-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
Tekirdağ Hamamları YALI HAMAMI (Merkez) Tekirdağ il merkezinde bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Harap bir durumda iken Tekirdağ Belediyesi tarafından 1944 yılında satın alınarak onarılmıştır. Hamam Osmanlı hamam mimarisindeki çifte hamam plan düzenindedir. Kesme ve moloz taştan yapılan hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamamın kadınlar ve erkekler bölümü birbirilerinin eşidir. Ilıklık ve soyunmalığın üzeri kasnaklı merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Sıcaklık bölümü de kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür. Sıcaklık bölümünün içerisinde dörder kurna, ortasında da göbek taşı bulunmaktadır. İNECİK ERENLER HAMAMI (Merkez) Tekirdağ il merkezi İnecik Bucağı’nda, Malkara yolu üzerindeki bu hamamın yapım tarihi bilinmemektedir. Kaynaklarda da onunla ilgili yeterli bir bilgiye rastlanmamıştır. Hamam üzerinde yapılan onarım ve değişiklikler nedeniyle özelliğinden tamamen uzaklaşmıştır. Hamam kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelen hamamın üzeri kubbe ile örtülüdür. Hamam günümüzde halen kullanılmaktadır. TURAN BEY HAMAMI (Malkara) Tekirdağ ili Malkara ilçesinde bulunan Turhan Bey Hamamı günümüze gelememiştir. Kaynaklardan çifte hamam plan düzeninde yapıldığı öğrenilen bu hamam Trakya’nın işgali sırasında yıkılmıştır. Günümüzde bu hamamın yerinde apartman bulunmaktadır. AYAZ PAŞA HAMAMI (Saray) Tekirdağ ili Saray ilçesinde Sadrazam Ayaz Mehmet Paşa’nın yaptırmış olduğu külliyenin bir bölümünü oluşturmaktadır. Hamam külliye ile birlikte 1536-1539 yılları arasında yapılmıştır. Kesme taştan yapılmış olan hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin üzeri kubbeli olup, günümüzde yapılan onarımlarla özelliğinden kısmen uzaklaşmıştır. MÜREFTE HAMAMI (Şarköy) Tekirdağ ili Şarköy ilçesi, Mürefte’de bulunan bu hamamın mimarı ve yapım tarihi bilinmemektedir. Günümüze oldukça harap durumda gelen bu yapının Erken Osmanlı Döneminde, XV. Yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Yapımında moloz taş, mermer ve tuğla kullanılmıştır. Duvarları dıştan moloz taşla, içten de tuğla ile örülmüştür. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelen hamamda bu bölümlerin üzeri pandantifli kubbelerle örtülmüştür. Kubbe ve pandantiflerde tuğla kullanılmıştır. Ayrıca iç kısımda mermer ve tuğla tozu ile karıştırılmış neme dayanıklı horasan sıva kullanılmıştır. Dış duvarlarda bölgede çokça bulunan dere taşı ile tuğlalar karışık biçimde kullanılmıştır. Doğu-batı yönünde uzanan hamamdan yalnızca güney duvarlarından bir bölümü günümüze gelebilmiştir. Bu nedenle de tam planını çıkarmak mümkün olamamıştır. KONAK HAMAMI (Şarköy) Tekirdağ ili Şarköy ilçesi Güzelköy’de bulunan bu hamam harap bir durumda günümüze gelebilmiştir. Yapım tarihini gösteren bir kitabesi olmayıp, kaynaklarda da ismine rastlanmamıştır. Yapı üslubundan XV. Yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Trakya Üniversitesi’nden İ.Hakkı Kurtuluş’un araştırmaları sonucunda ortaya çıkan bu hamam doğu-batı yönünde yapılmıştır. Günümüze gelebilen bölümlerinden beşik tonozlu bir koridor ve bunun çevresinde bazı mekânlar bulunmaktadır. Hamamın yapı malzemesini dere taşı ve tuğla oluşturmuştur. Bunlar hamamın duvar dolgusu ile iç kaplamalarında kullanılmıştır. İçerisi, kubbeler ve kubbeye geçişler tuğladandır. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden oluşan hamamın güneyinde sivri kemerli eyvanlar görülmektedir. GÜZELKÖY HAMAMI (Şarköy) Tekirdağ ili Şarköy ilçesi Güzelköy’de bulunan bu hamamın kitabesi günümüze gelememiş, kaynaklarda da ismine rastlanmamıştır. Trakya Üniversitesi’nden İ.Hakkı Kurtuluş’un araştırmaları sırasında bulunan bu hamam harap durumdadır. Mimari olarak Erken Osmanlı hamam tiplerine benzerlik göstermektedir. Hamamın yapımında büyük ölçüde dere taşı ve küçük moloz taşlar ile tuğla kullanılmıştır. Duvar işçiliğinde iki sıra tuğla ve bir sıra taş alternatifli olarak örülmüştür. Hamam soğukluk, sıcaklık ve ılıklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamamdan günümüze duvarlar ile bu duvarlar içerisindeki su künkleri gelebilmiştir. Tekirdağ’da bu hamamların yanı sıra Eski Hamam, Orta Hamam, Paşa Hamamı, Malkara'da Turhan Bey tarafından yaptırıldığı bilinen Çifte Hamam ve Eski Hamam bulunmaktadır. Ancak bu hamamlar ya bütünüyle yıkılmış, ya da kısmen tahrip olmuş ve günümüze harap durumda gelebilmiştir.
-
Tekirdağ Kaleleri ÇORLU KALESİ (Çorlu) Tekirdağ ili Çorlu ilçesinin kuzeybatısında bulunan kaleden günümüze sadece bazı kalıntılar gelebilmiştir. Kalenin yapım tarihi kesinlik kazanamamış ancak kalıntılarından Bizans dönemine, VI. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Kalenin doğu ve batısı derin ve kuru dere yatakları ile çevrilidir. Kesme taş temeller üzerine moloz taş ve tuğladan duvarları örülmüştür. Kalıntılarından tam planını çıkarmak mümkün olamamıştır. Bununla beraber sur duvarlarının yuvarlak kulelerle desteklendiği görülmektedir. KOCAKALE (Karacahalil Kalesi) (Malkara) Tekirdağ ili Malkara ilçesi Karacahalil Köyü’nde bulunan kalenin yapım tarihi bilinmemektedir. Osmanlı döneminde yıkılan bu kalenin taşlar çevre köylerdeki evlerin yapımında kullanılmıştır. Kalenin Traklar zamanında yapıldığı, Bizans döneminde de kullanıldığı sanılmaktadır. Kaleden günümüze herhangi bir kalıntı gelememiştir. GERMEYAN KALESİ (Malkara) Tekirdağ ili Malkara ilçesi, Kermeyan Köyü’nde bulunan Kermeyan Kalesinin yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber MS. 50 yılında Roma İmparatoru Cladius tarafından burada kurulan bir şehri korumak amacı ile yapıldığı sanılmaktadır. Bizans döneminde de Balkanlardan gelecek akınlara karşı önlem olarak kullanılmıştır. Kalenin ne zaman yıkıldığı bilinmemektedir. Ancak bir deprem sonucu ortadan kalktığı veya Osmanlılar tarafından yıkıldığı sanılmaktadır. Günümüze gelebilen kalıntılarından oldukça geniş bir alana yayıldığı ve duvarlarının Keşan taşları ile örüldüğü anlaşılmaktadır. ELMALI KALESİ (Malkara) Tekirdağ Malkara ilçesi Elmalı Köyü’nde bulunan bu kaleden günümüze sadece sur kalıntıları gelebilmiştir. Yapım tarihi kesinlik kazanamayan kalenin Bizans döneminde kullanıldığı sanılmaktadır. Osmanlılar döneminde de yıkılmıştır. BOLAVAZT KALESİ (Malkara) Tekirdağ ili Malkara ilçesi Yenidibek Köyü’nde bulunan bu kalenin yapım tarihi kseinlik kazanamamıştır. Bizans döneminde kullanılan kale Osmanlı döneminde yıkılmıştır. Kale yöreye hâkim yüksek bir tepe üzerinde savunma amaçlı olarak kurulmuştur. Günümüze gelebilen duvar kalıntılarından kesme ve moloz taştan yapıldığı, kulelerle de desteklendiği sanılmaktadır. Tekirdağ’da Malkara ilçesi Çimendere, Gözsüz köyleri ve Beşiktepe’de; Marmara Ereğlisi’nde bazı kale kalıntıları bulunmakta olup, yörede yeterli araştırma yapılmadığından bu kalelerin ne zaman yapıldığı konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
-
Tekirdağ Kilise ve Manastırları AZİZ GEORGİOS (Tepeköy Kilisesi) KİLİSESİ (Şarköy) Tekirdağ ili Şarköy ilçesi Tepeköy’de bulunan bu kilise kitabesinden öğrenildiğine göre Aziz Georgios’un anısına Sterna Köyü (Tepeköy) halkı tarafından 1889 yılında yaptırılmıştır. Günümüze harap bir konumda gelen bu kilisenin günümüze gelen dış duvarları ile naosundaki ( iç mekânı) kalıntılarına dayanılarak tek veya üç nefli bir planı olduğu sanılmaktadır. Kilisenin önünde atriumu ve narteksi bulunmaktadır. Meyilli bir alanda bulunan kilise 27.66x13.70 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Yapımında dere taşı ve tuğla kullanılmıştır. Bağlayıcı malzeme olarak da harç kullanılmıştır. Duvarlarda çevreden toplanmış antik kalıntılardan alınma taşlara da rastlanmaktadır. Köşelere muntazam taşlar yerleştirilmiştir. Kilisenin üst örtünün bir bölümü ayakta kalabilmiştir. Buna dayanılarak ahşap çatı ile örtülü olduğu sanılmaktadır. Yapı kilise fonksiyonunu yitirdikten sonra değişikliğe uğramıştır. ŞAPEL KALINTISI (Şarköy) Tekirdağ ili Şarköy ilçesi, Güzelköy’ün kuzeybatısındaki bir tepenin yamacında bulunan bu şapelden günümüze yalnızca temel izleri gelebilmiştir. Bununla beraber şapelin bir manastıra ait olduğu ve XIX yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Günümüze gelebilen izlere dayanılarak şapelin, doğu-batı yönünde dikdörtgen planlı olduğu anlaşılmaktadır. Kalıntılara göre yarım daire bir apsisi olduğu anlaşılmaktadır. Üst örtüsü hakkında bir bilgimiz bulunmamaktadır. GÜZELKÖY MANASTIRI (Şarköy) Tekirdağ ili Şarköy ilçesi Güzelköy ile Hoşköy arasındaki bir tepe üzerinde bulunan manastırın kitabesi günümüze ulaşamamıştır. Kaynaklarda da onunla ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır. Manastırın günümüze gelebilen yapısının 54.50x 44.50 m. ölçüsünde olduğu sanılmaktadır. Yapımında yörede çokça bulunan renkli dere taşı kullanılmıştır. Manastırın dış avlusu payandalarla desteklenmiş olup bu durumu ile bir kaleyi de anımsatmaktadır. Dışa açılan pencereleri de mazgal görünümündedir. İki katlı olduğu sanılan yapının üst örtüsü tamamen yıkılmıştır. Yalnızca batı girişindeki iki katlı bir bölüm ayaktadır. Buna dayanılarak manastırın ahşap bir çatı ile örtülü olduğu sanılmaktadır. Günümüze gelen kalıntı ve duvarlarından dışa kapalı avlular, iç içe geçmiş bahçe duvarları ve penceresiz mekânlar dikkati çekmektedir. Büyük olasılıkla bu mekânlar manastırın gelirini sağlayan zeytinyağı veya şarap imalatında kullanılan yerlerdir. Bununla beraber manastırın asıl mekânlarını oluşturan şapel, hücreler yemekhane, depo gibi bölümleri günümüze gelememiştir. GAZİKÖY (Ganoz) MANASTIRI (Şarköy) Tekirdağ ili Şarköy ilçesi Gaziköy’ün kuzeydoğusunda bahçe içerisinde bulunan kalıntıların bir manastıra ait olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu manastırın da kitabesi bulunmamakta olup, kaynaklarda da bir bilgiye ulaşılamamıştır. Yalnızca yörede araştırma yapan İ. Hakkı Kurtuluş bu manastırın kalıntıları ile ilgili bilgiler vermektedir: “Kalıntılar içende, duvarlarının bir kısmı temel seviyesinde, bir kısmı daha yüksek olarak ayakta, içinde dört tane sütun kaidesi bulunan bir mekân tespit edilmiştir. Kaidelerden üçü yerindedir. Koyu gri, damarlı mermerden olan dairevi sütun kaidelerinin ortasında, zıvana delikleri görülmektedir. Duvarları dere taşı ve kalker ile meydana getirilmiş olan yapının, genel planı hakkında bir şey söylemek, bugünkü haliyle zordur. Ancak planlı bir kazı çalışması sonucunda, duvarlar meydana çıkarıldıktan sonra planı hakkında bilgi edinilebilir.” MALKARA KİLİSELERİ Tekirdağ Malkara ilçesinde bulunan dört kilise bugün harap durumdadır. Bunlardan Gazibey Mahallesi İnönü Caddesi üzerinde bulunan Hıristiyan Kilisesi; Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifi tarafından depo olarak kullanılmış, tavanının çökmesinden sonra terk edilmiştir. Şahin Köyü’nde bulunan Hıristiyan Kilisesi ile ilgili kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Ayrıca Gazibey Mahallesi’nde bulunan Ermeni Kilisesi ile Hacıevhat Mahallesi’nde bulunan Bulgar Kilisesi yıkılmış ve günümüze gelememiştir.
