Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Edirne İmaretleri

    İMARETLER YILDIRIM BEYAZIT İMARETİ (Merkez) Edirne’de yapılan ilk imaret şehrin fethinden 37-38 yıl sonra Yıldırım Beyazıt tarafından 1399’da yapılmıştır. Yıldırım Beyazıt’ın burada yaptırdığı camisinin yanında bulunan imaret 1877 Osmanlı-Rus Savaşına kadar hizmet vermiş, Rusların Edirne’yi istilası sırasında yanmış, günümüze yalnızca mutfak bacası, temel kalıntıları ile duvarlarından bazı izler gelebilmiştir. Kuruluşundan sonra 478 yıl hizmet veren imaretin ortada kare planlı bir avlusu ve bunun çevresinde de mutfak, yemek yenilen yerlerin bulunduğu kalıntılarından anlaşılmaktadır. Büyük olasılıkla bu bölümlerin üzeri kubbe ile örtülü idi. GAZİ MİHAL İMARETİ (Orta İmaret) (Merkez) Osmanlı akıncılarından Gazi Mihal Edirne’de camisi ve köprünsün yanı sıra 1421’de bir de imaret yaptırmıştır. Bu imarete gelir kaynağı olarak Edirne’nin Çavaroş Köyü’nü vakfetmiştir. Kaynaklardan öğrenildiğine göre bu imaretin 1519 yılında geliri 4.603 akçe, XVI.yüzyılın sonlarına doğru da 7.047 akçeye ulaşmıştır. Abdurrahman Hıbri günümüze gelemeyen bu imaretten söz etmiş: “Orta imaret demekle meşhur. Halen mamurdur”. Gazi Mihal İmareti 1900’lü yılların başına kadar çalışır durumda iken, Balkan Savaşı sırasında ortadan kalkmıştır. MURADİYE İMARETİ (Merkez) Edirne, Muradiye semtindeki tepenin üzerinde yapılan Sultan II.Murad yapı topluluğunun bir bölümünü imaret oluşturmuştur. Sultan II.Murad bu imareti için oldukça geniş vakıflar kurdurmuştur. Bunların başında Edirne’ye bağlı Daya Hatun, Halil Hayat, Bıyıklı (Aksakal), Köşan, Nasırlu, Çingene, Kabrine (Uyruklu), Üyüklü, Tatar, İskender ve Çömlekçi köyleri bunların başında gelmektedir. Ayrıca Sultan II.Murad bu imaretine Edirne dışında da zengin vakıflar vakfetmiştir. Vakfiyesinde imarette çalışanları ayrı ayrı belirlemiş ve bunların alacakları ücretleri de göstermiştir. Ahmet Badi Efendi Muradiye Camisi’nin imaretinden şöyle söz etmektedir: “Muradiye Mahallesi’nde, Muradiye Cami avlusunda Muradiye İmareti demekle meşhur ve halen mamurdur. Yapılışı h.839” Muradiye İmareti 1435 yılında yapılmış, 1900’lü yılların başına kadar faal olarak işlevini sürdürmüştür. Muradiye İmareti Edirne’nin dokuz imareti içerisinde varlığını en uzun süre sürdürenlerden birisidir. Balkan ve I.Dünya Savaşlarında varlığını koruyabilmiş, 1935 yılında ortadan kalkmıştır. İmaret kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. İmaret Muradiye Camisi’nin diğer bölümleri ile birlikte geniş bir avlunun etrafında bulunuyordu. Bu avlunun çevresinde de imareti oluşturan bölümler vardı. Muradiye İmareti ile ilgili belge olarak bugün 1920 yılında Dr.Rıfat Osman Bey tarafından çekilmiş bir fotoğraf bulunmaktadır. Muradiye Külliyesinden günümüze yalnızca cami ve haziresi gelebilmiştir. MEZİT (Yeşilce) İMARETİ(Merkez) Sultan II.Murat döneminde, Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşa 1430 yılında Alacahisar’ı (Semendire) ele geçirmiş ve bu yeni vilayetin başına da Mezit Bey’i getirmiştir. Daha sonra II.Murad tarafından Eflâk bölgesine akınlar düzenlemiştir. Mezit Bey Edirne, Ayşekadın semtinde, nehir kenarında 1440 yılında yaptırmış olduğu camisinin yanına bir de imaret eklemiştir. Abdurrahman Hıbri XVII.yüzyılın ilk yarısında bu imaretten söz etmiş; Ahmet Badi Efendi de 1441 yılında bu imaretin yapıldığını yazmıştır. Mezit Bey İmareti cami ile birlikte 1752, 1889-1890 yıllarında onarılmış, bunu belirten bir kitabe de yapıya eklenmiştir. Mezit Bey bu imaretine gelir sağlamak için Edirne’de han ve hamam yaptırmıştır. Ayrıca Edirne’de Helvacı Köyü ile Burnu Pamukçu köylerini de bu imarete vakfetmiştir. Mezit Bey İmareti kesme taştan, dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. İmaret bölümlerini ve mutfağın üzerini sekizgen kasnaklı kubbeler örtmüştür. Kesme köfeki taşlarının üzerine bir sıra tuğla şeritler yerleştirilmiş ve böylece alternatifli bir duvar örtüsü ortaya konulmuştur. İmaret uzun süre harap durumda kalmış ve XX.yüzyılın başlarında yıkılmıştır. Arsası üzerinde Kadri Paşa İlkokulu yapılmıştır. BALABAN PAŞA İMARETİ (Merkez) Sultan II.Murat döneminde Menteşe Eyaletinin yönetiminde bulunan Balaban Paşa 1446 yılında ölmüş, Edirne’de kendi adı ile tanınan bir cami ve bir de imaret yaptırmıştır. Bu imaret camisi ile birlikte Edirne’den Karaağaç yolu üzerinde 25 Kasım Stadyumu ile Tunca Köprüsü arasında kalan yerde bulunuyordu. Balaban Paşa bu imareti için Edirne’nin Akpınar Köyü’nü gelir olarak vakfetmiştir. Bu imaretin 1412 yılında yapıldığı vakfiyesinden anlaşılmaktadır. Edirne araştırmaları yapan Osman Peremeci bu imaret için şunları söylemektedir: “Tunca Köprüsü civarında mescidi olan ve kendi de orada gömülü bulunan II.Murad devri beylerinden balaban Paşa’nın Edirne’de bir imareti varmış ki bu imaret çok eskiden kapanmış, yeri yurt olmuştur.” İBRAHİM PAŞA İMARETİ (Merkez) İbrahim Paşa, Edirne Kadısı, Kazasker, Rumeli Beylerbeyi, Vezir ve II.Beyazıt döneminde de Sadrazam olmuştur. Edirne’nin Kıyık semtinde Cami-i İbrahim Paşa Mahallesi’nde kendi ismini taşıyan imaretini yaptırmıştır. Bunun yanı sıra aynı mahallede medrese, cami, okul ve zaviye gibi yapılar da yaptırmıştır. Bu yapıları ile ilgili düzenlediği vakıfları Nusretli, Yenice Sarı Danışment köylerini buraya vakfetmiştir. Günümüzde bu yapılardan herhangi bir iz gelememiştir. EVLİYA KASIM PAŞA İMARETİ (Merkez) Fatih dönemi vezirlerinden Kasım Paşa Edirne’de Kirişhane semtinde, Tunca Nehri kıyısında cami ve imaret yaptırmıştır. XV.yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bu imaret 1829 Rus işgaline kadar faaliyet göstermiş, bu dönemde de yıkılarak yok olmuştur. FAZLULLAH PAŞA (Darüssiyade-Seyitler) İMARETİ (Merkez) Sultan II.Murat dönemi Gebze Kadısı ve Veziri olan Fazlullah Paşa’nın Ayşekadın semtinde kendi ismini taşıyan bir mahallesi vardır. Tarihi kaynaklardan bu mahallede mescidi, tabhanesi ve bir de imareti olduğu öğrenilmektedir. Vakıf kayıtlarına göre Fazlullah Paşa Tatarcık’taki üç köyü buraya vakfetmiştir. Abdullah Badi Efendi 1900’lü yılların başında bu imaretin varlığından söz etmektedir. İmaret Balkan Savaşları ve Edirne’nin işgali sırasında yakılmıştır. SULTAN II.BEYAZIT İMARETİ (Yeni İmaret) (Merkez) Sultan II.Beyazıt’ın 14841488 yıllarında yaptırmış olduğu külliyesinin bir bölümünü imareti oluşturmaktadır. Yapı topluluğunu Mimar Hayrettin yaptırmıştır. II.Beyazıt’ın yapı topluluğu 1488 yılında büyük bir törenle açılmıştır. Bu töreni Hoca Sadettin Efendi şöyle anlatmaktadır: “Bu uğurlu yıl içinde h.894 (1488), padişahın Edirne2de kurdurduğu cami, medrese, darüşşifanın yapım işleri tamamlandığından bu görkemli cami’in ve ferah alanlı mescidin rahmet yolu olan kapısının açıldığı parlak günde fakirlere, yoksullara dağıtılan sadakanın sayılmasına zaman yetmez, belde ileri gelenlerine, bilgelere kurulan sofralar ve sunulan yemeklerse anlatılmaz bir ölçüde idi. Yemek sofraları şöyle döşendi ki, muhallebi ve güllaç adını işitmemiş aç ve yoksullar tekrar tekrar yemekten bıktı. Fakirler ve yoksullar için yaptırdıkları imaretin sahip olduğu nimetlerin bolluğu anlatılmaya kalkılsa konunun abartıldığı sanılır. O şölene özgü anılması gereken özelliklerden biri de şekerle yapılmış reçelleriydi. O türlü nefis ve kıvamında reçel, hatırı sayılan yolcular için imarette her an hazır bulunmakta idi. Bal helvaları orta halli yolculara sunulurdu. Şanlı medresesi ise ücret bakımından (Hocalara ödenen ücret) bu güzel kentte bulunan medreselerin en yükseği ve en değerlisi oldu. Hocaya verilen ücret günde 60 Osmanlı akçesidir. Bütün bu yapılar bereket yapısı ve mutluluk kapısıdır. Bunun için de yapılarına Hurrem-bina (Gönül açıcı bina) tamlaması tarih olmuştur”. Sultan II.Beyazıt imareti ile ilgili olarak biri Arapça olmak üzere üç vakfiye düzenlemiştir. Bunlar 1487, 1489-1490 ve 1493 tarihlidir. Günümüzde bu vakfiyelerin kopyaları Edirne İl Halk Kütüphanesi Selimiye bölümünde bulunmaktadır. Bu vakfiyelerde imaret birimlerine hizmet verme koşulları, buralarda çalışacak personel ile gelir ve giderler hakkında ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Sultan II.Beyazıt imareti bugün ayakta kalabilmiş, İstanbul’daki Süleymaniye İmaretinden sonra ikinci imarettir. Bu imaretin içerisinde değirmen, su dolabı, helvahane, fodlahane, mumhane, yemekhane, kiler, depo ve ahır bölümleri vardır. Kesme taştan yapılmış olan imaretin planı birbiri içerisine geçmiş bölümlerden ibarettir. Bunlardan iki tanesi birbirinden bir yol ile ayrılmakta olup, her ikisinin de bu yola kapısı bulunmaktadır. Her bölümün üzeri dördü fenerli olmak üzere 23 kubbe ile örtülmüştür. SOKOLLU MEHMET PAŞA İMARETİ (Havsa) Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi ile birlikte 1576-1577 yıllarında yapılan imaretten herhangi bir kalıntı günümüze ulaşamamıştır. Ayrıca imaretin külliyenin neresinde yer aldığı da kesin olarak bilinmemektedir. Sokollu Camisi’nin yanındaki bazı duvar kalıntılarının buna ait olduğu düşünülmekle beraber bu da kesin değildir. Buradaki İlköğretim okulunun temellerinde bulunan kalıntıların da imaretle bağlantılı olması muhtemeldir.
  2. _asi_

    Edirne Su Kemerleri

    SU KEMERLERİ Meriç, Arda ve Tunca gibi önemli nehirlere sahip Edirne, tarih boyunca su kemerleri sayesinde kentin su ihtiyacını karşılamıştır. 35 km'yi bulan su taşıma sistemleri Edirne'ye suyu Taşlımüsellim kaynaklarından ve Pravadi deresinden taşımışlardır. Günümüzde bu kemerler halen ayakta ve işler durumdadır. Meriç, Arda ve Tunca gibi önemli nehirlere sahip Edirne, tarih boyunca su kemerleri sayesinde kentin su ihtiyacını karşılamıştır. 35 km Edirne su taşıma sisteminin tarihi hakkında Edirne su taşıma sisteminden, Mimar Sinan ağzından yazıldığı ileri sürülen Sai çelebinin Tezkiretül Bünyan adlı eserinde ve diğer kaynaklarda, 1530 yılında yapılan Hürrem Sultan caminden ve bir çok eserinden bahsedilirken, Edirne-Taşmüsellim su taşıma sisteminden bahsedilmemektedir. Ahmet Badi efendi 1890 yılında yazdığı Riyaz-ı Belde-i Edirne adlı eserinde Peçevi ve Ata tarihlerine atfederek bu su sisteminin haseki binaları için Mimar Sinan tarafından yaptırıldığını yazmaktadır. Osman Nuri Peremeci ise daha detaylı bilgiler aktarmakta ve sonraki onarımlar için bilgiler vermektedir. Rıfat Osman Tosyavizade ise sistemden daha çok bahsetmekte fakat yapılış tarihini belirtmemektedir. Öte yandan Mimar Sinan tarafından inşa edilen Kanuni köprüsünden bahsederek, su taşıma sisteminin Kanuni Köprüsü yapıldıktan sonra saraya uzatıldığından bahsetmektedir. Genel görünüm itibarıyla Taşlımüsellim ve Sinanköy su taşıma yolları farklı zamanlarda inşa edilmiş olmalıdırlar. Taşlımüsellim kolunun üzerindeki dik bir tünel ile pravadi koluna bağlanması, bu kolun sonraki zamanlarda yapıldığının bir göstergesi olabilir. Edirne'ye olan yakınlığı ve uygun arazi şartları çoğu araştırmacının 1530'da yapılan kolunun Pravadi kolu olduğunu düşündürtmektedir. Ancak kemerlerin inşa özellikleri dikkat alındığında karşı görüşlerde tamamı ile reddedilemez. Edirne su taşıma sistemi, İstanbul-Kırkçeşmeler sistemi kadar abidevi olmasa da bu sistemin öncüsü olduğu bir gerçektir. Her iki sistem de Mimar Sinan'ın hidrolik sistemler konusundaki dehasına tanıklık etmiştir. En çok bilinen ve ilgi çeken su taşıma sistemleri Mimar Sinan tarafından inşa edilen İstanbul-Kırkçeşmeler ve Edirne-Taşlımüsellim su taşıma sistemleridir. 35 km uzunluğundaki Edirne su taşıma sistemi Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Haseki Hürrem Sultan adına Mimar Sinan tarafından inşa edildiği genel kabul görür. 1553 yılında yaptırılan Kanuni köprüsü de Taşlımüsellimden gelen suyu saraya taşımak üzere yaptırılmış ve suyun Adalet ve Terazi Kasırlarına geçişine imkan vermiştir. Edirne Su Sistemi her ne kadar daha önemsiz gözükse de abidevi İstanbul-Kırkçeşmeler sistemi için öncü olmuştur.'yi bulan su taşıma sistemleri Edirne'ye suyu Taşlımüsellim kaynaklarından ve Pravadi deresinden taşımışlardır. Günümüzde bu kemeler halen ayakta ve işler durumdadır. Kemerler ve su taşıma sistemi Edirne su taşıma sistemi 35 kilometre uzaklıkta ve 150 metre yüksekliğindeki Taşlımüsellim kaynaklarından ve 5.5 kilometre uzaklıkta 115 metre yüksekliğindeki Pravadi (Sinanköy) su kaynaklarından sağlanmıştır. Bu sistem, 90 metre yüksekliğindeki ana toplayıcı sisteme kadar 0.5 metre ile 1.6 metre arasında değişen meyillerle Edirne’ye kadar uzanmıştır. Sistemde 3,9 kilometre uzunluğa sahip 5 tünel ve farklı uzunluk ve yüksekliklere sahip 12 adet gösterişsiz su kemerinden meydana gelmektedir. Bunlar arasında en göz alıcı olanı 105 metre uzunluğundaki Yedigöz Kemeridir. Sistem hala çalışmakta olup, saniyede 35 litre suyu taşımaktadır. Su Toplama Dereleri Pravadi deresi kaynakları toprakaltı galerilerde toplanmaktadır. Yeryüzünde gözükmeyen bu su galerileri Lalapaşa Çimento Fabrikasına bitişik olup, Fabrika inşa edilirken zarar görmüş ve onarılmıştır. Taşlımüsellim kaynakları ise yan kanallarla ortak bir hazinede toplanmaktadır. Bir dikdörtgen ve biri yedigen 2 büyük ve 2 adet küçük kümbet mevcuttur. Taşlımüsellim ve Sinanköy hatları boyunca sonraki zamanlarda bir çok ek yapı eklense de bir süre sonra bunlar kullanılamaz hale gelmiştir. Su Kemerleri Sistemde 12 kemer mevcuttur. Bu kemerlerin büyük çoğunluğu tek gözlü ve orta yüksekliktedir. Adından da anlaşılacağı üzere Yedigöz kemerinde yedi göz mevcuttur. Bu kemerlerin uzunlukları 20 metre ile 105 metre arasında değişmekte ve toplam uzunluk 520 metreyi bulmaktadır. Pravadi kolu üzerinde 1 adet, Taşlımüsellim kolu üzerinde 4 adet ve ortak kullandıkları 7 kemer mevcuttur. Hançerli Kemer Taşlımüsellim kaynağından çıkan su Kavaklı köyünün alt tarafında bu kemere gelir. Kesme taştan inşa edilmiştir, kemer tek gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle (semender çatı şeklinde) yapılmıştır. Ortakçı Kemeri Ortakçı köyünün alt tarafında bulunan bu kemer, kesme taştan inşa edilmiştir, tek kemer gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır. Arap Kemeri Ortakçı köyüne yakın bulunan bu kemer kesme taştan inşa edilmiş olup, tek kemer gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır. Karayusuf Kemeri Karayusuf köyünün yakınında bulunan bu kemer kesme taştan inşa edilmiş olup, tek kemer gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır. Çifte Kemer Hıdırağa Korusu başında bulunan bu kemer kesme taştan inşa edilmiş olup, tek kemer gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır. Kurt Kemeri Mimar Sinan Döllük Köyü yakınında Kurtkemer deresinde bulunan bu kemer kesme taştan inşa edilmiş olup, tek kemer gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır. Yedigöz Kemeri Hıdırağa Köyü yakınında bulunan bu kemer, kesme taştan inşa edilmiş olup, 7 kemer gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır. İki başında dört köşe havalandırma bacaları vardır. Bahçe Kemeri Değirmen Sırtlarında bulunan bu kemer, kesme taştan inşa edilmiş olup, tek kemer gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır. Hıdırağa Kemeri Hıdırağa Köyünün yakınında bulunan bu kemer kesme taştan inşa edilmiş olup, 3 kemer gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır. Üçgöz Kemeri (Ağa Hamamı) Ağa Hamamı Suyu yakınında bulunan bu kemer, kesme taştan inşa edilmiş olup, 3 kemergözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır. Oğlanlı Kemeri Hasanağa Köyü yakınında bulunan bu kemer, kesme taştan inşa edilmiş olup, tek kemer gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır. Hasanağa Kemeri Hasanağa yakınında bulunan bu kemer, kesme taştan inşa edilmiş olup, tek kemer gözlüdür. Kemer şekli sivridir. Üzeri kesme taşlardan iki tarafa hafif meyilli örtü sistemiyle semender çatı şeklinde yapılmıştır.
  3. _asi_

