Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Sultan Sazlığı Kuş Cenneti

    SULTAN SAZLIĞI Sultansazlığı Tabiatı Koruma Alanı, Kayseri İli Yeşilhisar, Develi ve Yahyalı ilçesi üçgeninde bulunmakta olup, tamamen düz kapalı bir havzadır. Sultansazlığı Ülkemizin sahip olduğu 7 önemli sulak alandan biridir. Yahyalı ilçesine 24 km., Yeşilhisar ilçesine 18 km., Develi ilçesine 35 km., Kayseri’ye 90 km. uzaklıktadır. Sahanın genel alanı 17.200 ha. olup, en büyük göl 3.650 hektarlık tuzlu su ekosistemine sahip Yay gölüdür. 5.200 ha. alanı ise tatlı su ekosistemine sahip sazlık alan olup, geriye kalan 8.350 ha. ise otluk alandır. Sultansazlığı, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu'nun 3'üncü maddesine istinaden 21.04.1988 tarihinde "Tabiatı Koruma Alanı" ilan edilmiştir. A kategorisinde bir doğal yaşam alanı olan Sultansazlığı bu niteliğinden dolayı uluslararası RAMSAR Sözleşmesi kapsamına alınan birkaç önemli sulak alan arasında yer almıştır. Sultansazlığının belli başlı kuş göç yolları üzerinde bulunması, tatlı su ve tuzlusu ekosistemlerine sahip bulunuşu ile çok sayıda su kuşunun barınma, beslenme, üreme ve göç esnasında uğrama gibi ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Bu doğal yapısı 295 kuş türünün yaşamasına sebep olmaktadır. Kuş türlerinden bazıları akpelikan, küçükkarabatak, dikkuyruk, kılıçgaga, turna, karasumru ve flamingolardır. Bu kuş türlerinden 90'ı yerleşik olup, geri kalanının göç esnasında ve yavrulama döneminde geldiği gözlenmiştir. Orman Bakanlığı tarafından başlatılan ve Dünya Bankası’nın destek verdiği GEF-2 projesi ile Türkiye’de bulunan 4 ana “Biyocoğrafik Zonu” temsil eden Sultansazlığı Kuş Cenneti, Köprülü Kanyon, Camili Ormanı ve Longos Ormanı, diğer doğal kaynaklara örnek olacak şekilde korunacaktır.
  2. _asi_

    Erciyes'te Kış Turizmi

    ERCİYES DAĞI KIŞ TURİZMİ Kayseri İl merkezine 25 km uzaklıktaki Erciyes dağının 1800 ile 3 bin metre arası yükseklikleri dağ ve kış turizmi açısından önem arz etmektedir. Erciyes Kayak Merkezi, 19 Nisan 1989 tarih ve 20144 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 23 Mart 1989 tarih ve 89/13900 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile “Erciyes Kış Sporları Turizm Merkezi” olarak ilan edilmiştir. Erciyes Kış Sporları Turizm Merkezinin sağlıklı bir şekilde geliştirilmesi amacıyla altyapı ve üstyapı eksikliklerinin giderilmesi gerekmektedir. Kayak mevsimi 1 Kasım-1 Mayıs tarihleri arasında beş aylık oldukça uzun bir süreyi kapsamaktadır. Kar kalitesi iyidir. Kayak pistleri yüzde 30-10 arasında değişiklik gösteren eğime sahiptir. Çeşitli disiplinlerde kayak yarışmalarına imkan tanımaktadır. Halihazırda, kayak merkezinde, kayak pisti bitiminde Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından kiraya verilen 3 yldızlı Dedeman Oteli (106 yatak), Özel ACE Pansiyon (20 yatak) ile 3 yıldızlı Erciyes Grand Eras Oteli (110 yatak), Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün (120 yatak), Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın (satıldı-98 yatak), Silahlı Kuvvetler’in (42 yatak), Posta-Telgraf İşletmesi Genel Müdürlüğü'nün (60 yatak), Karayolları Genel Müdürlüğü’nün (satıldı-96 yatak) ve DSİ Genel Müdürlüğü'nün (satıldı-207 yatak) tesisleri bulunmaktadır. Günübirlik tesis olarak Hisarcık Belediyesinin yaptırmış olduğu kafeterya hizmet vermektedir. Ayrıca kayak pisti yakınında, 30.00 metre uzunluğunda 1250 kişi/saat kapasiteli telesiyej, 1500’er metre uzunluğunda 2 teleski ve 3 adet baby-lift mevcuttur. Pistin ilk 1500 metrelik bölümü gece kayağı amacıyla ışıklandırılmıştır. Erciyes Kış Sporları Turizm Merkezi, 1993 yılında Turizm Bakanlığınca onaylanan imar planında üç gelişme bölgesine ayrılmıştır. Birinci ve üçüncü gelişme bölgelerinde Kültür veTurizm Bakanlığınca turizm amaçlı yatırım yapmak üzere parsel tahsisi yapılmıştır. Kamuya ait tesislerden Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, DSİ Genel Müdürlüğü ve Karayolları Genel Müdürlüğüne ait tesisler arsa, bina ve müştemilatları ile birlikte (demirbaşları hariç) “satış” yöntemiyle Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirilmiştir.
  3. _asi_

    Erciyes Dağı

    ERCİYES DAĞI .916 metre yüksekliğe sahip Erciyes Dağı, bulutları delen zirvesi, tepesinden eksik olmayan karı ve insana ilahi duygular sunan azametiyle, Kayseri’nin sembolüdür. Sönmüş bir “küme volkan” olan dağın, volkanik patlamaları günümüzden 30 milyon yıl önce başlamış. Erciyesden çıkan küller, rüzgarla kilometrelerce uzaklara taşınmış ve Hasan Dağı ile birlikte, Nevşehir, Ürgüp etrafındaki peri bacalarını oluşturmuş, Yüksek kısımları her mevsim karla kaplı olan Erciyes’in kuzeyinde bir kilometre uzunluğunda bir dağ buzulu vardır. Ayrıca dağın doruğunda bulunan Bizans rahiplerinin inzivaya çekildiği mağaralar, aynı zamanda kötü hava koşullarında dağcılar için de birer sığınaktır. Dağcılık ve Kış Sporları alanında Türkiye’nin belli başlı merkezlerinden biri olan Erciyes, Kayseri’nin 30 Km. Güneyinde yer almaktadır. Erciyes kayak pisti dünyanın en iyi kayak pistlerinden birisidir. Türkiye’nin en yüksek dağlarından olan Erciyes, Kayseri İli’nin güneybatısında tek bir kütle durumunda yükselmektedir. Erciyes’in doruğu genel görünümü ile bir kubbeyi andırmaktadır. Dağın sel yatakları ile derin biçimde yarılmış, yer yer üst üste kubbelerden ve sırtlardan oluşmuş doruklarında, kabaca doğu-batı doğrultulu bir sağrı uzanmakta ve bu sağrı üzerinde iki tepe bulunmaktadır. Bunlardan biri olan 3917 m. yükseklikteki Büyük Erciyes, aynı zamanda dağın doruğunu oluşturur. İkinci tepeyse bunun batısında yer alan Safrakaya tepesi ya da Küçük Erciyes’tir (2700 m.). Erciyes Dağı’nın kuzey yamaçlarında, yükseklikleri 2200 ile 2700 m. arasında değişen birçok volkan tepesi sıralanmıştır. Bunların başlıcaları Belaşma, Yılbat, Karasığır, Lifos, Kepez ve Kefelik tepeleridir. Yine dağın bu kesimlerinde, lav akıntılarıyla oluşmuş birtakım kaya yığıntı alanları vardır. Sözkonusu yığıntılar, Peri kartını ve Selim kartını adıyla anılmaktadır. Erciyes dağı kütlesinin doğusunda yükseklikleri 1200-1700 m. arasında değişen başka volkan tepeleri yayılmıştır. Çarıktepe, Arkatepe, Un tepesi, Büyük Kızıltepe, Küçük Kızıltepe gibi kabartıların yer aldığı bu bölgede, asıl kütleden görece ayrı olan iki volkanik dağ daha vardır. Bunlar Ali Dağı (1871 m.) ve Yılanlıdağ’dır (1640 m.). Dağın güney ve batı yamaçlarında da Üçtepe, Evliya Dağı, Uçukdağ, Kırmızıtepe, Göktepe, Bozdağ, At Tepesi, Şeyharslan, Beşparmak, Karasivri, Karnıyarık gibi kartınlar ve tepeler sıralanmıştır. Erciyes Dağı’nın doğusunda yer alan ve dağdan Tekir Yaylası ile ayrılan Koç Dağı ise 2700 m. yüksekliktedir. Erciyes, III. Zaman ortalarından başlayarak çeşitli dönemlerde etkinlik gösteren, lav ve tüf püskürten eski bir yanardağdır. Bu özelliği ile Erciyes Dağı türlü yaştaki volkanlardan oluşmuş bir küme volkan olarak nitelendirilmektedir. Toros orojenez kuşağı ile İç Anadolu masifleri arasındaki alanda, püskürmelerle ortaya çıkan kuzeydoğu-güneybatı doğrultulu dağların en önemlisi olan Erciyes, özellikle pontiyen, pliyosen ve pleistosendeki yanardağ püskürmeleri sonucu bir stratovolkan (tabakalı volkan) olarak yükselmiştir. Erciyes Dağı’nda bugünkü ana volkan konisi, bazaltlı lavlarla oluşan eski volkan temelinin, daha sonra kıvamlı andezit lavlarının püskürmesi sırasında iç basınç sonucu parçalanmasıyla açılan çukurda oluşmuştur. Ana doruğun doğusunda, dağı bir yay biçiminde çeviren Koç Dağı’nın eski volkanın kalıntısı olduğu sanılmaktadır. Bu arada dağın püskürmeleri sırasında ortaya çıkan lav, tüf, dışık (cüruf) ve lapilliler (yanardağ çakılı) yaklaşık 100 km. uzaklığa dek yayılmış ve bu volkanik malzemeler, Erciyes Dağı’nın çevresindeki tepe ve platoların buğünkü yapısını belirlemiştir. Erciyes Dağı üzerinde IV. Zaman’da oluşan buzullar ise aşındırma yoluyla dağın yüksek kesiminde geniş ve derin sirkler (buz yalakları) ortaya çıkarmıştır. Dağda, 3000-3500 m. arası yükselti kuşağında yer alan bu 8 buz yalağından birinin geniş bölümünde bir buzul bulunmaktadır. Boyu 700 m, eni ise yaklaşık 200 m. olan bu buzulun kalınlığı 20 ile 50 m. arasında değişmektedir. Bu buzul devrinden sonra da Erciyes’te yeniden yanmalar belirmiş, bu dönemdeki püskürmeler sınırlı ve daha küçük ölçüde, dağın kenarlarındaki yarıklardan, çoğu kiremit renkli cüruflar püskürtülmüş, böylece Büyük Kızıltepe, Küçük Kızıltepe gibi nisbeten ufak çapta koniler oluşmuştur. Böyle küçük püskürmeler günümüzden 2000 yıl öncesine kadar da görülmüş olmalı ki, Miladın başlarında coğrafyacı Strabo, eserinde Kayseri şehri yakınındaki ateş çukurlarından geceleyin fışkırdığı görülen alevlerden söz etmiştir. Bu Erciyes’in son faaliyeti olmuştur. Günümüzde Erciyes, sönmüş bir genç volkan dağı olarak, 3916 m. yüksekliği, heybetli görünüşü, 1100 km2yi geçen alanı, çevresine canlılık veren varlığı ile bölgenin bir tabiat zenginliğidir. Erciyes’in yer aldığı bölgenin doğal bitki örtüsü bozkırdır. Ancak, bu bölgenin kimi kesimlerinde yer yer çalılıklar ve nemli yerlerde meyve, kavak ve söğüt ağaçları da görülmektedir. Erciyes’te 1500-1600 metreye dek çıkan bozkır bitki örtüsü, yerini daha sonra 2500 metreye ulaşabilen dağ bitkilerine bırakır. Erciyes’in bundan sonraki yüksekliklerinde ise yüksek dağ bitkileri yer almıştır. Erciyes Dağı çevresi, eski dönemlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olma niteliğini korumuştur. Nitekim Kayseri İl Merkezi bu dağın eteğine yakın bir bölgede kurulmuştur. İlin önemli yerleşme merkezlerinden Develi ilçesi ise dağın güney eteklerinde yer almaktadır. Erciyes’in yüksek kesimindeki başlıca yol, Tekir yaylası üzerinden geçen Kayseri -Develi yoludur. Öte yandan Erciyes, il halkı için önemli bir dinlenme yeri oluşturmaktadır. Özellikle kuzey yamaçları, 1500-1600 metreye kadar bağ ve bahçelerle doludur. Türkiye’nin üçüncü Ortaanadolu’nun en yüksek dağı olan Erciyes, uluslararası kış sporları merkezi konumundadır. Kayak ve dağcılık için son derece elverişli pist ve kulvarların yer aldığı Erciyes’te son yıllarda yapılan çalışmalarla modern konaklama yerleri inşa edilmiştir. 24 saat hizmet veren tesislerin yanısıra ulaşım için yollar sürekli açık tutulmaktadır. Kayseri İl merkezine 25 km uzaklıktaki Erciyes dağının 1800 ile 3 bin metre arası yükseklikleri dağ ve kış turizmi açısından önem arz etmektedir. Uludağ ve Palandöken Kayak Merkezlerine rakip olabilecek bir potansiyele sahip olan Erciyes Kış Sporları Turizm Merkezi; 19 Nisan 1989 tarih ve 20144 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 23 Mart 1989 tarih ve 89/13900 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile uluslar arası kayak merkezi olarak ilan edilmiştir. Kayak mevsimi 1 Kasım-1 Mayıs tarihleri arasında beş aylık oldukça uzun bir süreyi kapsamaktadır. Kar kalitesi iyidir. Kayak pistleri yüzde 30-10 arasında değişiklik gösteren eğime sahiptir. Çeşitli disiplinlerde kayak yarışmalarına imkan tanımaktadır. Halihazırda, kayak merkezinde, kayak pisti bitiminde Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından kiraya verilen 3 Yıldızlı Dedeman Oteli (106 yatak) ve Özel ACE Pansiyon (20 yatak), Grand Eras Erciyes Oteli (130 yatak) ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün (120 yatak), Bayındırlık ve İskan Bakanlığı (98 yatak), Silahlı Kuvvetler (42 yatak), Posta-Telgraf İşletmesi Genel Müdürlüğü (60 yatak), Karayolları Genel Müdürlüğü’nün (96 yatak) ve DSİ Genel Müdürlüğü'nün (207 yatak) dinlenme tesisleri bulunmaktadır. Günübirlik tesis olarak Hisarcık Belediyesinin yaptırmış olduğu kafeterya hizmet vermektedir. Ayrıca kayak pisti yakınında, 3000 metre uzunluğunda 1250 kişi/saat kapasiteli telesiyej, 1500’er metre uzunluğunda 2 teleski ve 3 adet baby-lift mevcuttur. Erciyes dağcılık ve buzul tırmanışları yanısıra, yaz aylarında tracking parkuru olarak da kullanılmaktadır. Son yıllarda geleneksel hale dönüştürülen Kar Taneleri Şenlikleri’yle müzik, eğlence ve sporun bir araya getirildiği Erciyes, doğal ortamlarda yaşayan yaban atlarıyla da ünlüdür. Kayak pistinin de yer aldığı Tekir Yaylası, kışın olduğu kadar, yazın da inanılmaz güzellikteki doğal yapısıyla ilgi çekmekte, piknik alanı olarak da hizmet vermektedir. Tekir Yaylası ve çevresinde yaz aylarında kurulan yaylalar ve yörede elde edilen Tekir balı yine Erciyes’in vazgeçilmez güzellikleri arasında yer almaktadır. Ulaşımın son derece rahat olduğu Erciyes, güzelliklerini ziyaretçilerle her mevsim paylaşmaktadır.
  4. _asi_

    Kayseri- geleneksel el sanatları

    EL SANATLARI Kayseri’de el sanatları son derecede gelişmiş olup çeşit zenginliğine de sahiplir. Bunlar; halıcılık, kilimcilik, taş işlemeciliği, ahşap oymacılığı, demircilik ve kadınların yaptıkları dantel, işleme, makrame, mekik oyaları, iğne oyaları gibi işlerdir. HALICILIK Kayseri ve çevresinde dokunan halılar, Türk halı sanatının önemli bir bölümünü oluşturur. Kayseri halıları, Bünyan ve Yahyalı halıları olarak iki bölümde karşımıza çıkmaktadır. Bu halılar, incelikleri yanında geleneksel motiflerin sürdürülmesi açısından da halı dokuma sanatının gelişimini belgeleyen eserlerdir. Bünyan halısının çözgüsü pamuk olup, dokusu yün ve floştur. Yaygın olarak doğal renkler, beyaz, siyah, gri, mor renkler kullanılır. Zeminler kırmızı, mavi ve lacivert tonlarındadır. Minder, yastık, taban, sedir halıları olarak boylarına göre sınıflandırılır. Yahyalı halılarını Bünyan halılarından ayıran en önemli özellik hem çözgüsünün hem de dokuma ipinin yün olmasıdır. Geometrik motifler ve çiçek motiflerinin kullanılması, iplerin tamamen kök boya ile renklendirilmesi de Yahyalı halılarının ayı bir özelliğidir. Yahyalı halıları desen özelliklerine göre, kemerli, göbekli, mihraplı, dabazlı ve iç göbek olarak sınıflandırılır. Bordürler 3 veya 4 olabilir. Geometrik motiflerin kullanıldığı Yahyalı halılarına ait desenlerin 16.yy. başlarına kadar dayandiğı anlaşılmaktadır. Kullanıldıkça değerleri artan Kayseri halıları çok yaygın olarak dokunmaktadır. KİLİMCİLİK Kayseri yöresi kilimleri, Anadolu’da dokunan kilimlerin bir çoğu ile aynı özellikleri taşımakla birlikte, kendine has bir yapıya sahiptir. Kullanılan motifler; çinide, mermerde, oymacılıkta hatta tezhipte kullanılan motiflerle benzerik gösterir. Kilimde kullanılan dokuma tel gereği olarak motifler, köşeli geometrik biçime dönüşmüştür. Diğer yöre kilimlerine bakıldığında dokuyan kişilerin sabır ve yeteneklerine hayran kalmamak mümkün değildir. Yaygı, perde ve çuval olmak üzere dokunan kilimler daha sonra kullandıkları yere göre isimlendirilirler. Kayseri yöresinin ünlü Sarız ve Yahyalı kilimleri kendine has özellikleriyle, Çubuklu, İbikli, Papatyalı, Nalçalı, Sandıklı, Kırkbudak, Kalaycı, Yusuflar, Yörük ve Avşar kilimleri olarak adlandırılırlar. SOĞANLI BEBEKLERİ Turistik süs eşyası olarak tahta çubuk ve kumaştan yapılmıştır. Köy halkının geçim kaynağı olan Soğanlı Bebekleri, pul ve payetlerle renklendirilmiştir. Kumaştan yapılan bebekler tamamen yörenin özelliğini taşımaktadır.
  5. _asi_

    Kayseri-halk oyunları

    OYUNLAR FOLKLOR MAHALLİ GELENEKLER Kayseri'de folklor oldukça renkli bir özelliğe sahiptir. Şehir içerisindeki mahalli yaşama biçimi, kazalarda değişiktir. Özellikle, her kazada da bir başka görünüm ortaya koyar. Buna rağmen, belli motiflerde birleştikleri tarafları da vardır. Bunlar düğünlerde davul - zurna yanında, artık köylere kadar saz ekiplerinin gitmesi, düğün geleneklerinin değişmeyen bazı kurallarını her yerde aynı şekilde icra etmesi, ölümlerde beraberlik ve acıya ortak olma tavrı gibi. Kayseri'de eskiden şehir içerisinde önemli bir oyun vardı: Taş dövüşü. Bu, şehirleşmenin getirdiği nüfus artışı yüzünden, önemini kaybetti. Günümüzde, mahalli özellik taşıyan belli başlı gelenekler daha çok idi günlerde görülür: Kayseri'de evlendirme ciddi bir mesele olarak ele alınır. ve özellikle görücü usul hakimdir. Evlenmeye karar verilince de,''Düzen'' ve ''Takı'' önem kazanır. Takıyı kıza erkek tarafı ziynet eşyası olarak yapar. Durumu iyi olanlar bunu fişeklik takabilir. 120'ye kadar varan, gremise ya da 2.5'luk tabir edilen altın takarlar. Bunu yapamayanlar zincir ve burma bilezik, ya da kesme bilezik alırlar. İnci ve alyans da ziyneti tamamlayan diğer çeşitlerdir. Düzeni de aynı şekilde erkek tarafı alır. Bu da gelinin giyeceği çeşitli iç ve dış çamaşırlarıdır. Kız tarafı ise, sandık içi, ev eşyası, mobilya, halı-kilim gibi diğer eşyayı hazırlar. Çeyizin evden alınmasına ''Kalın' denir. Düğünler sazlı, sözlü olduğu gibi salonlarda da yapılır. Günümüzde salon düğünü giderek yaygınlaşmaktadır. Bu adetler kaza ve köylerde de değişik şekillerde icra edilir. Pınarbaşı'nın bir kesimi hariç, pek başlık alınmaz. Köy düğünlerinde Davul-Zuma önem taşır. Çeşitli oyunlar oynanır. Sinsin, deve oyunu, halay bunların en önemlileridir. Şehirlerde düğün sonrası Kız arkası, köylerde gelin el öpmeleri önemli bir kuraldır. Köylerde daha çok kış geceleri oda oturmaları olur. Henüz televizyonun girmediği yörelerde bu gelenek etkinliğini orumaktadır. Televizyon ise, önemli ölçüde bu geleneği etkilemiştir. Oturma odalarında çeşitli Halk Hikayeleri anlatıldığı gibi, değişik oyunlarda oynanır. Yüzük bunların en önemlisidir. 9 fincan altına saklanan bir yüzüğün bulunması şeklinde sergilenen oyunda, yüzüğü bulamayan çeşitli şekillerde cezalandırılır. Halıcılık yaygın olduğu için genç kızlar kadınlar boş zamanlarını hep halı tezgahı başında geçirirler. Bu da, türküleri ve manileri hem yaygınlaştırmakta hem de zenginleştirmektedir. HALK OYUNLARI Şehir merkezinde halay pek yaygın değildir. Ancak kaza ve köylerden gelip yerleşenler kendi çevrelerindeki bu geleceği şehirde sürdürürler. Şehrin yerli halkı daha çok çalgı eşliğinde tek ya da ikili veya çok kişiyle oyunlar oynar. Sarız tarafında ağırlama, Pınarbaşı tarafında Şeşin, önemli yer tutar. Bunun dışında, her çevrenin kendine göre bir oyun tarzı vardır. Halayı çoğunlukla kadın ve erkekler ayrı yerlerde oynarlar. Kadınlar defle, erkekler davul- zurma İle bunları icra ederler. Pınarbaşı geleneğine bağlı olarak kadınlı erkekli ki (bunlar daha çok bekarlardan oluşur.) çeşitli oyunlar oynanmaktadır. Kayseri, folklor bakımından zengin örneklere sahiptir. Bunlardan çevrede oynanan değişik oyunları burada anlatalım. SİNSİN OYUNU Meydanda yakılan bir ateş etrafına erkekler büyük halka oluştururlar .Bilahare ortaya çıkan iki kişiden birisi diğerini kovalar. Ateş üzerinden atlanır ve grup içerisine girip kişi kimi tutarsa, o bu defa tutan kişiyi kovalayan oyuncunun peşine düşer. Davul – zurna eşliğinde daha çok düğünlerde oynanır. YUMRUK OYUNU Düğün meydanında toplanan erkekler geniş bir daire oluştururlar. Ortaya bir kişi çıkar. Bir başka kişi de ona yumrukla vurmak üzere çıkar, perdah yaparak sırtına ya da koluna yumruk vurur. Yumruğu yiyen kişi kenara çekilerek bu defa ortaya başka kişi gelir. Önceki gence yumruk yumruğu vuran gence aynı şekilde yumrukla vurur. Oyun davul zurma eşliğinde oynanır. MENDİL OYUNU Kadınların tef eşliğinde ellerinde mendille oynadıkları bir orta oyunudur. Kadınlar bu oyunu düğünlerde oynarlar. Erkekler tarafından oynanan Mendil oyunu ise, daha değişiktir. Erkekler, bu mendili kıvırıp sopa haline getirdikten sonra, ellerindeki yüzüğü gurupta oturan erkekler elinde dolaştırırlar.Yüzük, birisinin eline saklanır ve sonra sırasıyla bu yüzüğü bilmeleri için oynayanlara sorulur. Bilmeyene mendille ellerine vurulur. SERÇE OYUNU Bu oyun ekip içerisinde tek başına oynanır. Oyunu gerçekleştirecek oyuncu ortaya gelir elindeki mendili oynarken yere bırakır ve bunu davul - zurna eşliğinde diz çökerek ağzıyla yerden alır. Özellikle eşine yaptığı kurlar bu oyunun temel figürlerini oluşturur. Hareketli ve heyecanlı bir oyundur. EMİNEM OYUNU Kadınların Türküsünü karşılıklı söyleyerek oynadıkları halay türü ya da karşılıklı guruplar halinde oynanan bir oyundur. Bu oyunu Erkekler de davul - zurna eşliğinde hareketli bir biçimde oynarlar. TURNAM: Bir temsili oyundur. Kadınlar defle oynarlar. Bu oyun davul - zurna eşliğinde de oynanır. ÜKALİCE POTİNLİ GELİN Erkeklerin davul- zurna eşliğinde oynadıkları hareketli bir oyundur. Bu oyunda aynı adı taşıyan türkü söylenir. Halay iki gurup arasında ileri – geri figürler halinde devam eder. ÖTEYÜZ OYUNU Erkeklerin halay şeklinde oynadıkları hareketli bir oyundur. Davul - zurna eşliğinde oynanır. Son zamanlarda bunu çalgıyla da oynayan ekipler olmuştur.
  6. _asi_