-
YÖRESEL KIYAFETLER Adet, gelenek ve göreneklerin çoğu muhafaza edilmekle birlikte Tekirdağ ve yöresinde geleneksel giysiler, çevre şartlarına, sosyal ve ekonomik duruma göre farklılıklar göstermekte ve giderek yerini modern giysilere bırakmaktadır. Günümüzde ancak belirli günlerde görülebilecek geleneksel giysiler şöyledir. KADIN GİYİMİ Grep: a) Buna yazma, çember, tülbent, şami, kıvrak, tartma ve vala da denir. b ) Kare biçimindedir. Kenarları iğne oyaları, boncuk oyaları, çeşitli motifler, tığ işi oyaları, şakırdaklı kağıttan yapılmış oyalar, mekik oyaları ile süslenir. c) Genellikle ipek cinsi kumaşlardan yapılır. g) Genellikle beyaz renklidir, bazen renkli ve desenli olur. Günümüzde de kullanılan bir baş örtüsüdür. Fistan:a) Buna mistan da denir. b ) Bugünkü gömlek görevini yapar, şalvarın üstüne giyilir. c) Şile bezinden. Basmadan divitinden yapılır, önü düğmelidir. d) İşlemeli ve işlemesizdir. Cepken: a) Gömleğin üzerine giyilir, yelek de denir. b ) Saten yada ipekten yapılır, alıcı renklerle süslenir, ön kısmı işlemeli olanları da vardır. Bazıları sırmalarla süslenir. Şalvar: a) Desenli yada düz renkte olup, ayağa giyilir. b ) Yünlü dokuma kumaşlardan, desenli basmalardan, satenlerden yapılır. Genellikle büyük çiçekli kumaşlar seçilir. c) Parçaları dar, ağı mümkün olduğu kadar kısadır. d) Belli uçları işlenmiş uçkurlarla sıkılır. Bindallı: a) Genellikle kadifeden yapılır. B ) Hemen hemen ayaklara kadar uzundur, üzeri simle işlidir. Genellikle düğün ve bayramlarda giyilir. Kuşak: a) Buna uçkur da denir. b ) Şalvarın beline geçilir, lastik görevini yapar, iki ucunda çeşitli işlemeler vardır. Bel iyice sıkıldıktan sonra işlemeleri görülecek şekilde yandan sarkıtılır. Hırka: a) Pamukludan yapılır. b ) Mintanın üzerine giyilir, kadifeden de yapılır. Peşli: a) Beli kuşaklı olup, tüm bedeni örten, ayaklara kadar uzun entari (elbise) dir. Kırmalı Entari: a) Beli lastikli olup, tüm bedeni örter. b ) Pamukludan yapılır. Çetik: a) Buna terlik de denir. b ) Çeşitli motiflerle süslenerek yünden örülür. Bazen yapağından da örülür. Çorap: a) Çetiğe benzer, fakat ondan daha uzundur, diz altına kadar çıkar. b ) Şasonda denir. c) Genellikle yapaktan yapılır, düz ve sade olanları olduğu gibi süslü ve motifli olanları da vardır. Ferace: a) Siyah düz kumaştan yapılır. b ) Arkalığı bele kadar gelir, bu aralık arkadan başın üzerine atılır. Şalta: a) Bele kadar sıkı kollu, yakasız, önü iliksiz bir giysidir. Omuzdan kol ağzına kadar uzunlamasına gider. Etekleri kaytanlıdır. Çarık: a) Genellikle manda derisinden yapılır. Ucu sivri ve iple bağlıdır. b ) Urgani denilen ayakkabılarda giyilir. c) Nalın veya takunya adı verilen, tahtadan yapılan ayakkabılar da giyilir. c) Özel günlerde kalaş kundura adındaki ayakkabılar giyilir. Para Kesesi: Tel ile kalıptanla işlenerek yapılan kese. Ziynet Eşyaları: a) Renkli kurdelaya geçirilmiş altınlar boyna takılır. b ) İnci boncuklar, nar taneleri (üçgen boncuklar) boyunlarına ve kollarına mavi boncuklar takılır. Yağlık: a) Uçları işlidir. B ) Şalvarın üzerine takılır. Fıta: a) Kadınların iş yaparken giydikleri giysidir. b ) Sık dokunmuş bir önlüktür, hota da denir. c) Genellikle düğünlerde iş yaparken bu önlükler bağlanır. Üç Etek: a) Etekleri üç ayrı pile şeklindedir. Parça parça göründüğü için bu ismi alır. Mendil: a) Ucu işlemelidir. Beyaz rengi yanında diğer renklerde olanlarda olanları da vardır. b ) Boyna bağlanır. Kalaş Kundura: Çok sert bir ayakkabıdır. ERKEK GİYİMİ Başa giyilenler: a) Sarık: Şapkanın üstüne sarılır, sarı renkli büyük, kare biçimindedir. Birbuçuk metre uzunluğundadır. Kenarlarına sim geçirilmiş uçları püskülüdür. b ) Fes: Koyu kırmızı renkte, uçları püskülüdür. Silindir biçiminde etrafı biyelidir. c) Tata: Başa bağlanan her günlük şapkadır. Kıra giderken giyilir. Boyna Bağlananlar: a) Mendil: Dört köşeli telle yahut kılabadanla işlenmiştir ve beyaz renklidir. Ekoseli olanları da vardır. b ) Çevre: Beyaz ve dört ucu işlenmiş, kare şeklindedir. Uçları gergefte işlenir. Yağlık: a) Tek ucu işlenmiştir. B ) Bezden yapılır. Gömlek: a) Beyaz amerikan bezinden yapılır. Geniş kollu uçları, yaka kenarları etekleri oyalanmıştır. b ) Ceketin içine giyilir mitan da denir. c) Ketenden ve dokumadan da yapılır. Cepken: a) Yelek biçiminde basmadan içi astarlı olarak yapılır, içine pamuk doldurulur, şalta adı da verilir. b ) Ceketin içine giyilir, sırmayla da işlenir. c) Kolları tek katlı ve işlemelidir. Önü çaprazlıdır. Potur: a) Çuhadan yapılmış, kaytanlı pantolondur. b ) Yukarı kısmı geniş olup paçalara doğru daralır. c) Genellikle siyah ve laciverttir. d) Genellikle dokuma kumaşlardan yapılarak boyanır. e) Poturun uçkurluğuna uçkur geçirilir, iki ucu yandan sarkıtılır. Poturun dizden aşağı tarafı düğmelidir. Uçkur: Patiskadan yada yapağından dokunarak yapılır. Kuşak: 2-3 metre boyunda genellikle kırmızı renkte olup, bele dolanır. 30-40 cm. genişliğindedir. Palto:Buna gocuk ismi de verilir. İçi genellikle tüylü olur. Çorap:Yünden veya yapağıdan elde örülerek yapılar. Sade olanları yanında süslü motifli olanlar daha çok kullanılır. Ayakkabılar: a) Tulumbacı: Hayvan derisinden yapılır. Deri birkaç kat üst üste getirilerek taban kısmı yapılır, üst kısmı ise tek bir kat deriden yapılır. Bu ayakkabılar kış için kullanılır. b )Çarık: Bir tek kat hayvan derisinden yapılır. İple ayağa sıkıca bağlanır. Genelikle yazın tarlaya giderken giyilir. Bunlardan başka mes ve çizme de giyilir. Para Kesesi: Meşinden ya da bezden yapılır. Ağzından bir ip geçirilerek büzülür. Meşinden olanların ise ağzına çıt çıt dikilir.
-
El Sanatları İlimiz el dokuma sanatının yaşatıldığı Karacakılavuz Kasabası merkez ilçeye 32 km. uzaklıktadır. Karacakılavuz köyü dokumalarından yola çıkarak Karacakılavuz köyünün kökeni araştırıldığında, köklerinin Orta Toroslara dayandığı işledikleri motiflerden anlaşılmaktadır. Karaman oğlu beyliği sınırlarında yaşayan Karacakılavuzluların dedeleri Türklerin Trakya'yı ele geçirmelerinden sonra Fatih Sultan Mehmet döneminde (15. Y.Y. ilk yarısı) Toroslardan alınarak Balkanların Türkleştirilmesi amacıyla Balkanlara yerleştirilmişlerdir. Dokumacılığa Balkanlarda da devam eden Karacakılavuzlular daha sonra Tekirdağ topraklarına yerleşmişlerdir. Dokumalarının çoğunluğunda Anadolu motifleri bulunan Karacakılavuz dokumalarında ara motifleri olarak Balkan motiflerine de rastlanmaktadır. Bu nedenledir ki Karacakılavuz dokumaları toplumların yaşadıkları yörelerin izlerini taşımasının da ne kadar önemli rol oynadığını ortaya koymaktadır. Anadolu ve Balkan motiflerinin işlenerek ortaya konulduğu Karacakılavuz dokumaları Tekirdağ Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün çabalarıyla halen yapılmakta olup, hediyelik eşya olarak satışı yapılmaktadır. Burada yaşayan halk ilk defa 1877-1878 yıllarında Bulgaristan'dan göçmen olarak gelmiştir. Halkın el sanatlarından olan bu dokumalar nesilden nesile yaşatılarak günümüze kadar gelmiştir. Karacakılavuz el dokuma tezgahları yaklaşık 115 cm. Yüksekliğinde. 23 cm boyunda, 100 cm. eninde olup meşe ve gürgenden yapılmıştır. Daha çok çuval, minder yüzü, yastık yüzü, seccade, heybe ve kilim dokunmaktadır. Kırmızı, turuncu, siyah, lacivert, yeşil, sarı, mavi, mor kullanılan başlıca renklerdir. İplik malzemesi olarak önceden yapağı kullanılmakta ise de şimdi kolaylığa ve rahatlığı bakımından yün kullanılmaktadır. Desenler oldukça zengindir. Dokumalarda göz motifi, koç boynuzu, köpek ayağı, tavus kuşu, üç güller, çam dalı, mührü Süleyman, çengel, sofra, beygir nalı, yıldız, kilit deseni motifleri işlenmektedir. Başlangıçta bir kaç tezgahla başlayan el dokumacılığı, Kültür ve Turizm Müdürlüğünün gayretleri ile “El Dokumacılığı Projesi” çerçevesinde gün geçtikçe geliştirilmektedir.
-
TEKİRDAĞ YEMEKLERİ TARİHİ GELİŞİMİ Bilindiği gibi Tekirdağ ve çevresinde yerleşen vatandaşlarımız ;Rumeli Fatihi Gazi Süleyman Paşa ve 1.Murat Beyle beraber yöremize göç eden Gazi Dervişler, Ahı Dervişler ve Yürük, Türkmen dediğimiz vatandaşlarımızdan teşekkül etmiştir.1854 yılından sonra Karadeniz üzerinden Balkanlara yerleşen Kırımlılarla beraber 1876/1877 Osmanlı-Rus Savaşı kısaca 93 harbi denilen savaş sonrası Bulgaristan, 1924'te mübadele ile gelen Selanik, Serez, Yenice göçmenleri , Makedonya ahalisi, 1930-34 yılları arasında Bulgaristan'dan zorunlu göçe tabi olan ahali Trakya ve çevresinde mevcut kasabalar, çiftliklere yerleşmişler kendi mutfak kültürlerini getirmişlerdir.Yörenin yerli ahalisinin zengin mutfak kültürü karşısında kendi mutfak ve yemek kültürlerini muhafaza etmişlerdir.Sonuç olarak Tekirdağ ve çevresinde çok zengin bir MUTFAK KÜLTÜRÜ meydana gelmiştir. TEKİRDAĞ KÖFTESİ Bu köftenin bir adı tat köftesi, diğer bir adı ise Hacıköylü köftesidir.Aslen Hayrabolu Alacaoğlu köyünden Tekirdağ’ına gelen ve kebapçı Hüseyin Ağa tarafından piyasaya tanıtılmıştır.Hüseyin Ağadan köfteciliği öğrenen Hacıköylü Hüseyin ve çocukları hem yoğurtçuluk hem de köftecilik yaparak bu iki ürünü de tanıtmışlar ve Hacıköylü köftesi zamanla Tekirdağ Köftesi adını almıştır.Tekirdağ köftesinin ünü Türkiye çapında yayılmış olup, halen T.S.E. damgası alınarak ve vurularak hazır şekilde vakumlanıp paketler halinde satılmaktadır. 1 kg orta yağlı Parça et (sığır daha yumuşak dana eti ise sıkı ve sert gelir.) 75 gr bayat ekmek 1 baş (ufak) soğan Ufak bir diş sarımsak Bu karışım hep beraber makinede çekilir.Sonra içine baharat olarak 1/2 çorba kaşığı kimyon 1/2 çorba kaşığı tuz 1/2 çorba kaşığı taze çekilmiş karabiber 1/2 çorba kaşığı pul kırmızı biber 1/2 çorba kaşığı karbonat Evvelce çektiğimiz kıyma içine konur ve yoğurulur.Yeniden çekilir.Normal kapta bir gece bekletilir. Pişirilmesi: Kömür (mangal) ufak parçalar halinde kırılır, kömür ızgarası içine yayılır.Izgara üstübü ile yağlan›r ve ızgara oluğuna yağ konur. Köfteler yapışmasın diye ızgara silinir.15 grlık yuvarlak köfteler, maşa ile ızgara yağlığındaki yağa bulanıp, ızgarada pişirilir. CİZLEME Su, maya, tuz, un karıştırılarak boza kıvamında bir hamur elde edilir.Bir müddet bekletilip hamur mayaya geldikten sonra saç kızdırılır.Cezve ile hamur ince bir tabaka halinde kızgın saçın üstüne dökülür.Hamurun piştiği üzerindeki deliklerin oluşmasından anlaşılır.Cizlemeler piştikten sonra ise üzerine tereyağ sürülür.Arzu edilirse toz şeker serpilir, bal sürülür bu şekilde servise sunulur. HöŞMELİM Malzemesi: Tuzsuz ve taze peynir, un, şeker, tuz. Yapılışı: Peynir bir tencereye konur.Orta şiddetli ateşte eritilen peynire çok az tuz ilave edilir.önceden ölçüsü belirlenen un katılarak sürekli karıştırılır.Unun miktarı çok önemlidir.Daha sonra şeker ilave edilerek karıştırmaya devam edilir.Kıvamında olabilmesi için peynirin tencerenin içinde yağ çıkararak dönmesi gerekir.Yağ salmaz ve iyi dönmezse çok lezzetli olması beklenmez.Yaklaşık 25 dakika süren pişirme ve çevirme işlemi sonrası genişçe bir tepsiye boşaltılır. üzerine toz şeker serpilir.Kaşıkla dikey olarak kestirilerek yağın yukarı çıkarılması sağlanır.Sıcak yenir. Höşmelim için hazırlanan peynire kullanılan peynir mayası oranı ile tuzsuz peynirin tatlı haline getirileceği zaman iyi ayarlanmalıdır.çok taze olan peynirden veya çok bekletilen peynirden iyi höşmelim elde edilimez.Peynir tadılarak bu kıvam anlaşılabilir. AKITMA Malzemesi: Hamur için:1 kg un, 2 yumurta, bir miktar su, 1/2 kg yoğurt üstü için:1 tavuk, 1 baş soğan, karabiber, tuz Yapılışı: Yumurta ve su çırpılır.Un ilave edilir.Sıvı bir hamur elde edilir.Bu hamur azar azar teflon tavada pişirilir.Pişirilen hamur bir tepside üst üste dizilir.Diğer taraftan tavuk, soğan, tuz, karabiber bir tencerede pişirilir.Pişirilen tavuğun suyu hamurların üstüne dökülür.En son pişen hamurlar kare olarak kesilir ve tavuk etleri üstüne serpiştirilir.Yoğurt da dökülür. KAÇAMAK Malzemesi: Mısır unu, su, tuz, tahin, pekmez, tereyağ. Yapılışı: Isıtılan sıcak suyun içine mısır unu salınır.Mısır unu ve su bir oklava ile karıştırılır.Koyulaşıp patlar hale gelince kaçamak tepsiye dökülür.Ortası açılır.çukura eritilmiş tereyağı dökülür.Veya tahin ile pekmez dökülür. PEYNİR HELVASI TATLISI Malzemesi: Tuzsuz peynir, 4 yumurta, yarım sanayağı, un, irmik ve karbonat. Yapılışı: Tuzsuz peyniri tencereye koyup eriyinceye kadar kaynatın.Peyniri tencereye koyduktan sonra yarım çay kaşığı karbonat, 1 çorba kaşığı irmik koyup eriyinceye kadar kaynatınız.Eridikten sonra 4 yumurtanın sarısını ve şekeri kapağa koyup karıştırın ve sonra erimiş olan peynire yavaş yavaş karıştırarak dökün.Yumurtayla kaynadıktan sonra içine ununu dökün.Unu dökerken sürekli karıştırın.Koyulaşıncaya kadar unu, daha sonra altına sanayağı koyup karıştırmaya başlayın.Piştikten sonra ateşten indirip, sıcak servis yapın. HAYRABOLU TATLISI Malzemesi: 1 kg tuzsuz peynir, 8 yumurta, 250 gr un, 250 gr irmik, 2 çay kaşığı karbonat. Yapılışı: Peynir kıyma makinesinde makine yoksa elle yumuşatılır.içine 8 yumurtanın 2 sinin akı ayrılarak hepsi kırılır.Unla irmik beraberce, Karbonatla birlikte yoğrulur.Karışım kulak memesi yumuşaklığında olunca, hazırlanan altı yağlanmış tepside orta ısıda 45 dakika pişirilir.Piştikten sonra 1250 gr su, 1 kg toz şekerle yapılan şerbet kaynamaya başladığı zaman tatlılar kepçe ile içersine atılır. 20-25 dakika bastırmak sureti ile kaynatılan tatlılar tabağa konarak servis yapılır. BULAMA Malzemesi: üzüm suyu, çöğen, toz şeker, ceviz içi, şıra toprağı. Bulama tavası, tahta büyük kaşık, üzüm teknesi. Yapılışı: Trakya’da bağcılık en çok Tekirdağ ve Kırklareli civarı ile Kırcasalih beldesi civarında yapılmaktadır.Bulamanın ilk malzemesi de üzümden elde edilen şıradır. Bir tahta tekne içine konan olgunlaşmış üzümler ayakla veya çizme ile çiğnenir.çıkan üzüm suyu (şıra) kazan içinde bir gün bekletilip, çöğen kaynatılıp şıra içine konur.Karışımın rengi kararana kadar şeker ilave edilir.şıra pekmez kıvamına gelinceye kadar kaynatılır Ateşte emdirilir.çöğen suyundan köpük yapılıp içine atılır.Kazan içinde büyük bir tahta kaşıkla köpükleri alınır.Konu komşu hep beraber büyük bakır kazan içinde tahta kaşıkla karıştırdıkları malzeme beyazlaşmaya başlayınca ateşten indirilir.Kaplara boşaltılır.üzerine ceviz içi serpilir.Teneke kutularda veya kavanozlarda muhafaza edilir. İNCİR TATLISI (DOLMASI) Arzu edilen miktarda inciri ılık suda yumuşatarak yıkanır. iç cevizi döver şekerle karıştırılır.Bu karışımı, yumuşamış ve sapları çıkarılmış incirleri sudan çıkarıp, içlerini el ile genişletip, incir içine doldurulur. Tereyağı sürülmüş tepsiye dizeriz. Ateşte bir miktar kaynatılır. Bol şekerli su veya süt ilave edip pişirerek, üzerine tereyağı haşlanır. YOĞURTLU KUZU ETİ (ELBASAN TAVASI ) But tarafından bir kg. kuzu eti. Az miktarda tereyağı. Bir baş soğan. Tuz, yeterince su, 1/2 kg. yoğurt, bir bardak un, iki yumurta, Kuzu eti dilimler ve parçalar halinde bölünür. Etlerin iki tarafı da tereyağında biraz kızartılır. Sonra su katılıp iyice pişene kadar haşlanır. Başka bir yerde; yoğurt, un, et suyu karıştırılıp, biraz pişirilir. çok hafif ateşte yumurta sarıları ilave edilip, iyice karıştırılır. Kaba ve parça etler tepsiye yerleştirilir. üzerine hazırlanmış sos dökülür. Fırına verilir. iyice pişince servis yapılır. ÇENEÇARPAN ÇORBASI ( HAMUR ÇORBASI) Malzemesi: Un, su, yumurta, limon, süt. Yapılışı : Yumurta limonla terbiye edilir. Hamur oklava ile kalın bir şekilde açılır. içine un serpip tekrar oklavaya sarılır. Oklava çekilerek kalan hamur parça parça kesilir.(parmak büyüklüğünde) Süt ve su karıştırılarak kaynatılır. Kaynama devam ederken hamurlar, tuz ve terbiye edilmiş limon suyu ile yumurta bu karışımın içine atılır. çorba pişince sıcak olarak servis yapılır. UMAÇ ÇORBASI Malzemesi : Yağ, salça, un, su, tuz, nane. Yapılışı : Yağ kızdırılır. Salça ilave edilerek su ve tuz katılır. Unla karıştırılıp katıca hamur yapılır. Küçük parçalara ayrılan hamur pişirilir, servis yapılırken üzerine nane serpilir.
