-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
NİĞDE CAMİLERİ ALAEDDDİN CAMİSİ (Merkez) Niğde Kalesi içerisinde bulunan Alâeddin Camisi üç satırlık mermer kapı kitabesinden öğrenildiğine göre Sultan I.Alâeddin Keykubat döneminde, Onun adına Beşare Bin Abdullah (İmrahor Zeyneddin Beşare Bey) tarafından h.620 (1223) yılında yaptırılmıştır. Giriş kapısının üzerine yerleştirilen bir başka kitabeden de caminin mimarlarının Mahmut’un oğulları Sıdık ve Gazi ustalar olduğu öğrenilmektedir. Giriş kapısı üzerinde beyaz mermerden üç satırlık kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Keyhüsrev” in oğlu, Sultanların Sultanı Büyük Sultan Keykubat’ın ki her tarafa övüle hükümdarlığı devrinde. Allah’ın şefaatine muhtaç olan aciz bendesi Abdullah oğlu Beşare bu caminin inşasına emretti. Mustafiran günahlarına tövbe edilmiş Alâaeddin tarafından 620 tarihinde inşa edildi.” Bu kitabenin dışındaki üçüncü bir kitabede de Kuran’dan alınma ayetler yazılıdır. Selçuklu mimarisi Ulu Cami plan tipinde olan bu yapı sarı ve gri renkli düzgün kesme taştan yapılmıştır. Böylece caminin kütlevi görünümü hafifletilmek istenmiştir. Kareye yakın, 20.90x25.90 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânı iki sıra halinde dörder paye ile üç sahna ayrılmıştır. Bunlardan orta sahın diğerlerinden daha geniş olup, orta sahnın ortasına mukarnaslı bir kubbe yerleştirilmiştir. Bu kubbe üzerinde de aydınlık feneri bulunmaktadır. Caminin doğu yönündeki anıtsal cümle kapısı yan tarafa doğru kaydırılmıştır. Dikdörtgen olan bu portal, caminin yüksekliğini aşmaktadır. Tamamen geometrik bezemeyle süslenmiştir. Bu bezemelerde yarım yıldızlar, yarım daireler, yıldızlar ve sekiz kollu yıldız motifleri görülmektedir. Ayrıca kitabenin iki yanındaki kabartma motiflerin arslan başı veya kadın başı oldukları da bazı araştırmacılar tarafından ileri sürülmektedir. Giriş kapısı basık kemerlidir ve kemer taşlarının uçları testere biçimindedir. Bu kapının yanı sıra minarenin alt köşesinde Selçuklu nişi şeklinde ikinci bir kapı daha bulunmaktadır. Bu kapı ahşap hatıllı özel bir mahfile açılmaktadır. Anadolu’da yapılmış olan Beylikler ve Selçuklular döneminde görülen özel mahfillerin erken örneklerinden birisi de burada karşımıza çıkmaktadır. Caminin ön bölümü mihrap duvarı boyunca yükseklikleri ve görünümleri birbirlerinden farklı yan yana üç kubbe ile örtülmüştür. Kubbeli olan bu bölüm kademeli silmelerle, üç geniş kemerle kuzeydeki bölümlerden ayrılmakta ve aynı zamanda da mihrap önünde enine gelişen bir mekânı oluşturmaktadır. Bunun dışında kalan bölümler caminin ortasındaki küçük bir iç avlu etrafında sıralanmış, mihrap duvarına dik tonozlu üç sahın halindedir. Büyük Selçuklu mimarisinin izlerini yansıtan bu planlama şekli enine gelişen mihrap önü kubbeli cami planlarının farklı bir uygulamasıdır. Caminin mihrap ve minberi taştandır. Cephenin kenarında, kuzey yönünde minareye yer verilmiştir. Bu minarenin kaidesi köşeleri pahlanmış, sekizgen kütlevi bir şekilde olup, caminin beden duvarları hizasından itibaren kesme taştan yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Minare gövdesi sarı ve gri renklerde taşlardan yapılmıştır. Caminin ahşap işçiliği yönünden son derece önemli olan kapısı bugün Niğde Müzesi’nde bulunmaktadır. SUNGUR BEY CAMİSİ (Merkez) Niğde Alâeddin Tepesinin güneybatı eteğinde bulunan bu camiyi, İlhanlılar döneminde Niğde Valisi olan Seyfeddin Sungur Bey 1335 yılında yaptırılmıştır. Bu cami XVIII.yüzyılda yanmış, üst örtüsü tamamen yıkılmıştır. Bu nedenle sonradan ağaç sütunlar üzerine bir tavan oturtulmuş ve kırma çatı ile de üstü örtülmüştür. Cami orijinal konumundan kısmen uzaklaşmıştır. Cami bu yangından önce çeşitli kaynaklardan öğrenildiğine göre, kuzey-güney doğrultusunda sıralanmış iki dizi halinde altı sütun ile üç sahna ayrılmıştı. Bunlardan orta sahın daha geniş olup, üzeri kubbe ile örtülü idi. Yan sahınlar ise çapraz tonozla örtülü idi. Caminin doğu cephesinin solunda türbe, ortasında portali, sağ ve solunda da iki ayrı minare bulunmaktadır. Ayrıca her iki yana köşelere sağır kemerler ortasına da birer pencere açılmıştır. Caminin bu cephe görünümü Erzurum Çifte Minare ve Sivas Medresesi portallerini andırmaktadır. Ancak yangın sırasında duvarlar çatı hizasına kadar yıkılmış olduğundan eski minarelerin gövdelerinden hiçbir iz günümüze gelememiştir. Yalnızca portaldeki revağın yanında bulunan temeller ve minarenin merdivenleri günümüze gelebilmiştir. Caminin doğu ve güney portalleri Selçuklu devri özelliklerini yansıtan bir bezemeye sahiptir. Bezemelerde kıvrık dallar arasında arslan, grifon başları, yırtıcı kuşlar, at, ceylan tasvirlerine yer verilmiştir. Ayrıca güney portalinde, kapı kemerinin üzerinde çift başlı kartal arması dikkati çekmektedir. Caminin ibadet mekânı 32.88x24.45 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Yapının yangın sırasında çökmesinden sonra, kuzey-güney doğrultusunda sıralanan ve her sırada altı adet ağaç sütunun bulunduğu dört sıra halindeki mekânı beş sahna ayıran bölüm 24 ahşap sütun üzerine oturan bir tavanla kapatılmıştır. Caminin güney duvarının ortasında zengin bezemeli mihrap bulunmaktadır. Orijinal minberi ise Niğde Dışarı Camisi’ne götürülmüştür. Bu minber sedef kakmalı olup, üzerinde Seyfeddin Sungur Bey’in emriyle, usta Hoca Ebubekir tarafından yapıldığı yazılıdır. Caminin kuzeydoğu köşesinde kare planlı kaide üzerinde silindirik gövdeli minaresi bulunmaktadır. Caminin ilk yapılışındaki iki minare yıkılmış ve sonradan tek şerefeli yuvarlak gövdeli bir minare yapılmıştır. Bu minarenin üzerindeki kitabeden 1452 tarihinde yapıldığı yazılıdır. Sonraki dönemde Afife Hatun tarafından onarılmıştır. Caminin güneydoğu köşesindeki türbe 1335 yılında cami ile birlikte Sungur Bey için yaptırılmıştır. Ancak günümüzde türbenin içerisinde sanduka bulunmamaktadır. Türbe sekizgen planlı olup, üzeri piramidal bir külah ile örtülüdür. Türbenin cephe duvarları çift kemerli sağır nişlerle hareketlendirilmiştir. Caminin doğusuna çeşme, kuzeydoğusuna da XVII. Yüzyılda bir bedesten yapılmıştır. PAŞA (Murat Paşa)CAMİSİ (Merkez) Niğde’nin kuzeyinde bulunan bu camiyi XV.yüzyılda Murat Paşa ve oğlu Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Daha sonra buraya türbe, hamam ve çeşme eklenmiştir. Cami kesme taştan kare planlı olarak yapılmış, üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin dış cepheleri tuğla hatıllarla hareketli bir görünüm kazanmıştır.Önünde son cemaat yeri bulunan caminin minaresi kare kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Caminin yanında Murat Paşa ile Ali Paşa’nın mezarları bulunmaktadır. Cami 1909 yılında onarım görmüştür. DIŞARI (Hüsamettin Çelebi) CAMİSİ (Merkez) Niğde Alaeddin Tepesi’nin batı eteklerinde bulunan bu camiyi XVI.yüzyılda Hüsameddin Çelebi yaptırmıştır. Cami bir süre, 1941-1948 yıllarında Akmedrese’den taşınan arkeolojik eserlerin bulunduğu müze deposu ve sonra da Müze Müdürlüğü olarak kullanılmıştır. Cami kesme taştan kare planlı olup, üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Mermer mihrabı dikdörtgen çerçeve içerisine alınmış stalaktitli bir niş görünümündedir. Çevresi çeşitli motiflerle bezenmiştir. Minberi ise XIV.yüzyıl eseri olup, Sungur Bey Camisi’nden buraya getirilmiştir. Bu minber Hacı Ebubekir Usta’nın eseridir. Abanoz ağacından olup, kündekâri tekniğinde, sedef kakmalıdır. Caminin yanındaki minaresi kare kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. HANIM CAMİSİ (Merkez) Niğde Alâeddin Tepesi’nin doğusunda bulunan bu cami, 1452 yılında yaptırılmıştır. Banisinin ismi bilinmemektedir. Arife Hatun tarafından onarıldığından ötürü de Hanım Camisi ismiyle tanınmaktadır. Cami kesme ve moloz taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmış olup, üzeri toprak damla örtülüdür. İbadet mekânı sütunlarla iki sahna ayrılmıştır. Mihrap ve minberi özellik göstermemektedir. Büyük olasılıkla da sonraki dönemlerde her ikisi de yenilenmiştir. Caminin kuzeydoğusunda kesme taş kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. PAŞA CAMİSİ (Bor) Niğde ili Bor ilçesi merkezinde bulunan Paşa Camisi’ni Sokullu Mehmet Paşa 1573 yılında yaptırmıştır. Bu caminin bulunduğu yerde daha önce bedesten olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Yoldan bir merdivenle çıkılan caminin ön kısmındaki altı sütunlu son cemaat yeri sonraki yıllarda kapatılmış ve burası enine dikdörtgen bir mekâna dönüştürülmüştür. Cami Bor’daki enine dikdörtgen planlı camiler grubundan olup, plan olarak Selçuklu Ulu Cami planlarını yansıtmaktadır. İbadet mekânının üzeri çatı ile örtülmüştür. İçerisi mihrap yanındaki ikişer, sol yandaki duvarında iki, sağ yandaki duvarında da bir pencere ile aydınlatılmıştır. Minareye mihrap duvarının köşesinden çıkılmakta olup, taş kaideli, yuvarlak tuğla gövdeli ve tek şerefelidir. İbadet mekânındaki mihrap ve minber bir özellik göstermemektedir. Geç devirlerde caminin yanına çatılı bir ek yapılmıştır. Duvarları kesme taş ve ker****ten örülmüş, yer yer de tuğla ve briket kullanılmıştır. ALAEDDİN BEY (Ulu Cami)CAMİSİ (Bor) Niğde Bor ilçesinde, çay kenarında bulunan bu cami değişik dönemlerde yapılan onarımlarla kısmen özelliğinden uzaklaşmıştır. Selçuklu Ulu Cami plan tipini yansıtan bu caminin giriş kapısı üzerindeki kitabeden, Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey tarafından 1410 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cami kesme taştan, dikdörtgen planlı olup, ibadet mekânı beşer ahşap direkle dikine beş sahna ayrılmıştır. Üzeri ahşap bir tavanla örtülmüştür. Caminin üst örtüsü ilk yapımında yöre mimarisine uygun düz damlı iken, son restorasyon sırasında kırma çatıya dönüştürülmüştür. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyon sırasında cephe özgünlüğünü tamamen yitirmiştir. Caminin giriş kapısı diğer yapılardan toplanmış bitkisel bezemeli mermer parçalarından yapılmıştır. Bu kapı dikdörtgen bir çerçeve içerisinde basık kemerlidir. Giriş kapısı üzerinde de kitabeye yer verilmiştir. İbadet mekânı mihrabın sal yanında iki, sol yanında bir, iki uzun kenardan sol yanda altı, diğer kenarda da dört pencere ile aydınlatılmıştır. Minber niş şeklinde olup, herhangi bir özellik göstermemektedir. Caminin son cemaat yeri yoktur. Son cemaat yeri olarak düşünülen mekâna merdivenle çıkılmakta ve burada geniş bir balkon yer almaktadır. Caminin kesme taş kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli bir minaresi bulunmaktadır. KALE (Şeyh İlyas) CAMİSİ (Bor) Niğde ili Bor ilçesinin en yüksek yerinde bulunan kalede yapılmış olan bu caminin kaynaklarda ve Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde ismi Gözlüzade Camisi olarak geçmektedir. Caminin bitişiğinde Şeyh İlyas Türbesi bulunmaktadır. Kale Camisi kesme taştan, kare planlı olarak yapılmıştır. Üzeri pandantifli, kasnaklı merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Dış cephe görünümünde silme ile beden duvarlarının ikiye bölündüğü görülmektedir. Caminin önünde dört sütunun oluşturduğu, üzeri kubbeli, üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Buradaki sütunlar birbirleri ile ve caminin duvarları ile yuvarlak kemerlerle bağlantılıdır. İbadet mekânı mihrabın iki yanında birer, iki yan kenarda ve son cemaat yerinde de iki pencereyle aydınlatılmıştır. Mihrap bir niş şeklindedir. Mihrap ve minber herhangi bir özellik taşımamaktadır. Son cemaat yeri ile caminin ibadet mekânının birleştiği noktada, camiden ayrı olarak minareye yer verilmiştir. Minare, kare taş kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. SARI CAMİİ(Bor) Niğde, Bor ilçe merkezinin dışında ve güney yönünde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. Mimari üslubundan XV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Cami kesme taştan ve yer yer de moloz taş ile tuğladan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. İbadet mekânı sütunlarla üç sahna ayrılmıştır. Mihrap ve minberi bir özellik taşımamaktadır. Son cemaat yerinin olduğu yere bir revak yapılmış, batı yönüne de taş kaide üzerinde tek şerefeli yivli bir minare yerleştirilmiştir. SARI ALİ CAMİSİ (Bor) Niğde Bor ilçesi, Hacı Muhsin Mahallesi’nde bulunan bu cami değişik zamanlarda yapılan onarımlarla orijinalliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Günümüze gelen bu caminin yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. Yalnızca kuzey cephesindeki bir kitabede 1205 tarihi okunmaktadır. Bu kitabenin daha eski bir yapıya ait olduğu sanılmaktadır. Cami kesme taştan yapılmış olup, plan olarak Sarı Cami’ye benzemektedir. Dikdörtgen planlı yapının üzeri ahşap çatı ile örtülüdür. Mihrap güneyde öne çıkıntı yapan bir yapının ekseni içerisine yerleştirilmiştir. Minber ve mihrabı bir özellik taşımamaktadır. ÇAYIRLI MESCİT (Bor) Niğde ili Bor ilçesinin merkezinde bulunan bu mescidin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi bilinmemektedir. Mimari üslubundan geç dönemde yapıldığı sanılmaktadır. Moloz taştan yapılan mescit kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. İç kısmında bezeme bulunmamaktadır. Yanındaki minare taş kaideli, oldukça kalın yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Osmanlı mimarisinde güdük minare olarak isimlendirilen gruptandır. Ayrıca mescidin minaresinin yanındaki sokak üzerine kesme taştan yuvarlak kemerli bir çeşme yapılmıştır.
-
Niğde Türbe ve Kümbetleri HÜDAVENT HATUN TÜRBESİ (Merkez) Niğde il merkezinin kuzeydoğusunda yan yana bulunan üç kümbetten en büyüğü olan Hüdavent Hatun Türbesi, Selçuklu Sultanı IV.Rüknettin Kılıçarslan’ın kızı Hüdavent Hatun tarafından 1332 yılındaki ölümünden önce, 1312 yılında yaptırılmıştır. Türbe 1962 yılında onarılmıştır. Niğde’de Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan bu türbe, kesme sarı volkanik trakit taşından sekizgen planlı olarak yapılmıştır. Türbenin gövdesi ve üzerini örten piramidal külahı sekiz köşelidir. Doğuya açılan giriş kapısı geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiş olup, üzerinde üç satırlı kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir: ”Allah esirgeyici ve bağışlayıcıdır. Bu mübarek türbenin yapılmasını Allah’ın merhamet ve affını rica eden aciz mahlûk emretti. Keyhüsrev’in oğlu şehit Nükreddin ve Allah onları affetsin. Kızı Hüdavent Hatun 712 yılının aylarında Allah’a hamd, Peygamberine ve eshabına selâm ve salâvat.” Türbe gövdesinde üç pencere bulunmaktadır. Bu pencerelerin kenarlarında aslan ve insan başlı kuş kabartmaları bulunmaktadır. Böylece pencerelerde zengin bir görünüm sağlanmıştır. Pencere alınlıklarından birinde çift başlı kartal kabartması da dikkati çekmektedir. Pencereler yaprak ve çiçek bezeli sütunçelerle birbirlerinden ayrılmıştır. Türbe içten kubbelidir. Türbenin girişi yıldızlı geçmeler, palmetler ve Rumilerle bezenmiştir. Bu motifler pencere çevrelerinde de uygulanmıştır. Türbenin mihrabı bezemeli olup, üzerinde Besmele ve Ayetel Kürsi yazılıdır. Türbe içerisinde Hüdavent Hatun, Emir Sücaeddin Kızı Paşa Hatun (ölm.1340), Niğde Sancak Bey’in kızı Belkıs Hatun’un (ölm.1563) sandukaları bulunmaktadır. Hüdavet Hatun’un sandukası üzerinde ayetler, dualar ve ölüm tarihi olan h.732 (1332) yazılıdır. GÜNDOĞDU TÜRBESİ (Merkez) Niğde il merkezinin kuzeydoğusunda Hüdavent Hatun Türbesi’nin yanında bulunan bu türbe, 1344 yılında ölen Gündoğduoğlu Hakkı Besvap’a aittir. Türbe kesme taştan kare planlı olarak yapılmış, üzeri içten kubbe dıştan da piramidal bir külahla örtülmüştür. Gövdeden üçgenlerle onikigene, oradan da piramit şeklindeki külaha geçiş sağlanmıştır. Türbenin giriş kapısı geometrik süslemelerle bezenmiş burada bitkisel motifler ile örgü motiflerine kuşaklar halinde yer verilmiştir. Giriş kapısının kemeri iki renkli taşlardan yapılmış ve böylece gösterişli bir görünüm sağlanmıştır. Giriş kapısı üzerinde örgü motifleri ile bezeli bir kemer daha bulunmaktadır. Bu kemerin üst yanlarında da iki güçle ile üzerine de kitabesi yerleştirilmiştir. Kapı çevresi girift geometrik bir bezeme ile çerçeve içerisine alınmıştır. Türbenin içerisi, kuzey ve batı duvarlarında bulunan iki dikdörtgen söveli mermer pencere ile aydınlatılmıştır. Güney duvarında silmeli bir pervaz içerisine alınmış çokgen mihrabı bulunmaktadır. Türbe içerisinde iki sanduka bulunmaktadır. ŞERİF ALİ TÜRBESİ (Merkez) Niğde Erkek Sanat Enstitüsü’nün yanında bulunan bu türbe, 1865 yılında Şerif Ali adına yaptırılmıştır. Sonraki dönemlerde Niğde Mutasarrıfı Hacı Sait Paşa tarafından onarılmıştır. Türbe, XIX.yüzyılda yapılmış olmasına rağmen Selçuklu türbe mimarisinin özelliklerini taşımaktadır. Sekizgen planlı, kesme taştan yapılmış olan türbenin üzeri kesme taştan sekizgen konik bir çatı ile örtülmüştür. Türbenin yuvarlak kemerli sade bir giriş kapısı bulunmakta olup, bunun üzerine kitabesi yerleştirilmiştir. Türbenin yanına geç devirlerde kesme taştan dikdörtgen planlı bir bölüm eklenmiştir. Türbenin içerisi oldukça sade olup bezemesizdir. ŞEYH İBRAHİM KÜMBETİ (Merkez) Niğde Merkez ilçeye 14 km. uzaklıkta Güllüce Köyü’nde bulunan bu türbenin yapım tarihi bilinmemektedir. Koyunlu Halil Ağa tarafından onarılmıştır. Türbenin kitabesi günümüze gelemediği gibi kaynaklarda da bununla ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Yalnızca Hurafat defterlerinde Güllüce Köyü’nde Şeyh İbrahim Dergâhı’ndan söz edilmektedir. Ancak bu dergâh günümüze gelememiştir. Şeyh İbrahim Kümbeti kare planlı olup, kesme taştan yapılmış, üzeri de dıştan basık bir kubbe ile örtülmüştür. Yapının güney duvarına kare planlı ikinci bir yapı eklenmiştir. Kuzey yönünde yuvarlak kemerli bir kapısı bulunmaktadır. Türbe içerisinde herhangi bir bezemeye rastlanmamaktadır. GÜLLÜCE KÖYÜ TÜRBESİ (Merkez) Niğde Bor ilçesi, Güllüce Köyü’deki Şeyh İbrahim Kümbeti’nin 24 m. batısında bulunan bu türbenin kime ait olduğu bilinmediği gibi yaptıran da belli değildir. Kesme taştan, kare planlı küçük bir yapıdır. Üzeri sivri beşik bir tonozla örtülmüştür. Duvarları sağır olan bu türbe içerisinde iki mezar bulunmaktadır. Bu yapının türbe olarak mı yapıldığı veya günümüze gelemeyen Şeyh İbrahim Dergâhı’ndan mı arta kalan bir bölüm olduğu konusu kesinlik kazanamamıştır. SARI SALTUK TÜRBESİ (Bor) Niğde ili Bor ilçesinde Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük rol oynayan Yesevi tarikatından Baba-i Sarı Saltuk Türbesi’nin yapım tarihini belirten kitabesi bulunmamaktadır. XIII.yüzyıla ait olan bu türbe değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğinden uzaklaşmıştır. Türbe bahçe içerisinde moloz taştan yapılmış olup, kare planlıdır. Üzeri kiremitli bir kubbe ile örtülmüştür. Türbe içerisinde Sarı Saltuk’a ait sanduka bulunmaktadır. Son derece basit olan türbede bezeme unsuru bulunmamaktadır. Sarı Saltuk’un Anadolu’nun yedi ayrı yerinde türbesi bulunmaktadır. Bu türbenin makam veya mezar olup olmadığı tartışmalıdır. ŞEYH KUDDUSİ TÜRBESİ (Bor) Niğde ili Bor ilçesinde bulunan bu türbe, Şeyh Kuddusi’ye aittir. Kadiri şeyhi Şeyh Kuddusi 1760-1848 yılları arasında Bor’da yaşamıştır. Şeyh Kuddusi’nin mezarı üzerine XIX.yüzyılın sonunda yeni bir türbe yapılmıştır. Sekizgen planlı kesme taştan yapılan türbenin üzeri içten düz tavanlı, dıştan kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Türbenin yapısı Bor’daki diğer yapılarla uyum sağlamayan bir formda olup, mimari yönden bir özellik taşımamaktadır.
