-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
KONYA ANITLARI ATATÜRK ANITI (Meram) Konya Ferit Paşa Caddesi’nde, Gazi Lisesi’nin karşısında Atatürk Anıtı bulunmaktadır. Konya Valisi Muammer Bey’in öncülüğünde 1917 yılında bu anıtın kaidesi Mimar Muzaffer’e (1881-1920) Tarım Anıtı olarak yaptırılmıştır. Anıtın kaidesi beyaz mermerden olup, Osmanlı mimarisinden yola çıkılarak hazırlanmıştır. Kaidenin dört köşesinde niş içerisine alınmış sivri kemerlerle dini yapıların portallerinin küçük bir örneği burada uygulanmıştır. Sonraki yıllarda Konya Belediye Başkanı Kazım Gürel’in öncülüğünde Avusturyalı Heykeltıraş Heinrich Krippel’e (1883-1945) yaptırılmıştır. Heykel tunçtan olup, 29 Ekim 1926’da Tarım Anıtı’nın üzerine yuvarlak mermer platforma yerleştirilmiştir. Burada Atatürk sol elinde kılıcını ve sağ elinde de buğday başağını tutarak üniformalı olarak tasvir edilmiştir. ŞEHİTLER ANITI (Karatay) Alaaddin Tepesi’nin doğu yönünde Konya belediyesi’nin karşısında bulunan Şehitler Anıtı, Korgeneral Cemil Cahit Toydemir tarafından İstiklal Savaşı şehitlerinin anısına yaptırılmış ve 1 Ocak 1936’da açılmıştır. Anıt Gödene ve Sille’den getirilen kesme taştan yapılmıştır. Dikdörtgen bir kaide üzerinde dört yuvarlak sütunun ortasında yükselen büyük bir sütundan meydana gelmiştir. Anıtın iki yönüne de “Türk çocuğu senin ve yurdun için can veren ulu şehitlerini unutma” yazılıdır. EFLATUNPINAR HİTİT ANITI (Beyşehir) Konya Beyşehir ilçesinde bulunan Eflatunpınar Anıtı’nı ilk kez W.J.Hamilton 1849 yılında görmüş, ardından F.Sarre, J.Garstang ve Prof Dr. Muhibbe Darga tarafından yayınlanmıştır. Bu anıtın tarihlendirilmesini Hitititologlar MÖ.XIII.yüzyıl olarak belirtmektedir. Beyşehir Gölü’nün doğu kıyısında bulunan bu anıt bir su kaynağı kenarında dikdörtgen taşlar üzerine kabartmalar halinde yapılmıştır. Hitit sanatında kaya yüzeylerine işlenen ilk örneklerden birisidir. Anıtın yapılmasında on altı adet dikdörtgen taş bloklarından kuzeyde bir ön cephe oluşturulmuştur. Her taşın üzerine de ayrı bir figür işlenmiştir. Bu figürlerin ayrı ayrı anlamları vardır. Figürler en üstte büyük bir kanatlı güneş kursu altında toplanmıştır. Anıtın ortasında bir tanrı ve tanrıça figürü bulunmaktadır. Her ikisinin arasında ve yanlarında ikişer tane demon (cin) altında boğa ve aslan başlı bir grifon bulunmaktadır. Ellerini yukarıya kaldırmış tanrı ve tanrıçalar ile güneş kursunu taşıyan figürler görülmektedir. Cephenin her iki dış kenarında ve üstünde daha büyük iki demon bulunmaktadır. Onlar da büyük cephenin genişliğini kaplayan, tek bir taş blok üzerine işlenmiş büyük kanatlı güneş kursunu taşımaktadır. Böylece meydana gelen bütün figürleri içerisine alan Aedicula içerisinde baş figürler korunmaktadır. Oturan tanrıçanın güneş kursuna benzeyen başlığı, bunun bir güneş tanrıçası olduğuna işaret etmektedir. Büyük olasılıkla erkek tanrı da Güneş Tanrıçası’nın eşi Fırtına Tanrısı’dır. Konya Müze Müdürlüğü 1996 yılında bu anıt çevresinde kazı çalışmaları yapmış, bu çalışmalar sonunda anıtın 3.34x3.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı bir havuzun bir bölümünü oluşturduğunu ortaya koymuştur. Müzenin 1998 yılında yapmış olduğu çalışmalarda da anıtın alt kısmında beş adet daha kabartması olduğu tespit edilmiştir. İVRİZ KAYA ANITI (Halkapınar) Ereğli’nin 17 km. uzağında, İvriz Köyü (Aydınkent) sınırları içerisinde, İvriz Çayı’nın kaynağının kenarında, kaya üzerine yüksek kabartma olarak Geç Hitit Krallık Çağı’nda (İ.Ö.1180-700) yapılmıştır. Kabartma M.Ö. 800 yıllarında da bu bölgenin, Tuvana ülkesinin en görkemli krallarından Var-pa-la-was tarafından yaptırılmıştır. Bu anıt ilk kez XIX.yüzyılda gezginlerin yazıları ile Hititoloji literatürüne girmiştir. Aramileşmiş Geç Hitit sanatının en önemli yapıtlarından olan anıt 4.20x4.20 m. ölçülerinde olup, aynı zamanda Aramî, Asur ve Fryg etkilerinin görüldüğü Tuvana Krallığı’ndan günümüze gelebilmiş bir eserdir. Anıtta, Fırtına Tanrısı Tarhundas ile bölgenin kralı Varpalavas tasvir edilmiştir. Krala göre daha büyük ölçülerde tasvir edilen Tarhundas, ellerinde başaklar ve üzüm salkımı tutmaktadır. Böylece Tarhundas’ın aynı zamanda bolluk ve bereket tanrısı olduğu da anlaşılmaktadır. Tanrının karşısındaki kral ise daha küçük ve dua eder durumda tasvir edilmiştir. Giysiler de Geç Hitit sanatının özelliklerini yansıtmaktadır. Özellikle tanrı figürü kuvvetli bir insan görünümünde olup, kol ve bacak adaleleri ile dikkati çekmektedir. Prof.Dr.Muhibbe Darga’ya göre; üzerinde dizlerini açıkta bırakan kısa kollu, vücuduna yapışık bir giysi vardır. Fryg madeni kemerine benzeyen kemeri, uçları sivri ayakkabıları, üç sıralı boynuzla bezeli başlığı, saç ve sakallar dönemin karakteristik özellikleridir. Kral Varpalavas, geometrik motifli, eteği püsküllü uzun bir giysi ile ucu saçaklı manto giymiştir. O döneme göre başlığı biraz farklı olup, boncuk dizileri ile süslenmiştir. Kralın küpesi, iri boncuklu kolyesi, bilezikleri de Aramî takılarına benzemektedir. Her iki figürün arasındaki hiyeroglif bir yazıda ; “Ben hakim ve kahraman Tuvana Kralı Varpalavas sarayda bir prens iken bu asmaları diktim, Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin” denilmektedir. Kral Varpalavas, yöredeki Hitit ve Luwi kökenli halk için bu anıtı yaptırırken tanrı ve kral ilişkilerini simgesel olarak gözler önüne sermiştir. İvriz Anıtı’ndan yaklaşık bir saatlik mesafede bulunan Ambar Deresi Vadisinde 4.40x2.20 m. ölçüsünde buna benzer şekilde işlenmiş bir başka kaya kabartması daha bulunmaktadır. Burada da büyük boyda Tanrı Tarhundas ile karşısında dua eder konumda Kral Varpalavas görülmektedir. FASILLAR ANITI (Beyşehir) Konya Beyşehir ilçesi Fasıllar Köyü’nün güneyinde, bir tepenin yamacına bırakılmış bu anıt, büyük olasılıkla 50 km. uzaklıktaki Eflatunpınar’a götürülemeyerek burada bırakılmıştır. Dünyanın en büyük kaya anıtlarından biri olan Fasıllar Anıtını ilk kez R.Ramsey yayınlamıştır. Yaklaşık 70 ton ağırlığında bazalt taşından tek parça blok üzerine yapılmış olan bu anıtın Hitit taş ocağına yakın bir yerde bulunması anıtın başka bir yer için yapıldığını göstermektedir. Anıtın bazı yerlerinin son derece ayrıntılı, bazı yerlerinin ise kaba şekilde işlenmiş oluşu, onun uzaktan görülecek şekilde yapıldığı izlenimini vermektedir. Anıt üzerinde bir tanrı, iki aslan ve ikinci derecede bir tanrı daha işlenmiştir. Burada tanrı bir ayağını aslan üzerine, diğer ayağını da küçük tanrının üzerine basmıştır. Bu küçük tanrının Dağ Tanrısı olduğu sanılmaktadır. Dağ Tanrısı’nın yanında bir aslan tasvirine yer verilmiştir. Bu anıtın üzerindeki figürlerin Eflatunpınar’daki figürlere, Alacahöyük’teki orthostatlara benzerliği dikkate alınacak olursa anıtın, IV.Tutalia (1250-1220) döneminde yapıldığı sanılmaktadır.
-
Konya Köprüleri İVRİZ KÖPRÜSÜ (Ereğli) Konya Ereğli ilçesi, Aydınkent (İvriz) Köyü’nde, İvriz Çayı üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Yapıldığı tarih bilinmemekle beraber, Karamanoğulları döneminden kaldığı sanılmaktadır. Köprü kervan yolu üzerinde olup, Tarsus’taki Horozlu Han’a giden güzergâhtadır. Tek gözlü olan köprü kesme taştan yapılmıştır. Yakın tarihlerde onarım geçirmiş ve betonla yenilenmiştir. ŞEYH ŞEHABÜDDİN KÖPRÜSÜ (Ereğli) Konya Ereğli ilçesi, İvriz yolu üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Bu nedenle de banisi ve mimarı bilinmemektedir. Ancak, yapı üslubu ve Şeyh Şehabüddin Dergâhı önünde oluşundan ötürü Selçuklu döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Köprü kesme taştan yuvarlak tek gözlüdür. Genişliği 3 m.dir. MERAM KÖPRÜSÜ (Meram) Konya Meram ilçesinde Meram Çayı üzerinde bulunan köprünün kitabesi bulunmamakla beraber yapı üslubundan Selçuklular döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Köprü beş gözlü, muntazam kesme taştan yapılmıştır. Memba tarafındaki ayakları üzerinde sivri sel yaranları vardır. Köprünün her iki yanında da iri taş bloklardan yapılmış korkulukları bulunmaktadır. ROMA KÖPRÜSÜ (Sarayönü) Konya Sarayönü ilçesi, Halıcı Köyü’nde Çürüksu (Dicus) üzerinde bulunan bu köprü, Roma döneminde yapılmıştır. Günümüzde çok harap olan köprü üç gözlüdür. Köprünün genişliği 6.85 m.dir. Ortadaki büyük kemerin açıklığı 12.25 m., yanlardaki küçük gözlerin açıklığı 8-7 m. arasında değişmektedir. Kemerler kalın kalker blokları üzerine oturtulmuştur. EBU-L HASAN KÖPRÜSÜ (Ilgın) Konya Ilgın ilçesinde Bulasan Çayı üzerindeki bu köprü, Bulasan Köprüsü ismi ile de tanınmaktadır. Ayrıca köprünün yanında bir hamam oluşundan ötürü Hamamdere Köprüsü ismi de buraya verilmiştir. Köprünün kitabesi bulunmamakla beraber, yapı üslubundan Osmanlı döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Kesme taştan yapılmış olan köprünün iki ana gözü vardır. Bu gözler sivri kemerli olup, tempan duvarlarına göre daha içeridedir. Sonraki yıllarda köprünün Afyon yönü tarafına bir göz daha eklenmiştir. Köprünün uzunluğu 33 m., eni 4.55 m.dir. Kemer açıklıkları da 6’şar m.dir. Gözler arasında üçgen şeklinde sel yaranlar bulunmaktadır. GÖMSE KÖPRÜSÜ (Meram) Konya Meram ilçesinde bulunan bu köprünün yanında bir kervansaray olduğu söylenirse de bu kervansaraydan hiçbir iz günümüze gelememiştir. Köprünün kitabesi de bulunmamaktadır. Yapı üslubundan Selçuklu döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır. Köprünün yapımında çevreden toplanan taşlar ve moloz taşlar kullanılmıştır. Bu taşlar arasında sütun, sütun başlıkları, kitabeler ve antik levhalar bulunmaktadır. Köprü dokuz gözden meydana gelmiştir. Uzunluğu 29 m., genişliği de 4 m.dir. Köprünün çevresindeki yerleşim alanları terk edilmiş, seller köprünün bazı gözlerini yıkmıştır. Günümüzde kullanılmamaktadır. AKHÖYÜK KÖPRÜSÜ (Ereğli) Konya Ereğli ilçesi Akhöyük-Çiller Köyü yolu üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Ancak, yapı üslubundan Osmanlı döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır. Köprü kesme taştan tek gözlü olup yuvarlak kemerlidir. Kemer oldukça yüksektir. Kesme taşların arası moloz taşla doldurulmuştur. NUREDDİN KÖPRÜSÜ (Akşehir) Konya Akşehir ilçesinde bulunan köprünün Hacı Nureddin isimli bir kişi tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Ancak, bunu belirten bir kitabeye ve kaynaklarda da bu konu ile ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır. Halk arasında Yazıcı Köprüsü olarak da tanınmaktadır. Köprü Osmanlı döneminde yapılmış, kesme taştandır. TAC-I VEZİRİ KÖPRÜSÜ Konya’da yanındaki aynı ismi taşıyan medrese ile birlikte Sultan Keyhüsrev zamanında 1239 yılında yapılmıştır. YILAN YUSUF (Yeşilköy) KÖPRÜSÜ (Akşehir) Konya Yılanyusuf Köyü içerisinde Adayan Çayı üzerinde, Konya-Akşehir yolu üzerindedir. Köprünün mermer üç satırlı sülüs yazılı kitabesinden Sultan II.Beyazıt’ın oğlu Sultan Selim zamanında 1517’de yapıldığı öğrenilmektedir. Kitabenin üçüncü satırının kenarında değişik bir yazı ile “Süle” ismi yazılıdır. Büyük olasılıkla köprünün mimarı Süleyman isimli bir kişidir. Halk arasında “Sarı samanı sattırdın, Yılan Yusuf Köprüsü yaptırdın” şeklindeki bir tekerlemeden bu köprünün saman parasından yaptırıldığı sanılmaktadır. Köprü kesme taştan yapılmış ve üç gözden meydana gelmiştir. Uzunluğu 23.20 m., genişliği 4.10 m., en büyük kemer açıklığı da 4 m.dir. Köprünün kemerleri tempan duvarlarına göre daha içeridedir. Ortadaki göz yanlardakilerden daha küçük olup, kemerlerin hemen üzerinden korkuluk başlamaktadır. İlk yapılışında üç sıra halinde muntazam taşlardan meydana gelen korkuluklar onarımlarda betonarme olarak değiştirilmiştir. Köprünün kitabesi ikinci ve üçüncü gözler arasına yerleştirilmiştir. ARGITHANI KÖPRÜSÜ Konya-Afyon yolu üzerinde bulunan ve Kocaköprü ismi ile de bilinen bu köprünün kitabesinden anlaşıldığına göre Konyalı Hacı Hoca tarafından 1437 yılında yaptırılmıştır. Muntazam kesme taştan yapılan köprü iki gözden meydana gelmiştir. Köprünün taşları arasında İslam öncesi dönemlere ait bir taş bulunmaktadır. Köprü kitabesi iki göz arasına yerleştirilmiştir. BAYBURTLU KÖPRÜSÜ (Ereğli) Konya Ereğli ilçesinde bulunan bu köprü İvriz Suyu üzerindedir. Kitabesi günümüze gelememiştir. Kaynaklarda da köprü ile ilgili bilgiye rastlanmamıştır. Yapı üslubundan Osmanlı dönemine ait bir eser olduğu anlaşılmaktadır. ÇARŞAMBA DERESİ KÖPRÜSÜ (Bozkır) Konya Bozkır ilçesinde, Konya yolunda, Çarşamba Deresi üzerinde bulunan bu köprünün Selçuklu döneminde yapıldığı bilinmektedir. Ancak yapım tarihini belirten bir kitabesi bulunmamaktadır. Köprü kesme taştan yapılmış olup, iki tarafında taş korkuluklar bulunmaktadır. Beş gözlü olan köprünün uzunluğu 38.90 m., genişliği 3.30 m.dir. En büyük kemer açıklığı ise 5 m.dir. Kemerler sivri ve taştandır. Bunlar tempan duvarları ile aynı düzlemdedir. Orta göz diğerlerine göre daha yüksek ve daha büyüktür. Kemerler yanlara doğru alçalmaktadır. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1476’da bu köprünün bakım ve onarımı için bir vakıf kurulmuştur. DİVLE KÖPRÜSÜ (Ereğli) Konya Ereğli ilçesi, Divle (Üçharman) Köyü’nde, Köyözü Suyu üzerindeki bu köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Yapı üslubundan Karamanoğulları döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Köprünün sivri kemerli ana gözü ve bunun iki yanında da yuvarlak iki tahliye gözü bulunmaktadır. Uzunluğu 52 m., genişliği de 4 m.dir. Köprü kesme taştan yapılmıştır. HORTU (Sazgeçit) KÖPRÜSÜ (Ereğli) Konya Ereğli ilçesi Sazgeçit (Hortu) Beldesi, İvriz Suyu üzerinde bulunan köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Ancak, çevresinde Selçuklular döneminden kalma bazı kalıntılarla karşılaşılmıştır. Köprünün Selçukluların son döneminde veya Karamanoğulları döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Köprü Eski Aksaray-Ereğli Kervan yolu üzerindedir. Düzgün kesme siyah taştan yapılmış olan köprüde çevredeki yapılardan toplanmış taşlar kullanılmıştır. Beş sivri gözlü olan köprünün orta gözü yüksek diğerleri yanlara doğru alçalarak devam etmektedir. Her iki tarafında taş korkuluklar bulunmaktadır. Köprünün yanında aynı isimde bir han bulunuyordu. Köprü 1932 yılında onarılmış olup, halen kullanılmaktadır.
-
Konya Kilise ve Manastırları ERMENİ KİLİSESİ (Akşehir) Konya Akşehir ilçesinde bulunan Ermeni Kilisesi XIX. yüzyılda yapılmıştır. Kilise ile ilgili bir kitabe bulunmadığından yapım tarihi ve hangi azize adadığı kesinlik kazanamamıştır. Kilise dikdörtgen planlı, yığma taş ve moloz taştan yapılmış üzeri çatı ile örtülmüştür. Bazilika planındaki kilisenin naosu iki sıra sütunla üç nefe ayrılmıştır. Duvarlarında iki sıra halinde pencere dizileri bulunmaktadır. Yuvarlak kemerli pencerelerin dışında yuvarlak kemerli büyük nişler bulunmakta olup, pencereler bunların içerisine yerleştirilmiştir. Giriş kapısının ve üzerindeki yuvarlak kemerli pencerenin iki yanına da ikişer küçük pencere yerleştirilmiştir. Apsid kısmı dışa çıkıntılı olup, üzeri tonozla örtülüdür. AZİZ YAHYA MANASTIRI (Ereğli) Konya Ereğli ilçesinde bulunan Aziz Yahya Manastırı’nın Bizans döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Bizans döneminde önemli bir piskoposluk merkezi olan Ereğli, Aziz Yahya'nın yurdu olarak tanınmıştır. Bu aziz annesi Julia ve kız kardeşi Themistia ile birlikte Ereğli’de yaşamakta idi. Hıristiyan inancına göre, Aziz Yahya 13 yaşında iken kırlarda yaşamak üzere evini terk etmiştir. Kırlarda kendisine rastlayan bir melek Ona yol göstermiş ve Onu bir kuyunun yanına getirmiştir. Aziz Yahya bu kuyu içerisinde on yıl dışarıya hiç çıkmadan yaşamış ve 23 yaşında da orada ölmüştür. Bundan sonra da çevredeki Barata denilen bir ormana gömülmüştür. Bu Hıristiyan inancından yola çıkılarak Akören Köyü’nün kuzeybatısında iki kuyudan birinin Aziz Yahya’nın yaşadığı yer olduğu sanılmaktadır. Derinliği fazla olmayan bu kuyu 8.50x6.00 m. ölçüsünde tonozlu bir yapıdır. MS.VI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Bizans piskoposluk kayıtlarında buradan Barata, Herakleia, Laranda, Derbe ve Hyde ile aynı derecede ve aynı sırada gösterilmiştir. Büyük olasılıkla bu kuyu ve manastırın Karacadağ eteklerinde olduğu sanılmaktadır. Ayrıca yörede bu manastır ile ilgili araştırma ve kazı yapılmamıştır. AK MANASTIR (Haglos Kharitan-St. Choritan) (Selçuklu) Ak Manastır Konya ile Sille arasında kayalara oyulmuş bir manastırdır. Bu manastır ilk defa St.Horion isimli bir aziz adına 274 yılında yapılmıştır. Manastırın tümü kayalar içerisine oyulmuş odalar ve onları birbirine bağlayan dehlizlerden meydana gelmiştir. Ayrıca bu kayaların önünde bir de yapı bulunmaktadır. Manastırı çeviren duvarlar ve bu yapı yıkılmış olup, günümüze manastırdan herhangi bir iz gelememiştir. HAGİA ELENİ KİLİSESİ (Siyata Manastırı)(Selçuklu) Konya, Selçuklu ilçesi, Sille bucağında, il merkezine 7 km. uzaklıkta bulunan Siyata Manastırı, Bizans imparatoru Constantinius’un annesi Helena tarafından 327 yılında yaptırılmıştır. Helena Kudüs’e hac için giderken buraya uğramış ve Erken Hıristiyanlık dönemine ait mabetleri görünce bu manastırı yaptırmak istemiştir. Mikhael Arhankolos adına bu kilisenin temel atma töreninde bulunmuştur. Manastır kilisesi sonraki dönemlerde onarılmış ve günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Kilise bazilika planında, üç nefli bir yapı olup, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Kilisenin girişi tonozludur. Naos (ibadet mekânı) iki sıra halindeki sütunlarla üç nefe ayrılmıştır. Orta nefin üzerinde silindirik, kule biçiminde kubbesi yer almaktadır. İç mekân Hz.İsa, Meryem ve havarilerden oluşan resimlerle bezenmiştir. Ayrıca onların dışında kalan alanlara İncil’den alınma sahneler resmedilmiştir. XX. yüzyılın ortalarında onarılan kilise günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir.
-
Konya Kale ve Surları Anadolu Selçukluları Konya’yı ele geçirdikten sonra Alâeddin Tepesi’ni surlarla çevirmiştir. Ancak, Alâeddin tepesi’nde daha önceki dönemlere ait sur veya kale olduğu konusunda kaynaklarda yeterli bir bilgiye rastlanmamaktadır. Bu döneme ait kalıntılar da sonraki yıllarda yapılan yapılanmalar sırasında ortadan kalkmıştır. Anadolu Selçuklularının burada yaptığı surların eski gravürlerdeki çizimlerinden anlaşıldığına göre, büyük ölçüde blok taşlardan yapıldığı ve yer yer de moloz taşların kullanılmıştır. Charles Texier’den öğrenildiğine göre Sultan Alâeddin Keykubat’ın yaptırmış olduğu bu surlar her kırk adımda yapılmış dört köşe kulelerle takviye edilmiştir. Surların etrafında hendekler vardır. Buradaki kulelerin 10 m. cephesi, 8 m. de genişliği vardı. Kuleler düzgün kesme taşlardan yapılmıştır. Fransız gezgini leon Laborde’nin (1807–1869) 1837 yılında yayınladığı bir eserde bu surları gösteren gravürler bulunmaktadır. Bu gravürlerde Selçukluların daha önceki dönemlere ait antik yapılardan kabartmaları, Bizans yazıtlarını içeren levhalar, sütun başlıkları, sütunlar ve bazı heykel parçalarını buraya yerleştirdikleri anlaşılmaktadır. Ne yazık ki bu kalıntılardan hiç biri günümüze gelememiştir. Bu surların taşları sonraki yıllarda taş ocağında kullanılmış, şehirde yapılan kışla ve paşa konaklarının yapımı buradan saplanan taşlarla olmuştur. Surların güney cephesine küçük bir iç kale yapılmıştır. Bu kale şehre hâkim konumda olup, sekiz kule ve bir burç ile korunuyordu. Selçuklu sultanlarının sembolü olan doğan kuşu kalenin büyük kapısı üzerine yerleştirilmiştir. BEYŞEHİR KALESİ (Beyşehir) Konya Beyşehir ilçesi, İçerişehir Mahallesi’nde bulunan Beyşehir Kalesi’nden XIX. yüzyılda buraya gelen F.Sarre söz etmiştir. Günümüze ulaşan kale kapısının üzerindeki kitabeden bu kaleyi Gıyaseddin ve Keykavusoğlu Mesut zamanında Emir Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman 1288 yılında yaptırdığı öğrenilmektedir. Ayrıca kalede Sultan I.Ahmet tarafından 1615’te ve Sultan IV. Murat zamanında 1633 yılında onarıldığını gösteren kitabeler bulunmaktadır. Beyşehir Kalesi’nden hiçbir iz günümüze gelememiştir. Yalnızca kalenin İçerişehir Mahallesi’nde kapısı bulunmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere Beyşehir Kalesi’nin kesme taştan yapıldığı sanılmaktadır. TONT, MİNDOS, AYDOS KALESİ (Ereğli) Konya Ereğli ilçesinin 12 km. doğusunda, Gökçeyazı Köyü’nün güneydoğusunda Kayasaray Köyü’ne yakın yerdeki Aydos dağı üzerinde bir takım kalıntılarla karşılaşılmıştır. Bu kalıntıların bir kaleye ait olduğu anlaşılmakla beraber, kalenin ne zaman ve kimler tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla bu kale, bir karakol kalesi niteliğini taşıyordu. Bunun dışında kaynaklarda da yeterli bilgiye rastlanamamıştır. SEYDİŞEHİR KALESİ (Seydişehir) Konya Seydişehir ilçesindeki kale, Karamanoğulları ve Osmanlılar arasındaki savaşlar sırasında sık sık el değiştirmiş ve Fatih Sultan Mehmet’in Karamanoğlu Beyliği’ne son vermesi ile birlikte Konya, Larende, Ereğli, Akşehir, Beyşehir kaleleri ile birlikte yıkılmıştır. Bununla beraber Seydişehir’in bazı semtlerinde kaleye ait kalıntılar görüldüğü gibi temel kazılarında da kaleye ait izlere rastlanmaktadır. Günümüzde sadece temel kalıntılarına rastlanan Seydişehir Kalesi’nin yüksek duvarlı bir sur ile çevrildiği sanılmaktadır. Anadolu Selçuklu Hükümdarı II.Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Seydişehir önem kazanmış, Selçukluların ünlü bilgini ve din adamı Seyyid Harun burada bir şehir kurmak istemiş, bu şehri kuşatacak kalenin yapımını kararlaştırmıştır. Bu arada kalenin kapı yerlerini de işaretlemiştir. Bu kapılar güneyde Ulu Kapı, kuzeyde Hızır veya Pazar Kapı, batıda Kiçi Kapı olarak isimlendirilmiştir. Seyyid Harun önce bu kapıların yapılmasını emretmiş, Ulu Kapı’nın yapımını dervişlerden Akça Baba, Pazar Kapısı’nı Nasipli Baba, Kiçi Kapısı’nı da Haydar Baba’nın yapmasını istemiştir. Kalenin yapımında çevredeki antik şehir kalıntılarından yararlanılmış ve yapımında da Türkmen boyları işçi ve usta olarak çalışmışlardır. Kale kapıları tamamlandıktan sonra bunları birbirine bağlayan sur duvarları burçlarla desteklenerek örülmüştür. Böylece şehir bir sur içerisine alınmıştır. Eşrefoğulları döneminde, XIV. yüzyılın başlarında kalenin yapımı tamamlanmıştır. Bu dönemde şehri koruyan küçük bir savunma kalesi niteliğini kazanmıştır.
-
KONYA SARAYLARI SULTAN KILIÇASLAN SARAYI(Alâeddin Keykubat Köşkü) (Karatay) Konya Sultan II. Kılıçaslan (1156-1192) tarafından, İç Kale sur kulelerinden biri genişletilerek 10 m. Yüksekliğinde bir köşk yapılmıştır. Bu köşkün yalnızca doğu duvarı günümüze gelebilmiştir. Sonraki yıllarda, Evliya Çelebi’den öğrenildiğine göre depremden yıkılan bu köşkü Alâeddin Keykubat bu köşkü genişletmiş ve onarmıştır. Bu nedenle de Alâeddin Keykubat ismi ile tanınmıştır. Alâeddin Köşkü Konya Selçuklu Sarayı’nın bir parçası olarak düşünülmektedir. Alaeddin Köşkü Konya’nın ortasındaki Alaeddin Tepesi denilen höyüğü çeviren Selçuklu surlarının bir burcu üzerine oturtulmuştur. Bu köşk Alaeddin Sarayı’nın bir cihannüması şeklinde idi. Bu köşk Alâeddin Köşkü ismi ile tanınmakta ise de Kâtip Çelebi Seyahatnamesi’nde Konya’da Kılıçaslan’ın yaptırdığı bir köşkten söz etmiştir. J.H.Löytved 1907’de Konya kitabelerini yayınlamış, burada pencere etrafındaki çini kitabelerde de Kılıçaslan’ın isminin geçtiğini belirtmiştir. Ardından Max van Berchem köşkün II. Kılıçaslan tarafından yapıldığını ileri sürmüştür. F.Sarre, Abdülkadir Erdoğan, Mehmet Önder ve Prof.Dr. Oktay Aslanapa da sarayın II. Kılıçaslan’a ait olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Evliya Çelebi de II. Kılıçaslan’ın 1173-1174’te Konya Kalesi ve bu arada kemerli büyük bir köşk ile divanhane yaptırdığını ileri sürmüştür. Köşk kesme taş ve tuğladan yapılmış olup, etrafı balkonlarla çevrilmiştir. Bu balkonlar dışarıya taşan büyük tuğla konsollar üzerine oturmuş kare bir mekândan meydana gelmiştir. Kesme taş kaplamalı bu kulenin altındaki iki niş içerisine mermerden oturmuş durumda birer aslan figürü yerleştirilmiştir. Balkonla çevrili üst kattaki sivri kemerli balkon kapısı üzerine bir kitabe yerleştirilmiştir. Lacivert üzerine beyaz kabartma harflerle yazılı olan bu kitabede, Kılıçaslan adını F.Sarre 1896 yılında okumuş ve yayınlamıştır. Köşkün içerisi ve dışarısı son derece zengin çini ve ştükolarla bezenmiştir. Bu çinilerin ve ştükoların günümüze gelebilen bazı parçaları Konya Müzeleri’nde bulunmaktadır. Buradaki doğancı süvari figürü ile büyük kare çiniler minai tekniğinde yapılmıştır. Ayrıca bu çiniler geometrik çerçeveler içerisine alınmıştır. Yerel gri hamurdan yapılmış olan bu çiniler Büyük Selçukluların Rey ve Keşan’da yaptırmış oldukları keramiklerle aynı tekniktedir. Anadolu’da bu tür çini yapım tekniği XIII. yüzyılda ortaya çıkmış ve XIII. yüzyıl boyunca da devam etmiştir. Sekizgen yıldız ve baklavalardan oluşan bu tür çiniler yapıların tüm duvarlarını kaplamıştır. Bu çiniler üzerinde insan tasvirleri görülmektedir. Ayrıca minai tekniğinde bağdaş kurmuş halde karşılıklı oturan, çalgı çalan insanlar, simurg (kanatlı aslan) figürleri bulunuyordu. Bu çinilerden bir bölümü Almanya, Fransa, Amerika ve İsveç’teki müze ve koleksiyonlara kaçırılmıştır. Çini yüzeylerinin etrafını şerit halinde dolaşan alçı kabartmalarda çeşitli süs motifleri, zencerekler, kaçan av hayvanları, onları kovalayan av köpekleri, at üzerinde ejderle çarpışan insanlar, çeşitli hayvanlar ve kuşlar bulunuyordu. Bu köşk Selçuklulardan sonra Karamanoğulları tarafından da kullanılmış, XVII. yüzyıla kadar da Osmanlı Beylerbeylerinin ikametgâhı olmuştur. Ardından terk edilen köşkün taşlarının alınmaması için 1672 yılında bir ferman çıkarılmıştır. Ch.Texier XIX.yüzyılın başlarında köşkün harap halde olduğunu belirtmiştir. 1905-1908 yıllarında yapılan bütün karşı koymalara rağmen Konya Valisi Cevat Bey’in emri ile yıkılmıştır. KUBADABAD SARAYI (Beyşehir) Konya Beyşehir Kubadabat Sarayı, İbni Bibi’ye göre; Sultan Sultan Alâeddin Keykubat Kayseri’den Antalya’ya giderken Beyşehir Gölü çevresinin güzelliğinden etkilenmiş ve buraya bir saray yapılmasını emretmiştir. Sultanın av emiri ve aynı zamanda da mimarbaşılık görevini sürdüren Vezir Sadedin Köpek denetiminde ve sultanın çizdiği kroki doğrultusunda bu saray 1236 yılında yapılmıştır. Alâeddin Keykubat bu sarayı yaptırırken çevresine de bir şehir kurulmasını emretmiştir. Alâeddin Keykubat’ın burada yaptırdığı saray 1949 yılında Konya Müzesi Müdürü Zeki Oral tarafından bulunmuş, ön kazıları yapıldıktan sonra yayınlanmıştır. Konya Müzesi Müdür Mehmet Önder 1956 yılında kazı çalışmalarını sürdürmüştür. K.Otto-Dorn 1965 yılında burada kazılara başlamış, 5.200 m2’lik alana yayılan ve sarayları da kapsayan Selçuklu şehrinin planını ortaya çıkarmıştır. Prof.Dr.Rüçhan Arık 1980 yılından itibaren kazıları yönetmekte ve yapıların ana birimlerini ortaya çıkarmaktadır. Saray değişik amaçlı birimlerden meydana gelmiş bir yapı topluluğudur. Burada büyük ve küçük saray gibi yapıların dışında 16’ya yakın yapı kalıntısı, birbirlerinden çitlerle ayrılmış av hayvanları için bir park bulunuyordu. Ayrıca büyük sarayın altında göl kıyısında iki de küçük tersane yapılmıştı. Bütün bu yapı kompleksi bir surla çevrilmiştir. Bu yapıların en büyük özelliği de eyvanların yapılarda ön planda tutulmasıdır. Büyük saray 50.00x35.00 m. Ölçüsünde olup, önünde Beyşehir Gölü’ne doğru uzanan geniş bir terası bulunuyordu. Sarayın güney ve doğusu odalarla çevrilmiş, oldukça düzgün taş döşeli büyük bir avlusu vardı. Buradan büyük salon ve tuğla döşemeli yüksek taht eyvanı ile harem ve misafirlere özgü odaların bulunduğu asıl saray bölümüne geçiliyordu. Sarayın planı simetrik bir düzen göstermemektedir. Burada yapılan kazılarda sarayın son derece zengin çini süslemelerle kaplı olduğunu gösteren buluntularla karşılaşılmıştır. Çinilerin bazıları duvarlar üzerinde, yerinde kalmıştır. Bu çiniler sekizgen yıldız ve haç biçiminde levhalar halinde 2 m. Yüksekliğe kadar tüm duvarları kaplamıştır. Ayrıca aralarına yer yer dört köşe levhalar da yerleştirilmiştir. Buradaki çinilerde ayakta veya oturur vaziyette insan figürleri, büyük olasılıkla Sultan Alâeddin Keykubat’ın portresi, sirenler, çeşitli kuşlar, çift başlı kartal, hayvan ve sembolik figürler bulunuyordu. Bunların yanı sıra ilk defa Kubadabat’ta görülen sır altına yapılmış çok renkli dekorlu çiniler perdah tekniğinde yapılmıştır. Yıldız levhalar halindeki çinilerde ise sır altı tekniğinde firuze, yeşil, mor ve mavi renkler ağırlık kazanmıştır. Ayrıca saray kazılarında figürlü alçı kabartmalara da rastlanmıştır. Kazılarda ele geçen çiniler ve ştükolar Konya Çini Eserleri Müzesi’nde sergilenmektedir. Büyük sarayın yanındaki ikinci saray simetrik planlı olup, çok küçük ölçüdedir. Duvarları ve tonozları kısmen ayakta kalan bu saray yeterince incelenememiştir. Bununla beraber sarayın küçük bir planı çıkarılmış ve bu plana göre dikdörtgen planlı dış avlunun iki yanına odalar sıralanmıştır. Dış avludan içeriye girilen bölümde küçük taşlık bir avlunun çevresinde iç içe geçmiş odalar bulunmaktadır. Kubadabat Sarayı’nın tamamlandığı yıl Alaeddin Keykubat ölmüş ve bu sarayda oğlu II.Gıyaseddin Keyhüsrev oturmuştur.