    Edirne Kilise ve Sinagogları

    KİLİSE VE SİNAGOGLAR BÜYÜK SİNAGOG(Merkez) Sultan I.Murad Edirne’yi fethettikten sonra Yahudilerden Romaniot Cemaati’ni Edirne’ye yerleşmeleri için davet eder. Bu dönemde Edirne Hahambaşılığı tarafından kurulan Yeşiva Doğu Avrupa Yahudileri için dinsel bir ilim merkezi haline gelmiştir. Bundan sonra İspanya başta olmak üzere 1492’de Orta Çağ Hıristiyan bağnazlığından kaçarak Osmanlı’ya sığınan Seferad Yahudileri ve diğer Yahudi cemaatleri Edirne’ye gelerek kendi mahallelerini kurmuşlardır. Her cemaat kendi sinagoglarını kurmuş ve XX.yüzyılın başlarında Edirne’deki sinagog sayısı 13’e ulaşmıştır. Ancak, Edirne’de Harik-i Kebir (Büyük Yangın) diye isimlendirilen yangın şehirde 1514 evi yakarken, sinagogları da tahrip etmiştir. Bu yangınla birlikte 20.000’e yakın Yahudi sinagogsuz kalmış, bunun için de yeni bir sinagogun yapılması kaçınılmaz olmuştur. Yeni bir sinagog yapılması için Rusya, Almanya, Macaristan başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli yerlerinden toplanan paralarla 6 Ocak 1906’da Osmanlı Hükümetinin izni ile Kaleiçi’nde Dilaver Bey Mahallesi’nde yeni sinagogun yapımına başlanmıştır. Bu sinagog Viyana sinagogu örnek alınarak Fransız mimarı France Depre tarafından yapılmış, 1907 yılında da ibadete açılmıştır. Sinagog üç ana binadan meydana gelmiştir. Bunlar Büyük Sinagog, Küçük İbadethane ve Okul binasıdır. Ancak Hahambaşılık olarak düşünülen yapı maddi olanaksızlıktan ötürü tamamlanamamıştır. Büyük Sinagog dikdörtgen planlı olup, tuğladan yığma olarak inşa edilmiştir. Üzeri büyük bir kubbe ile örtülmüş, iki yanına da iki kule eklenmiştir. Ana giriş üç kapılı olup ayrıca iki yandaki kulelere de çıkış merdivenleri bulunmaktadır. İç mekanda mihrabın bulunduğu duvarın uç kısmına Ehal (el yazması Tevrat kopyalarının saklandığı dolap) yerleştirilmiştir. Bunun önünde, sağ ve sol yanlarda da cemaatin saygın iki kişisinin oturacağı koltuklar, bunların önünde de Teva (sinagoglarda duaların okunduğu platform) bulunmaktadır. Ayrıca salonda dua edenlerin ve âyine katılacakların oturacakları koltuklar yerleştirilmiştir. Bu sinagogun en büyük özelliği de mükemmel akustiğidir. Tavan bezemelerinde, balkonda çiçek motifleri, gökyüzünü betimleyen yıldız figürleri, On Emir’den yola çıkarak yerleştirilen figürlere yer verilmiştir. Yahudi cemaati 1925 yılında Lozan Antlaşması’nın tanıdığı hak ve imtiyazlardan vazgeçtiklerini beyan etmişlerdir. Ardından da Yahudiler kendilerine yönelik baskılar olduğunu ileri sürmüş ve İstanbul’a göç etmişlerdir. Edirne’de 1940’lı yıllara kadar görevde olan son Hahambaşı Moşe Behmuaras’ın ölümünden sonra ve İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra şehirdeki Yahudi cemaati azalmıştır. Bundan sonra Edirne’de kalan 100-150 kişilik Yahudi cemaati 1983 yılına kadar sinagogu kullanmıştır. Edirne’deki Yahudi cemaatinin İstanbul ve İsrail’e göç etmesi ile cemaatsiz kalan sinagog 1995 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiştir. 1997’de yoğun kar yağışı nedeni ile sinagogun çatısında biriken kar, üst örtünün çökmesine neden olmuştur. Bundan sonra Trakya Üniversitesi sinagogun onarımını üstlenerek kültürel amaçlı kullanacağını Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bildirmiştir. Trakya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Osman İnci kendilerine tahsis edilen bu yapıyı korumaya yönelik çalışmalarda bulunmuştur. Ayrıca Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyeleri restorasyon planlarını hazırlamıştır. Onarım için yapılan keşif bedeli 10.000.000.000 TL. bulmuş, Trakya Üniversitesi Türkiye’deki Musevi cemaati ile görüşmüş ve bu konuda katkılarını istemiştir. Bu konuda İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılan Seferadi Müzik Topluluğu’nun verdiği konser bu parayı karşılayamamış ve Yahudi cemaatinden de gerekli katkı sağlanamamıştır. Bunun üzerine Trakya Üniversitesi binayı tekrar Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bırakmak zorunda kalmıştır. Günümüzde Edirne’deki Yahudi kültürünü yansıtan Büyük Sinagog kendi haline terk edilmiş konumdadır. AYASOFYA (Enez) Enez Ayasofyası’nın yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber mimari üslubu Orta Bizans Döneminde, XII.yüzyılda yapıldığını göstermektedir.Günümüze oldukça harap bir durumda gelen bu yapı ile sanat tarihçiler ilgilenmiş ve bir çok yayında, bilimsel araştırmada yer almıştır. Orta Bizans Dönemi, yapı üslubunu gösteren Ayasofya kapalı Yunan haçı planında yapılmıştır. Zengin taş ve tuğla işçiliği ve freskleri ile de Bizans’ın önemli eserleri arasında yer almaktadır. Palaiologoslar Döneminde (1261-1453) batı yönü paye ve sütunlarla bölünmüş, ayrıca buraya kemerli bir de dış narteks eklenmiştir. Osmanlı döneminde bu narteks de bazı değişiklikler yapılmış ve sol tarafındaki bir bölüm odaya dönüştürülmüştür. Ayrıca bu dönemde yapının kuzeyine bir kapı açılmış, güneyine de mihrap ile minber yerleştirilmiştir. Kilisenin ibadet mekanı olan naos, yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe belirlenemeyen bir tarihte yıkılmış, cami olarak kullanıldığı dönemde de üzeri kiremitli ahşap bir çatı ile kapatılmıştır.Yunan haçının kollarının ortasındaki kubbe dışında kalan bölümlerin üzerinin tonozla örtülü olduğu sanılmaktadır. Yapının dış cephesindeki tuğla bezemeler Palaiologoslar Dönemi (Son Bizans Dönemi) Bizans mimarisinin tüm özelliklerini yansıtmaktadır. Bizans döneminde freskler, mermer frizler ve mozaik döşemelerle kaplı olduğu sanılan kilise Osmanlılar zamanında kalem işleri ve kubbe eteğini çepeçevre kuşatan bir ayet ile bezenmiştir. XX. yüzyılın başında burada yapılan araştırmalarda ele geçen bir yazıttan Bizans döneminde ayrıca Khrysospege (Altın Kaynak) ismiyle de tanındığı öğrenilmiştir. l971-1972 yıllarında burada yapılan kazı ve araştırmalar da büyük bir bölümü toprak dolgusunun altında kalan yapının üzeri temizlenmiştir. Döşemesinin kalker ve taş levhalarla kaplı olduğu, ayakta kalabilen kuzey-doğu duvarlarında yer yer freskler olduğu izlerden anlaşılmıştır. Ayrıca tuğlaların aralarına çeşitli desenler oluşturacak biçimde yerleştirilmiş örgü tekniğinde ilginç bir duvar örgüsü de dikkati çekmiştir. Fatih Sultan Mehmet döneminde Enez, Has Yunus Bey tarafından 1456’da fethedilmiştir. Bu nedenle Enez Kilisesi camiye çevrilmiş ve Fatih Camisi olarak da tanınmıştır. Osmanlılar tarafından camiye çevrilen yapı l962 yılına kadar cami olarak kullanılmıştır. l980’li yıllarda yapı bakımsızlıktan çökmüştür. Ancak Başbakanlık Arşivindeki bir belgeden l710’da tamir edildiği öğrenilmektedir. XVIII. Yüzyılın başlarında harap olduğu bir arşiv belgesinden öğrenilmiş ve o tarihten sonra yeterince ilgilenilmemiştir. Caminin minaresi Balkan Savaşı sırasında yıkılmıştır. SWETİ GEORGE BULGAR KİLİSESİ (Merkez) Sv.Georgi Kilisesi Edirne'nin kuzey-doğu bölgesinde Kıyık barutluk mahallesinde bulunmaktadır. Bir zamanlar şehrin bu bölgesinde genellikle Bulgar asıllı vatandaşlar oturmaktaydı. Kilisenin temeli 23 Nisan 1880 yılında atılmış ve aynı yıl inşaatı tamamlanmıştır. Kilisenin yapımı, Sultan II. Abdülhamit’in izni ve zamanın Edirne valisi Rauf paşanın yardımları sayesinde gerçekleşmiştir. Bulgar Kilisesinin planı üç gemili şeklinde olup, Bulgar genç Rönesansına özgü plan karakteri taşımaktadır. Önemli büyüklükteki inşaat alanı 320 m²dir. 1940 yılına kadar Bulgar vatandaşları olan papazlar kilisede görev yapmışlardır. Daha sonra İstanbullu Bulgar asıllı papazlar bu görevi sürdürmüşlerdir. Bu papazlar arasında; Dimitri Mihaylov ve Mihayil Dimitrov ve Papaz Venko sayılabilir. Sv.Georgi Kilisesinin restorasyonu için 2001 yılında proje hazırlandı. Bulgaristan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyetleri arasında 2002-2003 tarihlerinde imzalanan kültürel değerler taşıyan taşınmaz mirasın korunması protokolü çerçevesinde ve Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Edirne'de bulunan Doğal ve Kültürel Zenginliklerin Korunması Komisyonunun aldığı karar gereğince Türk yetkili makamları resmi izinleri ile Kilisenin restorasyonuna başlanmıştır. 12 Eylül 2003 tarihinde Mimarlar Odası Başkanı Mimar Ali Erol ile restorasyonun yapılması için bir anlaşma imzalanmıştır. Restorasyon çalışmaları 1 Kasım 2003 tarihinde başlanmış ve 30 Nisan 2004 tarihinde tamamlanmıştır. Bu çalışma sırasında İkonlar Platformu, İkonlar, Amvon ve Taht da restorasyon görmüşlerdir. Kilise restorasyondan sonra 09 Mayıs 2004 tarihinde Bulgar ve Türk yetkililerin katılımı ile resmi açılış töreni yapılarak Bulgaristan Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Simeon Sakskoburgotski'nin katılımı ile ibadete açılmıştır.
  4. _asi_

    Tahtakale Hamamı

    TAHTAKALE HAMAMI Osmanlı döneminde yapılan hamamlardan biri olan Tahtakale Hamamı halen kullanımdadır. Tahtakale Hamamı'nın Saraçlar Caddesi'ne bakan tarafı ise günümüzde restorana dönüştürülmüştür. Kent merkezinde, Ali Paşa Çarşısı karşı tarafında Karaağaç yönüne giderken sol taraftadır. 1435'te II. Murat tarafından Darü'l-Hadis Camii'ne vakıf olarak yaptırılmıştır. Edirne'nin çifte hamam planında en büyük hamamıdır. Erkekler kısmı kuzey cephesi duvarları üç sıra tuğla ve bir sıra taştan almaşık(sıralı) düzende yapılmıştır. Üç kademe halinde yükselen erkekler kısmının çok büyük ölçüdeki soyunmalığının ikinci kademesinde ise tamamen kesme taş kullanılmıştır. Her kademede duvarlar sade tuğla silmelerle şekillenmektedir. Dört cephede kasnakta yer alan yuvarlak kemerli pencereler mekanı aydınlatır. Tahtakale Hamamının taşıyıcı sistemini oluşturan duvar, kemer ve örtülerinin tümü kârgirdir. Duvarlarda taş ve tuğla dizileriyle oluşturulan sıralı düzen yeğlenirken, kemer ve örtülerin tümü tuğladan inşa edilmiştir. Üst örtüde mekanı sınırlandıran öğeler olarak düz kubbe kullanılmıştır. Hamamın erkekler bölümü soyunmalığı, 16 metre açıklıklı kubbe ile Edirne hamamları arasında en büyük açıklığa sahip hamamdır. Kadınlar bölümü kubbe açıklığı ise 10 metredir. Kubbe kasnağındaki ve yüzlerdeki pencereler iyi bir aydınlatma sağlamaktadır. Aydınlatma düzenlerini çok sayıda ve değişik şekillerde ışıklarla düzenlenmiş, dekoratif kubbe ve tonoz örtüleri oluşturmaktadır. Erkekler bölümü birinci ılıklığının orta hacminde ise, aralarında altıgen biçimli ışık gözlerinin olduğu baklava biçimli açıklıklar bırakan konsollarla oluşan bir örtü kullanılmıştır. Aydınlatma da örtülerin yanı sıra yapısal öğelerde de daire biçiminde ışık gözler kullanılmıştır. Kadınlar bölümü sıcak eyvan(Üç tarafı ve üstü kapalı, bir tarafı bütün genişliği ile bir avluya ya da diğer bir mekana açılan yapı birimi) biçimindedir. Üç bölümden oluşan kemerin ortadaki bölümünde altı adet ışık gözü ile hacmin aydınlatılmasına katkıda bulunulmaktadır. Erkekler bölümünün sıcaklığının iki karşılıklı eyvanı ve kadınlar bölümünün bir sıcaklık eyvanının örtüleri, kemerlere bitişik birer yarım ve üç tam dilimli tasarımıyla birbirlerine benzerlik gösterir. Soğukluk ile soyunmalık arasında yan yana yer alan üç hücreden ortadaki ne hem soyunmalık ve hem de soğukluk kapıları açılmakta olup bu üç hücreden ortadaki ve sol yandaki çapraz tonozla örtülmüş, sağ yandaki dikdörtgen hacim ise iki büyük kemerle kare haline getirilerek pandantifli bir kubbe ile kapatılmıştır. Bunlar hücrelerden sol yandaki helalar kısmım teşkil etmektedir. Kare planlı ve kubbe ile örtülü soğukluk batı yönde sıcaklık genişliğince büyük bir sivri kemer ile orta kısma açılan yarım kubbe ile örtülü eyvanla enine olarak genişlemektedir.
  5. _asi_

    Sokullu Hamamı

    SOKULLU HAMAMI Kesme taş ve tuğla işçiliğinin Mimar Sinan'a has şekli ile meydana getirilmiş olan bu eserin, ana cadde üzerinde bulunan gayet büyük ölçüdeki soyunmalıkları, cephelerdeki revakların (kemer kubbe) yarısı bugün yıkılarak yola bırakılmıştır. Üç Şerefeli Camii karşısında bulunmasından dolayı "Üç Şerefeli Hamamı" veya diğer adıyla "Çifte Hamam" olarak da tanınmaktadır. Sokullu Mehmet Paşa tarafından Mimar Koca Sinan'a yaptırılmıştır. Çifte olarak yapılmış olan hamamın kadınlar ve erkekler kısmı yan yana bulunmakta, fakat girişleri ayrı yönlerdedir. Kesme taş ve tuğla işçiliğinin Mimar Sinan'a has şekli ile kuvvetli bir cephe anlayışı içinde meydana getirilmiş olan eserin ana cadde üzerinde bulunan gayet büyük ölçüdeki soyunmalıkları, cephelerdeki revaklar (kemer kubbe) ve yarısı bugün yıkılarak yola kaybedilmiş olan dükkan ve odaların kalıntıları plastik tesir bırakacak bir mimari anlayış içinde bulunmaktadır. Erkekler soyunmalığı önünde iki sütun ve yan duvarların taşıdığı üç kemerli revak abidevi bir portik durumundadır. Klasik sütun ve başlıklar üzerine oturan kemerler, kesme taş duvarlar içinde tuğladan cephe görünüşüne renk katmaktadır. İki sıra tuğla bir sıra kesme taştan yapılmış olan soyunmalık beden duvarları dar ve sade silmelerle sonlanmakta, buna karşılık arka planlarda sadece kesme taş sistemi uygulanmış bulunmaktadır. Erkekler soyunmalığı hizasınca, kadınlar kısmı soyunmalığı köşesine kadar uzanan ve zemini dükkan olan üstü ocaklı odalar, kesilmiş olmasına rağmen restorasyonda durumlarını muhafaza edecek şekilde dondurulmuştur. Soyunmalık duvarlarına açılmış olan ve her odada bulunan klasik yaşmaklı ocaklar ve bu ocakların iki yanında bulunan dolap nişleri(hücreleri), binanın kesilmiş olması ile iç mimariyi gayet iyi bir şekilde aksettirmektedir. On iki kenarlı kasnaklar üzerinde biraz yayvanca olan kurşun kaplamalı kubbeler ortasında sekiz köşeli fenerler soyunmalıkları tepeden gelen ışıklarla aydınlatmaktadır. Kadınlar kısmının iddiasız giriş cephesine karşılık, erkekler kısmında büyük bir itina gösterilmiştir. Çift kanatlı giriş kapısının üzerindeki yay kemer bir ters bir düz sıralanan renkli taş palmetlerle(yaprak biçimli bezeme) birbirleri ile kenetlenmekte, kemer profili üzerinde kitabe yeri bulunmakta ise de kitabe bulunmamaktadır. Üstte bir sıra palmet motifi taçkapı içini süslemektedir. Cümle kapısının iki yanında bulunan sivri kemer alınlıklı dikdörtgen pencereler mermer sövelidir. Kubbe geçişleri, içleri dilimli tromplarla saklanan soyunmalığın dört kenarını zeminden 60 cm. yükseklikteki sekiler (oturmalıklar) çevirmektedir ki bu sekilerin altlarında sıcaklık temini için küllükler bulunmaktadır. Ortada kenarları yuvarlak dilimli silindirik havuz ve fıskiye, bütün klasik hamamlarda olduğu gibi burada da görülmektedir. Batı kenardaki sivri kemerli kapıdan ayna tonozlu dikdörtgen koridora geçilmekte olup, Kuzey kenarda gene ayna tonozla örtülü uzunca bir dikdörtgen teşkil eden soğukluk, güney kenarda ise bütün sıcaklık boyunca uzanan helalar ve temizlik hücreleri yer alır. Erkekler kısmında sıcaklık merkezi bir kubbenin etrafında bulunan dört eyvandan meydana gelmiş olup, dört köşede dört köşe hücresi büyük bir kare teşkil ederek sıcaklık plânının tamamlamaktadır. Köşe hücrelerinin içlerinde yarım silindirik küçük nişler bulunmakta ve bu nişler çeşitli eşyanın konmasına yaramaktadır. Kadınlar kısmı soyunmalığı, erkekler kısmından biraz daha küçük ve sadedir. Soğuklukla soyunmalık arasındaki ara hacmi burada da bulunmakta soyunmalıktan doğruca soğukluğa girilmektedir. Biraz daha küçük olan soğukluk gene ayna tonozla örtülmüştür Bu kısmın kuzeyinde dış duvar kenarı ile birleşen dört bölümlü helalar yer almakta, batı kenardaki kapıdan sıcaklığa geçilmektedir. Pandantifli(Kare altyapıdan kubbe eteği olan daireye geçiş öğesi) tek bir kubbenin örttüğü sıcaklığın batısında yan yana iki halvet hücresi bulunduğu gibi kuzey kenarda da üçüncü halvet(yalnız kalınan oda) hücresi yer almaktadır. Bu hücrenin enince batıya doğru uzanan soğuk su sarnıcı esas plandan dışarı taşmadan yerleştirilerek plan bütünlüğü muhafaza edilmiştir. Batıda iki sıcaklık boyunca uzanan sıcak su sarnıcı ve külhan ile hamam nihayete ermektedir. Sokullu hamamının sıcaklık kısımlarının pandantif ve nişleri üzerinde bulunan süs unsurlarının yanı sıra soyunmalıklarda kalem işlerine de yer verilmiş ise de bu nakışlar yeni olmakla beraber orijinal kalıntıların izlerine göre yeniden yapıldıkları anlaşılmaktadır. Diğer bir husus ise kadınlar kısmının kurna taşlarının espri yaratan durumları nakışları ve bununla ilgili rivayetlerdir. Gelin ve kaynana kurnaları ismini almış olan bu kurnalardan geline ait olanın zarif ve ince görünüşü eşsiz taş oyma işçiliği yanında kaynananın sert ve heybetli görünüşü bir hiciv havası vermektedir. Gelin kurnasının bir önemi de, orada yıkanan gelinin mutlu olacağına inanılmasıdır. Bu gelenek hala günümüzde yaşatılmasına rağmen unutulmaya yüz tutmuştur.
  6. _asi_

    Gazi Mihal Hamamı

    GAZİ MİHAL HAMAMI Edirne-Kapıkule yolu üzerinde Gazi Mihal Bey köprüsünün ucunda yer almaktadır. Hamam yol dolgularının yaratığı kot farkı nedeni ile çukurda kalmaktadır. 429 yıllık bu eser, ilgisizlikten ve bakımsızlıktan bugün harap durumda olup yok olma durumuna gelmiştir. Gazi Mihal Bey Hamamı; Şah Melek Camisi'nin kuzeyinde, Mihal Bey'in onarttığı, kendi adıyla anılan köprünün doğu ucundadır. Çifte hamam olarak inşa edilmiştir. Hamamın kitabesi bulunmamaktadır. 1576 (H.976) tarihli Saruca paşanın vakıf kayıtları arasında; "Mihal Bey Köprüsü başında Şah Melek Medresesi karşısında nalbant ve berber dükkânları, Mihal Bey Hamamı karşısında da dört dükkân" şeklinde ismine rastlanmaktadır. Bu vakıf kaydında Mihal Bey'in kendi adıyla anılan ancak Roma dönemine ait olduğu ileri sürülen ve Mihal Bey tarafından da önerildiği belirtilen köprüden ve hamamdan ayrı ayrı bahsedilmesi; zaten tarihini kitabesiyle kesin olarak bilinen (1421) cami ile birlikte bu yapıların külliye olarak inşa edilmiş olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. 16. yy. ait bu vakıf kaydından başka; 17. yy. Evliya Çelebi, hamamın dericilik işlerinde kullanıldığını belirtmesi, yapının, 17. yüzyılda çalışır durumda olduğunu kanıtlamaktadır. Rusların 1829 tarihinde Edirne'yi almalarının ardından, hamamı kapattıkları belgelerde geçmektedir. Bugün harabe durumundaki yapının; erkekler bölümü doğudaki girişi soyunmalık kubbesi batı halvet(yalnız kalınan bölüm) hücresi tamamen yıkılmış olup, erkekler bölümünün sıcaklık kubbeleri ve kadınlar bölümünün soyunmalık ve sıcaklık mekânları gönümüze ulaşabilmiştir. Batıdan her iki bölümü de kaplayan külhan kısmı bugün yol seviyesinin altında kalmış olup, hiçbir izine rastlanmamaktadır. Batıdan geçen yolun zemin kodu, buradaki erkekler ve kadınlar bölümünün sıcaklık kubbeleri ile yaklaşık yarım metrelik bir farkla aynı seviyededir. Çifte hamam olarak inşa edilen Edirne Gazi Mihal Bey Hamamı; 23 m x 22.50 m ölçülerinde kareye yakın planlıdır. Erkekler bölümüne giriş doğu tarafındandır. Girişin hemen gerisinde üzeri kubbemsi bir tonozla örtülü küçük bir koridor ile kuzey ve güneye doğru birer kapı ile iki açıklık sağlanmıştır. Kuzeyde dar ve üzeri beşik tonozlu küçük bir koridordan batı yönünde erkekler bölümünün tuvalet kısmına ulaşılmaktadır. Giriş koridorundan güneye doğru ise erkekler bölümünün soyunmalık kısmına varılır. Üzeri kubbeli ve geçişin üçgen kuşaklarla sağlandığı soyunmalık bölümün içten, kuzey ve doğudan birer küçük niş ile genişletildiği görülmektedir. Doğu kenardaki niş, kemerlerle küçük beş bölüme ayrılırken, kuzeydeki niş, dilimli yarım kubbe şeklinde ele alınmıştır. Soyunmalık bölümünün güneyindeki iki mekânın işlevi belli olmayıp; bunlardan doğu taraftaki dikdörtgen mekân kubbe ile örtülüdür, batıdaki beşik ise tonozludur. Soyunmalıktan dar bir kapı ile batı yönüne doğru sıcaklık mekânına geçilir. Üzeri pandantiflerle geçilen büyük bir kubbe ile örtülü sıcaklık mekânı, kuzey ve güneyden dilimli yarım kubbelerle örtülmüştür, batı tarafında ise külhan kısmı yer alır. Kadınlar bölümünün girişi kuzeydendir. Girişin hemen gerisinde üzeri kubbeli ve geçişin Türk üçgenleri ile sağlandığı soyunmalık mekanı bulunmaktadır. Soyunmalığın doğu ve batısında yer alan mekanlar sıcaklık mekanlarıdır. Batı tarafında önce dikdörtgen bir mekâna geçilmekte olup; bu mekânın kuzey ve güneyden ortaya doğru birleşen üçgenlerle kareye dönüştürülüp; sonra da kubbe ile örtüldüğü görülmektedir. Bu mekândan güneydoğu köşedeki kapıdan ikinci bir mekana geçilir. Pandantif geçişli ve kubbeyle örtülü olan bu kısmın batısında, tıpkı erkekler bölümünde olduğu gibi külhan kısmı bulunmaktadır. Doğu tarafındaki sıcaklık mekanında tıpkı batı mekânında olduğu gibi üçgenlerle kareye dönüştürülen kısmı üzerini örten bir kubbe ile kapatılmıştır. Doğu yönündeki sıcaklık mekânının doğu köşesindeki bir kapı ile üzeri beşik tonozlu dar bir mekâna geçirilir. Bu mekânın karşılığı, güneyde erkekler bölümünde bulunmaktadır. Kesme taş ve tuğla malzeme ile inşa edilen yapının beden duvarları iki ve üç sıra tuğla ile bir sıra düzgün kesme taş ve aralarında dikine yerleştirilen tuğlalar ile çerçeveli teknikte inşa edilmiştir. Erkekler bölümünün soyunmalık kısmını örten kubbe, zengin mukarnas ve malakarî sıvalar ile bezenmiştir. Sıcaklık bölümü kubbesi de içte, merkezden yüzeyine dağılan palmetlerle kabartma olarak işlenmiştir.
  7. _asi_