-
TEKİRDAĞ HALK EDEBİYATI TEKİRDAĞ EFSANELERİNDEN ÖRNEKLER 1) ANAOĞUL KÖYÜNÜN EFSANESİ Bu köy kurtuluş savaşında düşmanlar tarafından ele geçirilmiş, eli silah tutan erkekler savaşa gitmiş, köyde yalnızca çocuklar, kadınlar va yaşlılar kalmış.Düşman köye girince yaşlıları toplayıp büyük bir binaya kapatmış.Bu ihtiyarlara günlerce işkence etmiş, ıslak urganlarla dövmüşler.Yaşlılara yapılan bu işkencelere dayanamayan bir erkek çocuk düşman askerlerine saldırmış.Askerler onu yakalayıp köy meydanına getirmişler.çocuğun annesi oğlunu orada görünce köy meydanına doğru koşmaya başlamış.Düşman askerleri ateş etmişler.çocuk ve annesi birbirine sarılmış halde bulunmuş.şehit olmuşlar.Köyün adı da “Anaoğul” olarak kalmış. Anaoğulun mezarı köyün ortasındadır.Daha sonra türbe haline getirilmiştir. 2) ARZULU KÖYÜ EFSANESİ Bu köyde bir zamanlar Arzu Baba adında bir ihtiyar varmış. Arzu Baba her gece köyün etrafını bir kere dolaşıp, ne olup bittiğini öğrenirmiş. O zamanlar düşmanlar çete halinde köylere saldırıp yağma ederlermiş. Yine bir gece düşmanlar Arzulu Köyüne saldırmışlar. Arzu baba köyü tek başına düşmanlardan korumuş. Arzu Baba öldüğünde de tüm köy ardından ağlamış.Ona köyün kenarında bir türbe yapmışlar. Köye de Arzulu Köyü denmiş. Hala türbenin yakınında oturan bir aile her cuma akşamı burada mum yakar. 3) ALMALI EFSANESİ Tekirdağ'ın ilçesi Malkara'ya bağlı Elmalı köyünün, adının nereden geldiğine dair söylenen bir efsanedir. Elmalı köyü yakınında bir kale varmış. Türkler Rumeli'ye ilk geçtiklerinde kalede yabancılar varmış. Türkler, Trakya’ya ilerlerken bu kaleyi kuşatmışlar. Kale için devamlı “Almalı, almalı, burayı mutlaka almalıyız” diyorlarmış. Türklerin bu arzuları gerçekleşince kalenin yakınındaki köye Almalı köyü adını vermişler. Ancak köyün adı daha sonra Elmalı olarak değişmiştir. 4) BARBAROS YOLUNUN EFSANESİ (KRAL YOLU) Tekirdağ'a bağlı deniz kenarında bir köy olan Barbaros’da bir bey varmış. çok önceleri Tekirdağ Beyinin oğlu Barbaros beyinin kızına aşık olmuş. Babasından kızı istemesini rica etmiş. Barbaros Beyi kızını bir şartla verecekmiş. Bu şartta Tekirdağ'dan Barbaros’a kadar denizin hemen yanından bir yol yapılmasıymış. Tekirdağ Beyi yolu yaptırmış. Böylece çocukları birbirleriyle evlenmişler. Bir gün Tekirdağ'dan Barbaros’a giderken deniz çok dalgalıymış. Deniz kenarındaki yolda giden araba, atlar ve iki genç dalgalara kapılarak uçsuz denizde boğulmuşlar. Barbaros Beyi gençlerin ölümünden (yolun yapılmasını istediği için ) kendini sorumlu tutmuş. O zamandan beri denizin içinde taşlardan bir yol bulunmaktadır. Ancak, bazı kısımları çökmüş ve üzerini midyelerle yosunlar kaplamıştır. 5) YUKARI SIRTKÖYÜ’NÜN BEDDUALANMASI EFSANESİ Tekirdağ'a 15 km. uzaklıkta olan Sırtköy'ün bedduaya uğradığı söylenir. Bir gün köye bir derviş gelmiş. Kaç evden su istediyse hiç bir ev su vermemiş, git kuyudan su al, demişler. Derviş de köylülerin böyle yapması üzerine “Kuyularınız kurusun, köyünüz 32 haneden fazla olmasın” demiş. Bundan sonra kuyular kurumuş. Köy 25 hanedir. Su ihtiyaçlarını Aşağısırt (Yeşilsırt) köyünden karşılarlar. 6) SARI KIZ Yıllar önce Tekirdağ'da sarı kız adında bir kız varmış. Bunlar ninesiyle bir mağarada yaşarlarmış. Bunların çok sevdikleri bir keçileri varmış. Keçinin bir memesinden bal, diğerinden süt akarmış. Bir gün sarı kız keçiyi sağmaya gitmiş, bir ses duymuş “haykırarak mı geleyim? Kükreyerek mi? “ kız çok korkmuş. Gidip ninesine anlatmış. Ninesi de “Haykırarak gelmesini söyleseydin” demiş. Ertesi gün sarı kız tekrar mağaraya gitmiş. Aynı sesi duymuş. “Haykırarak gel” demiş. O anda büyük bir gürültü işitilmiş. Sarı kız kaybolmuş. Yapılan sarı kız tekkesine dilek dileyip, mum dikerler. Bu türbe Kız Enstitüsünün yanındadır. 7) BARDAKLI BABA EFSANESİ Karaevli köyüne ait bu efsane savaş zamanında geçmektedir.Köyün olduğu yerde savaşlar oluyormuş.Savaş sırasında Karaevli denilen bir adam tek bir çanakla susayan tüm askerlere su veriyormuş.Bu arada çanağındaki su hiç bitmiyormuş.Ancak, osırada bir düşman askerinin kılıcıyla vurması sonunda Karaevlinin kafası uçmuş.Fakat kafasını eline alarak yürümeye başlamış, görenler çok şaşırmışlar.Bir süre sonra Karaevli yere düşmüş.Düştüğü yere türbesi yapılmış. Karaevli'ye de Bardaklı Baba denilmiş. 8) KARACAKILAVUZ EFSANESİ Karacakılavuz isminin bir efsaneye dayandığına inanılır.Köyü, Bulgaristan'dan gelen 82 muhacir kurmuştur.Bunlar on aile olup yerleşecek yer ararlar.Bu sırada önlerine çıkan karaca onlara epeyce öncülük eder.Göçmenler bu sırada ahşap, terkedilmiş bir bina bulup onun yanında kalmayı düşünürler.Bulundukları yere isim verirken “Bize bu karaca kılavuzluk etti.O yüzden buraya karaca kılavuz adını verelim” diye düşünmüşler. Böylece köye Karacakılavuz denmiş. TEKİRDAĞ BİLMECE SORMA GELENEĞİ Tekirdağ’da bilmece sorma geleneği eski yıllara oranla önemini kaybetse de sürmektedir. Tekirdağ'da bilmeceler: kızlar, kadınlar ve erkekler arasında kış gecelerinde, akşam sohbetlerinde, çeşitli eğlence toplantılarında evlenme, sünnet törenlerinde bulgur çekme, yufka açma, salça yapma, hasat zamanı imece ve arkadaş toplantılarında sorulmaktadır. Bilmeceler genellikle boş zamanlarda, neşeli ortamlarda sorulur. Toplantılarda bilmeceleri büyükler sorar küçükler cevaplar. Bilmece sorma için özel bir toplantı yapılmaz. Tekirdağ'da bilmece soranlara özel bir ad verilmez. Bilmeceler yaşlılardan öğrenilir. Günümüzde kitaplardan öğrenilen bilmeceler de önemli yer tutmağa başlamıştır. Bilmece sorulurken sessizlik esastır. Herkes bilmecelerin cevabını bulmağa çalışır. Bilmecelerin cevabını bulma, halk arasında zeka ölçüsü olarak değerlendirilir. Cevabı söylemek için mutlaka bir ceza verilir veya bir şey istenir. Tekirdağ Bilmecelerinden Örnekler İki dik dik, iki bak bak Dört taktak, bir salak (Eşek) Ma mari mor ayaklı Mari törpü yüzlü Mari diğren bacaklı Mari güvem yüzlü. (Hindi) Pat pat ayaklı Al al duvaklı Güzel sesli Kırmızı fesli (Horoz) Lap nedir, Lapis nedir? Altı ayaklı dört kanatlı Uçup giden kuş nedir? (Arı) Üstten ot biçerim Altından su içerim (Koyun) Atatay matatay İnce belli Karatay (Karınca) Ağaç üstünde kilitli sandık (Ceviz) Dört kardeş bir yerde yatar (Ceviz) Sarı kız sarkar Düşeceğim diye korkar. (Ayva) Sarı tavuk dalda yatar Dal kırılır yerde yatar (Ayva) Dağ doruğunda Çilli Fatma (Badem) Martı martı masal Oturmuş bakla satar (Kurbağa) Yolda gider, yolcu değil Ağaca çıkar kedi değil Yazı yazar katip değil. (Sümüklüböcek) Karşıdan baktım çalı çeper Yanına gittim bir top şeker (Böğürtlen) Karşıdan baktın al Yanına vardım bal (Kiraz) TEKİRDAĞ MANİ SÖYLEME GELENEĞİ Tekirdağ'da mani söyleme geleneği eskisi kadar olmasa da bütün canlılığıyla sürmektedir. Mani söyleme kadınlar arasında yaygındır. Tekirdağ'da manilerin söylendiği ortamlar; Kadınlar arası toplantılar, evlenme törenleri (kız görme, kız isteme, nişan, ana kınası, kız kınası, gelin hamamı, düğün töreni, gelin alayı, gelin paçası v.b.), sünnet törenleri (Sünnet kınası, sünnet töreni v.b.), yardımlaşma toplantıları (mısır çekme, bulgur çekme, yufka açma, düğün yemeği hazırlama, çapa yapma, sebze meyve toplama, hasat v.b.), Hıdrellez eğlenceleri, yağmur duası törenleri, bolluk bereket törenleri (cemale çıkma, saya gezme, çiğdem bayramı v.b.), Köy seyirlik oyunları. Tekirdağ'da maniler bazen karşılıklı söylenir. Hıdrellez evlenme törenleri toplantılarında manilerle atışan kızlara mendil, yazma gibi hediyeler verilir. Eski ramazan gecelerinde davul çalarak kapılarda maniler söyleyen davulcularla birlikte çocuklar da gezerlerdi. Ev sahibi davulcuya mendil, yağlık, havlu v.b. hediyeler verirdi. Davulcunun arkasında gezen bir çocuk bu hediyeleri uzun bir sopaya bağlayarak davulcunun arkasında gezerdi. Tekirdağ'da toplanan kadınlar mani söylerken niyet tutarlar. Bahtlarına okunan manileri, iyi, kötü diye yorumlarlar. Özellikle sevdalılar, asker eşleri, asker anaları, eşi, oğulları gurbette olanlar niyet tutarlar. Bahtlarına çıkan mani güzelse sevinirler, kötü çıkarsa üzülüp hayra yorarlar. Tekirdağ'da mani söyleme geleneği, yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş, belirli kuralları olan kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze ulaşmış bir gelenektir. Tekirdağ manilerinde Tekirdağ insanının düşünce yapısı, beğenisi, sevdaları, özlemleri, dertleri, ortak duygu ve davranışların yansıtılması, yörenin kültürüne ait gelenek ve göreneklerin izleri görülmektedir. Tekirdağ Manilerinden Örnekler Elek elek içinde Elek tekne içinde Tekirdağ'ın kızları İpek yelek içinde. Kaşıkçı minaresi Yanıyor idaresi Karabezirgan kızları Beşbin lira tanesi. Postacı gelir gelmez Kapıyı zillendirir Benim de bir yarim var Dilsizi dillendirir. Yeşil taksi geliyor Barboros'a gidiyor Ablam gelin olacak Sıra bana geliyor. Malkaranın yolları Sıvayayım kolları Oğlan sana gidiyorum Tutsana davulları. Darbukamın ucunda Yıldıza bak yıldıza Ben pahalıyım şekerim Sen ucuza bak ucuza. Malkara bayır olsun Arkası çayır olsun Benim gözlerim kara Yarimin çakır olsun. Dere boyu düz gider İnce belli kız gider Kız yolunu şaşırmış İnşallah bize gider. Sarı gülüm sararsın Sararıp da solarsın Bana yar çok ama İsterim sen olasın. Mavilimsin maşallah Sen benimsin inşallah Kavuşmadık yar olmaz Kavuşuruz inşallah. Muratlı'nın yollarını Sen mi yaptın kaldırım? Benden başka seversen Vursun seni yıldırım. Tekirdağ'a giderken Sol tarafta hastane Yardan gelen mektubu Eğlendirme postane. Karanfil deste deste Gel beni babamdan iste Eğer babam vermezse Kır atını iyi besle.