-
MEVLANA DERGAHI Konya Mevlana Celaleddin’in türbesinin bulunduğu Mevlana Dergâhı, 6.500 m2’lik geniş bir avlu içerisine alınmıştır. Bu avlunun batısında Dervişan Kapısı, güneyde Hadikat’ül-Ervah (Ruhlar Bahçesi) ve Hamuşan (Susanlar) Kapısı, kuzeyde de Çelebi Kapısı bulunuyordu. Bunlardan Hamuşan Kapısı daha önce burada bulunan mezarlığa açılıyordu. Dergâhın türbe kapısı üzerinde Molla Camisi’nin “Bu makam âşıklar kâbesi oldu. Buraya noksan gelen tamamlandı” anlamında bir kitabe bulunmaktadır. Mevlana Dergâhı, Mevlana’nın Türbesi, Semahane, Mescit, Matbah, Çelebi Dairesi, Derviş Hücreleri, Misafirhane, Meydan-ı Şerif, Şadırvan, Şeb’i Aruz Havuzu’ndan meydana gelmiştir. TÜRBE Hz. Mevlana öldüğü zaman babası Sultan-Ül Ulema’nın başucuna gömülmüştür. Üzerine de bir türbe yapılmaya başlanmıştır. Selçuklu Emiri Süleyman Pervane’nin karısı Gürcü Hatun, Emir Alemeddin Kayser ve Sultan Veled’in birlikte çalışması ile Mimar Tebrizli Bedreddin bu türbeyi 1274’te yapmıştır. Mevlana’nın ölümünden sonra yapılan ilk türbenin ne şekilde olduğu kesinlik kazanamamıştır. Kanuni Sultan Süleyman, kare planlı, kesme köfeki taşından bir mescidi bu yapı topluluğuna eklemiştir. Aynı dönemde yapılan semahanenin Mimar Sinan’a ait olduğu iddia edilmişse de bu iddia kesinlik kazanamamıştır. Türbe kapısının ahşap iki kanadı Selçuklu üslubunda, geometrik ve rumi motifleri ile süslenmiştir. Üzerine Sultan Veled’in “Ey talib, öğüdümü canla başla kabul et. Doğruların eşiğine baş koy” anlamında Farsça bir beyit kabartma olarak yazılmıştır. Türbe kapısından Tilavet Odası diye isimlendirilen, daha önce Bevvap (kapıcı) ve Dervişlerin kuran okuduğu, kubbeli küçük bir salona geçilmektedir. Buradan üzeri gümüş levhalarla kaplanmış ceviz ağacından, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa’nın yaptırdığı gümüş bir kapı ile Huzur-u Pir denilen türbe salonuna girilmektedir. Bu salon üç kubbe ile örtülü olup, aşıklar girişi (dahil-i uşşak) ismini almıştır. Bu salonun sağında ve karşısında iki kubbenin örttüğü ve mezar sandukalarının bulunduğu bir set ile karşısındaki iki kubbeli ikinci sete ve Mevlana’nın üzerindeki yeşil kubbeye Kıbab’ül-Aktab (kutupların kubbeleri) ismi verilmiştir. Salonun solunda semahane ve mescidi bir birinden ayıran kemerlerin altındaki sette de ikişer sıra halinde altı sanduka yerleştirilmiştir. Bu altı mezarın Mevlana ve babası ile birlikte Belh’ten Konya’ya göçen dervişlere ait olduğu söylenmektedir. İlk türbenin dört ayağa oturan güneydoğu ve batı yanları kapalı, kuzey yönü eyvanlı, üzeri piramidal örtülü Selçuklu kümbetlerine benzediği sanılmaktadır. 1396 yıllarına doğru dıştaki çini kaplı dilimli külah yapılmıştır. Sultan II.Beyazıt devrinde de türbenin doğu ve batı duvarları kaldırılarak buraya bazı ilaveler yapılmış, içerisi kalem işleri ile bezenmiştir. Bugünkü türbenin Anadolu’daki en yakın benzerleri Sivas’taki Şeyh Hasan Türbesi ile Akşehir’deki Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi’dir. Günümüzdeki türbe dört paye üzerine oturmuş 25 m. yüksekliğindedir. Bu yüksekliği ile de XIII. yüzyılda yapılmış hiçbir türbe ile karşılaştırılamaz. Türbe gövdesi dıştan 16 dilimli silindir şeklindedir. Gövde taş bir kornişle sona erer. Bunun üzerine yine 16 dilimli konik bir külah yerleştirilmiştir. Türbenin dilimli külahının çinilerinin Alaeddin Ali Bey’in eseri olduğu sanılmaktadır. Gövde ve külah üzerindeki firuze renkteki çiniler zaman zaman yenilenmiştir. Bundan ötürü de bu kubbeye Yeşil Kubbe (Kubbe-i Harda) ismi verilmiştir. Kubbe gövdesinin üst kornişinin altındaki lacivert şeride beyaz sülüs yazı ile Besmele ve Ayet-ül Kürsi yazılmıştır. Külahın en üst noktasında altın kaplama bir alem bulunmaktadır. Türbenin içerisi içten kubbemsi piramidal şekildedir. Tepe noktasından sekiz köşeli bir yıldızın kolları etrafa dağılmaktadır. Yeşil kubbenin altında Mevlana ve oğlu Sultan Velet’in mavi mermerden yapılmış sandukaları bulunmaktadır. Bu sandukaların üzerinde 1894 yılında Sultan II. Abdülhamit’in hediye ettiği deri üzerine siyah atlas kaplamalı büyük bir puşide örtülmüştür. Mevlana’nın ölümünden sonra mezarı üzerine yerleştirilen ilk sanduka ahşaptan olup, XVI. yüzyılda buradan kaldırılarak babası Sultan-ül Ulema’nın üzerine konulmuştur. Selçuklu devri ağaç işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olan bu sanduka Selimoğlu Abdülvahit ve Hüsameddin Muhammed isimli iki ustaya aittir. Sanduka kündekâri ve oyma tekniğinde yapılmıştır. Sandukanın ön, arka ve yanlarında Ayet-ül Kürsi, Mevlana’ya ait beyitler, Divan-ı Kebir’den seçilmiş gazeller ile Mesnevi’den alınmış beyitler yazılıdır. Yeşil Kubbe’nin batısında ve Mevlana’nın başucunda eşi Kerra Hatun (1292), Mevlana’nın kızı Melike Hatun (1306), Mevlana’nın oğlu Muzaferüddin Emir Alim Çelebi (1277), Mevlana’nın torunu Celale Hatun (1283), Kadı Tacettin’in kızı Melike Hatun (1330), Çelebi Hüsamettin (1284) ve bu dergâhta postnişinlik yapmış çelebiler ile onların ailelerine ait 65 sanduka bulunmaktadır. Mevlana’nın sandukasının üzerini örten stalâktitli kubbeye Post Kubbesi ismi verilmiştir. Mevlana’nın sandukasını Huzur’dan ayıran gümüş bir şebeke vardır. Gümüş Kafes adı verilen bu şebekeyi 1579 yılında Maraş Mirimiranı Mahmut Paşa 1579 yılında Kalemkâr İlyas isimli bir ustaya yaptırmıştır. Bu kafesin üzerindeki gümüş plakada Şair Mani’nin 32 beyitlik Türkçe bir şiiri yazılıdır. SEMAHANE Mevlana Dergâhı’nın semahanesi yeşil kubbenin kuzeyinde bulunmaktadır. Yanındaki mescit ile birlikte Kanuni Sultan Süleyman zamanında XVI. yüzyılda yapılmıştır. Semahane oldukça geniş ve kubbeli bir salondur. Mevlevi kültüründe semanın yapıldığı Meydan-ı Şerif denilen geniş salonun kapıları ahşaptır. Doğu ve kuzeyinde semayı izlemeye gelen kadınların bulunduğu kafesli mahfeler, altta da erkek ziyaretçiler için sedirli mahfeler, naat kürsüsü, Mevlevi musikisini icra edenlere mahsus mutrıp hücresi ve post makamı bulunmaktadır. Semahanenin kubbe ve kubbe köşelerine çeşitli desenler yapılmış ve 1888 yılında Konyalı Hattat Mahbub Efendi tarafından Mesnevi’den alınma yazılar yazılmıştır. Ayrıca semahane girişine Kütahya çinisi üzerine Ya Hazreti Mevlâna yazılmıştır. MESCİT Mescit semahanenin batı yönüne bitişiktir. Buraya semahaneden girildiği gibi, türbe girişindeki Çerağ Kapısından da girilmektedir. Mescidin asıl giriş kapısı dergâhın avlusuna batı yönünde açılmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile XVI. yüzyılda yaptırılan mescidin mavi bir mihrabı, vaaz ve müezzin kürsüleri ile tek şerefeli kesme taştan bir de minaresi bulunmaktadır. DERVİŞ HÜCRELERİ Mevlana Dergâhı’nın batısını çeviren derviş hücreleri Sultan III. Murat tarafından 1584 yılında yaptırılmıştır. Bu hücreler kare planlı olup, üzerleri birer kubbe ile örtülüdür. İçlerinde ocak nişleri ve dolap nişleri bulunmaktadır. Bunlar avluya yuvarlak kemerli birer kapı ile açılmaktadır. Bu hücrelerin avluya bakan cepheleri sonraki yıllarda camekânlı bir koridorla önleri kapatılmıştır. Dergâh 1927 yılında müze olarak ziyarete açıldıktan sonra birkaç hücre dışındakilerin aralarındaki duvarlar kaldırılarak sergileme salonuna dönüştürülmüştür. Baştaki hücrelerden biri postnişin odası olarak tanzim edilmiştir. Diğer hücreler ise Mesnevi okuyan bir derviş ile sema eden bir derviş tasvirine ayrılmıştır. MATBAH Derviş hücrelerinin güneyinde, Mevlevilikte eğitim ve terbiye ocağı olarak nitelenen dergâh matbahı (mutfak) bulunmaktadır. Bu matbah Sultan III. Murat zamanında 1584 yılında onarılmış ve yeni eklemeler yapılmıştır. Dergâhın avlusunda bir sahından girilen matbahın ilk bölümünde saka postu mahalli (nevniyaz), ocaklar ve dergâha ilk katılan canların üç gün oturarak ikrar verdikleri post; ikinci kademede somat-sımat (sofra) ve sema talim yerleri bulunmaktadır. Matbahın altında da erzak depoları yer almaktadır. Dergâhın bu bölümü yemeklerin piştiği, tarikata girmek isteyen nev-niyazlara ait çilehane görevini de üstlenmektedir. Mevlevilikte çile süresi 1001 gün olup, bu süre içerisinde çile çeken derviş 18 türlü matbah hizmetini de üstlenmek zorundadır. Matbaha Mevlevi kültüründe sertabbah (aşçıbaşı) ve kazancı dede (terbiyeci dede) kontrol ederdi. ÇELEBİ DAİRESİ Mevlana Dergâhı’nın güneyinde Hamuşan denilen mezarlığın bitişiğinde, camekânlı, oldukça aydınlık, geniş bir oda bulunmaktadır. Bu oda dergâh şeyhlerinin misafir kabul ettiği Çelebi Dairesi’dir. Çelebi dairesi yeşil kubbeye bitişik olduğu gibi Niyaz Penceresi denilen bir pencere ile de Mevlana’nın türbesine açılır. Bu pencerenin çini işlemeli kemeri üzerine de destarlı bir Mevlevi sikkesi resmedilmiş, üzerine de Mevlana’nın talik yazılı rubaisi eklenmiştir. Rubai: “Derhâ heme besteend illâ der-i tû Ta reh nebered garib illâ ber-i tû Ey der kerem-u izzet-u nûr efşâni Horşid-u meh-u sitâregân çâker-i tû” Günümüzde Çelebi Dairesi Mevlâna Müzesi’nin ihtisas kitaplığıdır. MEYDAN-I ŞERİF Mevlevi Dergâhı’nda derviş hücrelerinin güneyinde, matbahın bitişiğinde meydan-ı şerif veya meydan-ı erenler denilen geniş bir oda bulunmaktadır. Meydan-ı şerifte, dergâh şeyhleri dervişlerle sohbet eder, yemek yerdi. Bu odanın duvarlarındaki yağlıboya resimler XIX. yüzyılda yapılmıştır. Günümüzde müze yönetiminin bürosudur. MİSAFİRHANE (Eski Matbah): Mevlana Dergâhı’nın avlusunun kuzeyinde, Çelebi Kapısı yakınında ayrı bir bahçe içerisinde tek katlı bir binadan meydana gelmiştir. Bu binanın arkasında da dergâhın eski matbahı bulunuyordu. ŞADIRVAN Dergâhın avlusunda, mavi mermerden yapılmış olan şadırvanı Yavuz Sultan Selim 1512 yılında yaptırmıştır. Sonraki yıllarda Sultan III. Mehmet 1595 ve Sultan Abdülaziz 1868 yılında onarmıştır. ŞEB-İ ARUZ HAVUZU Dergâhın matbahı önünde altı köşeli mermerden Şeb’i Aruz Havuzu bulunmaktadır. Bu havuza aslanağzına benzer mermer bir oluktan su verildiği için Aslanlı Havuz diye de anılmaktadır. Mevlâna’nın ölümünün (düğün gecesi) her yılında burada toplanılır, sohbet edilir ve sema meclisi kurulurdu. Dergâha Sultan II. Selim iki minareli bir cami eklemiştir. Sonraki yıllarda Hüsrev Paşa Türbesi (1527), Mehmet Bey Türbesi (1534), Hasan Paşa Türbesi (1573) ve Sinan Paşa Türbesi (1574) aynı yere yapılmıştır. Bu arada Mevlana dergâhı da çeşitli ilavelerle genişletilmiş ve büyük bir külliye görünümünü almıştır. Osmanlı sultanlarının hemen hepsi de bu yapı topluluğuna yeni ilaveler yapmışlardır.
-
KONYA HAMAMLARI MERAM HAMAMI (Meram) Konya Meram ilçesinde bulunan bu hamam, kitabesinden öğrenildiğine göre 1454 yılında yaptırılmıştır. Çifte hamam plan düzeninde olan hamam kadınlar ve erkekler bölümünden meydana gelmiştir.Hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Kesme taş ve moloz taştan yapılmış, bölümlerinin üzeri kubbelerle örtülmüştür. Hamamın eski kapısı kısmen toprağa gömülmüş, kemer cephesinde palmet motifleri ve bunların içerisinde örgülü bezeme görülmektedir. Ayrıca kemerin ortasına birbirine sarılmış iki kuş figürü ile baş aşağı duran iki balığı kavrar durumda bir arma buraya işlenmiştir. VALİDE SULTAN HAMAMI (Karapınar) Konya Karapınar ilçe merkezinde bulunan Valide Sultan Hamamı, XVI. yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in annesi Hürrem Sultan tarafından yaptırılmıştır. Sultan II.Selim Külliyesi ile beraber yaptırılan hamam da Mimar Sinan eseridir. Günümüze harap bir halde gelebilen bu hamam, kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Kare planlı bir yapı olup, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Üzerini merkezi bir kubbe örtmüştür. Hamamın kapı ve pencere alınlıkları sivri kemerli nişler halindedir. ESKİ HAMAM (Şifa Hamamı) (Ereğli) Konya Ereğli ilçesinde, Ulu Cami’nin güneyinde bulunan Eski Hamam, Selçuklu döneminde yapılmış ve Karamanoğulları döneminde de kullanılmıştır. Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüzde toprak altında kalan hamama batı yönünden on basamakla inilmektedir. Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Moloz taş ve tuğladan yapılmış olan hamam dikdörtgen planlıdır. Üzeri kubbe ile örtülü olan hamamın kubbelerinden bir bölümü yıkılmış ve yerine ahşap bir örtü yapılmıştır. Sıcaklık kısmı dört eyvandan meydana gelmiş, eyvanların dışında kalan bölümlere üzerleri kubbeli halvet hücreleri yerleştirilmiştir. ROMA HAMAMI (Ereğli) Konya Ereğli ilçesi, Boyacı Ali Mahallesi’nde, eski belediye binası yıkılarak yeni inşaat yapılırken, temel kazısı sırasında ortaya çıkan hamamın Roma döneminde yapıldığı anlaşılmıştır. Temel duvarları bulunan bu hamamın yapılan kazı sırasında sıcaklık bölümü kısmen ortaya çıkmıştır. Hamamın bulunduğu alan Selçuklu döneminde mezarlık olarak kullanılmıştır. Temel kazısı sırasında su koymaya mahsus pithoslar meydana çıkarılmıştır. Günümüzde bu hamamın üzerine yeni bir inşaat yapılmıştır. SEYYİD HARUN HAMAMI (Seydişehir) Konya Seydişehir ilçesinde bulunan Seyyid Harun Külliyesi’nin kuzeydoğusunda bulunan Seyyid Harun Hamamı’nın kitabesi günümüze gelemediğinden ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, Seyyid Harun menakıbına göre; Seyyid Harun tarafından veya Onun adına XIV.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Hamam Selçuklu ve Beylikler döneminde Anadolu’da yapılan klasik çifte hamam örneklerindendir. Güneybatı, kuzeydoğu yönünde uzanan hamamın kadınlar ve erkekler bölümü birbirlerine simetriktir. Her iki bölüm de soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Moloz taş ve tuğladan yapılan hamamın erkekler bölümünün üzeri bir çatı ile örtülüdür. Soyunmalık yerinden yuvarlak kemerli bir kapı ile ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın üzeri kubbe ile örtülü olup, kare planlı küçük bir mekândır. Sıcaklığın üzerini örten ana kubbenin iki yanında yarım kubbeli iki hücre bulunmaktadır. Ayrıca kubbeli bir eyvan ve bunun iki yanında da iki hücre daha bulunmaktadır. Hamamın kadınlar bölümü, erkekler bölümünün doğusunda olup, burası da soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmektedir. Soyunmalık daha sonra girilen ılıklık çatı ile örtülü olup, sıcaklık yan yana iki kubbe ile örtülüdür. Bu iki kubbeye bitişik olan üçüncü kubbe de halvet bölümlerinin üzerini örtmektedir. Yanındaki külhan ve su deposu da tonozla örtülüdür. Günümüzde halen kullanılan hamam, çeşitli dönemlerde yapılan onarım ve eklerle orijinalliğinden kısmen uzaklaşmıştır. ORTA HAMAM Akşehir) Konya Akşehir ilçesi, Ulu Cami Caddesi’nde bulunan Orta Hamamın kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XIII.yüzyılda, Anadolu Selçukluları tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa tarafından 1900 yılında onarılmıştır. Kesme taş ve moloz taştan yapılan hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Yapılan onarımlar sonucunda da özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. MEYDAN HAMAMI (Akşehir) Konya Akşehir ilçesinde bulunan bu hamam, kaynaklardan öğrenildiğine göre Subaşı Emir Şerafettin tarafından 1329 yılında yaptırılmıştır. Kesme ve moloz taştan yapılan hamam, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin üzeri kubbe ile örtülüdür. Çeşitli dönemde yapılan onarımlar sonucunda özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Hamam günümüzde halen kullanılmaktadır. BÜYÜK HAMAM (Beyşehir) Konya Beyşehir ilçesi, Eşrefoğlu Camisi’nin kuzeybatısında bulunan Büyük hamam’ın kitabesi günümüze ulaşamadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Bununla beraber Eşrefoğlu Camisi’nin kitabesinde, cami ile beraber yapılmış olan yapılardan söz ederken bu hamamın da ismi geçmektedir. Bu nedenle hamamın XIII.yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır. Kesme taş ve moloz taştan yapılan hamam, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin üzeri tuğla kubbe ile örtülüdür. Ancak, yapı toprağa gömülü olduğundan tam bir planı çıkarılamamıştır. MAHKEME HAMAMI (Hamam-ı Cedid) (Selçuklu) Konya’da Şerafeddin Camisi ile Şems-i Tebrizi arasında bulunan bu hamam, Karamanoğlu II. İbrahim Bey zamanında, XV. yüzyılda yaptırılmıştır. Hamam 1754 yılında onarılmıştır. Kesme taş ve moloz taştan yapılan ve çifte hamam plan düzenindeki hamam, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamamın bölümlerini oluşturan mekânların üzerini örten kubbeler yıkılmış ve ahşap kubbelerle yenilenmiştir. Hamamın en önemli bölümü erkekler kısmındaki 3 m. çapında beyaz ve mor mermerden yapılmış havuzudur. Ayrıca kadınlar bölümünde de yaprak fıskiyeli bir havuz bulunmaktadır. Kare mekânlı soyunmalık ve ılıklık yuvarlak kemerli kapılarla birbirlerine bağlantılıdır. Sıcaklık kısmı ise haç planlı olup, üç eyvandan meydana gelmiş ve üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Yan bölümlerde de küçük kubbeler halvet kısımlarının üzerini örtmektedir. AHMET BEY HAMAMI (Selçuklu) Konya Aziziye Camisi’nin güneydoğusunda bulunan Ahmet Bey Hamamı, kitabesinden öğrenildiğine göre Musahip Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mustafa Paşa’nın 1676 tarihli vakfiyesinde hamamın Şeyh Ahmet Efendi yönetiminde yazıldığından ötürü Ahmet Efendi’nim ismi ile tanınmıştır. Osmanlı hamam mimarisinde çifte hamam plan düzeninde yapılmış, ancak yalnızca kadınlar bölümü ayakta kalabilmiştir. Kesme taş ve tuğladan yapılmış soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soyunmalık ve ılıklık kare planlı olup, üzerleri birer kubbe ile örtülmüştür. Ilıklıktan yuvarlak kemerli bir kapı ile geçilen sıcaklık dört eyvanlı plan düzenindedir. Üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Sıcaklığın köşelerinde halvet hücreleri bulunmakta ve üzerleri de çeyrek kubbelerle örtülüdür. SAHİP ATA HAMAMI (Sultan) Hamamı (Meram) Konya Meram ilçesi, Larende Caddesi’nde Sahip Ata Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan hamam, külliye ile beraber Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılmıştır. Külliyenin yapımına 1258 yılında başlanmış, türbe ve hanikâhın eklenmesi ile 1283 yılında tamamlanmıştır. Hamam da 1258–1283 yılları arasında yapılmıştır. Sultan Hamamı ismi ile bilinen bu hamam Selçuklu hamam mimarisinin önemli örnekleri arasındadır. Çifte hamam planında yapılmış olup, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Yapımında kesme taş ve yer yer de moloz taş kullanılmıştır.
-
KONYA HANLARI KIZILVİRAN (Kızılören) HAN (Beyşehir) Konya-Beyşehir yolu üzerinde bulunan bu yapı kitabesinden öğrenildiğine göre, I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in İkinci saltanat döneminde Emir Şah (Emir Kutluh) tarafından 1206’da yaptırılmıştır. Kızılören Hanı, kapalı ve açık kısmı bir arada bulunan han plan şemasına göre yaptırılmıştır. Diğer hanlardan farklı olarak bu hanın avlusu kapalı kısmından daha geniş tutulmuştur. Kütlevi bir görünümü olan yapının yan cepheleri ile girişinin köşelerine yerleştirilen payandalar bu kütlevi görünümü hafifletmektedir. Kesme taş ve moloz taştan yapılan hanın girişi batı cephesindedir. Cephenin ortasında iki katlı olarak yapılmış bir bölüm vardır. Bu bölüm bütünüyle dışarıya taşırılmıştır. Bu yüzden de diğer Selçuklu hanlarından farklı bir görünümdedir. Bu bölümün alt ve üstü üç ayrı kısma ayrılmış, alt katta giriş eyvanı bunun solunda baldaken tarzında bir su sistemi bulunmaktadır. Sağdaki diğer mekân ise girişi avluya açılan ayrı bir bölüm halindedir. Buradan avlu cephesinden sağlı sollu birer merdiven ile çıkılmaktadır. Günümüzde çok fazla tahrip olan bu merdivenlerden kuzeydeki bağımsız mescide, diğeri de iç içe düzenlenmiş bölümlere geçilmektedir. Diğer Selçuklu kervansaray ve hanlarında avlunun ortasında bulunan köşk-mescit burada üst kata alınmıştır. Hanın kapalı kısmının taç kapısı öne doğru taşırılmış olmasına rağmen oldukça sadedir. Buradaki 1980’li yılların ortasına kadar yerinde olan dört satırlık kitabesi günümüze ulaşamamıştır. Kapalı kısım giriş yönünden itibaren üç bölüme ayrılmıştır. Burada da orta sahın diğerlerine göre daha geniş ve yüksektir. Ancak günümüzde üst örtüsü tamamen çökmüştür. Hanın 400 m. güneydoğusunda bulunan küçük ölçüdeki beşik tonozlu iki sahınlı yapı konusunda sanat tarihçiler arasında tartışmalar sürmekte olup, bunların mescit olup olmadığı da anlaşılamamıştır. ZAZADİN HANI (Selçuklu) Konya-Akşehir yolunun 22. km.sinde, Tömek Köyü’nün bulunduğu yerdeki Zazadin Hanı’nın iç ve dış kapılarındaki kitabelerden öğrenildiğine göre, Vezir Sadettin Köpek tarafından 1235–1236 yıllarında yaptırılmıştır. Günümüze iyi bir durumda gelen Zazadin Hanı, doğu batı doğrultusunda dikdörtgen plan şeması göstermektedir. Diğer Selçuklu han ve kervansaraylarında olduğu gibi kapalı ve açık bölümlerden meydana gelmiş, ancak kuzey duvarı kademeli olarak yapılmıştır. Yapımında kesme taş kullanılmıştır. Bu taşların arasına devşirme olarak antik taşlara da yer verilmiştir. Han kütlevi görünüşü itibarı ile bir kaleyi andırmaktadır. Hanın girişi masif görünümlü olup, dışarıya doğru taşırılmış ve iki ayrı renk taştan anıtsal taç kapısı yapılmış ve bu kapı duvarları destekleyen payandalarla daha görkemli bir görünüme sahip olmuştur. Diğer Selçuklu hanlarında kısa kenarda bulunan giriş kapısı bu kez, hanın geniş cephesine yerleştirilmiştir. Buradan bir giriş eyvanı ile avluya geçilmektedir. Diğer kervansaray ve hanlarda görülen revak-mekân ilişkisi burada daha farklıdır. Uzun kenarlarda mekân-revak-mekân uygulaması ile değişik bir plan ortaya konulmuştur. Bu tür plan düzeninin uygulanışının nedeni anlaşılamamaktadır. Avlunun çevresinde bağımsız mekânlar bulunmakta olup, bunlar hanla ilgili sosyal hizmetlerdir. Mescit kısmı yapının girişi üzerindedir. Bu mescide eyvanın solundaki duvardan dışarıya doğru taşırılmış ancak, günümüzde kısmen tahrip olmuş merdivenlerden çıkılmaktadır. Avludan kapalı kısma geçişi sağlayan kapı avlu kapısında olduğu gibi iki renk malzemeden yapılmıştır. Bu bölüm bir orta sahın ile buna dik olarak planlanmış yan sahınlardan meydana gelmiştir. Aynı zamanda mimar olan Sadettin Köpek burada farklı bir uygulamaya gitmiş, seki düzenlemelerini diğer kervansaraylara göre farklı biçimde geliştirerek uygulamıştır. Orta sahın burada daraltılmış ve yalnızca insanların geçebileceği şekilde bir koridor biçiminde düzenlenmiştir. Orta sahının ikinci bölümü biraz daha daraltılarak uzatılmış ve böylece bu bölüm haçvari bir şekle dönüşmüştür. Hanın bezeme olarak fazla bir özelliği bulunmamaktadır. İki renkli malzemenin yanı sıra geometrik kompozisyonlara yer verilmiş, taşçı işaretleri de diğer yapılarda olduğu gibi burada da görülmektedir. Zazadin Hanı Selçuklu döneminde yapılmış diğer han ve kervansaraylar arasında en iyi korunanı olmasına rağmen yine de birçok bölümü tahrip edilmiştir. Avlu etrafındaki revakların bazıları yıkılmış, üst örtüler kısmen çökmüştür. HOROZLU HAN (Selçuklu) Konya-Akşehir yolu üzerinde bulunan ve Konya’nın kuzeyindeki şehir dokusu ile birleşmiş olan Horozlu Han’ın kitabesi ve onunla ilgili herhangi bir belgeye rastlanmamıştır. Bu bakımdan hanın yapım tarihi kesinlik kazanamamaktadır. Ancak, birçok araştırmacı hanın Sultan II.Gıyaseddin Keyhüsrev ve İzeddin Keykavus döneminde devlet görevinde bulunan Esedüddin Ruzbe tarafından yaptırıldığını ileri sürmektedir. Esedüddin Ruzbel’in 1249 yılında öldürüldüğü dikkate alınacak olunursa, hanın XIII. yüzyılın ortasında yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü 1970’li yıllarda hanı eski belge ve fotoğraflarına dayanarak restorasyonunu yapmıştır. Hanın tamamen kesme taştan yapıldığı görülmektedir. Ancak plan düzeni tam olarak ortaya çıkarılamamıştır. Mescit kısmının Zazadin ve Obruk hanlarında olduğu gibi girişin üzerinde olduğu sanılmaktadır. Diğer hanlarda olduğu gibi anıtsal bir giriş kapısının olup olmadığı konusunda da kesin bir bilgi yoktur. Avlunun bütünüyle yıkılmış olmasından ötürü de taç kapının da tamamen ortadan kalktığı anlaşılmaktadır. Günümüzde dışa doğru taşkın bir kapı bezemesiz olarak restore edilmiştir. Hanın girişinde bulunan ve temel izlerine göre düzenlenen kapalı kısımın orta sahnın daha yüksek olarak tutulmuş, yan sahınlar da buna dik olarak oluşturulmuştur. Orta sahnın üzerindeki kubbe pandantifli olup, ağırlık kemerler vasıtası ile kare kesitli ayaklar üzerine bindirilmiştir. Yapının dışında olduğu gibi içerisinde de kesme taş kullanılmış, merkezi kubbede tuğlaya yer verilmiştir. Tuğla bezeme ağırlıklı olarak kullanılmıştır. Orta sahnın üzerindeki kubbeye bir de ağırlık feneri yerleştirilmiştir. KADIN HANI (Kadınhanı) Konya Kadınhanı ilçesi, Konya-Akşehir yolu üzerindeki han ve kervansarayların sonuncusudur. Kervansarayı, kapı kitabesinden öğrenildiğine göre Mahmut kızı Raziye Hatun 1223 yılında yaptırmıştır. Kadın Hanı, kesme taştan yapılmış, açık ve kapalı bölümlerden meydana gelmiştir. Duvar örgüsünde çok sayıda devşirme antik malzeme kullanılmıştır. Anadolu Selçuklu hanlarının tipik plan şemasına uygun olarak yapılan hanın avlusunun bulunduğu, bugünkü yapının iki yanındaki duvar uzantılarından anlaşılmaktadır. Bu uzantıların beden duvarları dışında da devam etmesi avlunun kapalı mekândan daha geniş olduğunu göstermektedir. Günümüze yalnızca 22.50x28.50 m. ölçüsünde kapalı mekânı gelebilmiştir. Hanın kapalı kısmına cepheden öne doğru taşırılmış bir portalden girilmektedir. İç mekân dikdörtgen planlı olup, her sırada beşer tane olmak üzere on paye ile üç sahna ayrılmıştır. Bölümlerin üzerini birbirine bitişik tonozlar örtmüştür. Dışa kapalı olan bu hanın içerisi mazgal pencerelerle aydınlatılmıştır. KURUÇEŞME HANI (Beyşehir) Konya Beyşehir ilçesinde, Konya-Beyşehir yolunun 32. km.sinde bulunan Kuruçeşme Hanı, kitabesinden öğrenildiğine göre I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in ikinci saltanat yılında, 1207’de yapılmıştır. Günümüze çok harap durumda gelen bu han kapalı ve açık bölümlerden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin her biri dikdörtgen planlı olup, birbirlerinin eşidir. Hanın yapımında kesme taş ve çevredeki antik yapılardan devşirilmiş taşlar kullanılmış, ancak bu taşların çevrede yaşayanlar tarafından yerlerinden sökülmesi ile üst örtüsü ve tonozların büyük bir bölümü yıkılmıştır. Hana doğudaki dar cephesinde dışarıya taşmayan bir portalden girilmektedir. Kapalı kısmın taç kapısı, ana giriş kapısına göre daha anıtsal görünümlüdür. Cepheden öne doğru taşırılan bu girişin alınlığında sekiz satırlık kitabesi bulunmaktadır. Ancak bu kitabe de oldukça tahrip edilmiştir. Kapalı kısım iki yandaki beşer paye ile ortadaki geniş, yanlardaki daha dar üç sahna ayrılmıştır. Bunlardan orta sahın diğerlerine göre daha geniş ve yüksek tutulmuştur. OBRUK HANI (Karatay) Konya Karatay ilçesinde, Konya-Aksaray yolundan 4 km. içerideki Obruk Köyü girişinde bulunan Obruk Hanı’nın yapım tarihini belirten bir kitabesi bulunmamaktadır. Mimari yapısı ve plan düzeninden XIII. yüzyılda yapılmış bir Selçuklu eseri olduğu anlaşılmaktadır. Anadolu Selçukluları’nın uyguladığı kapalı ve açık avlulu plan şeması içerisinde yapılmıştır. Hanın girişi batı yönünde olup, cephe görünümü itibarı ile de bir kale izlenimini vermektedir. Yapımında kesme taş, moloz taş ve çok sayıda da devşirme antik malzeme kullanılmıştır. Obruk Hanı’nda 1996 yılında başlatılan temizlik ve onarım çalışmaları sonunda hanın içerisi büyük ölçüde temizlenmiş ve restorasyonuna başlanmıştır. Hanın girişinin bulunduğu batı cephesi diğerlerinden farklı olarak iki katlı yapılmıştır. Bu nedenle de giriş kısmı daha görkemli bir görünüm kazanmıştır. Her iki katta da birbirlerinden ayrı mekân düzenlemeleri yapılmış ve mescit de buraya yerleştirilmiştir. Hanın kapalı kısmının kapısı ve duvarları tamamen yıkılmış ve yalnızca temel kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Bu bölüm han özelliğini kaybettikten sonra da kullanılmış, bu yüzden de içerisinde bazı değişiklikler yapılmıştır. Üst örtü bütünüyle tahrip olmasına rağmen, orta sahnın üzerinde tromplu bir kubbe olduğu sanılmaktadır. LALA MUSTAFA PAŞA HANI (Ilgın) Konya Ilgın ilçesinde, Lala Mustafa Paşa’nın 1574 tarihinde yaptırmış olduğu yapı topluluğunun bir bölümünü Lala Mustafa Paşa Hanı oluşturmaktadır. Külliyenin avlusunun doğusunda bulunan, kesme taş ve moloz taştan yapılmış olan han, yapı topluluğunun en büyük yapısıdır. Ortalama 36.00x50.00 m. ölçüsünde olan hanın yapım kitabesi bulunmadığından, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yalnızca odalardan biri içerisindeki ocağın taş konsolunda 1584 tarihi yazılıdır. Büyük olasılıkla hanın yapımına külliye ile birlikte başlanmış, 1584’te de tamamlanmıştır. Kuzeyden arasta ile birleşen hanın üzeri beş adet beşik tonozla örtülmüştür. Hanın ortasında bir koridor, iç mekânı üçe bölmüştür. Batıda cami avlusuna, doğuda da dışarıya açılan iki kapısı vardır. Ayrıca avlu yönündeki kapının önüne de çapraz tonozlu bir sahanlık yerleştirilmiştir. Hanın kuzeydeki bölümü oldukça büyük olup, dört ayakla iki nefe ayrılmıştır. Güneydeki bölüm ise üçayakla iki nefe ayrılmıştır. Bu mekânların her biri içerisinde birer ocak nişi bulunmaktadır. Hanın ortasındaki koridordan bir merdivenle üst kata çıkılır. Üst katta tonozlu ve ocaklı üç oda daha bulunmaktadır. DOKUZUN HANI (Selçuklu) Konya Selçuklu ilçesinde, Konya-Akşehir karayolunun 24. km.sinde bulunan Dokuzun Hanı’nı kitabesinden öğrenildiğine göre, Emir Hacı İbrahim 1210 yılında Mimar Osman’a yaptırmıştır. Uzun yıllar harap bir durumda olan bu hanı Selçuk Üniversitesi adına Prof.Dr. Yılmaz Önge 1990 yılında kazı çalışmalarına başlamış ve çalışmalar 1995 yılında tamamlanmıştır. Kazı çalışmalarından sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılmıştır. Bu arada avlu ve ona bağlı bölümler ortaya çıkarılmış ve bunlara dayanılarak da hanın restorasyonu yapılmıştır. Dokuzun Hanı kapalı ve açık bölümleri bir arada bulunduran hanlar grubundandır. Burada avlu ile kapalı bölüm birbirine eş plandadır. Kuzey-güney yönünde dikdörtgen planlı olan hanın avlu girişi doğudaki dar cephesindedir. Yapılan kazılar sonunda avlunun doğu ve batı kanatlarının revaklı olduğu anlaşılmıştır. Kapalı kısmın öne doğru taşırılmış ve bezemesiz basit bir kapısı vardır. Bu kapı üzerinde altı satırlık yapım kitabesi bulunmaktadır. Kapalı kısım diğer hanlara göre daha basit düzenlenmiştir. Bu mekânın ortasında daha geniş ve yüksek bir kubbe ve yanlarda da tonozlu üç bölüm bulunmaktadır. Hanın yapımında kesme taş ve moloz taş kullanılmış, ancak taş işçiliği oldukça kaba bir görünümdedir. AGIT HANI (Altınapa Hanı) (Merkez) Konya-Beyşehir Karayolunun 13. km.sinde, Başarakavak sapağında, Altınapa Baraj Gölü sahası içerisinde kalan Argıt (Altınapa) Hanı, devletin en yüksek mevkilerine kadar yükselmiş azatlı bir köle olan Şemseddin Altunba (Altınapa) tarafından 1201 yılında yaptırılmıştır. Hanın kitabesi bulunmamaktadır. Ancak, Şemseddin Altunba tarafından yaptırıldığı 1201–1202 tarihli vakfiyeden anlaşılmaktadır. Bu vakfiyede Şemseddin Altunapa’nın Konya Akşehir yolu üzerinde Argıthanı kasabasının olduğu yerde bir kervansaray yaptırdığı yazılıdır. Han dikdörtgen planlı olup, kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Ayrıca bol miktarda da devşirme antik parçalar kullanılmıştır. Kapalı ve açık kısmı bir arada bulunmaktadır. Her iki bölüm birbiri ile aynı ölçüdedir. Doğu yönündeki giriş kısmı ana duvarlardan öne doğru taşkın değildir. Girişin hemen solunda, dışarıdan ikinci kata çıkan bir merdiven bulunmaktadır. Bu bölüm hanın mescit kısmıdır. Girişten kapalı bir avluya geçilmektedir. Bu avlunun iki yanında mekânlar bulunmakta olup, doğu kanadı boydan boya beşik tonozla örtülüdür. Batı yönü ise revak şeklinde düzenlenmiştir. Buradan kapalı kısma geçişi sağlayan kapı dışarıdakinin aksine öne doğru taşırılmış ve anıtsal bir görünüm kazanmıştır. Kapalı kısım giriş yönünde olduğu gibi üç sahınlıdır. Bunların üzerleri beşik tonozlarla örtülüdür. Bu sahınlardan ortadaki daha geniş ve yüksektir. Her iki bölüm de mazgal pencerelerle aydınlatılmıştır. Günümüzde sular altında kalan ve harap durumdaki hanın 1973 yılında Mahmut Akok-Orhan Semerci tarafından rölöveleri çizilmiştir.