    Beylerbeyi Hamamı

    BEYLERBEYİ HAMAMI Saray içine giden yol üzerinde, Saraçhane köprüsü yakınında bulunmaktadır. Rumeli beylerbeyi Yusuf Sinaneddin Paşa tarafından 1429 (H .832) tarihinde cami ve imareti ile birlikte yaptırılmıştır. Uzun bir zaman harap kalan hamam, Ekmekçizade Ahmet Paşa tarafından tamir ettirilmiştir. XIX. asrın sonlarına kadar faaliyetini devam ettiren hamam Balkan harbinden sonra terk edilerek soyunmalıkları ortadan kalkmış ve sıcaklık kısımları tamamen harabe haline gelmiştir. XV. yüzyıl mimarisinin karakteristik özelliklerini gösteren dış cephelerde iki ve üç sıralı tuğla hatıllar arasında kesme taşlar kullanılarak duvarlara renkli bir görünüş kazandırılmıştır. Diğer yapılarda görülen dikey konulmuş tuğlalar burada değişik olarak her arada ikişer tanedir. Fakat bazı kısımlarda da tek tuğla kullanılmış olması ve tek tuğla kullanılan kısımlar daha çok üst taraflarda bulunması, tamir gördüğünü göstermektedir. Batı cephede kesme taş kaplamalı soğukluk giriş kapıları büyükçe ve kenarları pahalı bir niş içine alınarak, kapıların üzerileri Bursa kemeri şeklinde tezyin edilmiştir. Plan taksimatında boyuna uzanan ve bütünü büyük bir dikdörtgen teşkil eden hamamın erkekler ve kadınlar kısmı soyunmalıklarının yan yana olduğu ve gene yan yana iki kanıdan aynı düzeydeki soğukluğa girildiği görülür. Ortada yan yana üç küçük kubbenin ve iki başta beşik tonozların örttüğü uzun bir dikdörtgen teşkil eden soğukluğun kuzey kapısından erkekler kısmına açılan koridora sağ taraftan ise kadınlar kısmına geçilmektedir. Kadınlar kısmı sıcaklığı çok küçük olup merkezi büyük bir kubbe ile örtülüdür. Güney yönde beşik tonozlu bir eyvan büyük bir kemerle sıcaklığa birleşmektedir. Batı kenar üzerindeki ikinci kapıdan yarısı kubbe ile, diğer yarısı ise tonoz örtülü yerden erkekler soğukluğuna geçilir. Soğukluğun kuzey kenarı yarım silindirik bir nişle genişlemekte ve bu niş üzeri dilimli yarım kubbe ile örtülmüş bulunmaktadır. Batı kenarda gene küçük bir niş bulunmakta ve bununda üzeri yarım kubbe ile örtülmüştür. Erkekler kısmı sıcaklığı, ortada büyük bir kubbenin örttüğü merkezi bir hacim ile, bunun dört kenarında çapraz tonoz örtülü ve büyük birer kemerle orta kısma birleşen haç planda dört eyvan şemasını meydana getirmektedir. Dört köşede bulunan kubbeli köşe hücreleri sıcaklık planını tamamlamaktadır. Külhan ve sıcak su sarnıcı bütün kuzey kenar boyunca uzanmaktadır.
  8. _asi_

    Sultan Selim Saray Hamamı

    SULTAN SELİM SARAY HAMAMI Sultan Selim Saray Hamamı Selimiye Camii ile birlikte yapılan Sultan Selim Hamamı, Saray-ı atik'in (Eski saray)içinde yer almasından dolayı Saray Hamamı diye de anılır. Bugün harap halde olan hamamın restorasyon çalışmaları sürmektedir. Bâdi Efendi Rıyaz-i Belde-i Edirne adlı eserinde bu hamam ile ilgili olarak şu bilgileri aktarmaktadır: "Taş Odalar mahallesinde Muradiye Küçük pazar caddesinde ikinci numaradaki Sultan Selim hamamı, diğer adı saray hamamıdır. Sultan I. Murat buyruğuyla 1365 (H.767) tarihinde temeli atılıp 1368 (H.770) tarihinde tamamlanan eski sarayın hamamıdır. Bu sarayın arsasına Sultan Selim Camii yapıldıktan sonra, bu hamamın, çarşı hamamı olarak çalıştırıldığı söylenir. Hamam, çifte hamam tipindedir, camekânları kubbedir. Saray hamamı denilmesi bundan ileri gelmektedir. Ata tarihinde, arsası üzerine Selimiye camiinin yapıldığı sarayın I. Bayezit yapısı olduğu sözü doğruya yakın ise, bu hamamın da Yıldırım Bayezid yapısı olması gerekir. Saray hamamının kadınlar bölümü sıcaklık halvetlerinin birinde yivli kubbe tipi kullanılmıştır. Yivlerde ki açıklık sekiz dilimlidir. Bu kubbeler eyvanların ve nişlerin üstünü örtmekte kullanılmıştır. Kadınlar bölümü sıcaklık eyvanında çokgen tabanlı altı tam dilim kullanılmıştır. Geçit alanları alçı mukarnaslıdır. Erkekler bölümü sıcaklığının 9 m çapında açıklıklı kubbesinde geçiş, kemerin çevrelediği tonoz-bingilerle olmaktadır. Mukarnas öğeleri yalnızca tonoz-binginin eteğinde yer almaktadır. Saray hamamının erkekler bölümü ılıklık kubbesideki dikdörtgen alan kısa kenarlarda yer alan üç mukarnas dizisi ile kareye çevrilir. Mimari değeri büyük olan bu hamam Balkan savaşları sırasında bir süre ahır olarak kullanılmıştır.
  9. _asi_

    Edirne Çeşmeleri

    ÇEŞMELER HACI ADİL BEY ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Meriç Köprüsü’nün bitiminde, Karaağaç yolunun başında bulunan bu çeşmeyi Edirne Valisi Hacı Adil Bey 1904 yılında yaptırmıştır. Barok üsluptaki çeşmenin projesini Edirne Evkaf Müdürü Sadrettin Bey ile Dr.Rıfat Osman çizmiştir. Çeşme üzerinde Üsküdarlı Şair Alaaddin’e ait bir beyit bulunuyordu. Ancak bu beyit Karaağaç’ın Yunan işgali sırasında yerinden sökülmüştür. Çeşme üç kademe üzerinde kesme taş ve mermerden dört köşeli olarak yapılmıştır. Batı ve doğu yönündeki sivri kemerli cepheleri rumi ve palmetlerle süslenmiştir. Diğer cepheler sade bezemesiz mermerdir. Çeşmenin dört cephesinde de kitabeler vardır. Çeşmenin üzeri geniş ahşap bir saçakla örtülüdür. Edirne Belediyesi tarafından 2000 yılında onarılmıştır. NAZIR ÇEŞMESİ (Merkez) İstanbul yönünden Edirne’ye girişte bulunan Nazır Çeşmesi, Koca Nazır denilen Mehmet Bey tarafından 1574 yılında yaptırılmıştır. Edirne Kadısı Salih Efendi ölen kız kardeşi Zeliha Kâmile Hanım için 1862 yılında bu çeşmeyi yeniden yaptırmıştır. Kesme taştan, tek cepheli bir çeşme olup haznesi piramidal taş çatı ile örtülüdür. Ayna taşı düz mermerden olup bezemesi bulunmamaktadır. Önünde bulunan üç yalak taşı yükseltilen yol nedeni ile toprak seviyesinin altında kalmıştır. YILDIRIM ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Yıldırım Mahallesi’nde İbrahim Bey isimli bir hayırsever tarafından 1669’da yaptırılmıştır. Yıldırım Camisi’ne yakınlığından ötürü bu isimle anılmıştır. Bir meydan ortasında bulunan Yıldırım Çeşmesi sarnıcı ile birlikte 3.00x3.00 m. ölçüsünde kare planlı olup, kesme köfeki taşından yapılmıştır. Çeşme üzeri küçük yuvarlak bir kubbe ile örtülüdür. Sivri kemerli ayna taşı ve önünde yalağı bulunmaktadır. Ayna taşının üzerinde mermer kitabesi vardır: Lillâhi aynen yeştehi hâ el-vâridûn Min hayr-i İbrahim iza ecr-i bihâ Lem’a levc-i-lillah ecr-i mâ’i ha Sevabiha car-ül-yevm yuıb-asun Mâ-i muinen yestelezze-eşşaribûn Errahmet aynen yeşrebu bihâ el mukarrebûn 1080 (1669) DERTLİ MUSTAFA AĞA ÇEŞMESİ (Merkez) Saraçhane Köprüsü’nün güneyinde, Saraçhane Karakolunun yanında bulunan bu çeşme, karakolun buradan kaldırılması üzerine, Edirne Belediyesi tarafından 1971 yılında bugünkü İtfaiye Müdürlüğü’nün arkasına taşınmıştır. Kesme taştan, 3.60 m. yüksekliğinde dikdörtgen olan çeşmenin cephesi 1.80 m. genişliğindedir. Yekpare mermerden ayna taşı ve üzerinde muslukları, önünde de yalakları vardır. İlk yapılışında çeşmenin üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bugünkü durumda b u kubbe ortadan kaldırılmış ve kasnaklar farklı biçimde çeşme üzerine oturtulmuş ve böylece Osmanlı mimarisinde rastlanmayan değişik bir görünüm ortaya çıkmıştır. RIFAT OSMAN ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Ticaret Lisesi önünde Dr.Rıfat Osman tarafından 1916 yılında yaptırılmıştır. Neo-Klasik dönem mimarisini yansıtan çeşme, dört sütun üzerine kubbeli olarak yapılmıştır. Sütünlar birbirlerine Neo-Klasik dönem özelliği taşıyan sivri kemerlerle bağlanmıştır. Sütunların üzerindeki köşelerde sitilize palmeti andıran köşe çıkıntıları bulunmaktadır. Bu köşe çıkıntılarının arasına da üçgen alınlıklar yerleştirilmiştir. Sütunların arasında alçakta su haznesi ve muslukları bulunmaktadır. MURADİYE (Sultan Süleyman) ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Muradiye Camisi’nin girişinde bulunan bu çeşmenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Mimar Sinan’ın yaptırmış olduğu su yolu bu çeşmeye de bağlanmıştır. Kesme köfeki taşından 3.70x3.25 m. ölçüsünde kareye yakın planlı, kütlevi bir yapısı olan çeşmenin her yüzünde sivri kemerli ayna taşları bulunmaktadır. Ayna taşları kabartma silmelerle çerçeve içerisine alınmıştır. Üzeri piramidal taş bir külahla örtülmüştür. ASKERİ HASTANE YANINDAKİ ÇEŞME (Merkez) Edirne Eski Askeri Hastanesi’nin önünde bulunan bu çeşme 1915 yılında yapılmıştır. Eski Askeri Hastane Avarız Köyü’ne giden yolun doğusunda olup, günümüzde şehir çöplüğüdür. Edirne’nin Osmanlı-Rus ve Balkan savaşlarının anısını yansıtan çeşmenin kitabesinde 1911-1912 yıllarında koleradan 581, tifüsten 344 ve hummadan 72 kişinin; 3 hekimin de tifüsten şehit olduğu yazılıdır. Bu nedenle çeşme şehitlerin anısı için yapılmıştır. Bu çeşme 1971 yılında Eski Cami yakınına ve Bedesten’in önüne nakledilmiştir. Hastanenin bahçesine meydan çeşmesi olarak yapılan bu çeşmenin cephesi 15.00 m., yüksekliği 5.00 m., derinliği de 1.00 m.dir. Kesme köfeki taşından yapılmış olan çeşmenin sivri kemerli nişleri ve Rûmili, palmetli kitabesi vardır. YELLİ BURGAZ ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Çavuşbey Mahallesi Ağaçpazarı Sokağı’nda bulunan Yelli Burgaz Çeşmesi İsmail Ağa tarafından yaptırılmıştır. Yapım tarihi bilinmemektedir. Çeşme köfeki taşından kare planlı, iki cepheli olup, üzeri taş piramidal örtülüdür. Çeşmenin cepheleri hafif sivri yuvarlak kemerli olup, içerisine ayna taşı ve altına da yalağı yerleştirilmiştir. Çeşmenin piramidal örtü ile birleştiği yerde bademli bir silmesi vardır. SİNAN AĞA ÇEŞMESİ(Merkez) Edirne Beylerbeyi Camisi’nin haziresi yanında bulunan bu çeşmeyi Sinan Ağa 1699 yılında yaptırmıştır. Kesme taştan, kare planlı çeşme üç cephelidir. Üzeri taştan piramidal bir külah ile örtülmüştür. Sivri kemerli cephelerinin içerisine ayna taşı ve yalak yerleştirilmiştir. Ön cephesindeki sivri kemerin üzerine mermer kitabesi yerleştirilmiştir. Bu kitabelerde Kuran’dan alınma ayetler yazılıdır. Çeşmenin doğu yönü kaş kemerli olup, burada üçgenler içerisinde lale motifleri ve güçleler bulunmakta olup, çeşmenin iki kenarında da selvi motifleri vardır. HATİP BEY ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Meydan Mahallesi, Selimiye Camisi ile Atik Ali Paşa Camisi yakınında bulunmaktadır. Çeşmenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bezirgân Hacı Mehmet Efendi tarafından onarılmıştır. Bu onarımı belirten kitabesi günümüze gelememiştir. Ancak Oral Onur’dan öğrendiğimize göre kitabenin metni şöyledir: Bezirgân el Hac Muhammed Muvaffak idi bu hayratı tamir Harabe müşerref olmuşken bu Çeşme Edüp tamir anı eyledi abâd Ola banisi hem tamir edenle Duhûl eden eyler sa’d ab hemişe Akıp bir sariye tarihin sakkdır İçendir dil-teşne gelene afiyet yap. Çeşme kesme taştan iki cepheli, kare planlıdır. Üzeri taştan piramidal külah ile örtülmüştür. Sivri kemerli cephesine ayna taşı ve yalağı yerleştirilmiştir. İKİ LÜLELİ (Şair Hayali) ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Uzunkaldırım Caddesi’nde bulunan iki lüleli çeşmeyi Edirneli şairlerden hayali yaptırmıştır. Bu çeşmenin suyu iki lüleden aktığından ötürü de halk arasında İki Lüleli Çeşme olarak tanınmıştır. Çeşmenin orijinal kitabesi günümüze gelememiştir. Ancak 1906 yılında çeşmeyi onaran Mustafa Bey buraya bir onarım kitabesi koydurmuştur. Kesme taştan, tek cepheli ve haznelidir. Cephesinde yuvarlak bir niş içerisine ayna taşı ve yalak yerleştirilmiştir. Çeşmenin cephesi kalın silmelerle çerçeve içerisine alınmıştır. Çeşmenin yanında ikinci bir ayna taşı daha bulunmaktadır. Yükselen yol nedeni ile çeşmenin bir bölümü toprak altında kalmış olup, bugün harap durumdadır. MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne’de Selimiye Camisi yakınında, Arasta’nın karşısında bulunan çeşmeyi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1666 yılında yaptırmıştır. Edirne çeşmeleri arasında en büyüklerinden biri olarak nitelenen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın bu çeşmesi zamanla harap olmuş, Cumhuriyet döneminde Trakya Genel Valisi Kâzım Dirik tarafından onarılmış ve suyu akıtılmıştır. Çeşme meydan çeşmesi niteliğinde olup, kesme taştan üç cephelidir. Üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Cephelerinde sivri kemerler içerisine alınmış ayna taşları ve yalak kısımları bulunmaktadır. Sivri kemerin içerisine dikdörtgen mermer üzerine yazılmış kitabesi yerleştirilmiştir: Cenab- Mustafa Pâşayı Ekrem Odur Pirâye bend-i şahid-i mülk Akıttı Edirne şehrinde bir su Göründü feyz-i İsim Mustafadan Atâllahü ömreh bis-sade ve ekbar Vezir_i Padişah-ı mesnet âra Odur kaim makam-ı adil pirâ Kim etti cer’asın Kevser-i temennâ Medine Edirne mâ’ayn-ı zerkâ’ Bi mâ’i feyzi min tarihi şânı Cer’i-aynü tüsemma sel-sebila 1077 (1667) HACILAR EZANI ÇEŞMESİ (Merkez) İstanbul’dan Edirne’ye giriş yolu üzerinde bulunan bir namazgâh çeşmesidir. Edirne’den Hacca gidenlerin uğurlandığı ve karşılandığı yerde bulunan bu çeşmeyi 1798 yılında Ahmet Ağa yaptırmıştır. Çeşme 1903 yılında Cezzar Mustafa Efendi tarafından onarılmıştır. Bunu belirten kitabede Hacı Cezzar Mustafa Efendi ile eşi Hacer Hanım’ın ruhları için yaptırıldığı belirtilmektedir. Çeşme kesme taştan olup, üzeri konsollarla dışarıya doğru çıkıntı yapan düz bir kalıp şeklindedir. Bu tür çeşmelere Osmanlı mimarisinde rastlanmadığından kendisine özgü bir çeşmedir. YENİÇERİLER ÇEŞMESİ (Acı Çeşme) (Merkez) Edirne Muradiye Camisi’nden Küçükpazara inen yol üzerindeki meydanda Yeniçeriler Hamamı bitişiğindedir. Kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Sultan I.Murad döneminde Yeniçeriler Ocağı burada bulunduğundan bu çeşmenin de o dönemden kaldığı sanılmaktadır. Suyunun acı oluşundan ötürü de halk arasında Acı Çeşme ismi ile de anılmaktadır. Kesme taştan yapılan çeşmenin yuvarlak kemeri içerisinde ayna taşı ve yalak taşı bulunmaktadır. Çeşmenin üzeri piramide yakın bir taş üst örtü ile kapatılmıştır. AFİFE HATUN ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Şeyhi Çelebi Mahallesi’ndedir. Afife hatun tarafından 1774 yılında yaptırılmıştır. Afife Hatun hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. çeşme kitabesini XVIII.yüzyıl Mevlevi dervişlerinden Hattatzâde hacı Mehmet Efendi yazmıştır. Afife namı hatun kıldı ihya Fi-sebil-illâh Feramuş etmesin nuş eyleyenin aştân rahmetden Mücevher harf ile Tâib dedi bir hoş edaya tarih Revan oldu bu ab-ı Kevser elhak ayn-ı izzetden. 1187 (1774). Çeşme kare planlı olup, kesme taştan yapılmıştır. Tek cepheli çeşmenin sivri kemeri içerisinde ayna taşı bulunmaktadır. Üst örtüsü çatı ile kaplıdır. Ancak bu çatı günümüze gelememiştir. HACI MEHMET AĞA ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Mithat Paşa Mahallesi’nde, Tabakhane Caddesi girişinde, Şah Melek Camisi’nin güneyinde yer alan bu çeşmeyi Hacı Mehmet Ağa 1651 yılında yaptırmıştır. Kesme taştan tek cepheli bir çeşmedir. Sivri kemerin içerisinde ayna taşı ve yalağı bulunmaktadır. Boyu 3 m., cephe genişliği ise 2.68 m. dir.Yan cephesinde dikdörtgen bir niş ve onun da üzerinde hazne kapağı bulunmaktadır. ABDÜLAZİZ ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne’ye 4 km. uzaklıkta olan çeşmenin kitabesinde 1870-1871 yıllarında Edirne’de Valilik yapan Mehmet Asım Paşa’nın ismi geçmektedir. Buna dayanılarak çeşmenin Sultan Abdülaziz döneminde Edirne Valisi Mehmet Asım Paşa tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Kitabe:Hazreti Abdülaziz hanın hümayi şevketi Sayesinde hane-i sever oldu her beytül hüzn Sû-be-sû mülkünde açtı rah-ı mâ’muriyeti Sakinan memleket gördü nice hayr-ı hasen Emredüp işte Edirne vali-i alîsine Yani Asım paşa kim ol veziri mü’temen Su gibi bezleydedi gencine sayi ve himem Hep ahali hizmet ettiler bu yolda bilbeden Yazdı defterdarı Sadullah tarih tamam Yaptı bir yol bir de çeşme çaluşup ehli vatan 1288 (1870) Çeşme kesme taştan, tel cepheli ve konaklama yeri çeşmelerinden olup kemerlidir. Ayna taşı bulunmamaktadır. TELLİ ÇEŞME (Uzunköprü) Uzunköprü Çarşısı’nın ortasında Telli Çeşme meydanı’nda bulunan bu çeşme 1800 yılında yaptırılmıştır. Çeşmenin üzerindeki bezeme XVIII.yüzyıl özellikleri taşımaktadır. Burada kıvrık dallar, Rumiler, servi motifleri taş üzerine işlenmiştir. Uzunköprü’nün 1920-1922 yıllarındaki Yunan işgali sırasında çeşmenin üzerindeki kitabe ve bezemeler kazınmıştır. Bugün ancak izleri görülebilmektedir. Bu çeşme 1960 yılında bugünkü yerine taşınmıştır. ÖZGÜRLÜK ÇEŞMESİ (Uzunköprü) Uzunköprü’nün anıt çeşmesi olarak nitelenen bu çeşmeye Hürriyet Çeşmesi (Özgürlük Çeşmesi) ismi de verilmiştir. Çeşme Uzunköprü Meşrutiyet Anayasası’nın 1908’de yürürlüğe girmesi nedeniyle yapılmıştır. Anıtın yapılmasında Kaymakam Mahzar Müfit (Kansu) ve Belediye Başkanı Hafız İsmail (Yayalar)’in büyük payı olmuştur. Bu çeşme Uzunköprü’nün yolunun genişletilmesi sırasında yerinden sökülmüş ve bugünkü yerine taşınmıştır. Bu arada çeşmenin orijinal kitabeleri yok olmuştur. Bugünkü hali ile çeşme, mermer dörtköşe bir kaide üzerinde yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış dört sütunun taşıdığı küp şeklinde bir bölümden meydana gelmiştir. Kaidesi üzerine yeni bir kitabe konulmuştur. Çeşme ve anıt mimari yönden bir özellik taşımamakla beraber kentin simgesi konumundadır. İBRAHİM PAŞA ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne’de İbrahim Paşa Mahallesi’nde, İbrahim Paşa Sokağı’nda İbrahim Paşa tarafından 1495’te yaptırılmıştır. İbrahim Paşa Camisi’nin şadırvanı olarak da kullanılan bu çeşme sekiz cephelidir ve dört kenarında çeşme aynaları kemerler içerisine alınmış, etrafı yarım payelerle de sınırlandırılmıştır. Ayrıca her cephede kemerleri tutan payeler bulunmaktadır. Paye kaidelerinin altı vazo şeklinde, başlıkları da akantus yapraklıdır. Kesme taştan yapılmış olan çeşme İbrahim Paşa Camisi’nin yıkılmasından sonra meydan çeşmesi konumuna gelmiştir. SİNAN AĞA ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Sultan II.Beyazıt Camisi’nin yanında bulunan bu çeşmeyi Sinan Ağa 1669’da yaptırmıştır. Kesme köfeki taşından yapılmış olan çeşme sivri kemerli alınlık kısmı ve önünde de yalağı bulunmaktadır. Yekpare mermer üzerine çeşmenin sekiz satırlı bir kitabesi vardır: Sahib-i himmet Sinan ağa ki odur Mahzar-ı eltaf hayye lem’ yez’el Eyledi bu Çeşme-i pâki bina Fi-sebil-illah zi-hayr-i ecel Bir mahallinde eserdi bir riyâ Ola makbulü hüdavend-i ezel, Nûş edip dedim o dem tarihini Ab-ı safi, hayr-ı vâlâ, bî-bedel 1080 (1669) Sinan Ağa Yeni İmaret karakolu önüne, Saraçhane Köprüsü başına ve Yeni İmaret’te terazili çeşmeyi kendisi, eşi, oğlu ve kızı adına yaptırmıştır. AYŞE KADIN ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Ayşe Kadın Mahallesi’nde Ayşe Kadın camisi yanındaki çeşme 1647 yılında yaptırılmıştır. Çeşme kitabesi zamanla bozulmuş ve daha sonra bir hayırsever tarafından yenilenmeye çalışılmış, üzeri de badana edildiğinden okunamamıştır. Kesme köfeki taşından sivri kemerli bir çeşmedir. YAHYA BEY ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Kıyık Caddesi üzerinde, eski Tophane yolu üzerindeki bu çeşmeyi Yahya Bey 1580 yılında yaptırmıştır. Yahya Bey, Sultan III.Murad döneminde divan sahibi şairlerdendir. Mimar Sinan üslubunda yapılan bu çeşme, Mimar Sinan’ın Edirne’ye su yollarını getirmesinden sonra yaptırılmıştır. Çeşme kesme taştan, piramidal taş örtülüdür.Tek cepheli olan çeşmenin üzerindeki iki silme arasına mermer sülüs yazılı 82x38 cm. ölçüsünde kitabesi yerleştirilmiştir. Kitabe: Çünkü bu mâ’i tâhuri kıldı seyyid-i Yahya Bey Bi nihayet rahmet etsun ana hayy-i müsteaân Vasfedip dedi bir eksikle anın tarihini Çeşme-i ab-ı hayatı canfezayı cavidan 989 (1580) AMCAZADE ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Kıyık Caddesi üzerindeki çeşmeyi Beylerbeyi ve Kaptan-ı Deryalık yapmış olan Amcazade Hüseyin paşa 1704 tarihinde yaptırmıştır. Bu çeşmeyi Sultan III.Mustafa’nın sadrazamı iken yaptırmış, çeşmenin suyunu da Buçuktepe’de yaptırdığı Kasr-ı Dilara’dan getirmiştir. Çeşmenin sülüs yazılı kitabesi bulunmaktadır. Aynı zamanda Edirne Valisi ve ordu kumandanı Arif paşa’da 1901 yılında bu çeşmeyi onarmış ve bununla ilgili talik yazılı bir kitabeyi de çeşme üzerine koydurmuştur. Kitabe: Etti icra bu çeşmenin abın Hükmü şahinşe mübarek pey Emredince Hüseyin paşaya Etti lep teşne—gâni ableri Nice paşa ki lütuf ve ihsanı Gıpta-fermâi ruh hâtem Tayyi Bağlardan geçirdi bu abı Oldu atişâne neşve-bahş hâmi Öyle bir eyn-ruh perver kim Ab-ı hıvan yanında leys şebi Oldu yekpare Faika tarihi Bu iki mısra pey-ender-pey İçene ruhtur bu ab-ı zülâl Ve minel mâ’i külli şeyin hay 1116 (1704) Onarım Kitabesi: Binüçyüz yirmibir seneyi hicriyesinde Yaver-i Ekrem hazret-i şehriyârı Edirne Vali Vekili ve ikinci orduyu Hümâyün Müşiri Devletlû Arif paşa hazretleri tarafından Tamir ve suyu isale ettirilmiştir. 1321 (1903) Kesme taştan ve tek cepheli olarak yapılan çeşmenin yüksekliği 4 m., cephe genişliği ise 2.80 m. olup, Sivri kemer içerisinde bulunan ayna taşı mermerdendir. MUHAMMET İBN-İ AHMET ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne Saraçhane Mahallesi’ne giden yol üzerinde beylerbeyi Camisi’nin de karşısındadır. Muhammed İbn-i Ahmet çelebi tarafından 1591’de yapılmıştır. Bunu belirten sülüs yazılı bir kitabe çeşme üzerine yerleştirilmiştir. Kitabe: Merhum Muhammet İbn-i Ahmet çelebi Tarihi fî sene elf. 1000 (1591). Kesme taştan, tek cepheli bir köşe çeşmedir. Çeşme 1943 yılında Bektaş Şeker Pancarı tarafından onarılmış ve bunu belirten Türkçe bir kitabe de çeşmenin üzerine konulmuştur. HACI HÜSEYİN ÇEŞMESİ (Merkez) Edirne 25 Kasım Stadyumu’nun yanında Balaban Paşa Mahallesi’ndeki bu çeşmeyi Hacı Hüseyin 1686 yılında yaptırmıştır. Çeşmenin önündeki havuz 1808’de yaptırılmıştır. Bu çeşme ve havuz Edirne Belediyesi tarafından kaldırılmış, sülüs yazılı kitabesi stadyumun duvarında bulunmaktadır. Kitabeyi Şair Razî yazmıştır. Kitabe: Edüp ruh-ı resul-illah çün bu Çeşmeyi bünyâd Zî âli eser hacı Hüseyinin nâmı yâd olsun Eder dil merde nice teşneyi her demde ol ihya Ana Kevser nasib oluptur cennet küşâd olsun Yerinde vaz edüp muhtaç idi hakka bu rah üzre Güzel hayr eyledi makbûl hallâk ve ibâd olsun Dedi itmamının tarihini seyr eyleyüp Razî Bu mâ’dan iç Hüseyin hem Hasan ervah şâd olsun. 1098 (1686).
  10. _asi_