-
HALK OYUNLARI Tekirdağ halk oyunları, birçok yörenin aksine köylerde günümüzde de yaygın bir biçimde oynanmaktadır. Tekirdağ halk oyunları düğünlerde, bayramlarda, özel günler ve her türlü törenlerde oynanır. Tekirdağ halk oyunları üç bölümde incelenebilir. 1) Karşılama töreninde oynanan oyunlar 2) Ağırlama töreninde oynanan oyunlar 3) Uğurlama töreninde oynanan oyunlar Oyunlardan örnekler : 1) Cevriye 2) Karayusuf 3) Arzu ile Kamber 4) Debreli Hasan (Hasancık) 5) Tekirdağ Karşılaması 6) Lenka 7) Kampazı 8) Tekirdağ Kasabı 9) Karadağ Karşılaması 10) Sirto 11) Gayda 12) Çoban 13) Eşkiya 14) Yeşillim 15) Arnavut Gaydası 16) Çam 17) Naile Hanım 18) Karatoprak 19) Mayadağ Kol Oyunu 20) Dyran Kasabı 21) Börülce 22) Rayle 23) Galanata 24) Alaybey 25) Mustabey 26) Bymist 27) Karaçalı 28) Gacal Karşılaması 29) Kaçamak 30) Ali Paşa
-
GELENEK-GÖRENEKLER Tekirdağ Evlenme Törenleri ve Bunlara Bağlı Adet ve İnanmalar Evlenme törenleri bağlı bulunduğu kültür tipinin öngördüğü belirli kurallara ve kalıpla uydurularak gerçekleştirilir. Evlenme, tören, töre, adet, gelenek, görenek ve inanma bakımından zengin bir tablo çizer. Evlilik Öncesi Tekirdağ'da kızlar 17-18, erkekler askerlik dönüşü 22-23 yaşında evlenme çağına gelmiş olarak kabul edilirler. Evlilikte akraba olmaması şartı aranır. Evlenmede “sıra gütme” adı verilen bir tür sıra gözetimi vardır. Öncelikle abla ve ağabeylerin evlenmelerine dikkat edilir. Ancak önemli bir engel değildir. Evlenme yaşına gelen gençler evlenme isteklerini evin büyüklerine söyleyemezler. Çeşitli yollara başvurarak bu dileklerini belli ederler. Bir kaçını şöylece sıralayabiliriz. Ayakkabıları ters çevirme, devamlı of çekme, süpürgenin üstüne oturma v.b. Evlenme Aşamaları Kız bakma – Kız Görme Tekirdağ'da evlenme çağına gelen oğullarına önce beğendiği bir kız olup olmadığını sorar. Eğer oğlan kız beğenmeyi ailesine bırakırsa ailesi önce çevreden soruşturarak kız arar. Kız ararken kızda ve ailesinde ahlaki yapı, maddi durum, fiziki v.b. özellikleri arar. Oğlunun beğendiği bir kız varsa aynı özellikler soruşturularak araştırılır. Çevredeki evlenme törenleri kızlarla erkeklerin birbirlerini görüp tanışma ortamlarıdır. Eğer bir kıza karar verilirse kız evine görücü gönderilir. Görücüler oğlanın annesi, teyzesi, halası, yengesi ve komşu kadınlardır. Kız evi bu ziyaretin nedenini sezer. Gelin adayı gelenleri güleryüzle karşılar. Teker teker ellerini öper. El öpme sırasında ve ziyaret boyunca kız belli edilmeden incelenir. Vücutça bir kusuru olup olmadığına dikkat edilir. Yürüyüşü, oturması, kalkması, davranışları gözlenir. Evin temizlik ve düzenine bakılır. Kız beğenilmişse görücülerden yaşlı bir hanım, kızı beğendiklerini, uygun görürlerse kararlaştırılacak bir günde erkeklerin kızı istemeye gelip gelemeyeceklerini sorar. Kızın annesi ya da yakınlarından biri bu tekliften memnun kalmışsa “Mademki siz münasip gördünüz kısmetse olur, ama bir kere de erkeklere danışalım” der.Görücü misafirler uğurlanır. Kız isteme - Söz Kesme Kız evinde erkekler oğlanın mesleğini, iyi ve kötü alışkanlıklarını belli etmeden araştırırlar. İyi olduğuna kanaat getirilirse oğlan evine bir gün verirler. Kız istemek için oğlanın ailesinden, akrabalarından, iş arkadaşlarından çevrede saygınlığı ile tanınan kişilerden oluşan bir grupla kızı istemek üzere kız evine giderler. Gelinlik kız her birinin elini öperek,”hoş geldiniz” der. Kadınlar bir daha da erkek misafirlerinin yanına çıkmazlar. Yalnız kız arada bir şeker, kolonya, çay, kahve v.b.ikram etmek üzere odaya girip çıkar. Gelinlik kızın üzerinde en güzel elbisesi vardır. Erkekler selamlaşıp hatır sorduktan sonra tanışırlar, sohbet ederler. Bir süre sonra sedirde oturan erkek evinden bir kişi ayağa kalkarak “haydin başlayalım” diyerek odanın ortasına gelir. Bunun üzerine kız evinden bir kişi kalkarak karşısına geçer. Bunlar kız ve erkek evinin en yakın akrabalarıdır. Önceden seçilirler. Bunlar, nişan, takı, karşılıklı hediyeler, eşyalar ve baba hakkı (başlık parası) konusunda konuşup anlaşırlar. Baba hakkı son yıllarda çok azalmıştır. Baba hakkının temelinde ekonomi ve evlilik kurumuna saygı yatmaktadır. Baba hakkıyla kızın ailesine düğün masraflarına katkı, evlenme yoluyla evden ayrılan işgücünü ve ekonomik güçlüğü karşılamak amaçlamaktadır.Kızın verilmesi kesinleşince söz kesilir. Kız evi söz bohçası verir. Düğün için kız tarafına, terlik, çorap, ayakkabı, tuvalet takımı, nişan elbisesi ve çeyiz eksiklerini tamamlamak için patiska v.b. verilir. Oğlan tarafı da evlerindeki kişi sayısı kadar, yakın akrabalar dahil bohça ister. Söz kesiminde erkek tarafı kıza grep, çorap, elbiselik kumaş, terlik v.b.olan bohça verir. Kız tarafı da söz bohçasını, mendil, gömlek, kravat, çorap, v.b.söz kesti alameti olarak koyar. Bohçalar karşılıklı verilince söz kesilmiş olur. Odada bulunanlar kız ve oğlan babasını “Hayırlı uğurlu olsun “ v.b. şeklinde iyi dilek ve temennilerde bulunurlar. Kız tarafından birisi lokum ve şeker ikram eder. Müstakbel gelin odada bulunan herkesin elini öper, kızın eline bir miktar para verilir. Nişan günü tespit edilerek dağılırlar. Nişan Nişan evliliğe atılan ilk adımdır. Bu törenle kız ve oğlanın evlenme istekleri çevreye duyurulmuş olur. Nişan kız evinde yapılır. Nişan günü kız evi oğlan evi tarafından istenilen bohçaları yanında bir tepsi nişan tatlısını oğlan evine gönderir. Oğlan evi nişan tatlısını nişan alameti olarak konu komşu, akrabaya dağıtır. Kız ve oğlan tarafının ve köy halkının hazır bulunduğu bir bahçede nişan töreni yapılır. Yüzükler bu törende takılarak gençlerin nişanları ilan edilir. Köy halkı bu törenlere büyük ilgi gösterir. Daha sonra düğün günü kararlaştırılır. Düğün Düğünler bazen salı günü başlayıp pazar günü sona erer. Bu düğünler “perşembe düğünü” ve “pazar düğünü” olarak adlandırılır. Köylerde daha çok pazar düğünü yapılmaktadır. Düğüne cuma gecesi kız evinde, cumartesi günü oğlan evinde başlanır. Düğüne komşular, akrabalar ve köylüler katılır. Oğlan evine yakın bir yerde komşu evinde veya bir kahve ocağına giderek düğünü kutlarlar. çay kahve içilir. Kadınlar hediyeleriyle birlikte düğün evine giderler. Kız evinde ve erkek evinde cümbüş vardır. Kızlar rengarenk elbiseleri pırıl pırıl parlayan oyalı grepleriyle maniler, türküler söyleyip oynarlar. Köyde delikanlılar oynayan kızları 30-40 metre öteden seyrederler. Kızlara yaklaşıp laf atmak hoş karşılanmaz. Eğlenceler kızlarla delikanlıların karşılıklı bakışmaları, kızların delikanlıların imalı maniler söylemesiyle sürer. Çeyiz Götürme - Çeyiz Gösterme Kız evinin düğün tarihinden önce çeyiz adı verilen bir takım eşyaları hazırlayıp alması adettir. Düğünden bir müddet önce damat ve gelin kendi yakınlarından bir kaç kişiyle giyecek ve ev eşyası almak için alışverişe çıkarlar. Buna “ çeyiz düzme” denir. Bu arada gelinlik alınır veya diktirilir. Kızın çeyizi tamamlanınca konu komşuya gösterilir. Çeyiz düğüne bir hafta kala veya alay gününde damat evine davul zurna eşliğinde bayrakla götürülür. Tekirdağ'da çeyiz taşınırken sandığın üzerine oturma adedi vardır. Bahşiş alınmadan kalkılmaz. Çeyiz oğlan evinde duvarlara asılır, masalar üzerinde sergilenir. Bu hazırlık tamamlanınca düğüne bir kaç gün kala adına “okuyucu” , “fike” veya “yiğitbaşı” adı verilen genellikle fakir ve dul bir kadın komşuları, hısım akrabayı ve diğer köylüleri tek tek gelin hamamı, hamam gecesi, ana kınası ve kız kınası için çağırır. Okuyucu kadının sepetinde yaşlılar için kına, gençler için kırmızı kurdeleyle bağlı tel bulunur. Köyün yaşlı kadınlarına birer fincan kına verir. Genç kızlar kız kınası için yapılacak olan peksimet yapımı için kız evine çağırır. Okuyucu kadına çağırdığı evlerden mendil, havlu, kumaş, para ve yiyecek gibi şeyler verir. Köy kahyası da muhtelif yerlerde bağırarak düğüne davet eder. Gelin Hamamı Köyün kadınları hamama çağırılır. Hamam parasını oğlan evi verir. Hamamda türküler söylenir, maniler atılır, tef eşliğinde oynanır. Gelinin arkadaşları gelinle oynarlar. Hamam sonrası kız evi yemek verir. Bu yemekte özellikle yufka böreği yapılır. Pirinç çorbası, dolma ve aşure v.b.ikram edilir. Hamam Gecesi Bu gece hamama gelen kadınlar arasında yapılan bir eğlencedir. Gelin kız en güzel elbisesini giyer. Genç kızlar darbuka çalar, mani söyler. Oynarken gelinin başına hamam tası konur. Bunun içine para atılır. Toplanan bu paralar tellaklara bahşiş olarak verilir. Kına Gecesi (Ana Kınası) Tekirdağ'da kına adedi çok yaygındır. Kına yakılırken gelinin ve güveyin avucuna konan para kısmet içindir. Onları ömür boyu kötülüklerden koruyacağına inanılır. Geline kına yakılırken başına al örtmesi al basmasından korunmak içindir. Kötülük ve nazardan korunmak için gelinin yüzü örtülür. Tekirdağ'da genellikle cuma günü gecesi kız evinde ana kınasını kutlamak için toplanırlar. Konuklar gelin evinin en yakın komşuları, akrabalarıdır. Bazen kınaya oğlan tarafından kızlar da gelirler. Mevsim yazsa dışarıda, kışsa içeride toplanırlar. Gelin kına gecesinde gelinlik giymez. Ya nişan elbisesini yada başka bir elbise giyer. Gelin kızın başı mum çiçekleriyle süslenir. Bazen kına gecesi için ince çalgı tabir edilen keman, cümbüş, darbukadan oluşan çalgıcılar tutulur. Çalgıcı tutulmazsa kızların çaldığı darbuka eşliğinde, türküler söylenir, oyunlar oynanır. Kına yakılmadan önce genç kızlar çeşitli kılıklara girerek oyun çıkarırlar. Mani atışırlar. Kına gecesinin son saatlerine doğru geline kına yakılır. Kına yakılacağı zaman gelini bir sandalyeye oturtup yüzünü kırmızı greple örterler. Gelin bu sırada ağlamaya başlar. Eğer ağlamazsa kınanır, ayıplanır. Gelinin kınasını yengeler yakar. Kına yakmadan önce gelinin omzuna bir mendil koyarlar. Gelinin ellerine ve ayaklarına kına yakarlar. Gelinin ellerini, gelinin çeyiz sandığından çıkarılan oyalı kına bezleriyle sararlar. Kına yakılırken kızlar kına vurma türküsünü söylerler. Eğer gelin uzak bir yere gidiyorsa kına yakılırken hasretliği, gurbetliği anlatan türküler söylenir. Gelini kına için bağlanmış elleriyle oynatırlar. Kına yakılırken para yapıştırırlar veya gelinin avucuna para koyarlar. Gelinin arkadaşları gelinin yanında kalarak, sabaha kadar eğlenirler, hiç uyumazlar. Güneş doğmadan önce çalgılar alınarak, köy içinde yakın bir çeşmeye gidilir. Gelinin annesi ve babası genç kızlara gelinin kınasını yıkatırlar. Gelinin avucundan çıkan paraların bir kısmını arkadaşlarına verirler, bir kısmını ise gelinin sandığına ve damadın cebine kısmeti açılsın diye koyarlar. Gelin Salınması ( Kız Kınası) Oğlan evi cumartesi günü genç kızları sabahtan berbere götürür. Akşam için ince çalgı tutulur. öğleye kadar iş biter. Kızlar düğün evine dönerler. Cumartesi öğleden sonra oğlan tarafı kız evine gider. İki tarafın davetlileri bir araya gelir. Davetlilere akşam kız evinde yemek verilir. Bu sırada gelin salınması için davetliler toplanmıştır. Gelin o gece gelinlik giyer. Ağır bir müzik çalar. Bu müzik daha çok “kırmızı gül “ türküsüdür. Ortaya bir sandık, sandığın üzerinde içi su dolu bozuk paraların konduğu bir tas konur. Önde, başında yeşil bir başörtü bulunan gelin ve kollarında iki yenge, arkada ikişer ikişer grup olmuş kızlar tasın etrafında üç defa dönerler. Gelin üçüncü turun sonunda sandığa bir tekme vurur. Tas devrilir, bozuk paralar etrafa saçılır. Çocuklar bu paraları kapışırlar. Gelin önce yengelerin sonra davetlilerin elini öper. Gelin Alayı Pazar sabahı gelini almaya gidecek olan alay arabalarını oğlan tarafı hazırlar. Kız tarafı da kızın eşyalarını gönderme hazırlıkları yapar. Alay arabalarının üstleri renk renk kilimlerle sarılır. Arabalar kapalı hale getirilir. Gelinin bindiği araba en yakın komşusunun arabasıdır. Son zamanlarda bu arabaların yerine özel taksi, minibüs ve traktörler almıştır. Gelin arabasına güveyin komşuları, hala, teyze ve yenge gibi yakın akrabalarından biri biner. çalgıcılar öndedir. Bunların ardında gelin arabası ve diğer arabalar güle oynaya kız evine doğru yola çıkarlar. Alaya atlarıyla katılan gençler gelin arabasının önünde dururlar. Mendil veya çevre isterler. Gençlerin bu arzuları gelinin bu iş için hazırlanmış bohçasından karşılanır. Alay köyün dışında uygun bir alanda durur. Çalgıcılar “koşu havası” çalmaya başlarlar. Atlı gençler at koşusuna geçerler. Koşu menzili 3-4 km.dir. Verilen işaret üzerine koşu başlar. Birinci gelen atlı gelinin arabasına gider, gelin alayının geldiğini müjdeleyen koşu yastığını alır ve damadın evine yollanır. Öte yandan bahçede tıraş edilmekte olan damadın sağdıcı koşuda birinci gelen atlının elinden bu yastığı alır. Hediyesini verir. Yastık uygun bir yere konur ve günün hatırası olarak saklanır. Şimşir (Ahret Dalı) Gelinin ahret kardeşi veya arkadaşları tarafından hazırlanır. Köylerde kızlar birbirleriyle ahret tutarlar. Bunlardan hangisi önce evlenirse ona ahreti veya ahretleri şimşir hazırlarlar. şimşire iğneden ipliğe ne varsa ondan konur (iğne, iplik, meyve, oyuncak, tarak v.b.). Bunlar bir çam dalına iplikle tutturulur. Dalın ucu toprakla dolu bir tenekeye veya saksıya yerleştirilir. Alay geleceğine yakın bütün davetliler çalgılar önde, gelin arkada ahretin evine gidilir. Orada bir saat oynadıktan sonra şimşir ve bohça alınarak eve gelinir. Buna karşılık oğlan evinde ahretliğe çamaşır ve elbiselik verilir. Delikanlılar tarafından alayın geldiği haber verilir. Gelini içeriye sokarlar. Telli Horoz Köyün gençleri gelin alayı gelmeden önce çalgıcılarla birlikte sabah ezanı okunduğu zaman oynayarak oğlan evine giderler. Oğlan evinde damadı ve damadın yakın arkadaşlarını birer birer uyandırırlar. Bahçede oynarlar, eğlenirler. Buradaki