-
KONYA KÜLLİYELERİ SAHİP ATA KÜLLİYESİ (Meram) Konya Meram ilçesinde, Larende Caddesi’nde bulunan Sahip Ata Külliyesi’ni, kitabesinden öğrenildiğine göre Anadolu Selçuklularının Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali yaptırmıştır. Cami, türbe, hankâh ve hamamdan meydana gelen külliyenin yapımına 1259 yılında başlanmış, 1279–1280 yıllarında tamamlanmıştır. Yapı topluluğunun cami, türbe ve hankâhının mimarı Abdullah bin Kölük’tür. CAMİ Sahip Ata Külliyesi ile ilgili araştırmasında Haluk Karamağaralı, caminin ilk yapımında, bugünkü çift minareli ön yüze kadar uzandığını ve caminin ağaç direkli ahşap bir yapı olduğunu belirtmiştir. Caminin ilk yapımından yalnızca çini mozaiklerle bezeli mihrabı günümüze gelebilmiştir. Bu cami, Anadolu Selçuklularının günümüze gelebilen en eski ağaç direkli camilerinden birisidir. Bu yapının taç kapısı Selçuklu ağaç işçiliğinin en görkemli örneklerinden birisidir. Taç kapının yanlarındaki derin niş halindeki sebilleri de bu konudaki en eski örneklerdendir. Buradaki sebilin köşe dolgularının birisi içerisinde yapının mimarı Kölük bin Abdullah’ın ismi yazılıdır. Taç kapının ortadaki giriş bölümü bir yazı frizi ve geçmeli mermer mozaiklerle çevrili bir bordürle kuşatılmıştır. Bu bordürün içerisinde yine silmelerin oluşturduğu bir sivri kemer bulunmaktadır. Bu kemer zengin görünümlü 14 mukarnas dizisi ile doldurulmuştur. Bunun altında da caminin sivri kemerli giriş kapısı yer almaktadır. Buradaki bordürler birbirlerine simetriktir. Birbirlerinin içerisinden geçen kalın halat motifleri, köşeli girift bezemeler kapının yanındaki sivri kemerli pencereyi de çevrelemektedir. Bu pencerelerin üzerindeki, yüzeyler renkli sırlı tuğlalardan oluşturulmuş baklava desenli bezeme ile kaplıdır. Girişin sağında şerefeden sonrası yıkılmış olan minare bulunmaktadır. Minarenin dilimli gövdesi lacivert ve turkuvaz renkte sırlı tuğlalarla kaplanmıştır. Giriş kapısının solundaki ikinci minare ise günümüze gelememiştir. Bu yapı çifte minareli taç kapı örneklerinin Anadolu’daki en eski yapısıdır. Giriş kapısının arkasında bir avlu içerisinde camiye yer verilmiştir. Bugünkü cami sonradan yapılmış olup, kare planlı 12 ahşap direkle taşınan bir mekân olup, üzeri çatı ile örtülüdür. İbadet mekânı mihrap duvarına dik beş sahından meydana gelmiştir. Girişin sağ ve solunda döşemeden biraz daha yüksek iki maksure bulunmaktadır. İbadet mekânının da taç kapıya doğru uzandığı sanılmaktadır. İlk yapıdan yalnızca lacivert, mor ve turkuvaz renkli mozaik kakma tekniğinde yapılmış, girişin eksenindeki çinili mihrap kalmıştır. Bu mihraptaki bezemeler, yıldızlar, geçmeler, rumiler ve kıvrık dallardan oluşmuştur. Caminin giriş kapısı eski külliyeden alınmış kündekâri tekniğindeki kaplılardır. TÜRBE Caminin mihrap duvarının sol köşesindeki bir kapıdan içerisine girilen koridorun sağında türbe yer almaktadır. Türbe aynı zamanda caminin mihrap duvarına da bitişik olup, büyük bir kemerle bu koridora açılmaktadır. Türbenin üzeri Türk üçgenleri ile desteklenmiş bir kubbe ile örtülüdür. Türbenin kubbesi bitkisel ve geometrik mozaik çinilerle zengin bir görünümdedir. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmaktadır. Kesme taştan yapılmıştır. HANKAH Selçuklu Beylikler döneminde gezginlerin ve yoksul dervişlerin misafir edildikleri yer olan hankâha Sahip Ata Külliyesi’nde de yer verilmiştir. Hankâhın girişi normal ölçülerde bir kapıdır. Arkasında koridor şeklinde bir geçit ve kapalı avlu durumunda divanhaneye geçilir. Bu bölüm külliyenin en yüksek ve en kütlevi yapısıdır. Orta mekânı örten aydınlık fenerli bu kubbe pandantifli olup, Selçuklu eserleri arasında az görülen bir yüksekliğe sahiptir. İçerisinde bir de mihrabın olduğu güney sofasının iki yanında da birer derviş hücresine yer verilmiştir. HAMAM Külliyenin dikdörtgen planlı hamamı çifte hamam plan şeklindedir. Kadınlar ve erkekler bölümü olmak üzere, birbirine simetrik iki bölümden meydana gelmiştir. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık kısımlarından oluşmaktadır. LALA MUSTAFA PAŞA KÜLLİYESİ (Ilgın) Konya Ilgın ilçesi, çarşı içerisinde bulunan Lala Mustafa Paşa Külliyesi, cami, sıbyan mektebi, imaret, tabhane, han, arasta, fırın ve sebilden meydana gelmiştir. Caminin kitabesinden 1576 yılında yapıldığı öğrenilmektedir. Ayrıca külliye ile ilgili bir de vakfiye düzenlenmiştir. CAMİ Külliyenin ana noktasını oluşturan cami kesme taştan yapılmış, 16.00x17.30 m. ölçüsünde kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri pandantifli kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe ayrıca ikişer tane payanda kemeri ile de desteklenmiştir. Caminin ana duvarları iki sıra pencereler üzerindeki yatay silmelerle ikiye bölünmüştür. İç mekân mihrap yönü dışında üç yöne doğru sivri kemerlerle genişletilmiştir. Caminin içerisinde 1.35 m. derinliğinde kemerlerin üzerine mahfiller yerleştirilmiştir. Bunlardan kuzeydeki mahfil taş konsolların yardımıyla öne doğru çıkarılmıştır. İbadet mekânı kuzey ve diğer iki yönde dört sıra pencere ile aydınlatılmıştır. Güney ve kuzey yönlerinde ise dikdörtgen pencereler bulunmaktadır. Caminin önündeki son cemaat yeri ikisi baklavalı, ikisi mukarnaslı dört sütunun taşıdığı beş bölüme ayrılmıştır. Bunların üzeri kubbe ile örtülüdür. Son cemaat yerinden iki renkli taşla örülmüş yuvarlak kemerli bir kapıdan ibadet mekânına geçilmektedir. Bu kapı üzerinde iki satırlık yapım kitabesi bulunmaktadır. Kitabe siyah zemin üzerine rumi ve bitkisel bezeli kompozisyonlar içerisindedir. Giriş kapısının iki yanına birer niş yerleştirilmiştir. Bunların yanında sivri kemerli dikdörtgen ve alınlıkları olan birer pencere ile birer kapı yerleştirilmiştir. Bu kapıların birinden sağdaki minareye, diğerinden de üst kattaki mahfile çıkılmaktadır. Köşede yer alan minare beden duvarlarının üzerine oturtulmuştur. Pabuç kısmı üzerinde on altıgen gövdeli minarenin ortasında bir de bezemeli kuşak bulunmaktadır. Tek şerefenin altı mukarnaslıdır. Caminin mihrabı iki yanında yivli sütunçelerle sınırlandırılmıştır. Mihrap, mukarnaslı olup, beş kenarlı bir niş halindedir. Bu nişin köşeleri zikzaklarla hareketlendirilmiştir. Mihrap yüzeylerinin her birine birer rozet işlenmiştir. Bunların altında da bitkisel süsleme nişine yer verilmiştir. Ahşap minber korkulukları, ajurlu geometrik kompozisyonları ile dikkati çekmektedir. Minberin kuzeybatı köşesine de ahşap bir müezzin mahfili yerleştirilmiştir. ŞADIRVAN Caminin avlusunda yakın tarihlerde yenilenmiş şadırvan bulunmaktadır. Orijinal şadırvanın sekizgen planlı olduğu ve üzerinin kurşun külahla kaplı olduğu bilinmektedir. Bu şadırvanın on ikigen su haznesi harap olmuştur. Haznenin bir yüzünde de ortadaki bir daldan çıkan çiçek motifi, rozetler görülmektedir. SIBYAN MEKTEBİ Lala Mustafa Paşa vakfiyesinde sıbyan mektebi ile kütüphaneden söz edilmektedir. Caminin batısında, köşede 7.00x13.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı sıbyan mektebinin avluya açılan bir kapısı ile bir penceresi vardır. Sıbyan mektebinin güneyinde bir tepe penceresi bulunmaktadır. Üzeri aynalı tonozla örtülüdür. İMARET Külliyenin avlusunun batısında, kuzey-güney doğrultusunda imaret bulunmaktadır. İmaret yan yana üç kubbeli bir birimden meydana gelmiştir. Bunlardan kuzeyde yer alan 8.00x8.00 m. ölçüsündeki kare planlı, tek kubbeli bölümün mutfak olduğu sanılmaktadır. Güneydeki diğer mekân ise 8.00x17.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, üzeri iki kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbelerde birer aydınlık feneri bulunmaktadır. Buradaki iki bölüm birer kapı ve pencere ile avluya açılmaktadır. İmaretin kuzeydoğu köşesinde arasta ile hana bitişik 5.00x15.00 m. ölçüsünde dikdörtgen bir yapı bulunmaktadır. Üzeri aynalı tonozla örtülü olan ve avluya bir pencere ve bir kapı ile açılan bu mekânın vakfiyede ismi geçen fırın olduğu sanılmaktadır. TABHANE Avlunun batısında ve hana bitişik olarak yapılmış, kare planlı, kubbeli odaların vakfiyede ismi geçen tabhane odaları olduğu sanılmaktadır. Bunlardan kuzeydeki iki oda arasında üzeri ayna tonozla örtülmüş bir bölüm bulunmaktadır. Tabhane odaları bu mekâna, pencereleri de avluya açılmaktadır. Güneydeki üç odanın kapıları ile pencereleri batı yönüne bakmaktadır. Ayrıca avlunun doğusunda, han kapısının yanlarında biri aynalı, diğeri kubbeli iki mekân daha vardır. Bunların samanlık ve depo olduğu sanılmaktadır. HAN Külliyenin avlusunun doğusunda bulunan han, yapı topluluğunun en büyük yapısıdır. Ortalama 36.00x50.00 m. ölçüsünde olan hanın yapım kitabesi bulunmadığından, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yalnızca odalardan biri içerisindeki ocağın taş konsolunda 1584 tarihi yazılıdır. Büyük olasılıkla hanın yapımına külliye ile birlikte başlanmış, 1584’te de tamamlanmıştır. Kuzeyden arasta ile birleşen hanın üzeri beş adet beşik tonozla örtülmüştür. Hanın ortasında bir koridor, iç mekânı üçe bölmüştür. Batıda cami avlusuna, doğuda da dışarıya açılan iki kapısı vardır. Ayrıca avlu yönündeki kapının önüne de çapraz tonozlu bir sahanlık yerleştirilmiştir. Hanın kuzeydeki bölümü oldukça büyük olup, dört ayakla iki nefe ayrılmıştır. Güneydeki bölüm ise üçayakla iki nefe ayrılmıştır. Bu mekânların her biri içerisinde birer ocak nişi bulunmaktadır. Hanın ortasındaki koridordan bir merdivenle üst kata çıkılır. Üst katta tonozlu ve ocaklı üç oda daha bulunmaktadır. ARASTA Yapı topluluğunun kuzeyinde, 11.00x87.00 m. ölçüsünde, boydan boya uzanan arastaya yer verilmiştir. Arasta karşılıklı sıralanmış dükkân dizilerinden meydana gelmiştir. Arastanın 70 m.lik bölümünün üzeri kapalı, diğer bölümü de açıktır. Kapalı bölümün iki ucunda ve iki yanında birer kapı bulunmaktadır. Burada üzeri tonoz örtülü ocaklı 25 dükkân bulunmaktadır. Güney yönündeki dükkân diğerlerinden daha kalın duvarlıdır. Burada vakfiyede belirtilen sebilin olduğu ihtimal dâhilindedir. SULTAN II.SELİM KÜLLİYESİ (Karapınar) Konya Karapınar ilçe merkezinde bulunan Sultan II.Selim Külliyesi, Yavuz Sultan Selim tarafından cami, imaret, medrese, tabhane, kervansaray, türbe, hamamdan oluşan bir yapı topluluğu olarak yaptırılmıştır. Yavuz Sultan Selim bu külliyeyi şehzadeliği döneminde, cami üzerindeki kitabesinden, Ebced hesabına göre 1563 yılında yaptırmıştır. Tuhfet’ül Mimarin ve Tezkiret’ül Ebniye ile Adsız Risale’den öğrenildiğine göre Mimar Sinan’ın eseridir. Yapı topluluğu ile ilgili vakfiyesinden öğrenildiğine göre de külliyenin çevresinde şadırvan, çeşme, 39 dükkânlı bir arasta ve iki değirmenle birlikte sıbyan mektebi de bulunuyordu. Yapı topluluğu 1847 yılında onarılmıştır. CAMİ Cami Karapınar bölgesine özgü göktaş denilen koyu gri, düzgün kesme taştan yapılmıştır. Külliyenin en önemli bölümünü oluşturan cami önünde U şeklinde sıralanmış imaret odalarının bulunduğu avlunun güneyinde yer almaktadır. Caminin önünde sekiz sütunun taşıdığı bir şadırvan bulunmaktadır. Cami kare planlı olup, cephesi ve beden duvarları oldukça sadedir. Yalnızca doğu batı ve güney cephelerinin ortalarına ve köşelerine duvar payeleri yerleştirilmiştir. Böylece XVI.yüzyıl camilerinin güzel bir örneği olarak ortaya çıkmıştır. Kuzey cephesindeki son cemaat yerinin iki yanında dışa taşkın minare kaideleri ve birer şerefeli on altıgen gövdeli altı mukarnaslı şerefeleri ile iki minare cepheye hareket kazandırmıştır. Caminin ana duvarlarının alt hizasında iki sıra halinde kesme bazalt taşı kullanılmış, bunun üzerine de sarıya yakın düzgün kesme taşlardan altta daha geniş, üstte bir saçakla kesilmiş üç kademe halinde beden duvarları yapılmıştır. Caminin kuzey cephesi dışında ikişer tane altlı ve üstlü pencereler bulunmaktadır. Güney, doğu ve batı cephelerinde kubbeyi taşıyan kasnağın altındaki kademede de küçük ve yuvarlak birer pencereye yer verilmiştir. Kuzey cephede ise, son cemaat yerine açılan iki altlık ve bir de üst pencere bulunmaktadır. Kuzey cephesindeki son cemaat yeri altı beyaz mermer sütunun taşıdığı beş kubbe ile örtülmüştür. Son cemaat yerinin ortasında bulunan camiye giriş kapısı Gödene taşı ile sarı renkteki taşların alternatif olarak sıralanmasından meydana gelmiş basık kemerlidir. Kapının üzerine istiridye biçiminde bir alınlık ve yapım kitabesi yerleştirilmiştir. Hatifi isimli bir şairin yazdığı altı satırlık bu kitabede Yavuz Sultan Selim tarafından 1564 yılında yapıldığı yazılıdır. Bu kitabenin iki yanındaki boşluğa da Sultan Abdülmecid tarafından 1847’de yapılan onarımı belirten bir kitabe yerleştirilmiştir. Buradaki ahşap kapı kanatları kündekâri tekniğinde olup, 1941 yılına kadar yerinde olduğu tespit edilen bronz ejder başı şeklindeki halkaları kayıptır. İbadet mekânını örten 14.80 m. çapındaki kubbe pandantifler üzerine oturtulmuştur. Kubbenin ortasına Fatır suresi yazılmış, içerisi kıvrık dal, rumi ve palmetlerden oluşan kalem işleri ile bezenmiştir. Mihrap ve minber beyaz mermerden olup, klasik üslupta yapılmıştır. Minberin üzerinde eklektik üslupta ahşap bir fener asılıdır. Bu fener caminin 1847 yılındaki onarımı sırasında buraya konulmuştur. Mihrabın iki yanında bulunan şamdanların, üzerindeki yazıdan Evliya Çelebi’nin ölümünden kısa bir süre önce kendisi veya yakınları tarafından buraya hediye edildiği anlaşılmaktadır. İMARET Caminin mihrabı ile giriş kapısından kuzeye doğru uzanan doğrultunun iki yanında U şeklinde imaret odaları sıralanmıştır. Bu imaretin 14 odalı olarak yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak, güney kolları orijinalliğini yitirmiştir. İmaret içerisindeki odalarda ocaklar, ocakları dışarıya yansıtan bacaları, camiden farklı olarak daha düşük kalitede moloz taşlardan yapılmıştır. HAN (Kervansaray): İmaret ile çeşme arasındaki boşlukta kervansaray (han) bulunmaktadır. Bu bölüm külliyenin en önemli kısımlarından birisini oluşturmaktadır. İki bölüm halindeki kervansarayın bölümleri arasındaki iki kapı ile bunları birleştiren sokağa açılmaktadır. Bu kapıların dışarıya bakan kemerleri basık ve alçak olup, iki renkli taşın alternatif yerleştirilmesi ile meydana gelmiştir. Kervansaray kare planlı olup, her bir bölümün içerisinde dörder paye ile dokuzar bölüme ayrılmıştır. Üzeri beşik tonozla örtülmüştür. ÇEŞME Külliyenin kuzeyinde kesme taştan, dikdörtgen prizma şeklinde çeşmesi bulunmaktadır. Siyah beyaz taşlardan örülü çeşmenin sivri kemeri üzerinde sekiz satırlık kitabesinden 1569 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu çeşme kitabesini Konyalı Meşami yazmıştır. HAMAM Külliyenin doğusunda, Valide Sultan Hamamı bulunmaktadır. İmaret ile kervansarayın doğusunda, külliyeye dik durumda yapılan bu hamamın girişi külliyeye bakan batı yüzündedir. Kare planlı olan hamamın üzeri tuğladan merkezi tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin altında mermerden fıskiyeli bir havuz, kubbe üzerinde de on iki köşeli bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklıktan meydana gelmiştir. Kare planlı sıcaklığın doğusunda iki yıkanma hücresi, arkasında da külhanı bulunmaktadır. Tamamen moloz ve kesme taştan yapılmıştır. Hamamın batı cephesi ise kesme taştan yapılmıştır.