    Edirne Saat Kulesi

    SAAT KULESİ Direncin sembolü: Edirne Saat Kulesi Ahşaptan yapıldı, yangında kül oldu... Bu sefer taş ve tuğladan yeniden yapıldı, depremde hasar gördü, direndi. En sonunda yıkılma riski taşıyor ve şehrin silüetinde "görüntüyü bozuyor" diye dinamitle havaya uçuruldu... Edirne Kalesi’nin dört büyük burcundan Üç Şerefeli Camii'nin yakınındaki "Makedonya Kulesi" adı verilen burç üzerine inşa edilerek. "Yangın Kulesi", "Saatli Kule", "Memleket Saati" gibi isimlerle anılan kule, Vali Hacı İzzet Paşa tarafından 1884'de ahşap olarak yaptırıldı. Kulenin 400 TL tutan yapım masrafı, dönemin belediye bütçesinden karşılanmıştı. Burcun üzeri demir parmaklıklarla çevrilerek, aşağıdan yukarıya doğru daralarak inşa edilen 4 katlı ahşap yapının her katına aydınlatma pencereleri vardı. Son katta dört yana bakan saat kadranları vardı. Fransa'ya ısmarlanan saati ancak iki yıl sonra yerine monte edildi. Bir süre sonra yangında harap olan Saat Kulesi, 1894'de bu defa taş ve tuğladan yeniden yapıldı. Sekizgen bir plan üzerindeki kulenin yüksekliği 48 metreydi. Kulenin planı Edirne Belediye Mühendisi Avadis Efendi tarafından düzenlenerek, Mart 1303’de (1887) inşaatına başlandı ve Aralık 1309'da (1893) bitirildi. Edirne Saat Kulesi, Osmanlı Saat kuleleri içinde Neo klasik mimarisi ile dikkati çekmiştir. Kulenin saati, 1926 yılında Mustafa Şem'i Pak tarafından yenilendi fakat 1953 yılında kule depremde hasar gördü. Kulenin akıbeti ise Vatan gazetesinin 23.1.1952 günlü sayısında çıkan bir yazı ile belirleniyordu. Rezzan ve Ahmet Emin Yalman imzalı yazıda şu satırlar yer aldı: "Edirne'deki bütün bu güzellikler arasında göze çirkin görünen bir eser de vardır. Bu da Edirne'nin saat kulesidir. Bizans Devrinde inşa edilmiş olan bir sur üzerine 80 yıl önce yapılmış olan bu kule, bütün o harikulade sanat abideleri arasında göze batan bir zevksizlik numunesidir". Bu yayın sonrası Edirne Belediyesi İstanbul Teknik Üniversitesi'nden yıkıma dair bir rapor istedi, hazırlanan raporda 3 husus ifade ediliyordu: 1.Edirne saat Kulesi tarihi abidelerimizin yakınındadır. Bu abideler uzak tesirli kubbeler ve ince şakuli minareleri ile kuvvetli tesire sahiptir. Saat Kulesi ise yeni açılan Avrupa yolundan kente girişte minare siluetleri ile karışmakta, çirkin görünüşü ile minarelerin etkisini öldürmektedir. 2.Kulenin alt kısmı bir Bizans duvarı kabul edilen bölüme önce ahşap sonra kagir olarak yaptırılmış gerek nispet gerekse malzeme ve renkleri bakımından sanat değeri taşımamaktadır. 3. Halen kısmen yıkılmış olan kulenin tamirinin az bir masrafla mümkün olmayacağı kanaatindeyiz. Kulenin yıkılmasında hiçbir mahsur bulunmadığı ve bilakis isabet olacağını saygı ile arz ederiz. İstanbul Teknik Üniversitesinin Edirne Saat Kulesi için hazırladığı bu rapordan sonra Belediye Reisi Sabahattin Parsoy tarafından 6 Temmuz 1953'de dinamitlenerek yıktırıldı. Böylece XIX. yüzyıl sonlarının Edirne'ye özgü bu karakteristik yapısı, yerle bir edilmiş oldu ve adeta terk edilmiş gibi zamanla bugünkü halini aldı.
  11. _asi_

    Edirne Anıt ve Şehitlikleri

    EDİRNE ANIT VE ŞEHİTLİKLER ŞÜKRÜ PAŞA ANITI (Merkez) Balkan Savaşı’nda Edirne’yi 5,5 ay savunan Şükrü Paşa Edirne’nin düşmesinden sonra Bulgaristan’a esir olarak götürülmüş, 6 ay sonra da özgürlüğüne kavuşmuştur. Şükrü Paşa İstanbul’da 1916 yılında ölmüş ve Merkez Efendi mezarlığına gömülmüştür. Ancak Edirneliler ve o zamanın tümen komutanı Kayhan Onur ailesinden Şükrü Paşa’nın mezarının Edirne’ye nakledilmesini istemiştir. Ailesinin olumlu yaklaşımı üzerine Şükrü Paşa’nın naşı Edirne’ye getirilerek Buçuktepe Tabyasının güney yamacına gömülmüştür. Mezarın bulunduğu yerde bir anıt mezar yapılmış ve bir de heykeli dikilmiştir. Anıt mezarın projesini Trakya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Hulusi Güngör yapmıştır. Buçuktepe Tabyası 2000 yılında Genel Kurmay Başkanlığı tarafından müze olarak düzenlenerek ziyarete açılmıştır. SABUNCU BAĞLARI ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne Sabuncu Bağları Yıldız ve Kestanelik tabyalarının 1-5-2 km. doğusunda Sabuncu Bağları Şehitliği bulunmaktadır. Balkan Savaşı’nda Edirne savunmasında şehit düşen askerler 25 Mart 1913’te Sabuncu Bağlarına gömülmüşlerdir. Buradaki tabyalarda şehit düşenler için Cevizlik, Sabuncu ve Kestanelik şehitlikleri yapılmıştır. Bu şehitlikte 20.taburun şehit düşen askerleri gömülüdür. SARAYİÇİ BALKAN SAVAŞI ŞEHİTLİĞİ(Meçhul Asker Anıtı) (Merkez) Edirne Sarayiçi’nde Tunca Nehri’nin kıyısındadır. Bir tür Meçhul Asker Anıtı niteliğinde olan bu anıt, Balkan Savaşı sırasında Edirne savunmasında şehit düşenlerin anısına dikilmiştir. Edirne’nin 26 Mart 1913’te teslim oluşundan sonra Sarayiçi bir tutsak kampı durumuna getirilmiş ve burada 10.000 civarında asker soğuk, hastalık ve açlıktan ölmüştür. Bu anıtın dikilme amacı da bu olayla bağlantılıdır. Şehitlikte 12 blok üzerine 100 subay ve 400 erin ismi yazılıdır. Bunlar Genel Kurmay Başkanlığı'ndan sağlanan isimlerdir. Ancak diğer şehitlerin isimleri tam olarak tespit edilememiştir. Balkan Şehitliği 858 m2 genişliğinde bir alanı kaplamaktadır. Şehitlik 14 Ocak 1994'te törenle ziyarete açılmıştır. Şehitliğin projesi Y.Mimar Nejat Dinçel tarafından çizilmiş, Heykeltraş Prof.Tankut Öktem de Mehmetçik Heykeli'ni, Heykeltraş Metin Yurdanur da Balkan Savaşı rölyeflerini yapmıştır. HAVSA ŞEHİTLİĞİ (Havsa) Edirne Havsa ilçesinde Yunan askerleri tarafından şehit edilen üç kişinin mezarı Sokollu Mehmet Paşa Camisi’nin bahçesindedir. Bu mezarlık 1960-1966 yıllarında Havsa Kaymakamlığınca onarılmıştır. MEZARTEPE ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin bulunduğu yerdeki Mezartepe Şehitliğinin yeri bugün kaybolmuştur. Balkan Savaşı sırasında 24 Mart 1913 günü Bulgar saldırılarına karşı şehit olan askerler buraya gömülmüşlerdir. BEŞ ŞEHİTLER(Merkez) Edirne’ye 25 Temmuz 1920’de Yunan hücumu sırasında gerilla savaşını başlatan Türk köylülerinden yakalananlardan, Saraçhane Köprüsü başında kurşuna dizilmişlerdir. Bunlardan beşinin mezarı Yeni İmaret Mezarlığındadır. Edirne halkı bu şehitlerin anısına bir de ağıt yakmışlardır: Kırat kırat nazlı kırat Ahır Köyüne götür kırat Kıratımın beli ince Gitmem Ahır Köyüne gitmeyince Kıratıma binebilsem Ahır Köyüme gidebilsem Kıratımın beli ince Öldürmeyin tel gelmeyince Bu beş kişi kurşuna dizildikten sonra Atina’dan gelen bir telgraf, bunların kurşuna dizilmemelerini emrediyordu. Ancak bu telgraftan önce beş kişi Maslahat Deresi’nde kurşuna dizilmişti. ARNAVUTKÖY ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne Ayvaz Baba Tabyası yakınında Hasanağa Köyü’nün batısında Arnavutköy Şehitliği bulunmaktadır. Burada Babadan oğla Anıtı ismi ile küçük bir anıt dikilmiştir. Balkan Savaşı’nda Edirne savunmasını yapanlar arasında bir de Miralay (Albay) bulunuyordu. Bu albay Kuştepe çevresinde yapılan savaşlarda şehit olmuştur. Savaştan sonra albayın oğlu tarafından anıt yaptırılmıştır. Beyaz mermerden bir kaide üzerinde yuvarlak, kurşunu andıran bir sütun bulunmaktadır. Üzerinde şu yazı bulunmaktadır: Topçu Miralay Mehmet İzzet (1315-4) 1912-1913 Balkan Harbinde 5 inci Bl.K. olarak Savaşan babasına Aynı yerde görev alan oğlu tarafından yaptırılmıştır. 30 temmuz 1967 Topçu Yarbay Muin Demirus. GEÇKİNLİ ŞEHİT ANITI (Süleoğlu) Edirne Süleoğlu yolunun çıkışında Yağlı Köyü yakınında Geçkinler Şehit Anıtı bulunmaktadır. Bir höyük üzerinde bulunan bu anıt bir duvarla çevrilmiştir. Giriş kapısının iki yanında sütunlar üzerinde top mermileri bulunmaktadır. Ayrıca yan ve arka duvarların köşe ve ortalarına da birbirlerine zincirlerle bağlı sütunlar yerleştirilmiştir. Anıt dikdörtgen mermer bir kaide üzerine, aşağıdan yukarıya doğru incelen düz bir sütun şeklindedir. Şehitliğin ön cephesine bir kitabe yerleştirilmiştir: “Sırbistan. Yunanistan. Bulgaristan ve Karadağ hükümetlerinin Devlet’i Osmaniye aleyhine müttefikan taaruzlarile vuku bulan harpte nizamiye 9. Alay, Sahra Topçu 3. Alayın 2. ve 3. Bataryaları 9 Teşrinievvel 1328 (22 Ekim 1912) tarihinde bu noktada Bulgarlara taaruz ettiler. Bu müsademe-i hunin yerinde şehid olan zabitan ve efrarın ecsad-ı paki burada meftundur. Din ve vatanın müdafileri olan bu Osmanlı efradının ruhları için Lillah-il Fatiha”. Anıtın diğer yüzlerinde de iki kitabe daha bulunmaktadır. Bu şehitlik Balkan Savaşı sırasında Bulgarlarla savaşan askerler için şehit bir subayın oğulları tarafından dikilmiştir. Anıt Balkan Savaşı’nın hemen bitiminde yapılmış 1935 yılında restore edilmiştir. Ardından Edirne Şehitleri ve Mezarlıkları Koruma Derneği bu anıtı bir kez daha onarmıştır. SÜVARİ YÜZBAŞISI REŞİT BEY ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne Kapıkule yolu üzerinde bulunan bu anıt, Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey’e ait olup halk arasında İntikam Taşı olarak tanınmaktadır. Balkan Savaşları sırasında geri çekilen Bulgarları kovalayan öncü birliğin başında bulunan Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey burada şehit düşmüştür. Reşit Bey’in cesedi Selimiye Camisi Hünkar Mezarlığına gömülmüş ve oraya bir lahit yapılmıştır. Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey’in anıtı I.Dünya Savaşı’nda Bulgarlar tarafından yıkılmış, Cumhuriyet döneminde de, Şehitlikler-Mezarlıklar İmar ve Eski Eserleri Koruma Derneği tarafından aynı yere eskisinden biraz daha alçak olmak üzere yeni bir anıt yaptırılmıştır. YASSI TEPE ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne Avaruz Köyü’nün 1-5 km. güneybatısında bulunan bu şehitliğin olduğu yerde iki mezar bulunmaktadır. Balkan Savaşı’nda Meriç ile Tunca arasındaki Sırp tümeni ile Bulgar alayına karşı Edirne Redif tümeni 5 ay süren bir savunma yapmıştır.Bu savaşta şehit olan askerler Yassı Tepe Şehitliğine gömülmüştür. İBRAHİM AKINCI ANITI(Merkez) Edirne karaağaç yolundan sonra Pazarkule yolu üzerinde Arda Tabyasının olduğu yerdedir. Atatürk’ün Samsun’a çıkışından sonra kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti hem Anadolu’da hem Trakya’da Yunanlılara karşı bir örgüt kurmuşlardır. Yunan kuvvetlerinin Edirne’yi almak üzere Karaağaç’a yürümeleri sırasında Türk kuvvetleri epey şehit vermiş, bunlardan biri de Edirne İslâm Cemaati Kâtibi Hakkı Efendi’nin oğlu Teğmen Reşit Bey’dir. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Kolordu Komutanı İbrahim Akıncı tarafından bu savaşın anısına anıt dikilmiştir. Dikdörtgen kaideli, aşağıdan yukarıya doğru daralan mermer bir anıttır. HASKÖY ŞEHİTLİĞİ ANITI (Havsa) Edirne Kırklareli yolunda bu anıtı Trakya Genel Müfettişi Kâzım Dirik 1935 yılında yaptırmıştır. Balkan Savaşı sırasında Hasköy’de, Habiller bölgesinde yapılan savaşta şehit düşen askerler Hasköy Köyü’ne gömülmüşlerdir. Anıt üst üste oturtulmuş üç dikdörtgen kaide ve mermer bir sütundan ibarettir. CEVİZLER ŞEHİTLİĞİ (Üç Şehitler Anıtı) (Merkez) Edirne-Lalapaşa yolunun güneyinde Cevizlik Tabyası’nın karşısında üç mezar ve bir de anıt bulunmaktadır. Bu yüzden de buraya Üç Şehitler Anıtı veya Cevizlik Şehitliği ismi verilmiştir. Dikdörtgen kaideli anıtın üzerinde dört mermer küre bulunmaktadır. Etrafı parmaklıklarla çevrilmiştir. Bu anıtın altında gömülü olan üç şehit, Bursa Çekirge Taburundan Küçük Döllük Köyü’ndeki camide tedavi edilirken taburun geri çekilmesi üzerine ancak buraya kadar gelebilmiş ve Bulgarlar tarafından anıtın bulunduğu yerde şehit edilmişlerdir. KÜÇÜK DÖLLÜK ŞEHİTLER ANITI (Merkez) Edirne Lalapaşa yolunun solundaki Küçük Döllük Köyü’nde cami bitişiğindeki bir kuyu üzerine 1965 yılında Edirne Şehitlikleri ve Mezarlıklarını Koruma Derneği tarafından yaptırılmıştır. Anıt Balkan Savaşı sırasında Kayapa-Küçük Döllük yöresinde Bulgarlarla yapılan savaşta yaralanan ve camide tedavi edilen askerler, birliğin yaralılarını alamadan geri çekilmesi nedeni ile orada kalmışlardır. Köye giren Bulgarlar camide tedavi edilmekte olan 19 Türk askerini caminin yanındaki kuyuya atarak şehit etmişlerdir. Küçük Döllük Şehitler Anıtı bu şehitlerin anısına kuyunun üzerinde yapılmıştır. Anıtın ön yüzünde kitabesi bulunmaktadır: “1912-1328 yılı Teşrinievvel (Ekim) ayında Kayapa’da düşmanla çarpışırken ağır yaralı olup Küçük Döllük Camiine yatırılan ilk gazi ve şehit 19 er bu anıt altındaki kuyuya diri diri Bulgarlar tarafından atılarak şehit edildiler”. KAYAPA ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne Kayapa Köyü’nde köy mezarlığına giden yolun kenarında bulunmaktadır. Balkan Savaşı’nda buraya gömülmüş olan şehitlerin isimleri yazılı mezar taşları bulunuyorken, günümüzde bu mezar taşları kayıptır. MARAŞ ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne Karaağaç’ta, Arda Kule’nin 150-200 m. kuzeydoğusunda tarlalar arasındadır. Balkan Savaşı’nda Edirne savunmasının batı cephesinde sol kanadı oluşturan Maraş Cephesi Meriç ile Arda nehirleri arasında bulunuyordu. Bu bölgeyi Bulgar ve Sırplara karşı Yarbay Celal Bey’in nişancı alayı ile Bursa ve Çekirge Redif taburları savunmuştur. Burada şehit düşen askerlerin anısına bir şehitlik yapılmış, ancak burada kaç şehit olduğu bilinmemektedir. SÖĞÜTLÜK ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne Karaağaç yolu üzerinde Söğütlük Mevkiinde bulunan bu anıtın projesini Mimar Talat Bey ile bir Fransız mühendis 1915 yılında Evkaf-ı Hümayun Nezareti adına yapmışlardır. Anıt alçak bir duvarla çevrelenmiş olup, önünde bir bahçesi ve bir de çeşmesi bulunmaktadır. Burada Edirne’de ölen Vali Emin Akıncı, Türk-Bulgar hududunda görev yaparken Bulgarların sınıra yerleştirdikleri mayınların patlaması ile şehit düşen sivil ve askerlerin anısına yapılmıştır. Anıtın pembe mozaikten piramidal kare bir taban üzerine 1-5 m. yüksekliğinde kale burçlarını andıracak şekilde kesme taştan yapılmıştır. Burçların üzerinde beyaz mermer bir sütun, üzerinde de dört tarafında ay yıldız, en üstüne de dört küre yerleştirilmiştir. Anıt üzerinde şu kitabe bulunmaktadır: “Fatiha, Balkan Harbi müdafaasında şehit olan jandarmaların ruhuna 1913.” KEŞAN TABURU ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne Sabuncu Bağları sırtında Musabeyli Köyü yakınındadır. Burada 9-10 Şubat 1913 gecesi Türk askeri bir yarma harekatına girişmiş ve Bulgar siperlerine süngü hücumunda bulunmuştur. Bu hücum sırasında Musabeyli Köyü’nün güneyindeki tepeler Türk kuvvetlerinin eline geçmiştir. Bulgar komutanı İvanov Sırp tümeninden yardım istemiş, bunun üzerine gelen üstün güçlere karşı direnemeyen Türkler geri çekilmiş ve Keşan Taburunun bütün er ve subayları burada şehit olmuşlar, köyün yakınına da gömülmüşlerdir. Günümüzde bu şehitlikteki mezarların çoğu kayıptır. HIZIRLIK TABYA ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne Yıldırım Mahallesi’nin batısındaki Hızır Tekke yakınındaki mezarlık Hızır Tabya Şehitliği olarak tanınmaktadır. Balkan Savaşı sırasında 26 Mart 1913’te bu tabyada şehit olan subay ve erler, köyün Hıdır Cami Mezarlığına gömülmüşlerdir. ASKER HASTANESİ ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne’nin kuzeyinde Sarayakpınar yolunun sağında terk edilmiş bulunan asker hastanesinin 2-3 km. batısındadır. Hastane mezarlığının bir bölümü şehitlik olarak ayrılmıştır. Balkan ve Çanakkale savaşlarında bu hastaneye yatırılan yaralılardan ölenlerin gömüldüğü şehitliktir. Aynı yerin yanına Edirne’de askerlik görevini yaparken hastalanıp ölen askerler de gömülmüştür. Belediye tarafından satın alınan ve kiraya verilen şehitlik ve mezarlık ortadan kaldırılmıştır. Bu konuda yapılan şikayetler üzerine Edirne Vilayeti 1973-1974 yıllarında bu işlemi durdurmuştur. Ancak şehitlik ve mezarlıktan herhangi bir iz günümüze gelememiştir. SIRPSINDIĞI SAVAŞI ŞEHİTLİĞİ (Merkez) Edirne Sarayakpınar Köyü’nde 1363 yılında Hacı İlbeg komutasındaki Türk ordusunun kazandığı Sırpsındığı Savaşı’nın anısına 1990 yılında Edirne Valisi Ünal Erkan tarafından yaptırılmıştır. Anıt mermerden olup, yine mermerden sütunlardan oluşan parmaklıklarla çevrilmiştir. Kare mermer kaidenin üzerine düz ve kademeli beyaz mermerden bir taş oturtulmuş ve bunun üzerine de Sırpsındığı Savaşı’nın tarihi yazılmıştır. Anıtın yapımına Türkiye Şehitlikleri İmar Vakfı'nın yardımı ile 1990 yılında başlanmıştır. Sarayakpınar Köyü muhtarı köy arazisinden 560 m2.lik yeri bunun için ayırmıştır. Anıt üzerinde yabancı tarihçilerin, Mithat Cemal Kuntay'ın, Edirneli Ruhi'nin, Ali Yazıcıoğlu'nun yazılarından örnekler bulunmaktadır. Atatürk'ün "Türk evladı ecdadını tanıdıkça büyük işler yapabilmek için kendinde kuvvet bulacaktır" sözü de buraya eklenmiştir.
  12. _asi_

