluna gidilmiştir. Tel-kırma işlemesinde kullanılan teller madensel telden yapılır. Görünüşü ve genişliği gelin teline benzer tırnakların arasında hafif sağa sola bükmeyle kırılır. Tel-kırma işi özel bir iğne ile işlenir. İğnesi yassı ve kısadır, baş kısmı geniş olup uca doğru incelir. 2,5-3 cm boyunda ve tül deliklerin içerisinden geçebilecek genişliktedir. İğnenin geniş tarafında ve enine doğru iki uzun delik vardır tel bunların içerisinden geçer. İğne altın, gümüş veya pirinç gibi madenlerden yapılır. UYGULANDIĞI YERLER: Şal, kemer, gece çantası, baş örtüsü , yatak örtüsü, fantezi giyimler ve dekoratif süslemelerdir. (Abajur, pano, paravan, kutular vb.) KULLANILAN KUMAŞLAR VE ÖZELLİKLERİ: a) İpliği sayılabilen seyrek dokunmuş ve sert olmayan kumaşlar tercih edilir. Örneğin: Tülbent, mermerşahin, şifon, havayan, jarjet, grepdemur. B ) Keten, ipek ve naylon tüllerdir. Keten tül, sağlamlık ve işlemeye uygunluğu yönünden tercih edilir. DESEN İÇİN FAYDALANILAN KAYNAKLAR: Kanava desenleri, goblen, dantel ve hesap işi desenleridir. TEL KIRMA YAPILIRKEN DİKKAT EDİLECEK TEKNİK ESASLAR 1- Kumaşın en ve boy ipliklerinin aynı olması. 2- Tül deliklerinin muntazam olması. 3- Tül deliklerinin fazla sık olmaması. 4- Tel kırma iğnesinin iki yanının keskin olmaması. 5- Kumaşın kasnak bezi kullanılarak gerilmesi. 6- Telin iğneye tekniğine uygun geçirilmesi. 7- Telin kıvrıntı yapmaması için iğneye kısa geçirilmesi. 8- Telin kıvrıldığı zaman tırnakla değil parmaklar arasında düzeltilmesi. 9- İşleme esnasında her kıvrılan telin kumaşa tırnakla yerleştirilmesi. 10- İşleme esnasında telin avuç içerisinde değil, daima dışında ve düz olarak tutulması. Biten işlemenin üzerine kararmaması için kızgın ütü basılmaması. GELENEKSEL FOKLORİK BEZ BEBEK Kullanılan Malzemeler: - Yarım metre penye - Yarım metre tel - Yarım metre siyah kadife - 200 gram elyaf - 25 cm. ipek gömleklik kumaş - 25 cm çiçekli şalvarlık pazen -Yemeni, sutaşı, güpür, nazar boncuğu, süslemek ve işlemek için simli ip, lastik, saçı için bir parça siyah ip, beline bir parça eski kilim desenli kumaştan şal ve dizlik, fes ve çarığı için karton ve fes ve çarığı için koyu renkli sade kumaş. Yapılış : Ten rengi penye kumaşımızla başı, beden ve ayakları bir parça kumaştan parçalamadan hepsini bir dikiyoruz aynı kumaştan bacak ölçülerinden kol dikip hepsinin içine elyafla doldurup tel geçirdikten sonra başını dikiyoruz dana sonra kollarını dikip bedene omuz hizasına dikiyoruz. Bebeğimizin iskeletini hazırladıktan sonra ipek gömleklik kumaşımızdan üzerine göre gömlek diktikten sonra üzerine çiçekli şalvarlık pazenden gayet bol bir şekilde pijama dikiyoruz, pijamanın beline ve paçalarına lastik geçirip büzüyoruz daha sonra üzerine siyah kadifeden üç etek kollu dikiyoruz, yalnız kadifeyi bebeğin üzerine göre diktikten sonra kadifeyi simli iple eski bir motifle işle daha sonra üç eteğin çevresini sutaşı dikerek süsle, eski kilim desenli bir kumaşla beline şal ve önüne dizlik yapın, daha sonra siyah bir parça ipimizden ilimizde saç örüp bebeğimizin başına dikiyoruz, uzun saçlarımızı birer belik örüp aralarına nazar boncuğu ile çatıp ördüğümüz saçlarımızı birleştiriyoruz, bir parça kartondan fes ve çarık kesip üzerini sade koyu renkli kumaşla dikiyoruz, ayağına çarığı giydirip yapıştırıyoruz fesi başına yapıştırdıktan sonra başına etrafını güpürle diktiğimiz yemeniyi bağlayıp bebeğimizi bitiriyoruz.