eğlenceler bitince yeniden çalgılarla birlikte kız evine gidilir. Kız evi köy gençlerine ya bir bilezik veya bir elbise asar. Tekrar oynanır. Gelin, erkek tarafından gelenlerin ellerini öper. Her elini öptüren para verir. Gelinin yengesi de birer havlu verir. Köyün gençlerine büyük bir tepside, bütün her tarafı telle sarılmış bir pişmiş horoz, yanında çeşitli içkiler, peksimet denilen ufak kurabiye gibi şeyler verirler. Telli horozu yiyen içkileri içen gençler coşarlar, oynarlar ve silah atarlar. Çömlek Kırma Gelin alayı kız evine gelince önce gelin çıkartılmaz. Gelinin arkadaşları türkü söyleyerek gelini kaynananın yanına getirirler.Kaynana bu kızlara para verir. Kızlar gelini kaynananın önüne getirerek bırakırlar. Gelin kaynanasının ve akrabaların ellerini öper. Gelinle kaynana oynarken aralarında çömlek kırar. Toprak Bastı Oğlan tarafı gelin almağa gittiği zaman kız tarafının bayrağı ve çalgıları oğlan tarafının bayrağı ve çalgılarıyla birleşerek toplanırlar. Gençlerle konuşulur, anlaşılır. Bir miktar para ile mendil, çevre, havlu v.b. verilir. Gelin İndirme Alay koşudan sonra yavaş yavaş köy içine girmeğe başlar. Alayın köye dönüşü ağır yapılır ve nihayet oğlan evine gelinir. Gelin arabası avluya çekilir. Diğer arabalardakiler, davetliler daha önceden yerlerini almışlardır. Oğlan damatlık elbiselerini giymiş hazır beklemektedir. Gelin arabadan indirilir. Başı al bir greple örtülüdür. Damat, tıraşında bulunan arkadaşlarının ardından odasına çıkar.Damadın çeyiz odasını terk etmesinden sonra gelin içeriden çıkartılır.Bir sandalye üzerine çıkarılarak hazır bulunanlara gösterilir. Gelin Paçası Düğünün ertesi gün düzenlenen törene Tekirdağ'da “Gelin Paçası” adı verilir. Gelin paçası kadın ve kızlar arasında yapılır. Bu günde gelinin gelin gittiği evin erkeklerinin karıları dallı giyerler. Diğer kadınlar normal giysiler içerisindedir. Kadınlar çeşitli oyunlar oynarlar, mani türkü söylerler, eğlenirler. Düğün Tatlısı Düğünden bir hafta sonra kız evi baklava, revani v.s.tatlılar yapar. Gelinle damat çağrılır. Bunların yanısıra kız ve oğlan evinden davetliler çağrılır. Yemekten sonra gençler bir odada, yaşlılar bir odada toplanır, kendi aralarında eğlenirler. Tekirdağ Adetlerinden Örnekler SEDENKA Köy kadınlarının kendilerine mahsus eğlencelerindendir. Sedenka kelimesi Bulgarca’dan geçmiştir. Sedenka üç çeşit yapılmaktadır. Birincisi konu komşunun toplandığı bir gecedir. Bir nevi yardımlaşmadır. Bulgur çekilir, pazı açılır, sohbet edilir. Kızlar darbuka çalıp şarkı söylerler. özellikle kabak ve mısır yenilir. ikincisi söz kesimi için toplanıldığında kızın ailesinden söz alınırsa damat adayına kızdan alınan mendil götürülür. Eğlence yapılır. üçüncüsü ise harman zamanı yapılan sedenkadır. Ayçiçeği veya mısır dövülüp soyulurken toplanılır. KOLADA GECESİ Kış yarısına 28 gün kala yapılır. Bir çok köylerde l8 Ocak gecesi yapılır. O akşam her evde kabak pişirilir. Büyükler kabak yemeyen evin kaçaklarını karakaçanlar sırtına biner diye korkuturlar. O gece fala bakmak adettir. Kolada gecesi kabak pişmeyen evde domuz eti pişeceği inancı yaygındır. DELİMOLU Bayram geceleri on, onbeş yaş arası erkek çocuklar köydeki bütün evleri gezerek para, hediye ve yiyecek toplarlar. Bu gezmede çocuklar ev sahiplerini dışarıya çıkarmak için maniler söylerler. Hediye vermeyen olursa Ak taş kara taş, Vermeyen kurtsuz baş, Diyerek kızdırırlar. CEMAL (CEMEL) Köylerde mahsul ekimi sonunda bol ve bereketli ürün dileğiyle tertiplenir. Köy gençleri pösteki ve minderlerde deve kılığına girerler. Bellerine ve diğer kısımlarına çanlar takarlar. Gizli olarak tertiplenen bu eğlence gece yapılır. Gençler cemali bağrışa çağrışa ev ev dolaşırlar.Her evden para veya buğday alırlar. Vermekte ısrar edenleri o gece uyutmazlar. ıki ayrı köy cemalleri karşılaşınca kan şarttır. çok kez kavgaların ölümle sonuçlandığı görülmüştür. Bazı köylerde cemal mezarlıklarına rastlanır. Tekirdağ'ın 10 km. dışındaki Kaynarca çeşmesi yanında bile bir cemal mezarlığı vardır. Bu mezarlıkta, çarpışarak ölen Güveçli Köyü ile Nusratlı Köyü cemalleri yatmaktadır. Aynı şekilde Ferhedanlı köyünde de bir cemal mezarlığı vardır. TAVUK GECESİ Senenin belli günlerinde tavuk geceleri düzenlenir. Tavuk gecesinde komşular birbirlerini çağırıp mısır pişirirler. Kimin çok misafiri gelirse o sene o evin tavuğunun çok olacağına inanılır. Diğer bir inanca göre de tavuk gecesinin sabahı ilk olarak kapıyı kadın açarsa o sene evin bütün civcivleri tavuk, erkek açarsa horoz olacağı inancı yaygındır. ÖRFENE Hafta veya onbeş günde bir yapılır. Lokma yapılıp kabak pişirilir. Kış eğlencelerindendir. Maniler, türküler söylenir. Kadınlar arasında olur. BOCUK GECESİ Bu adet Hıristiyan adetidir. Balkanlardan gelen muhacirler bu adeti getirmişlerdir. Bocuk gecelerinde toplanır, mısır, kabak pişirilip yenilir eğlenilir. Eski Kasımın sekizinden altmış bir gün sonra olan bu gece de Hıristiyanlar besledikleri domuzları öldürürlermiş. Bocuk gecesi, önceden yapılan baklava dama konurmuş. inanışa göre bocuk dede gelecek ve baklavanın kenarından yiyecekmiş. Bocuk dedenin baklavayı yemesi için üç defa: - Al Bocuk dede saralia (Baklava) diye seslenirlermiş. KIRK UÇURMA Bebek otuzyedi günlük olunca bir bakır su ısıtılır. Kaymamış suyun içine bir altın atılır. Bir yumurtanın tepesi delinip içi çıkarılır. Sonra bu tepesi delik yumurtanın içine su doldurularak, bakırdaki suyun içine kırk kez boşaltılır. Kırkı kırkladım Kırkbirinde pakladım. deyip bebek o su ile yıkanır. Bebeğin annesi de aynı şekilde yapılan sudan yıkanır. Akşam üzeri veya öğleden sonra bebek uzak yerlere gezmeğe götürülür. Uzak yerlere gidince bebeğin sesinin güzel olacağı inancı yaygındır. DİL DEĞDİRME Hastalıklı olan kimselere kefaret için yapılır. Bu kefaret şöyle yapılmaktadır. Bir tasa su doldurulur. Bu tas içindeki su okunur. Sonra tastaki okunan suya kırk bir kişinin dili değdirilir. Yanlışlık olmasın diye her dilini değdiren suyun içine bir mısır tanesi atar. Kırk bir kişi dil değdirdikten sonra mısırlar çıkartılır. Hasta olan kişi bu su ile yıkanır. ADIM PEKSİMETİ - ÇÖREĞİ Henüz adım atmaya başlayan çocuklar için yapılan bir adettir. çocuk adım atmağa başladığı zaman annesi çevrede geçerli ne ise, peksimet, çörek yada susamlı, nohutlu küçük ekmekler yapar. Yapılan peksimetlerden birinin içine para koyarlar. Bu peksimetler komşulara dağıtılır. içinde para olan peksimet kime çıkarsa o çocuğa bir hediye alır. Bazı yerlerde buna adım çöreği, adım turtası, adım papası da denmektedir. Yapılmazsa çocuğun düzgün yürüyemeyeceğine inanılır. DİŞ BUĞDAYI Yeni dişleri çıkmaya başlayan bebekler için yapılır. Buğday kaynatılır. Gece komşular çağrılır. Bir çok ikramlarda bulunulur. Bunların yanı sıra kaynamış buğdaylar tabak tabak ikram edilir. Tabağa konan buğdayların birine para konur. Para kimin tabağında çıkarsa, o bebeğe hediye alır. Otuz iki tane buğday ipe dizilir. ipe dizilmiş buğdaylar bebeğin omzuna asılır. Bebeğin omzundaki buğdayı görenler bir tane kırıp başından aşağı atar. inanışa göre bu adet yapılırsa bebeğin dişleri sağlam olurmuş. KİRAZ EĞLENCELERİ Kiraz zamanı bağı olanlar bağlarına, bağı olmayanlar ise ağaçlık yerlere kirazları ile giderler, yemek yiyip eğlenirler.Bağlarda salıncak kurulur. Türküler maniler söyleyerek eğlenceler yapılır. çocuklar kirazdan küpeler yapıp, birbirlerine kirazla boyayıp şakalaşırlar. Bu eğlenceler son senelerde kiraz festivaline dönüştürülmüştür. Tekirdağ Kiraz Festivali, her yıl artan bir ilgiyle izlenmektedir. TEKİRDAĞ KİRAZ FESTİVALİ KİRAZ YAYLASI Şu gördüklerin Kiraz ağaçlarıdır Ki, böyle çıplak kalmazlar Günü gelir uzun olur yeşilin ömrü Zannedersin solmazlar. Bizim buralarda Kiraza çıkmayan kızı almazlar. Arif Nihat Asya Tekirdağ denilince akla hiç kuşkusuz yurt ekonomisine katkısı olan tarımı, özellikle buğday ve ay çiçek üretimi geliyor. Ama kirazı da unutmamak gerekiyor.Görünümü, lezzeti ve adına düzenlenen festivali ile kirazın Tekirdağ'da ayrı bir önemi var. Yaklaşık yarım asra damgasını vuran ve o zamandan bu yana festivallerin simgesi olan kiraz Tekirdağlıların ve festivalin baş tacıdır. Ozanlar baş tacı olan kirazın üzerine anlamlı yazılar yazmışlar, şiirler üretmişler, rengini ise genç kızların dudağına benzetmişler. Tekirdağlılar da kirazın üzerine önce cümbüş hazırladılar. Daha sonra cümbüşün adını festivale dönüştürdüler. Cümbüşle festivalin kısa öyküsü de şöyle... İlk Kiraz Cümbüşü 1961 yılında Naip Köyü'ndeki büyük çınar ağaçları altında başladı. 4 gün süren Cümbüş Naip Köyü kavakları altında sona erdi. 1968 yılına kadar Cümbüş olarak kutlanan Kiraz Bayramı, 1964 yılında o zamanın Valisi Kadir DEMİREL zamanında Festival olarak kutlanmaya başlandı. Kiraz Festivali günümüze kadar arlıklı olarak devam etti. Son yıllarda Tekirdağ Belediyesi'nin bir etkinliği haline dönüşen Tekirdağ Kiraz Festivali'nin adına “Geleneksel” dendi. GELİN ORUCU Düğün adetlerindendir. Gelin adayı düğünden bir gün önce oruç tutar. BAĞ BOZUMU Eylülde üzümler toplanacak hale gelince konu komşu toplanarak bağlara gidilir. Yemekler yenir, eğlenilir. Bağdaki üzümler toplanır. SANDIK KALKMAZ Gelin çeyizini almağa gelen erkek tarafı çeyizi götüreceği zaman, kız tarafından bir çocuk sandığın üzerine oturur. Gerekli bahşişi almayan çocuk kalkmaz. istediği para verilince çeyiz gider. YAĞMUR ÇÖREĞİ Yağmur yağmadığı zaman meydanda ateş yakılır. Saçta pişirilen çörekler fakirlere dağıtılır. MART İPLİĞİ Genç kızlar Mart ayında ellerine kırmızı ve beyaz renkli ip bağlarlar. Bu ipi bir ay çıkarmazlar. Sonra bir taşın altına koyarlar. Taş kaldırıldığında karınca görülürse, gideceği yerin zengin olacağına ait bir inanç vardır. MECİ (İMECE) Bir komşunun diğer komşuları yardıma çağırmasıdır. Koyun yapağılarının temizlenmesi, mısır soyulması için yardım edilir. Ev sahibi ikramlarda bulunur. Geceyi sohbet ederek, türkü, mani söyleyerek eğlenceli bir şekilde geçirirler.
-
Tekirdağ İnanışlarından Örnekler 1) Gün battıktan sonra bir evden ötekine süt verilmez, verilirse sığırda bir hastalık çıkacağına inanırlar. 2) Cuma günü cuma namazı kılınmadan bir işe başlanmaz. çamaşır yıkanmaz, cuma gecesi dikiş dikilmez. Yapılırsa iyiye yorumlanmamaktadır. 3) Geceleri; aynaya bakmak, saç taramak, tırnak kesmek, sakız çiğnemek, ıslık çalmak iyiye yorumlanmaz. 4) Evin üzerinde bay kuş öterse o evden ölü çıkarmış gibi kötüye yorumlanmaktadır. 5) Akşam ezanından sonra dışarıya kül dökülmesi, köpeğin ulaması, eşik üstünde oturmak iyi sayılmaz. 6) Uzun yola çıkanın, askere gidenin arkasından, zaman su gibi aksın gelsin inancıyla su dökülür. 7) Köyde insan öldüğü gün, dışarıya çöp atılması, cenaze gömülünceye kadar çocuk uyutulması iyiye yorumlanmaz. 8) Yeni doğan çocuk kırk günlük oluncaya kadar, evde yalnız bırakılmaz. Dışarıya çıkarılmaz. 9) Çocuk doğunca göbeğine bir miktar kahve veya çörekotu konur. Yedi gün sonra yıkanır. 10) Çocuk kırk günlük olunca kırk uçurma adedi yapılır. çocuk yakın komşu akrabalara götürülür. Bu gezi zengin bir eve yapılırsa çocuğun zengin olacağına inanılır. 11) Saçı kesilen çocuğun kesik saçı camiye veya okula götürülür. Böylelikle çocuğun zihninin açılacağına, okumuş olacağına inanılır. 12) çocuk konuşmaya ilk başladığı zaman bir komşuya bahşiş verilir. 13) Ay tutulması: Ay bir yılan(ejderha, cinler,periler) tarafından tutulur. Ayın kurtulması için gece uykuya yatılmaz. Korkutmak için silah atılır. 14) çocuk yürümeğe başlasın diye , ikiz kardeşler tarafından cuma günleri koltuk altlarından tutulup sallamanın faydasına inanılır. 15) Kırda kalan hayvanların kurtlara yem olmaması için, kurtların ağızlarını bağlamak amacıyla muska yazdıranlar bulunur. 16) Hıdrellez (6 Mayıs) sabahı çeşitli yapraklar toplanan ot demetçikleri kaynatılır. Bu su ile yıkanmanın kutsallığına inanılır. 17) Evin büyükleri 5 Mayıs günü tarla çayır ve buna benzer mülklerini dolaşırlar. Bu dolaşmanın 6 Mayıs günü yapılmasının mahzurlu olduğu kanaati vardır. 18) Küçük çocukların altı aylık oluncaya kadar tırnakları kesilmez. Tırnağı kesilmeden önce babası cebini bozuk para ile doldurur. çocuğun aldığı miktara göre şanslı olup olmadığına hükmedilir. Sonra tırnakları kesilir. 19) Mart dokuzunda bir iş yapılması iyi sayılmaz. 20) Evin önünde saksağan kuşu öterse misafir geleceğine inanılır. 21) Dini bayramların arifesinde çift sürülmesi fena sayılır. 22) Hıdrellezde ateş yakılır. Herkes ateşin üzerinden üç kere atlar. Bunu yapanların yıl boyu hastalanmayacaklarına inanırlar. 23) Sinir hastalıklarına uğrak tabir edilir, hastanın giysisi okutulur. 24) Göbek kaçması tabir edilen karın ağrılarında, mide üzerine sıcak kiremit konur. 25) Korku aldırmak için, kurşun dökülürse iyi geleceğine inanılır. 26) Daha ziyade elde çıkan siğiller, kirpi dikeni ile okunursa, kaybolacağı sanılır. 27) Kabakulak okunur., fırın ağzından alınan is ile şiş yerin üzerine (x) işareti konursa iyi olacağı inancı vardır. 28) Kantaron çiçeği ile tatlı merhem (sakız, balmumu, vs.) kesik ve yaralara kullanılır. 29) Sinirli yaprak çıbanlarda, sultan otu, ayak ve bacak ağrılarında kullanılır. 30) Kara et bitkisi hayvanların üşümesi halinde yedirilir, su ile verilir. 31) Kabakulağa acı süpürge ile vurulursa iyi olacağına inananlar bulunur. 32) Köpek ısırmasında yara üzerine ekşi hamur konursa iyi olacağını sananlar vardır. 33) Boğaz ağrısında, boğaza parmak bastırılırsa iyileşeceği sanılır. 34) Yeni doğan bebekler tane çıkardığı zaman, gelincik çiçeğinden geçirilir. 35) Uyuyamayan çocuklar cuma vakti okutulur. Ev üstünden pabuç atılır. O pabucun üstüne üç defa tükürülüp toprağa gömülürse uykusunun düzeleceği sanılır.