    kayseri gelenek ve görenekleri

    KAYSERİ GELENEK VE GÖRENEKLERİ Kayseri Düğün Adetleri 1- Görücü Evlenme çağına gelmiş genç erkeğin ebeveyni aralarında anlaşıp, oğullarını evlendirmeye karar verirler. Bir erkeğin evlenebilmesi için askerliğini yapmış olması ilk şarttır. Çünkü askere gidip de dönmemek var. Şimdi bile askerliğini yapmış olanlar daha kolay kız bulabilirler. Kızı olan bir aile, kızlarının şehirden ayrılmaması için damat adaylarından talebeliğini bitirmiş olmalarını ve daimi mukim, iş güç sahibi olmalarını isterler. Bu şartlarda olmayıp ta evlenmek isteyen gençler, ailelerine olgun ve ağırbaşlı görünmek istemelerine rağmen, yine de bu dileklerini ebeveynlerine ima ederler. ''Başımı alıp gideceğim'', ''bıktım bu yalnızlıktan'' gibi... Kayserili 30 - 40 yıl önce, modern, şehircilik başlamadan kaldırımlı dar sokakları olan mahallelerde ''hayat'' tabir edilen uzun avlulu genellikle tek katlı evlerde otururlardı Evlenebilecek yaşta kızı olan her kız evi, sabah erkenden hayatı süpürür, dış kapının önünü, kaldırımları yıkar, O evde kız olduğu hemen anlaşılırdı, şimdi ise büyük apartman dairelerinde böyle belirtiler bulundurmak mümkün değil. Zaten gerek de kalmadı. Çünkü kadınlar artık eskisi kadar dışarıya kapalı ve erkeklerle ilişkisiz değil. Kız evi gelecek görücülere iyi ve temiz görünmeye çalışır Oğlan evi görücüleri ki bunlar: anne, anneanne, babaanne, abla olur, sabahın sekizinden itibaren dünür gezmeye başlarlar, Önünü temiz buldukları kapıyı çalarlar. Kapıyı kız anası açar. Hiç bir şey sormadan misafirleri buyur eder. Ya da görücüler ''misafir alır mısınız?'' diye sorarlar Görücüler döşenmiş temiz odaya alınır. Biraz sonra görücülerin en yaşlısı 'hanım kızımızı görelim'' der, Kız temiz giyimiyle gelir, hiç bir şey söylemeden misafirlerin elini öpüp çıkar. Daha sonra yine en yaşlı misafir su ister. Suyu kız getirir. Misafir suyu ağır ağır içerken, bir kenarda başı önünde ayakta duran kız, baştan ayağa süzülür. Su içildikten hemen sonra başka bir şey ikram edilmeden misafirler gider. Giderken mahalledeki diğer kızların evlerini sorarlar, ev sahibi de tek tek tarif eder. Görücüler gördükleri kızlardan beğendikleri birini almaya karar verirler. Diğer yakın akrabalar da gidip kızı görürler. Hepsi de beğendikten sonra kız ve ailesi hakkında araştırma yapılır. Bu araştırmada namus, iffet. mali durum ve irsi bir hastalık olup olmaması ilk planda gelir. Kızı almak için bir engel görülmezse nadiren kız, oğlana bir fırsat kollanarak gösterilir, Oğlan şiddetle karşı çıkmadığı sürece bu işten pek vazgeçilmez, Zaten erkeklerin çoğu da annelerinin buldukları kıza razıdırlar. Kızı beğendikten sonar, kız evine giderek, Görücü; ''kızınızı beğendik, Allah'ın emri, Peygamber in kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz, Bizim lakabımız, adımız soyadımız şudur. Oğlumuz şu işi yapar, işyeri şurdadır, evimiz şurdadır'' der. Eğer varsa oğlanın Kartviziti ile fotoğrafını da bırakır, Kızın annesi "bize on-on beş gün müsaade edin bakalım'' der Bundan sonra araştırma sır kız evine gelir. Kızın çok yakınları damat adayını araştırmaya başlarlar. Yine araştırılanların başında, namusluluk, mali durum ve irsi hastalık gelir. Her iki taraf da mali durumlarının birbirine çok yakın olmasına dikkat ederler. Her şey mükemmel bile olsa, bir taraf bir taraftan biraz fazlaca zengin ya da fakir ise, ''uyuşamayız, dengimiz değil'' denilip vazgeçilir. Araştırma sırasında, oğlanın kızı nadiren görebilmesine mukabil, kızın oğlanı görmesi hemen hemen hiç mümkün değildir. Kızın erkek akrabalarının çoğu oğlanı belli etmeden görürler. Hatta kızlarının ilerde rahat etmesi, dayak yememesi için, oğlanı herhangi bir konuda kızdırıp, sinirlilik halini kontrol ederler. Gece hayatına, içkiye, namaza olan alışkanlıklar da önemle göz önüne alınır. Bu araştırmalardan dolayı, evlenecek erkekler, bu devrelerde temkinli olurlar. Sinirli olmamaya giyime ve bilhassa cemaatle namaza özen gösterirler. Kız evi, alınan müddetin son günü, yakın akrabalarıyla genel bir istişare yaparlar. Müspet ayda menfi cevap kız anasına tembih edilir. Ertesi gün oğlan evi kadınları kız evine gelerek ''nasıl oldu, dünürümüzü gönderelim mi?'' diye sorarlar. Kız evinin cevabı müspetse, kız anası ''Allah yazmış, ne diyelim'' beyanında cevaplar verir. Cevap menfi ise ''kızımız küçük, kusura bakmayın'' der. Kız yaşlı ve evde kalmış bile olsa, bu cevap reddetme klişesidir. Görücülerin bu gelişinde de kız görünmez. Hatta şerbete kadar oğlan evinden kimseye görünmemeye çalışır. Kız oğlan evi mensuplarınca görülürse, oğlan evi bunu uğursuzluk addeder. 2- Söz Kesmek Kahve Almak Kadınlar kendi aralarında anlaştıktan sonra, işe kesinlik kazandırmak için, oğlanın babası, amcası ve bir - iki yakın akrabası hemen ertesi gün kızın babasının işyerine, işyeri yoksa ya da müsait değilse, akşam evine giderler. Kız babası misafirlere oldukça rağbet gösterir, ikramda bulunmak için birçok şey teklif eder. Fakat misafirler ille de kahve içmek isterler. Kızın babasının babası, yoksa annesinin babası hayatta iseler bu bulunmazlar. Kız babası kahveyi dedenin (varsa önce baba tarafı, yoksa anne tarafı dedenin) vermesi için misafirlere çay, meyve gibi ikramlarda bulunur. Misafirler de dedenin varlığını bildikleri için, kahve içmekte fazla ısrar etmezler. Fakat her iki dede de hayatta yoksa, kız babasından kahveyi almadan, yani kahve içmeden gitmezler. Dede varsa hemen ertesi gün yine oğlanın babası, amcası, dayısı, dedeye giderler. Çok önceleri, yanlarına bir de imam ve her iki tarafın tanıdığı, saygınlığı olan birini daha alırlarmış. Dededen yine kahveyi isterler, dede de ısrar etmelerini bekler, böylece güya kızı ağıra satmış olur, Misafirler kahveyi içmeye muvaffak olunca kızı resmen kendilerine bağlamış, söz kesmiş olurlar. Kahveler içildikten hemen sonra varsa imam yoksa bulunanların en yaşlısı Kuran okur, dua eder. Diğer ikramlardan sonra büyük kahvenin günü tespit edilir. Bugün; genellikle en yakın cumartesi günü olur. Türkiye'nin hemen her tarafında kız isteyene ''verdim'' demek ayıp sayılır. Örneğin Baraklar ''verdim'' demez ''he'' der(1 ). Birçok bölgede olduğu gibi Kayseri'de de ''kahve'' verilir. Böylece muhatap, olumlu cevap almış olur. 3- Kahve Bu toplantı kız evinde olur. Toplantıya kız ve oğlan evinin uzak-yakın bütün akrabalarıyla, oğlanın arkadaşları katılır. çok kalabalık olur. Kız ve oğlan evi birkaç gün önce akrabalarına haber göndererek ''cumartesi akşamı kahveye buyuracaksınız'' dedirtir. Bu davet yalnız erkekler içindir ve bu davete damat adayı Katılmaz. Oğlan evi cuma veya cumartesi günü öğleden önce gereğinden fazlaca toz şeker ve pastayı, ailenin diğer erkek çocuğuyla, yoksa yakın akrabalardan birinin oğluyla kız evine gönderir. Önceleri kız evi toz şekeri eriterek serbest yapardı. Sonraları toz şekerin yerini hazır meyve suyu, yaş pasta veya rulo pasta aldı, Bu gönderilenlerin arasında kahve yoktur fakat nişanda dağıtılacak olan nişan şekeri vardır, Kız evi hediyeleri getiren çocuğa ya mendil, ya kravat ya da para verir. Akşam namazından sonra bütün davetliler gelmeye başlarlar. ilk önce yaşlılardan başlanarak fincan fincan kahve taşınır. Bundan sonra büyük ve geniş şerbet tepsisi odanın ortasındaki bir sehpanın üzerine konur. Tepsinin içi bardak doludur, üstü bir tülle kapalı, tülün üstünde de bir ipek mendil vardır. Tepsi ortaya gelince bir hafız Kuran okur, çiftlerin mutluluğu için dua eder. Duanın akabinde damat adayının en yakın bekar akrabasından biri tepsiye doğru ilerler, hemen mendili cebine koyar, tülü açıp birine verir. (Bu tül daha sonra sürahiye sarılacaktır). Tepsiyi alıp bir-iki misafire ikram ettikten sonra, kız evine mensup bir gence devreder. Şerbetin ya da meyve suyunun yanında kurabiye, yaş pasta yada rulo pastalarda ikram edilir. Oğlan evi gençleri kız evi mensuplarına farkettirmeden evden bazı eşyaları geri verilmek üzere çalıp damat adayına götürerek bahşiş alırlar. Bunlar; basit bardak, bardak altı, kül tablası olduğu gibi, sedir yastığı, vazo, saksı, sandalye, çerçeve gibi hacimli eşyalar çalmaya muvaffak olanlar da görülebilir. Misafirlere en son şeker ve çikolata ikram edilir. Bu sırada bir sürahi şerbet veya meyve suyuyla doldurularak tüle sarılır, kurdeleye bağlanır. Bu sürahiyi damat adayına veren genç, damat adayı tarafından mükafatlandırılacağı için, sürahi kız evindeyken damat adayının arkadaşları tarafından kapışılır. Misafirler giderken oğlanın babası ve amcası kız evine verilmek üzere, kapıda yolcu edenlerden birine ''kahve parası'' verirler. Verilecek para konusunda daha önce anlaşırlar. Örneğin baba bin Iira vermişse, amca daha az, diyelim beş yüz lira verir.(yıl 1981 ) 4- Dini Nikah Dini nikah önceleri düğün haftası içinde yapılırdı. Bu yüzden nikahları kıyılmamış gençler de, islam dinince birbirlerine haram ve ne mahrem oldukları için genellikle gerdeğe kadar görüşemezlermiş. Fakat bu anlayış gittikçe kaybolarak günümüzde hiç kalmamıştır. Şimdi dini nikah, söz kesimi ve kahveden sonra yapılıyor. Böylece birbirlerinin helallileri sayıldıklarından, aylarca nişanlılık devresi yaşayabiliyorlar, Dini nikah genellikle kız ve oğlan olmadan onların vekilleriyle yapılır. Vekiller genellikle ikişer erkek olur Vekiller kadınsa, bir erkeğe ilk kadın olması lazımdır. Vekillerin aklı başında ve kötülük yapmak istemeyecek, güvenilir insanlar olması gerekir. Nikahın kıyılması esnasında, daha çok oğlanın düşmanları (kızın da olabilir) gerdek gecesinde oğlanı iktidarsız kılmak için sihir ve büyü yaparak oğlanı bağlarlar. Bu bağlanmalar çeşitli yollardan yapılabilir. Duvara veya tavana çivi çakmak, bir ipi düğümlemek, ağzı açık bir i çakı bıçağını kapamak gibi... Bu gibi büyüsel hareketler hep nikah sırasında olacağı için, nikah kıyan hoca herkesin elini dizinin üstünde görmek ister. Nikahın kıyılacağı zaman ve mekan hoca ve vekillerden başka hiç kimseye bildirilmez. Bu gelenek hala devam eder ve nikahlar gizli kıyılır. 5- Düzen 1930-35 yıllarına kadar düzeni kız evi düzermiş, daha doğrusu şerbetlik alırlarmış. Zamanla bu iş oğlan evine kaymış. Düzen düzmek demek, kızın nişan günü ve daha sonra giyeceği elbiselerle. diğer aksesuarı (makyaj malzemesi. ayakkabı. terlik, çanta) almak demektir. Önceleri kıza alınan elbiseler 2-3 katı geçmezken şimdi 10 15 kat elbise alınıyor. O zamanlar bu alışverişe damat adayı iştirak etmezdi ve makyaj malzemesinin yerine de 1-2 kemik tarak alınırdı. Düzene: gelin kız, pek yaşlı olmayan 2 - 3 yakın akrabası, kaynana, kaynata, bir evli, bir bekar kadın ve bazen damat adayı da katılarak öğleden önce gidilir. Akşama kadar çarşıda kalınır. Alınan eşyalar normal olarak şöyledir. Siyah ve bordo kadife elbise, jorjet elbise, altı ipek üstü sırmalı elbise, ''dört etek" elbise, çeşitli desenlerde mevsimlik kumaşlar. Son zamanlarda gündüz ve gece tuvaletleri de alınıyor. Yılan derisinden mamül 2 - 3 çift ayakkabı ve çanta, yazlık ve kışlık terlikler, iç çamaşır, sabahlık takım, kombinezon, pijama, 5 - 1 0 çift çorap ve makyaj malzemesi. Bu eşyalar o gün oğlan evine gelir. Oğlan evi yakınları ertesi gün düzene bakmaya gelirler. Bir iki gün sonra da münasip bir genç eşyaları kız evine götürür. Önceden dikilip hazırlanan mantoyu da beraberinde götüren genç, kız evinden para, mendil veya kravat alır. Baraklarda bu alışveriş kızla beraber bütün akrabalarına çok külfetli bir şekilde olurdu. 6- Resmi Nikah Resmi nikah genellikle belediye nikah salonunda değil, kız evinde yapılır. iki tarafın yakın akrabaları toplanırlar. Nikah memurları bilinen seyir içinde nikahı kıyarlar. Nikah kıyılırken gelin ve güvey birbirlerinin ayaklarına basmaya çalışırlar. Burada erkek daha müsamahakardır. Nikah memurlarına kutu içinde şeker ikram edilerek uğurlanır. Nikah dan sonra, birbirlerine bir kurdele ile bağlanmış olan nişan yüzüklerini iki tarafın sevip saydığı bir erkek, genç çiftlere takar, alkışlarla beraber kurdelayı keser. Daha sonra misafirlerin çoğu gider. Kalanlar gelin ve güveyle fotoğraf çektirirler. Son yıllarda gelin ve güvey nikahtan sonra taksilerle gezdirilmeye başlandı. Ayrıca nişan için de ayrı bir toplantı yapılmadan nikahtan sonra kadınlar arasında nişan yapılıp, oğlan evinin hediyeleri veriliyor. 7- Nişan Önceki sayfalarda ''kahve'' başlığı altında anlatılanlar 30 35 yıl kadar önceleri kadınlar arasında ve ''şerbet" adıyla yapılırdı. Şerbette bir nevi başlık parası olan kızın Mihr-i Muaccel'i ile Mihr-i Mahırı tesbit edilirdi. Kıza takılacak takılar evlenince yine kızla beraber oğlan evine geleceği için. kız evine verilen ve yaygın olan başlık diye anlaşılmamalıdır. Nikah hakkı kadının, boşama hakkı ise erkeğindir. Erkek, kadını boşadığı takdirde Mihr-i Mahır yürürlüğe girer ve erkek kadına tespit edilen miktarda peşin ve taksitle (nafaka) para verir. Önceleri kıza verilen hediye 500 ila 20.000 altın kuruş arasında değişirmiş. Hemen hemen 35 yıllık, hatta daha da fazla bir süredir bu para, beşli diye bilinen Cumhuriyet altını olarak verilmektedir. Son yıllarda da beşlinin yerini gerdanlık, inci, platin veya elmas saatler almaktadır. Nişan kız evinde olur. Kızın bütün akrabaları, oğlan evinin kıza takı takacak ya da para verecek yakınları toplanırlar. Oğlan evinden bir yaşlı kadın ''gelin kızımızı getirin'' der. Gelin kız yanında bir kız arkadaşıyla gelir. Önce oğlan evi konuklarının, sonra kız evi konuklarının ellerini öper, sonra odanın ortasına gelip durur. Kızın yanına evli bir kadın gelir ve hediyeler takılmaya başlanır. ilkönce kaynananın hediyeleri takılır, Kaynana, altınları kızın yanındaki evli kadına verir, o da takar. Diğer akrabaların hediyelerini de kızın yanındaki kadın, hediyeyi verenin adını yüksek sesle söyleyerek takar. Kız altınları takıp, zarf içinde para olarak verilen diğer hediyelerini de aldıktan sonra tekrar el öperek teşekkür eder. Sonra düzende gelen elbiseleri tek tek giyerek, bir defile gibi gelir el öper. Misafirler giderken gelin kız tekrar el öper. Daha önceleri kaynana hariç diğer oğlan evi yakınları kıza altın değil, halı hediye ederlermiş. Kızın değerli oluşu ve çeyizinin zenginliği, halılarına bakılarak ölçülürmüş. Şimdi yine her kızın çeyizinde birçok halı bulunur. Nişanla düğün arasına Ramazan Bayramı girdiği takdirde oğlan evi tarafından kız evine kına, yazma, ayakkabı, çerez v.s. gönderilir. Kurban Bayramı'nda ise kız tarafına kurbanlık koç gönderilir(3). Çünkü kız nişanda birçok altına sahip olmuştur. Bu altınlar kızla beraber oğlan evine geleceğine göre, bu altınlara düşen kurbanı almakta oğlan evine düşer. Düğünden sonraki ilk dini bayram ziyaretinde de kız evi, kızlarına bir ayakkabı veya terlik, damatlarına da gömlek, kravat gibi hediyeler verirler. 8- Dünürlük çağırma Dünürlük gezmeleri nişandan hemen sonra başlar. Kız evinin bütün yakınları dünürlük çağırırlar. Kız evinin ve oğlan evinin yakınları da bu davete icabet ederler. 1940 öncesinde bu toplantılar öğleden önce, öğleden sonra ve akşam dahi yapılırmış. Sonraları yalnız akşam yapılmaya başlanmış. Son yıllarda ise yalnız öğleden sonra yapılıyor. Bu toplantılara erkekler katılmaz, yalnız kadınlar arasında olur. Gelin kız her toplantıda, giyebilecek bütün elbiselerini giyerek defilenin tek mankeni olur. Bu toplantılar sonunda iki taraf akrabaları birbirlerini gerektiği kadar tanıyıp, akrabalıklarını pekiştirmiş olurlar. Düğün safhasının bunun gibi birçok toplantılarında ve düğün haftasının salı akşamı kız kınasında çeşitli oyunlar oynanır. Bu oyunlardan biri ''seke seke ben geldim'' oyunudur. Bu oyunu kız çocukları ve genç kızlar oynarlar. Kızlardan biri görücü, biri de gelin olur. Diğer kızlar, gelini aralarına alarak otururlar. Görücü kız, uzaktan bir ayağının üstünde seke seke gelerek, gruba hitaben; ''seke seke ben geldim'' der. Grup hep bir ağızdan ''sekmeden sefa geldin'' derler . Diyalog şöyle devam eder: - Annem tuz istiyor . - Tuzumuz yok, - Annem kız istiyor. - Kızımız yok. - Kızınız nerde? - Hamamda, - Çağırın gelsin, - incisi mercanı üzülür. - incisinin mercanının yerine bir beşli versek? - Olmaz, Görücü kız ''peki'' deyip gider. Tekrar seke seke gelerek aynı sözler tekrarlanır. Görücü kız ''kızımız hamamda'' cevabını alınca ''hamamda yok'' der. "Öyleyse dikenli tarlada'' derler. Görücü kız gider ''uff, ayağıma tiken battı'' diyerek seke seke gelir. Bu seferde 'çamurlu tarla''ya gönderilir. Kız yorgun bir şekilde tekrar gelir gelmez, anası yerine ''ağam (ağabeyim) bir kız istiyor'' deyince, krubdaki kızlar sevinçle aralarında sakladıkları gelini çıkartarak ''al öyleyse'' derler ve oyun biter. 1. Yemek - Davet Yemek, oğlan evi tarafından düğün haftasının ilk günü olan pazar günü gündüz verilir. Oğlan evi ilk erkek çocuğun düğününde yemek verir, 2. 3. 4. ... çocuklarının düğünlerinde genellikle yemek verilmez. Fakat çok zengin olanlardan 2. çocuğu için de yemek vermesi beklenir. Düğün haftasından önceki hafta, yemek hazırlıkları yapılır. Önceleri okuyucu kadınlar davetçi olurlardı. Sonraları davetiye bastırılmaya başlandı. Oğlan evi yeteri kadar davetiyeyi hafta içinde kız evine gönderir. Kız evi de kendi münasip gördüğü akraba ve dostlarına dağıtır. Çarşamba yada en geç perşembe gününden itibaren aşçı kiralanır. Ev halkı ve aşçıya yardım edebilecek 4-5 kadın, üç gün içinde (perşembe, cuma, cumartesi) bütün yemekleri yaparlar. Börek baklava büyük sinilerle mahalle fırınında pişirilir. Pazar günü saat 10 dan itibaren ayrı ayrı saatlerde, ayrı ayrı sofralar düzenlenir. İlkönce bir veya iki sofra kız evinin erkekleri ağırlanır. Sonra davetlinin sayısına göre iki veya üç sofra da, oğlan evi erkeklerine hazırlanır. En son kız evinin kadınlarıyla, oğlan evinin kadınları ayrı ayrı sofralarda yemek yerler. Her sofradan sonra Kuran okunarak, Allah'a hamt ve şükredilerek evin bereketli olması için dua edilir. Yemek, önceleri ''savir'' denilen sofralarda yenirmiş ve ''somalı'' adı verilen peçeteler kullanılırmış. Yemeklerin veriliş sırasında göre isimleri şöyledir: 1- Kuşbaşı etli, pirinç çorbası. 2- Kızarmış ve haşlanmış et 3- Muska (açma) börek. 4- Muhallebi veya sütlaç. 5- Yoğurtlu yaprak sarması. 6- Baklava. 7- Bamya çorbası. 8- Pirinç pilavı. Sofranın başından sonuna kadar salata, hoşaf, komposto, turşu hiç eksik olmaz. 2. Kalın Duası (1) Düğün haftasının ikinci günü, yani pazartesi günü sabah erkenden oğlan evinin en yakın yaşlı ve genç erkek akrabalarıyla, o güne kadarki törenlere katılamamış dost ve yakınları oğlan evinde toplanır. Misafirler oğlan evine ''kalınınız mübarek olsun'' demeye gelirler. Misafirlere yalnızca şeker ve çikolata ikram edilir. Oğlan evi kalında kız evine gidecek olan şamdan ve hediyeleri hazırlamış, valizlere yerleştirmiştir. Elektrik yaygınlaşmadan önce şamdanda, iri ve renkli mumlar olurdu. Sonraları mumların yerine, uzun beyaz ampuller konuldu. Oğlan evinin hediyeleri genellikle kumaş olur. Geneline 2-3 kat elbise, kız anasına başörtüsü, elbiselik kumaş, kız babasına takım elbiselik kumaş, gömlek, çorap v.s. konulur. Kızın ailesinden diğer fertlere de (dede, anneanne, babaanne, kardeşler, yengeler, yeğenleri bu türden hediyeler gönderilir. Oğlan evinde herkes toplanınca şamdan yakılır, Kuran okunarak dua edilir. Duadan sonra münasip görülen iki genç, şamdanı ve valizleri alarak kız evine götürür. Kız evinde de yakın akrabalar toplanmış, gelecek kalını beklemektedirler. Kalın gelince yine şamdan yakılıp, Kuran okunarak dua edilir. Biraz sohbetten sonra, kalını getirenler, müsaade alarak giderler. Giderken kız evi, bu iki kişiye gömlek, kravat, mendil, veya havlu gibi hediyeler verirler. 3- Ceyizaltı Kalın kız evine geldikten sonra, kızın çeyizi bir odada sergilenir. Buna ''çeyizin ipe çıkması' denir. Gün boyu çeyiziyle uğraşan genç kızlara '' çeyizin ipe mi çıkıyor'' diye Iaf atılır. Çeyizle beraber, kalında gelen hediyeler de sergilenir. Öğleden önce başlayarak, iki tarafın kadınları çeyize bakmaya giderler. Kızın yakınlarından biri devamlı çeyizi tafsilatlı olarak misafirlere anlatmaktadır. Eskiden oğlan evi kadınlı, erkekli genellikle damadı da alarak çalgılı bir grup halinde çeyizi görmeye giderlermiş. Kimseye göstermeden, çeyizden bir parça alıp damada veren damattan bahşiş alırmış. Çeyizin iki taraf akrabalarına da bütün ayrıntılarıyla gösterilmesinin sebebi, ilerde herhangi bir anlaşmazlık ya da ayrılık halinde, kız, malını mülkünü yani çeyizini alıp giderken, şu senindi, bu benimdi gibi bir ihtilafa düşmemek içindir, Çeyizaltına ayrıca ''yük kayması'' adı da verilir, 4- Gelin Hamamı Hamama salı günü gidilir. Gelin hamamı, oğlan evinin verdiği yemeğe karşılık olsun düşüncesiyle kız evi tarafından yapılır. Daha önceden kız evi iki taraf akrabalarına sabun gönderir. Sabunun üzerine bir etiketle hamamın ismi yazılmıştır. Hamama girilirken bu sabun, davetliye ve bilet yerine geçer. Hamam kız evi tarafından bir günlüğüne kiralanmıştır. Bu yüzden ayrıca müşteri alınmaz. Hamama gelemeyecek olanlar mazeretlerini belirterek sabunu almazlar. Sabunu alıp ta hamama gelmemek ayıptır. Hamama sabah erkenden gidilir. Kız, hamama gelince gelinliğini giyer. Hamamın bakıcısı natır iki eline mumlar alır, arkasına genç kızlar aralarına gelini de alarak ikişer sıra halinde dizilirler. Şadırvanın etrafında dönerek türkü söylenip, maniler okurlar. Bu sırada oğlan evi kadınlara sepileri saçar. Oyundan sonra oğlan evi kızı alır, soyundurup ipek peştemala sarar. Omuzlardan birini açık bırakırlar. Kız üşümesin diye de ''fıta'' denilen ipekli bir kumaşla sırtını örterler. Ayağına sedefli gümüş takunya (nalın) giydirilir. Bütün bu işler ve yıkanma süresince kız evinden hiç kimse kızın yanında bulunmaz. Yine sıra halinde türküler söylenerek iç hamama geçilir. göbek taşının etrafında dönülerek oyunlar oynanır. Kız bir leğenin içinde yıkanır. Kız kız evine teslim edilirken ''muhakvakkaten'' diye verilir. Kız, bütün bu seramonilerden mahçup ve mahzundur. Hamamda söylenen manilerden biri şöyledir: Yol Üstünde halıyım Halının bir dalıyım Dokunmayın siz bana Ben bir yiğit malıyım . Hamamda gelin kıza ve genç kızlara kına yakılır, portakal v.b. meyvelerle turşu yenir. Saçları ağarmış yaşlı kadınlar dahi hamama gelirler ve saçlarına kına yakarlar. 5- Kız Kınası Salı akşamı kadınlar kız evinde toplanırlar. Bu toplantıya konu-komşu, eş-dost bütün kadınlar davet edilmeden gelebilirler. Eskiden mutaassıp olmayan bazı aileler çalgıcı tutarlarmış. Şimdi kız kınasında, çalgı çalmak adeti tamamen kaybolmuştur. Gençler aralarında, türküler söyleyip, oyunlar oynarlar. Gelin kızın ve arkadaşlarının ellerine kına yakılır. Ali dağı Türküsü: Ali dağı derler, dağlanrın hası, Kucağına çekmiş koca Talas'ı, İndim Asarcığa yedim kirazı. Eşim aman aman bızdık bızdık Yeniden gaydayı düzdükdüzdük Gülleri gezdikgezdik Çirkinlerden bezdik bezdik 6- Kız Kınası Eskiden çeyiz getirmek oldukça zahmetli olurmuş. Atlar veya develer süslenir, oğlan evinden kafileyle gidilirmiş. Kız evi önünde, davul zurnalarla güreşler yapılırmış. Kafile dönerken, başka bir kafileye rastlanırsa, yoldan ilkönce geçmek ve böylece uğur kazanmak için kavga edilirmiş. yaralananlar bile olurmuş. Son zamanlarda bir kamyon kiralanıyor, 1-2 taksinin de iştirakiyle çarşamba sabahı kız evine gidiliyor. Kuran ve duadan sonra yaşlılar oturup kahve içerken, gençlerde hamallarla beraber çeyizi kamyona yüklerler Yükleme işlemine kız evine mensup kimse Katılmaz Çeyiz oğlan evine gelince hemen yerleştirilir. Çeyize; düzende kıza alınan elbise ve eşyalarla, nişanda oğlan evi tarafından takılan takılar da dahildir. Önceleri yatak odası takımını yani, karyola, gardrop, komidin, tuvalet masası ve aynası gibi eşya kızın çeyizinde olurdu. Sonraları yatak odası takımı almak oğlan evine layık görülmüş ve şimdi halen böyledir. Kızın çeyizinin büyük kısmı, akrabalarının aldığı hediyelerle tamamlanır. Normal bir çeyizin muhteviyatı şöyledir: Mobilya takımı, vitrin (büfe), buzdolabı, çamaşır makinesi, büyük yemek masası, kristal vazo ve süs eşyaları, akla gelebilecek her türlü, haddinden fazla mutfak eşyası. büyük taban halıları, somya halısı, sedir halısı, bir yüzü halı kaplı 6 ila 12 sedir yastığı, seccade, Kuran-ı Kerim. en az 5-6 takım yatak yorgan yastık, çeyiz sandığı, güveye kumaşlar, her türlü giyecek, cüzdan, kemer gibi eşyalar. Kaynana, kaynata, elti, görümce, kayın, yeğen, amca. dayı, ame(hala), teyze, amca karısı, dayı karısı, babaanne, anneanne, dede gibi hemen bütün oğlan evi akrabalarına giyecek cinsinden çeşitli hediyeler. 7- Erkek Kınası Erkek kınasına genellikle kına gecesi de denir. Kına gecesi çarşamba akşamı oğlan evinde olur. Çoğu aileler salı akşamı da toplanırlar. Fakat hiç bir merasim olmadan sadece sohbet edilir. Kayseri yerli halkı genellikle İslam dinince yasak ve haram olduğu için çalgılı, köçekli (dansöz) ve içkili düğün yapmazlar. Fakat böyle düğünlere de sık sık rastlanır. Erkek kınası çalgılı ise, genellikle içki de içilir, salı ve çarşamba olmak üzere iki gün olur. Bu toplantıya oğlan evinin bütün akrabaları, yakınları. komşular ve mahallenin bütün erkekleri kendiliğinden dav­etlidirler. Yeni gelenlere hemen sigara tutulur, su ikram edilir. Bu toplantıda gençler ve yaşlılar ayrı ayrı odalarda otururlar. Yatsı ezanından sonra damat hariç bir grup yaşlı ve genç kız evine giderler. Bu gidiş önceleri at arabaları, faytonlarla olurdu. Şimdi taksilerle korna çalınarak gidilip geliniyor. Eğer çalgı varsa, çalgıcılarla enstrümanlarını çalarak giderler, kız evi kapısında beklerler, dönüşte yine çalgı çalarlar. Kız evinde gençlerin çok olmadığı bir grup oğlan evinden gelecekleri beklemektedir. Misafirler geldik­ten sonra şeker ikram edilir. Bu şekeri yaşlılar yer, gençler yemeyip ceplerine koyarlar. Önceleri kahve de verilirmiş ve yine gençler kahveden bir yudum aldıktan sonra içme­zlermiş, Şimdi kahve ikram edilmiyor. Biraz sohbetten sonra kız evinden yaşlıca biri ev sahiplerine hitaben, oğlan evinden gelenleri kastederek, ''ağaları gönderelim'' der. Oğlan evine mensup yaşlı biri ''acelemiz yok, oturuy­oruz gibi cevaplar verir. Bu diyalog bir müddet sonra tekrarlanır. Üçüncü seferde oğlan evinin vekili cevap ver­mez. O zaman şamdanla beraber çerez tepsisi, bir masanın üstüne konur, Çerez tepsisi ortalama 20 cm, çapında işlemeli, kalaylanmış kırmızı bakır tepsidir, Tepsinin ortasında küçük bir tas, içinde kına, kınanın üstünde de iki tane kırmızı kurdela bulunur. Kına tasının etrafında leblebi, kabuklu fındık, kabuklu fıstık, kızıl üzüm ve paşa şekerinden oluşan çerez vardır. Çerezin üstünde, kına tasının iki tarafında, iki tane ipek mendil bulunur. Şamdan ve tepsi ortaya gelince, şamdan yakılır. Kız evine mensup bir hafız Kuran okur, dua eder. Duadan hemen sonra oğlan evine mensup iki gençten bir şamdanı, diğeri tepsiyi alarak çıkarlar. Arkalarından bütün oğlan evi mensupları ''hayırlı mübarek olsun'' temennileriyle dışarı çıkarlar. Yine arabalarla şehrin içinde gezerek güle oynaya oğlan evine gelirler. Yaşlıların bulunduğu odaya girilir. Şamdan yakılır. tepsi ortaya konur. Burada da bir hafız Kuran'dan kısa bir sure okur, dua eder. Daha sonra şamdan ve tepsi gençlerin bulunduğu bölüme getirilir. Burada yere bir halı serilir. Halının ortasına evli ve olgun bir kişi diz çökerek oturur. Bu şahsın sağına damat adayı, soluna bekar yada nişanlı olan sağdıç oturur. Evli şahıs önce damat adayının sağ elinin ayasına sonra sağdıçın sağ elinin ayasına birer parmak kına sürer, kırmızı kurdelalarla ellerini bağlar. Kurdelalar bağlanır bağlanmaz damat ve sağdıcın arkasında hazır bekleyen gençler her ikisinin de sırtını yumruklamaya başlarlar. Sağdıç, damadı korumakla görevli olduğu için, daha çok yumruk yer. Kına yakan şahıs herkese sırayla avuç avuç çerez dağıtır. Geç vakte kadar oturularak oyun oynanır, sohbet edilir.
  7. _asi_

    Kayseri Sivil Mimari Örnekleri

    Kayseri Sivil Mimari Örnekleri Kayseri sivil mimarisi, Türk sivil mimarisinin gelişiminde önemli bir merkez konumundadır. Selçuklu, Beylikler dönemlerinde yapılmış özgün örneklerde Kayseri’de daha çok taş mimarinin ağırlık kazandığı görülmektedir. Ancak yeni yapılanma nedeniyle yörenin kendine özgü sivil mimari örneklerinin yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlaması da kent için üzücü bir olaydır. Bununla birlikte, bu evlerin bazılarının ressamların tablolarında yer alması da birer belge niteliğinde yerinde olmuştur. Bu ressamların başında Fikret Kolverdi, Şevket Akbulut, A. Gönen Kabalak, Coşkun Unan gelmektedir. Kayseri’de dini yapıların yanı sıra, sivil yapılar üzerinde yoğunlaşmış, Kayserili mimarlar bulunmaktadır. Bunların başında Mimar Sinan, Mimar Necmeddin Yavaş, Mimar Sadi, Mimar Yusuf, Mimar Yahya, Mimar Mehmet Ağa, Mimar Ömer Paşa gibi mimarlar Kayseri’de çeşitli yapılara imzalarını atmış mimarlardır. Eski Kayseri sivil mimari evlerinin yoğunlaştığı yerlerin başında Kale ve surların bulunduğu yerde on dokuz mahalle bulunuyordu. Nitekim gezgin İbni Batuta bu bölge için Anadolu’nun en önemli merkezlerinden biri olarak söz etmiştir. Evliya Çelebi de bu yönde çok gelişmiş bir şehir olduğunu belirtmiştir. Eski Kayseri sivil mimarisinin yoğunlaştığı yerlerde dar ve düzensiz sokaklar olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Bu sokakların çevresinde sıralanmış evlerin duvarlar arkasında yer alan evlerin bazıları dışarıdan görünüyor, bazıları da hiç görünmüyordu. Bahçe içerisindeki evlerin avlularında havuzlar ve fıskiyelere yer verilmişti. Bazı evlerin arka bahçelerinde kar kuyuları denilen sarnıçlara yer verilmiştir. Evler çoğunlukla bir veya iki katlı olup, harem ve selamlık gibi bölümlerden oluşmuşlardı. Bazı evlerde alt kat harem, üst kat selamlık olarak ayrılmışlardı. Kayseri’de yaşayan gayrimüslimlerin evleri de onlara benzer şekilde yapılmışlardır. Kayseri yöresinde taşın bol oluşundan ötürü mimaride taşa geniş yer verilmiştir. Volkanik tüf olarak nitelenen bu taşlar günümüzde de kullanılmaktadır. Sivil mimari çoğunlukla dışa kapalı olup, kalın duvarların arkasında yer almışlardır. Bu kalın duvarların bazıları 1.20 m.yi, yükseklikleri de 5.00 veya 6.00 m. ulaşıyordu. Evlerin cepheleri kara taştan, döşeme ve avluları İspile denilen taştan yapılmıştır. Pencerelerin çoğu avluya açılmıştır. Bazı örneklerde ise evler çıkmalarla sokağa doğru açılmıştır. Evlerin içerisinde bir orta sofa yer alıyor, bazı örneklerde bu sofanın bir yanında harem, diğer yanında da selamlık yer alıyordu. Kapı girişinde seki altı denilen bir taşlık bulunmaktadır. Bu taşlıkta suyun akması için çağ denilen delikli bir taş vardır. Ayrıca burada ayakkabıların ve bakır kapların dizildiği terek denilen raflara yer verilmiştir. Buradaki seki altından mutfak ve bir iki basamakla da sofaya geçilmektedir. Birkaç basamakla aşağıya inilen, sofanın altındaki yiyecek depolarının aydınlanması veya havalandırılması için parmaklıklı yapılmıştır. ofa bir veya ikiden fazla pencere ile aydınlatılmıştır. Kayseri evlerinin bir özelliği de her odada küçük bir niş içerisine bir dolap yerleştirilmiş oluşudur. Aynı zamanda bunlara şerbetlik nişi denilen bir niş yerleştirilmiştir. Bu şerbetliğin alt tarafı mermerden olup, kahve pişirmek, şerbet hazırlamak için yapılmıştır. Şerbetliğin iki tarafında süslü raf ve küçük nişler bulunmaktadır. Gilve ismi verilen küçük nişler, gaz lambası vazo, buhurdanlık gibi dekoratif eşyaların konulması için düşünülmüştür. Selamlık bazı küçük evlerde tek bir odadan, bazılarında da ayrı bir kapı ile açılan daha geniş bölümlerden meydana gelmiştir. İki katlı evlerde katlar bir silme ile dışarıdan belirgin bir şekle sokulmuştur. Bazı örneklerde ise ikinci kat çıkmalarla, ahşap kirişlerle dışarıya taşırılmıştır. Evlerin içerisini dikdörtgen pencereler, kış aylarında kanatları kapatılan kafa pencereleri ile aydınlatılmıştır. İç mekanlarda ağaca geniş yer verilmiştir. Çoğunlukla da işlenmesi kolay olan toros çamından yararlanılmıştır. Tavanlarda birbirinden farklı teknikler uygulanmış, ahşap kirişlerin üzeri suyu emme özelliği olan kevek taşı ile kaplanmıştır. Tavanlara göbekli veya çıtakâri denilen bazıları boyalı desenler yapılmıştır. Evlerde uygulanan bezemeler çoğunlukla stilize edilmiş bitki ve hayvan motifleri olup, bazıları da manzara resimleri ile süslenmiştir. Ayrıca iç duvarları kaplayan ahşap kapı, dolap ve pencere kapakları zar denilen bir isim altıda toplanmıştır. XVII-XVIII.yüzyıl Kayseri evlerinin kapı tokmaklarının da ayrı bir önemi vardır. Bu tokmaklar çoğunlukla aslan, heykel başlı kartal , parmağında yüzük bulunan kadın eli, insan başı biçimindedir. Kayseri yöresinde togana denilen mutfaklar seki altı ile aynı düzeyde yapılmış olup, üç ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bunlardan birinci bölüm bulaşık ve kap kaçağın yıkandığı bölümdür. Ahşap döşemeli olan 50-60 cm. yüksekliğindeki ikinci bölümde evin hanımı yapılan işleri denetler, üçüncü bölümde ise yiyeceklerin saklandığı depolara yer verilmiştir. Hamam bahçeye açılan bir bölümde yer almaktadır. Bu bölümün ısıtması hamamla mutfak arasındaki duvara yerleştirilen kazandan gelen borularla sağlanmıştır. Bazı örneklerde ise bu bölüm çamaşırların yıkandığı yerdir. Kayseri evlerini bir özelliği de bahçede üzeri örtülü, yanları açık teras şeklinde köşk tabir edilen yapıların bulunuşudur. Bu bölümlerde yaz aylarında yaşanır ve geceleri de yatılırdı. Ayrıca Kayseri evleri iklimden ötürü yazın sıcaktan, kışın da soğutan korunacak biçimde yapılmışlardır. Çoğunlukla evler kuzeye açıktır ve bazı yerlerde de doğal oluşmuş çatlaklar buzluk denilen şekle sokularak soğuk hava akımının oluşmasına olanak sağlanmıştır. Kış aylarında sofanın ortasına yerleştirilen tandırlar evin ısınması sağlanmıştır. Kayseri’nin bazı evlerinde ise puhayri denilen ocaklarla ısınma sağlanmıştır. Kayseri evlerinde kemerlere geniş yer verilmiştir. Bu evlerin bazılarında kemerler yalın, bazıları da bezenmiştir. Kemerler siyah veya beyaz taşlardan yapıldığı gibi yekpare taşın oyulmasıyla yapılmış örnekler de bulunmaktadır. Kayseri evlerinin üzerindeki örtü genellikle toprak damlıdır. Kirişlerin üzerine keverk taşı ve toprak döşenmiştir. En üst tabakaya da toprağın kuruyup çatlamasını önlemek amacıyla çamur sıva içerisine tuz katılmıştır. Böylece nemin aşağıya sızması önlenmiştir. Kayseri evlerinin bazılarında çörtenlere yer verilmiştir. Bu çörtenler sade oldukları gibi hayvan başı şeklinde olanlar da bulunmaktadır. Kayseri evleri arasında bağ evleri de önemli bir yer tutmaktadır. Yaz aylarında ailelerin çoğu bu evlere göç etmektedir. Bağ evleri çoğunlukla sofa ve etrafındaki bir iki odadan oluşmaktadır. Bu evlerin üç yanı kapalı, kuzeyi de açık yapılardır. Bunların kuzeye açık köşk bölümü bulunmaktadır. Sofanın güney bölümünde pencereler, diğer duvarlarda yüklükler ve nişler bulunmaktadır. Sofanın üç yanında sedirler, sıralanmıştır. Mutfak ve ahırın ise çoğu kez üstü ve yanları açıktır. Bağ evlerinin ahır ve hizmetçi bölümleri alt katta yer alan örnekleri de bulunmaktadır. Kayseri’de sivil mimariyi yansıtan evler arasında Çifteönü Mahallesi’ndeki ev, Güpgüpoğlu Konağı, İmamoğlu Evi, Gayremoğlu Evi, Öztaşçı Evi, Sarı Mustafa Evi ve Camcıoğlu Evi bulunmaktadır. Bu evler arasında il merkezinde Cumhuriyet Mahallesi’nde, Şeyh Tennuri Sokak’ta bulunan Raşit Ağa konağının ayrı bir önemi vardır. XIX.yüzyılın sonlarında Raşit Ağa tarafından yaptırılan üç katlı bir konaktır. Kesme taştan yapılmış olan evin giriş kapısı çift kanatlı olup, girişin sağında ve solunda odalar sıralanmıştır. Arkada mutfak ve kiler bölümleri bulunmaktadır. İki kollu döner bir merdivenle çıkılan üst katta salona açılan dört odası vardır. Bunlardan solda ön cepheye bakan oda Atatürk’ün kaldığı oda olup, o günle ilgili belgeler burada sergilenmektedir. Üst kat salonunun sağında duvara bitişik mermer bir çeşme bulunmaktadır. Günümüzde bu konak Devlet Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanılmaktadır. Gültepe Mahallesi’ne Cumhuriyet döneminde yapılmış hastane binası doğu-batı doğrultusunda biri ortada diğerleri de yanda olmak üzere üç bölümden meydana gelmiştir. Kesme yontma taştan yapılan yapılmış iki katlı bina üzerinde mermer kitabesi bulunmaktadır. Hastanenin zemin katı l910’da birinci katı 1924’de tamamlanmış ve 14 Ekim1924’da Atatürk tarafından “Memleket Hastanesi” olarak açılmıştır. Günümüzde eski özelliğini yitirmiş ve uzun süre Tekel deposu olarak kullanılmıştır. Kayseri il merkezinde Kiçikapı semtinde bulunan Kayseri Lisesi Sultan I. Abdülhamit tarafından 13 Eylül 1893’de “Derece-i Ula mektebi-i Külliye İdadisi” ismiyle yapılmıştır. 1927 yılında Kayseri Lisesi adına almış ve faaliyete geçmiştir. Kesme taştan yapılmış olan yapı, XIX yüzyıl Osmanlı mimarisi ve Cumhuriyet dönemi özelliklerini bir arada kaynaştırmıştır. Kayseri ilçelerindeki sivil mimarinin de kendilerine özgü konum ve özellikleri vardır. Talas’ın eski dokusu bozulmamış, sokakları ve tarihi eserleri ile Kayseri’nin zengin bir ilçesidir. Buradaki eserlerin büyük çoğunluğunu Talas’da doğmuş olan Ali Saib Paşa yaptırmıştır. XIX.Yüzyılın sonlarına doğru yapılmış olan Talas Amerikan Mektebi öğrenimini 1968 yılına kadar sürdürmüştür. Erciyes Üniversitesi’nin kurulmasından sonra bu yapı üniversiteye tahsis edilmiş ve sosyal tesis olarak kullanılmaktadır. Onun yanı sıra Sultan Abdülaziz döneminde l869’da Talas’ta Harman Mahallesi’nde Rüştiye Mektebi yaptırılmıştır. Kesme taştan bu yapı bodrum ve zemin katlı olu, üzeri toprak dam ile örtülmüştür.Giriş kapısı kuzeyde, dış cephesi geometrik rozet çiçekleri ile bezenmiştir. Rüştiye Mektebi yakın tarihlerde restore edilmiştir. Rüştiye Mektebinin kitabesi sonraki yıllarda yerinden sökülerek Talas Ortaokulu giriş kapısı üzerine konulmuştur. Kitabe: Cehaletten bu itfali kurtarma mürad oldu Açıldı mektebiRüştiye hep itfal şad oldu Talas’ın ehli hayratı büyük himmed ettiler Bu mekteb h.1286’da (1869) küşad oldu. Talas’da yaşayan Ermeni ve Rumların şehri terk etmesinden sonra yeni kullanıcıların yaptıkları gelişigüzel değişiklik ve kötü onarımlarla Talas evleri özgünlüğünü yitirmiştir. Aşağı Develi’de Reşadiye Mahallesi’nde büyük çoğunluğu XIX-XX. yüzyılda yapılmış evler bulunmaktadır. İki katlı olan bu evler karnı yarık olarak isimlendirilen orta sofalı evler halindedir. Alt katları çeşitli servis odaları, üst katları da sofaya açılan odalardan meydana gelmiştir. Bunlardan bazılarında sofalar sokağa bir balkon şeklinde açılmaktadır. Bazı örneklerde ise köşe mekanları iki veya üç kemerli bir revakla dışarıya açılmıştır. Develi evlerinde Gayrimüslimlere ait olanlarda dış cephelerde aslan, geyik kabartmaları balkonları süsleyen demir parmaklıklar bulunmaktadır. Bunun yanı sıra çoğu stilize ejder biçimli çörtenler de dikkati çekmektedir. Sultan II. Abdülhamit zamanında Develi’de, Abdülbaki Mahallesi, Elbiz Caddesi’nde yaptırılan Askerlik Şubesi, kesme taştan üzeri kiremit çatılı yan yana iki binadan meydana gelmiştir. Her iki bina birbirine merdivenle bağlanmıştır. Bodrum katı eskiden hapishane olarak kullanılmıştır.Yapıda süsleme elemanı olmamakla beraber ikinci katın üzeri açık ve kenarları taş süslemeli bir balkonu vardır. Kayseri İncesu evlerinin de kendine özgü konumları vardır. İlçenin dar, ince uzun sokaklarında yan yana sıralanmış evler bulunmaktadır. İncesu’da sokakların dokusu birbirine benzememektedir. Buradaki evler çıkmaları, taş ve ahşap payandaları, kemerli kapıları, yuvarlak ve dikdörtgen pencereleri ve onları tamamlayan değişik figürlü çörtenleri ile kendine özgü ayrı bir gurubu oluşturmaktadır.Yuvarlak kemerli kapılarından içerisine girilen bu evler geniş avluların bulunduğu evlere geçilmektedir. Avlunun bir köşesinde ahır, diğer köşesinde örtme, kuyu ve yardımcı mekanlar bulunmaktadır. Bunlar genellikle sofasız köy evleridir. Evlerin yapımında kullanılan taş malzemenin yanı sıra ahşaba da geniş yer verilmiştir. Pınarbaşı ilçesinde ise günümüze birkaç tane özgün ev gelebilmiştir. Bunlar ikişer katlı olup, kaba yontma taş, kerpic ve ahşap malzeme kullanılmıştır. İç kısımlarda ahşaba da geniş yer verilmiştir. Pınarbaşı’nda Enver Aşkın’ın Yeni Cami Mahallesi’ndeki evi iç sofalı plan tipindedir. Bu evin alt katında mutfak, ambar ve bir oda bulunmaktadır.Üst katta ise bütün odalar sofaya açılmıştır.
  8. _asi_

