Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Kocaeli Genel Bilgi

    Kocaeli Genel Bilgi Marmara Bölgesi’nde yer alan Kocaeli, doğu ve güneydoğuda Sakarya; güneyde Bursa, batıda Yalova, İzmit Körfezi, Marmara Denizi ve İstanbul ili; kuzeyde de Karadeniz ile çevrilidir. Asya ile Avrupa’yı birleştiren önemli bir yol kavşağında yer almaktadır. Sakarya Irmağı’nın batı yakasından başlayarak Pamukova ve İznik Gölü’nün kuzeyinde Bozburun’a kadar uzanan Samanlı Dağları İzmit, Sapanca ve Adapazarı çöküntü alanına hâkim bir konumdadır. Samanlı Dağları’nın en yüksek noktası Keltepe (1.601 m.)’dir. İldeki diğer önemli dağlar Dikmen Dağı (1.387 m.), Naldöken Dağı (1.125 m.), Naz Dağı (917 m.) ve Çene Dağı (646 m.)’dır. Başlıca ovaları İzmit ile Sapanca Gölü arasında uzanan düzlükler ile Dilovası’dır. Kuzey Anadolu kırık kuşağının uzantısı olan fay hatları ile sınırlanan Kocaeli deprem kuşağı üzerindedir. İlin Karadeniz kıyısındaki Pazarburnu açıklarında kayalıklardan oluşan Kefken Adası yer almaktadır. İl topraklarından kaynaklanan suların bir bölümü Karadeniz’e, bir bölümü de Marmara Denizi’ne dökülür. Gebze’nin Tepecik köyü yakınlarından doğan Riva (Çayağzı) Deresi, Ağva Deresi (Göksu Deresi), Yulaflı Deresi, Darlık Deresi de il topraklarından doğar. Denizli köyünden doğup Karadeniz’e dökülen Kocadere’nin uzunluğu 50 km.dir. İl topraklarından doğup, il sınırları içinde Karadeniz’e dökülen başlıca akarsu Kandıra ilçesindeki Sansu’dur. Kandıra ilçesinden doğan, Kaynarca Deresi Karadeniz’e dökülmeden önce Sakarya Nehri’ne katılır. Samanlı Dağları’ndan kaynaklanan Kirazdere de İzmit körfezine dökülür. Bu derenin üzerinde Kirazdere Barajı bulunmaktadır. Pelitli Köyü’nün güneyinden ve Tavşanlı Köyü’nün kuzeyinden geçen, Gebze ilçesindeki Dilovası Deresi de İzmit Körfezi’ne dökülür. İlin Batı bölümündeki 7 km.si Kocaeli sınırları içerisinde kalan, alüvyon yığılması sonucunda Körfez’den ayrılan Sapanca Gölü’nün yüzölçümü 47 km2’dir. Kirazdere Barajı’nın ardında yer alan yapay göl ise 1,74 km2’lik bir alanı kaplar. Bir başka yapay göl de Yuvacık Baraj Gölü’dür. Kocaeli ilinin yüzölçümü 3.505 km 2 ’dir. 2000 Yılı Nüfus Sayımı sonuçlarına göre ilin nüfusu 1.206.085’dir. Kocaeli’nde bitki örtüsü, genelde Marmara Bölgesi özelliğini taşımakla birlikte, deniz kıyısıyla dağlık alanlar arasında önemli farklılıklar görülür. Ayrıca kuzeyden güneye doğru gidildikçe Karadeniz kıyısına özgü bitki topluluklarının yerini, Akdeniz bitkileri almaya başlar. Samanlı Dağları ile Karadeniz kıyısı ardındaki alanlar sık ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlar daha çok kayından oluşur; bazı kesimlerde gürgen, kestane ve meşe bulunur. Samanlı Dağları’nın yüksek kesimleri iğne yapraklılarla örtülüdür. İzmit Körfezi’nin kuzey ve doğusunda Akdeniz iklimine özgü makilere rastlanır. Eskiden körfezin kuzey kıyılarında yaygın olan zeytinlikler, yerleşim birimleri ve sanayi alanı elde edilmesi amacıyla yok edilmiştir. Kocaeli iklimi, Akdeniz iklimi ile Karadeniz iklimi arasında bir geçiş oluşturmaktadır. İl merkezinde yazlar sıcak ve az yağışlı, kışlar yağışlı, zaman zaman karlı ve soğuk geçer. Kocaeli’nin Karadeniz’e bakan kıyıları ile İzmit Körfezi’ne bakan kıyılarının iklimi arasında bazı farklılıklar göze çarpar. Yazın körfez kıyılarında bazen bunaltıcı sıcaklar yaşanırken Karadeniz kıyıları daha serindir. İlin ekonomisi sanayii ağırlıklı olup, tarım ve hayvancılık ve balıkçılık da yapılmaktadır. Ancak bunlar sanayii kuruluşlarından ötürü oldukça gerilemiştir. Kocaeli, İstanbul’u Anadolu’ya bağlayan kara ve demiryolunun üzerinde yer alması ve körfezinden dolayı İstanbul’dan sonra Türkiye’nin ikinci büyük sanayii merkezidir. Kocaeli’nin sanayileşmesi 1870’lerde Haydarpaşa-İzmit demiryolunun açılması ile başlamış, saray ve ordunun gereksinimini karşılayan İzmit’te çuha, Hereke’de de Halı fabrikası kurulmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra 1930’larda İzmit’te kâğıt fabrikası kurulmuştur. Darıca ve Hereke’deki çimento fabrikalarının birleşmesi ile ilde sanayi ağırlık kazanmıştır. 1950’lerden sonra iki kağıt fabrikasına üç yeni kağıt fabrikası eklenmiş, Mannesmann-Sümerbank Boru Endüstrisi yanı sıra yabancı sermaye yatırımları burada yoğunlaşmış, petro kimya, gübre, plastik, lastik, tarım ilaçları, ilaç hammaddesi, sitrik asit, sıvılaştırılmış petrol gazı, demir, çelik, bakır, valf ve alüminyum ürünleri ile elektrik motorları, taşıt araçları, yedek parçalar, çeşitli makineler, kablo, cam, kireç, seramik, yünlü dokuma, deri, glikoz tesisleri onlara eklenmiştir. Gölcük’te Deniz Kuvvetlerinin konuşlanması ile kurulan tersane, askeri fabrikalar da bulunmaktadır. Fabrikaların kurulmasından ötürü, tarım alanları azalmış olmakla birlikte, buğday, mısır, yulaf, şeker pancarı, ayçiçeği ve arpa yetiştirilmektedir. Ayrıca şeftali, erik, karpuz, kiraz, elma, üzüm gibi meyvelerin yanı sıra sebze de yetiştirilir. Çayır ve meraların azalmasından, sınırlı olarak sığır, koyun, keçi ve tavukçuluk yapılmaktadır. Kefken’de balıkçılık, Sapanca ve Hersek Göllerinde de tatlı su balıkçılığı yapılmaktadır. Kocaeli’nde Kuzuyayla’da, Fındıklı Tepe’de, Kerpe’de, Bayramoğlu’nda, Eskihisar’da ve Karamürsel’de turistik tesisler bulunmakta olup, ilin ekonomisinde katkı payı vardır. İl topraklarında talk, bitümlü şist, civa ve mermer yatakları bulunmaktadır. Antik Çağlarda Bithynia Bölgesi’nde yer alan Kocaeli, tarih boyunca Olbia, Astakos ve Nikomedia isimleri ile tanınmıştır. Kocaeli’nin yakın çevresindeki Kadıköy, Erenköy, Pendik, Tuzla, Eskişehir ve Yalova’da MÖ.3000 yıllarına tarihlenen yerleşmelere rastlanmışsa da Kocaeli’nde Prehistorik bir yerleşmeyi kanıtlayacak kalıntı ve buluntulara rastlanmamıştır. Tarihi kaynaklar MÖ.XII.yüzyılda, Avrupa’dan Anadolu’ya başlayan göçler sırasında Trakya’da yaşayan Brygler ismi ile tanınan Friglerin buraya yerleştiğini belirtmiştir. Yunanistan’ın Megara şehrinden kendilerine yeni bir yer bulmak için yola çıkanlar MÖ.712’de İzmit Körfezi’nin güneyindeki Baş İskele’ye gelmiş ve burada Astakos kentini kurmuşlardır. Astakoz kenti M.Ö.III.yüzyılda da Büyük İskender’in komutanlarından Trakya Kralı Lysimachos tarafından yıkılıncaya kadar varlığını sürdürmüştür. Britanya Kralı 1. Nicomedes M.Ö. 262’de bugünkü Kadıköy Mahallesi ile Bekirdere arasındaki “Dua Tepesi”nde kenti yeniden kurmuştur. Britanya Krallığı’nın başkenti olan bu kente, kurucusundan dolayı Nicomedeia adı verilmiştir. Britanya Kralı III. Nicomedes’in M.Ö. 73 yılında Krallığını Romalılara bağışlamasıyla Nicomedeia, Britanya eyaletinin merkezi olmuştur. Bir geçit yeri olan Nicomedeia, Roma yolları üzerinde bulunduğundan ulaşımda büyük önem taşıyor, Boğazlara yakın olması nedeniyle de bir Roma deniz kuvveti burada bulunuyordu. İmparator Diocletianus, 284 yılında Nicomedeia’yı Roma İmparatorluğu’nun ikinci başkenti yapmış ve buraya yerleşmiştir. Kente Diocletianus Sarayı, Pazar yerleri, tiyatro ve hipodrom gibi eserler yaptırmıştır. Böylece Nikomedia, Roma, Antakya ve İskendireye’den sonra dünyanın dördüncü büyük kenti haline getirilmiştir. Nikomedeia, MS.358 yılının Ağustos ayında büyük bir deprem geçirerek geniş ölçüde hasara uğramıştır. MS.362’de yeni bir deprem ise ayakta kalan diğer yapıları da yıkarak yok etmiştir. Bundan sonra kent yeniden onarılmış ancak, eski durumuna hiçbir zaman gelememiştir. Doğu Roma İmparatoru I.Constantinius tarafından Byzantion’un, İmparatorluğun merkezi haline getirilmesi ve ardından İmparator Iüstinianus’un Kadıköy-İzmit arasındaki yolu askeri nedenlerle kapatması ve İznik üzerinden ulaşımı sağlamasıyla Nicomedeia, eski önemini kaybetmiştir. Partlar ve Arapların Bizans’a saldırıları sırasında kent yağma edilmiştir. Kent I. Haçlı Seferi sırasında İmparator I. Aleksios Komnenos tarafından geri alındı. İstanbul’da Latin istilası sırasında Kocaeli’de bir süre Latinlerin elinde kalmıştır. Bizans’ta Palaiologos hanedanı yeniden imparatorluğu kurunca Kocaeli de Bizans’ın egemenliği altına girmiştir. XI.yüzyılda Anadolu’yu egemenliği altına alan Selçuklular Nikomedeia’yı da ele geçirmişlerdir. Nikaia’yı (İznik) alarak kurduğu Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi yapan Kutalmış oğlu Süleyman Şah’ın egemenliği altına girmiştir. Orhan Gazi döneminde, 1326’da ilk Kaptan-ı Derya Karamürsel Alp tarafından bugünkü Karamürsel kıyısında ilk Türk donanması kurulmuştur. Ardından 1327’de Orhan Gazi’nin komutanlarından Akçakoca Bey Kandıra, Karamürsel ve İzmit Körfezi’nin güneyi ile 1337’de İzmit’in tamamını ele geçirmiştir.Orhan Gazi dönemine kadar kentin Nikomedeia olan adı, bu dönemde İznikomid olarak geçen kentin adı zamanla İzmit’e dönüşmüştür. Osmanlı döneminde Sancak haline getirilen Kocaeli’nde Süleyman Paşa ilk Sancak beyi olmuştur (1337). Çelebi Mehmet döneminde Kocaeli, Anadolu Beylerbeyliği’ne bağlanmış, 1509 depreminde yıkılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534’te Kocaeli’ni ziyaretinden sonra kentte yeni yapılanma ve canlanma görülmüştür. Bu dönemde İstanbul’un yiyecek, yakacak odun ve kereste ihtiyacı buradan sağlanmıştır. Anadolu’dan gelen kervanların yükü İstanbul’a en yakın liman olan İzmit’te boşaltılıp, gemilerle İstanbul’a taşınmıştır. Osmanlı döneminde Yavuz Selim’in yaptırmış olduğu tersanede, daha sonra III. Selim ve II. Mahmut savaş ve ticaret gemilerini yaptırmış ve tersaneyi çağa uygun bir konuma getirmiştir. IV. Murat’ın (1623-1640) tahtta bulunduğu yıllar İzmit’te imar faaliyetlerinin arttığı bir dönem oldu. Bizans’tan bu yana İzmit’te ilk saray bu dönemde yapıldı. Abdlümecid’in başlattığı Abdülaziz zamanında tamamlanan İzmit Kasrı İstanbul dışında ayakta kalabilen ender Osmanlı saraylarındandır. Kent IV. Murat’ın ölümü ve 1766’da geçirdiği büyük deprem nedeni ile XIX.yüzyıla kadar bir durgunluk dönemi yaşamıştır. XIX.yüzyıldan itibaren tekrar gelişmeye başlamış, Abdülmecid’in padişahlığı döneminde İzmit ile İstanbul arasında gemi seferleri (1844) düzenlemiş, 1873’te de Haydarpaşa- İzmit demiryolu açılmıştır. 1867’de Hüdavendigar vilayetine bağlı bir sancak olan Kocaeli, kısa bir süre İstanbul vilayetine bağlanmış, II.Abdülhamid döneminde, bağımsız bir sancak (mutasarrıflık) durumuna getirilmiştir (1888). Bu dönemin ilk mutasarrıfı Selim Sırrı Paşa İzmit’te önemli bayındırlık etkinlikleri gerçekleştirmiş, bugün İzmit’in sembolü olan eski demiryolu kenarlarındaki çınarlar Sırrı Paşa zamanında dikilmiştir. XIX.yüzyılda büyük bir göçe sahne olan Kocaeli’ne, Kırım Savaşı (1853-1856) sonrası Tatarlar, 1855-1864 arasında Çerkezler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında da Rumeli ve Kafkasya’dan göç eden toplulukların bir bölümü Kocaeli’nin çeşitli yerlerine yerleştirilmiştir. I.Dünya Savaşı’ndan sonra 20 Kasım 1918’de İngilizler Kocaeli’ni işgal etmiş, 27 Ekim 1920’de Yunanlılara bırakılmış, 27 Haziran 1921’de de işgalden kurtarılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra il konumuna getirilmiş ve İzmit çevresinin Osmanlı topraklarına katılmasında payı olan Akçakoca’dan ötürü de buraya Kocaeli ismi verilmiştir. Kocaeli’nde günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Üç Tümülüsler, Bekirdere’deki Bizans Kilisesi, Bizans sur kalıntıları, Ayios Pandeleimon Manastır ve Mezar Kalıntıları, Nymphaion (Anıtsal Çeşme) kalıntıları, Zeytinlik Hypogaeum, Tavşantepe-Kandıra arasındaki Hypogaeler, Turgut Mahallesi Mezarı, İnbayırı Sarnıcı, Üçtepeler’deki Roma Su Kemer kalıntıları, Seka Cami arkasında Agora kalıntıları, Paç Mahallesi ile Bekirdere arasındaki Nekropol kalıntıları, Orhan Camisi (1333), Pertev Mehmet Paşa Camisi (XVI.yüzyıl), Gebze’de Çoban Mustafa Paşa Külliyesi, Gebze Orhan Camisi, Mehmet Bey Camisi (Fevziye Camisi) (XVI.yüzyıl), Mehmet Bey Hamamı (Orta hamam) (1560), Yeni Hamam (XVIII.yüzyıl), Süleyman paşa Hamamı (XIV.yüzyıl), Küçük Hamam (XIX.yüzyıl), Yukarı Pazar Hamamı (Dere Hamamı) Yalı hamamı (XIX.yüzyıl), Mısırlıoğlu Çeşmesi (1713), Canfeda Kethuda Kadın Çeşmesi (1827), Abdülaziz Av Kasrı (XIX.yüzyıl), II.Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümü anısına Musa Kazım Bey tarafından yaptırılan İzmit Saat Kulesi, Hereke’de II.Wilhelm Evi, Gebze’de Hanibal Anıtı, Fransız Cizit Papazlarının yaptırdığı Eski Fransız Koleji (XIX.yüzyıl),Atatürk Anıtı (1933), Saatçi Ali Efendi Konağı, Osman Hamdi Bey Evi olmak üzere Türk sivil mimari örneklerinden evler bulunmaktadır.
  2. _asi_

    Kırklareli resimleri

  3. _asi_

    Kırklareli Dupnisa Mağarası

    DUPNİSA MAĞARASI Yaz mevsimi ile kış arasında büyük sıcaklık farkı olan bölge, dışa açılmamış kendi güzelliğini koruyabilmiş bakir kalan ender yörelerden biri. Anıt ağaçlarla kaplı dpyumsuz güzellikteki orman içindeki Dupnisa Mağarası, mağara turizmine olduğu kadar av turizmine de açık bir bölgede bulunuyor. Palamut, kayın, meşe, kızılağaç, gürgen,düştübak, yabangülü, kame çiçeği, menekşe, papatya, gül ve savan çiçeği ile kaplı bölge Mayıs ve Haziran aylarında en iyi mevsimini yaşarken tavşan, sincap, tilki, porsuk, karaca, yaban keçisi, kurt, uçan kaçan hayvanları canlı zenginliğini oluşturuyor. Bol oksijenli ormanda süzülmüş tertemiz havada yapılan yürüyüş ise hem iyi bir spor oluyor, hem de zindelik kazandırıyor. Yöre halkının deyimiyle Sarpdere'nin "Buzdolabı" olarak anılan mağara, bu özelliği nedeniyle yazın sıcaktan kaçanların gözde piknik alanlarının başında geliyor. Yosunlu Vadi Piknik Alanı ve Dupnisa Mağarası Çevredeki ağaçların gövdeleri, dalları ve kayaların çevresi zümrüt yeşili yosunlarla kaplı su, kuş ve ormanın ürpertici rüzgar uğultusu eşliğinde mağaranın bulunduğu tepeye yaklaşanlar nehir yatağına paralel ilerlerken görkemli bir kaya köprü ile karşılıyorlar. Mağara ağzındaki kemerli köprü Roma Çağı köprülerinin mimarisini anımsatsa da bu insan eli değmeden oluşan, doğanın yöreye bir armağanı. Mağara içinden gelen dere kışın ılık, yazın çok soğuk olmasına karşın paçaları sıvayıp tünelin ağzından karşı kıyıya geçince Dupnisa'daki ürpertici ve gizemli yolculuk başlıyor. Sulu mağara diye de anılan Dupnisa'nın basık yatay açık ağzından başlayan yolculuk için yanınıza güçlü fenerler almanız şart. Herhangi bir aydınlatmanın olmadığı mağarada kısa sürede galeri genişleyerek tavanı yükseliyor. Mağara girişinde, soldaki kahverengi tonlarının hakimiyetindeki kaya oluşumları ve sarkıt dikitler günümüze dek eldeğmemişliği korumuşlar. Geniş galeri 3.5 km devam eden tünelle zifiri karanlığa doğru uzanırken çeşitli koridor ve odacıklar, oyuklar dikkat çekiyor. Mağara içi akan derenin su sesine tavandan damlayan su sesleri karışırken araştırmacı olmayanlar ürperdikleri yerlerde geri dönüyorlar. Bakir, sulak arazi yapısı nedeniyle mağara canlılarının olabileceği ihtimalini de düşünerek çizme, baret gibi tedbirler almak faydalı olabilir.
  4. _asi_

    İğneada

    İĞNEADA Bir yer düşünün ki doğanın içinde kafanızı dinleyebileceğiniz sakinlik ve dinginlikte. El değmemiş. İsteyen ava çıkabilir, isteyen dağlarında gezinebilir. İsteyen göllerinde tekne sefası yapar, isteyen balık avlar. Klasik deniz tatili sevene de 10 kilometrelik uzun sahillerde güneşlenme imkanı. Üstelik de altın zerreciklerinin üzerinde. Yalnış duymadınız, kumların arasındaki gerçek altın zerrecikleri... İĞNEADA PLAJLARI İğneada plajının ilginç bir özelliği var. Yıllar önce MTA orada bir araştırma yapmış ve sahilde kumların arasında altın zerrecikleri olduğunu tespit etmiş, ancak maliyeti çok fazla olduğu için çıkartmıyor ve öylece bırakıyor. Yani anlayacağınız altınlar üzerinde yürüyebilir ve hatta güneşlenebilirsiniz Kumsalında yürüyüş yapmak ve sezonda denize girmek, ayrı bir keyif. Denizin yosun kokusu ile ormanın çam kokusunu teneffüs ederek yürüyüyenler, hem stres atıyor hem de kumsalda dalgaların taşıdığı deniz kabuklarını da topluyorlar. Kış aylarında ise hafta sonu, kentten kaçanlara huzurlu bir sığınak olarak kapılarını açan İğneada'dan bahsediyoruz... İki günlük ya da dilerseniz sabah erkenden gidip akşam dönebileceğiniz bir kaçamak gezi için en uygun seçeneklerden biridir İğneada. Karadeniz, Marmara ve Ege Denizi’nin çevirdiği yarımada şeklindeki Trakya’nın ne yazık ki denize kıyıları yeterince tanınmıyor. Hele hele Kırklareli’nin Karadeniz’e olan güzelim kıyıları...Oysa bu kıyılar, masmavi gökyüzü ve ormanlarıyla gizemli bir turizm cenneti. Gizli koylarıyla ve maviye çalan gökyüzüyle güney sahillerini; alabildiğince uzanan ve kumsalın bittiği yerde başlayan ormanlarıyla da Karadeniz’i kıskandıran Trakya kıyıları hâlâ keşfedilmeyen ender yerlerden biri. YILDIZ DAĞLARI İğneada Yıldız Dağları Aslında tipik bir güney tatil kenti. Denizi, dağları, gökyüzü ile küçük bir cenneti andırıyor. 2 bin 500 kişilik yerleşik nüfusu, yazın biraz çoğalsa da sessiz ve sakin kalmayı başarabilen ender kentlerden biri. Karadeniz’den esen serin rüzgarlar yazın en sıcak gününde bile ortalığı serinletiyor. Uzun kumsalı ve masmavi denizi ile ilçenin çevresinde yaşayan günlük tatilcilerin uğrak yeri olan İğneada halkı, balıkçılıkla geçiniyor ama yegane ekmek teknesi değil artık. Yavaş yavaş gelişmeye başlayan yaz turizmi alternatif ekmek kapısı olmuş. Birçok insan yaz aylarında evini pansiyon olarak turizmin hizmetine sunuyor. İğneada’da yüzmek kadar eğlenceli bir iş daha var; Dağlarında gezinmek. Özgürlüğün tadına varmak için bulunmaz bir mekan Yıldız Dağları. Yine denizin hemen yanı başında, ormanın içlerine doğru uzanan Mert Gölü’nde balık tutmak ve bu taptaze balıkları yemek de İğneada’ya özgü bir ayrıcalık. Limanında bol ve taze balık bulabileceğiniz gibi eşsiz doğasının koynunda sadece meyve-sebze yiyerek bile damak zevkinizi tatmin edebilirsiniz; çünkü orada hayatın size ender olarak sunduğu zamanları ve anlayışı bulursunuz. Kendinizi dinleyebileceğiniz ve çok ama çok sakin ve huzurlu bir tatil geçirebileceğiniz bir yer arıyorsanız orası kesinlikle İğneada'dır. Doğası ve kumsallarıyla yalnız ve sessiz bir kasaba olan İğneada, Kırklareli’nin ormanlarıyla meşhur Demirköy ilçesinin Yıldız Dağları’nın arasından Karadeniz’e uzanan kolu. Bağlı olduğu Demirköy ilçesine 26 km, Kırklareli il merkezine 100 km uzaklıkta. 7 GÖLÜYLE KÜÇÜK BİR CENNET Orman ve denizin olması nedeniyle yazları bile geceleri serin bir hava hakim İğneada'da. Sadece denizi ve sahili için değilde ormanı, yeşilliği ve temiz havası içinde ziyaret edilmesi gereken bir yer.. Sınırları içinde yer alan gölleri, bol oksijenli havası, lezzetli balıkları ve kolay ulaşımı ile doğanın içinde huzurlu bir tatil yaşamak isteyenler için biçilmiş kaftan. Bulgaristan sınırına 12 km. uzaklıktaki Kırklareli'ne bağlı İğneada, villalara ve kooperatiflere ev sahipliği yapmasına rağmen doğasını da koruyabilen ender bölgelerden. Erikli, Mert, Hamam, Pedina, Saka, Sülüklü ve Ramana isimleriyle anılan ve korumaya alınan yedi gölü bulunuyor. Denizin yosun kokusu ile ormanın çam kokusunu teneffüs ederek yürüyüyenler, hem stres atıyor hem de kumsalda dalgaların taşıdığı deniz kabuklarını da topluyorlar. Haziran-Eylül ayları arasında yoğunlaşan İğneada,kış aylarında da hafta sonu, kentten kaçanlara huzurlu bir sığınak olarak kapılarını açıyor. DÜNYADA SADECE 3 YERDE LONGOS VAR , BİRİ İĞNEADA İğneada Longoz Ormanları Dünya üzerinde sadece 3 yerde olan Longos (subasar) ormanlarından biri de İğneada... Longos (subasar) ormanı, Kırklareli sınırları içinde, Karadeniz kıyısında yer alıyor. Yaban hayatın hala sürdüğü orman, Dünya Bankası fonlarıyla 8 yıldır yürütülen GEF2 adlı bir projeyle korunuyor. 2007'de milli park ilan edilen orman, içinde barındırdığı bitki türleri ve hayvan çeşitliliği ile ender görülen doğal bölgelerden biri. Demirköy ilçesine bağlı İğneada'daki longozlar, Mert Gölü, Saka Gölü ve Erikli Göl Longozu olarak anılıyor. 10'dan fazla çayın birleşerek oluşturduğu üç dere, kumsalda oluşan doğal bentler sayesinde birikiyor ve burada doğal göller meydana getiriyor. Bu göllerde biriken su, geri doğru taşıyor ve pek ender bulunan subasar ormanı oluşmasını sağlıyor. Subasar ormanı, içinde çok zengin bir canlı yaşamı barındırıyor, su kuşlarına ev sahipliği yaptığı gibi, endemik birçok bitki türünün de var olmasını sağlıyor. Longoz'daki su miktadı baharda had safhaya ulaşınca, bu kez doğal bentler yıkılıyor, zengin besinlerle yüklü alüvyon denize taşınıyor. Bu besinler, deniz yaşamının da İğneada'da çok zengin olmasını sağlıyor. Bu sayede kalkan, lüfer, istavrit ve daha bir çok balık, İğneada'yı mesken tutan balıkçılar tarafından yakalanıp sofralarımıza ulaşıyor. Longozları bekleyen tehlike İstanbul'a 250 kilometre uzaklıktaki İğneada, su kuşları için ülkemizde yaşayan memelilerin yüzde 53'ü için, sadece oraya özgü bitki türleri ve böcekler için, yaşam kaynağı konumunda. İrili ufaklı birçok derenin getirdiği sularla oluşan ve deniz ile longozlar arasında kalan göler, longoz ormanları için adeta bir sigorta görevi üstleniyor ve doğal bir tatlı su perdesi oluşturarak denile hemen hemen aynı seviyede olan ormanlara, alttan ve üstten tuzlu deniz suyunun alana tersine doğru deşarj olmasını önlüyor. Longoz ormanları besleyen tatlı su kaynaklarının ortadan kalkma tehlikesi var. Eğer bu gerçekleşirse, tuzlu olan deniz suyu longoz toprağına yayılırsa, longozlarda yaşayan 544 bitkinin, 310 tür böceğin, 28 tür balığın, 46 tür memelinin, 194 tür kuşu ve 17 tür sürüngenin yaşam alanlarını kaybetmesi de kaçınılmaz. AV MERKEZLERİNDEN BİRİ İğneada, yaban hayatı çok zengin olan Kırklareli'nin av merkezlerinden biri konumunda. İğneada Panayır İskelesi ve Kıyıköy çevresinde geyik ve karacaya rastlamak mümkün. Hamam ve Pedina göllerinin ziyaretçileri Bulgaristan, Rusya ve Tuna Nehri deltasından gelen ördek, kuğu ve diğer kuş türleri. Yıldız Dağları'nın sık ve gür ormanlarla kaplı olması geyik, karaca, domuz, tavşan, tilki sansar gibi hayvanların yaşamasına uygun bir ortam sağlıyor.Avcılar için de gözde bir mekan oluyor. İğneada Parkları ADI İNEBEY'DEN GELİYOR Cumhuriyet döneminden önce Kurtuluş Savaşı esnasında Yunan istilasına uğrayan İğneada, Midye-Enez hattının çizilmesiyle Yunanistan'a kalmışken Edirne'nin de kaybedilmesi sebebiyle yapılan anlaşmalarla bugünkü Trakya sınırı çizilmiş ve İğneada topraklarımızda kalmış. Cumhuriyet döneminde 1971 yılına kadar nahiye olarak yönetilen kasaba, bu tarihten sonra belediye olmuştur.İğneada'nın fethini yöneten komutanın adı İne Bey'dir. Buradaya kendi adını verir ve "İneada" adı zamanla İğneada olur KARADENİZ'İN SAKİN LİMANI İğneada tipik Karadeniz sahillerinin aksine yaz aylarında sakin ve dalgasız bir doğal liman. Kuzey rüzgarlarına kapalı. Denizin 150 metresinin sığı oluşu ise bir başka avantaj. Bölgede oluşan göllerden Erikli'nin çevresi doğal SİT alanı. Mert Gölü kıyılarında ise bazı yapılara rastlanıyor. Dibi bataklık olan gölün asıl zenginliği balıktan ziyade sazlıkları. Sazlar kış aylarında kesilip Hollanda'ya ihraç ediliyor. Alamana adı verilen büyük balıkçı tekneleri ile açık denizden yakalanan kalkan balığının yanı sıra eylülde lüfer, palamut bolluğu yaşanıyor. Orman içinde alabalık yemek ise ayrı bir güzellik. Deniz fenerinin bulunduğu sarp kayalıklar da ziyaretçileri başka bir aleme sürüklüyor. ALINTI...
  5. _asi_

