-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
Kültürel Etkinlikler AŞIK VEYSEL VE OZANLAR HAFTASI ETKİNLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Şarkışla - 15-21 Mart DÜZENLEYEN KURULUŞ : Şarkışla Kaymakamlığı TEL : (346) 517 10 44 FAKS : 512 10 09 PÖHREKLİ KÜLTÜR VE YAYLA ŞENLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Merkez – 01 Haziran DÜZENLEYEN KURULUŞ : Gazibey Köyü Muhtarlığı TEL : (346) 277 61 94 FAKS : ZARA KARABEL YÖRESİ YAYLA ŞENLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Merkez – 30 Haziran DÜZENLEYEN KURULUŞ : KAY-KEF Federasyonu Beypınar Köyü TEL : (346) 822 20 09 FAKS : BEYDAĞI YILDIZBABA ŞENLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Zara – 30 Haziran DÜZENLEYEN KURULUŞ : Zara TEL : (346) 828 10 92 FAKS : (216) 365 77 87 KARACAÖREN YAYLA ŞENLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Suşehri - 05-06 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Suşehri Kaymakamlığı – Belediye Başkanlığı Suşehri Kültür ve Dayanışma Derneği TEL : (346) 311 40 01 – 311 44 60 FAKS : 311 36 00 ŞEREFİYE KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ YERİ VE TARİHİ : Zara - 05 - 06 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Şerefiye Belediye Başkanlığı- Şerefiye ve Çevre Köyleri Derneği TEL : (346) 836 61 61 FAKS : 836 61 62 MERDER MADIMAK FESTİVALİ YILDIZ BELEDİYESİ ŞENLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Yıldız – 06 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Yıldız Belediye Başkanlığı – MERDER Derneği TEL : (346) 225 71 38 – 344 20 27 FAKS : ÇAMŞIH DİVRİĞİ HALK OZANLARI FESTİVALİ YERİ VE TARİHİ : Divriği - 20 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Çamşıh Hüseyin Abdal Derneği TEL : (346) 426 32 44 – 418 28 41 FAKS : 418 39 96 KANGAL KÖPEĞİ FESTİVALİ YERİ VE TARİHİ : Kangal - 11 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Kangal Kaymakamlığı – Belediye Başkanlığı TEL : (346) 457 10 01 FAKS : 457 25 65 GÖLOVA YAYLA FESTİVALİ YERİ VE TARİHİ : Gölova - 12 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Gölova Kaymakamlığı – Belediye Başkanlığı Gölova Eğitim ve Kültür Vakfı TEL : (212) 220 12 65 FAKS : 220 12 65 KÖSESÜLEYMAN ZİYARETİ YERİ VE TARİHİ : Suşehri - 12 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Çataloluk Belediye Başkanlığı TEL : (346) 318 66 17 FAKS : ZARA BAL VE KÜLTÜR FESTİVALİ YERİ VE TARİHİ : Zara - 12-13 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Zara Kaymakamlığı-Belediye Başkanlığı Zara Vakıf ve Köy Dernekleri TEL : (346) 816 10 22 FAKS : 816 16 68 AŞIK VEYSEL AŞIKLAR BAYRAMI YERİ VE TARİHİ : Şarkışla - 15-17 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Sivas Valiliği - Şarkışla Kaymakamlığı TEL : (346) 512 10 04 FAKS : 512 10 09 ÇATPINAR KÖYÜ GÜREŞ MÜSABAKALARI YERİ VE TARİHİ : Hafik - 17 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Hafik Kaymakamlığı - Çatpınar Köyü Kal.Der. TEL : (212) 266 61 57 FAKS : GELENEKSEL AHMET AYIK KARAKUCAK GÜREŞLERİ VE BAL FESTİVALİ YERİ VE TARİHİ : Doğanşar - 18-20 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Doğanşar Kaymakamlığı - Belediye Başkanlığı Doğanşar Kal.ve Dayanışma Derneği TEL : (346) 881 21 67-688 20 27 - (212) 656 25 98 – 569 07 07 FAKS : (212) 432 12 48 SUÇATI DUT ŞENLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Gürün - 27 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Suçatı Belediye Başkanlığı TEL : (346) 725 60 32 FAKS : 725 64 06 GÜRÜN KÜLTÜR VAKFI YERİ VE TARİHİ : Gürün - 29-30 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Gürün Kaymakamlığı - Belediye Başkanlığı Gürün Kültür Vakfı TEL : (346) 715 10 13 FAKS : 715 17 70 TOZANLI ŞENLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Hafik - 07 Ağustos DÜZENLEYEN KURULUŞ : Hafik Kaymakamlığı - Tozanlı Vadisi Köy.Kal.Dern. TEL : (212) 511 12 77 FAKS : ŞEYHDERDEYAR KÜLTÜR FESTİVALİ YERİ VE TARİHİ : Ulaş - 09 Ağustos DÜZENLEYEN KURULUŞ : Ulaş Kaymakamlığı TEL : (346) 781 20 06 – 20 80 FAKS : 781 24 95 E-MAIL ADRESİ : www.ulaş.bel.tr KOYULHİSAR KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ YERİ VE TARİHİ : Koyulhisar – 09 Ağustos DÜZENLEYEN KURULUŞ : Koyulhisar Kaymakamlığı-Belediye Başkanlığı TRT İstanbul Televizyonu TEL : (346) 341 30 04 – 341 30 19 FAKS : 341 23 91 DUMANBABA ANMA GÜNÜ YERİ VE TARİHİ : Koyulhisar - 10 Ağustos DÜZENLEYEN KURULUŞ : H.Mustafa AYDOĞDU- Memduh UZ TEL : (212) 567 56 29-30 FAKS : 577 08 36 2.GELENEKSEL İLBEYLİ ŞENLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Merkez - 26 Ağustos DÜZENLEYEN KURULUŞ : İlbeyli Çevresini Geliştirme ve Yard.Der. TEL : (346) 225 40 85 FAKS : AHMET ÇUHADAROĞLU ŞENLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Merkez – 28-29 Ağustos DÜZENLEYEN KURULUŞ : Gümüşçevre Muhtarlığı ve Köy Derneği TEL : (535) 365 70 26 - (533) 331 40 72 FAKS : AKINCILAR KAVUN FESTİVALİ YERİ VE TARİHİ : Akıncılar - 29-31 Ağustos DÜZENLEYEN KURULUŞ : Akıncılar Kaymakamlığı - Belediye Başkanlığı Akıncılar Kültür ve Dayanışma Derneği TEL : (346) 361 53 84 - 361 55 77 FAKS : 361 55 66 ALACAHAN KERVANSARAY ŞENLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Kangal - 11- 12 Temmuz DÜZENLEYEN KURULUŞ : Alacahan Belediye Başkanlığı TEL : (346) 467 50 08 FAKS : 467 50 08 4 EYLÜL SİVAS KONGRESİ VE SANAT ETKİNLİKLERİ YERİ VE TARİHİ : Merkez - 30 Ağustos-04 Eylül DÜZENLEYEN KURULUŞ : Sivas Valiliği - Belediye Başkanlığı TEL : (346) 224 45 45 - 221 24 64 FAKS : 223 00 20 - 221 01 16
-
Kütüphanelerimiz İl Halk Kütüphanesi : 1967 yılında 3 katlı olarak yapılmış olup, 1999 yılı sonu itibariyle 26.364 adet adet kitapla, 201.673 yetişkin, 25.089 çocuk olmak üzere toplam 226.762 okuyucu yararlanmıştır. Ziyabey Kütüphanesi : Sivas eşrafından ve 1.Dönem milletvekili Mütevellioğlu Yusuf Ziya Bey (Başara) tarafından 38 yaşındayken 1908 yılında kendi şahsi gayretleriyle özel kütüphane olarak kurulmuştur. 13.3.1978 tarihinde Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nca eski eser olarak tescil edilen kütüphane binası küçük bir meblağ karşılığında Yusuf ziya Başara'nın varisleri tarafından 7.4.1980 tarihinde Kültür Bakanlığı'na devridilmiştir. 1981-1984 yılları arasında kütüphane binası yeniden restore edilerek 16.4.1985 tarihinde hizmete açılmıştır. 704 adet değerli el yazması kitabın da yer aldığı kütüphanede toplam 17.205 adet kitap mevcuttur. Çarsibasi Mah. Nalbantlarbasi Cad. No: 3 SIVAS Tel: 0 346 223 08 26 Fevzipaşa Çocuk Kütüphanesi : 23.6.1957 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak 1.Çocuk Kütüphanesi adı altında Fevzipaşa İlkokulu'nun zemin katında hizmete açılmıştır. Halen Alibaba-Gökçebostan şube Kütüphanesi ile aynı binada hizmete devam etmektedir. 1999 yılı sonu itibariye 4.883 adet kitap bulunmaktadır. Atatürk Çocuk Kütüphanesi : 1962 Yılında Bakanlığı'na bağlı olarak 2. Çocuk Kütüphanesi adı altında hizmete açılmış, 1973 yılında adı Atatürk Çocuk Kütüphanesi olarak değiştirilmiştir. Halen İl Halk Kütüphanesinin 1. katında hizmet vermektedir. Dumlupınar Çocuk Kütüphanesi : 1966 yılında Kızılırmak İlkokulu'nda hizmete açılmış, 1971 yılında Dumlupınar İlkokulu'na taşınmıştır. Halen Ziyabey Kütüphanesi'nin 1. katında hizmetine devam etmektedir. Kütüphanede 6.056 adet kitap bulunmaktadır. Ayrıca; Sivas'ın 16 ilçesinin tamamında ve 7 beldesinde halk kütüphanesi mevcuttur.
-
ABDİ AĞA KONAĞI Sivas’ımızın kadim Mütevelli Ailesine mensup ve Vakıf tarihinde darül – raha vakfı (hicri 721) Miladi 1321 ile meşhur olan Abdul-vahabi efendi(Abdulvahab) Abdiağanın (Hicri 1343) Miladi 1827 tarihinde yaptırdığı bu konak torunları emekli öğretmen Hatice Mutlu ve emekli Hakim Abdi Başara tarafından Sivas Konağı olarak ihya edilmek ve kültür evi olarak kullanılmak üzere Sivas Belediye Başkanlığına bağışlanmıştır. Tarihi konak, 12 odadan meydana gelip, 2 kattan oluşur. Üst katında mutfak, büyük salonlu iki misafir odası, iki büyük hol, 2 oturma odası ve bir yatak odası bulunmakla beraber alt katında ise iki oturma odası, bir büyük mutfak, mahzen ve kömürlük mevcuttur. Eski Türk evinin bütün sıcaklığını yansıtan bu konak, ilimizde giderek yok olmaya yüz tutmuş nadide Sivas evlerinden güzel bir örnektir. Harabe bir şekilde Belediyemize devredilen Abdiağa konağının aslına uygun olarak restore edilmesi için başlatılan çalışmalar doğrultusunda ilk olarak, sonradan yapılan ve konağın özelliğini bozan müdahaleler iptal edildi. Kuzey cephe üst katındaki pencereler önceki formuna uygun olarak değiştirilirken, yine bu cephede bulunan ve 1949 yılında kaldırılan köşk kısmı yeniden yapıldı (Ölçüleri 1955 yılında yapılan bir rölöveden tespit edilmiştir). Bozulan ahşap pencereler değiştirilirken, çatısı oluklu kiremitle kaplandı ve yıkılan ahşap saçaklar yenilendi. Kiremitlik denilen hol kısımları eskiden olduğu gibi sekizgen tuğla ile kaplandı. Doğu alt cephede kapatılan iki pencere yeniden kullanıma açıldı. Cephedeki ahşap silmeler onarıldı, yerinde olmayanlar ise yeniden yapıldı. Tipik odalardaki ahşap korkuluk ve kemerli geçitler eski haline getirildi. Rölöve ve restorasyon çalışmaları tamamlanarak, Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan alınan onay ile tüm masrafları belediyemizce karşılanan, ilimizde sayısı yok olmaya yüz tutmuş tarihi Sivas evlerinden Abdiağa Konağı da kültür mirasımıza kazandırıldı. SUSAMIŞLAR KONAĞI Sivas’ın fiziki ve manevi dokusunda iki mahalle adı, bir cami, bir zaviye, bir mektep ve bir çeşme ile iz bırakan büyük şahsiyetlerden olan Ali Baba büyük bir ihtimalle 1470’li yıllarda doğmuş ve 1574’de bir asırdan fazla sürdüğü rivayet edilen ömrünü tamamlayıp, dar-ı ukbaya hicret etmiştir. Büyük Ali Baba ve torunu Küçük Ali Baba büyük kısmı devrin padişahları tarafından, kendilerine mülk olarak tahsis edilen gelir kaynaklarını vakfederek yukarıda sözünü ettiğimiz müesseseleri inşa ettirmişler ve Sivas’lılar ile gelip geçen yolcuların hizmetine sunmuşlardır. Bugünkü konağın girişinin üstündeki köşk kısmı ile konağın önündeki çeşme 1815 yılında Benderli Ali Ağa tarafından yapılmıştır. Konağın diğer kısımlarının bu tarihe yakın bir zamanda yapılmış olduğu söylenebilir .Osmanlı döneminde bilhassa 17. ve 18. Asırlardan konağın müştemilatının daha fazla olduğu bilinmektedir. O dönemlerde yazlık ve kışlık odalar, mutfak, kiler, çardak, yolcular için misafirhane(han), anbar, iki ahır, samanlık, kapıcı odası, fırın ve çeşme ile avlu ve bahçesi bulunuyordu. Zamanla fonksiyonunu kaybetmesiyle birlikte bugünkü binanın kaldığı anlaşılmaktadır. Bugün bina 7 ana bölümden müteşekkildir. 1- Giriş kısmının sağ tarafında yaşlılar ve evlilerin oturduğu oda 2- Girişin sol kısmında gençler ve bekarların kaldığı oda 3- Semaha, 4- Semahanenin sağ tarafında çilehane 5- Mutfak 6- Semahanenin ikinci katında kadınlar kısmı 7- İkinci katta misafir köşkü. Bu haliyle belediyemiz tarafından restore edilerek eski ihtişamına kavuşturulan konak, Ali Baba ailesinin son sakinlerinden olan Susamışlar’ın (Mehmet Nuri Susamış ve Oğulları) adına izafeten Susamışlar Konağı olarak adlandırıldı.
-
Sivas Kaleleri SİVAS KALESİ (Merkez) Sivas il merkezinde, Topraktepe üzerinde bulunan bu kalenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bunu belirten bir kitabesi de günümüze ulaşamamıştır. İlk kalenin Roma döneminde veya daha önce yapıldığı sanılmaktadır. Bizanslılar, Danişmentliler, Selçuklular, Eretnalılar, İlhanlılar ve Osmanlılar zamanında kale onarılmıştır. Timur tarafından 1400 yıllarında da kale yıkılmıştır. Kaleden bazı sur duvarları günümüze gelebilmiştir. Sivas Valisi Necmettin Ergin tarafından burada 4 Eylül Parkı yapılmıştır. Evliya Çelebi’ye göre Sivas Kalesinin surları 10.500 adım (6.500 m.) olup, kesme taştan iki sıra halinde yapılmıştır. Kalenin 27 kulaç yüksekliğinde duvarları vardı. Beş tane de kapısı bulunuyordu. Sur duvarları içerisinde Aşağı ve Yukarı kale olmak üzere iki iç kale daha bulunuyordu. Bunlardan Aşağı kalede Sivas’ı yönetenler yaşıyorlardı. Bu bölüm 20 kule, 600 mazgallı idi ve iki de demirden kapısı vardı. Aşağı Kalede ise, top ve cephaneler vardı. Yukarı Kale topraktan yapılmıştır. Timur dönemi tarihçilerinden Shafaf Al-din Yazdi, Sivas surlarından şöyle söz etmiştir: “Sivas şehri fevkalâde kuvvete haiz duvarlara sahiptir. Mazgaldan temele kadar tamamen kesme taştan, bir kulaç derinliğinde duvarların ayak kısımları 10 kulaç genişliğindedir. Yedi tane kapısı olup, kanatları demirdendir. Bunlar Alâeddin Keykubat tarafından yapılmıştır. Her tarafı su ile çevrili olup, batı kısmı daha kolay aşılırdı.” Matrakçı Nasuh ise; Sefer Irakeyn isimli el yazmasında; “Şehrin etrafı surla çevrili, surların etrafını çeviren suyolları doğuya doğru gidiyor. Batı kısmı daha yüksek olduğu için hendeği yoktur” demektedir. Kâtip Çelebi de Sivas surlarının son derece sağlam olduğunu ve bunların Alâeddin Keykubat tarafından tamir edildiğini, Timur tarafından da tahrip edildiğini yazmaktadır. XIX.yüzyılda buraya gelen Dupre sur içerisinde Topraktepe ve etrafında topraktan yapılmış surlara rastlamıştır ve burasının bir Selçuklu kalesi olduğunu da belirtmiştir. Prof.Dr.Tahsin Özgüç ise 1946 yılında Türk Tarih Kurumu adına burada bir kazı yapmış ve kalenin duvar kalıntıları ile ana hatlarını kısmen ortaya koymuştur. DİVRİĞİ KALESİ (Divriği) Sivas ili Divriği ilçesinde bulunan bu kale Mengücekoğulları dönemine aittir. Kalenin yapımını belirten iki satırlık kitabesi kapı üzerinde bulunmaktadır. Bu kitabeye göre kale Mengücekoğlu Seyfeddin Şehin Şah Bin Süleyman tarafından 1181 yılında yapılmıştır. Buradaki bir başka kitabede ise mimarının Megaralı Hasan Bin Firuz olduğu belirtilmiştir. Kale kesme taştan, iç ve dış olmak üzere iki bölüm halindedir. Günümüze yalnızca dış kaleye ait surların bir bölümü gelebilmiştir. Bu surların uzunluğu 1,5 km2’dir. Kalıntılarından yuvarlak bir alanı kapladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca yuvarlak ve kare planlı kulelerle desteklenmiştir. Kale içerisinde ambarlar, cephanelikler, sarnıçlar, su kuyuları ve kışla yapıları bulunuyordu. Günümüze yalnızca kare planlı olan kulelerden biri gelebilmiştir. Kalenin girişi tümüyle tahrip olmuştur. Kalenin altında bir de mağara bulunmaktadır. Ancak bu bölüm yeterince araştırılıp, incelenmemiştir. KESDOĞAN KALESİ (Divriği) Sivas, Divriği ilçesinde, Divriği Kalesi yakınında bulunan Kesdoğan Kalesi hakkında yeterli bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bununla beraber bu kalenin Divriği Kalesi’nin gözetleme karakolu niteliğinde yapıldığı sanılmaktadır.
-
Sivas Hanları BEHRAM PAŞA HANI (Merkez) Sivas il merkezi, Atatürk Caddesi, Kurşunlu Sokak’ta bulunan bu hanı Behram Paşa 1573 yılında yaptırmıştır. Kesme taştan yapılmış olan han, 49.00x49.00 m. ölçüsünde iki katlı bir yapıdır. Yuvarlak kemerli giriş kapısından avluya girilmektedir. Bu avlu çevresinde hanın odaları sıralanmıştır. Girişin yanındaki merdivenlerden ikinci kata çıkılmaktadır. Bu han bir süre hayvan hastanesi olarak kullanılmıştır. TAŞHAN (Merkez) Sivas il merkezinde, Atatürk Bulvarı ile Dörtyol mevkiinin kesiştiği noktada bulunan bu hanın yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Kaynaklardan Sivas’ta yaşayan Gayri Müslim tüccarlar tarafından XIX.yüzyılda yapıldığı öğrenilmektedir. Kesme taştan yapılan han avlu çevresinde sıralanmış iki katlı odalardan meydana gelmiştir. Hanın köşebaşından olmasından ötürü odalardan bazıları iki cepheye, bazıları da iç avluya bakmaktadır. Pencereler dikdörtgen sövelidir. Hanın üst örtüsü çatı olup, ortada üçgen şeklinde yedi adet küçük çatı halindedir. Üst örtünün kenarlarında da iki geniş kırma çatı bulunmaktadır. Günümüzde ilin önemli bir ticaret merkezidir. SUBAŞI HANI (Merkez) Sivas il merkezinde, Mahkeme Caddesi üzerinde bulunan bu han Sivas Valisi Sinan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber, Sinan Paşa’nın 1525 yılında öldüğü dikkate alınacak olursa, hanın XVI.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Yapımından sonra çeşitli onarımlarla orijinalliğinden kısmen uzaklaşan han kesme taştan iki katlı olarak yapılmıştır. Alt kat yuvarlak kemerler halinde dışa açılmış ve buraya dükkânlar yerleştirilmiştir. İkinci katın sonraki yıllarda yapıldığı yapı malzemesi ve her iki katın uyumsuzluğundan anlaşılmaktadır. Günümüzde Şıracılar Çarşısı olarak tanınmaktadır. Buradaki dükkânların çoğu aktar dükkânıdır. SELÇUK HANI (Merkez) Sivas, Malatya-Sivas eski yolu üzerinde Akaya Köyü’nün 3 km. güneyinde tarlalar içerisinde bulunan bu hanın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Günümüze harap ve kalıntı halinde gelen hanın üç bölümlü olduğu, doğu-batı doğrultusunda, 18.00x23.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olduğu kalıntılarından anlaşılmaktadır. Hanın ortasında iki sıra halinde üçerden altı payenin izleri görülmektedir. Duvarlarının yaklaşık 1 m. yüksekliğindeki kalıntıları günümüze gelebilmiş, buna dayanılarak da kesme taştan yapıldığı anlaşılmaktadır. LATİF HANI (Merkez) Eski Sivas-Kayseri yolu üzerinde, Tatlıcak Höyüğü yakınında bulunan bu handan hiçbir iz günümüze gelememiştir. ALACAHAN (Kangal) Sivas ili Kangal ilçesi, Alacahan Beldesi’nde bulunan bu hanın kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapımından sonra değişik dönemlerde birçok kez onarım görmüş bu nedenle de özelliğinden uzaklaşmıştır. Siyah-beyaz taşların alternatifli olarak sıralanmasından ötürü değişik bir görünümü olup, bundan dolayı da Alacahan ismi ile anılmıştır. Yüksek duvarlı hanın dış cephe görünümü bir kaleyi andırmaktadır. Yapı üslubundan ve diğer Selçuklu hanları ile benzerliğinden ötürü ilk yapımının XIII.yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Yuvarlak kemerli bezemesiz bir kapıdan hanın avlusuna geçilmektedir. Bu avlu çevresinde de odalar sıralanmıştır. PAMUK HAN(Divriği) Sivas ili Divriği ilçesi, Demirdağ istasyonu yakınında bulunan bu hanın kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. Moloz taş ve kesme taştan yapılmış olan dikdörtgen planlı hanın üst örtüsü yıkılmış ve yalnızca duvarlarının büyük bir bölümü günümüze gelebilmiştir. BURMA HAN (Divriği) Sivas ili Divriği ilçesi, Divriği-Kemah-Erzincan yolu üzerindeki bu hanın kitabesi günümüze ulaşamadığından yapım tarihi hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Ancak yapı üslubundan Mengücekoğulları dönemine ait olduğu anlaşılmaktadır. Bazı kaynaklarda Sultan IV.Murat’ın Revan seferine giderken bu handa konakladığı belirtilmiştir. Moloz taştan dikdörtgen planlı olarak yapılan han harap bir durumda günümüze gelebilmiştir. Planını tespit etmek mümkün olamamıştır. MİRÇİNGE HANI (Divriği) Sivas Divriği ilçesinde, Handere Köyü’ndeki bu hanın da kitabesi günümüze gelememiş olup, yapım tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Yapı üslubundan Mengücekoğulları dönemine ait olduğu sanılmaktadır. Han kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Günümüze harap bir durumda gelmiştir. DİPLİ HAN (Divriği) Sivas Divriği ilçesi Günbahçe köyü ile Dumluca Köyü arasında bulunan Dipli Hanın kitabesi günümüze gelememiştir. Bu nedenle yapım tarihi ve banisi hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Han günümüze harap bir durumda gelmiş olup, sadece duvarlarının bir bölümü ile üst örtüsünün bir kısmı ayaktadır. KARA MUSTAFA PAŞA HANI (Yıldızeli) Sivas Yıldızeli ilçesinde, Kara Mustafa Paşa’nın 1640 yılında yaptırmış olduğu cami ve hamamın yanı sıra, iki handan yalnızca bir tanesinin duvar kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Diğer han ise Hükümet Konağı yapılırken yıkılmıştır.