-
COĞRAFİ YAPI İlin Coğrafi Yapısı Tekirdağ Türkiye'nin Kuzeybatısında, Marmara Denizinin kuzeyinde tamamı Trakya topraklarında yer alan üç ilden biri, ayrıca Türkiye’de iki denize kıyısı olan altı ilden biridir. 6.313 km² yüzölçümüne sahip İI doğudan İstanbul, kuzeyden Kırklareli, batıdan Edirne, güney-batıdan Çanakkale, güneyden Marmara Denizi ile çevrilidir. Kuzeydoğudan Karadeniz 'e 2,5 km’lik bir kıyısı vardır. Ergene Havzasının güney kesimindeki en büyük kent olan Tekirdağ, Güney Ergene yöresinden ve kuzeyden gelen yolların Marmara denizine ulaştıkları yerde, geniş bir körfezin kıyısına kurulmuştur. JEOLOJİK YAPI Tekirdağ'ın jeolojik yapısı oldukça gençtir. I. zamanda il alanı denizlerle kaplı iken, günümüzdeki görüntüsünü IV. zamanda almıştır. Anadolu ve Trakya yükselirken, Ege Marmara ve Karadeniz havzaları alçalmıştır. Topraklar genel olarak kil içeren ve çimentolaşmış grelerden oluşur. DEPREM DURUMU VE TEKTONİK Tekirdağ; Karlıova'dan başlayan yaklaşık 1.200 km boyunda 100-15.000 m genişliğinde pek çok sayıdaki faylardan oluşan Kuzey Anadolu Fay (KAF) sonu yakınında yer almaktadır. (15-25 km). Tekirdağ İl sınırları içerisinde depreme neden olabilecek faylar; Saroz - Gaziköy fayı ile Marmara Denizi’nde bulunan çukurlukların kenarlarında yer alan fay parçalarıdır. Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 18.04.1996 tarihli "Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası" na göre Şarköy, Mürefte ve Barbaros 1. Derece deprem bölgesinde kalmaktadır. YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ Balkan yarımadasının güneydoğu kesiminde yer alan Trakya bölgesinde farklı morfolojik üniteler vardır. Tekirdağ bölgesinde bu morfolojik ünitelerden dağlık olanları kuzeydeki Istranca (Yıldız) dağlık kütlesi ile güneydeki Ganos (Işık) ve Koru dağlarıdır. Bu iki dağlık arazi arasında, Ergene ırmağının kolları ile yarılmış, hafif , orta ve bazen dik eğimli peneplen arazileri ile güney ve yer yer orta kısımlarda yer alan yüksek tepelik ve eğimli yamaç araziler bulunmaktadır. DAĞLAR İlin en önemli yükseltisini oluşturan Tekir Dağları, Tekirdağ kentinin 12 km güneyinde Kumbağ' dan başlar, Gelibolu kıstağına kadar bir sıra halinde (60 km) uzanır. En yüksek yeri Ganos (Işık) dağıdır. İlin doğu kesimi daha az yüksektir. Hafif dalgalı düzlükler üzerinde bazı sırtlar görülür. Bunlardan biri, Çorlu çevresinde; doğu-batı doğrultusunda uzanır. Ergene havzasını sınırlayan ve bir su bölümü çizgisi görevi gören bu sırt, doğuda Istranca batıda Tekirdağ eteklerine kavuşur. Istrancalar (Yıldız Dağları), Çerkezköy'de baslar ve kuzeye gittikçe yükselir. OVALAR İç kesimlerde akarsuların geniş tabanlı vadilerini kaplayan geniş ve bereketli ovalar yer alır. Bunların en önemlileri Çerkezköy'den başlayarak batı yönünde, Ergene yatağı boyunca giderek genişleyen Ergene Ovası ile Ergene nehrine akan Hayrabolu ve Çene (Beşiktepe) derelerinin alüvyon yatakları boyunca uzanan Hayrabolu ve Çene Ovalarıdır. Marmara kıyıları boyunca uzanan dar ve küçük kıyı ovaları, akarsuların getirmiş olduğu materyallerin kıyı boyunca birikmesi sonucu oluşmuştur. AKARSULAR Tekirdağ, Ergene havzasında yer almakla birlikte, bitki örtüsü, yağış, jeolojik yapının yetersizliği nedeniyle seyrek ve az akarsu ağına sahiptir. Akarsuların debi ve rejimleri düzensiz olup, yağış miktarı ve rejimiyle orantılıdır. Yazın, suları azalarak kurumakta, kışın ise yağış ve kar erimeleriyle çoğalmakta, hatta taşmaktadır. İl akarsuları Saroz Körfezi, Marmara Denizi ve Karadeniz'e dökülür. İlimizin önemli akarsuları Ergene Irmağı ile Çorlu, Hayrabolu, Işıklar, Olukbaşı ve Gölcük dereleridir. KIYI ŞEKİLLERİ Tekirdağ güney sınırı boyunca uzanan Marmara Denizi'nde 133 km kıyısı bulunmaktadır. Ayrıca Karadeniz'in de 2.5 km kıyısı vardır. Marmara kıyıları, dar ve küçük kıyı ovaları bir tarafa bırakılacak olursa genellikle yüksek kıyılardır. Tekirdağ kıyılarının tek doğal limanı Marmaraereğlisi'dir. Burası bir yarımada konumundadır. Doğusundaki Marmaraereğlisi limanı 1.600 m çaplı bir yarım daire biçimindedir. Ağzı poyraza açık, diğer rüzgarlara kapalıdır. Şiddetli lodos ve batı rüzgarlarından korunmak için teknelerin sığındığı bir limandır. Tekirdağ ilinin, Karadeniz kıyısındaki Kastro (Çamlıkoy) körfezinden Çilingoz koyuna kadar uzanan sahil şeridi yüksek ve dik falezli bir görünüme sahiptir. MARMARA DENİZİ Tekirdağ körfezi derinliği 100 m'yi geçmez. Self denilen sığ bir denizdir. Deniz bitkileri ve hayvanları bakımından zengindir.Körfez Kumbağ'dan batıya çekilecek çizginin güneyinde 1.000 m'den fazla derinleşir. Balıkçılar buraya kanal veya com demektedirler. Balık sürüleri ve asıl akıntılar buradan geçer. İKLİM Sıcaklık ortalamaları ve genel nemlilik indisleri göz önüne alınırsa, Tekirdağ ili iklimi, ılıman yarı nemli olarak nitelenir. Kıyı kesiminden iç kesimlere girildikçe denizden uzaklığın ve yükseltinin etkisiyle sıcaklık ve yağış değerlerinde küçük farklılaşmalar görülür. Marmara Denizi kıyısı boyunca, yaz mevsimi sıcak ve kurak, kış mevsimi ise ılık ve yağışlı geçen Akdeniz ikliminin özellikleri görülür. Ancak, Karadeniz ikliminin etkisiyle yaz kuraklığı hafiflemiştir. Kış mevsiminde kar yağışları olağandır. İç kesimlere girildikçe yaz mevsimi daha kurak, kış mevsimi daha soğuk geçen yarı karasal iklim özellikleri belirginleşir. BİTKİ ÖRTÜSÜ Tekirdağ’ın kuzeyinde Saray'a doğru uzanan Istranca kütlesinin kuzey yamaçları daha fazla yağış alması nedeniyle kayın ormanları ile kaplıdır. Bu kesimde ormanaltı örtüsünü orman gülleri (Rhododendron) oluşturur. Güney yamaçlara ve daha güneye doğru inildikçe, yağışın azalmasına bağlı olarak, kayının yerini meşe ve gürgenin aldığı görülür. Ergene havzasına doğru inildiğinde ise yerleşim alanları yakınlarında seyrek olarak meşe, gürgen, karaçalı ve karaağaç toplulukları göze çarpmaktadır. Bu küçük ağaç toplulukları, Trakya’nın iç kesimlerinin step alanı olmadığının bir kanıtıdır. Trakya bölgesi, tarım arazisi kazanmak amacıyla ormanların tahribi sonucu, bugünkü step arazisi görünümünü kazanmıştır. (Antropojen step) Bu kısımda yer alan taban arazilerde ve vadilerde kavak ve söğüt türleri yaygındır. Güneydeki Ganos dağlarının kuzey yamaçlarında gürgen, meşe, ıhlamur ağaçları ve sık bir ormanaltı örtüsü hakimken, güney yamaçlarda yağışın azalması nedeniyle kuru ormanlar ve maki toplulukları yer almaktadır. Koru dağlarında ise meşe ve kızılçam ormanları ile maki toplulukları hakim durumdadır.
-
GENEL BİLGİLER Marmara Bölgesi’nin Trakya kesiminde yer alan Tekirdağ, doğusunda İstanbul, kuzeyinde Kırklareli, kuzeydoğusunda Karadeniz,doğusunda İstanbul, güneyinde Marmara Denizi, güneybatısında Çanakkale, batısında da Edirne ile çevrilidir. Tekirdağ Türkiye’nin kuzeybatısında, Marmara Denizi’nin kuzeyinde tamamı Trakya topraklarında yer alan üç ilden biri, ayrıca iki denize kıyısı olan altı ilden biridir. Balkan yarımadasının güneydoğu kesiminde yer alan Trakya bölgesinde farklı morfolojik üniteler vardır. Bunların başlıcaları farklı yükseltiler gösteren dağ ve tepeler ile, daha az yükseltide yer alan platolar ve farklı büyüklükteki ovalardır. Tekirdağ bölgesinde bu morfolojik ünitelerden dağlık olanları kuzeydeki Istranca (Yıldız) dağlık kütlesi ile güneydeki Ganos (Işık) ve Koru dağlarıdır. Bu iki dağlık arazi arasında, Ergene Irmağının kolları ile yarılmış, hafif , orta ve bazen dik eğimli peneplen arazileri ile güney ve yer yer orta kısımlarda yer alan yüksek tepelik ve eğimli yamaç araziler bulunmaktadır. Trakya’nın güney kesiminde yer alan il toprakları geniş dalgalı düzlüklerden oluşmaktadır. Kuzeyde Ergene Havzasından, güneyde Marmara Denizi kıyısına kadar uzanan bu düzlükler hafif tepelerle engebelenmiştir. İl topraklarının kuzey kesimini Istranca (Yıldız) Dağlarının güney uzantıları, güney kesimini de Ganos (Işıklar) Dağı, güneybatı kesimini Koru Dağı (676 m.) engebelendirmektedir. Tekirdağ’ın en yüksek noktası Ganos Dağı’nın Uçakbaşı Tepesi’dir (924 m.). İlin doğu kesimi daha az yüksektir. Hafif dalgalı düzlükler üzerinde bazı tepeler bulunur. İç kesimlerde ise, akarsuların geniş tabanlı vadilerini kaplayan geniş ovalar yer alır. Bunların en önemlileri Çerkezköy’den başlayarak bati yönünde, Ergene yatağı boyunca giderek genişleyen Ergene Ovası ile Ergene Nehri’ne akan Hayrabolu ve Çene (Beşiktepe) derelerinin alüvyon yatakları boyunca uzanan Hayrabolu ve Çene Ovalarıdır. Marmara kıyıları boyunca uzanan dar ve küçük kıyı ovaları, akarsuların getirmiş olduğu alüvyonların birikmesi sonucu oluşmuştur. Bu ovaların başlıcaları; Sultanköy-Marmara Ereglisi arasında Kinik Ovası, Marmara Ereglisi - Yeniçiftlik arasında Kumluca Ovası , Yeniçiftlik - Karaevli arasında Serefli (Basalan) Ovası, Karaevli - Köseilyas arasında Degirmenaltı Ovası, Barbaros -Kumbağ arasında Naip Ovaları ile Tekir Dağları’nın güney eteklerinde Hasköy’den Kızılcaterzi’ye kadar uzanan Şarköy kıyı Ovası’dır. Tekirdağ’ın Karadeniz’e bakan ve Çamlıkoy olarak anılan Kastros (kasatıra) Koyu kıyıları, Kırklareli ve İstanbul’u birbirinden ayırır. Marmara Ereğlisi ile Mürefte arasında geniş bir girinti oluşturan Marmara Denizi kıyıları düz ve engebesizdir. Tekirdağ’ın jeolojik yapısı ise oldukça gençtir. I. zamanda il alanı denizlerle kaplı iken, aşınmalar nedeniyle denizlerin dibinde karasal kökenli tortular oluşmuştur. II. zamanda Alp kıvrımlarının etkisiyle Kuzey Anadolu Dağları ile birlikte Tekir Dağları oluşmuştur. Daha önceden oluşmuş olan eski temel ve tortul tabakalar da yer yer kırılmış, kıvrılmıştır. III. Zamanın sonunda neojende, Tekir Dağı yeniden alçalmış ve düzleşmiştir. Bu dönemde Ganos ve Koru dağının kuzeyinde uzanan platoda gre ve marnlar birikmiştir. Tekirdağ bugünkü görüntüsünü IV. zamanda almıştır. Anadolu ve Trakya yükselirken, Ege Marmara ve Karadeniz havzaları alçalmıştır. Topraklar genel olarak kil içeren ve çimentolaşmış grelerden oluşmuştur. İlde Akarsuların oluşturduğu vadiler ise; Hayrabolu Vadisi, Kurtderesi Vadisi, Çengelköprü Vadisi, Çurçura Vadisi ve Çorlu Vadisi’dir. İl topraklarından kaynaklanan suların birleşmesi ile oluşan Akarsular Karadeniz, Marmara ve Ege Denizi’ne dökülür. Istranca Dağlarının güneydoğu uzantıları akarsu kaynağı açısından oldukça zengin olup, bu yöreden kaynaklanan Bahçeköy Deresi gibi küçük bazı akarsular Karadeniz’e, Istranca Deresi Terkos (Durusu) Gölü’ne, Ergene Irmağı’nın suları ise il sınırları dışında Meriç Irmağı ile birleşerek Ege Denizi’ne dökülür. Ergene Irmağı aynı zamanda kuzeybatıda doğal sınırı oluşturmaktadır. Ergene Irmağı, Istranca Dağları’nın doğusunda, Karatepe’den doğar. Kuzeydoğu-güneybatı yönünde akarak, Saray ve Çorlu ilçeleri topraklarını sular. Ergene Irmağına Muratlı ilçe merkezinin kuzeyinde, güneyden Çorlu Deresi’ni alarak güney-kuzey doğrultusunda akmaya baslar ve Kırklareli topraklarına girer. Daha sonra Edirne’nin İpsala’ya bağlı Sarıcaali Köyü yakınında, Hancagız yöresinde Meriç Irmağı’na katılır. İl sınırları içerisinden kaynaklanarak Ergene Irmağı’na katılan başlıca kollar Çorlu Suyu, Paşaköy ve Hayrabolu dereleridir. Hayrabolu Deresi Ergene Irmağı’nın en önemli kollarından biridir. Kuzey-güney yönünde akan dere, Hayrabolu ilçe merkezinden geçer ve kuzeyde Ergene Irmağı’na karışır. İlin güney kesiminden kaynaklanan bazı küçük akarsular da Marmara Denizi’ne dökülür. Araplı Deresi, Değirmendere ve Kocadere bunların başlıcalarıdır. İlin güneybatısından kaynaklanan Kavak Deresi il sınırları dışında Saros Körfezi’ne dökülür. Tekirdağ’da doğal göl bulunmamaktadır. Yüzölçümü 6.333 km2 olan Tekirdağ’ın 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre; toplam nüfusu 623.591’dir. Tekirdağ’da Trakya’ya özgü bir iklim hüküm sürmektedir. Kıyılarda yumuşak, iç kesimlerde ise Karasal iklim özellikleri görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer. İlin bitki örtüsü genellikle Step görünümündedir. Istranca Dağları’nda meşe ve kayın, Koru Dağı’nda meşe ve kızılçam, Ganos Dağında da meşe, gürgen ve ıhlamur ağaçlarından oluşan ormanlar bulunmaktadır. Ormanları büyük ölçüde tahrip edilmiştir. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, turizm, ticaret ve sanayie dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler; arpa, buğday, ayçiçeği, yulaf, mısır, şeker pancarı, baklagiller, fasulye, patates, soğan, kiraz, ceviz, armut, elma ve eriktir. Bunların dışında çeltik, susam, kavun ve karpuz ekilmekte, bağcılık ve bahçecilik yapılmaktadır. Hayvancılıkta ise büyük ve küçükbaş hayvan besiciliği yapılmaktadır. Çok sayıda koyun yetiştirilmektedir. Süt ürünlerini işleyen çok sayıda mandıra vardır. Bu mandıralarda önemli miktarda beyaz peynir, kaşar peyniri ve yoğurt üretilir. Arıcılık, balıkçılık ve ormancılık da ilin ekonomisinde önem taşımaktadır. Tekirdağ, geçmişten günümüze kadar önemli bir tarım, ticaret ve turizm merkezi olmuştur. Özellikle 1980’li yıllardan sonra ilde artan sanayileşme hareketi 1990’lı yıllarla birlikte hız kazanmıştır. Büyük bir pazar potansiyeli olan İstanbul’a yakın olması ve İstanbul-Çanakkale-İzmir hattı üzerinde olması Tekirdağ’ın ekonomik önemini gün geçtikçe arttırmaktadır. Ayrıca il,sahip olduğu doğal kaynaklar yanında tarihi ve kültürel varlıkları ile ekonomik anlamda önemli bir turizm merkezidir. İlde sanayi kuruluşu olarak şeker ve bitkisel yağ fabrikaları bulunmaktadır. İl topraklarında kömür madeni bulunmaktadır. Kömür Malkara ve Saray ilçesi ve köylerinde açılan ocaklardan elde edilmektedir. Kömür ocaklarının yanında Tekirdağ’da taş ocağı sektörü de bulunmaktadır. Taşocakları daha çok Çorlu ve Saray ilçelerinde faaliyet göstermektedir. Tekirdağ’ın Karadeniz ve Marmara Denizi kıyıları yaz turizmi açısından önemli olup, il ekonomisine katkısı bulunmaktadır. Marmara Denizi kıyısındaki Marmara Ereğlisi, tekirdağ, Kumbağ, Mürefte ve Şarköy’de turistik konaklama tesisleri bulunmaktadır. Tekirdağ’ın Bazı kaynaklarda Sisamlılar tarafından kurulduğu belirtilmektedir. Eski ismi Bizanthe olan Tekirdağ’ın Antik Çağdaki ismi Rhaidestos, Roma Çağında Rhadestus, Orta Çağda Rodosto idi. XIV.yüzyılda kenti ele geçiren Osmanlılar bu ismi Rodosçuk olarak değiştirmişlerdir. XVIII. Yüzyıldan sonra kente, kuzeybatısında bulunan Tekfur (Ganos) Dağı’ndan ötürü Tekfurdağı adı verilmiş, Cumhuriyetin ilk yıllarında da Tekirdağ olarak değiştirilmiştir. Trakya’da Tarih öncesi dönemlere ait arkeolojik araştırmalar, 1970’li yıllardan sonra İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden Prof.Dr.Mehmet Özdoğan başkanlığında başlamış, 1990’dan sonra yine M.