    Kayseri Müzeleri

    KAYSERİ MÜZELERİ KAYSERİ ARKEOLOJİ MÜZESİ (Melikgazi) Kayseri Müzesi Cumhuriyetin ilanından sonraki müzecilik çalışmaları sırasında 1928 yılında eserler toplanmaya başlanmış ve Kayseri İdadisi’nde depolanmıştır. Dönemin maarif vekili İç Anadolu gezisi sırasında Kayseri’ye de uğramış, burada vali, maarif müdürü ile birlikte müze kurulmasını kararlaştırmışlardır. Bundan sonra Huand Hatun Medresesi’nde müze kurulma çalışmaları başlamıştır. Kayseri Lisesi’nde korunan eserler onarımı tamamlanan medreseye taşınmıştır. Bu arada büyük ölçüdeki kitabeler Sahabiye Medresesi’nde korunmuştur. Kayseri Müzesi 1 Mart 1930’da açılmış, 1937 yılında da müdürlük haline getirilmiştir. H.H.Von der Osten tarafından müzedeki eserlerin kronolojik tasnif ve düzenlemesi yapılmıştır. Bu çalışma tamamlandıktan sonra Kayseri Müzesi yeni düzenlemeyle birlikte 1938 yılında yeniden ziyarete açılmıştır. Kayseri yöresindeki eserlerin yoğunluğu, Kültepe kazıları Huand Hatun medresesi’nin yeterli olmadığını göstermiş, bunun üzerine Gültepe Parkı yakınında eski hastane binasına ait arsa kamulaştırılmıştır. Y.Mimar İhsan Kıygın’ın planını çizdiği yeni müzenin yapımına 1965 yılında başlanmış ve eserlerin buraya taşınması ile 26 Haziran 1969’da müze yeni binasında ziyarete açılmıştır. Kayseri Arkeoloji Müzesi’nde eserler kronolojik biçimde sergilenmiştir. Öncelikle Eski Tunç Çağı’nın boyalı ve boyasız tek renkli keramiklerine, mermer idollerine ve Ana Tanrıça heykellerine yer verilmiştir. Bunların yanı sıra müzenin büyük salonunda Asur Ticaret Kolonilerinin eserleri ile MÖ.2000 yıllarına tarihlenen Hitit eserleri bir araya getirilmiştir. Kültepe’de bulunarak Kayseri Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen kap kacaklarda çömlekçi çarkının kullanıldığı değişik formlarda kapların yapılmış oldukları gözlemlenmiştir. Özellikle gaga, yuvarlak ve yonca ağızlı testiler, meyve kapları, rythonlar, tek ve çift kulplu vazolar burada sergilenmiştir. Çeşitli madenlerden yapılmış objeler, silahlar, damgalar ve silindir mühürler de onları tamamlamıştır. Küçük buluntulardan ayrı bir bölümde ise, Geç Hitit Devri’ne ait taştan yapılmış Kululu kral heykeli, sfenks başı, yazıtlar ve aslan kabartmaları da dikkati çekmektedir. Kayseri’deki Hitit ve Geç Hitit dönemlerinden sonra yörede önemli etkinliği olan Frig Çağı’nın boyalı ve boyasız keramikleri ile madeni eserler de Prehistorik eserleri tamamlamıştır. Müzede Helenistik, Roma ve Doğu Roma eserleri de yine kronolojik bir düzen içerisinde sergilenmiştir. Taş ve kemikten yapılmış kolyeler, mermer heykeller, heykel parçaları, bronz figürinler, keramikler ve cam eserler de sergilenmektedir. Ayrıca kadın, erkek heykelleri, sunaklar Kayseri çevresindeki Erkilet, Yılanlıdağ, Beşevler tümülüslerinden getirilmiş mezar buluntuları ile süs eşyaları da dikkati çekmektedir. Kayseri’den 68 km. uzaklıktaki Kaletepe’de bulunmuş Kululu eserleri, İmamkulu Kaya Kabartmasının müzedeki Hitit Çağı eserleri arasında ayrı bir yeri vardır. Çeşitli dönemlere tarihlenen altın, gümüş, bronz ve bakırdan yapılmış sikkeler müzenin nümizmatik bölümünü oluşturmaktadır. Müze bahçesinde ise büyük ölçüde taş eserlere, kartallara, mezar stellerine ve erzak küplerine yer verilmiştir. Kayseri Arkeoloji Müzesi’nin yanı başında yapılan Kültür Sitesi’nin temel hafriyatı sırasında 1991’de mermer bir Herakles lahti çıkmıştır. Bu lahit müzedeki belli başlı eserlerden biridir. ATATÜRK EVİ (Melikgazi) Atatürk’ün 19-20 Aralık 1919’da Heyeti Temsiliye adına Kayseri’ye ilk gelişinde misafir edildiği İmamzade Raşit Ağa Konağı Kültür Bakanlığı’nca 1976 yılında tescil edilmiş, 6 Mart 1983 tarihinde de Atatürk Evi olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır. İmamzade Raşit Ağa Konağı dışı kesme taştan içerisi de ahşap malzemeden yapılmış bir konaktır. Konağın cumbaları, çatı altı saçakları ahşap motiflerle süslenmiştir. Konağın üst katında güneydoğu köşesindeki oda Atatürk Odası olarak düzenlenmiştir. Burada Atatürk’ün mumdan yapılmış bir heykeli, Milli Mücadele sırasındaki fotoğrafları, beyannameler ve I.dönem Kayseri Milletvekillerinin resimleri sergilenmektedir. GÜPGÜPOĞLU KONAĞI ETNOGRAFYA MÜZESİ (Melikgazi) Kayseri’deki Güpgüpoğlu Konağı 1417-1419 tarihlerinde harem ve selamlık olmak üzere iki bölüm halinde yapılmıştır. Sonraki dönemlerde konak çevresine yapılan bir takım eklerle genişletilmiştir. Batısında ahşap kolonlar üzerinde yükselen, sonradan ilave edilmiş bir köşk bölümü bulunmaktadır. Kayseri’nin en eski evlerinden biri olan bu konağın bazı odalarında sedef kakmalar, tavana kadar uzanan ahşap işleme ve desenlerle süslü bölümler vardır. Konağın haremlik bölümünde harem odası, sofa, gelin odası, misafir odası, günlük yaşamın geçtiği oda ve gelin-damat odası bulunmaktadır. Selamlık bölümü konağın doğusundaki kale duvarlarına yaslanan iki katlı bir yapıdır. Güpgüpoğlu Konağı Kültür Bakanlığı’nca 1990-1992 yıllarında restore edilmiş, Kayseri Arkeoloji Müzesi’nin yönetiminde 18 Mayıs 1995’te Etnoğrafya Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. Müzenin alt katında sergi salonu bulunmaktadır. Yapının dışarısından bir merdivenle çıkılan üst kattaki odalar orta holün çevresinde sıralanmıştır. Bunlardan büyük odada Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine tarihlendirilen cam eserler, çiniler, ahşap ve madeni eserler sergilenmektedir. Bunun yanındaki ikinci odaya giriş koridorunda kesici ve ateşli silahlar ve Kayseri yöresine özgü erkek giysileri bulunmaktadır. Buradaki küçük odada ise Kayseri yöresine ait kadın kıyafetleri ile süs eşyaları bulunmaktadır. Konağın güneyinde bulunan iki odada ise İslam dönemine ait çeşitli sikkeler, el yazmaları, bakır ev eşyaları, halı ve kilimler bulunmaktadır. Konağın kuzeyindeki yarı açık köşkte, Türkmen çadırı, bahçede de İslam dönemine tarihlenen mezar taşları sergilenmektedir. GEVHER NESİBE TIP TARİHİ MÜZESİ (Çifte Medreseler) (Kocasinan) Kayseri’de Çifte Medreseler ismi ile tanınan Selçuklu Sultanı Gevher Nesibe’nin vasiyeti ile ağabeyi Selçuklu Hükümdarı Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1206 yılında yapılan Gevher Nesibe Çifte Medresesi iki ayrı yapıdan meydana gelmiştir. Çifte Medreseler, İkiz Medreseler, Kayseri Tıp Mektebi isimleri ile tanınan bu yapıya sonradan Gıyasiye ve Şifaiye Medreseleri ismi de verilmiştir. Günümüzde bu yapı Erciyes Üniversitesi yönetiminde Tıp Tarihi Müzesi olarak 1982 yılında açılmıştır. Müzede, ilaç yapımında kullanılan tıp aletleri, reçete örnekleri, tıp kitapları, tıp dokümanları, sağlıkla ilgili araç ve gereçler sergilenmektedir. Ayrıca müzede Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde akıl hastalarını tedavi eden odalar da düzenlenmiştir. AHİ EVRAN SANATKARLAR MÜZESİ (Melikgazi) Türkiye’nin ilk ve tek Esnaf ve Sanatkarlar Müzesi Kayseri’de bulunmaktadır. Bu müze Kayseri Esnaf Odaları Birliği tarafından yöreden toplanan eserlerle düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır. Müzede Ahi teşkilatına ait çeşitli eserler ve yörede tarımla ilgili kullanılmış olan eski aletler sergilenmiştir. KADİR HAS KENT VE MİMAR SİNAN MÜZESİ (Kocasinan) Kayseri’de Fuar alanı içerisinde, Kadir Has Kültür Merkezi’nin modern binasının bir bölümü müzeye ayrılmıştır. Müzenin zemin ve birinci katında dijital ekranlar, maketler, prodüksiyonlar bulunmaktadır. Böylece Kayseri ve Mimar Sinan ile ilgili bilgiler izleyiciye anlatılmaktadır. Fuar alanında bulunan müzede ayrıca sosyal hizmetleri içeren tesisler de bulunmaktadır.
  9. _asi_

    Kayseri Kaya Kabartmaları

    KAYSERİ KAYA KABARTMALARI FRANKTİN KAYA YAZITI (Develi) Kayseri Develi ilçesinin güneydoğusunda, su kenarında kaya üzerine kabartma olarak işlenmiş bir Hitit eseridir. Bu kabartma MÖ.XIV.yüzyıla tarihlendirilmektedir. Bu kabartmada bir sunağın iki tarafında karşılıklı iki figür ayakta durmaktadır. Bu figürler Hitit giysileri içerisinde olup, üzerlerinde kısa bir etek, sivri uçlu yüksek bir şapka giymişlerdir. Figürlerden sağdaki sol omzuna bir yay, beline de bir kılıç takmıştır. Sağ eliyle önündeki sunağa bir sıvı dökmektedir. Sol taraftaki figürün Hitit tanrılarından birisi olduğu sanılmaktadır. İleriye doğru uzattığı sol eliyle ne olduğu anlaşılamayan bir nesne tutmaktadır. Figürlerin üzerinde Hitit çivi yazısı ile isimleri yazılıdır. Bunlardan sağdakinin Hitit Kralı III.Hattuşiliş, soldakinin de Hitit Fırtına Tanrısı Teşup olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bu kabartmanın sağ tarafında ayaklarına kadar inen uzun örtüsü ile bir tanrıça işlenmiştir. Sol tarafta ise taht üzerinde oturan tanrıça sol elinde bir kadeh tutmakta, onun sağındaki kadın ise ayakta ve tanrıçaya içki sunmaktadır. Bunların üstündeki yazılardan bu kadının III.Hattuşiliş’in eşi Kraliçe Pudu-Hepa olduğu yazılıdır. İMAMKULU KAYA YAZITI (Develi) Kayseri Develi ilçesinin 40 km. uzağındaki İmamkulu Köyü’nün Şimşekkaya Mevkii’nde iri bir kayanın üzerine Hitit Fırtına Tanrısı Teşup tasvir edilmiştir. Ayrıca Üç Dağ tanrısı’nın eğilmiş başları üzerinde Fırtına Tanrısı arabaya binmiş olarak tasvir edilmiştir. Hitit Fırtına Tanrısı Teşup, kılıçlı ve serpuşludur. Bunun sağında stilize edilmiş bir ağaç tasviri, onun üzerinde kanatlı deman, sol tarafında da elinde asa tutan bir başka tanrı figürü bulunmaktadır. Kabartmanın boşlukları kuş, geyik gibi hayvan figürleri ile doldurulmuştur. Ayrıca insan vücutlu, hayvan başlı demonlar da burada yer almıştır. Kaya kabartması üzerinde tanrının ismi ve işaretlerden başka yazı bulunmamaktadır. Bu nedenle de tarihlendirilmesi oldukça güçtür. Bununla birlikte, MÖ.XIV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. HİTİT KARAKUYU KABARTMASI (Pınarbaşı) Kayseri Pınarbaşı ilçesi, Karakuyu Köyü’ndeki Viranşehir höyüğünde bulunmuş olan bu kabartma 1932 yılında Kayseri Müzesi’ne getirilmiştir. Büyük blok bir taşa işlenmiş olan kabartmada iki kanatlı Hitit Güneş Kursu’nun altına Hitit Kralı ve diğer figürler işlenmiştir. Kabartma üzerindeki iki satırlık Hitit hiyeroglif yazısından burada Hitit Kralı IV.Tuthalia’nın tasvir edildiği öğrenilmektedir. Ayrıca kabartmada Hitit tanrı ve dağ isimleri yazılıdır. Bu tür kabartmaların Hititler tarafından genellikle su kaynaklarının olduğu yerlere konulduğu bilinmektedir.
  10. _asi_

    Kayseri tarihi hamamları

    KAYSERİ HAMAMLARI KADI HAMAMI (Melikgazi) Kayseri, Melikgazi ilçesi Camii Kebir Mahallesi’nde bulunan bu hamamın Kadı Bedreddin Mahmut tarafından 1559 yılında yaptırıldığı vakfiyesinden öğrenilmektedir. Osmanlı hamam mimarisinde çifte hamam plan düzeninde yapılan bu hamam moloz taştan yapılmıştır. Soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelen hamamın erkekler ve kadınlar bölümüne ayrı ayrı merdivenlerden inilmektedir. Erkekler kısmına siyah ve beyaz taşlardan geçme olarak yapılmış kapısından girilmektedir. Bu bölümün son onarım öncesi kadınlar kısmına ait olduğu bilinmektedir. Soyunmalık kare planlı olup, üzeri büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Sivri kemerlerle taşınan kubbenin kemerlerle arasında kalan bölümleri kubbeye kadar mukarnaslarla doldurulmuştur. Köşelerdeki tromp içleri, iki yan duvarlar yükseltilerek ek üçgenlerle bölümlere ayrılmıştır. Soyunmalığın ortasında küçük bir şadırvan yanlarda da soyunma hücreleri bulunmaktadır. Ilıklığın üzeri altı köşeli yıldız ve ortasında ışık deliklerinin bulunduğu bir kubbe ile örtülmüştür.Buradan sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklığın üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüş. Doğu ve batı yönlerinde de yarım kubbelerle desteklenmiştir. Hamamın kadınlar bölümü tamirlerle büyük değişikliğe uğramıştır. Doğudaki basit bir kapıdan girilen kadınlar bölümünün soyunmalık kısmı L planlı olup üzeri betonarme bir tavanla kapatılmıştır. Buradaki bir sofadan iç içe ılıklığa, oradan da göbek taşının bulunduğu sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Bu bölümde doğu ve batı yönlerinden yarım kubbelerle desteklenen merkezi bir kubbe ile üzeri örtülmüştür. Hamamın kuzeyinde boydan boya külhan yer almıştır. Hamam günümüzde de kullanılmaktadır. ALİ SAİB PAŞA HAMAMI (Talas) Kayseri, Talas İlçesinde Harman Mahallesi, Müsteşar Caddesi’nde bulunan Ali Saib Paşa’nın yaptırdığı hamamın kitabesi bulunmamaktadır. Mimari yapısından XIX.yüzyılın sonlarında yapıldığı anlaşılmaktadır. Hamam moloz ve kesme taştan yapılmış olup soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir.Soyunmalıktan sıcaklığa dar bir koridorla geçilmektedir. Kuzey cephesindeki sonradan açılmış düz lentolu bir kapıdan hamamın orta bölümüne girilmektedir. Eskiden kapı soyunmalık bölümüne açılıyordu. Soyunmalık doğu yönünde iki, batı tarafında da bir pencere ile aydınlatılmıştır. girilmektedir. Sıcaklık bölümünün üzeri pandantifli merkezi bir kubbe ile örtülüdür.Bu bölüm tek eyvan halinde olup köşelerinde dört halvet hücresi bulunmaktadır. Burası kubbedeki 13 ışık alan delik ile aydınlatılmıştır. Sıcaklığın ortasında mermer bir göbek taşı bulunmaktadır. Hamamın suları künklerle doğusundaki kayalardan getirilmiştir. Günümüzde bu künkler sular kesildiğinde kullanılmaktadır. Hamam günümüzde iyi bir durumdadır. MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA HAMAMI (İncesu) Kayseri İncesu ilçesinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın 1670 tarihinde yaptırmış olduğu külliyesinin hamamı, günümüzde harap bir halde olup kullanılmamaktadır. Bu hamam külliyeden ayrı bir yapı olarak düşünülmüştür. Osmanlı Mimarisi tek hamam plan tipindeki hamam kuzeyden güneye doğru uzanan dikdörtgen planlı olup moloz taş ve yer yer de kesme taştan yapılmıştır. Soyunmalı, ılıklık ve sıcaklık bölümleri ile halvetten meydana gelmiştir. HUAND HATUN HAMAMI (Melikgazi) Kayseri Kalesi’nin doğusunda, şehri çevreleyen surların dışında, Kağnı Pazarı’nda bulunan Huand Hatun Külliyesi’nin bölümlerinden biri olan hamam, külliye ile birlikte Sultan I.Alaaddin Keykubat’ın eşi ve II.Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Mahperi Huand Hatun tarafından 1237-1246 yıllarında yaptırılmıştır. Huand Hatun Külliyesi’nin güneydoğu köşesinde bulunan çifte hamam, yapı topluluğunun genel planına göre çapraz bir durumda yapılmıştır. Hamamın erkekler bölümü daha geniş, kadınlar bölümü ise daha küçüktür. Günümüzde de kullanılan hamamın giriş ve soyunma yerlerinde değişiklikler yapılmış ve kısmen de özelliğini yitirmiştir. Büyük olasılıkla medreseden daha eski olan bu yapının erkekler kısmının soyunmalık bölümü caminin giriş kapısından ötürü biraz kuzeye çekilmiştir. Son restorasyon sırasında hamamın kadınlar kısmının halvetinde kartal ve av kuşlarının ağırlıklı olduğu insan figürlü çiniler ortaya çıkmıştır. Bu çinilerin yerleştirilmesinde belirli bir sıra gözetilmemiştir. Bazıları yan yana ve ters konulmuştur. Bu çinilerin bir Selçuklu sarayı için yapıldığı, arta kalanların da burada kullanıldığı sanılmaktadır. Bunlar Kubadabad üslubu çinilerinden olup, onlardan daha ileri bir düzeydedir. Çifte hamamın erkekler bölümü soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Bunların üzerleri kubbelerle örtülüdür. Sıcaklık bölümünde üzerleri küçük kubbelerle örtülü dört halvet bölümü bulunmaktadır. Kadınlar bölümü uzun tonozlu bir girişi olan sade bir yapıdır. Bu girişten sonra yüksek tonozlu soyunmalığa ulaşılır, buradan da küçük bir kubbe ile örtülü ılıklığa geçilir. Sıcaklık üç derin tonozla iki halvet odasından meydana gelmiştir ve bunların da üzeri kubbe ile örtülüdür. SEYRANİ HAMAMI (Develi) Kayseri Develi ilçesi, Aşağı Develi’de, Eski Saray Mahallesi’nde bulunan hamamın kitabesi günümüze gelememiştir. Başka bir deyişle kitabesi yazılmamıştır. Mimari yapısından XIX.yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı sanılmakta olup, halk ozanı Seyranı’nin (1800-1866) ismi bu hamama verilmiştir. Hamam moloz ve kaba yontma taştan yapılmıştır. Doğu-batı uzantısında dikdörtgen planlı olup soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Ancak ilk yapılışında ahşap olan soyunmalık ile külhanı yıkılmıştır. Soğukluğun güneyi ile halvetin üzeri ayna tonoz, su deposunun üzeri de beşik tonozla örtülmüştür. Soğukluğun kuzey bölümü kubbe ile örtülüdür. Hamam içerisinde herhangi bir süsleme elemanına rastlanmamıştır. ESKİ HAMAM (Pınarbaşı) Kayseri, Pınarbaşı ilçesi Yukarı Mahalle Kayadibi Sokağı’nda bulunan bu hamamın kitabesi bulunmadığı gibi kimin tarafından da yaptırıldığı bilinmemektedir. Bununla beraber Pınarbaşı ilçesinin 1861’de kurulduğu dikkate alınırsa hamamın da XIX.yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı anlaşılmaktadır. Hamam kuzey-güney yönünde soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Moloz taştan yapılan hamamın soyunmalık, iki halvet hücresi ile külhan kısmı yıkılmıştır. Günümüze yalnızca sıcaklığın merkezi kubbesinin çok az bir bölümü gelebilmiştir. YENİ HAMAM (Pınarbaşı) Kayseri Pınarbaşı Yukarı Mahalle, Yeni Hamam Caddesi’nde bulunan bu hamamın yapım tarihi bilinmemektedir. Hamama Yeni Hamam isminin verilmesinden ötürü XIX.yüzyılın sonlarında yapılan Eski Hamam’dan daha sonra yapıldığı da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Hamamın yapımında kesme taş ve moloz taş kullanılmıştır. Kuzey-güney yönünde dikdörtgen planlı olarak yapılan hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soyunmalık bölümü tonozlu, yanları ahşap tavanlıdır. Sıcaklık ve halvetler kubbe ile örtülüdür. İçerisinde herhangi bir süsleme elemanına rastlanmamıştır.
  11. _asi_

    Kayseri Kiliseleri

    KAYSERİ KİLİSELERİ Kayseri çevresinde 30’a yakın manastırın bulunduğu, kaynaklarda ileri sürülmüştür. XX.yüzyılın başlarında il merkezinde yedi Ermeni ve bir Rum kilisesinin olduğu da söylenmektedir. Ayrıca çevredeki ilçe ve köylerde de bir çok kilise ile manastır bulunuyordu. Ermenilere ait Surp Garabet Manastırı (Efkere Büyük Manastırı), Balagesi Köyü’nde Surp Daniel Manastırı, Derevenk’te Surp Sarkis Manastırı, Surp Astvatzatzin Tomarza Manastırı ile Bogos Bedros Kilisesi, Develi’de Yukarı Fenese Mahallesi’ndeki kilise bunların başında geliyordu. Polonyalı Simeon’un 1617’de Kayseri’yi ziyareti sonrasında yazdığı notlarda “Kayseri’de İstanbul’daki gibi kiliseler vardı. Ancak bunlar harabe halinde idi.” Demektedir. Bu kiliselerin yanı sıra Surp İstepannos, Surp Mergeryos, Surp Sarkis, Surp Parsek, Talas’ta Aya Yorgi kiliseleri günümüze gelememiştir. Kayseri’deki Rum Kilisesleri arasında Gesi’de Darsia Yanartaş Kilisesi, Endürlük (Andronike) Kilisesi, Talas’ta Yeni Cami Kilisesi, İncesu’da Yeni Cami Mahallesi Kilisesi, Yarım Mahalle Kilisesi, Aydınlar Köyü’ndeki Rum Kilisesi, Germir (Konaklar) Rum Kilisesi, il merkezinde bugünkü Belediye İş Merkezinin bulunduğu yerde de bir Rum Kilisesi bulunuyordu. Ancak Kayseri’deki Rum kiliselerinin çoğu Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Lozan Antlaşması uyarınca, nüfus mübadelesi sonunda cemaati kalmayınca kendi hallerine bırakılmışlar, bazıları yıkılmış, bazıları da camiye çevrilmiştir. Ermenilerle ilgili nüfus mübadelesi olmadığından Ermeni kiliseleri 1980 yılına kadar ibadete açık kalmış ancak, Ermenilerin şehirden göç etmeleri üzerine sahipsiz kalan birçok kilise yıkılmış ve bunlardan sadece iki tanesi il merkezinde biri de Talas’ta olmak üzere üç tanesi günümüze gelebilmiştir. Bunlar Kiçikapı Meydanı’ndaki Surp Azdvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi ile Cafer Bey Mahallesi’ndeki Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi, Talas’ta Yeni Cami Kilisesi’dir. RUM KİLİSESİ (Talas) Kayseri Talas ilçesi Tablakaya Mahallesi’nde bulunan ve bugün Yeni Cami olarak kullanılan Rum Kilisesi 1886 yılında yapılmış ve daha sonra da camiye dönüştürülmüştür. Kilisenin 1997 yılına kadar kapı girişinde bulunan kitabesi günümüze ulaşamamıştır. Bu kitabede kilisenin 1886 yılında yapıldığı ve ayrıca Sultan II.Abdülhamit’e bir teşekkür yazısı bulunmaktadır. Kilise kapalı Yunan haçı plan tipinde olup, merkezi bölümü dört payenin taşıdığı 12 pencereli yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Orta mekanın dışında kalan haçın kolları ve köşe mekanlar tonozlarla örtülmüştür. Kilisenin doğusunda bulunan apsis bölümü camiye çevrildikten sonra düz bir tavanla kapatılmıştır. Kilisenin ibadet mekanının üzerinde U biçimli bir galeri bulunmaktadır. Bu galerinin kuzey ve güneydoğusuna düzgün olmayan bir takım mekanlar yapılmıştır. Batısındaki narteks çapraz tonozlarla üç bölüme ayrılmıştır. Burada galeriye çıkışı sağlayan merdivenler bulunmaktadır. Kilisenin batı cephesi diğer cephelerden daha hareketli olup, burada yuvarlak kemerler nişli içerisine dikdörtgen pencereler açılmış ve bunlar dıştan üçgen alınlıklı frizlerle çevrelenmiştir. Ayrıca alınlıklar kabartma çiçek, yaprak ve kozalak motifleri ile bezenmiştir. Bunun yanı sıra pencere söveleri, paye başlıkları, geometrik ve bitkisel motiflerle bezelidir. Kilise içerisindeki duvar sıvalarının altında İncil’den alınma sahneleri içeren fresklerin olduğu bazı izlerden anlaşılmaktadır. SOĞANLI KİLİSELERİ (Yeşilhisar) Kayseri Yeşilhisar ilçesi Soğanlı Vadisi’nde sayıları 50’ye yakın kayalar içerisindeki mağaralarda kiliseler bulunmaktadır. Bu kiliselere ilk defa J.W.Hamilton değinmiş ancak bunların isimleri üzerinde durmamıştır: “Soğanlı’da başlangıç olarak bilinen kısma geldiğimizde manzara bize son derece acayip ve cezp edici gözüktü. Vadinin her bir tarafındaki uçurumlar bal peteği gibi sayısız, çok büyük miktarda hafriyatlar, meskenler ve mezarlıklar, 200 feet yüksekliğinde yumuşak ve özel kayalarla ayrılmış olup, binlercesine de girilebilmektedir”. Soğanlı Bölgesi yer sarsıntıları sırasında çökmelere uğramış ve çöken alan, doğal etkilerle daha da derinleşerek vadi ve platoları meydana getirmiştir. İki kısımdan oluşan Soğanlı Vadisi’ne Roma döneminden itibaren devamlı olarak yerleşilmiştir. Vadi yamaçlarında yer alan kaya konilerini Romalılar mezarlık, Bizanslılar da kilise olarak kullanmışlardır. Kilise freskleri açısından IX.-XIII yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Soğanlı vadisinde yer alan önemli kiliseler arasında Kubbeli, Karabaş, Yılanlı ve Azize Barbara ( Tahtalı) Kilise gelmektedir. KUBBELİ KİLİSE (Yeşilhisar) Soğanlı kiliseleri arasında en tanınmışı ve en görkemlisi vadinin kuzey yamacındaki Kubbeli Kilisedir. Soğanlı Vadisi’ne hakim, tüf kayalıklarına oyulmuş, silindirik görünümdeki kilisenin yüksekliği yaklaşık 50 m.yi bulmaktadır. Yedi katlı olduğu sanılan bu kilise, sanat tarihçileri tarafından yeterince araştırılmamıştır. Günümüzde yalnızca depremlerden geriye kalan 2 kat üzerinde durulmuştur. Bu kilise X.yüzyılın başlarına tarihlendirilmektedir. Kilisenin alt katında krypta denilen bir bölüm bunun üzerine oturtulmuş olan yapı pencereli, kasnağından sonra külah biçiminde bir kubbe ile tamamlanmıştır. Doğal etkilerden epeyce yıpranmış olmasına karşılık, kubbe kasnağındaki bezemeler oldukça iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir. Kilisenin doğu ve güneye doğru uzanan bölümlerinin üzerinin çatı ile örtülü olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır. Kappadokia Bölgesi’nde kayalara oyulmuş diğer kiliselerde görülen özellikler burada da karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Orta Bizans mimarisinin sıkça uygulandığı bir plan şeması olan “Kapalı Yunan Haçı” düzeni burada da uygulanmaya çalışılmış ancak, kayalık alanlar el vermediği için de tam anlamıyla başarılı bir plan düzeni uygulanamamıştır. İbadet yerini örten kubbeli bölümün doğusunda beşik tonozlu apsis, kuzeyinde de paraklesion denilen ek hücreler buraya eklenmiş ve böylece kendine özgü bir plan tipi ortaya çıkmıştır. Göreme, Ürgüp ve Soğanlı çevresindeki kiliselerde görülen bodur payelerle at nalı şeklindeki kemerler burada da aynen uygulanmıştır. Kilisenin doğu yönüne uzanan beşik tonozlu bölümün sonundaki apsis kayalar el vermediğinden dışarıya çıkıntı yapamamıştır. Özelliğini bütünüyle yitirmiş olmasına karşılık günümüze gelebilen izlerden bu bölümlerin fresklerle kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Kubbeli Kilisede ibadet yerini örten kubbeye dünya hakimi olan Pantokrator İsa yerleştirilmiştir. Bugün oldukça zor seçilebilen bu freskte Hz.İsa taht üzerinde, haç motifli bol bir elbise giymiş olarak tasvir edilmiştir. Hz.İsa’nın yüzü oldukça bozulmuş bu nedenle de kompozisyon tam olarak seçilememektedir. Kubbeyi destekleyen kasnakta ise İncil’den alınmış Yuhannes ile ilgili konulara, şikayet ve vaaz sahnelerine yer verilmiştir. Kilise duvarlarındaki fresklerden çoğu günümüze ulaşamamıştır. Batı duvarındaki bezemelerden bazıları ile doğudaki uzantılarda bir takım figürler dikkati çekmektedir. Burada Hz.Meryem’in Yusuf ile birlikte Betlehem’e gidişi resmedilmiştir. Ayrıca kuzey ve güney tonozlarında da Herodes’in verdiği ziyafet, mezar başında kadınlar, tebşir, çobanlar, üç müneccim, Yusuf’un rüyası, Mısır’a gidiş, Hz.İsa’nın doğumu, çocukların öldürülmesi, vaftiz gibi İncil’den alınma konulara yer verilmiştir. HAGİA BARBARA (Tahtalı Kilise) KİLİSESİ (Yeşilhisar) Kayseri Yeşilhisar ilçesi Soğanlı Vadisi’nin bitiminde bulunan Hagia Barbara (Tahtalı Kilise) Kilisesi X.yüzyılın başlarına tarihlendirilmektedir. Bu kilise tek nefli, tek apsisli olup, üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Vadideki önemli kiliselerden biri olan Hagia Barbara Kilisesi’ni tonozlar ortadan ikiye bölmüştür. Kilisenin içerisindeki fresklerde çok sayıda Aziz tasvirleri görülmektedir. Burada Hz.İsa’nın doğacağının müjdelenmesi, ziyafet, Hz.Meryem’in bakireliğini kanıtlaması, Hz.Meryem’in Yusuf ile Betlehem’e gidişi ve doğum sahneleri, yedi uyurlar, deisis gibi İncil’den alınma sahnelere yer verilmiştir. Ayrıca kilisenin çeşitli yerlerine de Azizlerin tasvirleri resmedilmiştir. KARABAŞ KİLİSESİ (Yeşilhisar) Kayseri Yeşilhisar ilçesi Soğanlı Vadisi’nin sağ yamacında Kubbeli Kilise’nin karşısında bulunan Karabaş Kilisesi ismini, Azizlerin başlarındaki halelerden almıştır. Bu haleler zamanla kararmış ve halk arasında da bu kiliseye Karabaş Kilisesi ismi verilmiştir. Bu kilise Bizans başkent üslubunda yapılmış olup, 1060-1061 yıllarına tarihlendirilmektedir. Kilisenin tonoz örtülü bir ibadet yeri ile yanlarındaki nişler, güneyinde üç şapel ve bir de ibadet mekanı bulunmaktadır. Kilise içerisindeki freskler oldukça iyi korunmuştur. Burada Hz.İsa’nın doğumu, mabede sunuluşu, Adem ile Havva, Hz.İsa’nın dirilişi, tabut üzerinde melekler, Hz.İsa’nın çarmıha gerilişi, Hz.İsa’nın göğe yükselişi, deisis gibi İncil’den alınma sahnelere yer verilmiştir. Ayrıca freskler arasında çeşitli Aziz tasvirleri de bulunmaktadır. Apsis’te bulunan havarilerin bir araya gelişini gösteren fresk, Kappadokia freskleri arasında ender görülecek güzelliktedir. YILANLI KİLİSE (Canavarlı Kilise) (Yeşilhisar) Kayseri Yeşilhisar ilçesi Soğanlı Vadisi’nde Karabaş Kilisesi’nin çıkışında bulunan Yılanlı Kilise XI.yüzyıla tarihlendirilmektedir. Kilisenin ilginç bir yapı planı bulunmaktadır. Avluyu çevreleyen mutfaklar, yemek odaları, mezar odaları, çift koridorlu ve iki derin nişli şapeli ile diğerlerinden farklı bir plan düzenine sahiptir. Fresklerinden büyük çoğunluğu günümüze gelememiştir. Ancak Azizlerden Hagios Gregorios’un bir yılanı öldüren sahnesinden ötürü de bu kiliseye Yılanlı Kilise ismi verilmiştir. Soğanlı’da bulunan bu kiliselerin yanı sıra vadide oyulmuş bir çok mezara da rastlanmaktadır. TOMARZA KİLİSESİ (Tomarza) Kayseri Tomarza ilçesi Cumhuriyet mahallesi’nde bulunan kalıntıların bir kiliseye ait olduğu bilinmektedir. Kalıntılarından XIX.yüzyılın sonlarına tarihlendirilen kilise günümüze harap durumda gelebilmiştir. Kilise bazilika plan düzeninde olup, iç mekan dörder yuvarlak taş sütunlarla üç nefe ayrılmıştır. Bu nefler yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlantılıdır. Kilisenin üzeri ahşap çatı ile örtülüdür. Kilisenin önündeki narteks ile ön cephesi tamamen yıkılmıştır. SURP ASTVADZADZİN (Meryem Ana) KİLİSESİ (Merkez) Kayseri Kiçikapı Meydanı’nda bulunan Surp Astvadzadzin Kilisesi’nin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemektedir. Kilise bazilika planında üç nefli olup, orta nef yan neflerden dört sütunla ayrılmıştır. Ayrıca nefleri oluşturan sütunlarla duvarlara bitişik yarım sütunlar arasında bağlantıyı sağlayan kemerlerle iç mekan beş dikdörtgen veya kare bölümlere ayrılmıştır. Orta ve yan neflerin kilise ortasına rastlayan bölümleri daha geniş tutulmuştur. Orta nefteki merkezi bölüm on iki pencereli kasnak üzerine oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Diğer neflerin üzerleri de tonozla örtülüdür. Kilisenin kuzey ve güney duvarlarında yuvarlak kemerli nişler içerisine alınmış, dikdörtgen söveli altışar pencere bulunmaktadır. Kilisenin batısındaki narteks dikdörtgen planlı ve kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır. Narteksten iç mekana dört sütunlu ve üç tonozlu bir bölüm ile girilmektedir. Bu kilise Ermeni cemaatinin olmamasından ötürü terk edilmiş, günümüzde “Kiçikapı Spor Salonu” olarak kullanılmaktadır. SURP KRİKOR LUSAVORİÇ KİLİSESİ (Merkez) Kayseri Cafer Bey Mahallesi Yeni Sokak’ta bulunan Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi 1191 tarihinde yapılmış, XVII.yüzyıla kadar ayakta kalmış, XIX.yüzyılın ortalarında yıkılmıştır. Kilise 1859 yılında yeniden yapılmış, 1885 yılında da büyük bir onarım geçirmiş ve bununla ilgili mermer bir kitabe giriş kapısı üzerine yerleştirilmiştir. Kilise üç nefli bazilika planında yapılmıştır. Orta nef yan neflerden sütun ve payelerle ayrılmıştır.Kilisenin içerisi kuzey-güney, doğu-batı doğrultusunda atılmış kemerlerle üç dikdörtgen ve bir de kare bölüm oluşturulmuştur. Orta nefin üzeri ile doğu ve batıdaki bölümler kubbeli, yan nefler de oval kubbeli ve çapraz tonozludur. Kilisenin doğusundaki bema ile, kuzeydoğu, güneybatı köşeleri yarım yuvarlak apsislidir. Kilisenin batısında üç çapraz tonozla örtülü bir narteks bulunmaktadır. Bu narteksin üzerinde de galeriye yer verilmiştir. Kilise girişi beş sütunlu, yarım kubbeli bir mekandır. İbadet mekanı freskolarla kaplı olup burada bitkisel, geometrik motiflerin yanı sıra pandantiflere İncil yazarlarının resimleri yapılmıştır. Bu kilise halen kullanılmakta olup, ibadete açıktır. ŞAMMASPİR KİLİSESİ (Bünyan) Kayseri Bünyan ilçesi Doğanlar mahallesi’nde bulunan Şammaspir Kilisesi’nin ne zaman yapıldığı konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu kilisenin Hıristiyan Dinini yaymak amacıyla yapıldığı sanılmaktadır. Kilise yaklaşık 100 m. yüksekliğinde bir kayanın üzerinde yapılmış olup, kale görünümündedir. İç içe üç surla çevrili bulunan kilise yıkılmış ve günümüze gelememiştir. Bugün yalnızca temel kalıntıları görülebilmektedir. Bu bakımdan kilisenin mimarisi ile ilgili bilgi edinilememiştir.
  12. _asi_