-
AKMEDRESE (Merkez) Niğde il merkezindeki tepe üzerinde, kalenin yanında bulunan Akmedrese’yi Karamanoğulları döneminde, kitabesinden öğrenildiğine göre Karaman Beyi Alâeddin’in oğlu Alâeddin Ali Bey tarafından 1409-1410 yılında yaptırılmıştır. Giriş kapısı üzerinde h.812 (1409) tarihli üç satırlı kitabesi bulunmaktadır. Kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Allah’ın adıyla öğünmek Allah’a yakışır. Selâvat ve selâm Allah’ın resûlü Muhammed üzerindedir. Bu mübarek medresenin inşasını emretti. Büyük sultanın hükümdarlığı zamanında, milletlerin kaderini elinde tutan hükümdarların büyük hükümdarı Alâaddin oğlu Mehmed’in Allah imparatorluğunu ebedileştirsin. Din ve dünyanın yükseği olan kardeşi Karamanoğlu, Mehmet oğlu, Halil oğlu, Alâaddin oğlu Ali 812 Hicri yılında yaptırdı.” Alaeddin Ali Bey uzun yıllar Bursa’da dedesi Sultan I.Murad’ın yanında yaşamış, bu nedenle de bu medreseyi Bursa’daki Hüdavendigâr Camisi’ne benzetmek istemiştir. Medrese portalinde beyaz mermerlerin kullanılmış oluşundan ötürü de yapı Akmedrese ismi ile tanınmıştır. Medresenin vakfiyesi bugün Topkapı Sarayı Müzesi’de olup, Rebiülevvel 818 (Mayıs 1415) tarihinde düzenlenmiştir. Bu vakfiyeden öğrenildiğine göre de medrese o zamanki Yuğutaş Mahallesi’nde yapılmıştır. Medrese Hanefi ve Şafii mezhebine göre eğitim verilmek üzere yapılmıştır. Vakfiyeden öğrenildiğine göre de Niğde bedesteni ve ona bitişik olan han Meydan Mahallesi’ndeki çifte hamam, dükkânlar, araziler, değirmen ve bağlar da bu medresenin vakıfları arasındadır. Akmedrese, ortası avlulu iki katlı medrese plan düzenine göre yapılmıştır. Kesme taştan yapılan medrese 22.50x24.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Medresenin en görkemli yanı kuzeyde 5.55x3.25 m. ölçüsündeki mermerden portalidir. Bu portalin son derece zengin bezemeli olmasına karşılık, yapının diğer bölümlerinde büyük bir sadelik görülmektedir. Portaldeki taş işçiliği, oyma süslemeler son derece dikkat çekicidir. Giriş kapısı üzerindeki geometrik bezemelere öğle saatlerindeki güneş ışınları yansıdığında bu bezemelerin yerini bir insan görünümü almaktadır. Bu tür bir uygulama Anadolu taş işçiliğinde karşılaşılmayan bir olaydır. Medresenin ikinci katı da bu cephede kaş kemerli ikiz pencereler halinde dışarıya açılmıştır. Geç devirlerde yapılan onarımlar sırasında devrini yansıtan bu son derece görkemli pencereler bozulmuş ve yerlerine düz lentolu pencereler yapılmıştır. Ayrıca dışarıdan üst kata çıkışı sağlayan merdivenler eklenerek de cephenin orijinal görünümü bozulmuştur. Medrese avlusu revaklarla çevrili olup, avlunun bir tarafına yazlık olarak kullanılan mescit eyvanı yerleştirilmiştir. Bu mekânlardan birinin kışlık dershane-mescit olduğu, diğerinin de Karamanoğulları döneminde bazı örneklerde görüldüğü gibi medrese banisinin türbesi olarak düşünüldüğü sanılmaktadır. Avlunun alt katında üzerleri tonozlu her iki yanda dörderden sekiz hücre ile büyük eyvanın iki yanına kubbeli mekânlar bulunmaktadır. Medresenin ikinci katına alt kattan duvarların içerisindeki iki merdivenle ulaşılmış ve cephedeki ikiz pencerelerin yardımıyla da burası bir cihannüma görünümüne ulaşmıştır. Medresenin üzeri taş döşeli bir teras şeklindedir. Akmedrese 1936 yılında restore edilmiş ve Arkeoloji Müzesi olarak açılmıştır. Müze olarak 1948 yılına kadar kullanılmıştır.
-
Niğde Manastır ve Kiliseleri GÜMÜŞLER MANASTIRI(Merkez) Niğde ilinin 8 km. kuzeydoğusundaki Eski Gümüşler Köyü’nde günümüze iyi bir durumda gelebilen Gümüşler Manastırı tüf kayalıklar içerisine oyularak yapılmıştır. Bu manastır içerisindeki fresklerin Ihlara ve Göreme Kaya Kiliseleri ile karşılaştırılması sonucunda, bu manastırın XI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Manastırın içerisine 7 m. uzunluğunda, üzeri tonoz şeklinde oyulmuş bir geçit ile girilmektedir. Bu geçidin iki yanında açılmış birer kapı ile kayalara oyulmuş iki odaya girilmektedir. Bu geçitten 14.00x14.00 m. ölçüsünde kare şeklinde ve çevresi dik kaya duvarları ile çevrili bir avluya geçilmektedir. Avlunun kuzey duvarında kayalara oyularak yapılmış ve birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış 9 sütun dikkati çekmektedir. Bu sütunların kemerlere yakın yerlerine de spiral ve geometrik motifler işlenmiştir. Kuzeydoğudaki kemerlerin içerisine de bir niş şeklinde Malta haçı işlenmiştir. Avlunun batı ve doğu duvarlarına güvercinlikler oyulmuştur. Buradaki kapılar ise, manastırda yaşayanların günlük yaşamlarında yapılan işlere ayrılan odalara açılmaktadır. Avlunun kuzey duvarı üzerinde de kemer dizilerinin ortasındaki bir kapıdan başka bir odaya geçilmektedir. Manastırın asıl kilisesine kuzeybatıdaki kapı boşluğundan girilmektedir. Haç planlı olan kilisenin 5.50x3.50 m. ölçüsünde tonozlu bir narteksi vardır. Toprak zeminli ön narteksin olduğu yerde, yere gömülmüş birkaç büyük küp dikkati çekmektedir. Buradan bir kapı boşluğu ile asıl nartekse geçilir. Burası yuvarlak tonozla örtülmüş, duvarlar birbirlerine kemerlerle bağlanmış yalancı sütunların üzerine oturtulmuştur. Bezeme olarak kırmızı ve siyah çizgiler alternatifli olarak sıralanmıştır. Bunlar yer yer yılankavi şekilde olup, değişik bir görünüm ortaya koymuştur. Kilisenin naos kısmı yaklaşık 5.00x5.00 m. ölçüsünde olup, burası da kayalara oyularak oluşturulmuştur. Naosta dört kalın sütun üst örtüyü taşımaktadır. Üzerine sembolik bir kubbe yapılmıştır. Kilisenin doğusunda büyük, yanlarında da küçük birer apsisi vardır. Kilisenin kuzey duvarındaki bir kapı boşluğundan ise içerisinde iki mezarın bulunduğu bir odaya geçilir. Bu odaya bitişik ikinci odada da yine bir mezar bulunmaktadır. Bu odanın doğu duvarına da küçük bir apsis oyulmuştur. Batı duvarının iki yanında da küçük bölümler halinde mezarlara yer verilmiştir. Kilise duvarları, kapı boşluklarının çevreleri zengin fresklerle bezenmiştir. Buradaki kırmızı ve koyu yeşil renkteki koyu zeminlere yapılan figürlerde çeşitli renkler uygulanmıştır. Kuzey duvarında oturur durumda Meryem tasvir edilmiştir. Kucağında ise Çocuk İsa görülmektedir. Bu kompozisyonun altında St.Joseph, Mea ve Salome yeni doğmuş olan İsa’yı yıkamaktadır. Bu kompozisyonların üzerinde Hz.İsa’nın doğuşunu müjdeleyen melekler, kaya üzerinde Çoban Sator, ihtiyar biri, genç Arepo resmedilmiştir. Kilisenin ortadaki büyük apsisinde Hz.Meryem kilisenin önde gelen kişileri arasında dua eder şekilde görülmektedir. St.George, St.Gregory, St.Basil, St.Jason, St.Athenogenes ve St.Nicolas ayakta ellerinde İncil tutarak tasvir edilmiştir. Bu tasvirlerin üzerinde de 12 havarinin belden yukarı tasvirleri bulunmaktadır. Apsid yarım kubbesinde Hz.İsa, Hz.Meryem, Başmelek Michael, St.John ve Gabriel resmedilmiştir. Kuzeydeki nişte ise Hz.İsa’yı kucağında tutan Meryem görülmektedir. Avlunun kuzey duvarından girilen üstteki odanın duvarları da fresklerle bezenmiştir. Buradaki fresklerin konusu diğerlerinden farklıdır. Bu bölümde Eshopos’un hayvanlarını konu alan hikâyelere yer verilmiştir. Manastırın duvarları çıra ve yağ kandillerinin islerinden ötürü siyah bir tabaka ile kaplanmış, Kültür Bakanlığı, Niğde Müze Müdürlüğü tarafından 1962 yılından sonra başlayan çalışmalarla fresklerin temizliği, dökülen kısımların restorasyonu yapılmıştır. Fresklerin konservasyonunun büyük bir bölümü Michael Gough başkanlığında bir İngiliz heyeti tarafından 1964-1965 yıllarında yapılmıştır. SOKUBAŞI RUM KİLİSESİ (Bor) Niğde ili Bor ilçesinde bulunan Sokubaşı Rum Kilisesi XIX.yüzyılın sonlarında yapılmıştır. Burada yaşayan Rumların göç etmesinden sonra da kendi haline terk edilmiştir. Kesme taş ve moloz taştan yapılan kilisenin önünde bir narteks bölümü vardır. Bu narteksi sekiz taş ayak taşımaktadır. Dışarıya yarı açık olan bu narteks günümüzde duvarlarla bölünmüş ve dükkân haline getirilmiştir. Kilisenin içerisi iki sıra halinde üçer sütunla üç nefe ayrılmıştır. Bu neflerin üzeri içten tonoz, dıştan da kırma çatı ile örtülmüştür. Ayrıca çatının üzerine taş plaklar halinde kaplamalar yapılmıştır. İbadet mekânının ortasında dışarıdan belli olmayan küçük bir kubbe bulunmaktadır. ERMENİ KİLİSESİ (Bor) Niğde ili Bor ilçesi Orta Mahalle’de bulunan bu kilise XIX.yüzyılın sonlarına doğru yapılmıştır. İlk yapılışında tek katlı ve üzeri çatılı olan bu kilise yöredeki Ermenilerin göç etmesinden sonra özel bir kişinin mülkiyetine geçmiştir. Üst örtüsü kaldırılarak üzerine Cıgızlar Evi denilen bir kat eklenmiştir. Kilisenin cephe görünümü orijinalliğini büyük ölçüde yitirmiş, ancak ahşap kapısı, içerisindeki bazı bezemeleri günümüze kadar gelebilmiştir. Bu bezemelerde barok üslubun özellikleri açıkça görülmektedir. Kilisenin ibadet mekânının ortasında dört sütun bulunmaktadır. Apsisi dışarıya taşkın olmayan biri büyük, ikisi küçük yuvarlak niş şeklindedir. Kilisenin ahşap orijinal kapısı kartuşlara ayrılmış ve bunların içerisine bitkisel, girift motifler yerleştirilmiştir. CONSTANTİNUS VE HELENA KİLİSESİ (Merkez) Niğde il merkezinde, Niğde-Kayseri karayolunun üzerinde, çukur bir arazide bulunan kilise kalıntısının Constantinus ve annesi Helena adına yaptırıldığı sanılmaktadır. Kilisenin temel ve apsid kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Moloz taştan ve tuğla hatılı olarak yapılan kilise üç nefli bir bazilika planındadır. Naos iki sıra paye ile üç nefe ayrılmıştır. Üst örtüsünü belirleyecek bir kalıntıya rastlanmamakla beraber, kırma çatılı olduğu sanılmaktadır. Apsis dışarıya taşkın yuvarlak bir niş şeklinde olup, iki yanında diakonikon ve protesis hücreleri bulunmaktadır. Apsis üzerinde bozulmuş olmalarına rağmen fresk izleri görülmektedir.
-
Niğde Kaleleri NİĞDE KALESİ Niğde Kalesi, Eski Niğde şehrinin bulunduğu tepenin en yüksek noktasında, bugünkü şehrin doğusunda, Alâeddin Tepesi’nin de kuzeyindedir. Kalenin yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber Selçuklular döneminde, I.Alâeddin Keykubat tarafından onarıldığı bilinmektedir. Osmanlı döneminde Sadrazam İshak Paşa 1740 yılında bu kaleyi onarmıştır. Kalenin sur duvarlarının altındaki temellerinde Arap ve Bizans dönemine ait kalıntılarla karşılaşılmıştır. Bu da kalenin MÖ.VIII.yüzyıla kadar indiğine işaret etmektedir. Kale 1955 yılında onarılmış olup, günümüzde Niğde Belediyesi kalenin bulunduğu tepenin etrafını duvarla çevirmiş ve burasını bir park haline getirmiştir. Niğde Kalesi’nin kitabesi günümüze gelememiştir. Kale kesme taş ve moloz taştan yapılmış ve üç ayrı surla çevrelenmiştir. Ancak kalenin günümüzde birçok bölümü yıkılmış, beden duvarlarının bir kısmı da çevresindeki yapılanmalarda duvar olarak kullanılmıştır. Kaleden günümüze yalnızca tepenin kuzeydoğusundaki bölüm iyi durumda gelebilmiştir. Yakın tarihlerde Sungurbey Camisi’nin karşısındaki surların bir bölümü restore edilmiştir. Bunun yanı sıra batı yönündeki sur ve burçları tamamen yıkılmıştır. Kalenin güneyinde Rahmaniye Camisi ile Alaeddin Camisi ile parkı bulunmaktadır. Tepenin kuzeyindeki kule Cumhuriyet dönemine kadar cezaevi olarak kullanılmıştır. Kaleden günümüze iyi bir durumda gelen burçlarından biri üzerine de Niğde Saat Kulesi yapılmıştır. Bu burç, Ziya Paşa tarafından 1866 yılında saat kulesine dönüştürülmüştür. KEÇİ KALESİ (Bor) Niğde Bor ilçesinde Hasan Dağı’nın uzantıları üzerinde bulunan kalenin ismi bilinmemektedir. Anadolu’nun birçok yerinde ismi bilinmeyen kalelere Keçi Kalesi ismi verilmiş, aynı şekilde bu kalenin de kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı anlaşılamamıştır. Bu nedenle bu kaleye Keçi Kalesi ismi verilmiştir. Yüksek bir tepe üzerinde bulunan bu kalenin temellerinde iri kayalar üzerine kaba yontma taş ve moloz taşlardan duvarlar örülmüştür. Yapı üslubundan kalenin Helenistik dönemde, Büyük İskender’in bu bölgeye geldiği yıllardan önce yapıldığı sanılmaktadır. Toros Dağları’nın güney bölümlerindeki boğazlardan gelecek saldırıları önlemek ve gözetleme amaçlı olan bu kale Roma ve Bizans dönemlerinde onarılarak kullanılmıştır. Günümüze kalıntıları gelebilen kalenin sur duvarlarının büyük bir kısmı ayakta olup, bu duvarlar yuvarlak kulelerle desteklenmiştir. KEPEZ KALESİ (Ulukışla) Niğde Ulukışla ilçesinde bulunan Kepez’de ilk yerleşimin MÖ.2000 yıllarında başladığı sanılmaktadır. Çevrede Hitit, Frig ve Roma dönemine ait kalıntılarla karşılaşılmıştır. Burada bulunan kalenin hangi döneme ait olduğu kesinlik kazanamamıştır. Günümüze kale ile ilgili yeterli kalıntı gelememiş, yalnızca kaynaklarda ismine rastlanmıştır.
-
Niğde Kaplıcaları Kocapınar Suyu ve Çamuru (Merkez) Niğde il merkezine 2 km. uzaklıkta, Bor yolu kenarında bulunan Kocapınar suyu arazinin değişik noktalarından kaynamaktadır. Bu kaynak açıkta akmaktadır. Bu sudan deri, mide ve bağırsak hastalıkları tedavisinde yararlanılmaktadır. Kemerhisar İçmeleri (Bor) Niğde ili Bor ilçesine 10 km. uzaklıkta bulunan Kemerhisar İçmesi, Kemerhisar Köyü’nün 3 km. güneyindedir. Ovanın ortasından kaynayan bu su, 1970’li yıllarda bir beton depo içerisinde toplanmıştır. Toprak yüzeyinden birkaç basamakla inilen çeşmesinden su sağlanmaktadır. Kaynağın 200 m. ötesindeki bir bölüm çevreden sızan sularla bir gölcük halindedir. Bor Belediyesi bu kaynağın yanına bir tesis yaptırmıştır. Ferhenk Müshil Maden Suyu (Merkez) Niğde il merkezinin 30 km. doğusunda, Dikilitaş Köyü ile Hüyük demiryolu istasyonu yakınında bulunan bu maden suyu köy yakınındaki yüksek sırtın birçok noktasından kaynamaktadır. Bu suyun müshil etkisi yaptığı bilinmektedir. Çiftehan Kaplıcaları (Ulukışla) Niğde’ye 75 km. uzaklıkta, Ulukışla-Adana yolu üzerinde bulunan Çiftehan Kaplıcası çeşitli kaynaklardan toplanan sulardan meydana gelmiştir. Suyun sıcaklığı 53 C, 49 C, 52 C ve 22 C arasında değişmektedir. Kaplıcadan saniyede toplam 20 lt. su çıkmaktadır. H değeri 7.3-7.8 arasında olup toplum mineralizasyon 2066 MGK/ltd civarındadır. Meta borik asit 12.9mg/ltd ,meta silikat asim 18.9 MGK/ltd Termal sular 5.6 MGK/ltd flüorür içermektedir. Çok geniş bir beslenme alanca sahip Çiftehane termal alanındaki termal kaynak Çiftehan fayına dik olarak kuzey, kuzeybatı yönlü faydan çıkmaktadır. Önceki yıllarda 3 adet termal su kaynağı bulunan kaplıcanın günümüzde doğal boşalım 2 noktadan oluşmakta ve ancak sondaj kuyusunda üretim olmadığı zamanlarda akis görülmektedir. Toplam debi 3lt/sn civarındadır. 1969 yılında İstanbul Tip Fakültesinin incelemelerinde termal kaynak sularının sıcaklarının 52 derece olarak ölçülmüş olup, daha sonraki ölçümlerde MTA tarafından 44,5 derece olarak belirlenmiştir. Bu kaplıcadan romatizma, kadın hastalıkları, sinir hastalıkları, deri hastalıkları, karaciğer ve safra kesesi hastalıklarının tedavisinde faydalanılmaktadır. Kaplıca çevresinde tesisler kurulmuştur. Suyu acı olup, tuz miktarı azdır. Bu yüzden de böbreklerin çalışmasında etkili olmaktadır.
-
Mahalli Niğde Giyimleri: Bugün özel günlerde Niğde giyimi, il merkezinde bir hatıra olarak yaşamakta, ilçe ve köylerde ise yavaş yavaş ortadan kaybolmak üzeredir. Fakat hemen her evin çeyiz sandıklarında örneklerine rastlamak mümkündür. Kadın Giyimleri: Niğde'de kadın giyimleri incelenirken; renkten ziyade süse ve renklerin uyumuna dikkat edilirdi. Ev kadınlarının iki türlü giysileri vardı. Bunlardan birisi gündelik, diğeri ise "kişilik" adı verilen belirli günlerde, yani dügünde, nişan törenlerinde, kına gecelerinde süs dünürlü günde giyilen giysilerdir. Gelinlik kızlar, kendi,yeteneklerini, ustalıklarını zevkleriyle birleştirip, cafıra, kabuta, yünlüye ve pamuklu motif işlerken göz nurtu dökerlerdi. Bu uğraşının ürünü ince zevklerle bezenmiş Türk Sanatıdır. Hatta zevklerine göre seçtikleri her türIü giysinin üzerine işledikleri motifleri birbaşkasının yapamayacağı şekillerde bezerler ve örneklerini saklarlardı. Ev giyimlerinde ise; iş görürken üstlerine giymek için iş donu dikerler, kendi zevklerine göre çorap örerler, entarileri göz alıcı sıcak renkli motiflerden oluşurdu. Fakir olanlar daha ziyade el tezgahlarında dokudukları, fitil adı verilen pamuklardan yapılmış entari giyerlerdi. Ayaklarında ise kulaç kundura denilen burnunda ve ökçesinde **** olan, kalın köseleden yapılmış ayakkabı giyerlerdi. Başlannda yazma ve çok zaman- da gene kendilerinin dokuduklan yağlık denilen pamuklu saralardı. ErkekGiyimleri: Bugün hepsi tarihe mal olmuş ve ancak folklar gösterilerinde, ninelerin çeyiz sandıklannda bulunan, genellikle fakir hanımlann el tezgahlannda dokudukları üç etek denilen entari giyerlerdi. Bunun altında hanımlann ördüğü bağlamalı don bulunurdu. Ayaklanna yün çorap giyerlerdi. Ayakkabı olarak da bazen konçlu ve konçsuz yemeni giyerlerdi. Bir efe memleketi olduğu için kollan olmayan fakat, omuz başlanndan kol boyu uzunluğunda uzanmış, omuz başlan ve göğsü işlemeli cepken denilen ceket giyerlerdi. Yüzde seksen fakirin sırtında, ketenden yapılmış ceket bulunurdu. Erkekler genel olarak bellerine kırmızı,.mor ve siyah kanşığı genişçe bir şal saralardı. Genel olarak erkek ayakkabılan kalaş, kundura, yemeni ve çanktı. Kadın ayakkabıları ise; her memleketin kendi esnafının yaptığı kalaş kundura, iskarpindi.