Özdoğan başkanlığındaki ekip ve Tekirdağ Müzesi, Trakya’da Tarih öncesi dönemlere ait kazı ve araştırmalarını sürdürmüşlerdir. Yapılan bu araştırmalar sonucunda Tekirdağ’da ilk yerleşimin MÖ.3000’lerde olduğu anlaşılmıştır. Trakya’da Paleolitik Çağa ait yerleşme yeri olarak İstanbul yakınlarındaki Yarımburgaz Mağarası ve Trakya’nın Karadeniz kıyısında açık yerleşme yeri olarak Ağaçlı bölgesi bilinmektedir. Tekirdağ Müzesi Müdürlüğü’nün son yaptığı araştırmalarda Saray ilçesinde Ergene ve Galata derelerinin oluşturduğu Güneşkaya ve Güngörmez vadilerinde mağaralar tespit edilmiştir. Bu mağaraların üst kesiminde MÖ.5000-3000 yıllarına tarihlenen çanak çömlek parçaları bulunmuştur. Tekirdağ sahil şeridinde yapılan kazı ve araştırmalarda Neolitik (MÖ.8000–5000), Kalkolitik (MÖ.5000-3000) ve İlk Tunç Çağına ait yerleşmeler bulunmuştur. İlk Tunç çağında, Trakya’da Marmara Denizi sahil kesimi boyunca yerleşmelerin uzandığı, son yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır. İstanbul ile Gelibolu Yarımadası arasında İlk Tunç Çağı’nın başlangıcında oldukça yoğun yerleşmeler vardır. Gelibolu Yarımadası’nda bu yerleşmeler daha da yoğundur. Troya’nın birinci katıyla çağdaş olan bu yerleşmeler MÖ.3000-2700 yılları arasına tarihlendirilmiştir. Tekirdağ Müzesi’nin İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana Bilim Dalı ile ortaklaşa olarak yaptığı Menekşe Çatağı kazılarında bu dönem kalıntılarına oldukça yoğun olarak rastlanmıştır. Tekirdağ yöresi, MÖ.1200’lerde Trakların yurdu idi. Tarihi kaynaklar MÖ.4000 ve 2000 yıllarında Trak akınlarından ve göçlerinden ve Traklar’dan ayrı kabileler ve şehir krallıkları olarak yaşamış, hiçbir zaman bir birlik oluşturamamış toplumlar olarak bahsetmektedirler. Homeros’un İlyada adlı destanında; Traklar için at besleyen, at yetiştiren gibi sıfatlar kullanmaktadır. Trak kralı Rhesos’un atları için: “Görmedim onun atları gibi güzel, iri atlar, giderler yel gibi, kardan beyazdırlar” diye söz etmektedir. Ksenephon ise “Anabasis” (onbinlerin dönüşü) adlı eserinde bir Trak kenti olan Perinthos (Marmara Ereğlisi) halkının orduya yetişmiş atlar verdiğini yazmaktadır. Tanrılar arasında en çok Dionyzos (Doğa Tanrısı), Artemis (Bolluk ve bereketi Tanrısı), Hermes’e (Doğa ve Bereket Tanrısı.) saygı gösterirler. Trakya’da yoğun olarak görülen irili ufaklı yığma tepelerin hepsi “Tümülüs” denilen mezar tepeleridir. Trakya’da en erken tümülüs MÖ.1300 yılına tarihlenen Kırklareli’de bulunan Taşlıbayır Tümülüsüdür. Ayrıca Kırklareli ve Edirne civarında Dolmen adı verilen büyük iri taşların yan yana getirilerek ve sonra üzeri tekrar iri bir taşlarla örtülerek yapılan anıtsal mezar tipleri vardır. Bu mezar tiplerinin ilk örnekleri Traklara aittir. Dolmen tipi mezarlar daha sonra bırakılmakla beraber, Tümülüs geleneği Roma döneminin sonuna kadar (MS.395) devam etmiştir. MÖ.VI.yüzyılda Perslerin egemenliği altına giren yörede Odrysler MÖ.V. yüzyılda bir devlet kurmuştur. Pers Kralı Dareus MÖ.514-513 yıllarında Tuna’nın kuzeyine kadar ilerlemiştir. Bu sırada Istranca’ların batısında büyük su kaynaklarının bulunduğu alanda ordusu kamp kurmuştur. MÖ.476’da yılında Persler Kimon tarafından yenilgiye uğratılarak Trakya’dan çekilmişlerdir. MÖ.IV.yüzyıl başlarında yöreyi ele geçiren Büyük İskender, Odrys Devleti’ni Makedonya Krallığı’na bağlamıştır. Büyük İskender Perinthos’da darphane kurarak kendi adına para bastırmıştır. Daha sonra Galat akınlarına uğrayan yöre, İskender’in ölümünden sonra Seleukosların hakimiyetine girmiştir. MÖ.168’de Roma egemenliğine girmiştir. Bu dönemde Romalılar, Trakları Romalılaştırmak için emekli asker ve subaylarını yerleştirdikleri bir çok kent kurmuşlardır. Bu kentlerden bir tanesi Malkara’nın Kermeyan Köyü’nün kenarında yer alan Apri ya da Apros’tur. MÖ.VIII. yüzyıl ile VI.yüzyıl arasında Ege adaları ile Marmara Denizi kıyıları ve Karadeniz kıyıları arasında büyük bir deniz ticareti başlamış, Sisam, Samos ve Magaralılar Marmara ve Karadeniz kıyılarında ticarete dönük koloni kentleri kurmuşlardır. Bu kentlerden en önemlileri Perinthos (Marmara Ereğlisi), Heraion (Karaevli), Bysante (Barbaros), Ganos (Gaziköy)’ dur. MS.395 – 1354 Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra yöre Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu’nun toprakları içerisinde kalmıştır. MS.IV.yüzyılda Gotların, Bizans döneminde de Avarlar ile Slavların istilalarına uğramıştır. VII.yüzyılda Araplar, VIII.yüzyılda Bulgarlar, XII.yüzyılda Peçenekler tarafından yağmalanmıştır. XI.yüzyılda Bizans’ın Trakya Theması sınırları içerisinde yer alan, Marmara Denizi kıyısındaki bazı yerleşmeler Konstantinopolis’i (İstanbul) ele geçiren Latinler tarafından XIII.yüzyılda Venediklilere bırakılmış, Osmanlılar tarafından 1357 de ele geçirildi ise de, yeniden Bizanslıların egemenliğine girmiştir. 1361 yılında kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı döneminde yöreye Türkmen aşiretleri yerleştirilmiştir. XVI.yüzyılda Suhte ayaklanması yöreyi büyük ölçüde etkilemiştir. 1828 ve 1878 yıllarında iki kez Ruslar tarafından işgal edilen yörenin büyük bölümü, XIX.yüzyıl sonlarında Edirne vilayetine bağlı Tekfurdağı sancağının sınırları içerisinde idi. Şarköy ve çevresi ise aynı vilayetin Gelibolu sancağına bağlıydı. Balkan Savaşları sırasında 1912’den 1913’e değin Bulgarların işgalinde kalan yörenin doğusundaki Muratlı, Çorlu ve Çerkesköy istasyonları Mondros Mütarekesi’nden (30 Ekim 1918) sonra Kasım 1918’de Fransızların denetimi altına girmiş bir süre sonra da Yunanlıların denetimine bırakılmıştır. 20 temmuz 1920’de Yunanlılar tarafından işgale edilmiş, işgal dönemi boyunca Trakya-Paşaeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ne bağlı silahlı çeteler Yunan birlikleri ile çatışmışlardır. Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922) imzalanmasından sonra 15 Ekim 1922’de yöre boşaltılmış, Çorlu ve Saray İtalyanların, Tekirdağ ve Şarköy İngilizlerin denetimi altına girmiştir. 17 Kasım 1922’de bu işgallerden kurtulmuştur. 20 Ocak 1921 tarihli ilk Teşkilatı Esasiye Kanununun “Türkiye, coğrafi durum ve ekonomik ilişkiler bakımından illere, iller ilçelere, ilçeler bucaklara ayrılmıştır.” Hükmü gereğince girişilen yeni örgütlenme sırasında Tekirdağ’ın da il olduğu, ancak Kurtuluş Savaşı’nın güçlükleri içinde örgütün hemen kurulamadığı, savaş sonunun beklendiği anlaşılmaktadır. Tekirdağ’ın Cumhuriyetin kuruluşundan sonra il olduğunu ileri süren kaynaklar da olmakla birlikte, Cumhuriyetin ilanından hemen önce, 15 Ekim 1923 tarihinde il merkezi olmuştur. Tekirdağ’da günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Çorlu Kalesi, Elmalı ve Yenidibek Kaleleri, Karacahalil (Kocakale) Kalesi, Kermeyan Kalesi, Karaevli Harekat Tepe, Naip, Işıklar, Kaşıkçı, Hacıköy, Sarılar, Çeşmeli, M.Ereğlisi Merkez ve Aytepe, Kabahöyük, Delibedir, Hacıllı, Kadriye, Kermeyan, Gözsüz, Müstecep, Kavakçeşme ve İnanlı Tümülüsleri, Rüstem Paşa Camisi ve Bedesteni (1553), Hasan Efendi Camisi (1590), Eskicami (1830), Ortacami (1854), Yusuf Ağa Cami, İnecik İmaret Cami XV.yüzyıl), Gazi Süleyman Paşa Cami, Hacerzade İbrahim Bey Cami (1406), Gazi Ömer Bey Cami (1493-1494), Ulu Cami (Güzelce Hasan Bey Cami)( 1499), Çarşı Cami (Hasip Bey Cami) (1686-1687), Rakoczi Çeşmesi, Tavanlı Çeşme, Hacı Çeşmesi, Malkara Camiatik Çeşmesi, Naip I. Köprüsü, Naip II. Köprüsü, İnecik Köprüsü, Çorlu I. Ergene Köprüsü, Çorlu II. Ergene Köprüsü, Yenice Köprüsü (Malkara), Hacılar Köprüsü (Hayrabolu), Muratlı Köprüsü, Taş Köprü (Çorlu), Hora Feneri,Yalı Hamamı, Saray Ayazpaşa Hamamı, Atatürk Anıtı, Şehitler Anıtı, Namık Kemal Anıtı bulunmaktadır. Ayrıca Tekirdağ'da Türk sivil mimari örneklerinden evler vardır. İl merkezine 15 km. uzaklıktaki Kumbağ, 10 km. uzaklıktaki Barbaros, Naip ve İstanbul yolu üzerindeki Dereağzı ve Değirmenaltı mevkileri Tekirdağ’ın başlıca mesire yerleridir. Ayrıca Atatürk Orman Korusu, Çorlu Orman Korusu, Laledere Mesire Yeri, Çamlıkoy Ormaniçi Dinlenme Tesisleri bulunmaktadır.
-
TARİHÇE Tekirdağ şehrinin kuruluş tarihi yaklaşık M.Ö.6 binlere kadar iner. Şehir Trakların, daha sonra sırasıyla Perslerin, Romalıların ve Bizanslıların egemenliğinde kalmıştır. 1357 yılında şehir ve yöre Türkler tarafından fethedilerek ebediyen Türklerin hakimiyetine geçmiştir. Şehrin ilk adı Bisanthe (Barbaros) dir. Romalılar devrinde Rhadesthus, Bizans devrinde Rodosto idi. Türkler Tekirdağ’ı fethettikleri zaman adı Rodosçuk, daha sonra Osmanlılar döneminde Tekfurdağ olarak adlandırılmıştır. Cumhuriyet döneminde ise şehir TEKİRDAĞ adını almıştır. Tekirdağ, Osmanlı İmparatorluğu devrinde, devlet merkezi olan Edirne-İstanbul gibi iki önemli şehri arasında ve sefer yolları üzerinde bulunduğundan, hemen bütün padişahların geçit ve uğrak yeri olmuştur. Tekirdağ şehri, fethinden sonra ilk kez 31 Ocak 1878–3 Mart 1878 tarihleri arasında Rusların, II. kez Balkan Savaşı’nda 15-21 Ekim 1912 tarihli Lüleburgaz Savaşı’nda Türk ordusu yenilince 13 Temmuz 1913 tarihine kadar Bulgarların işgalinde kalmıştır. Şehir I. Dünya Savaşı’ndan sonra 20 Temmuz 1920 günü Yunan saldırısına uğrayarak işgal edilmiş, 13 Kasım 1922 tarihinde işgalden kurtarılmıştır. 20 Ocak 1921 tarihli ilk Teşkilatı Esasiye Kanununun “Türkiye, coğrafi durum ve ekonomik ilişkiler bakımından illere, iller ilçelere, ilçeler bucaklara ayrılmıştır.” Hükmü gereğince girişilen yeni örgütlenme sırasında Tekirdağ il olmuş, ancak Kurtuluş Savaşı’nın güçlükleri içinde örgüt hemen kurulamamış, Cumhuriyetin ilanından hemen önce 15 Ekim 1923 tarihinde il merkezi olmuştur. Birçok tarihi olaylara sahne olan Tekirdağ için ATATÜRK’ ün özel bir yeri vardır. İlimize ilk defa I. Dünya Savaşı nedeniyle 2 Şubat 1915’te 19. Tümeni kurmak üzere gelmiştir. Daha sonra 23 Ağustos 1928 tarihinde Harf Devrimini başlatmak üzere ikinci kez şehre gelmiştir. Tekirdağ il merkezinde bir merkez ilçe belediyesi, 4 belde (Banarlı, Barbaros, Karacakılavuz, Kumbağ) belediyesi bulunmaktadır. Merkez ilçeye 55 köy bağlıdır. İl merkezinin yüzölçümü 1.111 km² dir. Merkez ilçe idari yönden 14 mahalle (Aydoğdu, Çınarlı, Zafer, Eskicami, Ortacami, Gündoğdu, Hürriyet, Yavuz, 100. Yıl, Altınova, Değirmenaltı, Ertuğrul, Turgut, Karadeniz) 4 belde (Banarlı, Karacakılavuz, Barbaros, Kumbağ) ve 55 köyden oluşmaktadır. İstanbul iline 130 km uzaklıktadır. Şehrin güneyinde Marmara Denizi, doğusunda Marmara Ereğlisi, kuzeyinde Çorlu, kuzeybatısında Muratlı ve batısında Malkara ile çevrilidir. Merkez ilçe topraklarında en önemli yükseltiyi Tekir Dağlar’ı oluşturur. Tekir Dağlar’ı, Kumbağ yöresinden başlayarak Marmara Denizi’ne paralel olarak uzanır. Bu dağların en büyük yükseltisi Ganos Dağı’dır. (945 m) Bu dağ aynı zamanda ilinde en yüksek tepesini oluşturur. Şehrin doğu kesiminde yükselti daha düşük olup burada geniş düzlükler vardır. Merkez ilçe topraklarının büyük bir bölümü geniş düzlükler ve alçak tepelerden oluşur. Merkez ilçe doğal durumu, yağış miktarı ve toprak özellikleri nedeniyle büyük akarsulara sahip değildir. Küçük akarsuların yatakları da mevsimlere göre değişir. Yazın suları azalan, bazen tamamıyla kuruyan bu akarsuların suları kışın artar. İlçenin sahip olduğu toprakların büyük bir kısmı tarıma elverişlidir. Orman örtüsü Tekir ve Ganos Dağlarının yüzeylerinde yer yer meşelikler bulunmaktadır. Ayrıca bazı kesimlerde az miktarda kızılağaç, karaağaç türlerine de rastlanmaktadır. Merkez ilçenin Marmara kıyılarında Akdeniz iklimi egemendir. Kıyı şeridinde yazlar sıcak, kışlar ılıktır. Bununla birlikte Akdeniz bölgesi kıyılarından ayrı olarak kışın kar yağar. Bölgede zaman zaman esen soğuk kuzey rüzgarları ısının düşmesine neden olur. İç bölgelerde karasal iklim egemendir. Merkez ilçe, kara ve denizyolu ulaşımının olduğu bir yerdir. Karayolu ulaşımı Tekirdağ kentinden batıya ve kuzeye yayılan 3 yoldan sağlanır. Bunlardan kuzeye çıkarak, Muratlı’dan geçen yol il merkezinin D-100 karayoluna bağlantısını sağlar. İlçenin İstanbul’a bağlantısını oluşturan kıyı (D-110) karayolu batıda Malkara - Keşan üzerinden İpsala’ya dek uzanır.