-
KONYA MEDRESELERİ SIRÇALI MEDRESE (Muslihiye Medresesi) (Meram) Sırçalı Medrese Sultan II. Alaeddin Keykubat’ın lalası Bedreddin Müslih tarafından 1242-1243 yılında yaptırılmıştır. Bu medrese yapıldığı dönemde Hanefi Mezhebine bağlı din adamlarının yetiştirilmesi için yaptırılmıştır. Medrese kesme taştan iki katlı açık avlulu, eyvanlı, simetrik ve dengeli planı ile Selçuklu medreselerinin ilk örnekleri arasındadır. İsmini çini süslemelerinden almıştır. Günümüze cümle kapısı ve arkasındaki kalıntıları iyi bir durumda gelebilmiştir. Medresenin doğu cephesindeki kesme taştan giriş kapısı dışa taşkın geometrik bordürler, kitabeler ve mukarnaslı şekillerle bezenmiştir. Kapının iki yanındaki iki küçük pencere ile değişik bir görünüm ortaya koymaktadır. Giriş kapısının sağında iki basamakla çıkılan türbesinde Bedreddin Müslih (ö.1258) gömülüdür. Türbe zikzak biçimli tuğla örgülü olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Kubbenin ortasında firuze çiniler bulunmaktadır. Portalden medrese avlusuna girildiğinde üst katlara çıkan merdivenlerin bulunduğu bölmeler görülmektedir. Medresenin planı doğu-batı doğrultusunda, yaklaşık 25.00x30.00 m. Ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Avlunun üç tarafında iki katın yüksekliğine ulaşan sivri kemerli revaklar sıralanmıştır. Girişin karşısında, avlunun revaksız kenarında kare planlı baş eyvan bulunmaktadır. Bu bölüm açık dershane ve namaz kılmak için de kullanıldığından içerisine çini mihrap yerleştirilmiştir. Eyvanı kaplayan dört renkli zengin çini süslemeleri ve mihrap çinilerinin çoğu dökülmüştür. Eyvan kemerinin içerisinde solda Ameli Muhammed bin Muhammed bin Osman el Benna el Tusi olarak medresenin mimarının ismi yazılıdır. Bunun karşısındaki Farsça kitabede; “Yaptığım eserin dünyada eşi yoktur, ben baki değilim, bu eser hatıra olarak bakidir” yazılıdır. Baş eyvanın sağ ve solunda iki büyük kubbeli dershane bulunmaktadır. Avlunun sağ ve solundaki revakların arkasında sekizer hücre bulunmaktadır. Bunlar 8–9 m2 yüzölçümünde kareye yakın mekânlardır. Revak ayakları ile hücre duvarlarının arası oldukça dar tutulmuştur. Sırçalı Medrese iki katlı olarak yapılmış ancak, üst katların tam bir planı çıkarılamamıştır. Bununla beraber bu katlarda geçit ve sofaların olduğu sanılmaktadır. Selçuklu döneminde Konya’da yapılan diğer yapılarda olduğu gibi burada da çeşitli malzemenin bir arada kullanıldığı görülmektedir. Duvarların çoğu moloz taştandır. Aralarına yer yer ahşap kuşak ve hatıllar yerleştirilmiştir. Medresenin dikkati çeken yüzlerine yontma taş kaplanmıştır. İç kısımlardaki bazı duvarlarla kemerler, tonoz ve kubbeler tuğladan yapılmıştır. KARATAY MEDRESESİ (Karatay) Konya Alaeddin Tepesi eteğinde, Sultan II.Kılıçarslan Köşkü’nün karşısında bulunan Karatay Medresesi’ni Sultan II.Keykavus döneminde Emir Celaleddin Karatay 1251-1252 yıllarında yaptırmıştır. Medresenin kitabeleri bulunmasına rağmen bunların içerisinde mimarının ismi yazılı değildir. Günümüzde anıtsal giriş kapısının ön yüzü, kubbeli orta avlu, ana eyvan ve revaklardaki kubbeli hücreler iyi bir durumdadır. Selçuklu döneminin önemli bir eğitim kurumu olan Karatay Medresesi mimari düzeni, planı ve zengin bezemesi ile Selçukluların en önemli eserleri arasındadır. Bu medrese orta avlunun üzerinin örtülmesiyle kendine özgü bir gelişme gösteren medrese tipleri arasında yer almaktadır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre Mevlana Celaleddin-i Rumi döneminde dervişlerin ve fakihlerin buluşma yeridir. XIX.yüzyıl sonlarında medrese terk edilmiş, 1954 yılında onarılmış ve Karatay Çini Eserleri Müzesi olmuştur. Karatay Medresesi kesme taş, sırlı ve sırsız tuğla, mermer ve çini süslemeleri bir arada ve uyumlu biçimde kullanılmıştır. Giriş kapısının eksende olmayıp, yana kaydırılmış olmasına karşılık mekân düzenlemeleri son derece yerindedir. Giriş kapısı 7.50x8.25 m. Ölçüsünde olup, mukarnaslı kısımları ve yan bezemeleri ile burada Selçuklular yeni bir üslubu denemişlerdir. Düzgün taş hatıllı dikdörtgen bir çerçeve içerisindeki portal geometrik, bitkisel motif ve kitabelerle bezenmiştir. Altı sıra halinde mukarnaslar, dolgun niş biçimindeki ana giriş, bitkisel bezeme ve yazı kuşakları tümüyle portali çerçevelemiştir. Bunların dışında kalan alanlar akantus başlıkları, burma sütunlar ile kapıya daha görkemli bir görünüm kazandırmıştır. Burmalı sütunların yanlarında zikzak motifleri ile bezenmiş dikdörtgen panolara da yer verilmiştir. Buradaki mukarnasların üzerinde yuvarlak geçmelerden oluşan siyah ve mavi mermerden kemerin ortasına, köşelerine, oymalı topuzlar yerleştirilmiştir. Portal ile saçak altı ise tamamen sülüs yazılı bir friz ile doldurulmuştur. Giriş kapısından kubbeli kare bir mekâna geçilmektedir. Bu bölümde kubbeye geçiş yelpaze biçiminde Türk üçgenleri ile sağlanmıştır. Buradaki küçük bir kapıdan büyük kubbeli, revaksız orta avluya ulaşılmaktadır. Medresenin en önemli bölümünü oluşturan 12.00x12.10 m. ölçüsündeki orta mekânın kubbesi ve duvarları tümüyle çini kaplıdır. Burada da kubbeye geçişi üçgenler sağlamıştır. Bu üçgenler diğerlerinden farklı olarak beşli gruplar halindedir. Kubbenin altında büyük bir havuza yer verilmiştir. Avlunun sağ ve solunda beşik tonozlu üçer oda bulunmaktadır. Ortada ince uzun beşik tonozlu iki oda ile kuzeydoğu köşesinde kubbeli, kare bir mekân bulunmaktadır. Ancak bu mekânın çok az bir kalıntısı günümüze ulaşabilmiştir. Girişin karşısında, ortada yer alan ana eyvanın duvarları ve beşik tonoz kemerleri çinilerle kaplıdır. Bu eyvanın solundaki kubbeli oda Celaleddin Karatay’ın türbesidir. Ancak, bu türbeyi kaplayan çiniler dökülmüş ve balık kılçığı şeklinde tuğla örgüler ortaya çıkmıştır. Medresenin bir birinden farklı motifli firuze, lacivert, mor çini mozaikleri Selçuklu çini sanatının en önemli örneklerini burada bir araya getirmiştir. Medresenin bezemeleri kubbeli avlu ve ana eyvandan diğer bölümlere göre daha yoğunluk kazanmıştır. Geometrik bitkisel motifli ve kitabeli çini mozaikler Selçuklu çini sanatının teknik üstünlüğünü ve yaratıcı gücünü ortaya koymaktadır. Geniş alanlarda daha çok geometrik motifler kullanılmış, bordürler ile yazı frizlerinin altında bitkisel bezeme ön plana çıkmıştır. Örgü ve geometrik kûfi ve nesih yazılar medresedeki bezemeye daha da zenginlik kazandırmıştır. Eyvan kemerinin iç dolgusundaki kabartmalı geometrik geçmeler gölge ışık oyunları ile daha da etkili bir görünüm kazanmıştır. Orta kubbe firuze ve mavi rengin çeşitli tonlarındaki oldukça iri yıldızlar, geçmeler ile adeta gökyüzünü andırmaktadır. Böylesine yoğun ve zengin çini bezeme yapının mimarisini bozmamaktadır. İNCE MİNARELİ MEDRESE (Meram) Konya Alâeddin Tepesi’nin batı eteğinde bulunan İnce Minareli Medrese’yi Selçuklu Veziri Sahib Ata Fahreddin Ali 1260’ta yaptırmıştır. Mimarı taç kapı üzerindeki iki madalyonda ismi yazılı olan Kölük bin Abdullah’tır. Bu mimar Selçuklu döneminde yeni denemeleri ile tanınmış ve Selçuklu mimarisinde etkili olmuş bir mimardır. Konya’da avlusunun üzeri kubbe ile örtülü olan üç medreseden biri olan bu medrese aynı zamanda Sahip Ata Darülhadis’i olarak da anılmaktadır. Medreseye bitişik olarak yapılan mescidin cephesi üzerindeki sırlı tuğlalarla süslenmiş olan minaresi bu medreseye İnce Minareli isminin verilmesine neden olmuştur. İki şerefeli olan minare oldukça yüksek idi. Ancak, 19001 yılında yıldırım düşmesi sonucu birinci şerefeden yukarısı, daha sonra da şerefesi yıkılmıştır. Günümüzde mescit de yıktırılmış, yalnızca medrese ile birlikte olan mihrabı kalmıştır. Medresenin portali cephenin ortasında 5.45 m. kadar dışarı taşkın, kütlevi bir görünümdedir. Alışılagelen medrese portallerinden farklıdır. Anadolu Selçukluları döneminde yapılmış olan en görkemli portallerden birisidir. Kapı dış köşelerde iri bir düğümle bağlanan üçlü kaval silmelerle; cephede kıvrık dallı rumîli geometrik bezemeler ve Fetih Suresi’nin yazılı olduğu kitabe kuşağından oluşan üç bordür ile iki yandan sınırlanmıştır. Ancak, bordürlerin yarım kalmış oluşu bunların kapının üstünde de eksik olduğunu göstermektedir. Başlangıcı ve sonu eksik olan bu kitabe şeridinde, yukarıda surenin altıncı ayeti bitmeden yazı kesilmekte, diğer tarafta ise onuncu ayetin son kısmı ile yazı aşağıya doğru devam etmektedir. Kapının iki yanında başlayan kemer üstünde düğüm yaptıktan sonra saçağa ulaşan ve düğümlenen ikinci kitabe şeridinde ise sülüs yazı ile Yasin suresi yazılıdır. Bu kitabede de surenin üçüncü ayetinde eksiklikler vardır. Portal kemerinin köşe dolgularında, boş bırakılan kabarık yüzeylerde iri iki kabara görülmektedir. Ayrıca iki yanda bitkisel bezemeli bordürler, yivli çıkıntılı kaideler üzerinde kavsaralar bulunmaktadır. Bu bezemeler altta üçlü sütunçelerle sona ermektedir. Bu sütunçelerin, içlerinde bitkisel bezemeler olan başlıkları vardır. Kapının iki yanındaki ince uzun nişler sivri kemerlidir ve bunlar geometrik geçmeli bir bordürle de çevrelenmiştir. Giriş kapısından 3.90x3.70 m. ölçüsünde, üzeri çapraz tonozla örtülü bir giriş holüne, oradan da sivri kemerli bir kapı ile üzeri kubbeli avluya geçilmektedir. Avlu 10.80x10.80 m. ölçüsünde, ortasında şadırvan bulunan kare bir alandır. Avlu üzerindeki kubbeye dörder üçgenden oluşan yelpaze biçiminde bir pandantifle geçiş yapılmıştır. Buradaki üçgenlerin etrafı mavi zemin üzerine lacivert çinilerden oluşan palmet motifli bir şeritle kuşatılmıştır. Medresenin dışı taştan, içerisi tuğladandır. Kubbe firuze, kahverengi ve lacivert renkli sırlı tuğlalardan meydana gelmiştir. Bu sırlı tuğlalar iç içe geçmiş zikzak ve baklava motiflerine benzemektedir. Kubbe kasnağını çeviren geniş şerit üzerinde de firuze renkli çinilerden kûfi yazı ile “El-mülkü Lillah” ibaresi yazılıdır. Portalin karşısında yer alan 7.40x6.00 m. ölçüsündeki ana eyvana üç basamakla çıkılmaktadır. Sivri kemerli bir tonozla örtülü olan eyvanın iki yanında karşılıklı birer niş yerleştirilmiştir. Ancak, eyvanın çevresinde olması gereken hücreler günümüze gelememiştir. Günümüze medrese odalarının tamamı gelememiş ancak, avlunun her iki yanında dörderden sekiz hücre olduğu temel kalıntılarından anlaşılmaktadır. Günümüze gelemeyen mescidin minaresi kesme taştan kare kaidelidir. Bu kaidenin ön yüzü düğümlü kaval silmelerin çevrelediği kıvrık dallar, Rumiler ve yapraklarla bezenmiştir. Minarenin küp kısmı mavi sırlı tuğladan yapılmıştır. Üzerindeki sıvalı bölümde çini bir kitabenin olduğu sanılmaktadır. Minare çokgen gövdeli olup, aralarına firuze sırlı tuğlalar yerleştirilmiştir. Ayrıca bu tuğlaların iki yanına ince lacivert çiniler de yerleştirilmiştir. Mescidin kare planlı olduğu ve üzerinin de kubbe ile örtülü olduğu sanılmaktadır. Büyük olasılıkla duvarları ve mihrabı da çinilerle bezeli idi. Mescit 1929 yılında yıkılarak ortadan kaldırılmıştır. Bazı kaynaklarda medresenin portali ile minare kaidesi arasında sıbyan mektebinin olduğu da yazılıdır. Medrese 1876 ve 1899 yıllarında onarılmış, yakın tarihlerde de bir kez daha onarılarak Konya Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmet vermektedir. TAŞ MEDRESE (Akşehir) Konya Akşehir ilçesi, Altınkalem Mahallesi, Eski Afyon Caddesi üzerinde bulunan Taş Medrese, aynı zamanda mescit, türbe, hankâh, imaret ve çeşmeden meydana gelen bir külliye görünümündedir. Günümüze yalnızca mescit, medrese ve türbe gelebilmiştir. Bugün Akşehir Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan Taş Medrese’ye halk arasında Halkalı Medrese ismi de verilmiştir. Medresenin giriş kapısı üzerindeki üç satırlık kitabesinden öğrenildiğine göre; Anadolu Selçuklu sultanlarından II.Keyhüsrev’in oğlu II.Keykubat zamanında başvezir olan Emirdad Sahipata Hüseyin oğlu Fahreddin Ali tarafından 1250 yılında yaptırılmıştır. Akşehir Arkeoloji Müzesi’ndeki bir kitabeden öğrenildiğine göre de hankâh ile imaret, medrese ve mescitten on bir yıl sonra yapılmıştır. Taş Medrese açık avlulu, dört eyvanlı plan tipindedir. Giriş kapısı ile baş eyvan kuzey-güney yönünde; iki yayvan eyvan ise onlara dikey olarak yapılmıştır. Orta avlunun iki tarafı revaklı ve dikdörtgen planlıdır. Giriş kapısının sağındaki odalar medrese öğrencilerine ayrılmıştır. Avlunun doğusundaki kapalı bölmelerle açık eyvan dershane olarak kullanılmıştır. Medresedeki beş odanın içerisinde ocakları bulunmaktadır. Avlunun iki yanında sivri kemerlerle birbirine bağlanmış revakların mermer sütunları antik bir Bizans yapısından alınarak burada kullanılmıştır. Sütunların bazıları tek, bazıları iki parça halinde olup, kelepçelerle birbirlerine bağlanmıştır. Sütun başlıkları Roma ve Bizans dönemlerine ait olup, üç sütun başlığı da ters çevrilerek kullanılmış sütun kaideleridir. Medresenin mescit dışında kalan bezemeleri portal, ana eyvan ve türbede yoğunlaşmıştır. Ana eyvanın geniş kemeri mermerden olup, üzeri portalde olduğu gibi geometrik ve bitkisel bezemelerle kaplanmıştır. Moloz taştan yapılan medresenin yapımında devşirme malzeme ve mermer çokça kullanılmıştır. Kemer ve tonozlar tuğladandır. Taş Medrese ve diğer yapılar, yapıldığı XIII. yüzyıldan sonra birçok onarım geçirmişse de bu onarımları belirten bir kitabeye rastlanmamıştır. Son olarak 1941–1944, 1965–1966 yıllarında onarılmış ve Arkeoloji Müzesi olarak düzenlenmiştir. KÜÇÜK KARATAY MEDRESESİ (Karatay) Konya Alaeddin Meydanı’nda, Karatay Medresesi’nin karşısında bulunan bu medreseyi Celaleddin Karatay’ın kardeşi Kemaleddin Turumtaş 1248–1250 yıllarında yaptırmıştır. Bu medrese açık avlulu medreselerin bir örneği olup, kareye yakın dikdörtgen bir planı vardır. 1939 yılında yol genişletilmesi sırasında bu medrese yıkılmış yalnızca beşik tonozlu eyvanı ile portalinin bir bölümü ayakta kalmıştır. Günümüze gelebilen izlerden eyvan duvarları ve arka duvarlarındaki pencere kemerleri ile köşe dolgularında firuze, lacivert ve mor renkte çini mozaikler ve sırlı tuğlalar ile medresenin bezendiği anlaşılmaktadır. XIX.yüzyıl sonlarında Mevlana Dergâhı Postnişini Abdülvahip Çelebi’nin yaptırdığı öğrenci hücreleri de 1939 yılında yıkılarak günümüze gelememiştir. ALİ GAV (Mahmudiye) MEDRESESİ (Selçuklu) Konya Tarla Mahallesi’nde bulunan Ali Gav Medresesi, Ali Gav Zaviyesi ve Türbesi, Mahmudiye Medresesi isimleri ile de tanınmaktadır. Medresenin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi, banisi ve mimarı bilinmemektedir. Yapı üslubundan XII.-XIII. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Medrese kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı tek katlı bir medrese olup, tek veya iki eyvanlı medreseler grubundandır. Prof.Dr.Metin Sözen bu medrese ile ilgili Konya’daki kapalı medreselerin ilk örneklerinden olduğunu ileri sürmüştür. Medrese mimarisi ve bezemeleri ile de döneminin özelliklerini yansıtmaktadır. Medresenin dikdörtgen, üzeri kubbeli revaklı bir avlusu, güneyinde baş eyvanı, onun iki yanında da kubbeli iki odası bulunmaktadır. Bu odalardan birinin türbe, diğerinin de kışlık dershane olduğu sanılmaktadır. Bu mekânların üzerini örten kubbelerin Türk üçgenleri ile üst örtüye geçişi sağlanmıştır. Ali Gav Medresesi’nde yapılan kazılarda özellikle kubbeli mekanlarda firuze renkte çinilerle karşılaşılmıştır. Ele geçen bu örnekler medresenin ilk yapımında çinilerle bezendiğini göstermektedir. Medresede 19001 yılında yapılan eklemeler ve daha sonraki onarımlardan sonra Mahmudiye ismi ile tanınmıştır. TACÜL VEZİR MEDRESESİ (Selçuklu) Konya Dede Bahçe’nin doğusunda bulunan Tacül Vezir Medresesi ile Türbesi’ni Sultan II.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Vezir Taceddin Mehmed 1239-1240 yılında yaptırmıştır. Vakıf kayıtlarında bu medresenin yanında hanikâh, mescit ve türbe olduğu yazılıdır. Medresenin giriş ve hücreleri yıkılmıştır. Medrese ile ilgili eski fotoğraflardan anlaşıldığına göre, avlulu, revaklı ve girişin ekseninde ana eyvanı olduğu görülmektedir. Bu ana eyvanın sağında türbe, solunda da kubbeli kışlık dershanesi bulunuyordu. Medrese kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Kemer ayaklarında tuğlalara yer verilmiştir.
-
KONYA TÜRBELERİ NASREDDİN HOCA TÜRBESİ (Akşehir) Konya Akşehir ilçesi surlarının doğusunda kendi ismi ile tanınan mezarlıkta bulunan Nasreddin Hoca Türbesi’nin yapıldığı tarih kesinlik kazanamamıştır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özgünlüğünü yitiren bu yapıyı Akşehir Kaymakamı Şükrü Bey 1905 yılında yaptırmıştır. Eski yapıdan yalnızca ortadaki ana türbe bölümü günümüze gelebilmiştir. Bu ana türbe bölümünü altı sütunu birbirine bağlayan sivri kemerlerden oluşan bir revak çevrelemektedir. En dışta 12 köşeli mermer kaideye oturan 12 sütun sıralanmıştır. Türbenin üzerini 12 köşeli çinko külahlı bir çatı örtmektedir. Mermer sandukanın başucunda Nasreddin Hoca’nın yaşamını simgelemek üzere ölüm tarihi olan h.683 (1284) ters olarak 386 şeklinde yazılmıştır. Bugünkü görünümüyle bu türbenin mimari bir özelliği bulunmamaktadır. ŞEYH SEYDİ MAHMUT HAYRANİ TÜRBESİ (Akşehir) Konya Akşehir’deki Şeyh Seyit Mahmut Hayrani Türbesi, Şeyh Seyit Mahmut Hayrani’nin ölümünden sonra 1204 yılında yapılmıştır. Türbeyi Karamanoğlu II. Mehmet 1409’da Seydi Muhiddin’e yeniden yaptırmıştır. Türbe taş kaide üzerinde, kare planlı tuğladan silindirik gövdelidir. Üzerini yine dilimli bir külah örtmektedir. Dilimlerin araları dikey tuğlalarla örülmüştür. Üç renkli sırlı tuğla süslemeler ve sonraki yıllarda buraya eklenen yıldız ve haç biçimi çinilerle görkemli bir görünüş elde edilmiştir. Türbenin giriş kemeri alınlığında rumi, palmet, altıgen ve yıldız motifleri ile bezeli kitabesinde türbenin mimarının Asli Bin Abdullah olduğu yazılıdır. Türbenin içerisi kubbe ile örtülüdür. Kubbenin içerisi firuze çinilerden altı köşeli yıldızlar ve kare şeklindeki altıgen motifleri ile bezenmiştir. Doğu yönündeki giriş kapısı ceviz ağacından tek kanatlı olup, devrinin en iyi ağaç işi örneklerindendir. Bugün bu kapı Akşehir Müzesi’nde korunmaktadır. Türbenin üzerindeki ağaç işçiliği ve yazı sanatı yönünden önemli olan sandukası İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndedir. EŞREFOĞLU KÜMBETİ (Beyşehir) Konya Beyşehir ilçesi Eşrefoğlu Camisi’nin doğu duvarına bitişik olan türbe, Emir Seyfettin Süleyman için 1301 tarihinde yapılmıştır. Kümbet kesme taştan sekizgen gövdeli, klasik türbe mimarisi üslubunda olup, içten kubbe dıştan konik bir çatı ile örtülüdür. Türbeye iki yanlı dik basamaklı merdivenlerle çıkılmaktadır. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmaktadır. Türbenin dış cephesi son derece sade olmasına karşılık içerisi çini mozaiklerinin zengin örnekleri ile bezenmiştir. Ayrıca kubbenin tümü kıvrık dallar, palmetler, Rumiler ve yıldızlarla kaplanmıştır. Kubbe kasnağı kufi yazıyı andıran çinilerle bezelidir. EBU DERDA TÜRBESİ (Ereğli) Mezarlığı’nda bulunan bu türbenin kime ait olduğu ve hangi tarihte yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Türbenin bugünkü yapısının mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Kare planlı olup, üzeri sekiz köşeli kasnağın taşıdığı bir kubbe ile örtülüdür. Türbe moloz taştan yapılmıştır. Giriş kapısı sivri kemerli olup, iki yan kenarda ikişer penceresi bulunmaktadır. AHİ ZEKERİYA TÜRBESİ (Ereğli) Mezarlığı yanında bulunan bu türbe kitabesinden öğrenildiğine göre Sait Ahi Zekeriya’ya aittir. Mermer sanduka üzerinde Ayet’ül Kürsi ve Kelime-i Tevhit yazılıdır. Sandukanın diğer tarafında “Merhum Mağfur Şehit ve Sait Ahi Zekeriya Helva-i meftundur. Allah kabrini nurlandırsın” yazılıdır. Türbe moloz taştan yapılmış olup, mimari yönden bir özellik taşımamaktadır. MUSTAFA BEY TÜRBESİ (Ereğli) Konya Ereğli ilçesi, Alparslan Mahallesi’nde bulunan bu türbe Kaptan-ı Derya Aşçı İbrahim Paşa’nın dört yaşında ölen oğlu Mustafa Beyê aittir. Kitabesini Ahmet Dürri Efendi yazmış ve bir de şiir eklemiştir. Türbe 1710 yılında yapılmış, 1778 yılında da Çelebizade İsmail Asım Efendi’nin eşi Ematullah Hanım buraya gömülmüştür. Bunu belirten bir kitabe de ayrıca eklenmiştir. Türbe moloz taştan, kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Mimari yönden bir özellik taşımamaktadır. SEYİT HARUN TÜRBESİ (Seydişehir) Konya Seydişehir ilçesi Pazar Yeri’nde bulunan Seyit Harun Camisi ve Türbesi’nin, Seyit Harun’un ölümünden önce 1320’de yapıldığı sanılmaktadır. Seyyid Harun Camisi’nin kuzey cephesine bitişik olan üç kümbetten sağdaki ilk kümbet Seyyid Harun-ı Veli’ye aittir. Vakıflar Genel Müdürlüğü yakın tarihlerde bu türbeyi onarmıştır. Türbe iki katlı ve 6.10x6.10 m. ölçüsünde kare planlıdır. Kaide ve gövdesi taştan, sekiz köşeli kasnak üzerine oturan kubbesi tuğladan yapılmıştır. İçeriden kemerler üzerine oturan kubbe, dışarıdan piramidal bir külahla örtülmüştür. Türbenin giriş kapısı sağda olup, basık kemerli kapı ile üzerindeki niş arasındaki bölüme mermer kabartma sülüs yazı ile bir kitabe yerleştirilmiştir. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir: ” Bu kutlu türbe, yoksulların efendisi, Allah’ın rahmetine kavuşmuş ve günahları bağışlanmış olan Seydi Harun'un yirmi üç rebi'ül-evvel yediyüz yirmi de ölmesi üzerine inşa edildi”. Türbenin içerisinde bulunan sandukanın üzeri sıvanmıştır. Tuğla örgülü olan bu sandukanın baş ucundaki kemeri firuze renkte, altıgen, dörtgen ve üçgen çini levhalarla doldurulmuştur. Bunların ortasındaki çini pano üzerinde Allah sözcüğü yazılıdır. Türbenin içerisindeki üç pencereden biri camiye açılmaktadır. Pencerelerin lentoları çevredeki antik kalıntılardan derlenmiştir. Bezemelerinden anlaşıldığına göre bunlar Bizans dönemine aittir. Ayrıca kıble duvarında da sivri kemerli bir mihrap bulunmaktadır. Türbenin çift kanatlı ahşap kapısı Beylikler dönemi üslubunu yansıtan oyma tekniğinde yapılmış bezemelerle süslüdür. Türbe onarımlarla özgünlüğünü kısmen yitirmiştir. HÜRREM PAŞA TÜRBESİ (Karatay) Mevlana Külliyesi’nin avlusunda matbahın doğu yönünde bulunan Hürrem Paşa Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Vezir İbrahim Paşa tarafından 1527 yılında şehit düşen Hürrem Paşa için yaptırılmıştır. Kesme taştan, sekiz köşeli planı olan türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür. Kuzey yönündeki giriş kapısı üzerinde kubbeli bir kapı siperi bulunmaktadır. Türbe içerisinde Karaman Beylerbeyi Hürrem Paşa (1526) ve Şam vilayeti sancağında Mutasarrıflık yapmış olan Hacı Bey’in (1533) mezarları bulunmaktadır. HASAN PAŞA TÜRBESİ (Karatay) Mevlana Külliyesi’nin güney yönünde dergâha bitişik olan türbe, 1573 yılında ölen Karaman Beylerbeyi Hasan Paşa için yaptırılmıştır. Kesme taştan sekiz köşeli planı olan türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür. Klasik Osmanlı mimarisine göre yapılan türbenin giriş kapısı üzerindeki kitabesinde, Hasan Paşa için yaptırıldığı belirtilmektedir. Türbenin kuzeyindeki pencerelerden biri kapı şekline sokulmuş ve Mevlana Türbesi’ne açılmaktadır. SİNAN PAŞA TÜRBESİ (Karatay) Mevlana Külliyesi’nin güney yönünde bulunan Sinan Paşa Türbesi kitabesinden öğrenildiğine göre, 1574 yılında yapılmıştır. Türbe kesme taştan sekiz köşeli olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olan türbenin kuzeydeki giriş kapısı üzerinde yapıldığı yılı gösteren kitabesi bulunmaktadır. Türbe içerisinde Karaman Beylerbeyi Sinan Paşa’nın sandukası bulunmaktadır. MURAT PAŞA KIZI TÜRBESİ (Karatay) Mevlana Külliyesi’nin avlusunda, Sinan Paşa Türbesi’nin kuzeyinde bulunan bu türbe, Karaman Beylerbeyi Kuyucu Murat Paşa’nın kızı Fatma Hatun için 1585 yılında yapılmıştır. Kesme taştan yapılmış olan türbe, sekiz köşeli plan düzeninde olup üzeri kubbe ile örtülüdür. Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubundaki türbenin giriş kapısı üzerinde 1585 yılında Fatma hatun için yapıldığını gösteren kitabesi bulunmaktadır. Türbe içerisinde Fatma Sultan’ın mermer mezar sandukası bulunmaktadır. Burası daha önce dergahın kütüphanesi olarak kullanılmıştır. MEHMET BEY TÜRBESİ (Karatay) Mevlana Külliyesi’nin güney avlusunda bulunan Mehmet Bey Türbesi, sülüs celi kitabesine göre 1534 yılında ölen Mevlevi muhibbi Mustafa Paşa’nın oğlu Mehmet Bey için yapılmıştır. Türbe Hamuşa’nın (Mevlevi Mezarlığı) doğu yönündedir. Türbe dört mermer sütunun taşıdığı küçük bir kubbeden meydana gelmiştir. Kubbenin altındaki taş döşeme üzerinde Mehmet Bey’in sanduka şeklindeki mezar taşı bulunmaktadır. GÖMEÇ HATUN TÜRBESİ (Merkez) Konya Musalla Mezarlığı Mevkii’nde bulunan Gömeç Hatun (Kız Kulesi) Türbesi XIII.yüzyılın sonlarında yapılmıştır. Türbenin Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin Kılıç Aslan’ın karısı Gömeç Hatun’a ait olduğu söylenmektedir. Türbe Selçuklu mimari üslubunda yapılmış olup, alt kısmında beşik tonozlu mumyalık, üst kısmında da merdivenlerle ulaşılan tek eyvandan oluşan zemin bölümü bulunmaktadır. Türbe duvarlarının altı kesme taştan, üzeri de tuğladan yapılmıştır. Giriş kapısı çini bezemelidir. Türbenin dış görünümü bir kaleyi andırmaktadır. Eyvan kemerlerinin içerisi mozaiklerle bezenmiştir. FAKİH DEDE TÜRBESİ (Karatay) Konya Burhandede Mahallesi’nde bulunan bu türbe, mutasavvıf ve bilgin Burhaneddin Fakih Paşa için 2454 yılında yaptırılmıştır. Türbe Karamanoğlu dönemi ile Selçuklu dönemi mimarisinin bir araya getirilmiş örneğidir. Türbe kare planlı olup, gövde sekiz köşelidir. Üzeri tuğladan piramidal bir külahla örtülmüştür. Türbenin üzeri kubbe ile örtülü olup, bunun üzerine silindirik külah oturtulmuştur. Giriş kapısı üzerinde 1454 tarihini içeren nesih yazılı çini mozaiklerle süslü kitabesi bulunmaktadır. Burası firuze, mor, mavi ve lacivert çinilerle bezenmiş olup, üzerlerine çiçek ve yaprak motifleri işlenmiştir. Kapı giriş kemerinin köşe dolguları da firuze ve mavi çinilerle kaplanmıştır. Türbenin içerisinde Fakih Dede’nin basit bir sandukası bulunmaktadır. SULTANLAR TÜRBESİ (Karatay) Konya Alaeddin Camisi içerisinde bulunan Sultanlar Türbesi’nde, Selçuklu sultanlarından Sultan I.Mesut, Sultan II.Kılıçaslan, Sultan II.Rüknettin Süleyman, Sultan I.Gıyaseddin Keyhüsrev, Sultan I.Alaeddin Keykubat, Sultan II.Gıyaseddin Keyhüsrev, Sultan IV.Kılıçaslan ve Sultan III.Gıyaseddin Keyhüsrev gömülüdür. Türbe klasik Selçuklu türbe mimarisi üslubundadır. Türbenin on köşeli kesme taştan bir gövdesi vardır. Üzeri kubbe ile örtülü olup, dışarıdan bu kubbe piramit biçiminde on cepheli bir külah ile örtülmüştür. Tuğla külahın ilk yapıldığı dönemde çinilerle kaplı olduğu günümüze gelen izlerden anlaşılmaktadır. Külahın çevresinde lacivert üzerine beyaz harflerle yazılmış çini bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabede; “Bu imaretin yapılmasını Kılıçaslan’ın oğlu Mesud’un oğlu Kılıçaslan’ın emrettiği” yazılıdır. Buradan anlaşıldığına göre türbe Sultan II.Kılıçaslan zamanında yapılmıştır. Ayrıca türbenin doğusundaki bir pencere üzerinde de mimarının Abdulgaffar oğlu Yusuf olduğu yazılıdır. Gövde içerisindeki duvarlarda nişler bulunmaktadır. Türbe içerisindeki sandukaların çinileri dağılmış, sökülmüş, bir kısmı da kaybolmuştur. Arta kalanlar gelişi güzel sandukaların üzerine yapıştırılmıştır. Lacivert zemin üzerine beyaz harflerle yazılı olan çini kaplamalarda burada gömülü olanların isimleri yazılıdır. İlk yapıldıklarında tamamen çini kaplı olan bu sandukalardan dört tanesinin üzeri harç ile sıvanmıştır. ALAADDİN CAMİSİ AVLUSUNDAKİ İKİNCİ TÜRBE (Karatay) Alaaddin Camisi avlusunda bulunan ikinci türbe, Sultanlar Türbesi’nin batısında olup, görkemli bir görünüşü vardır. Sekizgen planlı türbenin gövdesinden sonraki bölümü yok olmuştur. Üzerinin kubbe veya külahla örtülü olup olmadığı bilinmemektedir. Prof.Dr.Semavi Eyice’ye göre yarıda kalmış olması da muhtemeldir. Türbe içerisinde mihrabının bulunmasına rağmen burasının bir mescit olarak yapıldığı da iddia edilmiş ancak, bu kesinleşmemiştir. Kesme taştan yapılan türbenin köşeleri zencerek kabartmaları ile işlenmiştir. Kapısı çift renkli taşlardan yapılmış, iki yanına sütunçeler yerleştirilmiştir. Kapının üzerinde bulunan kitabe levhası boş bırakılmıştır. İçerisinde hiçbir sanduka bulunmamaktadır. Bu da türbenin tamamlanmadığını göstermektedir. Türbenin yan cephelerindeki pencereler kapısında olduğu gibi kemerler içerisine alınmış ve buraları kabartma frizler ve mukarnaslarla süslenmiştir. ÜÇ KIZLAR TÜRBESİ (Akşehir) Konya ili, Akşehir ilçesi merkezinde Taş Medrese yanında bulunan Üç Kızlar Türbesi’nde Sahibi Ata Ali’nin kızları gömülüdür. Türbe medrese girişinin solunda bulunmaktadır. Kare planlı bir yapı olup, güney duvarı üzerinde revaklı avluya açılan basık kemerli bir kapısı vardır. Bu kapının üzerine de sivri kemerli bir pencere yerleştirilmiştir. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmakta olup buraya giriş yan taraftaki hücreden merdivenledir. Mumyalık kare planlıdır. Üzeri yıldız tonozlarla örtülmüştür. Zemini toprak olarak bırakılmıştır. Bazı yayınlarda burada üç sandukanın bulunduğu belirtilmektedir. Ancak bunlar günümüze gelememiştir. Türbenin üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Trompların üçgen yüzlerinde firuze sırlı tuğlalarla baklava şeklinde bir bezeme meydana getirilmiştir. Kubbe içerisindeki incelemede firuze sırlı tuğlalar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kubbe eteğinde günümüze çok azı gelebilmiş kufi yazı taklidinde geçmeli, geometrik, çini mozaik tekniğinde yapılmış bir kuşak bulunmaktadır. Kubbe göbeğinde ise yine çini mozaik tekniğinde geometrik geçmeli bir bezeme bulunmaktadır.