-
Meydan Camisi (Çukur Cami) (Merkez) Sivas Dikilitaş Caddesi’nde bulunan bu camiyi Koca Hasan Paşa 1564 yılında yaptırmıştır. Önündeki son cemaat yeri XIX.yüzyılda buraya eklenmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1968 yılında onarılmıştır. Halk arasında Çukur Cami ismi ile de tanınmaktadır. Cami kesme taştan ve 19.00x27.50 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Üst örtü dört köşeli kalın sütun ile desteklenmiştir. Üzeri eğimli bir çatı ile örtülmüştür. Minber ve mihrabı özellik göstermemektedir. Kare kaide üzerinde tuğladan yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Caminin avlusunda Zileli Şeyh Şemseddin Sivasi’nin türbesi bulunmaktadır. Ali Ağa Camisi (Merkez) Sivas il merkezinde, Hükümet Meydanı yakınındaki Ali Ağa Sokağı’nda bulunan bu camiyi Sivas Valisi Sağır Behram Paşa’nın oğlu Mustafa Bey 1580 yılında yaptırmıştır. Bu caminin yapımı ile ilgili bir de söylenti vardır. Bu söylentiye göre; Camide kılınan ilk namazda, camiye gelenlere imamın ne okuduğunu soran Mustafa Bey’in uşağı Ali Ağa’nın sorusunu yanıtlayan üç kişiyi Behram Paşa’nın konağına davet etmesinden ötürü Ali Ağa’nın ismi camiye verilmiştir. Cami yontma taştan, 12.50x16.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânının üzeri kubbelidir. Mihrap yonca biçimli bir kemerle çevrilidir ve mukarnas dizilidir. Caminin ahşap minberi daha geç dönemde buraya konulmuştur. Kare kaideli, yuvarlak gövdeli tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Caminin avlusunda Şair İsmail Sefa’nın (1866-1901) mezarı ile yakınında da 1581 tarihli bir çeşme bulunmaktadır. Ali Baba Camisi (Merkez) Sivas il merkezinin kuzeyinde Ali Baba Caddesi’nin sonunda bulunan bu cami, giriş kapısındaki kitabesinden öğrenildiğine göre h.1200 (1786) yılında, Ali Baba isimli bir kişi tarafından yaptırılmıştır. Cami yontma taştan, dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânı oldukça geniş pencereler ile aydınlatılmıştır. Caminin kadınlar bölümünün sağında camekânla bölünmüş olan bölümde Ali Baba’nın türbesi bulunmaktadır. Bu türbede Ali Baba, oğlu ve iki torununun sandukaları bulunmaktadır. Minaresi kesme taş kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Osman Paşa Camisi (Kilise) (Merkez) Sivas Osmanpaşa Caddesi’nde bulunan bu cami, Bizans döneminde yapılmış bir kiliseden Osman Paşa tarafından 1584’te camiye dönüştürülmüştür. Yontma taştan kapalı haç planında yapılan caminin mihrap kısmı yarım kubbe şeklindedir. Buradaki küçük kubbe iki sütun ve mihrap duvarı ile bağlı kemerler üzerine oturtulmuştur. Bunun dışında kalan bölümler tonozludur. Kiliseye çevrildikten sonra eklenen minaresi taş kaideli olup, tek şerefeli, tuğla gövdelidir. Sait Paşa Camisi (Merkez) Sivas Sait Paşa Mahallesi, Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan bu camiyi, Sivaslı Sait İbrahim Paşa 1819 yılında yaptırmıştır. Caminin banisi Sait Paşa’nın mezarı Abdülvahap Gazi mezarlığındadır. Cami kesme taş ve moloz taştan dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânının üzerini dört ağaç direğin taşıdığı düz bir dam örtmekte olup, üzeri kiremit bir çatı ile kaplanmıştır. Mihrap ve minberi özellik göstermemektedir. Caminin minaresi taştan olup, tek şerefelidir. Büyük Kazancılar Camisi (Merkez) Sivas il merkezinde bulunan bu cami minare kaidesindeki kitabeden öğrenildiğine göre Mehmet Ağa tarafından 1812 yılında yaptırılmıştır. Cami kareye yakın dikdörtgen planda olup, üzeri kırma bir çatı ile örtülmüştür. Moloz taş ve kesme taştan yapılan caminin içerisinde dikkat çeken bir bezemesi bulunmamaktadır. Yanında kesme taş kaide üzerinde yuvarlak gövdeli tek şerefeli minaresi bulunmaktadır Çatalpınar (Korkmazoğlu) Camisi (Merkez) Sivas Çatalpınar’da bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelememiştir. Bununla beraber cami içerisindeki bir levhada Ali Aşkar Paşa’nın 1833 yılında yaptırdığı yazılıdır. Moloz taş ve tuğladan yapılmış olan cami kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Üzeri kırma çatı ile örtülüdür. İçerisinde herhangi bir bezemeye rastlanmamıştır. Yanında taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi vardır. Vişneli Cami (Merkez) Sivas il merkezinde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelememiş bu yüzden de yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ancak belgelerden Miralay İsmail Bey tarafından 1862 yılında yenilendiği öğrenilmektedir. Cami moloz taş ve tuğladan dikdörtgen planlı olarak yapılmış, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Yanında taş kaide üzerinde yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Şahruh Bey Mescidi (Merkez Cami) (Gemerek) Sivas ili Gemerek ilçesinde bulunan bu caminin kitabesinden öğrenildiğine göre Alaüddevle’nin oğlu Şahruh tarafından 1749 yılında yaptırılmıştır. Aslan Paşa oğlu Ahmet Bey 1749, Çapanoğulları da 1822’de bu camiyi onarmışlardır. Moloz taştan yapılan cami dikdörtgen planlı olup üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Son onarımlar sırasında caminin kuzeyine bir mahfil eklenmiştir. Mihrabı altı sıra mukarnaslarla çevrili beşgen şekildedir. Caminin yanında tek şerefeli, yuvarlak gövdeli ve taş kaideli minaresi bulunmaktadır. Çepni Köyü Camisi (Gemerek) Sivas ili Gemerek ilçesi, Çepni Köyü’nde bulunan bu caminin kitabesinden öğrenildiğine göre Kızılkoca oğlu İsa Bey tarafından 1530 yılında yaptırılmıştır. Cami 1826 ve 1898 yıllarında onarım geçirmiştir. Bu onarımlar nedeniyle de özelliğinden kısmen uzaklaşmıştır. Özellikle iç mekânın güneyi büyük nişlerle genişletilmiştir. Moloz taş ve kesme taştan yapılan caminin ibadet mekânının ortası çapraz tonozla örtülmüş bunun üzerine de sekizgen kasnaklı küçük kubbeler yerleştirilmiştir. Ayrıca caminin yanındaki kanatlar da sivri kemerli beşik tonozlarla örtülmüştür. Caminin yan kanatlarından güneydeki diğerinden biraz daha büyüktür. Caminin batısına sütunlu, üzerleri kubbeli üç bölüm halinde bir son cemaat yeri yerleştirilmiştir. Mihrap alçı bezemeli olup, orijinal durumunu korumaktadır. Son cemaat yerinin yanında taş kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. İnkışla Köyü Camisi (Gemerek) Sivas ili Gemerek ilçesi İnkışla Köyü’ndeki bu caminin kitabesi bulunmasına rağmen okunamamış ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Doç.Dr.Hakkı Acun’dan öğrenildiğine göre; Yozgatlı Safiye Hatun tarafından yaptırılmıştır. Cami değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğinden kısmen uzaklaşmıştır. Cami moloz taştan yapılmış, dikdörtgen planlı olup, büyük bir bölümü yenilenmiştir. İbadet mekânı iki sıra halinde iki ahşap direkle üç sahna bölünmüştür. Yanında taş kaide üzerinde yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi vardır. Hamzalı Camisi (Gemerek) Sivas ili Gemerek ilçesi İnkışla Köyü Hamzalı Mevkiinde bulunan bu yapının kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemektedir. Kesme taş duvarlı olan caminin yapı üslubundan XIV. veya XV.yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Cami günümüzde harap bir durumdadır. Abdurrahman Paşa Camisi (Kangal) Sivas ili Kangal ilçesindeki bu cami, minare kaidesindeki kitabesinden öğrenildiğine göre Kangal Ağası Abdurrahman Paşa tarafından yaptırılmıştır. Minare ise 1865 tarihinde Abdülkadir Ağa tarafından yenilenmiştir. Caminin yapım tarihini belirten bir belgeye rastlanmamakla beraber yapı üslubundan XIX.yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır. Kesme taştan yapılmış olan cami kare planlı olup, üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Batısına sonraki dönemde üç küçük kubbeli küçük bir mekân eklenmiştir. Caminin son cemaat yeri kuzeyde olup, yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış dört sütunun taşıdığı üç bölümlü ve kubbelidir. Kuzeybatı köşesindeki minaresi kesme taş kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Deliktaş Camisi (Kangal) Sivas ili Kangal ilçesi, Deliktaş Bucağı’nda bulunan bu caminin yapım tarihi bilinmemektedir. Bunu belirten bir belgeye de rastlanmamıştır. Sultan IV.Murat zamanında, XVII.yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı söylenmekle beraber özelliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Moloz taş ve kesme taştan yapılan cami dikdörtgen planlıdır. Ahşap direklerle ibadet mekânı üç sahına ayrılmıştır. Caminin yakınında 1864 tarihli bir de çeşme bulunmaktadır. Fatih Camisi (Koyulhisar) Sivas ili Koyulhisar ilçesinde bulunan bu caminin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Mimari yapısı hakkında da bir bilgi yoktur. Günümüzde bu cami yıkılmış yerine ahşap çatılı, mimari yönden değeri olmayan bir cami yapılmıştır. Eski Cami (Koyulhisar) Sivas ili Koyulhisar ilçesi, Kale Mevkii’nde, ırmak kenarında bulunan bu camiden günümüze yalnızca temelleri gelebilmiştir. Bu temellere dayanılarak caminin enine dikdörtgen planlı bir yapı olduğu sanılmaktadır. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Fatih Devri Mimarisi isimli kitabında sözünü ettiği Fatih Camisi’nin bu olduğu sanılmaktadır. Ulu Cami (Şarkışla) Sivas Şarkışla ilçesinde bulunan bu caminin kitabesinden öğrenildiğine göre, Üsküdarlı Mehmet Ağa tarafından 1694 yılında yaptırılmıştır. Hacı Hasan Sami Paşa 1900 yılında bu camiyi onarmış, bu onarım sırasında da cami özelliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. İlk yapımında dikdörtgen planlı ve ahşap çatılı olduğu sanılan cami bugün kuzey-güney doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlıdır. Caminin kuzeyinde bir son cemaat yeri ile kuzeybatısında da minaresi bulunmaktadır. İbadet mekânı dört ayakla ve bu ayakların birbirleri ile duvarlarla kemerlerle ayrılmasıyla dört parçaya bölünmüştür. Bu bölümlerin üzeri Osmanlı Ulu cami plan tiplerinde görüldüğü gibi kubbelerle örtülmüştür. Bu kubbelerden ortadaki kubbe diğerlerinden daha yüksek sekizgen kasnaklı ve daha büyüktür. Bu kubbe caminin bütününü örten çatıdan dışarıya taşkındır. Caminin mihrap ve minberi geç döneme ait olup, özelliği bulunmamaktadır. Minare kesme taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Demiryurt Köyü Camisi (Zara) Sivas ili Zara ilçesi, Demiryurt Köyü’nde bulunan bu caminin yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber, ibadet mekânının içerisindeki direklerde Nasuhzade Sait Ağa ismi ile 1914 ve 1916 tarihleri yazılıdır. Bu tarihler dikkate alınacak olursa caminin XX.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Cami kesme taştan dikdörtgen planlı olup, kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır. İbadet mekânı ahşap direklerle üç sahna bölünmüştür. Bu direklerden kuzeyde olanların üzerine mahfil yerleştirilmiştir. Mihrap ve minberi bir özellik taşımamasına rağmen, üst örtünün saçaklarında ve mahfil korkuluklarında ajur tekniğinde yapılmış ahşap süslemeler görülmektedir. Caminin minaresi kuzeydoğu köşesinde olup, ahşaptan yapılmıştır.
-
Sivas Cami ve Mescitleri ULU CAMİ(Merkez) Sivas il merkezinin ortasında bulunan bu caminin yapım tarihi yakın tarihlere kadar kesinlik kazanamamıştır. Vakıf kayıtlarında ise Sultan Alâeddin ve Sultan II. Kılıçaslan’ın oğlu Kudbeddin Melik Şah’ın isimleri geçiyordu. 1960’lı yıllarda Ulu Cami’nin restorasyonu yapılırken ortaya çıkan kitabesi birleştirilmiş ve buna dayanılarak da caminin Kudbeddin Melik Şah (1192-1193) oğullarından Abdül Ahi tarafından 1197’de yaptırıldığı anlaşılmıştır. Cami, I.İzzettin Keykavus Döneminde 1212 yılında onarılmıştır. Bu cami Anadolu Selçuklu camilerinin en eskilerinden bir örnek olup, harap bir durumda iken 1960’lı yıllarda onarılmıştır. Kitabe: ”Bu mescit İzeddin’in oğlu Melik Kudbeddin Melik Şah zamanında Allah’ın rahmetine muhtaç Abdül Ahi tarafından yaptırılmıştır.” Cami bir avlu içerisinde olup, 56.00x33.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Oldukça sade bir taş işçiliği gösteren camide süsleme elemanına rastlanmamaktadır. Duvarları kesme taştan yapılmıştır. Kuzey yönündeki üç kapı ile içerisine girilen camide beş sıra halinde enine dizilmiş on sıra halinde elli adet yontma taş payeler üst örtüyü desteklemektedir. Bunlardan orta sahnın güney duvarı önüne bir niş halinde silindirik mihrap yerleştirilmiştir. İbadet mekânı kuzey ve güney doğrultusundaki yüksek duvarların üzerinde bulunan kemerli pencerelerle aydınlatılmıştır. Üst örtü 1.20x0.90 m. ölçüsünde birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış payelerin taşıdığı kirişler üzerine düz damlıdır. Son onarım sırasında üzerine kurşun kaplı bir çatı eklenmiştir. Caminin güneydoğu köşesindeki minare 10 m2’lik bir alanı kaplamakta olup, 35 m. yüksekliğindedir. Son derece güzel bir taş işçiliği olan minarenin kaidesi sekizgen planlıdır. Gövdeyi oluşturan geometrik desenler tuğlalarla meydana getirilmiştir. Bunun üzerine birkaç sıra halinde firuze çiniler yerleştirilmiştir. Minare gövdesi tamamen tuğladan olup, üzerindeki çiniler yer yer dökülmüştür. Gövde üzerinde, şerefenin alt kısmına rastlayan kufi bir yazı frizi ile mukarnas dolgular yerleştirilmiştir. KALE CAMİSİ(Merkez) Sivas il merkezinde, Kale Mahallesi Selçuk Sokak’ta bulunan bu camiyi Sultan III. Murat döneminde, Sivas Valisi Mahmut Paşa 1580 yılında yaptırmıştır. Sivas'ta Osmanlı dönemi camilerinin en güzel örneklerinden biri olan bu yapı, kesme taştan, 16.70x18.75 m. ölçüsünde kare planlıdır. İbadet mekânının üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağı dıştan on iki tambur ve bunun üzerinde de on altı köşelidir. Minber ve mihrabı mermerden olup, oldukça sadedir. Kare kaide üzerinde yükselen minaresi yuvarlak gövdelidir. Caminin avlusunda Osmanlı yardımlaşma kültürünün bir örneği olan iki adet sadaka taşı bulunmaktadır. Günümüze sadaka taşlarından çok az örnek gelebilmiştir. Osmanlı döneminde sadaka taşının üzerindeki çukurlara hayır sahipleri para bırakır, sonra ihtiyacı olanlar bunları alırlardı. PAŞA CAMİSİ (Merkez) Sivas il merkezinde, Çarşı içerisinde Nalbatlarbaşı Caddesi’nde bulunan bu camiyi Süleyman Bey 1421 yılında küçük bir mescit olarak yaptırmıştır. Süleyman Bey’in soyundan gelen ve Sultan I.Abdülhamid’in damadı, Hibetullah Sultan’ın eşi, Sivas Valisi Alâeddin Paşa 1805 yılında bu mescidi yıktırarak daha büyük bir cami yaptırmıştır. Bu nedenle de camiye Paşa Camisi ismi verilmiştir. Cami yöresel sarı kesme taştan, dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. XIX.yüzyıl batı etkisindeki Osmanlı camilerinden bir örnek olup, ibadet mekânını dört payenin yuvarlak kemerlerle birbirine bağladığı merkezi bir kubbe örtmektedir. Bu kubbe yüksek bir kasnak üzerinde olup, dört taraftan çeyrek kubbelerle desteklenmiştir. Ayrıca payelerin üzerleri dışarıdan ağırlık kuleleri şeklindedir. Mihrap nişi dikdörtgen bir çıkıntı yaparak caminin yüksekliği boyunca dışarıya taşkındır. Mihrap içten yuvarlak niş şeklinde olup, devrinin kalem işleri ile bezenmiştir. İbadet mekânı üç sıra halinde pencere dizileri ile aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, üst sıradakiler ise yuvarlak kemerlidir. Minaresi 1950 yılında tek şerefeli ve taştan yapılmıştır. Daha sonraki yıllarda caminin yanına ikinci bir minare daha eklenmiştir. Minareler taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve ikişer şerefelidir. KALE (Hisar) CAMİSİ (Divriği) Sivas ili Divriği ilçesinde, Divriği Kalesi içerisindeki bu camiyi Mengüçoğlu Sultanı Süleyman Şah oğlu Emir İshak tarafından 1180-1181 yıllarında yaptırılmıştır. Mimarı Magaralı Firuz’dur. Sivas Divriği’de Türk dönemi yapılarının en eskilerinden biri olması nedeniyle önem kazanan bu yapı Çaltı Vadisi’ne yönelik bir uçurum kenarındadır. Cami yöresel kırmızı renkte taştan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı olup, üzeri tonoz ve kubbe ile örtülüdür. Kubbe yıkılmış ve günümüze pek az kalıntısı gelebilmiştir. Giriş kapısı Anadolu’nun erken dönemde yapılmış anıtsal görünümlü taç kapılarındandır. Bu giriş kapısı geometrik bezemeler ve sırlı tuğlalarla çevrili yuvarlak bir kemer halindedir. Bu kemerin üzerinde de h.576 (1880-1881) tarihli kufi yazılı kitabesi bulunmaktadır. Burada geometrik motiflerin yanı sıra yıldızlar ve rumiler de dikkati çekmektedir. Bunların çevresini burmalı mukarnaslı bir silme çevrelemektedir. İbadet mekânı iki sıra halinde altı taş ayakla üç sahna ayrılmıştır. Taş ayaklar yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır.Kemerler taş ayaklar üzerindeki dikdörtgen taş yastıklar üzerine oturtulmuştur.Orta sahın tonozla, yan nefler ise dörder kubbe ile örtülüdür. Üç dikey sahınlı ibadet mekânı birbirlerine eşit tonoz ve kubbelerden oluşturulmuş örtü sitemi o dönem için oldukça yenidir. Orta sahın diğer iki yan sahından daha geniş tutulmuştur. Mihrap bölümü ibadet mekânından ayrılarak yarım kubbeli ve bezemelidir. Mukarnaslı mihrabın yanlarındaki paye başlıklarında palmet ve lotuslar, köşelerinde de aslan başlarına benzeyen motifler görülmektedir. Abanoz ağacından olan minberi kündekâri tekniğinde yapılmıştır. Erken dönem ağaç minberlerindendir. İç mekân duvarların üzerindeki küçük pencerelerle aydınlatılmıştır. Kale Camisi'nin dış görünümündeki zenginliğe karşılık ibadet mekânı oldukça sadedir. ULU CAMİ VE DARÜŞŞİFA(Divriği) Sivas Divriği ilçesinin doğusunda, Divriği Kalesi’nin bulunduğu tepenin yamacında ve surların dışında bulunan Ulu Cami ve Darüşşifa’sını, kitabelerinden öğrenildiğine göre Mengüçoğlu Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah ve eşi Behram Şahın’ın kızı Adil Melike Turhan Melek Sultan1229 yılında yaptırmıştır. Bu nedenle de bazı kaynaklarda ismi Ahmet Şah Camisi olarak da geçmiştir. Yapı topluluğu XVI. yüzyıldan başlayarak değişik zamanlarda onarımlar geçirmiştir. Son onarımını da Vakıflar Genel Müdürlüğü, Y.Mimarı A.Saim Ülgen tarafından 1969 yılında yapılmıştır. Yapı topluluğu cami, güney duvarına bitişik darüşşifa ve türbeden meydana gelmiştir. Yapı topluluğunda on bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabelerde caminin h.626 (1228-1229) yılında Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat döneminde Mengücekoğulları Beyi Ahmet Şah ve eşi tarafından yaptırıldığı belirtilmiştir. Yapının mimarı Megaralı Hasan Bin Firuz’dur. Caminin doğu cephesindeki pencere üzerinde bulunan kitabede Ahlatlı Nakkaş Ahmet, minberinde Tiflisli İbrahim oğlu Ahmet ve Hattat Mehmet, caminin güney duvarındaki ayette de Mehmet oğlu Ahmet’in isimleri yazılıdır. Bu kitabeler, yapı topluğunun bir ekip tarafından yapıldığını göstermektedir. Anadolu’daki Türk mimarisinin erken örneklerinden olan bu yapı topluluğundan cami, kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen bir plan düzeni göstermektedir. Yöresel sarımsı kesme kalker taşından yapılmış olan cami ve medrese bir bütün olarak 32.00x64.00 m. ölçüsündedir. İbadet mekânına batı, kuzey ve