-
Niğde görenekleri: Bütün Anadolu'da rastlanan ortak kültür unsurlardır. Bunların arasında hurafelerin de ayrı bir yeri vardır. Niğde'de okur-yazar oranı arttıkça batıl inançlar azaldı. Yakın zamana kadar Salı günü yola çıkmak, Cuma günü çamaşır yıkamak ve dikiş dikmek iyi sayılmazdı. Evden yolcu çıkınca ardından ev süpürülmez ve bir kova ile su dökülürdü. Yolu aydınlık olsun diye, ayna üzerine su dökülerek de yolcu savuşturulurdu. Kırkı çıkmamış (Doğumdan sonra 40 gün geçmemiş) iki kadın biraraya getirilmez, yan yana gelirlerse, uğursuzluk olmasın diye, toplu iğne değiştirirlerdi. Bu görenekler. daha doğrusu batıl inançlar hemen hemen terk edilmiş durumdadır. Geleneklere aykırı olmayan ve toplumun benimsediği yeni alışkanlıklar olduğu gibi, eskiden beri hemen hemen hiç değişmeyen tekrar edilenleri de vardır. Eskiden beri devam eden geleneklerden bahar aylarında başlayan cumaların kendine has bir yeri vardır. Şehrin Kırbağlan Semtinde başlayan yemekli, eğlenceli kır toplantıları, bir hafta ara ile Tepeyran, Kayaardı ve Tepebağlan semtlerinde devam eder. Bu semtlerde bahçesi olanlar tanıdıklarını davet ederler. Pazar günleri sabahtan akşama k,adar devam ettiği için, herkes yiyeceğini, radyo, pikap ve çalgı gibi eğlence vasıtalanm almayı ihmal etmez. Cumalara davetli olmayanlar, semtlerin herkese açık çayırlık, çimenlik yerlerinde oturarak cumaya katılırlar. O gün bütün seyyar satıcılar, manavlar, kebabçı ve lokantacılar ağaçlı ve gölgeli yerlerde açık hava sergileri açarlar. Folklor gruplan ve şehrin bandosu sevilen mahalli havaları çalarlar. Cumaların başlaması, havaların iyi olduğu ve baharın bütün güzelliği ile kendisini gösterdiği bir zamana rastlar. Düğünler: Niğde düğünleri kasaba ve köylerde, eski havası, alışkanlıkları içinde devam etmektedir. Fakat il ve ilçelerde törenler bir gecede biten balolar şeklinde yapılmaktadır. Evlenecek çağa gelen delikanlıya, yaşına ve durumuna uygun bir kız aranır. Bu aramayı halk, 'küfü küfüne, dengi dengine' anlamına gelen sözlerle ifade eder. Askerden dönen, eli ekmek tutan, ekmeğini kazanan her delikanlı evlenme çağına gelmiş demektir. Oğlanın annesi uygun görülen kızın evine sabahın erken saatinde bir iş bahane ederek gelirdi. Evin ve avlusunun temiz olup olmadığına, kılığına, kıyafetine bakardı. Bu eve girerken yapılan ilk konroldür. Kız kahve pişirmeye gidince gelecekte kayın validesi olacağından ayakkabısını çevirir, eğer oğlanı istemiyorsa asık suratlı ve günlük kıyafetle çıkar, pabuçları çevirmezdi. Bu incelemeler bittikten sonra giderken mümkünse kızı da iyice kucaklar ve öperdi. Bu kucaklama ve öpmeden maksat, kızın ağzının kokup kokmadığı denetlemektir. Eğer şüphelenirse; en yakın tanıdıklarından bir bayanı, bir vesile ile kızın koynunda yatırmaya gayret ederdi. beğenilirse dünür gitme başlardı. Ailede ve sülalede sözü, sohbeti dinlenir büyükler, eşiyle birlikte ziyarete gideceklerini kız evine haber verirlerdi. Hep beraber kız evine gidilirdi. Umumi konuşmalardan, hal hatır sormadan sonra oğlan evi " Allahın emri Peygamberin gavli ile kızınız oğlumuza münasip gördük." diyerek kızı ister. Kızın anne ve babası "Tabii bu işler acele ile olmaz, ilginize teşekkür ederiz. Yalnız dışarıda amcası, halası var. Burada da dayısı ve teyzesi ile görüşelim, kısmetse olur" cevabını verirdi. Bilhassa "Ne kızı ver, ne de dünürü küstür." prensibine dikkat edilirdi. Oğlan evi de kız evinin "Kız evi, naz evi" olduğunu bilir, bu ziyaretlerini bir kaç defa tekrarlardı. Söz alındıktan sonra yapılacak tören, alınacak eşyalar ve hediyeler konuşulurdu. Başlık parası ve takılacak altınlar da burada tesbit edilirdi. Şerbet içme denilen nişan töreni iki türlü olurdu. Birincisinde tarafların yakın akrabaları, bir araya toplanır, mütavazi bir tören yaparlardı. Buna cep kahvesi de derlerdi. İkincisi ise davetlilerin çok olduğu törendir. Bunun için oğlan evi kız evine şeker,kahve, lokum, sigara, kibrit gönderir, bunların davetlilere yeter miktarda olmasına dikkat edilirdi. Nişandan üç-dört gün evvel, çarşıdan beraberce beğenilip alınan elbiseler, "okuyucu" denilen bir kadınla kız evine gönderilir, kız evi okuyucuya bahşiş vermeyi ihmal etmezdi. Artık nişan günü gelmiştir. Oğlan evi oğullarını yanlarına almadan kız evine gider, oturulur, konuşulur ve kahveler içilirdi. Aile büyüklerinden birisi, hayırlı uğurlu olsun temennisiyle kızın parmağına yüzüğü takardı. Şeker tutulurdu. Kız önce kayınpederinin ve kayınvalidesinin, sonra da babasının, annesinin, orada bulunanların ellerini öper, orada bulunanlardan bir büyük "Otur kızım" sözünü üç defa tekrarlar, kız otururdu. Nişan bittikten sonra samimiyetini arttırmak için iki tarafın yakın akrabaları yemekli gündüz gezmelerine giderdi. Buna "süs dünürlüğü" de derler. Gelin esvabı beğenilip, elbiseler dikildikten sonra artık düğün töreni başlar. Gelin Hamamı: Oğlan evi, sabun, kına, para göndererek gelin ve yakınlarının hamama gitmesini sağlarlardı. Hamama toplu olarak gidilirdi. Kızın annesi hamacının yanına oturur, genç misatiriere sabun, yaşlılara da hem kına hem de sabun verir ve hamamı yönetirdi. Hamama girmeden önce soyunma yerleri önünde bulunan geniş havuzun etrafında ikişer sıra dizilinir, ellerinde yanmış mumlar olduğu halde kız evinin getirdiği hediyeler hamamcıya ve natırlara verilirdi. Kız ortaya alınır, milli kıyafetleri ile ud ve tefin ve diğer çalgıların müziği ile ahenkli olarak havuzun etrafında dolandırılırdı. Bu dönme esnasında kızın başına yakın akrabalardan yaşlı bir kadın para atar, kız soyunur, hamama girilirdi. Kızı natır yıkar, çıkarken de peştemalını natıra verirdi. Sandık Günü: Sandık Salı günü gönderilirdi. İki tarafın yakınları kendi evlerinde ayrı ayrı toplanırlardı. Oğlan evinde toplananlar; kıza ait manto, elbise, ziynet ve çamaşırları misafirlere gösterek itina ile bohçalarlardı. Kızın eşyaları yanında kızın anne, baba, kardeş, enişte, dayı, emete (hala), teyze, dede, nine, emmi (amca)'sine münasip olan çamaşır, elbiselik, çorap, yazma, çevre, peşkir gibi hediyeler de konarak kız evine gönderilirdi. Eğer başlık parası ,alınmışsa bunlar yapılmaz, yerine elbiselik gibi daha ağır hediyeler alınırdı. Buna "kulluk" da denir. Bu hediye bohçaları içerisine "ağız tadı" olarak bir kutu şeker konur, bunlar okuyucu veya mahallede sebeplenmesi istenilen biriyle gönderilirdi. Kız Yanı: Çarşamba günü yapılırdı. Kızın müsaitse evinde, uygun değilse bir komşu evinde toplamIır, çalgı olarak tef, ud bulunurdu. Kızı yakın arkadaşları giydirirken ayağının altına büyükçe bir sini koyarlar öylece giydirirlerdi. Daha sonra kız, büyüklerinin ellerini öper, iki eli göğsünün üzerinde "divan dururdu." Odaya kim gelirse elini öper, tekrar otur denirse yerine oturur ve davetlilerin karşılanmaşı böylece devam ederdi. Misafirlerin gelişleri tamamlandıktan sonra cerez tabir edilen, geniş bir sininin ortasına tabak içinde akide şekeri, etrafına leblebi, onunda etrafına kuru üzüm ve karamanlı tabir edilen çarşı ekmeği dörde bölünmüş şekilde konurdu. Bu törene gelenler kıza hediye getirirdi. Çok davetliler de "Benek" dediğimiz bir miktar parayı getirip, kızın annesi selavatlaşırken veya elini öperken, kimsenin göremiyeceği bir şekilde eline sıkıştırırdı. Bu törene oğlan evi de toplu olarak gelir, fakat kız evi bunlardan benek almazdı. Kına Gecesi : Çarşamba günü akşamı, kız evi ve yakınlan uygun bir ev düzenlerler, kız iyi ce süslenirdi. Kızın arkadaşları da milli kıyafetlerini giymek suretiyle geceye katılırlardı. Oğlan evi en önde fenerler, çalgılar, arkalarında erkekler, onlardan sonra en arkada hammlar olduğu halde toplantının yapıldığı eve gelirlerdi. Gelin yüzü duvaklı olarak çıkar, aşağıdaki ,ağıtlardan kendisine yakışanlardan birini söyleyerek ağlardı. Samah : Aynı gece güveyinin sadıç ve yakınları, büyük bir evde veya mevsime göre bir mesire yerinde öğleden sonra toplanırlar, çalgılar çalınır, yemekler yenir, içkiler içilirdi. Bu toplantıda önemli görev sağdıcındı. Zira sağdıç bütün, hali ile güveyiden sorumlu olduğu için, bilhassa çok içmemesine ve bir zarar gelmemesine dikkat ederdi. Samah daha kurulmadan güveyi giydirilirdi. Güvey Giydirilmesi : Kız evi Perşembe günü öğleden sonra oğlana iç çamaşırı, fes, tabaka, sigara, çakmak, ağızlık, çorap, tesbih, traş takımı ve harçlık konmuş bir cüzdanı kefeye sarılı olarak gönderirdi. Güvey bir kaç arkadaşı ile giyim odasına gelir ve bohça açılırdı. Evvela gömleği çıkarılır, mahallede anası, babası sağ olan bir çocuk bulunarak, gömlek çocuğun başından geçirilir, sonra güvey giyerdi. Güvey Hamamı : Perşembe sabahı güvey, sağdıcı, yakın arkadaşları ve çalgılarla birlikte hamama giderlerdi. Hamamı yakın arkadaşlarından veya akrabalarından birisi tutar, misafirlerin sabun, çay, kahve ve yıkama paralarını hamamı futan öderdi. Hamamdan sonra hep beraber çalgılarla eve dönülürdü. Oğlanın varsa kız kardeşi, babası ve yakınları kızı almak için giden kafileye katılırdı. Gelin iki türlü getirilirdi: Birincisi kız çeyizleri arasında şilte ve kaynataya bir baş yastığı göıürmüş ise gelin tahtırevanla, ikincisi ise, yaya gitme zorunda idi. Yüz Açımı: Ertesi gün yüz açımı yapılırdı. Oğlan evinde bu düğüne çift örtme de derler. Çalgılar çalınırken kayınvalide gelinini sağ yanına almak suretiyle oturur, gelin ayakta divan durur; kaynana ile selavat1aşır, yaşına göre el öper, böylece oğlan evinin düğünü bitmiş olurdu.
-
NİĞDE YEMEKLERİ OĞMA ÇORBASI Malzeme: 1 su bardağı un, 2 yemek kaşığı tereyağı, 6 su bardağı su, Tuz ve Kırmızı Toz Biber Yapılışı: Bir tencereye suyumuzu koyup kaynamaya bırakın. Daha sonra suyumuz kaynarken, bir kabın içinde unu üzerine suyu yavaş yavaş serpiştirerek karıştırın. Sert hamur haline getirin ve ellerinizle ovuşturarak, iki el arasında ovalayarak mercimek büyüklüğünde taneler oluşturun. Ve kaynamakta olan suyun içerisine yavaş yavaş ve karıştıra karıştıra dökün. 8-10 dakika kaynattıktan sonra, ateşten indirin ve üzerine bir su bardağı soğuk su gezdirin. Diğer bir kapta tereyağımızı eritelim ve yağımız kızarınca toz biberimizi dökerek kavuralım. Biberimizin yanmamasına özen gösterelim. Daha sonra yağımızı çorbamızın üzerine gezdirerek servise hazır hale getirebiliriz. Arzu ederseniz üzerine nane ilave edebilirsiniz. AYVA BORANİSİ Malzeme: 3 çorba kaşığı Katı yağ 200 gr. Kuşbaşı kuzu eti 1 su bardağı Pekmez 4 su bardağı Su Tuz Yapılışı: Yağı bir tencerede eritin. Yağ kızınca, etleri verdikleri suyu çekinceye kadar kavurun. Suyu ekleyip bir taşım kaynatın. Köpüğünü alın. Kapağını kapatıp, ateşi kısarak yaklaşık 30 dakika pişirin. Ayvaları, kabuklarını soyup ikiye bölün. Çekirdek yataklarını alıp, dilimleyin. Ayva dilimlerini pişen etlere katın. Pekmezi ekleyip karıştırın. Tuzunu ayarlayın, yumuşayıncaya kadar orta ateşte yaklaşık 20 dakika pişirin.ateşten alıp, sıcak olarak servis yapın. ELMA AŞI Malzemeler: 1,1/2 kg elma, 1,1/2 kg parça et 1 tatlı kaşığı tuz 1 su bardağı sarımsaklı yoğurt 2 yemek kaşığı tereyağı Yapılışı: Elmalar 4-5 parçaya dilimlenip ortaları temizlenerek yıkanır Et kuşbaşı şeklinde doğranıp yıkanır, bir tencereye alınır İçerisine ölçülü yağ konulduktan sonra kavrulur. Üzerine ayıklanmış elmalar konup et ve elmalar yumuşayıncaya kadar 35- 40 dakika pişirilir. Sarımsaklı yoğurtla ikram edilmelidir. YUVALAK Malzemeler: 1 soğan, 250 gr kara et, 2 su bardağı köftelik bulgur 1 çay kaşığı karabiber 1 çay kaşığı tarçın 2 yemek kaşığı kırmızı biber 2 su bardağı sıvı yağ 1 tutam tuz Yapılışı. Et dövülerek sinirlerden ayrılır Soğan soyulup yıkandıktan sonra doğranır. Bulgur bir tepsiye alınır Döğülmüş et, soğan, karabiber, tarçın, tuz ve kırmızı biber konur. Bu karışıma az su alınarak iki elle köfte kıvamına gelinceye kadar yoğrulur Fındık büyüklüğünde parçalar alınarak yuvalanır (Yuvalama sırasında el ara sıra suya batırılmaiıdır ) Içıne 4-5 su bardağı su konmuş tencereye atliır Üzerıne tuz ilave edilır. bır kaç taşım kaynatıldıktan sonra süzgeçte süzülür Istenen yerde kullanılır. KENGER AŞI Malzemeler 1 kg. kenger 1/2 kg parça et 1 yemek kaşığı salça 1 yemek kaşığı sade yağ 1 su bardağı yoğurt 2 diş sarımsak tuz Yapılışı. Kengerlerin iki tarafı kesilip yıkanır Y ağ bir tencereye konup et ilave edilerek kavrulur Daha önceden ayıklanmış kengerler ete ilave edilip soluncaya kadar kavrulur Salça ilave edilıp kavurmaya devam edilır Uzerıne 4-5 su bardağı su konup 40- 45 dakika haşlanır Yoğurda katılır. Sıcak kenger yemeği üzerine sarımsaklı yoğurt dökülerek servis yapılır. (Kenger yabani dikenli bir bitkidir ). PANCARLI AŞ Pancarı doğrayarak içine bulgur atıyorsun. İçerisine bır tutam tuz ilave edip suyuna koyarak 35-40 dakika pişmesini beklıyoruz. Sonra şeker veya pekmez ilave ederek yemeye hazır bir hale geliyor. KUYMAK Malzemeler 1 su bardağı un 3 su bardağı su 5 yemek kaşığı sade yağ 1 su bardağı pekmez veya şeker Yapılışı 3 yemek kaşığı sade yağ bir tavaya konur, un eklenir, pembeleşinceye kadar hatıf ateşte kavrulur Ôlçülü su ılave edilıp kaynayıncaya kadar karıştırılır ateşten alınır. Kalan yağ bir tavada iyice kızdırılır, kuymakın üzerınde gezdırilir. Şeker veya pekmez dökülerek sıcak sıcak servis yapılır. TARHANA ÇORBASI Malzemeler: 3 çorba kaşığı tarhana 1 çorba kaşığı katıyağ 6 su bardağı su 1/2 çorba kaşığı salça 3 diş sarımsak 1 tatlı kaşığı kuru nane yeterınce tuz biber Yapılışı Önce tarhanayı bir kaseye koyup bir bardak su içinde ıslatınız, bu ıslatma işi 10-11 dakika kadar sürmeli. Tarhananız ıslana dursun, siz bu arada bir tencereye bir çorba kaşığı yağı koyup, içme ezilmiş salçanızı katmız. Sarımsağı soyup havanda dövdükten sonra yağın içine atınız. Bu karışımın üstüne 6 bardak suyu döküp karıştırınız. Tencereyi orta hareretli ateşin üstüne koyup ısıtmaya başlayınız. Yağınız suyun içerisinde eriyıp suyunuz ılıklaşınca, suda ıslattığınız karhanayı tencereye dökünüz Devamlı karıştlrarak pışırmeye devam edinız. Çorba ısındıkça koyulaşacaktır. Tarhana çorbasını devamlı karıştırmak gerekir, yoksa tarhana suyla iyice bütünleşmez, topak topak kalır. Çorbanız göz göz kabarmaya başlayınca bir taşım daha kaynatıp ateşten indiriniz. Üzerine kuru nanesini serpip, sıcak ikram ediniz. SU BÖREĞİ 7 yumurta, un, tuz ve karbonat karıştırarak hamur yapılır. Yoğrulan hamur yumak yapıp ınce bır şekılde açılır. Tuzlu su yapılarak bir kısım soğuk ve bır kısım kaynatılmak üzere açılan hamur önce sıcak, sonra soğuk tuzlu suya bırakılır. 7 tane icne açılmış hamur üzerine önceden hazırlanan iç (kıyma, soğan, maydanoz ve nane karıştırılarak kavrulur) döşenip üzerine 6 tane ince açılmış önce sıcak sonra soğuk tuzlu sudan geçirilerek döşenir. Üzerine yağ sürülerek fırına verilir. DOMALAN BORANİSİ (Keme Boranisi) Malzemeler. 1,5 kg keme 1,5 kg. orta yağlı parça et 2 su bardağı yoğurt 2-3 dış sarımsak 2 yemek kaşığı sade yağ tuz Yapılışı: Etler kuşbaşı doğranır, tencerede yağ ile 15-20 dakika kavrulur Kemeler yıkanıp fındık büyüklüğünde doğranır Kavrulmuş ete ilave edilip kemelerde hafıf kavrulur Üzerıne 3-4 su bardağı su ilave edilıp et ve kemeler yumuşayıncaya kadar pişirilir. Köfteler yapılır. Yemeğin üzerine küfteler konarak servis yapılır. Not: Keme, Adanolunun bazı yörelerinde "Domalan" denilen patates cinsinden yabani bir sebzedir. KÖFTER Malzemeler. 20 kg kabarcık üzüm 1 kg Havara 3 kg Nişasta (Buğday) 1 kg un Yapılışı. Üzümler yıkanıp kötüleri ayıklanır. Tekneye konur üzerine havara serpilip ayaklar yardımıyla iyice ezilir. Süzülen sular büyük şıra kazanlarına alınır, ateşe konur, bir kaç taşrım kaynatılır. Kollu taş yardımıyla bakır teştlere (Leğenlere) alınır doldurulmaya bırakılır. Şira kazanı yıkanır, tekrar ocağa konur. Durulmuş şerbet Küfret bezi ile süzülür tortusu alnıır. Tekrar şire (Şıra) kazanına konur kaynamaya bırakılır. Kaynamaya başladıktan sonra 1-1 , 5 saat daha kaynatılır. Şerbetten bir kaç kollutas leğene alınır, soğutulur un ve nişastası eklenip karıştılır, karışım kazana konur. Şire küreğiyle karıştırılarak bulamaç haline gelinceye kadar pişirilir. Şerbetten kollutas yardımayla almır önceden hazırlanmış ortalama bır metre boyunda 75 santimetre enindeki köfter bezlerıne incecik yayılır. Bezlerin ön ve arka yüzleri kurutulur (1-2 gün). Bezlerden çekileceği zaman arka yüzleri ıslatılır. Yavaş yavaş çekilip çıkarılır, aralarına nişasta serpilip katlanır. Kış geceleri ceviz ve fıstığa sarılarak yenilir. MANGIR ÇORBASI Malzemeler: 1 su bardağı kuş gözü erişte 8-10 adet erik kurusu 1 avuç kesme erişte 8-10 kayısı kurusu 1 su bardağı pekmez 30 gr tereyağı 8 su bardağı su tuz Hazırlanışı: Kayısı ve erikleri ıslatın. Tencereye alıp 8 bardak su ekleyin ve kaynatın. Kuş gözü erişteyi ilave edip karıştırarak pişirin. Yumuşamış kayısı ve erikleri küçük küçük doğrayıp tuzla birlikte çorbaya ekleyin. Pekmezi ekleyip kaynatın. Tencereyi ocaktan alın. Tavada tereyağını eritip 1 avuç kesme erişteyi ekleyerek kavurun. Çorbayı servis tabaklarına paylaştırın. Erişteyi ekleyip sıcak olarak servis yapın. Not: Bu çorba evdeki malzemelerin bir araya getirilerek üretildiği, yokluk yıllarının yemeğidir. Kuş gözü, minik kare şeklinde kesilmiş erişteye denir. Bu yemekte kullanılan erik türü, can erik ya da ilitiri denilen ekşi eriktir. NİĞDE TAVASI Malzemeler: 1 kg kuşbaşı koyun eti yarım kg sivribiber 1 kg domates 1-2 diş sarımsak 30 gr tereyağı tuz, karabiber, kırmızı tozbiber Hazırlanışı: Toprak ya da bakır fırın kabına önce ince doğranmış sivribiber, küp şeklinde doğranmış domates ve yağı ekleyin. Üzerine etleri ve soyulmuş sarımsakları yayın. Tuz ve baharatı ekleyip susuz şekilde fırında pişirin. AYVA BORANASI Malzemeler: 5-6 parça koyun ya da kuzu incik eti 3-4 iri ayva 1 su bardağı haşlanmış nohut 30 gr tereyağı 1 kahve fincanı pekmez 1 kahve fincanı su tuz, karabiber Hazırlanışı: Tencerede tereyağını eritip kuşbaşı eti kavurun. 1 fincan su ekleyip kısık ateşte iyice pişirin. Ayvaları yıkayıp dilimleyin. Et suyunu çekince haşlanmış nohut, ayva, pekmez, tuz ve karabiberi ilave edin. Çok az su ekleyip kısık ateşte pişirin. Sıcak olarak servis yapın. HALVETER Malzemeler: 1 kase un 2 su bardağı üzüm pekmezi 30 gram tereyağı 1 tutam tuz Hazırlanışı: Tavada tereyağını eritip unu pembeleşinceye kadar tahta kaşıkla karıştırarak kavurun. Tavayı ocaktan alın. Pekmezi azar azar ilave edin. Düzgün ir karışım elde edinceye kadar sürekli karıştırın. Tavayı ocağın üzerine alın. Bir tutam tuz ekleyin. Kısık ateşte tahta kaşıkla sürekli karıştırarak pekmezi una yedirin. Helva kaşığın etrafında toplanıp dönüyorsa tabağa alıp cevizle süsleyin. Ilık olarak servis yapın