-
KONYA CAMİLERİ SADREDDİN KONEVİ CAMİSİ (Merkez) Konya Şeyh Sadrettin Mahallesinde bulunan Sadrettin Konevi Camisi giriş kapısı üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre; Mutasavvıf Sadrettin Konevi adına 1274’de yapılmıştır. Buradaki ikinci bir kitabede de camiyi Konya Valisi Ferit Paşa’nın 1899 yılında onarttığı yazılıdır. Cami dikdörtgen planlı kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Anıtsal bir giriş kapısı bulunmaktadır. Girişin üzerindeki mekân kütüphane olarak kullanılmıştır. Giriş bölümünden bir kapı ile hazireye, oradan da Sadrettin Konevi’nin Türbesi’ne geçilmektedir. Caminin ilk yapıldığı dönemde çinilerle kaplı olduğu günümüze gelebilen izlerden anlaşılmaktadır. Sivri kemerli mihrabı XIII.yüzyıl Selçuklu çinileri ile bezelidir. Caminin yanındaki Sadrettin Konevi Türbesi Klasik Selçuklu kümbetlerinden bir örnektir. Gövdesi açık olup, üzeri ahşap çatı ve kafes şeklinde örülmüştür. İPLİKÇİ CAMİSİ (Meram) Konya Meram ilçesinde Alâeddin Tepesi’nin doğusunda, Kürkçü Mahallesi’nde, Alâeddin Caddesi’nde bulunan İplikçi Camisi’nin yanındaki medresenin vakfiyesinden öğrenildiğine göre; Sultan II. Kılıçaslan döneminde Vezir Şemsettin Altun-aba tarafından yaptırılmıştır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bununla berber caminin yapı üslubu ve ilgili vakfiyesine dayanılarak cami ve yanındaki medresenin XII. yüzyılın sonlarında yapıldığı bilinmektedir. Cami ilk yapıldığı yıllarda ilk banisinden ötürü Ebülfazl Mescidi, daha sonra Ahmed Bey Camisi ismiyle anılmıştır. Bitişiğindeki Altun-aba Medresesi’nin vakfiyesinde belirtilen İplikçi Necibüddin Ayaz’ın bu medresenin mütevellisi olması ve yakınında da İplikçiler Çarşısı’nın bulunması nedeniyle cami, İplikçiler Camisi ismini almıştır. İplikçiler Camisi günümüze orijinal şekliyle gelememiş, değişik zamanlarda onarılmıştır. Ahmed Eflaki’nin “Ariflerin Menkibeleri” isimli eserinde bu caminin yapımı ile bazı bilgiler bulunmaktadır. “ Seyyid Selahaddin bir gün Konya’ya geldi. Ebülfazl Mescidinde Cuma namazında bulundu. O gün Mevlana hazretleri vaaz ediyordu.” Bu sözlerden caminin XIII. yüzyılın ortalarında önemli bir dini merkez olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzdeki mihrabın altında bulunan mozaik kakmalı mihrap, XIII.yüzyılın başlarına tarihlendirilmektedir. Caminin giriş kapısı üzerindeki kitabeye göre de Kişci Mesudzade Hacı Ebubekir tarafından 1333 yılında genişletilerek yenilenmiştir. Bunun yanı sıra 1431 tarihli bir vakfiyede de caminin Turgut oğlu Ebülfazl Ahmet Bey tarafından yenilendiği belirtilmiştir. Sonraki yıllarda yangın sonucu harap olmuş, 1584 yılında şehrin tüccarlarından Hacı Emrullah tarafından yeniden onarılmıştır. Caminin planı ile ilgili bazı çelişkiler bulunmaktadır. Prof. Dr. Selçuk Mülayim’den öğrendiğimize göre 1939 yılında yapılan onarım sırasında caminin yanında bir başka yapı daha oraya çıkmıştır. Cami muhtemelen bugün mevcut olmayan medresenin duvarına bitişikti. Bugün cami duvarında görülen kemer izinin medreseye ait olması ihtimal içerisindedir. Bununla beraber, caminin güney cephesi duvarı önünde yapılan kazıda eski bir minareye ait temel kalıntıları bulunmuştur. Bu kalıntıların ilk camiye ait olduğu sanılmaktadır. Caminin, birçok kez açılan cadde nedeniyle yıktırılması düşünülmüş, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 1945’de onarılmış, Konya Müzesi’nin l951’de Klasik Eserler bölümü olmuş, l960 yılında yeniden ibadete açılmıştır. Günümüzde çevresindeki yol nedeniyle çukurda kalan caminin beden duvarları ile minaresi yükseltilmiştir. Eski fotoğraflarda minaresinin oldukça güdük olduğu görülmektedir. Bugün önceki minareye göre yüksek bir tuğla kaide üzerinde silindirik gövdeli olarak yükseltilmiştir. Camini duvarları kesme taş ve tuğla dizilerinden örülmüştür. Duvarlar üzerinde düzenli sıralar halinde pencereler açılarak içerisi iyi bir şekilde aydınlatılmıştır. İbadet mekânı 30.00x40.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, XIII.yüzyıl Selçuklu plan şemasına uygun bir şekildedir. Mihrap duvarına enine gelişen plan şekliyle orta sahın daha geniş tutulmuştur. Mihrap duvarına dik olan yedi nef birbirlerine kemerlerle bağlanan örtü sistemi altında üç koridor halindedir. Girişten sonraki yan mekânlar çapraz tonozlarla, mihrap duvarına bitişik nef beşik tonozla örtülmüştür. Giriş ile mihrabı birleştiren eksen üzerinde üç sahın boyunca üç kubbe camiin planına ilginç bir görünüm vermektedir. Günümüzde sıva ile örtülü iç mekanda XIX.yüzyılın barok üslupta bezenmiş mihrabının altında orijinal mihrap bulunmaktadır. Orijinal mihrap Anadolu Selçuklu sanatının en eski örneklerindendir. Firuze, mor çinilerin oluşturduğu geometrik kompozisyonlu çerçeve ile çevrili mihrapta firuze,lacivert renkte çinili ve rumi kompozisyonlu ikinci bir çerçeve görülmektedir. SELİMİYE CAMİSİ (Karatay) Konya Karatay ilçesinde, Mevlana Türbe ve Dergâhı’nın batısında bulunan Selimiye Camisi’ni Sultan II.Selim şehzadeliği sırasında Konya Valisi iken, 1558’de yapımını başlatmış, padişah olduktan sonra da 1570 yılında tamamlamıştır. Caminin Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Cami 1685 ve 1816 yıllarında onarılmış ve son onarımını Mimar Muzaffer (1881-1920) 1914 yılında tamamlatmıştır. Osmanlı klasik mimari üslubunda olan caminin planı İstanbul’daki eski Fatih Camisi’ne benzemektedir. Kesme taştan yapılan caminin kuzeyinde yuvarlak altı sütunlu ve yedi kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bu sütunlar birbirlerine kırmızı ve beyaz taştan kemerlerle bağlanmıştır. İbadet mekânına üç kapıdan girilmektedir. Bunlardan ana giriş kapısı mermerden olup, mukarnas dolguludur. Bu girişin üzerinde tarihsiz bir kitabe bulunmaktadır. Sağ taraftaki kapıda da “Camideki mümin sudaki balık gibidir, ondan zevk alır”, sol kapıda, “Camideki münafık kafeste bunalan kuş gibidir” anlamında sözler yazılıdır. İbadet mekânı iki kalın paye üzerine oturmuş oldukça yüksek merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbe mihrap önünde yarım bir kubbe ile, yanlarda da üçer küçük kubbe ile desteklenmiştir. İbadet mekânının giriş kapısı ekseninde bulunan mihrabı gök mavisi renkte mermerden mukarnaslı olarak yapılmıştır. Minberi beyaz renkte mermerden olup, taş işçiliğinin güzel örnekleri arasındadır. Caminin son cemaat yerinin sağ ve solunda tek şerefeli iki minaresi bulunmaktadır. KAPU (İhyaiyye) CAMİSİ (Meram) Konya’da Odun Pazarı semtinde, Sarraflar (Çıkrıkçılar) Caddesi üzerinde bulunan bu cami, eski Konya Kalesinin kapılarından birisinin yanında bulunduğundan Kapu Camisi ismi ile tanınmıştır. Camiyi Mevlâna’nın torunlarından postnişin Hasanoğlu Şeyh Hüseyin Çelebi 1658 yılında yaptırmıştır. Yapımından bir süre sonra yıkılan camiyi 1811 yılında Konya Müftüsü Esenlerlizade Seyyid Abdurrahman Efendi yeniden yaptırmıştır. Ancak cami 1867 yılı yangınında çevresindeki vakıf dükkânları ile birlikte yanmıştır. Bu olaydan sonra 1868’de cami üçüncü kez yapılmıştır. Bugünkü caminin kapı kemeri üzerindeki kitabesinden banisinin ismi yazılı olmamakla birlikte 1868’de yapıldığı yazılıdır. Konya’da yapılmış olan Osmanlı camilerinin en büyüklerinden biri olup, düzgün kesme taştan yapılmıştır. Caminin önünde on mermer sütunlu son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerindeki sütunlar birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmıştır. Caminin basık kemerli basık kemerli giriş kapısının bezemesi bulunmamaktadır. Ayrıca doğu ve batı yönlerinde de birer kapısı daha vardır. İbadet mekânının üzeri içten sekiz kubbe, dıştan da çatı ile örtülüdür. Taş mihrap ve ahşap minberi oldukça sadedir. Yanındaki minarenin şerefeye kadar olan bölümü taştan, üzeri de tuğladandır. Şerefe ile külah arasında da çini kuşaklara yer verilmiştir. Caminin batısındaki şadırvanı Müftü Seyyid Abdurrahman tarafından 1812 yılında yaptırılmıştır. AZİZİYE CAMİSİ (Karatay) Konya’da Çarşı içerisinde bulunan Aziziye Camisi’nin olduğu yer, Bezirgânlar Hanı arsası idi. Burada Sultan IV.Mehmet’in kızlarından Hatice Sultan’ın eşi Musahib Mustafa Paşa tarafından XVII.yüzyılın ikinci yarısında yaptırılmış ve altında dükkanları bulunan yüksek cami bulunuyordu. Bu cami 1867-1868 yıllarında yanmış ve Sultan Abdülaziz ile annesi Pertevniyal Valide Sultan’ın maddi katkıları ile Aziziye Camisi’nin yapımına 1872 yılında başlanmış,1874 yılında da tamamlanmıştır. Aziziye Camisi klasik Osmanlı mimarisi ile Barok mimari üslubunun karışımı ile yapılmış bir camidir. Aziziye Camisi XIX.yüzyıl Türk mimarisine egemen olan bir üsluptadır. Bununla beraber Osmanlı mimarisi içerisinde belirli bir üsluba dahil edilemediği gibi, değişik yeniliklerin denendiği bir yapıdır. Kesme taştan yüksek bir kaide üzerinde olan camiye merdivenle çıkılmaktadır. Caminin geleneksel avlusu bulunmamaktadır. Bu nedenle şadırvanları minare kürsülerine bitişik olarak yapılmıştır. Son cemaat yeri altı sütunlu ve üç kubbelidir. İbadet mekânı kare planlı olup, üzerini merkezi bir kubbe örtmüştür. Kubbe kasnağının çevresinde sivri külahlı ağırlık kuleleri ile dört köşeli alışılagelenden farklı biçimde dört büyük ağırlık kulesi daha bulunmaktadır. Bu ağırlık kuleleri caminin dış görünümüne farklı bir biçim vermektedir. Caminin iki yan duvarında beşer giriş bulunmaktadır. Bu duruma Osmanlı mimarisinde pek karşılaşılmamaktadır. İbadet mekânı her cephedeki yuvarlak kemerli büyük pencereler ile aydınlatılmıştır. Mihrap ve minber Konya yöresinde Göktaşı olarak isimlendirilen mavimtırak mermerden yapılmıştır. Özellikle mihrap kapıları üzerinde de iyi bir hattat elinden çıkmış yazılar bulunmaktadır. Caminin çifte minaresi taş bir kaide üzerinde yivli gövdelidir. Şerefeleri Türk minarelerine göre oldukça değişik biçimde olup, şerefe üzerinde kemerlerle birbirine bağlanan sütunlu bir balkon konumundadır. EŞREFOĞLU CAMİSİ (Beyşehir) Konya, Beyşehir ilçesinde, Beyşehir Gölü ile kale arasındaki düzlükte, İçeri Şehir Mahallesinde bulunan Eşrefoğlu Camisi, Eşrefoğlu Beyliğinin kurucusu Seyfeddin Süleyman Bey tarafından yaptırılmıştır. Caminin ibadet mekanına açılan kapısı ile portali üzerindeki iki ayrı kitabeden birisinde 1296, diğerinde de 1290-1300 tarihleri yazılıdır. Bu da gösteriyor ki, cami 1296-1300 yılları arasında yapılmıştır. Türk mimarisinde ağaç direkli camiler grubuna giren Eşrefoğlu Camisi, Eşrefoğullarının hakim olduğu yerlerde yapmış olduğu en önemli eserdir. Ayrıca ağaç direkli camiler grubunun en büyük ve en orijinal eserdir. Vakfiyesinden caminin yanı sıra bir han ve bir çifte hamamın yapıldığı öğrenilmektedir. Caminin dikdörtgen olmasına rağmen değişik bir planı vardır. Caminin kuzeydoğu köşesini 45 derecelik bir açı ile kesen ve ekseninden yana kaymış portali ve minaresi arasındaki duvardan ötürü, yapı dikdörtgen bir plan şeması göstermektedir. Araştırmacılara göre bu plan şekli yapının ana yol üzerinde olduğu ve cephenin de ona uydurulduğu, böylece kesik bir dikdörtgen planın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Selçukluların yapmış olduğu diğer yapılarda oluğu gibi burada da ön cephe duvarı kesme taştan, diğer bölümler de moloz taştan yapılmıştır. Yapıda son derece başarılı bir taş işçiliği olduğu da görülmektedir. Ön cephede, portalin sol yanında bir silme duvarı kaplamaktadır. Bunun üzerine de mazgallar yerleştirilmiştir. Portalin sağında yer alan yüksek minare değişik zamanlarda yapılan yanlış uygulamalardan ötürü özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Minarenin kaidesi altında sivri kemerli bir niş içerisinde antik bir lahtin oluşturduğu bir sebil bulunmaktadır. Caminin portali mazgallardan biraz daha yüksek tutulmuş, bezemeleri ile dikkati çekmektedir. Burada Sıvas Gökmedrese ve Çifte Minareli Medrese portalleri arasında büyük bir üslup benzerliği görülmektedir. Böylece Eşrefoğulları döneminde Selçuklu taş işçiliği geleneğinin devam ettiği açıkça görülmektedir. Portal ile ön cephe duvarı ve kuzey duvarı arasında kalan firuze ve mor renkli çinilerle kaplı ana mekânda Türk çini sanatında tek örnek olun sırlı tuğla ve mozaik kaplı ikinci bir portal bulunmaktadır. Bu portalden içerisine girilen iç mekân altı sıra halinde kırk sekiz ağaç direğin üzerindeki konsolların ve kirişlerin taşıdığı düz bir tavan ile üzeri örtülmüştür. Buradaki direklerin başlıkları, konsolları ve tavan kirişleri çoğu günümüzde dökülmüş olmasına rağmen kalem işleriyle bezendiği görülmektedir. Ayrıca ahşap konstrüksiyonlu camilerde olduğu gibi ahşap üzerine boyama tekniği burada da uygulanmıştır. Altı sıra halinde 5.50 m. yüksekliğinde mukarnas başlıklı direkler mihrap duvarına dik yedi sahın meydana getirmiştir. Bunlardan ortada bulunan sahın diğerlerinden daha yüksek ve daha geniştir. Merkezdeki dört direğin üzeri ulu cami plan şemalarında olduğu gibi açık bırakılmıştır. Mihrap önünde tuğladan üç sivri kemere oturan mihrap önü kubbesi bulunmaktadır. Üzeri dışarıdan kendisini en belirgin biçimde gösteren ve camiye özellik kazandıran piramidal bir çatı ile örtülmüştür. Kubbe içeriden göz alıcı renklerde sırlı tuğlalar ve çinilerle bezenmiştir. Kubbenin ortasında girift kufi yazı ile Allah. Muhammet, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin isimleri yazılıdır. Caminin mozaik çini mihrabı 4.58 m. genişliğinde, 6.17 m. yüksekliğindedir. Selçuklu üslubunda yapılmış olan mihrap bütünüyle çinilerle kaplıdır. Mavi beyaz renklerin eğemen olduğu mihrapta firuze renk hâkimdir. Mukarnaslı mihrapta, mukarnasların altındaki motifler Konya Karatay Medresesinin kubbe içi çinileri ile büyük benzerlikler göstermektedir. Caminin ağaç işleri de son derece itinalı ve sanatkârane yapılmıştır. Bugün kapı ve pencere kapaklarından bazıları Konya İnce Minareli Medresedeki Taş ve Ahşap Eserler Müzesinde sergilenmektedir. Bunların yanı sıra hünkâr mahfili ve minberi ağaç işlerinin en fazla dikkati çeken öğeleridir. Özellikle ceviz ağacından minber, kapı ve pencere kapakları kündekâri tekniğinde yapılmıştır. Giriş kapısı üzerindeki kemerde “Amilehu İsa” olarak ustanın izmi yazılıdır. Caminin güneybatı köşesinde mukarnas başlıklı iki ahşap sütunun taşıdığı on üç basamakla üzerine çıkılan 2 m. yüksekliğinde hünkâr mahfili bulunmaktadır. Hünkâr mahfili ceviz ağacından dantel gibi işlenmiş şebekelerle çevrilidir. Mihrap önü kubbesi önünde bulunan hünkar mahfili Mustafa bey isimli bir vezir oğlu tarafından 1574-1575 yılında Osmanlı döneminde yapılmıştır. Mahfilin kirişleri ve tabanını alt yüzü nakış ve oymalarla bezelidir. Girişin üzerinde yer alan kadınlar mahfili çinilerle kaplı olup ahşap korkulukları ve iki yan duvarlara kadar uzanan parmaklıkları ile ahşap işçiliği yönünden de ilginç bir bölümüdür. Caminin üzeri toprak damlı iken 1941yılında yapılan onarımla, eğimli bir çatı haline getirilmiş, 1956 yılında da üzeri bakır levhalarla kaplanmıştır. Caminin yanındaki, doğu duvarına bitişik türbe, Eşrefoğlu Süleyman Beyindir. Bu türbeyi Süleyman Bey ölümünden birkaç yıl önce 1301-1302 yılında yaptırmıştır. Türbe kesme taş duvarlı olup, üzeri konuk bir piramidal külahla örtülmüştür. Türbenin çini, ağaç ve taş işçiliği son derece önemlidir. ULU CAMİ(Ereğli) Konya Ereğli ilçesi, Cami-i Kebir Mahallesi’nde bulunan Ulu Cami’yi, Karamanoğlu İbrahim Bey’in oğlu Mehmet Bey 1426 yılında yaptırmıştır. Bununla beraber caminin yapımı ile ilgili bazı çelişkiler bulunmaktadır. Selçuklular zamanında yapılıp, Karamanoğulları tarafından onarılarak kullanıldığı da iddia edilmiştir. Ayrıca 40 m. yüksekliğindeki minaresinin Selçuklular tarafından gözetleme kulesi olarak yapıldığı da ileri sürülmüştür. Minarenin yapım tarihi yazılı olmamasına rağmen buradaki “Sinetün” sözcüğü Ebcet hesabına göre h.510 (1116) yılına işaret etmektedir. Bu durumda minare Anadolu Selçuklu Sultanı I.Mesut dönemine (1098-1150) aittir. İ.Hakkı Konyalı’ya göre; Minarenin mimarı da Mehmet Mecnun Havlanoğlu Mehmet Dımışla’dır. Ulu Cami’nin kuzeydoğu köşesinde bulunan minare kırmızıya yakın renkte kesme taştan yapılmış, kaide ile küp arasına sülüs yazı ile Ayet’el Kürsi yazılmıştır. Şerefe altındaki geniş kuşakta ise mavi zemin üzerine siyah renkte kufi bir yazının izleri görülmektedir. Külahın altında pencereyi andıran açıklıklardaki çiniler ise yer yer dökülmüştür. Şerefe altı 1994 yılında çökmüş ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmışsa da bu onarım minarenin orijinal görünümünü bozmuştur. Ulu Cami’nin ibadet mekânı 26.00x30.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, kuzeydoğu yönünde uzanmaktadır. İçerisinde 32 sütun tavanı desteklemekte olup, bu sütunlar üç dizi halindedir. Kemerlerle birbirine bağlı olan bu sütunların sekizi yığma, diğerleri de devşirme malzemeden meydana gelmiştir. Sütun başlıklarından bazıları Roma ve Bizans dönemine aittirler. Dikdörtgen planlı caminin duvarları moloz taştan örülmüş, üst örtüsü düz bir çatı ile kapatılmıştır. Cami çeşitli dönemlerde onarım geçirmiştir. Bunu belirten bir kitabe giriş kısmında olup, bunlardan birine göre Abdülcabbarzade Cemaleddin Paşa tarafından 1819’da, Ereğli eşrafından Emin Bey tarafından da 1889’da onarılmıştır. Abdülcabbarzade Cemaleddin Paşa’nın yapmış olduğu belirten kitabe: “Gelûp Abdülcabbar-zâde Cemaleddin nezafetle İdup bu camii tamir, bihamdi’lâh nezâfetle Derûnunda ibâdet etmeye kıl Es’adâ tarih Bu cami, bekle her demde nemâzı kıl cemaatle Sene 1234 (1819)”. Bu kitabenin yanında üç dizi halinde Emin Bey’in yaptığı onarımı belirten kitabe bulunmaktadır: “Birleşince sây-ü bezl-i ehl-i dinle sıdk-ı Emin Kıldı tecdid ez esasgâh mir-i Eminle Müminin Fi Ketebehu 1308 (1889)”. Son olarak 1940 yılında yapılan onarım caminin mimari ve sanat tarihi yönünden bazı özelliklerini yitirmesine neden olmuştur. LALA MUSTAFA PAŞA CAMİSİ(Ilgın) Konya Ilgın ilçesi, çarşı içerisinde bulunan Lala Mustafa Paşa Camisi, külliye ile birlikte 1576 yılında yaptırılmıştır. Külliyenin ana noktasını oluşturan cami kesme taştan yapılmış, 16.00x17.30 m. ölçüsünde kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri pandantifli kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe ayrıca ikişer tane payanda kemeri ile de desteklenmiştir. Caminin ana duvarları iki sıra pencereler üzerindeki yatay silmelerle ikiye bölünmüştür. İç mekân mihrap yönü dışında üç yöne doğru sivri kemerlerle genişletilmiştir. Caminin içerisinde 1.35 m. derinliğinde kemerlerin üzerine mahfiller yerleştirilmiştir. Bunlardan kuzeydeki mahfil taş konsolların yardımıyla öne doğru çıkarılmıştır. İbadet mekânı kuzey ve diğer iki yönde dört sıra pencere ile aydınlatılmıştır. Güney ve kuzey yönlerinde ise dikdörtgen pencereler bulunmaktadır. Caminin önündeki son cemaat yeri ikisi baklavalı, ikisi mukarnaslı dört sütunun taşıdığı beş bölüme ayrılmıştır. Bunların üzeri kubbe ile örtülüdür. Son cemaat yerinden iki renkli taşla örülmüş yuvarlak kemerli bir kapıdan ibadet mekânına geçilmektedir. Bu kapı üzerinde iki satırlık yapım kitabesi bulunmaktadır. Kitabe siyah zemin üzerine rumi ve bitkisel bezeli kompozisyonlar içerisindedir. Giriş kapısının iki yanına birer niş yerleştirilmiştir. Bunların yanında sivri kemerli dikdörtgen ve alınlıkları olan birer pencere ile birer kapı yerleştirilmiştir. Bu kapıların birinden sağdaki minareye, diğerinden de üst kattaki mahfile çıkılmaktadır. Köşede yer alan minare beden duvarlarının üzerine oturtulmuştur. Pabuç kısmı üzerinde on altıgen gövdeli minarenin ortasında bir de bezemeli kuşak bulunmaktadır. Tek şerefenin altı mukarnaslıdır. Caminin mihrabı iki yanında yivli sütunçelerle sınırlandırılmıştır. Mihrap, mukarnaslı olup, beş kenarlı bir niş halindedir. Bu nişin köşeleri zikzaklarla hareketlendirilmiştir. Mihrap yüzeylerinin her birine birer rozet işlenmiştir. Bunların altında da bitkisel süsleme nişine yer verilmiştir. Ahşap minber korkulukları, ajurlu geometrik kompozisyonları ile dikkati çekmektedir. Minberin kuzeybatı köşesine de ahşap bir müezzin mahfili yerleştirilmiştir. SULTAN II.SELİM CAMİSİ (Karapınar) Konya Karapınar ilçesi’nde bulunan Sultan II.Selim Külliyesi’nin bölümlerinden birini oluşturan cami, külliye ile birlikte Sultan II.Selim’in şehzadeliği döneminde, 1563 yılında yaptırılmıştır. Cami, Karapınar bölgesine özgü göktaş denilen koyu gri, düzgün kesme taştan yapılmıştır. Külliyenin en önemli bölümünü oluşturan cami önünde U şeklinde sıralanmış imaret odalarının bulunduğu avlunun güneyinde yer almaktadır. Caminin önünde sekiz sütunun taşıdığı bir şadırvan bulunmaktadır. Cami kare planlı olup, cephesi ve beden duvarları oldukça sadedir. Yalnızca doğu batı ve güney cephelerinin ortalarına ve köşelerine duvar payeleri yerleştirilmiştir. Böylece XVI.yüzyıl camilerinin güzel bir örneği olarak ortaya çıkmıştır. Kuzey cephesindeki son cemaat yerinin iki yanında dışa taşkın minare kaideleri ve birer şerefeli on altıgen gövdeli altı mukarnaslı şerefeleri ile iki minare cepheye hareket kazandırmıştır. Caminin ana duvarlarının alt hizasında iki sıra halinde kesme bazalt taşı kullanılmış, bunun üzerine de sarıya yakın düzgün kesme taşlardan altta daha geniş, üstte bir saçakla kesilmiş üç kademe halinde beden duvarları yapılmıştır. Caminin kuzey cephesi dışında ikişer tane altlı ve üstlü pencereler bulunmaktadır. Güney, doğu ve batı cephelerinde kubbeyi taşıyan kasnağın altındaki kademede de küçük ve yuvarlak birer pencereye yer verilmiştir. Kuzey cephede ise, son cemaat yerine açılan iki altlık ve bir de üst pencere bulunmaktadır. Kuzey cephesindeki son cemaat yeri altı beyaz mermer sütunun taşıdığı beş kubbe ile örtülmüştür. Son cemaat yerinin ortasında bulunan camiye giriş kapısı Gödene taşı ile sarı renkteki taşların alternatif olarak sıralanmasından meydana gelmiş basık kemerlidir. Kapının üzerine istiridye biçiminde bir alınlık ve yapım kitabesi yerleştirilmiştir. Hatifi isimli bir şairin yazdığı altı satırlık bu kitabede Yavuz Sultan Selim tarafından 1564 yılında yapıldığı yazılıdır. Bu kitabenin iki yanındaki boşluğa da Sultan Abdülmecid tarafından 1847’de yapılan onarımı belirten bir kitabe yerleştirilmiştir. Buradaki ahşap kapı kanatları kündekâri tekniğinde olup, 1941 yılına kadar yerinde olduğu tespit edilen bronz ejder başı şeklindeki halkaları kayıptır. İbadet mekânını örten 14.80 m. çapındaki kubbe pandantifler üzerine oturtulmuştur. Kubbenin ortasına Fatır suresi yazılmış, içerisi kıvrık dal, rumi ve palmetlerden oluşan kalem işleri ile bezenmiştir. Mihrap ve minber beyaz mermerden olup, klasik üslupta yapılmıştır. Minberin üzerinde eklektik üslupta ahşap bir fener asılıdır. Bu fener caminin 1847 yılındaki onarımı sırasında buraya konulmuştur. Mihrabın iki yanında bulunan şamdanların, üzerindeki yazıdan Evliya Çelebi’nin ölümünden kısa bir süre önce kendisi veya yakınları tarafından buraya hediye edildiği anlaşılmaktadır. MUALLİMHANE CAMİSİ (Seydişehir) Konya Seydişehir ilçesi, Hükümet Meydanı’nın güneyinde, Alaylar Mahallesi’nde bulunan Muallimhane Camisi, kitabesinden öğrenildiğine göre Pir Mehmet oğlu Hacı Recep adına Kuran okutulmak ve öğretilmek üzere 1529 yılında Muallimhane olarak yaptırılmıştır. XVI.yüzyıl Osmanlı mimarisinde Muallimhane ismi altında Kuran öğretilen ve okutulan buna benzer örnekler bulunmaktadır. Bu yapılar aynı zamanda mescit olarak da kullanılmıştır. Caminin giriş kapısı üzerinde Arapça sülüs yazı ile yazılmış iki satırlık bir kitabesi vardır: “Ammerehaza el Mekteb'el - Talim'ül Kur'an ibtiga-eüvechillah'ül-alim'ül-Hannan El-hac Receb bin Pir Mehmed el-raci rahmet-i Rabbih'ül-Mennan Fi sene sitte ve selasine ve tis'a miete h.936 (1529)”. Cami dikdörtgen planlı olup moloz taştan yapılmıştır. İbadet mekânı dört ince ahşap direk ile tavanı taşımaktadır. Mihrap basit bir niş görünümündedir. Minberi ağaçtan olup, sadedir. Minaresi kesme taştan ve tek şerefelidir. Caminin mihrap duvarında bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe bugün Askerlik Şubesi ile yanan Hükümet Konağının yerinde bulunan eski kışlaya aittir. Sultan II.Mahmut z<amanında, 1834’te Seydişehir’de bir kışla yapılmış ve kapısı üzerine de dört satırlık bir kitabe yerleştirilmiştir. Kışla yıkıldıktan sonra Muallimhane Camisi onarılırken kitabenin yok olmaması için mihrap duvarına yerleştirilmiştir. Kitabenin cami ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Kitabe: ”Bu şehre kışla bünyad eyledi kim derununda Ne kaabil söylese anlarla ceyş-i düşme n-i bedhah Cihada Böyle sarf-ı himmet etdikçe dilirane Ne bala kışla kim mes-i cihada oldu cevlangah”. Caminin duvarına bitişik olarak bir türbe bulunmaktadır. Türbe içerisinde Muallimhane Camisi’nin ve türbeyi yaptıran Hacı Recep’in babası Hacı Mehmet’in mezarı bulunmaktadır. Diğer mezarların üzerinde yazı bulunmamakla beraber Hacı Recep ile diğer ikisinin de ailesine ait olduğu sanılmaktadır. Türbe 4.10x6.55 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı bir yapı olup, kesme taştan yapılmıştır. Kuzey yönünde basık kemerli bir kapı ile içeriye girilmektedir. Giriş kapısındaki sivri kemer ve ayaklardan da anlaşıldığına göre burada günümüze gelemeyen bir revak bulunuyordu. Türbenin üzeri bir kubbe ile örtülmüş, batı yönündeki bir yarım kubbe de onu tamamlamıştır. SEYYİD HARUN CAMİSİ (Seydişehir) Konya Seydişehir ilçesinin güneyinde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ancak, Menakıb-ı Seyyid Harun-ı Veli isimli el yazması bir eserde bu caminin Seyyid Harun tarafından yapıldığı yazılıdır. Buna dayanılarak caminin 1302-1320 yılları arasında yapıldığı sanılmaktadır. Cami değişik zamanlarda onarım geçirmiş, en son onarımı da XX.yüzyılın sonlarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılmıştır. Cami moloz taş ve kesme taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Caminin giriş kapısı kuzeyde, mihrabı da dikdörtgenin dar kenarında, güneyde bulunmaktadır. Ayrıca doğu ve batı yönlerinde de birer kapısı bulunmaktadır. Mihraptan giriş kapısına doğru iki sıra halinde düzenlenmiş ve birbirlerine kemerlerle bağlanmış yedişer sütunla ibadet mekânı iki nef ile üç sahna bölünmüştür. Caminin üzeri ahşap çatı ile örtülüdür. İç mekânda kuzeydoğu ve kuzeybatıda ahşap merdivenlerle çıkılan iki mahfile yer verilmiştir. Bu mahfiller bir yandan caminin duvarlarına, diğer yanlarında da sütunlara dayalı kemerli kirişler üzerine oturtulmuştur. Caminin batı duvarında, alt sırada iki, doğuda dört, mihrap yönünde de iki penceresi bulunmaktadır. Üst sıradaki pencerelerle birlikte toplam 15 pencere ile cami içerisi aydınlatılmıştır. Caminin orijinal mihrabı bilinmemektedir. Bugünkü mihrap sonradan ahşap olarak yapılmıştır. Caminin kuzeybatı köşesinde minaresi bulunmaktadır. Minare kesme taştan kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Caminin kuzey cephesinde üç kümbet bulunmaktadır. Bunlardan kuzey cephesine bitişik olan üç kümbetten birisi Seyyid Harun-ı Veli’ye aittir. Caminin kuzeydoğusuna bitişik olan diğer kümbet Halife Sultan Türbesi’dir. Caminin kuzey duvarına bitişik diğer kümbet ise Rüstem Bey ile Sultan Hatun’a aittir.
-
KONYA SÖZLÜ TARİH MEVLANA CELALEDDİN RUMİ'YE İLİŞKİN SÖYLENCELER Mevlana ile Şems arasındaki yakınlığı çekememektedir.Bunun üzerine Şems birden ortadan kaybolur.Ne zaman nnereye gittiğini bilen yokyutr. Mevlana üzgün üzgün Konya çarşısında gezerken kuyumcular çarşısında altın varakları dövenlerin çekiçlerinden çıkan uyumlu sesleri duyar.Öyle bir ses oluşmuşturki bu sese kendini kaptırır.eli feracesinin yakasındadır.Evrenin düzeni güneş sistemi,gezegenler,uydularonların ilahi bir düzen içinde dönüşleri aklından geçer.Bu duyguyla dönmeye başlar.Herkes işini gücünü bırakıp onu izlemektedir.gözlerini kaapmışbaşını sağ omuzu üsütne eğmiştir.Bir kolunu gökyüzüne birinide aşağı doğru açmıştır.kendinden geçmiş tüm acılardan sıyrılmıştır.İzleyenler arasında daha sonra Şems’in yerini alacak olan Selahattin Zerkubi de vardır.Mevlana’nın duygularını anlayan Selahattin Zerkubi de dönmeye başlar.çevresindekilere tüm malını mülkünü bağışlayan Selahattin Zerkubi "Şeyhim" der "senden başka birşeye ihtiyacım yoktur." Mevlevi ayınlerindeki sema böyle başlar. MEvlana babsının kabrini ziyarete gider.Her yan gül kokmakta,dallarda bülbüller ötüşmektedir.Mevlana bülbüll sesinden bir türlü kendini duaya veremez."İki bülbül bir diyarda ötemez biri susmalı der ve bülbül sesi kesilir.Bir dahada Konya’da bülbül sesi hiç duyulmaz. Ölünce babaının yanına gömülen Mevlana’nın tabutu toprağa gömülürken babasının tabutunun saygısından ayağa kalktığı söylenir. SULTAN2UL ULEMAYA İLİŞKİN SÖYLENCE Mevlana’nın babası Sultan-ül Ulema ya ilişkin ise söylence: Belh’de bir cuma gecesi üç yüz müftü ve din bilgini aynı düşü görür.Muhammet Mustafa bir sahrada çadır kurmuş dinlenmekte sağ yanında Bahaeddin Veled dırmaktadır.Müfütler ve bilginler uzakta diz çökmüş lerdir.Peygamber bu din adamlarına döner ve şöyle der:"bu günden sonra Bahaeddin Veled’e ,Sultan-ül Ulema deyiniz ve öyle hitap ediniz. Ertesi gün Belh’de ki tüm bilgin ve müftüler Bahaeddin Veled’in müridi olur,aynı düşü gördükleri anlaşılır.Bahaeddin Veled onlar demeden düşünü onlara anlatır. NASREDDİN HOCA’YA İLİŞKİN SÖYLENCELER Bir söylenceye göre Halkın düş gücü Hoca’yı Hallac’ı Mansur ve Seyid Nesimi ’yle arkadaş yapar.Buna göre Akşehir Medresesi’nde Seyid Hayrani’nin öğrencisidir.mollalar bu üç arkadaşı çok sevmekte ,zaman buldukça revaklı bahçede toplanan Hoca’nın fıkralarını ,Nesiminin şiirleini Mansur’un öykülerini dinlemektedirler. Hayrani bir gün köyüne gitmek zorunda kalır.çok sevdiği kuzusunu Nasrettin,Nesimi,Mansur üçlüsüne emanet eder.Bunlar bir gün yanlarına kuzuyu da alıp kırlara açılır.Bir süre sona canları açıkır.Kuzyu kesip yemeye karar verirler.Mansur Kesimi,Nesimi deriyi yüzmeyi üstlenir.Hoca’ya:"Ya sen ne yapacaksın?"diye sorarlar."Seyit efendi hoca ermişlerdendirondan korkarım kuzuya dokunamam ama pişmişine de dayanamam...der kuzuyu kesip yerler. Seyit Hoca dönünce durumu öğrenir çok kızar."Kim kesti kuzumu çabuk söyleyin" der .Mansur başı önünde :"ben Hoca efendi"der.Nesimi de sözün ardını getirir."bende derisini yüzdüm." Seyit Hoca bu kez de Nasrettin ’e döner "Ya sen sen ne yaptın?" Nasrettin Hoca:"Ben onların hallerine hem güldüm hem de etin ucundan biraz yedim." der. O zaman Seyit Hayrani şöyle bir bakar ve :"Mansur günün birind esenide böyle kesecekler,Nesimi , senin de derini yüzecekler .Nasrettin sana da kıyametet dek evet kıyamete tek gülecekler.siz istediniz.bu Allah’ın hükmüdür." der. Dedikleri zamanla bir bir gerçekleşir. KAŞIKÇI GÜZELİ SÖYLENCESİ Konya çarşısında küçük bir kaşıkçı dükkanı ve burada çok yakışıklı becerikli bir genç vardır bütün kızlar genci görmeye gelir.Delikanlı hiçbirine yüz vermez. Bir gün Konya Paşa’sının kızı dükkana gelir.Ustayı görür görmez aşık olur.Peçelidir.yüzünü görmez ama delikanlı da kıza aşık olur.Sevgisini kaşıklarda dile getirir.Öyle güzel kaşıklar yapar ki bir alan bir daha alır.Paşa kızı her gün dükkana uğramakta deste deste kaşık almaktadır.Günün birinde kızın babası merak edip kaşıkları kimin yaptığın araştırmaya gider yanına şehrin kadısını da alır.Dükkana varır,delikanlıyla konuşur.sözün bir yerinde "..doğrusu çok ustasın kaşıklara diyecek yok ,hele o üzerine yazdığın beyitler,o ne ateş,o ne yangın öyle,belli ki sevdalısın.." der.Delikanlı "sizden gizleyemem Paşam der.Bu sevda yüzünden ne gecem ne gündüzüm belli..."Paşa kızın kim olduğunu sorar.Delikanlı bilmediğini söyleyip olanları anlatınca Paşa şaşırır: -"sizi başgöz etmek boynumun borcu olsun.Kimin nesi olursa olsun,alacağım sana onu" der. Birlikte beklemeye başlarlar .Derken kız dadısıyla görünür. Delikanlı işaret edince Paşa kızın peçesini aniden kaldırıverir.Bakar ki kendi kızı!..." Bir kızına bir de delikanlıya bakar ve "Tanrı’nın yazısı böyleymiş.yarından tezi yok düğün kurula" deyip iki sevdalıyı evlendirir. TAVUS BABA SÖYLENCESİ Konya’nın meram bağları sırtlarında Tavus Baba adlı bir türbe vardır.Burada yatanın kim olduğu ,nasıl yaşadığı bilinmemektedir. Onunla ilgili söylence: Bir gün şimdi türbenin bulunduğu yere hint diyarından çok güzel bir kadın gelip yerleşir.Küçük kulübesinde rebab çalar.sesi güzeldir.Mevleviler’i büyülemiştir.Kimseler yüzünü göremez.Rebabının eşsiz sesiyle tepenin eteklerinde sema edilir. Günün birinde birden ses kesilince hereks tepeye koşar.Kulübede kırık bir rebababve bir yığın tavus tüyünden başka bir şey yoktur.tüyler toplanır.buraya bir türbe yapılır.Adına da Tavus Baba türbesi denir.Yörede incelemeelr yapan Gotdolevski göre Bektaşiler bu yabancı kadına ölümünden sonra Baba sanını vermiştir.Bu yüzden Tavus Baba diye anılır.