doğusundaki üç ayrı kapıdan girilmektedir. Bu kapılardan doğudaki kapı sonradan pencereye dönüştürülmüştür. Bunlardan kuzey cephesinin ortasındaki anıtsal kapı diğerlerinden çok daha farklı olarak yapılmıştır. Anadolu’daki benzeri örneklerinden bezeme olarak da farklılıklar göstermektedir. Bu portal oldukça yüksek ve dışarıya taşkındır. Yüksek kabartma tekniğinde geometrik ve bitkisel motiflerle çevresi bezenmiştir. Geometrik motiflerin yanı sıra tam ve yarım yıldızlar, dörtgenler, altıgenler, baklava motifleri ve zencerekler de bezemeyi tamamlamaktadır. Bitkisel motiflerde kıvrık dallar, rumiler, palmetler ve az da olsa lotuslar bazen sade, bazen de karmaşık biçimde birlikte kullanılmıştır. Bu bezeme diğer kapılar ve Selçuklu dönemi portallerinden farklı olarak çerçeve dışına taşmaları ortaya ilginç bir görünüm getirmiştir. Bezemelerin kuralsız biçimde sınır tanımadığı da açıkça görülmektedir. Caminin içerisinde dört sıra halinde dörderden on altı sekizgen paye ile beş sahın meydana gelmiştir. Kuzey-güney doğrultusundaki bu payeler birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Bu kemerlerin duvarlara enine destekler atılmasıyla da 25 dikdörtgen bölüm cami içerisinde meydana getirilmiştir. Mihrap önüne rastlayan kısım ise tromplu dıştan sekizgen şekilde bir külah ile örtülüdür. Bu örtü sistemi yapıya ayrı bir özellik kazandırmıştır. Bunun dışında kalan bölümlerin üzeri ise haç şeklinde, beşik ve yıldız şeklinde tonozlarla örtülmüştür. Bu arada iç mekânda beşik tonozlu bir hünkâr mahfiline ayrı bir yer ayrılmıştır. Bu durum Anadolu Selçuklu dönemi camileri arasında özgün hünkâr mahfiline sahip olması açısından da ayrı bir özellik taşımaktadır. Caminin mihrabı kesme taştan olup, kuzey cephesindeki giriş kapısının karşısındadır. Oldukça büyük boyda olan mihrabın yarım yuvarlak nişi yarım bir kubbe ile örtülmüştür. Minber ceviz ağacında sahte kündekâri tekniğinde yapılmıştır. Cami içersinde bezemelere de geniş yer verilmiş olmasına rağmen bunlardan pek azı günümüze ulaşabilmiştir. Mihrap nişinde, mihrap önü kubbesinde, kemer geçişlerinde, tonozlarda, hünkar mahfilinin ahşap kiriş ve dikmelerinde kırmızı, yeşil boya izleri görülmektedir. Bu arada XIII. yüzyıl Anadolu bezeme örnekleri olarak da çeşitli motifler burada görülmektedir. Özellikle mihrapta yoğun biçimde bitkisel bezeme görülmektedir. Kıvrık dallar, palmet motifleri yaygın biçimde kullanılmıştır. Caminin kuzeybatı köşesindeki minare orijinal değildir. Minarenin kaidesindeki bir kitabeden Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1565 yılında yaptırıldığı belirtilmiştir. Minare duvara bitişik köşeli bir kaide üzerinde tuğladan yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Oldukça kısa ve kalın bir görünümü vardır. Darüşşifa: Ulu Cami’nin bir bölümünü oluşturan darüşşifayı Ahmet Şah’ın eşi Turan Melek Sultan 1240 yılında yaptırmıştır. XVIII. yüzyılda bu yapı, hastane olarak yapılmış olmasına rağmen medrese olarak kullanılmıştır. Darüşşifa caminin doğu duvarına bitişik olarak doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Kapalı avlulu ve üç eyvanlı tipte bir yapı olup, batı ve güneyi çift katlı olarak yapılmıştır. Ortasındaki avlu destekler ve çift yönlü kemerlerle dokuz bölüme ayrılmıştır. Avlunun ortasındaki sekizgen havuzun bulunduğu bölümün üzeri külahla örtülmüş ve dıştan oldukça görkemli bir görünüm kazanmıştır. Bunun dışında kalan bölümlerin üzeri sivri, yarım çapraz ve yıldız tonozları ile örtülmüştür. Ulu Cami’ye bitişik olan darüşşifanın yapımında yüksekliği camiden daha az tutulmuştur. Böyle olunca da dışarıdan ayrı bir görünüm kazanmıştır. Giriş portali, dışarıya eğimli ve daha taşkındır. Bununla beraber cami portalinden farklı olarak da cephe duvarı ile aynı yüksekliktedir. Giriş portaline girift kompozisyonlar oldukça gösterişli bir durum kazandırmıştır. Dıştan beş şerit halinde çerçeve içerisine alınmıştır. Bu çerçeveyi oluşturan şeritler ve kapı nişi geometrik ve bitkisel motiflerle, yüzeyde boş yer kalmayacak biçimde bezenmiştir. Geometrik motiflerin yanında dörtgenler, altıgenler, baklavalar, sekiz ve on kollu yıldız motifleri görülmektedir. Ayrıca balıksırtı ve zencerek motifleri de onları tamamlamaktadır. Bitkisel bezemelerin arasına kufi yazılar yerleştirilmiştir. Portalin iki yanındaki mukarnaslı nişlerde figürlere yer verilmiştir. Kuzey yönünde çerçeve içerisine alınmış tek ve çift başlı kartal motifleri dikkati çekmektedir. Bunlardan tek başlı kartal yapının banisi Ahmet Şah’ı; çift başlı kartalın da Selçuklu devletini simgelediği ileri sürülmüştür. Darüşşifanın batı cephesindeki portal, profilli sivri kemerli silmelerle sınırlandırılmıştır. Bu kapının üzerinde dilimli, aynalı kemerli ve dışarıdan bir sütunla bölünmüş bir pencereye yer verilmiştir. Bu portal caminin girişinde olduğu gibi dışa taşkın bezemelerle son derece gösterişlidir. Tekstil kapısı ismi yakıştırılan bu kapı da geometrik, bitkisel ve figürlü bezemelere geniş yer verilmiştir. Ayrıca çokgen, fırıldak ve sekiz kollu yıldızlar da sıkça kullanılmıştır. Kıvrık dallar, rumiler, palmetler, lotüsler, yaprak ve akantus motifleri de onları tamamlamıştır. Vazodan çıkan palmetler ise burada ayrı bir özellik taşımaktadır. Portalin iki yanındaki yuvarlak rozetlerin üzerinde büyük boyutta, ancak tahrip olmuş birer insan figürü görülmektedir. Bunun yanı sıra portalin kuzeyinde altta silmeli üçgenlerle sınırlandırılmış olan yüzeyde iki insan figürünün olduğu görülmektedir. Bu figürlerin kimi tanımladığı konusu sanat tarihçiler arasında tartışmalıdır ve kesin bir sonuca da varılamamıştır. Bazılarına göre külliyeyi yaptıranların, bazılarına göre de ustaları simgelemektedir. Darüşşifanın doğusunda, ana eyvanın kuzeyindeki mekân türbe olarak yapılmıştır. Bu mekân batı yönündeki bir kemerle ikiye ayrılmıştır. Türbenin batısı beşik tonozla, doğusu da tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Türbe içerisinde 16 sanduka bulunmaktadır. Bunlardan girişteki ilk sırada bulunan firuze sırlı tuğla ile olan sanduka Turan Melek Sultana, orta sırada altıgen firuze çinilerle kaplı olan sanduka da Ahmet Şah’a aittir. Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi UNESCO tarafından 1985 yılında, 358 sıra numarası ile Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir. Günümüzde restorasyon çalışmaları Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Sivas Valiliği arasında yapılan protokol uyarınca yürütülmektedir. CEDİT PAŞA CAMİSİ (Divriği) Sivas ili Divriği ilçesi Cedit Paşa Mahallesi’nde bulunan bu cami 1799 yılında yaptırılmıştır. Değişik zamanlarda onarılmış olup, orijinalliğinden kısmen uzaklaşmıştır. Cami kesme taştan kare planlı olarak yapılmıştır. İbadet mekânını örten kubbe dört ayak üzerine oturtulmuştur. Kubbe dışında kalan kısımlar ahşap çatılıdır. Minaresi kesme taş kaide üzerine siyah, beyaz kesme taş gövdeli ve tek şerefelidir. Divriği’de bu camilerden başka Abı Çimen Camii (1840), Gökçe Camii (1844), Zeliha Hatun Camii (1869), Hacı Osman Mescidi, Kemenkeş Camii, Şemsi Bezirgan, Kültür, Ahmet Paşa, Süleyman Ağa, Tavukçu, Turabali Mescitleri bulunmaktadır. ULU CAMİİ (Gürün) Sivas Gürün ilçesinde bulunan bu caminin yapım tarihini belirten bir bilgiye rastlanmamıştır. Ancak, yapı üslubu ve bezemesine dayanılarak XIX.yüzyılın son yıllarında yapımına başlandığı anlaşılmaktadır. Cami Nafiz Bey’in yardımları ile 1922 yılında tamamlanmıştır. Kareye yakın dikdörtgen planlı, moloz ve kesme taştan yapılmış olan caminin ibadet mekânın içerisinde bulunan dört sütun merkezi kubbeyi taşımaktadır. Bu kubbenin dışında kalan alanlar çapraz tonozlarla örtülmüştür. İbadet mekânının duvarlarında, mihrap ve minberinde barok döneme ait bitkisel motiflere yer verilmiştir. Caminin yanında taş kaideli, yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. HARDAL KÖYÜ CAMİSİ (Şarkışla) Sivas ili Şarkışla ilçesi, Hardal Köyü’nde bulunan bu camiyi Yozgatlı Safiye Hatun tarafından yaptırıldığı vakıf kayıtlarında geçmekte ise de kesinlik kazanamamıştır. Bu camii kesin bilgi olmamakla beraber kitabesinden ve mezar taşından anlaşıldığı üzere 1150 ila 1160 yılları arasında yapılmış kesme taş kullanılmıştır. zamanla kubbe ve çatısı yıkılmıştır. yaptıran kişinin akkaşlardan; Akkaşzade Ahmet Efendi olduğu camii'nin kapı girişi üzerindeki hitabeden anlaşılmaktadır kitabenin mealen anlamı şöyledir; Şefaat matlabu nikü rahmet Binanın tecdidi asarı Akkaş Zade Ahmet Dedi hem üçler yediler kırklarla tarihi Erişip lütfü rabbani dü cihanda Ey Ahi Bu camii'nin tarihi ve yaptıranı yukarıdaki kitabede belirtilmiştir. Camii avlusundaki mezar camii'yi yaptıran kişinin oğlu Akkaş Mehmet Ağa dır. Mezar taşında aynen şöyle yazılmaktadır; Hüvallahül baki Kimki gele bu misafir hanede mehman ola Lacürmü bir gün ona gitmek ani ferman ola Hali dünya böyledir buna gelenler bir gün gider Padişahta olsa anlayaki hali bir gün tufan ola Çarkı esyaya benzer gözler herkes nöbetin Nöbetine razı herkes gerek sultan ola Nöbeti gelmiş bekler Akkaş Mehmet Ağa nın Dilerim dergahı haktan ana hak ihsan ola Şiri anı alide ol zatı paki lem yezel Merkabında pası pak tefekkür yezdan ola Bin iki yüz dörtte noş eyledi ecel çamı(şerbetin) Geddi şöhret erdi beka mekanı cenan ola (cennet) not;yozgatlı safiye hatunun camii yaptırımı ile ilgisi yoktur. Hardallı Ahsen Hatun vardır oda camii yi yaptıran Akkaşzade Ahmet Efendi nin annesi olup. Camii nin iç döşemesi bu hanımın kilim ve halıları ile döşenmiş olduğunu yaşlılardan bu güne kadar söylenmektedir. KEMANKEŞ KARA MUSTAFA PAŞA CAMİSİ (Yıldızeli) Sivas ili Yıldızeli ilçesinde bulunan bu camiyi Kemankeş Kara Mustafa Paşa 1640 yılında yaptırmıştır. Bunun yanı sıra iki han ve bir de hamam yaptırmış, bunlardan yalnızca cami ve hamam günümüze gelebilmiştir. Sarı kesme taştan yapılan cami dikdörtgen planlı olup, kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır. İbadet mekânını iki adet ahşap direğin taşıdığı ahşap bir tavan örtmektedir. Caminin üzeri kırma çatılıdır. İbadet mekânına herhangi bir süsleme elemanına rastlanmamaktadır. Büyük olasılıkla yapıldığı dönemden sonra yapılan değişikliklerle özelliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Caminin kuzeyinde son cemaat yeri, kuzeydoğu köşesinde de taş kaideli, yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi yer almaktadır. ÇARŞI CAMİSİ (Zara) Sivas ili Zara ilçesinde, çarşı içerisinde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi bilinmemektedir. Yapı üslubundan XIX.yüzyılın ilk yarısına ait olduğu sanılmaktadır. Ayrıca minare kaidesindeki bir kitabeden minarenin Zaralızade Lütfullah tarafından 1809’da yaptırıldığı yazılıdır. Cami kesme taştan, kuzey-güney doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânının ortasında dört sütunun taşıdığı pandantifli bir kubbe bulunmaktadır. Bunun dışında kalan alanlar oval kubbelerle örtülmüştür. İçerisinde döneminin özelliklerini yansıtan herhangi bir bezemeye rastlanmamıştır. Caminin kuzeybatı köşesindeki minaresi taş kaideli ve yuvarlak gövdeli olup, iki şerefeli bodur bir minaredir.
-
Sivas Hamamları MEYDAN HAMAMI(Merkez) Sivas il merkezinde, Meydan Camisi’nin karşısında bulunan bu hamam 1564 yılında yaptırılmıştır. Klasik Osmanlı hamam mimarisinden bir örnek olup, soğukluk, ılıklık ve sıcaklıktan meydana gelmiştir. Kesme taştan yapılmış olan hamam dikdörtgene yakın bir plan düzeninde olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Sıcaklık bölümü dört eyvanlı olup, eyvanların içlerine kurnalar yerleştirilmiş, ortasına da sekizgen bir göbek taşı oturtulmuştur. 1980’li yıllarda harap durumda olan hamam daha sonra onarılmıştır. Bu onarım sırasında hamama dinlenme ve okuma salonları eklenmiştir. Hamam, Hürriyet Gazetesi tarafından 2003 yılı başlarında Türkiye’deki en iyi 10 hamam arasında yer almıştır. KURŞUNLU HAMAMI (Merkez) Sivas il merkezinde, Ahi Emir Caddesi üzerinde bulunan bu hamam Sivas Valisi Behram Paşa tarafından 1576 yılında yaptırılmıştır. Osmanlı klasik hamam mimarisi örneklerinden olup, çifte hamam plan düzeninde yapılmıştır. Hamamın bölümleri birbirine simetriktir. Kesme taştan yapılmış olup, ılıklık, soğukluk ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamamın ana duvarlarındaki bağlantılar kurşun dökülerek güçlendirildiğinden ötürü Kurşunlu Hamam ismini almıştır. Hamamın kadınlar ve erkekler bölümü kesme taştan kare planlı, üzeri pandantifli merkezi birer kubbe ile örtülüdür. Giriş kapıları yuvarlak kemerlidir. Her iki bölümün sıcaklığının ortasında göbek taşları bulunmaktadır. Sıcaklığın çevresinde halvet hücrelerine yer verilmiştir. ESKİ PAŞA HAMAMI (Merkez) Sivas il merkezinde, Uluanak Mahallesi’nde bulunan bu hamamın kitabesi bulunmamakla beraber, yapı üslubundan XVII.yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Klasik Osmanlı hamam mimarisi üslubunda yapılmış olan hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soğukluk ve sıcaklık bölümleri kesme taştan kare planlı olup, üzerleri merkezi birer kubbe ile örtülmüştür. Soğukluk kısmının içerisine yakın tarihlerde iki katlı ahşap soyunma hücreleri eklenmiştir. Soğukluk ve sıcaklık arasındaki ılıklık daha küçük ölçüde olup, çevresinde küçük odalar bulunmaktadır. Sıcaklığın üzerini örten kubbeye pandantiflerle geçiş sağlanmıştır. Sıcaklığın çevresinde halvet hücreleri vardır. MEHMET ALİ HAMAMI (Merkez) Sivas Akdeğirmen Mahallesi’nde bulunan bu hamamın kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XVII.-XVIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Hamam kesme taş ve moloz taştan yapılmış, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. FİRUZ AĞA HAMAMI (Merkez) Firuz Ağa Hamamı 1546 tarihli vakfiyesinden öğrenildiğine göre XVI.yüzyılın ortalarında yapılmıştır. Bu hamam ile ilgili kaynaklarda başka bir bilgi bulunmamaktadır. Firuz Ağa Hamamı günümüze gelememiş, bugün yeri de bilinmemektedir. KALE CAMİSİ HAMAMI (Merkez) Sivas il merkezinde, Vezir Mahmut Paşa tarafından Kale Camisi ile birlikte 1580 yılında yaptırılmıştır. Cami ve hamamı içeren 1584 tarihli bir vakfiyesi bulunmaktadır. Hamam günümüze harap bir durumda gelebilmiştir. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana geldiği kalıntılarından anlaşılmaktadır. Sıcaklık bölümü dört eyvan şemalı ve köşe odalıdır. HAMAMCIOĞLU HAMAMI (Merkez) Sivas il merkezinde bulunan bu hamamın kitabesi günümüze gelememiş, vakıf kayıtlarında da yapımı ile ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır. Yapı üslubundan XVI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kesme taştan dikdörtgen planlı olduğu, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana geldiği anlaşılmaktadır. Hamam günümüzde harap bir durumdadır. TAŞ HAMAM (Merkez) Sivas il merkezinde Buruciye Medresesi’nin yanında bulunan bu hamam 1985 yılında çevre düzenlemesinin yapılması sırasında yıkılmıştır. Kesme taştan olan hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiş dikdörtgen planlı idi. Sıcaklık ve soğukluğun üzeri pandantifli büyük kubbeler ile örtülüydü. Doğu-batı doğrultusunda uzanan hamamın, sıcaklığı dört eyvanlı ve dört köşe hücreli idi. PAŞABOSTAN HAMAMI (Merkez) Sivas ili Paşabostan Mevkii’nde bulunan bu hamamın yapım tarihi bilinmemektedir. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelen hamam, dört eyvanlı plan şemasında yapılmıştır. ŞİRİNOĞLU HAMAMI (Merkez) Sivas il merkezinde bulunan bu hamam 1904 yılında yapılmıştır. Banisi bilinmemektedir. Kesme taş ve tuğladan yapılmış olan hamam sıcaklık, ılıklık ve soğukluk bölümlerinden meydana gelmiştir. Soğukluk ve sıcaklık bölümleri pandantifli iki ayrı kubbe ile örtülmüştür. Osmanlı mimarisindeki dört eyvan ve dört halvetli plan şemasında yapılmıştır. AŞAĞI HAMAM (Divriği) Sivas ili Divriği ilçesinde bulunan bu hamamın kitabesi günümüze gelememekle beraber Mengücekoğulları döneminde yapılmıştır. Kesme ve moloz taştan yapılmış olan hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soğukluk ve sıcaklık bölümü kubbelidir. Soğukluk kısmı iki ayrı bölümden oluşmuştur. Sıcaklık dört eyvan şemalı ve dört halvetlidir. BEKİR ÇAVUŞ HAMAMI (Divriği) Sivas ili Divriği ilçesinde bulunan bu hamam Ulu Cami yakınındadır. Hamamın kitabesi günümüze gelememekle beraber, Ulu Cami ile birlikte, XIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soğukluk ve sıcaklık bölümlerinin üzeri merkezi birer kubbe ile örtülmüştür. Hamam Osmanlı mimarisindeki dört eyvan şemalı hamamlar tipindedir. Günümüzde harap bir durumdadır. ÇEPNİ KÖYÜ HAMAMI (1) (Gemerek) Sivas ili Gemerek ilçesi Çepni Köyü’nde, Çepni Köyü Camisi’nin güneyinde, 15-20 m. kadar uzaklıktaki bu hamamın kitabesi bulunmamakla beraber, cami ile birlikte XVı.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Kesme taş ve tuğladan yapılmış olan hamam dikdörtgen planlıdır. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soğukluk ve sıcaklığın üzeri tromplu birer kubbe ile örtülmüştür. Günümüzde depo olarak kullanılmaktadır. ÇEPNİ KÖYÜ HAMAMI (2) (Gemerek) Sivas ili Gemerek ilçesi Alabey Mahallesi’nde, şehir sur kalıntılarının yanında bulunan bu hamamın yapım tarihi bilinmemektedir. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelen hamam kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Soğukluk ve ılıklığın üzeri beşik tonozla, sıcaklığın üzeri ise merkezi kubbe ile örtülmüştür. Bunların dışında kalan bölümler de tonoz örtülüdür. Hamam günümüzde harap bir durumdadır. KOYULHİSAR HAMAMI (Koyulhisar) Sivas ili Koyulhisar ilçesinde, eski Suşehri-Niksar yolu üzerindeki Hacı Murat Hanı’na 300-400 m. uzaklıkta olan bu hamamın yapım tarihi bilinmemektedir. Hamam doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı olup, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Bu bölümler doğuda sivri tonozlu bir mekân ile batısındaki dört köşe bir mekânın içerisine alınmıştır. Bunlardan doğudaki köşe mekânlar tonozla, batıdaki bölüm ise kubbe ile örtülmüştür. Her iki bölüm arasına bir orta mekân eklenmiştir. Sıcaklık iki eyvanlı olup, L şeklinde bir plan göstermektedir. Hamam günümüze harap bir durumda gelebilmiştir. KARA MUSTAFA PAŞA HAMAMI (Yıldızeli) Sivas ili Yıldızeli ilçesinde Kemenkeş Kara Mustafa Paşa’nın 1640 yılında yaptırmış olduğu caminin külliyesinin bir bölümünü oluşturan hamamın da aynı tarihte yapıldığı sanılmaktadır. Caminin güneybatısında ve ona 10-15 m. uzaklıkta bulunan hamam dikdörtgen planlıdır. Kesme taştan yapılmış olup, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soğukluk kısmı doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Batısı kubbe, doğusu da iki eyvandan meydana gelmiştir. Bu eyvanların üzeri beşik tonozludur. Sıcaklık kısmı beşik tonozludur. Orta kısım kubbe ile örtülmüştür. Sıcaklığın çevresine halvet hücreleri yerleştirilmiştir.