-
NİĞDE COĞRAFİ YAPISI İlin Coğrafi Durumu: Niğde İli coğrafi konum itibariyle güneyde 37 derece 10 dakika N ve kuzeyde 38 derece 58 dakika N paralelleri ile Batıda 33 derece 10 dakika E ve doğuda 35 derece 25 dakika E meridyenleri arasında bulunmaktadır. İlin Topografyası ve Jeomorfolojik Durumu: İlin kuzey ve doğusu oldukça engebeli, orta, güney ve batısı ise,düz denecek kadar az engebelidir.Kuzeyde Niğde masifi ortalama 2000 metre yükseltide olup,yer yer 2700 metreye erişen tepelere sahiptir.Ancak yükselti kuzeyden güneye doğru azalır.Doğuda yer alan ve yüksekliği Demirkazık tepesi ile 3 734 metreyi bulan Aladağlar, Ecemiş fayı ile sınırlandırılmış olup,burada dik falezler oluşturulmuştur.İlin,volkanik kayalarla örtülmüş orta ve batı kesimleri,1000-1200 metre yükseklikte olup,bu değer güneye doğru giderek artar ve başmakçı köyü civarında 1500 metreye erişir. Niğde ilinin önemli yükseltileri: Hurç dağı (2887 m),Karabel Tepe (2014 m),Evliya Tepe (2105 m), Atizi Tepe (2256 m),Aşığediği Tepe (2703 m),İt Ulumaz Tepe (2167 m),Göbekli Tepe (1512 M),Koyak Tepe (2396 m),Karlık Tepe (2299 m) dir. JEOMORFOLOJİK GÖRÜNÜM Yapısal şekiller bir bütün olarak değerlendirildiğinde dağlık alanlar ve ovalar alanlar olarak iki büyük birim ayırt edilir. OVALIK ALANLAR Niğde ilinin kuzeydoğusunda geniş yer kaplayan misli ovası ile,güneybatıda yer alan Bor ovası iki büyük birimi oluşturur. Her iki ova içinde Niğde merkezinin yer aldığı kuzeydoğu-güneybatı doğrultulu bir depresyonla birbirine bağlanır. Tektonik çöküntü ile oluşan bu ovalar,önce volkanik alanlarda çıkan piroklastik materyallerle,sonradan dağlık alanlarda gelen alüvial dolgularla doldurularak alüvial dolgu ovaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Pleistosen’den itibaren akarsularca yarılan bu alanlar,dağlık alanların kenar kesimlerinde plato karakterini almıştır. Kenarlarında geniş alanlar boyunca uzanan birikinti koni ve yelpazeleri dikkat çekicidir. Kuzeybatıda Melendiz dağı ve Göllüdağ ile çevrili olan Melendiz ovası,geriye aşınımla batıdan bölgeye sokulan Melendiz suyu ve kolları ile yarılarak boşaltılmış geniş bir düzlük alandır. Diğer taraftan dağlık alanlar arasında akarsu vadileri boyunca uzanan akarsu boyu ovaları da görülmektedir. Güneyde Tabur dağı önlerinde bulunan Kılan ovası,doğuda Hanağzı,dere boyunca uzanan ova ile Kemerhisar güneyindeki Ovacık ovası başlıcalarıdır. AKARSULAR: Bölgede dağlık alanların geniş yer kaplaması,yükselti nedeni ile yüksek değerlerde yağış alması bölgede sık bir akarsu ağının kuruluşuna neden olmuştur. Çoğunluğu mevsimlik olarak ilkbahar aylarında karların erimesi ile debilerinin yükseldiği bu akarsular volkanik alanlarda radyal sıradağlar üzerinde paralel drenaj karakterinde kısa boylu ve gür akışlıdırlar Hasandağı, Melendiz dağı, Göllüdağ; güneyde Tabur dağı, doğuda Hurç dağı, Kösedilin dağı ve Pozantı dağı ile güneybatıda Hışır dağı, akarsuların sularını aldıkları ana dağıtım merkezlerini oluştururlar. Karasu deresi, Ecemiş suyu Uluırmak başlıca ana akarsuları oluşturur. KARASU : Aktaş yakınlarından doğarak, kuzey-güney doğrultusunda uzanırken Gümüşlerden Kerci deresini, Niğde şehir merkezini geçtikten sonra Uzantı dersini alır. Yer altı ve kaynak suları ile beslenen Karasu Bor ovasında kaybolur. Üzerinde Akkaya barajı yer alır. ECEMİŞ SUYU : Kaynağını Aladağlardan alır. Kuzeydoğu-Güneybatı doğrultusunda ilerlerken Çamardı yakınlarında içkuyu deresini alarak Yelatan güneyinde il sınırından çıkarak, Seyhan kolu Güngör deresine karışır. ULUIRMAK : Melendiz dağlarından doğduktan sonra Asmasız ve Ramat kısımlarından gelen kaynak sularıyla beslenir. Çiftlik ve Melendiz ovasını geçerek Ihlara vadisine ulaşır. DAĞLAR Niğde’ye yüksek bir görünüm kazandıran yüksek dağlık ve tepelikleri oluşum ve gelişimleri itibarıyla üç grupta değerlendirebiliriz. a- Orta Torosları oluşturan ve Ecemiş koridoru ile birbirinden ayıran Bolkarlar ve Aladağlar sıradağları b- İç Anadolu volkanizması içinde önemli bir yere sahip olan parezit ve piroklastik konileriyle bir bütün oluşturan volkanik dağlar, c- Ovalık alanların ortasında yükselen flüvial erozyon ile çevresinin aşılandırılması sonucunda tek başına yüksek bir görünüm sunan farklı aşınma ile oluşmuş dağlar. 1- Sıradağlar: Kambrienden başlayan Miosen başlarına kadar çeşitli fasies ortamlarında gelişmiş kısmen metamorfizmaya uğramış, sonradan kıvrımlanarak yükselmiş tortul kayaçlardan meydana gelen Toros Dağları’nın orta bölümünde yer alan Bolkarlar ve Aladağlar iki önemli yüksek sıradağı oluştururlar. Eosen sonu Oligosen başlarından itibaren şiddetli tektonik hareketlerle yükselerek karasal ortam şarlarına giren Toroslar, Miosen başlarından itibaren morfoklimatik denüdasyonal süreçlerin etkisinde; Morfolojik evrim sırasındaki tektonik hareketlerle faylanarak basamaklanmış ve değişik ortam koşullarında işlenerek bugünkü görünümlerini almışlardır. Çok değişik yaş ve cinsteki kireçli kayaçlardan meydana gelen bu dağlık alanlar üzerinde oldukça gelişmiş yüzey ve derinlik karstik şekilleri oluşmuştur. Bu nedenle bölgede bol miktarda yer altı drenaj kanalları ve turizme açılabilecek nitelikte mağaralar yer almaktadır. Diğer taraftan Anadolu penepleninin yüksek çatı düzlüklerini oluşturan 3000 metrenin üzerindeki yerlerde başta sirk gölleri olmak üzere birçok buzul şekli gözlenmektedir. Bolkarkar’daki Akgöl, Kargöl, Çinigöl; Aladağlardaki Karagöler, Dipsizgöl, Yedigöller, trekking ve dağcılık faaliyetleri amacıyla dağ turizmi açısından da önemli buzul göllerdir. Bolkar Dağları kuzeydoğu uzantıları ile Aladağlar’ın güneybatı uzantıları arasında bulunan KKD-GGB doğrultulu fayın yer aldığı Ecemiş Koridoru ile birbirinden ayrılırlar. Bolkar Dağlar’ında Medetsiz Tepesi (3524 m) ve aldağlar’da Demirkazık (3756 m) en yüksek noktaları oluştururlar. 2- Volkanik Dağlar: Toros Dağları’nın bir bütün halinde yükselmesiyle birlikte iç kesimde tektonik hareketlerin etkisiyle yüzeye enjekte olan mağma bölgede aktif volkanizmayı başlatıp. Kayseri Erciyes’e kadar uzanan, kabaca güneybatı-kuzeydoğu doğrultulu bir hat üzerinde İç Anadolu volkanik kütleleri meydana gelmiştir. Aksaray ile Niğde Arasında yer alan Hasan dağı (3268 m) Keçeboyduran (2727 m) Niğde’nin yaslandığı Melendiz Dağı (2936 m) ve kuzeybatıda Göllüdağ (2143 m) başlıca volkanik dağlardır. Miosen ortalarından itibaren değişik dönemlerde değişik karekterde çıkardıkları lav akıntıları ve tüfler akarsularca yarılarak volkanik koni alanlarını çevreleyen arızalı platoluk bir görünüm oluşturmuştur. Çalışmalarda Plio-Kuaterner’e atfedilen volkanizmalar sırasında andezit bazalt karakterli lavların yanı sıra bol miktarda kül, lapili tüf ve aglomeralardan oluşan piroklastik materyal çevreye yayılmıştır. Özellikle Niğde ve çevresinde yer alan bu kolay kazılabilir ve işlenebilir materyaller, tarih içerisinde bölgede yüzlerce yer altı şehrinin oluşmasına imkan tanınmıştır. 3- Tepelik Alanlar: Bunlar, ya volkanik alanlarda yükselen volkanik parazit veya piroklastik koniler, ya çevresine göre nispeten sert ve dayanıklı kayaçlardan meydana gelmiş akarsu erozyonu ile çevresi aşındırılarak çevreye göre yüksek görünüm almış farklı aşınımla oluşmuş tepelikler ya da tarihi höyükler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Misli Ovası’nda görülen Yaslı Tumba Tepe, Hasan Tepe, Yumru Tepe farklı aşınımlı oluşup Bor Ovası Çukurkuyu-Altunhisar hattının batısında görülen tepelikler volkanik kökenli olurken; Karahöyük, Köşkhöyük, Kınıkören Höyüğü, Misli Ovasında Höyükhan Höyüğü da tepelik alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. GÖLLER Niğde ili göller bakımından zengin olmamakla beraber oluşum ve gelişimleri birbirinden farklı göllere de sahiptir. Aladağlar ve Bolkar dağları üzerinde buzul aşınması ile oluşmuş sirk gölleri yer almaktadır. Akgöl, Alagöl, Çinigöl, Yedigöl, Karagöl başlıcalarıdır. Hasan dağı göllü dağ üzerinde volkanik krater gölleri yer alırken, Kuzeyde ki Narlı göl ise volkanik çöküntü Nar gölü olarak oluşmuştur. Volkanik menşeli bu göller, göl çanaklarına volkanik kayaçlardan oluşması nedeni ile acı su karakterindedir. Narlı göl yeraltından sıcak su kaynakları ile beslenmesi nedeni ile mineralce zengin suları acı bir göldür. İKLİM Niğde'de kara iklimi görülür. Kara iklimi nedenleri ise; etrafının dağlarla çevrili olması, deniz seviyesinden 1200 m. yükseklik göstermesi, denizin bunaltıcı etkilerini ve denizden gelen rüzgarları alamaması, kuzeyden gelen soğuk rüzgarlara açık olmasındandır. Bu durumda Niğde'nin genel iklim özelliği; yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlıdır. Yağışlara kar halinde kışın, yağmur halinde ilkbaharda rastlanmaktadır. Sıcaklık ve Güneşlenme Niğde kuzey yarımkürenin orta kuşağında bulunmaktadır, en sıcak ay ortalaması Temmuz ayına, en soğuk ay ortalaması ise Ocak ayına rastlar. Gerek mevsimler arasındaki sıcaklık farkı, gerekse gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı kara iklimin en açık örneğidir. Bu durumda Niğde'de 16 yılda yapılan gözlemlere göre sıcaklık ortalaması 10 C dir. Tesbit edilen maksimum (En yüksek 37.7 C° dir) Temmuz ayına, Minimum (En düşük 21 C° dir.) Şubat ayına rastlar. Yağışlar Kış aylarında yüksek basıncın etkisiyle Niğde'de değişik bir yağış rejimi görülür. İlkbaharda yüksek basıncın etkisi altında ve batıdan gelen alçak basınç merkezleri Niğde'yi etkisi altında bırakır. İlkbaharın gelmesiyle gölgede sıcaklık derecesi yavaş yavaş yükselir. Yüksek basıncın hakimiyeti doğuya çekilir. Bu çekiliş ilkbaharda deprasyon yağışlarının meydana gelmesine sebep olur. Nisan, Mayıs ve Haziran'ın ilk yarılarına kadar sağanak halinde, bazen de sürekli yağış yapan şartları görülür. Niğde'de yağış ortalaması 0.9 mm. (Milimetre) dir. Yağış en fazla olduğu ay 78.5 mm ile Nisan, en az olduğu ay ise 0.2 mm ile Temmuz ayıdır. Nemlilik Niğde'de ortalama nisbi nem % 56 dır. Nemin en fazla olduğu ay % 80 ile Şubat, en düşük olduğu ay % 28 ile Ağustos ayıdır. Bitki Örtüsü Yağışların azlığı sebebiyle ormanlık bölge azdır. Ormanlar Toroslar bölgesinde, Hasan ve Melendiz dağlarının yüksek yamaçlarında bulunur.
-
Niğde Genel Bilgileri İç Anadolu Bölgesi’nde, Orta Kızılırmak Bölümünde yer alan Niğde, kuzeyinde Kırşehir ve Nevşehir, doğusunda Kayseri, güneydoğusunda Adana, güneyinde Mersin, güneybatı ve batısında Konya, kuzeybatısında da Ankara ili ile çevrilidir. Niğde’nin batı kesimi dalgalı düzlükler, kuzey, orta, doğu ve güney kesimleri dağlık alanlardan oluşmuştur. İlin kuzeyini Ekecek (Ekecik) Dağı (2.137 m.), orta kesimini Melendiz-Hasan Dağları, güneyini ve doğusunu Orta Torosların uzantısı olan Bolkar Dağları ile Aladağlar engebelendirmektedir. Niğde’nin en yüksek noktası Aladağlar üzerindeki Demirkazık Doruğu’dur (3.756 m.). Onun dışında Lorut Dağı Kol Tepesi’nde (3.588 m.), Aladağ Huş Tepesi’nde (3.333 m.), Hasan Dağı (3.268 m.) ve Pozantı Dağı (2.703 m.) ilin diğer yükseltileridir. İlin doğu kesimindeki Obruk Platosu, Aksaray Ovasının uzantısı ve Ereğli Ovasının kuzeydoğusu düzlük alanlardır. İlin kuzeyindeki Ekecek Dağı’ndan kaynaklanan sular, Kızılırmak vasıtası ile Karadeniz’e dökülür.Kuzey ve kuzeybatıdaki küçük akarsuların bazıları Tuz Gölü’ne dökülürken, bazıları da bataklıklarda sona erer. İlin en önemli akarsuyu Melendiz Dağı’nın yamaçlarından kaynaklanan, Ihlara Vadisinden akan Melendiz Suyu’dur. Bunların yanı sıra Niğde’nin orta kesimlerinden kaynaklanan küçük dereler il içerisindeki kapalı havzalarda sona erer, bazıları da Ereğli Ovasına kadar uzanır. Niğde’de Obruk ismi verilen küçük göller bulunmaktadır. Bunların yanında Gebere, Mamasın, Akkaya ve Gümüşler Barajlarından ötürü küçük yapay göller de vardır. Ayrıca Tuz Gölü’nün güneydoğu kesimi il sınırları içerisinde kalmaktadır. Yüzölçümü 7.795 olan ilin toplam nüfusu 348.081'dir. Orman açısından yoksul olan ilin bitki örtüsü bozkır (step) görünümündedir. İlde, İç Anadolu Bölgesi’nin özelliğini taşıyan Karasal İklim hüküm sürmekte olup, yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve genellikle kar yağışlıdır. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık ve sanayie dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında; buğday, arpa, çavdar, patates, ayçiçeği, şeker pancarı, soğan, nohut, mahluttur. Meyvecilikte ise, elma başta olmak üzere, kavun, karpuz, üzüm yetiştirilir. Ayrıca domates, lahana gibi sebzeler de yetiştirilmektedir. Hayvancılıkta küçük ve büyükbaş hayvan besiciliği yapılmakta olup, özellikle sığır, koyun, kıl keçisi, Ankara keçisi yetiştirilir. Hayvansal ürünler sucuk ve pastırma yapımında, süt ürünleri fabrikasında değerlendirilmektedir. İlde halıcılık ve düz yaygı dokumacılığı oldukça yaygındır. Niğde kalkınmada öncelikli iller kapsamında olup, ilde un, nişasta, şeker, meyve suyu, şarap, yem, yün ipliği, halı, çimento, beton direk, tuğla, kiremit, makine yedek parça fabrikaları ile tuz üretim ve ambalaj tesisleri bulunmaktadır. Niğde yer altı kaynakları bakımından oldukça zengindir. Antimon, civa, volframit, tuğla ve kiremit hammaddesi, kurşun, çinko, demir, jips, altın ve gümüş içeren yataklar vardır. Niğde’nin en eski adının Nahita veya Nekide olduğu sanılıyor. Bu addan ilk önce ünlü tarihçi İbn Bibi bahsetmiştir. XIV. yüzyılda Nakide kelimesi Nikde, Nigde okunacak şekilde yazılmış, bu sözcük Cumhuriyet döneminde de Niğde şekline dönüşmüştür. Niğde tarihinin Neolitik Döneme (M.Ö. 7250-5500) kadar indiği, Bor Bahçeli Kasabası Roma Havuzu yakınındaki Köşk Höyük’ten ve Bor Pınarbaşı Höyüğünden çıkartılan eserlerden anlaşılmaktadır. Ayrıca Hitit Dönemine (M.Ö. 2000-7000) ait eserler ise Kömürcü Köyü Göllüdağ Örenyeri’nden çıkartılmıştır. Helenistik Dönemde (M.Ö.330-30) Niğde bölgesi Büyük İskender’in komutanlarından Eumenes’in kurduğu Pergamon Krallığı sınırları içerisinde kalmıştır. Tepe Bağları ve Ulukışla Porsuk Höyük kazılarından bu döneme ait eserler ortaya çıkarılmıştır. M.Ö. 30 - MS. 395 yıllarını kapsayan Roma Döneminde Niğde bölgesi tarihinin en önemli dönemlerinden birini yaşamıştır. Bu dönemde Tyana (Kemerhisar Kasabası) çevresinde yoğun bir yapılaşma görülmektedir. Saraylar, mabetler, su kemerleri ve yerleşim birimleriyle oldukça büyük bir kent konumuna getirilmiştir. M.S. 395 yılında ise Bizans egemenliği altına girmiştir. Bizanslılar zamanında yöre, Sasani, Pers ve Arapların istilalarına uğramıştır. Tyana kenti 931 yılındaki Arap İstilası sonucu büyük ölçüde yıkılmıştır. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Niğde yöresine Türkmen boyları yerleşmiştir. Anadolu Selçuklu Hükümdarı I.Alaeddin Keykubat zamanında Niğde ve yöresi parlak bir dönem yaşamıştır. Anadolu Selçukluları Kösedağ Savaşında (1243) Moğollara yenilence bölge Moğolların uç beyliği olan İlhanlıların idaresine geçmiştir. 1357 yılında da yöreye Karamanoğulları egemen olmuştur. Fatih Sultan Mehmet zamanında, 1471’de Niğde Osmanlı topraklarına dahil olmuştur. XIX.yüzyıl sonlarında Konya Vilayetine bağlı Niğde Sancağı konumunda idi. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924’te il yapılmıştır. Niğde’de günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Köşk Höyük, Göltepe-Kestel , Porsuk Höyük, Güllüdağ Hitit Kalıntıları, Tyana Örenyeri, Gümüşler Örenyeri ve Manastırı, Kavlaktepe Yeraltı Şehri, Tyana Kalıntıları, Tyana (Kemerhisar) Su Kemerleri, Bahçeli’de Roma Havuzu, Niğde Kalesi (XIII.yüzyıl), Alaaddin Camisi (1223), Sungur Bey Cami ve Türbesi (1335), Paşa Cami (XV.yüzyıl), Şah Mescidi (1413), Hanım Camisi (1452), Dış Cami (XIV.yüzyıl), Bor Ulu Camisi (1410), Rahmaniye Camisi (1717), Ak Medrese (1409), Hüdâvend Hatun Kümbeti (1312), Gündoğdu Türbesi (1344), Şeref Ali Türbesi (1276), Bor’da Sokollu Mehmet Paşa Bedesteni, Sungurbey Kütüphanesi (1335), Saat Kulesi (1866), Başhanı, Sarı Han, Misli Han, Paşa Hanı, Hatıroğlu Çeşmesi, Türk sivil mimari örneklerinden evler bulunmaktadır. Ayrıca, Demirkazık Tepesi, Köşk, Keten Çimeni, Kayardı Bağları, Fertek Fatih Parkı, Bahçeli Gezi, Gebere Barajı Mesire Yeri, Gümüşler Barajı, Kenetçimen Mesire Yeri, Darboğaz Gezi ve Mesire Yerleri ilin başlıca doğal güzellikleridir. Ayrıca ilde Kocapınar Suyu ve Çamuru, Kemerhisar İçmesi, Çiftehan Kaplıcaları bulunmaktadır.