-
KONYA YÖRESİ YEMEKLERİ VE TARİFLERİ ETLİEKMEK Güzel Konyamız ile özdeşleşmiş yöresel yemeklerden en meşhuru etli ekmektir. Etliekmek denince Konya akla gelir ve etliekmek burada yenir. Bu yüzden Konya'ya uğrayan herkes bir kez olsun mutlaka yer. Bir kişinin Konyalı olup olmadığını "etliekmek" deyişinden anlayabilirsiniz. Çünkü Konyalılar genelde hızlıca ' i ' siz : "Etlekmek" derler. Etliekmekte etin güzel olması ve hamurun ince olması makbuldür. Eskiden et hiçbir zaman makinede çekilmezdi. Tahta tezgâhlarda bir çift bıçakla kıyılırdı. Etin içine biber, domates, maydanoz ve istenirse soğan doğranır. Normal etliekmeklerde 60 gr kıyma, 100 gr sebze (soğan, domates, biber) kullanılır. Bu karışım mahalledeki fırına götürülür. Burada fırıncının mahareti ile mayalı hamurlar fırın küreği üzerinde elle ince ve uzun olarak açılır. İç konur ve üstü açık olarak pişirilir. Günümüzde et, makinede çekilmektedir. Et, elde iki bıçak arasında doğranarak bu ekmek hazırlanırsa buna bıçak arası, et ve peynir karışık olarak yapılırsa bu çeşidine de Mevlânâ denilmektedir. Bu ekmeğin sadece peynirlisi de yapılmaktadır. Bazen ıspanaklar evde hazırlanarak, fırınlara götürülüp açık veya kapalı pişirilmesi sağlanmaktadır. Konyalı aileler, özellikle hafta sonları bu börekleri yaptırmakta ve aile bireyleri bir araya gelerek hep birlikte yenmektedir. Konya’da sadece etliekmek üzerine ünlenmiş lokanta ve restorantlar bulunmaktadır. Etliekmek Tarifi: 1 kişilik Gerekli malzeme: 2 soğan 2 domates, 2 sivribiber Yarım demet maydanoz 250 gr bıçakarası et Yarım ekmek hamuru Tuz, karabiber YAPILIŞI: Soğan, domates ve biberleri küçük küçük doğrayın. Maydanozu ince ince kıyın. Doğranmış malzemeleri et ile karıştırıp tuz ve karabiber ekleyin. Ekmek hamurunu pide şeklinde açın. Hazırladığınız harcı hamurun üzerine yayın. 180 derece fırında 20 dakika pişirin. Sıcak servis yapın. SAC BÖREĞİ MALZEMELER: Yeteri kadar un, Tereyağı, Peynir, Ispanak YAPILIŞI: Yeteri kadar hamur yoğrulur. Yapılacak içler hazırlanır. Hamur bezeler şeklinde hazırlanır. Hazırlanan bu bezeler yufka gibi açılır. İçine yapılacak olan (peynir veya ıspanak) konur ve saç ocağında pek gevrek olmamak şartıyla yiyecek olanın dişine göre pişirilir. Pişirilen bu börek yine yiyecek olanın kapasitesine göre yağlanır ve afiyetle yenir. MEVLANA BÖREĞİ MALZEMELER: 1 çay bardağı yoğurt, 1 çay bardağı zeytinyağı, Biraz su, Yarım limon suyu, Biraz Tuz Alabildiği kadar un, (Ayrıca içi içir yarım kilo kadar zeytinyağı ile karışmış tereyağ) YAPILIŞI: Bu malzemelerin hepsi konur ve güzelce yoğrulur. Küçük küçük bezeler ayrılır. Dinlenmeye bırakılır. Diğer tarafından bir iki baş soğan yarım kilo kıyma, 1 demet maydanoz, biraz karabiber. Soğanlar bir iki kaşık zeytinyağında kavrulur. Sonra kıyma da ilave edilerek kavrulur. Ateşten indikten sonra maydonozu ilave edilir. Diğer taraftan bezeler incecik açılır. Arası yağlanır tekrar açılır tekrar yağlanır. Ve bir bohça şeklinde dürülerek köşelere iç konulur ve kapatılır. Ondan sonra sıcak fırına sürülür. ARABAŞI ÇORBASI MALZEMESİ: Bir miktar su, Bir miktar un, 1 tane horoz, 1 kaşık karabiber, 1 paket yağ, 1 tane limon ÇORBA YAPILIŞI: Bir miktar un, bol yağda kırmızılaşıncaya kadar kadar kavrulur.Daha önce pişmiş olan horoz kavrulmuş olan unun üzerine ince ince didilerek konur.Bir miktar tavuk suyu eklenir. 20 dakika kaynadıktan sonra limon ve karabiber ilave edilir. Daha sonra hamuru ile birlikte servis yapılır. ARABAŞI HAMURU: Tencereye normal bir şekilde su konarak iyice kaynatılır.Kaynayan suyun içine azar azar un konarak tahta kaşık ile karıştırılır. Belli bir kıvama gelince un konulmadan hamur karıştırılarak iyice pişirilir.Daha sonra hamurun kolay dağılması için tepsi su ile ıslatılarak hamur tepsiye dökülerek soğutulur. Daha sonra çorba ile servis yapılır. Mide ve barsak tembelliğine çok iyi gelir. Kış aylarında sıkça yapılır. DİLBER DUDAĞI BAKLAVASI MALZEMELER: 1 yumurta, 1 yemek kaşığı yoğurt, 1 çay bardağı zeytinyağı, 1/2 kg süt, 1 tatlı kaşığı tuz, ceviz içi, Belli bir ölçüde un YAPILIŞI: ılık sütün içine zeytinyağını, tuzu, yoğurdu, yumurtayı döküp karıştıracak. Daha sonra bunun içine un ilave edilir. Daha sonra elde edilen hamurdan 20 beze yapılarak açılır. Bundan sonra bezeler tepsinin içine konulup yuvarlak biçimlerde kesilir. Bunlar içine ceviz konarak fırın tepsisine yerleştirilir. Tepsinin dolmasından sonra tereyağı kızartılarak üzerine serpilir. Sonra fırına konularak kızartılır. HÖŞMERİM MALZEMELER: 1 kg kaymak, Un, 1 çay bardağı su, Tuz, Pudra şekeri YAPILIŞI: Geniş bir tavaya kaymağı koyarız. Bir bardak suyu da ilave eder. Alabildiği kadar unla karıştırılır. Hafif ateşte karıştırılarak iyice pişiririz. Tuzu da ilave edip pişince tavaya güzelce düzleriz. Hafif ateşin üzerinde kızartıp servis tabağına çeviririz. Biraz soğuduktan sonra pudra şekerini üzerine dökeriz. PAPARA YAPILIŞI: Ekmekler derin bir tabağa doğranır. ayrı bir yerde tereyağı kızartılır. Ve soğanlar düzgün birşekilde doğranıp, salça ile birlikte tereyağında kızartılır. Yeteri miktarda su ilave edildikten sonra, suyun kaynamasını bekleriz. Su kaynadıktan sonra içine ufalanmış tulum peyniri ilave edilir. Biraz daha kaynadıktan sonra tencere ateşten alınır. Ve bu oluşan karışımı daha önceden doğradığımız ekmeklerin üzerine dökülür. Üzeri karabiber ve maydanoz ile süslenir. BATIRIK MALZEMELER: Düğürcük, tahin (veya ceviz, menengiç, v.s.) soğan, domates, taze biber, maydanoz, 7 türlü baharat,tuz, sumak, salça, biber salçası. YAPILIŞI: Düğürcük büyükçe tepsi veya sini üzerine dökülür. Rendelenmiş domates, salça, biber salçası, soğan, ince kıyılmış biber ve maydanoz, kızartılmış tahin, ve baharat ilave edilerek ovulur. Düğürcük yumuşayıp dişe dokunmayacak hale gelinceye kadar ovma işlemi devam eder. Daha sonra küçük sıkmalar haline getirilir. Rendelenmiş ve sumaklanmış soğan, domates, salatalık ve turşu ile yenir. Ayrıca sulandırılarak da yenir. Cevizli, menengiçli, susamlı, fıstıklı şekilleride yapılabilir. Besin değeri çok yüksektir. YOĞURT ÇORBASI MALZEMELER: Tereyağı, 150 gr. yoğurt, 50 gr Pirinç, 80 gr mercimek, Nane, Etsuyu YAPILIŞI: 8 kişilik tencereye, et suyunu ezdiğiniz yoğurduda katın hiç durmadan karıştırınız. Kaynayınca içine mercimek, pirinci ilave ediniz. Ve tekrar karıştırın bırakın. Çorba kaynayıncaya kadar bekleyin, kaynayınca bir iki kez daha karıştırın ve 2-3 dak. bekleyin. Çorbayı ateşten indirin ve tavanın içine tereyağı koyun iyice kızarınca tuz atın daha sonra ateşten indirin ve çorbanın üzerine naneyle birlikte dökün. ETLİ TOPALAK Etli Topalak MALZEMESİ: 1 kg yağsız dana kıyması, 1 su bardağı köftelik bulgur, 1 ad. yumurta, 1 demet maydanoz, 2 yemek kaşığı un, Tuz-karabiber-kekik, 1 ad. soğan, 1 su bardağı haşlanmış nohut, 1 yemek kaşığı salça margarin yağı-etsuyu veya sıcak su YAPILIŞI: Geniş bir kabın içine eti, bulguru, yumurtayı ince kıyılmış maydanozu, unu, soğanı, tuzu ve baharatları koyup köfte hazırlar gibi iyice yoğrulur. Macun haline gelince ufak ufak yuvarlaklar yapılır. Diğer tarafta genişçe bir tencereye iki yemek kaşığı margarini eritip içine bir kaşık un konup kavrulur. Salçasıda konduktan sonra nohutta katılarak 6-7 bardak sıcak su veya etsuyu konur. Kaynadıktan sonra diğer tarafta bekleyen etli malzememizi tencereye boşaltır. 15-20 dakika hafif ateşte pişirilir. BAMYA ÇORBASI MALZEMELER: 250 gr kuşbaşı et, 150 gr kuru bamya, 3 soğan 2 kaşık margarin, 1 limon, tuz, su (et suyu), 1 kaşık salça YAPILIŞI: Kuru bamya limonlu suda hafif haşlanır, süzülür. Bir tencerede et bir miktar su ilave edilerek yumuşayıncaya kadar pişirilir. Yağ ve ince doğranmış soğanlar konur. Kavrulur. Salça tuz limon, su (et suyu) ilave edilir. Su kaynamaya başlayınca haşlanmış bamyalar da konur. Özleşinceye kadar pişirilir. Suyu eksilirse sıcak su ilave edilir, sıcak sıcak servis yapılır. UN HELVASI MALZEMELER: Pemkez veya şekerden yapılmış şurup, 2 çay bardağı sıvı yağ, Yeteri miktarda un YAPILIŞI: Pekmez kaynatılarak veya şekerden yapılan şurup kaynatılarak içine yeteri miktarda un konur. unu karıştırarak içindeki şuruba yediririz. İçinde hiç ekmez kalmayıncaya kadar karıştırılır. Sonra yağ ilave edilerek kızartılır. ETLİ PİLAV MALZEMELER: Nohut, Et suyu, 500 gr. Et, Tuz-Karabiber, Pirinç, Kişniş, 1 margarin YAPILIŞI: Pirinç güzelce yıkanır. Öbür tarafta et suyu kaynar. Nohut haşlanır. Tavaya yağ konur. Eridikten sonra pirinç içine atılır. Hafif ateşte bekletildikten sonra üzerine suyu dökülür. Pişmeye bırakılır. Piştikten sonra üzerine kebap şeklinde et dökülür. Servis yapılır. YAPRAK SARMASI MALZEMELER: 1 kg ince çekilmiş koyun eti, 1 kg yaprak, bir bardak pirinç, Bir fincan ince bulgur (düğü), Bir baş irice kuru soğan, İki çorba kaşığı margarin veya tereyağ, Bir çorba kaşığı salça, Bir tutam maydanoz, Kırmızı biber ve tuz YAPILIŞI: Etin içine yıkanmış pirinç, düğü, ince kıyılmış soğan, salça, maydanoz konulup, iyice yoğrulacak sonra tuz ve biber ilave edilerek biraz daha karıştırıldıktan sonra bir çay bardağı soğuk su ile yoğrularak öbür tarafta yıkayıp haşladığımız yaprakları, teker teker bohça şeklinde sarılarak tabanı yağlanmış tenceremize yerleştireceğiz. İki su bardağı sıcak su döküp kapağını kapattıktan sonra orta ateşte pişirilecek. KAYGANA TATLISI 5 yumurta, 1 kilo süt, Kabartma tozu, Un, tuz YAPILIŞI: Yumurta iyice çırpılacak. Sütle karıştırılacak. İçine aldığı kadar ün, bir tutam tuz ve kabartma tosu atılarak iyice karıştırılarak kızgın yağda kaşıkla biraz biraz dökülerek kızartılacak. Hazırlanmış olan şurup tatlının üzerine dökülecek. Servise sunulacak. DÜĞÜN PİLAVI MALZEMELER: (6 kişilik ) 1 çay bardağı nohut 500 gr kuşbaşı et 100 gr tereyağı 2 su bardağı pirinç 1 kahve fincanı kuşüzümü 3 su bardağı su Tuz, karabiber YAPILIŞI: Bir gece önceden ıslattığınız nohudu haşlayın. Nohutlar hafif yumuşadığında eti ilave edip pişirin. Tuz ve karabiber ekip tencereyi ateşten indirin. Başka bir tencerede tereyağını kızdırıp pirinci hafif kavurun. 3 su bardağı nohutlu et suyu ve kuşüzümünü pirince ekleyin. Pirinçlerin pişmesine yakın etli nohudu ilave edin. Pilav suyunu çekince on dakika dinlendirip sıcak servis yapın.
-
KONYA'NIN COĞRAFİ YAPI VE ÖZELLİKLERİ Konya ili Anadolu Yarımadası'nın ortasında bulunan İç Anadolu Bölgesi'nin güneyinde, şehrin kendi adıyla anılan Konya bölümünde yer almaktadır. İlimiz topraklarının büyük bir bölümü, İç Anadolu'nun yüksek düzlükleri üzerine rastlar. Güney ve güneybatı kesimleri Akdeniz bölgesine dahildir. Konya, coğrafi olarak 36041' ve 39016' kuzey enlemleri ile 31014' ve 34026' doğu boylamları arasında yer alır. Yüzölçümü 38257 km2 (göller hariç)'dir. Bu alanı ile Türkiye'nin en büyük yüzölçümüne sahip olan ilidir. Ortalama yükseltisi 1016 m'dir. İdari yönden, kuzeyden Ankara, batıdan Isparta, Afyonkarahisar, Eskişehir, güneyden, İçel, Karaman, Antalya, doğudan, Niğde, Aksaray illeri ile çevrilidir. Konya ili, doğal açıdan kuzeyinde Haymana platosu, kuzeydoğuda Cihanbeyli Platosu ve Tuz Gölü'ne, batısında Beyşehir Gölü'ne ve Akşehir Gölü'ne, güneyinde Sultan Dağları'ndan başlayan Karaman ilinin güneyine kadar devam eden, Toros yayının iç yamaçları önünde bir fay hattı boyunca oluşmuş volkanik dağlara, doğusunda ise Obruk platosuna kadar uzanır. İlin uç noktalarını kuzeyinde Kulu'nun Köşkler Köyü, batısında Akşehir'in Değirmen Köyü, güneyinde Taşkent'in Beyreli Köyü, doğusunda ise Halkapınar'ın Delimahmutlu Köyü uç noktalarını oluşturmaktadır. Konya il sınırları içerisinde kalan alan, Türkiye'nin Ana Tektonik Üniteleri'nden Orta Anadolu Birliği'nin güney kesimi ile Toros Birliği'nin orta kesiminde kalmaktadır. Toros Birliği farklı çökelme ortamlarını yansıtan ve geç Kretase Paleosen (ikinci zaman sonu dördüncü zaman başlangıcı) döneminde gelişen sıkışma kuvvetleri ile üstüste bindirilmiş kütlelerden meydana gelmektedir. Konya il sınırları içine giren alanda bunlardan Bozkır Geyikdağı ve Aladağ kütleleri gözlenmektedir. Gerek Toros Kuşağı'nda, gerekse Orta Anadolu birliğinde yörede yüzeyleyen en yaşlı kayaçlar olarak Paleozoik (birinci zaman) yaşlı kayaç birimleri Bozkır, Hadim, Seydişehir, Akören, Ahırlı, Beyşehir, Doğanhisar, Kadınhanı yörelerinde ortaya çıkmaktadır. Genellikle Paleozoik yaşlı birimlerin bir devamı niteliğinde olan Mesozoik (ikinci zaman) yaşlı kayaçlar ise yaygın olarak Ereğli, Bozkır, Seydişehir, Ahırlı, Akören, Altınekin, Kadınhanı, Beyşehir, Akşehir, Ilgın, Doğanhisar yörelerinde yüzeylemektedir. Mesozoik sonunda kapanan okyanusun sıkışması ile ortaya çıkan dağ oluşumu evresinde Toroslarda kütleler meydana gelirken okyanus kabuğu parçaları olan ofiyolitler bu kütlelerin arasında, özellikle Konya Meram, Ereğli güneyi, Bozkır güneyi, Karapınar ve Cihanbeyli civarında gözlenir konuma gelmiştir. Tersiyer'de (üçüncü zaman) denizin ve gölsel sedimanların yanısıra yaygın volkanik faaliyetlerle daha yaşlı birimlerin üzeri örtülmüştür. Denizel sedimanlar Ereğli ve Çumra civarında gözlenir. Konya ve çevresi Geç Miyosen (10 milyon yıl) Pliyosen döneminde blok faylanmalarla çökmeye başlamış daha sonra bu ortamda bugün de kalıntılarını gördüğümüz (Akgöl ve Hotamış gölü) büyük bir göl oluşmuştur. Bu göl, karasal ve gölsel sedimanlar ile doldurularak bugünkü ovalardan Ereğli, Karapınar, Cihanbeyli, Kulu, Sarayönü, Kadınhanı, Konya merkez ve çevre ilçeler ile Çumra Ovaları oluşmuştur. Bu dönemde meydana gelen volkanik faaliyetler ile Karapınar, Çumra, Akören, Selçuklu kesiminde Takkeli dağ, Acıgöl, Meke Gölü gibi volkanik yapılar ve tüfler ortaya çıkmıştır. Aynı zaman aralığında Ilgın civarında meydana gelen bir fay ile bugün kaplıca olarak kullanılan sıcak su çıkışları meydana gelmiştir. Bütün bu birimler Kuvaterner yaşlı genç karasal sedimanlarla örtülmüştür. Özellikle Konya Ovası ve bunun devamı niteliğindeki Ereğli ve Cihanbeyli Ovaları'nda, çok kalın alüvyal depolar bulunmaktadır. Konya ili sınırları içerisinde Türkiye'nin en büyük alüminyum (boksit) ve magnezit yataklarının yanısıra, kömür, kil, çimento hammaddeleri, kurşun-çinko, barit madenleri ile önemli oranda yer altı suyu rezervleri bulunmaktadır. Alüminyum (boksit) yatakları Seydişehir ilçesi güneyinde Üst Kretase zaman aralığında karasal ayrışmalarla meydana gelmiştir. Magnezit yatakları ise Meram ilçesi sınırları içerisinde olup tek başına hem Konya'nın hem de dünyanın en büyük rezervli (80 milyon ton) magnezit yatağıdır. Yunak civarında Magnezit ve az miktarda lüle taşı yatakları bulunmaktadır. Ilgın (Haremi Kurugöl), Beyşehir ve Seydişehir ilçelerinde Pliyosen yaşlı toplam 750 milyon ton rezervli linyit kömürü yatakları bulunmaktadır. Beyşehir, Selçuklu ve Ilgın civarında önemli miktarlarda kil yatağı vardır. Ayrıca Bozkır'da barit, Hadim (Kızılgeriş) ve Bozkır'da (Küçüksu) kurşunçinko yatakları bulunmaktadır. Ayrıca Konya'nın birçok yerinde çimento hammaddelerinden kil, kalsit, jips, tras, kireçtaşı ve dolomit gibi hammaddeler bulunmaktadır. Konya ve çevresindeki Çumra, Ereğli, Cihanbeyli, Akşehir, Yunak ovalarında yaklaşık 20-100 metreler arasında yer altı suyu bulunmakta ve bazı yerlerde bu su artezyen yapmaktadır. Konya ilinde en fazla alana sahip yeryüzü şekli ova ve platolardır. Ovaların tabanlarında yer alan çukur kısımlarında kapalı havzalar oluşmuştur. Yükseltiler az yer tutar, genellikle ilin güneyinde toplanmıştır. Ovalar, platolarla birbirinden ayrılmıştır. Platolar akarsular tarafından fazla derin parçalanmamıştır. Açık havza kısımları da vardır. DAĞLAR Dağlar İlin kuzey kısmında yeralan yükseltiler genel olarak doğu-batı doğrultusunda uzanır. En önemlisi Bozdağlardır. Bozdağlar üzerinde yer yer tepeler yükselir, bu tepelerin en yükseği Bozdağlar'ın batısındaki Karadağ Tepe'dir. (1919 m). Bu tepeler arasında da geçitler yer alır. Konya'nın batısında yeralan sıra dağlar kuzeyden güneye doğru uzanırlar. En kuzeyinde Sultan Dağları (2169), Aladağlar (2339), Loras (2040), Eşenler (1951) yer almaktadır. Bölgenin güney kısmı Toros dağlarıyla sınırlanmıştır. Bu kuşakta ise Geyik (3130), Bolkar dağları (3134), Aydos dağları (3240) yer almaktadır. Bu alanda volkanik kütlelerin ve arazilerin önemli bir yeri vardır. Karapınar Ovası'nın güneyinde yer alan Karacadağ (2025), Konya'nın güney batısındaki Erenler Dağı (2319) batısında Takkeli Dağ (1400) yer almaktadır. Belirtilen volkanik dağların dışında Karapınar yakınlarında kül konilerine rastlanır. Bunlar genç volkanik faaliyetler sonucunda oluşturulmuş küçük konilerden ibarettir. İl sınırları içinde yer alan volkanik dağlar İç Anadolu Bölgesinin diğer volkanik dağları ile karşılaştırıldığında yükselti ve alanlarının daha az olduğu görülür. Konya'nın ormanları ve su kaynaklarının büyük bölümü buradaki yükseltilerde yer almaktadır. Bölgenin güneyindeki kireç taşlarından oluşmuş yükseltilerin bulunduğu yerlerde mağaralar oluşmuştur. Bunlardan Çamlık mağaralar ve Seydişehir'de bulunan Tınaztepe mağarası , milli park olmaya namzet mağaralarımız. PLATOLAR Yöredeki Obruk ve Cihanbeyli Platoları ortalama 1000 m. yükseltiye sahip geniş düzlüklerden oluşurlar. Tuz gölünün batısında Cihanbeyli platosu, güneyinde ise Obruk platosu yer alır. Obruk platosu üzerinde kireç taşı tabakaları üzerinde gelişmiş karstik şekillerden olan obruklara rastlandığından bu isim verilmiştir. Bunların en büyüğü Kızören obruğudur. Konya'nın kuzeydoğusunda yer alan bu obruk kireç taşlarının çözülmesi ile oluşmuş yaklaşık 300 m. çapında 145 m. derinliğindedir. Obruk içerisine suların dolması ile aynı ismi alan bir de göl oluşmuştur. Göl tabanından fazla suları boşalttığından suları tatlıdır. Obruk platosu yörenin en çukur yeri olan Tuz Gölü ile Konya ve Ereğli ovalarını birbirinden ayıran bir eşik görünümündedir. İlin kuzeyini kaplayan Cihanbeyli Platosu genel olarak kireçtaşı tabakaları ile kaplıdır. Bu plato akarsular tarafından az parçalanmış dalgalı bir yüzeye sahiptir. Zengin bozkırlarla kaplı olan bu platolar, il hayvancılığı ve tarımı açısından önemlidir. OVALAR İl sınırları içerisinde ovalar platolardan sonra en fazla alanı kaplar. Buradaki ovalar, genel olarak buraya yerleşen bir gölün ortadan kalkması ve göl tabanında alüvyonların depolanması ile ortaya çıkmıştır. Obruk platosunun kuzeyindeki en çukur alanda Tuz Gölü yerleşmiş, güneyde ise Hotamış bataklığı ile İvriz bataklıkları burada oluşan eski göl kalıntıları olarak yer almıştır. Konya ve Ereğli ovaları yörenin en geniş ovalarıdır. Bu ovalar Konya ve Ereğli arasında geniş düzlükler şeklinde uzanırlar. Konya ili bu ovaların batı ucunda kurulmuştur. Bu dizi içerisinde, Çumra Ovası ve Karapınar'ın bulunduğu Karapınar ovasında eski Konya Gölü tabanının kum depoları rüzgar erozyonuna da imkan vermiştir. Bozdağların kuzeyinde Altınekin, Sarayönü ve Kadınhanı ovaları bulunur. Ilgın (Çavuşçu) gölü ve Akşehir gölünün yerleştiği çanakta bir çöküntü hendeğidir. Ilgın ve Akşehir ovaları, bu çöküntü hendeği içerisinde oluşmuş ovalardır. Bu ovalar dışında; Beyşehir ovası, Seydişehir ovası, Doğanhisar ovası ile Yukarı Sakarya ovalarının güney ucunu oluşturan Yunak ve Akgöl ovalarıdır. AKARSULAR Konya ili sınırları içerisinde daha çok mevsimlik ve sel rejimli akarsular yer alır. Buradaki akarsuların boyları kısadır. Konya ilinin geniş sahaları, kapalı havza olması sebebiyle akarsular ova tabanlarındaki bataklıklarda kaybolur. Bölgedeki akarsular kar ve yağmur suları ile beslenirler. Konya'daki yağış rejimi düzensiz olduğu için bu akarsuların rejimi de düzensizdir. Bir çoğu, yaz aylarında kururlar; ancak ilkbahar ve yaz aylarında kısa süreli sağanak yağışlar ile sel baskınlarına sebep olabilmektedir. Sel baskınları tarım alanlarında büyük zarara neden olur. Bundan dolayı bölgede erozyonla mücadele çalışması yapılmaktadır. Bu çalışmalar en fazla sel gelen dereler üzerine barajlar kurularak sürdürülmektedir. May ve Apa barajları buna örnektir. Konya'da akarsuların su toplama havzaları farklı yönlere akış gösterirler. Bunlardan Yukarı Sakarya Nehri'ne ulaşan Gökpınar Deresi ile Karadeniz'e, Göksu Nehri'nin kuzey kolu olan Hadim Çayı, Manavgat Nehri'nin yukarı havzası çevresindeki dere ve çaylar açık havza niteliğinde olup sularını Akdenize ulaştırırlar. Bunlardan Tuz Gölü, Çavuşçu Gölü, Beyşehir Gölü, Ereğli Ovasındaki Akgöl, Hotamış Bataklığı çevresindeki yükseltilerden kaynağını alan dereler ise kapalı havza şeklindeki bu alanlara akış gösterirler. Bölgenin güneyindeki kapalı havzanın merkezinde Konya ve Ereğli ovalarında kuraklık nedeniyle göl oluşmaz ve buradaki yükseltilerden kaynağını alan dereler ovada kaybolurlar. Konya'da yer alan en büyük ve en önemli akarsu Çarşamba Suyu'dur. Kaynağını Bozkır ilçesindeki yükseltilerden alır. Beyşehir Gölü'nün ayağı ile birleşerek Çumra Ovası sulama şebekesini oluşturur. Çarşamba Suyu üzerinde kurulan Apa Barajı hem selleri önlemek hem de Konya Ovasının bir bölümünde sulama yapmak için kurulmuştur. Konya ilinde Meram Çayı, Sille Deresi, May Deresi, İvriz, Bolasan, Çiğil, Doğanhisar İnsuyu, Göksu, Adıyan, Engilli, Çavuşköy, Karasu Çayları da önemli akarsulardandır. Şehrin içme ve kullanma suyu olarak kullanılan Hatıp, Çayırbağı, Mukbil ve Dutlu Suyu ve Hotamış Bataklığı çevresindeki çeşitli kaynaklarda önemlidir. GÖLLER Konya ili sınırları içerisinde pek çok tabii göl ve bataklık bulunmaktadır. Bunların kimilerinin suları acı ve tuzlu, bazılarının da suları tatlıdır. Oluşum yönünden de birbirinden farklılıklar gösterirler. Tuz Gölü Tuz Gölü kapalı havzasının merkezinde Tuz Gölü oluşmuştur. Ankara, Konya, Aksaray sınırlarının kesiştiği yerde olup bir kısmı Konya ili sınırları içerisinde yer almaktadır. Tuz Gölü Türkiye'nin yüzölçüm olarak ikinci büyük gölüdür. Derinliği 12 m. civarındadır. Yaz mevsiminde buharlaşmanın etkisi ile alanı oldukça küçülür. Kuruyan kesimlerde tuz tortulları meydana gelir. Türkiye'nin tuz ihtiyacının bir kısmı buradan temin edilir. Sulama ve su ürünleri için kullanılamaz. Beyşehir Gölü Konya ilinin batısında Konya-Isparta sınırı üzerinde yer almaktadır. Beyşehir Gölü, yurdumuzun 3. büyük gölüdür. Aynı zamanda en büyük tatlı su gölüdür. Tektonik-Karstik olaylarla meydana gelmiştir. Aynı zamanda Türkiye'nin en önemli milli parklarından biridir. Milli park alanı içerisinde aynı anda su sporları, dağ sporları ve av sporları yapmak imkanı vardır. Su ürünleri açısından ekonomik değeri yüksektir. Gölün iki plajı, 22 adası ve pek çok kayalığı bulunmaktadır. Göl Ornitolojik bakımdan önemli bir kuş üreme, barınma, beslenme ve konaklama merkezidir. Bu yönü ile de turizm açısından önem taşımaktadır. Akşehir Gölü Konya ilinin kuzey batısında Konya-Afyonkarahisar il sınırında yer alır. Suyu tatlıdır. Tektonik olaylarla meydana gelmiştir. Su ürünleri açısından ekonomik değer gösterir. Sulama suyu olarak kullanılmakta olup kamış üretimi de yapılmaktadır. Suğla Gölü Konya ilinin güneybatısında yer alır. Oluşumu tektoniktir. Yağışlı yıllarda alanı iyice genişlemekte kurak yıllarda ise göl kurumakta ve alüvyonlu göl tabanı ortaya çıkarak, iyi bir tarım alanı oluşturmaktadır. Suları tatlıdır. Su ürünleri ve sulama açısından önemi büyüktür. Ilgın (Çavuşçu) Gölü Konya ilinin kuzeybatısında yer alır. Oluşumu tektoniktir. Suları tatlıdır. Su ürünleri açısından önemlidir. Ayrıca bir ayağı ile Atlantı ovaları sulanmaktadır. Ereğli Akgöl Ereğli ilçesinin batısındadır. Eski göl tabanıdır. Çok sığ bir özelliğe sahiptir. Tatlı sulara sahiptir. İvriz deresinden gelen sularla beslenir. Akgöl sazlıklarında 200'ün üzerinde kuş türü yaşamaktadır. Bu yüzden tabiatı koruma alanı olarak kabul edilmiştir. Yunak Akgöl Yunak ilçesi yakınlarında küçük bir göldür. Suyu tatlıdır. Çoğu yeri bataklık halindedir. Göl Gökpınar Deresi ile Sakarya Nehrine boşalmaktadır. Bunların dışında Konya ilinin karstik sahalarında, karstik şekillerden olan obrukların sularla dolması ile çok ufak göller meydana gelmiştir. Bunlar Kızören obruğu, Timraş obruğu, Obruk gölü, Çiralı gölü, Meyil gölü de vardır. Obruk göllerden bazıları sulama amaçlı kullanılırken bazı obruk gölleri de turistik değer taşır. Volkanik olaylarla da göller meydana gelmiştir. Volkan konilerinin çevresinde volkanizmanın etkisi ile daire şeklinde çanaklar oluşmuştur. Bu çanaklara suların dolması ile küçük maar gölleri meydana gelmiştir. Bunlar Acıgöl Maarı ve Meke Gölü'dür. Karapınar ilçesi sınırları içerisinde bulunan bu krater göllerinin içerisinde magnezyum sülfat çözeltileri vardır. Bu nedenle suyu çok acıdır. İçinde canlı yaşamaz. Oluşumdan kaynaklanan özellikler nedeniyle Meke Gölü etrafındaki volkanik malzeme biriket yapımı ve benzer amaçlarla büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Meke Gölü, Kültür Bakanlığı, Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından "1. Doğal Sit Alanı" ilan edilmiştir. Yeraltı Suları Konya ilinde Çumra, Ereğli, Cihanbeyli, Akşehir, Yunak ovalarında yaklaşık 20 ila 100 m. arasında zengin yer altı suyu bulunmaktadır. Bazı yerlerde bu su artezyen yapmaktadır. Bunun yanında binlerce adi kuyu kazılmıştır. Genellikle tarım amaçlı olarak pek çok sondaj kuyusu da açılmıştır. Konya çevresinde genellikle paleozoik mermerler, mesozoik kalkerler, neojen kalkerleri ve Alüvyonlar su taşıyan formasyonlardır.