    Vize Kalesi

    VİZE KALESİ Vize Kalesi Kitabesi Edirne Müzesi Yapılan araştırmalar sonunda Vize’de Roma dönemine ait bir sur onarım kitabesi bulunmuştur. Burada "Aulus Pores oğlu Firmus ile Kenthes oğlu Rytes oğlu Aulus Kenthes ve Hyakinthus oğlu Rabdus idaresi altında kale burçları inşa edilmiştir." diye bir yazı bulunmaktadır ve M.S. II. yüzyıla aittir. Şehrin kuzey batısında kuşatmaktadır. İlk inşasının M.Ö. 72-76 yıllarında olduğu tahmin edilmektedir. Daha sonra Bizans döneminde Jüstinyen (527-565 yıllarında) tarafından tekrar ihya edilmiştir.Muntazam kesme iri taşların üst üste yerleştirilmesi ve aralarına sağlam bir harçla bağlanması suretiyle yapılmıştır.Temeldeki iri kitleler 50*80 ile 100*150 cm. arasındadır. Şehrin kuzeyindeki sur bedenlerinde muntazam kesilmiş mavimtrak taşlar da kullanılmıştır. Bu yapının Geç Bizans döneminde (Paleoglar Devri) yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır.Kale iç ve dış kale olmak üzere iki kısımdan meydana gelmiştir.Yüksek burç ile güneybatısında dere kenarında bulunan burcun yapımına XII.yüzyıl sonu Commenler devrinde başlanmış, Paleoglar devrinde tamamlanmıştır. Halen eski Vize şehri surlarının batı ve güney kısmı ayaktadır.Güney surları 3-4 metre yüksekliğine kadar korunabilmiş büyük taş bloklarla yapılmıştır.Yapı şekilleri birbirinin aynı olup kapı uzunluğu dört metredir. Ayakta kalan Kale burçlarından birinden bir görünüm Kale iç kapısından bir görünüm 1829 Rus İşgali sırasında Vize kalesinin görünümü Bugün Asmakayalardan gelen derenin kenarında alt kule, iki kaplama duvarı arasına yerleştirilmiş bir moloz işçilikle inşa edilmiştir. Alt kısmı tonozlu bir mahzene sahiptir ve bugün tamamen bodur ağaçlar ile kaplıdır. Hemen üzerinde yer alan ahşap kiriş noktaları bunun çok katlı olduğunu açıkça belli eder. Yaklaşık 10x15m. ölçülerindeki kulenin ortasında bir de kuyu ağzı yer almaktadır. Kulenin surlara bakan cephesinde dikdörtgen bir giriş dikkat çekmektedir. Ayrıca dereye bakan cephede mazgallar görünmesine karşın tepeden gelen suyun aktığı tarafta mazgal gözükmemektedir. Kalenin en alt noktasında yer alan yuvarlak kulenin büyük ihtimalle bu su kulesi ile irtibatı vardır. Her halde onun korunması için yapılmış olması gerekir. Büyük ihtimalle herhangi bir saldırı sırasında şehrin suyunun kesilmesine karşın bu su kulesi büyük bir hizmet vermekteydi. Ayrıca bu su kulesinin Kale ile arasında dikdörtgen bir alt yol olması geleneği vardır ve son araştırmalarda bu kanal da ortaya çıkarılmıştır. İleride eğer bir arkeolojik bir kazı yapılırsa büyük bir ihtimalle bu kanal da bulunacaktır. Bu kule, dereden akan suyu bir kanal ile kuyuya indirmekte ve sarnıcında saklamakta, belirli bir yüksekliğe ulaştığında da kaleye aktarmaktaydı. Üst su kulesinden bir görünüm Alt su kulesinden bir görünüm Su kulelerinin yukarıdan görünümü
  6. _asi_

    Asmakaya mağara manastırı

    ASMAKAYA MAĞARA MANASTIRI Asmakaya mevkiinde (Jandarma Tat.K.M.K. eğitim alanı karşısı) bulunan IX.yüzyıl Bizans dönemi eserleridir. Bir takım sıralı doğal mağaralardan yararlanılarak, taş ustalarının şekillendirmesi ile meydana gelmiştir. Yonca planlı bir şapel, tek nefli büyük planlı bir kilise ile bunun yanında düzensiz yerleştirilmiş odalar, mezar şapeli ile düzgün hücrelerden oluşan bir komplekstir.Yakın çevresinde benzer özellik gösteren kaya mezarlarının varlığı da göze çarpmaktadır. Kaya mezarlar ve manastır aşırı derece de tahrip edilmiş durumdadır. Mağara Manastırın dış görünümü Mağara Manastırının ayazma bölümünden görünümü Mağara Manastırda bulunan fresk kalıntısı Mağara Manastırından iç görünüm
  7. KÜÇÜK AYASOFYA KİLİSESİ (GAZİ SÜLEYMAN PAŞA CAMİİ) Mimar Sinan Mahallesi iç ve dış surlar arasında bulunan yapı VI. Yüzyılda Jüstinyen döneminde Dionysos mabedinin temelleri üzerine bazilika planında yapılmıştır. Ahşap çatı, taş ve tuğladan inşa edilmiş olan kilisenin üç apsisi vardır. İçerisinde üçer sütunlu, iki sütun dizisi sonraki yıllarda payelere dönüştürülmüştür. Ahşap çatı bir süre sonra yıkılmış, XII. - XIII. yüzyıllarda yerine yüksek kasnaklı bir kubbe oturtulmuştur. Kubbenin dışında kalan yerlerde tonoz örtü sistemi kullanılmış ve böylece Bizans Mimarlığında görülmeyen değişik bir plan düzeni ortaya çıkmıştır. Aya İrin-i Kilisesinde olduğu gibi burası da altı bazilika, üstü kapalı Yunan haçı planında karmaşık bir mimari düzenindedir. Üst galeriye çıkışı sağlayan ahşap merdivenler günümüze kadar gelememiştir. Yapının Bizans döneminde fresklerle bezeli olduğu, günümüze kadar gelen izlerden anlaşılmaktadır. Güney nefte ki Deesis kompozisyonu oldukça harap olmuş Naos’un güneybatısında ne olduğu anlaşılmayan başka bir fresk izi ile karşılaşılmıştır. Bunun yanı sıra Ermeni bir asilzadenin kızı olan ve Nicephoros Drunganion isimli Vize askeri birliğinin komutanı ile evlenen Vize’li Maria’nın fresk izine rastlanmıştır.Yapı Osmanlı hakimiyeti sırasında Gazi Süleyman Paşa tarafından camiye dönüştürülmüştür. Yakın geçmişe kadar kullanılan yapı 1997 yılında Kırklareli Müzesi ile Trakya Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü öğrencileri tarafından temizlenmiş ve bakımı yapılmıştır. Ayasofya’nın Türk dönemi ise özellikle süsleme açısından son derece hareketlidir. Yaklaşık beş ayrı kalem işi ile iki ayrı zamanda yapılmış suluboya süslemeleri ile karşılaşılır. Yrd. Doç. Dr. Özkan ERTUĞRUL’un araştırmalarına göre Türk döneminde Büyük Camii veya Süleyman Paşa Camii adıyla bilinen yapının, büyük bir olasılıkla adını Boğdan seferi sırasında duyuran Hadım Süleyman Paşa tarafından camiye dönüştürülmüş olabileceği söylenmektedir. Diğer adı geçen Mihaloğullarından Süleyman Bey ile I. Murat’ın kardeşi Süleyman Bey olmaları biraz zayıf görülen ihtimaller arasında olduğu ancak Vize’nin Osmanlı tarafından ilk fethi sırasında Süleyman Paşa adıyla camiye çevrilen yapının, daha sonraki yıllarda şehri kuşatan kişilerin adının da Süleyman olması nedeniyle yapının adının, Süleyman olarak devam etmesini sağlamış olabildiği söylenmektedir. 2004 yılı Kasım ayında türbe-mezarlıkta yaptığımız araştırmada, Osmanlı'da askeri rütbeleri simgeleyen kavuk simgeli kırık bir mezar taşında “Merhum ve manfur Yedek Süleyman Paşa Acem Feran İbni Süleyman ruhu için Allah rızası için Fatiha” yazmaktadır. Süleyman Paşa olarak geçen, İran uyruklu Süleyman oğlu Süleyman Paşa yedek ünvanından da anlaşılacağı üzere dönemin Vize’deki en büyük askeri yetkili kişisi olan Ayasofya Kilisesini camiye dönüştüren Gazi Süleyman Paşa olması üzerinde durulmuş ve konu ile ilgili olarak Müze Müdürlüğü’ne ve Prof.Dr.Hüseyin SALMAN, Prof. Dr. Engin BEKSAÇ’a bilgi verilmiştir. 2004 yılı Kasım ayında Ayasofya Kilisesi içinde bulunan Osmanlıca yazılı mezar taşlarını okunması amacıyla yaptığımız çalışma sonrasında ise 5 adet bulguya rastladık. Bunlar: 1. Küçük bir mezar taşı : "El merhume fetihzade sahip sultan hanı zevcine fatiha H. 1183" 2. Küçük bir mezar taşı : "Merhumenin ruhu için fatiha H. 1252" 3. Küçük bir mezar taşı : "H.1228" 4. Küçük bir mezar taşı : "Fatma Hatunun ruhu için fatiha H.1052" 5. Büyük ve kırık iki parçası bulunan üçüncü parçası olamayan bir kitabe veya mezar taşı:"Mübarek ismi ekber izzeti hem resulun fahri alem şahikevneyn hürmeti ile kabrimin ravzeyi cenntül ola il alemin gece gündüz ulema hizmeti Muhammed Keraklı Ağanın zevcesi / Süleyman / ruhuna H. 1190 / : taştaki kırık ve okunamayan kısımlar RESTERASYON SONRASI RESTORANSYON ÖNCESİ AYASOFYA VE AZİZE MARIA Yıllarca Vize’de çalışmalar yapan değerli hocalarımız Prof. Dr. Engin BEKSAÇ ve Yrd. Doç. Dr. Özkan ERTUĞRUL’un araştırmalarına göre; Maria aslında Ermeni bir asilzadenin kızıdır. Genellikle Azize Maria diye anılır. Kendisi I.Basileios’un İmparatorluğu sırasında (867-886) İstanbul’a göç etmiş ve aynı İmparator zamanında küçük bir thema olan ve Drungarios diye adlandırılan ve Vize askeri komutanı olan Nicephoros ile evlenmiştir. Nicephoros, Bulgar Çarı Symeon’a karşı 894-896’da yapılan harekat sırasında Vize birlik komutanı olmuş, bir subaydı. İşte buradaki Drungariosluğu sırasında kendisi savaşta iken kesin olmamakla birlikte karısının, hizmetçisi ile kendisini aldattığını öğrenmişti. Ancak başka hipotezler içinde de bu aldatmaların fazla olduğudur. Fakat bunun yanında kendisinin aynı zamanda çok dindar bir kadın olduğu da kabul edilmektedir. Oldukça karışık ve ne yazık ki bugünkü şartlarda hangisinin doğru olduğunu anlamak pek mümkün görülmemektedir.Ancak uşağı ile kendisini aldattığını öğrenen Nicephoros Maria’yı hergün sürekli olarak dövmeye başlar. Sonunda kocasının dayaklarına dayanamayan Maria, 902/3 yılında kanamadan ölür. Harvard Üniversitesinden Alice-Mary TALBOT’un yayınlamış “Holy Women of Byzantium Ten Saints’ Lives in English Translation” adlı araştırma dosyasında ise bu olayın Nicephorosun kardeşinin Marianın kendisini aldattığını Nicephoros’a söylemesi neticesinde Nicephoros’un sürekli Maria’yı dövdüğü ve bu olaylardan birinde Maria’nın Nicephoros’tan kaçarken başını bir taşa vurması sonucunda kanamadan öldüğü yönündedir.Nicephoros ile evli kaldığı sürede doğan iki oğlundan Baanes askerliği tercih etmiştir. İkinci oğlu Stephan ise Anadolu’da keşiş olarak yaşamaya başlamış Symeon adını almıştır. Maria ise öldükten sonra vizede Psikoposluk Kilisesine gömülmüştür. Ancak ölümünden dört ay sonra mezarı ziyaretçi akımına uğramaya başlamıştır. İnsanlar şifa bulmak için mezarına gelmeye başlamışlardı. Dört ay sonra mezarına gelenler cesedin hiç bozulmadığını ve halen yaralarından kan geldiğini belirtmişlerdir. Harvard Üniversitesinden Alice-Mary TALBOT’un yayınlamış “Holy Women of Byzantium Ten Saints’ Lives in English Translation” adlı araştırma dosyasında belirtilen mucizelerden birininde mezardan ışıklar geldiği yönündedir. İşte bu mucizevi olayın hemen ardından Nicephoros rüyasında Maria’yı görmüştür. Ona küçük bir kilise yaptırmasını ve roliklerini oraya taşıtmasını söylemiştir. Kocası da böylece onun azizelik mertebesine ulaştığını kabul ederek ona bir şapel yaptırmıştır. Bir grup insanla cesedi taşınırken cesedin hala bozulmadığı tespit edilmiştir. Ancak cesedin taşınırken şapelin din adamları ile Nicephoros arasında uzun tartışmalar çıkmıştır.Akın akın gelen insanların bıraktıkları gelirlerin kaybolması açıkça din adamlarının hiç işine gelmemişti. İşte yeni yapılan kliside de mucizeler birbirini takip etmeye devam etmiştir. Ayrıca buraya bir de Maria’nın freski yapılmıştır. Sonunda Nicephoros’da 923 yılında ölünce aynı kiliseye gömülmüştür.Bu yıllar Vize’nin Çar Simeon tarafından kuşatma içinde olduğu yıllardır. Azize Maria'nın 2007 Yılı restarosyon çalışmalarında Küçük Ayasofya Kilisesinde bulunan Freskosu Her tarafı yakıp yıkan Simeon bu kiliseye hiç dokunmamıştır. Nicephoros’un mezarı mermer bir lahitte, klisenin sol tarafında idi. 927’de Simeon’un ölümünden sonra Vize tekrar Bizanslıların eline geçince Maria’nın iki oğlu Vize’ye döndüler ve ebeveyinlerinin vücutlarını başka yere nakletmeye karar verdiler, sonunda babalarının mezarını kilise dışına çıkardılar. Maria’nın vücudu 25 sene sonra bile, hiç bozulmamıştı. Babalarından boşalan lahite ise annelerini koymuşlardı. Ardından Kilisede manastırın merkezi haline gelmiştir. Vize’de olan ve ardından bütün Bizans’ta meşhur bir azize haline gelen Maria’nın bu yapıları hangileri idi? Sorusu uzun süre bilim adamlarını meşgul etmiştir. Trakya’nın 1920-22 yılları arasında Yunan işgali sırasında eski eserler müfettişi olan Lampousiades Vize Ayasofya Kilisesinde Grekçe bir yazı okumuş ancak bu yazı bir daha görülmemiştir. Aynı yerde 1960’ta burada araştırma yapan C.Mango’da bu yazıyı görememiştir.Lampousiades’ten olduğu gibi aktarma yapmıştır. S.Eyice’nin 1969 yılında yapmış olduğu çalışmada da bu yazıya rastlanılmamıştır.Ancak elimizdeki kayıtlardan bu yazının kilisenin sol kuzey tarafında olduğunu ve Maria’nın mezarının da burada olduğunubiliyoruz.1995 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kontrolünde yaptığımız temizlik çalışmalarında sıra nartex kısmına gelince burada yaklaşık 1 metre civarında bir toprak topluluğu ile karşılaştık bu dolguyu taşımaya başladığımızda nemden duvardaki badananın da parça parça düştüğünü hemen alttan ise oldukça sağlam bir fresko çıktığını tespit ettik.Temizlikten sonra şefaat dileyen bir figür ile karşılaştık bu figürün altında ise ilk satırı tamamen bozulmuş diğer satırlarından bazıları nemden kurtulmuş bir kitabeye rastladık. Bu Lampousiades’un bahsettiği kitabe idi. Maria’nın adı ile birlikte anılan Marta ismine anlam vermek oldukça zordur. Bu kitabe bir dua olmasına karşın pek fazla tanınmıyordu. Beşinci sıradaki bu isimlerden Marta belki freskoyu yaptıran olabilir. Nicephoros’un lahdi dışarıda camiye giden yol üzerindeki temizlik sırasında parçalar halinde ele geçmiştir.Ayasofya’nın hemen yakınındaki bir yer altı mezar odası ile açılan bir yol sayesinde ortadan kalkan ancak apsis günümüze sağlam halde ulaşan kilise bu konumda dikkat çekmektedir. C. Mango’nun Piskoposluk Kilisesi olarak kabul ettiği ancak, Maria’nın Kilisesinin bu olmadığı yolundaki görüşü mantıklı gözükmektedir. Ancak açık bir yorumlama bulunmamaktadır. Ayrıca Ayasofya’nın da bir tek başlık altında bakmakta büyük bir hata ortaya konulabilir. Çünkü Ayasofya’da hemen hemen 10 dönem gözükmektedir. Bunlardan ilki hiç şüphesiz bugün temelleri gözüken Piskoposluk Bazilikasıdır ki, bunun güney pastophorium hücresi batıdan kesilerek mezar şapeli haline getirilmiştir. İkinci büyük evre ise bugün görülen alt plandaki bazilikadır. Bu Piskoposluk Bazilikasıdır. Maria’ya yapılan özel şapel ise Stranonlu Kilise olabilir. Ardından Maria’yı büyük ihtimalle X. Yüzyılda tekrar yapılan Ayasofya’ya gömmüşlerdir. XIII. Yüzyılda Yunan Haçı üst yapısı eklenmiştir.Sonuçta Maria önce Ayasofya’ya sonra Stranonlu Kilise’ye ardından tekrar Ayasofya’ya gömülmüştür. Nicephoros ise ilk Ayasofya’nın kalıntılarından güney pastophoriumun kesilerek mezar şekli haline getirilen bölümüne gömülmüş olabilir. Böylece Maria Bizans satında bir kilise, bir şapel yapılmasına ve bir manastır kompleksinin çekirdeğinin konulmasına temel teşkil etmiştir. Ayrıca Azizelik mertebesiyle Hristiyan dini içinde kendine sonsuza dek uzanan bir yer edinmiştir. Küçük ayasofya Kilisesi Resterasyon Öncesi Küçük Ayasofya Kilisesi giriş yolu üzerindeki temellerde bulunan Dionysas figürü
  8. _asi_

    Antik Tiyatro (Odeon)

    ANTİK TİYATRO (ODEON) Kırklareli Müzesi Başkanlığında Müze Müdürü Zülküf YILMAZ, Trakya Üniversitesi’den Yard. Doç. Dr. Özkan ERTUĞRUL ve Arkeoloji ve Sanat Tarihi Öğrencilerinin katılımı ile üç yıl süreyle Vize Çömlektepe Höyüğü kazısı gerçekleştirilmiştir. Kazı yapılmasına ihtiyaç duyulmasının nedeni ise harfiyat yapılan alanda daha önce kaçak define araştırmaları yapılması ve sonucunda iki adet koltuk benzeri mermer bloğun açığa çıkarılması olmuştur. 1995 ve 1997 yılları arasında gerçekleştirilen harfiyat sonucu Türkiye Trakya'sında şu ana kadar bilinen tek Roma Dönemi tiyatrosu açığa çıkarılmıştır. Üçbin dolayında izleyici kapasitesine sahip olduğu düşünülen tiyatronun mevcut cavea (oturma kademeleri) ve klimaks sisteminin tamamen mermer olması nadir görülen bir özelliktir. Ayrıca 1995 yılında büyük boyutta bir kadın heykeli, 1996 yılında ise dört sahne rölyefinin elde edilmiş olması, mevcut tiyatronun ne denli önemli bir yapı olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekmektedir. M.S. II. Yüzyıla tarihlenen Geç Roma dönemi eseri yapının sahne kısmının Bizans döneminde ciddi bir tahribata uğradığı anlaşılmaktadır. Sahnenin doğu kısmında bir Bizans yapısına rastlanılması, batı kısmında ise bir fırın bakiyesinin bulunması bu kanıyı doğurmuştur. Tiyatronun oturma kademeleri (cavea), bunların arasındaki yollar (parados), sahne binası (skene), ve orkestra bölümleri günümüze ulaşabilmiştir. Kazılar sırasında çok sayıda Roma Bizans ve Osmanlı keramikleri, cam ve metal buluntular ile ele geçirilen heykel sahne rölyefleri türlerinin en iyi örneklerinden olup Kırklareli Müzesinde teşhir edilmektedir. Bu değerli rölyeflerin, orkestranın doğusundaki bizans yapısında dış cephe süsleme unsuru olarak kullanışmış olması tiyatronun yüzyıllar öncesinden günümüze kadar uğradığı tahribatı gösteren bir örnektir. Fakat belkide sırf bu sayede bu dört değerli rölyef günümüze kadar gelebilmiştir. Tiyatroda 20 kadar olması gerektiği düşünülen rölyeflerden geriye bu dört tanesi kalmıştır. Rölyefler yekpare blok mermerden olup tasvirlerin tümü yüksek kabartma halindedir. Bunlardan birisinin ortasında yere yarı uzanmış genç bir erkek ile iki yanında ona hizmet eden mitolojik figürler görülmektedir. Büyük olasılıkla bu erkek figürü Dionysos olup, kompozisyon üzüm salkımları ve asma dalları ile çevrelenmiştir.Diğer rölyefte ise önde büyük bir korku içerisinde kaçmakta olan iki çıplak erkek ile onları kovlayan bir insan tasviri görülmektedir. Önde korku içerisinde kaçanların Gigant, onları kovalayanın da genç Dionysos olduğu sanılmaktadır. Antik Tiyatro 2003 Yılı sonlarında Kırklareli Müze Müdürü Zülküf YILMAZ, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nden Öğretim Görevlisi Ahmet SİPAHİ ve Arkeoloji ve Sanat Tarihi Öğrencileri ile Vize’den sivil bir ekibin katıldığı temizleme çalışmaları sonunda şu anki halini almıştır. Orkestradaki dolgu tamamen temizlenmiştir. Bu harfiyat sırasında dolgu tabakasının katmanları tarih içerisinde tiyatronun ne amaçlarla kullanıldığı konusunda fikir vermiştir. Ana zemin seviyesinde güncel atıkların çokluğu bu bölgenin yoğun bir şekilde genel çöplüğe dönüştürüldüğünün bir göstergesidir. Bunun altında 50 cm. kalınlığında ayrı bir dolgu tabakası, onun altında da yoğun miktarda domuz dişi ve diğer hayvan kemiklerinin el de edilmesi orkestra çukurunun Roma Dönemi sonrasında da ideal bir çöplük alanı olarak görüldüğünü düşündürmektedir. Seviye düşürme çalışmaları devam ederken çöplük dolgunun ana zemine değin birkaç tabaka halinde sıralanan gübre katmanlarından oluştuğu görülmüştür. Dolguda ağırlıklı olarak domuz dişlerine tesadüf edilmesi, tiyatronun işlevini yitirmesi sonrasında, orkestranın hayli uzun bir süre domuz ağılı olarak kullanıldığını göstermektedir. Gerçekleştirilen çalışma sırasında, zeminden yaklaşık 10 cm. yukarıda ve kalın bir gübre tabakası içerisinde, doğal boyutta bir erkek heykeli başı elde edilmiştir. Boyun hizasında kırılmış bulunan mermer heykel kafasının yüksek kalitede bir heykeltraşlık ürünü olduğu ve üst düzey bir Romalı yöneticiyi tasvir ettiği sanılmaktadır. Yine aynı seviyelerde elde edilen iki sikke, özellikle 3. ve 4. yüzyılın çalkantılı geçen iktidar mücadeleleri sırasında Vize'nin de önemli oranda etkilendiğini düşündürmektedir. (Gübrelerin ortasındaki heykel başı; domuz ahırının sahipleri veya genel otorite sahibi olan kişilerin o heykelin sahibini aşağılamak için heykelinin kafasını domuz pisliklerinin arasına attığını düşündürür.) Günümüzde nihayet bu önemli eser hakettiği saygıyı görmektedir. Koruma altına alınan esere halk tarafından da gerekli hassasiyetin gösterilmesi beklenmektedir. Yolun alt tarafındaki binalar da istimlak edilmiş olup ileriki bir zamanda yapılacak kazı çalışması ile sahne kısmı da günışığına çıkarılacaktır. Antik Tiyatro 1995 kazısı Antik Tiyatro (Odeon) 2003 Temizlik Kazısı Sonrası Bir kadın heykeli /Kırklareli Müzesi... Tiyatro Rölyefi Tiyatro Rölyefi /Kırklareli Müzesi... Romalı üst düzey bir askere ait heykelin baş kısmı / Kırklareli Müzesi...
  9. _asi_