-
YÖRESEL GİYSİLER Aksaray'da Kıyafetler: Aksaray kadınının kıyafetlerini, kırsal kesimlerde, gündelik ve özel günlerde giymiş olduğu kıyafetler olarak incelemek mümkündür. Aksaray kadının gündelik ve özel günlerde giydiği kıyafetlere geçmeden önce Aksaray kadınının özelliklerini araştırmak gerekir. Anadolu da kadın tarih çağlardan bu yana üretimin ve doğurganlığın sembolü olmuştur. Bu özeliklerle oluşan Anadolu kültürü içinde kadın ana tanrıca olmuş ve bu kült geleneğe bağlı olarak günümüze kadar gelmiştir. Aksaray kadını bu geleneğin temsilcisi olarak bu yaşamda önemli bir yer almıştır. Kadınlar oluşan bu kültür gereği özellikle ev ve devlet yönetiminde büyük roller üstlenmiştir. Evde, ve dışarıda derleyici ve toparlayıcıdır. Eşine ve çocuklarına bağlı olan kadın bu görevlerini büyük özverilerle yerine getirir. Kendi için fazla yaşamayan Aksaray kadını kendine yeterince zaman ayırmaz, lüks ve süse fazla düşkün değildir (son 25 yıla kadar). Kazanca göre harcamalarını bilir. Geleneklerine bağlı Aksaraylı kadının incelik ve zarafetini evinin her köşesinde görmek mümkündür. Aksaray kadını; evde ve sokakta giyimine özen gösterir. Evde sade, ev içi günlük giysileri kullanır. Sokakta ve ziyaretlerde ise “kişilik” adını verdikleri gezmelik kıyafetlerini giyer. Eski Aksaray kadınının karakteristik giyim özelliği şalvardır. Şimdi bile birçok Aksaraylı kadın şalvar ve işlikle (gömlek) görülmektedir. Şalvarın özelliği kaybolmamış, yalnız kumaşları değişmiştir. Günlük Giysiler: Aksaray kadınının günlük giyimi denince, akla gelen ev içi giysileridir. Ev içinde, iş yaparken giydiği giysi işlik ve şalvardır. Bu giysi aynı cins kumaştan yapılmıştır. Giysi ile birlikte çevre, yemeni kullanılır. Ev içinde fazla süs ve ziynet eşyası kullanılmamaktadır. işlik ve şalvar genellikle çizgili kumaştan yapılmaktadır. Diril kumaştan yapılmakta olan şalvara bazı yerlerde "Doddiri" adı da verilmektedir. a) Şalvar: Çizgili kumaştan yapılmıştır. içi patiska veya benzeri bir kumaşla astarlanmıştır. Geniş ağızlı, 'oldukça bol bir üst donudur. Belden bileklere kadar, hatta topuklara kadar uzundur. Şalvarın beli uçkurlarla bağlanır. Paçaları ayağın gireceği genişliktedir. Kumaş, boyunca çizgili olduğu için, giyen kişiyi uzun boylu ve ince gösterir. Cep ağızları elin rahatça girip çıkacağı şekildedir. B ) İşlik: Şalvar üstlüğüdür. Şalvarla birlikte aynı çizgili kumaştan yapılmaktadır. Vücudu sıkıca sarar. Önü açık olup, yakada ve belde düğme ile kapanır. Kol ağızları manşetle büzülmüştür. Vaka çevresi biye ile temizlenmiştir. Kollar uzun olur. içi patiska veya benzeri bir kumaşla astarlanmıştır. Manşetler düğme ile kapanmıştır. Kol ağızları pililerle daraltılmıştır. Beden boyu uzun değildir. Belden aşağıya doğru 8-10 cm uzunluğundadır. İşlik cepkeni de vardır. Kişilik Giysileri: Giyime özen gösteren Aksaray kadını gezmede, misafirleri geldiği zaman, dikkatli ve özenli giyinir. Kişilik giysilerini giydiği zaman, ziynet eşyalarını takar, başına iğne oyalı çevre veya yazma örter. a) Şalvar ve İşlik: Günlük giysilerin model özelliğini taşır. B ) Hırka: Hırkalar için astarlı, üstü değişik kumaşlardan yapılmış astar ve kumaşın arasına pamuk veya yün konularak sırınmış, boyu kasık altlarına kadar uzanan bir çeşit cekettir. Genelde kolludur. Kolsuz olana yelek adı verilmektedir. c)Salta: Yünlü kumaştan dikilen, uzun kollu, ön kısmı açık, etekleri kısa yarım bir