-
KONYA TARİHİ KONYA, M.Ö. 7000'li yıllardan itibaren, insanlık tarihi açıdan önemli medeniyetlere sahne olmuş, oldukça zengin bir kültürün izlerini bağrında taşıyan, Mevlana gibi yetiştirdiği İslam büyükleri ile gönülleri fetheden, tarihi ipek yolunun ticaret ve konaklama merkezi olarak adeta bir müze şehir kimliğine sahip olan istisna bir şehirdir. Türk târihinin en eski ve kıymetli eserlerini sînesinde barındıran Konya, ayrıca bir gönül diyârıdır. Konya’nın eski çağlardan, günümüze değin çok fazla değişime uğramayan ismi vardır. Söylentiye göre; eski çağlarda kente zarar veren bir canavarı öldüren kişiye şükran ifadesi olarak bir anıt yapılmış, bunun üzerine de bu olayı anlatan bir resim çizilmiştir. Bu anıta da İkonion ismi verilmiştir. Zamanla İkonion adı, İcconium’a dönüşmüştür. Roma döneminde İmparatorların adlarıyla değişmiş, Claudiconium, Colonia Selie, Augusta İconium gibi isimlere dönüşmüştür. Bizans kaynaklarında Tokonion olarak geçen Konya’ya Ycconium, Conium, Stancona, Conia, Cogne, Cogna, Konien, Konia isimleri yakıştırılmıştır. Arapların Kuniya dedikleri bu isim, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de değişmemiş, günümüze kadar gelmiştir. Konya’nın ilk yerleşimi Neolitik Çağa (MÖ.8000-5500) kadar inmektedir. Bunu Kalkolitik Çağ (MÖ.5500-3500), İlk Tunç Çağı (MÖ.3500-2000) yerleşimleri izlemiştir. Ayrıca Karahöyük ve Ereğli’de yapılan araştırmalar Hitit döneminde de yörede yerleşim olduğunu göstermiştir. Neolitik Çağa ait yerleşimlerin Canhasan, Çataklhöyük ve Erbaa’da; Kalkolitik Çağa ait yerleşimlerin Canhasan, Çatalhöyük; İlk Tunç Çağına ait yerleşimlerin Alaaddin Tepesi ve Karahöyük’te olduğu yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan Konya Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinin bulunduğu bir ildir. Konya’nın Çumra İlçesi’nin 10 km. doğusunda yer alan Çatalhöyük’te yapılan kazılarda 13 yapı katı ortaya çıkarılmıştır. Buradaki en erken yerleşim katı M.Ö. 5500 yıllarına tarihlendirilmektedir. Burada ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapılara ait özgün buluntularla karşılaşılmıştır. Çatalhöyük’teki yerleşimin, şehirciliğin en iyi bilinen dönemi 7. ve 11. katlarda ortaya çıkmıştır. Bu evler tek katlı olup, girişler damdaki bir delikten merdivenlidir. Evlerin duvarları sıvalı, üzerlerine resimler yapılmıştır. Bunlar eski çağ insanının duvarlara yaptığı ilk resim örnekleridir. Ayrıca Çatalhöyük kazısında ele geçen heykelcikler, ana tanrıça kültürü ibadetin başlangıcı ve zamanın inançları hakkında özgün bilgiler vermektedir. MÖ.XIII.yüzyılda Hititler yöreye egemen olmuş, Eflatunpınar ve Ereğli’deki kaya kabartmaları da bu dönemden günümüze kadar ulaşmıştır. Hititlerin ardından yöre Friglerin ve Kimmerlerin egemenliğine girmiştir. MÖ.VII. yüzyılda Lydialıların, MÖ.VI.yüzyılda Perslerin egemenliğindeki yöre, Kapadokya Satraplığının sınırları içerisinde kalmıştır. Büyük İskender’in Pers Devletini Anadolu’da ortadan kaldırması ile birlikte MÖ.334’te Makedonya Krallığına bağlanmıştır. Konya yöresi MÖ.I.yüzyılda Pontus yönetiminde kalmış, daha sonra Pontus ve Romalılar arasında zaman zaman el değiştirmiştir. MS.VII.yüzyılın başlarında Sasaniler, yüzyılın ortasında Araplar kısa süreli de olsa yöreye hakim olmuşlardır. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Oğuz boyları Anadolu’ya hakim olmuş, Alparslan’ın komutanlarından Kutalmışoğlu Süleyman Şah Konya ve yöresini fethettikten sonra batıya yönelmiş, Anadolu Selçuklu Devleti de 1074’te kurulmuştur. Anadolu Selçukluları devletin başkentini İznik olarak seçmişlerse de I.Haçlı seferi sırasında İznik’i kaybedince Konya’yı kendilerine merkez yapmışlardır. Bundan sonra Konya Anadolu Selçukluları’nın mimari eserleri ile bezenmiş ve kısa sürede Anadolu’nun en gelişmiş kentlerinden biri olmuştur. Anadolu Selçukluları döneminde Konya, kültür ve sanatta altın çağını yaşamıştır. Devrin ünlü bilginleri, filozofları, şairleri, mutasavvıfları, musikişinasları ve diğer güzel sanatların üstatlarını bir araya getirmiştir. Bahaeddin Veled, Mevlâna Celaleddin başta olmak üzere Kadı Burhaneddin, Kadı Sıraceddin, Sadreddin Konevi, Şahabeddin Sühreverdi gibi bilginler, Muhyiddin Arabî gibi mutasavvıflar Konya’da yerleşmişler, verdikleri eserlerle şehri bir kültür merkezi haline getirmişlerdir. 1071 yılında, Malazgirt savaşından sonra Anadolu'nun kapıları Türklere açılmış ve Büyük Selçuklu Sultanı Kutalmışoğlu Sultan Süleyman Şah tarafından da Konya fethedilmiştir. 1074 yılında kurulan ve başkenti İznik olan Anadolu Selçuklu Devleti 1'inci Haçlı Seferi sonunda İznik'i kaybedince, Başkent Konya'ya taşınmıştır. Başkent olduktan sonra günden güne gelişen ve pek çok mimari eserle süslenen kent, kısa zamanda Anadolu'nun en gelişmiş şehirlerinden biri haline gelmiştir. 1097 yılından 1308 yılına kadar 211 yıl boyunca, Anadolu Selçuklu Devletinin egemenliği altında kalan Konya, Selçuklu Devletinin yıkılışını takiben Karamanoğulları Beyliğinin hakimiyeti altına girmiştir. 1465 yılında Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet tarafından Karamanoğulları Beyliği ortadan kaldırılmış ve Konya Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine alınmıştır. Fatih Sultan Mehmet, 1470 yılında 4'üncü Eyalet olarak Karaman eyaletini kurmuş, merkezini de Konya şehri yapmıştır. 17'inci yüzyılda Karaman eyaletinin sınırları genişlemiş, Tanzimat döneminde de ismi değişerek Konya Eyaleti adını almıştır. Konya şehrinin nüfusu o tarihlerde 1.825 olup, Türkiye'nin 11'inci ve dünyanın da 69'uncu büyük şehriydi. İstiklal Savaşı yıllarında da Konya üzerine düşen görevi yapmış, Batı Cephesi Karargahı Akşehir'de kurulmuştur. Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra, Konya İtalyanlar tarafından işgal edilmiş ise de, 20 Mart 1920 tarihinde işgalden tamamen kurtarılmıştır. Cumhuriyet Devrinde hızla büyüyen ve gelişen Konya, kültür tarihi eserleri ile bugün açık hava müzesi görünümünde bir şehirdir. Tarihi eserleri bakımından Türklük' ün sayılı şehirleri arasında yer alan Konya, Selçuklular'a iki asırdan fazla başkentlik yapması sebebiyle, Türk mimarisinin gözde eserleri sayılan abidelerle süslenmiştir. Bu yönden Selçuklu Devri'nde Konya, Bursa, Edirne ve İstanbul'dan önce "En muhteşem Türk şehri" mertebesine yükselmiştir. Konya'da Türk-İslam döneminden önce yapılan eserlerin çoğunun günümüze ulaşamadığı söylenebilir. Yine de Konya çeşitli tarihi eserleriyle bezenmiş istisna şehirlerden biridir. Bu eserlerin başında Konya' nın sembolü sayılan Mevlana Müzesi gelir. Mimar Bedrettin Tebrizi tarafından yapılan ve Kubbe-i Hadra (En Yeşil Kubbe) denilen 16 dilimli bu muhteşem abide firuze çinilerle kaplıdır ve bugünkü görüntüsüne Cumhuriyet döneminde kavuşturulmuştur. Alaeddin Camisi, Sahip Ata Külliyesi, Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Sırçalı Medrese Selçuklu dönemi eserlerindendir. Selçuklu ve Beylikler dönemine ait pek çok cami, hamam, çeşme, köprü, tekke, kervansaray, hastane, suyolu ve diğer altyapı kuruluşlarına sahip bulunan Konya' da Osmanlı dönemine ait eserlerin en tanınmışı ise Sultan Selim ve Aziziye Camii' leridir. Konya 12. Yüzyılın ilk yarısında Sultan Alaeddin Keykubat (1219, 1236) devri ve sonrasında, Dünyanın ilim ve sanat merkezi özelliğini kazanmıştır. Türk-İslam Dünyası' nın her tarafından gelen bilim ve sanat adamları Konya'da toplanmışlardır. Bahaeddin Veled, Muhyiddin Arabi, ve Mevlana Celaleddin Rumi, Sadreddin Konevi, Şemsi Tebrizi, Kadı Burhaneddin, Kadı Siraceddin, Urmemi gibi bilgin mutasavvıf ve filozoflar kıymetli eserlerini Konya'da hazırlayarak, dünyaya ışık tutmuşlardır. "Konya' nın Altın Çağı" denilebilecek bu özelliği, 12. yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir. Bu şahsiyetlerin ve Anadolu'nun yeni sahiplerinin engin hoşgörüleri, bilim, sanat ve teknik alanlardaki üstünlükleri, köklü kültürel ve sosyal yapıları, Anadolu'nun "Ana Yurdumuz" olmasında büyük etken olmuştur. Böylece ne Bizans saldırıları, ne Moğol istilası, ne Haçlı orduları, ne İtalyan, ne Yunan işgalleri, Türk' ün Anadolu'daki egemenliğini yok edememiştir. Anadolu Selçukluları Devrinde Konya Konya'nın 1071 Malazgirt savaşından sonra Selçuklu Türklerinin eline geçmesiyle (1076-1080) kurulan Anadolu Selçukluları Devletinin Başkentliği (1096-1277) döneminde Kültür ve Sanatta altın çağını yaşar. Devrin ünlü Bilginleri, Filozofları, Şairleri, Mutasavvıfları, Hoca, Musikişinas ve diğer sanatkarlarını bağrında toplamıştır. Bahaeddin Veled, Mevlâna Celaleddin başta olmak üzere Kadı Burhaneddin, Kadı Sıraceddin, Sadreddin Konevi, Şahabeddin Sühreverdi gibi bilginler, Muhyiddin Arabî gibi mutasavvıflar Konya’da yerleşmişler, verdikleri eserlerle şehri bir kültür merkezi haline getirmişlerdir.Bilhassa Hz. Mevlâna fikir ve felsefesi ile insanlığı aydınlatmış Mesnevi, Divan-ı Kebir gibi eserleri ile de bu etki halen devam etmektedir. Yine Nasreddin Hoca da güldüren ve düşündüren fıkraları ile Konya’nın kültür ve sosyal hayatının gelişmesinde asırlardır devam eden bir bilge kişidir. Selçuklular dönemi Konyası’nda Kütüphaneler açılmış, bu dönemde Tarih, Edebiyat, Felsefe, Sanat, Tıp, Kozmoğrafya, Hukuk ve Din alanında büyük tarihi ve kültürel atılımlar yapılmış, buna bağlı olarak Medreseler, Camiiler, Kütüphaneler, türbeler, çeşmeler, kaleler, hanlar, hamamlar, çarşı ve bedestenler, köprüler, saraylar yapılmıştır. Karamanoğulları Devrinde Konya Konya da Karamanoğulları (1277) devrinde de bilim ve kültür alanındaki gelişmeler devam etmiş, Ulu Arif Çelebi ve oğulları Adil ve Alim Çelebiler ile Ahmet Eflâkî ve Sarı Yakup gibi bilgin ve Mutasavvıflar yetişmiştir. Karamanoğulları Devri Tarihî ve Kültürel Eserler; Ali Gav Zaviye ve Türbesi, Kadı Mürsel Zaviye ve Türbesi, Ebu İshak Kazeruni Zaviyesi, Hasbey Dar-ül Huffazı, Meram Hasbey Mescidi, Şeyh Osman Rûmi Türbesi, Ali Efendi Muallimhanesi, Nasuh Bey Dar-ül Huffaz, Turgutoğulları Türbesi, Kalenderhane Türbesi, Tursunoğlu Camii ve Türbesi, Burhaneddin Fakih Türbesi, Siyavuş Veli Türbesi, Osmanlılar Devrinde Konya Konya, 1467 yılında Osmanlı sınırlarındadır. Doğu seferlerine çıkan Osmanlı Sultanlarından Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman ve II.Murat'ın uğrak yeridir. İlim, kültür ve sanat hareketleri kesintisiz devam eder. Ünlü şairler, bilginler, tarihci ve filozofların toplandığı merkez halindedir. Bu dönemde de mimarî yönden; Camiiler, Çeşmeler, Medreseler v.s eserler meydana getirilir. Osmanlı Devri Tarihî ve Kültürel Eserleri Selimiye Camii, Yusufağa Kitaplığı, Piri Mehmet Paşa Camii, Şerafettin Camii, Kapu Camii, Hacı Fettah Camii, Nakiboğlu ve Aziziye Camiileri, Şeyh Halili Türbesi ile Mevlâna Külliyesi dönemin mimarî eserlerinden bazılarıdır. Osmanlının son döneminde Tanzimat hareketiyle Konya'da da yenileşmeler başlamış Medreselerin yanında İlkokullar (İptidai), Öğretmen Okulu (Darülmualimin) ve Ortaokul (Rüştiye) açılmıştır. İlk Lise (idadi) 1889 yılında, yine aynı yıllarda Konya Sanat Okulu da Vali Ferit Paşa tarafından hizmete açılmıştır. 1900 yılında Konya'daki medrese sayısı ilçeler dahil 530'a ulaşmıştır. Cumhuriyet Devrinde Konya tarihi 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile eskilere ilave yeni okullar açılarak, yeni gazete ve dergiler yayınlanmaya başlanır. Yurt genelinde olduğu gibi Konya'da da İlk, orta, Lise ve Yüksek Öğretim devlet yönetimine geçer, okul yapma ve okuma seferberliğine başlanılarak öğretmen yetiştiren okullar ile teknik ve sanat okulları, yüksek okullar memleketin ihtiyacına göre yenilenerek çoğaltılmıştır. Kültür Bakanlığının kurulması ile kütüphaneler ve müzeler, Kültür ve Tabiat Varlıklarımızın korunması 2863 ve değişik 3386 Sayılı " Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurumu " çerçevesinde Kültür Bakanlığının denetimine verilmiştir. Tüm illerde Bakanlığı temsil edecek İl Kültür Müdürlükleri teşkilatlandırılarak Cumhuriyet dönemi kültür ve sanat hareketleri sistematik hale getirilmiştir.
-
TURİZM Coğrafi alan olarak tarihi yerleşime uygun bir stratejik noktada bulunan Kırıkkale'nin çok eskilere dayanan tarihi bir yöre olduğu bilinmektedir. Japonların 1990-1991 yılları arasında Kırıkkale İl Merkezi ve ona bağlı ilçe ve köyleri kapsayan yüzey araştırmalarında toplam 21 höyük ve düz iskan saptanmıştır. Bu merkezlerden toplanan seramik örneklerinin değerlendirilmesi sonucu bölgenin Kızılırmak kavisi dışında kalan alanda Neolitik Çağ ve sonrası, Kızılırmak kavisi içinde kalan alanda ise bu dönemi takip eden Kalkotik Çağı, Eski Tunç Çağı, Assur Ticaret Kolonileri Çağı (zayıf) eski Hitit Çağı, Hitit İmparatorluğu Çağı (Zayıf) Frig ve Hellenistik-Roma Çağları ile Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin kültürlerini yansıtan kalıntılar saptanmıştır. İlin tarihi, Hititler'e kadar uzanan bir medeniyetlere beşiklik etmiştir. Her dönemin özelliklerini yansıtan tarihi kalıntıları ve kültürel yapısıyla yeni yeni dikkatleri çekmektedir. İl merkezinde yer alan Kaletepme'de ve Kapulukaya baraj inşaatı kazılarından ortaya çıkan Etiler'e ait mezar taşları, çanak-çömlek kabartmalar, mermer heykeller, lahit kapakları ve sikkeler, Hattuşaş'a 80 km'likbir mesafede bulunan bölgemizin önemli bir yerleşim merkezi olduğunu göstermektedir. Uzun bir tarihi geçmişi olan ilin, İpek Yolu'nun güzergahında oluşu, Evliya çelebi'nin Seyahatnamesi'nde Yahşihan ve Sulakyurt ilçelerinden övgüyle bahsetmesi tarih ve kültür turizmi açısında önemini anlamaya yeterlidir. Kırıkkale Kültür Varlıkları ve Sit Alanları Keskin İlçesi : Esatmüminli Ören yeri, Çarşı Camii, Hayriye Camii, Eski Barut-Fişek Fabrikası, Köprüköy Çeşnigir Köprüsü, Kavurgalı Höyük (Gavur Kalesi), Efendi Köyü-Alıbar Höyük, Kibrithane binası, Eğitimhane. Rahmi Pehlivanlı Kırıkkale'nin Keskin ilçesinde doğan ressam, ilk çalışmalarını klasik stilde yapmıştır. Daha sonra kendine özgü bir kendine özgü bir ekol geliştiren sanatçının ünü ülke sınırlarını aşmıştır. Portre ressamlığına, 1952 yılında, 93 (1877-78) Aziziye Savaşı'na katılan kahraman Türk kadını Nene Hatun'un bir portresini yaparak başlamıştır. Bu çalışması Askeri Müze'de sergilenmektedir. Sanat çalışmalarındaki uluslararası başarı ve kendine özgü bir ekol sahibi olması nedeniyle, Plan-Haber Ajansı 1978'de Rahmi Pehlivanlı'yı sanat alanında "Yılın Adamı" seçmiştir. 1981 yılında da bir "Roma Acedemico Benemerito " fahri üyelik diploması ile ödüllendirilen sanatçı yerli ve yabancı 29 devlet adamının portresini yapmıştır. Delice İlçesi : Koçubaba Köyü Türbe ve Camii, Ulu Camii, Yukarı Camii, Kırlangıç köyü arkeolojik sit alanı, Aydınşeyh köyü arkeolojik sit alanı. Sulakyurt İlçesi : Ayvatlı köyü (Kırlı mevkii), Faraşlı köyü (Arılıöz mevkii) Kozlu yöresi (antik kent), Gültepe Höyüğü, Şeyh Bedrettin Camii ve Türbesi, Küçük Şami köyü camii ve türbesi. Çelebi İlçesi : Armutlu köyü (Armutlu Höyük). Bahşılı İlçesi : Karaahmetli Arkeolojik sit alanı. Kırıkkale Merkez İlçe : Hasandede türbe camii, Hacılar (Cumaovası mevkii arkeolojik sit). İl Sınırları İçinde Bulunan Höyükler Hopagantepe (Keskin Karaağıl Köyü) Sarımusalı (Keskin-Haliltede köyü) Höyüktepe (Keskin-Çifteli köyü) Yaşçayır Höyük (Keskin-Ceritköy)Aşar Höyük (Merkez-Hacılar) Çatalsöğüt (Merkez-Hacılar) Höyük (Sulakyurt-Dağhalilinceli) Kuzeren Höyütk (Merkez-Kuzeren) Şeyh Şami Camii ve Türbesi Sulakyurt ilçe merkezinde bulunan camii Şeyh Şami tarafından yaptırılmıştır. Değişik zamanlarda tahribata maruz kalmış, yapılan onarımlar sonucu mimarı özelliklerini kısmen kaybetmiştir. İlçenin kurucusu olan Şeyh Şami'ye ait türbede bu camiinin yanında yüksekçe bir yerde bulunmaktadır. Bu türbe, yerli ve yabancı turistler tarafından sık sık ziyaret edilmektedir. Evliya Çelebi, Şeyh Şami'nmin asıl adının Hamza olduğunu, Bayrami Tarikatına mensup, keramet sahibi bir kişi olduğunu belirtmektedir. Hasandede Camii ve Türbesi Kırıkkale-Merkez ilçeye bağlı, şehre 12 km.uzaklıktaki Hasandede kasabasındadır. Camii ve türbe yanyanadır. Caminin minaresi tarafında ilk türbe Hasandede'ye (Doğanbeğ) ikinci türbe ise oğulları Şeyh Halil İbrahim, Şeyh Mustafa ile kızı Ümmühan Ana'nın müşterek türbeleridir. Hasandede Camii hicri 1014 (1605)'de yapıldığı bilinmektedir. Türbelerin daha sonra 17.Yüzyılda yapıldığı tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Çeşnigir Köprüsü Bilinen kaynaklara göre Çeşnigir Köprüsü ve yakınında bulunan han Selçuklular'a aittir. Yapılış tarihine ait elimizde kesin bilgiler yok. Ancak köprünün 13.Yüzyıla tarihlenen bir köprü olduğunu, Selçuklu eseri olduğunu belirtelim. 1402 yılında Ankara Savaşı'na ilerleyen Timur ordusu da bu köprüyü kullanmıştır. Çeşnigir Köprüsü Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi esnasında Mimar SİNAN tarafından yeniden yapılmıştır. Kapulukaya Barajı'nın faaliyete geçmesinden önce yol güzergahı olarak kullanılırken, sonraları köprünün ayak kısımları baraj suyu içinde kalmıştır. 110 m. uzunluğunda 6 m. genişliğindeki köprü kayalık arazide sağlam temeller üzerine oturur. Kızılırmak içinde sağlam bir zemine oturabilmesi için orta bölümde belirgin bir eğim vardır. 18,60 m. orta açıklığa sahip köprünün 3 adedi suyun yükselmesi halinde akışı sağlamak ve köprünün ağırlığını hafifletmek amacıyla yukarıda, 9 adedi de aşağıda olmak üzere 12 göze sahiptir. Balışeyh- Ballı Camii ve Türbesi 14.Yüzyılda yaptırıldığı tahmin edilen yapının kim taraf4ından yaptırıldığı bilinmiyor. Caminin tavan örtüsü ağaç işçiliğinin karakteristik özelliklerini taşır. Vakıfbank Genel Müdürlüğü tarafından özellikleri korunarak restore edilmiştir. Koçubaba Camii ve Türbesi Evliya Çelebi (16.11.1618) Seyahatnamesi'nde şunları söylemektedir: "Yine kuzeye giderek Akçakoyunlu" köyüne geldik. 100 evli Türkmen köyüdür. Buradan da "Koçu Baba" durağına geldik. Bu da Kalecik kazası (bugün Koçubaba, Sulakyurt ilçesine bağladır.) Toprağında 200 evli Türk köyüdür. Ama görünürde asla ev yoktur. Hapsi de yer altında ahırlı, mutfaklı, süfhalı, misafirhaneli evlardir. Buraya Keskin içi derler. Gayet mamur yerdir. Kışı sert olduğundan evleri toprak altındadır. Ama damlarının üstü çayır çimendir. Evlerin birer bacaları vardır. Yumuşak beyaz taşı istedikleri gibi oyup kesip biçerek evler yapmışlardır. İçine bin adam girse kaybolur. Bu köyde "Koçubaba" ziyaretgahı vardır. Bu zat Bektaşi halifelerindendir. Türkmen yaylasında bu babaya çok inanırlar. Haydar Sultan Camii ve Türbesi "Kırıkkale'nin Keskin ilçesine 22 km. uzaklıkta bulunan Haydar Sultan köyünde Böyrek Dağları'nın eteklerinde köye 500 m. kadar köye 500 m.kadar uzaklıkta yer almaktadır. Geç Roma ya da Erken Bizans dönemlerinde varolan muhtemel bir manastır üzerine inşa edilen Haydar Sultan Külliyesi Camii, Türbe, Hazire, Çeşme ve Kuyu'dan ibarettir. Yapılan onarımlarla asıl hüviyetini kaybeden külliyeden günümüze Deliler Kuyusu adı verilen kuyular ile iki adet kitabe kalmıştır." "Keskin'e Haydar Dede köyündeki kuyu ve türbenin o eski yere giden bir tarihçesi ve anlatılan menkıbesi vardır. Buna göre Haydar sultan ve kuyu hakkında anlatılan ve yazılanlar büyük Türk mutassıfı ve evliyası Hoca Ahmet Yesevi'nin oğlu Haydar'ın Kırıkkale-Keskin bölgesinin Müslümanlaştırılmasında ve bunların Türk yurdu olmasında en büyük yardım ve hizmeti ifa ettiği fikrini bizde kuvvetlendirmektedir. Öyle ki, buradaki türbenin onun olması ihtimali oldukça güçlüdür." Deliler kuyusu camiinin yanında etrafı duvarla çevrili avludadır. 50 cm.çapında bir kuyu bileziği, onun altı ise 60x60 cm'lik kare bir kuyudur. Kuyu ağzı beton kaplamalarla yükseltilmiş olup zeminden derinliği 1,5 m.kadardır. Kuyu suyu soğuk olmasına karşılık kaynıyor ve buhar çıkartıyor görünümündedir. Suyun kükürtlü olması ona böyle bir görünüm kazandırmış olmalıdır. Topraktan çıkan gazlarla birlikte fokur fokur kaynak görünümdedir. Yörede pek çok türbe de bulunmaktadır. Küçükafşar Türbesi, Tokuş Baba Türbesi (Delice İlçesi Çatallı köyü ile Kayakköyü arasında) Halil dede Türbesi (Çelebi İlçesi Halildede köyüne 1 km.uzaklıkta) gibi türbeler halk tarafından ziyaret edilen yerlerdir. Kırıkkale'nin Mesire Yer ve Alanları MKEK Yüzme Havuzları Kırıkkale Tüpraş Rafinerisi Yüzme Havuzu, Hacılar Belediyesi Parkı (Hacılar), Ahılı Belediyesi Aile Parkı (Ahılı), Celal Bayar Parkı (Bahşılı), Kılıçlar Mesire Alanları (Kılıçlar), Kısık Mevki, Hasandede Parkı (Hasandede), Karababa Mesire Yeri (Koçubaba), Deliklitaş Orman İçi (Balışeyh), Kızılırmak Yeşil Vadi Proje Alanı Kırıkkale'nin Doğal Güzellikleri Kızılırmak ve Vadisi, Delice Irmağı ve Vadisi, Pehlivanlı Yaylası (Balışeyh), Azgın Yaylası (Balışeyh), Gümüşpınar Yaylası (Balışeyh), Suludere Yaylası (Balışeyh), Yeşilkaya Yaylası (Balışeyh), Hodar Yaylası (Bahşılı), Bedesten Yaylası (Bahşılı), Kamışlı Yaylası (Bahşılı), Sarıkaya Yaylası (Bahşılı), Koçu Yaylası (Delice), Delikli taş orman içi mesire yeri (Balışeyh), Karababa mesire yeri (Koçubaba-Balışeyh), Tipik Anadolu Köyleri, Kısık Mevkii Halil İbrahim Aydoğdu Parkı (Hasandede), Bahşılı Celal Bayar Parkı, Kılıçlar Mesire Alanları, Hacılar Parkı, M.K.E.K Yüzme Havuzları, Rafineri Yüzme Havuzu, M. Pekdoğan Kültür Parkı, Keskin-Koray Aydın Dinlenme Parkı, TÜPRAŞ Şahin Tepesi, TÜPRAŞ Kızılırmak Piknik Alanı. Silah Müzesi 1991 Yılında Silahsan bünyesinde kurulmuş olan Silah Müzesi 15. Ve 20.Yy. arasında Osmanlı ve Avrupa ülkelerine ait silahlardan oluşur. Tophane'den Anadolu'nun çeşitli yerlerinden ve askeri fabrikalardan bu silahlar ve tarihi özellikleri tespit edildikten sonra müzede dizayn edilmiş, özel bir salonda teşhir edilmektedir. BELEDİYE KÜLTÜR PARKI Millet varlığımızın geçmiş ve kültürel bağlarla yeni ve gelecek kuşakların beraberliği dil, din, millet unsurlarının belli mahal ve mekanlarda hatırlanıp yaşatılması, bunun yanı sıra modern toplum ve şehir yaşama standartlarının sunulması yapılan bu kültür parkıyla hayata geçirilmesi düşünülmüştür. Kültür Parkımızın tamamlanmasıyla Uluslararası Kültür ve Sanat organizasyonlarına ev sahipliği yapacağız. Seyir kulesi, yürüyüş yolları, dinlenme mekanları ve yeşil alanların da bulunduğu Kültür parkına bu güne kadar 1 trilyon250 Milyar TL harcama yapılmıştır. 58 bin m2 alan içinde düzenleme, oturma, dinlenme, konferans salonlarının bulunduğu bu tesiste;Türk evi, Türk Büyükleri ve Türk Dünyası Anıtı gibi anıtsal yapılar da yer almaktadır. Türkevi, 350-450 kişinin aynı anda faydalanabileceği çok amaçlı bir toplantıı salonuna sahiptir. Burada Türk kültürünü yansıtan sürekli bir müze de bulunacaktır. Binanın iç ve dış dekorasyonu, Selçuklu-Osmanlı tarzında rölyef tezyini şeklinde gerçekleştirilmiştir. İç dekorasyonda ahşap oyma süsleme sanatının seçkin örnekleri yer almaktadır. Çevre düzenlemesinde bahçede 16 Türk büyüğü ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk'ün büstleri bulunmaktadır. Türk Dünyası anıtları da bu bölümde yer almaktadır. Türk büyükleri ve devlet kurucularının ad ve kısa özgeçmişleri ile devletlerin bayrakları anıtla bütünleşecek şekilde büstlerle aynı anda yer almaktadır. Parkta Yer Alan Diğer Tesisler Cumhuriyet Anıtı : Kültür parkı içerisinde bulunan şelalenin yer aldığı üst giriş kapısının önünde bulunmaktadır. Türk Cumhuriyeti ve Türk Devletini sembolize etmektedir. Mega Akvaryum : Türkiye de ilk kez yapılan mega akvaryum izleme, arıtma, soğuk ve sıcağa karşı otomatik ısı ayarlı göstergelidir. Akvaryum kapalı mekanda izleyenlerin beğenisini kazanmak için dev bir dekor vazifesi görmektedir. Antik Tiyatro : İlimizde kültürel ve sosyal faaliyetlerin gelişmesi için Tiyatro, konser ve diğer faaliyetlere uygun şekilde tasarlanan antik tiyatroda sanatçı odası, sahne, özel kemer girişli localar bulunmaktadır. Oturma düzeni izleyicinin bütün koşullarda hareket edebileceği biçimde ve sıralar arası ulaşımı kolay şekilde dizayn edilmiştir. Taş Kapılar : Kültür parkına anıtsal nitelikli üç kapıdan giriş yapılmaktadır. Bu kapılarda Selçuklu taş dekorasyonu, taş ve seramik olarak kullanılmıştır.
-
SİLAH-SAN MÜZESİ Silahsan Bünyesinde kurulmuştur. 1991 yılında gerekli işlemleri yapıldıktan sonra faaliyete geçirilmiştir. 15.-20. Yüzyıllar arasında Osmanlı ve Avrupa Ülkelerine ait silahlar Tophane'den, Anadolu'nun çeşitli yerlerinden ve askeri fabrikalardan toplanarak teknik ve tarihi özellikleri tesbit edildikten sonra müze haline getirilen, Silah Fabrikası'nın büyük salonunda gösterime açılmıştır.