    Kayseri Çeşmeleri

    KAYSERİ ÇEŞMELERİ HACI AHMET ÇEŞMESİ (Talas) Kayseri Talas ilçesinin Tapucak Mahallesi’nde, Beydağı Sokağı’nda, Han Camisi’nin güneydoğusunda bulunan bu çeşmeyi, kitabesinden öğrenildiğine göre h.1303 (1886) yılında Hacı Ahmet yaptırmıştır. Çeşmenin üzerinde altı satırlık kitabesi olup, mealen anlamı şöyledir: “Hacı Ahmet Efendi bu çeşmeyi yaptırdı Tek maksadı Allah’ın rızasını kazanmaktır Abdest alıp, su içen kimselerden Bir Fatiha ile üç İhlas ve dua etsinler diye dua eder h.1303 (1886)”. Çeşme kesme taştan yapılmış, yuvarlak bir kemer içerisinde yalak taşı ve ayna taşı bulunmaktadır. MEYDAN ÇEŞMESİ (Talas) Kayseri Talas ilçesi, Kiçiköy Mahallesi’nde, Ali Saib Paşa Sokağı’nın köşesinde bulunan bu çeşmeyi Ali Saib Paşa’nın babası İbrahim Efendi h.1305 (1888) yılında yaptırmıştır. Çeşmenin üç satılık sülüs yazılı kitabesinin mealen anlamı şöyledir: “Serasker Ali Saib Paşa’nın babası Bundan evvel Mevlânın rahmetine sığındı Bu çeşmeyi Mü’minlere yadigar olsun diye İnşa edip, dahası ahiret gününe kadar ebedileştirdi Geldi tarih için geçmişin hakikatinden Bu rahmet gözü İbrahim Efendi için oldu sevap h.1305 (1888)”. Çeşme kesme taştan yapılmış olup, XIX.yüzyıl kilise mimarisi üslubunu yansıtmaktadır. SALİH AĞA ÇEŞMESİ (Talas) Kayseri Talas ilçesi, Tablakaya Mahallesi’nde Hükümet Caddesi ile Çeşme Sokağı’nın birleştiği köşede bulunan bu çeşmenin beş satırlık kitabesinden öğrenildiğine göre; 1926 yılında Salih Ağa tarafından yaptırılmıştır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Tek O’dur. her şeyi yaratan ve baki olan Hayrat sahibi Balcı Halil oğlu Salih Ağa Tek maksadı Allah’ın rızası ile Onun feyzinden kurtuluşu bulmaktır h.1344 (1926)”. Salih Ağa çeşmesi mimari yönden Osmanlı çeşmelerinden farklı bir üslup yansıtmaktadır. Daha çok kilise çeşmelerine yakınlığı olduğu açıkça görülmektedir. Bu da çeşmenin Ermeni ustalar tarafından yapıldığını göstermektedir. Kitabesi, ayna taşı ve çeşme nişi içerisindeki mermerler dışında kesme taştan yapılmıştır. Genel olarak dikdörtgen planlı çeşme yanındaki yapılara bitişiktir. Üst kısmında kornişler içerisinde yer alan alınlığın ortasına kitabe yerleştirilmiştir. Çeşmenin ayna taşını kuşatan yuvarlak kemeri ile duvara dayalı plasterler Avrupa üslubunu yansıtmaktadır. HARMAN CAMİSİ ÇEŞMESİ (Talas) Kayseri Talas ilçesi, Harman Mahallesi’nde, Harman Camisi’nin avlusunda yer alan bu çeşmenin kitabesi bulunuyorsa da kitabesinde banisini ve yapım tarihini belirten bir yazı bulunmamaktadır. Bununla beraber çeşmenin XX.yüzyıl başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Bu kitabe tamamen Allah’a yönelik bir methiyedir. Kesme taştan yapılmış olan bu çeşmenin kitabesi, ayna taşı, yalağı, iki yanındaki sütunların başlıkları mermerden, diğer bölümleri de kesme taştan yapılmıştır. Caminin son cemaat yerine bitişik olan bu çeşme, duvara dayalı iki sütun ve yuvarlak kemerden meydana gelmiş bir niş içerisindedir. Bunun üzerine de üçgen bir alınlık yerleştirilmiştir. ÇİFTE ÖNÜ ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri Şehit Miralay Nazım Bey Caddesi’nde, Çifte Önü Camisi yakınındadır. Çeşmenin iki kitabesi bulunmaktadır. Bunlardan yapım kitabesi 1753, onarım kitabesi de 1878 tarihlidir. Çeşme iri-siyah yekpare bazalt taşından yapılmıştır. Çeşmenin önüne iri bazalt taşından binek taşları yerleştirilmiştir. Bu taşların bir kiliseye ait sütun başlığı olduğu anlaşılmaktadır. Çeşme üçü serbest, üçü de duvar içerisinde kalan, birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış sütunlarla hareketli bir cephe görünümü sağlanmıştır. Musluklar cephedeki sütunların arkasında bulunan duvara yerleştirilmiştir. Çeşmenin yanında hayvanlar için ayrı bir yalak yapılmıştır. HACI KASIM ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri Tavukçu Mahallesi, Yeni Cami Sokak ile Altun Sokağı’nın kesiştiği noktadadır. Çeşmenin yapım tarihi bilinmemektedir. Üzerindeki onarım kitabesinden 1890 yılında onarıldığı öğrenilmektedir. Çeşme kesme taştan yapılmış, hafif sivri bir kemerin taşıdığı iki sütunlu bir cephe görünümüne sahiptir. Çeşmenin üst örtüsü saçak ve silme çıkıntılıdır. HACI MEHMET ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri Gülük Camii yakınında bulunan bu çeşmenin üzerinde iki kitabesi bulunmaktadır. Bunların her ikisinin de onarım kitabesi olduğu sanılmaktadır. Bu kitabeler h.1202 (1787) ve h.1287 (1870) tarihlidir. Kesme taştan yapılan çeşme, yuvarlak bir kemer içerisine ayna taşı yerleştirilmiştir. Ön kısmında yalakları vardır. Çeşmenin cephe görünümünde sivri kemerle üst örtü arasında kalan alan çörten ve iki kabara ile dışarı taşırılmıştır. KADI ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri il merkezinde, Kurşunlu Camisi’nin 50 m. kuzeyinde olan bu çeşmenin Mimar Sinan tarafından yapıldığı iddia edilmektedir. Kayseri’de günümüze gelebilen çeşmelerin en eskilerinden birisidir. Kaba yontma taştan yapılmıştır. Çevre nişini oluşturan ayaklar beyaz mermerden olup, çeşme sivri kemerlidir. Çeşmenin üzerine dört sütunun taşıdığı külahlı bir minber minare eklenmiştir. Çeşme günümüze harap durumda gelebilmiştir. SEYİT GAZİ MAHALLESİ ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri Kiçi Kapı’da Dinçtürk Sokak üzerinde Lala Camisi yakınındadır. Mermer kitabesinden öğrenildiğine göre h.1322 (1904) yılında yapılmıştır. Çeşme üzerine dört sütunun taşıdığı bir minber minare yerleştirilmiştir. Çeşme kesme ve yontma taştan yapılmıştır. Cephe görünümü toprağa gömülü iki paye ve bunları birleştiren yuvarlak bir kemerden meydana gelmiştir. PAMUKHANE ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri il merkezinde, kalenin yakınında bulunan bu çeşme XIV.yüzyılın sonlarında yapılmıştır. İç içe geçmiş yüksek iki niş şeklindedir. Çeşmenin cephe görünümü cami giriş portaline benzemektedir. Sütunlardan sonra başlıklar ve başlıkların üzerindeki kemerlerde çiçek motifleri bulunmaktadır. Aynı kemer profilleri içerideki kemerde de tekrarlanmıştır. GÖLLÜ ÇEŞME (Melikgazi) Kayseri Gubaroğlu Mahallesi, Göllü Sokakta bulunan bu çeşme kitabesinden öğrenildiğine göre h.958 yılında Abdullah oğlu Kasım tarafından onarılmıştır. Çeşmenin yapım tarihi bilinmemekle beraber, mimari üslubundan XVI. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır Çeşme iri taş kaide üzerinde iyon başlıklı yuvarlak sütunların taşıdığı bir niş kemerinden meydana gelmiştir. Kemerin kilit taşı üzerine kabartma bir motif yerleştirilmiştir. Çeşme nişi içerisinde kabartma taş üzerine iki kitabe yerleştirilmiştir. Bunlardan biri onarım kitabesi olup diğeri Selami isimli bir şairin manzum şiirini kapsamaktadır. GAVREMOĞLU ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri, Huand Hatun Külliyesi’nin arkasında, Yanıkoğlu Mahallesi’ndedir. Çeşme Seraceddin Medresesi bahçesinin arka duvarına yeniden monte edilmiştir. Kitabesinden öğrenildiğine göre h.914 (1508) yılında Hacı Aziz oğlu Pir Ahmet tarafından yaptırılmıştır. Çeşmenin 1885 yılında yapılan onarımından sonra bu onarımı belirten ikinci bir kitabesinde; Gavremoğlu çeşmesi Pir Ahmed’in eseri Bin beşyüz sekiz yılında akıttı bu kevseri. Harabe olmuş iken Gavremoğlu Yılmaz Bey Bin dokuzyüzseksen beşte imar etti gevheri 1985 yazılıdır. Kesme taştan sade bir çeşmedir. Sivri kemerli bir niş içerisine ayna taşı yerleştirilmiştir. Nişin içerisinde Arapça orijinal kitabesi ile bunun üzerine 1985 tarihli onarım kitabesi bulunmaktadır. ODUNCU ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri, Gubaroğlu Mahallesi’nde bulunan bu çeşme kitabesinden öğrenildiğine göre 1582 yılında Oduncu oğlu Murat tarafından yaptırılmıştır. Kitabe: Ammera fi hâzihi-l imare Murad bini Oduncu Bade seneti’l Hicreti Tis’ine ve Tis’amie 990 (1582) Çeşme muntazam kesme taştan yapılmış olup, sivri kemerli bir niş içerisindedir. Çeşme önüne sonradan yapılmış bir siperlik eklenmiştir. Kayseri’de bir dönem de mahremiyet nedeniyle bazı çeşmelerin önüne 1 m. yüksekliğinde bu tür siperlikler yapılmıştır. GÜDÜLLÜ ÇEŞME (Melikgazi) Kayseri Hunat Hatun Külliyesinin arkasında Moloğlu Konağı’nın bahçe duvarı yanındadır.Yakınında Seraceddin Medresesi ile Gavremoğlu Çeşmesi bulunmaktadır. Kitabesi birkaç kez boyandığından okunamamıştır. Yapı üslubundan çeşmenin XVI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Çeşme moloz ve kesme taştan yapılmıştır. Dikdörtgen bir çerçeve içerisinde yuvarlak kemerli niş içerisinde ayna taşı ve kitabesi bulunmaktadır. LALA CAMİ ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri Kiçikapı Mevkiinde Lala Mahallesi’nde, Lala Camisi’ne 10 m. uzaklıkta bulunan çeşme XIII.yüzyılda yapılmıştır. Ancak bu çeşme yıkılmış ve meydan ortasına kümbet biçiminde 1941 yılında yeniden yapılmıştır. Çeşme kesme taştan 4.80 m. yüksekliğindedir. Sekiz köşeli bir planı olup, kesme taştan yapılmıştır. Çeşmenin gövdesi üzerinde üç musluk bulunmaktadır. DÖNER KÜMBET ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri Döner Kümbet’in arkasına bulunmaktadır. Osmanlı döneminde kesme taştan yapılmıştır. Kitabesi bulunmamaktadır. Çeşmenin yakınında bulunan kümbetten ötürü de Döner Kümbet Çeşmesi ismini almıştır. Çeşme nişini oluşturan ayaklar üç sıra kesme taştan, bu taşların üzerinde de sade bir profil bulunmaktadır. Bu profil çeşmenin içerisini boydan boya dolaşmaktadır. Çeşmenin yarım daire kemerinde de profiller yer almaktadır. Önünde yalağı bulunmaktadır. HATIN TEKİN ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri, İl merkezinden Talas’a giden cadde üzerinde, Han Camisi’nin karşısında bulunan çeşmeyi kimin yaptırdığı bilinmemektedir. Dikdörtgen kütlevi bir çeşme olup, yuvarlak kemerli niş içerisinde ayna taşı bulunmaktadır.Yuvarlak kemerin üzengi silmesinde bir kartal amblemi bulunmaktadır. Günümüzde bakımsız bir durumdadır. ŞIH SADETTİN ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri Tacettin Mahallesi’nde, Kaya Sokak’ta bulunan çeşmenin yakınında Şıh Sadettin Cami ve türbesi bulunmaktadır. Çeşmenin kitabesi bulunmadığından banisi ve yapım tarihi bilinmemektedir. Küçük basit bir çeşme olup, kesme taştan yapılmış, yuvarlak kemerli bir niş içerisindedir. Günümüzde harap bir durumda ve önündeki yolun yükselmesinden ötürü yalak taşı toprak altında kalmıştır. MİRZADELER ÇEŞMESİ (Melikgazi) Kayseri Tavukçu Mahallesi Bayram ve Atpazarı sokaklarının kesiştiği yerde bulunan çeşmeyi Mirzazade Mustafa Has Ağazade Ali Hocazade ile Hacı Kamil Efendiler 1932 yılında yaptırmıştır. Kesme taştan kütleli bir çeşme olup yuvarlak kemerli bir niş içerisinde ayna taşı ile kitabesi bulunmaktadır,Günümüzde harap bir halde olup kaçak define arayanlar tarafından kısmen tahrip edilmiştir. GEVHER NESİBE SULTAN ÇEŞMESİ (Kocasinan) Kayseri Yenice Mahallesi’nde, Gevher Nesibe Sultan Tıp Medresesi’nin önünde bulunmaktadır. Çeşmenin ayna taşı üzerindeki kitabede; Menâfi çeşmenin âbı Zülâl olmuş Letâfette Şeker gibi hâlavette İçen ihvâna aşk olsun Hasan Hüseyin aşkına İçer olsa o teşneler Bula Kevser Şarâbını İçen ihvâna aşk olsun Bu hayrı işleyen mümin Bakâyı lâ yazâl buldu Çerağın kendi eliyle Yakan ihv3ana aşk olsun Bu tamir tarihin Hilmi Ferâh gâfil yazub bunda Hisâb idüp çıkar sende Bulan ihvâna aşk olsun. Yazılıdır. Çeşmenin nişi içerisinde h.1218 tarihi ile padişah tuğrası bulunmaktadır. SAHİBİYE ÇEŞMESİ(Kocasinan) Kayseri il merkezinde Sahibiye Medresesi’nin ön duvarında bulunan bu çeşme, medrese yakınında bir başka yerde bulunuyorken yol genişletilmesinden ötürü yerinden kaldırılarak buraya konulmuştur. Sahibiye’nin orijinal çeşmesi yıkılarak ortadan kalkmıştır. Çeşme üzerinde üç satırlık kitabesi bulunmaktadır. Kitabe: “Bu mübarek çeşmenin akıtılmasını, Kılıçaslan oğlu yüce Sultan, din ve dünyanın koruyucusu, fetihler sahibi Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında 665 (1266)’de Allahu Teâlâ’nın rahmetine muhtaç, zayıf kul Hüeyin oğlu Sahib Ali emretti. Allah onu kuvvetlendirsin.” Çeşme muntazam blok taştan yapılmış olup, fazla derin olmayan çeşme nişi yuvarlak kemer ve onu taşıyan taş ayaklardan meydana gelmiştir. Ayak taşları üzerine profilli taşlar oturtulmuştur. MIHLIM ÇEŞMESİ (Kocasinan) Kayseri Cürcüler Mahallesi, Fevzioğlu Sokak’ta bulunan bu çeşmenin kitabesi okunamadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XVII.yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır. Çeşme iç içe iki kemerli olup, dışta büyük kemer nişi, basık sivri kemerli, içte olanı da sivri kemerlidir. Çeşmenin cephesi yüksek kabartma olarak yapılmış rozetlerle süslenmiştir. Yalak çevresinde iki adet dinlenme taşı vardır. DANİŞ ALİ BEY ÇEŞMESİ (Bünyan) Kayseri Bünyan ilçesi, Büyük Bürüngüz Köyü’nde bulunan bu çeşmeyi Daniş Ali Bey 1565 yılında yaptırmıştır. Osmanlı çeşme mimarisinin tipik örneklerinden olan çeşme, kesme taştan olup, üzeri kubbelidir. Dış duvarındaki kitabesi zamanla bozulmuş, mermer üzerine yeniden yazdırılarak çeşmenin iç duvarına yerleştirilmiştir. Kitabesinde banisine ait bir methiye ile yapım tarihi bulunmaktadır. YAZICI ÇEŞMESİ (Bünyan) Kayseri Bünyan ilçesi Büyük Bürüngüz Köyü’nde bulunan bu çeşme, Sultan Abdülaziz tarafından 1713 yılında yaptırılmıştır. Kesme taştan yapılmış olan bu çeşmenin kitabesi bozulmuş, ancak yapım tarihi olan h.1129 (1713) tarihi okunabilmektedir. Çeşmenin cephe görünümü üç yönlü olup, sivri kemerlidir. Kemerlerin içerisinde ayna taşı ve yalağı bulunmaktadır. Üzeri kubbe ile örtülüdür. PAPAZ ÇEŞMESİ (Bünyan) Kayseri Bünyan ilçesi Yenice Mahallesi’nde bulunan bu çeşmenin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. XVIII.-XIX. yüzyılda yapıldığı üslubundan anlaşılmaktadır. Çeşme kesme taştan yapılmış, ön yüzünde yuvarlak kemerin birbirine bağladığı iki sütun bulunmaktadır. Arkasında bulunan kilise ile bağlantılı olduğunu üslubu açıkça göstermektedir. Günümüzde kullanılmaktadır. OSMANOĞLU ÇEŞMESİ (İncesu) Kayseri İncesu ilçesi Bulgurcu Mahallesinde bulunan Osmanoğlu Çeşmesi’ni kitabesinden öğrenildiğine göre; Mehmet Usta 1858 yılında yaptırmıştır.Çeşmenin dört satırlık celi-sülüs yazılı kitabesi bulunmaktadır: Hasan Hüseyin aşkına - Aktı bu âb-ı zülâl Şefi’ola kiyametde_Rusûlün yâ ze’l-Celal Donanmasına sibû...-Çeşme itdi binâ Suyun iç eyle-Usta Mehmed’e du’â h.1275 (1858). Çeşme kaba yontma taştan olup, yuvarlak kemerli bir niş şeklinde, nişin içerisinde kitabesi bulunmaktadır. Ayna taşı ve musluğu olmayan çeşme günümüzde kullanılmamaktadır. ALİ SAİB PAŞA ÇEŞMESİ (Talas) Kayseri Talas ilçesi, Kiçiköy Mahallesi’nde, Ali saib Paşa Sokağı’nda bulunan bu çeşme, Ali Saib Paşa Camisi’nin kuzeybatı köşesinde yer almaktadır. Cami ile birlikte yapılmış olan bu çeşme kitabesinden anlaşıldığına göre 1888 tarihlidir. Üzerinde ikişer mısradan üç satırlık mermer kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Himmet sahibi, eli açık ve cömertlik kaynağı Yani serasker-i Ekrem Ali Said Paşa Kevser suyunun güzelliklerini icra eyler Bu dünya toprağına bağlanmak revâdır İşte tarihi selisi aktı gürleyerek Tatlı su eyledi icra Ali Saib Paşa 1305 (1888)”. Çeşme tek cepheli olup, kesme taştan yapılmış, yalnızca ayna taşı ile kitabesi mermerdendir. Ayna taşının üzerinde oldukça iri bir gülbezek bulunmaktadır. Kitabe de kalın silmeli bordürle üç taraftan kuşatılmıştır. ESMA HANIM ÇEŞMESİ (Talas) Kayseri Talas ilçesi Kiçiköy Mahallesi, Ali Saib Paşa Sokağı’nın girişinde, çukur içerisinde basit bir çeşmedir. Ayna taşı ile kitabesi mermerden diğer bölümleri de kesme taştandır. Çeşme nişinin içerisinde bulunan kitabesinden Ali Saib Paşa’nın bu çeşmeyi 1888 yılında annesi Esma Hanım için yaptırdığı yazılıdır. Sülüs yazılı kitabesinin mealen anlamı şöyledir: “Ali Saib Paşa’nın annesinin sebilhanelerinden, Hak yolunda yaptı ölümünden sonra daim kılınsın diye Susayan insanlar su içtikçe Mü’minler aldıkça abdest, eylesinler ruhuna rahmetle birlikte güzel bir bakış Muhtar Efendi tam tarihini düştü, ücra beldeye temiz su getirdi Esma Hanım h.1305 (1888)”.
  13. _asi_

    Kayseri Kaleleri

    KAYSERİ KALELERİ KAYSERİ SURLARI VE KALESİ (Merkez) Kayseri il merkezinde, doğu-batı doğrultusunda uzanan Kayseri Surları ve Kalesi oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Kalenin yapım tarihi kesin olmamakla beraber, Roma İmparatoru III. Gordianus’un (Ms.238-244) 4. hükümdarlık yılında (MS:241) bastırmış olduğu bronz sikkesinde ENTIX(Surla çevrildi), KAI(Kayseri), BNE(2. Nekrosluk), ETA(4. yıl) ifadeleri olup, karısı Trankullina’nın başındaki sur şeklinde tacın dışında sur resmi görülmemektedir. Buna dayanılarak da surların ilk kez III.yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Bizans döneminde İmparator Iustinianus bu surları daha küçülterek onartmıştır. Selçuklular döneminde, I.Alaaddin Keykubat bu surları bir kez daha onarmış, daha sonra Danişmendliler, Karamanoğulları ve Osmanlılar da onarımları sürdürmüş, kale ve surları da savunma amaçlı olarak kullanmışlardır. Kayseri Kalesi İç ve Dış Kale olmak üzere iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bunlardan iç kale dış kale ile bağlantısı olmayan kendine özgü bir yapıdır. Doğu ve güneyinde olmak üzere iki kapısı bulunmaktadır. Osmanlı döneminde bugünkü Cumhuriyet Meydanı’na bakan duvarlarda üçüncü bir kapı daha açılmıştır. Kaynaklarda Fatih Sultan Mehmet döneminde kale içerisine bir de cami yapıldığı yazılıdır. Fatih Sultan Mehmet tek kubbeli olan bu camiyi kalenin kuzey duvarına bitişik olarak yaptırmıştır. Caminin olduğu yerde daha önceden Karamanoğulları zamanında yapılmış bir mescit olduğu da bilinmektedir. Günümüzde kalenin içerisi Kuyumcular Çarşısı olarak kullanılmaktadır. Kayseri surları doğu-batı doğrultusunda uzanmakta olup, Dış Kaleye ait Yoğun Burç olarak isimlendirilen köşe burcundan güneybatıya dönmekte, bugün yer yer kesintiye uğramakla beraber Osman Kavukçu Caddesi’nde duvar kalıntıları yapılar arasında görülmektedir. İç Kale 1.80 m. kalınlığında, 1.50x1.60 m. ölçüsünde kemer açıklıkları 300-360 m. arasında değişen iki sıra halinde yuvarlak kemerli nişlerle takviye edilmiştir. Bu kemerlerin üzerine yerleştirilen seyirdim yolları çokgen burçlara kadar devam etmektedir. Kalenin doğu duvarı ile kısmen de güney duvarının önünde ikinci bir dur duvarı daha bulunmaktadır. Surlar birbirini izleyen burçlarla takviye edilmiştir. İç Kalede 195 burç olduğu kaynaklardan öğrenildiği gibi bunların bazıları da günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Kalenin Güney Kapısı, İç Kapısı, Doğu Kapısı, Dış Kapısı (Dizdar Kapısı) bulunmaktadır. Bu kapılar derin tonozlu nişler içerisine alınmış, profilli silmelerle de çerçevelenmiştir. Bunlardan güney kapısında duvarın iki yanına birer aslan heykeli yerleştirilmiştir. İç Kapının üzerinde kitabesi olup, üç katlıdır. Dışarıya pencereler ve mazgallarla açılmıştır. Doğu Kapısının alınlığında yine bir kitabe bulunmaktadır. Dış Kale oldukça geniş bir alanı kaplamış olmasına rağmen günümüze pek az kalıntısı gelebilmiştir. Bu bakımdan da Dış kalenin tam olarak planını çıkarmak mümkün olmamıştır. Günümüzde Kayseri mahallelerinde Dış Kaleye ait burç ve duvar izlerine zaman zaman rastlanmaktadır. Kayseri surlarında ve kalesinde kesme ve moloz taşlar kullanılmış, kalın harç tabakası ile de bu taşlar birbirlerine bağlanmıştır. Bununla beraber duvarlarda yer yer bezemeli devşirme malzemelerin kullanıldığı da görülmektedir. AKIŞLA KALESİ (Akkışla) Kayseri Akışla ilçesinde, Kaletepe’de Kululu Mevkiinde bulunan bu kalenin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber günümüze gelen duvar kalıntılarından Helenistik dönemde (MÖ.33-MS.20) ve daha sonra Romalılar tarafından da uzun süre kullanılmıştır. Kale günümüze harap durumda gelebilmiş, bazı duvar kalıntıları dışında herhangi bir iz bulunmamaktadır. Yalnızca kale çevresinde çivi yazılı tabletler, steller, çanak çömlek , mühürler bulunmuş olup, günümüzde Kayseri Arkeoloji Müzesi’ndedir. Kale çevresinde bu tür eserlerin bulunmuş olması yörede Hitit döneminden itibaren bir yerleşim olduğunu da göstermektedir. ŞAHMELİK KALESİ (Develi) Kayseri Develi ilçesinde, Şahmelik Köyü’nün 5 km. kuzeydoğusunda bulunan bu kale Roma döneminde yapılmış, daha sonra Bizanslılar tarafından da kullanılmıştır. Kalenin duvarları moloz taştan yapılmış olup, kare planlı kulelerle sağlamlaştırılmıştır. Kale günümüze gelen kalıntılarından anlaşıldığına göre üç bölümden meydana gelmiştir. Ayrıca bu kale yakınındaki mağaralarla bağlantılı olarak yapıldığından ötürü de savunması daha da güçlenmiştir. Bu kale günümüze oldukça harap bir halde gelebilmiştir. ÖKSÜT KALESİ (Develi) Kayseri Develi ilçesi, Öksüt Köyü’nde kayalara oyulmuş bir yerleşim olduğu günümüze gelebilen kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu yerleşimin kaya ile bütünleşmiş bir kale olduğu sanılmaktadır. Ne zaman yapıldığı konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yalnızca burada bulunan bir kabartmada elinde mızrağı ile ejderi öldüren bir insan figürü kabartma olarak işlenmiştir. Bu nedenle de bu kaleye Zırha kalesi ismi verilmiştir. Bazılarına göre bu kabarma Hitit dönemine aittir. Bu iddia kesinlik kazanırsa kalenin Hitit döneminde yapıldığı düşünülür. KALEKÖY KALESİ (Develi) Kayseri Develi ilçesi Bakıdağ bucağında Kaleköyü’nde bulunan kalıntıların bir kaleye ait olduğu ileri sürülmektedir. Oldukça küçük ölçüde moloz taştan yapılmış olan bu kalıntıların bir kaleye ait olup olmadığı da tartışmalıdır. YENİKÖY KALESİ (Develi) Kayseri Develi ilçesi, Kaleköy’e 5 km. uzaklıkta bulunan Yeniköy’deki kalıntıların bir kaleye ait olduğu söylenmektedir. Ancak moloz taştan olan bu kalıntıların kale olup olmadığı kesinlik kazanamamıştır. TOMBAK KALESİ (Develi) Kayseri Develi ilçesi Yukarı Tombak Köyü’nün yanındaki sırtta büyük bir kaya bloğuna oyularak yapılmış bir kale bulunmaktadır. Kalenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bu kaya oyukları içerisinde birbirine geçen odalar ve su sarnıçları da bulunmaktadır. MELİKGAZİ (Kuş-Zamantı) KALESİ (Melikgazi) Kayseri Melikgazi ilçesi İlbaşı’na (Zamantı) 15 km. uzaklıktaki Melikgazi Kalesi bulunduğu yerdeki kalkerli kayalar ile bütünleşmiş bir yapıdır. Bu kalenin Bizans döneminde yapıldığı daha sonra Danişmendli, Selçuklu ve Osmanlılar zamanında kullanılarak onarıldığı üzerindeki izlerden anlaşılmaktadır. Bu kale Zamantı ile Elbistan yollarını kontrol altında tutmak amacı ile yapılmıştır. Bizans döneminde yapılan kale daha küçük ölçüde kesme taştan yapılmıştır. Danişmendliler ve Selçuklular bu kaleyi daha iri kesme taşlarla güçlendirmiş ve genişletmiştir. Selçuklu döneminde yapılan taşlar üzerinde Selçukluların çok sık kullandıkları taşçı monogramlarına rastlanmaktadır. Kalenin dış duvarları kesme, kırmızı ve beyaz taşlarla işlenmiş, iç kısımları da Horasan dolgular halinde moloz taşlardan meydana gelmiştir. Kalenin dış cephesinde kullanılan kesme taşlar üzerinde yer yer Selçuklu motiflerini de kapsayan taşlara rastlanmaktadır. Kalenin burçlarına yakın kısmında siyah taştan bir şerit boydan boya çevirmektedir. Kalenin irili ufaklı dokuzu yuvarlak, biri köşeli, üçü de düz olmak üzere toplam 13 kulesi vardır. Kalenin kuzeyindeki büyük ve yuvarlak burç sonradan buraya eklenmiştir. KALE KALINTILARI (Tomarza) Kayseri Tomarza ilçesi, Kale Köyü’nün güneyinde tepe üzerinde bulunan bazı kalıntılar bulunmaktadır. Bu kalıntıların bir kaleye ait olduğu sanılmaktadır. Ancak günümüze çok harap ve yıkıntı durumda gelebilen bu kalıntılardan kalenin yapım tarihi ve planı anlaşılamamaktadır.
  14. _asi_

    Kayseri Köprüleri

    KAYSERİ KÖPRÜLERİ KURU KÖPRÜ (Talas) Kayseri Talas ilçesi, Kuruköprü Köyü’nde bulunan bu köprünün Roma döneminde su kemeri olarak kullanıldığı bilinmektedir. Selçuklular döneminde kemer araları doldurularak su bendi haline getirilmiştir. Köprü biri sivri, 13’ü yuvarlak olmak üzere 14 gözden meydana gelmiştir. Köprünün cepheleri kesme yontma taştan, iç kısımları da moloz taştan yapılmıştır. Kuzey cephesi taş duvarlarla desteklenmiştir. Günümüze harap bir durumda gelen köprünün üzerindeki su kanalının yan duvarları yıkılmıştır. ÇOKGÖZ KÖPRÜSÜ (Erkilet) Kayseri, Boğazlıyan-Erkilet-Kayseri yolu üzerinde Kızılırmak üzerindeki Çokgöz Köprüsü kitabesinden öğrenildiğine göre; Selçuklu hükümdarı İzzeddin Keykavus I. zamanında yapılmıştır. Köprünün yapım tarihi bu kitabede yazılı değildir. Bununla beraber İzzeddin Keykavus’un hükümdarlık yaptığı 1212-1215 yıllarında yapılmış olması sanılmaktadır. Köprü değişik zamanlarda onarım görmüştür. Bu onarımlar Osmanlı döneminde yapılmıştır. Uzunluğu 131.20 m., eni 5.50 m.dir. 15 gözden meydana gelen köprünün en büyük kemer açıklığı 12 m.dir. Köprü doğudan batıya doğru uzanmakta, üç ve dördüncü kemer ayakları üzerinde köprü sivri bir konuma gelmekte, daha sonra ise küçülerek ayaklar sıfır noktaya inmektedir. Günümüzde yedinci kemer ayağından sonra Kızılırmak’ın taşıdığı miller nedeni ile köprünün ayakları nehir seviyesinin dışında kalmıştır. Köprünün kemerleri sivri olarak yapılmışsa da sonraki onarımlarda bu kemerler yuvarlak şekle dönüştürülmüştür. Kemerlerde traverten taşı kullanılmıştır. Köprünün korkulukları iki sıra blok taşların yan yana dizilmesinden meydana gelmiştir. Köprü iyi bir durumda olup, günümüzde kullanılmaktadır. TEKGÖZ KÖPRÜSÜ (Merkez) Kayseri’nin kuzeybatısında, il merkezine 30 km. uzaklıkta Kızılırmak üzerinde kurulmuş olan bu köprü, Sultan II.Rükneddin Süleyman Şah zamanında 1202-1203 tarihinde Kayserili Hacı Ali Şir Bin Hüseyin tarafından yaptırılmıştır. Köprünün iki kemeri arasında sülüs yazılı kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir: ”Din ve dünyanın temel direği, İslam ve Müslümanlara güç katan, fetihlerin babası, kahredici, Sultan Kılıçarslan’ın oğlu Süleyman zamanında, Müminlerin yardımcısı, dinin özü, Allah’ın rahmetine muhtaç, Kayserili Hüseyin’in oğlu Hacı Ali Şir tarafından 1202-1203 yıllarında yapılmıştır”. Evliya Çelebi bu köprüden şöyle söz etmiştir: “Şehrin canibi garbisinde bir saat mesafede, Kızılırmak Nehri üzerinde, iki kaya arasında inşa edilmiş bir göz köprü namı ile bibedel bir cisr ail vardır ki Sultan Süleyman asrında Koca Mimar Sinan binasıdır. Üstadı mimar Ömr keranemayesinin nice senelerini geçirip ve var kudretini sarf edip kavs-u kuzey misali bedel bir kantara bina etmiş ki, gören seyyah biihtiyar ve valih-i sergedar olarak üstadına tahsini han olur”. Köprü kesme taştan yapılmış, ortasında 27 m. çapında, 18 m. yüksekliğinde büyük bir kemer, bunun kuzeyinde 11.5 m. çapında 7-5 m. yüksekliğinde küçük bir kemer bulunmaktadır. Köprünün uzunluğu 120 m.dir. Günümüzde bu köprü anayol dışında kaldığından pek kullanılmamaktadır. HABİP KÖPRÜSÜ (Yahyalı) Kayseri Yahyalı ilçesine 18 km. uzaklıkta bulunan Yahyalı Köprüsü’nün kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemektedir. Yapı üslubundan XVII.yüzyılda yapılmış bir köprü olduğu anlaşılmaktadır. Köprü kesme taştan yapılmıştır. ŞAHRUH KÖPRÜSÜ (Sarıoğlan) Kayseri Sarıoğlan ilçesi, Karaöz Köyü girişinde bulunmaktadır. Şahruh Bey, Alaüddevle Bozkurt Bey’in oğlu olup, bu köprüyü Kızılırmak üzerinde XVI.yüzyılın başında yaptırmıştır. Şahruh Bey’in oğlu Mehmet Bey tarafından da 1538-1539 tarihlerinde onarılmıştır. Bu onarımla ilgili bir kitabe köprü üzerinde bulunmaktadır. Kitabenin mealen anlamı: ”Bu köprüyü h.945 (1538-1539) ‘de Alaüddevle Zulkadirî Sasani’nin oğlu Şahruh Bey’in oğlu Mehmet Emir Abdullah eliyle onardı”. Köprü muntazam kesme taştan yapılmıştır. Sekiz kemerlidir. Ortada yüksek sivri bir kemer, onun yanında da gittikçe alçalan beşer kemer daha bulunmaktadır. Yanlardaki korkuluklar iyi bir durumda olup, köprü günümüzde de kullanılmaktadır.
  15. _asi_

    Kayseri Köşkleri

    KAYSERİ KÖŞKLERİ HIZIR İLYAS KÖŞKÜ (Kocasinan) Kayseri Kocasinan ilçesi Erkilet kasabasında bulunan Hızır İlyas Köşkü, bir tümülüs üzerinde yapılmıştır. Günümüze gelemeyen bir kitabesine göre köşk 1241 yılında yapılmıştır. Bu kitabeyi ilk defa Mordtmann okumuş ancak bu kitabe sonradan kırılmış ve yok olmuştur. Sonraki yıllarda Barth bu köşkün planını yayınlamıştır. Hızır İlyas Köşkü’nün şehir dışında yapılmış olmasının nedeni açıklık kazanamamıştır. Bazı araştırmacılara göre bu yapı Çifte Medrese’deki şifahanesinin göğüs hastalıkları bölümü olarak kullanılmıştır. Bazılarına göre de Selçuklu sultanlarının dinlendikleri bir yerdir. Hızır İlyas Köşkü düzgün yontma taştan ve kalın duvarlı olarak yapılmıştır. Köşkün önünde bir merdiven olduğunu, zemin yüksekliği göstermektedir. Köşkün duvarları ön cephelerde yuvarlak, yanlarda ve arkada köşeli kulelerle desteklenmiştir. Köşkün giriş portali mermer kaplamalı olup, ana duvarlardan dışarıya taşan anıtsal bir görünümdedir. Burada birbiri içerisine geçmiş geometrik geçmeler ve aynı şekilde geometrik bordürler dikkati çekmektedir. Portalin içerisinde karşılıklı olarak yerleştirilmiş iki mihrabiye bulunmaktadır. Girişten sonra L şeklinde bir avluya geçilmektedir. Avlunun üzeri portalin arkasındaki bölüm çapraz tonozla, geri kalan bölümler de yuvarlak tonozlarla örtülüdür. Avlunun sağında kare planlı küçük bir mescit bulunmaktadır. Girişin solunda yuvarlak tonozla üzeri örtülü birbirlerine bitişik aynı ölçüde iki oda yapılmıştır. Bu odaların karşısında da avluya açılan yuvarlak kemerli bir mutfak vardır. KIZIL KÖŞK (Melikgazi) Kayseri’nin güneyinde Ali Dağı’nın eteklerinde Billur Bağları denilen sayfiye yerinde bulunan tepe üzerindeki Kızıl Köşk’ün ne zaman ve kimin tarafından yapıldığını belirten bir kitabesi bulunmamaktadır. Köşkün duvarları üzerindeki taşçı işaretleri ve çevrede ele geçen çini parçalarına dayanılarak XIII.yüzyılın ortalarında yapıldığı sanılmaktadır. Ayrıca Gıyaseddin Keyhüsrev’in 1246 tarihli vakfiyesinde de bu köşkün ismi geçmektedir. Kızıl Köşk günümüze gelebilen izlerine göre; doğu-batı yönünde uzanan bir yapı olup, düzgün yontma taştan ve moloz taştan yapılmıştır. Köşkün kuzey ve doğu cephe duvarlarının bir kısmı ayaktadır. Bunun dışında kalan bölümleri ise yıkılmıştır. Yalnızca kuzeydoğu köşesindeki dikdörtgen oda iyi bir durumda günümüze ulaşabilmiştir. Bunun iki yanındaki diğer odaların duvarları ve üst örtüleri tamamen yıkılmıştır. Kalıntılardan anlaşıldığına göre bu köşkte sivri tonozlu bir üst örtü kullanılmıştır. Duvarların üzerinde yer yer alçı sıva izlerine rastlanmıştır. Köşkün çevresinde çok sayıda firuze renkli çini parçalarına rastlanılması bu köşkün çinilerle kaplı olduğuna işaret etmektedir. Osmanlı dönemindeki kaynaklarda bu köşkün ismi geçmektedir. Osmanlılar bu köşkü bir süre kullanmışlar sonra da terk etmişlerdir. HAYDAR BEY KÖŞKÜ (Kocasinan) Kayseri’yi Sivas’a bağlayan ipek yolu üzerinde, Pervane Yazısı denilen yerde, Argıncık Köyü’ndeki Haydar Bey köşkü’nün ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bazı araştırmacılara göre bu köşk Ertana Beyi Haydar Bey’e aittir. Selçuklu veziri Muineddin Süleyman Pervane’nin Kayseri’de bir köşk yaptırdığı ve bunun da son derece görkemli olduğu belirtilmektedir. Baybars’ın Kayseri’yi işgalinde burası yağmalanmıştır. Buna dayanılarak köşkün kesin olmamakla beraber XIII.yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilmelidir. Haydar Bey Köşkü plan şeması ve iç avlu etrafındaki mekanların sıralanışından ötürü Beyşehir Kubadabat Sarayları ile yakın benzerlik göstermektedir. Köşk düzgün kesme taştan 22.00x17.00 m. ölçüsünde yapılmıştır. Dış görünümü ile de anıtsal bir yapı olduğu görülmektedir. Aynı zamanda doğu-batı yönünde uzanan yüksek duvarlı bir kale görünümündedir. Cephelerde mazgal pencereleri bulunmaktadır. Köşkün batısında bulunan giriş bölümü ana duvarlardan dışarı çıkıntı meydana getirmiştir. Portali ince bir bordür içerisine alınmış sivri bir kemer ile onun altındaki basık kemerli bir kapıdan meydana gelmiştir.Giriş tamamen L şeklinde olup, üzeri sivri tonoz örtülüdür. Girişin iki yanında birer niş bulunmaktadır. Bu nişlerin köşkün ahırı olduğu da sanılmaktadır. Girişin karşısında bulunan ve çatıya doğru yükselen merdiven taş basamaklıdır. Girişin büyük kapısının bitişiğinde kare planlı odaya açılan basık kemerli bir kapı daha bulunmaktadır. Köşkün asıl bölümü olan bu kapıdan sonra avluya girilir. Avlu doğu-batı yönünde uzanan sivri bir tonozla örtülmüştür. Bu tonoz ana mekandan daha yüksektir. Avlunun kuzeyinde içeriden birbirleri ile bağlantılı üç oda; güneyde de kapıları avluya açılan değişik ölçülerde dört oda vardır. Bu odaların üzerleri sivri tonozlarla örtülmüş ve içerisi de küçük mazgal pencerelerle aydınlatılmıştır. Kayseri’de bu köşklerin dışında daha başka köşklerin olduğu da sanılmaktadır. Ancak bunların çoğu günümüze ulaşamamış ve yıkılmıştır. BABÜK BEY KÖŞKÜ (Melikgazi) Kayseri Yanıkoğlu Mahallesi’nde, park içerisindeki Emir Şahap Türbesi’nin kuzeybatısında bulunan bu köşkün yanındaki türbe üzerindeki kitabede Moğol Beyi Babük Bey tarafından 1366-1367 yılında yaptırıldığı yazılıdır. Bu kitabede: ”Bu mübarek binanın yapılmasını yüce sultan, milletlerin hakimi, Toga Timur oğlu Hacı Babük, mülkü daim olsun Muharrem h.768 (1366-1367) emretti” yazılıdır. Babük Beg Moğol ordusu ile Kayseri’ye gelmiştir. Toga Timur burada şehit düşünce oğlu burada kalmıştır. Köşkün kesme taştan yuvarlak kemerli giriş kapısı günümüze ayakta gelebilmiştir.
  16. _asi_