cekettir. Üzeri sim veya sırma ile işlenmiştir. Salta göğsü alttan sarar. d) Entari: Kişilik giysilerinin en önemlisi entarilerdir. Entariler, çizgili, düz kumaşlardan yapıldığı gibi, en çok kadifeden yapılanları makbuldür. Kadifeden yapılan entariler sim ve sırma ile işlenir. Buna "Mıhlama" adı verilir. Etekleri yere katlar uzundur. Yani ayak topuklarını kaplar. Bazılarının arka etekleri kuyruklu olup, buna da üç peşli adı verilmektedir. Mıhlama ile bele gümüş kemer takılır. Kumaş ipekten olursa "Şetari" adını alır. Şetarinin etekleri simle işlemeli olmaktadır. Mıhlama ve diğer entariler önden bele kadar açık olmaktadır. Bu da düğmelerle tutturulur. Başa Giyilenler: a) Fes: Üstü basıktır. Fes etrafına şifon sarılır. Şifanun üzerine iğne takılır ya da fes oyalar ile süslenir. B ) Yemeni: Yemeni, genellikle desenli, renkli veya düz olarak örtülür. Yemeni örtenlerin yaşlarına göre rengi ve desenleri değişir. Yaşlılar beyaz desensiz olanları veya koyu renkleri tercih ederlerken, genç kızlar, etrafı iğne oyalı, albenisi olan renkleri tercih ederler. c) Çevre: Çevreler desenli veya düz olur. Etrafı iğne oyaları ile süslenir. Başa düz olarak alınır. Ayağa Giyilenler: a) Çorap: Yünden elde örülür. Desenli veya düz renklidir. B ) Ayakkabı: Mes, lastik, pabuç, yemeni, ayakkabı olarak giyilir. Özel Giyim-Saç ve Yüz Bakımı: Gelinlikler, şalvar ve işliklerin karakterini taşır. Gelinliklerin kumaşları saten veya ipek satendendir. Entari şeklinde, her tarafı işlemeli gelinlikler de vardır. Aksaray kadınlarının saçları uzundur. zülüf ve kakül görünür. Saçlar genellikle örgüler halindedir. Kadınlar boya olarak yüzlerine allık, gözlerine sürme, kaşlarına rastık kullanırlar. Düğünlerde veya bazı özel günlerde ellerine ve ayak parmaklarına kına yakarlar. Erkek Giysileri: Aksaray erkeği de giyim kuşamına dikkat ve özen gösterir. Evde giyeceği ile dışarıda giyeceği farklıdır. İç Giysileri: a) Don: Belden dize veya biraz diz altına kadar uzanan şalvarın bir çeşididir. Patiskadan veya kaput bezinden evde dikilir. B ) Göynek: Kadınların giydiği entari şeklinde, diz kapağına kadar uzundur. Bu da evlerde patiskadan veya kaput bezinden dikilir. Dikiş makinesi olmayanlar ellerinde dikerler. c) Gecelik: Genellikle yaşlı veya orta yaş erkekler giyerlerdi. Kadınların entarisine benzer, ayak bileklerine kadar uzar, bazı yaşlı erkekler evde kaldıkları süre içinde gündüz de giyerlerdi. Başa Giyilenler: Fes, şapka ve fötr şapka kılık-kıyafet inkılabından sonra hızla yaygınlaşmıştır. Bugün dahi erkeklerin bir kısım fötr şapka giymeye devam ederler. Pantolon: Pantolon olarak oldukça geniş şalvar giyerlerdi. Günümüzde de bazı yaşlıları şalvarları ile görmek mümkündür. Diz kapağına kadar geniş, ondan sonrası daralan ve önden düğmeli şalvarı da giyerlerdi. Şalvarın bel kısmına şal (kuşak) sararlardı. Gömlek: Yakasız, önden düğmeli ve adına işlik dediğimiz giysiyi giyerlerdi. Yakalı olanlar da vardı. Zamanla işlik adı mintan ve gömlek şekline dönüşmüştür. Yelek: "Yakasız, yuvarlak yakalı ve dik yakalı, kolsuz, önden düğmeli ve delme adını verdikleri yeleği gömleğin üzerine giyerlerdi. Aksesuar olarak köstekli saat zinciriyle asılır ve saat yelleğin cebinde dururdu. Palto: Kışın, terziler tarafından kaba kalın kumaştan dikilen "sakav" adı verilen giysidir; en üste giyilir. Kadın ve erkek giyiminde eskiden görülen pek çok ayrıntı günümüzde tamamen ortadan kalkmıştır.