-
Niğde Tarihi Roma İmparatorluğu Zamanı M.Ö. 30 - MS. 395 yıllarını kapsayan Roma devrinde Niğde bölgesi tarihinin en önemli konumlarından birini yaşamıştır. Bu dönemde Tyana(Kemerhisar Kasabası) çevresinde yoğun bir yapılaşma görülür. Saraylar, mabedler, su kemerleri ve yerleşim birimleriyle oldukça büyük bir kent konumuna getirilmiştir. M.S. 395 yılında ise Anadolu Bizans hükümdarlığı altına girmiştir. Özellikle Kapadokya ve Ihlara Bölgesi bu dönemi yansıtır. Niğde bölgesi Bizans hükümdarlığında iken Sasani,Pers ve Arabların istilalarına uğramıştır. Tyana kenti 931 yılındaki Arap İstilası sonucu büyük ölçüde yıkılmıştır. Bu dönemin en güzel ve görkemli eserlerinden birisi Gümüşler Kasabası yakınındaki Gümüşler Örenyeri ve Manastırıdır. Milli Mücadele Dönemi Coğrafi konumu itibariyle Niğde, Akdeniz bölgesini Orta Anadolu'ya ve Sivas başyaylasına dolayısıyla Doğu Anadolu'ya, Ereğli ve Ankara yolları ile de Batı ve Karadeniz bölgelerine bağlayan iki çok önemli boğazı kontrol altında tutmakta idi. Bunlardan birincisi Gülek Boğazı, ikincisi ise Zamantı-Yahyalı yolu idi. Çukurova bölgesi işgale başlanır başlanmaz Niğde’de bulunan 41 nci Tümen’in mevcut askerleri ve Niğde, Bor ve Pozantı gönüllülerinin oluşturdukları Kuvayı Milliye, Pozantı’nın olası bir işgale karşı muhafazası için bölgeye yerleşti. Stratejik noktaları kontrol altına aldı ve buradan gelecek herhangi bir düşman saldırısını bertaraf etmeye hazır bir konuma geldi. Bu iyi tahkimat ve konuşlanma sayesinde bu bölgeden düşman girememiştir. Pozantı’da alınan bu tedbirlerin diğer bir geçiş yolu olan Zamantı-Yahyalı yolu üzerinde de alınması gerekiyordu. Fransızların Kozan’ı ele geçirdikten sonra yukarıdaki yol ile Aladağlar’ı aşıp Orta Anadolu’ya girecekleri anlaşılınca, hemen bu bölgede faaliyetler başladı. Aladağlar’ın gerek güneyi, gerekse kuzeyinde hızlı bir harekete girişildi. 1920 yılı Kasım ayı başlarında Yahyalı’da adı geçen yolu kontrol altında tutacak 50 kişilik bir birlik oluşturuldu. Bu birliğin komuta kademesi, askerinin bir kısmı ile silah ve mühimmatını Niğde ‘den temin ediyordu. Fransızların ilerleme ihtimalleri arttıkça bu yoldaki tahkimat ve alınan tedbirlerde artıyordu. Nitekim 20 nci Kolordu Komutanı A.Fuad Bey’in Çukurova Bölge Komutanı Kemal Bey’e verdiği emirde; “Niğde Bölgesinde tertip edilen müfrezeler, kararlaştırıldığı gibi Karaisalı bölgesine gideceklerdir. Yahyalı’da bir nizamiye bölüğü ile milli müfrezeler, Sis dolaylarına hareket edeceklerdir...”Alınan bu tedbirlere rağmen, bazı Ermenilerin öncülük ettiği bir grup Fransız öncü birliği Ulupınar Köyü yakınlarındaki bir mağraya kadar ulaşabildiler ve burayı karakol yaparak bir müddet burada kalmaya çalıştılar. Bunu haber alan 41 nci Tümen Komutanlığı, Şükrü Efendi komutasındaki bir taburu bölgeye gönderdi. Anılan birlik Yahyalı’ya ulaşınca Ulucami yanındaki medreseyi kendisine karargah yaptı, çevre köyler, aşiretler ve Yahyalı ahalisini teşkilatlandırarak bir strateji hazırlamaya başladı. 41 nci Tümen Komutan Yardımcısı Yarbay Mümtaz Bey’in bölgeye gelip komutayı ele almasından hemen sonra başlayan çatışma kısa sürede başarıya ulaştı, düşman askeri imha edilmişti. Fransızlara yardım eden Ermenilerin pek çoğu bu çatışmada Fransızlarla birlikte muamele gördüler, geriye kalanlar ise bölgeyi terk ettiler. Stratejik olarak bu askeri tedbirleri başarıyla uygulayan Niğde teşkilatı aynı zamanda bölgede meydana gelebilecek anarşik eşkıya hareketlerine karşı da icabeden tedbirleri aldı. Bu suretle Niğde ve civarında Türkiye geneli itibariyle yüksek bir ortalamada bulunan gayr-i müslimlerin olası taşkınlıkları ve iç isyanlarına karşı da gereken tedbirler alınmıştı. Bilindiği üzere bu dönemde cephede eksikliği hissedilen yeğane şey, mühimmat ve erzak idi. Bunların temini hususunda Büyük Millet Meclisi tarafından ilan edilen Tekalif-i Milliye Kanunu herkesin malumudur. Bu büyük ihtiyaç, bütün yurt çapında hamiyetperver insanlarımız tarafından karşılanmaya çalışıldı. Bu hususta da Niğde üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirdi. Gıda maddeleri olarak özellikle buğday, arpa, baklagiller, soğan vs. gibi temel besin maddeleri ihtiyaç duyulan yerlere gönderildi. Niğde’den yapılan bu hayiti destek Mustafa Kemal tarafından yollanan takdirnamelerle ödüllendirilmiştir. Niğde’den yapılan lojistik destek sadece gıda maddeleriyle sınırlı kalmadı. Nakil Vasıtaları, araç-gereç ve giyecek maddeleriyle de devam etti. Niğde’nin yetiştirdiği emekli veya terhis olmuş subay, er vs. askerlerde gönüllü birlikler olarak Batı ve Adana cephelerinde vuruşmuşlardır. Niğde, gerek Heyet-i Temsiliye döneminde, gerekse Büyük Millet Meclisi döneminde Anadolu hareketini gönülden desteklemiş ve bu desteğini Sivas ve Ankara’ya gönderdiği delegelerle de ispatlamıştır. Tarihin İlk İzleri Niğde'nin tarihi ile ilk buluntular, neolitik döneme(M.Ö. 7250-5500) rastlar. Bunlar Bor Bahçeli Kasabası Roma Havuzu yakınındaki Köşk Höyük'ten ve Bor Pınarbaşı Höyüğünden çıkartılan eserlerdir. Anadolu'da Hitit dönemi olarak isimlendirilen M.Ö. 2000-7000 yıllarına ait eserler ise Kömürcü Köyü Göllüdağ Örenyeri'nden çıkartılmıştır. Helenistik dönemde ise (M.Ö.330-30) Niğde bölgesi Büyük İskender'in komutanlarından Eumenes'in kurduğu Bergama Krallığı'na dahil olmuştur. Tepe Bağları ve Ulukışla Porsuk Höyük kazılarından bu döneme ait eserler çıkartılmıştır. Türklerin Egemenliği Başlıyor 1166 ve onu takip eden yıllarda Niğde Yöresi Türklerin eline geçmiştir. Özellikle Anadolu Selçuklular'dan I.Alaeddin Keykubat zamanında parlak bir dönem daha yaşanmıştır. Dönemin valisi Zeyneddin Beşare'nin yaptırdığı Alaedin Camii (1223) ve daha sonra yaptırılan Hüdavent Hatun Turbesi (1312) dönemin günümüze bıraktığı miraslardandır. Anadolu Selçukluları Kösedağ Savaşında (1243) Moğollara yenilence bölge Moğolların uç beyliği olan İlhanlıların idaresine geçmiştir. 1357 yılında ise Karamanoğulları bölgenin yeni sahibi olmuşlar veAkmedrese’ yi yapmışlardır. (1409). 1471 yılında ise Fatih Sultan Mehmet Karamanoğullarını yenilgiye uğratarak Niğde'yi ve diğer bölgeleri almıştır. Osmanlı döneminde Niğde eski önemini büyük ölçüde yitirmiştir. Cumhuriyetin kurulmasıyla 1923 yılında il statüsüne kavuşmuştur. Cumhuriyet Dönemi Osmanlı’nın çöküş dönemi ile başlayan ve çok uzun zamandır süregelen kargaşa ve belirsizlik, Milli Mücadele ile başlayan, Cumhuriyetle devam eden yeni dönemde son buldu. Cumhuriyetle başlayan istikrar, bütün Türkiye’de olduğu gibi, Niğde’de de bayındırlık, eğitim, sağlık, sosyal ve kültürel alanlarda büyük gelişmeleri beraberinde getirdi. Büyük bir kasaba görüntüsünde olan Niğde Merkezi Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yapılan değerli çalışmalarla çehresini değiştirmeye başladı. Atatürk ve O’nun kurduğu Cumhuriyeti gönülden benimseyen, her zaman ona desteğini devam ettiren İllerin başında Niğde gelmektedir. Cumhuriyetin ilan edildiği gün bu mutlu günü top atışlarıyla kutlayan ilk şehir Niğde’dir.
-
Kangal Köpeği TARİHÇESİ Kangal çoban köpeği, Anadolu insanının yüzyıllar boyu çobanın yanında onun sürüsünün kötü niyetli kimselerden ve vahşi hayvanlardan korumuş bir köpek ırkıdır. Babiller zamanından beri varlığı bilinmektedir. Bu köpekler savaş köpeği olarak kullanıldığı gibi at ve aslan avında da kendisinden yararlanılmıştır. Kökeninin Sivas İli Kangal İlçesinden geldiği tahmin edilmektedir. Buna rağmen Yozgat, Kayseri, Çorum, Tokat, Erzurum ve Erzincan'da da saf kanlılarına rastlamak mümkündür. Keza ülkemiz köpek ırklarından Karakaya ve Kızılkaya gibi isimlerle anılan ve ancak kanlarında Türk çoban köpeği gibi bir başka yabancı isim taşımayan ırklarımızla melezlerine ülkemizin her yöresinde rastlamak mümkündür. Ancak birinci derecede saf Kangal Çoban Köpeğini Sivas veya özellikle Kangal İlçesinde bulmamız mümkündür. 17.Yüzyılda Evliya Çelebi Seyahatnamesinde aslan kadar kuvvetli olarak tarif ettiği bu köpeklerden bahsetmektedir. Osmanlı İmparatorluğu kurucularının bu köpeği beraberlerinde Anadolu'ya getirdikleri ve Osmanlının Avrupa'ya yayılmasıyla çoğu Avrupa Çoban Köpeğinin de bu ırktan türediği sanılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu dönemi arşivlerinde, Kangal köpeklerinden bahsedilmekte pedigrili yetiştiriciliği yapıldığı bahsedilmektedir. Kangal Çoban Köpeklerinin bu kadar eskilere dayanan tarihi geçmişten günümüze kadar ırk özelliğini bozmadan gelebilmesini, geçimini koyunculuktan sağlayan çiftçilerin en güvenilir dostu olmasına ve Dünya köpek ırkları arasında kurtlara karşı koyabilen tek köpek ırkı olmasına bağlanmaktadır. Kangal köpekleri en zor iklim ve çalışma şartlarında verilen görevi cani pahasına yerine getirirler. Bakım ve beslenme şartları diğer köpek ırklarına göre daha basit ve ekonomik olması neslinin devamını sağlamıştır. GENEL ÖZELLİKLER Dünyada emsali görülmemiş bir köpek türü olan Kangal Çoban köpekleri, Türkiye'de ve yabancı devletlerde haklı bir üne sahiptir. Özellikle İngiltere ve Amerika'da bu köpekleri sevenler tarafından dernekler kurulmuş, yarışmalar yapılmıştır. Ne acıdır ki yabancı devletlerin göstermiş oldukları ilgiyi, bizler maalesef son on-on beş yıldır göstermekteyiz. Kangal Çoban Köpekleri çok cesur, gayet hızlı ve çeviktirler. Kadın ve çocuklara karşı gayet muhlis, kötü niyetli kişilere karşı son derece caydırıcı bir silah olan Kangal köpekleri çok zeki, ön sezileri kuvvetli ve sahibine aşırı bağlıdırlar. Sahibi tarafından azarlandığı zaman suçlu bir çocuk gibi başını öne eğer,sahibinin gözlerine mahsun mahsun bakarak af edilmesini bekler. Hislerini yalnız hal, hareket, mimik ve jestlerle değil çıkardıkları çeşitli tonlardaki havlamalarla belli ederler. Kangal Çoban Köpekleri görevlerine çok sadıktırlar. Şöyle ki; dağda sürüden ayrılan veya geride kalan koyunun başından günlerce aç ve susuz bekledikleri Kangal çiftçileri tarafından anlatılmaktadır. Kangal Çoban Köpeğine sahip çiftçilerin en büyük gurur kaynağı köpeklerinin kurt boğmalarıdır. Kurt boğan köpeğe sahip olmak onlar için bir ayrıcalık ve övünç kaynağıdır. Yüzyılların ihmaline rağmen ne ırk vasıflarından ne de yüksek ruh yapısından en ufak bir taviz vermemiştir. Kan asaletine çok bağlıdır. Doğuda serbestken bile başka bir karnivorla çiftleşmesi mümkün değildir. 1975 yılında askeri amaçla eğitime alınmış ve asırlardır bu yönde eğitim gören köpek türlerinden çok daha yetenekli olduğunu kanıtlamıştır. İyi bir köpekte bu özellikler olmalıdır: Zeka : Orta-yüksek düzeyde Güvenirlilik : Sürü hayvanına ve sahiplerine zarar vermemelidir. Dikkatlilik : Görevine karşı ilgi ve dikkati bulunmalıdır. Koruyuculuk :Yabancıya karşı reaksiyoner (havlama-saldırı) olmalıdır. Güç : Olası düşmanı durduracak (kurt-hırsız) güçte olmalıdır. Hız : Olası düşmanı kovalayıp yakalayacak hızda olmalıdır. Cesaret :En önemli özellik olarak cesareti söyle- yebiliriz. Çünkü:Cesareti olmayan bir köpek diğer 6 özelliğe sahip olsa da etkili olamaz. Tüm bu özelliklerin hepsini en yüksek düzeyde Kangal köpeklerinde bulmamız mümkündür. İşte bu özelliklerinden dolayı Kangal köpekleri dünya köpekleri arasında hak ettiği değeri ve birinciliğini her zaman koruyacaktır. IRK ÖZELLİKLERİ Burun Ağız Yapısı: Ağız burun yapısı kısa küt çene kuvvetlidir.Dişler sivri ve sağlam, dudakları sarkıktır. Göz, kulak, ağız etrafı ve burun üstüne kadar siyahtır. Gözler : Kafatasına göre oldukça küçük yuvarlakça olup altın ve kahverengi arasında bir renktedir. Göz etrafı siyahtır. Bakışlar canlı ve asildir. Kulaklar : Orta boyda üçgen şeklinde, uçları yuvarlak, kafasına yapışık ve sarkıktır. Kafanın ve Göğüsün Görünümü : Önden bakıldığında aslanı andırır. Kafa iri, güçlü bir boyun ile desteklidir. Boyun : Hafifçe eğik, güçlü ve adaleli, orta boyda, oldukça ayrık, düz, kalın kemikli, ayak bilekleri kuvvetli ve uzundur. Ön göğüs arkasına göre daha geniş ve omuzlar adalelidir. Gövde : Gövde baştan sonra bir kare şeklindedir. Vücut güçlü, adaleli, hiçbir zaman şişman değildir. Dirsek hizasına kadar göğüs derin, karin hafifçe içine çekiktir. Bacaklar : Bacaklar güçlüdür. Ön bacaklar arka bacaklara göre daha güçlüdür. Ayaklar iri yapılı, kuvvetli, parmak bombeli ve siyahtır. Kuyruk : Oldukça yüksek olup, rahat durumda iken düşük ve kıvrık, uyarıldığı zaman sırt üzerinde yüksek ve kıvrıktır. Vücut Rengi Post : Sık bir alt post üzerinde kısa ve yoğun bir tüy yapısına sahiptir. Renk : Bozdan çelik rengine kadar olabilir. Göğüste beyaz bir madalyon bulunabilir. Ağırlık : Erkeklerde 50-60kg Dişilerde 41-59 kg BESLENME Gebe ve Laktasyondaki Köpeklerin Beslenmesi Köpeklerde fötüs, uterus, plesanta ve memelerdeki en büyük gelişme toplam 9 hafta süren gebeliğin son üç haftasında meydana gelir. Gebeliğin ilk dört haftasında normal beslenmeye devam edilmeli, 5. ve 60. haftadan itibaren yiyecek miktarı her hafta % 10 düzeyinde arttırılarak doğum esnasında % 50'ye kadar arttırılmalıdır. Fazla sayıda yavru taşıyan gebe Kangal köpeklerinde gebeliğin son 7-10 gününde iştahsızlık görülebilir. Bu durumda azar azar ve lezzetli yiyecekler vermek faydalı olabilir. Gebeliğin son üç haftalık döneminde uterusun büyümesiyle karın hacmi daraldığı için gebe köpekler günde üç kere beslenmelidir. Gebelik süresince enerji gereksinimi ortalama % 20 artar. Gebelik ve doğum sırasında taze karaciğer, haftada iki-üç defa 15-30 g miktarında verilerek; oldukça etkili bir takviye yapılabilir. Keza protein düzeyinin %2-4 oranında arttırılması yavrularında daha güçlü olmalarını sağlar. Anne köpek, doğumu izleyen birkaç gün yemek defekasyon ve işeme gereksinimleri dışında yavruların yanında olmayı ister. Laktasyon dönemi ortalama 6 haftadır. Kolostrum (ağız sütü) bir-üç gün salgılanır ve bunu giderek çoğalan normal süt izler. Süt salgısı 5.-6. Haftaya kadara artar, sonra azalır. Laktasyon döneminde normal bir süt verimi için ana optimum düzeyde beslenmelidir. Gıda alımı doğumdan sonra artarak, doğumdan 3-4 hafta sonra maksimuma ulaşır. Ergin Köpeklerin Beslenmesi Ergin Kangal köpekleri günde bir defa hep ayn saatlerde beslenmelidir. Orta boy bir köpek için yaklaşık 2 kg'lık bir diyet düzenlenir. Böyle bir diyetin yaklaşık 1/3 'ü et, 1/3 ü tahıl ve sebze karışımı 1/3'ü de su şeklindedir. Diyetin miktarı hayvanın canlı ağırlığına, kondisyonuna ve yaptığı işe göre ayarlanmalıdır. Örneğin köpek zayıf ise ya da fazla çalışıyorsa ilave olarak bir miktar süt, 1 yumurta, bir miktar sebze veya tahıl verilmelidir. Ergin köpeklerde halk arasında yal denilen arpa ununun sıcak su ile hamur haline getirilmesiyle elde edilen mamülden günde 2 kg kadar verilir. Buna ilaveten günde 25 gr. Et, haftada 3 kere haşlanmış ve fazla sert olmayan kemik verilir. Çalışan Köpeklerin Beslenmesi Bu köpeklere dengeli, enerji düzeyi ve sindirilme derecesi yüksek ve lezzetli bir diyet hazırlanır. Bunun 1/4 ü veya 1/3 ünün işten önce, kalanının işten sonra verilmesi tavsiye edilir. Yine şişmanlamaya yol açmayacak şekilde esas diyete ilaveten bazı hafif yiyecekler vermek yararlı olabilir. GÜNLÜK BAKIM Özellikle dışarıdaki kulübelerde barındırılan, bekçilik gibi görev yapan köpeklerin, sağlığını korumak için Tımar denilen temizliğin her gün bir defa uygulanması gerekir. Tımar için çeşitli fırçalar yapılmıştır. İçlerinde madeni telli olanlar vardır. Köpeğin tüyleri uzun ve sert ise madeni fırçalar kullanılır. Fırça önce tüy yatımı tersine, sonra tüy yatımı yönüne olmalıdır. Üzeri tüm yüzeyi tarayacak şekilde uygulanmalıdır. Fırçalama esnasında kırılan ve dökülen kıllar, parmak uçları deride bir tarak gibi kullanılarak temizlenmelidir. Tüyleri yumuşak ve çok dökülen köpeklerde, parmaklar açık bir durumda, el suya batırılarak ve ıslak bir şekilde vücut tarakla taranıyormuş gibi taranarak temizlenmelidir. Keza, bu suyun içine Veteriner Hekimin tavsiye edebileceği dezenfektan bir madde de katılabilir. Bu el masajından sonra bütün vücut bir defa fırçalanıp, özel taraklarla taranmalıdır. Köpeği sık sık yıkayarak temizlemek sağlığı yönünden zararlıdır. Çünkü köpeklerde deride bir terbezi yoktur. Ancak bol miktarda yağ bezleri vardır. Yağ bezleri deride yumuşaklık ve tüylere parlaklık verir. Bol yıkama deriyi kurutur, çatlatır, tüyleri donuklaştırır, çeşitli deri hastalıklarına zemin hazırlar. Yıkama işleri Veteriner Hekimin uygun gördüğü hallerde, saf zeytin yağı ile yapılmış sabunlarla ve ılık suyla yapılmalıdır. Köpek çok kirlenmemişse ayda bir kez yıkanmalıdır. Yıkama köpeğin kuyruğun- dan başlar, başına doğru devam eder. Bu sırada kulaklar ve göze sabun kaçmamasına dikkat edilmelidir. Kulaklar yıkama esnasında pamukla tıkanmalıdır. Bir köpeğin sağlığı bazı organlarına bakılarak kolayca anlaşılır. Gözler: Pembe, sarı görünüşlü ve parlaktır. Akıntı yoktur, bakışlar canlı ve dikkatli olmalıdır. Gözlerde hastalık bulunmamalıdır (Katarakt gibi). Kulak: İç ve kenarları temizdir. Akıntı yoktur, ayrıca kulakta yabancı maddeler, leke, pire bit ve kene gibi parazitler de bulunmamalıdır. Ağız: İç kısımları sarı-pembe görünüşte, dil açık kırmızı, ağızda fena bir koku ve dişlerde diş taşı olmamalıdır. Anüs: Anüs normal bir görünüşte ve temizdir. Pislik ve parazitler görünmez. Ayaklar: Tırnaklar normal uzunlukta, tırnak araları temiz olup, taban normal görünümde ve kabuklanma yoktur. Tırnaklar köpeğin normal yürümesini zorlaştırmayacak ölçüde makasla kısaltılmalıdır. Vücut: Elle temasta hiçbir bölgede köpek irkilme göstermemelidir. İrkilme gösterince o bölgede anormalliğin olduğu muhakkaktır.