    Kırklareli-ekonomi

    EKONOMİ TARIM Toprak ve Su Kaynakları İlimizin yüzölçümü 655.000 hektardır. Arazi varlığının % 41’i kültür arazisi, % 40’ı orman, % 5’i mera, geriye kalan % 14’ü ise kültür dışı arazidir. Tarım yapılan arazinin 55.635 hektarlık yani % 21’lik bölümünde sulama yapılabilmektedir. Bu alanın 43.635 hektarı (% 78’İ) devlet, 12.000 hektarı (% 22’si) çiftçi imkanları ile sulanmaktadır. Türkiye genelinde olduğu gibi ilimizde de çiftçi aile sayısına göre arazi dağılımı dengeli değildir. Bu bakımdan tarımla uğraşan aile sayısı fazla olduğundan ilimizde daha çok küçük işletmeler bulunmaktadır. Tarımsal işletmelerin yapısına baktığımızda, işletmelerin toprak büyüklüğü bakımından 50-200 dekar arasında yoğunlaştığı, çoğunluğunun hem hayvancılık, hem de bitkisel üretimi birlikte yaptıkları görülmektedir. Bitkisel Üretim İlimizin tarımsal yapısı içinde hububat, ayçiçeği, şeker pancarı, mısır, yemeklik tane baklagiller, bağ önemli rol oynamaktadır. Tarım ürünlerinde, ağırlıklı bitkisel ürünlerimiz buğday ve ayçiçeğidir. 2008 yılında 134.373 hektar buğday ekilmiş olup toplam 658.444 ton ürün elde edilmiştir. Böylece dekar başına ürün miktarı 490 kg olmaktadır. Bitkisel üretim içinde ikinci ağırlıklı ürünümüz ayçiçeğidir. 2008 yılında 71.450 hektar alana ayçiçeği ekilmiş olup, toplam 166.355 ton ürün elde edilmiştir. Böylece dekar başına ürün miktarı 232 kg olmaktadır. Kırklareli’nin, Türkiye ayçiçeği ekimindeki ve üretimindeki payı yıllara göre pek fazla değişmemekte ve takriben yüzde 16 civarında olmaktadır. Hububat ve ayçiçeğinden sonra ağırlıklı ürünlerimiz sırasıyla şeker pancarı, mısır ve patatestir. Sulanabilir sahalar içerisinde ikinci ürün ekilişi yıllara göre bir artış göstermektedir. İkinci ürün olarak hububat hasadı sonrası silajlık mısır, kuru fasulye ve hasıla biçilen ayçiçeği ile güzlük ekilişlerde macar fiğ sonrası ayçiçeği ve mısır ekilişleri yapılmaktadır. İlimizde bağ bahçe tarımı işlenebilir arazinin yüzde 2’sinde yapılmaktadır. Bu sahanın yüzde 84’ünde sebzecilik, yüzde 12’sinde bağcılık ve yüzde 8’inde meyvecilik yapılmaktadır. HAYVANCILIK İl düzeyinde 107.660 adet büyük baş, 238.484 adet küçük baş ve 348.620 adet kümes hayvanı mevcuttur. Hayvancılık nispeten fenni usüllerle yapılmaktadır. Büyük baş hayvan mevcudunun yüzde 97’sini kültür ırkı ve melezleri, yüzde 3’ünü ise yerli ırk teşkil etmektedir. Hakim ırk Holstein’dir. İl bazında 19.342 adet hayvancılık işletmesi mevcut olup, işletmeler daha çok küçük aile işletmeciliği şeklindedir. Hayvansal ürün olarak yılda 3.004 ton et, 229.079 ton süt ve 26 milyon adet yumurta üretilmektedir. Su Ürünleri İlimizde İğneada, Kıyıköy, Beğendik ve Limanköy Karadeniz sahilinde yer alan yerleşim yerleridir. Buralarda 1.288 ruhsatlı balıkçı tarafından 191 adet kayıtlı tekne ile balıkçılık yapılmaktadır. Bunun dışında baraj ve göletler ile alabalık tesislerinde de balıkçılık faaliyetleri sürdürülmektedir. İlimizde su ürünleri yönünden önem arzeden Hamam, Mert ve Pedina gölleri olmak üzere üç adet tabi göl, Kırklareli, Armağan ve Kayalı barajları olmak üzere üç adet baraj ile 33 adet gölet mevcut olup, buraları balıklandırılmıştır. Kültür balıkçılığı kapsamında faaliyette bulunan 5 tesis bulunmaktadır. SANAYİ İlimizde sanayi daha çok D-100 karayolu etrafında ve özellikle Lüleburgaz’da yoğunlaşmıştır. Kırklareli’nde sanayi artan bir hızla gelişmektedir. 1987-2001 döneminde yüzde 6,7 ile sanayi, İl’in en hızlı büyüyen sektörü olmuştur. Kırklareli’nin İstanbul ve Avrupa’ya yakın olması bunun temel nedenlerindendir. Kırklareli imalat sanayi gelişmişlik sıralamasında 81 il içerisinde 14. sırada bulunmaktadır. Kırklareli’de toplam 267 sanayi tesisi bulunmaktadır. Bunların % 88’i Merkez, Babaeski ve Lüleburgaz ilçelerinde geri kalan % 12’si diğer ilçelerde yer almaktadır. Merkezde 79, Babaeski’de 34, Demirköy’de 2, Kofçaz’da 2, Lüleburgaz’da 121, Pınarhisar’da 11, Vize’de 18 sanayi tesisi mevcuttur. Kırklareli ilinde, "gıda ürünleri ve içecek imalatı", "tekstil ürünleri imalatı", "kimyasal madde imalatı" ile "metalik olmayan diğer mineral ürünlerin imalatı" sektörleri öne çıkmaktadır. Gıda ürünleri ve içecek imalatı sektöründe, unlu mamuller ve öğütülmüş tahıl ürünlerini içeren imalatlar dışında, “süthane işletmeciliği ve peynir imalatı”, “çiftlik hayvanları için hazır yem imalatı”, rafine sıvı ve katı yağların imalatı” ile “kakao, çikolata ve şekerleme imalatı”; tekstil ürünleri imalatı sektöründe, “giyim eşyası dışında hazır tekstil ürünleri imalatı” ile “dokumanın aprelenmesi”; kimyasal madde ve ürünleri imalatı sektöründe, “farmasötik preparat imalatı”, “boya, vernik benzeri kaplayıcı maddeler ile matbaa mürekkebi ve macun imalatı” alt sektörleri önde gelmektedir. Metalik olmayan diğer mineral ürünlerin imalatında, cam imalatı önemli bir yer tutmaktadır. Gıda ürünleri, içecek ve tütün imalatı yapan 92, tekstil ve tekstil ürünleri imalatı yapan 55, deri ve deri ürünleri imalatı yapan 3, ağaç ürünleri imalatı yapan 11, kağıt hamuru, kağıt ve kağıt ürünleri imalatı, basım ve yayım 2, kok kömürü, rafine edilmiş petrol ürünleri ve nükleer ve yakıt imalatı yapan 3, kimyasal madde ve ürünleri ile suni elyaf imalatı yapan 5, plastik ve kauçuk ürünleri imalatı yapan 5, metalik olmayan diğer mineral ürünlerin imalatı yapan 21, ana metal ve fabrikasyon metal ürünleri imalatı yapan 14, makine ve teçhizat imalatı yapan 2, elektrik ve optik donanım imalatı yapan 2, ulaşım araçları imalatı yapan 1, başka yerde sınıflandırılmamış imalat yapan 51 tesis bulunmaktadır. Bu tesislerde 19 bin dolayında kişi çalışmaktadır. 500’ün üzerinde çalışanı olan 8 tesisi bulunmaktadır. Bu 8 tesiste toplam çalışanların yüzde 35’i istihdam edilmektedir.
  10. _asi_

    Kırklareli-Doğal Güzellikler

    DOĞAL GÜZELLİKLER DENİZ Kırklareli, Karadeniz’e 60 km. kıyısı olan bir İldir. Yerli ve yabancı turistlerin yoğun olarak tercih ettiği plajların en önemlileri İğneada, Kıyıköy ve Kasatura’dadır. Karadeniz genellikle dalgalı olmakla beraber yaz aylarında rüzgarın da durağanlaşmasıyla birlikte, denizseverler için alternatif bir cazibe merkezi olmaktadır. Günübirlik ve hafta sonu tatili için ideal bir ortam ve fırsatlar sunmaktadır. Deniz suyu sıcaklığı yaz aylarında (Haziran-Eylül arası) ortalamada 19.1-20.8 C arasında, hava sıcaklığı ise aynı aylar arasında ortalamada 21.5-19.1 C arasında değişmektedir. Kırklareli kıyılarında, İl’de yaşayanlar ya da İstanbul’dan günü birlik veya hafta sonu tatillerini geçirmek için gelenlerin deniz tercihleri önemli bir turizm hareketi yaratmaktadır. Kıyı şeridinde Turizm İşletme Belgeli tesis bulunmamasına karşılık, konaklama açısından sorunun olmadığı bu yerlerde pansiyonculuk oldukça gelişmiştir. Kıyı kesiminde günü birlik kullanım için deniz dışında doğal potansiyel alanlar da mevcuttur. Eşsiz peyzaja sahip orman, göl ve akarsularda koruma-kullanma dengesi içinde turistlerin gezip görebileceği yerlerdir. Eşsiz peyzaja sahip göller ve akarsular diğer gezilmesi gereken alanlardır. Saka, Pedina ve Hamam gölleri sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Yine İğneada yakınlarındaki Mert ve Erikli gölleri ile Sarpdere Köyü yakınlarındaki Dupnisa Mağaraları I. derece tescilli doğal sit alanlarıdır. Yaklaşık 2720 m. uzunluğunda olan mağara, dikit ve sarkıtlarının yanı sıra, geniş galerileri ile de dikkat çekmektedir. İĞNEADA İğneada, Bulgaristan sınırında, Demirköy’e 25 km., Kırklareli’ne 97 km., Edirne’ye 165 km. ve İstanbul’a 250 km. mesafede bulunmaktadır. Beldeye ulaşım asfalt yol ile sağlanmaktadır. 40-50 m. genişliğinde ve yaklaşık 10 km. uzunluğunda temiz bir kumsala sahiptir. İl Özel İdaresine ait bir motel, bazı kamu kuruluşlarının eğitim ve dinlenme tesisleri ile pansiyonlar bulunmaktadır. Plaj çevresinde lokanta, çay bahçesi, WC gibi tesisler mevcuttur. İğneada, özellikle yakın çevresinde bulunan çok sayıdaki I. derece doğal sit alanları ile ilgi çekmektedir. Beldeye gelen turistlerin rahatça konaklayabileceği pansiyonlar mevcut olup, özel ilgi alanlarına göre zamanlarını değerlendirebilecekleri pek çok etkinlik imkanı da bulunmaktadır. Karadeniz’in en güzel kıyılarından biri olan İğneada’da Haziran-Temmuz-Ağustos aylarında denize girmek için deniz suyu ve kumu oldukta uygundur. İğneada kuş göç yolu üzerinde bulunduğundan kuş gözlemi için uygun imkanlar sağlamaktadır. Muhteşem güzellikteki ormanlarında, orman içi dağ bisiklet turu, treking, yön bulma aktiviteleri yapılabilmektedir. Sahip olduğu üç ekosistem sayesinde bitki çeşitliliği gözlemi yapılabilir. At ile gezinti imkanı bulunmaktadır. Bölgede tarihi kalıntıların (Liman Feneri, Sislioba Kalesi, Hamdibey Kalesi, Gökyaka Kalesi) ve deniz altındaki batıkların ziyareti mümkündür. Yöresel yemeklerin yenebileceği yerler mevcuttur. KIYIKÖY (Midye) Kıyıköy, Kırklareli’ne 96 km, Vize’ye 40 km. İstanbul’a 200 km. mesafede bulunmaktadır. Karadeniz’e egemen, kayalık bir zemin üzerinde bulunan Kıyıköy Beldesi, tabiat harikası iki doğal sit arasında bulunmaktadır. Kuzeyinde Pabuçdere, güneyinde Kazandere salına salına akmakta ve Karadeniz’e dökülmektedir. Her ikisi de I. derece doğal sit alanı olarak tescilli olan bu derelerde alabalık, sazan ve kefal balıkları avlanabilmekte, motorla ya da kayıkla gezinti yapılabilmektedir. Pabuçdere ile deniz arasında dar, uzun ve temiz bir kumsal bulunmakta ve burada yazın kamp kurulabilmektedir. Kıyıköy’de günübirlik kullanıma yönelik güzel balık lokantaları ile kafeler dışında konaklama olanakları da mevcuttur. Ev pansiyonculuğu ileri seviyededir. Deniz suyu sıcaklığı 20-26°C arasında değişmektedir. Bölgeye gelen turistlere denizden yeni çıkmış balık yeme imkanı, sahilinde ve Pabuçdere ile Kazan Dere’de kayıkla gezinti imkanı sağladığı gibi, bazı uygarlıkların ziyaret edilmesine de imkan tanımaktadır. Bu tarihi eserler, Bizans Dönemine ait Kıyıköy Kalesi (6. y.y. Jüstinyen Dönemi), Aya Nıkola Manastırı (6. y.y.), Geç Osmanlı Dönemi yapısı olan Kıyıköy Camii ve Liman Hamamı ile kale içerisindeki pek çok sivil mimarlık örnekleridir. KASATURA Kıyıköy’e 18 km. Vize’ye 48 km. Kırklareli’ne 85 km. ve İstanbul’a 223 km. mesafede yer alan Kastros plajları, 500 metre uzunluğunda, 200 metre genişliğinde bir alan kaplamaktadır. Denizi berrak, sahili ince kumlu ve yer yer kayalık bir yapıya sahiptir. Plajın kuzeyi ve güneyi ormanlarla kaplı olup, deniz suyu sıcaklığı Haziran ayında 20°C, Ağustos ayında ise 26°C dolayında olmaktadır. Plaj alanında çadırlı kamp, lokanta, büfe, WC, çay bahçesi, içme suyu gibi ihtiyaçlara cevap verecek tesisler bulunmaktadır. Ormanların içinden gelip plaj içinden Karadeniz’e dökülen Bahçeköy Deresi’nde kayıklarla orman içlerine kadar geziler düzenlenmektedir. Kıyıköy Kasabası ile Tekirdağ İli sınırları arasında kalan Kasatura Koyu’ndan Karadeniz’e dökülen Bahçeköy Deresi, İstanbul-Kırklareli İl sınırını oluşturur. Bahçeköy Deresi’nin Karadeniz’e döküldüğü yerde bir lagün gölü oluşmuştur. Trakya’nın doğal olarak yetişen tek karaçam ormanlarına sahip alandır. Orman eko sistemi ve başta karaca olmak üzere çeşitli hayvan ve bitki türlerinin yaşadığı eşsiz bir tabiat parçası özelliği göstermektedir. Karaçam, Macar meşesi, sapsız meşe, saçlı meşe, doğu gürgeni, kara gürgen, dişbudak, kayın, akçaağaç, ıhlamur, kızılağaç alandaki başlıca ağaç türlerini oluşturur. Kumsalında nadir türlerden kum zambağı bulunmaktadır. Çiçek açtığında güzel kokusuyla insanı adeta büyülemektedir. Sahada; karaca, yaban domuzu, kurt, çakal, sansar, tilki, porsuk, tavşan bulunmaktadır. Ayrıca Akdeniz fokunun yaşamasına elverişli doğal özelliğe sahiptir. PANAYIR İSKELESİ İğneada ile Kıyıköy arasında kalan Panayır İskelesi sahili geniş bir alana yayılan temiz kumu ile sakin bir sahil şeridi oluşturmaktadır. AV VE DOĞA TURİZMİ Kırklareli doğal yapısı ile ilginç hayvan türlerinin yaşamasına olanak vermektedir. Kazan ve Pabuç derelerinin kaynak kesimleri Türkiye’nin en önemli alabalık üretme alanı, İğneada ve Kasatura arasında kayalık alanlar ile su altı mağaraları ise türü tükenmekte olan Akdeniz foku yaşama alanıdır. Bu tür nadir hayvanların seyredilmesi, fotoğrafçılık ve bilimsel araştırmaların yapılması imkanı bulunmaktadır. İğneada bölgesi, doğal dengesi henüz bozulmadığından zengin biyolojik çeşitliliğe sahiptir. Bu bölgede yaklaşık 670 çeşit bitki türüne rastlanmıştır. 2007 yılında Milli Park ilân edilen İğneada Longoz (Su basar) ormanlarında geyik, karaca, yaban domuzu, kurt, tilki, çakal, yaban kedisi, sansar, porsuk, yarasa, su samuru, gibi memeliler, cüce karabatak, akkuyruklu kartal, küçük kerkenez, küçük yeşil ağaçkakan gibi toplam 194 kuş türü görülmekte, pürtüklü semender, gece kurbağası, oluklu kertenkele, yeşil kertenkele, ince kertenkele, yılan ve kaplumbağa gibi sürüngen ve iki yaşamlılar, büyük teke böceği, benekli bakır kelebeği gibi böcekler, dere hamsisi, deniz iğnesi, tatlı su kaya balığı, kurt balığı, noktalı inci balığı, acı balık, taş yiyen balık, kababurun balığı gibi balıklar yaşamaktadır. MESİRE YERLERİ Kırklareli'de İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı ile İl merkezinde Karahıdır Korusu Mesire Yeri, Kavaklımeşe Korusu Mesire Yeri, Demirköy'de Mert Gölü Mesire Yeri, Vize'de İncekoru Mesire Yeri ve Kasatura Körfezi Tabiatı Koruma Alanı bulunmaktadır. TREKİNG (Yürüyüş) TURİZMİ İlin topografyası, yürüyüş turizmi açısından uygun koşullar taşımaktadır. İstanbul’dan hafta sonları yöreye yürüyüş ve doğa turları düzenlenmesine olanak vermektedir. Bu gün Dupnisa Mağarasına gitmek için otobüs ile Beypınar Köyüne kadar gelindikten sonra, otobüsler yoldan Dupnisa Mağarasına gidebilmekte, turistler ise Beypınar Köyü’nden hareketle orman içi patika yoldan 12 Km. yürüyerek Dupnisa Mağarasına ulaşabilmektedir. Buna benzer pek çok orman içi doğa yürüyüş güzergâhları arttırılabilecek yerler mevcuttur. MAĞARA TURİZMİ Kırklareli il sınırları içinde pek çok mağara bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı tarih öncesi dönemlerde, diğer bir kısmı ise Erken Hristiyanlık sürecinde, din mensupları tarafından iskâna tabi tutulmuş, turizm açısından önemli mağaralardır. Ayrıca doğal özellikleri itibariyle dikkat çeken ve turizme yönelik çalışmaları sürdürülen beş adet mağara bulunmaktadır. Bunlar: Demirköy Sarpdere yakınlarındaki Dupnisa, Vize Balkaya yakınlarındaki Yenesu ve Domuzdere, Vize Kıyıköy yakınlarındaki Kıyıköy mağaralarıdır.
  11. _asi_

    Kırklareli-Dini Yapılar

    DİNİ YAPILAR Merkez Kadı Camii: Kırklareli merkezinde Ahmet Mithat İlkokulu karşısında bulunmaktadır. Emin Ali Çelebi tarafından 1577 (H.985) yılında yaptırılmış olan cami, halen kullanılmakta olup, kare planlıdır. Daha önceden yakınında bulunan bir mahkemeden dolayı Kadı Camii denilmektedir. Bir diğer adı da Emin Ali Çelebi Camii olan yapının duvar bünyesi, üç cephede düzgün yonu köfeki kaplamadır. Alt sıra pencerelerinin söveleri ve mihrabı, çok iyi bir işçilikle köfeki taşından yapılmıştır. Hafifletme kemerlerinde köfekiye hakedilmiş kabartma dilimli ve kemer sivrisine yakın rozetler, caminin tek tezyinat özelliğidir. Tavan ve çatı ahşap olup, dört mahyalı ve üzeri alaturka kiremit örtülüdür. Minaresi camiye bitişik olup, çok köşeli kütüklüdür. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2007 yılında restorasyonu yaptırılmıştır. Beyazıt Camii: Kırklareli merkezinde Hatice Hatun Mahallesi’nde bulunmaktadır. İlk inşaa tarihi 16. yüzyıldır. İkinci inşa, 1593-1594 (H.1002) tarihinde Güllabi Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Halen ibadete açık olup, kare planlıdır. Duvarların dış yüzleri alternatif tuğla sıkıştırmalı köfeki ve tuğla hatıl sıralıdır. İç tezyinatı ve çatısı ahşaptan, dört mahyalı, üzeri alaturka kiremit örtülüdür. Minare kaideden itibaren köfeki örgülüdür. Karakaş Camii: Yeni Hükümet semtinde bulunan cami, 1628 (H.1110) tarihinde Karakaş Hacı Mehmet Bey tarafından yaptırılmıştır. Halen ibadete açık olan cami kare planlı, moloz taş, ahşap çatılı bir yapıdır. Eski caminin minaresi, kesme muntazam köfeki, tek şerefeli ve külahı kurşunludur. Yeni bina betonarmedir, minaresi kütüğe kadar yıkılmış, yeniden yapılmıştır. Sonradan ek bir son cemaat kısmı ilave edilmiştir. Çatısının üzeri marsilya kiremitleri ile örtülüdür. Hızırbey Camii (Büyük Camii): Kırklareli merkezinde, çarşı içindedir. 1383 (H.785) yılında Köse Mihalzade Hızır Bey tarafından yaptırılmış, kare planlı bir yapıdır. Duvarların dış yüzleri, kubbe kasnağı ve minaresi düzgün yonu köfeki kaplamadır. Son cemaat kısmı ve avlu duvarı sonradan ilavedir. Minaresi kesme taş ve tek şerefeli, kütük kare ve külah kurşunludur. Büyük Camii olarak da bilinen yapı ibadete açıktır. Kapan Camii: Yeni Belediye binasının yanında bulunmaktadır. 1640 (H.1050) yılında Karaca İbrahim Bey tarafından yaptırılmıştır. Diğer adı Karaca İbrahim Bey Camii olan yapı, halen ibadete açıktır. Bina esasen kare planlı olup, eski Müftülük binası sonradan ilave edilmiştir. Duvarların dış yüzü düzgün yonu köfeki kaplama ve taş dizileri arası tuğla hatıllıdır. Çatısı dört mahyalı olup, ahşap üzerine marsilya kiremit kaplıdır. Minaresi muntazam kesme taş örgülü, tek şerefeli ve külah kesme taşlıdır. Üsküpdere Camii: Merkez İlçe’ye bağlı Üsküpdere Köyü’nde bulunmaktadır. 1904 yılında yaptırılan cami, dikdörtgen mekanlıdır. Kadınlar mahfili ve son cemaat yeri bulunmaktadır. Tavanı ahşaptan olup, dört cephede sivri kemerli pencereleri bulunmakta ve minaresi tek şerefelidir. Namazgah: Şehrin kuzeyinde bulunan bu mekan, 1930 yılına kadar mezarlık ve namazgah olarak kullanılmıştır. Halen çamlık ve park olarak faaliyette bulunmaktadır. Namazgah ve mezarlık iken mihraplı, ezan okunacak yeri bulunan ve bayram namazlarında kalabalık bir cemaati alabilen bir mekandı. Şimdi mesire yeri olarak kullanılmakta ve içinde kimliği meçhul bir yatır bulunmaktadır. Kilise: Merkez İlçe’ye bağlı İnece Beldesi, Koyunbaba Köyü’nde bulunmakta ve kısmen sağlam durumdadır. Düzgün yonu kesme taş kaplama olup, köşe taşları çerçeveli olarak işlenmiştir. Çatı kısmı çökmüş haldedir. Babaeski Cedid Ali Paşa Camii: Köprü başında, asfalt üzerinde bulunmaktadır. 1555 (H.962) yılında Cedid Ali Paşa tarafından Koca Sinan’a yaptırılmıştır. Halen cami olarak kullanılmakta olan bu yapı, 1832’de esaslı bir tamir görmüştür. Dört satırlık Türkçe inşa kitabesi ile on satırlık tamir kitabesi mevcuttur. Kare bir plan üzerine kesme köfeki taşı kullanılarak yapılmış, üzeri kurşun kaplı büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Birinin çatısı ahşap olmak üzere, birbirine ekleme yapılmış iki son cemaat yeri vardır. Tek şerefeli minaresi Balkan Harbi’nde (1912) Bulgarlar tarafından yıkılmış ise de sonradan tekrar yapılmıştır. Cami, Edirne’deki Selimiye Camii’nin küçük bir modelidir. Fatih (Eski) Camii: Asfalt üzerinde tarihi çeşmenin arkasında bulunmaktadır. 1467 (H.871) tarihinde yapılmış ve halen ibadet amacıyla kullanılmaktadır. Moloz taş, dört duvardan ibaret olan bu caminin, son cemaat kısmı ahşap, üzeri kiremit örtülüdür. Minaresi yıkılmış olup, sonradan şerefeden yukarısı ahşap olarak yapılmıştır. İç kapı üzerinde taşa hakedilen iki satırlık bir inşa kitabesi mevcuttur. Alpullu Şeker Camii: Babaeski ilçesi Alpullu beldesinde bulunmaktadır. Büyükmandıra Merkez Camii: Babaeski ilçesi Büyükmandıra beldesinde bulunmaktadır. Demirköy Namazgah: İğneada Beldesi yakınlarındadır. Lüleburgaz Sokullu Camii: Halen ibadete açıktır. Müezzin mahfili, mihrap, minber ve şadırvan mermerdendir. Çatısı ahşap, saçakları dilimlidir. Tek şerefeli minaresi yeniden yapılmıştır. Kadı Ali Camii: Lüleburgaz Eski Cami Sokakta bulunmakta, kare planlı, tek minareli bir yapıdır. Halen ibadete açıktır. Pehlivanköy Pehlivanköy Cami: Pehlivanköy ilçe girişindeki cami, ibadete açık durumdadır. Kuştepe Köyü Camii: Pehlivanköy Kuştepe Köyü’nde bulunmakta olup, ibadete açıktır. Pınarhisar Hundi Hatun Camii (Cami-i Kebir): Cami-i Kebir Mahallesi’nde bulunan, 15. yüzyıla ait bir yapıdır. Sağlam ve ibadete açıktır. Önceleri kare planlı iken, sonradan cemaat mahalli kapatılarak dikdörtgen bir görünüm kazanmıştır. Duvarlar tamamen kesme taştan yapılmıştır. İhata duvarlarında büyük blokların görülmesi, evvelce kubbe olduğu fikrini kuvvetlendirmektedir. Mihrap, minber ve vaiz kürsüsü ahşaptandır. Sadıkağa Camii: Pınarhisar-İstanbul yolu üzerinde olan, 14. yüzyıla ait yapı ibadete açıktır. Kare plan üzerine, yarı ahşap bir yapıdır. Erenler Camii: Pınarhisar Erenler Köyünde bulunmaktadır. Kaynarca Kilise Kalıntısı: Pınarhisar Kaynarca Kasabası’nda, tahrip edilmiş durumda bir kilise kalıntısı bulunmaktadır. Kaynarca Kaya Manastırı: Kaynarca Kasabası’nda, Bizans dönemine ait,kayaya oyulmuş, iki girişi bulunan manastır, halen depo olarak kullanılmaktadır. İçeride apsis, oturma setleri ve mumluk yerleri mevcuttur. Duvarlar harçla süslenmiştir. Vize Küçük Ayasofya (Gazi Süleyman Paşa) Camii: Kale Mahallesi’nde iç ve dış surlar arasındadır. 6. yüzyılda Jüstinyen döneminde yapılmış, 14.yüzyılın ikinci yarısında cami olarak düzenlenmiştir. Günümüzde kullanılmamaktadır. Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Üç apsisi bulunmakta olup, kubbesi on altı köşeli tanbur üzerine oturtulmuştur. Yapı, kubbeyi tutan 1.30, 1.40 cm çapında ayaklar ve bunların yanında (arasında) bulunan sütunlarla üç bölüme ayrılmıştır. Mermer olan bu sütunların başlıkları korinth stildedir. Sütunlar gibi halihazırda mevcut olmayan mozaikler, şekil itibariyle Ayasofya ile St. İrene arasındaki kazıda bulunanlarla benzeşmektedir. Asıl binaya narteksten, tamamen Bizans stilindeki üç mermer söveli kapı ile girilmekteydi. Bir zamanlar kırık yazılar ve kadın heykellerinin yer aldığı bina, taş ve tuğladan inşa edilmiştir. Kubbe çapraz ve beşik tonozludur. Mihrap sonradan beton ilavedir. Minberi bulunmamaktadır. Binada tamamen kilise havası hakimdir. Yapı, muhtelif defalar değişikliklere maruz kalmıştır. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2007 yılında restorasyonu yaptırılmıştır. Hasan Bey Camii: Kale Mahallesi’nde, İlçe Jandarma binasının karşısındadır. 14. yüzyılın sonlarında havra olarak kullanılmakta iken, Gelibolulu Hasan Bey adında bir zat camiye dönüştürmüştür. Minaresiz olduğundan, ayrıca şekil itibariyle de adeta bir türbeyi anımsatmaktadır. Kare plan üzerine kalın duvar, iri kesme muntazam taş kaplama olup, kubbesi sekiz köşe tanbur üzerine oturtulmuştur. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2007 yılında restorasyonu yaptırılmıştır. Sadri Bey Camii: Kale Mahallesi’nde, 16. yüzyıla ait bir yapıdır. Ayakta üç duvar ve kemeri kalmıştır. Yanındaki çeşme de aynı yüzyıla aittir. Muntazam kesme köfeki taşından yapılmıştır. Cami avlusundaki şadırvan, Bizans başlıklı taşlarla süslüdür. Camiye bitişik olarak yine 16. yüzyıldan kalma bir hamam vardır. Geniş, fakat harap bir soyunma mahalli ve kurnasız harap bir sıcaklığı kalmıştır. Yeni Camii: Bulaca Mahallesi’nde, 1949-1955 yılları arasında halkın yardımı ile yapılmıştır. Yerinde daha önce bir kilise bulunmaktaydı. Kare plan üzerine, muntazam kesme köfeki taş duvar, yuvarlak kasnak ve geniş yüksek bir kubbeye sahiptir. Tek şerefeli bir minaresi bulunan cami, ibadete açıktır. Fatma Hatun Mescidi: Daha önce ufak bir mescit iken, cami haline dönüştürülmüştür. Sergen Camii: Sergen Kasabası’ndadır. Geç Osmanlı dönemine ait bir yapı olup, halen faal olarak kullanılmaktadır. Kıyıköy Camii: Kıyıköy kasabasının girişinde bulunmaktadır. Geç Osmanlı dönemine ait olan yapı, kiliseden camiye dönüştürülmüş ve halen faal durumdadır. Vize Mağara Manastırları: Vize Asmakaya Mevkii’nde, Bizans Dönemi eserleridir. Bir takım sıralı doğal mağaralardan yararlanarak, taş ustalarının şekillendirmesiyle meydana gelmiştir. Yakın çevresinde yine benzer özellikler taşıyan kaya mezarların varlığı da göze çarpmaktadır. Manastırın bir kısmı, hayvan ağılı olarak kullanılmaktadır. Aya Nikola Manastırı: Kıyıköy Kasabası, Papuçdere yolu üzerinde güney yamaçta, kasabaya 700 metre mesafededir. Bizans Dönemi (6- 9. yy.) kaya manastırlarının en iyi örneklerindendir. Zemin katta kilise, daha aşağıda ayazma, üstte keşişlere mahsus bölümler bulunmaktadır. Kayalara oyularak meydana getirilmiş kademe halinde hücreler vardır. Kuzey tarafta merdivenle ayazmaya inilmektedir. Kilisenin doğusunda ikinci bir giriş daha bulunmaktadır. 19. yüzyılda Rumlar tarafından kaya galerilerinin önü ahşap bir girişle tamamlanmış, ancak bu bölüm daha sonra ortadan kaldırılmıştır.
  12. _asi_