-
YEMEKLER (YÖRE MUTFAĞI): Aksaray’da hububatın geniş bir alana yayılmış olması ile bundan mamul yiyecekler, hayvancılığın gelişmiş olması dolayısıyla da et ve süt mamulleri, ayrıca bağ ve bahçelerden elde edilen sebze ve meyvelerle de mutfak için oldukça zengin malzemeler elde edilmektedir. 1- YUFKA: Yılın belirli aylarında ve yer yer her gün yapıldığı da olur. Uzun süreli yapılan ekmekler için, ölçeği testi olarak bilinen çok testili hamurlar yoğrulur. Ailenin erkekleri, hamurları üzeri temiz bir bezle örtülü olduğu halde çiğnerler. Yoğrulan hamurlar beze denilen küçük parçalara ayrılır. Bunlar düzgün ekmek tahtaları üzerinde, ince, uzun oklavalarla çok ince bir şekilde açılır ve ateş üzerinde bir sacta pişirilir. Pişirme sırasında ekmeğin yanmaması için (pişirgeç) kullanılır. 2- ŞEPE: Küçük ölçüde açılarak pişirilen yufkadır. 3- SIKMA: Şepeden biraz büyükçe açılan ve içine tereyağı, taze çökelek veya peynir konarak meydana getirilen dürümdür. 4- ÇÖREK: Hamurun mayalanarak, geniş kaplar içinde köy fırınlarında pişirilmesiyle yapılır. 5- MAYALI: Yine hamurun mayalanmasıyla küçük bazılar yapılır. Bu bazılar 1-1.5 cm. kalınlığında açılarak saç üzerinde pişirilir. 6- ERİŞTE: Yufka hamur ince uzun bir şekilde kesilerek güneşte kurutulur. Daha sonra kavrulur ve makarna yerine kullanılır. 7- KUSKUS PİLAVI: Yumurta ile un bir kap içerisinde karıştırılır. Daha sonra saçma büyüklüğünde küçük parçalar halinde kurutulur. 8- DOLMA MANTI: Hamur yufka gibi açılır. Baklava dilimi biçiminde büyükçe kesilir. Hazırlanan kıymalı iç içerisine konduktan sonra katlanır. Suda haşlanarak suyu süzülür. Altına sarımsaklı yoğurt, üzerine özel yapılan zer dökülür. 9- KATIKLI AŞ: Bir çeşit yaz yemeğidir. Torbada süzülmüş yoğurt, soğuk bulgur pilavı ile karıştırılarak çorba gibi içilir. 10- PELTE: İnce un ve pekmez belirli bir kıvama kadar kaynatılarak pişirilir. Sonra üzerine tereyağı dökülür. 11- SOĞANLAMA: Soğan doğranır, yağ, kıyma ve salça ile ya da domatesle kavrulur. 12- TARHANA ÇORBASI: Ekşi yoğurt, aşlık, un kaynatıldıktan sonra belirli bir kıvam alır. Bu kıvama yuvarlak ve yassı şekil verilir ve sonra kurutulur. Artık tarhana elde edilmiş olur. Bunu pişirmek için ise bir akşam önce ılık suda bekletilerek kabartılır. Daha sonra suyla pişirilerek üzerine nane ve yağ dökülür. 13- SARIĞI BURMA (KATMER): İnce un, yumurta ve yoğurt iyice yoğrulur. İnce yufkalar halinde açılır ve hamur bir sini veya büyükçe bir tepsi üzerinde katmerli bir biçimde dıştan içe doğru yerleştirilir. Üzerine yağ ilave edilerek kızartılır. Soğuduktan sonra kestirme dökülür. 