-
Aşık Veysel Veysel, 1894 yılının güz aylarında Şarkışla ilçesinin Sivralan köyünde doğmuştur. Şatıroğulları sülâlesindendir. Babası köyde Karacaahmet diye anılan Ahmet’tir. Annesinin adı da Gülizar’dır. Çocukluğu ve gençliği köyde geçmiştir. Veysel, iki iki kere evlenmiştir. Eşlerinin adı Elif ve Gülizar’dır. İl eşiyle sekiz sene evli kalmıştır. Daha sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar’la evlenmiştir. Bu evlilikten de Zöhre Beşer, Ahmet, Hüseyin, Menekşe Süzer, Bahri, Zekine (Sakine) ve Hayriye Özer adlarında yedi çocuğu olmuştur. Gülizar, 29 Ekim 1991’de vefat etmiştir. İki gözü de görmeyen âşık, günlerini babasının Ortaköy’deki Mustafa Abdal tekkesinde kendisine aldığı üç telli kırık sazla geçirmeye başlamıştır. Önceleri çok acemi olması, başkaları gibi saz çalamaması şevkini kırmış, ancak babasının ısrarıyla ve kendisinin de yavaş yavaş saza hâkim olmasıyla, sonraki seneler iyi saz çalan bir usta olmuştur. İlk saz derslerini Molla Hüseyin’den alan Veysel’in ustalaşmasında, sık sık Emlek yöresine gelen Divriği’nin Çamşıhı yöresi saz ustalarından Ali Ağa’nın büyük oranda rolü olmuştur. Ali Ağa ona, Kul Abdal’ın, Emrah’ın, Tarsuslu Sıtkı’nın, Akkaşların Hüseyin’in, Kaleköylü Kemter Baba’nın ve İğdecikli Veli’nin şiirlerini çalıp öğretmiştir. Bunun yanında Emlek yöresi âşıklarından Ali İzzet Özkan, Mihmanî (Yüzbaşıoğlu), Devranî, Aziz Üstün, Hüseyin Gürsoy, Ali Özsoy Dede gibi simalar, Veysel’in bu vadide ilerlemesinde büyük pay sahibi olmuşlardır. Veysel’in düşünce dünyasının zenginleşmesinde ufkunun açılmasında Mescit köyündeki Salman Baba’nın şüphesiz büyük payı vardır ve rolünü göz ardı etmemek gerekir. Ayrıca Veysel’in pek çok şiirinde Pir Sultan Abdal’ın, Kul Mustafa’nın, Kul Mehmed’in ve Ruhsatî’nin, Âşık Kerem’le Garib’in etkileri açıkça kendisini hissettirir. Etkilediği âşıklar içinde Orta Anadolu’da yaşayan âşıklar başta gelir. Yirmi yaşlarına geldiğinde artık iyi saz çalan, iyi ustamalı şiir okuyan bir halk sanatçısı olmuştur. Önceleri Ortaköy, Hüyük, Sarıkaya, Beyyurdu, Hardal, Viranyurt gibi çevre köylerde düğünlere gitmeye başlamıştır. Zamanla iki-üç aylık sürelerle Sivas, Tokat, Kayseri ve Yozgat gibi illerin köylerine gitmiştir. Önce çevre köylerde kendisini göstermiştir. Bu arada biraz önce sözünü ettiğim I. Sivas halk şairleri bayramına katıldı. 1933’ten itibaren arkadaşı İbrahim’le ülkeyi dolaşmaya başlamıştır. İbrahim’le olan beraberliği 1940’lı yıllara kadar sürmüştür. Daha sonra onun yerini Küçük Veysel (Erkılıç) almıştır. Bu arada, İstanbul’a gidip plaklar doldurmuş; radyoda konser vermiştir. Veysel’in İstanbul’da doldurduğu plaklar içinde XIX. Yüzyıl halk şairlerinden İğdecikli Veli’nin’nin “Mecnun’um Leyla’mı gördüm” adlı türküsü ile kendisine ait olan “Atatürk’e Ağıt” adlı eseri çok ilgi görmüştür. 1940’ta İbrahim’den ayrılıp Küçük Veysel’le (Veysel Erkılıç), küçük Veysel’in de 1960 yılında ölmesi üzerine oğlu Ahmet Şatıroğlu ile birlikte ülkeyi gezmeye başlamıştır. Veysel’in ömrünün belli bir bölümünü köy Enstitülerinde yaptığı öğretmenlik işgal eder. İyi bir aylıklar her sene bir enstitü olmak üzere Adapazarı Arifiye Köy Enstitüsü, Hasanoğlan Köy Enstitüsü, Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü, Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü, Yıldızeli Pamukpınar Köy Enstitüsü ve Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsünde çalışmıştır. Bu arada Çifteler Köy Enstitüsünde iken meşhur “Toprak” şiirini yazmıştır. Ayrıca Çanakkale’nin Savaştepe, Erzurum’un Pulur, Malatya’nın Akçadağ, Kırklareli’nin Kepirtepe, Adana’nın Düziçi Köy Enstitülerinde de konserler verir. Bu faaliyetleri 1941-1946 yılları arasında olur. Veysel pek çok sanat faaliyetlerine katıldı, okul ve kışlalarda sayısız konserler verdi. Ayrıca 30 Ekim 1964’te Sivas’ta yapılan II. Sivas Halk Şairleri Bayramına ve 28-30 Ekim 1967’de Feyzi Halıcı’nın düzenlediği II. Konya Âşıklar Bayramına da katılmıştır. Onu kültürümüze kazandıran Ahmet Kutsi Tecer olmuştur. Onun yıldızı Ahmet Kutsi Tecer’in, 5-7 Kasım 1931 tarihinde Sivas’ta yaptığı I. Sivas Halk Şairleri Bayramına katıldıktan sonra parlar. İl bazında sanatını ilk icra ettiği yer Sivas’tır. Veysel, 5-7 Kasım 1931’de I. Sivas Halk Şairleri Bayramına katılır. Mecburî hizmet için 1930’da Sivas’a gelen Ahmet Kutsi Tecer, burada, Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni Vehbi Cem Aşkun ve müzik öğretmeni Muzaffer Sarısözen ile tanışır. Ahmet Kutsi, önce “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kurar ve başkanlığına Belediye Başkanı Hikmet Işık Bey’i getirtir. Halk türkülerinin, hikâyelerinin ve âşıklarının harman olduğu Sivas’ta derneğin tüzüğünde de yer aldığı gibi derhal bir âşıklar programı yapmayı düşünür. Halkın oldukça ilgi gösterdiği Âşıklar Bayramına; Revanî, Meslekî, Suzanî, Süleyman, Karslı Mehmet, Müştak, Yarım Ali, Talibî, Yusuf, San’atî, Ali gibi âşıklar katılır. Üç gün süren Bayram sonrası Tecer, iştirak eden âşıklara “Halk Şairi” olduklarına dair bir kâğıt verir. Bu belge, gezici âşıklara gittikleri yerlerde çok kolaylıklar sağlar. Program sonrasında Veysel’e 10 lira verilmek istenir. O günlerde hemen her Anadolu köylüsü gibi oldukça yoksul durumda olan Veysel; “Siz bize değer verip buralara kadar çağırdınız; asıl bizim size vermemiz gerekir.” diyerek almak istemez, zorla eline 5 lira verirler. Gözünün kör olması, şiirlerindeki tabii söyleyiş ve ezgilerinin orijinal oluşu, seçtiği konular ve sentezci yapısı Veysel’i şöhret kazanmasını sağlayan en önemli faktörlerdir. Şiirlerinde genellikle Veysel, bazen de Sefil Veysel ve Veysel Şatır gibi mahlaslar kullanmıştır. Veysel, bir şiiri hariç, bütün şiirlerini dörtlüklerle vücuda getirmiştir. En çok yarım kafiyeyi kullanmıştır. Şiirlerinde ağız özelliklerini muhafaza etmiştir. Veysel, hemen her konuda şiirler söylemiştir. Ancak orijinaldir ve kendisine hastır. Bunu ezgileri ile de bütünleştirince ister istemez şöhrete ulaşmıştır. Şiirlerinde her ferdin düşüncesine, duygusuna, inancına ve dünya görüşüne yer vermiş birisi olarak şiirlerinde “Aşk, Tabiat, Fikri, Dert, Taşlama-Yergi-Eleştiri, Dinî-Tasavvufî-Mistik, Millî, Kendisiyle İlgili, Ünlü Kişiler, Kuruluş-Tesis, Gurbet, Gönül, Yurt-Belde, Öğüt, Fanilik, Zümre” gibi konuları ele almıştır. İşlediği konular göz önünde tutulduğunda Veysel’in dert, tabiat, vatan-millet ve birlik şairi olduğunu söyleyebiliriz. Veysel hakkında bugüne kadar yüzlerce makale, bildiri, konferans, radyo televizyon yayını anma günleri de dâhil olmak üzere çok çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bugüne kadar Veysel’le ilgili 35 kitap yayımlanmıştır. Milliyet Sanat Dergisi, Sivas Folkloru Dergisi, Türk Folklor Araştırmaları, Maya Dergisi, Halk Ozanlarının Sesi gibi dergiler bir sayısını Âşık Veysel Özel Sayısı yapmıştır. Bunların dışında ülke dışında da onun hakkında İngilizce ve Fransızca makaleler çıkmıştır. Bunlara bakarak edebiyatımızda hakkında en fazla çalışma yapılan âşığın Veysel olduğunu söyleyebiliriz. Evet. 1953 yılında çekilmiş böyle bir film vardır. Metin Erksan’ın yönetmenliğini yaptığı “Karanlık Dünya” adlı bir film çekilmiştir. Filmin başrollerini Aclan Sayılgan ile Ayfer Feray paylaşmıştır. Filmin senaryosu Prof. Dr. Bedri Rahmi Eyüboğlu’na aittir. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın 1973’te bütün şiirleri yayımladığı “Dostlar beni Hatırlasın” adlı kitapta Veysel’in 158 şiiri bulunmaktadır. Aradan geçen otuz yıl içinde ben pek çok sözlü ve yazılı kaynağa müracaat ederek bu sayıyı ben “Âşık Veysel” adlı kitabımda 179’a çıkardım. Yıllarca, çeşitli vesilelerle yurdun muhtelif yörelerinde düzenlenen programlara katılan Veysel, son konserini 15 Ağustos 1971’de Hacıbektaş’ta vermiştir. Artık günden güne güçsüzleşmiş olan Veysel’in, yapılan muayenesinde akciğer kanseri olduğu anlaşılmıştır. 21 Mart 1973 günü bir Nevruz sabahına doğru saat 3.30’da vefat etmiştir.
-
Divriği Ulu Camii Dünya Miras Listesine Alınmış Tarihi : 6.12.1985 Liste Sıra No : 358 Niteliği : Kültürel Divriği ve civarında en erken yerleşim Hititler Dönemi’ne kadar inmektedir. Yöre, Mengücekoğullarının yönetimi altında olduğu dönemde Turan Melek Şah tarafından camii ile birlikte 1228-1229 yıllarında yaptırılmıştır. İslam mimarisinin bu başyapıtı iki kubbeli bir türbeye sahip bir cami ve ona bitişi bir hastaneden oluşmaktadır. Yapılar, mimari özelliklerinin yanısıra, sergilediği Anadolu geleneksel taş işçiliği örnekleriyle UNESCO Dünya Miras Listesinde yer almaktadır. Sivas Divriği ilçesinin doğusunda, Divriği Kalesi’nin bulunduğu tepenin yamacında ve surların dışında bulunan Ulu Cami ve Darüşşifa’sını, kitabelerinden öğrenildiğine göre Mengüçoğlu Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah ve eşi Behram Şahın’ın kızı Adil Melike Turhan Melek Sultan1229 yılında yaptırmıştır. Bu nedenle de bazı kaynaklarda ismi Ahmet Şah Camisi olarak da geçmiştir. Yapı topluluğu XVI. yüzyıldan başlayarak değişik zamanlarda onarımlar geçirmiştir. Son onarımını da Vakıflar Genel Müdürlüğü, Y.Mimarı A.Saim Ülgen tarafından 1969 yılında yapılmıştır. Yapı topluluğu cami, güney duvarına bitişik darüşşifa ve türbeden meydana gelmiştir. Yapı topluluğunda on bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabelerde caminin h.626 (1228-1229) yılında Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat döneminde Mengücekoğulları Beyi Ahmet Şah ve eşi tarafından yaptırıldığı belirtilmiştir. Yapının mimarı Megaralı Hasan Bin Firuz’dur. Caminin doğu cephesindeki pencere üzerinde bulunan kitabede Ahlatlı Nakkaş Ahmet, minberinde Tiflisli İbrahim oğlu Ahmet ve Hattat Mehmet, caminin güney duvarındaki ayette de Mehmet oğlu Ahmet’in isimleri yazılıdır. Bu kitabeler, yapı topluğunun bir ekip tarafından yapıldığını göstermektedir. Anadolu’daki Türk mimarisinin erken örneklerinden olan bu yapı topluluğundan cami, kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen bir plan düzeni göstermektedir. Yöresel sarımsı kesme kalker taşından yapılmış olan cami ve medrese bir bütün olarak 32.00x64.00 m. ölçüsündedir. İbadet mekânına batı, kuzey ve doğusundaki üç ayrı kapıdan girilmektedir. Bu kapılardan doğudaki kapı sonradan pencereye dönüştürülmüştür. Bunlardan kuzey cephesinin ortasındaki anıtsal kapı diğerlerinden çok daha farklı olarak yapılmıştır. Anadolu’daki benzeri örneklerinden bezeme olarak da farklılıklar göstermektedir. Bu portal oldukça yüksek ve dışarıya taşkındır. Yüksek kabartma tekniğinde geometrik ve bitkisel motiflerle çevresi bezenmiştir. Geometrik motiflerin yanı sıra tam ve yarım yıldızlar, dörtgenler, altıgenler, baklava motifleri ve zencerekler de bezemeyi tamamlamaktadır. Bitkisel motiflerde kıvrık dallar, rumiler, palmetler ve az da olsa lotuslar bazen sade, bazen de karmaşık biçimde birlikte kullanılmıştır. Bu bezeme diğer kapılar ve Selçuklu dönemi portallerinden farklı olarak çerçeve dışına taşmaları ortaya ilginç bir görünüm getirmiştir. Bezemelerin kuralsız biçimde sınır tanımadığı da açıkça görülmektedir. Caminin içerisinde dört sıra halinde dörderden on altı sekizgen paye ile beş sahın meydana gelmiştir. Kuzey-güney doğrultusundaki bu payeler birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Bu kemerlerin duvarlara enine destekler atılmasıyla da 25 dikdörtgen bölüm cami içerisinde meydana getirilmiştir. Mihrap önüne rastlayan kısım ise tromplu dıştan sekizgen şekilde bir külah ile örtülüdür. Bu örtü sistemi yapıya ayrı bir özellik kazandırmıştır. Bunun dışında kalan bölümlerin üzeri ise haç şeklinde, beşik ve yıldız şeklinde tonozlarla örtülmüştür. Bu arada iç mekânda beşik tonozlu bir hünkâr mahfiline ayrı bir yer ayrılmıştır. Bu durum Anadolu Selçuklu dönemi camileri arasında özgün hünkâr mahfiline sahip olması açısından da ayrı bir özellik taşımaktadır. Caminin mihrabı kesme taştan olup, kuzey cephesindeki giriş kapısının karşısındadır. Oldukça büyük boyda olan mihrabın yarım yuvarlak nişi yarım bir kubbe ile örtülmüştür. Minber ceviz ağacında sahte kündekâri tekniğinde yapılmıştır. Cami içersinde bezemelere de geniş yer verilmiş olmasına rağmen bunlardan pek azı günümüze ulaşabilmiştir. Mihrap nişinde, mihrap önü kubbesinde, kemer geçişlerinde, tonozlarda, hünkar mahfilinin ahşap kiriş ve dikmelerinde kırmızı, yeşil boya izleri görülmektedir. Bu arada XIII. yüzyıl Anadolu bezeme örnekleri olarak da çeşitli motifler burada görülmektedir. Özellikle mihrapta yoğun biçimde bitkisel bezeme görülmektedir. Kıvrık dallar, palmet motifleri yaygın biçimde kullanılmıştır. Caminin kuzeybatı köşesindeki minare orijinal değildir. Minarenin kaidesindeki bir kitabeden Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1565 yılında yaptırıldığı belirtilmiştir. Minare duvara bitişik köşeli bir kaide üzerinde tuğladan yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Oldukça kısa ve kalın bir görünümü vardır. Darüşşifa: Ulu Cami’nin bir bölümünü oluşturan darüşşifayı Ahmet Şah’ın eşi Turan Melek Sultan 1240 yılında yaptırmıştır. XVIII. yüzyılda bu yapı, hastane olarak yapılmış olmasına rağmen medrese olarak kullanılmıştır. Darüşşifa caminin doğu duvarına bitişik olarak doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Kapalı avlulu ve üç eyvanlı tipte bir yapı olup, batı ve güneyi çift katlı olarak yapılmıştır. Ortasındaki avlu destekler ve çift yönlü kemerlerle dokuz bölüme ayrılmıştır. Avlunun ortasındaki sekizgen havuzun bulunduğu bölümün üzeri külahla örtülmüş ve dıştan oldukça görkemli bir görünüm kazanmıştır. Bunun dışında kalan bölümlerin üzeri sivri, yarım çapraz ve yıldız tonozları ile örtülmüştür. Ulu Cami’ye bitişik olan darüşşifanın yapımında yüksekliği camiden daha az tutulmuştur. Böyle olunca da dışarıdan ayrı bir görünüm kazanmıştır. Giriş portali, dışarıya eğimli ve daha taşkındır. Bununla beraber cami portalinden farklı olarak da cephe duvarı ile aynı yüksekliktedir. Giriş portaline girift kompozisyonlar oldukça gösterişli bir durum kazandırmıştır. Dıştan beş şerit halinde çerçeve içerisine alınmıştır. Bu çerçeveyi oluşturan şeritler ve kapı nişi geometrik ve bitkisel motiflerle, yüzeyde boş yer kalmayacak biçimde bezenmiştir. Geometrik motiflerin yanında dörtgenler, altıgenler, baklavalar, sekiz ve on kollu yıldız motifleri görülmektedir. Ayrıca balıksırtı ve zencerek motifleri de onları tamamlamaktadır. Bitkisel bezemelerin arasına kufi yazılar yerleştirilmiştir. Portalin iki yanındaki mukarnaslı nişlerde figürlere yer verilmiştir. Kuzey yönünde çerçeve içerisine alınmış tek ve çift başlı kartal motifleri dikkati çekmektedir. Bunlardan tek başlı kartal yapının banisi Ahmet Şah’ı; çift başlı kartalın da Selçuklu devletini simgelediği ileri sürülmüştür. Darüşşifanın batı cephesindeki portal, profilli sivri kemerli silmelerle sınırlandırılmıştır. Bu kapının üzerinde dilimli, aynalı kemerli ve dışarıdan bir sütunla bölünmüş bir pencereye yer verilmiştir. Bu portal caminin girişinde olduğu gibi dışa taşkın bezemelerle son derece gösterişlidir. Tekstil kapısı ismi yakıştırılan bu kapı da geometrik, bitkisel ve figürlü bezemelere geniş yer verilmiştir. Ayrıca çokgen, fırıldak ve sekiz kollu yıldızlar da sıkça kullanılmıştır. Kıvrık dallar, rumiler, palmetler, lotüsler, yaprak ve akantus motifleri de onları tamamlamıştır. Vazodan çıkan palmetler ise burada ayrı bir özellik taşımaktadır. Portalin iki yanındaki yuvarlak rozetlerin üzerinde büyük boyutta, ancak tahrip olmuş birer insan figürü görülmektedir. Bunun yanı sıra portalin kuzeyinde altta silmeli üçgenlerle sınırlandırılmış olan yüzeyde iki insan figürünün olduğu görülmektedir. Bu figürlerin kimi tanımladığı konusu sanat tarihçiler arasında tartışmalıdır ve kesin bir sonuca da varılamamıştır. Bazılarına göre külliyeyi yaptıranların, bazılarına göre de ustaları simgelemektedir. Darüşşifanın doğusunda, ana eyvanın kuzeyindeki mekân türbe olarak yapılmıştır. Bu mekân batı yönündeki bir kemerle ikiye ayrılmıştır. Türbenin batısı beşik tonozla, doğusu da tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Türbe içerisinde 16 sanduka bulunmaktadır. Bunlardan girişteki ilk sırada bulunan firuze sırlı tuğla ile olan sanduka Turan Melek Sultana, orta sırada altıgen firuze çinilerle kaplı olan sanduka da Ahmet Şah’a aittir. Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi UNESCO tarafından 1985 yılında, 358 sıra numarası ile Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir. Günümüzde restorasyon çalışmaları Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Sivas Valiliği arasında yapılan protokol uyarınca yürütülmektedir.