    Kayseri Sarayları

    KAYSERİ SARAYLARI Kayseri il merkezinde Selçuklu saraylarına ait hiçbir iz kalmamıştır. Bununla beraber Anadolu Selçuklular döneminde birisi il merkezinde Saltanat sarayı (Devlethane), diğeri de şehrin batısındaki Kibat Dağı eteğinde Keykubadiye Sarayı olmak üzere iki saray kalıntısı günümüze gelebilmiştir. Bunun yanı sıra Selçuklular döneminde yapılmış üç adet köşk te günümüze ulaşmıştır. Büyük olasılıkla şehrin çevresinde daha fazla köşk olduğu sanılırsa da bunlar yıkılmış ve günümüze ulaşamamıştır. İbni Bibi’nin verdiği bilgilere göre bu köşkler devrin ünlü devlet adamlarına aittiler. SALTANAT SARAYI (Devlethane) (Merkez) Kayseri’de Selçuklular döneminde yapılmış en eski tarihli saray Saltanat Sarayı (Devlethane) idi. Bu saray günümüzde tamamen yıkılmış ve ortadan kalkmış olmakla beraber, bu konuda yapılan çalışmalar bazı bilgiler ortaya koymuştur. Süryani Mihael bu sarayın kayseri merkezinde olduğunu ve daha eski bir yapının üzerinde yapıldığını belirtir. İbni Bibi ise Devlethane olarak isimlendirilen bu sarayın şehrin içerisinde olduğunu ve Sultan I.İzzeddin Keykavus’un tahta geçmeden önce yapıldığını ileri sürmüştür. Anadolu seferi sırasında Baybars Keykubad Tepesi'nin doğusundaki Meşed Ovası'nda ordusunu konuşlandırmıştır. Saltanat Sarayı aslında devlet yönetim merkezi konumunda idi. Anadolu Selçukluları dönemi ile ilgili bilgi veren kaynaklar sarayın etrafının yüksek duvarlarla çevrili olduğunu, bahçesinde çeşitli meyve ağaçlarının bulunduğunu belirtirler. Ayrıca saray odaları da devrinin çinileri ile süslü idi. Saray içerisinde bir mescidin ve şehirdeki bir cami ile aralarında gizli bir geçit olduğu da yine aynı kaynaklarda yazılıdır. Saray, Beylikler döneminde de kullanılmıştır. Kadı Burhaneddin Ahmed’in yeğeni Şeyh Müeyyed, Selçuklu sultanına karşı burada ayaklanmış ve sarayı yakarak İç Kaleye kaçmıştır. KEYKUBADİYE SARAYI (Merkez) Kayseri’nin batısında Şeker Gölü’nün doğu kıyısında Keykubad Dağı’nın eteklerinde bulunan Keykubadiye Sarayı kesin olmamakla beraber I.Alaaddin Keykubat tarafından 1223 yıllarında yapılmıştır. I.Alaaddin keykubad Keykubadiye Sarayı'nda oğlu II. Keyhüsrev ve Vezir Sadedin Köpek’in anlaşması sonucu zehirlenerek ölmüştür. Günümüze bu saraydan sivri tonozlu bir yapı kalıntısı ile küçük bir köşk ve mescide benzer bir yapı gelebilmiştir. Kayseri’nin 1243 yılında Moğollar tarafından istilası sırasında bu sarayın da yıkıldığı veya yakıldığı sanılmaktadır. Yrd.Doç.Dr.Osman Eravşar’dan öğrenildiğine göre; 1265 yılında bu saray yıkılmıştır. Bu bilgi de Aksaraylı Kerimeddin Mahmud Aksarayi’nin Mesamartü’l Ahar isimli kitabından öğrenilmiştir. Prof.Dr.Oktay Aslanapa 1968 yılında burada kazı yapmış ama, Şeker Gölü’nün sularından ötürü de dikkat çeken bir kalıntı veya mimari elemana rastlamamıştır. Bu kazılarda göl kenarında bir iskele ve onun arkasında da bazı temel izleri ile karşılaşılmıştır. Buradaki temeller, sarayın gölden 30 m. kadar kuzeye doğru devam ettiğini göstermektedir. Burada daha çok kervansaray avlularında karşılaşılan dört ayaklı baldaken olarak nitelendirilen bir mescidin ayakları ortaya çıkarılmıştır. Bu ayaklar arasında bulunan kemerlerdeki geometrik süslemeler günümüzde silindiğinden, nasıl oldukları anlaşılamamaktadır. Sarayın önündeki gölün suları 1992 yılında kurutulduğunda çok sayıda sır altı ve sır üstü tekniğinde çini ile karşılaşılmıştır. Bu çiniler geometrik, bitkisel ve rumi süslemeli olarak yapılmış, içlerinde figürlü olanlarla da karşılaşılmıştır. Günümüzde Kayseri Şeker Fabrikası’nın sınırları içerisinde olan saray ne yazık ki fabrika artıklarının toplandığı bir yer halindedir.
  17. _asi_

    Kayseri Hanları

    KAYSERİ HANLARI SULTAN HANI (Bünyan) Kayseri Bünyan ilçesi, Büyük Tuzhisar Bucağı, Sultanhanı Köyü’nde bulunan bu han Kayseri’ye 47 km. uzaklıktadır. Sultan Hanı’nın kitabesi bulunmasına rağmen silindiğinden okunamamaktadır. Bununla beraber hanın Selçuklu Sultanı I.Alaaddin Keykubat zamanında 1232-1236 tarihleri arasında yapıldığı bilinmektedir. Bu han Konya Sultan Hanı’ndan daha büyük ölçüde olup, plan olarak ona benzemektedir. Sultan Hanı’nın en büyük özelliği de burada bir bakıma sigorta sisteminin uygulanmış oluşudur. Hana gelen yolcular gecenin her saatinde içeri girebildikleri halde çıkışları sabahları belirli bir saatle sınırlıdır. Çıkış saati gelmeden önce yolcular beraberlerindeki eşyaları kontrol eder ve eksikleri bulunmuyorsa dışarı çıkarlardı. Ayrıca bu han vakıf olarak çalıştığı için yolcular üç gün ücret ödemeden kalır, üç günden sonra ücret öderlerdi. Burada hastalanan yolcular da iyileşinceye kadar burada ücretsiz kalırlardı. Sultan Hanı dıştan kaleyi anımsatacak bir şekilde dikdörtgen planlı bir yapıdır. Girişi hanın batı yönündedir. Giriş kapısı kare kaideli yarım daire kulelerle korunmaktadır. Hanın anıtsal bir girişi vardır. Bu girişin üzerindeki kitabede; “Elmülkü lillahüvelbaki, elvahidülkahhar, essultan, Essultanazam, şeyhinşahımuazzam, Gıyasüddin, veddeyle Kekkubad Bin Keyhüsrev kısmün emirül Mü’minin tarihi sene Selase mietün minbadil hicre” yazılıdır. Bu anıtsal girişten kare planlı avluya girilmektedir. Bu avlunun üç tarafı yazlık kısmı ile dikdörtgen planlı kışlık kapalı bir kısımdan meydana gelmiştir. Kışlık kısmın girişi ayrı bir kapıdandır. Avluyu çevreleyen revakların arkasında odalar sıralanmıştır. Hanın doğudaki revağı dış duvarlara kadar uzanır. Burası aynı zamanda arabalık ve hayvanların barındığı yer olarak kullanılmakta idi. Avlunun güneyindeki Selçuklu üslubunda yapılmış anıtsal kapıdan kapalı büyük bir salona geçilir. Bu salon tonozlarla örtülmüş olup, merkezdeki tonozun üzerinde pandantiflere dayanan bir kubbe bulunmaktadır. Bu kubbenin kitabesinde fetih ayeti yazılıdır. Avlunun ortasında küp şeklinde, kemerler üzerine oturan bir mescit bulunmaktadır. Bu mescidin güney cephesi geometrik ve çiçek motifleri ile kaplanmıştır. Ayrıca kemer yanlarından yukarıya doğru çıkıp birleşen ejder başları da portale ayrı bir görünüm vermektedir. Hanın güneybatı köşesinde beş bölümlü daire planlı bir hamam bulunmaktadır. Avlunun sağındaki revaklı bölümden bu hamamın giriş holüne geçilmektedir. Hamam soyunmalık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamam Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. KARATAY HANI (Bünyan) Kayseri Bünyan ilçesi, Elbaşı Bucağı Karadayı Köyü’ndedir. Karatay Hanı’nın kitabelerine göre; giriş bölümü Sultan I.Alaaddin Keykubat, avlu bölümü II.Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde (1240-1241) 1240 yılında tamamlanmıştır. Selçuklu dönemi tarihçilerine ve vakfiyesine göre de bu hanın kurucusu Atabey Emir Celaleddin Karatay’dır. Karatay Hanı, XIII.yüzyıl başlarındaki Sultan Hanı plan şemasına göre yapılmıştır. Hanın kuzey yönünde görkemli bir girişi bulunmaktadır. Oldukça iri saç örgülü kuleler bu girişe daha görkemli bir görüntü vermiştir. Girişin üzerindeki kitabede de Selçuklu vezirlerinden Celaleddin Karatay tarafından yaptırıldığını belirten yazı bulunmaktadır. Karatay Hanı çevresinde çeşitli mekanların bulunduğu avlulu kare bir bölüm ile bunun arkasında, dikdörtgen planlı, daha küçük ve kapalı bölümden meydana gelmiştir. Hanın tüm duvarları düzgün kesme taştan yapılmıştır. Ana duvarlar altısı köşelerde olmak üzere 18 kule ile desteklenmiştir. Giriş cephesindeki paye biçiminde örgülü kuleler ve yıldız biçimindeki köşe kuleleri, diğer cephelerde ise üçgen, sekizgen, dörtgen ve yuvarlak kesitli destek kuleleri bulunmaktadır. Giriş cephesindeki portal dışa taşkın ve oldukça yüksektir. Bu kapı geometrik ve bitkisel motiflerin yanı sıra insan ve hayvan figürleri ile de dikkati çekmektedir. Bitkisel bezemenin arasına gizlenmiş olan bu figürlerin kökeninin Orta Asya Şaman geleneklerine dayalı koruyucu semboller oldukları düşünülmektedir. Girişin mukarnaslı bölümündeki bitkisel motifli bordürün ucunda karşılıklı iki aslan ve iki çıplak kadın kabartması ile üst üste insan ve boğa başları buraya yerleştirilmiştir. Duvara dayalı köşedeki sütunların iki yüzüne de kuş ve aslan kabartmaları, iç yüzüne Rumiler arasında ikişer siren kabarması yerleştirilmiştir. Giriş cephesindeki iki su oluğunun (çörten) biri kanatlı aslan, diğeri de iki boğa kabartması arasında çömelmiş insan şeklindedir. Hanın 13 m. uzunluğundaki giriş eyvanının sonunda Hızır Köşkü’ne benzeyen bir yapı grubu bulunmaktadır. Sonradan burası türbe olarak düzenlenmiştir. Buradaki yıldız tonozlu çeşme eyvanının kemeri üzerinde mukarnaslı nişler içerisinde fil, aslan, boğa, ejder, kuş, tavşan gibi on beş küçük hayvan figürü de peş peşe sıralanmıştır. Ayrıca giriş eyvanının avluya yönelik kemeri ejderha başları ile sonuçlanan düğümlü geçme motifleri ile bezenmiştir. Giriş eyvanının diğer tarafındaki kubbeli bölüm hanın mescididir. Mescidin geometrik ve bitkisel motifli bordürlerle kuşatılmış kapısı avlu cephesine açılmaktadır. Mescidin diğer yanındaki basamaklarla da Ezan Köşkü’ne çıkılmaktadır. Mescidin doğusundaki bir koridordan da hamam kısmına geçilmektedir. Bu hamam plan ve örgü sistemi yönünden Kayseri Sultan hanı’nın hamamına benzemektedir. Hanın hol bölümü yedi nefli olarak düzenlenmiştir. Buradaki sivri kemerli, beşik tonozlu yan nefler daha yüksek olan orta nef tarafından kesilmektedir. Orta nefin merkezinde piramidal külahlı içten bir kubbe oturtulmuştur. Ayrıca bu orta nefin iki yanındaki nefler sekiler halinde yükselerek yolculara ayrılmıştır. En dıştaki nefler hayvanlara ayrılmıştır. Bunların önünde blok taştan yemlik ve yalaklar bulunmaktadır. Bu han XIV.yüzyılda zaviye şekline dönüştürülmüştür. Kayseri Karatay Hanı’na ait 26 m uzunluğunda deri üzerine yazılı vakfiyesi Kayseri Müzesi’nde bulunmaktadır. VEZİR HAN (Melikgazi) Kayseri il merkezinde Kapalı Çarşı’nın güneybatı köşesinde bulunan Vezir Hanı’nı Sultan III.Ahmet döneminde Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1727 yılında yaptırmıştır. Vezir Hanı üç bölümden meydana gelmiş, kesme taştan bir yapıdır. Han iç ve dış olmak üzere iki bölüme ayrılmaktadır. Ortadaki avlu çevresinde taş kemerlerin oluşturduğu revağın arkasına odalar sıralanmıştır. İki katlı olan hanın ikinci katına büyük taş merdivenlerle çıkılmaktadır. Günümüzde bu han, halıcı, pamuk ve yüncü esnafının toplandığı çarşı olarak kullanılmaktadır. PAMUK (Kapan)HANI (Melikgazi) Kayseri il merkezinde, Kapalı Çarşı’nın batısında bulunan bu han XV.yüzyılda, Osmanlı döneminde yapılmıştır. Pamuk Hanı’na ayrıca Pembe Han ve Kapan Hanı ismi de verilmiştir. Han iki katlı kare planlı küçük bir yapıdır. Hanın dış duvarları kesme taştan, ara bölmeleri, tonozları moloz taştan yapılmıştır. Sivri kemerli, tonozlu giriş kapısından kare planlı açık bir avluya geçilmektedir. Bu avlunun etrafında iki kat halinde odalar sıralanmıştır. Değişik dönemlerde bir çok onarıma ve tadilata uğramış olup, orijinalliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Günümüzde bu han Pamukçular Çarşısı olarak kullanılmaktadır. CIRGALAN HANI (Talas) Kayseri Talas ilçesi Başakpınar Köyü’nde bulunan Cırgalan Hanı, Sultan I.Alaaddin Keykubat zamanında, XIII.yüzyılda yapılmıştır. Cırgalan Hanı günümüze harap bir durumda, yıkıntı halinde gelmiştir. Bu han yeterince incelenmemiş ve yayınlanmamıştır. Bununla beraber, Talas üzerinden geçen eski kervan yolunun bağlantı yerinde yapıldığı bilinmektedir. Günümüze gelebilen kalıntılarından dış cephelerinin kesme taştan yapıldığı, bunun arkasındaki duvarların ise moloz taştan olduğu görülmektedir. Ancak bu hanın planını çıkarmak mümkün olamamıştır. HANLAR HANI (Talas) Kayseri Talas, Harman Mahallesi’nde Harman Camisi’nin doğusundaki cadde üzerinde yer alan küçük bir handır. Kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Han bugün tamamen özelliğini kaybetmiştir. Dıştan bakıldığı zaman bu yapının bir han olduğu da anlaşılmamaktadır. Han kesme taştan yapılmıştır. İç kısmında sivri kemerli bölümleri oluşturan mekanlar görülmektedir. Bununla beraber hanın planını çıkarmak mümkün olamadığı gibi kaynaklarda da ismine rastlanmamaktadır. Günümüzde kahve olarak kullanılan bu hanın doğusundaki arka bölümü de depo haline getirilmiştir.
  18. _asi_

    Kayseri Medreseleri

    KAYSERİ MEDRESELERİ HUAND HATUN MEDRESESİ (Melikgazi) Kayseri Kalesi’nin doğusunda, şehri çevreleyen surların dışında, Kağnı Pazarı’nda bulunan Huand Hatun Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan Medrese, Sultan I.Alaaddin Keykubat’ın eşi ve II.Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Mahperi Huand Hatun 1237-1246 yıllarında yaptırmıştır. Huand Hatun Medresesi’nin Mahperi Hatun (Huand Hatun) tarafından yaptırıldığı ileri sürülürse de bunu belirten bir kitabeye rastlanmamıştır. İki eyvanlı medrese sivri kemerli, tonozlu revaklarla doğudaki yazlık dershane eyvanı ile yanındaki klasik dershane ve hücrelerden meydana gelmiştir. Medrese avlusunun sağ ve solunda sekizerden on altı hücre bulunmaktadır. Giriş eyvanının karşısına büyük bir eyvan yerleştirilmiştir. Baş eyvan denilen bu bölümün sağında iç içe bölmeli bir kısım ile türbe girişi ve salonda kare planlı dershane bölümü bulunmaktadır. Batı yüzünün köşelerine de kuleler yerleştirilmiştir. Giriş eyvanının sağındaki mekan medresenin mescidi olarak düzenlenmiştir. Bu yapıda da camide olduğu gibi duvarların köşelerine takviye kuleleri yerleştirilmiştir. Bunlardan kuzey köşesindeki kule prizmatik, diğerleri de silindirik şekildedir. Bu yapı ile ilgili bazı iddialara göre medrese camiden önce yapılmıştır. Günümüze gelebilen izlerden anlaşıldığında göre, eyvanın önündeki tonozla örtülü doğu revakı sonradan buraya eklenmiştir. Daha sonra bu tonoz yıkılmış ve bir daha da yapılmamıştır. Medresenin bezemesi ile dikkati çeken ana giriş kapısı batı yönünde olup, oldukça gösterişlidir. Kayseri’nin İçkale’si yakınında, kalenin önemli kapılarının birisinin karşısında kurulmuş olan medrese son derece itinalı bir işçilik göstermektedir. Medrese eyvanındaki çörtenler aslan başı şeklindedir. Medrese bugün hediyelik eşya çarşısı olarak kullanılmaktadır. GEVHER NESİBE TIP MEDRESESİ VE DARÜŞŞİFASI (Kocasinan) Kayseri’nin Yenice Mahallesi’nde bulunan Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Darüşşifası, Anadolu Selçuklu Hükümdarı I.Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından kız kardeşi Gevher Nesibe Sultan adına 1205-1206 yılında yaptırılmıştır. Medrese ve darüşşifa birbirine bitişik iki bina olduğundan halk arasında Çifte Medrese veya İkiz Medrese ismi ile de tanınmaktadır. Medrese ve darüşşifanın vakfiyesi bulunamamıştır. Bununla beraber Kayseri Tahriri ve Evkaf Defterlerinde bu bilgiler bulunmaktadır. Gıyasiyye Medresesi ve Şifaiyesi dünyanın ilk uygulamalı tıp okuludur. Her iki bina da dikdörtgen planlı olup, 60 m. uzunluğunda, 40 m. genişliğindedir. Medresenin yapımı ile ilgili bir söylence bulunmaktadır. Buna göre; Gevher Nesibe Sultan bir Selçuklu kumandanına aşık olmuş ancak, hükümdar bu evliliğe izin vermemiştir. Bir süre sonra kumandanın şehit düşmezi üzerine de Sultan üzüntüsünden verem olmuştur. Sultan ölmeden önce Gıyaseddin Keyhüsrevden kendisi gibi çaresiz hastaları tedavi edecek hekimlerin yetiştirilmesi için bir medrese yapılmasını istemiş ve bütün servetini de bu iş için bağışlamıştır. Bu olaydan üzüntü duyan Gıyaseddin Keyhüsrev ikinci defa tahta çıktığında, kız kardeşinin vasiyetini yerine getirmek üzere Gıyasiye Medresesi ile arkasındaki Şifaiyye Medresesini yaptırmıştır. Bundan sonra Gevher Nesibe Sultan da medrese içerisindeki türbesine gömülmüştür. Yapı topluluğu Osmanlı döneminde onarılmıştır. Bu onarımlardan ilkini vakfın mütevellisi İsmail Efendi, mimar Ömer Beşe’ye yaptırmış, bu arada bir de hamam yapılmıştır. Maarif Vekaleti Müzeler ve Antikiteler Müdürlüğü (Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü) 1942 yılında Şifaiyye’nin taç kapısını onarmıştır. Bunun ardından Vakıflar Genel Müdürlüğü 1955-1956 yılında yapıyı bir kez daha onarmıştır. Erciyes Üniversitesi 1980 yılında yapıyı onarmış ve Tıp tarihi Müzesi haline getirmiştir. XIII.yüzyılda bu tür tıp kuruluşlarında, Gıyasiyye’de teorik, Şifaiyye’de de pratik olarak sürdürülmektedir. Medrese ve Darüşşifa’nın girişi güney yönündedir. Yapı sarımtırak kesme taşlardan yapılmıştır. Duvarların iç dolgusunda kireç harçlı moloz taş kullanılmıştır. Darişşifa’nın taç kapısı geometrik bezemeli, sivri kemerli bir kuşakla çevrelenmiş mukarnaslı olup, üç taraftan örgü motifli bordür ve enli bir silme ile kuşatılmıştır. Kapının üst yüzeylerine geometrik desenli iki büyük kabartma rozet yerleştirilmiştir. Bunların ortasına da dikdörtgen bir taş üzerine tıbbın monogramı olan iki yılan figürü ve on iki dilimli bir çarkıfelek konulmuştur. Girişin iki yanında birer mihrap bulunmaktadır. Bunlardan sağdaki mihrabiyenin üzerinde bir çerçeve içerisinde aslan kabartması bulunmaktadır. Bunun karşısında olması gereken kabartma ise restorasyon öncesinde yok olmuştur. Girişin üzerine de 2.50x0.78 m. ölçüsünde dikdörtgen beyaz mermerden kitabe konulmuştur. Ancak bu kitabenin bazı yerleri kırılmış ve tam olarak da okunamamaktadır. Selçuklu nesihi ile yazılan bu Arapça kitabe iki satırlıdır. Restorasyon öncesinde Sahip Ata Medresesi’nde saklanan bu kitabe onarım sonrasında yerine konulmuştur. Bu kitabede mealen şöyle yazmaktadır: “Kılıçaslan oğlu, dinin ve dünyanın koruyucusu, büyük sultan Keyhüsrev zamanında , zamanı daim olsun, Kılıçaslan’ın kızı, din ve dünyanın ismeti Melike Gevher Nesibe’nin vasiyeti olarak h.602 (1205) yılında yaptırılmıştır”. Gıyasiye Medresesi’nin orijinal kapısı tamamen yıkılmış, Osmanlı döneminde bugünkü yuvarlak kemerli kapı yapılmıştır. Medrese ve Darüşşifa birbirlerine koridorla bağlı iki ayrı yapı olup, dört eyvanlı kapalı avlu plan tipindedir. Her ikisinde de 7.00x12.00 ölçülerinde birer havuzlu avlu vardır. Bu avlunun çevresi sivri kemerli, tonoz örtülü revaklar ve arkalarındaki odalardan meydana gelmiştir. Odaların hepsi küçük olup, revaklara açılmaktadır. Gıyasiyye Medresesi kuzey-güney doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı bir yapı olup, doğusunda dört, batısında da beş payeye oturan revaklar bulunmaktadır. Eyvan önüne rastlayan revaklar daha geniştir. Doğu tarafında eyvanla köşedeki kışlık dershane arasında Gevher Nesibe Sultan’ın türbesi bulunmaktadır. Bu türbe sekizgen planlı olup, içten tromplu, dıştan da çokgen kasnağa oturan sivri bir külahla örtülüdür. Türbenin üst mekanına iki taraftan dörder basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Buradaki sanduka zaman içerisinde kaybolduğu için mescit olarak kullanılmıştır. Bu mekan yarım yuvarlak ve dikdörtgen niş,lerle genişletilmiştir. Güneydeki niş mihrap şekline sokulmuştur. Türbenin çatısı üzerinde Selçuklu sülüsü ile çepeçevre dolaşan Ayetül Kürsi ve Kuran’dan alınma diğer ayetler buraya yazılmıştır. Türbenin mumyalık kısmının kapısı dikdörtgen olup, üzeri tonozla örtülmüştür. İçerisi iki küçük yarıktan ışık almaktadır. Buradaki mezar 1980 yılında yenilenmiştir. Gıyassiye Medresesi’nin kuzey köşesinde bulunan dershane iki pencerelidir. Bunlardan büyük olanı kuzey duvarından dışarıya, küçük olanı da büyük eyvana açılmaktadır. Yazlık dershane önünde revak olmadan doğrudan doğruya avluya açılmaktadır. Bunun da biri kuzeye diğeri batıya açılan iki penceresi vardır. Bu eyvanın solunda doğu ve batı yönünde dikdörtgen planlı büyük bir oda yer almaktadır. Bu bölümün kışlık dershane olduğu sanılmaktadır. Bu dershanenin önünden başlayan yüksek tonoz örtülü bir koridor da şifahaneye uzanmaktadır. Burada yapılan kazılarda, bu koridorun altındaki yivli künklerden yapıya su getirildiği öğrenilmiştir. Şifaiyye Gıyasiyye Medresesi’ne benzeyen bir plan tipi göstermektedir. Yalnızca ortadaki avlu ve havuz kare planlıdır. Şifaiyye’nin kuzey ve güney eyvanlarının aynı eksende olmasına rağmen hastaların güneş alabilmeleri için batıdaki eyvan biraz daha güneye kaydırılmıştır. Şifaiyye’nin giriş eyvanı batı revakına açılmakta ve büyük eyvan dışındaki bölümlere birkaç basamakla çıkılmaktadır. Buradaki avlu dört taraftan on payenin taşıdığı sivri tonozlu revaklarla çevrilmiştir. Buradaki payelerden sekizi kare, büyük eyvanın önündeki ise L şeklindedir. Kuzeye ve doğuya iki penceresi bulunan büyük eyvanın doğusunda iç içe iki oda bulunmaktadır. Bu odalardan karanlık olanının ilaçların hazırlandığı yer olduğu sanılmaktadır. Büyük eyvanın batısındaki oldukça gösterişli bir kapıdan girilen kuzey-güney yönündeki dikdörtgen mekan ve ona açılan kare şeklinde üç oda bulunmaktadır. Belki de buradaki uzun mekanın ameliyata hazırlık, diğerlerinin de ameliyat yapılan yerler olduğu düşünülmelidir. Avlunun güneybatı köşesinde sivri tonozlu koridor çevresindeki odalar hastalara aittir. Bu odalar orta koridorun sağ ve solunda dokuzardan on sekiz oda, sıralanmış hücreler halindedir.Koridorun karşısındaki odadan ise Şifaiyye’nin hamamına geçilmektedir. Hamam kare planlı tuğladan yapılmış ve üzeri çapraz bir tonozla örtülmüştür. SAHİBİYE (Sahip Ata) MEDRESESİ (Kocasinan) Kayseri Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan Sahibiye Medresesi, 1267 yılında, Selçuklu vezirlerinden Sahip Ata Fahrüddin Ali tarafından, yanındaki çeşme ile birlikte yaptırılmıştır. Giriş kapısı üzerinde bunu belirten kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Bu mübarek medresenin yapılmasını Kılıçaslan oğlu Yüce Sultan, Sultanlar sultanı, din ve dünyanın koruyucusu, fetihler sahibi Keyhüsrev zamanında, Allah mülkünü daim kıla 666 (1267) yılı aylarında Allah’u Teala’nın rahmetini uman kul Hüseyin oğlu Sahip Ali emretti”. Sahibiye Medresesi Klasik Selçuklu üslubunda yapılmış bir medresedir. Medrese yontma taştan yapılmıştır. Medresenin eyvanlı iki büyük dershanesi, bir avlu çevresinde sıralanmış revaklı odalardan meydana gelmiştir. Giriş kapısı mukarnaslı olup, onları kırık bir yay şeklinde bir kemer çevirmektedir. Kapının iç tarafında geometrik bezemeler arasında Hadis-i Şerif yazısı dolanmaktadır. Medresenin giriş kapısı ile iki köşesinde bulunan kuleleri ile görkemli bir görünüşü vardır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılan medresenin avluya bakan odaları günümüzde iş yeri olarak kullanılmaktadır. HACI KILIÇ MEDRESESİ (Kocasinan) Kayseri İstasyon Caddesi’nde bulunan Hacı Kılıç Medresesi ve Camisi II.Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğlu İzeddin Keykavus zamanında 1249-1250 yılında yaptırılmıştır. Medrese ve cami birbirine bitişik olarak yapılmış olmalarına rağmen her ikisinin de ayrı ayrı girişleri bulunmaktadır. Bunlardan sol taraftaki camiye, sağ taraftaki de medreseye aittir. Cami ve medresenin giriş kapıları mukarnaslar ile bezelidir. Her ikisinin üzerinde Tevbe Suresi’nden Ayet’ler yazılıdır. Medresenin giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabede mealen; “Bu mübarek medresenin yapılmasını Keyhüsrev oğlu, yüce sultan, din ve dünyanın şerefi, fetihler sahibi, Keykavus devrinde 647 (1249-1250), zayıf kul, Tusluoğlu Ebu’l Kasım eliyle emretti” yazılıdır. Medrese Selçuklu medrese plan düzeninde, açık avlulu, revaklı, dikdörtgen planlı olup, kalın taş duvarlı olarak yapılmıştır. Medresenin doğusundaki giriş eyvanının karşısında ana eyvan bulunmaktadır. Ana eyvanın yanında büyük bir dershane, avlunun doğu ve kuzeyinde de hücreler sıralanmıştır. Medresenin güneyi yanındaki Hacı Kılıç Camisi ile bitişiktir. Giriş eyvanının güneyindeki sivri tonoz örtülü bir girişle de yanındaki türbeye geçilmektedir. MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA MEDRESESİ (İncesu) Kayseri İncesu ilçe merkezinde bulunan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan Medreseyi yapı topluluğu ile birlikte Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1670 tarihinde yaptırmıştır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesi iki büyük avlu etrafında toplanmıştır. Medreseden günümüze bir dershane hücresi ile yedi öğrenci hücresi ulaşabilmiştir. Ancak medresenin vakfiyesinde burada on beş hücre bulunduğu yazılıdır. Büyük olasılıkla günümüze ulaşamayan 18 medrese hücresi L şeklinde idi. Burada yapılacak bir kazı çalışması medresenin tam planını ortaya koyacaktır. Vakfiyeden öğrenildiğine göre, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bu medreseye bir çok kitap vakfetmiştir. Günümüzde bu kitapların bir bölümü Kayseri’deki Raşit Efendi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. HAMİDİYE MEDRESESİ (Develi) Kayseri Develi ilçesinin 50 km. güneybatısında bulunan Şıhlı’daki Hamidiye Medresesi kitabesinden öğrenildiğine göre Sultan II.Abdülhamid döneminde 1891-1892 yılında yapılmıştır. Hamidiye Medresesi Klasik Osmanlı medrese plan şemasının bir devamı niteliğinde olup, 37.00x44.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Medrese muntazam kesme taştan yapılmıştır. Yer yer de siyah ve beyaz taşlar kuşak olarak kullanılmıştır. Bugün medresenin yol seviyesinin altında kalmış kuzey cephesinde giriş portali bulunmaktadır. Bu portal üç sıra halinde kaval silmelerle çevrelenmiştir. Ayrıca bu giriş yuvarlak kemerli olup, ana yapıdan iki kat yüksekliğinde dikdörtgen görünümdedir. Giriş kapısının üzerinde kitabesi bulunmaktadır. Portalin kilit taşı üzerindeki akantüs yapraklarından başka bir bezemeye rastlanmamaktadır. Giriş kapısının kuzey duvarından yükselen bölümü arka cephede ikinci kat olarak odaya dönüştürülmüş ve buraya iki yönden taş merdivenlerle çıkılmaktadır. Büyük olasılıkla bu mekan medresede ders veren müderrise aittir. Medresenin avlusu revaklı ve ortasında bir de havuzu bulunmaktadır. Bunun çevresinde 24 hücre vardır. Bu hücreler sütunların taşıdığı yuvarlak kemerli bir revakın arkasındadır. Hücreler bir kapı ve bir pencere ile avluya açılırlar. Revekların ve hücrelerin üzeri ahşap kirişlerin taşıdığı düz bir damla örtülmüştür. Hamidiye Medresesi 1932 yılında onarılmıştır. Günümüzde ilköğretim okulu olarak kullanılmaktadır. SERACEDDİN MEDRESESİ (Melikgazi) Kayseri Gavremoğlu Mahallesi, Huand Hatun Külliyesi’nin güneydoğusunda bulunan bu medrese, Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Serâceddin Lala Bedir tarafından 1238 yılında yaptırılmıştır. Medrese aynı zamanda Küçük Huand Hatun Medresesi olarak da tanınmaktadır. Selçuklu medreselerinin küçük bir örneği olup, açık ve revaklı avlusu üç eyvan ile çevrelenmiştir. Duvarları kesme taştandır. Yapıda ve giriş kapısında herhangi bir süsleme elemanına rastlanmamaktadır. Yalnızca diğer medreselerden ayrı olarak dış duvarlarının üzerinde sıra halinde mazgallı bir parmaklık dolaşmaktadır. Giriş kapısı üzerinde dört satırlı kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabe mealen şöyledir: “Bu medrese Keykubadoğlu, büyük sultan, din ve dünyanın kurtarıcısı Kasimmu Emiri’l-mü’mi nin Gıyaseddin Keyhüsrev devrinde 636’da (1238-1239) Allah’ın yardımına muhtaç zayıf kul Serâceddin Lala Bedir marifetiyle yapıldı”. KÖLÜK MEDRESESİ (Melikgazi) Kayseri’de Düvenönü semtinde Gülük Mahallesi’nde bulunan Kölük (Gülük) Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan Medrese, yapı topluluğu ile birlikte XIII. Yüzyılda Danişmendliler döneminde yapılmıştır. Medrese cami ile birlikte 1835-1856 yıllarında onarılmıştır. Medrese, plan düzeni olarak belirli bir medrese plan tipine uymamaktadır. Batıdaki giriş kapısından üst kata çıkışı sağlayan merdiven bulunmaktadır. Bunun üzerinde tonoz örtülü bir oda vardır. Batı yönünde ise tüm mekanların sıralandığı ince uzun beşik tonozlu bir koridor ve medrese odaları bulunmaktadır.
  19. _asi_