14- HÖŞMERİM: Genellikle köylülerin yaylada oldukları zaman yapılır. Tereyağ eritilir, içerisine un atılarak ateş üzerinde, un tanecikler haline gelinceye kadar bir müddet karıştırılır ve soğumadan yenir. 15- SAC BÖREĞİ: Şepe halinde açılan hamur, içerisine kıyma, yumurta peynir, sebze konarak ortadan ikiye katlanır. Sac üzerinde pişirildikten sonra yağlanarak yenir. 16- BAMYA ÇORBASI: Malzemeleri: 250 gr. bamya, 200 gr. et, 1 adet soğan, 1 domates, 1 yemek kaşığı salça, 1 limon. Hazırlanışı: Bamya sıcak suda 15 dakika kaynatılarak, limon tuzlu su ile haşlanır. Tencere içine yağ ile bir adet soğan ve et ilave edilerek soğan kızarıncaya kadar pişirilir. Rendelenmiş domates ile bir kaşık salça ilave edilerek yemek kaynamaya bırakılır, limon ilave edilir. Hazırlanan bamya yemeğe ilave edilerek servis yapılır. 17- YOĞURT ÇORBASI: Hazırlanışı: Yoğurt, su ile karıştırılarak içine pirinç ilave edilir, ocakta kısık ateşte belirli bir kıvama gelinceye kadar pişirilir. Ayrıca bir kapta tereyağı kızarıncaya kadar ısıtılır. Yağ et suyu ve kırmızı biber ilave edilir sos halinde çorba üzerine dökülür. Sıcak servis yapılır. 18- ARABAŞI: Malzemeleri: 1 litre su, 3 kahve fincanı un, 100 gram tereyağı ve tuz. Hazırlanışı: 1 litre su, 3 kahve fincanı un, 100 gram tereyağı ve tuz iyice karıştırılır. Sonra ocakta kaynamaya bırakılır. Kaynayan lapa yayvan bir tepsi içine 3 cm. kalınlıkta olacak şekilde düzgünce yayılır. Baklava dilimi şeklinde kesilerek soğutulur Haşlanmış tavuk veya hindi göğsü, tereyağlı bir kahve fincanı un ile beraber kavrulur. Kaynatılmış 1 litre tavuk suyu içine yapılan sos ilave edilir. Soğutulmuş un lapası kaşıkla alınır, soslu tavuk suyuna batırılarak servis yapılır. 19- KALBURABASTI: Hazırlanışı: 1 su bardağı sıvı yağ, margarin ve yoğurt, yeterince un karıştırılır, mayalanır. Yapılan hamur kulak memesi büyüklüğünde hazırlanır, rende ile tel süzgeçten geçirilir, üzerine rendelenmiş ceviz konularak kapatılır. Kapatılan kısım alta gelecek şekilde tepsiye dizilir, kısık ateşte veya fırında pişirilir. Yapılan tatlı için hazırlanan şerbet tatlının üzerine dökülerek servis yapılır. 20- KAYGANA: Malzemeleri: 6 yumurta porselen kapta çırpılır. Hazırlanan un ilave edilir, tekrar çırpılır. Tavada hazırlanan yağ hafif kızarınca hazırlanan yumurta un karışımı malzeme yağ üzerine ilave edilerek kısık ateşte çevrilerek pişirilir. Servis yapılır. 21- ÇİĞLEME: Malzemeleri: 500 gr. un, 2 bardak su, 250 gr. taze kaymak ve tuz. Hazırlanışı: Hazırlanan un ile su hamur haline getirilir. 15 dakika dinlenen hamur merdane ile küçük yuvarlak şeklinde açılır. Arasında bir tatlı kaşığı kaymak ilave edilip kapatılır. Teflon tavada kısık ateşte çevrilerek pişirilir. Tekrar üzerine kaymak ilave edilerek servis yapılır.