    Kırklareli Müzesi

    KIRKLARELİ MÜZESİ Müzesi binası, 1894 yılında belediye hizmet binası olarak yaptırılmıştır. Müze yapılması amacıyla Kültür Bakanlığı’na tahsis edilen binada bakım - onarım faaliyetine 1983 yılında başlanılmış ve 1993 yılında tamamlanmıştır. Tarihi binanın müze olarak düzenlenmesi çalışmaları ise Aralık 1990 tarihinde başlatılmış ve 14 Ocak 1994 tarihinde ziyarete açılmıştır. Bodrum üzerine iki kat olarak inşa edilen yapının dört cephesinde kemerli pencereler yer almakta ve girişte dört sütuna oturan cumba bulunmaktadır. Üst katta Arkeoloji ve Etnografya seksiyonları, giriş katında ise Tabiat Sergi Salonu ziyaretçileri karşılamaktadır. Esas amacı, Kırklareli ve çevresinde geç kalınmış olan tarihi araştırmalara merkez olmak, çeşitli bilimsel kuruluşlara yardım ve öncülük etmek olan Kırklareli Müzesi’nde 2004 yılı istatistiklerine göre 610 adet etnografik, 1487 adet arkeolojik, 2285 adet sikke, 15 adet mühür ve mühür baskısı olmak üzere toplam 4397 adet kayıtlı eser mevcuttur. Bu eserler, tarihi seyir itibariyle Prehistorik dönemlerden, Cumhuriyet dönemine kadar ulaşan tüm zaman dilimlerini içermektedir. Yine Müze Müdürlüğü’nün asli görevi olarak yerine getirilen taşınmaz kültür ve tabiat varlığı tescilleri de dikkat çekici çokluktadır. Bu amaçla İl’de 106 arkeolojik, 3 kentsel, 4 tarihi, 13 doğal sit ve 246 adet de tek yapı olmak üzere, toplam 372 adet tescilli gayrimenkul yapı ve sit alanı bulunmaktadır. Arkeoloji Seksiyonu Kırklareli ve yakın çevresinde elde edilen eserlerden oluşmaktadır. Sergi çeşitli deniz - kara canlı türleri ve ağaç fosilleri ile başlamakta; daha sonra kronolojik sıra itibariyle Neolitik Dönemden Roma Dönemi sonlarına kadar bir seyir takip etmektedir. Vitrinlerde ağırlıklı olarak Kırklareli Aşağıpınar, Kanlıgeçit ve Tilkiburnu yerleşim birimleri; Vize Antik Tiyatrosu, Demirköy Fatih Demir Dökümhanesi ile Pınarhisar İslambey A, Alpullu Höyüktepe, Dolhan ve Yündolan C tümülüslerinde yapılan kazılar sonucu elde edilen eserler yer almaktadır. Burada ayrıca klasik dönemlerden, Osmanlı dönemine kadar süregelen ve kronolojik seyir takip eden bir de sikke vitrini bulunmaktadır. Eser sayısının günden güne artması ve bina yetersizliği nedeniyle, özellikle her Müzeler Haftası öncesinde arkeoloji vitrinlerinde eser değişimi yapılmaktadır. Halen bu bölümde 72 adet sikke ve 246 adet de çeşitli arkeolojik buluntu sergilenmektedir. Etnografya Seksiyonu Üst katta, iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde 19. yy. - 20. yy. ilk yarısını tasvir eden köy yaşantısı konu edilmiştir. İkinci bölümde ise yine aynı dönemleri yansıtan “Kırklareli Şehir Odası” ünitesi yanında, çeşitli dönemlere ait giysi, takı vb. etnografik malzemenin yer aldığı vitrinler bulunmaktadır. Tabiat Salonu Müze girişinde zemin kattadır. Bu bölümde 76 türden 102 adet çeşitli canlı örneği tahnit edilmiş olarak, tabii ortamında ve ses efekti eşliğinde sergilenmiştir. Bu hayvan türlerinden bir kısmının nesli tükenmiş ya da tükenme tehdidi altındadır. Müzenin en yoğun ilgi gören bu bölümünün ziyaretçileri, çoğunlukla ortaöğretim öğrencileri, üniversitelerin biyoloji, tabiat bilimleri vb. bölümlerinin öğrenci ve öğretim elemanları ile çeşitli araştırmacılardır.
  13. _asi_

    Kırklareli ve ATATÜRK

    Kırklareli ve ATATÜRK Olaylar çıkmış olaylar tarih olmuş... Kişiler gelmiş kişiler olaylara ve toplumlara yön vermiş ve Kırklareli’ne 20 Aralık 1930 Cumartesi günü saat 13.30’da bir beyaz trenle Gazi Mustafa Kemal gelmiş... Kırklareli tarihinin en güzel olayı ve bu İl’in en mutlu günü, Büyük Kurtarıcı Gazi Mustafa Kemal’in gelişiyle cereyan etmiştir. Zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Valilere gönderdiği bir genelge ile Mustafa Kemali Paşa Hazretlerinin 17 Ekim 1930 günü akşamı, trenle yurt gezisine çıkacaklarını çok önemli bir olaya cereyan etmedikçe, bu gezinin sonunda İstanbul’a geleceklerini bildirmiştir. Mustafa Kemal’in Kırklareli’ne de gelebilecekleri umudunun ışığı, bu haberle birlikte yanmıştır. Nitekim Büyük Kurtarıcı, Trabzon gezilerini İstanbul’da bitirmişler ve buradan Trakya İl’lerine gidecekleri ilgililere duyurulmuştur. Tarih olarak da 20 Aralık 1930 Cumartesi günü bildirilmiştir. Haberin resmen açıklanması, günün belli edilmesi, Kırklareli halkında büyük bir sevinç yarattı. Halk, günlerce bu konuyu konuştu. Hazırlıklar yaptı. Her ne kadar İçişleri Bakanı, Mustafa Kemal’in karşılama törenleri düzenlenmesini istemediğini, halkı kendi ve doğal hayatı içinde görmek istediğini bildirmiş ise de, Kırklareli halkı içinden gelen çoşkunluğu yenememiş ve Mustafa Kemal’i karşılamak için hazırlanmaya başlamıştır. 19 Aralık 1930 Cuma günündün itibaren, bütün köy ve kasabalarından halk temsilcileri “Gazi”’yi görmek iştiyakı ve özlemi içinde kıvranan yurttaşlar Kırklareli’ne gelmeye başladılar. Mevsim kıştı.Dondurucu bir gündü. Hava bulutlu idi. 20 Aralık 1930 Cumartesi günüden itibaren halk istasyonda toplanmaya başladı. Şehir ve caddeler bayraklarla donatıldı. Tüm Kırklareli halkı, yakın ve uzak köy ve kasabalardan gelen yurttaşlar, istasyon çevresinde muazzam bir kalabalık meydana getirdiler. Halk sevinçli ve heyecanlıydı. O kadar ki halkın yaşadığı bu psikolojik anı kalemle anlatmak mümkün değildir. Nihayet saat 13.30 a doğru Mustafa Kemal’i getiren tren uzaklardan göründü. Muazzam kalabalık “Tren geliyor... Ğazi geliyor...“ diye sevinç çığlıkları içinde büyük bir dalgalanma gösterdi. O an yediden yetmişe herkes,”Büyük kurtarıcı’yı“ görmek iştiyakı ile yanıyordu. Ortalıkta da kolları kırmızı -beyaz pazubentli kimseler görünüyordu. Bunlar Halk Fırkası mensuplarıydılar ve ödevleri güvenlik kuvvetlerine yardımcı olmaktı. Beyaz tren tam saat 15.30 da istasyona geldi ve durdu. Gazi Mustafa Kemal trenden indi. Büyük bir alkış tufanı koptu. “ Yaşa varol büyük Halaskar “ diye bağrılıyordu. Mustafa Kemal’in yüzü güleçti. Dinç görünüyordu. Sırtlarınca gocuk. Başlarında kasket vardı. Ayağında kahve rengi çizme, külot pantolon. Üstünde süet yelek ve spor ceket vardı. Çok sevdikleri köpeği de yanlarında idi. Yanlarında tanınabilen kişilerden İçişleri Bakanı Sükrü Kaya, Halk Fıkrası Genel Sekreteri Recep Peker, Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Tevfik Rüştü Aras, Afet İnal, Ruşen Eşref, Hasan Rıza Soyak, Yaveri Nasuhi Bey, Generallerden Fahrettin Altay ve daha başkaları vardı. Çoşkun alkış ve tezahürat ile karşılanan Mustafa Kemal, halkı selamladı. Kendilerini karşılamayan gelenlerin ellerini sıktı. İltifatlarda bulundu. Karışlayıcılar arasında görülenler Trakya Milletvekilleri, Şevket Ödül, Vali Mustafa Arif, Belediye Başkanı Şevket Dingiloğlu, Gazeteci Ali Rıza Dursunkaya Türk Ocağı Başkanı Kara Hafızın Mehmet, Öğretmen Kazım Konuralp, Baytar Süreyya, Kırklareli Fırka Kumandanı Mürsel Paşa, Makbule Süreyya, Şükriye Rahmi ve Hayriye Mehmet Hanım (Umay)’lar ile Kavaf Emin, Kağıtçı Ahmet, Av.Nuri Ahmet Ziya Çetintaş, Dr.Mehmet Can, Liseli Aziz Bey, Bilal Güçlü, Helvacı Zade Kemal, Mahmut Fehmi, Yağhaneci Şevki, Fabrikatör Şükrü (Deli Şükrü) Perese, Tuzcu Salih, Gazozcu Hasan Fehmi Sakarya, Abdullah Altınelli, Üzeyir Koçtürk, Kasap Yakup Gürel Beyler vardı. Mustafa Kemal kendilerini karşılayanların ellerini sıktıktan, onlara iltifatlarda bulunduktan sonra otomobiline binerek Vilayet Makamına geldiler. Vali Mustafa Arif’in de bulunduğu Vilayet Toplantısından sonra, buradan Süvari Tümeni Karargahına gittiler. Geçtikleri yol ve cadde boylarına dizilmiş halk toplulukları tarafından çılgıncı alkışlandılar. Buradan Cumhuriyet Caddesini takip ederek (Eski) Belediye Binasına geldiler. Burada Belediye Başkanı Şevket Dingiloğlu ve Belediye Meclisi Üyeleri, Gazeteci Ali Rıza Dursunkaya, Baytar Süreyya Harmankaya, Makbule Süreyya, İmamoğlu Rahmi’nin karısı Şükriye Öner, Mehmet Kızı Hayriye Umay, Fabrikatör Şükrü Perese (Deli Şükrü), Kavaf Emin, Kağıtçı Ahmet, Ahmet Ziya Çetintaş, Dr. Mehmet Can, Bilal Güçlü, Helvacı Zade Hüseyin, Gözlüklü Süleyman, Yağhaneci Haşim Peksöz, Ethem Zade Kemal, Cami-i Kebir Mahallesi Muhtarı Fehmi Mahmut Ağa, Hasan Fehmi Sakarya, Tuzcu Salih, Yağhaneci Şevki, Abdullah Altınelli, Üzeyir Koçtürk, Tüfekçi Kazım, Abbas Hoca (Akyürek) Av.Şükrü’nün kızı Nimet Hanım, Köylü Birliği Başkanı Av.Nuri Bey tarafından karşılandılar. Belediye gönderine Cumhurbaşkanlığı Forsunu Haşim Peksöz çekti. Mustafa Kemal Belediye Başkanlığı Makamının bulunduğu iç odaya geçti. Belediye Meclisi Üyelerini burada kabul etti. Mustafa Kemal Belediyede bulunduğu sürece, halk dışarıda coşkun bir şekilde tezahürat yapıyordu. Belediye önünden çarşı içine ve jandarma dairesine kadar her taraf kadın, erkek hınca hınç doluydu. Gazi Mustafa Kemal ise Belediye Başkanlığı odasında bulunan Şevket Dingiloğlu’na ve diğer bulunanlara sorular soruyor, halk önderlerinin memleket ve mahalli davalar üzerindeki fikir ve düşüncelerini öğrenmeye çalışıyordu. Mustafa Kemal Şevket Dingiloğlu’na Belediye Seçimleri ile ilgili sorular yöneltti ve cevaplar üzerinde tartışıldı. Bu konuşmalardan sonra Mustafa Kemal şayak elbiseli Belediye Meclisi üyesi Abdullah Altınelli’yi parmağı ile işaret ederek, yanına çağırdı. -Bu elbiseleri nereden aldın bakayım? Kumaşı eliyle yokladı. Beğendiğini söyledi. Mustafa Kemal’in bu sorusuna Abdullah Altınelli Şöyle karşılık verdi. -Karım dokudu, Paşa Hazretleri. Koyunlarımızın yünlerinden yapıldı. -“İşte kendi işimizi kendimiz görürsek, giyeceğimizi kendimiz yaparsak memleket çok çabuk kalkınır” dedi. Şükrü Perese söz istedi. -“Paşam” dedi. “yapağı mahsulü Trakya’da çok bol. Fakat bir şayak fabrikasına ihtiyaç var. Bu fabrikayı Devlet yaptırırsa iyi olur”. Mustafa Kemal; -“İhtiyaç varsa yapılsın” dedi. Burada daha başka mahalli meseleler de konuşuldu. Mustafa Kemal ve beraberindekiler Belediyede iki saat kadar kaldılar. Buradan ayrılırlarken, Hayriye Ali Rıza Hanım tarafından Mustafa Kemal’e bir dilekçe verildi. Bu iş tam kapıdan çıkarken olduğu için, dışarıda birikmiş halk topluluğu Gazi’yi doya doya gördüler ve uzun uzun alkışladılar. Mustafa Kemal’e verilen dilekçe Duyuni Umumiye tahsildarlığından emekli Mahmut Efendinin kendisiyle ilgiliydi. Gazi bu dilekçe ile kapı başında beş on dakika meşgul oldu. Gereğinin yapılması için ilgililere emirler verdi. Mustafa Kemal Belediyeden Halk Fırkası binasına geldi. (Bu bina, şimdiki Genel Kitaplığın bulunduğu binadır.) Gazi burada ilçelerden, bucaklardan ve köylerden gelen Fırka Kurulları ve halk temsilcileri tarafından karşılandı. Onlarla tam dört buçuk saat süren bir toplantı yaptı. Toplantı süresince, köy ve kasaba temsilcilerine kendi ihtiyaçları hakkında sorular yöneltti. Onların dert ve şikayetlerini kendi ağızlarından dinledi. Halk Fırkası İl İdare Kurulu odasında akşamın geç saatlerine kadar hiç yorulmadan ve büyük bir dikkatle köy önderleriyle sohbet etti. Bu uzun süren, toplantıda bir çok meseleler ortaya atıldı. Herkes söyleyeceğini serbestçe söylüyordu. Mustafa kemal, köy önderlerinin serbestçe konuşmalarına özellikle çok dikkat ediyordu. Nitekim, Kızıcıkdere’li Muhittin Ağa böyle bir havadan cesaret alarak, Nüfus Dairesinin köylüye güçlükler çıkarttığını, bazı dairelerde yolsuzluklar olduğunu, rüşvet alındığını söyledi. Bu iddia üzerine Mustafa Kemal daha ciddileşti ve üzüldüğünü belli eden hareketlerde bulundu. -“Eğer” dedi. “Mustafa Kemal Devlet Örgütünde böyle memurlar varsa, isim tasrih ederek, şimdi yanımdaki müfettişlere bildirin. Unutmayın ki, Devlet örgütünün çok iyi işlemesi için halka düşen bazı ödevler vardır. Eski devirden kalma zihniyeti yaşatan adamlar bulunabilir. Böylelerini tesbit etmekte siz bize yardımcı olun. Fakat iddialarında delil ve isim bulunması şarttır”. Sohbet bittikten sonra Mustafa Kemal köy temsilcilerine, köyleri ile ilgili sorular yöneltti. Memleketin geleceğine ışık tutan devrimler etrafında bilgiler verdi. Serbest Fırka hakkında açıklamalarda bulundu. Söylenenlerden memnun kaldığını söyledi ve ayrılmak üzere salona çıktı. Salonda bulunan çok kalabalık bir topluluk kendilerine, “Yaşa Gazimiz” diye coşkun tezahürat yaptılar. Tam bu sırada, Pınarhisar’dan Mustafa Kemal’i görmek için gelmiş bulunan genç ve heyecanlı bir ilkokul öğretmeni çok içli, çok özlü bir konuşma yaptı. Bu öğretmen Vefik Sözen’di. Öğretmen Vefik Sözen’in konuşmasının metni şöyledir. Büyük Kurtarıcı “Ağlayan Milletim, istilaya uğrayan vatanımı kurtaran Büyük Kurtarıcı. Tuna’ya yol veren bu beldeye, altın Trakya’nın bağ Vilayeti Kırklareli’ye hoş geldiniz. Sizi görmeye, Sizi dinlemeye ve duygulanmaya geldim. Sizi gördüm. Bir baba şefkatiyle Kırklareli’lerle dertleşirken dinledim, heyecanlandım. Bu heyecanımın sesini vermek üzere huzurunuza çıkmış bulunuyorum. Yüce Gazi; Parasız, silahsız milletimin koca ordusunu, Kurtuluş ordusunu kuran ve bizi kurtaran sevgili kurtarıcı. Hain sarayın Sultanına başını dik tutan ve fermanını dinlemeyip, onu yırtan SENSİN. Aziz Milletine Cumhuriyet idaresini veren SENSİN. Tarihten eskidir, tarihi TÜRK’ün diyen SENSİN. Soylu bir Millet olduğumuzu öğreten SENSİN. SENSİN, Milletimin ilerleme kaynaklarını gösteren ve bizi taassuptan kurtaran, sensin yeni Türk Harflerinin Başmuallimi. Şapka İnkılabının “önderi sen. Milletimin sağlığını koruma işaretini veren SEN. Yurdumun kan damarları, yollarını yaptıran sen. Mahsullerimizi kıymetlendirmek üzere, fabrikalarımızı açan sensin. Sen bu eşsiz hizmetlerinle ve Milletine hayat veren ölmez eserlerinle Türk Milletinin ve Türk Gençliğinin kalbinde daima yaşayacaksın. Ben, bir genç muallim olarak sınıfımdaki Türk çocuklarına ve muhitimdeki vatandaşlara bu hizmetlerinizi anlatacak, Cumhuriyeti sevdirecek ve İnkılaplarınızın koruyucusu olmalarını isteyecek ve bugünün mini mini yavrularının, yarının imanlı ve kuvvetli gençliği olarak yetişmelerine çalışacağım. Yorulmadan, usanmadan ve hiç bir şeyden korkmadan bu vazifeyi yapacağıma, huzurunuzda söz veriyor ve bu sözümle, bütün Türk Gençliğinin birleşmiş gür sesini veriyor ve sizleri kalbimden yükselen minnet ve şükran duygularıyla selamlıyor. Değerli varlığınız önünde, hürmetle eğiliyorum”. Öğretmen Vefik Sözen’in bu konuşmasından sonra Mustafa Kemal çok memnun kaldı ve şöyle cevap verdi. -“Kırklareli Halkı ve özellikle gençlik adına söylenen sözlerden çok memnun oldum. Bundan dolayı teşekkür ederim. İzhar edilen heyecanın derecesini layıkiyle ifade edebilmek, şu anda benim için zordur. Allahaısmarladık arkadaşlar”. Mustafa Kemal, Halk Fırkası Binasından ayrılırken deftere şunları yazdı: “Kırklareli Vilayet Fırka merkezimizde her sınıf halktan olan mümessillerle karşı karşıya geçirdiğimiz zaman, benim için çok kıymetli olmuştur. Samimi ve açık konuşmamız, bende unutamayacağım intibalar bıraktı. Cumhuriyet Halk Fırkası Mensuplarının halkçılık, devletçilik mefhumunu çok güzel anlamış olduklarını en iyi izah eden sözler, köylü ve çiftçilerin azından işitiliyor. Gördüklerimden ve işittiklerimden pek ziyade memnunum. Gazi Mustafa Kemal, toplanan halkın çoşkun alkış ve “Yaşa Varol” nidaları arasında arabasına binmiş ve özel trenine gitmiştir. Oysa belediyede kendileri için özel bir yer hazırlanmıştı. Ama Mustafa Kemal geceyi treninde geçirmişlerdir. O gece, trenine Serbest Fırka Başkanı Av.Tahir Beyi (Taner) çağırdı. Ve Onunla uzun bir görüşme yaptı. Av.Tahir Bey Mustafa Kemal’in kendisine ne söylediğini hiç bir zaman açıklamadı. Mustafa Kemal için o akşam Dereköy Bucağı’ndan alabalık ve karaca eti getirilmiştir. Ertesi gün yani 21 Aralık 1930 Pazar günü saat 14.30’da Türk Ocağına geldiler. Türk Ocağı’na gelen ana yollar, halk tarafından hınca-hınç doldurulmuştu. Ocağa otomobili ile gelen Mustafa Kemal yol boyunca kendilerine sevgi gösterisinde bulunan halkı selamladı. Türk Ocağına geldikleri zaman kendilerini bine yakın insanın beklediğini gördüler. Kadın erkek bir arada Türk Ocağı’nın çatısı altında Gazi’yi dinlemek için sabırsızlık gösteriyorlardı. Gazi’yi kapıda Türk Ocağı Başkanı Kara Hafızın Mehmet, Yönetim Kurulunda Ragıp Özer, Necmettin, Av.Alaeddin, Av.Kemal, Baytar Süreyya, Diş Doktoru Halit ve eşraftan insanlar karşıladı. Bu arada Reşid Altay, Haşim Peksöz, Gazeteci Ali Rıza Dursunkaya, Öğretmen Kazım Konuralp, Yakup Gürel ve daha başkaları göze çarpıyordu. Belediye Başkanı Şevket Dingiloğlu, Türk Ocağı Başkanı’nın hemen yanında bulunuyordu. Mustafa Kemal karşılayıcıların ellerini sıktı ve içeriye girdi. Kalabalığın arasına girip oturdu. Mustafa Kemal’in Türk Ocağını ziyareti sıralarında Gençler Birliği Kulübü, Türk Ocağına iltihak kararı almıştı. Bu sırada Türk Ocağı’nın yazı işlerini Fikret Filiz yönetiyordu. Gazi Mustafa Kemal bu toplantıda, özellikle Türk Ocaklarının fikri misyonu üzerinde durdu. Bu misyonun yeni Türk toplumunu ulusal siyaset sınırları içinde yeni fikirler ve görüşlerle donatmak olduğunu söyledi. Ocaklılara bir çok konular üzerinde sorular yöneltti. Bu soruların karşılıklarını Türk Tarihi açısından yine kendileri yanıtladılar. Bu konuda Mustafa Kemal şöyle konuştu. “Osmanlı siyaseti asırlarca pek yüksek ve parlak yaşamakla beraber yinede parçalanmaktan kendini kurtaramadı. İmparatorluğun bu sukutu karşısında pek yalnız ve mustarip kalan Türk ulusu, kendisini kurtarabilmek için Osmanlı siyasetine tamamen zıt bir siyaset takip etti. Bu siyaset bir milli siyaset idi. Bu itibarla Türk Ocakları siyasal birer kuruluş olarak meydana gelmişlerdir. Türk Milli siyasetini takip eden teşekküllerdir. Bu girişten sonra Mustafa Kemal, hazır bulananlara “ Hars “ kelimesi ve kavramının ne anlama geldiğini sordular. Gazeteci Ali Rıza, Osmanlı Bankası müdürü Asım Bey söz alıp, hars kavramını açıklamaya çalıştılar ise de, Mustafa Kemal’e inandırıcı bir şey söyleyemediler. Gazi tatmin olmamıştı. Tekrar sözü kendileri aldılar ve ocaklılara şu konuşmayı yaptılar. “Biraz önce ocakların siyasal ve milli birer kuruluş olduklarını söylemiştim. Bu doğrudur. Türk ocakları bir hars etrafında teşekkül etmiştir. Bu itibarla Türk ocakları bu ülküsünü gerçekleştirmek için bilim, hars ve toplum bilim alanında savaşmakla zorunludur.” Bazı ocaklıların ve bunlardan Ali Rıza Dursunkaya ile banka müdürü Asım Bey’in “hars“ kelimesini “ milli benlik “, “ milli Ülkü “ kelimeleri ile ifade ettiklerine değinen Mustafa Kemal: “Benim “hars” tan anladığım bir devleti meydana getiren toplum, yani ulusu düşünün. Bir ulusta kaç türlü hayat tasımlanabilir (tasavvur) devlet hayatı fikir hayatı, ekonomik hayat, yani ticari, zirai hayat değil mi ? Her ulus devlet hayatında fikir hayatında, ekonomik hayatında bir şeyler yapar. İşte bu üç hayatın toplamına ve sonuçlarına “ hars” denir. Bizim devlet hayatımızda, bilindiği gibi Osmanlı siyaseti gayri mütecanis unsurlardan ve maddelerden meydana gelmişti. Bunlardan bir halita yapmak mümkün olmadığı için, Osmanlı siyaseti yerine yeni bir siyaset çıktı. O siyaset ulusal siyasettir. Türkçülük siyaseti idi. Bu siyaseti ilan edip, yaygın hale getirmekle beraber fikir, toplumsal, ekonomik hayatı ilerlemek gereklidir. Bu üç biçimin hayattaki gelişme dereceleri birleştiği zaman ortaya o ulusun harsı çıkar. Bazıları harsla, uygarlığı ayırmazlar. Bundan maksat, devlet, fikir ve ekonomik hayattır ki, bu ulusun harsıdır. Bilindiği üzere her ulusun kendine özgü bir özelliği vardır. Hars bu özellik ve bu karakter ile ile ifade edilir. Bence de en bilimsel olanı, harsla uygarlığı birleştirmektir. O zaman ocakların kültür ( hars ) olarak ifade edecekleri vazifenin niteliği kendinden ortaya çıkacaktır.” Mustafa Kemal bu bilimsel konuşma ve açıklamalarını daha anlaşılır kılmak toplantıda bulunana çeşitli anlayış ve düzeydeki kişilere anlatabilmek için şöyle bir örnek vererek konuşmalarına devam ettiler. “Bizansı yıkan İstanbul’u alan Türkleri, Bizanslılara göre uygarlıkları üstün olduğu için, Türkler bu işi başarmışlardır.” demişler ve ocakları siyasal bir kuruluş olarak niteledikten sonra “Turan” kelimesi ve kavramı üzerinde açıklamalar yapmışlardır. Mustafa Kemal, sözlerine devamla: “Türk Ocakları, Türk Tarihinin Kutsallığını, Türk milletinin asaletini, dünyaya ilk tarihi kuranın kendi soyları olduğunu anlatmayı başardıkları gün vazifelerini yapmış olacaklardır. Türklerden alim, dahi, düşünür yetişmez iddiaları, gerçek ile taban tabana zıttır. Gerçeklerle tutarlı değildir.Çünkü, batıya ilk uygarlığı götüren, Türklerdir” Banka müdürü Asım Bey’in ocakta iş başına gelenlerin yeterli derecede çalışmadıklarını söylemesi üzerine Mustafa Kemal: “İnsanlarda kusur olur. Kusurlarımızı söylemek iyidir, yararlıdır. Geçmişte yapılmış çok kusurlar ve noksanlar olmuştur. Öyle olmasaydı, zor durumlara düşmezdik. Biz gerektiği oranda az kusurlu olmaya ve çok gayretli olmaya ve fedakar olmaya çalışmalıyız. Türk ocaklarının bulundukları yerde, ulusa, milliyet, bilimsel fikirler ve diğer konularda gerekli bilgileri vermeye çalıştıklarını memnuniyetle gördüm”demişler ve son olarak, “Kırklareli’nde halkın çok hassas ve millet, memleket işlerinde çok alakalı ve heyecanlı olduğunu gördüm. Faaliyetlerinizi de işittim. Burada geçirdiğim iki gün zarfında edindiğim hislerle, unutulmaz hatıralarla sizlerden ayrılıyorum.” Türk Ocağından ayrılırken, ocak hatıra defterine şöyle yazdılar: “Kırklareli Türk Ocağında çok kıymetli arkadaşlarla geçirdiğim zamanın hatırasını ölmez hislerle saklayacağım.” Mustafa Kemal, Türk ocağı hatıra defterine duygu ve düşüncelerini yazdıktan sonra beraberindekilerle dışarıya çıktılar. Türk ocağı binası önü ve çevresi o an binlerce kişi tarafından doldurulmuştu. Halk, Gazi’ye tezahürat yapıyordu. “ Yaşa, varol Gazi”, “Büyük kurtarıcı” diye bağırıyor ve alkışlıyorlardı. Mustafa Kemal kendilerine tezahürat yapanları eli ile selamladı. Sonra eski lise binasında yerleşmiş olan Ziya Gökalp okulunu ziyarete gittiler. Burada sınıfları dolaştılar. Öğrencilere ve öğretmenlere sorular yönelttiler. Ziya Gökalp Okulunda bir süre kaldıktan sonra, Edirne’ye otomobillerle gitmek üzere şehrimizden ayrıldılar. Gelişlerinde olduğu gibi gidişlerinde de Kırklareli’liler kendilerine büyük gösteride bulundular. Ve “büyük kurtarıcı”’yı uğurlatılar. Mustafa Kemal İnece bucağında durarak köylülerle sohbet ettiler. Mustafa Kemal ilk gelişinden yedi yıl sonra Trakya manevraları dolayısıyla trenle Lüleburgaz istasyonuna, oradan da Büyükkarıştıran Bucağına gelmişlerdir. Yanlarında, zamanın Başbakanı, yüksek komutanları bulunuyordu. O zaman Kırklareli Valisi Hasip Koylan’dı. Trakya Genel Müfettişi Kazım Dirik idi. Mustafa Kemal Atatürk, Büyükkarıştıran’da köylüler tarafından büyük tezahürat ile karşılandılar. Bir süre okulda istirahat ettiler ve ilgili komutanlardan manevranın seyri hakkında bilgi aldılar. O sırada Büyükkarıştıran’da bucak müdürü olarak Rafet Rodoplu bulunuyordu. Rafet Rodoplu halen İnece Bucak Müdürlüğünden emeklidir. Hatta Rafet Rodoplu Büyükkarıştan Bucak Müdürü iken Atatürk”ün burayı ziyareti tarihini törenlerle kutlamıştır. Mustafa Kemal sevgilerle uğurlandıktan sonra, halk uzun süre bu büyük insanın söyledikleri üstüne konuştu, yorumlar yaptı, bu mutlu anıyı yaşayanlar ve Mustafa Kemal’i görüp dinlemiş, O’nu alkışlamış olanlar bu hatıralarını, “en güzel hatıra” olarak sakladıklarını söylemektedirler. Alıntı
  14. _asi_