    Edirne Tabyaları

    EDİRNE TABYALARI Küçük kalkanlarla savunulan koca bir şehir... Duvar kalınlığı bir metreyi geçen taş ve tuğla duvarlardan inşa edilmiş 30 adet tabya(*), Balkan Savaşı'nda önemli rol oynamış ve tarihe geçen Edirne savunması 155 gün boyunca bu tabyalardan yapılmıştır. 1829 Osmanlı-Rus savaşında, Edirne ve yöresinin Rusların eline geçmesi nedeniyle ilerde tekrar Edirne'nin yıkıma uğramaması için kentin 4-5 km uzaklarında tabyalar yapılmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından önce bu tabyaların onarımı yapılarak bazıları ahşap, bazıları da taştan yapılarak Edirne'nin savunmasında önemli yer tutmuşlardır. 1893 yılında Tahir Paşanın başkanlığında kurulan bir komisyon tabyaları yeniden inşa ettirmiş, bazılarını da onarmıştır. 1903 yılında ise kalınlığı bir metreyi geçen taş ve tuğla duvarlardan yapılan 30 adet Tabya Balkan Savaşında önemli rol oynamış ve Edirne savunması 155 gün boyunca bu tabyalardan yapılmıştır. Balkan Harbi'nde Edirne'yi savunan tabyalardan Hıdırlık Tabyası, Edirne müdafii Şükrü Paşa'nın karargahı olarak kullanılmıştır. Kıyık Tabyası ise Edirne Kale Kumandanı İsmail Paşanın karargâhı idi. Tabyalar arasında devamlı telefon ilişiği bulunuyor ve Kıyık ile Hıdır tabyalardan savunma yönetiliyordu. 26 Mart 1913 günü bu tabyalardan ilk önce Yıldız, Ayvazbaba, Kestanelik ve Cevizlik tabyaları son savunmalarını yaparak Edirne düşmanları tarafından alınır ve Şükü Paşa karargâhı olan Hıdır Tabyada savaşa son verdiğini düşman kumandanı General Ivanov'a iletir ve böylece 155 gün süren şerefli savunma son bulur. Kentin savunmasına büyük yararları dokunan tabyaların en görkemli ve büyüğü, Hıdırlık Tabyası'dır. Şükrü Paşa, Edirne’yi kentin etrafında bulunan 30 adet tabyadan savunuyordu. Bu Tabyaların adları şöyledir: 1) HIDIRLIK TABYA 2) KARTALTEPE TABYA 3) MARAŞ TABYA 4) KARAAĞAÇ TABYA 5) AYVAZOĞLU TABYA 6) KARAGÖZ TABYA 7) KAZANOVA TABYA 8) ARNAVUTKÖY TABYA 9) AYVAZBABA TABYA 10) YILDIZ TABYA 11) KESTANELİK TABYA 12) CEVİZLİK TABYA 13) KARTALTEPE TABYA (Yunanistan’da) 14) K.TAŞ TABYA 15) B.TAŞ.TABYA 16) KEMER TABYA 17) AYNALI TABYA 18) TOPRAK TABYA 19) BAŞHÖYÜK TABYA 20) DOĞANCI TABYA 21) ESKİ TABYA 22) TOPYOLU TABYA 23) KAVKAS TABYA 24) YASSI TEPE TABYA 25) BAĞLARBAŞI TABYA 26) ABDURRAHMAN AĞA TABYA 27) ARDA TABYA 28) KIYIK TABYA 29) BOSNAKÖY TABYA 30) MUHİDDİNTEPE TABYA
  13. _asi_

    Edirne-yöresel kıyafetler

    YÖRESEL KIYAFETLER Osmanlı döneminde bir moda merkezi haline gelmiş Edirne'de, halk, sarayın da etkisiyle giyim-kuşam yönünden Avrupalı kadınlardan geri kalmaz duruma gelmişlerdi. Trakya ve Edirne halkının kendisine özgü bir kıyafeti ve giyim kültürü bulunmaktaydı öyle ki 1453 yılına kadar Osmanlı'ya başkentlik yapmış Edirne, İstanbul'un başkent olmasından sonra da bu önemini korumuş bu sayede Edirne halkı, sarayın da etkisi ile giyimine oldukça düşkündü. Edirne sarayı giyim ve kuşamda İstanbul saraylarını aratmayacak düzeydeydi ve şehir Osmanlı döneminin bir moda merkezi haline gelmişti. Batılılaşma hareketi Edirne sarayını da etkilemiş, Edirneli kadınlar giyim ve kuşamda Avrupalı kadınlardan geri kalmaz duruma gelmişlerdi, hatta onlardan daha ileri düzeye erişmişlerdi. III. Ahmet Edirne'de oturduğu sırada, İngiltere Sefiri'nin eşi Lady Monteguie Edirne'ye gelmiş ve bir süre Edirne'de yaşamıştır. Edirne'den İngiltere'ye yazdığı mektuplarda kadınların giyim biçimleri hakkında şunları yazmaktadır: "Türkiye'de güzeller, İngiltere'dekinden daha çok ve hepsi mütenevvi. Burada hiçbir genç kadına tesadüf edilmez ki güzel olmasın. Hemen hepsi kara gözlü, tenleri dünyanın en güzel renginde. Asil bir Türk kadını nasıl giyinir, bunu öğrenmek ister misiniz? İşte yazıyorum. Onun arkasında dolama denilen bir gömlek vardır. Düğmeleri nohut iriliğinde elmastan yapılmıştır. Dolama daha küçük çapta elmaslarla süslü iki iğne ile kemere tutturulmuştur. Ten üzerindeki iç gömleği, baklava biçiminde iki elmas düğme ile ilikli. Kemer, gayet geniş ve baştanbaşa elmas. Gerdan dize kadar inen üç dizi inci ile sarılı. Dizilerden birinin ucunda Hint tavuğu yumurtası kadar büyük bir zümrüt asılı. Küpeleri takıldığı yere yakışacak değerdedir. Yüzükler de öyledir. Güzel hatta pek güzel olan parmakların zarafetini kendi ışıklarıyla aydınlatıp dururlar. Benim gördüğüm Türk kadınlarındaki süslerin yarısı kıymetinde süs taşıyan Avrupalı bir kraliçe yoktur." Lady Monteguie' nin bu mektuplarından Edirne'deki kadınların giyimlerinin ne kadar ihtişamlı olduğunu anlamaktayız. Edirne giysilerinde, Edirne'ye özgü pembe renkli atlas kumaşlar kullanıldığı gibi, kadın giysilerinde, hama kumaşı, martin denilen bir nevi ipekli kumaşlarda kullanılmıştır. Atlas; yüzü ipek, tersi pamuk, parlak yüzlü düz bir kumaş ve üzerinde işleme yapmaya elverişli bir kumaş türü olduğundan, üzeri altın ve gümüş tellerle işlenmiştir. KADIN GİYİMİ Edirne'de kadınlar; şalvar ve entarinin üzerinde kuşak ve kemer kullanılırdı. Dokuma kumaşlardan yapılmış kemerler kullanıldığı gibi, madeni kemerler de bele takılırdı. Şalvarı bele bağlayan bütün kuşağa uçkur adı verilmektedir. Uçkur bağlandıktan sonra belden aşağı sarkıtılan uçkurun uçlarına, güzel işlemeler yapılırdı. Şalvarın üzerine, bürüncük adı verilen kumaştan yapılmış gömlekler giyilirdi. Bürüncük kumaşlar ipek ipliği ile pamuk ipliği de kullanılarak dokunmuştur. Kadınlar, başlarına kenarları iğne oyası, mekik, tığ ve boncuk oyaları ile süslenmiş grep veya yemeni bağlarlardı. Zengin hanımlarda başlarına iğne oyası ile süslenmiş hotoz tabir edilen serpuşu giyerlerdi. Takılar Edirne kadınında mücevher giysiyi tamamlayan vazgeçilmez bir unsurdur. Edirne sarayında ve konaklarındaki kadınlar, zümrüt, yakut, elmas, akik, mercan, yeşim, inci gibi değerli taşları kullanırken, köylerde ise altın ve gümüş küpe, bilezik, gerdanlık, yüzük takıyorlardı. Köy kadınları altınları genellikle kurdele üzerine dizerek boyunlarına takmakta, nazarlık ve muska gibi süs özelliği taşıyan eşyalar da kullanmaktaydılar. Osmanlılar döneminde Edirne'de yaşayan kadınlar, sokağa çıktıklarında koyu renkli ipek veya çuha kumaştan yapılmış ferace, yeldirme veya çarşaf giyerler; sadece gözleri açıkta kalacak şekilde yüzlerini tülle örterlerdi. Günümüzde de kırsal kesimde yaşayan kadınlar arasında çarşaf, ferace ve şalvar giyilmeye devam edilmektedir. Kadın Pabuçları Kadınlar ayaklarına evde ve sokakta yün ve pamuktan yapılmış çoraplar giyerlerdi. Köylerde, elde beş şişle örülen köylü çorapları çeşitli renklerden yapılmış motiflerden oluşmaktaydı. Edirne sarayında ve varlıklı ailelerde, ayaklara mercan terlik, deriden yapılmış kısa ve uzun konçlu çizme, sedef kakmalı nalınlar giyilirdi. Halk arasında ise, keçe, çizme, çarık, dolak sade nalınlar ve yemeniler giyilmekteydi. ERKEK GİYİMİ Erkekler ise ayaklarına tulumbacı yemeni veya ökçeli, altı kalın köseleli, çivili yemeni adı verilen arkaları basık ayakkabılar giyerlerdi. Burun kısmı sivri kesilen deriden yapılan, topuk ve yan kısımlarına ip geçirilerek ayak gibi şekil verilen çarık, köylü halk arasında giyilirdi. Çarık, cumhuriyet döneminde de bir süre daha çobanlar tarafından keçeden yapılmış, kebe ile birlikte giyilmiştir. Erkek giyiminde; bele kuşak takılarak, potur ve ağlı şalvar giyilmiştir. Üzerine, camadan, fermene, kolsuz camadan, kavuşturmalı yelek, mintan, salto giyilir, başı örtmek için fes kullanılırdı. Potur, Karapınar biçimi, Rusçuk biçimi, Tek gözlü potur ve kulaklı potur olmak üzere dört çeşittir. Karapınar biçimi potur: Ağı olan poturdur. Rusçuk biçimi potur: Ağı çalık ve dar olan poturdur. Bu poturların ayak bilekleri ve cepleri kaytanlı ve çiçek işlemelidir. Cepler ve diğer aksam kaytanlıdır. Kaytan işlemeler müşterinin arzusuna göre beş sıradan dokuz sıraya kadar dikilirdi. Kulaklı potur: Bu tabirden amaç, paça çiçek işlemeli ve kulak şeklinde olup bu kulaklar ayağa giyilen ayakkabıların üzerini örter şekildedir. Poturların dikiş yerleri umumiyetle kaytanlıdır. Kaytanın en makbulü, Bulgaristan'dan gelen bu kaytanı kullanırlardı. Poturlar, gri, lacivert, mavi bazen de siyah çuhadan dikilirdi. Şalvar: üst kısmı bol ve büzgülü, paçaları ayrı ve genişçedir. Erkeklerin şalvarı kadınlarınkine göre daha dar ve sadedir. Şalvar, ağlı şalvar, yarım ağlı şalvar, elifli şalvar isimleriyle üç şekildedir. Şalvarların cep ve paça ağızları hafif kaytanlıdır. Şalvar üzerine düz ve harçsız salta giyilir. Salta: kaytansız, kol ve yen ağızları yırtmaçlı ve açıktır. Bu kısmı kırmızı gezi denilen bir nevi astar kaplıdır. Bele, beyaz yapak kuşak, acem şalı veya ipekli Trablus kuşağı sarılır. Başa giyilen fesin üzerine ise cenber veya kefiye bağlanır. Camadan (camedan): Yakası kaytanlı ve çiçek işlemelidir. Kolları ve kolçakları (kolların dirsekleri) da yine çiçek işlemeli, kol ağızları açık gümüş veya sarı düğmeli olup, kol ağzından omuz başlarına kadar da gül işlemelidir. İşlemelerde iki tür çiçek kullanılmıştır. Birisi kesme çiçek, diğeri de selvi çiçektir. Bu elbiselerde dikiş ekleri kaytanla tutturulur ve diğerine o şekilde eklenirdi. Kolsuz Camadan (camedan): Kısa, kolsuz ön tarafı çapraz kavuşur gibi olan bir yelektir. Halk ve esnaf tarafından giyilirdi. Fermene: Kolsuz, çuha veya abadan kesilirdi. Şekil olarak camadana benzer ancak ondan biraz daha uzundur. Kollu camadan üzerine giyilir, yelek şeklindedir. Bunun da üzeri çiçeklerle süslenmiştir, süslemelerde camadan da olduğu gibi kesme ve selvi çiçekleri kullanılmıştır. Süslemelerde kullanılan iplik, bükme ipek siyah ibrişimidir. Bunu giyen ler artık üzerine salto giymezlerdi. Salto: Salto da çuhadan yapılmıştır, fermene gibi iki çeşit çiçek işlemelidir. Arkası ve kolları gül işlemeli, önlerin iki yanı ise selvi çiçek işlemelidir. Cepken: Kolları takma ve iğretidir ve istenildiği zaman takılır, çıkartılır. Giyildiği zaman kolları giyilmez, iki tarafı omuz başlarından arkaya sarkar. Cepken giyenlerin poturlarının ağları boldur. Diz bağı tabir edilen püsküllü şeritlerin baldırların üzerine bağlanır. Püskülleri de yan tarafa sarkıtılır. Cepken ve potur giyenler beldeki kuşağın üzerine silahlık bağlarlardı. Erkek giyiminde yağlıkların da ayrı bir yeri vardı. Yağlıklar sofra dışında çevre ve mendil gibi yalnız erkeklerce kullanılırdı. Yağlıkla çarşıdan alınanlar taşınır, file görevi görmediği zamanlar işlemeli kısmı kuşağın kıvrımından sarkıtılarak yürünürdü. Saat köstekleri de kıyafeti tamamlayan unsurlardan birisidir. Edirne erkek kıyafetlerinde asmalı gümüş saat kösteği vardır. Bu köstekler iki çeşittir. Birisi tek ve kalın zincirdir, diğeri de 4-5 sıra gümüş zincirdir.Esnaf halk arasında iş görürken önüne futa adı verilen önlük bağlardı.
  14. _asi_