-
Kırıkkale Türk Sivil Mimari Örnekleri Kırıkkale Sivil Mimarisi yakınlığından ötürü Ankara’nın sivil mimarisi ile çok yakın benzerlik göstermektedir. Bu evlerde iklim ve sosyal yaşam koşulları göz önünde bulundurularak plan düzenleri oluşturulmuştur. Çoğunlukla kerpic ve ağaç gibi malzemelerden yararlanılmaktadır. Bundan dolayı da erken dönemlerden kalan örneklere pek rastlanmamaktadır. Günümüze gelebilen örneklerin çoğu iki katlıdır. Bunların alt katları taşlık denilen bir avlu çevresinde, evin hizmetkarlarına ait odalar, bazılarında ahırlar da bulunmaktadır. Mutfak, kiler ve depo gibi bölümler de çoğunlukla zemin katta yer almaktadır. Evin birinci katında ev sahiplerinin yaşadığı odalar bir sofa etrafında sıralanmıştır. Burada bir yanı açık merdivenden seyregâh denilen direkli etrafı açık üstü kapalı bir taraçaya çıkılır. Konuklara ayrılanlar ile yatak odaları genellikle ikinci katta yer almaktadır. Yatak odalarının bazılarında gusülhaneler ve dolaplar bulunmaktadır. Bu odalarda ocaklara da yer verilmiştir. Evlerin tavanları çıtalarla, çubuklarla kare veya geometrik şekillere bölünmüştür. Bazı evlerin tavanlarında bezemesi bol göbeklere de yer verilmiştir. Bazı örneklerde evlerin alt katları kagir, üst katları da ahşaptan yapılmıştır. Üzerleri ise çatı ile örtülmüştür. Yapımında kullanılan malzemelerin arası kerpic dolgularla kapatılmıştır. Kırıkkale’de XIX.yüzyıldan günümüze gelebilen bir örnek hemen hemen hiç yok gibidir. XX.yüzyılın başına tarihlendirilen ve taştan yapılan bazı yapılar günümüze kadar ulaşmıştır. Bunların başında, Ankara Vilayet Salnamesi’nde 1907 yılında askeri amaçla kullanıldığı yazılan ve ne zaman yapıldığı bilinmeyen Fişekhane binası gelmektedir. Milli Mücadele sırasında bu binadan fişek fabrikası olarak yararlanılmıştır. Günümüzde bu yapı İmam Hatip Lisesi olarak hizmet vermektedir. Bugün Halk Eğitim Merkezi olarak kullanılan Kibrithane binası ise 1903 yılında Kibrit Fabrikası olarak kullanılmıştır. Günümüzde İl Halk Kütüphanesi olan Taş Mektep ise 1913 yılında yapılmış kesme taştan, çatılı XX.yüzyıl yapısıdır. Kırıkkale’de yeni yapılanma ve yeni şehir düzenlenmesinden ötürü de eski evlerin büyük çoğunluğu günümüze gelememiş, yalnızca Keskin ilçesinde XIX.-XX.yüzyıla ait yöresel bazı evlere rastlanmakta olup, bunlar tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
-
KIRIKKALE CAMİLERİ HASANDEDE CAMİSİ (Merkez) Kırıkkale il merkezine 12 km. uzaklıkta bulunan Hasandede Köyü’nde bulunan bu camiyi Hasan Dede (Doğan Bey), h.1014 (1605) yılında yaptırmış, Mustafa Efendi 1777’de, Şeyh İbrahim 1807’de, Vakıflar Genel Müdürlüğü de 1960 yılında onarmıştır. Cami kesme köfeki taşından olup, kare planlıdır. Caminin girişi basık yay kemerlidir. İbadet mekanını örten kubbesi kalın duvarlara ve pandantiflere oturmuştur. Kubbe yassı ve kare biçimli tuğlalardan yapılmıştır. Alçı mihrabı kabartma geometrik desenlerle bezenmiştir. Mihrap üzerinde Kelime-i Tevhid yazılıdır. Tek şerefeli minaresi caminin kuzeybatı köşesinde olup, tuğladan yapılmıştır. Caminin yanında Hasandede ile çocuklarının türbesi bulunmaktadır. BALIŞEYH CAMİSİ (Balışeyh) Kırıkkale’nin 21 km. kuzeydoğusundaki Balışeyh (Balışıh) ilçesinde bulunan bu caminin kimin tarafından yaptırıldığı ve yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Kitabesi bulunmamaktadır. Cami yontma ve moloz taştan yapılmış olup, dikdörtgen planlıdır. Caminin üzeri toprak dam ve çatı ile örtülüdür. İbadet mekanı iki sıra halinde altı direk ile üç sahna ayrılmıştır. Bu direkler aynı zamanda üzerlerindeki kirişlerle ahşap tavanı taşımaktadır. Mihrabı son derece basit olup bir özelliği bulunmamaktadır. Caminin kuzeybatı köşesinde, tuğla gövdeli, tek şerefeli minaresi vardır. HAYDAR SULTAN CAMİSİ (Keskin) Kırıkkale Keskin ilçesine 22 km. uzaklıkta Böyrek Dağları’nın eteğindeki Haydar Sultan Köyü’nde bulunan bu cami, türbe, hazire, kuyu ve çeşme ile birlikte yapılmıştır. Caminin bulunduğu yerde Bizans dönemine ait bir manastır bulunduğu sanılmaktadır. Caminin kitabesi bulunmamaktadır. Yapılan onarımlarla cami özelliğini tamamen yitirmiştir. Moloz taş ve kesme taştan yapılmıştır. KOÇUBABA CAMİSİ (Sulakyurt) Kırıkkale Sulakyurt ilçesinde bulunan Koçubaba Camisinin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Cami kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Sanat tarihi ve mimari yönden herhangi bir özellik göstermemektedir. ŞEYH ŞAMİ CAMİSİ (Sulakyurt) Kırıkkale Sulakyurt ilçesinde bulunan bu camiyi, ilçenin kurucusu olan Şeyh Şami tarafından XV.yüzyılda yaptırılmıştır. Evliya Çelebi Şeyh Şami’den Seyahatnamesi’nde kısaca söz ederek asıl isminin Hamza olduğunu, Bayrami Tarikatı’na bağlı olduğunu ve kerametlerine değinmiştir. Cami değişik zamanlarda zarar görmüş ve bu nedenle yapılan onarımlar sonucunda mimari özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Caminin yanında Şeyh Şami’nin türbesi bulunmaktadır. KÜÇÜK ŞAMİ CAMİSİ (Sulakyurt) Kırıkkale Sulakyurt ilçesinin 9 km. kuzeyindeki Yeşilyazı Köyü’nde bulunan bu cami Şeyh Mehmet Bahaeddin tarafından 1435 yılında yaptırılmıştır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla cami özelliğini yitirmiştir. Kesme ve moloz taştan yapılmış olan caminin batı duvarına bitişik Şeyh Mehmed Bahaeddin’in türbesi bulunmaktadır.
-
DÜĞÜN GELENEKLERİ Düğün Düğün öncesinde hazırlıklar yapılır. Ev eşyaları ve gelinlik alınır. Bunlar kızın sandık içi çeyizi ile birlikte kız evinde sergilenir.Oğlan babasının en yakın arkadaşı "Düğün Kahyası" oğlanın en yakın arkadaşı da "Sağdıç" olarak seçilir.Yöremizde düğünler, genellikle Cuma günü namazdan sonra başlar, Cuma namazından çıkanlar, yanlarında cami imamı olmak kaydıyla düğün evine gelirler. "Bayrak Yemeği" diye adlandırılan yemek yenir.Yemekten sonra bir sırık ucuna takılmış Türk Bayrağı ile bayrağın üzerinde bulunan ayna ve elma evin çatısına, (damına) dikilir. Bayrak sırığın ucuna asılmadan önce imam tarafından dua edilir. Bayrağın asılmasına yörede halk tarafından "Bayrak Kaldırma" denir.Davul ve zurnalar çalmaya başlamadan önce, köyde ve çevrede cenazesi olan aile varsa, davul ve zurna ile birlikte düğün sahibi ile birlikte bu aileye "yas alma"ya giderler. Yas alma, aynı zamanda düğünün başlaması, davul zurnanın çalması için bu aileden izin almak anlamına gelir.Aynı günün akşamı okuntular, yani davetliler gelir. Davetlilere yemek ikram edilir. Okuntular gelirken haber verirler. Davul zurnacı davetlileri karşılamaya çıkar. Davetliler düğüne güçleri oranında hediye getirirler. Bu hediyeler; ev eşyası, para, düğün için yiyecek, zahire, düğünde kesmek için etlik küçük baş hayvan olabilir. Kız Kınası Cumartesi akşamı düğün, kız kınasının yapılması ile devam eder.Üzerinde çeşitli renkte yanan mumlar olduğu halde, büyükçe bir tepsinin içine çerez, şeker, kına ve antep fıstığı; geneline hediye olarak elbise, ayakkabı hazırlanıp, bir çocuğun başı üzerinde kız evine varılır.Kız evinde kadınlar, gelin kızın yanına giderler ve kına türküleri söyleyerek kızın kınasını yakarlar.Düğün alayı oğlan evine döner, davul zurna kız evinde kalır. Bir müddet sonra kız evi davul zurna eşliğinde "oğlan kınası" nı getirir. Kına, yine mumlarla süslenmiş, üzerinde çerez ve hediyeler olduğu halde, bir tepsi üzerindedir. Yanında sağdıç olduğu halde, oğlanın eline bu kına yakılır. Kına Türküsü Bismillah diyelim kınaya Çağırın gelin anaya Yan yana ağlaya Al yeşil kınan kutlu olsun Orada dirliğin tatlu olsun Elimi soktun astara Elimi kesti testere Mevlam şirinlik göstere Al yeşil kınan kutlu olsun Orada dirliğin tatlı olsun Asvap yuduğum taşlar Gölgelendiği ağaçlar Misafir alın gardaşlar Al yeşil kınan kutlu olsun Orada dirliğin tatlı olsun Ana hamama vardın mı Yunduğum yeri gördün mü Ana kadrimi bildin mi ? Al yeşil kınan kutlu olsun Orada dirliğin tatlı olsun Baba pazara vardın mı Ayağıma lastik aldın mı Ekmeğini tuza bandın mı Al yeşil kınan kutlu olsun Orada dirliğin tatlı olsun Gelin Alma Günü Düğünün son günüdür. Bu genellikle Pazar günü sabahta hazırlıklar yapılır. Gelini almaya gelenlere babası kızını teslim eder. Kız eğer varsa bir erkek kardeşinin koluna girmiş olarak evden dışarı çıkar. Oğlan evinden gelenler o anda sevinç gösterileri yaparlar. Düğünün kız evi açısından en dramatik anı bu zamandır. Gelin, oğlan evine girerken eline bir parça yağ verilir. Bu yağ gelin eve girerken tavana sürülür. Bu da " Yağ gibi yapışsın, kalsın" demektir. Ayrıca, gelin, oğlan evine gelirken beraberinde kaşık, çivi, bıçak… gibi şeyleri de getirir. Bu da gelinin "bereketiyle gelmesi " anlamına gelir. YÖREDE BULUNAN ATASÖZLERİ VE DEYİMLER Kırıkkale ve çevresinde kullanılan halk sözleri diğer yörelerde kullanılan atasözleri ve deyimlerle ortak özellik göstermektedir. Allah var gayla yok Akılsız başın çilesini ayaklar çeker Bir koyundan iki post çıkmaz Bal tutan parmağını yalar Bir garip aptalsın, gümüşlü zurna neyine Canına acımayan, cananına acımaz Cin başka, şeytan başka Gerekliyi gereksizden saklama Heybe ağdırmayınca, taş gurbete çıkmazmış Kadın şapka değildir, alıp alıp atasın Kırığına güvenen, ersiz kalır Terbiyesiz insan, kalaysız kap gibidir Yaptığın hayır, ürküttüğün kurbağaya değsin Kurdun oğlu, kurt olur Allah rızkın kefilidir Bir çiçekle yaz gelmez Sel gider kum kalır Asıl azmaz, bal kokmaz Acı patlıcanı kırağı çalmaz At binenin kılıç kullananın Bağda izin olsun, yemeye yüzün olsun Besle kargayı oysun gözünü Can çıkmayınca huy çıkmaz Ummadığın taş baş yarar Allah sabırlı kulunu sever Bir koyundan iki post çıkmaz Üzüm üzüme baka baka kararır Aç köpek ava salmaz Ev yıkanın evi olmaz Etini yer, kemiğine göz diker Doğru söz yemin istemez Deli kıza her gün bayram Çalıda gül bitmez, cahile söz yetmez Cümrü kadar yer yakar Bir yiğit kırk yılda yiğit olur Bir taşla duvar olmaz Balsız kovanda arı durmaz Arpa ekip buğday bekleme Al kilim ver kilim İt ürür kervan yürür Felek adama her zaman yar olmaz Gözünü budaktan esirgemez Garip garibe sahip çıkar Cömert eli kimse kesemez Dibi görünmeyen sudan geçme Düğünsüz ev olur, ölümsüz ev olmaz Abdalın karnı doyunca gözü yolda olurmuş Kızını dövmeyen dizini döver Cana geleceğine mala gelsin Mal canın yongasıdır İt ite ürmez Yere bakan yürek yakan Gözünü toprak doyursun Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar Fakirlik başa bela imiş Komşu, komşuya muhtaçtır Ev alma komşu al. YÖREDE BULUNAN YAYGIN İNANIŞLAR Ayakkabı düzgün bir şekilde çıkarılmalıdır. Ters dönerse ömür kısalır. Ayna, aydınlığın simgesidir. Kırılmasıyla mutlu günlerin yerini üzücü günlerin alacağına inanılır. Kapı ağzında (eşikte) oturmanın uğursuzluk getireceğine inanılır. Makasla bir şey keserken ses çıkartılmamalıdır. Makas şakırtısının kavgalı günler getireceğine inanılır. Süpürgeye basılmaz. Basan kişinin dedikoduya karışacağına inanılır. Yanan ateşi söndürenin ve ateşte pişen ilk çöreği yiyenin dul kalacağına inanılır. Baykuşun çatıya (dama) konması iyi sayılmaz. O eve zarar vereceğine inanılır. Köpeklerin uzun süre uluması pek iyiye yorumlanmaz. Nazara inanıldığından evlerde üzerlik otu, iğde ve mavi nazar boncuğu kullanılarak nazarın değmesi önlenmeye çalışılır. Şiddetli dolu yağdığı zaman evlerden dışarı sac ayağı atılarak dolunun ekin, meyve ve sebzelere zarar vermemesi temenni edilir. Geceleyin tırnak kesmek de hoş karşılanmaz. Yağmur yağmadığı zaman topluca yağmur duasına çıkılma inancı yaygındır. Gelin oğlan evine giderken arkasından ayna tutarlar, aydınlık olsun, aydınlık götürsün, mutlu olsun diye. Kız evinde eşiğin üst kısmına çivi çaktırırlar ki, çivi gibi oğlan evinde kalsın diye. Yine oğlan evine gelin gelince buğday ve demir para karışımı saçılır ki, bolluk ve bereket getirsin diye. Oğlan evine gelen gelinin kucağına oğlan çocuğu oturtulur ki, erkek evlatları olsun
-
FOLKLORİK DEĞERLER (GİYİM KUŞAM) Kırıkkale insanının giyim kuşamı, gelenekselliğini yörelere göre kısmen sürdürmektedir. Kadınlarda : Ayakta papuç, işlemeli, yün örgülü çorap, üç etek çembere, başta yemeni ve üstünde de fes veya başlık dikkati çeker. Bazı yörelerimizde üç eteğin yerini çok renkli şalvar almaktadır. Kimi yörelerimizde de renkli poşu, oyalı yazma, sırmalı dolamalar, önü altın sırmalı kofiler, çene ve boyun bağları, baştan iki yana sallıntılı kırmızı, yeşil, mavi ziliflik kadın başına güzellik veren süslerdir. Sırtta bürümcük işlik, üstüne şetarı yelek giyilir. Bele ibrişim ya da şal kuşak da süslü giyimi tamamlayan ögelerdir. Varlıklı olanlar bellerine gümüş şavatlı, kabartma tokalı kemer takarlar. Genellikle ipek alaca önlük ya da üç etek giyilir. Ayaklarda tiftikten örülmüş çorap, tongurdaklı kundura ya da altı yumuşak papuçlar vardır. Erkeklerde : Kinot pantalon, sivri burun ayakkabı, yelek, yakasız işlik (gömlek) ve ceket giyilir. Ne var ki gerek kadın ve gerek erkeklere özgü ve geleneksel giysiler her geçen gün kaybolmakta ve yerini çağımızın getirdiği çağdaş ve daha basit giysiler almaktadır. KIRIKKALE HALK OYUNLARI Kırıkkale, halk oyunları yönünden komşu Ankara, Kırşehir, Çorum illeriyle benzerlik gösterir. Halaylar, kaşıklı oyunlar yaygındır. Zeybek bilinmez. Karakeçili ilçesinde halay olarak ; Köprüden Geçti Gelin, Oy Pambığım, Pambığım (Bugün Ayın Işığı), Üç Ayak, Yeldirme, Kaşıklı Oyun olarak da Konyalı, Gel, Gel, Süpürgesi Goruhdan, Ay Doğar Bedir Allap meşhurdur. (ÖZÇELİK 1995; 186-191, yılmaz 1996; 239-240). Ateş etrafında geceleri oynanan Sinsin, bu ilde de yaygındır. Cirit ve Tura oyunları da davul-zurna eşliğinde oynanır. a- Halay Kırıkkale yöresinin hakim oyunu halaydır. Halay çekilirken halay türküsü değişik türlerde olabilir. Bir halayın başından sonuna kadar tamamlanması süreye bağlı değildir. Bir saat bile sürdüğü olur. Düğün, şenlik gibi günlerde çekilir. Bu halaylar, kadınlarca da zılgıt ile süslenerek ayrı bir ahenk kazanır. Halay davul-zurna eşliğinde ağırlama, ikileme, üçleme şeklinde üç aşamada çekilmektedir. Keskin yöresi halayları daha çok ayak ve bel hareketlerine dayanır. Ağır fakat gösterişlidir. Yahşihan, Karakeçili ve Delice halaylarında ise Keskin yöresine göre bazı farklılıklar gözükür. Bu nedenle yörede Keskin halayı daha yaygındır. b- Sinsin Sinsin köy meydanlarında yakılan ateş üzerinde atlama oyunudur. Köy meydanında bir ateş yakılır, ateşin etrafını köy halkı sarar. Delikanlılar kendi aralarında gruplar oluşturur, bu ateşin üzerinden atlarlar. Her defasında ateşin yüksekliği artırılır. Oyuncuların ateşin yüksekliğinden cesaretleri kırılıncaya kadar oyun devam eder. Gruplardan biri pes edince diğer grup galip ilan edilerek ödüllendirilir. Sinsin oyunu tehlikeli , tehlikeli olduğu kadar da, cesaret geliştirici bir oyundur. c- Cirit Geleneksel bir Türk oyunudur. Bölgemizde bahar, yaz mevsimlerinde ve düğünlerde oynanırdı. Yetiştirilen iyi cins atlar iki gruba ayrılır. Oyuncular ellerine bir metre uzunluğunda onar adet cirit alıp atlara binerler. Gruplar arasındaki mesafe 50 m. kadardır. Gruplar karşı karşıya gelerek eşleşirler. Oyunculardan herhangi birisi rakibi üzerine at koşturup, uygun bir mesafeden ciritini atar. Rakip oyuncu, kendisine atılan bu ciritten atın sağına veya soluna eğilmek suretiyle sakınır. Cirit rakibe değmiş ise oyuncu oyundan çıkar, eğer değmemiş ise ciriti atıp kaçan oyuncuyu, cirit atılan oyuncu atı ile takip ederek ciritini fırlatır, eğer değerse oyuncu çıkar, eğer değmemiş ise yerlerine geçerler, sıra diğer oyunculara gelir. Böylelikle oyunda tek kişi kalıncaya veya gruplardan birisi tüm oyuncularını kaybedinceye kadar oyun devam eder. Galip gelenler köy halkı tarafından ödüllendirilir. d- Semah Semah Hasandede, Haydar Sultan, Koçubaba ve Hamzalı kasabalarında yaygındır. Bağlama ve keman çalgılarıyla nefesler, deyişler, demeler söylenir, semah dönülür.
-
KIRIKKALE YEMEKLERİ Kırıkkale mutfağı, klasik Orta Anadolu mutfağıdır. Şehre gelenler geldiği yerlerin yemeklerini yaparlar. Buna karşın zamanla yöreye özgü yemekler de meydana gelmiştir.Bölge tarım, sebzecilik ve hayvancılık ile uğraştığı için yemek çeşitleri de bu yönde gelişmiştir.Kırsal kesimin tamamında ekmek olarak "YUFKA" yapılır. Ayrıca, buna bağlı olarak; Bazlama, Gözleme, Alazlama, Kömbe, Katmer gibi türler yaygındır.Yemekler için, sebze yemeklerinin her çeşidine rastlanır. Fasülye, patlıcan, patates, kabak, lahana… gibi sebzelerin kızatma, haşlama, sulu yemeği ve kavurmaları yapılmaktadır.Et her yemeğe katkı olarak kullanıbildiği gibi, kendi başına yemek türleri de oluşturur. Külleme, Haşlama, kızartma, kavurma en yaygınlarıdır.Hayvansal ürünlerden süt ile yoğurt, peynir her türlü yemeğe katkı maddesi olarak kullanılabiliyor. Ayrıca; çılbır, sütlaç (uyutma)… gibi tatlı ve yemeklerde de kullanılmaktadır. Yöremizin diğer yörelerden ayrı özellik arzeden yemeklerden bazıları da şunlardır. Arap Aşı, Batallaş, çürütme (çılbır) hamun işinde: su böreği, mantı. Özellikle bağlardan elde edilen üzümlerden pekmez, çalma, ekşi, ayranlı pekmez, yumurta tatlısı gibi tatlılar yapılmaktadır. Ayrıca ; helva, höşmerim yine tatlı türlerindendir. Yöreye Özgü Bazı Yemekler Un Tarhanası : Domates, biber, tuz yoğurt ile birlikte hamur yoğrulur. İki gün mayalanması beklenir. Daha sonra küçük parçalara ayrılarak kurumaya bırakılır. Kuruduktan sonra elle ufalanır ve kalburdan geçilir. Yoğurtlu Tarhana: Yarma kaynatılıp, soğuduktan sonra, yoğurt ilave edilir. Küçük parçalara ayrılarak serilir ve kurutulur. Pişirmeden önce su içine bırakılarak ıslanıp yumuşaması sağlanır. Ezilerek tencereye konur, su ilave edilir. Pişinceye kadar karıştırılır. Piştikten sonra yağda kızartılmış nane ilave edilir. Bulama (Katma Aşı) : Ayran içine konan yarma kaynayana kadar karıştırılarak hazırlanır. Yarma : Sohu taşında dövülerek kabuğu çıkartılmış buğdaydır. Etli – Mercimekli Bulgur Pilavı : Et ve pilav ayrı pişirilir. Kuyruk yağı eritip içine önceden terbiye edilen etleri bir tencereye konur ve ocağa oturtulur. Suyu çekince ve yağı kalana kadar kavrulur ve sonra kavrulan etin üstü kapatılır. Mercimeği (haşlanmış) suyla 4-5 defa yıkadıktan sonra su dolu bir tencereye koyarak avuç arasında iyece bastırıp ovuşturarak yüzeyde beliren kabukları atılır. Pilavı pişirilecek tencereye tereyağı konularak pembeleşinceye kadar eritilir. Daha önce yıkamış olduğumuz bulgur tencereye konur. Tuzunu ve soğanı ilave ettikten sonra bulgur tane tane oluncaya kadar kavrulur. Daha sonra haşlanmış mercimeği ekleyip bir miktar daha kavurarak sıcak suyunu ilave edip kırmızı biberini ekleyerek pişirmeye bırakılır. Pişen pilav dinlendirilir ve üzerine nane atarak karıştırılır. Sonra geniş bir tabağa pişen pilav dökülür ve yaygın hale getirilir. Kavurma yöntemiyle pişirilmiş olan kuşbaşı et pilavın üzerine yayılır. Soğan, maydanoz, sumak karışımı olan söğüşü kenarlarına dizilir. Biber turşusu ve salatalık turşusu etlerin üzerine serpiştirilir. Sıcak olarak servis yapılır. Yeşil Mercimek Çorbası : Mercimekle yarma karıştırılarak suda kaynatılır, üzerine yağda kavrulmuş un ilave edilir. Sızgıt : Kesilmiş et küçük parçalara bölünerek etin yağı ile kavrulur ve kurutulur. Ekmek Aşı (Guymak) : Yufka ekmeği ufalanarak yağda kavrulur. İçine su ile birlikte salça, sızgıt ve biber ilave edilerek hazırlanır. Madımak : Toplanan madımaklar bulgur, salça ve etle birlikte pişirilir. Üzerine tereyağı eritilerek, sarımsaklı yoğurt ile birlikte dökülerek hazırlanır. Pelte : İçine pekmez katılmış una su ilave edilerek pişirilir. Su Böreği : Unun içine yumurta kırılır, su ile yoğrularak yufka şeklinde açılır. Açılan yufkalar su içinde haşlanır. Haşlanmış yufkalar tepsiye dizilerek üzerine taze yağ dökülür. Peynirle maydanoz karışımı serpilerek pişmeye bırakılır. Mantı : Yufka halinde açılan hamun küçük kareler halinde kesilir. Bu kareler içine biber, soğan, kıyma, maydanoz karışım konulmak suretiyle suda pişirilir. Sarığı Burma : Un yağda kavrulur, hazırlanmış yufkalar üzerine serpilir. Yufkalar üzerine serpilir. Yufkalar rulo şeklinde dürülür ve tepsiye dizilir. İki saç arasında kızartılır. Küçük parçalar halinde kesilip, üzerine kaynatılmış şerbet ilave edilerek hazır hale getirilir. Sütlü : Sütün içine pirinç ve şeker katılarak kaynatılır. Şıralar Pekmez : Üzümler bağbozumu denilen zamanda toplanır. Şırahane adlı odanın içinde bir üzümlağ olur. Toplanan üzümler bunun içine dökülür. Üzümlağ betondan yapılmış havuzdur. Üzümler ayakla çiğnenerek şıra haline getirilir. Bu şıra havuzun altındaki bir delikten "bolum" denilen başka bir havuza akıtılır. Buradan alınan şıra da kazanlar izinde ocaklara konulur. Üzüm çiğnenirken içine beyaz toprak konulur. Bu şırayı kestirmek içindir. Ayrıca şıra kestirildikten sonra tekrar kaynatmak için ocaklara konan şıra içerisine yoğurt da ilave edilir. Kıvama gelene kadar karıştırılarak pişirilir. Ekşi : Hazırlanan pekmezin toprak konulmadan yapılmış halidir. Çalma : Çöğen denilen bitkinin kökü kaynatılarak çıkarılır.Bu su, hazırlanmış pekmeze ilave edilir. Karıştırılarak katılaşması beklenir. Çalma'nın siyahı ve beyazı vardır.
-
TOPOĞRAFYA – MORFOLOJİK YAPI DAĞLAR İl toprakları kuzeyindeki Çamlıca, Karakaya ve Kırıkkale tepelerinin ovaya indikleri meyil üzerinde bulunmaktadır. İl topraklarının denizden ortalama yüksekliği 700 m. dir. Kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan Koçu Dağı 4 km genişlik ve 7 km uzunluğa sahip olup en yüksek noktası Yığlıtepe’dir (1278 m.) dir. Güney ve güneydoğuda Denek Dağ sırası Çoruhözü Vadisinin güneyinde Keskin ile İzzettin Köy arasında uzanmaktadır. En yüksek noktaları; Gavur Tepesi (1742 m.) ile Bozkaya Tepesi (1577 m.)‘dir. Bölgenin en uzun, en geniş ve en yüksek kütlesini oluşturur, uzunluğu 44 km, genişliği 30 km’dir. Kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanan Küre Dağ’ının en yüksek yeri Küre Tepesi (1450 m.) dir. OVALAR İl sınırları içinde ovalık alanlar çok azdır. En önemli Kırıkkale Ovasıdır. Kırıkkale Ovası; kuzeyde Çamlıca ve Karakaya tepelerine, güneyde de Denek Dağı’nın batısına kadar uzanmaktadır. Kuzeydeki tepeler ovaya meyilli bir şekilde inerek birleşir. Kırıkkale yerleşimin çekirdeği bu meyilde oluşmuştur. MKE Kurumu Fabrikalarının bulunduğu alan ise, Denek Dağı’na doğru daha dik olarak yükselmektedir. Kırıkkale Ovası doğudan batıya, yani Kızılırmak’ a doğru gittikçe genişler; en geniş yeri Çoruhözü Deresi’nin Kızılırmak’ a yaklaştığı yerde bulunur, buranın yüksekliği 750 m civarındadır. Kırıkkale Ovası’ndan başka, akarsular boyunca düzlükler görülürse de jeoformatik bakımdan pek önemli değildir. Bunun nedeni akarsu yatakları ile tepelerin yükselti farkının fazla oluşudur. Dağlar her yönden aşılmak suretiyle açılmış derin vadilerle ve parçalanarak yuvarlak ve bazen de sivri tepeler halinde gelmişlerdir. Bu tip tepelerin dağlara yaklaştıkça fazlalaştıkları görülmektedir. YAYLALAR Kırıkkale ili sınırları içerisinde, yükseklikleri 1200-1600 m arasında değişen yaylaları bulunmaktadır. Küre Dağı’ndaki Hodar, Bedesten, Kamışlı, Sarıkaya; Koçu Dağı’ndaki Koçu, Denek dağlarındaki Gümüşpınar, Pehlivanlı, Suludere, Yeşilkaya, Azgın yaylaları en önemlileridir. FLORA VE FAUNA Bitki Örtüsü : İlde hakim bitki topluluğu steptir. Yüksek kısımlarda tahripten kurtulmuş, Kuzeyde Koçubaba, Güneyde Denek Dağı’nda bodur meşelerinden ve kısmen de ardıçtan oluşan ormanlık alanlar mevcuttur. Yöredeki bitkilerin büyük bölümü kurakçıl ve tozcul özelliktedir. İl topraklarında; Yavşan otu, susam, karanfil, papatya, haçlıçiçek, pelin, karadiken, sığır kuyruğu, sütleğen, çağ çiçeği, keven, üzerlik otu, nane, böğürtlen, ısırgan, hatmi, meyan otu, çöven otu, kuşburnu, madımak, ebe gömeci, hardal ve kekik kendiliğinden yetişen bitkilerin başlıcalarıdır. Yaban Hayatı: Dağlık ve ormanlık alanların il genelinde büyük alan kaplamaması, yaban hayatı olumsuz yönde etkilemektedir. Koyun, keçi, sığır ilde yetiştirilen hayvan varlığını oluşturmaktadır. Av hayvanı olarak keklik ve yaban ördeği yaygındır. JEOLOJİK YAPI Genel Jeoloji : Yöre; Volkanik olayların oluştuğu Keskin, Hirfanlı, Kesikköprü, Kırıkkale ve Kızılırmak boyunca uzanan “Kırşehir Masifi’nde” yer almaktadır. Kırşehir Masifi olarak adlandırılan Masifte; granit, homblengranıt, siyenit, monzonit, tonolit, ağlit, pegmatit, granodiyorit, kuvarslı diyorit, bitotit granitler mevcuttur. Bunları Kırıkkale ile Keskin arasında görmek mümkündür. Deprem : Kırıkkale il toprakları 1., 2., 3., 4. Derece Deprem Bölgesi içinde yer almaktadır. İlin büyük bölümü 2. Derece Deprem Bölgesi içinde kalmaktadır. Güneybatıda Yahşıhan, Bahşılı ve Çelebi ilçeleri 3. Derece; Karakeçili ilçesi ise 4. Derece Deprem Kuşağı içerisinde yer almaktadır. Yeraltı Zenginlikleri : Kırıkkale ili, maden cevherleri çeşitliliği yönünden zengin ancak rezerv itibariyle fakirdir. MTA tarafından Kırıkkale ve çevresinde yapılan araştırmalarda yukarıda ki rezervlerin dışında bölgede, asbest, mermer, fluorit, bakır, çinko, kromit ve manyezit varlığı tespit edilmiş, ancak bunlar düşük kalitede olduğundan işletmeye elverişli bulunmamış, planlama ve projelendirme çalışmalarında dikkate alınmıştır. 4. Toprak Yapısı ve Nitelikleri: İl topraklarını genelde kahverengi topraklar oluşturmaktadır. Kireç oranı oldukça yüksektir. Anakayası volkanik özellik gösterir. Bu topraklar çok engebeli alanlarda çukurumsu bölümlerde birikmiştir. Üzerlerinde çıplak volkanik kaya yüzeyleri görülür. Mineral bakımındın zengin olduklarından verimlidirler. Ayrıca güneyde akarsu kenarlarında alüvyon topraklar bulunur. Bunlar yer yer kalın örtüler oluşturur. Eğilimleri çok azdır. Tarla tarımına ve sulu tarıma elverişlidir. Yörenin az yağış alması ve kuraklık toprak oluşumunda önemli etmendir. SU YÜZEYLERİ VE KIYI ÖZELLİKLERİ 1. Göller: a- Doğal Göller: Kırıkkale il sınırları içinde doğal göl bulunmamaktadır., b- Yapay Göller : Kızılırmak üzerinde kurulan Kapulukaya Baraj Göleti ildeki en büyük yapay göldür. Kapulukaya Barajı’nın göl alanı 20.7 km2 dir. Enerji temini ve içme-kullanma ayrıca sanayi suyu temini amacıyla kurulan Kapulukaya Barajında göl hacmi 282 hm3 tür. Ayrıca Ahılı’da bulunan Çipi Göleti sulama amacıyla yapılmıştır. 304.000 m3 su hacmi ile 46 ha.’lık alanın sulanmasında kullanılmaktadır. 2. Akarsular: Kızılırmak: İldeki en önemli akarsu Kızılırmak’tır. Sivas’ın Zara ilçesinin doğusundaki dağlardan doğan Kızılırmak, il topraklarına güneyde Çelebi ilçesinden girer; kuzey yönünde akarak Merkez ilçede kuzeybatıya yönelir, il topraklarından çıkıp kuzeyde Çankırı-Kırıkkale il sınırını oluşturur. Kızılırmak’ın Hasandede – Hacılar arazileri üzerinde Kapulukaya Barajı kuruludur. Delice Çayı: Kızılırmak’ın en önemli kollarından biri Delice Çayı’dır. Yozgat sınırı boyunca bir müddet aktıktan sonra Delice ilçe merkezine yaklaşır. Daha sonra tekrar bu iki ilin sınırı boyunca güneydoğudan il topraklarını terk eder. Çayın il içerisinde kalan kesimi yaklaşık 50 km. uzunluğundadır. Çoruhözü Deresi: Kızılırmak’a doğudan karışan bir koldur. İzzettin Köyü’nün yukarı kısımlarından doğar. İzzettin-Balışeyh arasında demiryoluna paralel olarak merkez ilçeden geçer ve Kızılırmak’a karışır. Derenin güzergahı dahilinde tarım alanlarına büyük katkısı vardır. Dere üzerinde sulama amacıyla motopomplar yeralmaktadır. Uzunluğu 48 km’dir. Okun Deresi: Elmadağ’ın güney eteklerinden akan suların meydana getirdiği Balaban ve Sarılıöz Çayları, Kılıçlar Kasabası yakınlarında birleşerek Okun Deresi’ni meydana getirirler. Yaklaşık 13 km uzunluğa sahip olan Dere, Irmak Kasabası yakınlarında Kızılırmak’a kavuşur. Bu akarsulardan başka; yaz aylarında kuruyan bazı dere ve çaylar da vardır. Ahılı Deresi, Kuruçay Deresi, Yeni Çıkan Deresi bunlardan bazılarıdır. 3. İklim: Kırıkkale ili ılıman iklim kuşağında yeralmaktadır. Ancak bulunduğu alanın denizden uzak oluşu, günlük sıcaklık farkının bozkır olmasından dolayı değişmelere uğraması gibi nedenlerle iklim karasallaşmaktadır. Sıcaklık: Yapılan gözlemlere göre; ortalama sıcaklık açısından en sıcak ay Ağustos (24.1 °C), en soğuk ay ise Aralık (-1.8°C) olarak belirlenmiştir. Aynı rasat süresi içerisinde maksimum sıcaklık 35.4°C ve minimum sıcaklık –10.8 °C olarak tespit edilmiştir. İlde yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk geçer. Yağış: Kırıkkale ili ülkenin yarı kurak bölgelerinden birinde yer almaktadır. İlde ortalama yağış miktarı 329.9 mm. dir. Yıllık yağışın %35 kış aylarında, %36’sı ise ilkbahar aylarında, %13’ü yaz aylarında ve %16’sı sonbahar aylarında düşmektedir. Ocak, Şubat ve Mart 2000’de yörede 35-40 yıldan beri görülmeyen şiddetli kış ve kar yağışı olmuştur. Rüzgar: Kırıkkale’de hakim rüzgar yönü kuzeydoğudur. Poyraz adı verilen bu rüzgar, yıl içinde en fazla 248 kez eser. En çok esen diğer rüzgarlar sırasıyla Güneybatı, Doğu ve Batı rüzgarlarıdır. Nisbi Nem: Kırıkkale ilinde ortalama nisbi nem %59’dur. En yüksek değer %79 ile Aralık ayında, en düşük 39 ile Temmuz ayındadır. Basınç: Kırıkkale ilinde ortalama basınç 930.6 mb.dır. Basınç ortalamasının en yüksek olduğu ay 934.1 mb ile Kasım, en düşük olduğu aylar ise 928.0 mb ile Temmuz ve Ağustos’tur.