-
Sivas Köprüleri BOĞAZ KÖPRÜSÜ Sivas iline 10 km. uzaklıkta, Sivas-Karayün yolu üzerinde bulunan bu köprü Kızılırmak’ın üzerindedir. Köprünün tempan duvarı içerisine yerleştirilmiş kitabesinden 1526 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak mimarı bilinmemektedir. Tempan duvarı üzerindeki Rumca yazılı bir kitabede de “Estesefos” ismi yazılıdır. Bu kitabe yakındaki bir kiliseden getirilerek buraya konulmuştur. Köprü 1910 yılında onarılmıştır. Köprü 101.96 m. uzunluğunda, 4.45 m. genişliğinde altı gözden yapılmıştır. Yuvarlak kemerli bu gözlerin en büyük kemer açıklığı 8.95 m.dir. Kesme taştan yapılmış olan köprünün kemerleri tempan duvarlarına göre daha içeri çekilmiştir. Bunların üzerine ikinci bir kemer yerleştirilerek tempan duvarları ile aynı düzeye getirilmiştir. Köprünün memba tarafında üçgen şekilde kesme taştan selyaranlar bulunmaktadır. Mansap yönündekiler yuvarlak olup, üzerlerine sivri külahlar yerleştirilmiştir. Kemerler üzerinde korniş taşları çıkıntılı bir şekildedir. Ayrıca üzerlerine iri taş bloklardan bir de korkuluk oturtulmuştur. Yakın tarihlerde tabliyeler üzerine beton dökülmüştür. Sivas’a Karayün tarafından gelişteki memba yönüne küçük bir odacık yerleştirilmiş olup, bu odacık oldukça iri kesme taştan yapılmıştır. Dikdörtgen şekildeki bu odacığın basık kemerli bir kapısı vardır. Bunun bekçi veya bir nevi dinlenme odası olduğu sanılmaktadır. Bu odacığın üzerine de yukarıda sözünü ettiğimiz kitabe yerleştirilmiştir. Günümüzde köprü halen kullanılmaktadır. EĞRİ KÖPRÜ Sivas ilinin 3 km. güneyinde bulunan bu köprü Sivas-Ulaş yolu üzerinde, Kızılırmak’ın üzerindedir. Köprünün kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XVI.-XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Köprüyü sonraki yıllarda Halil Rıfat Paşa’nın yardımıyla Sivas hanedanından Kangal Ağası Abdurrahman Paşa kendi maddi olanakları ile onartmıştır. Bu köprü ile ilgili Sivas’ta söylenen bir de söylence bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Eski Md. Muavini Gülgün Tunç’tan öğrenildiğine göre: “Zamanında bir usta ile şagirt (çırak) varmış. Gel zaman git zaman şagirt ile ustasının arasında geçimsizlik baş göstermiş ve araları açılmıştır. Bunun üzerine çırak ustanın yanından ayrılmış. Ardından da Sivas’taki bu Eğri Köprü’nün yapımını üstlenmiştir. Köprünün yapımı bir süre ilerledikten sonra, köprünün inşaatını gören ve ustayı tanıyanlardan biri, ustaya giderek şakirtinin Sivas’ta çok güzel bir köprü yaptırdığını söylemiş. Köprüyü merak eden usta da Sivas’a gelerek gizlice inşaatı incelemiştir. Köprünün yapımı hoşuna gitmiş olacak ki şagirtini karşısına alarak şunları söylemiş: Usta idik olduk şagirt Al bardağı suya seyirt Hiç nazardan korkmadın mı? Köprünü eğri çevirt.” Bu öyküden kaynaklanarak da köprünün ismi Eğri Köprü olarak kalmıştır. Bağdat yolu üzerindeki bu köprünün uzunluğu 179.60 m., eni de 4.55 m.dir. Köprü on sekiz yuvarlak kemerli olup, en büyük kemer açıklığı 7.70 m.dir. Memba tarafından köprünün altı kemeri aynı doğrultuda, 63.56 m. uzunluğundadır. Bundan sonra köprü eğrilerek on iki kemeri bu eksenin dışında devam etmektedir. Bu bölümün uzunluğu da 116.04 m. dir. KESİK KÖPRÜ (Merkez) Sivas-Şarkışla yolunda, Kızılırmak üzerinde bulunan bu köprünün kitabesinden öğrenildiğine göre; 1292 yılında yaptırılmıştır. Mimarının ve banisinin kim olduğu kitabede belirtilmemiştir. Selçuklu döneminden günümüze gelen ender örneklerden biri olan bu köprü, iki bölüm halindedir. Sivas tarafında on yedi gözlü olan birinci kısım ile Kayseri yönünde iki gözlü olan ikinci bir kısım bulunmaktadır. Bununla beraber bu bölümdeki bazı gözlerin toprak altında kaldığı da düşünülmektedir. Bu yapı şekli ile inişli çıkışlı olan köprünün ortasındaki gözler yüksektir ve yanlara doğru da alçalarak devam eder. Sonra da yol seviyesi ile birleşir. Köprünün toplam uzunluğu 3.26.35 m., eni 4.95 m. dir. Bugünkü durumu ile on yedi gözden meydana gelmiş en büyük kemer açıklığı da 7.90 m. dir. Oldukça muntazam, iri kesme taştan yapılan köprünün basık sivri kemerleri, tempan duvarlarına göre daha içeridedir. Memba yönünde üçgen selyaranları olmasına karşılık, mansap tarafında selyaranlar bulunmamaktadır. Köprünün korniş taşı dışarıya doğru hafif çıkıntılı olup, kemerlerin hemen üzerinde devam etmektedir. Bunun da üzerinde iri blok taşlardan yapılmış korkuluklara yer verilmiştir. Buradaki taşlardan bazıları siyah renge boyanmış ve köprü alternatifli olarak siyah-beyaz bir görünüm kazanmıştır. ŞAHRUH KÖPRÜSÜ(Gemerek) Sivas ili Gemerek ilçesinde, Karaözü (Maarifözü) Köyü’nde bulunan bu köprü Sivas-Kayseri yolunda ve Kızılırmak’ın üzerindedir. Kitabesinden öğrenildiğine göre; Dulkadiroğulları döneminden kalan bu köprüyü Şahruh yaptırmıştır. Köprü muntazam kesme taştan yapılmış olan bu köprü 4 m. genişliğinde sekiz gözden meydana gelmiştir. En büyük yuvarlak kemer açıklığı ise 12 m. dir. Köprünün son derece muntazam örülmüş kemerleri daha içeride olup, sivri kemerlerin kilit taşı dışarıya çıkıntılıdır. Kemerler üzerinde tahfif kemeri açılmıştır. Tahfif kemerleri ile tempan duvarı aynı düzlemdedir. Ayrıca kemerler üzerine çıkıntılı bir şekilde korniş taşı yerleştirilmiştir. Köprünün eğimi ortadaki büyük gözden sonra yanlara doğru azalarak devam etmektedir. Köprü günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. YILDIZ KÖPRÜSÜ (Yıldızeli) Sivas-Tokat yolunda, Yıldız Irmağı üzerinde bulunan bu köprünün kitabesinden öğrenildiğine göre Selçuklular döneminde yapılmıştır. Ayrıca köprüde Ermeni dilinde yazılmış bir başka kitabe daha bulunmaktadır. Sonraki yıllarda Halil Rıfat Paşa’nın teşviki ile Sivaslı Silahtarzade Mehmet Ali Efendi tarafından onarılmıştır. Kesme taştan yapılmış olan köprü sivri kemerli on üç gözden meydana gelmiştir. Kemerler tempan duvarı ile aynı düzlem üzerindedir. Köprünün gözleri yanlara doğru küçülerek devam etmektedir. Ortadaki büyük gözün üzerine korniş taşı yerleştirilmiş, onun da üzerine iri blok taşlardan yapılmış bir korkuluk oturtulmuştur. Köprünün memba tarafına üçgen selyaranlar yerleştirilmiştir. HANDERE KÖPRÜSÜ(Divriği) Sivas ili Divriği ilçesi, Handere Köyü’nde Mirçinge Çayı üzerinde bulunan köprünün kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi bilinmemektedir. Köprü kesme taş ve moloz taştan yapılmış olup, iki gözlü, sivri kemerlidir. Bu gözlerden biri daha büyüktür. Köprü 8 m. yüksekliğinde, 4,5 m. genişliğindedir. KIZ KÖPRÜSÜ(Divriği) Sivas ili Divriği ilçesinde, Pamuk Han’ın güneyinde bulunan bu köprünün kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemektedir. Köprü kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. GEMEREK KÖPRÜSÜ (Gemerek) Sivas ili Gemerek ilçesi, Yeniçubuk Köyü’nün güneyinde, Gemerek yolu üzerinde bulunan bu köprünün de kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. Yapı üslubundan XIX.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kesme ve moloz taştan yapılmış olan köprü yuvarlak kemerli ve üç gözlüdür. ACISU KÖPRÜSÜ (Zara) Sivas ili Zara ilçesi Tekke Köyü’nde Acısu Çayı üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XVIII.yüzyılın sonları veya XIX.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Köprü kesme taştan, yuvarlak kemerli iki gözlüdür.
-
SİVAS MEDRESELERİ ŞİFAİYE MEDRESESİ Taç kapısı üzerinde yer alan kitabesinde Selçuklu Sultanı I. İzzettin Keykavus tarafından 1217 M. yılında inşa ettirildiği yazmaktadır. Anadolu'daki Selçuklu tıp sitelerinin ve hastanelerin en büyük boyutlusudur. Hastane 48x68 m. ölçülerinde olup üzeri açık, iç avlusu 22x32 m. ölçülerindedir. 1768 yılında çıkarılan bir fermanla medreseye çevrilmiş, I. Dünya Savaşı esnasında levazım ambarı olarak kullanılmıştır. Genç yaşta hastalanan İzzettin Kevkavus vasiyeti üzerine çok sevdiği Sivas'a yaptırdığı Şifaiye'deki türbeye getirilerek 1220 yılında defnedilmiştir. I. Izzettin Keykavus; bilgin, iyi huylu, şair bir insandı. Genç yaşta hastalanması sebebiyle tıbba ve hekimlere çok önem vermiştir. Babası III. Gıyasettin Keyhüsrev, hocası Mecdeddin Ishak, halası Gevher Nesibe, karısı Mengücekli Behram Şah'ın kızı Selçuk Hatundur. Binada taş ve tuğla malzeme karışık olarak kullanılmıştır. Selçuklu yapılarında olduğu gibi taç kapısı süslemelerine önem verilmiştir. Dışarı doğru taşıntılı taç kapı alınlığının sağında ve solunda aslan ve boğa kabartmaları yapılmıştır. Taç kapı da; pencere bordürlerinde, ana eyvan cephesinde Rumi tezyinata önem verilmiştir. Dikkatle incelendiğinde stilize çift başlı kartal ve kuş motifleri olduğu ortaya çıkar. Ana eyvanın sağında ay sembolünün içinde örgülü saçları olan bir hanım başı ve çevresinde kelime-i şahadet yazılıdır. Ana eyvanın solunda ise; bir güneş sembolü ve ortada bir erkek başı figürü yer almaktadır. Bugün bu figürler tanınmayacak haldedir. Gerek taç kapı cephesi, gerek pencereler, gerekse ana eyvan cephesi iç içe geçmiş yıldız biçiminde zarif motiflerle kaplıdır. Darüşşifa'nın güney eyvanı I. İzzettin Keykavus'a türbe olarak ayrılmış ve inşa edilmiştir. Türbe kare bir plana sahip olup ongen tuğla örgülü bir kasnağa sahip kubbe ile örtülü ve sivri külahlıdır. 1220 yılında vefat eden I. İzzettin Keykavus'un sandukasından başka, hanedanına mensup on iki mezar sandukası daha yer almaktadır. Türbe cephesi, Selçuklu sanatının zengin çini süslemelerine sahiptir. Süslemede geometrik geçmeler, yıldızlar, kufi yazılar, mavi, lacivert, firuze ve beyaz renkleri ile şifa hanenin en önemli bölümünü oluşturmaktadır. Bu çini süslemeyi yapanın Ahmed Bekirül Marendi olduğu sağ pencere üzerindeki alınlıkta yazılıdır. Üstteki büyük çini kabartma kitabede; "Biz geniş saraylardan dar kabirlere çıkarıldık. Malın mülkün bana fayda vermedi, saltanatım mahvoldu." Fani dünyadan ahrete yolculuk günü 617 Şevvalin dördü anlamına gelen bir yazı kuşağı yer almaktadır.1220 tarihli en eski vakfiyeye de sahip olan ve dönemin tıp öğrenimi yapılması yanında hastane olarak hizmet veren Şifaiye Medresesi Selçuklu döneminin şaheserlerinden birisidir. GÖK MEDRESE Batı yönünde giriş kapısının yer aldığı ana portal üzerindeki kitabesinden anlaşıldığına göre 1271 yılında Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılmıştır. Taç kapısının yan sütunca başlıkları üzerinde karşılıklı olarak yazılı imzaya göre Gök medresenin mimarı Konyalı Kaluyan'dır. Gök Medrese açık avlulu dört eyvan şemasının uygulandığı iki katlı olduğu iddia edilen bir medresedir. Plastik sanatın şaheserlerinden olan taç kapıda mermer malzeme nedeniyle ışık gölge sistemi genel görünümünü etkilemektedir. Ayrıca sırlı tuğla ve mavi çini işçilikli tuğla örgülü minarelerde taç kapıya daha da önem kazandırmaktadır. Cephenin solunda üç dilimli kemeri, iki satırlık kitabesi ve üç yönü dolaşan geometrik bordürüyle çeşmesi cepheyi daha hareketlendirmiştir. Bu hareketliliği sağ ve sol tarafta bezemeli pencereler ve bekitme kuleler tamamlamaktadır. Medrese taç kapının üst iki köşesinde iç içe girmiş hayvan başları doldurmaktadır. Koç, domuz, aslan, yılan, ejder başlarının tanındığı bu kompozisyonda burç işaretlerinin kast edildiği iddia edilmektedir. Türklerin on iki hayvanlı takvimlerinde de bu hayvanların bir kısmı mevcuttur. Türk takviminin hayvanları da şunlardır; Fare, sığır, pars, tavşan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek ve domuzdur. Minare kaidelerinden aşağı doğru inen mermer yüzeyde büyük boyutlarda geometrik, yazı ve bitkisel motifler simetrik durumda ve plastik görünümünde yapılmıştır. Medreseye girişte sağda mescidi bulunmaktadır. Ahşap minberi sonradan yapılmıştır. Mihrabın büyük bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Çini ile kaplı olup üzerinde Ayet-el Kürsi yazılıdır. Üçgenler ile kubbeye geçişin sağlandığı mescidin kubbesi ve etekleri de çini tezyinatlıdır. Girişin solundaki kare planlı kubbeli oda ise Dar-ül Hadis bölümüdür. İç duvarları sıvanmıştır. Üzeri açık dikdörtgen planlı iç avlunun ortasında bir havuzu olması gerekir. Bugün yapının içinde bu havuzun mermer taşları hala durmaktadır. Anadolu’da bilinen en büyük Selçuklu havuzudur. 22 köşeli poligonil bir plana sahiptir. Avlunun kuzey ve güneyinde altı sütun üzerine inşa edilmiş bir revak kısmı bulunmaktadır. Bu revakların gerisinde küçük kapılardan hücrelere girilir. Doğu yönündeki ana eyvanı yıkılmış yerine mevcut taş ve kitabelerle bir duvar örülmüştür. Kuzey ve güneydeki yan eyvanların içi çini tezyinatla süslüdür. ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE Taç kapı üzerinde yer alan kitabesine göre 1271 yılında Vezir Sahip Şemsettin Mehmed Cüveyni tarafından yaptırılmıştır. XIII. yüzyılın yarısından sonra Anadolu Selçuklu tarihinde imar faaliyetleri ve dönemin kültür hayatı ile önemli bir devresi olarak görülür. Bu yüzyılın içerisinde Buruciye Medresesi, Gök Medrese ve Çifte Minareli Medrese gibi taş, tuğla ve çini sanatının Anadolu da en önemli yapıtlarını meydana getirmişlerdir. Bugün doğu yönünde yer alan medrese girişinin taş süslemeli cephesi büyük boyutları ve tuğla-çini örgülü iki minaresi ile dikkati çekmektedir. Sivas Gök Medrese Erzurum Çifte Minareli Medrese ile benzerlik gösteren yapının iki katlı olduğu öğrenilmektedir. Ön yüz, ortada iki minareli taç kapı, iki yanındaki pencere ve köşe kuleleri ile kompoze edilmiştir. Ön yüzündeki süslemeli pencereler yerleştirilirken bir simetri aranmamıştır. Cephedeki taş süsleme ve oran itibariyle mimari bir olgunluğun yanı sıra aynı süslemeyi tekrardan kaçınan bir anlayışın hakim olduğu göze çarpar. Böyle bir uygulama ile daha canlı, hareketli, ışık-gölge oyunlarını kuvvetlice hissettiren bir cephe elde edilmiştir. Taşın yanısıra sırlı tuğla ve çinilerle bezeli iki minaresi bu olgun ve doyurucu kompozisyonu renklendirmiştir. Taç kapının solunda, üç dilimli küçük bir niş içinde bugün okunmayacak kadar tahrip olmuş bir yazı görülür. Bu yazıda amel-i üstat zorlukla okunabiliyor. Bu yazıdan mimarının adının yazılı olduğu anlaşılıyor. Kesin olmamakla birlikte Konyalı Kaluyan veya keluk Bin Abdullah olduğu sanılmaktadır. BURUCİYE MEDRESESİ 1271 M. yılında Anadolu Selçuklu Sultanlarından III. Gıyasettin Keyhüsrev zamanında Hibetullah Burucerdioğlu Muzaffer Bey tarafından yaptırılmıştır. İlmiye çalışmaları için medrese olarak yaptırılmış ve devrin pozitif ilimlerinin okutulduğu bina olarak uzun yıllar kullanılmıştır. Sarımtırak renkli taşların oyma olarak yapılan giriş kapısı ve avlu karşısındaki iç cephe, devrin Selçuklu taş oymacılığının en güzel örneklerindendir. Yapı kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri açık avlu etrafındaki sütunlu revaklar ve bunların gerisinde bulunan hücrelerden oluşmaktadır. Giriş kapısının sol yanında mavi ve siyah çinilerle süslü türbe hücrede medrese binasını yaptıran Burucerdioğlu Muzaffer Beyin ve çocuklarının mezarları bulunmaktadır. Vakfiyesinden binada bir de kütüphane bulunduğu anlaşılmaktadır. Mukarnas kavsaralı bir nişin belirlediği taç kapıda dışa taşıntılı rozetler dikkati çekmektedir. Cephenin her iki köşesindeki demet payelerden oluşan köşe kuleleri yazı kuşağı ve pencereler cepheyi zenginleştirmektedir. Taş işletmeciliğinde ağırlığın taç kapıda yer aldığı görülür. yıldız, rumi ve geometrik motifler yüzeysel ancak bir dantel gibi işlenmiştir.
-
Sivas'ın Gölleri Tödürge Gölü : Sivas-Erzurum karayolunun 50.km’sindedir. Cencin Ovasının doğusunda yer alır, gölün yüzeyi 5 km2'yi bulur. Ortalama derinliği 20 metredir. En derin yerinin 45 metreyi bulduğu söylenmektedir. Gerek dipten kaynaklanan su gerekse yöredeki kaynaklardan oluşan sular gölü beslemektedir. Açılan bir kanalla gölün fazla suyu Kızılırmak'a akıtılmaya çalışılmaktadır. Gölde çok çeşitli ve bol miktarda balık bulunmaktadır. Gölün doğusunda iki tane adacık dikkati çekmektedir. Buralar Turnaların uğrak yerleridir. Ömürlerinin büyük bir kısmını burada geçirirler. Gölün kenarında bir gazino bulunmaktadır. Gölde kayık gezintileri yapılabilmektedir. Aynı zamanda burası bölgenin en iyi mesire yerlerinden birisidir. Cumhuriyet Üniversitesinin dinlenme tesisleri de bu gölün çevresinde bulunmaktadır. Hafik Gölü : Sivas'a 39 km. uzaklıktadır. Bu göle Hafik Büyük Gölü demek daha doğru olacaktır. Çünkü birkaç göl, Hafik yöresine serpilmiştir. Büyük Göl Hafik ilçe merkezinin kuzeybatısında yer alır. Hafik ilçesine iki kilometre uzaklıkta bulunan gölün yüzeyi bir kilometrekareyi geçmektedir. Göl dipten kaynaklanan sularla beslenmektedir. Ortalama derinliği 6 metreye yaklaşmaktadır. Gölün ortasında bulunan ada, göle bitmez tükenmez güzellik vermektedir. Gölün fazla suları Kızılırmak'a akmaktadır. Balığı bol ve çeşitlidir. Yörenin en güzel mesire yerlerinden olan Hafik gölünde kayık gezintisi yapılabilmektedir. Lota Gölleri : Hafik'in 3 km. doğusunda Sivas-Erzurum yolunun kuzeyinde bulunan bu göller üç ayrı gölden meydana gelmiştir. İlkbahar sularının bol olduğu zamanlarda bu göller birleşir. Göller oldukça derindir. Bu göllerde bol miktarda balık tutulmaktadır. 200 kg ağırlığında balıkların yakalandığı da olmuştur. Dipten kaynayan sularla beslenir. Gürün Gökpınar Gölü : Dupduru suların hakim olduğu bu göl, doğal güzelliği ve alabalığı ile ün yapmıştır. Dipten kaynayan suların beslediği bu gölün derinliği 15 metreyi bulmaktadır. suyu duru olduğu için gölün dibi rahatlıkla görülür. Gürün ilçesine 10 km. uzaklıktadır. Gölün fazla suları Tohma çayına karışmaktadır. Alabalığı bol olan gölde kayık gezintileri yapılabilmektedir. Göl kenarında motel ve gazino vardır. Çevresinin en iyi mesire yerlerinden biridir. Bunların dışında daha birçok göl vardır. Çoğu mevsimliktir ve kapladıkları alan ve derinlikleri bakımından pek önemli sayılmaz. Bunlardan merkeze bağlı Bostankaya, Suşehri yakınların da Gölova, Gürün Yazyurdu yakınında Aygur Gölü, Merkezin Kazpınar Köyünde Acıgöl....vb.
-
SİVAS AKARSULARI Sivas, akarsu bakımından oldukça zengindir. Ancak, bu akarsulardan vadilerin, dar ve derin olması nedeniyle yeteri kadar yararlanılamaz. Kızılırmak : Önce dikkatimizi Kızılırmak kaynağı bölgesine yöneltirsek, yurdumuzun bu büyük nehrinin, Kızıldağ tepesinin güney yamaçlarından birkaç kol halinde çıktığını görürüz. İmranlı yakınlarına kadar ayrı akan kollar İmranlı önlerinde birleşerek Kızılırmak adını alır. Zara'ya giriş Kösedağı eteklerinden gelen Habeş (Arap) çayını alır. Zara ovasının güneyinde Acısuyu aldıktan sonra Hafik yönünde akışını sürdürür. Hafik önlerinde Kuruçay ve AcıIrmak'ı aldıktan sonra yavaş yavaş Sivas önlerine gelir. Sivas'ta Tecer Çayı, Mundar Irmak, Mısmılırmak ve biraz daha batıda Yıldız ırmağını alır. Yıldızeli topraklarından geçerken kalın suyuyla birleşir. Şarkışla'da Kaldırak Çayı, Acısu, Gemerek’te Sınır Çayı, Kasımbeyli Deresini kaynağını Sızır kasabasından alan Göksu Çayını aldıktan sonra Deveboynu yöresinde Sivas topraklarına veda eder. Anadolu'nun ortasında büyük bir kavis çizerek Karadeniz'e dökülen Kızılırmak'ın suyu Zara'ya gelinceye kadar tatlıdır. Suyunun tuzlanması Zara'dan sonra başlar. Anadolu'da Türk hakimiyetinden önce, Kızılırmak’a "HALYS" veya tuzlu deniliyordu. Bu isim batı kaynaklarından zamanımıza kadar gelmiştir. Bizans eserlerinden nehrin adı "HALYS" veya Alis "ALYS" olarak geçmektedir. Nehrin gerek eski ismi gerekse bugünkü batı kaynaklarındaki Türkçe karşılığı, Kızılırmak'ın havzasının fiziksel ve kimyasal özellikleriyle ilgilidir. Nehrin yayıldığı alanda alçıtaşı ve tuz yatakları bulunan kumlu, kireçli ve ekseriyeti kızıl topraklar geniş yer tutmaktadır. Nehrin havzasında pek çok tuz yataklarına da rastlanır. Kelkit Çayı : Gümüşhane topraklarından doğan Kelkît Çayı, Suşehri sınırlarıyla ilimiz topraklarına girdikten sonra dar ve derin bir vadiden akarak Koyulhisar Reşadiye sınırlarıyla ilimiz topraklarını terk eder. Kızıldağ'dan çıkan Akşar ve Gemin dereleri önemli kollarındandır. Karaçam yörelerinden gelen derelerle de büyük ölçüde beslenir. Daracık vadisi kış aylarında kar tutmadığından ulaşım oldukça uygundur. Erzincan-Tokat karayolunda bu vadiyi takip etmektedir. Sivas topraklarında pek yararlanılamaz. Tozanlı Çayı : Kösedağı'nın batı yamaçlarından kaynaklanan Tozanlı Çayı, birkaç kaynağın birleşmesiyle meydana gelir. Yatağı oldukça meyillidir, yatağına ayak uydurarak büyük bir hızla akar. Şerefiye’yi geçtikten sonra ormanlık yamaçların oluşturduğu derin bir vadide büyük bir hızla akışını sürdürürken küçük büyük birçok dereyi de beraberine alarak Doğanşar önlerinde yoluna devam eder. Bu arada Asmalı ve Tekeli dağlarından akan derelerde Tozanlı çayına ulaşır. Almus barajı bu çay üzerinde kurulmuştur. Tozanlı çayından Sivas topraklarında yeteri kadar yararlanılamaz. Ancak, Türkiye'nin sayılı barajlarından Almus barajı bu çay üzerinde kurulmuştur. Samsun yakınlarında kurulan Karakaya Barajı da yine Tozanlı Çayı ile Kelkit Çayının meydana getirdiği Yeşilırmak üzerinde kurulmuştur. Çaltı Çayı : Sivas’ın güney sıradağlarını oluşturan dağlardan kaynaklanan Çaltı Çayı, Yılanlı Dağlarından çıkan Güneş Çayı ile Tecer, Gürleyük ve Karabel yörelerinden kaynaklanan Sincan Çayının, Divriği yakınlarında Cürek boğazında bileşmesiyle meydana gelir ve burada Çaltı adını alır. Keban barajına kaynaklık eder. Divriği önlerinde akışını sürdüren Çaltı Çayı Sivas-Erzincan demiryolunu takip eder. Keban barajının ilimiz sınırlarında kalan yerde baraj sularına katılır. Çaltı Çayı, irili ufaklı birçok dere ile beslenir. Fakat yatağı dar ve derin olduğundan yeteri kadar yararlanılamaz. Uzunluğu 180 km'yi bulmaktadır. Tohma Çayı : Fırat nehrinin önemli kollarından Tohma Çayı, her ikisi de Tohma adını taşıyan iki büyük kolun birleşmesiyle meydana gelir. Bunlardan Kangal Tohması, Şarkışla sınırları içinde bulunan karatonus dağlarından doğar. Kangal topraklarından geçerken Havuz yazısından geçen Havuzlu suyunu da alır. Bu suya Çamurlu da denir. Gürün Tohması tahtalı dağlarının eteklerinden doğar. Gürün ilçe merkezi önlerinden geçerken Gökpınar ve Sazcağız derelerini de alarak yoluna devam eder. Malatya sınırları içinde Kangal Tohması ile birleşerek Fırat nehrine dökülmek üzere yoluna devam eder.