    Edirne mutfağı

    ÇORBALAR Tarhana Çorbası Kış aylarının vazgeçilmez içeceği olup, tarhana, sonbaharda kırmızı tarhanalık domates biberi, domates, kırmızı başak biberi, çok bol beyaz soğan, yoğurt ve un ile ekşi hamur mayası katılmak suretiyle mayalanır. Dokuz on gün bekleme süresinde her gün hamur yoğrulmak suretiyle tüm malzemelerin birbirleriyle karışması sağlanır. Daha sonra parça parça kurutulup, çok ince elekten irmik gibi olacak şekilde elenip tekrar kurutularak saklamaya alınır. Pişirimi; Bir miktar ılık suya birkaç kaşık kuru tarhana karıştırılmak suretiyle pişirilip, tereyağı karıştırılarak servis yapılır. Düğün Çorbası Malzeme olarak, bir miktar kuzu eti, iki kaşık un, iki yumurta sarısı, bir bardak yoğurt, iki kaşık tereyağı, tuz , karabiber, kırmızı biber hazırlanır. Et haşlanıp, küçük parçalara ayrılır. Un tereyağında kavrulup et suyu ilave edilerek karıştırılır. Yumurta ve yoğurt ayrı bir kapta biraz tuz ilavesi ile çırpılıp unlu et suyu da azar azar ilâve edilerek hafif ateşte devamlı karıştırılarak koyuluncaya kadar pişirilir. Ocaktan alınmadan kısa bir süre önce etler ilave edilip, üzerine kızdırılmış tereyağı ile kırmızı biber gezdirilir. Bulgur Çorbası Kırsal kesimde sıkça yapılan çorbalardan olup, el kayasında çekilen kırılmış bulgur suda kabartılıp, bir müddet kaynatılır. İnce süzgeçten geçirildikten sonra tekrar kaynatılmaya devam edilirken tuzu ve tereyağı ilave edilir. Domatesli Umaç Çorbası Bir iki domates rendelenip veya kabuklan soyulup, küçük küçük kesilmek suretiyle tereyağında az kavrulup üzerine suyu ilave edilir. Diğer tarafta el ile küçük hamur taneleri yapılıp kaynayan suya azar azar katılarak pişirilir. Pişmezden önce taze kıyılmış nane ilave edilerek bir süre daha kaynatılır. Daha çok kırsal kesimde yapılan umaç çorbaları, bu yapılış şekilleriyle kesme makarnalar veya kare şeklinde küçük kesilmiş hamurlar İle de yapılmaktadır. Arzu edildiği takdirde bir yumurta sarısı çırpılarak terbiye yapılması da mümkündür. Paça Baharda kesilen süt kuzularının ayak kısımlarına denmektedir. Bu kısımların derisi yüzüldükten sonra bir miktar suda haşlanıp pişirilir. Paçalar suyun içinden alındıktan sonra pişmiş et kısımları ayrılarak tekrar suya katılır ve kaynatılmaya devam edilir. Diğer tarafta kaynayan sudan bir miktar alınıp bir kaşık un ile bulamaç haline getirilip azar azar suya ilave edilir. Piştikten sonra birkaç diş dövülmüş sarımsak sirke ile karıştırılmak suretiyle servis yapılır. Üzerine kızdırılmış tereyağı ve kırmızı biber gezdirilir. Bakla Çorbası İnce ince kıyılmış taze bakla veya taze iç bakla tereyağında bir miktar kavrulup su ve tuzu ilave edilir. Diğer tarafta bir kaşık un kuru olarak az pembeleşinceye kadar kavrulur. Kaynamaya başlayan karışımdan bir iki kaşık alınarak kavrulmuş un ile karıştırılıp bu karışım yavaş yavaş karıştırılarak pişirilir. Bu çorbanın da sarımsaklı yoğurt ile yenmesi hoş olur. ETLİ YEMEKLER Soğanlı Kapama Kış mevsiminde arpacık soğan denilen tohumluk küçük kuru soğan ile, koyun etinden ilkbaharda taze yeşil soğan ile süt kuzusu tabir edilen kuzu etinden yapılmaktadır. Arpacık soğanlar veya ince kıyılmış yeşil soğanların beyaz kısımları tereyağında az kavrulup karabiber ve tuz ilave edilir. Diğer tarafta et küçük küçük doğranarak çok az su ile köpükleri devamlı alınarak bir süre pişirilir ve az kavrulma kıvamına gelince birkaç dakika kavrulmuş soğanlar ile de karıştırılarak kavrulur. Çok az su ilave edilip, soğanların dağılıp şekilleri bozulmaması için çok hafif ateşte et iyice pişinceye kadar ocakta bırakılır. Yemek ateşten indirilmezden bir iki dakika önce arpacık soğanlı kapamaya kabuğu soyulmamış beş altı dış sarımsak da ilave edilir. Kara Kavurma Kurban bayramlarının vazgeçilmez et yemeğidir. Koyunun özellikle kol kısmındaki kaba etlerinden bir miktarda yağlı kısımlarından (kuyruk yağı da) alınarak kuşbaşı doğranır. Bir fincan su ile köpükleri devamlı alınarak bir süre adeta kendi suyu ile pişirilir. Et piştikten sonra etlerin dağılmamasına özen gösterilerek kavrulur. Kara kavurma kışlık olarak da saklanmak üzere yapılabilir. Ciğer Sarma Bir kuzu ciğeri ve gömleği tabir edilen zarı yemeğin ana malzemesidir. 'Gömleği' akşamdan veya birkaç saat önce soğuk suya bırakarak yumuşaması sağlanır. Ciğer kısa bir süre suda az haşlandıktan sonra damarları temizlenip küçük parçacıklar halinde kıyılır. Diğer tarafta yarım kilo kadar pirinç temizlenip yıkanır. İçine bir iki yumurta, karabiber, tuz ve nane ilave edilerek az su ile karıştırılır. Bu karışım, ince kıyılmış ciğerlere karıştırılıp yumuşayan gömleğin içine sarılarak kapatılır, kapatılan kısım alta gelecek şekilde bir tepsi içine yerleştirilip üzerine yumurta sarısı sürüldükten sonra fırında üzeri kızarıp kabarıncaya kadar pişirilir. Tavşan Kapama Bir iki baş soğan ince kıyılmış şekilde tereyağında kavrulur. Biraz pirinç kabartılarak tuz ve karabiberli iç hazırlanır. Bütün tavşanın karın kısmı açılarak içine bu karışım doldurulup dikilir. Tencerenin altına ve tavşanın üzerine biraz yağ ilâve edilip, kenarlarına da birkaç tane kızılcık atılıp, tencerenin kenarları hamurla kapatılarak bir saat süreyle orta ateşte pişirilir. Bir başka şekliyle; soğan yerine lahana turşusu bir miktar tereyağında kavrulup, bulgur, tuz, karabiberle hazırlanan içle de tavşan doldurulup pişirilmektedir. Arnavut Ciğeri Bir kuzu ciğeri zarı soyulup damarları çıkartılarak küçük parçacıklar halinde doğranır ve süzgece konularak kanının akması sağlanır. Diğer tarafta bir baş kuru soğan ince kıyılarak bir iki kaşık tereyağında hafif kavrulur, kavurma işlemi ciğerlerin ilave edilmesiyle birkaç dakika daha devam eder. Bundan sonra tuz karabiber ve kırmızıbiber ile bir iki fincan su ilave edilerek hafif ateşte ciğerler yumuşayıncaya kadar pişirilir. Büryan Tavuk bütün olarak veya parçalara ayrılacak haşlanır. Bir baş ince kıyılmış soğan, bir kaşık salça ile tereyağında kavrulur. Üzerine yıkanmış pirinç, üstünü geçmeyecek kadar tavuk suyu ve tavuk parçaları yerleştirilerek orta ateşte yeteri kadar tuz da ilave edilerek bir saat kadar pişirilir. Lahana Salması İki baş orta büyüklükte kuru soğan ince kıyılarak tereyağında kavrulur, kuşbaşı doğranıp pişirilmiş koyun veya kuzu eti ile de bir miktar kavrulur, ince kıyılmış beyaz lahana tencereye doldurulur, üzerine kavrulmuş soğanlı et, yeteri kadar tuz ile birkaç kırmızı başak biberde konularak az su ilavesiyle lahanalar yumuşayıncaya kadar pişirilir. Güz zamanı üzüm ile yenmesi güzel olur. Etli Kapuska Kış aylarında lahana turşusu ve özellikle ördek eti ile yapılan bir yemektir. İnce kıyılmış lahana turşusu, tereyağında bir süre kavrulur. Parçalanmış ve yıkanmış av ördeği veya ev ördeği etleri de ilave edilerek birkaç dakika daha kavrularak az su ile hafif ateşte, eti pişinceye kadar karıştırılmaksızın pişirilir. Bıldırcınlı Patlıcan Yörede av ederiyle yapılan yemekler hâlâ yaygın olup, bulunmadığı zamanlar tavuk eti ana malzeme olarak kullanılmaktadır. Kebap için, patlıcanlar soyulup, uzun uzun kesildikten sonra yağda kızartılır. Bir tepsiye döşenip üzerlerine parçalanıp hafif haşlanmış bıldırcın veya tavuk etleri yerleştirilip, üzerine tekrar patlıcanlar konularak bir müddet fırında bırakılarak birlikte pişmeleri sağlanır. Çerkez Tavuğu Tavuğun göğüs eti pişirildikten sonra çok küçük parçalar haline getirilerek altı düz bir kap içine konur. Diğer taraftan ceviz içi dövülerek, bunun içine de ıslatılıp sıkılmış ekmek içi, tuz, kırmızı biber, zeytinyağı karıştırılarak et üzerine dökülür. Ayrıca üzerine kırmızı biberli tereyağı gezdirilir. HAMUR İŞLERİ Bulgurlu Kol Böreği Bir yumurta, az tuz, su ve un karıştırılarak hamur yapılır. Yarım saat bekletilip oklava ile ince yufkalar açılır. Diğer tarafta haşlanmış bulgur peynir ile karıştırılarak bir karışım elde edilir. Bu karışım açılan yufkaların tüm yüzeyine yayılır bu haliyle yuvarlanıp, altı yağlanmış tepsinin ortasından başlanılarak dairesel şekilde yerleştirilir. Üzerine yumurta sarısı sürülerek fırına verilir ve üzeri kızarıncaya kadar fırında bırakılır. Tatar Böreği Dört beş yumurta, az tuz, su ve un ile yumuşak olmayan hamur hazırlanıp yarım saat kadar bekletilir. İnce olmayan yufkalar açılıp ince uzun dikdörtgenler şeklinde daha sonra da üçgen şeklinde kesilerek kaynayan bol suda haşlanarak pişirilir. Sıcak iken eritilmiş tereyağı karıştırılarak yağlanır. Servis yapıldıktan sonra üzerine sarımsaklı yoğurt ve kızdırılmış tereyağlı kırmızı biber gezdirilir. Kuskus Kışlık hazırlanan ev makarnası çeşitlerinden olup, yapımı oldukça zahmetlidir. Makarna hamuru gibi hazırlanan hamur küçük parçalara ayrılarak tahta tekne kenarlarında zaman zaman unlanarak çok küçük yuvarlaklar haline getirilip, kalın delikli kalburdan geçirilir. Güneşli havada iyice kurutularak saklamaya alınır. İstendiği takdirde fırınlanmaktadır. Bol suda haşlanarak pişirilir. Kabak Böreği Rendelenmiş bir miktar kara kabak, ince kıyılmış bir küçük baş soğan, tuz ve bol karabiber ile karıştırılıp, üç dört tane çırpılmış yumurta ile de karışmış şekliyle iç hazırlanır. Tepsiye yerleştirilen parçalanmış veya bütün fırınlanmış yufkaların arasına dökülerek üzerine taze açılmış bütün bir yufka yumurta sürülmüş şekliyle fırına verilip orta ısıda üst yufka kızarıncaya kadar bekletilir. Bohça Böreği Bir yumurta, yeteri kadar tuz, su ve un ile yoğrulan ve bir süre bekletilen hamurdan ince yufkalar açılır. En fazla beş yufka üst üste konularak ortasına maydanozlu peynir veya kavrulmuş soğanlı kıyma karışımı konularak yuvarlak yufka kare şekline gelecek şekilde katlanır. Meydana gelen kare köşelerden orta noktada birleşecek şekilde tekrar katlanıp, ikinci bir kare oluşturulur. Altı yağlanmış tepsiye ters döndürülüp yerleştirilir ve köşeleri bıçak ile çizilir. Üzerine yumurta sürülmek suretiyle fırında kızarıncaya kadar bekletilir. Akıtma Anadolu'da cızlama Rumeli'de akıtma olarak bilinen bu hamur yiyeceği süt, un ve ekşi maya ile boza kıvamında bir hamur yapılarak mayalanmaya bırakılır. Kabarıp üzerinde gözenekler belirmeye başlayınca karıştırılarak toprak saç üzerine kepçe ile dökülerek altı hafif pembeleşip, üzeri gözenekli olunca alınıp tereyağı ile yağlanır. İstenildiği takdirde üzerine bal sürülerek de yenir. Suböreği Orta boy bir tepsi için yirmi yumurta ile yoğrulan hamurdan açılan yufkalar bütün olarak kaynayan sudan geçirilerek tepsiye yerleştirilir. Aralarına yağlı koyun peyniri döşenerek ayrıca üstü kızaracak şekilde çevrilerek tekrar ateş üzerinde pişirilir. Fincan Böreği Börek hamuru gibi hamur yapılarak bir süre dinlendirilir. İnce yufkalar açılıp, bir yufkanın belirli yerlerine maydanozlu peynir karışımı veya kavrulmuş sade kıyma konularak diğer yufka ile üzeri kapatılıp, iç malzemesi konulan bölümler bir tencere kapağı veya bir başka malzeme ile yarım ay şeklinde kesilip, kızgın yağda pembeleşinceye kadar kızartılır. Çiğ Böreği Tatar böreklerinden olup, küçük yuvarlaklar halinde açılan hamurların bir kenarına ince kıyılmış soğan, tuz, karabiber ve pişmemiş kıyma karışımı kaşıkla konulup, yayılır. Diğer tarafından kapatılıp kızgın yağda kızartılır. TATLILAR Un Helvası İki ölçü un bir ölçü tereyağı ile hafif ateşte pembeleşinceye kadar kavrulur. Diğer tarafta iki ölçü bal veya pekmez (toz şeker de mümkün )üç ölçü su ile eritilerek ve soğuk olarak kavrulmuş un içine katılır. Bir süre dahaateş üzerinde karıştırılmaya devam edilir. Tamamen suyunu çekince kaşık ile servis tabağına çıkarılır. Halk dilinde kaşık helvası olarak isimlendirilmektedir. Gaziler Helvası Bir ölçü irmik tencerede ve hafif ateşte sürekli karıştırılarak rengi değişinceye kadar kavrulur. Diğer tarafta irmiğin yarısı kadar ölçü ile tereyağı iki ölçü süt, üç ölçü şeker veya bal ile karıştırılarak kavrulmakta olan irmiğe katılıp bir süre daha karıştırılıp istenilen yumuşaklıkta bırakılır. İrmiğin kavrulması sırasında bir miktar Şam fıstığı da kavrulmaya dahil edilir. Peynir Helvası (Höşmerim) Bir miktar taze tuzsuz peynir tencerede kaşık ile parçalanarak ısıtılır. Yağı çıkmaya başladığı zaman bir kaşık kadar un ve birkaç çırpılmış yumurta ve şeker ilave edilerek pişirilir. İstenildiği takdirde tepsiye yayılarak fırınlanır. Zerde Düğün ve özel günlerde etli pilav ile ikram edilen pirinçli bir tadıdır. Bir ölçü pirinç, on bir ölçü soğuk su ile orta ateşte pişirilmeye bırakılır. Bir süre kaynadıktan sonra yeteri miktarda şeker ilave edilir. Islatılmış bir çorba kaşığı zerdeçal ve yarım çay kaşığı safran biraz da gülsuyu ilave edilip, bir iki kez karıştırılır. Sıcak iken kâselere boşaltılıp üzeri fıstık ve kuş üzümü ile süslenir. Oturtma Baklava hamuru gibi yapılan hamurdan yine çok ince yufkalar açılıp, üzerine dövülmüş badem veya ceviz döşenerek rulo gibi kıvrılır. İstenilen ölçüde kesilerek dikey olarak tepsiye dizilip üzerine tereyağı haşlanarak fırında kızartılır. Üzerine şerbet haşlanır. Aşure Tüm Anadolu'da yaygın olduğu üzere Rumeli yöresinde de yapılan bir tatlıdır. Kurban bayramından sonraki onuncu günden itibaren bir ay aşure ayı olarak dinsel takvimlerde yer almaktadır. Kurban kesenlerce yapılması gerektiği bilinen dinsel bir gelenektir. Aşurelik buğday veya keşkek olarak bilinen kırılmış buğday bol suda haşlanarak bir süre pişirilir. Yemeklik nohut da pişmeye katılır. Daha sonra şeker, kuru incir, kuru kayısı istenirse kuru meyveler de katılarak bir süre daha kaynatılıp ocaktan indirilmezden önce biraz gülsuyu karıştırılarak, kâselere sıcak iken dökülür. Üzeri fıstık, üzüm ve dövülmüş ceviz ile süslenir. Ekmek Kadayıfı Ekmek hamuru gibi mayalanmış hamurdan inceltilerek tepsi içinde altı ve üstü kızaracak şekilde küçük ekmek pişirilir ve kurutulur. Tatlısı yapılacağı zaman sıcak su İle ıslatılıp yumuşaması sağlanır. Suyu fazla ise temiz bez veya havluya sarılarak alınır. Mangaldaki kor ateş üzerinde tepsiye yerleştirilip üzerine kaşık ile sıcak şerbeti azar azar dökülerek yedirilir. Servis yapılırken üzerine kaymak konması makbuldür. Revani Bir miktar şeker yirmi kadar yumurta ile köpükleninceye kadar çırpılır. Bu karışıma yeteri kadar irmik ilave edilip iyice karıştırılır. Bir tepsiye dökülerek fırında pişirilir. Piştikten sonra üzerine hazırlanmış şerbet dökülür. Acıbadem Kurabiyesi Tarihi net olarak bilinmeyen bir dönemde, kentimizin bugünkü Yıldırım semtine hacı olan ve bu lakap ile anılan bir kişinin yerleşerek, badem ağaçları yetiştirdiği ve bu bademlerden yapılan kurabiyelerin "Hacı Badem"i ile yapılıp daha sonra "Acı Badem" olarak anıldığı rivayeti bulunmaktadır. Kurabiye; çekilmiş badem içi pudra şekeri ile karıştırılıp, içine yumurta akı ilavesiyle birkaç saat dinlenmeye bırakılmaktadır. Dinlenmeden sonra tepsiye bir kâğıt serilip yumuşak ve akışkan olan karışım özel torbasına doldurulup kâğıt üzerine birer tutam dökülür. Hafif ısılı fırında pembeleşinceye kadar pişirilir. Dilber Dudağı Bir bardak süt, bir bardak eritilmiş tereyağı, beş bardak un, bir yumurta karbonat veya kabartma tozu karıştırılıp yumuşak bir hamur yapılır. Hamur ceviz büyüklüğünde parçalara ayrılıp, kat kat nişasta konularak açılır. Çok büyük olmayan fincan ile kesilip, dövülmüş ceviz ve şeker ve parçaların ortalarına konup, ağızlara iki yan alttan sıkılıp kapatılır. Tepsiye yan yan gelecek şekilde dizilip üzerine kızdırılmış tereyağı gezdirilir. Fırında kızarıncaya kadar bekletilir. Piştikten sonra ılık şerbet içine atılır, bir saat bekledikten sonra servis yapılır. REÇELLER Patlıcan Reçeli Yörenin en gözde reçellerindendir. Çiçekten yeni çıkmış patlıcanların kabuklan tamamen soyularak bir iki saat kireç kaymağı suyun içinde bütün olarak bekletilir. Kireci sudan çıkartılıp yıkandıktan sonra, şerbet içinde bir süre kaynatılıp, rengi koyulaşıp dış kısımları da az sertleşince ateşten indirilir. Kavanozlarda saklamaya alınır. Ayva Reçeli Ayvaların kabukları soyulup, çekirdek kısmı çıkarıldıktan sonra istenilen ölçülerde dilimlere ayrılır. Bir iki saat kireç kaymağı karıştırılmış suda bekletildikten sonra hazırlanan şerbet içine atılıp bir süre kaynatılır. Rengi kırmızı olunca pişme kıvamına gelmiş olur ve ateşten indirilerek kavanozlarda saklamaya alınır. Vişne Reçeli Saplarından ve istenildiği takdirde çekirdeklerinden ayrılan vişneler şekere basılıp birkaç saat bekletilir. Bir süre orta ateşte kaynatılıp, rengi koyulaşmadan ateşten indirilir. Sonra da saklamaya alınır. TURŞULAR Patlıcan Turşusu Reçeli olduğu gibi patlıcan turşusu da yöreye özgü makbul bir turşudur. Çiçekten yeni çıkmış küçük patlıcanların sadece sap kısımları kesilerek bol suda haşlanır ve orta kısımları yarılarak açılır. Diğer tarafta ince kıyılmış lahana, küçük doğranmış domates ve ince kıyılmış acı kırmızı başak biberleri ile karıştırılıp el ile ovularak yumuşatılır. Bu karışıma sirke de katılarak iyice tekrar karıştırılır. Bu karışım haşlanmış ve ortası yarılmış patlıcanların içine doldurularak az haşlanıp yumuşatılmış kereviz saplan ile bağlanıp, toprak küplere veya kavanozlara dizilerek yeteri kadar tuzlu su ilave edilip üzeri kapatılır. Yaklaşık bir ay kadar sonra yenmeye hazır olur. Serin bir yerde saklanmalıdır. Lahana Turşusu Lahanalar bütün olarak topraktan yapılmış büyük küplerin içine doldurulur. Kaya tuzu denilen kalın tuz sulandırılarak ilave edilir. Serin bir yerde bir iki ay süreyle bekletilir. Teneke kutularda da yapılması mümkün olup, tenekenin kenarları kurşun ile lehimlenerek kapatılmaktadır. Sirkeli Turşu Bekleme süresi olmayan, bir öğünlük yapılan kolay bir turşudur. Yeşil biberler közde pişirilerek veya bol suda haşlanarak kabukları soyulur, biberlerin miktarına göre bir miktar sarımsak tuz ile ahşap havanda dövülerek sirke içine katılır. Kabukları soyulmuş biberler sarımsaklı sirke içine yatırılarak birkaç saat bekletildikten sonra servis yapılacağı zaman üzerine zeytinyağı dökülerek bol maydanoz doğranır. BADEM EZMESİ Edirne`den tatlı bir hatıra Şehri gezmeye gelenlerin tanıdıklarına götürecekleri Edirneye has bir şekerleme.. özellikle bayram günlerinde, badem ezmesi satan şekerleme dükkanlarına girip, çıkmak dahi zordur. Edirne'nin kendine has değerlerinden biri de badem ezmesidir. Yapılışı ise şöyledir: Bir miktar şekere maya olarak krem tartar ve limon tozu katılarak yüz kırk dereceye kadar kaynatılır. Ateşten indirildikten sonra şeker küreği ile hafifçe soğutulup içine dövülmüş badem karıştırılarak bir süre daha ısıtılır. Karışım toparlanmaya başladığı zaman tekrar soğutulmaya bırakılır. El ile güzelce ezilip tamamıyla kaynaşması sağlanır. Yine el ile fitil çekilir, rulo haline getirilir. Daha sonra bıçak ile kesilip tepsiye veya kutulara dizilir.
  15. _asi_

    Edirne-Önemli Günler

    EDİRNE MERKEZ VE İLÇELERİNDE ÖNEMLİ GÜNLER Mahalli kutlama günleri, Kurtuluş günleri, Festivaller, Şenlikler, Panayırlar MAHALLİ KUTLAMA GÜNLERİ Sultan nevruz günü Edirne 21-22 Mart Mimar Sinan'ı anma günü Edirne- Merkez 9 Nisan Kırkpınar geleneksel yağlı güreşleri Edirne (Sarayiçi) 28 Haziran-4 Temmuz Avcılar bayramı Edirne (Süloğlu ve Lalapaşa) Eylül'ün ilk haftası Atatürk'ün Edirne'ye gelişleri Edirne-Merkez 21-25 Aralık Karagün Edirne-Merkez 26 Mart Fatih Sultan Mehmed'i anma günü Edirne 29 Mart Havsa'nın yağlı güreşleri Havsa 11 Haziran KURTULUŞ GÜNLERİ Uzunköprü'nün kurtuluşu Uzunköprü 18 Kasım Keşan'ın kurtuluşu Keşan 19 Kasım Meriç'in kurtuluşu Meriç 19 Kasım İpsala'nın kurtuluşu İpsala 20 Kasım Enez'in kurtuluşu Enez 23 Kasım Havsa'nın kurtuluşu Havsa 23 Kasım Edirne'nin kurtuluşu Edirne 25 Kasım Lalapaşa'nın kurtuluşu Lalapaşa 27 Kasım Sırpsındığı savaşı zaferi Sarayakpınar köyü 21 Ekim FESTİVALLER Enez balık festivali Enez haziran'ın ilk haftası ŞENLİKLER Kakava Şenliği Edirne acı çeşme ve gogo mezarlığı 5-6 Mayıs Hıdrellez Edirne 5-6 Mayıs Hıdrellez İpsala (çevre mesire yerleri) 6 Mayis Keşan Dallık Keşan 5 Mayıs Hıdrellez Uzunköprü (Bülbül korusu) 6 Mayıs Uzunköprü Dallık Şenliği Uzunköprü (Bülbül korusu) Hıdrellezin 2. haftasına rastlayan pazar günü Enez Dallığı Enez mayıs'ın 2. haftası Kırkpınar Şenlikleri Edirne(Sarayiçi) 28 Haziran-4Temmuz PANAYIRLAR Lalapaşa hayvan ve emtia panayırı Lalapaşa kavaklık mevkii ağustos'un ilk haftası Süleoğlu Panayırı Süleoğlu 9 Ağustos İpsala hayvan ve emtia panayırı İpsala ağustos'un son haftası Keşan hayvan ve emtia panayırı Keşan eylül'ün ilk haftası Uzunköprü hayvan ve emtia panayırı Uzunköprü eylül'ün ik haftası Havsa hayvan ve emtia panayırı Havsa 10 Eylül
  16. _asi_

    Edirne-Jeopolitik Önemi

    EDİRNE JEOPOLİTİK ÖNEMİ Türkiye ile Avrupa arasındaki geçiş noktası: Edirne Tarihin eski devirlerinden beri Akdeniz ve Avrupa ülkeleri'ni Asya ülkelerine karayolu ile bağlayan Trakya toprakları ve Edirne önemli bir geçiş noktasıdır. Trakya ve Edirne'nin Jeopolitik Önemi İstanbul'dan gelen yol, Balkan yarımadasının dağlık yapısı içinde kolay geçilir doğal bir koridor olan Meriç vadisini kullanır. Bu vadi, geniş bir oluk halinde Balkan dağları ile Rodop dağları arasında uzanarak, batı ucundan Sofya havzasına, bu havzadan da Niş suyu vadisine ulaşır. Niş suyu vadisi'de, Morava vadisinin doğal oluğu ile Tuna ırmağı vadisine ve Macaristan ovalarının güney kenarına açılır. Morava doğal oluğu ayrıca güneye doğru Vardar ırmağının geçtiği başka bir oluk ile de Ege denizine açılmaktadır. Bütün bu doğal yolların durak yerlerinde, denize ulaştığı yerde Selanik, bir ovaya açıldığı yer civarında Belgrad, Alp-Karpat dağları arasındaki Tuna koridoru ağzında Viyana şehri vardır. Meriç oluğunun Trakya düzlüklerine açılan kapısında da Edirne şehri kurulmuştur. Balkan yarımadasının dağlık yapısı içinde bulunan ulaşım akımlarının "kanalize" edildiği bu doğal yollar barış zamanlarında ticarî ve kültürel ilişkileri kendilerine çektiği gibi, karışıklık zamanlarında göçlere ve istila ordularına da geçit rolünü oynamışlardı. Bu yolların ovaya açıldığı bir noktada kurulmuş diğer şehirler gibi Edirne’de, kervanlar için İstanbul'a varmadan geçilen son önemli durak yeri, ve aynı zamanda istila hareketlerinin savunmasında elverişli bir mevzi olmuştur. EDİRNE ŞEHRİNİN KONUMU Şehrin kuruluş yerine etki eden şartlar incelendiğinde, Meriç ırmağının oluktan ovaya açıldığı yerde, bataklık taban üzerinde denize kadar olan yolda sık sık yer değiştirerek, yılın bir kısmında da bu tabanı taşma suları ile kaplamasından dolayı aşağı bölümlerinde şehir kurulmasına ve yol geçmesine imkan vermemektedir. Meriç'e kavuşan vadiler burayı önemli bir dörtyol ağzı haline getirir. Tunca vadisini izleyen yol İstanbul'u Doğu Rumeli ve Doğu Bulgaristan üzerinden Tuna ağzı etrafındaki ülkelere, Kırım'a ve genel olarak Doğu Avrupa'ya bağlar. Arda vadisini takip eden diğer bir yol da Rodop dağları içine doğudan girmeyi sağlayan tek ulaşım damarı rolünü oynar. Bütün bu yollar, ana çizgileri ile takip ettikleri vadiler ile beraber, Trakya havzasının kuzeybatı köşesinde düğümlenerek, burada bir şehrin kurulmasına müsait şartları oluşturmuştur. Geçen yüzyıla kadar aşağı Meriç nehir ulaşımının başlangıç yerini oluşturmuştu. Yol ve nehir ile yukarı taraflardan gelen ağır yüklerden bir kısmı buradan nehir yolu ile denize indirilebiliyordu. XIX. yüzyıl sonlarında nehir yolu tamamen terk edilirken, orta Meriç vadisini takip eden demiryolu İstanbul ile Avrupa memleketleri arasında en süratli ulaşım yolu olarak kara yollarını da ikinci plana attı. Fakat son yıllarda, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra karayolu, motorlu taşıtlar sayesinde yeniden eski önemini alarak demiryolunu gölgede bıraktı. Bütün bu konular yalnız Edirne'nin kurulmuş bulunduğu zemini değil, şehrin yakın çevresini de ilgilendiren konum şartlarını meydana getirir. Bu şartların kastedildiği oldukça geniş alan içinde şehrin bugün bulunduğu yerde kurulmuş olması, o yere ait şartların varlığı ile açıklanabilir. Edirne, Tunca çayının Meriç'e kavuşmadan evvel çizdiği yarım daire şeklinde bir yayın içinde kurulmuştur. Bu yay şeklindeki yol, geniş bir hendek gibi, şehri kuzeyden, batıdan ve güneyden kuşatarak Edirne'nin müdafaasını da kolaylaştırır. Bu yayın içinde kalan zemin, batıdan doğuya doğru hafifçe yükselir ve bu yönde, şehrin yerleşmiş olduğu zemine hâkim bulunan yaylanın dik kenarına dayanır. Ayrıca, şehrin yerleşmiş bulunduğu hafif meyilli alanın ortasında, Edirne'nin en muhteşem abidesinin yerleştiği basık bir tepe de yükselir. Yerleşmeye ve savunmaya elverişli bir zemin üzerinde kurulmuş olan Edirne, yüzyıllar boyunca hem önemli bir durak yeri, hem de bir savunma mevzii hizmetini görmüş ve aynı zamanda bir yol ve bir kale şehri olmuştur.
  17. _asi_