    Kayseri Külliyeleri

    KAYSERİ KÜLLİYELERİ HUNAT (Huand) HATUN KÜLLİYESİ (Melikgazi) Kayseri Kalesi’nin doğusunda, şehri çevreleyen surların dışında, Kağnı Pazarı’nda bulunan Huand Hatun Külliyesi’ni Sultan I.Alaaddin Keykubat’ın eşi ve II.Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Mahperi Huand Hatun 1237-1246 yıllarında yaptırmıştır.Külliye cami, medrese, hamam ve imaretten meydana gelmiştir. Bunlardan imaret günümüze gelememiştir. Külliye Anadolu Selçuklu eserlerinin en güzel örneklerinden biridir. Yapı topluluğu kesme köfeki taşından son derece güzel bir işçilikle yapılmıştır. CAMİ Külliyeyi oluşturan yapılardan Cami, kapısı üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre 1238 yılında tamamlanmıştır. Buradaki üç satırlık mermer kitabede mealen şöyle yazılıdır: “Bu mübarek caminin inşasını Keykubat oğlu, yüce sultan din ve dünyanın koruyucusu, fetihler sahibi, Keyhüsrev devrinde, Şevval 635 (Mayıs 1238) yılında büyük alim, kanaatkâr, dünya ve dinin yüz akı, hayırlar fatihi, Melike, oğluna emretti. Allah Onun varlığını devamlı kılsın, gücünü arttırsın”. Klasik Selçuklu planında, 52.30x43.70 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı bir yapı olup, kuzey-güney yönünde uzanan geniş bir orta sahın ile onun yanındaki üçer sahından meydana gelmiştir. İbadet mekanının üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe dışındaki bölümlerin üzerleri tonozlarla örtülüdür. Bunlardan doğuda 10, batıda da 7 tonoz örtüsü vardır. Kubbe ve tonozları iki kubbe arasındaki toplam 48 paye taşımaktadır. Mihrap önü kubbesi ise günümüze orijinal durumunu koruyarak gelebilmiştir. Ancak üzerindeki yapıldığı dönemin özelliğini yansıtan külahı yıkılmış ve günümüze gelememiştir. İbadet mekanının üzerini örten kubbe kitabesinden öğrenildiğine göre 1899 yılında Sultan II.Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Yüksek bir kasnak üzerindeki bu kubbenin 1726-1727 yıllarındaki onarımında konulan kubbe üzerine yapıldığı bilinmektedir. Mihrap mermer sütuncuklar ve mukarnaslı olup, çevresi geometrik taş oymalarla süslenmiştir. Ayrıca istiridye motifli üç niş de onu tamamlamıştır. Minber döneminin özelliğini taşıyan kündekari tekniğindedir. Ne yazık ki bu minberin üzerindeki yazılardan bir kısmı kazınmış ve boyanmıştır. Caminin doğu ve batıdaki giriş kapıları Klasik Selçuklu üslubunda geometrik motiflerle çevrelenmiş ve abidevi bir görünüş kazanmıştır. Kapıların giriş kemeri üzerinde Kuran’dan alınma ayetlerden oluşan bir friz dolaşmaktadır. Caminin minaresi batı taç kapısı üzerinde köşk-minare şeklinde 1139 onarımında yapılmıştır. Caminin orijinal Selçuklu minaresi bulunmamaktadır. Büyük olasılıkla ezan doğu duvarının iç yüzündeki taş merdivenlerden çıkılarak damda okunuyordu. Sonradan Osmanlı döneminde caminin batı taç kapısı üzerine altı ayaklı taş bir minber-minare yapılmıştır. Zeminden 47.5 cm. yükseklikte, 1.56x1.39 m. ölçüsündeki dikdörtgen kaideli yekpare taştan yapılmış minare 5 m. yüksekliğindedir. Konik biçimde oyulmuş sivri kemerli cepheler yekpare taştandır. Minare şerefesinin tavanı içten düz, çatısı da dışarıya çıkıntılı saçaklarla tamamlanmıştır. Külahın kaidesi ise kare planlı yekpare taştandır. Külah üç parçalı taştan yapılmıştır. Bu minber minarenin yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber yanındaki büyük minarenin XIX.yüzyılın sonunda yapıldığı düşünüldüğünde, bu minarenin daha önce yapıldığı da açıklık kazanmaktadır. Ayrıca portalin yanında cami duvarına bitişik olan kesme taştan yuvarlak gövdeli büyük minare Sultan II.Abdülhamit tarafından 1900-1901 yılında yaptırılmıştır. MEDRESE Huand Hatun Medresesi, şehir merkezinde Kağnı Pazarı’nda, külliyenin batı-doğu yönünde dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Bu medrese Mahperi Hatun (Huand Hatun) tarafından yaptırıldığı ileri sürülürse de bunu belirten bir kitabeye rastlanmamıştır. İki eyvanlı medrese sivri kemerli, tonozlu revaklarla doğudaki yazlık dershane eyvanı ile yanındaki klasik dershane ve hücrelerden meydana gelmiştir. Medrese avlusunun sağ ve solunda sekizerden on altı hücre bulunmaktadır. Giriş eyvanının karşısına büyük bir eyvan yerleştirilmiştir. Baş eyvan denilen bu bölümün sağında iç içe bölmeli bir kısım ile türbe girişi ve salonda kare planlı dershane bölümü bulunmaktadır. Batı yüzünün köşelerine de kuleler yerleştirilmiştir. Giriş eyvanının sağındaki mekan medresenin mescidi olarak düzenlenmiştir. Bu yapıda da camide olduğu gibi duvarların köşelerine takviye kuleleri yerleştirilmiştir. Bunlardan kuzey köşesindeki kule prizmatik, diğerleri de silindirik şekildedir. Bu yapı ile ilgili bazı iddialara göre medrese camiden önce yapılmıştır. Günümüze gelebilen izlerden anlaşıldığında göre, eyvanın önündeki tonozla örtülü doğu revakı sonradan buraya eklenmiştir. Daha sonra bu tonoz yıkılmış ve bir daha da yapılmamıştır. Medresenin bezemesi ile dikkati çeken ana giriş kapısı batı yönünde olup, oldukça gösterişlidir. Kayseri’nin İçkale’si yakınında, kalenin önemli kapılarının birisinin karşısında kurulmuş olan medrese son derece itinalı bir işçilik göstermektedir. Medrese eyvanındaki çörtenler aslan başı şeklindedir. Medrese bugün hediyelik eşya çarşısı olarak kullanılmaktadır. TÜRBE Huand Hatun Türbesi, Klasik Selçuklu üslubunda yapılmış olan türbe, caminin kuzeybatı köşesinde medrese ile aradaki açıklığın ortasında yapılmıştır. Anıtsal Selçuklu mezar kümbeti olan bu yapıya medreseden eyvanın sağında bulunan dershane içerisindeki bir kapıdan girilmektedir. Dış cephesi oldukça süslü olan türbe kare şeklindeki bir kaide üzerine oturtulmuş kesme taştan sekiz cepheli bir yapıdır. Türbenin her iki yüzünde sivri kemerler olup, bunların iç tarafları kesme taştan düz olarak bırakılmış ve buralara birer pencere açılmıştır. Türbenin sekiz kenarına da üzerleri bezemeli birer bitişik sütun yerleştirilmiştir. Türbe, mumyalık bölümü ile sandukanın bulunduğu mihraplı üst kattan meydana gelmiştir. Üzeri içten kubbe, dıştan da külah ile örtülüdür. Kaidesi mermer mukarnaslı olan kümbetin dış yüzü tamamen taş işçiliğinin güzelliklerini yansıtan bezemelerle kaplıdır. İç mekanda külahın altında Ayetü’l Kürsi yazılı bir yazı frizi çepeçevre dolaşmaktadır. Türbe içerisinde üç sandukadan biri olan Huand Hatun’un sandukası eski bir lahit kapağından yapılmıştır. Sandukanın üzerinde sülüs yazı ile Ayetü’l Kürsi ve üç satırlı kabartma mezar kitabesi vardır. Bu kitabenin mealen anlamı: “Bu kabir, Keykubat oğlu, dünya ve dinin koruyucusu merhum Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi, namuslu, saadetli, şehide, takva sahibi, ibadet ehli, dindar, mücadeleci, korunmuş, adalet sahibi, dünyada kadınların sultanı, iffetli, temiz, çağının Meryem’i, zamanının Hatice’si, maruf dost, binlerce mal sadaka veren, din ve dünyanın yüz akı, hanım hanımefendi Mahperi hatun’undur. Allah cümlesine Rahmet eylesin”. Türbe içerisindeki diğer sandukalardan birisi torunu Selçuk Hatun’a aittir. Selçuk Hatun 1284 yılında ölmüştür. Mezarının başındaki kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Esirgeyen bağışlayan Allah’ın adıyla bu kabrin sahibi Keykubat oğlu, şehit sultan Keyhüsrev’in 1284 yılında ölen kızı Selçuki Hatunun’dur”. Türbedeki üçüncü mezar horasan sıva ile yapılmış olup, kitabesi olmadığından kime ait olduğu bilinmemektedir. HAMAM Kayseri Kağnı Pazarı’nda bulunan Huand Hatun Külliyesi’nin güneydoğu köşesinde bulunan çifte hamam, yapı topluluğunun genel planına göre çapraz bir durumda yapılmıştır. Hamamın erkekler bölümü daha geniş, kadınlar bölümü ise daha küçüktür. Günümüzde de kullanılan hamamın giriş ve soyunma yerlerinde değişiklikler yapılmış ve kısmen de özelliğini yitirmiştir. Büyük olasılıkla medreseden daha eski olan bu yapının erkekler kısmının soyunmalık bölümü caminin giriş kapısından ötürü biraz kuzeye çekilmiştir. Son restorasyon sırasında hamamın kadınlar kısmının halvetinde kartal ve av kuşlarının ağırlıklı olduğu insan figürlü çiniler ortaya çıkmıştır. Bu çinilerin yerleştirilmesinde belirli bir sıra gözetilmemiştir. Bazıları yan yana ve ters konulmuştur. Bu çinilerin bir Selçuklu sarayı için yapıldığı, arta kalanların da burada kullanıldığı sanılmaktadır. Bunlar Kubadabad üslubu çinilerinden olup, onlardan daha ileri bir düzeydedir. Çifte hamamın erkekler bölümü soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Bunların üzerleri kubbelerle örtülüdür. Sıcaklık bölümünde üzerleri küçük kubbelerle örtülü dört halvet bölümü bulunmaktadır. Kadınlar bölümü uzun tonozlu bir girişi olan sade bir yapıdır. Bu girişten sonra yüksek tonozlu soyunmalığa ulaşılır, buradan da küçük bir kubbe ile örtülü ılıklığa geçilir. Sıcaklık üç derin tonozla iki halvet odasından meydana gelmiştir ve bunların da üzeri kubbe ile örtülüdür. MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA KÜLLİYESİ (İncesu) Kayseri İncesu ilçe merkezinde bulunan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesi’ni, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1670 tarihinde yaptırmıştır. Yapı topluluğu cami, kervansaray, arasta, medrese, sıbyan mektebi ve hamamdan meydana gelmiş olup, iki büyük avlu etrafında toplanmıştır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın vakfiyesinden anlaşıldığına göre yapı topluluğundan mahkeme binası, bezirhane, tabakhane, fırın, su yolları, boyahane ve beş çeşme ile meşruta evi, ambar günümüze ulaşamamıştır. XVII.yüzyılın sonlarında yapılmış olan bu külliye iki avlu arasında oluşundan ötürü, XVI.-XVII. Yüzyıl menzil külliyeleri ile benzerlik göstermektedir. Ancak burada doğu cephesinin tamamen sur gibi yapılışıyla onlardan ayrılmaktadır. Yapı topluluğunu oluşturan bütün birimler mimari ve süsleme yönünden oldukça sadedir. Ayrıca diğer Osmanlı külliyelerinde kullanılmayan kaburgalı haç tonozunun burada kullanılması ile de mimari yönden bir bakıma onlardan ayrılmaktadır. Caminin ve hamamın giriş kapıları üzerinde de bu yapı topluluğunun Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Ancak yapının mimarı hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Yapı topluluğu değişik tarihlerde restore edilmiştir. Cami ile cami avlusuna girişi sağlayan kuzey kapı ile dükkanlar arasındaki onarım kitabesinde ilk onarımının 1860 yılında Sultan Abdülmecit (1839-1861) zamanında yapıldığı yazılıdır. Sonraki yıllarda cami Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 1953-1954, kervansarayın kışlık bölümü 1959-1965, külliyenin revaklı avlusu 1972-1975 yıllarında restore edilmiştir. Hamamı ise İncesu Belediyesi tarafından 1956 yılında onarılmıştır. Külliyenin batısında geniş bir avlunun merkezinde olan cami kare planlı olup, üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin dört köşesine üzerleri kubbeli birer ağırlık kubbesi yerleştirilmiştir. Kubbe kasnağının kuleler dışında kalan bölümlerinde yuvarlak kemerli, alçı şebekeli birer pencere bulunmaktadır. Yöresel kesme taştan son derece itinalı bir şekilde yapılan caminin önünde üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekanı iki sıra halinde altta dikdörtgen, üstte de sivri kemerli alçı pencerelerle aydınlatılmıştır. Pencereler alt sırada ve üst sırada üçer adettir. Caminin kuzeybatı köşesinde kare kaideli, üzeri ince silmeli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Yapı topluluğunun ana yapısını kervansaray oluşturmaktadır. Kervansaray h.1081 (1670) tarihinde yapılmış olup,külliyenin doğu cephesini tamamen kaplamaktadır. Kervansaray revaklı açık avlulu bir bölüm ile onun kuzeyindeki kapalı bir bölümden oluşmaktadır. Revaklar, sütunlar ve bunları birbirine bağlayan yuvarlak kemerlerden meydana gelmiş, arkasına da medrese hücreleri yerleştirilmiştir. Medreseden günümüze bir dershane hücresi ile yedi öğrenci hücresi ulaşabilmiştir. Ancak medresenin vakfiyesinde burada on beş hücre bulunduğu yazılıdır. Büyük olasılıkla günümüze ulaşamayan 18 medrese hücresi L şeklinde idi. Burada yapılacak bir kazı çalışması medresenin tam planını ortaya koyacaktır. Vakfiyeden öğrenildiğine göre, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bu medreseye bir çok kitap vakfetmiştir. Günümüzde bu kitapların bir bölümü Kayseri’deki Raşit Efendi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Cami avlu duvarı ile kervansaray arasında, yapı topluluğunun ana ekseninde 11.55 m. genişliğindeki sokağın her iki yanına sıra halinde dükkanlardan oluşan arasta yerleştirilmiştir. Bu arastanın uzunluğu 77 m. olup, dükkanlar hafif sivri kemerli olarak bu aralığa açılmaktadır. Arastanın doğu kanadının güney ucundaki fırın orijinal hali ile günümüze ulaşamamıştır. Medresenin kuzeyindeki iki bölümlü sıbyan mektebi ve onun kuzeyinde de büyük olasılıkla yan yana sıralanmış üç bölümlü mekanın tabhane olduğu düşünülmektedir. Yapı topluluğunun günümüzde kullanılmayan hamamı ana planın dışında ayrı bir yapı olarak yapılmıştır. Osmanlı hamam mimarisinde tek hamam olarak yapılan bu hamam, kuzeyden güneye doğru uzanan dikdörtgen planlıdır. Soyunmalık, ılıklık, sıcaklık, su deposu ve külhandan oluşmuştur. Hamamın girişi yuvarlak kemerli olup, sarımtırak ve beyaz mermerlerin alternatif olarak sıralanmasından oluşturulmuştur. Üzerinde de sülüs yazı ile on kartuş içerisinde hamam kitabesi bulunmaktadır. KÖLÜK KÜLLİYESİ (Gülük) Külliyesi (Melikgazi) Kayseri’de Düvenönü semtinde Gülük Mahallesi’nde bulunan Kölük (Gülük) Külliyesi cami ve medreseden meydana gelmiştir. Yapı topluluğu XIII. Yüzyıl Danişmendli eseridir. Caminin kuzeydoğusundaki kapısının üzerinde bulunan kitabesinden bu yapıyı Kayseri Ulu Cami’sini onaran Muzaffereddin Mahmud’un kızı Adsız Elti Hatun tarafından 1211 tarihinde onarıldığı öğrenilmektedir. Üç satırlık Selçuklu sülüsü ile yazılmış kitabesinin mealen anlamı şöyledir: “Bu binayı, Keyhüsrev’in oğlu, dünya ve dinin şerefi, fetihler sahibi hak dağıtıcısı, müminlerin emirinin ortağı büyük sultan Keyhüsrev’in hakimiyeti zamanında Allah’ın en zayıf kulu, iffetli kadın, Yağbasan oğlu Mahmud’un kızı Adsız Elti Hatun h.607 (1210-1211) yılında onarmıştır”. Camiyi 1335 depreminden sonra Kölük (Gülük) Şemseddin büyük ölçüde onarmış ve bu yüzden de yapı Onun ismi ile tanınmıştır. Cami, dikdörtgen planlı olup içerisindeki sütunlarla beş sahna ayrılmıştır. Mihrap önüne rastlayan orta nef kubbe ile diğerleri de tonozlarla örtülmüştür. Kubbeler ve tonozlar 32 kemer ayağı üzerine oturtulmuştur. Mihrap önü kubbesi ve onu taşıyan Türk üçgenleri tuğladan yapılmıştır. Caminin güney duvarında girişe göre sola kaydırılmış mozaik çinili bir mihrap görülmektedir. Bu çinili mihrap daha önceden yapılmış taş mihrabın üzerine XIII.yüzyıl çinileri ile kaplanarak yeniden yapılmıştır. Selçuklu mozaik-çini mihraplarının en güzel örneklerinden birisidir. Burada geometrik ve bitkisel motiflerin ve çinilerin arasına yer yer ayetler yerleştirilmiştir. Cami ve medrese 1835-1856 yıllarında onarılmıştır. Caminin çatısı 1971 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden onarılmış ve üzeri bakır kaplamalı ahşap çatı ile minare sonradan yapılmıştır. Yapı topluluğunun iki katlı medresesi plan düzeni olarak belirli bir medrese plan tipine uymamaktadır. Batıdaki giriş kapısından üst kata çıkışı sağlayan merdiven bulunmaktadır. Bunun üzerinde tonoz örtülü bir oda vardır. Batı yönünde ise tüm mekanların sıralandığı ince uzun beşik tonozlu bir koridor ve medrese odaları bulunmaktadır. Yapı topluluğunun önündeki Gülük Hamamı harap bir durumdadır. Doğusundaki çeşmeyi de Ulu Cami’yi onaran Halil Efendi yaptırmıştır.
  20. _asi_

    Kayseri Cami ve Mescitleri

    KAYSERİ CAMİ VE MESCİTLERİ ULU CAMİİ (Cami-i Kebir) (Melikgazi) Kayseri il merkezinde Camii kebir Mahallesi’nde, Kapalı Çarşı’nın hemen yanında yer alan Ulu Cami, eski kayıtlarda Sultan Camisi olarak geçmektedir. Camiyi Kayseri’yi başkent yapan Danişmendlilerin üçüncü hükümdarı Melik Mehmet Gazi 1134-1143 yıllarında yaptırmıştır. Selçuklu hükümdarı I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in emirlerinden Muzafferüddin Mahmud bin Yağıbasan 1205-1206 tarihinde onarmıştır. Bu onarımı belirten bir kitabe caminin kuzey yönündeki duvar üzerine yerleştirilmiştir. Bu kitabe mermer üzerine sülüs yazı ile dört satırlık olup, mealen anlamı şöyledir: “Bu camiyi, Kılıçaslan oğlu büyük sultan Keyhüsrev devrinde, Allah onun yardımını yüceltsin, h.602 (1205-1206) Yağıbasanoğlu Muzafferüddin Mahmud tarafından onarılmıştır.” Caminin kuzey kapısı üzerindeki bir kitabeden öğrenildiğine göre; h.1126 ( 1714 ) yılındaki depremden kısmen yıkılmış ve Matbah ve Sur Emini Halil Efendi tarafından 1722-1723 yılında tamir edilmiştir. Bu kitabe sülüs yazılı olup mealen anlamı şöyledir: “Yalnız matbah emini değil, Sultan suru eminidir de. Malının çoğunu hayra yöneltmek herkesçe malum itiyadı, o temiz müstesna kişi cümle alemin Halili’dir, dostudur. Ser ve azadır. Hayrın gül bahçesi denilse lâyıktır. Arşı asa olan bu ibadet yeri zelzeleden yıkık halde iken en iyi onarımla bu harabe binayı yepyeni yaptı. Güzel kubbesinin üst örtüsü yıkılmıştı. Yine eski şekil üzere binası ortaya çıktı. Yüce Kâbe’nin nuru Mecidi Mevlâ Ona göstermesin imar edilmiş bu eve şöyle bir yeni tarih yazılsın; Halil’in Ulu Camisi’nin binası Kâbe gibi oldu”. Ulu Cami bunun dışında birkaç onarım daha geçirmiştir. Caminin içerisinde mihrap içindeki kitabeden Salih Paşa tarafından h.1230’da (1814) onarıldığı öğrenilmektedir. Ayrıca caminin mihrap tarafındaki kubbenin doğu kısmında 1856 yılında bir kez daha onarıldığını belirten bir başka kitabe daha bulunmaktadır. Ulu Cami dikdörtgen planlı olup, 1750 m2’lik bir yer kaplamaktadır. Cami Selçuklu ve Danişmendli Ulu Cami plan tipinin erken örneklerinden birisidir. İbadet mekanı 47.45x27.00 m. ölçüsündedir. Caminin üzeri 12 kemer ayağının taşıdığı düz bir çatı ile örtülüdür. Biri mihrap önünde, diğeri de ortada olmak üzere taş kaplamalı iki kubbesi bulunmaktadır. Yarım yuvarlak olan mihrabı çeşitli motiflerle bezenmiştir. Ayrıca ağaç minberi Anadolu Selçukluları döneminde yaygın olan taklit kündekâri tekniğinde yapılmıştır. İki katlı olan minberin kapısında ortada altı köşeli bir yıldız, geometrik desenler ve Rumiler, kıvrık dallarla bezelidir. Ayrıca Kuran’dan alınma ayetler minber üzerine yazılmıştır. İbadet mekanı mihrap duvarına dik olarak sıralanmış 30 sütunla sekiz sahna ayrılmıştır. Bu sütun ve sütun başlıklarının çoğu Roma ve Bizans yapılarından toplanmıştır. Caminin batısında sekizgen bir taban üzerinde kalın silindirik gövdeli tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Bu minare mozaik tuğlalarla yapılmıştır. HACI KILIÇ CAMİSİ (Kocasinan) Kayseri İstasyon Caddesi’nde bulunan bu camiyi yanındaki medrese ile birlikte kitabesinden öğrenildiğine göre; II.Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğlu İzeddin Keykavus’un emri ile Selçuklu emirlerinden Ebü’l Kasım Ali et-Tusi tarafından 1249-1250 yılında yaptırmıştır. Camiye Hacı Kılıç isminin neden verildiği bilinmemektedir. Cami yanındaki medrese ile bir bütün oluşturmaktadır. Her iki yapı da kesme taştan yapılmıştır. Yalnızca güney cephe duvarlarında yer yer devşirme malzeme de kullanılmıştır. Cami mihrap duvarına dik beş nefe payelerle ayrılmış ve bunlar sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Üzeri tamamen beşik tonozlarla örtülü olup, orta nefin mihrap önüne rastlayan bölümü pandantifli bir kubbe ile örtülüdür. Caminin dışa taşkın ve oldukça yüksek olan giriş kapısı dikdörtgen çerçeve içerisinde yuvarlak kemerli olup, mukarnaslarla sona ermektedir. Ayrıca kapının yüzeyini geometrik geçmeler boş yer kalmamacasına kaplamıştır. Caminin batısında ikinci bir giriş bulunmaktadır. Ancak fazla derin olmayan sivri kemerli bir niş içerisindeki bu kapıda bezeme bulunmamaktadır. Caminin giriş cephesinde, kapının iki yanında birer dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Bunlardan sağ taraftakinin önü sonradan yapılmış minare kaidesi ile kapatılmıştır. İbadet mekanında, mihrap duvarında üç, batı duvarında da iki pencere daha bulunmakta olup, bunlar mazgal pencere niteliğindedir. Mihrap nişi geometrik örgülü yıldız geçmelerden meydana gelmiş bir bordürle çevrilmiştir. Ayrıca köşe dolgularındaki düğümlü geçmeler Konya Alaaddin camisi’ndeki bezemeyi hatırlatmaktadır. Caminin ve medresenin köşelerinde destek kuleleri bulunmaktadır. Bunlardan medrese ve cami arasındaki alana, dikdörtgen kaide üzerinde, yuvarlak gövdeli tek şerefeli taş minare oturtulmuştur. HUANT HATUN CAMİSİ (Melikgazi) Kayseri kalesinin doğusunda, şehri çevreleyen surların dışında yer alan külliye; 1237-1246 yılları arasında I. Keykubat'ın karısı, II.Keyhüsrev'in annesi Mahperi Hunat Hatun tarafından yaptırılmıştır. Külliyeyi oluşturan yapı topluluğundan biri olan Cami, kapısı üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre; 1238 yılında tamamlanmıştır. Buradaki üç satırlık mermer kitabede mealen şöyle yazılıdır: “Bu mübarek caminin inşasını Keykubat oğlu, yüce sultan din ve dünyanın koruyucusu, fetihler sahibi, Keyhüsrev devrinde, Şevval 635 (Mayıs 1238) yılında büyük alim, kanaatkâr, dünya ve dinin yüz akı, hayırlar fatihi, Melike, oğluna emretti. Allah Onun varlığını devamlı kılsın, gücünü arttırsın”. Klasik Selçuklu planında, 52.30x43.70 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı bir yapı olup, kuzey-güney yönünde uzanan geniş bir orta sahın ile onun yanındaki üçer sahından meydana gelmiştir. İbadet mekanının üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe dışındaki bölümlerin üzerleri tonozlarla örtülüdür. Bunlardan doğuda 10, batıda da 7 tonoz örtüsü vardır. Kubbe ve tonozları iki kubbe arasındaki toplam 48 paye taşımaktadır. Mihrap önü kubbesi ise günümüze orijinal durumunu koruyarak gelebilmiştir. Ancak üzerindeki yapıldığı dönemin özelliğini yansıtan külahı yıkılmış ve günümüze gelememiştir. İbadet mekanının üzerini örten kubbe kitabesinden öğrenildiğine göre 1899 yılında Sultan II.Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Yüksek bir kasnak üzerindeki bu kubbenin 1726-1727 yıllarındaki onarımında konulan kubbe üzerine yapıldığı bilinmektedir. Mihrap mermer sütuncuklar ve mukarnaslı olup, çevresi geometrik taş oymalarla süslenmiştir. Ayrıca istiridye motifli üç niş de onu tamamlamıştır. Minber döneminin özelliğini taşıyan kündekari tekniğindedir. Ne yazık ki bu minberin üzerindeki yazılardan bir kısmı kazınmış ve boyanmıştır. Caminin doğu ve batıdaki giriş kapıları Klasik Selçuklu üslubunda geometrik motiflerle çevrelenmiş ve abidevi bir görünüş kazanmıştır. Kapıların giriş kemeri üzerinde Kuran’dan alınma ayetlerden oluşan bir friz dolaşmaktadır. Caminin minaresi batı taç kapısı üzerinde köşk-minare şeklinde 1139 onarımında yapılmıştır. Caminin orijinal Selçuklu minaresi bulunmamaktadır. Büyük olasılıkla ezan doğu duvarının iç yüzündeki taş merdivenlerden çıkılarak damda okunuyordu. Sonradan Osmanlı döneminde caminin batı taç kapısı üzerine altı ayaklı taş bir minber-minare yapılmıştır. Zeminden 47.5 cm. yükseklikte, 1.56x1.39 m. ölçüsündeki dikdörtgen kaideli yekpare taştan yapılmış minare 5 m. yüksekliğindedir. Konik biçimde oyulmuş sivri kemerli cepheler yekpare taştandır. Minare şerefesinin tavanı içten düz, çatısı da dışarıya çıkıntılı saçaklarla tamamlanmıştır. Külahın kaidesi ise kare planlı yekpare taştandır. Külah üç parçalı taştan yapılmıştır. Bu minber minarenin yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber yanındaki büyük minarenin XIX.yüzyılın sonunda yapıldığı düşünüldüğünde, bu minarenin daha önce yapıldığı da açıklık kazanmaktadır. Ayrıca portalin yanında cami duvarına bitişik olan kesme taştan yuvarlak gövdeli büyük minare Sultan II.Abdülhamit tarafından 1900-1901 yılında yaptırılmıştır. KÖLÜK (Gülük) CAMİSİ (Melikgazi) Kayseri’de Düvenönü semtinde Gülük Mahallesi’nde bulunan Kölük (Gülük) Külliyesi cami ve medreseden meydana gelmiştir. Yapı topluluğu XIII. Yüzyıl Danişmendli eseri olup, Caminin kuzeydoğusundaki kapısının üzerinde bulunan kitabesinden bu yapıyı Kayseri Ulu Cami’sini onaran Muzaffereddin Mahmud’un kızı Adsız Elti Hatun tarafından 1211 tarihinde onarıldığı öğrenilmektedir. Üç satırlık Selçuklu sülüsü ile yazılmış kitabesinin mealen anlamı şöyledir: “Bu binayı, Keyhüsrev’in oğlu, dünya ve dinin şerefi, fetihler sahibi hak dağıtıcısı, müminlerin emirinin ortağı büyük sultan Keyhüsrev’in hakimiyeti zamanında Allah’ın en zayıf kulu, iffetli kadın, Yağbasan oğlu Mahmud’un kızı Adsız Elti Hatun h.607 (1210-1211) yılında onarmıştır”. Camiyi 1335 depreminden sonra Kölük (Gülük) Şemseddin büyük ölçüde onarmış ve bu yüzden de yapı Onun ismi ile tanınmıştır. Cami, dikdörtgen planlı olup içerisindeki sütunlarla beş sahna ayrılmıştır. Mihrap önüne rastlayan orta nef kubbe ile diğerleri de tonozlarla örtülmüştür. Kubbeler ve tonozlar 32 kemer ayağı üzerine oturtulmuştur. Mihrap önü kubbesi ve onu taşıyan Türk üçgenleri tuğladan yapılmıştır. Caminin güney duvarında girişe göre sola kaydırılmış mozaik çinili bir mihrap görülmektedir. Bu çinili mihrap daha önceden yapılmış taş mihrabın üzerine XIII.yüzyıl çinileri ile kaplanarak yeniden yapılmıştır. Selçuklu mozaik-çini mihraplarının en güzel örneklerinden birisidir. Burada geometrik ve bitkisel motiflerin ve çinilerin arasına yer yer ayetler yerleştirilmiştir. Gülük camisi'nin çatı ile örtülü kubbesinin yanında minber-minaresi bulunmaktadır. Bu minare 1.60x1.58 m. ölçüsünde taş kaide üzerine yerleştirilmiş olup, dört taş basamakla çıkılmaktadır. Minare altı taş sütunun taşıdığı taş bir külah ile örtülmüştür. Cami ve medrese 1835-1856 yıllarında onarılmıştır. Caminin çatısı 1971 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden onarılmış ve üzeri bakır kaplamalı ahşap çatı ile minare sonradan yapılmıştır. HAN CAMİSİ (Melikgazi) Kayseri il merkezinde Burhanettin Bulvarı üzerinde bulunan Han Camisi, XIII.yüzyılda Selçuklular tarafından yapılmıştır. Mimari olarak tipik bir Selçuklu hanı plan düzeninde yapılmıştır. İlk yapılışında han olarak kullanılan bu yapı sonradan camiye çevrilmiş ve bu yüzden de Han Camisi ismini almıştır. Hanın ne zaman camiye çevrildiği ve ne zaman yapıldığı konusunda kesin b ilgi bulunmamaktadır. Caminin kitabesi bulunmamaktadır. Cami 1856 ve 1896 yıllarında onarılmıştır. Caminin içi ve dışı iri yontma taşlardan yapılmıştır. Caminin kapalı kısmının yanında portalin bulunduğu cephede birbirlerine kemerlerle bağlanmış dört payenin taşıdığı tonozlu bir bölüm bulunmaktadır. Bunlardan orta tonoz diğerlerinden daha yüksektir. Hanın ilk yapılışındaki kemerli kapısı orta gözün bulunduğu yere açılmaktadır. Sonraki dönemde bu kapının bulunduğu yere mihrap eklenmiştir. İbadet mekanı mihraba paralel 24 taş ayakla üç bölüme ayrılmıştır. Yapının üzeri toprakla örtülmüş cami olarak kullanılmaya başlandıktan sonra da batı cephesine bir minare ilave edilmiştir. Bu hanın ilk yapılışında şehrin kale surlarına dayandığı ve şehir kapıları kapandıktan sonra gelen yolcuların burada kaldığı sanılmaktadır. KURŞUNLU CAMİSİ (Melikgazi) Kayseri il merkezinde Belediye Parkı’nın yanında İstanbul Caddesi üzerinde bulunan Kurşunlu Camisi’ni Hacı Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kitabesinden öğrenildiğine göre Mimar Sinan tarafından 1585 yılında yapılmıştır. Bu caminin ilk yapımında hamam, sıbyan mektebi, imaret, han ve çeşmesi ile birlikte külliye halinde idi. Ancak günümüze yalnızca cami gelebilmiştir. Caminin kapısı üzerinde mermer kitabesinin mealen anlamı şöyledir: “Şehr-i Zilhiccede urmuşsun anal bünyadın Diyalarım hasredegin sahibine ola dua Oldu mamur-u vilayet didim ana tarih Yapalı Kayseri’de camiin Ahmet Paşa”. Cami kesme taştan Klasik Osmanlı mimarisi üslubunda yapılmıştır. Kare planlı ibadet mekanının üzerini pandantiflere oturan yuvarlak kasnaklı merkezi bir kubbe örtmüştür. İbadet mekanının köşelerindeki dayanaklarla caminin daha dayanıklı olması sağlanmıştır. Caminin mermer giriş kapısı çift revaklı son cemaat yeri yapıldığı dönem için oldukça karakteristiktir. Mihrap ve minberi mermerden olup, günümüze orijinal konumu ile gelebilmiştir. Yanında kare kaide üzerinde yükselen tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. LALA (Lale) CAMİSİ (Melikgazi) Kayseri il merkezinde, Lale Mahallesi’nde bulunan bu cami, Lala Musluhiddin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber yapı üslubundan XIII.yüzyıl Selçuklu eseri olduğu anlaşılmaktadır. Cami dikdörtgen planlı olup, ilk yapılışında üzeri toprak damlı idi. Sonradan ibadet mekanının üzerine büyük ölçüde bir kubbe yapılmıştır. Caminin ahşap minberi ağaç oyma tekniği ile yapılmış, Selçuklu ağaç işçiliğinin en güzel örneklerinden birisidir. Taklit kündekâri olan bu minberin üzerinde Ayetü’l Kürsi yazılıdır. Orijinal mihrap günümüze gelememiş ve sonradan aslına uygun olarak yenilenmiştir. Minaresi sonradan eklenmiş, kare kaide üzerinde yuvarlak kaideli ve tek şerefelidir. Caminin doğu tarafına bir türbe, kuzey tarafına da bir hamam eklenmiştir. ULU CAMİ (Sivasi Hatun Camisi) (Develi) Kayseri Develi ilçesi, Eski Develi’de bulunan bu cami kitabesinden öğrenildiğine göre; IV.Kılıçarslan’ın oğlu III.Keykavus zamanında 1281 yılında yapılmıştır. Kitabenin mealen anlamı şöyledir: ”Bu mübarek caminin yapılmasına Allah mülkünü daim kılsın iki kıblenin özlemi ile tutuşan ümmetlerin dizginlerini elinde bulunduran din ve dünyanın bereketi yüce sultan Kılıçarsalan oğlu Keyhüsrev zamanında emredilmiştir”. Bu kitabenin altındaki dört satırdan oluşan, Selçuklu nesihi ile yazılmış bir kitabe daha bulunmaktadır. Bu kitabede mealen; “Allah’ın rahmetine muhtaç zaif kulu Göçer Aslan oğlu Nasrullah ve Allah’ın rahmeti ve rızasına muhtaç Onun zaif cariyesi Sa’d kızı Sivasti tarafından Allah başarılarını ihsan ve hayırlarını onlara yad eylesin h.680 (1281)”. Yazılıdır. Prof.Dr.Kerim Türkmen’den öğrenildiğine göre; Ulu Cami’deki bu iki kitabe birleştirildiğinde şu anlam çıkmaktadır: “Camileri ancak Allah’a ve ahiret gününe inananlar, namaz kılanlar, zekatlarını ödeyenler ve tek Allah’tan sakınanlar inşa ederler. Bu mübarek caminin yapılmasına Allah mülkünü daim kılsın iki kıblenin özlemi ile tutuşan ümmetlerin dizginlerini elinde bulunduran, din ve dünyanın bereketi, yüce sultan Kılıçaslan oğlu Keyhüsrev zamanında, Allah’ın rahmetine muhtaç zaif kulu Göçeraslan oğlu Nasrullah ve Allah’ın rahmeti ve rızasına muhtaç, onun zaif cariyesi, Sa’d kızı Sivasti tarafından, Allah başarılarını ihsan ve hayırlarını kendilerine yad eylesin, 680 (1281) yılında emredilmiştir”. Böylece Develi Ulu camisi’nin IV.Kılıçaslan’ın oğlu III.Keyhüsrev zamanında Göçeraslan oğlu Nasrullah ve eşi Sivasti tarafından 1281 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Cami kareye yakın dikdörtgen planlı oldukça sade kesme taştan yapılmıştır. Caminin kuzey cephesinde dışarıya taşırılmış, derin bir niş şeklinde giriş kapısı bulunmaktadır. Giriş kapısı iç içe geçmiş iki sivri kemerle sınırlandırılmış olup, üzerinde mukarnaslı kavsarası bulunmamaktadır. Ancak içerideki kemerin üzeri kabartma motiflerle bezenmiştir. İbadet mekanı mihraba dik dört sıra halinde, dörder ayakla beş sahına bölünmüştür. Bu ayaklar birbirlerine ve duvarlara sivri kemerlerle bağlanmış, caminin üzerini örten sivri tonozları taşımaktadırlar. Bu tonozlar mihraba paralel birinci sahında doğu-batı doğrultusunda, diğer sahınlarda güney-kuzey yönüne doğrudurlar. Ayrıca mihrap önü küçük bir kubbe ile belirtilmiştir. Orta sahın diğerlerinden biraz daha geniş tutulmuştur. Caminin mihrabı güney duvarında olup, dışarı taşkın değildir. Duvarda kullanılan malzemelerden farklı olarak burada gri andezit taşı kullanılmıştır. Mihrap üç bordürle çevrilmiştir. Bunlar geometrik, yazı ve bitkisel kompozisyonları içeren bordürlerdir. Ayrıca mihrap beyaz mermerden burmalı sütunçelerle de sınırlandırılmıştır. Mihrabın üzeri yedi sıra halinde mukarnaslarla bezenmiş ve sivri bir kemerle de çerçevelenmiştir. Burada kıvrık dal, rumi, palmet ve lotüs ve on kollu yıldız motifleri de görülmektedir. Mihrap nişinin çevresinde geniş bir bordür içerisinde Al-i İmran Suresi’nin 18. Ayeti ile 19.Ayetinin bir bölümü yazılıdır. Ayrıca mihrap içi nişinde de Hac Suresinin 77.Ayeti; mihrap nişinin sağ tarafındaki sütun kaidesinde de Enbiya Suresinin 107.Ayeti; Mihrap nişinin solundaki sütun kaidesinde de Kalem Suresinin 4.Ayeti yazılıdır. Caminin orijinal minberi 1933 yılında buradan alınmış, önce kayseri Müzesi’ne, sonra da Ankara Etnoğrafya Müzesi’ne götürülmüştür. Bu minberin parçalarından kıvrık dallı rumi, palmet, bitkisel motifler, kufi kitabeler, sekiz kollu yıldızlarla bezendiği anlaşılmaktadır. AŞAĞI EVEREK FATİH CAMİ (Develi) Kayseri Develi ilçesinde bulunan Fatih Camisi, kitabesinden öğrenildiğine göre h.1244 (1828) yılında yapılmış bir Ermeni Kilisesidir. Develi’de Ermeni cemaatinin kalmaması üzerine uzun süre kendi haline terk edilmiş, daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restore edilerek 1978 yılında camiye çevrilmiştir. Kesme taştan yapılan caminin dış duvarlarında kırmızı tuğladan şerit halinde hatıllara yer verilmiştir. Böylece yapının kütlevi dış görünümü hafifletilmiştir. İbadet mekanı altı sütun ile bölümlere ayrılmış, bu sütunlar pandantifli merkezi bir kubbeyi taşımaktadır. Merkezi kubbe yanlardan yarımşar kubbelerle desteklenmiştir. Bezeme olarak önemli bir mimari elemana rastlanmamaktadır. HARMAN CAMİ (Talas) Kayseri Talas ilçesi, harman Camisi Mahallesi’nde bulunan bu cami kitabesinden öğrenildiğine göre 1860 yılında Sultan Abdülmecit döneminde onarılmıştır. Caminin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir.Giriş kapısı üzerinde mor zemin üzerine altın yaldızla beş satırlık talik yazılı kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin üzerinde Sultan Abdülmecid’in tuğrası vardır. Prof Dr. Kerim Türkmen’den öğrenildiğine göre kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Alemlerin ruhu Padişah Sultan Mecid Allah’ın gölgesi, Peygamberin vekili Sayesinde Kayseri sakinleri bu yüce Caminin tamirine keselerinden katkıda bulundular Öyle güzel süslendi ki döndü bahçeye her yeri Kemerini görseydi cennet bağının tavusu onu gösterirdi Ey cemaat vacip oldu sizlere dua etmek Özellikle böyle sevgi dolu mabet var iken Ben de zihni hame-i güberle yazdım tarihini Sen de et beş vaktini bu camiye daim mekan h.1277 (1860)”. Cami kuzey-güney yönünde dikdörtgen planlı olup, kesme taştan yapılmıştır. Caminin önündeki üç kubbeli son cemaat yeri Vakıflar genel Müdürlüğü tarafından restorasyon çalışması sırasında kubbeler kaldırılmış ve beton bir tavanla üzeri örtülmüştür. Son cemaat yeri dört sütunlu yuvarlak kemerlidir. İbadet mekanının üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin yanındaki dörtgen kaide üzerinde yuvarlak gövdeli tek şerefeli minaresi bulunmakta olup, yakın zamanlarda yenilenmiştir. ALİ SAİB PAŞA CAMİ (Talas) Kayseri Talas ilçesi Kiçiköy Mahallesi’nde (Aşağı Talas), Ali Saib Paşa Caddesi üzerinde bulunan bu camiyi, kitabesinden Talaslı Ali Saib Paşa 1304 (1886) yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Prof Kerim Türkmen’den öğrenildiğine göre kitabenin mealen anlamı şöyledir: ”Zafer mihrabının ruhu olan, övgüye değer huylu Şah Abdülhamid Âli Cenablarının seraskeri Saib Paşa Dindarlık eserleri ortaya koyma hususunda Padişahın hidayet besleyen azminin şüphe edilmeyecek bir takipçisidir. İşte bu cami çok zamandan beri mâna ruhu gibi cihanın gözünden gizli iken Yeniden canlanmasına O himmet etti, himmeti var olsun. Çünkü o Hakana dua kazandırdı. Ezan sesi cihanın kulakların süsü olduğu müddetçe yüceliğin kapısı ihtiyaçların kıblesi olması münasiptir. Muhtarın tarihine cemaat baş eğdi. Bu mescidi Ali Saib Paşa inşa etti. 1304 (1887).” Cami dikdörtgen planlı olup, içerisi dört sütun ve bunları birbirine bağlayan kemerlerle üç sahna ayrılmıştır. Kesme taştan yapılan avlunun üzeri pencereli yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin yanında kare kaide üzerine taştan, tek şerefeli ve güdük bir minaresi bulunmaktadır. Caminin avlu kapısı üzerinde de yapıldığı dönemin, XIX.yüzyılın askeri armalarının yer aldığı üçgen bir alınlık bulunmaktadır. HAN CAMİSİ (Talas) Kayseri Talas ilçesi Tablakaya Mahallesi’nde bulunan Han Camisi arazi konumundan ötürü kesme taştan iki katlı olarak yapılmıştır. Mimari yapısından bu caminin önceki dönemde ermeni Kilisesinin üzerine ve onun duvarlarından yararlanılarak yapıldığı sanılmaktadır. Caminin giriş kapısı üzerinde hattat Muhsizade es-Seyyid Abdullah’ın yazdığı iki mısralık yedi satırdan oluşan mermer üzerine celi sülüs yazılı kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabeden öğrenildiğine göre cami, Sultan Abdülhamid zamanında, 1899 yılında yaptırılmıştır. Prof Dr.Kerim Türkmen’den öğrenildiğine göre kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Mu’minlerin emiri zamanın en büyüğü Abdülhamid Han ki, zamanında halkı saadetler içinde kıldı. Zamanın en büyüğü olan bu ermişin himmeti sayesinde Allah rızası için binlerce cami ve dergah imar edildi. Meliklerin eserlerini lazımdır elbet takip etmek mutluluklar buyurmuş çünkü O’na Ahmed-i Muhtar Onun için Hz.Derviş Efendi eyledi kendi namına Hakkın rızası için bu mabedi inananların bahçesine dönüştürdü. Mihrap ve minberde okundukça Ayetlerime itaat ediniz. Beş vakit namaza durdukça seçilmiş kişiler saf saf Allah yaptıranına sonsuz ecir ve ihsan eylesin. Temizlerin ilahı her şeyi bilen hakkın mutluluğu için Bu dergaha Rafet yazdı bu güher tarihi yapıldı temiz ümmete bu güzel nurlu cami 1316 (1889)”. Caminin içerisine yuvarlak kemerli bir kapı ile girilmektedir. Kare planlı caminin üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbeyi taşıyan ana duvarlarının dört köşesinde yuvarlak ağırlık kuleleri bulunmaktadır. Kubbe yuvarlak ve yüksek bir kasnak üzerine oturmuştur. Bu kasnak üzerinde duvara dayalı sütunlarla 12 bölüme ayrılmış ve her bölümün içerisine de yuvarlak kemerli birer pencere yerleştirilmiştir. Ayrıca bu kasnak devrin üslubunda bir kuşakla dekore edilmiştir. Kuşağın içerisinde çiçek motifleri bulunmaktadır. Caminin yanında kare kaideli yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi vardır. YENİ CAMİ (Talas) Kayseri talas ilçesi Tablakaya Mahallesi’nde 1886 yılında yapılmış olan Rum Kilisesi, Rumların şehri terk etmesinden sonra Camiye çevrilerek ibadete açılmıştır. Rum Kilisesinin mermer üzerine yazılı, yaprak motifleri ile süslü olan kitabesi günümüze gelememiştir. Prof.Dr.Kerim Türkmen’den öğrenildiğine göre bu kitabenin metni şöyledir: Panaya kapısı zira saldır Yapusı şehr-i Mayıs birinde Şevketlu Sultan Hamid ve erfa Metropolit İonnis devrinde A’pst. St 4 d 1886. Bu kitabeye göre de kilise Sultan Abdülhamid zamanında Onun izni ile Metropolit İonnis zamanında yapılmıştır. Cami kesme taştan yapılmış ve üzeri sıvanmıştır. İbadet mekanının üzerini yüksek kasnaklı merkezi bir kubbe örtmektedir. Giriş kısmı sütunların taşıdığı büyük bir üçgen alınlıkla belirtilmiştir. AZİZİYE CAMİSİ (Pınarbaşı) Kayseri Pınarbaşı ilçesi Yeni Cami Mahallesi’ndeki meydanda bulunan bu caminin yapımını Sivas Valisi Ahmet Muammer Bey 1903 yılında başlatmış, 1912 yılında da tamamlanmıştır. Caminin mimarının ismi bilinmemekle beraber yapı üslubundan Ermeni ustalar tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Cami geniş bir avlu ortasında, kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Kesme taştan olan cami dikdörtgen planlıdır. Kuzey yönünde bulunan son cemaat yeri ibadet mekanının duvar uzantıları arsında dikdörtgen iki taş paye ve bunları birleştiren sivri kemerlerden meydana gelmiştir. Orta bölümün üzeri iki yana meyilli bir çatı, yanlar da küçük birer kubbe ile örtülmüştür. Dikdörtgen bir çerçeve içerisine alınmış, iki yanında sütunçeler olan basık kemerli bir kapıdan ibadet mekanına girilmektedir. Kapının üzerinde üç satırlık bir kitabe bulunmaktadır: Sivas vali-i âlîsi Ahmet Muammer Beyefendi hazretlerinin Kaymakamlıkları esnasında vücuda getirdikleri âsâr-ı dîniyyeden Vaz-i esas 1321 (1903 ) Aziziye Cami-i Şerifi Tarih-i hitâm 1331 (l912). İbadet mekanının üzeri dört sütun üzerine oturtulmuş, yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Ayrıca kubbe dört taraftan basık beşik tonozlarla desteklenmiş, köşeler birer küçük kubbe ile tamamlanmıştır. İbadet mekanının orta bölümünü örten kubbe pandantifli olup dört taş sütun üzerine oturmuştur. Kubbenin ortasında XIX.yüzyılda sık sık kullanılmış alçı kabartma daire şeklinde bir madalyon olup, çevresi ve madalyonun içerisi akantus yaprakları ile bezenmiştir. İbadet mekanın içerisi, yüksek kasnağındaki on iki pencere, kuzey yönü dışındaki duvarlarda üçgen alınlıklı ikişer, doğu ve batı duvarında dörder pencere ile aydınlatılmıştır.Güney duvarının ortasındaki iki sütünce ile sınırlandırılmış mihrap dikdörtgen şekilde, üçgen alınlıklıdır. Çevresi kubbedeki kalem işlerine benzeyen akantus ve kıvrık dallarla bezenmiştir. Mihrabın batısındaki ahşap minberi de yine XIX.yüzyıl üslubunda yapılmıştır. Caminin tek şerefeli minaresi giriş kapısının üzerine yerleştirilmiştir. Bu nedenle de son cemaat yerinde minarenin oturduğu duvarlar diğerlerinden daha kalın örülmüştür. Şerefe altı da silmelerle hareketli bir görünüm kazanmıştır. MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA CAMİSİ (İncesu) Kayseri İncesu ilçe merkezinde bulunan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan camiyi, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1670 tarihinde yapı topluluğu ile birlikte yaptırmıştır. Bunu belirten bir kitabe cami ve hamamın giriş kapıları üzerindedir. Ancak yapının mimarı hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Yapı topluluğu ile birlikte cami değişik tarihlerde restore edilmiştir. Cami ile cami avlusuna girişi sağlayan kuzey kapı ile dükkanlar arasındaki onarım kitabesinde ilk onarımının 1860 yılında Sultan Abdülmecit (1839-1861) zamanında yapıldığı yazılıdır. Sonraki yıllarda cami Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 1953-1954 yılında onarılmıştır. Külliyenin batısında geniş bir avlunun merkezinde olan cami, kare planlı olup, üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin dört köşesine üzerleri kubbeli birer ağırlık kubbesi yerleştirilmiştir. Kubbe kasnağının kuleler dışında kalan bölümlerinde yuvarlak kemerli, alçı şebekeli birer pencere bulunmaktadır. Yöresel kesme taştan son derece itinalı bir şekilde yapılan caminin önünde üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekanı iki sıra halinde altta dikdörtgen, üstte de sivri kemerli alçı pencerelerle aydınlatılmıştır. Pencereler alt sırada ve üst sırada üçer adettir. Caminin kuzeybatı köşesinde kare kaideli, üzeri ince silmeli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi bulunmaktadır.
  21. _asi_