-
Kangal Balıklı Kaplıca Ülkemiz termal kaplıcaları içerisinde kendine özgü bir yeri vardır. Tedavi özelliği itibari ile dünyada bir benzerin bulmanın mümkün olmadığı kaplıca, ilmi ve tıbbi bir mucizeyi Sedef Hastalığını tedavi ederek sergilemektedir. 36-37 derece sıcaklıktaki kaplıca suyunda bulunan balıkların mucizevi bir şekilde tedavi yöntemi uygulaması bu kaplıcanın ününü ve özelliğini daha da artırmaktadır. Çünkü, modern tıp da şimdiye kadar fayda görmeyen dünyanın her yerindeki cilt hastalıkları için Kangal balıklı kaplıcası en son ümit kaynağı olmaktadır. Tahriş olmuş durumdaki veya herhangi bir enfeksiyondan oluşmuş cilt dokusundaki yaraları; egzama, cerahatli sivilceler ve hatta tıpta tedavisinin imkansız olduğu bilinen Sedef hastalığı gibi cilt hastalıkları 2-10 cm. büyüklüğündeki Cyprinide (Sazangiller) familyasından Cyprinion Macrostamus (Beni Balığı) ve Garra rufa (Yağlı Balık) türündeki balıklar tarafından iyileştirilmekte ve izleri kaybolmaktadır. Kaplıcada ilk kez yıkananlar ellerinde olmayarak tarifi mümkün olmayan bir ürperti yaşarlar. Çünkü suya girer girmez, ince, kahverengi, gri, bej rengindeki sazan ve kaya balığı türü balıkların hastanın etrafında dolaşmaya ve ciltte hastalık belirtisi olan yerleri temizlemeye başladıklarını görürler. Hastaların balıklara alışmaları 2-3 gün sürer. Dişleri olmayan bu balıklar, 36-37 derece sıcaklıktaki suyun yumuşatmış olduğu kabarık yara kabuklarını yavaş ağız (dudak) hareketleriyle acıtmadan ve kanatmadan kopararak cilt pürüzsüz hale gelinceye kadar temizler. Tedaviden olumlu sonuç alınması için üç hafta (21 gün) süresince günde 2 seans şeklinde 4 er saat havuza girmek ve toplam 8 saat suda kalınması gerekmektedir. Ayrıca, sabahları aç karına birkaç bardak şifalı sudan içmeyi ihmal etmemek gerekir. Diğer taraftan yerden kaynayan su içindeki kabarcıkla ve balıkların vücut üzerinde yaptığı darbelerle vücutta bir gevşeme ve dinlenme görülmektedir. Tedavi tamamen yan etkisiz olup, kesinlikle herhangi bir ilaç kullanılmamaktadır. Ancak bazı hastaların tereddütleri daha sonra tekrarlarsa konusu oluyor. Yapılan araştırmalarda bugüne kadar böyle bir vaka ile karşılaşılmamıştır. Dünyanın bir numaralı kaplıcası diyebileceğimiz bu kaplıca yalnız sedef hastalarını değil tüm cilt hastalıklarını tedavi etmektedir. Vücut ısısına eşdeğer olan 36-37 derece deki kaplıca suyu şifa özelliğinin yanısıra berrak, kokusuz aktığı yerde hiçbir çökelti bırakmamaktadır. Kaplıca suyunda kalsiyum, magnezyum, selenyum ve bikarbonat gibi iyonlar çok miktarda bulunmakta olup, banyo için elverişlidir. Romatizmal hastalıklara, sinir hastalıklarına, kırık, çıkık, ezik ve bazı durumlarda kireçlenmeye, sabahları aç karnına şifalı su içmek (günde en az 1,5 lt) ve banyo yapmak kaydıyla başta ülser olmak üzere böbrek hastalıklarına kesin tedavi sağlamaktadır. Kaplıca kırsal bir alanda olup, yeşil bir vadi içerisindedir. Bayanlar ve erkekler için ayrı ayrı girilebilen iki adet üstü açık , iki adet üstü kapalı havuz ile iki adet yüzme havuzu ve soyunma yerleri mevcuttur. Havuzlar günde 1500 kişiye kadar hizmet verebilme kapasitesindedir. Kaplıcanın öneminden dolayı, Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığınca 17-18 Haziran 1993 günlerinde Balıklı kaplıca ve Sedef Hastalığı (Psoriasis) konusunda çeşitli üniversitelerden birçok bilim adamının katılımıyla gerçekleşen bir ulusal sempozyum düzenlenmiştir. BALIKLI KAPLICADA TEDAVİ EDİLEBİLEN HASTALIKLAR Psöriasis (Sedef Hastalığı) Hiperkeratozla seyreden dermatolojik rahatsızlıklar. Kronik egzematöz lezyonların rezidüel ürtikerlerin ve nörodermtlerin tamamlayıcı tedavisinde, Inflamatuar Romatizmal Hastalıklar (Romatoid Artrit, Ankilozan Spondilit,Psoriatik Artrit,Kollajen doku hastalıkları vb.) Dejeneratif Eklem Hastalıkları (Kireçlenmeler) Romatizmal Kas ve Yumuşak doku Hastalıkları (Fibromiyalji, Periartrit, Tendinit,Bursit,Epikondilit vb.) Bel-Boyun ve Ağrıları Moral Motivasyon ve Kondüsyon Artırma Egzersiz Programlar. TEDAVİ PROGRAMI Sabah balıklı kaplıca da aç karna en az üç bardak su içilmelidir. Şifalı suyu içen hasta, kahvaltısını yaptıktan sonra havuza girer. Bu işlemlerden hasta,sonra mineral zengini şifalı su ve doktor balıklarla tedaviye başlar. 37 derece suda yaşayan(28 derece nın üzerinde balıkların yaşaması mümkün değildir ) ve Dünyada eşi bulunmayan doktor balıklar vurucu ve yalayıcı olmak üzere iki çeşittir.. İçerisinde cilt hastalıklarının tedavisinde etkin olduğu bilinen SELENYUM 'un bulunduğu şifalı su ile birlikte doktor balıklar da tedaviye başlar. Günde iki seans şeklinde 8 saat havuza girilir. Tedavi süresince hastaların alkol almaması gerekir. Tedavi esnasında "SEDEF" hastalıgı ile ilgili hiçbir ilaç ve merhem kullanılmamalıdır. Tedavi süresi olan 21 gün mutlaka tamamlanırken,günde kesinlikle 8 saat sıcak sudan istifade edilmelidir. SEDEF HASTALARI %100 netice alarak balikli kaplica dan ayrılırlar. TEDAVİYE MANİ HASTALIKLAR Ağır Kalp, karaciğer ve böbrek yetmezlik ve hastalıkları Kontrol altında olmayan hipertansiyon ve diabet mellitus (Şeker) hastaları Akut enfeksiyonlar Kanserler Ağır dolaşım bozuklukları Kanamalı,akıntılı ve sulu yaralar Varis hastaları Balıklı kaplıca suları ve balıkların genel özellikleri : Suyun pHı yaklaşık 7,2 dır, izotermal olup yıl boyunca sıcaklığı yaklaşık (ort.) 35Cde süre gitmektedir. Su, kendini içilebilir kılan özelliklere sahiptir. Suyun biyolojik ve tedavi edici yönünün içerdiği Selenyum dan ( 1.3 ;ppm) kaynaklandığı vurgulanmaktadır. Ancak, psoriasis (sedef hastalığı) kaplıcayı tedavi yönünden en popüler kılan hastalık olmuştur. Balıklar suyun etkisiyle yumuşayan psoriatik plaklara (ya da diğer deri hastalıklarının plaklarına) yönelmektedirler. Bunun sonucunda kabuklar uzaklaşmakta, bu esnada ufak bir kanama olmakta ve yara, su ile gün ışığının etkisine maruz kalmaktadır. Bu işlem ayrıca absesi olan hastalarda irinin akmasına neden olmaktadır. Bazı hastalıklarda tropikal uygulamanın yararlı olduğu bilinen Selenyumun sudaki yüksek düzeyinin yara iyileşmesinde önemli etken olduğu bildirilmiştir. Selenyum, hücreleri serbest radikallerin etkisine karşı koruyan bir enzim olan glutation, peroksidazın bir ko-faktörüdür. Bu içme ya da lavaj suretiyle alınan suyun gastrointestinal (Midebarsak) ve jinekolojık hastalıklardaki yararlı etkisini de açıklayabilir. Türkiye dışından gelen gözlemciler de, bu suyu tecrübe eden hastaların doktor balıklardan hoşnut olduklarını ve hayal kırıklığına uğrayan hiç bir hastanın olmadığını bildirmişlerdir. Doktor balıklara duyulan ilgi, nörolojik ve romatizmal hastalıkları olan insanları da bu kaplıcaya çekmiştir. Balıklar havuza giren vücudun çevresini sarmakta, bu vücuda vurmakta ve yaralamaktadırlar. Başlangıçta deride duyulan huzursuzluk yerini , mikromasajın gevşetici hoş duyumuna bırakmaktadır. Bu masaj özellikle hızlı büyümeleri için daha fazla besine ihtiyacı olan küçük balıklar tarafından yapılmaktadır. Bu nedenle kaplıcanın hidroterapik yararına eş olarak nörolojik , romatizmal ve travmatik sekelleri olan hastaların kendilerini daha iyi hissetmelerine neden olan bu masajın da psikolojik bir katkısı olabilir. Umutsuz hastaların bu kutsal balıklara olan güveni ve farklı bir ortamda bulunmaları da hastanın kendisini iyi hissetmesine katkıda bulunuyor olabilir. Sadece hastalar değil sağlıklı olan kişilerde doktor balıkları görmek amacıyla kaplıcayı ziyaret etmektedirler. Sağlıklı insanlar muhtemelen bu balıklardan derilerinin keratinize olan kısımlarının temizlenmesi nedeniyle yararlanmaktadırlar. Kaplıca iki tip balık içermektedir. Her iki tip balık ta Cyprinidae familyasının üyesidirler ve sıcak bir ortamda yaşamaya adapte olmuşlardır. Sivas Kangal Balıklı Kaplıcalarına Ulaşım Sivas-Erzincan karayolu üzerinde bulunan kaplıca alanı Sivas İl Merkezine 18 km, Hafik İlçesine 15 km uzaklıkta yer alan kaplıcalar, Havayolu ile ulaşımda kaplıca alanına 43 km mesafede bulunan Sivas havalanından yararlanılmaktadır. Havaalanının Sivas şehir merkezine uzaklığı 25 kmdir. Demiryolu ile ulaşımda kaplıca alanına 25 km uzaklıkta bulunan tren istasyonu kullanılmaktadır. Sivas İl Merkezinden kaplıca alanına ulaşımı düzenli olarak sağlayan toplu taşım araçları bulunmaktadır.
-
Kaplıcalar KANGAL BALIKLI KAPLICA Sivas'a 96 km. Kangal İlçesine 13 km. uzaklıkta ve Kangal'ın kuzeydoğusunda Kavak deresi vadisindedir. Suyun sıcaklığı 36 - 37 derece C, havuzların toplam debisi, 130 lt/sn dir. Kimyasal karakteristiği; PH 7.40, radyoaktivite 6 eman, toplam mineralizasyon 590.9 mg/lt. Fiziksel karakteristiği; kaplıca suyunda en büyüğü 10 cm boyunda olan binlerce küçük balık yaşar. Balıklar havuza girenlerin sivilce ve yara kabuklarını yemekte, deriye kaplıca suyunun temasını artırmaktadır. Kaplıca suyu her türlü romatizma hastalığa, sinir hastalıklarına, kırık, çıkık, ezik vb. durumlara, deri ve böbrek hastalıklarına olumlu etki yapmaktadır. Yapılan araştırmanın sonuçlarına göre Balıklı Kaplıca sahası, gerek jeotermal enerji potansiyeli gerekse bu enerjinin kullanım imkanları yönünden önemli bir alan olarak ortaya çıkmaktadır. Kangal Balıklı Kaplıcası ülkemizin termal özelliğini daha da artırmaktadır. Çünkü modern tıpta şimdiye kadar fayda göremeyen cilt hastalığı olan insanlar (sedefli hastalar) için Kangal Balıklı Kaplıcası en son ümit kaynağı olmaktadır. SICAK ÇERMİK Sivas-Ankara karayolu üzerinde, il merkezine 31 km uzaklıktadır. Yaklaşık 500 hektar üzerin kuruludur. Sıcak Çermik Mevzii imar planı hazırlanarak turizm bakanlığından onay alınmıştır. Özel sektöre açma çalışmaları devam etmektedir 50 santigrat derecenin üzerinde ısıya sahip olan kaplıca suyunun kimyasal karakteristiği; florür içeren kalsiyum, magnezyum-sodyum, sülfat, hidrokarbonat ve karbonat klörürlü sudur. Fiziksel karakteristiği; romatizma, sinir sistemi, solunum yolu, sindirim sistemi, metabolizma bozuklukları, böbrek ve idrar yolları, kan dolaşımı adale ağrıları, kadın hastalıklarına iyi gelmektedir. Sıcak Çermikte dört otel, 10 adet termal banyolu prefabrik konut bulunmaktadır. Toplam 130 oda, 150 yatak kapasitesi vardır. Sıcak Çermik Kaplıcasında 67 Termal banyo, 2 adet açık havuz , 2 adet kapalı havuz bulunmaktadır. SOĞUK ÇERMİK İl Merkezine 17 km. uzaklıkta olup, suyun sıcaklığı 28 serece civarındadır. Kaplıca suyu içildiğinde mide, bağırsak ve safra kesesi hastalıklarına iyi gelmektedir. Ayrıca romatizma ve sinir hastalıkları tedavisinde de yararlı olduğu bilinmektedir.
-
SİVAS HALK OYUNLARI Sivas halk oyunları halay grubuna girmekte ve günümüzde halayların merkez bölgesi Sivas sayılmaktadır. Bastaki oyuncuya halay bası veya ‘bas çeken’ sondaki oyuncuya pöççük veya pöçük ismi verilmektedir. Halayları erkekler mendille, bir savaş, dövüş anındaki hareketi canlandırır gibi kılıç, değnek kullanıyormuşçasına çevirirler. Kadınlar krep kullanmaktadır. Sivas halayları genellikle 2-4 bölümden meydana gelmektedir. Bu böiüm-er; Ağırlama, Yanlama (Sıkıştırma), Tek ayak (Oynatma), Hoplatma (Yeldime, tezleme) ismini almaktadır. Her bölümde figürler ve musiki değişmektedir. Oyunlar ağırdan başlayıp, gittikçe hızlanmakta, hoplatma bölümünde coşku doruk noktasına ulaşmaktadır. Ağırlama, aczin ve çaresizliğin; yanlama, birlik, beraberliğin; hoplatma, sevincin, mutluluğun ve zaferin ifadesidir. Sivas yöresinde oynanan halk oyunlarının bazıları şunlardır: Sivas Halayı, Köy Ağırlaması, Abdurrahman Halayı, Karahisar, Temürağa, Harami, Hoş Bilezik, Özenteki, Tamzara, Sarıkız, Karkın Halayı, Kızık Halayı, Kabak Halayı, Kartal Halayı, Sallangel, Ahçik, Maro, Yanlama, Tozan Halayı, Arnavut Halayı, Çekirge Halayı, Hanım Esme, Hayda Bico, Ters Bico, Horhon Bico, Çedene, Çemberim, Karamuk, Madımak, Turnalar, Pınarınbaşı, Çökelek, Köy iş Halayı, Karaduman, Seyhani, Nenni Nenni, Dik Oyun, Deveci Emmi, Kol Oyunu, Meral Halayı, Ellik, Samahlar, Omuz Halayı, Garipler Semahı, Ireşvan, Pabuç Çitir, Kafe Çeçen, Onbaşı Oyunu.
-
GELENEKSEL GİYİM GELENEKSEL KADIN GİYİMİ Fes yörenin yaygın başlık türüdür. Önüne ipekli yemeni, krep dikilir ya da bağlanır. Günlük giyimde her zaman fes kullanılmaz, daha çok değirmi denen düz, hindi denen renkli ve desenli tülbentler bağlanır, işlik denen iç giysileri de ak bezdendir ve elde dikilir. Üste, peşli denen entariler giyilir. Entarilerin tümü yakasız, önden göğüs altına dek düğmelidir. Özel günlerde sırmalı ve işlemeli cepken de giyilir. Kadife üstüne sırmalılara kadama denir. Alta bel ve parçaları uçkurlu tuman (şalvar biçimli, Bol dikmeli iç giysisi) giyilir. Renkli ve desenli çoraplar mevsimine göre ince ya da kalın yünden örülür. Günlük yaşamda tülbent, başörtüsü kullanılmaktadır. Buna yaşmaklamak denir. Yaşlı kadınlar namazlık denen uzunca bir başörtüsü kullanır. Kelik, yemeni, çarık geleneksel kadın ayakkabılarıdır. GELENEKSEL ERKEK GİYİMİ Poşu ya da hindi bağlanmış fes, erkek giyim-kuşamında da yaygın başlık biçimidir. İnce ak ipekten, ketenden yakası düz, omuzdan düğmeli ‘işlik’ üstüne, kolsuz yelek giyilir. Bele şal bağlanır; kalçadan büzgülü ‘şayak’ ya da zıvga denen pantolonlar kalın kumaştandır. Ak-kara, kırçıl çoraplar nakışlıdır. Tokalı çarık, kulaklı yemeni, yüksek ökçeli ve sivri burunlu ‘iskarpin’ yaygın ayakkabı türleridir
-
EL SANATLARI SİVAS HALILARI Sivas halılarının en belirgin özellikleri kullanılan ipliğin inceliği, iç boyamalarının özgünlüğü, dokumadaki ustalık, ilmek sayısının fazlalığıdır. bugün bir dm2’ye 60x60 düğüm düşecek biçimde dokunabilmektedir. Çözgü ipliği çok bükümlü ve ince olduğundan dm2 basma düsen ilmek sayısı artmaktadır. Sık dokulu olması için her sıradan sonra kirkitle sertçe vurularak ilmekler sıkıştırılmaktadır. Yumuşak olması için de her iki sırada bir ilmekler taranmaktadır. Daha çok Iran (sine) düğümüyle dokunan Sivas halısında, Selçuklu ve İran halılarındaki desen karakterinin izleri görülmektedir. Desenine göre lalezar, çeşmibülbül, yılanlı, çamurlu gibi adlar almaktadır. Sivas halısının bir özelliği de desenlerde zıt renklerden kaçınılmasıdır. Halılarda en az 12 çeşit olmak üzere 20-25’e varan renk çeşidi kullanılmaktadır. Halıcılık günümüzde, Valilik, Yarı Açık Cezaevi ve kısmen kaymakamlıkların çabası ile yaşatılmaya ve halka geçim kaynağı sağlanmaya çalışılmaktadır. Kullanılış Biçimlerine Göre Halı Çeşitleri Makat (Sedir Halısı), Halı Yastık (Yastık Yüzü), Duvar Halısı, Taban Halısı, Tüllüce, Namazlık (Seccade), Heybe ve Çanta. Kilim dokumacılığı daha çok köylerde gelişmiştir. Yaygın olarak kullanılan kilimler; yan kilim, kebir orta kilim, çul kilim, devetüylü kilim, nakışlı kilim, kırmızı ve beyaz kilim gibi isimlerle anılmaktadır. ÇAKI-BIÇAK YAPIMCILIĞI 2. Mahmud Döneminde (1808-1839) tutulan Sekiye Sicillerinde yer alan bilgilere göre, çakı ve bıçaklar, Subaşı Hanı'nın kuzey girişindeki kapının karşısında bulunan Kılıççılar Çarşısı'nda yapılırdı. Sivas'taki üretim pahalılık ve yaygınlık bakımından Sam kılıçlarını izler. Bıçakçılığın ise 150 yıllık bir geçmişi vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında bıçakçılık, Ermeniler tarafından yapılırdı. 1950-60'lı yıllarda tekniğin değişmesiyle bıçakçılık, geçim kaynağı olarak yaygınlaşır ve günümüze kadar gelir. Kılıççılar Çarşısı'nda yapılan kılıçların, silahların zamanla değişmesiyle kullanım dışı kalmasıyla kılıç ustaları çakı ve bıçak yapımına yöneldiler. Sivas'ın kara kemik saplı bıçakları ünlüdür. Bıçak sapları için öküz, keçi ve koç boynuzu kullanılır. Boynuz, kolay bulunması ve ucuz olmasının yanı sıra sağlam ve işlenebilir oluşuyla Sivas bıçakçılığının karakteristik malzemesi olmuştur. GÜMÜŞ İŞÇİLİĞİ Gümüş işçiliğinde, hazırlanan ahşap kalıplar çeşitli aşamalardan geçerek tel ve ince levha haline getirilen gümüş ile kaplanır. Gümüş kaplama olarak çekmece ve nalınlar yapılır. Diğer bir gümüş isçiliği ise telkari, kalem işi savattır. Bu teknikle de kemerler, bilezikler, bardak ve fincan zarfları, çay tabakları, çay tepsileri, broşlar, ağızlıklar ve tespih süsleri gibi eşyalar yapılır.