    Edirne Ekonomisi

    EKONOMİ Edirne'de yıllardır, tarım ve tarım kaynaklı sanayi ekonominin lokomotifi olmuşlardır . Edirne'nin ekonomisine katkıda bulunan unsurlar arasında sınır ticareti ve turizmin gittikçe artan bir eğilime sahip olduğu görülmektedir. OSMANLI DÖNEMİ EDİRNE EKONOMİSİ Edirne Osmanlı’nın fethine kadar geçen sürede İstanbul’u koruyan ve askeri garnizondan öteye geçmeyen bir öneme sahipti. 14 yüzyıl'da beylik ile Devlet arasında geçiş evresinde olan Osmanlı hedefini Balkanlar olarak koyması ile fethinden birkaç sene sonra başkent oldu. Kader çizgisi Osmanlı ile paralel çizilen Edirne, başkent olduktan sonraki süreç içinde ise başkent olmanın avantajıyla imar edilmeye ve gelişmeye başladı. Osmanlıların Balkanlar’daki hızlı sayılabilecek fethi hareketleri sonucu zamanın bir ekonomik değeri olan savaş ganimetleri sayesinde imarı hızlandı ve Balkanların cazibe merkezi haline gelmeye başladı. 15. yy'da Doğu Akdeniz'de canlanan ticaret te Edirne'nin gelişmesine de büyük yardımda bulundu. Arpa, mısır gibi ana gıda maddeleri ve tarımsal zenginlikler, Mısır'dan, Ege adalarından ve diğer batı Anadolu kentlerinden Enez'e gelir, küçük gemilere yüklenerek buradan nehir yoluyla Edirne’ye ulaştırılır ve burada da pazarlanırdı. Meriç yoluyla Filibe'den gelen pirinç de buradan İstanbul'a ulaştırılırdı. 17. yüzyıl'da İran'dan kervanlarla gelen bazı tüccarlar da Edirne'de alım-satım yaptıktan sonra buradan Balkanlar'a doğru açılırlardı. Avrupa malları Edirne pazarlarında bulunurdu. Değişik cinslerde malı bu pazara getiren Avrupalı tüccar, buradan balmumu, deri eşyalar alırlardı. Venedikli ve Fransız tacirlerin aldıkları ise, Bursa ipeği ve Ereğli'den gelen yündü. Edirne büyük ve değişik esnaf gurubunun toplandığı bir merkezdi. Deri ve dericilikle ilgili işlerle uğraşan saraçlar, yularcılar, keçeciler, ayakkabı ya da çizme üretenlerle birlikte, dokuma işlerinde çalışan bezciler, iplikçiler, ibrişimciler, külahçılar ve terziler vardı. Yiyecek ve içecek gruplarında ise pek çok aşçı, bakkal, fırıncı, kasap, kebapçı çalışırdı. Kentteki esnaf gurupları arasında sarraf ve kuyumcular da güçlü bir yer tutardı. Maden işleri ile uğraşan demirci ve bakırcılar da vardı. Kentte ayrıca dokuma boyacılığı, araba üretimi, basmacılık, gülyağcılığı ve sabunculuk gibi çok gelişmiş küçük işyerleri bulunmaktaydı. Bu İşyerlerinin birçoğunun çalışmalarını sürdürdüğü dükkânlar cadde veya sokakların üzerinde iki üç katlı binaların zeminlerindeydi. Bazıları da birer üst katları bulunan sıra dükkânlar biçimindeydi. Edirne'de vergi gelirlerinin bir kısmı vakıflara ayrılırdı. Resmi olarak başkentliği İstanbul’a kaptırmış olsa da 18.yüzyıl başlarına kadar İstanbul ile ortak bir başkent ve bunun yanında aynı zamanda Balkanların da ekonomik ve siyasi başkentlik görevini de üstlenmiş durumda idi. İstanbul’un gerek balkanlardaki Osmanlı toprakları ile gerek diğer Avrupa ülkeleri ile olan ilişkiyi sağlayan ticaret yolunun Edirne’den geçmesi sebebi ile 19 yy. başlarına kadar Osmanlı’nın ekonomik cazibe merkezlerinden biri olmayı sürdürdü. 1829 Rus işgali, Edirne’nin siyasi ve ticari konumuna inen ilk darbe idi. Bu işgal günümüze kadar sürecek olan derin kış uykusunun başlangıcı da sayılabilir. Daha sonraki süreçte demiryollarının yayılması ve İstanbul’un Avrupa ile bağlantısını sağlayan demiryolunun Edirne’den geçmesi kente II. Rus işgaline kadar olan süreçte bir bahar havası yaşatsa da 1877-78 Rus savaşında bir yıldan uzun bir zaman işgal atında kalması Balkan savaşları ve hemen arkasından Yunan işgali ve bundan sonra da İmparatorluğun yıkılması, Edirne’nin tarihe koyduğu noktalardan biriydi. CUMHURİYET DÖNEMİ EDİRNE EKONOMİSİ Edirne, cumhuriyet dönemi ile beraber yeniden uyanmaya çalıştı ancak Balkanlar’'da ve Trakya’'da cumhuriyetin kuruluşuna değin süren savaşlar, karışıklıklar, Edirne'nin sosyo-ekonomik yapısını etkileyen büyük ölçekli nüfus hareketlerine yol açtı. Lozan Anlaşması’nın sonrasında Doğu Trakya’nın Bulgar ve Rum halkı batıya göç ederken, Batı Trakya'nın bir bölüm Türk halkı da doğuya göç etti. Göçlerden önce bağcılık, şarapçılık, ipekböcekçiliği gibi işler Rumların elindeydi. Göç sonrası bu etkinlikler yok olurken yöreye yerleştirilen yeni nüfusla birlikte tütün ve ayçiçeği tarımına geçildi. Diğer serhat şehirleri gibi merkeze uzaklığın dezavantajı, kuzeyinde yer alan Bulgaristan ve batısında yer alan Yunanistan ile olan tüm ilişkilerin devletler düzeyinde asgari düzeyde tutulması ekonomik anlamda büyüme şansını çok azalttı. Arkasından gelen II. Dünya Savaşı ve Savaşa girip girmeme endişesi de tüm yaşananların tuzu biberi oldu. II Dünya Savaşı’'ndan sonraki süreçte ise tarımdaki makineleşmenin yaygınlaşması ve tarımdaki verimliliğin artması ile beraber verimli topraklara sahip olan Edirne, tarıma dayalı sanayi'nin kurulması ile hızla gelişmeye başladı. Edirne’'de, üretilen buğday ve ayçiçeğinin işlendiği küçük ölçekli un ve yağ işletmeleri bulunmaktaydı. Edirne 1969 yılında ‘"Kalkınmada öncelikli yöreler’" kapsamına alınması ve teşvik uygulamalarıyla birlikte sanayi gelişmeye başladı. Bu tarihten sonra ilde orta ve büyük ölçekli fabrikalar kurulmaya başladı. Ancak 1976 yılında kalkınmada öncelikli iller kapsamından çıkarılınca sanayi yönündeki gelişme durdu ve neredeyse başladığı noktaya döndü. 1969-1975 arasında açılan tekstil ağırlıklı sanayi işletmeleri 80’'li yıların sonuna kadar devam etti ve büyük bir kısmı daha sonraları kapandı. 1960-1990 arası dönemde diğer bir ekonomik hareketlilik, özellikle Almanya’ya başlayan işçi göçü ve ulaşımın büyük bir çoğunlukla karayolu ile Kapıkule üzerinden sağlanması 1990 yıllarda başlayan Bosna savaşına kadar kente ciddi ekonomik katkıda bulunurken, Almanya’ya ulaşımda kullanılan karayolunun Yugoslavya’dan geçmesi ve savaşın sonucu olarak ulaşımda alternatif güzergahların seçilmesi buradan sağlanan ekonomik katkıya ciddi darbe indirdi. Her ne kadar savaş bitmiş olsa da ucuzlayan havayolu ulaşımı ve kentin çevresinden geçen otoyolun kitlenin Edirne ile olan ilişkisini kesmesi sonucu ekonomik katkı asgari seviyelere geriledi. EDİRNE EKONOMİSİNDE MERKEZLER Edirne ekonomi anlamında üç merkezli bir yapı göstermektedir. Bunlar, Merkez bölgesi, Uzunköprü bölgesi ve Keşan bölgeleridir. Edirne merkez ilçe, ilin kuzeyindeki bölgenin merkezi durumundadır. Bu merkez Havsa, Süleoğlu ve Lalapaşa ilçelerini kapsayan bir bölgedir. Bu bölgenin ekonomik anlamda Kırklareli merkez ve Kırklareli'nin Babaeski ilçesi ile ilişkisi vardır. Yunanistan ve Bulgaristan ile gelişen ticari ilişkiler de bölge ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Edirne'nin ikinci ekonomi merkezi ise Uzunköprü ilçesidir. Uzunköprü'nün merkez olduğu bölgede Meriç ilçesi alt bölge olup, ticari ilişkileri daha çok Uzunköprü ilçesine doğrudur. Uzunköprü ilçesi aynı zamanda Kırklareli'nin Pehlivanköy ve Babaeski ilçeleri ile Tekirdağ'ın Hayrabolu ilçelerinden de etkilenmektedir. Bu ilçelerden de Uzunköprü'ye doğru bir mal ve hizmet akışı olmaktadır. Uzunköprü'de yağ sanayinin gelişmiş olması nedeniyle bu ilçelerden Uzunköprü'ye ayçiçeği satışı yapılmaktadır. Üçüncü bölge ise Enez ve İpsala ilçelerini içine alan Keşan ilçesi merkezli bölgedir. Enez ve İpsala ekonomisi daha çok Keşan ile direk ticari ilişkidedir. Bu bölgenin direk ticari ilişkisi olan yerler Uzunköprü bölgesi, Yunanistan ile İpsala sınır kapısı aracılığı ile oluşan ticari ilişkiler, Tekirdağ'ın Malkara ve Şarköy ilçeleri, Çanakkale'nin Gelibolu ilçeleridir.
  18. _asi_

    Edirne bitki örtüsü ve iklim

    BİTKİ ÖRTÜSÜ VE İKLİM BİTKİ ÖRTÜSÜ Edirne ili içerisinde doğal bitki örtüsü iklim özellikleri, toprak yapısı ve diğer çevre etkenlerine bağlı olarak birlikte farklılıklar göstermektedir. Bitki örtüsünü incelerken Edirne İli'ni ele alırsak, il topraklarının % 47'si tarım yapılan topraklar, % 13'ü ağaçlık ve ormanlık % 34'ü çayır ve otlaklar, % 6'sı da ürün vermeyen topraklardır. Trakya'da orman yalnız Istranca dağlarındadır. Buradaki ormanlar keresteden çok mangal kömürü olmaya elverişli meşelerdir. Edirne ilinin % 11–13 dolayı küçük bir kısmı ormanlıktır. Bitki örtüsünü, Meriç havzası bakımından ele alırsak, bitki örtüsü havzanın iklim, toprak ve rölyef gibi çevre şartlarına uymaktadır. Havzanın yağış alma miktarı, kış aylarında fazlalaşır, yaz aylarında ise azalır. Bu suretle, tabii bitkilerin geliim devrelerinin ilk aylardaki su noksanlığını, kış aylarında toprakta birikmiş bulunan nemden karşılanmaktadır. Havzada nisbi nem oldukça yüksektir. Bu durum havza bitki örtüsü üzerinde olumlu bir etki yapmaktadır. Rüzgarlar, bitki gelişimi bakımından, arttırıcı nitelikte değildir. Meriç havzasında tespit edilen altı büyük toprak grubu içerisinde en yaygın olanlar, Kalkersiz Kahverengi Topraklar ile Kalkeriz Kahverengi Orman Topraklarıdır. Bunlardan sonra Vertisoller, Alüvyaller, Kahverengi Orman Toprakları ve Hidromorfik Alüvyal topraklar gelmektedir. Alüvyaller genel fiziksel ve kimyasal karak¬teristikleri itibarıyla tabii bitki türlerinin hepsine uygun bir nitelik gösterir. Havzanın kuzey ve güneyindeki yüksek arazilerdeki dağınık olan kahverengi orman toprakları, tabii bitki türlerinden birçoklarının gelişimi için uygun nitelik göstermektedir. Hidromorfik alüvyal topraklar, yüzey ve dahili drenajları bozuk olduğundan, ancak suyu seven Carex, Thyphae ve kamışlar gibi bitkilerin gelişme ve büyümesine uygun nitelik taşımaktadır. Tuzu seven bazı tabii bitki türleri de, bu toprakların tuzlu ve bozuk drenajlı kısımlarında gelişebilmektedir. Istranca dağlık kütlesinin güney yamaçlarında, kuru ormanların meşe ve gürgen ağacı toplulukları; Koru dağlarının kuzey yamaçlarında ise yine kuru ormanların meşe ve çam ağacı toplulukları yer almaktadır. Her iki dağlık arazinin çevresindeki platolarda da dağınık meşe toplulukları vardır. Az olarak da gürgen topluluklarına rastlanır. Ergene havzası kuzey ve güneyden oldukça yüksek dağlarla çevrili bulunduğundan, etrafındaki arazilere göre daha az yağış almaktadır. Sırtlar ve yüksekçe tepelerin tahrip görmeyen kesimleri meşelerle kaplıdır. Trakya bitki örtüsünün coğrafi dağılışını Dr. Yusuf Dönmez'e göre 5 grupta inceleyebiliriz: - Nemli Ormanlar, - Kuru Ormanlar, - Antropojen Step, - Maki, Psödomaki - Kıyı bitkileri. Meriç havzasında yer alanlar kuru ormanlar, antropojen step ve maki-psedomaki grupları ile bunların türlerinden ibarettir. Kuru orman grubu, Istranca dağlık kütlesinin güney yamaçları ile Koru dağlarının kuzeyindeki yüksek meyillerde ve bu arazilerin Ergene havzasına doğru uzanan platolarında yaygındır, kuru ormanlarından meşeler türce zengindir. Yine kuru krmanlar grubu içerisinde gürgen ormanı olarak doğu gürgeni, adi gürgen türleri karışık olarak bulunur. Çam ormanı türleri olarak kızılcam, karaçam, dişbudak türleri olarak fraxinus, oxycarpa, ayrıca karaağaç, kızılcık, karaçalı, doğu çınarı, yabani armut, akçaağaç bulunur. Aynı arazilerde maki formasyonu olarak kermez meşesi, katran ardıcı, akçekesme türlerine rastlanır. Ergene Havzasını kaplayan Antropojen step sahasının büyük bir kısmı ağaçtan yoksundur. Ancak bu havza iklim yönünden tabii step sahasının dışında kalır ve orman kalıntılarını ihtiva eder. Kuru orman grubunda bulunan tüylü meşe, mazı meşesi, macar meşesi ile karaağaç ve karaçalı gibi tabii bitki türleri bu havzada da bulunmaktadır. Meriç nehri taban arazilerindeki akarsu boylarında söğüt ve kavak türlerine rastlanır. Havzanın her tabii bitki örtüsü arasında yer alan yem bitkilerinden daha çok, buğdaygil bitki türleri yaygındır. Bunlar iklim, toprak, rölyef şartlarına ve beşeri tesirlere bağlı olarak türlü otlatma kapasitesi ve kapalılık durumu göstermektedir. Kalkersiz kahverengi toprakların yayıldığı arazilerin yem bitkileri türlerini ise, aktavus, sakal oto, köpek dişi, festuca glauca, iyi drene olmuş kısımlarda phleum nodosum ve baklagillerden lotus edulis lupinus angostifolius. Adifiğ teşkil etmektedir. Kalkersiz kahverengi orman ile kahverengi orman topraklarının yayılma sahasında yem bitkilerinden, yüksek otlak ayrığı, çayır tilki kuyruğu, sakal out, köpek dişi, festuca glauca ve lotus edulis, adifiğ rastlanır. Vertisol topraklarının yem bitkileri türlerini domuz ayrığı, dactylis hispanica ve stipa orientale gibi bitkiler teşkil etmektedir. Hidromorfik alüvyal topraklar ile genç alüvyallerin drenajı bozuk ve oldukça rutubetli kısımlarında yem kanyaşı ve phalaris canariensis, iyi drene olmuş alüvyal düzlüklerde ise domuz ayrığı, dactylis hispanica gibi bitki türleri yer almaktadır. Diğer ormanlar dışında Karaağaç bölgesini de ele aldığımızda, şehrin temiz bölgelerinden biri olduğunu görmekteyiz. Oksijen üreten alan doğal yaşamın tam anlamıyla hüküm sürdüğü bir kesimdir. Bölgede sıkça rastlanan bostan ve bahçe ziraatları da bu yörenin ekolojik yapısını bozmamakta, şehrin taze sebze ve meyve alanları olarak da sayılabilmektedir. Yörenin bu kesiminde bulunan asırlık çınar ağaçlarının yaz aylarında gölgelik yaptığı, yağmuru toprak üzerine dengeli düşürdüğü de açıkça görülür. Yörenin bu kesiminde daha çok geniş yapraklı ağaçlar, seyrek olarak da iğne yapraklara rastlanmaktadır. Edirne ilinin toplam orman varlığı 104.228 hektar olup, tüm arazi varlığı içindeki orana % 16,60 ‘tır. İKLİM Her mevsimi ayrı güzel Edirne, hem Akdeniz ikliminin, hem de Orta Avrupa?ya özgü kara ikliminin etkisi altında kalan bir geçiş bölgesidir. Edirne toprakları, yılda ortalama olarak 20 gün karla örtülüdür. Sıcaklık ortalamaları, ilkbaharda 19,3 °C, yaz aylarında 25 °C, sonbahar aylarında 12 °C, kış aylarında ise 7,9 °C civarındadır. Marmara Bölgesi'nin Trakya kesiminde yer alan Edirne ili soğuk yani karasal bir iklime sahiptir. Fakat bazı yıllarda ılık ve yağışlı bazen de tamamıyla Karadeniz İklimi hüküm sürmektedir. İlin yıllık sıcaklık ortalaması 13.5 °C derece ve ortalama yıllık yağış miktarı da 600 mm. civarındadır. Yılda ortalama olarak 20 gün karla örtülüdür. 60 Gün kadarda donlu gün görülür. Ortalama rüzgar hızının 1,7 m/sn. olduğu kentte, egemen rüzgar, yıl içerisinde toplam 4 bin kez esen, kuzey rüzgarıdır. (Yıldız) Bunu kuzeybatı (yıldız-karayel) ve güneydoğu (Keşişleme) rüzgarları izler. Kentte en hızlı rüzgar, saniyede 28.9 m. hızla esen güney rüzgarıdır. Mahalli en yüksek basınç 1931-1965 yılları arasıda yapılan rasatlara göre 1038,1, en düşük basınç ise 979,9 olarak tesbit olunmuştur. Nisbi nem ise % 71 olarak tesbit olunmuştur. Ortalama buharlaşma miktarı 910 mm.; sisli günler sayısı da 27'dir. Güneşleme müddeti 6.5 saat, hakim rüzgar istikameti ise kuzey yönüdür. Edirne, hem Akdeniz İklimi'nin hem de Orta Avrupa'ya özgü kara ikliminin etkisi altında kalan bir geçiş bölgesidir. Bölge, Karadeniz, Ege ve Marmara denizlerinin de etkileriyle zaman zaman ve yer yer farklı iklim özellikleri gösterir. Kışlar, Akdeniz İklimi etkisini gösterdiği zamanlarda ılık ve yağışlı, Kara İklimi etkisini gösterdiğinde de oldukça sert ve yağışlı geçmektedir. Yazlar sıcak ve kurak, bahar dönemi ise yağışlıdır. İl'in bitkisel üretim açısından önem taşıyan Ergene Havzası'nda ise sert bir kara iklimi ege¬mendir. Çevresi dağlarla sınırlı olan bu yörenin de¬nizlerden gelen yumuşatıcı etkilere kapalı olması bu iklim yapısını ortaya çıkartmaktadır. Edirne'de yıllık sıcaklık ortalaması, 13.5 °C dir. Bu değer komşu il merkezlerinden Çanakkale'de 14.6 °C, Kırklareli'nde 13.0°C , Tekirdağ'da ise 13.7°C dir. İl'de en sıcak aylar, haziran, temmuz, ağustos en soğuk aylar ise aralık ve ocaktır. Yaz ayları ortalama sıcaklığı ise 23.4°C dir. Yağışların yıl içersinde düzenli olarak dağıldığı Edirne'de, yıllık yağış miktarı 603.5 mm. dir. İl'e en çok yağış kasım, aralık ve ocak aylarında düş¬mektedir. Turizm sezonu olan haziran, temmuz ve ağustos aylarında toplam 107.4 mm yağış düşmektedir. Ortalama rüzgar hızının 2.9 m/sn. olduğu Edirne'de egemen rüzgar, yıl içerisinde toplam 4.018 kez esen kuzey rüzgarıdır. (N). Bunu, kuzey-kuzeybatı (NNW) ve güneydoğu (SE) rüzgarları izlemektedir. Edirne'de en hızlı rüzgar saniyede 28.9 m. hızla esen güney rüzgarıdır. (S)
  19. _asi_