    Kayseri mutfağı

    KAYSERİ YEMEKLERİ KAYSERİ MANTISI 4 bardak un 250 gr. kıyma 8 kaşık katı yağ 1 kg. yoğurt 6 diş sarımsak 1 demet maydanoz 1 soğan 2 yumurta 1 tencere et suyu tuz, karabiber, kırmızı biber Un, tuz ve yumurtaları azar azar su ilave ederek kulak memesi yumuşaklığında hamur elde edene kadar yoğurun. Kıymayı tuz, karabiber, rendelenmiş soğan ve kyılmış maydanozla birlikte iyice karıştırın. Dinlenen hamurun altını ve üstünü unlayıp mardane ile açmaya başlayın. Hamur biraz büyüdükten sonra oklava ile açarak dah da inceltin. Enine ve boyuna keserek küçük karelere bölün. Karelerin ortasına hazırladığınız kıymadan birer parça koyun. Her karenin önce ikişer ucunu birleştirin, sonra ortadan birleştirip bastırarak kapatın. Mantıları bir tepsiye koyun, pembeleşinceye kadar fırına verin, tencereye mantıların üzerini kapatacak kadar et suyu koyu, biraz tuz ve 1 kaşık yağ ile karıştırın. Mantılar 10 dakika harlı, 10 dakika kısık ateşte pişirin. Kepçeyle servis tabağına boşaltıp, üzerine sarımsaklı yoğurt dökün. Kalan yağı kızdırın, içine kırmızı biber katıp yoğurdun üzerine gezdirin. Sıcak olarak servis yapın. KAYSERİ KÖFTESİ MALZEMELER 500 gr patates 1,5 çorba kaşığı yağ 500 gr kıyma 1 adet soğan 3 ince dilim bayat ekmek 1/4 bardak süt 1 yumurta 1 demet maydanoz 2 çay kaşığı tuz 1 çay kaşığı karabiber 1 çay kaşığı kimyon /2 çay kaşığı yenibahar 2 domates Sos için: 1 su bardağı sıcak su 3 kaşık salça YAPILIŞ TARİFİ Patatesleri soyup 1 cm kalınlıkta dilimleyin. Yağlanmış bir tavaya dizin. Ağzını kapatıp rengi dönecek kadar kızartın. Bir tarafa bırakın. Ekmek dilimlerini süte batırarak yumuşatın, daha sonra da iyice sıkıp derince bir kabın içerisine koyun. Bu kaba kıymayı rendelenmiş soğanı, yumurtayı, incecik kıyılmış maydanozu, ve baharatları koyup iyice karıştırıp, yoğurun. Karışımı 12 parçaya ayırın. Yuvarlak ve yassı köfteler yapın. Et köftelerinin boyutlarını patateslerin boyutlarına göre ayarlayın. Patateslerin üzerine dizin. Et köftelerinin üzerine dilimlediğiniz domatesleri koyun. Orta hareretli fırında 30 dakika pişirin. Salçayı suda eritip köftelerin üzerine gezdirin. Tekrar fırına sürüp 10 dakika daha pişirin. Fırından alıp maydanozla süsleyip sıcak servis yapın. ŞAŞTIM AŞI 500 gram taze asma yaprağı 500 gram kuşbaşı et Yarım su bardağı zeytinyağı 3 adet soğan Yarım su bardağı haşlanmış yeşil mercimek Yarım su bardağı pilavlık bulgur Tuz karabiber pulbiber 2 çorba kaşığı sıvıyağ Taze asma yaprağının saplarını koparıp, incecik kıyın. Kuşbaşı eti zeytinyağında 2 adet ince kıyılmış soğanla birlikte soteleyin. Daha sonra içine taze asma yaprağını ilave edin. Üzerini kaplayacak kadar sıcak su ekleyip, kısık ateşte 1 saat pişirin. Haşlanmış yeşil mercimeği ve pilavlık bulguru ilave edin. Suyu eksikse sıcak su ekleyin. Tuz, karabiber ve pulbiberi kattıktan sonra kısık ateşte 20 dakika pişirin. (Bu arada yemek hafif sulu bir kıvamda olsun). Diğer tarafta 1 adet ince kıyılmış soğanı sıvıyağda kavurun ve yemeğin içine katın. Tencereyi ocaktan alıp ağzı kapalı olarak 15 dakika dinlendirin. Sıcak olarak servis yapın. PEHLİ Malzemeler 1 kg yağlı kuzu pirzola 3-4 soğan 1 diş sarımsak 1 kg patlıcan 150 gr sivribiber 500 gr domates 1 tatlı kaşığı domates salçası Tuz Hazırlanışı: * Kuzu pirzolaları yayvan bir tencereye yerleştirin. Kapağı açık olarak önlü arkalı kızartın. * Patlıcanları alacalı soyup tuzlu suda bekletin. Soğan ve sarımsakları soyun. Soğanları piyazlık doğrayın. Patlıcanları süzüp kâğıt havlu ile kurulayın ve iri küp şeklinde doğrayın. Biberleri 1 cm genişliğinde dilimleyin. Domateslerin kabuklarını soyup küp şeklinde doğrayın. * Pirzolaların üzerine sırasıyla soğan, sarımsak, patlıcan ve sivribiberleri serpiştirin. Salçayı suyla ezip üzerine gezdirerek dökün. Tuz serpip tencerenin kapağını kapatın. Tencereyi en küçük ocağa alın. Kısık ateşte 25-30 dakika pişirin. Sıcak olarak servis yapın. KİRTİMBURT Yarım kg asma yaprağı 2 soğan 1 su bardağı nohut 1 çay bardağı gendime (aşurelik buğday) 2 çorba kaşığı tereyağı 1 çorba kaşığı domates salçası Tuz, kırmızı tozbiber 1. Nohut ve gendimeyi akşamdan ıslatın. Sularını değiştirip ayrı tencerelerde haşlayın ve süzün. Asma yaprağını haşlayın. Kevgirle süzgece alıp suyunu süzün ve ince ince doğrayın. Soğanların kabuklarını soyup küp şeklinde doğrayın. 2. Tencerede tereyağını eritip soğanı pembeleşinceye kadar kavurun. Eti ilave edip kavurmaya devam edin. Salçayı 1 kaşık suyla ezip tencereye ekleyin. Asma yaprağı, nohut ve gendimeyi ilave edip karıştırın. Üzerine çıkacak kadar su ekleyip kapağı kapalı olarak pişirin. Sıcak olarak servis yapın. NEVZİNE 1 paket (250 gr) margarin 1.5 su bardağı ince çekilmiş ceviz içi 3 çorba kaşığı tahin 3 çorba kaşığı yoğurt 5 su bardağı (625 gr) un 1 paket kabartma tozu 2 su bardağı tozşeker 3 su bardağı su Yarım limonun suyu 1. Margarini eritip hamur kabına alın. Ceviz, tahin ve yoğurdu ilave edip karıştırın. Un ve kabartma tozunu ekleyip sert kıvamlı bir hamur elde edinceye kadar yoğurun. Yuvarlak bir kalıbı yağlayıp hamuru elinizle bastırarak yayın. Baklava dilimi şeklinde kesin. Önceden ısıtılmış 200 dereceye ayarlı fırında üzeri kızarıncaya kadar pişirin. 2. Tozşekerle suyu kaynatıp şerbeti hazırlayın. Limon suyunu ekleyip ocaktan alın. Tatlıyı fırından çıkarıp üzerine ılık şerbeti gezdirerek dökün. Şerbetini çekinceye kadar bekletin. Dilimleyip soğuk olarak servis yapın. PASTIRMALI PİDE 250 gr pastırma 2 yumurta Hamur için: 500 gr un 1 su bardağı ılık su 1 tatlı kaşığı kuru maya Tuz 1. Mayayı ılık suyla ezip kabarıncaya kadar bekletin. Unu hamur yoğurma kabına alın. Ortasına mayayı ilave edin. Su ve tuz ekleyip yumuşak kıvamlı bir hamur hazırlayın. Hamurun üzerini nemli bezle örtüp kabarıncaya kadar bekletin. 2. Pastırmaları ince ince doğrayın. Yumurtaları ekleyip karıştırın. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp 10 cm çapında elinizle açın. Üzerine pastırmalı malzemeden yayıp iki kenarını katlayarak pide şeklinde kapatın. Pideleri yağlanmış fırın tepsisine dizin. Önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında 30 dakika pişirin. Sıcak olarak servis yapın. PİRAVU MANTISI 3 domates 3 çorba kaşığı sıvıyağ 3 su bardağı su Kırmızı tozbiber Hamur için: 4 su bardağı un 1 yumurta 1 su bardağı su Tuz İç malzeme: 200 gr beyazpeynir 2 soğan 2 sivribiber Kırmızı tozbiber 1. İç malzeme için; peyniri ufalayın. Soğanları soyup küp şeklinde doğrayın. Biberleri temizleyip küçük küçük doğrayın. Peyniri bir kaba alıp soğan, biber ve kırmızı tozbiberi ilave edip harmanlayın. 2. Unu hamur yoğurma kabına eleyin. Su, yumurta ve tuz ilave edip kulak memesinden biraz daha sert bir hamur yoğurun. Hamuru 20 dakika dinlendirip bezeler hazırlayın. Her bir bezeyi 1 mm kalınlığında açın ve kenarları 1.5 cm olacak şekilde kareler kesin. Hazırladığınız iç malzemeyi mantı hamurlarına paylaştırıp üçgen şeklinde kapatın. Mantıları teflon tavada az yağda kızartın. 3. Domatesleri rendeleyin. Bir tencerede sıvıyağı kızdırıp domatesi ekleyin ve salça kıvamına gelinceye kadar pişirin. Suyu ekleyip kaynatın. Mantıları ilave edin ve 10 dakika pişirin. Suyunu çekince tabaklara paylaştırıp kırmızı pulbiber serperek servis yapın. ERCİYES SALATASI malzeme (4 kişi için): 200 gram yağlı, ama sert beyaz peynir, 4 iri ve sert salatalık domates, 1 tatlı kaşığı kekik, 4 iyice yıkanmış tuzlu balık (sardalye veya hamsi), 1 tutam somak, yeteri kadar tuz karabiber, 4 çorba kaşığı zeytinyağı (ay çiçeği yağı da olabilir), iri ve etli zeytin. Yapımı: Beyaz peyniri dilim dilim kesin. Çukurca bir tabağa düzenli bir biçimde yerleştirin. Üstüne kekikle karabiberi ve tuzu serptikten sonra zeytinyağını dökün ve bir-iki saat kadar dinlendirin. Zeytinlerin çekirdeklerini çıkarın ve her zeytini ortadan ikiye bölün. Tuzlu balıkların da kemiklerini çıkarın. Servis vakti gelince dört küçük kâse veya küçük kayık tabak alın. Çok keskin bir bıçakla domatesleri yanlamasına yuvarlak dilimlere bölün. Mer kaba bir domatesi koymak üzere bir dilim domates, bir dilim peynir olmak üzere domates ve peynirleri kat kat yerleştirin. En üste yine bir dilim domates koyduktan sonra birer tuzlu balıkla ikişer parça zeytin yerleştirin. Peynirden arta kalan zeytinyağlı suyu da kâselere böldükten sonra servis yapın. İsteyenler bu salataya birkaç damla limon suyu veya sirke de katabilirler. YOĞURTLAÇ 4 kişilik Gerekli malzeme: 1 su bardağı buğday 2 su bardağı yoğurt 3 çorba kaşığı nane Yeteri kadar su Tuz 1 Buğdayı geniş bir tencereye alıp üzerini örtecek kadar su ilave edin ve orta ateşte yumuşayıncaya kadar pişirin. 2 Yoğurdu çok az su ile çırpın. Buğday soğuyunca yoğurtla karıştırın. Üzerine bol nane serpip servis yapın. PASTIRMALI BÖREK 3 adet yufka 1 su bardağı yoğurt 1 çay bardağı sıvıyağ 1 adet yumurta 10-12 dilim pastırma üzeri için; çörekotu Öncelikle böreğin sıvı kısmı hazırlanır, yoğurt sıvıyağ ve yumurtanın beyazı karıştırılır. İlk yufka tezgaha serilir, yoğurtlu karışım sürülür, üzerine 2. yufka serilir, gene yoğurtlu karışım sürülür, 3. yufka da serilip üzerine yoğurtlu karışım sürülür. Sigara böreğinde olduğu gibi, üçgen olarak 12 eşit parçaya kesilir, kenarına pastırma konur, sağdan ve soldan katlanarak 2 parmak kalınlığında gevşek rulolar şeklinde sarılır, yağlanmış fırın tepsisine börekler dizilir, üzerlerine yumurta sarısı sürülüp, çörek otu serpilir. 190 derece fırında pembe renkte pişirilir. YAĞLAMA 4 su bardağı un 1 adet yumurta 1 su bardağı ılık su 1 tatlı kaşığı tuz 1 paket tereyağı İçi İçin; 2 adet kuru soğan 250 gr. kıyma 3 çorba kaşığı sıvıyağ 15-20 dal maydanoz karabiber tuz Üzeri İçin; 1 kase yoğurt 2-3 diş sarımsak tuz Yumurta un, su ve tuzdan oluşan yumuşak kıvama yakın bir hamur yapılır. Hamur dinlenirken iç hazırlanır. Çok ince doğranmış soğanlar, sıvıyağda kavrulur. Kıyma eklenir, suyunu salıp çekene kadar pişirilir. Tuz, karabiber katılır, kıyılmış maydanoz eklenir, ateşten alınır. Dinlenen hamurdan limon kadar parçalar alınır, oklavayla teflon tava çapında (25-30 cm.) açılır. Teflon tavada 2 yüzü yağsız pişirilir. Daha sonra 2 yüzü tereyağıyla yağlanır, servis tabağına 1 adet pişmiş yağlama, üzerine kıymalı iç olmak üzere kat kat, 4 kat konur. Bu şekildeyken keskin bir bıçakla artı şeklinde dörde kesilir. Üzerine sarımsaklı yoğurt konarak servise sunulur. BÖREK ÇORBASI 6 kişilik Gerekli malzeme: 2.5 su bardağı un 1 yumurta Yarım su bardağı su Tuz İç malzemesi: 150 gr kıyma Yarım demet maydanoz 2 soğan 8 su bardağı su 1 su bardağı haşlanmış mercimek 2 çorba kaşığı margarin 2 çorba kaşığı salça 1 tatlı kaşığı tuz Kuru nane 1 Un, yumurta, su ve tuzu karıştırıp sert bir hamur hazırlayın. 15 dakika dinlenmeye bırakın. 2 Kıyma, maydanoz ve rendelenmiş soğanla iç malzemeyi hazırlayın. 3 Dinlenen hamurdan kalın bir yufka açıp birer santimlik kare parçalar kesin. Üzerlerine birer tutam kıymalı harç yerleştirip bohça şeklinde kapatın. 4 8 su bardağı suyu geniş bir tencerede kaynatın. Hazırladığınız bohçaları kaynamakta olan suya atıp 10 dakika haşlayın. Mercimeği ekleyip 5 dakika daha kaynatın. 5 Margarini tavada eritip salçayı ilave edin ve birkaç kez karıştırdıktan sonra tencereye ekleyin. Ateşten alıp kuru nane ile süsledikten sonra sıcak olarak servis yapın. TEPSİ MANTISI 2 kişilik Gerekli malzeme: 2 su bardağı un 1 yumurta tuz 1 çay bardağı su İç malzemesi: 150 gr kıyma, 2 soğan Yarım demet maydanoz, tuz Üzeri için: 3 su bardağı et suyu Sos malzemesi: 100 gr küçük doğranmış tavuk eti 2 çorba kaşığı salça 1 çorba kaşığı margarin 1 Un, yumurta, su ve tuzu karıştırıp sert bir hamur hazırlayın. 15-20 dakika kadar dinlenmeye bırakın. 2 Kıyma, maydanoz, rendelenmiş soğan ve tuzu karıştırıp iç malzemeyi hazırlayın. 3 Dinlenen hamuru kalın bir yufka halinde açın. Ter santimlik karelere bölün. Karelerin üzerine birer tutam kıymalı harç yerleştirip hamuru karşılıklı iki köşesinden kapatın. Hazırladığınız mantıları yağlanmış bir fırın tepsisine dizin. 200 dereceye ayarlanmış fırında 15-20 dakika üzerleri kızarıncaya kadar pişirin. 4 Kızaran mantıların üzerine et suyunu gezdirerek dökün. Tekrar fırına verip suyunu çekinceye kadar pişirin. 5 1 çorba kaşığı margarini geniş bir tavada eritip doğranmış tavuk etlerini ekleyin. Sürekli karıştırarak tavuk eti pişinceye kadar kavurun. Salçayı ekleyip birkaç kez daha karıştırın. Fırından çıkardığınız mantının üzerine tavuklu sosu ekleyip sıcak olarak servis yapın. YAĞ MANTISI 1 paket yaş maya 2 adet yumurta 3 su bardağı su 1 su bardağı yoğurt 1 tatlı kaşığı tuz Alabildiği kadar un İçi için: Yarım kg kıyma 1 adet iri kuru soğan 1 tatlı kaşığı karabiber 1 tatlı kaşığı pul biber 1 tatlı kaşığı tuz Kızartmak için: Sıvıyağ Üzeri için: Sarımsaklı yoğurt Yakılmış tereyağı Hamur malzemesiyle orta sertlikte hamur hazırlanır. Hamur yarım saat dinlenirken rende soğan ve diğer iç malzemeleri karıştırılır. Dinlenen hamur 2 parçaya ayrılır. Her parça yuvarlak fırın tepsisi kadar açılır. Sonra 3*3 santim karelere kesilir. Ortalarına yeteri kadar iç konur ve bohça gibi kapatılır. Sıvıyağda altın renginde kızartılır. Üzerine sarımsaklı yoğurt ve yakılmış tereyağı konur. MANTI ÇORBASI Malzemeler: 1 bardak kayseri mantısı 1 bardak yoğurt 1 çorba kaşığı un 1 adet yumurta 1 çorba kaşığı tereyağı 6 su bardağı su 1 çorba kaşığı nane tuz pul biber. Su içine tuz atılarak tencerede kaynatılır. Kaynayan suyun içine mantılar atılır. Yoğurt, un ve yumurta su ile iyice çırpılıp terbiye yapılır. Kaynayan mantı suyuna ilave edilir. Kısık ateşte mantılar yumuşayınca kadar kaynatılır. Diğer tarafta yağ tavada koyulur. Pul biber ve nane içine katılarak kavrulur. Tabaklara alınan çorbanın üzerine gezdirilerek servis yapılır. KESME ÇORBA Malzemeler: 2 su bardağı un 1 adet yumurta 1 çay bardağı su 2 yemek kaşığı kıyma 1 yemek kaşığı margarin 1 yemek kaşığı salça 4 su bardağı su Tuz karabiber ve nane Hazırlanışı: Yumurta, un, tuz ve 1 çay bardağı su ile hamur hazırlanır ve açılır, ince şeritler halinde kesilir. Su kaynatılır, kesilmiş olan hamurlar ilave edilir. Kıyma ve salça eklenir, kaynatmaya devam edilir. Hamurlar pişince üzerine yağda kızdırılmış nane dökülerek servis edilir. KAĞITTA PASTIRMA Malzemeler: 100 gr ince dilimlenmiş pastırma 2 adet domates 3 adet sivri biber 1 yemek kaşığı tereyağı 4 sap maydanoz 6 dilim limon 6 alüminyum folyo (15x15 cm) Hazırlanışı: 15x15 cm ebadında kesilmiş 6 alüminyum folyonun içi tereyağı ile yağlanır. Folyoların içine ikişer dilim pastırma yerleştirilir. Pastırmaların üzerine sırasıyla domates dilimleri, sivri biber, maydanoz ve limon dilimleri yerleştirilir ve fındık büyüklüğünde tereyağı eklenerek kapatılır. Orta hararetli fırında 20-25 dakika pişirin. HAVLETER Malzemeler: 1/2 çay bardağı su 1 fincandan bir parmak eksik buğday nişastası 1 fincan pekmez 3 yemek kaşığı sıvı yağ Hazırlanışı: Tüm malzeme karıştırılır. Teflon tencerede 3 yemek kaşığı sıvı yağ kızdırılır, karışım dökülür. Karıştırarak pişirilir. Kaşığı tutunca ateş kısılır, tencerenin ağzı kapatılır. Sık sık ezerek karıştırılır. Sünger parçaları gibi ayrılınca karıştırma bırakılır. Servis tabağına alınarak servis edilir. SU BÖREĞİ malzemeler: 4 Su bardağı elenmiş un 4 Adet yumurta 1 bardak yağ (sıvı yağ) Yeterince tuz 1 bardak un (Açmak için) İÇİN HAZIRLANIŞI : Bir miktar sıvı yağda bol kıyılmış soğan kavrulur, sonra 250 gr.kıyma kavrulur sonra 1 çay kaşığı kırmızı biber, yarım çay kaşığı kara biber, 1 çay kaşığı tuz, gerektiği kadar maydanoz konulur. Bu iç arzuya göre peynirli yapılabilir. SOSUNUN HAZIRLANIŞI:1. Hamur tahtası üzerinde un elenir , ortası açılır. Dört yumurta, tuz ve biraz su konur, katıca bir hamur yoğrulur. 2 Hamur çubuk şekline getirilir. Bezelere ayrılır. Yalnız alt kısmına gelecek yufka daha büyükçe tutulur . Bezelerin üzerlerinin kurumaması için yaş bir bezle örtülür , biraz dinlendirilir 3. Yufkalar aralarına un serpilerek oklava ile bir milimetre kalınlıkta açılır. Bir tencere içerisinde kaynamakta olan tuzlu suda birer dakika pişirilir. Büyükçe bir kevgirle ters yüz edilmiş delikli bir süzgeç üzerine konur. Bir bezle suyu alınır. Yağlanmış bir tepsiye ilk büyük yufka pişirilmeden tepsinin kenarlarını da kapsayacak şekilde yerleştirilir . Üzerine hafifçe eritilmiş yağ gezdirilir. Pişirilen yufkalar kırıştırılarak üzerine konur . Her konan yufkanın üzerine yağ gezdirilir. Böylece yufkaların yarısı döşenir. Arzu edilen iç peynir veya kıyma- her tarafına düzgünce yayılır. Kalan yufkalardan birisi bekletilir , diğerleri aynı minval üzere pişirilir, suyu alınır, kırışık olarak üzerlerine yağ dökmek suretiyle tepsiye yerleştirilir . En üste haşlanmayan yufka düz olarak konur. Üzerine bir yumurtanın sarısı ile az yağ karıştırılıp sürülür . Fırına verilir, pişirilir. Fırından çıkarılır. Yarım saat sonra alt üst edilir. istenilen parçalara kesilir.
  22. _asi_