    Kırklareli-Halk Hekimliği

    HALK HEKİMLİĞİ NAZARA karşı kurşun döküp dua okunmaktadır. Kırklareli’nin hemen hemen köylerinde, ilçelerinde ve il merkezinde nazara karşı dua okuyup kurşun döken yaşlı insanlar bulmak mümkündür. BOĞAZ ŞİŞMESİNE karşı inek ve benzeri hayvanların mayıs denen dışkısı bir saç üzerine konup ateşte ısıtılır. Isıtılan mayıs bir tülbent ile boğaza bağlanır. Diğer bir tedavi yöntemi de kuru soğan küle gömülüp biraz sendirildikten sonra bir tülbent ile boğaza bağlanmakta ve boğazın yumuşaması sağlamaktadır. Üçüncü bir yöntem de çekirdeği çıkarılmış zeytin bir tülbent ile boğaza bağlanmaktadır. Dördüncü bir tedavi şekli de buğday ununun kepeği suyla karıştırılıp lapa yapılır. Hazırlanan lapanın üzerine zeytin yağı da sürülerek bir bezle boğaza bağlanır. KARIN AĞRISINA karşı kekik otu kaynatılıp içine yumuşak peynir şekeri ilave edilerek içilir. Yine karın ağrısına karşılık çiçeği açmış papatyanın göbeğindeki sarı kısım kaynatılıp içilir. BRONŞİTE karşılık kara turpun içi oyulur. İçine bal konularak bir gece bekletilir. Ertesi gün hazırlanan bu bal bronşitli olan kişiye yedirilir. SİNİZİTE karşılık acı kavun suyu genize çekilir. Acı kavun bölgemizde bol miktarda bulunmaktadır. BAŞ AĞRISINA karşılık incecik dilim dilim kesilen patates bir tülbent ile alına ve şakaklara bağlanır. KULAK AĞRISINA karşılık ateşte sendirilen pırasanın suyu sıkılır Bu sudan birkaç damla ağrıyan kulağa damlatılır. GÖZDE KANLANMAYA karşılık yumurtanın akı yağsız pişirilir. Bir tülbent ile kanlanan göze bağlanır. MAYASILA karşılık ilkbaharda derelerden toplanan sülükler mayasıl yerine yapıştırılır. VÜCUTTA OLUŞAN ÇÜRÜKLER karşılık yeni kesilmiş inek, dana, tavuk gibi hayvanların eti çürük yere sarılır. VÜCUTTA ÇIKAN ÇIBANA karşı keten tohumu un gibi öğütülüp süt ile karıştırılır. Hazırlana bu keten lapası çıbanın üstüne bezle bağlanır. Bir gün, bir gece orada kalır. Sonuçta çıbanın kaybolması sağlanmış olur. Diğer bir tedavi yöntemi de çıbanın üzerine sardunya çiçeğinin yaprağı akşam yatmadan önce çıbanın üstüne bağlanır. Sabah çıban kaybolur. PARMAKTA DOLAMA olursa acı biberin çekirdekleri boşaltılır. Çekirdeği alınmış acı biber dolama bulunan parmağa bağlanır. Biber parmakta bir gün, bir gece bağlı kalır. Birkaç gün içinde dolama geçer. BAĞIRSAK KURDUNU yok etmek için 7 ila 10 gün boyunca çiğ kabak çekirdeği yenir. PARMAK SU TOPLARSA parmağa iğne, diken batıp parmak su toplarsa su toplanan yere sardunya yaprağı bağlanır. Sardunya bulunmazsa lokum bağlanıp 1 gece bekletilir. SOĞUK ALGINLIĞINA karşı hardal tohumu sürtülerek parçalanır ve beze sarılarak bir kova sıcak suya atılır. Suda 5 -10 dakika bekletildikten sonra o suyla banyo yapılır. ÜŞÜMEYE KARŞI ispirto, limon ile vücut, kol ve bacaklar ovulur. SIRT AĞRISINA karşılık yanmakta olan gaz lambasının gazı ile sırt ovulur. Sabah ağrı kalmaz. Yukarıda tespiti yapılan tedavi yöntemleri özellikle motorlu araçların olamadığı ve doktorların bulunmadığı kasaba ve şehirlere ulaşımın zor olduğu dönemlerde kesin ve mutlaka başvurulan tedavi yöntemleri iken, bugün yerine doktora gitmeye bırakmıştır. Ancak yine de özellikle köylerde başvurulan tedavi yöntemi özelliklerini kaybetmişlerdir.
  15. _asi_

    Kırklareli inançları

    YÖRESEL İNANÇLAR Bilim ve Mantıkla paralellik sağlamasa da insanlarımızın yaşadıkları veya duydukları olaylar karşısında edindiği inançları ile kuşaktan kuşağa aktarılıp bugün de yaşattığı bazı inançlar vardır. Bunlara batıl inançlar denir Batıl inançlara örnek olarak şunları belirtebiliriz. a) Doğum ile ilgili inanışlar 1. Hamile kadın ekşi yerse erkek, tatlı yerse kız çocuğu doğuracağına inanılır.(Karahalil) 2. - Hamile kadının başı üzerine haberi olmadan bir miktar tuz bırakılır. Eğer kadın eli ile ağzına dokunursa kız, burnuna dokunursa erkek çocuğu olacağına inanılır. (Karahalil) 3. - Hamile kadının karnı sivri olursa oğlan, yassı olursa kız doğuracağına inanılır. (Karahalil) b ) Ölüm ile ilgili inanışlar - Üç aylarda ölenlere Ramazan Bayramı sabahı bayram namazı kılınana kadar soru sorulmazmış. - Baykuş (kukumav) kimin evinin üstünde öterse evden ölü çıkacağına inanılır. (Çengelli Köyü) - Birisi ölünce mezarı üstüne hemen yağmur düşerse ardından birkaç gün devamlı yağmur yağar.(Karahalil) - Cenaze ile gelin halayı karşılaşırsa ardından çok ölen olur. (Karahalil) - Durup dururken sandık çatlarsa kadın, kapı çatlarsa erkek ölür. (Karahalil) - Süt çocukları ölürse, günahsız olduğuna ve cennete gittiğine, ahirette anasına - babasına su taşıyacağına inanılır. - Doğumda ve lohusalık durumunda ölenlerin cennete gideceğine inanılır. (Karahalil) - Küçük çocuklar ölünce az ağlamak gerektiğine, ağlansa bile göz yaşlarının akılmadan ağlanmasına aksi halde ölen küçük çocuğun ahirette gözyaşı ile boğulacağına inanılır. (Karahalil) - Birisi ölünce ölünün yıkanacağı su kendi evinden değil de uzaktan alınır Ölünün o evden uzaklaşacağına inanılır. c) Hayvanlarla ilgili inanışlar. 1.- Kargalar havada bağırarak uçarlarsa havanın bozacağına inanılır. 2. Bir evde çok karınca çıkarsa, o evde bolluk olacağına inanılır. 3.Horoz ikindi vakti kapıya doğru öterse misafir geleceğine inanılır.(Karahalil) 4. Karıncalar toprak üstüne fazla sayıda çıkarsa, yağmur yağacağına inanılır. (İnece) 5. Köpek uluması iyiye yorumlanmaz. d) Bitkilerle ilgili inanışlar 1.Meyve ağaçları çiçeklerini döktükten sonra ikinciye çiçek açarsa kışın çok çetin geçeceğine inanılır. e) Diğer İnançlar. 1. Güneş batarken kızarırsa, “Gün ardına baktı, yarın hava iyi olacak” diye inanılır. 2. Bir kişinin avucunun içi kaşınırsa eline para geçeceğine, ayağının altı kaşınırsa yolculuğa çıkacağına inanılır. 3.Sağ gözün seyirmesi iyiye, sol gözün seyirmesi kötüye yorumlanır. 4. Güneş batarken yemek yenmez. İnsanın kısmetinin kapanacağına inanılır.
  16. _asi_

    Kırklareli yöresel kutlamaları

    YÖRESEL KUTLAMALAR MART DOKUZU (Nevruz) KUTLAMALARI Nevruz, Kırklareli’nde Mart Dokuzu ismiyle bilinmekte ve 22 Mart tarihinde kutlanmaktadır. Mart Dokuzu’yla birlikte havaların iyileşeceğine inanılmaktadır. Mart Dokuzu kutlamaları için birkaç gün önceden kurabiye, poğaça yapılır. 22 Mart tarihinde ikindi ile akşam saatleri arasında kutlamanın yapıldığı İl merkezindeki Çamlık bölgesinde kurabiye, poğaça ve diğer yiyeceklerini alan halk toplanır. Kutlama yerinde çocuklar uçurtma uçurur, genç kızlar ip atlar, salıncaklarda sallanılır, istop, körebe, ip çekme, yakar topu vb.gibi oyunlar oynanır. Akşam ezanı sıralarında, herkes evine gitmek üzere kutlama alanından ayrılır. HIDRELLEZ KUTLAMALARI Kırklareli’nde Hıdrellez kışın sonu yazın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Özellikle köylerde, (halk takvimine göre) yıl iki bölüm olarak kabul edilmektedir. Bunların biri yaz, diğeri de kıştır. 6 Mayıs ile 7 Kasım arasındaki 186 gün yaz, 8 Kasım ile 5 Mayıs arasındaki 179 gün de kış günleridir. 8 Kasım’da başlayıp 5 Mayıs’ta sona eren kış günlerine ise Kasım günleri denmektedir. Hızır ve İlyas peygamberlerin buluştuğu gün olarak kabul edilen Hıdrellez, halk arasında değişik şekillerde söylenmektedir; Hıdrellez, Hederlez, Ederlez, Hiderlez, İderlez, İlkyaz gibi. Günümüzden yaklaşık 30 - 35 yıl öncesine kadar Kırklareli halkı 5 Mayıs günü kırlardan 41 çeşit ot toplamakta, bunları içi su dolu bir küp veya kazana koymaktaydılar. Sabah kalkınca bu suyla tüm aile bireyleri yıkanmaktaydı. Bununla ailenin temiz olacağına, cildin güzelleşeceğine ve hastalıklardan arınıp, zindelik kazanılacağına inanılırdı. Bu gelenek kısmen de olsa halen devam etmektedir. 6 Mayıs gecesi ateş yakılıp üzerinden atlanılmaktadır. Bununla, yıl içinde kazanılmış olumsuz ve kötü olan her şeyin yok olacağına inanılmaktadır. Bu ateşte hasırlar yakılmakta, böylece bit, pire ve günahlardan da arındırıldığına inanılır. Eski yıllarda, Hıdrelleze bir hafta kala hazırlıklar başlamaktaydı. Evlerde temizlik yapılır ve Hıdrellez pikniği için yiyecekler önceden hazırlanır. Ekonomik durumu iyi olanlar, 6 Mayıs günü çevirme yapıp yemek için oğlak ve kuzu almaya gayret gösterir. Kırklareli’nde çok uzun yıllar önce Hıdrellez’in kutlandığı yerlere Hıdırlık denilmekteydi. Kent merkezine 36 km. mesafedeki Azizbaba Köyü’nün yanında bulunan ve “Hıdırlık” denilen bölgede, 6 Mayıs günü Hıdrellez eğlenceleri yapılmaktaydı. Daha sonra Kırklareli merkezine 5 km. mesafedeki Şeytandere ve Asilbeyli Deresi kenarlarında kutlamalar yapılmaya başlanmıştır. Eğlenceler1990 yılından beri, Mayıs ayının güneşli bir hafta sonunda (genellikle ikinci haftadan itibaren) Kırklareli Belediyesi’nin organize ettiği “Karagöz Kültür, Sanat ve Kakava Şenlikleri” ismiyle, Şeytandere’de kutlanmaktadır. Hıdrellez kutlamasının yapılacağı günden bir gün önce, yer kalmayacak endişesiyle Hıdrellez kutlamalarının yapılacağı Şeytandere’ye çadırlar kurulur, yerler ayrılır. Şenlik kutlamalarında, Şeytandere’nin her iki yanında yer bulmakta zorluk çekilmektedir. Kilometrelerce uzunluktaki bu alanda çadırlarını kurar, şemsiyelerini açar, kimileri de arabalarının gölgelerinde yaktıkları ateşte ızgara yaparlar, çaylarını demler, içeceklerini içip eğlenirler. Köprüye yakın bir yere kurulan sahnede konserler verilir, birçok davul ve zurnalar eşliğinde çeşitli oyunlar tertip edilir. Kırklareli Merkez İlçe’de yapılan bu Hıdrellez eğlence ve kutlamalarının dışında İlimizin değişik yerlerinde de Hıdrellez kutlamaları yapılmaktadır. Merkez İlçe Erikler Köyü’nde Hıdrellez sabahı güneş doğmadan kalkıp, dereden alınan su içine, akşamdan toplanan “Silkinti Otu” atılarak, banyo yapılır. 7 ve 8 Mayıs günlerinde de Hıdrellez pikniği yapılır. Kuzu ve oğlaklar çevrilir, sucuk kızartılır, köfte yapılır yenir. Bu eğlencelere komşu köylerden de gelip, katılanlar olur. Babaeski İlçesi Karahalil Beldesi ile Büyük Mandıra Beldesi’nde Hıdrellezde yağlı pehlivan güreşleri yapılır. Güreşlere Marmara, Ege, Karadeniz, ve Akdeniz Bölgesi’nde ün salmış pehlivanlar da katılır. Güreşleri izlemeye komşu köylerden pek çok sayıda insan katılır. Bulgaristan’a 2 km. mesafede Demirköy İlçesi’ne bağlı nüfusu 500 kişi civarında olan Beğendik Köyü’nde; köyün kuzey batısında Maşatlık denen yere 27 Mart (Kırklar) ve Mayıs’ın 6’sında Hıdrellez için çıkılır. İp atlanır, salıncakta sallanılacak baharın gelişi kutlanır. Babaeski İlçesi’ne 9 km. uzaklıktaki Katranca Köyü’nde 6 Mayıs’ta düzenlenen Hıdrellez şenliklerinde köy halkı demiryolu boyunca çeşitli yiyecek ve içecekler hazırlanarak yerler ve eğlenir. Babaeski İlçesi’ne 20 km. mesafedeki Yeniköy’de Hıdrellez’e 40 gün kala “Kırklar” adıyla kutlama yapılır. Salıncaklarda sallanılır, yumurtalar boyanır. “Kırklar, manda gölde mırklar” sözleriyle hayvanların ilk kez çimene çıkması gerektiği vurgulanır. Hıdrellezde akşamdan ateş yakılıp üzerinden atlanılır. Hıdrellez sabahı erkenden kalkılıp evlere söğüt dalı asılır. Söğüt dalının evlere asılmasının, vücudun herhangi bir yerine bağlanmasının sağlık getireceğine inanılmaktadır. Kırklareli kent merkezine 35 km. mesafede Bulgaristan sınırında bulunan Geçitağzı Köyü’nde de 41 çeşit ot toplanıp bu otlar sabah erkenden dereden alınan suyun içine atılmakta ve bununla yıkanılmaktadır. Bununla hastalıklardan kurtulunup, sağlıklı ve zinde olunacağına inanılmaktadır. Hıdrellez kutlamaları İlimizin hemen hemen tüm köylerinde özellikle günümüzden 40 - 50 yıl önceleri kutlamakta iken bugün bazı köylerimizde ya çok zayıflamış, ya da tamamen unutulmuştur. İlimizde bugün için Hıdrellez kutlamalarını halen devam ettiği köylerimiz şunlardır. Hamdibey, Sivriler, Balaban, Düğüncülü, Taşağıl, Ertuğrul, Kuleli, Sinanlı, Nadırlı, Karahalil, Erikler Yurdu, Karakoç köyleridir. İlimizde Hıdrellez ile ilgili halkımız arasında inanmalar da şunlardır; - Hıdrellez, evlerde temizlik yapılarak karşılanmalıdır. - İneklerin sütü kesilmesin diye Hıdrelleze 7 gün kaldı mı kimseye peynir ve yoğurt mayası verilmez. - Evin bereketi gitmesin düşüncesiyle kimseye ekmek mayası verilmez. - Hıdrellezden 1 gün önce (5 Mayıs) kırlardan 41 çeşit ot, küçük taş ve kekik otu toplanır. Bunlar su dolu bir kap içine atılır ve Hıdrellez sabahı bu suyla el, yüz yıkanır (Bunu yapmakla cildin güzelleşeceğine ve hastalıklardan arınıp, zindelik kazanılacağına inanılır). -5 Mayıs’ta 41 çeşit ot toplanıp eve gelince evde bulunan eski asırlar ve eski eşyalardan bir kısmının yakılmasıyla bit, pire ve günahlardan arınılacağına, yakılan bu ateşin üzerinden atlamakla da yıl içinde kazanılmış olumsuz ve kötü şeylerin yok olacağına inanılmaktadır. - Hıdrellez gecesi (5 Mayıs’ta) evin ana giriş kapısına ağaçlardan koparılan yeşil yapraklı dal konur. Özellikle kapıya asılan söğüt dalının sağlık getireceğine inanılmaktadır. - Hıdrellez akşamı toplanan genç kızlar bir çömleğin içine kendisine ait bir eşyayı (boncuk, yüzük) atarlar. Hıdrellez sabahı tekrar toplanan genç kızlar küçük bir çocuğun gözlerini bağlayarak çömlekten boncuk ve yüzükleri tek tek çektirirler. Bu sırada mani bilen kızlar da tek tek mani söylerler. Kimin eşyası hangi manide çömlekten çekilmiş ise o genç kız o maniyi kendine göre yorumlar. - Hıdrellez gecesi ısırgan otu koparılıp evin önüne konur. Isırgan otu sabaha kadar yendiyse, o kişinin seneye Hıdrelleze kadar öleceğine, yenmediyse yaşayacağına inanılır. - Hıdrellez akşamı ( 5 Mayıs) kadın ve kızlar ellerine kına yakarlar. - Hıdrellez akşamı (5 Mayıs) bahçede kenar ve köşelere bakılır. Şayet bakılan yerlerde toprak parıldarsa orada hazine olacağına inanılır. - Hıdrellez akşamı ( 5 Mayıs) ikindiden sonra bahçede bulunan gül ağacının altına insanlar isteklerinin resmini çizerler. Örneğin ev isteyen ev şekli, araba isteyen araba şekli, hayvan isteyen hayvan şekli, evlilik isteyen sevdiğini canlandıran bir resim çizer ve dilekte bulunurlar. Bunu yapmakla o yıl içerisinde isteklerinin gerçekleşeceğine inanırlar. - Hıdrellez sabahı uykudan erkenden kalkılır. - Hıdrellez sabahı anne ve babalar çocuklarını uykudan erken kaldırmak için “kalkın” demezler “uçun, uçun” derler. - Hıdrellez sabahı insanlar uykudan yeşil dallarla uyandırılır. - Hıdrellez sabahı erkenden kalkılıp dereden 3 kez geçilir. Çim üzerindeki çiğlere el sürülüp yüzler ıslatılır. - Boyu çok uzun olanların başına hıdrellez sabahı çubukla vurulur (Boyun fazla uzamaması için). - Meyve yapmayan ağaçlar Hıdrellez sabahı baltayla korkutulur (Ağaçların korkup meyve vereceğine inanılır). - Hıdrellez sabahı hayvanlar yeşil dallarla dereye sulamaya götürülür. - Hıdrellez günü uyku uyunmaz. Uyku uyunursa bütün yıl uyunulamayacağına ve işinin iyi gitmeyeceğine inanılır. - Hıdrellez günü badana, temizlik yapılmaz. Kıra çalışmaya gidilmez. - Hıdrellez günü un elenmez, çamaşır yıkanmaz. - Hıdrellez günü dikiş dikilmez. - Hıdrellez günü kavga edilmez. Kavga edilirse bir yıl boyunca kavgalı olacağına inanılır. - Hıdrellez günü hamile kadınların salıncakta sallanmasına izin verilmez. - Hıdrellez günü makas iple bağlanır, açılmaz. Makas kimseye verilmez, elle tutulmaz. - Hayvanların sütünün çok olması için Hıdrellez günü süt pişirilmez, gece pişirilir. Sütü olmayan komşulara süt verilir, yayıkta ayran yapılıp komşulara dağıtılır. - Hıdrellez günü ekmek yapılmaz. - Bazı köylerde Hıdrellez sabahı silah atılır. - Hıdrellez günü beyaz kelebek görülürse o yıl şans ve kısmetin açık olacağına inanılır. Hıdrellez hakkında söylenen birkaç atasözü de şunlardır; Hıdrellezde yağan yağmurun bereketli olduğunu belirtmek için “ Hıdrellez yağmurunun damlaları altın olur” denmektedir. Toprakla ilgili işlerin Hıdrelleze kadar yapılması gerektiği konusunda “ Hıdrelleze kadar bir tutam, Hıdrellezden sonra tutam tutam” denmektedir. Hıdrellezden sonra yaz olacağı konusunda “ Az bilirim uz bilirim, Hıdrellezden sonra yaz bilirim denmektedir. Kalbi temiz olan insanların zorda kaldıklarında beklemedikleri yerlerden yardım görebileceklerini belirtmek için de “ Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” atasözü kullanılmaktadır. Son olarak; tüm bayramlarda olduğu gibi İlimizde Hıdrellez bayramı da İlimiz insanlarının dargınlıklarını yok edip barıştıran, bereketsizliği uzaklaştırıp, bereketli bir yaşamı isteyen olumlu ve insancıl bir insan düşüncesinin oluşmasında önemli bir faktör, yıllardan beri sürüp gelmiş yaşama bağlılığın uyanışı, doğaya açılış bayramı olarak önemli bir geleneğimizdir.
  17. _asi_