    Edirne barajları

    BARAJLAR Edirne içinde barajlar daha çok tarımsal faaliyetlere destek vermek için kurulmakla beraber eş zamanlı olarak çevre yerleşimlerin de içme suyu ihtiyacını karşılamaktadır. ALTINYAZI BARAJI Uzunköprü'nün Altınyazı ilçesinde, Basamaklar akarsuyu üzerinde 1965-1970 yılları arasında sulama ve taşkından korunma amacıyla, kurulmuştur. Yapılan baraj, toprak dolgu tipindedir. Yüksekliği, 21,5 metre ve sulama alanı 7.730 hektardır. Normal su kotunda göl hacmi 30,8 hektometreküp, gövde hacmi 524 hektometreküp, kapladığı alan bakımından ise göl hacmi 4,2 kilometrekare'dir. KADIKÖY BARAJI Kadıköy sınırları içinde, Derbent akarsuyu üzerinde 1967-1973 yılları arasında sulama, taşkınlardan korunma ve içme suyu amaçlı kurulmuştur. Baraj toprak dolgu tipindedir. Gövde hacmi 648 hektometreküp, yüksekliği 31,4 metredir. Barajın göl hacmi 65,7 hektometreküp, göl alanı ise 6,2 kilometrekare'dir. Kadıköy barajı 4428 hektar sulama alanı kapasitesine sahiptir. ALIÇ REGÜLATÖRÜ Basamak Deresi üzerinde kurulmuş yaklaşık 9 metre yüksekliğinde 900 metre uzunluğunda olan regülatörün topladığı sular, 12 kilometrelik kanalla Altınyazı Barajı?na aktarılmaktadır. SULTANKÖY BARAJI İpsala sınırları içerisinde, Manastır suyu üzerinde 1987-1996 yılları arasında sulama amaçlı yapılmıştır. Gövdesi toprak dolgu tipindedir. Sultanköy barajının gövde hacmi 1762 metreküp, yüksekliği 29 metredir. Normal su kotunda göl hacmi 26 hektometreküp, göl alanı ise 3,4 kilometrekare'dir. Sultanköy barajı bu özellikleri ile 7773 hektar alanı sulamaktadır. SÜLOĞLU BARAJI Süleoğlu ilçesinde aynı adla anılan akarsu üzerinde 1975-1981 yılları arasında, kaya dolgu tipinde hem sulama, hem taşkınlardan korunma hem de bölgenin içme suyunu karşılamak amacıyla yapılmıştır. Süleoğlu barajını yüksekliği 52 metre, gövde hacmi 1320 hektometreküp'tür. Normal su kotta barajın hacmi 33 hektometreküp olup, 2,9 kilometrekare göl alanı ile 3986 hektar sulama alanı kapasitesine sahiptir.
  20. _asi_

    Edirne gölleri

    GÖLLER Edirne ili sınırları içinde doğal göllerin önemli olanları, Meriç’in denize döküldüğü Enez yöresindedir. GALA GÖLÜ Gala gölünün çevresi bataklıktır. Yüzölçümü yaklaşık 7,7 km² olan göl, Meriç ırmağı ile bağlantılıdır. Meriç ırmağının zaman zaman taşıdığı maddeler, gölün bağlantıyı sağlayan ayağını kapatmaktadır. Böyle durumlarda Gala gölü, çevre toprakları su altında bırakmakta ve Gala gölü ile Pamuklu göl birleşmektedir. Ortalama derinliği 70 santimetredir. Çok tuzlu olan suları kullanılmaz. Göl çevresi bütünüyle bataklıktır. Bu bataklıkların doğal bitki örtüsü sazlık ve kamışlıktır. Kışın bu bataklıklar ulaşım olanağı vermez. Yazın ise kuruyan yerlerden geçilebilir. Kışın Ocak ve Şubat aylarının soğuk günlerinde, yüzeyinde ince bir buz tabakası oluşan Gala gölünden temel yararlanma biçimi balıkçılıktır. DALYAN GÖLÜ Enez ilçesinin güneyinde bulunan Dalyan gölünün alanı, yaklaşık 3,4 km²dir. Göl alanı, göle dökülen akarsuların taşıdığı su miktarına bağlı olarak yaz ve kış aylarında değişiklik gösterir. Göl kıyılarında 10-20 santimetre arasında olan derinlik, ortalara doğru 1,5 metreye dek artmaktadır. Göl suları sodyumlu ve tuzlu olup kullanılmaz. Kumluk olan göl çevresinde herhangi bir doğal bitki örtüsü yoktur. Göl çevresi kışın ulaşıma olanak vermez. Yazın ise kuruyan yerlerinden her türlü araç geçebilir. TAŞALTI GÖLÜ Dalyan gölünün doğusundaki Taşaltı gölünün yüzölçümü, yaklaşık 70 hektardır. Kışın yağışların etkisiyle göl alanında değişiklikler olur. Sığ bir göl olup, en derin yeri 80 santimetredir. Suyu orta derecede tuzludur. Gölün kuzey kıyılarında çeltik ekimi yapılır; öbür kıyıları ise bütünüyle bataklıktır. Kışın, soğuk günlerde yüzeyinde ince bir buz tabakası oluşur. Bataklık kesimler yaz aylarında kuruduğu için ulaşıma olanak verir. I.TUZLA GÖLÜ Doğuda İrik tepesi, Kuzeyden Vakıf gölü, güneyden ise Saros körfezi ile çevrilidir. Bu alan mevsimlere göre değişebilir. Çok tuzlu olan suları kullanılmaz. Göl çevresi kumluktur; üzerinde herhangi bir doğal bitki örtüsü yoktur. Batısında ulaşım olanağı yoktur. Öbür kıyıları, taban sağlam olduğundan ulaşıma elverişlidir. II.TUZLA GÖLÜ Saros Körfezi’nin kuzeyinde bulunan II.Tuzla gölü sığ bir göldür, suyu tuzludur ve kullanılmaz. Kumlu olan kıyılarında ulaşım yapılamaz; öbür kıyılarında ise ulaşım rahattır. Çevresinde doğal bitki örtüsü yoktur. BÜCÜRMENE GÖLÜ Dalyan gölünün güneyindeki Bücürmene gölünün alanı yaklaşık, 76 hektardır. Bu alan mevsimlere göre değişebilmektedir. Ortalama derinlik 50-80 santimetre arasında değişir. Suyu sodyumlu ve tuzlu olduğundan kullanılmaz. Kuzey ve doğu bölümlerinde doğal bitki örtüsü sazlık ve kamışlıktır. Bunun dışında kalan kıyıları kumluk olduğundan herhangi bir bitki örtüsü yoktur. SIĞIRCIK GÖLÜ Kuzeybatıda Karpuzlu köyü, kuzeyden Çeşme sırtı, doğudan Muratlı korusu ile çevrili gölün güneyinde Pamuklu göl vardır. Yüzölçümü yaklaşık 1.8 km²dir. Sığ bir göldür; yazın suyu çok azalır. Suyu tuzlu olduğundan kullanılmaz. Batı kıyılarında tarım yapılır. Diğer kesimler ise bataklık ve sazlıktır. Kışın ulaşım yapılamaz; yazın kuruyan yerlerinden her türlü araç geçebilir. PAMUKLU GÖL Sığırcık gölünün güneyindeki göl, Hisarlık Dağı eteklerindedir. Yağışlı mevsimlerde genişleyen göl, yaz sonlarına doğru küçülür ve kimi yıllar tümüyle kurur. Derinliği ortalama 70 santimetredir. Çevresi bataklık ve sazlıktır. Kışın soğuk günlerde donar; hiç bir mevsimde ulaşıma olanak vermez. GÖLBABA Gölbaba, Merkez ilçeye bağlı Büyükdöllük ve Değirmenyeri köyleri arasındadır. İlkbaharda gölün suları azalmaya başlar ve gölün ortasında bir adacık oluşur. Göl, yaz mevsiminde tümüyle sazlık ve bataklık haline gelir. Romatizmalılar şifa bulmak için gölün bataklığına girerler. Gölden başka bir yararlanma şekli yoktur.
  21. _asi_

    Edirne akarsuları

    AKARSULAR Edirne'yi dört bir yandan saran akarsular, tarım alanlarının verimliliğinden mesire alanlarının çeşitliliğine kadar coğrafi anlamda eşi görülmemiş bir zenginlik sunarken, aynı zamanda görsel bir ziyafeti de beraberinde getirir. MERİÇ NEHRİ Meriç nehri, Bulgaristan'da Rodop dağları üzerinde, Rila tepesi'nden doğmaktadır. Kısa sürede genişleyen Meriç nehri, Bulgaristan'da da sırası ile Pazarcık, Filibe, Dimitrovgat, Mustafa Paşa gibi önemli yerleşim ve sanayi bölgelerinin içinden geçer. Meriç nehri, Bulgaristan'da yaklasık 200 kilometre yol kat ederek, Edirne yakınlarında, Karaağaç istasyonunun kuzeyinde kalan Maraş köprüsü'nde Türk topraklarına girer. Meriç nehri, Edirne yakınında önce Arda ile sonra da Tunca nehri ile birleşir. Edirne’den sonra güney istikametinde akar ve Dimetoka yakınında Yunanistan’dan gelen Kopkino nehrini alır, bir müddet güney-batı istikametinde ilerledikten sonra tekrar güneye döner. Balabancık köyü civarında Ergene ile birleşir. Buradan itibaren daha çok kıvrımlar yaparak güney-batıya doğru akar ve Enez ilçesinden Ege denizine dökülür. Türkiye-Yunanistan hududu boyunca 185 kilometrelik bir uzunluğa sahiptir. Derinliği 60 santimetre ile 520 santimetre arasında değişir, Arda ve Tunca’nın birleştiği yerde derinlik artar. Arazi sulanmasında ve balığından faydalanılır. ARDA NEHRİ Pazarkule hudut kapısından Edirne iline giren Arda ırmağı, 1 kilometre sonra Ardakule mevkiinde Meriç nehri ile birleşir ve Meriç ismi altında doğuya doğru akarak ileride Tunca’yı da içine alır. Güneye doğru yer değiştirir. Arda Nehri'nin derinliği 10 santimetre ile 3 metre arasında değişir. Arda Nehri'nin çok az bir kısmı Türkiye sınırları içinde olduğu için, faydası da sınırlıdır. TUNCA NEHRİ Tunca nehri, Edirne’nin kuzeyinde, Uzunbayır mevkiindeki il sınırına ve Türkiye topraklarına girer. Suakacağı köyüne kadar sınır çizerek, güneye doğru akar. Tunca Nehri, Edirne’nin Kirişhane mevkiinde Meriç’le birleşir. Meriç adı altında Enez’e doğru akar. Yaklaşık olarak boyu 48 kilometre'dir. Derinliği 82 santimetre ile 540 santimetre arasında değişir. Saniyede 31 metreküp su taşır. Yatağı az eğilimli olduğundan ovaların sulanmasını kolaylaştırır. ERGENE NEHRİ Meriç nehrinin bir kolu olan Ergene, Tekirdağ’a bağlı Saray ilçesinin kuzeyini kaplayan Istıranca dağlarındaki Karatepe’den çıkar. Geniş bir yay çizer. Kırklareli’nin Pehlivanköy ilçesinden geçerek Edirne topraklarına girer. Uzunköprü’den geçerek Balabancık köyü yakınında Meriç nehri ile birleşir. Uzunköprü, Meriç ve İpsala topraklarının bir bölümünü sular, ilkbahar ve kış aylarında suları taşan Ergene ırmağının suları yazın azalır. Saniyede 47 metreküp su taşır. DERELER Edirne’nin önemli dereleri arasında Pravadi, Süloğlu, Basamaklar, Keşan ve Büyükdoğanca deresi gibi ünlü dereler yer alır. Bu dereler tarımsal arazinin sulanmasında kullanılır.
  22. _asi_

    Edirne ovaları

    OVALAR Pek yüksek olmayan dağlar ve küçük tepelerden oluşan Edirne'nin coğrafyasına, "sulu ve kuru tarıma elverişli" ovalar hakim durumdadır. Edirne içinde ovalık alanlar İl yüzölçümünün %15'i gibi bir alanı kaplamaktadır. Bu ovalar içinde büyüklükleri ile öne çıkan 2 büyük ova Ergene ovası ve İpsala ovasıdır. ERGENE OVASI Ergene vadisi’nin tümünü, Uzunköprü ve Meriç ilçe topraklarının ise bir bölümünü kaplar. Ergene ırmağı taştığı zaman, ovaya mil taşır; bu nedenle ova toprakları çok verimli olup, her çeşit bitkisel üretime elverişlidir. Ergene ovası’nın Uzunköprü ilçe sınırları içinde kalan bölümü, taşınma maddelerden oluşmuş, dolma bir yapıdadır. Marmara bölgesi’ndeki tektonik olaylar sonucu alçalmaya uğramıştır. Havza, akarsularla parçalanmış eski bir birikinti alanıdır. Bu yapı, ovanın Uzunköprü’ye yakın bölümlerinde artezyen kuyuları açılmasına olanak sağlar. Ergene ovası’nın, Meriç ilçesi sınırları içinde kalan bölümleri alüvyal topraklarla kaplıdır. Burası, Meriç ve Ergene ırmakları arasında bir yarımada biçimindedir. Ova topraklarının bir bölümü, kesintisiz olarak, bataklıklar durumunda uzanır gider. Denizden yüksekliği yaklaşık, 20-25 metre arasında değişir. Ergene ovası’nda genellikle sulu tarım yapılmakta, çeltik, pancar, ayçiçeği, mısır, kabak ve özellikle bostan üretilmektedir. İPSALA OVASI İpsala ovası, Meriç vadisi’ni kaplar. İpsala ilçesi topraklarının çoğunu kaplayan, Edirne'nin bu en büyük ovası Enez’e dek uzanır. Yer yer taşınma ovası karakteri gösteren bir plato'dur. Ergene ve Meriç ovalarına doğru inildikçe alüvyal topraklar başlar. Bu arada volkan tüflerine de rastlanır. Bu oluşumların en çok yer aldığı bölüm, Balabancık köyü yakınlarıdır. Ovanın Enez’e doğru sokulan bölümü, alüvyal topraklarla kaplıdır. Alüvyal, kalkersiz kahverengi ve vertisol topraklarla kaplı ovada, sulu ve kuru tarım yapılmaktadır. Sulu tarımda sebze, meyve, çeltik, mısır, ayçiçeği, şeker pancarı, yonca, bakla ve bezelye yetiştirilmektedir. Kuru tarımda ise tahıl, mısır, ayçiçeği, nohut, mercimek, korunga, fiğ, burçak, kavun ve karpuz üretilmektedir. KAZANOVA OVASI Meriç Vadisindedir. Kapıkule ile Edirne arasındadır. TUNCA OVASI Tunca vadisindeki ovalar küçük parçalar halindedir.
  23. _asi_

    Edirne dağları

    DAĞLAR Edirne il sınırları içinde dağlar fazla yer kaplamaz. İli, Istıranca Dağları kuzey ve kuzeydoğudan, Uzunköprü dağları doğudan, Koru ve Çandır dağları ise güney ve güneydoğudan kuşatır. ISTIRANCA DAĞLARI İstanbul Boğazı’nda Karadeniz dağ sırasından ayrılan ve Karadeniz kıyısı boyunca Bulgaristan sınırına doğru uzanan Istıranca dağları’nın yükseltileri; Tunca Havzası’na yaklaştıkça azalır. Istıranca dağları’nın en yüksek yeri il sınırları dışında, Kırklareli ile Demirköy arasındadır. Buralarda bile, ortalama yükseltisi 1.000 metre'yi geçmez. Trakya’nın kuzeydoğusundan Edirne topraklarına giren Istıranca dağları’nın yükseltileri azalır ve Lalapaşa ilçe sınırları içinde bir plato görünümü egemen olmaya başlar. Istıranca dağları’nın yüksekliği, Bulgaristan sınırı yakınındaki Bakacak Kule Tepesi’nde 590 metre'ye ulaşır. Aynı zamanda daha dalgalı olan bu platonun yükseltisi güneybatıya doğru küçük akarsu vadileri oluşturarak azalır. Lalapaşa yöresinde 250 metre’nin altına düşer. Istıranca Dağ kütlesi, güneyden Ergene Havzası’na inen akarsularla parçalanmıştır. Genellikle granit ve gnays ana kayaları üzerinde yer alan ve dalgalı bir yapısı olan bu kesimlerde, orman örtüsü altında, sığ ve kalkersiz kahverengi orman topraklarına rastlanır. Şiddetli erozyona uğrayan tepelerde bu örtü seyrekleşmiş ya da tümüyle ortadan kalkmıştır. KORU DAĞLARI Trakya’daki ikinci dağ sırası olan bu yükselti Tekirdağ-Şarköy arasında Işıklar dağı, Saros körfezi boyunca ise Koru dağları adını alarak güneybatı yönünde körfeze doğru sokulur. Edirne ilinin tekdüze görünümlü kesimini oluşturan Ergene Havzası, güneyden Koru dağları ile sınırlanır. Ergene Havzası’nın güneyi, ortalama yükseltisi 150-200 metre’yi geçmeyen hafif dalgalı bir platodur. Koru dağları’na yaklaştıkça yükselti artmaya başlar. En yüksek noktası Yerli Su Tepe (725 metre) olan Koru dağları’nın Ergene havzası’na ve Saros Körfezi’ne bakan yamaçları eğim açısından birbirinden çok farklıdır. Saros Körfezi’ne bakan yönü dik yamaçlarla kaplıdır. ÇANDIR DAĞLARI Koru dağ sırası, İpsala ile Enez sınırında yeniden yükselerek, körfeze kadar uzanan Çandır dağları’nı oluşturur. Volkanik kayaçlardan oluşan Çandır dağları’nın en yüksek noktası, 385 metrelik yüksekliğiyle Çandır Tepe’dir. UZUNKÖPRÜ DAĞLARI Uzunköprü İlçesi’nin güneydoğusunu kaplar. Meşe ve fundalıklarla örtülüdür. En yüksek yeri, 378 metrelik yüksekliğiyle Süleymaniye Tepesi’dir. Edirne ilinin Ergene Vadisi ile Istıranca Dağları arasında kalan bölümü, kuzey-güney doğrultusunda uzanan vadilerle parçalanmıştır. Bu vadiler arasında, aynı doğrultuda, az yükseltili sırtlar uzanır. Sırtlar, kuzeydoğuda ortalama, 100 metre yüksekliktedir. Sarmısaklı sırtlarında 128 metre olan yükselti, Söğütlü Tepe’de 112 metredir. Uzunköprü’ye yaklaşıldıkça 40 metre'nin altına düşer. Aşağı Ergene vadisi ile Meriç ırmağı arasında kalan kesimde, basık tepelerden oluşan bir yüzey şekli egemendir. Yörenin en yüksek noktaları, Kavaklı kasabası’nın kuzeydoğusunda 123 metrelik yüksekliğiyle Çanakçıtepe ve 125 metrelik yüksekliğiyle onun güneyinde bulunan Sarıkaya’dır.
  24. _asi_

    Edirne vadileri

    VADİ VE YAYLALAR Edirne il sınırları içinde 3 önemli vadi bulunurken, yaylalık alan yoktur. Ancak, yayla kapsamı içinde düşünülebilecek küçük alanlar vardır. Edirne'de üç önemli vadi bulunmaktadır. Bunlar Tunca, Meriç ve Ergene vadileridir. Edirne’nin önemli ve verimli ovaları bu vadilerde toplanmış durumdadır. MERİÇ VADİSİ Trakya bölgesi’ndeki Meriç havza’sı, kuzeyde Bulgaristan ve Istıranca dağları’nın su bölümü sınırına dayanmakta; doğuda Vize, Saray ve Çerkezköy ilçelerini içine almakta; güneyde ise Çorlu ilçesi ve Tekirdağ ili’nin kuzeyinden geçerek Saros Körfezi’ne kadar ulaşmaktadır. Havzanın sularını Meriç, Tunca ve Ergene vadilerinden akan akarsular boşaltır. Meriç vadisi, Meriç’in yatağını oyması sonucu oluşmaktadır. Bulgaristan topraklarında başlar ve Ege denizine kadar sürer. Meriç vadisi, Edirne’nin kuzeyinde Rodop dağları ile Istıranca dağları’nın birbirine yaklaştığı yerde dik ve derindir. İl sınırlarına girdikten sonra vadinin tabanı genişler. Bu kesimde Meriç vadisi’nin geniş tabanı üzerinde Kazanova ovası yer alır. Daha sonra vadi tabanı biraz daralır. Meriç’in bu yörelerdeki vadi tabanını Hadımağa, Üyüklütatar, Doyran ve Elçili ovacıkları kaplar. Meriç ilçesi sınırları içinde yeniden genişleyen vadi, yer yer daralıp genişleyerek İpsala-Enez ilçe sınırını çizer ve Ege Denizi’ne ulaşır. ERGENE VADİSİ Ergene ırmağı’nın aktığı vadidir. Istıranca dağları’nın batı eteklerinden başlar. Önce dar ve dik olan vadi, Edirne sınırına girdikten sonra geniş düzlükler oluşturur. Bu düzlüklerde Ergene ovası yer alır. Ergene vadisi, Meriç-İpsala sınırında Meriç vadisi ile birleşir. TUNCA VADİSİ Istıranca dağları’nın Edirne sınırları içine giren bölümünde, Tunca ırmağı’nca oyulmuş bir vadidir. Vadi önceleri dar iken, Edirne’ye doğru yaklaşıldıkça tabanı genişler. Tunca ovası bu geniş taban üzerinde bulunur. Edirne’de bu vadilerin dışında, özellikle dalgalı plato alanlarında, az yükseltili sırtlardan sonra başlayan, akarsularca oyulmuş pek çok vadi vardır.
  25. _asi_

    Edirne Adının Kaynağı

    EDİRNE ADININ KAYNAĞI Adı 5000 yılda saklı Odrisa, Odrisia, Orestia, Orestas, Hadrianopolis, Hadrianupolis, Adrianapolis, Adrianupolis, Edrinus, Edrune, Edrinabolu, Endriye, Edrine, Edrene, Edirne Edirne'nin bilinen en eski yerleşik topluluğu, Traklar soyundan gelen Odrisler, Meriç ve Tunca nehirlerinin birleştiği bugünkü yerleşim bölgesinin bulunduğu yerde kent kurmuşlardır. Bu nedenle kentin ilk adının "Odrisa" ya da "Odrisia" olduğu sanılmaktadır. Odrisler'den sonra yöreye Makedonyalılar egemen olmuş, onların döneminde kent, "Odrisia" adının değişmesi sonucu, "Orestia" ve "Orestas" olarak anılmaya başlanmıştır. II.yy'da Roma İmparatoru Hadrianus, stratejik önemi nedeniyle Orestia'ya kent statüsü verdi ve kendi adını koydu. Böylece, Roma Dönemi'nde kent "Hadrianopolis, Hadrianupolis, Adrianapolis ve Adrianupolis" adlarıyla anıldı. Kent, Osmanlı Dönemi'nin başlangıç yıllarında "Edrinus, Edrune, Edrinabolu ve Endriye" diye anıldı. I. Murad, kentin adını "Edrine" olarak değiştirdi. Aşıkpaşazade Tarihi'nde(1476) kentin adı "Edrene" olarak geçer. XVIII.yy'dan itibaren de Edirne olarak anılmaya başlanır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.