-
Sivas'ın Dağları Genel olarak dağlık ve yüksek bir plato üzerinde kurulan Sivas İlinin ortalama yüksekliği 1000 metrenin üzerindedir. Dağlar, bu dağlar arasında vadiler, çukurlardan oluşan ovalar ve dağların aşınması ile oluşan yüksek platolar ilin başlıca yüzey şekillerini oluştururlar. Ülkenin doğal yapısı itibariyle doğuya doğru gidildikçe yükselir. İlin batısında yer alan Gemerek, Şarkışla ve Yıldızeli ile orta kesimlerindeki Merkez ve Kangal ilçeleri aşınma ile düşmüş dağlar ve geniş platolarla kaplıdır. İlin doğusu, güneydoğusu ve kuzeyinde yer alan Hafik, Zara, İmranlı, Koyulhisar, Suşehri, Gürün ve Divriği’de sarpça dik sıradağlarla derin sarp ve uzun vadiler yer almaktadır. Kızılırmak kıyı düzlükleriyle, Polanga düzlüğü dışında bölgede önemli bir düzlük bulunmaz. Kuzey Anadolu sistemine bağlı dağlar, Kelkit Vadisiyle, Kızılırmak Vadisi arasını doldurarak Batı-Doğu doğrultusunda uzanır. Tüm Güney Anadolu'yu batıdan doğuya geçen Toroslarla bağlı dağlar ise Şarkışla'dan başlayıp ilin ortalarına doğru sokulur. Kuzey Anadolu sıradağlarının güneye açılan en önemli kollarından birini Köse Dağları oluşturur. Bu dağ silsilesi yükseklik uzunluk ve kapladığı alan açısından, ,Sivas ilinin en önemli dağlarından olup, bu sıra Yıldızeli'ndeki Yıldız Dağıyla (2537) başlar. Doğuya doğru asmalı dağı (2406) Kızılırmak Yayı ve Yeşilırmak Yayı dağları da denir. Bu dağların büyük bir bölümü Karadeniz bölgesinde kalmaktadır. Gemerek ile Şarkışla ilçeleri arasından başlayarak, Kuzeye doğru genişçe bir yay çizen ve Toros Dağlarının kuzeye açılan kolu olan Tecer Dağlarıdır. merkez ilçe ile Kangal arasında Kılmaç Dağları adını alır. Bu dağ silsilesinde Karacatepe (2079), Kesistepe (2230), Gürlevikdağı (2688), Beydağı (2802) m. yükseklikte olup bu dağlar seyrek karaçam, kızılçam, ardıç ve meşeden oluşan ağaç kümeleri dışında tümüyle çıplaktır. Bu dağ silsilelerinden başka Akdağları, İncebel Dağları ve Yama Dağlarının yanısıra yer yer yükselen çok sayıda dağ ve tepe vardır. Bunlardan Tahtalı Dağları (2719) Hezanlı Dağlarıdır (2283).
-
Coğrafi Konumu Sivas ili Anadolu yarımadasının ortasında, İç Anadolu Bölgesinin Yukarı Kızılırmak bölümünde yer alır. İl topraklarının büyük bölümü Yukarı Kızılırmak, bir bölümü de Yeşilırmak ve Fırat havzalarında yer alır. 35° - 50° ve 38° -14' doğu boylamları ile 38° - 32' ve 40° -16' kuzey enlemleri içerisinde kalan il, 28.488 km2‘ilk yüzölçümüyle, Türkiye'nin toprak bakımından ikinci büyük ilidir. İl topraklarının Kızılırmak havzasına giren bölümünde Karadeniz iklimi, Fırat Havzasına giren bölümde ise, Doğu Anadolu iklimi egemendir. İl alanı kuzeyden Kelkit Vadisi, Doğudan Köse Dağlarının uzantıları Kuruçay Vadisi ile Yama Dağı,Güneyden Kulmaç Dağları, tahtalı Dağlarının uzantıları ve Hezanlı Dağı, Batıdan Karababa, Akdağı ve İncebel dağları gibi doğal sınırlarla çevrilidir. İdari açıdan ise, Kuzeyden Giresun, Ordu ve Tokat, Doğudan Erzincan, Güneyden Malatya, Kahramanmaraş ve Kayseri, Batıdan ise Yozgat ile komşudur. İç Anadolu’nun yüksek platoları üzerinde başlayan ve doğuya yükselen il alanı, Kuzeydoğu ve Güneydoğuda dağlık ve sarp bir kesimle son bulmaktadır. Sivas'ın İklimi Sivas'ın karasal bir iklimi vardır. Kışları soğuk ve sert geçer, genelde kış aylarında bol kar yağışı görülür ve ortalama 3-5 ay karla örtülüdür. Yazları sıcak ve kurak, ilkbahar ve sonbahar ayları yağmurlu geçer. Her ne kadar kışlar soğuk geçse de, ilin Kuzey bölümünde, "Koyulhisar ve Suşehri ilçelerinde" karasal iklimden tipik Karadeniz iklimine geçiş görülür. Bu bölgelerde, iç kesimlere göre havalar ılık geçer. Yapılan gözlem ortalamalarına göre (son 50 yıl içinde gözlenen) en soğuk ay -34.6 derece ile Ocak ayıdır. En sıcak ay 38.3 derece ile Temmuz ayıdır, aylık yağış ortalaması en yüksek ay Mayıs, en düşük ay Ağustostur. 1992 yılında gözlenen en yüksek nem oranı %80.0 ile Aralık ayı; en düşük ay %55.2 ile Ağustos ayıdır. Aynı yılda en yüksek basınç 874.1 mb olarak Ocak ayı, en düşük ay ise 868 mb olarak Şubat ayıdır. Sivas Türkiye'nin köy sayısı itibariyle birinci, yüzölçümü itibariyle ikinci sırasında yer almaktadır.
-
SİVAS KEBABI Yarım kg. koyun eti tuz soğan kırmızı biber karabiber yarım kg. patlıcan yeşil biber domates Koyun eti parçalanr, bunlar pirzola büyüklüğünde ayrılıp, tuz, soğan ve baharattan oluşan bir karışıma yatırılır. Bu etler bir ucu baston gibi eğik uzunca şişlere dizilir, alaca soyulup dilimlenmiş patlıcan, yeşilbiber ve domates de sırayla atrı şişe dizilir. Bu şişler bir tandırı andıran 1,5 metre derinlikte ve genişliğinde olan tuğlalardan örülmüş toprakla sıvanmış ocakta pişirilir. Ocağın üzeri açık olup asmak için bir tel vardır. Şişler ateş üzerinde dik asılarak pişirilir. İnce bulgur, salça soğan, biber, tuz ilavesiyle hazırlanan içle doldurulur. DİVRİĞİ PİLAVI Malzemeler Yarım kilo kuşbaşı et, 4 su bardağı pirinç, 4 su bardağı su, 3 adet kuru soğan (ince doğranmış), 1 su bardağı nohut (haşlanmış), yarım su bardağı kuru üzüm, tuz, karabiber, yenibahar, 100 gram tereyağı, arzuya göre kavrulmuş çam fıstığı veya badem katılabilir. Yapılışı Pirinç önceden tuzlu sıcak suda bekletilir. Etler haşlanır. Tencerede yağ eritilir, soğanlar ilave edilip kavrulur. Baharatlar eklenir. Üzerine haşlanmış et, nohut, üzüm, pirinç ve su ilâve edilir. Hiç karıştırılmadan kaynatılır. Kaynayınca altı kısılıp pişmeye bırakılır. Piştikten sonra 20 dakika demlenir. Pirinçler alttaki malzemeye dokunulmadan karıştırılır ve servis tabağına ters çevrilir veya arzu edilirse pilav tamamen karıştırılarak servis yapılır. TIRHIT Malzemeler 1 çay bardağı pilavlık bulgur 1 çay bardağı kavrulmuş erişte 1 adet kuru soğan 2 yemek kaşığı salça 2 yemek kaşığı kavrulmuş kıyma 2 yemek kaşığı tereyağı 1 tatlı kaşığı kırmızı biber Yapılışı Tencereye koyulan margarin eriyince ince kıyılmış soğanlar kavrulur, salça ve kıyma eklenir. 6 su bardağı su ilave edilir. Kaynayınca bulgur katılır, bulgur yumuşayınca eriştesi katılarak 10 dakika daha pişirilir (çorba kıvamında). Üstüne kızdırılmış tereyağı ve kırmızı biber dökülerek servis yapılır. MADIMAK YEMEĞİ Malzemeler 1 kg madımak 200 gr kıyma 2 çorba kaşığı tereyağı 1 çorba kaşığı salça 1 fincan bulgur 2 soğan tuz karabiber Yapılışı Madımakların kök tarafındaki kırmızı kısımlar alarak ayıklayın. Yıkadıktan sonra süzün ve soğanları soyup yemeklik şeklinde doğrayın. Tereyağına soğanları pembeleşene kadar kavurun ve kıyma ilave ederek 4-5 dakika pişirin. Salça ve sekiz su bardağı su ekleyip kaynatın. Madımak ilave edip 10 dakika kaynattıktan sonra bulguru ekleyin. Tuz ve karabiber ilave edip tencerenin kapağını kapatarak 25-30 dakika kaynatın. Sıcak olarak servis edin. FIRIN KATMERİ İnce elek unu, su ve tuz ile yoğrulur ve yumakları ince açılarak sade yağ ile yağlanır.Yağlanan yufka hamur tahtası üzerinde birbiri üzerine gelecek şekilde toplanıp sonra kendi etrafında döndürülerek yumak haline getirilip fırında pişirileceği zaman açılır.Yüzüne yumurtası sürüldükten sonra ince bir şeyle baklava dilimi şekli verilir.Her zaman yapılabileceği bir hac’ca gidenlere de yolluk olarak hazırlanan yiyecekler arasındadır. Günümüzde çarşı fırınlarında hazır katmer ve çörekler satılmaktadır. PATATESLİ Ekşi hamurlu (mayalı) olarak yoğrulur.Su, un, tuz ve maya konularak hazırlanan bu hamurun içine, haşlanıp ezilmiş patates, soğan, kıyma, tuz ve biberle karışık bir iç konulur. Yuvarlak açılan yumak içerisine patates harcı konduktan sonra kendi üzerinde katlanır. Yarım çörek büyüklüğünde olur. Eskiden bilhassa çok soğuk günlerde yapıldığında yenmek için ısıtıldığı zaman sanki fırından yeni çıkmış gibi olurdu. Aynı hamurun içine kıyma konursa ona da “kıymalı” denir. 527 kere görüntülendi. PESKUTAN ÇORBASI Çorba için yerterli peskutan su ile karıştırılıp ayran kıvamına getirilir. Tencereye bir kepçe çekilmiş yarma ve yarım kepçe kadar da yeşil mercimek konulur, birkaç tane kemikli kıyma atılıp (kıymalık kavurma yapma sırasında üzerinde et olan kemiklerin kavrulması ile elde edilen kıyma) özelenen peskutan ilave edilir ve biraz daha yani kadar su ve tuz konulup pişirmeye terk edilir. Taşmaması için sık sık karıştırılır pişen çorbanın kesilmemesini sağlamak içinde bir parça ekmek kabuğu atılır. Yarma ve mercimeklerin pişmesi halinde çorbada artık pişmiş demektir. Küçük bir tavaya bir kaşık kadar sade yağ konulup içine bir kuru soğan küçük küçük doğranır. Soğanlar yağda pembeleşince kuru nane ilave edilip çorbanın yüzüne dökülür. SÜBÜRA Unun içine bir yumurta kırılır. Tuzu da atıp yoğrulur. Sonra alınan yumaklar 1 mm kalınlığında açılır. Biraz kuruduktan sonra un serpilip dörde bölünür. Parçalar üst üste konularak 6-7 cm lik şeritler haline getirilir. Onlarda önce boyuna sonra enine göre kesilip 5*5 mm kareler elde edilir. Bu hamurlar kaynamış suya atılır. Pişince üzerine biraz soğuk su atılıp süzülür. Üzerine de iyice özelenmiş sarımsaklı yoğurt dökülür. Sade yağ içine biraz kırmızı biber konup yüzünde gezdirilir. HINGEL Unun içine bir yumurta kırılır. Tuzu da atıp yoğrulur. Sonra alınan yumaklar 1 mm kalınlığında açılır. Biraz kuruduktan sonra un serpilip dörde bölünür. Parçalar üst üste konularak 6-7 cm lik şeritler haline getirilir. Onlarda önce boyuna sonra enine göre kesilip 5*5 mm kareler elde edilir. Eşkenar üçgenler biçiminde kesilen hamurlar kaynayan suda haşlanır. Süzüldükten sonra yoğurtlu sarımsak ve sade yağ dökülür. Ayrıca kare olarak kesilen hamurların içinr patates ve kıyma da konup üçgen şeklinde sıkılabilir. MİRİK KÖFTESİ İçinde et olmadığı için bu adı olan yemeği de köftelere dahil edebiliriz. Mirik, cimri, kıyımsız, biraz da çingene anlamına gelmektedir. Belki etsiz hazırlandığı için de bu adı almış olabilir. İyice yoğurulan ince bulgur( tuz ve baharatla birlikte) avuç içine alıp sıkılır. Şekli aynen kabuklu fıstık gibi olur. Bunlar kaynamış suya atılıp haşlanır, süzülerek üzerine sarımsaklı yoğurt dökülür. Kırmızı biber, sadeyağ içinde kızdırılarak yoğurtlanmış köfteler üzerinde gezdirilip sofraya getirilir. İÇLİ KÖFTE İnce bulgur, çok az un ile iyice yoğrulunca içine birkaç da yumurta kırılır. İsteyenler dışına çekilmiş et katabilirler. Bu şekilde yoğrulması daha kolay olur. Ayrıca köfte yapmadan birkaç saat önce ince bulgur, soğuk suyla ıslatılır ki kolay yoğrulsun. Köftenin ince yoğrulduğunu anlamak için elde sıkılan iç, hızlıca yoğrulma kabına atılır, dağılmıyorsa olmuş demektir. Köftenin içini hazırlamak için bir tavaya bol soğan (kare şeklinde doğranmış) yağ, kıyma, tuz, biber, baharat koyulup pişirilir. Soğuyunca kıyılmış maydanoz dövülmüş ceviz katılıp, iyice donması beklenir. Genellikle evlerde biri yoğururken diğeri içi hazırlar. Hele bu işi gelinler yapıyorsa yoğuran maharetini göstermek için, iç hazırlanana kadar o işini bitirmiş olur. Evdeki talihliyi bulmak veya dilek dilemek için madeni bir para iyice yıkanıp köftenin içine konur.isteyenler aynı amaçla zeytin ve çeyrek altında koyabilir. Köftenin çok maharet isteyen bir yönü de iç konacak köftenin ince açılmasıdır, bu işi en iyi şekilde yapan hanımlar adeta meleke sahibi olmuşlardır. Avuç içinde yuvarlanarak açılan köftelerin içine bol iç koyulur. Bazı evler haşlanmış köfteleri yumurta, az un ve su karışımına (herleye) batırarak kızartırlar. Bazıları ise haşlanmış sıcak köftenin üzerine kızdırılmış tere yağ (sade yağ) ekip sofraya getirirler. Sivas’ta içli köftenin “işli köfte” gibi söylenmesi sanki bu yemeğinin işinin çok olduğunu hatırlatır gibidir.
-
Sivas adının kaynağı Sivas’a farklı dönemlerde hakim olan devletler, şehre kendilerine özgü değişik isimler vermişlerdir. Bunlar; Sebaste, Sipas, Megalopolis, Kabira, Diaspolis (Tanrı Şehri), Talaurs, Danişment İli, Eyalet-i Rum, Eyalet-i Sivas ve Sivas isimleridir. Bu gün kullanılan Sivas isminin kaynağı hakkında ise farklı görüşler bulunmaktadır. Bunların içinden ‘Sebaste’ Sebasteia eski yunancada (Augustus Şehri) ismi, Pontus kralı Polemon’un hanımı Pitodoris tarafından verilmiştir. Romalılar, Pont Krallığını egemenlikleri altına aldıkları zaman şehrin yönetimini Pont Krallığı’nda bırakmışlardı. Pont Kralının hanımı ise, Roma Kralı Augustus’un sevgisini kazanmak ve ona bir şükran ve sadakat ifadesi olmak üzere Yunanca’da Ogüst şehri anlamına gelen “Sebaste” adını verdiği sanılmaktadır. Sebaste’nin zamanla “Sivas”a dönüştüğü ileri sürülmektedir. Yine diğer bir görüş de, bugün “Sivas” olarak kullanılan ismin “Sipas”tan geldiğidir. Şehrin ilk kurulduğu dönemlerde, bugünkü şehrin merkezinin bulunduğu yerde büyük çınar ağaçlarının altında üç adet su gözesi (Kaynağı) bulunmaktadır. Bu gözelerden bir tanesi “Allah’a Şükür”ü ikincisi “ana ve babaya saygı”yı, üçüncüsü de “Küçüklere sevgi”yi temsil eder. Bu bölgede yaşayan insanlar, zamanla bu özelliklerini koruyamayıp yitirince, bu üç göze de kurur. Şehrin isminin de “üç göze” anlamına gelen “Sipas”tan kaynaklandığı ve zamanla bugün kullandığımız “Sivas”a dönüştüğü ileri sürülmektedir. Yazılı Tarih Öncesi: 1927’ den bu yana süregelen kazı ve araştırmalarda saptanan bulgular, Sivas’ta Neolitik Dönem’den başlayarak yerleşildiği yolundaki savları güçlendirici niteliktedir. Bölgede Kalkolitik Dönem (M.Ö. 5000-3000) ve ilk Tunç Çağ (M.Ö. 3000-2000) yerleşmelerinin varlığı ise, bu dönemlerden kalma çanak-çömlek, ev ve kent kalıntılarıyla kesin olarak saptanmıştır. Maltepe Höyüğü kazıları, yörede ilk yerleşmenin M.Ö. 2600’lerde başlayıp M.Ö. 2000’lere kadar kesintisiz sürdüğünü göstermektedir. Yazılı Tarih: Sivas’ın eski bir yerleşim yeri olmasına rağmen ne zaman ve kimler tarafından kurulduğuna dair kesin bilgiler mevcut değildir. Bugün şehir merkezi ilçe ve köylerinde yapılan çeşitli Arkeolojik kazı ve araştırmalarda edinilen bilgiler bulunan höyük ve eski şehir harabeleri, Sivas’taki yerleşimin tarihin ilk dönemlerinden itibaren başladığını göstermektedir. Bu dönemlere ait, yeterli aydınlatıcı araştırmalar yapılmamış olduğundan Sivas’ın tarihini, Anadolu’nun büyük bir bölümünü kapsayan Kapadokya tarihi içerisinde incelemek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan Kapadokya tarihine baktığımızda Sivas’ın M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzanan bir geçmişe sahip olduğunu, yerleşim merkezi olarak kullanıldığını ve eti hakimiyetinin sınırları içerisinde kaldığını görmekteyiz. Etiler döneminde yapılan çeşitli savaşlar, Sivas ve çevresinde meydana gelmiş, Sivas da bu savaşlardan etkilenerek yakılmış ve yıkılmıştır. Asur hükümdarı Sargon, M.Ö. 710 yılında Anadolu içlerine yaptığı bir akında Sivas içlerine kadar gelmiştir. Yine M.Ö. 676 yıllarında Kafkasya’dan İskitler, İran’dan Medler Anadolu içlerine kadar uzandılar. Kapadokya bölgesinde Asurlar’a karşı direnecek güç kalmayınca Medler ve Lidyalılar, M.Ö. 585 tarihinde Kızılırmak sınır olarak kalmak üzere bir anlaşma yaptılar. Böylece Kızılırmak’ın doğu yakası yani Sivas ve çevresi Medler’e kaldı. Medler’in bölgedeki hakimiyeti fazla sürmedi. Persler M.Ö. 550 yılında Med egemenliğine son vererek Sivas’ı ele geçirdiler. Diğer önemli bir akın da Makedonya Kralı Büyük İskender’in M.Ö. Anadolu’ya yaptığı akınlardır. Büyük İskender ilk olarak M.Ö. 334’de ikinci olarak da iki yıl sonra M.Ö. 332 ‘de iki kez Anadolu içlerine akın düzenlemiş, her ikisinde de Sivas’ta hakimiyetini sürdüren Perslerin yönetimine son vermiştir. Geçtiği yerlerde durmayıp, Makedonya subaylarından komutanlar bıraktığı için, Sivas da bir müddet Makedonyalı subaylardan Sabistes’in yönetiminde kalmıştır. Sabistes kendi zevk ve sefasına daldığından askerlerinin şehri yağmalamasına ve yıkmasına aldırış etmemiştir. Bu duruma dayanamayan halk ayaklanmış, tekrar Pers Kralı I. Ariaretes’in egemenliğine girmeyi kabul etmişlerdir. Sonunda Roma Kralı Tiperius M.S. 17’de Sivas ve çevresini ele geçirmiştir. Böylece Sivas, Roma İmparatorluğu egemenliğine girmiş ve ‘Eyalet-i Rum” olmuştur. M.S. (17- 395) yıllarında çeşitli istilalarla karşılaşan Sivas, bu dönemde daha çok Roma egemenliğinde kaldıktan sonra, M.S. 395’te Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğuna ayrılan topraklar içinde yer aldı. Bu dönemde de uzun süre Sasanlı akınlarından etkilenmiş, X.yy’ dan sonra da merkezi yönetimin güçlendirilmesi amacıyla kurulan Sebasteia (Sivas) Theması’na bağlanmıştır. 1059’da Anadolu’ya giren Türkmen güçleri ve 1064’te Alp Arslan’ın önünden kaçan Selçuklu Şehzadesi Elbasan Sivas yöresinde kısa süreli etkinlik sağladılarsa da, Bölgenin Türk egemenliğine girmesi ancak 1071’ den sonra gerçekleşti. Kısa bir süre Selçuklu etkinliğinde kalan Sivas’ta 1075’te Danişmentli Beyliği kuruldu. 1143’den sonra Danişmentliler arasında baş gösteren taht kavgaları bu beyliğin gücünü kırınca, Anadolu Selçukluları’nı yeniden birleştiren I. Mesud, 1152’de Sivas’ı eline geçirdi. Anadolu Selçukluları ile Danişmentliler arasında sürekli el değiştiren Sivas, 1175’te II. Kılıç Arslan’ca kesin olarak Selçuklulara bağlandı. II. Kılıç Arslan’ın 1186’da ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırmasıyla başlayan taht kavgaları, I. Alaeddin Keykubad’ın 1220’de başa geçmesine değin sürdü. Bu dönemde Anadolu’yu tehdit etmeye başlayan Moğollara karşı etkin önlemler alan Keykubad, Sivas’ı da surlarla çevirterek korunaklı duruma getirdi. Yerine geçen II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kötü yönetimi sırasında büyük sıkıntı çeken Türkmen kökenli halk, 1240’larda ayaklanarak Sivas’ı yağmaladı. Selçuklu askerlerinin sivilleri sindirmek için seferber olduğunu gören Moğollar, Anadolu’yu ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Gıyaseddin Keyhüsrev’i 1243’te Kösedağ Savaş’ında yenilgiye uğratan Moğol güçleri, Sivas’ı işgal ettiler. Selçuklu Sultanlarının yarattığı karışıklıkların sivil halkı tedirgin etmesini gerekçe gösteren İlhanlı yöneticisi Gazan Han o dönemde Selçuklu tahtında bulunan III. Alaeddin Keykubad’ı Isfahan’a çağırarak, 1318’da Anadolu Selçuklu Devletine son verdi. İlhanlılar’ın Anadolu Valiliğine atanan Timurtaş, 1322’de Sivas’ın da içinde bulunduğu topraklar üzerinde bağımsızlığını ilan etti. Bu durum üzerine İlhanlılar’ın, üzerine ordu göndereceğini öğrenince de Memlük’lere sığındı. Yerine vekil olarak bıraktığı Eretna bey, önce İlhanlılar’ın egemenliğini kabul ettiyse de İlhanlı yönetiminin taht kavgaları ile zayıflamasından yararlanıp, kendi özerk beyliğini kurdu. Eretna Bey’in ölümünden sonra, oğlu Gıyaseddin Mehmed’in yaşının küçüklüğünden yararlanan vezirleri, ülkeyi aralarında paylaştılar. Bölünerek iyice zayıflayan Eretna Beyliği, 1378’de Kadı Burhaneddin’in vezirliğe getirilmesiyle yeniden güçlendi. Kadı Burhaneddin Eretna Beyliği’nde kadılık, vezirlik, ve naiplik görevleri yaparak edindiği devlet yönetimi tecrübesini Eretna Beyliğini ele geçirerek uygulamıştır. Son Eretna Bey’i Ali Bey’in zevkine düşkün olmasından yararlanarak, kendine muhalif olan kişileri birer birer ortadan kaldırmış, 1388 yılında Ali Bey’in ölümü üzerine Sivas’ta bağımsızlığını ilan etmiştir. Kendi adıyla anılan Kadı Burhaneddin Devletini kurmuştur. Memluk akınlarına başarıyla karşı koyan Kadı Burhaneddin, Timur tehlikesine karşı Osmanlı ve Memlukler’in desteğini sağlamaya çalışırken, Akkoyunlu Osman Bey’e yenilerek, 1398’de öldürüldü. Kadı Burhaneddin’in ölümüyle bir iktidar boşluğu oluşan Sivas’ta kentin ileri gelenlerinin isteğiyle Osmanlı egemenliği tanındı. 1400’de Anadolu’ya giren Timur, az sayıda Osmanlı askerince savunulan Sivas’ı uzun bir kuşatmadan sonra alarak, yakıp yıktı ve geri çekildi. Osmanlılar’ın Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesinden sonra (1402), Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında taht kavgaları baş gösterdi. 1408’de Sivas’ı ele geçiren Çelebi Mehmed, 1413’te ülkede duruma egemen olunca, Sivas Osmanlı topraklarına katılmış oldu. 1472’de kısa süreli olarak Akkoyunlular’ın eline geçmesi dışında, hep Osmanlı egemenliğinde kaldı. Osmanlı egemenliğinde eyalet merkezi haline getirilen Sivas; Amasya, Çorum, Tokat, kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas’a bağlı birer sancak olmuştur. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde belirtildiği gibi Sivas zamanın en önemli eyaletlerinden biridir. (40 İlkokul, 1000 dükkan, 18 Han, 40 kadar çeşmesi olduğundan bahsedilir.)