    Kırklareli-Gelenek, Görenekleri

    GELENEK VE GÖRENEKLER DÜĞÜN GELENEKLERİ Düğünler süre ve uygulamalar bakımından, şehir ve köylere göre bazı farklılıklar göstermektedir. Bunun sebebi 1877 - 78 Osmanlı - Rus savaşı, 1912 - 13 Balkan harbi, 1924’lerdeki mübadele ile 1935-1938, 1950, 1960, 1974 ve 1989 yıllarında, yine Balkan devletlerinden gelen göçmen grupları arasındaki kültürel farklılıklardır. Bu göçlerle Kırklareli’nin değişik yerlerine yerleşen insanlar, beraberlerinde birçok adetlerini de getirmişlerdir. Yeni gelen göçmenler, kendilerinden önce gelen insanların kültürleriyle karşılaşmış ve onlarla kaynaşarak ortak bir kültür oluşturmuştur. Ancak bu ortak kültür, Kırklareli’nin değişik bölgelerinde farklı uygulamalar şeklinde görülür. Bu nedenle İl’deki düğün adetleri yer yer farklık gösterebilmektedir. Düğün telaşı en az bir hafta öncesinden başlar ve genellikle cumartesi - pazar günü olan düğünlerde, perşembe günü kızın çeyizi alınır. Bu arada yengeler sandığın üzerine oturur ve “sandık kalkmıyor” diyerek, oğlan tarafından hediye istenir. Alınan çeyiz oğlan evine götürülür ve cuma gününün akşamı kına gecesi yapılır. Oğlan tarafı eğer aynı köyden ise kız evine o gece kına getirir. Yengelerinden biri, gelinin eline kına koyar ve giderler. Daha sonra bu kına gelinin ellerine ve ayaklarına annesi, babası sağ olan bir yengesi tarafından yakılır. Gelinin yüzüne renkli bir krep örtülür. Bir darbuka eşliğinde türkü söylenir. Bu türküler gelinin evden ayrılışının, gurbete veya başka bir köye gidişinin öyküsüdür. Gelin de bu türkülerle içlenir ve ağlar. Sabah gelinin kınaları öksüz bir çocuk tarafından açılır. Ellerine ve ayaklarına kına yakarken konulan paraları bu çocuk alır. Cumartesi günü öğlene doğru oğlan evine davullar, kız evine de çalgılar gelir. Akşam üstü herkes işini bitirene kadar gençler oynar. Akşam üzeri kızın ahretinin (sağdıç) hazırlamış olduğu “ahret çiçeği” alınmaya gidilir. Çiçekçiden alınan naylon çiçek dalının üzeri kızların yaptığı süslerle süslenir. Çiçeğin üzerine mısır patlatılıp dizilir. Kuru üzümler bir ipe dizilerek asılır. Bununla beraber bebek, sakız, sigara, kibrit, emzik, bebek oyuncağı, çikolata, şeker, balon gibi şeyler de asılır. Ayrıca küçük küçük ampuller veya mumlar da yerleştirilerek gece yakılır. Çiçeğin saksısına da bir kutu şeker yerleştirilir, çiçekle birlikte ahret kız baklava ve bir de hediye bohça hazırlar. Bütün bunlar gerdek gecesi gelinle damadın zevkle yemesi için yapılır. Bu çiçek daha sonra gelin kızın evinin bir köşesini süsler. Bu çiçeğe karşılık gelin kız da ahrete hediye bir elbise alır. Çiçeği almaya gidildiğinde yine oyunlar oynanır ve çiçek alınarak gelin kızın bulunduğu eve getirilir. Bu çiçek yörede bolluk ve bereketin simgesi olarak nitelendirilir. Aynı gün ve aynı zamanda oğlan tarafı da oğlanın ahretliğine (sağdıcına) gider. Davul - zurna ile ahretlik evine gelindiğinde, ahretlik gelenleri karşılar. Yaşlılar oturur, gençler de oynar. Daha sonra ahretliğin hazırlamış olduğu baklava tepsisi ve kurbanlık bir koç eller üstünde damat evine götürülür. Ayrıca ahretlik damat için bir başka hediye de almıştır. Cumartesi gününü Pazar gününe bağlayan gecede esas düğün olur. Oyunlar karşılama, halay ve mendil havası şeklindedir. Aynı gece oğlan tarafı, kız evine davullar eşliğinde, takacakları takılarla birlikte gider. Bunları “ okuyucu ” denen bir kadın teker teker gelinin başı üzerinde döndürerek, kimden olduğunu yüksek sesle söyler. Bu arada gelin kız gelinliğe adım attığından, yalnız gezdirilmez. Cinler ve perilerden korkulduğundan, yanında mutlaka biri bulundurulur. Pazar sabahı gelin kız yine erkenden gelinlik giyer ve oğlan tarafından takıları almaya gelenleri karşılar. Kız ve oğlan tarafı birlikte oyunlar oynarlar. Kızın ve oğlanın yengeleri birlikte takıları alarak oğlan evine götürürler. Gelinin ahreti de ahret çiçeğini alıp damada götürür. Oğlan evinde de oyunlar oynanır ve kız tarafı geri döner. Gelin, kendisini sevdiğine götürecek halayın gelmesini bekler. Sabahtan, ahretlik evinden davul ve zurna ile uykudan uyandırılan damat eve getirilir ve tıraş için hazırlık yapılır. Davullar köyün kahvehanelerini dolaşarak köy halkını tıraşa davet eder. Bir iki saatte biten tıraştan sonra gelin alıcı “halay” yola çıkar ve gelin evine gider. Arkadaşları ile oynayan gelin kendisini almaya gelen halayına bir kez baktırılır ve bir daha yengelerin kendisini almaya gelmelerini bekler. Kaynana gelini beklerken evden getirdiği ekmeği, bolluk ve bereket niyetiyle dağıtır. Ama gelin naz yapar, gelmez. Önce gelin evinden kaynanaya bir ayna götürülerek baktırılır. Kaynana aynanın üzerine para koyar. Yine gelini isteriz diye tezahürat yapılır, fakat gelin yine çıkarılmaz. Bu kez de gelinin ayakkabısı götürülür. Para alınır. Bu ayakkabı gelinin çıkacağına işarettir. El çırparak yine gelini isterler. Daha sonra iki yenge ve önde darbuka çalıp mani söyleyen kız arkadaşları ile birlikte gelin getirilir. Fakat kaynana oynamadan gelin ortaya girmez. Kızlar; Yarin adı Ramadan Atladı arabadan Biz gelini vermeyiz Kaynana oynamadan manisini arka arkaya söylerler. Yengelerin ve mani söyleyen kızların koluna birer başörtü bağlanır. Kızlara birer kutu şeker ve yengelere de para verilir. Yenge kadınlar, gelini kaynananın elini öpmeye götürürler. Gelin, kaynananın üç kez elini üç kez de ayağının altını öper. Kaynana da gelinin sırtını üç kez sıvazlar. Bu adetin yapılmasından sonra gelin, halayla gelen yakın akrabaların ve komşuların ellerini öper. Gelin, daha sonra varsa erkek kardeşleri yok ise amca ve dayıları tarafından arabaya bindirilir. Evden çıkan gelin arabasının arkasından, gelinin gideceği eve kendisi ile birlikte bereket götürmesi dileğiyle su içerisinde buğday ve darı atılır. Gelin arabası damat evine gelmeden daha önce kız evinden “Müjde Yastığı”nı alan biri, yastığı damada götürerek para alır. Damat evine gelen gelini damat etrafa şeker ve paralar atarak karşılar. Sonra gelinin duvağını kaldırır ve kendi hediyesini takar. Ahretlik kapının önünde bir tüfekle bekler. İçeriden çıkan damat üç kez tüfeği ateşledikten sonra, ucunda para bağlı mendili düğün halkına doğru atar. Mendili kim alırsa evlenme sırasının onda olduğu söylenir. Bu arada gelin dışarı çıkarılır, kucağına kız ve oğlan çocuğu oturtulur. Damat son kez babası, kardeşleri, yakın akrabaları ve arkadaşları ile oynar. Akşam üzeri arkadaşları tarafından köy içine gezmeye çıkartılır. Gerdek gecesi imam nikahı kıyılır. Genç kızlıktan kadınlığa geçen gelin, pazartesi sabahı damadın yakın akrabalarını gezer ve büyüklerin elerini öperek onlara havlu verir. Onlar da hediye ya da para verirler. Daha sonra gelin bir kaba su doldurur ve bu su görümceler tarafından üç defa dökülerek, geldiği evde işlerinin su gibi akıp gitmesi temenni edilir. Öğleden sonra gelin yine gelinliğini giyer ve son defa eğlenilir. “Duvak” veya “Cuma” denilen bu eğlence kaynananın günüdür. Sadece kadınlar kendileri çalıp, oynarlar. Eğlencenin ortasında, kaynana, orta yerde bir çömlek kırar ve bu hareketiyle “düşmanlarım çatlasın, gelinin çömleğin parçaları kadar çocuğu olsun” demek ister. Bir hafta sonra gelin, damat ve ailesi, gelinin ailesine yemeğe giderler. Buna geziden gelen “geze” veya “kız ardı” denir. Bu gezmede yemekler yenir, sohbet edilir, aynı zamanda damatlık yapmanın da gelinlik yapmak kadar zor olduğunun bilinmesi için damada bir tabak içerisinde darı getirilerek sayması istenir. Önüne pösteki getirilerek tüylerinin sayılması ve kedi getirilerek nallanması istenir. En zorlusu da damadın ayaklarından zincirle tavana asılmaya kalkmalarıdır Bunların üstesinden gelemeyeceğini bilen damat, para vererek gençlerden kurtulmaya çalışır. İki üç gün sonra da gelinin ailesi oğlan evine yemeğe gider. Bu ziyaretlerde iki ailenin daha iyi anlaşması, kaynaşması amaçlanır. Yörede kız kaçırma olayları çok sık görülür. Ailesi tarafından verilmeyen kızlar kendileri kaçar. Oğlanın çok sevip de alamadığı kızı da oğlan kaçırır. Sonunda aileler arasında anlaşma sağlanır ve düğün yapılır. Bu olaylar yörede normal karşılanmakta ve hiç yadırganmamaktadır. DOĞUM GELENEĞİ Gözünü dünyaya yeni açan bir çocuk, vücudunda pişik oluşmaması ve kokmaması için önce tuzlu suyla yıkanır. Yıkanma işlemi tamamlanınca tekrar tuzlanır. Üç günlük olan çocuk bu zaman zarfında sararırsa, sarı renginin düzelmesi için üç gün süreyle kaldırma denilen yıkama esnasında, yıkandığı suya darı tanesi atılır. Doğumdan sonra lohusanın yanında kırk gün süreyle bir kişi durur. Lohusanın yanında duran kişi her ihtimale karşı dışarı çıkarsa diye bir Kuran-ı Kerim, bir süpürge veya bir demir parçası odanın içinde her zaman bulundurulur. Bununla çocuğa cinlerin çarpmasının önlenmiş olacağına inanılır. Çocuk kırk günlük olduğunda tekrar yıkanır ve kırk kaşıklık son durulama suyu ile durulanır. Bu yıkanmaya “kırk çıkarma” veya “kırklanma” denir. Kırkı çıkan çocuk, yakın bir komşuya “Kırk uçurmaya” götürülür. Çocuk, kırkı çıkana kadar olumsuz bir durumla karşılaşmamışsa bundan sonra da karşılaşmayacağına inanılır. Aynı günlerde yakın komşularında veya akraba arasında bir başka çocuk daha dünyaya gelmiş ise kırkları çıkıncaya kadar, her iki çocuk görüştürülmez. Çünkü çocukların kırkı çıkana kadar görüşürler ise birinin büyüyüp diğerinin büyümeyeceğine inanılmaktadır. Anne sütünün kaçacağına inanıldığından, lohusanın yanında bir başkası süt emzirmez. Tırnak kesimi çocuğun kırkı çıktıktan sonra yapılır. Kesilen tırnak, babasının cebine konur ve karşılığında para alınır. Babadan alınan bu parayla çocuğa bir şeyler alınır. Çocuk 6 aylık olunca eline kına yakılır. İlk defa ayakta durmaya başlayıp, ilk adımını attığı zaman “tay çöreği” veya “adım çöreği ” ismi altında bir kutlama yapılır. Bu kutlamada, içinde birkaç tane demir para bulunan bir tepsi lokma veya kurabiye pişirilir. Çocuğun ayaklarına kurdele bağlanıp, boş bir yere çıkılarak, mahallenin ufak çocukları toplanır ve belirli bir mesafeden çocuğa doğru koşturulur. Yarışı kazanan çocuğa para veya hediye verilir. İlk kez ayakta duran çocuğun ayaklarındaki kurdele kestirilir. Bundan sonra yapılan lokma veya kurabiyeler, orada toplananlara dağıtılır. İçinde para bulunan lokma veya kurabiye kime düştüyse o çocuğa uygun bir hediye alır. SÜNNET GELENEĞİ Sünnet yaşı genellikle 5 ila 12 yaş arasında olduğundan, çocuğun okulu olmadığı yaz aylarında sünnet düğünü yapılır. Sünnet olacak olan çocuğa “Sünnet çocuğu” denir. Sünnet elbisesi en az 1 hafta öncesinde alınır, yatağı renkli tülbent ve kağıtlarla, ışıklarla süslenir. Sünnet düğünü Cuma, Cumartesi veya Cumartesi-Pazar olmak üzere iki gün yapılır. Bir gece önce kına gecesi yapılır. Bu gecede akrabaları, yakınları, ve komşuları toplanarak çocuğu oynatır, el ve ayaklarına kına yakarlar. Kına yakan kişinin koluna tülbent bağlanır. Kınayı yakacak olanın anne ve babasının sağ olmasına özellikle dikkat edilir. Bununla çocuğun uzun ömürlü olması temenni edilir. Ertesi gün öğlen saatlerinde bir araba konvoyu oluşturularak, sünnet çocuğu gezdirilir. Konvoyda tüm araba ve çalgıcılara birer havlu bağlanır ve son olarak çocuk sünnet edilir. Sünnet edilme esnasında bir horoz kesilir. Çocuk yatağına yatırılınca mevlit okutulur, mevlidin sonunda orada bulunanlara pilav, ayran ve tatlı dağıtılır. Yakınları ve komşuları tarafından sünnet çocuğuna geçmiş olsun diyerek hediye verilir. Akşama kadar eğlenceler, oyunlar yapılarak sünnet düğünü tamamlanır. ASKERE UĞURLAMA GELENEĞİ Askere gidecek gençler 15 - 20 gün önceden akraba ziyaretlerine giderler. Akrabaları, kendilerini ziyarete gelen gençlere çeşitli yemekler yapar ve bu ziyaretler 15 - 20 gün boyunca devam eder. Bu süre içerisinde, gençlerin boynuna kırmızı oyalı tülbent bağlanır, toplu olarak birisinin elinde bayrak olduğu halde ev ev dolaşırlar ve hangi haneye gidilirse o hane tarafından yardım oldun diye gençlere para verilir. Askere gitmeye bir gün kala, topluca asker düğünü yapılır ve masrafları asker aileleri ortak karşılar. Askerin tabanca tutacağı parmağına kına yakılır ve o gece davul - zurna eşliğinde tüm köy gençleri, kızlı erkekli oynarlar. Ertesi gün askere gidecek gençler evden çıkarken annesinin, babasının, kardeşlerinin ellerini öper, Allahaısmarladık der. Bu esna da bazı köylerde (Lüleburgaz Ertuğrul ky.) gencin başının üzerinde tuz ve un çevrilir. Evden çıkarken askerlik günlerinin su gibi geçmesi dileğiyle, asker adayının arkasından su dökülür. Askere gidecek genç, ailesi tarafından hazırlanan asker torbasını eline aldıktan sonra, nişanlı ise vedalaşmak üzere nişanlısının evine; nişanlı değilse köy meydanına giderek, burada toplananlar ile vedalaşır. Genellikle asker babalarınca ortaklaşa kurban kesilip, dua edilerek askerler uğrulanır. BAYRAM GELENEĞİ Kırklareli’nde Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Mart Dokuzu ve Hıdrellez gelenekleri halk tarafından kutlanan bayramlardır. Ramazan ve Kurban Bayramları yaklaşırken evlerde temizlik yapılır, baklavalar hazırlanır. Yeni giysiler için alışveriş yapılır. Ramazan Bayramının arifesinde kuşların bile oruç tuttuğuna inanılır, herkesin oruç tutması istenir. Arife günü doğan çocuklara Arife, Arif, Ramazan Bayramında doğan çocuklara da Ramazan, Ramize, Bayram gibi isimler konur. Arife günü herkes banyo yapar, temizlenir ve erkenden yatar. Bayram sabahı erken kalkılıp erkekler bayram namazına gider. Erkekler bayram namazından dönene kadar evdeki kadın ve çocuklar yemek yemez su içmez. Bayram namazı sonrasında küçükler büyüklerin ellerinden, büyükler de küçüklerin gözlerinden öper, hediyeleşme olur. Topluca yapılan kahvaltı sonrasında mezarlıklara ziyarete gidilir. Kurban bayramında var ise kurban kesilir. Yaşı küçük olanlar büyüklere ziyarete gider, el öper bayramlaşırlar. ÖLÜM ADETLERİ Bir kişi öldüğünde evdeki insanlar tarafından yakında ve uzakta bulunan akraba ve yakınlarına haber verilir. Ölüm olayı köy veya kasaba içine camiden sela okunarak haber verilir. Ölen kişinin defnine çok uzaktan gelecek olan yakınları varsa ölenin defnedilmesi bir güne kadar bekletilebilir. Ölen kişiye “rahmetli” diye hitap edilir. Ölenin evine gelenler, ölenin yakınlarına “başınız sağolsun” derler karşılığında da ölenin yakınları tarafından “sizler sağolun” denir. Ölen kişinin ölüm anı anlaşılınca, başında ezan okunur. Ölünce çenesi bağlanır, göz kapakları kapatılır. Mezarı mezar kazıcıları tarafından kazılır. Bu arada evde ölen kişi yıkanmış, son kez yakınlarına gösterilmiş ve gömülecek duruma getirilmiştir. Ölenin defnedilmesi için gelen akrabaları, eş, dost ve yakınları tarafından cami hocasının önderliğinde bazı köy ve kasabalarda ölenin evinde, ölen kişinin önünde cenaze namazı kılınır. Bazı köy ve kasabalarda ise yakınları tarafından cenaze camiye götürülüp camide cenaze namazı kılınır. (Kadınlar camiye veya mezarlığa gitmez, evde kalırlar) buradan da mezarlığa götürülür. Tabuttaki cenazenin mezarlığa götürülmesi esnasında herkes cenazeyi taşımak için birbiriyle yarışır. Daha önce hazırlanmış olan mezarın başına gelinir. Birinci derecedeki yakınları tarafından mezarın içine indirilen beyaz bezle kefenlenmiş durumdaki ölü, yüzü kıbleye gelecek şekilde yan yatırılır. Çok hızlı bir şekilde orada bulunanlar tarafından mezar kapatılır. Mezarın üstüne baş kısmından ayak kısmına doğru ibrikle su dökülür ve ibrik mezarın yanında bırakılır. Su temizliği, saflığı, arınmayı ifade eder. Ayrıca mezara su dökülmesi kabir ateşini söndüreceği inancından hareketle de ilgili olarak yapılmaktadır. Hoca tarafından dua okunur ve mezarlıktan ayrılınır. Mezarlıktan ayrılırken ölünün yakınlarına tekrar başsağlığı dileğinde bulunulur ve köy dışından gelenler için izin isteyip ayrılırlar. Ölü camiye veya mezarlığa götürülmek üzere cemaat tarafından evden alınınca geride kalan kadınlarda kuran okuyup dua ederler. Bu arada helva pişirilip orada bulunanlara verilir. Kiremit üzerine yakılan anberden buhur, tütsü yapılarak ölü evinin etrafında dolaştırılır. Evin etrafından geçen insanlar bu kokuyu hissedince o evde cenaze olduğunu anlarlar. Ölüm olayının birinci gününden itibaren yedi gün ölü evinde Tebareke okunur ve yedi gün boyunca ölünün yıkandığı yerde mum yakılır. Ölümün yedinci günü mevlit okutulur. Kırkıncı günü helva yapılıp yakınlara, konu komşuya dağıtılır. Bu ölenin ruhu için yapılmış kansız kurban ikramlarıdır. Geçmişte bunlar kötü ruhların yapacağı kötülük ve vereceği zararlardan korunmak, iyi ruhların yardımını kazanmak ve ölenin ruhunun mutluluğu için yapılırken, günümüzde “Allah rızası”için yapılmaktadır. Ölümün elliikinci gecesi de mevlit okunur. Yedinci gününde ölenin karnının şiştiğine, kırkıncı günde burnunun düştüğüne ve elliikinci günde de kemiklerinin eklem yerlerinin birbirlerinden ayrıldığına inanılmaktadır. Ölümünden sonraki ilk Ramazan veya Kurban bayramında ölenin mezar taşları mezarına dikilir. Ölenin elbiseleri fakir-fukaraya dağıtılır. Ölenin sağlığında vasiyeti varsa yerine getirilmesine özen gösterilir. Bayramlarda ölenin ruhunun yakınlarını mezarlığa beklediğine inanılır ve her bayram mezarı ziyaret edilip dua okunur.
  18. _asi_