-
Yöresel Sözlük Abrası olmak : Bir sıkıntının üstüne sıkıntı gelmek Ağartı : Süt, yoğurt gibi yiyecekler Ağlenmek : Araba için: durmak, eğlenmek Aleşmek : Bir yerde oturmak, yerleşmek, durmak Ahıldane : Herkese akıl veren, bilgiçlik satan Ahraz : Dilsiz Aktarmak : Sacın üzerinde yufkayı döndermek, pişirmek Alayı : Hepsi, tümü Al karısı : Lohusalara geldiğine inanılan efsanevi yaratık Anışdırmak : Anlaşılması için dolaylı yoldan hatırlatmak Arık : Zayıf Arlanmak : Utanmak Atlı : Edepsiz Avgun : Su taksimatının yapıldığı oyuk taş Avkalamak : Elleri ile sarsmak Avuz : Memeli hayvanın doğum sonrası ilk sütü Ayıtlamak : Ayıklamak Aynı gelmek : Mektubun cevabı gelmek Ayrıksı : Uyumsuz Azınsımak : Az bulmak, yeterli bulmamak Babalanmak : Zıkkımlanmak anlamında yemek Bacılık : Ahret kardeşliği Bad : İnce bulgurla yapılan etli dolma içi Bağdaş kurmak : Bacaklarını dizden bükerek altına alıp oturmak Batal : İri, büyük Bayah, bayahtan : Az önce, demin Bekitmek : Sağlamlaştırmak, tutturmak Beslek : Hizmetçi, besleme Bezirgân pilavı : İçine soğan, yağ, kıyma konularak yapılan bulgur pilavı Bezmek : Usanmak Belemek : Çocuğu kundaklamak Bıldır : Geçen yıl Bibi : Hala Bir cimcik : Bir fiske tuz için kullanılır. Çok ufak tefek insana da denir. Bir goşam : İki avuç dolusu Bişgel : Çabuk pişen yiyecek veya iyi pişmiş yemek Bişirim : Pişirim. Pişirmelik kadar olan, bir pişirim gibi Bun : Bunalma hali, sıkıntı Burunlamak : Kıymet vermemek Büngüldemek : Kaynamak Cambaz : Hayvan alıp satan kimse Camuz : Manda Can leğeni : İçinde ölü yemeği yapılan büyük leğen Cazı : Suratsız, geçimsiz ve kötülük yapan kadın Ceht : Bir şeyi yapmaya kararlı olma Cingan : çingene Ciyiş : Yakın akraba veya komşu yaşlı kadın Cıbır : Yoksul, parasız Culuk : Hindi Cücük : Civciv Çalınmak : Bir şeyi etrafta acele ile aramak Çeç : Savrulan samandan ayrılmış buğday yığını Çecik : Tülbenti başın etrafına sararak bağlama tarzı Çemkürmek :Azarlamak, saygısız konuşmak. Küçük köpeğin havlaması Çemrenmek : Paçaları sıvamak Çepük : Alkış Çelpeşük : Çalpak iş, karışık, dolaşık Çevrüntü : Elekte ortada toplanan ot tohumu, saman ve toprak Çığırmak : Çağırmak, türkü söylemek Çığrık : Çıkrık, eskiden yün eğirmek için kullanılan araç. Çıngı : Kıvılcım Çıtlatmak : Bir şeyi üstü kapalı anlatmaya çalışmak. Çimmek : Yıkanmak Çir : Ekşi kaysı kurusu Çor : Hastalık, dert Çöçelenmek : Konuşamamak, bir iş yapamamak Çöğlenmek : Bir tarafı eğilip devrilmek Çördük : Küçük yabani armut Çullu : Varlıklı Çulsuz : Fakir, berduş Dadanmak : Alışmak Dalamuk : İnce yapılı, narin Darazımak : Elbisenin dikiş yerinden eskiyerek incelmesi ve açılması Darıkmak : Darda kalmak Dartılmak : Kibirlenmek. Dartıla dartıla iş görmek: Yavaş ve salınarak iş görmek Dayak : Destek Deli depek : Dengesiz insan Dene : Dane, buğday Depme : Yünden dokunmuş büyük un çuvalı Devlik görmek : Kış hazırlığı yapmak Devrisi gün : Ertesi gün Dındıklamak : Fazla incelemek Dilmek : İnce doğramak Dinelmek : Ayakta durmak Dingildemek : Oynamak Dirliksiz : Geçimsiz Dolak : Başa veya dize dolanan uzun yün örgüsü. Donak : Giyim, kuşam, süs Donanmak : Giyinmek Döşürmek : Toplamak Döşürüksüz : Tertipsiz, iş bilmeyen kadın Dulda : Güneş ve rüzgâr etkisinden korunan yer Duluk : Yanak Düğülcek : Bulgurun en ince kısmı. Çorbası yapılır Düremeç : Ekmek arasına peynirvb. Konularak hazırlanan yiyecek Düve : Bir yaşındaki inek Düven : Döğen. Biçilmiş ekinleri sürmek için kullanılan altına çakmak taşları konulmuş ve öküzler tarafından çekilen tahta. Düzayak : Merdiveni olmayan, bir katlı ev. Eccük : Azıcık Eğin : Sırt Eke toka : Bilmiş, büyümüş Ekis nükte yapmak : Alaycı ve kırıcı konuşmak Eksük görmek : Evin ihtiyacını veya evlenecek kızın ihtiyacını almak Ekti oğlak : Anası ölen yavru başka bir hayvana alıştırılırsa bu yavruya denir. Elçim : Yün tararken, bir taramalık için ele alınan yün. Elleşmek : İlişmek Em : Merhem, ilaç Eme : Babanın kız kardeşi Emiceklik vermek : Umut vermek, güvendirmek Evme : Acele etmek Erinmek : Üşenmek Farfara : Çok konuşan, ağzı kalabalık Fing atmak : Ordan oraya durmadan gitmek Firik : Sapıyla yakılan Buğday başağının pişen daneleri Farımak : Yaşlanmak, kocamak Fetil : Taze yemek için yapılan kalın yufka ekmeği Gabala : Toptan Gadinge : Yenge. Amca, dayı veya yakınların eşleri Gamga : Odun parçası. Garametli : Talihsiz, kadersiz Geçmiş : ihtiyarlamış, kocamış. Helva için: fazla kavrulmuş Gelberi : Tandırdan kül çekmeye yarayan demirden alet Gejgere : İki kollu küçük sedye Gevşemek : Geviş getirmek Gicişmek : Kaşınmak Gıdik : Keçi yavrusu Gılik : Ortası delik ekmek Görümcağız : Küçük görümce Gursaklı : Kursaklı, izzet-i nefisli, gururlu Gübür : Çöp, pislik Gümen : Şüphe, bilinmeyen Gümenli : Hamile Güvermek : Otlar için: yeşermek. Bir yere çarpma sonucu vücudun morarması Güvertme : Ufak çocuklarda çıkan küçük çıban Harar : Yünden dokunmuş çuval Hasput : Kağnı tekeri Hasuda : Aside. Un, yağ, şeker ve su ile yapılan hafif bir tatlı Havflenmek : Korkmak Hayvah : Eyvah Hedik : Haşlanmış buğday. Diş hediği: Diş buğdayı Helki : Su kovası Herslenmek : Hırslanmak, kızmak Hırtlak : Gırtlak Hızan : Yoksul Horam : Bir elin kavrayacağı ot Hozan : Ekin biçildikten sonra tarlada kalan kısmı Ihmak : Çökmek Ismarıç : Başkası için alınacak şey, sipariş İki tek : Az İleğen : Leğen İndiriş etmemek : Tenezzül etmemek İskemi : Sandalye İşkillenmek : Şüphelenmek İşmar : Göz kırpma, işaret İt dirseği : Arpacık Ivga vermek : Kışkırtmak İyeşmek : Sürtüşmek, zıt gitmek Kanatlı : Evin iki yana açılan sokak kapısı Kanayak : Kadın Kanlı : Katil Karış : Beddua Karmak : Arkasından konuşmak Kârınsıma : Kâr sayma Katık : Ayran Kavramak : El ile ekin yolmak Kavum hısım : Akrabalar Kavurma herlesi : Unu yağda hafif kavurup, tuz ve su konularak yapılan çorba Kaygana : Koyuca yapılan yumurta herlesinin yağda kızartılmasıyla hazırlanan yiyecek Keçe delen : Çok kuvvetli ve devamlı yağan yağmur Kehle : Bit Kelecoş : Peskütan ile yapılan bir çeşit koyuca çorba Kelik : Eski ayakkabı Kemçük : Dişsiz Kenger : Sütünden sakız yapılan ot Kesek : Tarlada iri ve sert olan toprak parçası Kesmük : Savurma sırasında buğdayla karışık olan saman Keşik : Sıra Kete : İçine kavrulmuş un konularak yapılan yağlı börek Kıyımsız : Cimri Kızıllanmak : Kıskanmak Kızı olacağı : Üvey kızı Kivra : Kirve, sünnet babası Kor (Kör) : Çukur, mezar Kömbe : Eskiden külde pişirilen yağlı kalın çörek Köp : Kağnının, öküzlerin kuyruklarının altına gelen kısmı Köremez : Süt yoğurt karışımı bir yiyecek Kötülemek : Sağlığı bozulmak, hastalanmak Közlemek : Ateşte kızartmak Kurcalamak : Karıştırmak Kuşhana : Ağzı kapaklı, büyük bakır sahan Küflet : Ev halkı, külfet Kürük : Eşek yavrusu Mahana : Bahane Malamat : Etrafa rezil olmak Mısmıl : İyi, temiz Mundar : Murdar. Pis, temiz olmayan Mundar etmek : Bir şeyi ziyan etmek, bozmak Müzevir : Fitneci Nâlet : Lânet Natır : Kadınlar hamamında hizmet eden kadın görevli Nekes : Cimri Nemârek : Neyime gerek Nemrut : Asık suratlı, çehresiz Nörüyon : Ne (iş) görüyorsun? Ne yapıyorsun? Onmak : İyi gün görmek, mutlu ve zengin olmak. Ovmaç : Yufka ekmeğin parçalanmasıyla yapılan yağlı yemek Oynaş : Dost Öcbelemek : Israr etmek, üstüne düşmek Öndüç : Ödünç Özelemek : Yoğurdu karıştırarak ezmek Partalcı : Palavracı Pehli : Eti kızartılarak yapılan patlıcan yemeği Pepe : Kekeme Peskütan : Yoğurdun az un ile pişirilmesiyle hazırlanan kışlık yiyecek Pıskırık : Aksırık Pin : Kümes Puhari : Baca Rapata : Tandıra hamur yapıştırmaya yarayan tutacak Sâbi : Küçük çocuk Seğirtmek : Koşmak Seyip : Başıboş Sınamak : Denemek Sınıkçı : Kırık, çıkıkçı Sınmak : Kırmak Sille : Tokat Sitil : Kova Soharıç : Soğan, yağ ve kıymanın beraber kavrulmuş şekli Sohum : Lokma. ağza sokulan ekmek parçası Sokranmak : Söylenmek Sorutmak : Ayakta durmak Sünmek : Uzamak Süyem : Baş parmak ile, işaret parmağı arasındaki uzunluk Şeremet : Eline çabuk Şire : Şıra. Tatlılara ekilen şerbet Şişek : Yaşına değmiş dişi koyun Şişmek : Şımarmak Taze gelin : Yeni gelin Tirit : Yemeğin yağlı suyu Tohma : Karın şişiren, rahatsızlık veren yemek Tokaç : Yün, halı ve kilim yıkamak için kullanılan, bir ucu yassı tahta Toklu : Yaşına değmiş erkek koyun Tökezimek : Bir yere ayağı takılmak Tummak : Suya batmak Tutam : Bir elle tutulan kadar Tutmaç : Kesilmiş hamur, mercimek ve yoğurtla yapılan çorba Ucun ucun : Azar azar Uğmaç : Ekmek ovularak yapılan yiyecek Uğundurma tutturmak : Birini aç bırakmak Umma : Lohusaların göğüslerinin şişmesi Urum : Anadolu Uruplağ : Eski bir tahıl ölçüsü. (Arpa için yaklaşık 13 kg. Buğday için 16 kg Üğürlenmek : Kendi kendine söylenerek nazla sallanmak Üleş : Leş Ürümek : Havlamak Variyetli : Zengin, varlığı yerinde olan Vergili : Evlenmek üzere sözü verilmiş kız Yağarnı : Sırt Yahşi : İyi, güzel Yal : Köpek yiyeceği Yarımağız : isteksiz Yarımlağ : Yarım uruplağ Yaşmak çalmak : Ağzı örtecek şekilde baş bağlamak Yavan : Yağsız, tatsız, tuzsuz Yayan : Yürüyerek Yeğnik : Hafif Yekinmek : Birden kalkmak Yemeni : Deriden yapılan hafif ayakkabı Yeygü : Hayvan yiyeceği Yoğşumak : Hamurun açılacak kıvama gelmesi Yumak : Yıkamak Yumuş : Emir Yük kemeri : Yüklük. Yatak yorgan konan dolap Yüz yavuncusu : yüze gülen Zelve : Öküzün boyunduruğunun çıkmaması için takılan eğri deynek Zerze : Halkalı kapı demiri Zilingir : Uykusunu alamamış Zürriyet : Döl, soy
-
ATA SÖZLERİ Acı (yiti) sirke küpüne zarar verir. Bakan göze yasak olmaz. Çıkacak cana ceza olmaz. Dağ dağ üstünde olur, ev ev üstünde olmaz. (iki aile bir arada barınamaz) Deli dağdan, aşık sudan, akıllı yeşillikten hoşlanır. Eken biçer, konan göçer, cennetin kapısını cömertler açar. El karnı ağrıyınca kara donu giydirir. El yumruğunu bilmeyen kendi yumruğunu değirmen taşı sanır. En kötü koca bir dağdan iyi gölge verir. Gavur içinde din artmaz, yoksul içinde mal artmaz. Gönül halden bilmez, Erciyes’ten kar ister. Gurbette öğünmekle hamamda türkü söylemek kolaydır. Hak doğrunun yardımcısıdır, arşa çıkıncaya kadar. Hançer yarası geçer de dil yarası geçmez. Huylu huyundan vazgeçmez, ya öle, ya gebere. İşine (sanatına) hor bakan, boğazına torba takar. İtinen (itle) yatan bitle kalkar. Kadındır adamı deli eder, kadındır deliyi adam eder. Kadının yüklendiği göç şuraya varmaz. Kaynanalı gelin hatun gelin, kaynanasız gelin natır gelin (dir). Kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü (olur). Kılıç kınını kesmez. Leyleğin ömrü lak lakla geçer. Mal biter malamatlık bitmez. Mart ayı dert ayı (dır). Meyvalı ağacı taşlarlar. Nasibi kesilen itin kurban bayramı arifesinde ayağı kırılır. Ne ekersen onu biçersin Nerde kazan kaynar orda maymun oynar. Oğlan anasını, inek danasını bilir. Olan dört bağlar, olmayan dert bağlar. Paralı adamdan dağlar da korkar. Rahat koyun yerinden oynamaz. Rüzgâr eken fırtına biçer. Saç sefadan, tırnak cefadan uzar. Sağırın oğlu ağlamaz. Su aktığı yere yine akar Şalgam suya düşünce yağ oldum sanır. Toprağı işleyen, ekmeği dişler. Yenenle yanana dağ bile dayanmaz. Zülm ile âbâd olanın, ömrü berbat olur. Ağustostan sonra ekilen darıdan Bal vermeyen arıdan Kocasından sonra kalkan karıdan Haram kazanılan paradan Kimseye hayır gelmez Allahümme ferden Sakın kelden körden İlle topaldan ille topaldan Altundan kupa olsa, susuz çeşmeden dolmaz Yiğit ne kadar mert olsa, düşenin dostu olmaz Ananın ilki olmaktansa dağlarda tilki ol. Aslı paktan kemlik gelmez şek Katıra güvenme babası eşek Ayağını sıcak tut başını serin Kendine bir iş tut düşünme derin. Deh demeden giden at Buyurmadan gören evlat Eve girince gülen avrat Gir oyna çok oyna. Deh demeden gitmeyen at Buyurmadan görmeyen evlat Eve girince gülmeyen avrat Gir ağla, çık ağla. Dostun sofrasında ben yemem deme, elin gitsin gelsin yemesen de. Dur dur durmuşa var Askerden gelmişe var Karısı ölene var Kıymetini bilene var (Kıymetini bilenle evlen) El oğlu hilebazdır kimse bilmez fendini Her kime iyilik edersen sakın ondan kendini. Ev yapayım dersen himinden (temelinden) başla Zengin olayım dersen durmadan işle Fakir olayım dersen uykuya başla Uyku seni bir kenara götürür. Geçme muhannet köprüsünden koy aparsın su seni Yatma tilki gölgesinde koy yesin aslan seni. Irmak kenarında ev yapma sel için Dağ başında harman yapma yel için Kocalıkta genç karı alma el için. Önce deveni bağla, sonra tevekkül et. Sev seni seveni, yer ile yeksân ise Sevme seni sevmeyeni Mısır’a sultan ise Söz bilirsen söyle ibret alsınlar Söz bilmezsen sus ki adam sansınlar. Tarlada ekinim var deme ambara girmeyince Hayırlı evladım var deme el koynuna girmeyince Sadık dostum var deme başına bir hal gelmeyince Vefakâr karım var deme yok gününü görmeyince Unu eleyene, kızı dileyene vermeli Üzümünü ye, bağını sorma Yolcu isen er (erken) git Borçlu isen ver git Rençber isen herk et (toprak işle) Atalar sözü yerde kalmaz Ata dostu oğula mirastır Alışveriş güldür, çabuk solar Başın (canın) sağlığı, dünya varlığı Büyük evin nimeti, küçük evin ziyneti Ev sahibinin aşına değil, kaşına bakılır Ustasız zenaat haramdır Her adam bir olmaz, her çiçek gül olmaz İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kârı İnsanı bir gemi Akıl dümeni Fikir yelkeni Kullan kendini Göreyim Kanma kötü sözüne bilse İyisini söyler Ağarmadık saç, ağrımadık baş olmaz Ağır taş yerinden kalkmaz, yuvarlanan taş yosun tutmaz Ağızdan burun yakın, kardeşten karın yakın (karın:insanın kendi, nefsi) Ev sahibinin nefesi eve direktir Ev dediğin evrendir, ucu dönmez kervandır Alma mazlumun ahını, gökten indirir şahini Ana baba ne demek bal ile kaymak yemek Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş Ar gitti Mısır’a, namus da ardı sıra Kağnı gider de Kayış ne çeker Araba devrilince yol gösteren çok olur Bana benden olur her ne olursa, başım rahat bulur dilim durursa Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu şaşırır BİLMECELER Alaca karga, bulaca karga, içi dolu kavurga ? (nar) Altı odunluk, üstü unluk ? (iğde) Anası su, babası taş, yedi âleme baş ? (tuz) Avcuma sığar, ambara sığmaz ? (övendire) Bahası büyük, yükü yeğnik ? (altın) Bir küçücük fıçım var, iki türlü su yutar ? (yumurta) Bir tencerem var kapaklı, etrafı saçaklı ? (göz) Bir yorganım var, toprağı tutar denizi tutmaz ? (kar) Burdan attım kılıcı, halep’te oynar bir ucu ? (şimşek) Çalı dibinde mum yanar ? (tavşan) Çıt demeden çalıya geçti ? (güneş ışığı) Dağ başında kara papak. (keçi) Elemez melemez, ocak başına gelemez, gelse de duramaz ? (yağ) Etten kantar, altın tartar ? (kulak-küpe) Ey milidi milidi, dış kapının kilidi, yatsıdan sonra bize gelen kim idi ? (uyku) Ey yurtlar yüce yurtlar, yusuf’u yiyen kurtlar, tırnağından su içer, tepesinden yumurtlar ? (buğday) İki küçük mil taşı, dolanır dağı taşı ? (göz) Kabuğu var içi yok, sopa yer suçu yok ? (davul) Kat kattır ama katmer değil, kırmızıdır ama elma değil, yenir ama meyva değil? (soğan) Kokusu var gül değil, toz gibi ama kül değil, dağı taşı devirir dev değil ? (barut) Oniki oğlu, dört kızı var ? (yıl) Uçar kuş değil, karadır taş değil ? (tıstan böceği) Dağda tapılar suda çıpılar arşın ayaklı burma bıyıklı ? (balta, balık, leylek, tavşan) Kuyu, kuyunun içinde suyu suyunun içinde yılan yılanın ağzında mercan ? (gazlambası, gazyağı, fitil, ateş) Keser sapı kol, el, parmak, tırnaklar.) Gara dağ Gara dağın altında kalem dağ Kalem dağın altında ışıldar Işıldarın altında mışıldar Mışıldarın altında bir torba kıl ? (saç, baş, göz, burun, bıyık, sakal) DEYİMLER Acısını çıkarmak Adamlığı öğrenmek. Ağırdan almak Ağzını toplamak. Aklına koymak Ayakkabı dar olunca, dünya geniş olmuş, ne fayda? Bit yeniği Burnu sürtülmek Cereme çekmek. Çırasını yakmak. Çizme rafa çıkmış ama, ne muştalar yemiş. Dâvâ çalmak Değirmen sele gitmiş sen şakşağını arıyorsun. Eliyle etmek Eşeğe gücü yetmez, palanını (semerini) döver. Ezel yemez idim bal ile kaymak şimdi tablalardan keşkapan oldum. ****** avlanmak Gelin oyunu sever, düğün mahana (bahane). Gelin de severdi gülüp oynamayı bahtından güvey de çalgıcı çıktı. Gönlü olmak Günahını almak Hatır yıkmak İçi açılmak İflahı kesilmek İnadım inat, kör Murat. İssisi (sahibi) veriyor da tellalı vermiyor. Karış vermek: (Beddua etmek) Kirli çıkı Küsen yatağını ayrı sersin. Lokman Hekim gelse çare bulunmaz. Mescidin içi dururken dışı haramdır. Nefis körlemek Nuh der peygamber demez. Ocağı kül olmak Ölür müsün, öldürür müsün ? Para delisi Püsküllü belâ Sarmısağı gelin etmişler kırk gün kokusu çıkmamış Sulu göz Surat etmek Şafak attı Şeytan kulağına kurşun Taşa tutmak Un ufak etmek Üst başa geçmek Vergili el Verip veriştirmek Vursan ölür, vurmasan kısmetini elinden alır. Yağlı ballı olmak Yan çizmek Yedi canlı Yüze gülmek