-
Milli Mücadele'de Sivas Sivas Kongresi Niçin Toplandı? Kasım 1914'de girdiğimiz Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıktık. Savaş sona erdiğinde milyonlarca kilometrekare toprağı ve yüzbinlerce insanımızı kaybetmiş olarak Anadolu topraklarına çekildik. Türkleri, Anadolu'dan da atma projesi devreye sokuldu. Mondros Ateşkesinin uygulamaya konulması sonucu Musul, İstanbul, Boğazlar, Doğu Trakya, İskenderun, Maraş, Urfa, Antep, Batum, Adana, Antalya, Kuşadası ..vd. Anlaşma( İtilaf) devletleri'nin işgaline uğradı. Anadolu içlerine ve kıyılarına askerî birlikler çıkardılar. Ermeni ve Rum azınlık, işgal ordularını çoşku ile karşıladıkları gibi ülkenin çeşitli yörelerinde taşkınlıklarını, katliamlarını sürdürdü. Paris Barış Konferansı kararı gereğince Yunanlıların İzmir'i işgali, bardağı taşıran son damla oldu. Henüz Balkan ve Birinci Dünya Savaşı yaralarını sarmadan Anadolu topraklarının da işgale uğraması, Türk halkını karamsarlığa düşürdü. İşgaller ve azınlıkların tutumu karşısında, ülke yöneticileri siyaset yoluyla sorunu aşacaklarını düşünürken, aydınlar arasında Amerikan, İngiliz, Fransız ‘manda' eğilimleri baş gösterdi. Manda düşüncesini savunanlara göre: “ Alman desteği altında Anlaşma devletlerine yenilen Osmanlı Devleti, bu güçlü devletlere karşı tek başına bir mücadele yürütemezdi ”. Mevcut durum karşısında ulusa olan güven duygusunu yitirenler: “ işgallere karşı direniş, yeni işgallere yol açar ” diye düşünüyorlardı. Ulusal tepki ve direnişler İstanbul basınında eleştirilmekte, İstanbul Hükümeti tarafından ise şiddetle uyarılmaktaydı. Atatürk, bu durum karşısında Türk ulusuna duyduğu güvenle: “ Memleketi bu müthiş badireden kurtarmak için yalnız bir kuvvetin temini lazımdır: milletin birliği ” diyerek, bağımsızlık yolunda ilk yöntemi açıklıyordu. Birliği sağlamanın yolu ise ulusal bir kongreden geçiyordu. Ulusun temsilcileri bir araya gelecek ve ülkenin içinde bulunduğu duruma bir çözüm getirecekti. Bu çözümün kararları Sivas Kongresi'nde (4-11 Eylül 1919) alınacaktır. Sivas Kongresi Nerede Kararlaştırıldı? 9. Ordu Müfettişi olarak, asayişi düzeltmek göreviyle Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa Ali Fuat (Cebesoy), Rauf (Orbay) ve Refet (Bele) ile Amasya'da buluştu. Amasya Genelgesi için Kazım Karabekir Paşa ve diğer ilgililerin onayı alındı. 21 / 22 Haziran 1919'da yayımlanan genelge, illerin askerî ve mülkî yöneticilerine telgrafla, İstanbul'daki bazı devlet adamları ve komutanlara ise özel mektup ekinde ulaştırıldı. Amasya Genelgesi “ Vatanın Bütünlüğü Milletin Bağımsızlığı Tehlikededir ” uyarısı ile başlıyor ve “ Milletin Bağımsızlığını Yine Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır ” çözüm önerisi ile sürüyordu. Sivas Kongresi kararı, genelgede şöyle belirtiliyordu: “ Milletin istiklâlini kurtarmak için, her türlü tesir ve baskıdan uzak bir millî heyetin kurulması gerekmektedir. Bunun için yazışmalar sonunda, Anadolu'nun en güvenilir yeri Sivas'ta Millî Kongre'nin toplanması kararlaştırılmıştır. Fırka (parti) anlaşmazlıkları gözetilmeden her sancaktan, halkın güvenini kazanmış üç murahhasın (delegenin ), mümkün olan çabuklukla yola çıkarılması gerekir. Her ihtimale karşı bunun bir ‘millî sır' olarak tutulması ve gereken yerlerde yolculuğun değişik adla ve kılıkla yapılması lâzımdır. Müdafaai Hukukı Millîye Cemiyetleri ve Belediye Başkanlıklarınca murahhasların seçilmesi ve yola çıkarılması hakkında, vatanseverlikle yardımcı olmanızı; ve onların adlarıyla yolculuk tarihlerinin telgrafla bildirilmesini istirham eylerim .” Mustafa Kemal Paşa Sivas'ta ( 27 Haziran 1919) Erzurum Kongresi'ne katılmak üzere Erzurum'a gitmekte olan Mustafa Kemal Paşa, 27 Haziran 1919 günü Sivas'a geldi. Israrla İstanbul'a çağırıldığı, emirlerinin dinlenilmemesi için genelgeler yayımlandığı, tutuklama söylentilerinin dolaştığı bir sırada geldiği Sivas'ta halk ve askerler tarafından çoşkuyla karşılandı. O anı kendisi Nutuk'ta şöyle anlatır: “ Sivas şehrine girerken, caddenin iki tarafı büyük bir kalabalıkla dolmuş, askeri birlikler tören düzenini almış bulunuyordu. Otomobillerden indik. Yürüyerek askeri ve halkı selamladım... Bu manzara, Sivas'ın saygıdeğer halkının ve Sivas'ta bulunan kahraman subay ve askerlerimizin bana ne kadar bağlı ve sevgi ile dolu olduğunu gösteren canlı bir tanık idi.. ” 27 Haziran günü Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yöneticilerine şu direktifleri verdi: “ Halkın çoğunluğunu, özellikle okumuş ve genç unsurları amaç etrafında toplayınız. fiili direnişe hazırlanın. Olumsuz propaganda ve akımlara karşı önlemler alın. Kolordu Komutanı ve Kurmay Başkanı ile çok sıkı ve sürekli ilişki içinde bulununuz, onların şifresi ile önemli konular ve durumlar hakkında bilgi alış verişi yapın. Vali ile de iyi ilişkileri geliştirerek iki merkezin vilayete yapacağı duyurulardan bilgi sahibi olunuz. Sivas merkezinden Erzurum Kongresi için iki delege seçerek derhal yola çıkarınız ” Bu direktifler, Sivaslı vatanseverler üzerinde kıvılcım etkisi yaptı. Ulusal mücadele yolundaki çabalarını artırdılar. M. Kemal, 28 Haziran sabahı, Ramazan Bayramının birinci günü, erkenden Erzurum'a doğru yola çıktı. Sivaslılar Mustafa Kemal Paşayı Karşılıyor ( 2 Eylül 1919) Ermeni tehdidine karşı Doğu illerinin birliğini sağlamak amacıyla toplanan Erzurum Kongresi amacına ulaşmış, Kongreye başkanlık eden ve yönlendiren Mustafa Kemal Paşa, beraberindeki arkadaşları ve üç Temsil Kurulu üyesiyle birlikte Sivas yolundadır. 2 Eylül günü Sivas, tarihinin en mutlu günlerinden birine uyanır. Sivas halkı, Erzincan yönüne doğru, erken saatlerde akın etmeye başlar. Atlı – yaya yola çıkanlar Kılavuz tepesinde toplanır. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını getiren otomobillerin Seyfebeli'nden görülmesi ile Sivaslıları büyük bir sevinç dalgası kaplar. Halkın büyük sevgi gösterisinden sonra güneş batarken hep birlikte şehre girilir. Karşılamaya çıkamayanlar caddenin iki yanını doldurmuş, alkış tufanı arasında Mustafa Kemal Paşayı selamlar. Sivaslılar, misafirleri için Mekteb-i Sultanî'yi (Kongre Binası-Lise) hazırlamışlardı. Akşam onurlarına yemek verilir. Dinlenmeye çekilirler. Sivas Kongresi'nde Sivas Delegesi Var mıydı? Sivas Vilayeti, ‘Altı Doğu İli”nden biri olması nedeniyle Erzurum Kongresi'nde temsil edildi. Erzurum Kongresi'ne katılan 13 delegeden ikisi Sivas Merkez Sancağı'nı temsilen Erzuruma gitti. Erzurum Kongresi sonunda dokuz kişilik Temsil Kurulu belirlendi. Sivas (merkez) delegeleri, Mustafa Kemal Paşanın bütün ısrarlarına rağmen Temsil Kurulu'nda görev almadı. Bunun üzerine, Sivas Vilayeti adına Temsil Kurulu'na Bekir Sami (Kunduk) ve Rauf (Orbay) Beyler seçildi. Erzurum Kongresi'ne katılan yaklaşık 56 delege, Sivas Kongresi'ne katılmak için memleketlerinden yetki almamışlardı. Ayrıca bu delegeleri Sivas Kongresi'ne getirmek pratik olarak da mümkün değildi. Bu durum karşısında, Temsil Kurulu üyelerinin, Doğu illerini ve Trabzon vilayetini temsilen Sivas Kongresi'ne katılması kararlaştırıldı. Bu nedenle, Sivas Kongresi'nde - Temsil Kurulu üyeleri dışında - Doğu illerinden ve Trabzon'dan delege yer almamıştır. Böylece, Bekir Sami (Kunduk) ve Rauf (Orbay) Bey, Sivas Vilayeti kontenjanından seçildikleri Temsil Kurulu Üyeliği ile hem doğu illerinin, hem de dolayısıyla Sivas'ın temsilcisi olarak Sivas Kongresi'nde yer almışlardır. Sivas Kongresi Delegeleri Delegenin Adı : Temsil Ettiği Yer: Mesleği: Mustafa Kemal (Atatürk) Temsil Kurulu Başkanı (Erzurum) Ordu Müf. İstifa Hüseyin Rauf (Orbay) Temsil Kurulu Üyesi (Sivas) Em. Deniz subayı Bekir Sami (Kunduk) Temsil Kurulu Üyesi (Sivas) Mülkiyeli - Vali Fevzi (Baysoy) Temsil Kurulu Üyesi (Erzincan) Din adamı -Şeyh Raif (Dinç) Temsil Kurulu Üyesi (Erzurum) Hukukçu- Yargıç Refet (Bele) Canik (Samsun)(TKÜ) Asker (Albay) Kara Vasıf Antep Emekli Albay İsmail Hami (Danişment) İstanbul Mülkiyeli- Tarihçi İsmail Fazıl (Cebesoy) İstanbul Emekli General Hikmet (Boran) Ask. Tıb. Öğr. Tem.(İst.) Tıbbiye Öğrencisi Ahmet Nuri Bursa İlmiye sınıfı Hocası Osman Nuri (Özpay) Bursa Hukukçu- Avukat Hüseyin (Bayraktar) Eskişehir Tüccar Hüsrev Sami (Kızıldoğan) Eskişehir Subay Halil İbrahim (Sipahi) Eskişehir Tüccar- Bld. Bşk. Mehmet Şükrü (Koçzade) A. Karahisar Hukukçu Salih Sıtkı (Kesrioğlu) A. Karahisar Mülkiyeli Bekir (Gümişioğlu)) A. Karahisar Öğretmen Abdurrahman Dursun (Yalvaç) Çorum Öğretmen Mehmet Tevfik (Ergun) Çorum Öğretmen İbrahim Süreyya (Yiğit) Alaşehir (Saruhan) Mutasarrıf Macit (Suner) Alaşehir (Manisa) Hakim (Yargıç) Mehmet Şükrü (Dalamanlı) Denizli Hukukçu Yusuf (Başağazade) Denizli Hukukçu - Zıraatçı Necip Ali (Küçüka) Denizli Hukukçu -Yargıç Hakkı Behiç (Bayiç) Denizli Mülkiyeli Sami Zeki Kastamonu Emekli Subay Nuri (Tatlızade) Kastamonu Tüccar Halit Hami (Mengi) Bor (Niğde) Tüccar- Beld. Bşk. Mustafa (Soylu) Niğde Öğretmen Yusuf Bahri (Tatlıoğlu) Yozgat Çiftçi Osman Remzi (Öğüt) Nevşehir Memur Mazhar Müfit (Kansu) Denizli (Hakkari) Valilikten istifa Hasan ? ? Süleyman (Boşanlı – Boşnak) Samsun(Canik) Çiftçi - Denizci Aşağıdaki isimler ise Sivas Kongresi'ne delege olarak seçilmişler, ancak kongre çalışmaları sona erdikten sonraki günlerde Sivas'a gelebilmişlerdir. Nuh Naci (Yazgan) Kayseri Tüccar Ahmet Hilmi (Kalaç) Kayseri Kaymakam Ömer Mümtaz (İmamzade) Kayseri Tüccar İhsan Hamit (Tigrel) Diyarbakır Eğitimci Bursa delegeleri gösterilen askerlikten istifa etmiş Necati (Kurtuluş) ve hukukçu Asaf (Doras)'a kongre tutanaklarında rastlanmadığı halde, bazı eserlerde isimleri geçmektedir. Sivaslılar Kongre için neler yaptı? Sivaslı Rasim (Başara) Bey, Müftü Abdürrauf Efendi, Emir (Marşan) Paşa ile 3.Kolordu Komutanı Selahattin(Çolak) ve M.Kemal Paşanın özel temsilcisi Ask.Dr. İbrahim (Tali) Bey, ‘lise' binasının Kongre için düzenlenmesiyle ve diğer hazırlıklarla ilgilendiler. Hayri (Sığırcı)Bey ve Şekercizade İsmail Efendi, evlerinden getirdikleri eşyalar ile Mustafa Kemal Paşa'nın kalacağı odayı ve Kongre salonunu döşediler. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum'dan gönderdiği haberle gelen delegelerin otellerde kalmasını yasaklayınca, Şekercizade İsmail Efendi çok sayıda delegeyi evinde uzun süre misafir etti. Rasim Bey ve Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin diğer yöneticileri, Hürriyet ve İtilaf Partisi Sivas örgütünün olumsuz propagandalarını boşa çıkararak, halkı millî mücadeleye ısındırdılar. Sivas Kongresi delegelerinin yemekleri ilk günlerde Sivas Belediyesi tarafından karşılandı. Belediye Başkanı Abdulhak Bey sadece yemekle değil, bütün sorunlarla yakından ilgilendi. Daha sonra masrafları kısmak amacıyla, yemekler Kongre binasının alt katındaki mutfakta çıkarıldı.Yemek giderleri belli ölçüde Sivas'ın varlıklı aileleri tarafından karşılandı. Şehrin ileri gelenleri ve yöneticileri sık sık kongre binasına giderek, Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekileri ziyaret ettiler, gece sohbetlerine katıldılar. Böbreklerinden rahatsız olan Mustafa Kemal Paşaya sık sık kepenek suyu getirilerek iyileşmesine yardımcı olundu. Fransızların Güneyden, İngilizlerin Kuzeyden şehri işgal edeceği tehdit ve söylentilerine, Elazığ Valisi Ali Galip'in Kongreyi basarak dağıtma girişimlerine, İstanbul Hükümeti'nin baskılarına rağmen vatansever Sivas halkı Sivas Kongresine, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına tam bir ev sahipliği yapmıştır. 12 Eylül 1919 günü Kongre salonunda halka açık bir toplantı yapıldı. Davetli Sivaslılar tam kadro bu toplantıya katıldığı gibi, aynı gün Ulu Cami'de yapılan toplantıya Sivas halkı büyük bir ilgi ile katılarak, heyecanlı konuşmaları can kulağı ile dinlemişlerdir. Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları ve Temsil Kurulu üyeleri 108 gün kaldıkları Sivas'ta huzur içinde çalışmalarını yürütmüşlerdir. Kongre sonrası Sivaslı vatansever kadınların yaptıkları çalışmalar her türlü övgünün üstündedir. Sivas Kongresi'nin Açılışı ve Başkanlık tartışması 4 Eylül 1919 Perşembe günü Sivas, tam bir bayram sevinci içindeydi. Sivas halkı, saatler öncesinden Mekteb-i Sultanî'nin önünde toplanmış, binaya giden yolları doldurmuştu. Açılış saati olan 14.00'e beş kala Mustafa Kemal Paşa odasından çıkıp toplantı salonuna girdi. Doğruca Başkanlık kürsüsüne çıktı. Çünkü bu toplantının düzenleyicisi ve davetçisiydi. Açış konuşmasına şu cümlelerle başladı: “ Muhterem Efendiler; Vatan ve milletin kurtuluşunu amaçlayan zorlayıcı sebepler, sizleri bunca sıkıntı ve engeller karşısında Sivas'ta topladı. Yiğitçe azminizi kutlar, sizlere hoş geldiniz demekle mutlu olduğumu arz ederim .... ” Kongrenin açılışından bir gün önce Bekir Sami (Kunduk) un evinde yapılan toplantıda Mustafa Kemal Paşanın Kongre Başkanlığına getirilmemesi kararlaştırıldı. Açılış günü kongre salonuna girilirken Mustafa Kemal Paşanın “ Kimi Başkan yapalım? ” sorusuna Rauf Bey: “ Sen Başkan olmamalısın ” cevabını verdi. Kongre açıldıktan sonra söz alan İsmail Fazıl Paşa, işin içine kişisellik karışmaması, eşitlik ilkesine uyulmasının dışarıya karşı olumlu etki yapacağı gerekçesiyle, başkanlığın birer gün veya birer hafta devam etmek üzere sırayla yapılmasını ve üyelerin temsil ettikleri il veya sancağın adlarının baş harfleri esas alınarak alfabe sırasına göre yapılmasını teklif etti. Teklif Kongre tarafından kabul edilmedi. Gizli oyla yapılan seçim sonucunda üç olumsuz oya rağmen, Mustafa Kemal Paşa Kongre Başkanlığına getirildi. Mustafa Kemal Paşanın Kongre Başkanlığına itirazlarının sebebi, kongreden önce hazırladıkları manda isteklerini içeren raporlarını kolaylıkla kongreye kabul ettirmekti. Erzurum Kongresi Kararlarında Yapılan Değişiklikler 5 Eylül günü bayram kutlama mesajları gönderildi. 6 Eylül Kurban Bayramının ilk günü olduğu için kongre toplanmadı. Bayram günü Sivas Belediyesi'nden bir kurul, Kongre binasına gelerek kutlamada bulunduğundan, 7 Eylül günkü toplantıda ziyaretin iadesi için karar alındı. 7 Eylül günü kutlama telgrafları okundu, verilecek cevaplar belirlendi. Sonra gündemin önemli maddelerinden olan Erzurum Kongresi Tüzük ve Bildiri değişikliği ile ilgili görüşmelere geçildi. Mustafa Kemal Paşanın önceden hazırladığı değişiklik paketi Kongre Genel Kurulu tarafından kabul edildi: Cemiyetin (derneğin) adı “ Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ” iken “ Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ” oldu. “ Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) , bütün Doğu Anadolu'yu temsil eder ” yerine “ Heyet-i Temsiliye bütün vatanı temsil eder ” denildi. “ Her türlü işgal ve müdahaleyi Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine bağlı sayacağımızdan, topyekûn (hep birlikte) savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir” cümlesi “Her türlü işgal ve müdahalenin özellikle Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine yönelmiş faaliyetin reddi konularında topyekûn savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir ” şeklinde değiştirilmiştir. Bu iki cümle arasında anlam bakımından büyük fark vardır. Birincisinde Anlaşma devletlerine karşı düşmanca tavır alma ve direnmeden söz edilmiyor, ikincisinde bu konu açıklık kazanıyordu. Tüzüğün dördüncü maddesinde geçen “ Osmanlı Hükümeti'nin yabancı devletlerin baskısı karşısında, buraları (Doğu illerini) bırakmak ve ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa, alınacak idarî, siyasî, askerî önlemlerin belirlenmesi ”, – geçici bir yönetim kurma–ile ilgili olarak Sivas Kongresi “ buraları ” yerine , “ yurdumuzun herhangi bir parçasını bırakmak ve ilgilenmemek ” ifadesini kabul etmiştir. Bu değişikliklerle yerel bir kongre olan Erzurum Kongresi tüzük ve bildirisi, Ulusal bir kongre olan Sivas Kongresi tarafından genelleştirilerek vatanın tümünü kapsar bir hale getirilmiş oldu. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kurulması ile bütün yerel cemiyetler bir çatı altında toplanarak, bu cemiyetin şubeleri konumuna getirilmiş oldular. Böylece Millî mücadele merkezi bir örgütlenmeye gidiyor; ulusal birlik ve ortak mücadele sağlanmış, dağınıklık giderilmiş oluyordu. Erzurum Kongresi kararıyla kurulmuş olan Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Temsil Kurulu, yerini 11 Eylül 1919 günü Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Temsil Kuruluna bırakmış oluyordu. Sivas Kongresi'nde Manda Tartışmaları Paris Barış Konferansı'nda Anlaşma Devletleri temsilcileri dünyayı paylaşmaya kalktılar. Ancak çatışık istekler ortaya çıktı. Bazı milletleri tümden esaret altına alamayacaklarını düşünerek, işgal politikalarını örtmeye yarayan yeni bir sömürü yöntemi geliştirdiler ve adına ‘Manda Yönetimi' dediler. Paylaştırılacak yeni topraklar, doğrudan devletlerin eline verilmeyecek, uygun görülecek büyük bir devlet, Milletler Cemiyeti adına bir yörede vekaleten yönetimle görevlendirilecekti. Bu vekaleti alan devlet, sömüreceği ulusun bağımsızlığı hak etme süresini belirleyecekti. Türkiye dışında, Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş bütün devletler galip devletlerin mandası altına girdi ve uzun süre sömürüldü. Atatürk'ün önderliği altında girişilen ulusal Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştığı için ‘Tam Bağımsız' Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Manda altına girmekten başka çare düşünemeyen Osmanlı aydınları, tarihi ilişkileri dikkate alarak Amerikan mandası üzerine yoğunlaştılar. Amerika'ya mektuplar yazdılar. Mustafa Kemal Paşaya gönderdikleri mektup ve telgraflarla onu da etkilemeye çalıştılar. Erzurum'da bulunduğu sırada, Halide Edip (Adıvar) tarafından gönderilen ve Amerikan mandasının ekonomik ve medeni destekten ibaret olduğu sözleri ile dolu mektubu okuduğunda sinirlenen Mustafa Kemal Paşa, yanındakilere şöyle seslenir: “ Hayır paşalar hayır, hayır beyefendiler hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok.. Ya istiklal, ya ölüm var.. Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile bu millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer, bunlar Anadolu'nun ve Türk milletinin gerçek duygularını bilseler, bizim çalışmalarımızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi kararlarının nasıl bir millî vicdan ürünü olduğunu takdir edebilseler, bu sakim (hastalıklı) fikirlerinden dolayı utanç duyarlar. Bunlar, ümitsizlik ve bozgunluk içinde realitelerden uzak olarak yaşayan ve ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyen insanlardır. Kongre hissiyatını açıklıkla belirtmiştir. Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) kararını vermiştir. Millî irade şuur ve istikametini bulmuştur. Davamız yürümektedir ve yürüyecektir. Başarılı olmamak için hiçbir sebep yoktur. Hiçbir olumsuz kararı tanımayacağız. Tek ve değişmez parola şudur: Tek tepe, tek kurşun kalıncaya kadar mücadele, yahut da: Ya İstiklal, Ya Ölüm! ” Erzurum'da, Sivas'a gelme hazırlıkları yapıldığı bir sırada kendisine sorulan: “ Paşam, Sivas'ta galiba manda meselesi bizi çok üzecek ve yoracak ” sorusuna heyecanla şu cevabı verir: “ Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar .” Kongre için Sivas'a erken gelen İstanbul delegeleri diğer delegeleri de etkileyerek, Amerikan mandasını isteyen bir muhtıra (rapor) hazırladılar. Bu rapor Sivas Kongresi gündemine alındı. 8 Eylül 1919 günü Kongre mandayı tartışmaya başladı. Özellikle İstanbul'dan gelen Kara Vasıf Bey, İsmail Fazıl(Cebesoy) Paşa, İsmail Hami (Danişment) Bey ve Refet (Bele) Bey, Kongre salonunu etkileyecek uzun konuşmalar yaparak, Amerikan mandasını savundular. Kara Vasıf Beyin konuşması sırasında delegelerden biri : “ İstanbul'dan mandayı mı bize hediye getirdiniz? ” diye bağırdı. Refet Beyin konuşmasının delegeler üzerinde o kadar etkili olmuştu ki, oylamaya geçilmesi durumunda manda kararı çıkacağından korkan Mustafa Kemal Paşa, toplantıya on dakika ara verir. Ahmet Nuri Bey (Bursa) ve Raif(Dinç) Efendi mandayı savunanları eleştirdiler. Bağımsızlıktan yana tavır koydular. Mandayı savunanları Bağımsızlığa karşı olmakla suçladılar. Bunun üzerine İsmail Fazıl Paşa “Yanlış anlaşıldığı için raporumuzu geri çekiyoruz. Hiç verilmemiş saydık” dedi. 8 Eylül gecesi evlerde ve Kongre binasında manda üzerine konuşmalar ve tartışmalar sürdü. Ertesi gün Kongre manda tartışmalarına devam etti. Rauf(Orbay) Beyin teklifi ile : “Amerika'da yıllardan beri aleyhimizde yapılmakta olan olumsuz propagandaların doğurduğu yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için Amerika'dan bir kurul istenmesine ve inceleme sonucunda gerçeklerin gösterilmesi” kararına varıldı. Böylece hem manda istekleri gömüldü, hem de mandayı savunanlar küstürülmeyerek bu sorun çözüme kavuşturuldu. Manda konusundaki görüşmelerin sonucu Sivas Kongresi kararlarına şöyle yansıdı : “... Devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, altıncı maddede yazılı sınırlar içinde, milli ilkelere saygılı olan ve vatanımıza karşı saldırı ve yayılma amacı gütmeyen herhangi bir devletin teknik, sanayi, ekonomik yardımını memnuniyetle karşılarız ....” Mustafa Kemal Paşa, mandayı savunanları karşısına almadan Sivas Kongresi'ni başarı ile yönetmiş ve mandanın reddedilerek, bağımsızlık kararının çıkmasını başarıyla sağlamıştır. Gösterdiği liderlik sabrıyla, Kongrenin birlik ve beraberlik içinde çalıştığını ve sonuçlandığını dost, düşman herkese göstermiştir. Manda İsteklerine karşı Bir Türk Gencinin Haykırışı Manda tartışmalarının yoğun olarak yaşandığı 8 Eylül gününün gecesi Mustafa Kemal'in odası her zamankinden daha kalabalıktı. Özellikle Denizli delegeleri olan Necip Ali, Yusuf Beylerle, Şeyh Fevzi Efendi, Hikmet, Osman Nuri, Ahmet Nuri Beyler lise binasında delegelere ayrılan koğuşta kaldıklarından, onların da katılımıyla Paşanın odasında toplananların sayısı çoğalmıştı. Mustafa Kemal Paşa etrafındakilere hitaben: “ İstanbul'dakiler ve buradakiler nevmid (ümitsiz ) ve hasta insanlardır. Ecnebi işgal etkisi altında cesaret ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği teessürle ( keder – üzüntü ) ve marazi (hastalıklı ) bir haleti ruhiye ( ruh hali- psikoloji ) içinde hareket ediyorlar. Bunun başka türlü izahı yoktur.” “Bir milletin istiklâl hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından daha tabiî ne tasavvur edilebilir? ******, istiklâlsiz, esir bir millet çocukları olarak yaşamak yerine, efendice ve kahramanca ölmek elbette ki şayanı tercihtir ( seçilmeye değerdir). Bunu anlayamamak ne garip mantıktır?” dedi. Delegeler de konuşuyor, manda aleyhinde söz ediyorlardı. Hikmet ismindeki Askeri Tıbbiye öğrencisi, Sivas Kongresi'nde öğrenci arkadaşlarının temsilcisi olarak bulunuyordu. Aralarında topladıkları para ile onu Sivas'a göndermişlerdi. Heyecanlı, atak bir vatanseverdi. Gece, Paşanın odasında Hikmet Bey de vardı. Gündüz yaşanan tartışmaların etkisiyle olsa gerek titriyordu. Sanki birdenbire ateş ve heyecan kesilmiş olarak, yüksek sesle: “- Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem.. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih ederiz (çirkin görürüz) . Farzı Muhal (var sayalım) , manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal'i ‘ vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı' olarak adlandırır ve tel'in (lanet okuma, protesto etme ) ederiz .”diye bağırdı. Bu gencin yürekten kopup gelen bu sözleri karşısında orada bulunanların gözleri yaşarmıştı. Mustafa Kemal Paşa da duygulanmıştı. Heyecanlı bir sesle: “ Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin.” dedi , sonra Hikmet Beye dönerek: “ Evlat, müsterih ol. ‘ rahat ol' . Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, ekalliyette ‘ azınlıkta' kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklâl, ya ölüm .” Tıbbiyeli genç, hemen yerinden fırladı: “ Var ol paşam ...” diyerek Mustafa Kemal'in elini öptü. Mustafa Kemal, kongreye aydın Türk gençliğinin ve tıbbiyenin temsilcisi olarak üniformasıyla katılan bu yiğit delikanlının alnından öptü: “ Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.” dedi. Sivas Kongresini Engelleme Çalışmaları ve Ali Galip Olayı Kongrenin İngiliz ve Fransızlar tarafından baskına uğrayarak Sivas'ı işgal edecekleri tehditleri boşa çıktı. Mustafa Kemal Paşa bu tehditlerin boş olduğunu henüz Sivas'a gelmeden Vali Reşit Paşaya bildirmişti. Sivas Kongresine delege seçilenlerin Sivas'a gelişleri sırasında bin bir engelle karşılaştıkları, kılık değiştirdikleri bilinmektedir. İşgal altındaki yerlerden delege gelemeyişi nasıl bir baskı altında kalındığının en büyük işaretidir. Bütün bunların yanında Ali Galip olayı ayrı bir tehdit oluşturmuştur: Elazığ Valiliğine özel görevle atanan Kurmay Albay Ali Galip, 27 Haziran günü Sivas'a gelecek olan Mustafa Kemal Paşayı tutuklatmak için Sivas Valisi Reşit Paşayı baskı altına almıştır. Ancak şehre gelen Mustafa Kemal Paşa tarafından, Kolordu binasında ayakta bekletilerek, ağır sözlerle karşı karşıya bırakılmıştır. Sivas Kongresi devam ederken, İstanbul Hükümeti Ali Galip'e Sivas Valiliği ile Üçüncü Kolordu Komutanlığını önerir. Ali Galip, bu öneriye karşılık, askerlik kıdemine sekiz buçuk yıl eklenmesini, generalliğe terfi ettirilmesini ve bir miktar tazminat verilmesini ister. 3 Eylül 1919 günü Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa ve Dahiliye Nazırı Adil Beyin imzalarıyla şartlarının kabul edildiği kendisine bildirilir. Bu yazışmalar milli mücadele istihbaratınca elde edilecek ve karşı harekete geçilecektir. Ali Galip, ayrılıkçı bir takım gruplardan asker toplayarak Sivas Kongresi'ni basma hazırlıkları yaparken, çevredeki askeri birliklerin baskınına uğrayacaklarını öğrenince kaçar. Bu gelişmeler karşısında durumu Padişaha iletmek isteyen Mustafa Kemal görüşmeye engel olunması üzerine İstanbul ile her türlü haberleşmeyi kestirir. 15 gün süre ile soğuk harp başlar. Sonuçta Damat Ferit Hükümeti istifa etmek zorunda kalır. Yeni kabineyi kuran Ali Rıza Paşa ile süren görüşmeler sonunda “Amasya Görüşmeleri” gerçekleşir. Osmanlı Mebuslar Meclisinin açılışı sağlanır. Bu mecliste “Misak-ı Millî” ilan edilerek hem ulusal sınırlar çizilir hem de tam bağımsızlık kararı yasal ve yetkili bir organ tarafından kararlaştırılmış olur. Mebuslar Meclisi'nde alınan bu tarihi karara tepki olarak İstanbul işgal edilecek (16 Mart 1920) ve bazı Milletvekilleri tutuklanacaktır. Bu gelişmeler ise TBMM'nin açılmasına ortam hazırlayacaktır. Sivas Kongresi, ulusal bir kongre olma özelliği ve Misak-ı Millî'ye alt yapı hazırlaması bakımından, TBMM'ye giden yolu açmış ve millet egemenliğine öncülük yapmıştır.
-
Osmanlı Devrinde Sivas Timur'un tarihçisi Şerafettin Yazdî, Sivas surlarının çok sağlam olduğunu, kuzey, güney, doğu ve batının hendeklerle kuşatılmış olduğunu, 7 kapısının bulunduğunu kaydeder. Evliya Çelebi'nin tasviri de bu hükmü desteklemektedir. A. Gabriel'de Timur'un Sivas surlarını tamamen yıkmadığını, kale bedenleri ile kapıları tahrip ettiğini yazar. Timur'un Anadolu'yu istilâsından sonra Kadı Burhaneddin'in damadı olması muhtemel Mezit Bey Sivas'ı elinde bulunduruyordu. Tarihte Fetret Devri diye anılan bu devirde Osmanlı birliğini sağlayan Çelebi Mehmet Amasya'da oturmaktaydı. Sivas, Tokat, Samsun, Çorum sancakları da Amasya'ya bağlıdır. (1413) Mezit Bey topraklarını genişletmek için harekete geçince Amasya'da bulunan Çelebi Mehmet, Beyazıt Paşa'yı onun üzerine göndermiş ve Mezit Bey Sivas'ta yaptığı şiddetli bir savunma savaşından sonra teslim alınarak Amasya'ya getirilmiş ve hayatı bağışlandıktan sonra uzun yıllar devlet hizmetinde bulunmuştur. Hüseyin Hüsamettin, Amasya tarihinde, Mezit Bey'in Sivas hakimiyetinin 1408 yılına kadar sürdüğünü kaydetmektedir. Sivas'ın harap olan kalesi Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1418 yılında Ak Bey eli ile tamir ve ihya edilmiştir. Mezit Bey’in Beyazıt Paşa tarafından kuşatılması (E: Yavi) Sivas Gravürü- 1881 (Mecmuai’l-Alem) Sivas Vilayeti Haritası 1901 (Sivas Müzesi’nde Osmanlı-Akkoyunlu karşılaşması sırasında, başında Yusufça Mirza bulunan bir ordu 1472 yılında Sivas ve Tokat'ı yağmalamış ertesi yıl Otlukbeli zaferinden sonra Sivas, doğudan gelecek tehlikelerden kesin olarak kurtulmuştur. Çünkü Fatih 1475 yılında Otlukbeli'nde Uzun Hasan'ı yendikten sonra Akkoyunlar Devletini toplamaya çalışan eşi Begum Sultan'ın çalışmalarını engellemek için Uzun Hasan'ın küçük oğlu Uğurlu Mehmet'e kızı (Gevher Han Sultan'ı vermiş ve onu doğu bölgesindeki tehlikeyi karşılamak üzere Beylerbeyi yapıp Sivas'a göndermiştir. Ancak kısa bir süre sonra Uğurlu Mehmet'in öldürülmesi ile kızı Gevher Han Sultan ve torununu Sivas'tan İstanbul'a aldırmıştır. Fatih, Uzun Hasan'ın üzerine giderken Sivas'tan geçmiştir. II. Beyazıt ile Cem Sultan arasındaki anlaşmazlıkta, Cem Sultan taraftarı Trabzonlu Mehmet Bey ile Sivas Beylerbeyi Süleyman Paşa'nın yaptıkları savaşı, Süleyman Paşa kazanmıştır. Cem Sultan bir ara Sivas üzerine yürümek istemişse de Fatih'in Ankara civarında olduğunu öğrenince geri dönmüştür. 1509 yılında Sivas, Amasya, Tokat, Çorum yöresi şiddetli bir zelzele geçirmiş, halk 45 gün dışarıda kalmıştır. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail üzerine giderken ordunun bir kısmını Sivas ile Kayseri arasında bırakarak Suşehri üzerinden Safevi topraklarına girmiştir. 1527 yılında Baba Zülnun ile Sülün oğlu taraftarları ayaklanarak Karaman ve Sivas Beylerbeyliği ordularını bozguna uğratmışlardır. Uzun uğraşmalardan sonra Diyarbakır ve Adana Beylerbeyi taraftarları ile birlikte bu isyan bastırılmıştır. Daha sonra II. Beyazıt devrinin sonunda, şehzadeler isyanı sırasında vaziyetin kararsızlığından istifade ederek Anadolu'da geniş sahalara yayılan Şahkulu hareketini bastırmak üzere memur edilen Vezir-i âzam Hadım Ali Paşa Sivas havalisinde Gökçay mevkiinde çarpışma sırasında ölmüştür. Şakîler de doğu hudutlarına çekilerek Şah İsmail ile birleşmişlerdir. Osmanlı hakimiyeti altında Sivas büyük bir eyalet merkezi olmuştur. XVI. yüzyılda Eyalet-i Rûm (Anadolu Eyaleti) denilen Sivas eyaleti, Paşa Sancağı olan Sivas'tan başka Amasya, Çorum, Yozgat, Divriği, Samsun ve Arapkir Livalarını ihtiva etmek üzere Orta Fırat havalisinden, Orta Karadeniz bölümüne kadar uzanıyordu. XVII. yüzyılda başa geçen padişahların çoğunun dirayetsiz olması nedeni ile Anadolu'da isyanlar birbirini takip etmiştir. Sivas ve yöresi isyanların merkezi durumuna gelmiştir. Kapıkulu ve Tımarlı askerlerin bozulması, rüşvet, iltimas ve haksızlıklar ile uzun süren harpler sonucu bu isyanlar çıkmıştır. Yukarıdaki sebeplerin yoğunlaştığı bir sırada Yozgatlı Celal adlı bir eşkiya, etrafına topladığı binlerce adamı ile ilk isyanı çıkarmış, bundan sonraki isyanların hepsine Celâli İsyanları denilmiştir. En önemlileri Karayazıcı Delihasan, Canbolatoğlu, Kalenderoğlu, Abaza Mehmet Paşa ve Vardar Ali Paşa isyanlarıdır. İran savaşları sırasında, 1635 yılında, Padişah IV. Murat bir ara Sivas'a gelmiştir. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Sivas, zaman zaman Çapanoğulları'nın tesiri altında kalmış, Valiler ve Derebeylerinin devlete karşı başkaldırma hareketlerinden çok zarar görmüştür. Bu zamanda Sivas'ın ekonomik önemi ile beraber nüfusu da azalmıştır. XIX. yüzyılda Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerini önceki dönemlere nispetle daha sakin geçirmiş ve oldukça verimli çalışmalar yapılmıştır. Halil Rıfat Paşa'nın yol davasındaki büyük çalışmaları "Gidemediğin Yer Senin Değildir" sözü ile değer bulmuştur. Reşit Akif Paşa devlet idaresine sağladığı hürmet ve güvenle, Muammer Bey'in okul yaptırma açtırma yolundaki çabaları şükranla anılmaktadır 500 yıllık bir süreden sonra, Timur'un yıktığı ve harap ettiği Sivas'a belirli bazı eserler yapılmış ve Sivas bu şekilde Cumhuriyet Hükümetine teslim edilmiştir.