    Kırklareli-Halk Edebiyatı

    Halk Edebiyatı 1. Atasözleri Atasözleri, yüzyıllar boyunca insanlar tarafından tecrübe edilmiş, doğruluğu deneylerle kanıtlanmış ve günümüze ulaşmış, geçmiş tecrübelerini nasihat şeklinde anlatan ve milletin ortak malı olan sözlerdir. Kırklareli’nde söylenen atasözlerinin bir kısmı muhakkak ki Ülkemiz genelinde bilinmektedir. Bölgesel olarak söylenen atasözlerinden bir kısmına şöyle örnek verilebilir: Bağda izin olsun, yemeğe yüzün olsun, Eşeğin canı yanarsa yarış atını geçer, Harman döven öküzün ağzı bağlanmaz, Keçinin yemediği ot karnını ağrıtır, Mart ayı dert ayı, bir sepet saman ver Ali dayı Tutulan kısrak harman döver, Ver yiyeyim, ört yatayım. 2. Bilmeceler Uzun kış gecelerinde, aile toplantılarında söylenip ortamı neşelendiren, insanı düşünmeye sevk eden halk edebiyatı ürünlerinden birisi de bilmecelerdir. Kırklareli’nde halk arasında söylenen bilmecelerden bazıları şunlardır: Ağaç üstünde kara sapan (Zeytin) Çarşıda satılmaz elle tutulmaz Ondan daha tatlı bir şey bulunmaz (Uyku) Dağdan gelir sekerek Kara üzüm dökerek (Keçi) Hey gidinin poturu Ev üstünde oturur (Baca) Karşıdan baktım pek çok Yanına vardım hiç yok (Sis) 3. Deyimler Deyimler, kendi anlamından biraz daha farklı anlam taşıyan, kalıplaşmış kelime veya kelime gruplarıdır. Kırklareli’nde derlenmiş deyimlerden bazıları şunlardır: El etek çekmek Fıkır fıkır kaynamak Nal çakmak Var delisi olmak Yaş yere basmamak 4. Maniler Maniler yazarı bilinmeyen, anlatılmak istenen hususu genellikle son iki dizesinde ifade eden, konuları aşk, özlem ve ayrılık olan, kafiye düzeni, (a,a,b,a) şeklindeki anonim folklor ürünleridir. Halk arasında yaygın olarak söylenen manilerden bir kaç örnek: Ayva gömdüm samana Dumana bak dumana Şoför yarim var iken Gider miyim çobana ? Bahçelerde sardunya Sardunyayı kırdın ya İstemiyom dermişsin Yine bana kaldın ya Elimde zilli dare Taştan olur minare Çok isteştik sevdiğim Vermiyorlar ne çare Karahalil üç bölüm Yavaş geliyor gülüm Bana yardan ayrılmak Ölüm geliyor ölüm Saçını tarıyorsun Sen güzel arıyorsun Güzeli arar iken Benden de kalıyorsun 5. Ninniler Ninniler, annelerin çocuklarını uyutmak için söyledikleri türkülerdir. Ninni, çocuğun altı temizlenip karnı doyurulduktan sonra yüksek sesle başlanıp, çocuğun uyumasına doğru alçalan bir sesle söylenir. Kırklareli ve çevresinde söylenen ninnilere bir örnek : Dandini dandini danalı kuzu Elleri ayakları kınalı kuzu Asmaya kurdum salıncak Eline de verdim oyuncak Yine de uyumadı gitti Şu küçücük yumurcak Eee eee ee şimdi Bir eşek buldum ben şimdi Sahibi geldi ee şimdi O o o kuşu Nerelerde su kuşu Çalılıkta yuvası Mamacık getir babası Dandini dandini dastana Danalar girmiş bostana Kov bostancı dananı Yemesin bizim bostanı Eh ee ee Allah Uykucuklar ver Allah 6. Tekerlemeler Tekerlemeler, çocukların sokağa çıkıp oyun oynamaya başlamadan önce, masal anlatmaya başlamadan önce veya bir grubu güldürmek için kafiye düzeninden faydalanarak, şaşırtmaya ve tuhaflığa yönelik söylenen halk edebiyatı ürünleridir. Laleli Belkız İçeriye gir kız İpte atla kız Dışarıya çık kız Tarhana tartar Boğazımı yırtar Baklava kardeş Gel beni kurtar 7. Türküler Yöreye ait pek çok türkü mevcuttur. Sevgiyi, acıyı, gurbeti ve özlemi konu edinmiş türküler olduğu gibi, geçmişte Osmanlı sınırları içinde olup da 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı ile kaybedilen topraklar ile ilgili de pek çok türkü söylenmektedir. Türkülerin bir kısmı Balkan göçmenleri ile Yurda gelmişken, bir kısmı da yerli halk tarafından üretilmiş ve yaşatılmıştır. Bunlardan bir kısmı : “Ah Selanik” Muzaffer SARISÖZEN tarafından 16 Temmuz 1947 tarihinde, kasap Tahsin’den, Vize’de derlenmiştir. “Akça köyün bağları” Muzaffer SARISÖZEN tarafından 09 Ağustos 1947 tarihinde Arife TİMUR’dan derlenmiştir. “Alim gitme pazara - Avlu dibi” Muzaffer SARISÖZEN tarafından 15 Ağustos 1947 tarihinde, Fatma GÜRSU’dan, Kırklareli’nde derlenmiştir. “Ayşem - Bahçelerde biberiye” TRT müzik dairesi THM repertuarı sıra no: 1366 da kayıtlı olan türkü, Aşık Ali TAMBURACI tarafından derlenmiş ve Nida TÜFEKÇİ tarafından notaya alınmıştır. Türkünün sözleri şöyledir: Bahçelerde biberiye Şişe dolu anberiye Sen benimsin gel beriye Aman aman aman balabancı Sol yanında vardır sancı Aman mari donlu mari donlu Güzellerin içinde pek şanlı. Bahçelerde olur marul Sular akar harıl harıl İnce belden sıkı sarıl Aman aman balabancı Sol yanımda vardır sancı Aman mari donlu mari donlu Güzellerin içinde pek şanlı Bahçelerde olur haşhaş Rakı içtim oldum serhoş Ela gözler olur bir hoş Aman aman balabancı Sol yanımda vardır sancı Aman mari donlu mari donlu Güzellerin içinde pek şanslı “Bahçelerde yeşil mazı - Bana derler gazi boşnak” Muzaffer SARISÖZEN tarafından 16 Temmuz 1947 tarihinde Ahmet KÖK’ten, Kırklareli’nde derlenmiştir. “Ben gitmem inekliye” Muzaffer SARISÖZEN tarafından 14 Ağustos 1947 tarihinde, Aşık Ali TANBURACI’dan, Kırklareli’nde derlenmiştir. “Candarmanın kılıcı - Çayıra serdim postu - Derdim çoktur” Muzeffer SARISÖZEN tarafından 15 Ağustao 1947 tarihinde Vahid Lütfi SALCI’dan, Kırklareli’ne derlenmiştir. “Giderim giderim Varna görünmez” Zekeriya KURTULMUŞ tarafından 21 Eylül 1993 tarihinde Sezai ÇETİN’den, Kırklareli Merkez ilçeye bağlı Çeşmeköy’den derlenmiş ve Kırklareli İl Kültür Müdürlüğü Folklor Araştırması arşivine alınmıştır. Türkünün sözleri şöyledir: Giderim giderim ooof Varna görünmez Dönerim arkama bakarım ooof Kimseler gelmez Dönerim arkama bakarım ooof Kimseler gelmez Babam da ihtiyar ooof Ata binmez Nişanlım küçüktür ağ-beyler ooof Yolları bilmez. Nişanlım küçüktür ağ-beyler ooof Yolları bilmez Söyle Elif kız söyle ooof Türkünü söyle Türkü de bilmiyom ağ-beyler ooof Kuran okurum. Türkü de bilmiyom ağ-beyler ooof Kuran okurum. Esvaplarım sandıkta ooof Basılı kaldı. Evde nişanlım ağ-beyler ooof Yasılı kaldı. Evde nişanlım ağ-beyler ooof Yetişin kardaşlar yetişin ooof Aldılar beni Deli de orman şarkaları ooof Çaldılar beni Deli de orman şarkaları ooof Çaldılar beni “Haticem - İnce Giyerim İnce” Yöreye ait türkünün sözleri şöyledir: İnce giyerim ince Pembe yakışır gence İnsan bir hoş oluyor Sevdiğini görünce Of sen yana ben cama İkimizin resmini çıkarsınlar yan yana Derelerin çakılı Nerden aldın akılı Döne döne oynuyor Ağabeyimin çakırı Of sen yana ben cama İkimizin resmini çıkarsınlar yan yana Dereler çakıl taşlı Ördekler yeşil başlı Benim sevdiğim dilber Al yanak kalem kaşlı Of sen yana ben cama İkimiz resmini çıkarsınlar yan yana
  19. _asi_

    Kırklareli mutfağı

    KIRKLARELİ YEMEKLERİ PIRASA BÖREĞİ (Kırklareli) Hamuru (bir tepsi için): 1/2 kg un 1 yumurta 1 tatlı kaşığı tuz 1 kahve fincanı sirke 1 kahve fincanı sıvı yağ Malzemesi: 6 adet pırasa 3 adet domates 1 yumurta 1 tatlı kaşığı tuz 1 tatlı kaşığı karabiber 1 tatlı kaşığı pul biber Hazırlanışı: Pırasa ve domatesleri küçük küçük doğrayın. Üzerine yumurta, tuz, karabiber ve pul biberi ekleyerek iyice karıştırın. Hamur için un, yumurta, sirke, sıvı yağ ve tuzu karıştırarak yoğurun. Azar azar su ilave ederek kulakmemesi yumuşaklığında bir hamur elde edin. Hamurdan soğan büyüklüğünde parça keserek oklava yardımı ile açın. Yufkayı ortadan ikiye bölün ve malzemeden orta kısmına koyarak rulo biçiminde sarın. Bir ucundan tutup kendi etrafında döndürerek daire şeklini verin. Hamur bitene kadar yufka açmaya devam edin. Hafifçe yağlanmış fırın tepsisine börekleri dizin. Böreklerin üzerine yağ sürün ve önceden ısıtılmış orta ısıdaki fırında pişirin. KUZU KAPAMA (Kırklareli) Malzemeler: 6 parça kuzu eti 1 demet taze soğan 2 kıvırcık salata 5 diş sarımsak 1.5 yemek kaşığı tereyağı 1su bardağı su tuz Hazırlanışı: Bir tavada yağ eritilir, etlerin altı üstü çok az kızartılır ve bir tepsiye alınır. Soğanların yeşil tarafları ve kıvırcıklar doğranır. Tepsideki etlerin üzeri bu yeşilliklerle kapatılır. Su, sarımsak ve tuz ilave edilerek kısık ateşte 45 dakika pişirilir. YEŞİL MERCİMEK ÇORBASI (Kırklareli) 1 su bardağı yeşil mercimek 1 su bardağı nohut 1 su bardağı yarma 50 gr tereyağı 3 çorba kaşığı un 1 çay kaşığı karabiber Tuz, kırmızı pulbiber 1. Nohut, mercimek ve yarmayı akşamdan ıslatın. Suyunu değiştirip basınçlı tencerede haşlayın. Tencereyi ocaktan alın. 2. Tereyağını tavada kızdırıp unu kavurun. Çorbanın suyundan 1-2 kaşık ekleyip karıştırın. Unlu karışımı tencereye ilave edip karıştırın ve tencereyi ocağın üzerine alın. Tuz ve karabiber ekleyip 5 dakika daha pişirin. Servis kâselerine paylaştırıp üzerine kırmızı pulbiber serpin. Sıcak olarak servis yapın. PIRASA BÖREĞİ (Kırklareli) 1 kg pırasa 2 çorba kaşığı domates salçası 3 çorba kaşığı sıvıyağ Hamur için: 500 gr un Su Sıvıyağ Tuz 1. Pırasaları temizleyin. Yıkayıp küçük küçük doğrayın. Tavada sıvıyağı kızdırıp pırasaları ilave edip yumuşayana kadar kavurun. Salçayı ekleyip karıştırın. Tuzunu ilave edip tavayı ocaktan alın. 2. Unu hamur yoğurma kabına alın. Tuz ekleyip harmanlayın. Azar azar su ilave edip kulak memesi yumuşaklığında bir hamur yoğurun. Hamurdan 10 tane beze hazırlayın. Tezgâha un serpip bezeleri tepsiden biraz daha büyük olacak şekilde açın. Tepsiyi yağlayın ve yufkaları aralarına yağ sürerek üst üste yerleştirin. Hazırladığınız pırasalı malzemeyi en üste yayıp hamurun dışa taşan kenarlarını içe doğru kıvırın. Yufkanın kenarlarına sıvıyağ sürüp önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında 45-50 dakika pişirin. Dilimleyip sıcak olarak servis yapın. POĞAÇA (Kırklareli) 1 su bardağı ılık süt 1 paket (42 gr) yaş maya Yarım su bardağı sıvıyağ Aldığı kadar un Tuz Üzeri için: 1 yumurta sarısı 1 çay kaşığı susam 1 çay kaşığı çörekotu 1. Mayayı ılık sütle ezip iyice karıştırın ve kabarana kadar bekletin. Unu hamur yoğurma kabına alın ve ortasını havuz gibi açın. Mayalı süt, sıvıyağ ve tuz ekleyip kulak memesi kıvamında bir hamur yoğurun. Üzerini nemli bezle örtün. Ilık ortamda hamur 2 misli kabarana kadar yarım saat bekletin. 2. Hamurdan yumurtadan biraz daha büyük parçalar koparıp bezeler hazırlayın. Her bir bezeyi tezgâhın üzerinde elinizle yuvarlayıp uzatın ve iki yöne doğru bükün. Hamuru kendi etrafında sarıp uçlarını kıvırın. Malzeme bitinceye kadar işlemi sürdürün. Hamurları yağlanmış fırın tepsisine yerleştirin. Mayalanması için 10-15 dakika daha bekletin. Üzerlerine yumurta sarısı sürün. Susam ve çörekotu serpip önceden ısıtılmış 200 dereceye ayarlı fırında üzerleri hafif kızarana kadar pişirin. NOHUTLU EKMEK (Kırklareli) 6 su bardağı un 1 çorba kaşığı sıvıyağ 45 gr nohut 1.5 çorba kaşığı tuz Su Nohudu yıkayıp havanda dövün. Bir kaba alıp sıcak suyla ıslatın ve 1 saat bekletin. 1 bardak unu, tuz ve su ilavesiyle yoğurup yumuşak kıvamlı bir hamur hazırlayın. Nohudu ekleyip karıştırın ve 2-3 misli kabarana kadar bekletin. Ayrı bir yerde boza kıvamında bir hamur hazırlayıp nohutlu hamuru ekleyin ve iyice karıştırın. Üzerini nemli bir bezle örtüp sıcak bir yerde sabaha kadar bekletin (2 saatte bir yoğrulması gerekiyor). Kabaran hamuru kalan un, tuz ve su ilavesiyle kulak memesi yumuşaklığında olana kadar yoğurun. Hamuru yağlanmış tepsiye yayın. Üzerini nemli bezle örtüp ılık bir ortamda 1 saat bekletin. Önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında 35-40 dakika pişirin. Sıcak veya ılık olarak servis yapın. KAÇAMAK (Kırklareli) 8 su bardağı su Aldığı kadar mısır unu 20 gr tereyağı Tuz Üzeri için: Lor peyniri 1. Suyu bir tencereye alıp kaynatın. Tuzunu ekleyip karıştırın. Mısır ununu azar azar eklerken tahta kaşıkla sürekli karıştırın. Kek hamuru kıvamına gelince tahta kaşığı 2-3 yerine batırıp 1 dakika daha pişirerek suyunu çektirin. Katılaşınca ocaktan alıp tepsiye boşaltın. 2. Tereyağını bir tavada kızdırıp üzerine gezdirin. Tahta kaşıkla yedirerek iyice karıştırın. Kaşığın sırtı ile üzerini düzeltin. Lor peyniri serpiştirip sıcak olarak servis yapın. HÖŞMERİM (Kırklareli) 500 gr tuzsuz taze peynir (yağlı) veya lor peyniri 2 yumurta sarısı 1 su bardağı un 15 gr tereyağı 750 gr tozşeker Üzeri için: İri çekilmiş ceviz içi veya hindistancevizi 1. Peynire yumurta sarılarını ekleyip tahta kaşıkla karıştırın. Karışımı bir tencereye alıp tereyağını ilave edin. Azar azar un ekleyip tahta kaşıkla karıştırarak pişirin. Koyu kıvama geldiğinde şekeri ekleyip karıştırarak 10 dakika daha pişirin. 2. Höşmerim'i servis tabağına alın. İri çekilmiş ceviz içi ya da hindistancevizi ile süsleyip servis yapın. Balkanlardan göç edenlerin yerleştiği Kırklareli'nde zengin bir mutfak kültürü var. Hamur işlerinin ağırlıklı olduğu yöre mutfağı, balık ve av etleri ile hazırlanan yemeklerle çeşitleniyor. Peynir ve yoğurt Kırklareli'nde hayvancılıkla uğraşıldığından süt, peynir ve tereyağı bolluğu var. Yaklaşık 10-12 mandıra üretim yapıyor. Burada beyazpeynir, kaşarpeyniri ve yoğurt imal ediliyor. Sütler, Balkan köyleri dedikleri Kofçaz ilçesi ve çevresinden geliyor. Mandıra sıcak süt kokuyor. Filtre edilmiş sütler soğutma panelinde, yapılacak peynirin türüne göre 27-35 derece arasında soğutulup mayalanma kazanlarına geçiyor. Burada maya eklenip bekletiliyor. Kasnak denilen teknelere cendele bezi seriliyor. Peynirler buraya alınıp 2-3 saat dinlendiriliyor ve suyu süzülüyor. Kesilip tuzlu suya alınıyor ve 24 saat bekletiliyor. Tenekelere konan peynirler buzhanenin yolunu tutuyor, Taze peynirin en az 3 ay buzhanede beklemesi gerektiğini; keçi ve koyun sütünden imal edilen kaşarpeynirinin 2 sene beklediğini, inek sütünden imal edilenlerin kesinlikle bekletilmemesi gerekiyor Çorbalar Terbiye yapılmamış işkembe çorbası (Değirmendere), Umaç (Dolhan Köyü), Höşmel (Babaeski ilçesi Karahalil Beldesi) Bakla çorbası, Süt çorbası, Tarhana çorbası; Bıldırcın, ördek, tavşan ve üveyik çorbası. Sebze yemekleri Borani (Yoğurtlu labada), Toyga (Unla pişirilmiş labada), Manca, Soğan aşı (Piyazlık soğanlar salça ve su eklenip pişiyor, indirmeye yakın yumurta kırılıp karıştırılıyor), Tarla yemeği (Küp doğranmış patlıcan, iri doğranmış biberle az yağda pişiyor. Domates doğranıp tuz ekleniyor ve kendi suyunda pişiyor.) ve her türlü sebze yemeği ile dolma ve sarmalar. Et yemekleri Yahni (Düğün yemeği), Papaz yahnisi (Düğün yemeği. Bulgaristan'ın Kırcaali bölgesinden gelenler yapıyor.), Tas kebabı, Kuzu kapama (Hıdırellez kuzusu), Ciğer tava, Ciğer yahni, Kalle (Merkez ilçe Ürünlü Köyü'nde yapılıyor. Tavuk etine lahana turşusu ve pirinç ilave ediliyor.), Tavuk bulamacı (Kavrulmuş una haşlanmış tavuk etleri ekleniyor.), Tavuk kapama (Pirincin üzerine haşlanmış tavuk eti ve tavuk suyu eklenip fırında pişiyor.), Hindi kapama, Sucuk (Kızılcıkdere). Av hayvanlarından yapılan yemekler Av hayvanlarından yapılan yemekler: Bıldırcın kapama (Pilavlı dolma), Bıldırcın, ördek ve üveyik kâğıt kebabı, Tavşan dolması, Tavşanlı papaz yahnisi, Tavşan köftesi, Tavşanlı tarhana bulamacı, Tavşan tandır (Temizlenen tavşan derisi ters çevrilerek kor ateşe gömülüyor.), Tavşan ve ördek kandilli mantısı. Balık yemekleri Kırklareli'nin İğneada ve Kıyıköy beldelerinde halk geçimini balıkçılıkla sağlıyor. Deniz, göl ve derelerden avlanan balıkların tava, ızgara ve pilâkisi yapılıyor. Otlarla yapılan yemekler Kupriva (Pomak köylerinde ısırgan otuyla yapılan yemek.) Pilav-makarnalar Manca (Etli bulgur pilavı. Merkez ilçe Armağan Köyü'nde çocuk doğunca yapılıyor.), Kuskus pilavı, Pirinç pilavı, Çimdik (Erikler Köyü'nde üçgen hamurlar haşlanıp süzülüyor sarımsaklı yoğurtla yeniyor.), Erişte, Yoğurtlu kulak (Karahalil Köyü). Ekmek ve hamur işleri Nohutlu ekmek, Katmer, Akıtma, Cizleme, Somun, Tuzsuz ekmek, Pırasa ve ısırgan böreği, Muhacir böreği, Kıvrım, Kabaklı kıvrım, Tatar böreği, Ispanak böreği, Kabak böreği (Tikvenik), Kandilli mantı (Babaeski?nin Karahalil beldesinde yapılıyor.), Kalın kıyı (Karahalil), Kaçamak. Tatlılar Höşmerim (Lüleburgaz), Hurma tatlısı (Karahalil), Bulama; üzüm, pancar, dut ve karpuz pekmezi; erik, kayısı ve ayva pestili, Yazlık helva, Tahin helva, Yumurta tatlısı. İçecekler Vişne, çilek, kızılcık, güvem, kuru üzüm ve kayısı şerbeti; hardaliye, ev şarabı, ve boza. Hardaliye için çürüksüz, sağlam üzümlerin (Bütün üzümlerden yapılır ama Alfons cinsi olursa rengi koyu olur) sadece kabuğu kırılacak kadar ezilir. Hardalın da kabuğu çatlayacak kadar ezilip küplere bir kat üzüm, bir kat vişne yaprağı sıralamasıyla yerleştirilir. Üzerine hardal eklenir. Hardal, şıranın şarap ya da sirkeye dönüşmesini engeller. Kaynama döneminden sonra 10-15 gün içinde içilecek kıvama gelir. Hardaliye, tortusundan arındırmak için süzülür. Şarap gibi kaptan çıktığı gibi içilmez. Hardalın acı tadını gidermek için bir miktar su eklemek gerekir.
  20. _asi_

    Kırklareli-Coğrafyası

    Kırklareli'nin Coğrafyası Kırklareli: Türkiye’nin kuzeybatısı, Marmara Bölgesi’nin Trakya kesiminde yer almaktadır.Dünyadaki konumu itibariyle 41 derece, 13 dakika, 34 saniye ve 42 derece 05 dakika, 03 saniye kuzey enlemleri ile 26 derece 54 dakika , 14 saniye ve 28 derece 06 dakika 15 saniye doğu boylamları arasında bulunur. Kırklareli, Türkiye'nin Avrupa Kıtası'nda bulunan Trakya Bölgesi'nde yer alır. 41o44' - 42o00' Kuzey Enlemleri ile, 26o53' - 41o44' Doğu Boylamları arasında kalır. 6.555 km2 toprak büyüklüğüne sahiptir. Kuzeyden 159 km sınır uzunluğu ile Bulgaristan, doğudan 58 km. kıyı uzunluğu ile Karadeniz, batıdan Edirne, güneydoğudan İstanbul, güneyden ise Tekirdağ illeri ile çevrilidir. toprakların %48'i dağlık, %35'i dalgalı arazi, %17'si ise ovalıktır. Bölge, yeryüzü şekilleri bakımından çeşitli görünümler yansıtır. Kuzey ve Kuzeydoğu doğrultusunda uzanan Yıldız Dağları (Istrancalar) Kırklareli'nin kuzeyinde bir nevi doğal duvar meydana getirir. Istranca adı, özellikle dağların güney yamaçlarından çok sayıda dere, çay çıkması dolayısiyle "Akıntılı-Akarsulu Yer" anlamına gelmektedir. Mitolojide Istrancalar'ı çevreleyen geniş coğrafi bölge Şarap Tanrısı Bakhus'a tahsis edilmiş yerler olarak ifade edilmektedir. Pınarhisar ilçesine bağlı Evciler Köyü ile Vize ilçesine bağlı Sergen Kasabası arasında kalan Mahya (Magiada) Tepesi 1.031 metre ile Yıldız Dağları'nın en yüksek tepesini oluşturur. En düşük seviye Karadeniz kıyısında 10 metre kadardır. Bu durumda Trakya, kenarları oldukça yüksek tepelik, ortası çukur (Ergene Ovası) bir çanak biçimindedir. Ancak çeşitli nedenlere bağlı aşınmalarla yavaş yavaş düzleşmeye başlamış bir ova görünümü vardır. Bölgenin toprak yapısı, yeryüzü görüntüsü 1. ,2. ve 3. Jeolojik Zaman'larda biçimlenmiştir. Bundan dolayı toprak çeşitli katmanlarla zenginleşmiştir. Oturmuş, sıkışmış, durağan katmanlar nedeniyle 4. Derece Deprem Bölgesi kabul edilir. Bulgaristan, Romanya ve Rusya'nın güneyinde meydana gelen depremlerden etkilenir. BİTKİ ÖRTÜSÜ VE ORMANLAR Kırklareli Bölgesinde bitki örtüsünü 5 grupta toplamak mümkündür. 1. Nemli Ormanlar 2. Kuru Ormanlar 3. Stepler (otu bol bozkırlar) 4. Maki (çalı ve ağaçlarla kaplı alanlar) 5. Kıyı Bitkileri Ergene Havzası'nda ve Kırklareli'nin Yıldız Dağları'nın güney yamaçlarında Kuru Orman Grubu'na ait bitkilere bol miktarda rastlanmaktadır. Kırklareli Bölgesi bitki örtüsü ve çeşidi yönünden zengindir. Bu doğal bitkiler arasında meşe, gürgen, kızılçam, karaçam, dişbudak ve seyrek olarak da karaağaç, kızılcık, karaçalı, yabani armut, akçaağaç, maki cinsinden katran ardıcı bulunmaktadır. Karaçam ve kızılçam gibi odunsu bitkiler Kırklareli bitki örtüsü ağaçlandırma sırasında dahil edilmişlerdir. Ergene Havzası'nın plato denilen yüksek yerlerinde orman kalıntılarına (çalılıklara) rastlanır. Fakat Ergene Ovası'nın büyük bir kesimi steptir. Ova ise odunsu bitki denilen ormanlık alanlardan yoksundur. Oysa geçmiş yüzyıllarda buralarda zengin ormanlar vardı. Özellikle TEM (otoyol) 'in kuzeyi ormanlarıyla ünlüydü. Bitki örtüsüne göre toprakların dağılımı: Tarım arazisi 321.432 hektar %48 Ormanlık Arazi 239.937 hektar %44 Çayır/Mera 31.56 hektar %5 Kırklareli'nin ekonomik ve doğal zenginliklerinde biri ormanlardır. Ormanlar 1944 yılında kişilerden alınarak devlete, ulusa maledilmişlerdir. Ormanların bakımı ve korunması amacıyla Kırklareli Orman İşletme Teşkilatı 1994 yılında kurulmuştur. Halen Kırklareli, Vize ve Demirköy'de Orman İşletme Müdürlükleri bulunmaktadır. Kırklareli'nde ormanlar "Baltalık ve Koru Ormanı" olarak bulunmaktadır. Bunlardan endüstriyel (tomruk, maden direği, telefon direği) ve yakacak odun elde edilmektedir. Kırklareli ormanlarının 27.144 hektarı bozuk, 109.768 hektarı ise normal bulunmaktadır. Baltalık ormanların ise 47.563 hektarı bozuk baltalık, 55.462 hektarı da normal baltalıktır.
  21. _asi_