    Kayseri coğrafi yapısı

    KAYSERİ COĞRAFİ YAPISI İç Anadolu'nun Kızılırmak bölümünde yer alan Kayseri ili, kuzeyde Yozgat ve Sivas, batıda Niğde ve Nevşehir , güneyde Adana güneydoğuda Kahramanmaraş ve doğuda Malatya illeri arasında yer alır. Grinwich rasathanesine göre 33 derece 30 dakika doğu boylamı, 38 derece 45 dakika 30 saniye kuzey enleminde bulunan ilimizin yüzölçümü 16.917 km2 ve denizden yüksekliği 1 050 metredir. DAĞLAR Kayseri'de dağ denilince, ilk akla gelen Erciyes'tir. Erciyes dağı hakkında bilgiler için tıkla, Kayseri'de, Erciyes'ten sonra bu dağın doğusundan başlayarak Pınarbaşı yöresine kadar uzanan bir sıradağlar silsilesi vardır. Koramaz dağıyla başlayan bu şeridi, Çeksorot, Hınzır dağıyla devam etmiştir. Bunlardan başka, Süregen dağı, Aygörmez dağı, Köşkerli ve Kepekli dağlarıyla yeni bir dağlar zinciri yine ayrı yörede oluşmuştur. Bu dağ silsilesinden başka, Torosların, İl sınırları içerisinde yer alan uzantıları, Tahta dağları, Soğanlı, Kızılgöz, Binboğa ve Bakırdağlarını meydana getirmiştir. Bu dağ silsilesi de, Develi'nin doğusundan başlayarak Pınarbaşı'nın batısına kadar uzanır. Kayseri'de küzey doğudan güney batıya doğru üç sıra halinde dağlar uzanır. Bu dağların en önemlisini Torosların iç Anadolu'ya sarkan kolunu oluşturur. Torosların Kayseri sınırı içerisindeki zirvelerini Binboğa, Hınzır, Tahtalı, Şirvan ve Soğanlı dağları meydana getirir. Erciyes dağı ile birlikte birinci sıra dağlar arasında yer alır. İkinci sıra dağları ise Kepekli, Köşkerli ve Aygörmez dağları oluşturur. Kayserinin diğer dağları sıradağlar biçiminde kıvrımlara uğramış bir yapı gösteren yükseltilerdir. Bunlardan biri Erciyes Dağının 15 km. kadar kuzeydoğusundan başlar ve batı bölümü Korumaz Da­ğı, orta bölümü Çeksorat Dağı, doğu bölümü Hınzır Dağı dır. Bu dağların güneybatısında Süvengen Dağı, Aygörmez Dağı, ve bu dağlardan geniş düzlüklerle ayrılmış bulunan Köşkerli Dağı ve Kepekli Dağı yer alır. İlin güney kısmında Tahtalı Dağlar, Şirvan Dağı, Binboğa Dağı ve Bakır Dağı bulunur. ALADAĞ: Yahyalı ilçesinin güneyinde yer alan bu dağ torosların anadoluya sarkan bölümünün Kayseri'deki en yüksek noktasını oluşturur. Yüksekliği 3.735 metredir. DUMANLI DAĞ: Sariz'ın batısında yer alan bu dağın yüksekliği 3.024 metredir. Kayserideki diğer dağlar yükseklikleri itibariyle söyle sıralanır. Soğanlı Dağı 2.925 Hasan Dağı 2.100 Bakır Dağı 2.721 Aygörmez Dağı 2.094 Küçük Erciyes 2.700 Köşkerli Dağı 2.000 Koç Dağı 2.700 Hodul Dağı 1.937 Hızır Dağı 2.641 Koramaz Dağı 1.907 Sandıkdere tepesi 2.601 Ali Dağı 1.871 Kepekli Dağı 2.225 Yılanlı Dağı 1.640 AKARSULAR KIZILIRMAK: Sivas'ın Zara ilçesindeki Karabel dağlarından çıkan Kızılırmak, Sarıoğlan İlçesi hudutlarından Kayseri toprağına girer. Şehrin kuzey kesiminden geçer. Bayramhacı'da nevşehir hudutlarına girer. Kızılırmak, Kayseri'de Sarıoğlan, Erkilet-Himmetdede, İncesu, Yemliha arazilerini sular. Özellikle inşaat kumu sağlaması bakımından da ayrı bir önemi vardır. Kayseri sınırları" içerisinde üç önemli köprüyle geçilir. Üzerinde üç ayarı yere büyük hidroelektrik santralı yapımı için etüd çalışmalarına devam edilmektedir. ZAMANTI IRMAĞI : Pınarbaşı ilçesine bağlı Viranşehir köyünden çıkan Zamantı Irmağı Pınarbaşı, Tomarza, Develi ve Yahyalı ilçe arazilerini sulayarak Seyhan nehrine karışır. Bu ırmağın Yahyalı ile Develi'nin arasından açılacak bir tünelle, Develi sulama projesinin bir parçası olarak Ağcaşar barajında toplanması çalışmaları son safhaya geldi. 200 metrelik bir şelale meaydana getirecek olan bu proje İle, ayrıca hidroelektrik santralı yapımı da planlanmaktadır. Böylece elektrik üretimi yapılması mümkün olacaktır. SARlMSAKLI ÇAYI : Bünyan'ın güneyindeki Tandağından çıkan Sarımsaklı çayı, sarımsaklı ovasının sulanmasında kullanılmak üzere kullanılmaktadır Kendi adıyla kurulan barajla, Kayseri'nin önemli bir bölümünde bu ırmak sayesinde sulu ekim yapılabilmektedir. SARlZ ÇAYI : Sarız'ın tahtalı dağından çıkan ırmak, ilçe merkezi içerisiden geçerek sulu tarıma imkan verir ve ortak alanıda Göksu ırmağına karışır. Kayseri'de bundan başka ufak çaylar varsa da, bunlar daha küçük alanlarda sulama hizmetleri için kullanılır ve büyük ırmaklara karışarak kaybolur. Bunların bazıları ilkbahar aylarında eriyen akarsulardan oluşur, yaz aylarında ise suları çekilir, bazılarında ise tamamen kaybolur. İKLİM A) SICAKLIK : Kayseri'de karasal iklim hakimdir. iklim, kışlar kar yağışlı, yazlar sıcak ve kurak geçer. İklim, yaz aylarında olsun, kışın olsun, yüksek yerlerde daha sert, düzlük yerlede daha yumuşaktır. Erciyes Dağı, Kayseri'nin iklimini çevre illerden ayrı bir özelliğe götürür. Daha çok, kışın şehir, diğer illerden daha soğuk olur. Kış aylarında sıcaklık ortalaması Aralık, Ocak ve Şubat'ta 0 derecede seyrederken, yaz aylarında bu hayli yüksektir. Ve şehrin sıcaklığı yıl ortalaması 10.8 santigrat olarak gerçekleşir. B ) YAĞIŞ : Kayseri'nin merkez ilçede yıllık yağış ortalaması, 366 mm.'dir. Kayseri en çok Mart, Nisan ve Mayıs aylarında yağış almaktadır. Yağışın en az olduğu aylar ise, Haziran, Temmuz ve Ağustos'tur. Özellikle Nisan ayının ortalarında başlayıp Mayıs ortalarına kadar devam eden ''Kırk ikindi'' yağmurları bol bereket getirir. Kayseri'de yılda ortalama 20 gün kar yağar. Şehrin karla kaplı günü yılda 38 günü bulur. Aralık başında yağan kar, Martta genellikle kalkmış olur. C) RÜZGARLAR : Kayseri'de daha çok karayel etkilidir. Halk arasında buna, şehir merkezinde ''Gömeçyeli'' de denir. Bundan başka, günbatısı ve kıble rüzgarları da etkilidir. Şehirde özellikle bahar aylarında esen keşişlemenin hızı zaman zaman 125 kilometreyi aşan bu rüzgar, çatıları uçurup, ağaçları devirebilmektedir. D) SAYILI GÜNLER : Kayseri'de sıcaklık ve soğuk hava Temmuz ve Ocak aylarında doruk noktaya çıkar. Sıcaklığın 30 derecenin üzerine çıktığı tropik günler 53, sıfırın altına düştüğü donlu günler sayısı ise, 124 gündür. Yıl boyunca hava 105 gün açık, 185 gün bulutlu, 75 gün ise kapalıdır. Sisli gün sayısı 18 günü bulmaktadır. Kayseri coğrafi yapı itibariyle volkanik bir tabaka üzerindedir. Erciyes'in eski bir yanardağ oluşu ve çevreye milyonlarca ton mağma tabakası bırakması sonucu bu toprak yapısı oluşmuştur. Ancak, şehrin genel jeolojik özelliği Anadolu'nun sahip olduğu yapıdan pek farklı değildir. Tek önemli farkı şehrin deprem kuşağı üzerinde oluşudur. Bunun da Erciyes'in jeolojik oluşumundan kaynakiandığı uzmanlar tarafından ifade edilmektedir. Yalnız bunun da korkulacak bir yanının olmadığı özellikle belirtilmektedir. OVALAR, VADİLER VE BOĞAZLAR Kayseri ilinin üzerinde bulunduğu bölgedeki ovalar Erciyes Dağı'nın kuzey ve güneyinde yer almaktadır. Jeolojik dönemin yer hareketlerinde meydana gelmiştir. Bunlar sırasıyla şunlardır. Kayseri Ovası: Erciyes’in kuzey-batı bölümündeki Ambar Ovası ve Karasazlık düzlükleriyle birlikte 750 km2'1ik alana yayılır. 40 km. boyu ve eni zaman zaman 10, zaman zaman 20 km.yi bulan görünümüyle bir şerit halinde devam eder. sarımsaklı'dan başlayıp Ambar'da sona erer. Develi Ovası: Erciyesin güneyinde ise denizden yüksekliği 11 00-1150 metreyi, yüzölçümü 800 km2’yi geçen Develi Ovası eni boyuyla 35 - 40 km.'yi bulan toplu bir düzlüktür. Kapalı havza düzlüklerinden olan bu ova­nın büyük bir kısmında Sultan Sazlığı adı ile tanınan büyük bir sazlık ve Yay Gölü bulunur. İlin bu ovalara göre daha küçük ovaları arasında Tuz gölü civarında Palas Ovası yaklaşık 100 km kare, Sarıoğlan Ovası ise 50 km.kare , Akdölen, Zamantı ve Mandal Ovaları sayılabilir. Derin Vadiler ve Boğazlar : Kayseri'de böyle alan Kızılırmak kenarında oluşur. 40 km. uzunluğundaki bu vadi yerine göre 300 metre kadar derinlere iner. Obruk köyü önlerinde genişleyen bu vadi, Kuşçu ve Mollahacı köyünde oldukça daralır zaman zaman bir yolluk kamyonlar görülür, geçit bile bulunmaz. GÖLLER VE BARAJLAR Kayseri'de göller iki ayrı bölümde ele alınabilir. Birisi sazlık ve bataklık durumundakiler. Sultan Sazlığı ve Engir gölü gibi. Diğeri de Tabii ve baraj gölleri, Tuzgölü, Yedigöller, Sarımsaklı ve Akköy Baraj gölleri gibi. TUZ GÖLÜ : Sarıoğlan İlçesinin güneybatısında yer alan göl l9 Km. karedir. Tuz üretimi için elverişli bir göldür. Burada, en derin nokta 15 metreyi bulur. Yaz aylarında suyun buharlaşmasıyla göl yatağı küçülür ve kuruyan kenarlardan tuz elde edilir. Gölün denizden yüksekliği 1.106 metredir. YAY GÖLÜ : Develi'de bulunan göl, 20 km. karelik bir alanı kaplar. Bu gölün suyu da tuzludur ve yaz aylarında çekilen gölden tuz elde edilir. SARIGÖL : Erciyes Dağının eteklerinde ve Şeyhşaban köyü yakınlarındadır. Denizden 2.335 metre yükseklikteki gölün kapladığı alan 0.13 km.karedir. Tatlı suyu vardır. ENGİR GÖLÜ : Kayseri'nin 13 kilomctre kuzeydoğusunda yer alan göl 0.4 km. karelik bir alanı kaplar. Engil Gölünün yüzölçümü ise 40 hektar­dır. Büyük bir bölüm sazlıkla kaplıdır. Gesi tarafından çıkan çaylar buraya dökülür. SULTAN SAZLIĞI : Develi ovasının güney kesiminde yer alır. Oldukça büyük bir alanı kaplayan Sazlık, özellikle burasının kuş parkı olmasına elverişlidir. Bugün, Türkiye'deki birçok değişik kuş, yalnızca bu sazlıkta üreyip yaşamaktadır. Bunun İçin de Orman Bakanlığı'nca koruma altına alınmıştır. Sazlıkta berdi üretilip çeşitli alanlarda, özellikle yastık ve hasır üretiminde kullanılmaktadır. Sazlığın içerisinde Eğrigöl ile Sarf gölü adında iki de tabii göl bulunmaktadır.Sultan sazlığının detaylı bilgisi için Sultan Sazlığını tıkılayın. AKKÖY BARAJ GÖLÜ : Yeşilhisar'da bulunan bu baraj gölünün su alan 0.92 km. karedir. Bu gölden çevredeki halk faydalanmaktadır. Suyu tatlıdır. AMBAR SAZLIĞI : Ambar köyünün batı kesiminde yer alan sazlık, özellikle yaz aylarında, Erciyes dağından eriyen kar sularının düzlükte toprak yüzeyine çıkmasıyla oluşur. Karasazlık diye de tabir edilen bu alan, son yıllarda açılan drenaj kanallarıyla kurutularak tarıma elverişli hale getirilmektedir. Çok geniş alanı kaplayan sazlığın suları Boğazköprü'de Sarımsaklı çayına karışarak Kızılırmağa aktarılmıştır. BARAJLAR İlimizde bulunan barajlar ise, Sarımsaklı, Ağcaşar, Kovalı ve Akköy barajları­dır. İl merkezinin 30 km. kuzeydoğusundaki Sarımsaklı suyu üzerinde inşa edilen Sarımsaklı Barajı'nın toprak dolgu yüksekliği 38 metre, tepe uzunluğu 578 metre, tepe yüksekliği (denizden yüksekliği) 1208 metre gölün dolgu hacmi 1.5 milyon metreküp ve dolusavak kapasitesi 500 m3/sn.dir. YAMULA BARAJI (Yemliha barajı) : Kayseri Şehir Merkezinin 30 km kuzeybatısında Kızılırmak nehri üzerine kurulmuş enerji ve sulama amaçlı Türkiye’ nin önemli projelerinden birisidir. ve 100 MW gücündedir.Yıllık üretim kapasitesi 423 milyon kWh dir.Yap-işlet-devret modelinde inşa edilmiş ve işletme süresi 20 yıldır. Yamula Barajı, günden güne Kayserililerin mesire ve piknik alanlarından biri olmaya başlamıştır. Kayserililerin deniz özlemi bir nebze olsun baraj sayesinde karşılanırken baraj turları yapan tekneler de oldukça rağbet görüyor. BAHÇECİK BARAJI PINARBAŞI : SARlMSAKLI BARAJ GÖLÜ Kayseri-Sivas Karayolu üzerinde şehre 30 km. mesafededir. Baraj gölünün alanı 3 km. kareyi bulmaktadır. Burası özellikle yaz aylarında mesire yeri olarak kullanılmaktadır. AĞCA-ŞAR BARAJI Kayserilye 100 km. uzaklıkta Yahyalı ilçesinin 9 km. kuzeyinde yer alan Ağca­şar Barajı'nın çevresindeki ağaçlandırma çalışmaları yeni tamamlanmış olup, rek­reasyon alanları henüz tesis edilmemiştir. Sulama amacıyla yapılan toprak dolgu barajın temelden yüksekliği 27 m. dol­gu hacmi 2.4 milyon m3, su depoloma hacmi 66 milyon m3, normal göl hacmi 61 . 70 hm3, aktif göl hacmi 58.1 hm3'tür. Kayserilye 70 km. uzaklıkta Yeşilhisar'ın 4 km. batısında Develi civarına inen. AKKÖY BARAJI Derelerden birinin üzerinde kurulu olan Akköy Barajı 42 metre yükseklikte bir beton taş barajının gerisinde derince ve boyu 1 km. olan bir gölete yer verecek şe­kilde yapılmıştır. Baraj çevresi kısmen ağaçlandırılmış olup rekreasyon alanı yoktur. KOVALI BARAJI Kayseriye 100 km. uzaklıkta olup, Yahyalı ilçesinin 21. km. batısında yer alır. Hisarcık Kasabası'nın güneyindeki Erciyes Kayakevi yakınında Tekir mevkiinde yer alan Tekir Göleti vardır. Çevrenin ağaçlandırılmasına henüz başlanmamıştır. Ayrıca incesu ilçesi­nin 3 km. batısında incesu Sel Kapanı, Erciyes Kasabasının 1 km. güneyinde Zincidere Göleti Panırbaşı ilçesi, Karakuyu Köyü yakınında Karakuyu Göleti, Gesi Kasabasının 2 km. güneyinde Efkere Göleti yer almaktadır.
  23. Cumhuriyet Sonrası Önemli Olaylar 13 Ekim 1924 Mustafa Kemal ilk kez Kayseri’ye geldi. 1926 Bünyan’da halı ipliği fabrikası kuruldu. 06 Ekim 1926 Kayseri Uçak Montaj Fabrikası açıldı. 24 Nisan 1927 Kayseri Demiryolu istasyonu hizmete girdi. 29 Mayıs 1927 Ankara - Kayseri demiryolu açıldı. 1928 Bünyan Hidroelektrik santralı kuruldu. 01 Mart 1930 Kayseri Müzesi açıldı. 1930 Kayseri-Sivas demiryolu bağlantısı sağlandı. 02 Eylül 1933 Ulukışla-Kayseri demiryolu açıldı. 1934 1933’te dokuma ünitesi eklenen Bünyan Halı İpliği Fabrikası Sümerbank’a devredilerek,Bünyan Yünlü Dokuma Fabrikası adını aldı. 16 Eylül 1935 Kayseri Bez Fabrikası kuruldu. 1938 Kayseri Halkevi Kütüphanesi hizmete girdi. 1940 Pazarören Köy Enstitüsü açıldı. Enstitü 1954’te Mimar Sinan İlköğretmen okuluna dönüştü. 1943 Kayseri Devlet Hastanesi kuruldu. 13 Şubat 1946 Sarız İlçe oldu. 1946 Sarız Belediyesi kuruldu. 1946 Belediye otobüsleri hizmete girdi. 1948 Yeşilhisar ilçe durumuna getirildi. 1949 Tomarza Belediyesi kuruldu. 1950 Kayseri Göğüs Hastalıkları Hastanesi açıldı. 1953 Kayseri Halkevi Kütüphanesi İl Halk Kütüphanesine dönüştü. 1953 Otomatik telefon santrali hizmete girdi. 1953 Tomarza ilçe oldu. 1954 Yahyalı ilçe oldu. 1954 Sarıoğlan Belediyesi kuruldu. 06 Kasım1955 Kayseri Şeker Fabrikası kuruldu. 1957 Felahiye ilçe merkezi oldu. 1960 Sarıoğlan ilçe durumuna getirildi. 28 Aralık 1960 Mehmet Göker kurucu meclis üyeliğine seçildi. 16 Aralık 1965 Yüksek İslam Enstitüsü açıldı. 1966 Kayseri spor kulübü kuruldu. 1967 Anadolu Fuarı acıldı. 1967 Devlet Su İşleri’nce Yeşilhisar’da Akköy Barajı kuruldu. 17 Eylül 1967 Sivasspor - Kayserispor maçında olay çıktı. 40 kişi yaşamını yitirdi. 300 kişide yaralandı. 1969 Kayseri Yem Fabrikası kuruldu. 1969 Kültepe merkezi ziyarete açıldı. 26 Haziran 1969Kayseri Arkeoloji Müzesi hizmete girdi. 1970 Ankara Hacettepe Üniversitesine bağlı Gevher Nesibe Tıp Fakültesi açıldı. 1973 Hunat Hatun Medresesinde kurulan Etnoğrafya Müzesi ziyarete açıldı. 23 Ekim 1973 Kayseri Tarım sergisi açıldı. 18 Kasım1978 Kayseri Üniversitesi kuruldu. 20 Temmuz1982 Kayseri Üniversitesi Erciyes Üniversitesine dönüştü.
  24. _asi_

    Kayseri tarihi

    TARİHÇE CUMHURİYET ÖNCESİ Anadolu’nun, doğu ve batı(Yunan-Roma) medeniyetleri arasında bir köprü vazifesi görmesi bu bölgede, Anadolu Medeniyetleri denilen muazzam bir medeniyetin doğmasına neden olmuş. Bu nedenle tarih boyunca Kayseri, bu medeniyetlerin bir bölümünün gözüktüğü ve Kızılırmak Havzası ile Tuzgölü arasında kalan Kapadokya’nın, önemli bir yerleşim yeri olma özelliğini korumuş. Bu bölgede bulunan yüzlerce “Höyük” ve “Tümülüs”ler , “Anadolu Medeniyetleri”nin önemli bulgularını, günümüze kadar taşımış. Hititler’den Osmanlılar’a kadar bu bölgede yerleşen bütün kavimler, kısa bir zaman içerisinde mutlaka bir siyâsi birlik kurmuş ve bir güç olarak, tarih sahnesine çıkmış. Kayseri çevresinde bilinen en eski yerleşim yeri, bugün ki şehre yaklaşık 20 kilometre mesafede bulunan “Kültepe Höyüğü”dür. Bu höyükte bulunan Kaniş, o günkü Kayseri’nin başşehri olup M.Ö 2800 senesinden Helenistik Devirlere kadar önemini korumuş. Kaniş’in önemini kaybetmesi üzerine o dönemlerin kutsal dağı olan Argaios’un (Erciyes) kuzey eteğinde bulunan Mazaka’nın ön plana çıktığını ve şehrin merkezi olduğunu görmekteyiz. İsminin nereden geldiği tartışılan ve M.Ö XII-IX. yüzyıllar arasında iskan görmeye başladığı tahmin edilen Mazaka, bir süre sonra Tabal Devleti’nin başşehri olmuş. Bu devletin yıkılması üzerine Frigler’in eline geçmiş ve daha sonra da Kimmerler’in sınırları içerisinde kalmış (M.Ö 676). Kimmerler, Asur ve Lidyalılar tarafından Anadolu’dan atılınca (M.Ö 650) Mazaka, Asur egemenliğine girmiş ve daha sonra Lidya ve Medler arasında sınır olmuş. Persler’in, Lidayalılar’ı yenmesi üzerine bütün Anadolu gibi Mazaka da bu devletin hakimiyetine girmiş. Pers hakimiyeti ile birlikte İran’dan bu bölgeye çok insan gelmiş, kendi ülkelerine benzettikleri bu bölgelerde, “Ateşgede Kültürü” nü yerleştirmiş. Ve bu “Kültür” yüzyıllarca bu bölgede egemen olmuş. Hatta bağımsız Kabadokya Kralları bile bu “kültün” yani “dini çerçevenin” dışına çıkamamış. Kabadokya krallarından IV. Ariarathes Eusebias, babası III. Ariarathes tarafından kurulan “Ariarathia” şehrinde bir müddet kalmış ve sonra sarayını Mazaka’ya taşımıştır. Bunun oğlu V. Ariarathes ise babasının adına izafeten şehre, “Eusebia” adını vermiş (M.Ö. 163-130). Mazaka’nın yanında yeni bir Helen şehri olarak doğan Eusebia, Kabadokya Kralı Archelaos (M.Ö. 36, M.S. 17) zamanında Roma İmparatoru “Caisar Avgustus” adına izafeten “Kaisaria” adı verilmiştir. M.Ö 12-8 tarihlerinde basılan bütün sikkelerde (paralarda) Kaisaria ismine rastlamaktayız. Roma Kolonial Dönemi : Kapadokya’yı, M.S. 17 tarihinden itibaren Roma İmparatorluğu’nun bir şehri olarak tarih sahnesinde görmekteyiz. Kaisaria, “Konion” denilen bir eyalet meclisi ve bir vali tarafından yönetilmekteydi. İmparator III. Gordianus zamanında şehir surları yaptırılmış (M.S. 238-244), surlara rağmen İmparator Valerian zamanında Kaisaria Pers Kralı “Şapor” tarafından işgal edilmiş. Bu sırada şehrin nüfusunun 400 bin civarında olduğu tarihi kaynaklarca belirtilmekte. İmparator Julianus Apostota’nın altı yıl sürgün kaldığı Kaisaria, bu dönem “Hristiyanlık Kültü”nün, neşet ettiği önemli bir merkez konumundadır. Nitekim, Büyük Busilius, Aziz Gregorius, Nuziandoslu Gregorius ve Nysalı Gregorius burada yetişen Hıristiyan din büyükleridir. İlk İslam Akınları Doğu Roma (Bizans) toprakları içerisinde bulunan Anadolu, daha Hicret’in ilk asırlarından itibaren “İslam Orduları” için câzip bir bölge olmuş. İstanbul’un fethi için yapılan birçok sefer, Orta Anadolu ve özellikle Kayseri üzerinden yapılmıştır. Ve her seferinde de şehir, “İslam Orduları” tarafından işgal ve tahrip edilmiş. Kayseri, ayrıca İmparator Phokas (M.S. 602-610) zamanında İran Hükümdarı II. Hüsrev tarafından işgal edilmiştir (M.S. 605). Altı sene Pers işgalinde kalan şehir, İmparator Heraklios (M.S. 610-640) tarafından geri alınmış. Türk Hakimiyetine Girmesi Doğu tarihçilerine göre ; Orta Anadolu’ya yayılmaya başlayan Türkler Afşin Bey komutasında, 1067 tarihlerinde Kayseri’yi fethettiler. 1071 Malazgirt Savaşı ile bütün gücü kırılan Bizans bu bölgeyi koruyamaz hale geldi ve çekilmeye ve bu çekilmeyi tâkiben de Anadolu’ya büyük bir Türk göçü gelmeye başladı. 1085’lerden itibaren Kayseri tamamen Türk hakimiyetine girdi. Danişmendliler Dönemi Alpaslan’ın oğlu Melikşah’ın yeğeni Danişmendli Melik Ahmet (Taylu) Kızılırmak ve Yeşilırmak bölgelerinde “Danişmedli Beyliği”ni kurdu, Süleyman Şaha’a tâbi oldu. Danişmendliler döneminde bu bölgelerin Türkleştirilmesi için çok önemli adımlar atıldı. Anadolu bir Türk Yurdu haline geldi. Ebul Gazi Hasan Bey’i (Turasan) Orta Anadolu’ya vali tayin eden Danişmendoğlu Sabartia, Kayseri ve Pontus’ta hüküm sürüyordu. Kayseri’nin ilk valisi olan Hasan Bey, vazifeye başladığı 1082 tarihinden itibaren ölünceye kadar valilik yapmış ve bir çok fetihte bulundu. Danişmend Ahmet Gazi’den sonra Emir Melik Gazi (Pazarören/Pınarbaşı’nda türbesi ve mumyası var) , saltanata geçti. Daha sonra Kayseri’yi bir çok eserle imar eden ve Ulu Cami’yi yaptıran Emir Mehmet ve Zünnun bu bölgeyi idare ettiler. KURTULUŞ SAVAŞI DÖNEMİ Kayseri ili, Milli Mücadele Dönemi’nde Develi’ye bağlı Taşçı (Bakırdağ) Bucağı dışında işgal görmemiştir. Fransızlar’ın koruması altındaki ayrılıkçı Ermeni’lerce gerçekleştirilen Bakırdağ işgali de bölgeyi etkileme olanağı bulmadan, kısa süre içinde son bulmuştur. Mütareke’de Durum Kayseri, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı yenilgisini belgeleyen Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) günlerinde, bağımsız bir sancak olarak yönetiliyordu ve doğrudan İstanbul’a bağlıydı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde birçok Orta Anadolu kentinden farklı olarak, canlı bir ekonomik yaşamı olan Kayseri, savaş içindeki Ermeni tehciri nedeniyle, bu özelliğini bir ölçüde yitirmişti.Çünkü, kentin ticari yaşamının gelişmesinde ve ileri düzeydeki zanaatçılıkta Ermenilerin büyük payı vardı. Hayvancılığa dayalı besin sanayinin doğması Kayseri’nin pastırmacılık ve sucukçulukta ün kazanması, büyük ölçüde Ermenilerin çabalarıyla olmuştu. Ermeniler ve kimi Rumlar, ayrıca sarraflıkla da uğraşıyorlardı. Kayseri’de yerel ekonomik yaşamı denetleyen ve 30.000’i aşkın olan bu Ermeni nüfus, 1915’te Suriye’ye tehcir edilmiş, ancak, Mondros Mütarekesi ile kısa süre içinde yeniden Kayseri’ye dönmüştü. Nitekim, Kayseri’nin en büyük kazalarından Develi’nin savaş sonrasındaki nüfusu yarı yarıya Ermenilerden oluşuyordu. Kayseri ve dolaylarının nüfus yapısını etkileyen bir başka gelişme’de, daha savaş yıllarında başlayan göçlerdi. Rus işgalleri 1915-1916 ‘da Doğu Anadolu içlerine doğru uzandığında işgal altına giren kent ve köylerin halkı yollara dökülmüş ve bunlardan bir bölümü Kayseri’ye gelmişti. Bunu, 1917 Sovyet Devrimi sonrasında, Kafkasya’dan göçen kimi toplulukların, örneğin Çerkez’lerin gelişi izlemişti. Kayseri yöresi, Mondros Mütarekesi sonrasında başlayan Fransız işgalleri döneminde üçüncü bir göçe tanık oldu. 1918 sonrasından başlayarak gelişen Adana ve Maraş işgalleri nedeniyle, yörenin halkı uğradığı baskılara dayanamayarak yollara düşmüş ve göç kervanları Kayseri’ye uzanmıştı. Eylül 1919’da gelindiğinde Fransızlar, Çukurova’ya yerleşmiş. Urfa, Antep, ve Maraş’a girmiş, Kayseri’nin Develi Kazasının 20 km. yakınlarına dek ilerlemişlerdi. Zamantı suyunu sınır kabul ettiklerini duyuran Fransız işgal yetkilileri, bugün Develi’ye bağlı olan Bakırdağ Nahiyesini de denetimleri altına almışlardı. Adana’yı merkez edinen Fransız işgal komutanlığı, güçlerini fazla dağıtmamak için, direnişle karşılaşmadığı sürece, merkezden uzak bölgelere, asker göndermiyor; denetimi, işgal birlikleri içindeki Ermeni gönüllü taburlarıyla sağlamaya çalışıyordu. İşgal ettiği bu uzak kasabaların yönetimi de yörenin Ermeni ileri gelenlerine veriyordu. Bakırdağ (Rumlu) Nahiyesi’nde de bu tür bir uygulama yapan Fransızlar, Sarkis Efendi atlı bir Ermeniyi nahiye müdürlüğüne getirmişlerdi. Nahiye merkezi Bakırdağ’ın Kiske köyündeydi. Gerek nahiye merkezindeki, gerek çevre köylerdeki güvenliği de Ermeni Jandarmaları sağlıyordu. İşgal Saldırısına Karşı Örgütlenme 4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi günlerinde, Kayseri ve çevresindeki yabancı etkinlikleri de yoğunlaşmıştı. Gözlemci adı altında, Fransız kurullarının biri gidiyor biri geliyordu. Bu arada, ayrılıkçı Ermeni örgütlerinin yöneticileri neredeyse açıktan açığa çalışmaya başlamışlardı. Bunlardan biri de Ermeni Papazı Katagikos Efendi’ydi. Katagikos Efendi, Paris Konferansının bir Ermeni devleti kurulması yolunda attığı adımlara uygun olarak Kayseri’ye gelmiş ve burada Ermeni Fedekaran Cemiyetinin bir şubesini açmıştı. Daha sonra Develi’ye geçen Katogikos, buradaki Ermenilere konferanslar veriyor, Ermeni gençlerini örgütlemeye çalışıyordu. Nitekim,bu çalışmalar sonucunda Ermeni Fedekaran Cemiyeti, Develi’de bir kongre toplamış ve kongrede, kurulacak Ermeni devletine katılma kara almıştı. Bütün bu ayrılıkçı çabalar ve Fransızların Kayseri’yi de işgal altına alma hazırlıkları sonunda Kayseri eşrafını harekete geçirdi : Eylül 1919 sonunda, Sivas Kongresi’nin aldığı karar gereğince, Kayseri ve kazalarında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şubeleri kurulmaya başlandı. Bunlardan en önemlisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti idi. Kasabanın tüm yerel yöneticilerinin etkin desteğini kazanan Develi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şubesi kısa süre içinde hızla güçlendi. Hacı Zetzade Osman Efendi’nin yönetimindeki örgütün öbür yöneticileri şunlardı.. Belediye Başkanı Kamberli Osman Bey, Ali Efendizade Osman Bey, Mavizade Nazmi Bey, Zileli Hocazade Tevfik Bey, Refi Memuru Vehbi Bey ve Caferzade Abdullah Efendi. Develi’nin Kuvay-ı Milliye Üssü Olması Develi’deki Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesine, Sivas Heyet-i Temsiliyesi de büyük önem veriyordu. Develi, Fransız işgal bölgesinin sınırında idi. Buradaki örgütlenmenin güçlü bir biçimde ele alınması, hem Fransız’ların yeni bir atılımını önleyebilir, hem de buradan Çukurova’ya Kuvay-ı Milliye eylemleri düzenlenebilirdi. Bu amaçla çalışmalara başlayan, Mustafa Kemal başkanlığındaki Sivas Heyet-i Temsiliyesi, Kayseri’ye Develi gelenlerinden birkaç kişiyi Sivas’a çağırtarak konuya ilişkin görüşlerini aldı. Kuvay-ı Milliye yöneticilerinden Kılıç Ali Bey, Heyet-i Temsiliye adına Develi’ye gönderildi ve kasaba halkının direniş konusundaki tutumunu ve bölgedeki koşulları incelemekle görevlendirildi. Ön hazırlıkların Ekim 1919’da tamamlanmasından sonra, Develi Belediye Başkanı Kamberli Osman Bey, Sivas’tan Mustafa Kemal imzalı bir mektup aldı, 2 Aralık 1919 tarihini taşıyan ve “çok gizli” kaydı düşülen mektupta şunlar yazılıydı : “Everek (Develi) Belediye Başkanlığı’na Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi, Kilikya Kuvay-ı Milliye Komutanlığı’na Binbaşı Kemal Bey’i yardımcılığına da Yüzbaşı Osman Bey’i atamıştır. Ulusal görevleri sırasında Kemal “Kozanoğlu Doğan Bey”, Osman Bey de “Aydınoğlu Tufan Bey” takma adlarını taşıyacaklardır. Kendilerine, görevleriyle ilgili olarak, her türlü yardımı yapmanızı ve dayanışma içinde olmanızı önemle rica ederiz..” Kayseri dönüşünde, Doğan ve Tufan Beylerin yaptığı ilk iş, Develi’deki yerel Kuvay-ı Milliye yönetimini oluşturmak oldu. Bu yönetici kurulda, kendileri de birer takma ad edinen Belediye Başkanı Osman Bey (Özdemiroğlu Yaşar Bey) Yedek subay Tıraşzade Osman Bey (Coşkun Osman Bey), Yedek subay Veli (Çakıroğlu) Bey (Cian Bey), Yedek subay Hadi Bey (Erdoğan Bey) Yedek subay Niğdeli Enver Bey (Abbas Bey) yer alıyorlardı. Yapılan işbölümü gereğince, ilk harekete geçen Yüzbaşı Tufan Bey oldu. Ocak 1920’de Develi’den ayrılan tufan Bey, yanındaki beş kişiyle birlikte, gizli örgütlenme çalışması yürüteceği Göksun çevresine gitti. Bakırdağ’ın Alınması Develi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şubesinin etki çabasıyla, kısa süre içinde Kuvay-ı Milliye’nin hemen tüm gereksinimleri karşılanmıştı. Ancak, Binbaşı Doğan Bey’in buyruğunda tek bir düzenli birlik askeri yoktu. Doğan Bey, hiçbir savaşım deneyi olmayan gönüllülerle bir harekata girişmek istemiyor, Sivas Heyet-i Temsiliyesinin gönderdiği düzenli güçleri bekliyordu. Ayrılıkçı Ermenilerin yoğunlaşan baskıları nedeniyle bulunan Develi Müdafaa-i Hukuk Yönetimi ise, daha fazla beklemekten yana değildi. Bu nedenle Binbaşı Doğan Bey’le yerel yönetimler arasında, yer yer çatışmaya varan anlaşmazlıklar çıkıyordu. Sonunda, Develi ileri gelenleri, 4 Şubat 1920’de Binbaşı Doğan Bey’e bir haber yollayarak, aralarında bir “Kuvay-ı Milliye Komuta Kurulu” oluşturdukları ve askeri harekatı kendi başlarına gerçekleştireceklerini duyurdular. Mart 1920 başlarında da, ilk Develi Kuvay-ı Milliye çetesi Belediye Başkanı Kamberli Osman Bey’in yönetiminde, Ayvazhacı köyüne doğru yola çıktı. Doğan Bey, Osman Bey’in hareketine, Develi’deki asıl güçlere dokunmaması ve yalnızca öncülük görevi yapması koşuluyla izin vermişti. Bu nedenle, Kamberli Osman Bey’in yanında yalnızca beş kişi vardı. Ayvazhacı’ya böylesine küçük bir birlikle giren Osman Bey, köy köy dolaşarak Punku’ya gelinceye dek, 200’ü aşkın gönüllü toplamış, Punku’dan katılanlarla birlikte, bu göç, 250 kişiye ulaşmıştı.. Köylerden katılanların donanımı için gerekli silah ve cephane de Develi’den getirilmişti. Osman Bey, Punku’dan ayrıdıktan birkaç gün sonra, bir gece yarısı Bakırdağ nahiye örgütünün bulunduğu Kiske Köyü’ne baskın yaptı. Ermeni Nahiye Müdürü Sarkis Efendi ve Jandarmalar böyle bir baskını beklemiyorlardı. Apansız yakalanarak evlerden birine kapatıldılar. Ermenilerin elindeki karakolda da çok sayıda silah ve cephane ele geçirildi. Kiske Köyünün Kuvay-ı Milliye eline geçtiğini öğrenen çevre köylerdeki çok sayıdaki insan, aynı gün Kiske’ye geldi. Bu durumdan yararlanarak köy meydanında bir tören düzenleyen Osman Bey, toplanan köylülere Kuva-yı Milliye hareketinin amaçlarını anlattı ve Fransızlar’la, ayrılıkçı Ermenilerin elindeki öbür kent ve köylerin de kurtarılacağına ilişkin söz verdi. Törenden sonra, Osman Bey’in Kuvay-ı Milliyesi yeni katılanlarla birlikte 600 kişiye yükseldi. Bakırdağ Nahiye Müdürünü Develi>‘ye götürüp teslim eden Osman Bey Kuvay-ı Milliyesi, yeniden işgal bölgesine girdi ve 10 Mart 1920’de, Feke kasabası önüne geldi. Elinin altındaki güçle kasabayı kuşatan Osman Bey, işgalci yöneticilere teslim olmaları için kısa bir süre tanıdı. Kasabanın Ermeni ve Fransız yöneticileri, sürenin bitmesine yakın teslim olmayınca, silahlı adamlarıyla birlikte Feke’ye girdi. Kendilerini savunacak güçten yoksun olan işgalciler, teslim olmak zorunda kaldılar. Kamberzade Osman Bey Müfreze!sinin eylemleri Feke baskınıyla da durmadı : Bu Kuvay-ı Milliye çetesi, gerek Kozan’ın gerek Haçin’in (Saimbeyli) alınışında önemli bir rol oynadı. CUMHURİYET DÖNEMİ Kayseri, Cumhuriyetle birlikte 1924 Anayasası gereği vilayet oldu. 1924 Anayasası ile il statüsüne kavuşan Kayseri’nin 1928’de Merkez, İncesu, Bünyan, Develi ve Aziziye(Pınarbaşı) olmak üzere, 5 kazası (İlçe), 21 nahiyesi (bucak) ve 314 köyü vardı. Bugün ise Kayseri’nin; 16 ilçesi (Akkışla, Bünyan, Develi, Felahiye, Hacılar, İncesu, Kocasinan, Melikgazi, Özvatan, Pınarbaşı, Sarıoğlan, Sarız, Talas, Tomarza, Yahyalı ve Yeşilhisar), 68 belediyesi ve 406 köyü bulunmaktadır. 1935 nüfus sayımında Ürgüp’ün Kayseri’ye bağlı olduğunu görmekteyiz. Ürgüp daha sonra, il olan Nevşehir’e bağlandı. Cumhuriyetle birlikte Kayseri de sanayi, ticari, eğitim, kültür v.s konularda önemli gelişmeler olmuş ve bu gelişmeler günümüzde de artarak devam etmektedir.
  25. _asi_

    Konya-Yerköprü şelalesi

    YERKÖPRÜ ŞELALESİ Yerköprü olarak adlandırılan mevkide, Göksu nehri, 500 m uzunluğunda bir mağaranın içinden geçmektedir. Mağaranın oluşumu oldukça ilginçtir. Göksu vadisinin yan yamaçlarından birinde meydana gelen heyelan sonucu vadi tıkanmış ve doğal bir baraj oluşmuştur. Daha sonra vadinin sağ yamacından çıkan karstik Karasu kaynağı, bu heyelan kütlesinin üzerine yayılarak traverten bir kabuk oluşturmuştur. Göksu nehri zamanla bu doğal barajın altından bir tünel açmış ve bugünkü Yerköprü mağarasını meydana getirmiştir. Karasu karstik kaynağı ise, mağaranın hem girişinde hem de çıkışında, traverten platodan Göksu nehri yatağına 20 m yükseklikten düşüş yapan şelaleler oluşturmuştur. Yerköprü'nün bir başka güzelliği de yüzülebilir olması. Şelale'den akan sular yer yer set görevi gören kayalar arasında büyük havuzlar oluşturuyor. Akıntı bu kısımlarda azalıyor ve bu havuzlarda yüzmek, kayalardan suya atlamak müthiş bir deneyim.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.