-
Selçuklular Dönemi Sivas Danişment Gazi'nin ölümünden sonra Sivas Nizamettin Yağıbasan idaresine geçmiş, Emir Danişment'in halefleri ile Selçuklu hükümdarı sık sık ihtilâf halinde bulunmuşlardır.1172 yılında Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan Emir Zulnun üzerine yürüyüp başşehri olan Sivas'ı almış, daha sonra sultan, Sivas ve Tokat havalisini Zulnun'a geri vermiştir. Fakat 1174'de Nureddin'in vefatı üzerine, yardımdan mahrum kalan Zulnun II. Kılıçarslan'a karşı mukavemet edememiş ve Sivas Selçuklu Sultanı'nın eline geçmiştir. 1175'de Sivas böylece kesin olarak Selçuklu devleti hakimiyetine girmiştir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat Moğol tehlikesine karşı Sivas surlarını yeniliyor (E. Yavi/ 1221) II. Kılıçarslan, topraklarını iki oğlu arasında paylaştırdığı sırada (11585) Sivas ve Aksaray'ı büyük oğlu Kubdeddin Melikşah'a vermiştir. Tokat emiri olan kardeşi Rükneddin Süleyman, daha sonra Melikşah'tan Sivas ve Konya'yı alarak Selçuklu Devleti'nin bütünlüğünü yeniden sağladı ve Sivas, devletin en mühim şehirlerinden biri halini aldı. 1220 yılında I. İzzeddin Keykavus tahta çıkınca amcası olan Erzurum hâkimi Mugiseddin Tuğrul Şah bunu tanımayarak İzzeddin Keykavus'u Sivas'ta kuşatmış, ancak Harran ve Ruha Meliki Aşraf bin Adil'in yardım göndermesi üzerine Tuğrul Şah çekilmek zorunda kalmıştır. İzzeddin Keykavus 1220 yılında Sivas'ı merkez yapmış ve bu şehirde, daha önce uzun süre kalmıştır. İzzeddin Keykavus Anadolu'nun ilk Tıp Fakülteleri'nden olan Şifaiye Medresesi'ni 1217 yılında Sivas’ta açmıştır. Darüşşifa adı da verilen bu medresede; ruh, cilt ve göz hastalıkları bölümleri vardı. İzzeddin Keykavus 1220 yılında Sivas'ta ölmüş ve vasiyeti üzerine Şifaiye Medresesi içindeki türbeye gömülmüştür. I. İzzeddin Keykavus'tan sonra tahta geçen Alaaddin Keykubat'ta Sivas'ın imarına devam etmiş bu arada şehrin kale ve surlarını tamir ederek yıkılan yerlerini yeniden yaptırmıştır. Bu hükümdar zamanında Sivas'ın Nüfusunun 120.000'e vardığı söylenir. Fakat, çok geçmeden Moğollar'ın Anadolu'ya akınları ile durum değişti. 1231-1232 yıllarında Çermagon Noyin Kumandasında Sivas'a kadar uzanan Moğollar şehrin kale dışı mahallelerini yakıp yıktılar ve birçok genimet alıp götürdüler. bunları Erzurum'a kadar takip eden Emir Kemalettin Moğollar'a yetişemedi. Sivas'ın kesin olarak Moğollar tarafından alınması 1243 yılında oldu. Kösedağı Savaşı : Moğollar Baycu Noyin kumandasında Sivas'ın 80 km. kadar kuzeydoğusunda bulunan Zara-Suşehri arasındaki Kösedağı'nda II. Keyhusrev'in ordusunu dağıttıktan(26 Haziran 1243) sonra şehrin üzerine yürüdüler. Sivas Kadısı Kırşehirli Necmettin, başlangıçta Baycu Noyin'e başvurarak şehri yakılıp yıkılmaktan kurtardı, halkın kılıçtan geçirilmemesini sağladı, ancak; Sivas Moğol askerleri tarafından 3 gün yağma edildi. Baycu Noyin'in emri üzerine şehrin bütün kapıları kapatılarak yalnız Erzincan kapısı açık bırakıldı. Kösedağ Savaşı ile Anadolu Moğol hakimiyetine girmiş oldu. İlhanlı nüfuzu altında Selçuklu hakimiyetinin devam ettiği XIII. yüzyılın 2. yarısında Sivas siyasi kararsızlıktan çok sıkıntı çekti. Bununla beraber, bugüne kadar gelen en değerli abidelerin bu sırada yapılmış olması ayrıca dikkati çekmektedir. 1298'de İlhanlılar'a karşı isyan eden Sülemiş önceleri muvaffak oldu, hatta Sivas'ı bir ay süre ile muhasara ederek zaptetti ise de, sonunda mağlup oldu. XIV. yüzyılın başından itibaren Anadolu, İlhanlıların gönderdikleri Valiler tarafından idare edilmeye başlandı (1303-1304). Bu valiler Selçuklu başşehri Konya'yı değil de daha merkezi durumda, temas imkanı daha kolay olan Sivas'ı merkez seçerek, müstakilmiş gibi yaşadılar. Bu sıralarda Sivas'ın çok önem kazandığı anlaşılmaktadır. Abu'l-Fida XIV. yüzyılın ilk yarısında Sivas'ı pek çok tüccarı bulunan, meşhur bir şehir olarak tasvir eder. Hamd Allah Al-Mustavfi Sivas'ın zahire, meyve ve pamuğunun bol olduğunu söyler (Sivas'ta pamuk yetiştiği ifadesi hatalı olup Cihannümaya kadar, daha başka bir takım kaynaklarca da tekrarlanmıştır.). Heyd, (Histoire Du Commerce Du Levant 1923) XIII. yüzyılda Konya, Suriye ve Irak tacirlerinin burada toplandıklarını, XIV. yüzyılda Sivas'ın Avrupa ile bağlantı halinde olduğunu ve burada bir Ceneviz Konsolosu bulunduğunu kaydeder. XIV. yüzyılın ilk yarısında Sivas'ı ziyaret etmiş bulunan İbni Batuta, Seyahatnamesi'nde Sivas'ı "Irak Melikinin Anadolu'daki şehirleri içinde en büyük olanı" diye anlatır. Şehrin inşa tarzının güzel, sokaklarının geniş, çarşılarının kalabalık olduğunu söyler. Bu sırada Sivas, İlhanlı hükümdarı Abu Said Bahadır Han'ın Naibi olarak Anadolu'nun büyük bir kısmını idare eden Emir Alaaddin Eratna hakimiyetinde bulunuyordu. Eratna daha sonra Memlük hükümdarının himayesine geçmiş ve Sivas ile Erzincan arasında Karanbük'te Timurtaş'ın oğlu küçük Şeyh Hasan'ı bozguna uğratarak (1343) Sivas'ta istiklâlini ilân etmiş, devletine merkez olarak da Sivas'ı seçmiştir. Eratna memleketini güzel idare ederek İlhanlı tahakkümünden bıkan halkı memnun etmiş, sukûneti sağlamış, adaletinden dolayı halk kendisine Köse Peygamber ismini vermiştir. Sivas, Kayseri, Niğde, Aksaray, Ankara, Develi, Karahisar, Amasya, Tokat, Merzifon, Samsun, Erzincan, Şarkkikarahisar ve Çorum'dan ibaret bir devlet kuran Eratna Bey, âlim bir hükümdan olup, Arapça konuşurdu. 1352 yılında vefat eden Eratna'nın yerine iki oğlundan biri olan Mehmet Bey geçti. Diğer oğlu Cafer Bey Mısır'a kaçtı, bir ara Mehmet Bey'e karşı veziri hoca Ali Şah isyan ettiyse de Memlûklû'ların yardımı ile bertaraf edildi, 1365'de Mehmet Bey katledilerek yerine oğlu Ali Bey getirildi. Ali Bey eğlenceye düşkün bir hükümdardır. Onun devrinde merkezin hakimiyeti gittikçe zayıfladı. Valiler kendi başlarına hareket ettiler. Bunu fırsat bilen Karamanoğlu Kayseri'yi zaptederek Ali Bey'i Sivas'a kaçırttı. Kayseri Kadısı olan Kadı Burhaneddin, Ali Bey ile beraber Sivas'a kaçtı ve ona vezir oldu. 1380'de ölen Ali Bey'in yerine oğlu II. Mehmet Bey getirildi. Pek küçük olan Mehmet Bey'i Kadı Burhaneddin tahttan indirdi ve hükümdârlığını ilân etti. Eratna ailesi yarım yüzyıl hüküm sürmüş, pek çok sikke (para) bastırmış, Sivas, Kayseri ve Tokat'ta bazı eserler yaptırmıştır. Kadılıktan hükümdarlığa çıkan bu cesur ve âlim adamın babası Oğuzların Salur kolundandır. Ana tarafından ise Selçuklu devleti Maliye Nazırı Bedrüddin Mahmud'un kız torununun oğludur. Kadı Burhaneddin Şam ve Mısır âlimlerinden orta tahsil görmüş, memleketine dönünce de bir süre ders okutmuştur. Eratna oğlu Ali Bey'e vezirlik, Ali Bey'in küçük oğluna naiblik etmiş ve onu tahttan indirerek hükümeti eline almıştır (1380). Kadı Burhaneddin sonraları kendisine aleyhtar olan Eratna sülalesi ve Amasya Bey'i Ahmet, Tokat Bey'i Şeyh Necip, Karaman oğlu ve Erzincan hakimi ile mütemadiyen uğraşmış, Memlûk ve Osmanlılarla da çarpışmaktan geri kalmamıştır. 1389'da Sivas'ı 40 gün muhasara eden Memlûklular'ı çekilmeye mecbur ettiği gibi Çorum taraflarında Yıldırım Beyazıt'ın ordusunu da mağlup etmiştir. Kadı Burhaneddin eski müttefiki Akkoyunlu Beyi Kara Yülük Osman üzerine açtığı bir savaşta rakibini küçümsemiş ve bu küçümseme hayatına mal olmuştur (1398). Timur tehlikesine karşı Memluklular'ın ve Osmanlıların dikkatini çeken Kadı Burhaneddin'in âni ölümü üzerine yerine Küçük oğlu Alâaddin geçirildi ise de, Timur tehlikesine karşı şehir Osmanlılar'a teslim edildi. Kadı Burhaneddin gençliğinde askeri terbiye görmüş, spor yapmış, âlim kıyafeti yerine asker elbisesi ile gezmeyi tercih etmiş, kış geceleri ilmi tetkiklerdebulunarak kitaplar ve şiirler yazmıştır. Türkçe, Arapça, Farsça şiirleri vardır. Türkçe olan bir divanı (British Museum) da olup fotoğraflarla alınmış bir nüshası Necip ASIM Bey'in teşebbüsü ile Ankara Milli Eğitim Bakanlığı Kütüphanesi'ne konulmuştur. Bu divanın bazı parçaları 1922 yılında İstanbul'da da basılmıştır. Timur istilasını göz önünde tutan Kadı Burhaneddin, şehir surlarının yanına derin hendekler açtırmış ve kaleleri tamir ettirmiştir. TİMUR'UN SİVAS'I İSTİLASI Büyük bir ordu ile Anadolu'ya giren Timur, Yıldırım Beyazıt ile karşılaşmadan önce Erzincan üzerinden, 180.000 kişi ile şehri ansızın kuşattı. Kalede 4000 kişi vardı. Yıldırım Beyazıt'ın oğlu Şehzade Emir Süleyman kuvvet getirmek amacıyla şehirden çıktı. Kuşatılan şehre dışarıdan top ve mancılık yağdırıldı, surlara lağım atılarak büyük gedikler açıldı. Şehir ancak 18 gün dayanabildi, kan dökülmemek şartı ile teslim olan müdafiler diri diri toprağa gömüldüler, şehir üç gün yağma edildi. 1402 yılında Timur'un Yıldırım Beyazıt ile olan muharebesinde Yıldırım'ın mağlup edilmesi üzerine de Sivas Timur idaresine geçmiş oldu. Bu devirde Sivas çok harap edildi, bir kötülüğü ifade etmek için şu sözü deyim olarak Sivaslılar yıllarca söyledi. "Sana öyle bir kötülük edeyim ki Timur Sivas'a etmemiş ola".
-
Danişmentliler Dönemi Sivas Aksarayî (Mûsameret-ül Ahbar Neşriyat Osman Turan sahife 17 ve devamı) ve ondan naklen birçok İslâm kaynaklarındaki bilgilere göre Sivas Bölgesi'nin Niksar, Tokat, Amasya, Kayseri ve Elbistan havalisi ile beraber, Emir Danişment tarafından fethedildiği belirtilmektedir. Ancak Mükrimin Halil Yınanç çağdaş Bizans yazarlarının kayıtlarına dayanarak bütün bu havalinin Selçuklu Sultanı Melikşah'ın emrindeki Kumandanlardan Emir Tutak ve Emir Artuk tarafından fethedildiğini, Emir Artuk Irak'a gittikten sonra belki onun yerine Emir Danişment'in gönderilmiş olabileceğini ve bunun sonucu olarak bu fethin ona mal edildiğini belirtir. Her ne suretle olursa olsun Emir Danişment, kısa bir zaman sonra iç Anadolu'nun kuzey doğusuna hakim olmuş ve Sivas Anadolu'daki Türk hakimiyetinin ilk safhasında Danişmentlilerin elinde kalmıştır. Danişmentname'ye göre Bağdat Halifesinden aldığı izin üzerine Emir Danişment emrinde Tursan, Çavuldur Çaha, Karadoğan gibi Kumandanlarla Sivas'a gelip uzun zamandan beri harap bir halde bulunan şehri alrmış, sonra yanındaki kumandanlardan Kursan ile bir kısmını İstanbul'a göndermiş, bir kısım kumandanlar Karaman yöresine gitmiş, Emir Danişmet ise yanında kalan kuvvetlerle birbiri arkasına Tokat, Komenek (Eski Kaman) ve Turhal kasabalarını almıştır. Ayrıca Amasya ve Niksar'ı da alıp Kumandanlarından bir kısmını Kastamonu havalisinin, bir kısmını da Canik (Samsun) taraflarının alınmasına memur etmiştir. Daha sonra kendisi Canik Bölgesine yürümüş ve buranın kuşatılması sırasında yaralandığı halde isyan eden Niksar şehrini tekrar almak üzere geri dönüp Niksar'a gelmiş, burada Hıristiyanlarla yaptığı savaşta yenilerek yaralanmış, Niksar'a dönünce de orada ölmüş ve Niksar'a gömülmüştür. Danişmendli Melik Ahmed Gazi Sivas’ı alışı 1095 (E. Yavi) Sivas, Danişmetliler zamanında önemli gelişmeler göstermiş, çağın kültür ve ticaret merkezlerinden birisi olmuştur. Sivas merkez olmak üzere, Kayseri, Tokat, Amasya, Niksar ve Çorum havalisini içine alan bir Beylik kurulmuş ve kurucusuna izafeten Danişment Beyliği denilmiştir. Danişment Gazi'nin ölümünden sonra Sivas Nizamettin Yağıbasan idaresine geçmiş, Emir Danişment'in halefleri ile Selçuklu hükümdarı sık sık ihtilâf halinde bulunmuşlardır.1172 yılında Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan Emir Zulnun üzerine yürüyüp başşehri olan Sivas'ı almış, daha sonra sultan, Sivas ve Tokat havalisini Zulnun'a geri vermiştir. Fakat 1174'de Nureddin'in vefatı üzerine, yardımdan mahrum kalan Zulnun II. Kılıçarslan'a karşı mukavemet edememiş ve Sivas Selçuklu Sultanı'nın eline geçmiştir. 1175'de Sivas böylece kesin olarak Selçuklu devleti hakimiyetine girmiştir.
-
Sivasın Tarihi Sivasın Tarihi Sivas'ın bugünkü sınırları içerisinde yer alan Hafik Gölü, Pılır Höyüğü, Zara Tödürge Gölü kıyısındaki Tepecik Höyüğü ile Kangal ilçesi Çukur Tarla ve Kavak nahiyesi Höyük değirmeninde Prehistorik buluntular elde edilmiştir. Yıldızeli Argaz Höyük ve çevresinde Kalkolitik çağ (maden taş devri M.Ö. 5000-3500) ile Tunç Devri (M.Ö. 3000-1500) buluntuları elde edilmiştir. Sivas'ın yazılı tarihi M.Ö. 2000 yılı başlarında Hititlerle başlamakta olup merkez Tatlıcak Köyü ile Uzuntepe Köyündeki Höyükler, Divriği Maltepe Köyünde bulunan höyük ve Gürün Şuğul vadisindeki Hititçe yazılar başlıca Hitit yerleşim alanlarıdır. Balkanlar üzerinden Anadolu'ya gelen Frig’lerin Hititleri ortadan kaldırmaları sonucu Sivas'ta Frig egemenliğine girmiştir. Frig yerleşimi Hitit yerleşim alanlarının üst katlarında görülmektedir. Lidya’lılar zamanındaki meşhur Kral Yolu da Sivas'tan geçmektedir. Anadolu'daki Pers egemenliğinden sonra kurulan şehir devletlerinin zamanla Roma İmparatorluğuna bağlanması sonucu, önemli yol kavşağı üzerinde bulunan şimdiki şehir merkezinin iskan edildiği ve Sebasteia adını aldığı görülmekte veya ilin isminin Hitit Kavmi olan sibasip adından geldiği gibi, Roma İmparatoru Aguste tarafından şehre yunancada şehir manasına gelen "Sebasteia" adının verildiği ve yine Selçuklular zamanında üç değirmen anlamına gelen "Sebast" kelimesinden geldiği rivayet edilmektedir. Bu yörede Roma hakimiyeti tam olarak yerleştikten sonra şehre "Diyapolis" yani Mebud şehri adı verilmiştir Roma İmparatorluğu hakimiyetine giren şehir 395'te Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğuna ayrılan topraklar içerisinde kaldı.1509'da Anadolu'ya giren Türkmen güçleri ve 1604'te Alparslan'ın önünden kaçan Selçuklu şehzadesi Elbasan Sivas yöresinde kısa süre hakimiyet sağlamışsa da, bölgenin Türk egemenliğine girmesi ancak 1071 Malazgirt Zaferinden sonra gerçekleşti. Kısa bir süre Selçuklu hakimiyetinde kalan Sivas'ta 1075'te Danişmend Beyliği kuruldu. Danişmend Beyliğinin taht kavgaları ile zayıf düşmesinden sonra Anadolu Selçuklularını yeniden birleştiren I.Mesud, 1152’de Sivas'ı eline geçirdi. Bizanslılarında karıştığı taht ve egemenlik kavgaları sırasında Anadolu Selçukluları ile Danişmend’liler arasında sürekli el değiştiren Sivas, 1175'te II. Kılıçarslan tarafından kesin olarak Selçuklulara bağlandı. Daha sonra İzzetdin Keykavus Sivas'ı başkent yapmış, uzun müddet Sivas'ta kalarak günden güne genişleyen Sivas Şehri mamur edilmiş ve 1217 yılında Şifaiye Medresesini yaptırmıştır. İlim adamlarını Sivas'ta toplayarak şehri büyük bir ilim merkezi haline getirmiştir, İzzetdin Keykavus Türbesi" yaptırdığı medrese içinde bulunmaktadır. 1220 yılında İzzettin Keykavus ölünce yerine I. Aladdin Keykubat hükümdar oldu. Bu dönem Anadolu Selçuklularının en parlak dönemi oldu. Moğol istilasını dikkatle izleyen ve önlemler almaya çalışan Sultan 1224'te Sivas'ı surlarla çevirerek korunaklı duruma getirdi. Yerine geçen II. Gıyasettin Keyhüsrev'in kötü yönetimi sırasında sıkıntı çeken halk,1240 yıllarında ayaklanarak Sivas'ı yağmaladı. Selçuklu askerlerinin sivilleri sindirmek için seferber olduğunu gören Moğollar, Anadolu'yu ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Gıyasettin Keyhüsrev'i 1243'te Kösedağı Savaşı'nda yenilgiye uğratan Moğol güçleri, 'Sivas'ı işgal ettiler. Moğollarca bağımlı duruma gelen Selçuklular, Moğollar tarafından kurulan İlhanlı Devleti ile idareye hakim olunmuş. Sivas ili bu dönemlerde büyük bir gelişme göstererek önemli bir ticaret ve bilim kenti olmuştur. Anadolu'da yarım asır kadar devam eden İlhanlılar devrinde Vali Demirtaş Sivas'a yerleşmiş ve istiklalini ilan ederek Sivas'ta uzun yıllar saltanatını sürdürmüştür. Demirtaş'tan sonraki Sivas Valileri sırayla, Alaattin Ertana oğlu Gıyaseddin Mehmet, Alaattin Ali ve oğlu Mehmet Bey Sivas'ta saltanatı sürdürmüşlerdir. Ali Bey'in ölümünden sonra yerine geçen yedi yaşındaki Mehmet Bey'i Kadı Burhaneddin saltanatından uzaklaştırarak Sivas'ta kendi devletini kurmuştur. Bu arada Kadı Burhaneddin Sivas'ı onarmak için birçok çaba göstermiştir. Surların etrafında hendekler kazdırılmış, kaleleri tamir ettirmiş ama Akkoyunlu aşireti reisi Kara Osman'la yaptığı muharebe sonunda katledilmiş yerine oğlu Alaattin geçmiştir. Bu sırada Timurlenk Anadolu'ya akınlar yapmıştır. Yıldırım Beyazıt Amasya'yı almış Sivas'a yaklaşmış, güneyde Karamanlıların baskısına dayanamayan Alaattin, şehri Osmanlılara teslim etmiştir. Bir davetle Sivas'ı teslim alan Beyazıt, şehri en büyük şehzadesi Emir Süleyman'a vermiştir. Sivas Osmanlıların eline geçtikten bir yıl sonra 1400 yılında Timur'un istilasına uğramış, bir süre sonra tekrar Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. Sivas Osmanlı İmparatorluğunda eyalet merkezi haline getirilerek Amasya, Çorum, Tokat kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas'a bağlı birer sancak olmuştur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde belirtildiği gibi Sivas zamanının en önemli eyaletlerinden biridir (40 ilkokul, 1000 dükkan, 18 han, 40 kadar çeşmesi olduğundan bahsedilir. Sivas'a birçok vali atanmış, bunlar içinde belki de ismi hiç unutulmayacak olan Halil Rıfat Paşanın yaptırdığı birçok yollar, köprüler, hanlar ve konaklar halen halkımızın hizmetindedir. Tarihin kaydedildiği zamandan beri önemli bir yerleşim merkezi olan Sivas, asırlar boyunca önemini korumuş ve özellikle Milli Mücadele yıllarında milli mücadeleye başlangıç olması ona tarihin en kıymetli değerini vermiştir.
-
Mercimektepe Höyüğü Mercimektepe, Yozgat - Sivas karayolunun solunda kuzey tarafta Yozgat merkezin doğusunda yaklaşık 500 metre uzaklıkta Esentepe Mahallesi yerleşim alanı içersinde belediye su deposunun hemen arka tarafındadır. 100 x 140 metre ölçülerinde olup Yozgat merkezine hâkim bir konumdadır. Höyüğün batısında su deposu ve eski sanayi sitesi vardır. Doğusunda Esentepe Mahallesi konutları yer almaktadır. Güneyinden Yozgat- Sivas karayolu geçmektedir. Daha güneyde ise Çengeltepe Höyüğü yer alır. Mercimektepe Höyüğü’nün deniz seviyesinden yüksekliği 1348 metredir. Höyüğün, yöre halkı tarafından yıllarca tarla olarak kullanılması tahribine ve üst katlardaki yerleşimin karışmasına neden olmuştur. Mercimektepe höyüğünde Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Kayseri Müzesi işbirliği ile 26 Haziran - 1 Temmuz 1975 tarihleri arasında bir sondaj çalışması yapılmıştır. Levent Zoroğlu başkanlığında yapılan sondaj çalışmaları sonunda kap kacak parçaları, insan iskeleti, hayvan kemikleri, orak vs. bulunmuştur. Daha sonra Yozgat Müze Müdürü Musa ÖZCAN başkanlığında, 1986–1987, 1991 – 1992 ve 1993 – 1994 yılları arasında kurtarma kazısı çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasında da çok sayıda pişmiş toprak mutfak kapları, ağırlıklar, ağırşaklar, dokuma askıları, küp mezarlar ve iskeletler, ocaklar v.b. eserler bulunmuştur. Ayrıca ele geçirilen kırmızı ve boz perdah üzerinde siyah ve kırmızı boya ile geometrik desenlerle motiflendirilmiş seramik parçalarının Alacahöyük, Kuşsarayı ve Alişar Höyük’te bulunan seramik parçaları ile çağdaş oldukları tahmin edilmektedir. Sonuç olarak diyebiliriz ki Mercimektepe, M.Ö.3.binyıl (Eski Tunç Çağı) sonunda yerleşim görmüş, 2.binyılda Hitit zamanında Hattuşaş çevresinde bir yerleşim yeri olarak kullanılan basit korunma duvarlarıyla çevrilmiş ve 2.bin yılda terkedilmiş bir yerleşim yeridir.
-
Çeşka Kalesi – Yer Altı Şehri Çeşka Kalesi - Yeraltı Şehri, İl merkezinin 7 km kuzey doğusunda yüksekçe bir tepe üzerindedir. Tepe noktası olduğu gibi kayalıktır. Tepenin güney batı kısmında iki kat halinde üç odalı kayaya oyulmuş bir mekân vardır. Bu mekanın güney odasında duvar üzerinde küçük bir niş bulunur. Ayrıca odanın tabanında kısmen dolmuş iki ayrı beşik kemerli galeri girişleri vardır. Bu odanın kuzeyindeki odada koni biçimli düzgün bir şekilde oyulmuş havalandırma bacası görülür. Kalenin altında üç ayrı giriş yeri tespit edilmiştir. Güneydoğu girişinin önündeki dolgu toprak malzemesi ve kapı önü açılarak temizlik çalışmasına başlanmıştır. 130 cm genişliğinde, 470 cm uzunluğunda ve değişmekle birlikte ortalama 110 cm yüksekliğe sahip olan giriş koridoru yarıya kadar toprak dolu idi. Bu dolgu toprak temizlenerek birinci odaya giriş sağlanmıştır. Kayaya oyulmuş giriş koridorunun duvarları düzgün bir işçilik göstermemektedir. Koridorun alçak olması sebebiyle rahat bir giriş sağlanamamaktadır. Giriş koridorunda beklenenin aksine bir kapı taşı ya da buna işaret eden herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Yer altı şehrinin üzerinde kaya üstü Bizans mezarlarına rastlanmıştır. Tavium ekibince önceden yapılan yüzey araştırması buluntuları ve temizlik çalışmaları sonucunda Çeşka Kalesinin muhtemelen Tunç Çağından beri iskân gördüğü, büyük olasılıkla demir çağında etrafının sur duvarı ile çevrelendiği ve bu sur duvarının Bizans döneminde onarım gördüğü (kaçak kazılarla ortaya çıkan Bizans sur duvarından anlaşılan), Anadolu Beylikleri ve son olarak Osmanlı Döneminde de kullanıldığı anlaşılmıştır. Ancak temizlik çalışmaları sonucunda tespit edilen mekânların depo amaçlı yapıldığı sonraki dönemlerde de aynı amaçla kullanıldığı tahmin edilmektedir. Sonuç olarak Çeşka Kalesi Yerleşiminin askeri amaçlar için kullanılan bir kale olduğu düşünülmekle birlikte bilimsel kazılar sonucunda kesin bir sonuca ulaşmak mümkün olacaktır.