    Kırklareli Genel Bilgiler

    GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 6.550 km² Nüfus: 890.306 (1990) İl Trafik No: 39 Bir sınır kenti olan Kırklareli'nde Antik dönem, Orta Çağ, Bizans, ve Osmanlı kültürünü yansıtan birçok eserler bulunmakta olup, kıyı turizmi, kültür, karavan, kamping ve su sporları turizmi, av ve doğa turizmi gibi birçok dal için ideal bir merkez konumundadır. İLÇELER Kırklareli ilinin ilçeleri; Babaeski, Demirköy, Kofçaz, Lüleburgaz, Pehlivanköy, Pınarhisar ve Vize'dir. Babaeski: İl Merkezine 37 km. mesafededir. Cedit Ali Paşa Cami ile Babaeski Köprüsü ve Alpullu (Sinanlı) Köprüleri en önemli kültür eserleridir. Lüleburgaz: İlçedeki Sokullu Mehmet Paşa Cami ve Şadırvanı önemli bir sanat eseridir. Demirköy: İl Merkezine 74 km. mesafededir. İlçede Sivriler Köyü yakınlarında XV.yy. ait İstanbulun fethi sırasında kullanılan büyük topların dökümünün yapıldığı dökümhane bulunmaktadır. Kofçaz: İl Merkezine 26 km. mesafededir. İlçe sınırları içerisinde çok sayıda tümülüs, dolmen ve tarihi yerleşim alanı bulunmaktadır. Lüleburgaz: İl Merkezine 61 km. mesafededir. İlçede Sokullu Mehmet Paşa Cami ve Şadırvanı ile Mimar Sinan eseri olan Lüleburgaz Köprüsü kültürel eserlerdir. Pehlivanköy: İl Merkezine 62 km. mesafede bulunmaktadır. Pınarhisar: İl Merkezine 30 km. mesafede bulunmaktadır. İlçe sınırları içerisinde çok sayıda tümülüs, nekropol ve yerleşim alanı bulunmaktadır. Vize: Eski Kırklareli-İstanbul yolu üzerinde olup, İl Merkezine 56 km. mesafededir. İlçedeki Gazi Süleyman Paşa Cami önemli bir eseridir.Doğu Trakya�da tümülüslerin en yoğun olduğu bölgedir. Şehir merkezinde 2 höyük ve Roma Dönemine ait bir tiyatro mevcuttur. NASIL GİDİLİR Karayolu Otogar Tel : (+90-288) 214 12 60 Demiryolu İstasyon Tel : (+90-288) 214 12 60 GEZİLECEK YERLER Müzeler ve Örenyerleri Kırklareli Müzesi Adres: Kırklareli Tel: (288) 214 21 39 Camiler, Külliyeler, Kiliseler ve Manastırlar Hızır Bey Külliyesi Kırklareli Merkezindedir. 1303'de Kösemihalzade Hızır Bey tarafından yaptırılan külliye hamam, cami ve arastadan oluşmaktadır. Osmanlı dönemine ait olan külliye ilin en önemli tarihi eseri olma özelliğine sahiptir. Hamamı, çeşmesi ve camisiyle bir kompleks oluşturmaktadır. Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi Lüleburgaz ilçesinde bulunmaktadır. 1570 tarihli külliye camisi, hamamı, medresesi ve kervansarayı ile görkemli bir Osmanlı yapıtıdır. Cedit Ali Paşa Cami Babaeski ilçesinde bulunmaktadır. Mimar Sinan'ın yapıtı olan caminin 1561-1565 yılları arasında yapıldığı sanılmaktadır. Küçük Ayasofya Kilisesi (Gazi Süleyman Paşa Cami) Vize ilçesinde bulunmaktadır. Kale mahallesinde surlar arasında bulunan Kilise, Gazi Süleyman Paşa tarafından XVI. yy.da camiye çevrilmiştir. Mağara Manastırı Vize İlçesinde bulunmaktadır. İlçenin kuzeybatısındaki vadinin yamacında, kayalara oyularak yapılmıştır. Ayanikola Ayazma ve Manastırı Vize ilçesinin Kıyıköy beldesindedir. Tümüyle kaya kütlesinin içi oyularak biçimlendirilmiş olup üç bolümden oluşmaktadır. Kırklarelinde bulunan diğer manastırlar; Kaya Manastırı (Kaynarca) Bizans Dönemi Vize Mağara Manastırı (Vize Asmakaya Mevkii) Bizans Dönemi Ayanikola Manastırı (Kıyıköy) dır Mezarlar Kırklareli İl sınırları dahilinde tescilli 92 adet tümülüs bulunmaktadır. Kırklareli tümülüslerinin Tunç Çağının sonlarından (M.Ö.14-13 yy. - M.S.3 yy.) başlarına kadar devam ettiği kazılarla anlaşılmaktadır. Bunlar; Kırklareli A,B,G tümülüsleri, Alpullu Höyük Tepe Tümülüsü, Lüleburgaz Kepirtepe Tümülüsü, Düz Orman Tümülüsü, İslam Bey Tümülüsüdür. Dolmenler (Kapaklı Kaya Mezarları): Trakya'da çok sayıda görülen anıt mezarların erken safhası olarak kabul edilir. Tespit edilen dolmenlerin (M.Ö.1300-800) kullanım gördüğü anlaşılmaktadır. Bunlar; Kofçaz, Dereköy, Kadıköy, Kula, Geçitağzı, Kapaklı, Düzoralan Köyleri yakınlarında bulunmaktadır. Menhir (Dikili Taşlar) Kırklareli çevresinde çok sayıda bulunmaktadır. Esas kullanım süreci Erken Demir Çağı'dır.Bunlar Kırklareli Merkez Erikler, Değirmencik, Ahmetçe Köyleri, Lüleburgaz Civarı. Korunan Alanlar Kırklareli - Kasatura Körfezi Tabiatı Koruma Alanı Kırklareli - Saka Gölü Tabiatı Koruma Alanı Mağaralar Kırklareli'nde Türkiye'nin önemli mağaralarından olan Dupnisa Mağarası dışında Vize/ Kıyıköy'de Kaptanın Mağarası ile Kiyıköy Mağarası, Vize/ Balkaya'da Domuzdere ve Yenesu Mağaralarıdır. Plajlar Kırklareli, yaklaşık 50 km' lik doğal bir kumsala sahiptir. Plajların en önemlileri Kıyıköy, İğneada ve Kastros'tur. Kıyıköy (Midye) Vize'ye 40 km. mesafede bulunmaktadır. Karadeniz'e egemen, kayalık bir zemin üzerinde bulunan Kıyıköy Beldesi, tabiat harikasi iki doğal sit arasında bulunmaktadır. Bu derelerde alabalık, sazan ve kefal balıkları avlanabilmekte, motorla ya da kayıkla gezinti yapılabilmektedir. Pabuçdere ile deniz arasında dar uzun ve temiz bir kumsal bulunmakta ve burada yazın kamp kurulabilmektedir. Kıyıköy'de günübirlik kullanıma yönelik güzel balık lokantaları ile cafeler dışında konaklama olanakları da mevcuttur. Ev pansiyonculuğu ileri seviyededir. İğneada Demirköy'e 25 km. Kırklareli'ne ise 97 km. mesafede bulunan İğneada, 40-50 m. genişliğinde ve yaklaşık 10 km. uzunlusunda bir kumsala sahiptir. İğneada, özellikle yakın çevresinde bulunan çok sayıdaki birinci derece doğal sit alanları ile ilgi çekmektedir. Kastros Kıyıköy'e 18 km. Kırklareli'ne ise 85 km. mesafede yer alan Kastros plajları, 500 metre uzunluğunda ve 200 metre genişliğinde bir alan kaplamaktadır. Denizi berrak, sahili ince kumlu ve yer yer kayalık bir yapıya sahiptir. Plajın kuzeyi ve güneyi ormanlarla kaplıdır. Plaj alanında çadırlı kamp, lokanta, büfe, WC, çay bahçesi, içme suyu gibi ihtiyaçlara cevap verecek tesisler bulunmaktadır. Kuş Gözlem Alanı İğneada Ormanları COĞRAFYA Kırklareli ülkemizin ormanları bol illerinden biridir. Yaban hayatı çok zengin olan Kırklareli, önemli av merkezlerindendir. Yıldız dağlarının yoğun ormanlarla kaplı yükseltileri büyük av hayvanlarının, ovalar ise kanatlı av hayvanlarının yaşama alanlarıdır. İlde kara avcılığı yanında, Karadeniz'de balık avcılığı da yapılmaktadır. Mevsimine göre her türlü balık avlanabilmektedir. Ayrıca, akarsu ve derelerde olta balıkçılığı da yapılmaktadır. En çok alabalık, miryana, sazan avlanmaktadır. Kırklareli iklimi yörelere göre farklılık göstermektedir. Kırklareli merkezinde de karasal iklim hakimdir. Yıldız Dağlarının kuzeye bakan kesimlerinde Karadeniz iklimi görülür. Buna bağlı olarak yazlar serin, kışlar ise soğuktur. Denizden uzak iç kesimlerde ise karasal iklim görülmektedir. Yazlar sıcak, kışlar soğuk ve zaman zaman kar yağışlı geçmektedir. TARİHÇE Neolitik çağdan itibaren (M.Ö. 6000) Kalkolitik, Tunç ve Demir Çağlarında yoğun olarak insanların yaşadığı, ele geçen belgelerden anlaşılmaktadır. Bölgede Troklar, Persler, Makedonyalılar, Galatlar, Biritanya Krallığı, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlıların hakimiyetinde kurulmuştur. NE YENİR Et ve süt ürünlerinin yanı sıra sebze ve meyve de beslenmede önemli bir yer tutar. Kaşar peyniri ve ay çiçeği üretimi yaygındır. Yörede, bağcılığa bağlı olarak içki yapımı gelişmiştir. Keşkek, zerde, kaymakçına, plaska, sulu kaçamak, kuru kaçamak, ısırgan böreği, külür, kapama, çoban böreği ısırgan otu çorbası yöreye özgü yemeklerdir. NE ALINIR Peynir, el sanatları ve geleneksel ahşap ev eşyalarının yanı sıra dokuma ürünleri alınabilir. YAPMADAN DÖNME Hızır Bey Cami ve Külliyesini görmeden, Bıldırcın kağıt kebabı ve koyun yoğurdu yemeden, Hardaliye içmeden, Peynir almadan ...Dönmeyin.
  22. _asi_

    Kırklareli tarihçe

    TARİHÇE Yurdumuzun kuzeybatısında ve Trakya bölgesinde yer alan Kırklareli’nin, özellikle son yıllarda yapılan bilimsel kazı ve araştırmalarda elde edilen bulgulardan M.Ö. 5800’lere varan, insanlık tarihi kadar çok eski bir yerleşim bölgesi olduğu görülmektedir. Kırklareli, Anadolu tipi koloni yerleşim merkezidir ve Asya-Avrupa kültürlerinin geçiş yoludur. Bu nedenle tarih boyunca buradan geçen değişik kavimler uygarlık izlerini bırakmışlar ve şehir çeşitli isimler almıştır. M.Ö. 5000 tarihi dolaylarından başlayarak dalgalar halinde gelen göçler ile Trakya’ya gelen ve yerleşen topluluklar bulunmaktaydı. Bu göçler M.Ö. 1200 yıllarına kadar çeşitli karışıklıklar ve sosyal oluşumlar devam etmiş ve yörede çeşitli beylerden oluşan Trak Krallığı oluşmaya başlamıştır. Bu Trak beyliklerinden ilimiz dahilinde oturanlar arasında Ast, Madiaten, Melandit, Odris, Tin ve Tranipsa gibi beylikler bulunmaktaydı. Ayrıca, tarihe damgasını vurmuş olan istilalar ve yabancı hakimiyetlerinden etkilenmiş, karışıklıklar yaşanmış ve hatta birçok yer yanmış, yıkılmıştır. M.Ö. 750 yıllarında Avrupa’dan Anadolu’ya geçen Trak kabilelerinden Frigyalılar Anadolu’da bir devlet kurmaya başlamışlardır. M.Ö. 7. yüzyılda bölge İskitlerin hakimiyeti altına girmiştir. M.Ö. 513’de Dareios’un İskit seferleri ile Persler’in eline geçmiştir. M.Ö. 5. yüzyıl ortalarında Trak beylikleri birleşerek Odris Devletini kurmuşlardır. M.Ö. 4. yüzyıl ortalarında Makedonya Kralı II.Filip, Odris Devletine son vermiştir. M.Ö. 3. yüzyılın sonlarına doğru Galatlar, bölgeyi ele geçirmiştir. M.Ö. 46 yıllarında İmparator Claudius zamanında Roma’ya bağlanmıştır. M.S. 4. yüzyıl sonlarından itibaren Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ile Bizans’ın eline geçen Trakya, Avrupa üzerinden gelen hem savaşçı hem de bunların önünden kaçan kavimler tarafından istila edilmeye ve ele geçirilmeye çalışılmıştır. Trakya Bölgesinde, M.S. 4. yüzyılda Gotlar, 5. yüzyılda Hunlar, 4. yüzyıldan başlayarak zaman zaman 8. yüzyıla kadar Avarlar, 9. yüzyılda Peçenekler, 10. yüzyılda Macarlar, 12. yüzyıldan itibaren de Moğollar ile devam eden bir göç yaşanmıştır. 9. yüzyılıda Kırklareli, Bizans’a karşı Araplar’ın yanında savaşan Peçenekler’ce yağma görmüştür. 913 ve 924 yıllarında olmak üzere Kırklareli iki defa Bulgar’larca istila edilmiştir. 1190’da Haçlılar, Kırklareli’ni aldılar ve 1204’de yöre Latinler’in eline geçmiştir. 1264 yılında Bulgar ve Tatarlar tarafından yağmalandı. 1263- 1264 yıllarında, Alp Erenler’den 15-20 bin kişilik bir taraftar ile Moğolların Anadolu’yu işgali üzerine Rumeli’ye geçmiş ve Kırklareli üzerinden Romanya’da Dobruca Savaşı’na katılmışlardır. Bu arada daha Kırklareli fethedilmemişken ilk defa bir Türk-İslam Kolonisi oluşturulmuştur. 1300 lerin başında Bizans’ın ücretli askerleri Katalan askerleri Trakya’yı ele geçirdi. 1361 yılında Kırklareli, Bizanslıların elinden Osmanlılar’a geçti. 1367 yılında Bulgarlar’ca işgal edildi. Tam olarak bilinmemesine rağmen 1365 ile 1370 yılları arasında I.Murat tarafından Kırklareli Bulgarlar’dan alınarak ikinci defa Osmanlılar’a katıldı ve bölgede Osmanlılar yerleşik düzene geçilmiş oldu. 24 Ekim 1912 yılında Kırklareli Bulgarlar tarafından işgal edildi. 26 Temmuz 1920’de Kırklareli Yunanlılar tarafından işgal edildi. 10 Kasım 1922’de Kırklareli işgalden kurtarıldı. Bilimsel kazı ve araştırmalar tam olarak yapılmadığından, Kırklareli'nin özellikle yazılı tarih öncesi dönemlerini henüz gün ışığına çıkarılamamıştır. Yapılan arkeolojik kazılar sonucu elde edilen bulgulardan, Trakya Kültürünün EGE ve BALKAN Kültürleri ile ilişki içinde olduğu anlaşılmıştır. Kırklareli'nde yapılan araştırmalarda bulunan Aşağıpınar Höyüğü, Kırklareli'nin yerleşme tarihinin Neolitik (İ.Ö. 5800-4800) Döneme rastladığını göstermektedir. Demir Çağının ortalarına doğru (1200-600) Trakya, Anadolu ve Ege'de gelişen uygarlıkların etki alanına girmiş, ilk Trak yerleşmeleri ve bunlarla birlikte tümülüs adı verilen büyük yığma tepeler (anıt mezarlar) görülmeye başlanmıştır. Bu dönemden itibaren Trak Boylan bugünkü Trakya'ya yerleşmiş ve bölgeye adlarını vermişlerdir. Trakya'ya yerleşen Trak'lar çeşitli kavimlerin akınlarına uğramış; İ.Ö. 513'te Pers İmparatoru DAREİOS İstanbul Boğazından geçerek Kırklareli (PINARHİSAR) üzerinden Tuna Bölgesine ilerlemeye başlamış ve böylece PERS'ler TRAKYA'yı ve KARADENİZ'in batı kesimlerini ele geçirmişlerdir. Persler Trakya'nın batısında bulunan Yunanlılarla uğraşırken, Perslerin bu baskısından kurtulmak isteyen Doğu Trakya'daki Trak Oymaklarından ODRİS OYMAĞI, diğer oymaklarla birleşerek küçük bir devlet kurmayı başarmışlardır. (İ.Ö.V.yy.) ODRİS'lerin kurdukları bu devletin başına TERES geçmiştir. Daha sonra Makedonya Kralı İkinci Filip Trakya'ya saldırakak ODRİS Devletine son vermiş, İ.Ö. 350 yılında Trakya Makedonya'ya bağlanmıştır. Kırklareli'nin Karadeniz kıyısında ASTAİLER siyasi bir ağırlık kazanarak Bizye'yi (Vize) başkent yapmışlar, ancak İ.Ö. 280 yıllarında GALAT'ların (KELT'lerin) saldırısına uğramalarına rağmen varlıklarını sürdürmeyi başarmışlardır. Romalılar tarafından Kırklareli yöresi ve Marmara kıyıları İ.Ö. 190 yılında istila edildi. Romalılar kendi idarelerinde (i.Ö.72 yılında) tarihe Şarki Trakya Krallığı olarak geçen ve başkenti (Bizye) Vize olan bir devlet kurdular. Ancak (İ.S. 44) yılında İmparator Claudius, tüm Trakya'yı bir Roma Eyaleti haline getirmiştir. 377 tarihinde Gotların, 441 yılında Hunların istilasına uğrayan Trakya, daha sonra Bulgar ve 526 tarihine kadar Slav hakimiyetinde kalmıştır. Kırklareli ve civan (İ.S. 527-565) yıllarında İmparator Justinyen Döneminde tekrar Bizans'a katılmış, bu dönemde Kırklareli ve çevresi parlak bir dönem yaşamıştır. M.S. 618 yıllarında Avar Akınları İstanbul surlarına kadar ulaşmıştır. İ.S. 811 yılında Bulgarlar Trakya'yı tekrar istila etmiş ve kısa süren barış dönemi, Peçenekerin istilası ile bozulmuştur. 1190 yılında Kırklareli Haçlılar tarafından işgal edilmiştir. Başpiskoposluk merkezi olan Lüleburgaz, Şehzade Murat tarafından alınmış ve Şehzade Murat Babaeski'ye yerleşmiştir. Osmanlıların Trakya'da ilerlemesi Bulgarları tedirgin etmiştir. Bulgar Çarı Ivan Aleksandır Kırklareli, Pınarhisar, Kıyıköy ve Vize'yi işgal etmiştir. 1365 yılında Ivan Aleksandır'ın ölümünden sonra Osmanlılar bu yerleri tekrar geri almışlardır. Süleyman Çelebi ve kardeşi Musa Çelebi'nin eline geçen Kırklareli ve çevresi, 1369 yılında I.Murat tarafından alınıp Osmanlı Devleti'ne katılmıştır.Tanzimattan sonra Kırklareli, Edirne Vilayeti'nin altı sancağından birine merkez oldu. Balkan Savaşı sırasında Kırklareli Bulgarlar tarafından işgal edilmiştir. 1912'de şehre giren Bulgarlar 1913 yılında şehirden çıkarılmıştır. Balkan Savaşı'nın en kanlı olayları Kırklareli'nin merkezi, Pınarhisar, Lüleburgaz ve çevresinde olmuştur. Birinci Dünya Savaşından sonra 1920' de Kırklareli ve çevresi Yunanlılarca işgal edilmiş, 10 Kasım 1922'de Türkler tarafından geri alınmıştır. Ancak Yunanlılar ve Bulgarların bu işgallerinde Kırklareli ve çevresinde çok büyük zulümler yapılmış, il harabeye çevrilmiştir. Lozan Antlaşmasına göre 1924'de buradaki azınlıklar Yunanistan'daki Türklerle değiştirilmiştirKırklareli'nin ne zaman kurulduğu ve eski adının ne olduğu henüz bilinmemektedir. Kırklareli Bizanslı'larca "SARANTA ECCLESİA" adıyla anılmış, XIV. yy'da Türklerin eline geçince bu ad tercüme edilerek "Saranta Ecclesia" yani "Kırk Kilise" şeklinde söylenmeye başlanmıştır. Cumhuriyet Döneminde sancaklar, İl'e dönüştürülmüş ve 20 Aralık 1924'te Kırk Kilise adı Kırklareli'ne çevrilmiştir Her ne kadar Herakliya, Vrisium, Verisse, Bozili, Nerisse, Saranta Ecclesies, Kırkkimse, Kırkkimesne gibi isimler Kırklareli’nin eski isimleri olarak yazılmış olsa da doğruluğu ve kaynağı kesin olarak bulunamamıştır. Ancak üç-dört yüzyıllık mezartaşları ve Balkan harbinden kalan bir iki kitabede “Kırkkemesne” veya “Kırkkimse” diye yazılara rastlanmıştır. Kırklar Tepesinde bir zamanlar var olan “Kırklar Baba Dergâhı” nda bulunan bir kitabede şöyle yazıyordu : Kırk Kimesne şehit oldu bu yerde, Bu nâm ile anılmıştır bu belde. Kırklareli’de yaşamış ve bilinen en eski şairlerden biri olan Hayrânî ’nin bir beyitinde Kırklareli’nin eski adının Kırk Kimesne olduğunu ifade etmektedir. Hayrânî yâr elinden oldu nâlân Yalvardağım ona geliyor yalan Benim candan sevgili yurdum olan Kırk Kimesne’ye Kırkkilise demişler. Fakat bunlara tam bir tarih belgesi olarak bakmak mümkün değildir. Çünkü, burası Osmanlılar tarafından alınmadan önce de Osmanlılar tarafından Kırkkilise olarak tanınmış ve anılmıştır. 17. yüzyıl ortalarında Kırklareli’ni gören Evliya Çelebi Kırkkilise’den ayrıntılı olarak söz ederek “Hüdavendigar Gazi tarafından alındığını, Edirne eyaletine bağlı sancak olduğunu, mükellef köylerinin bulunduğunu, şehir bahçelerinin kenarlarında geniş ve düzlükte kat kat kiremit örtülü, mamur yüksek sarayları ile süslü bir şehir olduğunu, camileri arasında Eski Cami’nin en ünlü olduğunu, hamamlarından köprü başındaki hamam ile arastaya bitişik olan hamamın güzel olduğunu, şehirde yer yer sebil ve hayat sularının bulunduğunu” belirtmektedir. Milli Mücadele sırasında Kırkkilise adının değiştirilmesi konusunda sonuç alınamayan girişimlerde bulunulmuştu. Cumhuriyet döneminde, TBMM’nde bir konu hakkında söz alan Milletvekili Tunalı Hilmi, “Kilise” sözü üzerine yaptığı bir konuşma neticesinde, Kırklareli Milletvekili Dr. Fuat UMAY şehrin adının Kırkkilise’den Kırklareli’ne değiştirilmesi hususunda bir yasa teklifi verdi. 20 Aralık 1924 yılında bu yasa TBMM tarafından kabul edilerek şehrin adı “Kırklareli” oldu.
  23. _asi_

    Sakarya-Poyrazlar Gölü

    POYRAZLAR GÖLÜ Adapazarı’nın kuzeydoğusunda Sakarya Irmağı’nın yakınındaki 60 hektarlık bu göle, yanındaki Poyrazlar Köyü nedeniyle bu ad verilmiştir. Gölün başka bir adı da Teke Gölü’dür. Sakarya Irmağı’nın eski yatağında oluşan Poyrazlar Gölü, iki sırt arasında uzanmakta olup, Sakarya Irmağı taştığında fazla suları Kapaklı Boğazı’ndan göle boşalmaktadır. Genel olarak bu şekilde beslenen Poyrazlar Gölü, oldukça derin olup yalnızca güney kıyıları sığ ve sazlıktır. Kuzey ucunda bir ayakla fazla suları Sakarya Irmağı’na boşalır. Başta sazan olmak üzere çeşitli tatlı su balıkları bulunan göl, son yıllarda piknik alanları ile gitgide turistik bir önem kazanmaya başlamıştır. Toprağı bereketli yamaçları çam ve meşe ağaçlarıyla kaplı baharda kır çiçekleriyle daha da renklenen kuğuların uğrak noktası nilüferlerle kaplı Poyrazlar Gölü huzurlu bir doğa cenneti.Tertemiz havada yürüyüş piknik yapıp kafa dinlemek isteyenlerin gözdesi.. Adapazarı’nın kuzeydoğusunda Sakarya Irmağı’nın yakınındaki 60 hektarlık bu göle yanındaki Poyrazlar Köyü nedeniyle bu ad verilmiştir. Gölün başka bir adı da Teke Gölü’dür. Sakarya Irmağı’nın eski yatağında oluşan Poyrazlar Gölü iki sırt arasında uzanmakta olup Sakarya Irmağı taştığında fazla suları Kapaklı Boğazı’ndan göle boşalmaktadır. Genel olarak bu şekilde beslenen Poyrazlar Gölü oldukça derin olup yalnızca güney kıyıları sığ ve sazlıktır. Kuzey ucunda bir ayakla fazla suları Sakarya Irmağı’na boşalır. Başta sazan olmak üzere çeşitli tatlı su balıkları bulunan göl son yıllarda piknik alanları ile gitgide turistik bir önem kazanmaya başlamıştır. 1. derece doğal sit alanı olan saha özellikle hafta sonları yoğunluk kazanan piknik alanı; meşe sarıçam ve sahil çamı ile kaplı orman örtüsüne sahiptir.
  24. _asi_

    Sapanca Gölü

    SAPANCA GÖLÜ Sapanca Gölü, Adapazarı ile İstanbul arasında Kocaeli sınırına yakın bölgede, Sapanca ilçesi içinde yer alan bir göldür. Yazın ve kışın seyahat eden yolcuların uğrak noktası olan Sapanca Gölü kıyısında çeşitli balık restoranları ve pansiyonlar bulunur. Kaynağını dağlardan gelen kar suları ve Derbent deresinden alan gölde, turna balığı, yayın balığı, sazan türleri ve alabalık bol miktarda bulunur. İlk bakışta İzmit körfezinin devamı gibi görünen, Sapanca Gölü çukurunun, körfezden alçak bir eşikle ayrılması mümkündür. Bununla beraber yapılan tetkiklerde, İzmit Körfeziyle göl arasında eskiden bir bağlantının bulunduğu, denizin sığ bir şekilde göle sokulduğu anlaşılmaktadır. Uzunluğu 16 km, en geniş yeri ise Sapanca ile karşı kıyı arası olup, 5,5 kmdir. Yüzölçümü 42 km2, en derin yeri ise Sapanca açıklarında 61 mdir.Yağış alanı, 252 km2yi bulan Sapanca Gölü, genel olarak güneyindeki dağlardan gelen derelerle beslenir. Gölde yılda ortalama 75 cm kadar bir seviye değişikliği görülür. Göl seviyesi sonbaharda en alçak, ilkbaharda en yüksektir. Senenin bol yağışlı zamanlarında çark deresi kapakları açılarak bir nevi su tahliyesi sağlanmakta ve gölün seviyesi bu şekilde dengede tutulmaktadır.
  25. _asi_

    Sakarya resimleri

    Acarlar Longozu Atatürk Bulvarı Beşköprü Atatürk Bulvarı Karasu Orman Park Dikmen Yaylası Çark Caddesi Poyrazlar Gölü Gölkent Göleti Kent Park Dikmen Yaylası Maden Deresi Kent Meydanı Sapanca Gölü Serdivan Kıran Tepesi
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.