-
KARA KİLİSE Yalova’nın 3 km. kadar doğusunda, Çiftlikköy İlçesi Sahil Mahallesi’nde, Başkent 1 Sahil Sitesi içinde bulanan Kara Kilise’nin İS.6’cı y.y. da hamam, 8–9 uncu y.y. da kilise olarak kullanıldığını ileri sürmektedir. Yine bazı kaynaklarda; Kara Kilisenin, Roma dönemine ait bir su mimarisi olduğu, Bizans döneminde kilise haline getirildiği, her ne kadar dört köşede kapalı birer mekân halinde bulunan exedraları ile Bizans mimarisinin çok kullanılan bir tipi olan Kapalı Yunan Haçı Planı gösteriyorsa da, bir apsisin bulunması ile dikkat çektiği belirtilmektedir. Normal kiliselerin yönlerinden farklı olarak, kuzey-güney ekseninde uzanan Kara Kilise’nin: kuzey-güney doğrultusunda uzunluğu 13 m. doğu-batı doğrultusunda uzunluğu 10 m.dir. Eksen kalınlığı ise 5.50 m.dir. Görüldüğü gibi, haç şeklindeki yapının kuzey-güney doğrultusu, doğu batı doğrultusundan uzundur. Buradan yaklaşımla Latin haçı görünümüne daha yakın olduğu söylenebilir. Haçın doğu ve batı kollarının güneyinde, birer köşe odacıkları vardır. Doğudaki odacığın doğuya, haçın doğu koluna ve naosa açılan üç kapısı vardır. Batıdaki odacığın ise batıya ve haçın batı koluna açılan kapıları bulunmaktadır. Sanat tarihçileri, doğudaki odacığın, dışarıya açıklığı olması nedeniyle papazların ayine hazırlanması, cin çıkarma ve kutsal yağın sürülmesi gibi amaçlarla kullanıldığını, batıdaki odacık ise, bir takım kutsal eşyaları muhafaza etmek maksadıyla kullanıldığını düşünmektedirler. Haçın doğu, batı ve kuzey kollarının uçları açıktır. Kuzey kolu ekseninin her iki yanında da, çıkış açıklığı vardır. 5.50 m. çapındaki kubbe, 8 pencereli bir kasnak üzerinde yer almaktadır. Ancak kubbenin üst kısmı tamamen açıktır. Hemen hemen Kara Kilise’nin de içinde bulunduğu alan, Bizans döneminde Pylai olarak tanınan bir yerleşim yeriydi. Sahilde, dönemin ileri gelenlerinin yazlık sarayları vardı. Varlığı İS.4. y.y.dan beri bilinen Pylai, en güzel günlerini 11 ve 12 . y.y.da yaşamıştı. Günümüzde Başkent 1 Sahil Sitesi’nin hemen batısında bulunan Huzur, Buşra, Beste Sahil Siteleri’nin önündeki sahilde antik bir liman, bazı su kemeri parçaları ve kalıntıları görülmektedir. Kara Kilise civarında çok sayıda stel çıkarılmış olup, bunların bir kısmı İstanbul Arkeolojisi Müzesi’nde teşhir edilmektedir.
-
Atatürk Köşkü (Termal) Atatürk Köşkü, 1929 yılında Atatürk’ün Yalova’yı ziyaretinde yapılmıştır. Mimarı Prof. Sedad Hakkı Eldem’dir. Köşk, orjinalinde tümüyle ahşaptan yapılmış olup, iki katlıdır.Üç şeref salonu ve on bir odası vardır. Daha sonra, yenileme çalışmaları sırasında bugünkü hale getirilmiştir.Köşk bugün, dönemin kullanılan eşyalarıyla müze haline getirilerek halka açılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ‘ nun son döneminde, ekonomik vc sosyal yapının hızla derişmesine karşın, Yalova ve çevresi, kaplıca ve dinlence yeri niteliklerini yitirmemistir. Nitekim, Sultan Abdülmecid ‘in annesi Bezmialem velide Sultan’ ı saray doktoru Mellingen ‘ in önerisi üzerine buradaki kaplıcalara göndermiş ve annesinin oturması için de günümüzde varolmayan valide Köşkü’nü yaptırmıştır.Sultan II. Abdülhamid döneminde Yalova’da bulunan kaplıcaların onarımının ve yeni yapıların inşasının sürdürüldüğü gözlemlenmektedir.Bu durum, Milli Saraylar Arşivi’nde yer alan 217 ve 223 no.da kayıtlı H. 1310/M, 1893 tarihli zarflarda bulunan onarım belgeleriyle kesinlik kazanmaktadır. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Yalova’nın antik çağdan bu yana sûren kaplıca kenti niteliği yeni boyutlar kazanmış ve pekişmiştir. Kuşkusuz bu koşulların ortaya çıkışının en önemli nedeni, Atatürk’ün Yalova’yı kısa süreler için dinlendiği ve şifalı sularından yararlandığı bir bölge olarak seçmesidir. Köşkün Yapımı ve Tasarım Özellikleri. Atatürk, Yalova’yı bir dinlenme yeri olarak sevmiş ve burada yer alan köşkün yapımını 1929 yılında başlatmıştır. Köşk kısa bir süre içinde bitirilmiştir. Aynı yıl Yalova Millet Çiftliğfnde Atatürk’ün emirleriyle bir başka köşk inşa ettirilmiş, ancak bir çınar ağacı dalının kesilmemesi için, yine Atatürk’ün emriyle, 8 metre ileriye kızaklarla kaydırılarak günümüzdeki yerine çektirilmiş, bu nedenle bu köşk halk arasında ‘Yürüyen Köşk’ olarak anılmıştır. Bina kargirdir ve arazinin eğimine uydurulmuş dikdörtgen görünüşlü bir plana sahiptir. İki tam kat ve bir çatıdan oluşan yapının giriş bölümünün sağ köşesi içeriye doğru geniş açıyla kapatılmış ve bu köşe yumuşatılarak dikdörtgen planın uzun kenarı oluşturulmuştur. Bu bölümde, iki kat boyunca yükselen ince dikdörtgen çift pencere, dönemin İstanbul konutlarında egemen olan Art-Deco akımının bir yansıması olarak görülebilir. Köşk, bir bölümü içeriye açılım olan ve servis yapmaya uygun olarak düzenlenmiş mutfakların bulunduğu bir bodrum katına sahiptir. Burada, arazinin eğimine uygun olarak, binanın giriş cephesinin karşısında yer alan bölümün bodrum katını oluşturan düzeyde servis pencereleri vardır, Altı basamakla yükseltilmiş bir girişi olan yapıda, birinci katta önce bir giriş mekanı bulunmaktadır. Bu girişten şeref salonuna, oradan da iki kapıyla toplantı ve yemek salonuna geçilmektedir. Bu salon, Atatürk’ün yemekli toplantılarına sahne olmuştur. Salon, bir kapıyla, öğle yemeklerinin yendiği bir terasa açılmaktadır. Terastan, toplantı ve yemek salonundan birer kapıyla girilen küçük bir çalışma odası, binanın sağ tarafında yer almaktadır. Bu odalar, yapının girişine doğru açılan bir koridorla birleşmektedir. Üst kata çıkılan merdivense, girişin sağındaki yumuşatılmış cephenin iç kısmında, adeta bir köşe kulesi olarak tasarlandığını söyleyebileceğimiz bu bölümde sekizgen bir sahanlığa açılmaktadır. Bu sahanlıkla kadın hizmetlilerin odalarının bulunduğu koridor arasında kalan, yatay olarak düzenlenmiş koridor üzerinde, biri yatak odası, diğeriyse oturma odası görünümünde iki oda ve bir banyo bulunmaktadır. Bu odalar, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım tarafından kullanılmıştır. Binanın ikinci katı, birinci katı gibi orta salona açılan odalar biçiminde düzenlenmiştir. Orta salonda, günümüzde lake oturma takımı yer almaktadır. Bu salon bir kapıyla giriş bölümünün üstünde yer alan, kahvaltıların yapıldığı Çinili Balkon’a açılmaktadır. Orta salonun çevresini V biçiminde bir koridor dolaşmaktadır. Çinili Balkan’ım sağında bir banyo ve hem banyodan, hem de koridordan geçilerek ulaşılan ve bir balkona açılan bir yatak odasına ulaşılmaktadır. (Bu oda Prof. Afet İnan tarafından kullanılmıştır) Buradan birbirine geçişli iki dinlenme odasına girilmektedir; bu odalar olasılıkla Atatürk tarafından kullanılmış olmalıdırlar. Dinlenme odalarının sonuncusu, koridora da bir kapıyla açılan Atatürk’ün Çalışma Odası’na açılmaktadır. Bu oda, Atatürk’ün yatak odasıyla bağlantılıdır. Her iki odanın önünde, “L” biçimli bir balkon bulunmaktadır. Yatak odasının açıldığı banyo, dönemin Özelliklerini taşıyan armatürlere sahiptir. Orta salonun sağ yanında kalan bölüm, misafirlere ayrılan odaları kapsamaktadır. Banyonun yanındaki ilk oda, misafir yatak odasıdır. Bu oda ve Atatürk’ün banyosu, içeriye çekilmiş bir balkona açılmaktadır. Koridorun Üstünde bulunan yan-yana iki yatak odasından soldaki, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’e, sağdaki Zehra Hanım’a aittir. Bu odanın bitişiğinde bir banyo ve hizmetlilere ait bir oda mevcuttur.
-
YALOVA KENT ORMANI Yalova’ya 29 km. mesafede olup yolu tamamen asfalttır. Kent Ormanı 2005 yılında düzenlenmiş ve halkın kullanımına açılmıştır. Yalova Orman İşletme Müdürlüğü, Çınarcık Orman İşletme Şefliği sınırlarında yer alan Çınarcık İlçesi, Teşvikiye beldesi, Erikli yaylasında yer almaktadır. Yalova istikametinden gelecek kullanıcılar, Çınarcık, Teşvikiye güzergahını takip ederek Armutlu, Gemlik; Bursa istikametinden gelecek olan kullanıcılar yolu asfaltlanmış olan Hayriye, Selimiye köyleri ve Delmece yaylası istikametinden kent ormanına ulaşabilirler. Büyüklüğü 95 ha. olan Kent ormanının içinde görülmeye değer şelaleler, 2 km. yürüyüş patikası, çok amaçlı salon, çocuk oyun alanları, spor alanları, oturma ve dinlenme gurupları, tuvalet, çeşme, piknik yerleri, içme suyu ve lavabolar, asma köprü, seyir terasları, Erikli çifte şelaleleri, ıhlamur, kestane, meşe, gürgen, kayın ve çam ağaçları ile bezenmiş, her türlü kuş sesi eşliğinde doğanın insanlara sunduğu tüm güzelliklerin bir arada yaşanabilecek nadide güzelliklerin bulunduğu eşsiz bir mekândır. Kent ormanlarının kuruluş amacı ve özelliği gereği kullanıcılar tarafından ateş yakılmaması öngörülmekte, halkın rekreasyon ihtiyacının karşılanması hedeflenmektedir. Giriş ücretsiz olup, mangal yakmak isteyenler için Kent ormanı yakınında şahıslara ait yerler mevcuttur. Kent ormanının bulunduğu alanda asli orman ağaçlarından kayın, karaçam, meşe geniş yayılış göstermekte olup, az miktarda kestane, gürgen, dış budak, Akçaağaç, çınar, kızılağaç, ıhlamur, yabani kiraz, yabani erik mevcuttur. Çalımsı veya otsu bitkilerden katırtırnağı, yabani sarmaşık, kekik, hiperikum, güzellik çalısı, kocayemiş, pençe çalısı Kent ormanına ayrı bir güzellik katmaktadır. Bu alanda hayvan ve kuş türleri arasında ayı, yaban domuzu, tilki, sincap, kertenkele, çakal, porsuk, kirpi, tavşan, kaplumbağa, yılan, üveyik, tahtalı güvercin, bıldırcın, çil, karatavuk, sığırcık, sakarmeke, çulluk, atmaca, çil keklik, ağaçkakan sayılabilir.
-
DELMECE YAYLASI Yalova’nın en çok tanınan yaylaları, Kocadere ve Teşvikiye beldelerinin güneyinde yer alan Erikli ve Delmece yaylalarıdır. Delmece Yaylası Çınarcık İlçesi’ne bağlı Teşvikiye Beldesinden çıkılan ve sahilden 17 km içeride, tamamı asfalt yol olan ve çok geniş düzlük bir alanı kaplayan, eşsiz doğal güzelliklere sahiptir. Bu büyük alanda çam, meşe, kestane ve ıhlamur ağaçlarından oluşan çeşitli ağaç türlerinin, yakın çevresinde şelalelerin ve “dipsiz göl” olarak bilinen derin bir krater gölünün bulunduğu doğa harikası’nın yanı sıra “şifalı su” diye bilinen birde içme su kaynağı vardır. Ayrıca Teşvikiye beldesi’nde bulunan Delmece Yaylası doğal yürüyüş parkurları ile farklı doğal güzellikleri yaşayarak ulaşabileceğiniz seçenekler sunması bakımından çok ilgi çekicidir. Delmece Yaylası alanı 400 dönüm olup, üzerinde 60 hane ahşap ve 20 hane kargır bina bulunmaktadır. Yaylanın bulunduğu alanın tamamı 2/B orman arazisi kapsamındadır. Bu doğal güzelliklerin tanıtımı amacıyla 2004 yılında TÜRSAB yönetim kurulu üyeleri ile ulusal ve yerel basın yayın kuruluşlarıyla tanıtım amaçlı İnfo gezisi düzenlenmiştir. Ayrıca ilki 2005 yılı temmuz ayında, ikincisi 24–25 Haziran 2006, üçüncüsü 30 Haziran -01 Temmuz 2007 tarihlerinde olmak üzere 2 gün süreli ve yaklaşık 15-20 bin kişinin katılımıyla Delmece Yayla Şenlikleri düzenlenmiştir. Bölgeye olan ilgi her geçen gün artmakta olup, özellikle doğaseverler ve büyük şehirlerin stres ve gürültüsünden kaçmak isteyenler tarafından yoğun olarak tercih edilmektedir.
-
ERİKLİ ÇİFTE ŞELALELERİ Kent Ormanı içinden geçilerek ulaşılabilinen ERİKLİ ÇİFTE ŞELALELERİ ve çevresi , doğanın eşsiz güzelliklerini bünyesinde barındırmakta ve ziyaretçilere sunmaktadır. 2 km patika yürüyüş yolunu kullanılarak, asma köprü ve seyir teraslarından geçilerek ulaşılan şelaleler, kamp kurmak ve trakking yapmak için harika bir mekandır.
-
SUDÜŞEN ŞELALESİ Termal İlçesi Üvezpınar Köyü’nden 8 km uzaklıkta bulunan Sudüşen Şelalesi ve çevresi doğa tutkunlarına muhteşem bir şölen sunar. Şelaleye giden yol, rahat ve doğal bir yürüyüş parkuru olup, yaz aylarında yerli ve yabancı turistlerce yoğun olarak tercih edilmektedir. Şelaleye çıkarken eşsiz bir baraj gölü, Marmara Denizi manzarası ve çok çeşitli orman faunası ile karşılaşılır ki, bu güzergâh foto safari, doğa yürüyüşü ve piknik alanı olarak kullanılmaktadır. Panorama tepesi denizden 120 m. yükseklikte ve her mevsim yeşil bitki örtüsü ile kaplı çok güzel görüntülere sahip bir alandır.
-
KARLIK YAYLASI Çınarcık İlçesi, Esenköy Beldesinin merkezinden 8 km mesafede olup doğal yürüyüş parkurlarıyla ve motorlu araçlarla olmak üzere ulaşılabilir konumdadır. Denizden 700 mt yükseklikte olan yayla etrafında her türlü orman ağaçları, içme suları ve endemik bitkiler bulunmaktadır. Kış aylarında sularla kaplı olmasından dolayı göl görünümünde olan yayla yazın gelmesiyle birlikte yemyeşil bitki örtüsüyle kaplanır.
-
ATATÜRK ve YALOVA "YALOVA BENİM KENTİMDİR"Yalova (29 Ağustos 1929) Yalova (29 Ağustos 1929) Yalova' yı ilk ziyareti : Yalova’yı 19 Ağustos 1929,Pazartesi günü saat 16 00 da ilk kez ziyaret etti. Halkın yoğun ilgisi ile karşılaştı. Kaplıcaları gezdi ve buranın iyileştirilmesi ile ilgili talimatlarlar verdi, Baltacı çiftliğine gitti,burada ki göçmenlerin durumu ile ilgilendi.20 Ağustos 1929 da tekrar Yalova’yı ziyaret eden Atatürk,21 Ağustosta Yalova üzerinden Bursa’ya gitti. 29 Ağustos Cumartesi günü,Başbakan İsmet İnönü ile tekrar Yalova’ya geldi. Bundan sonra Yalova ,artık Atatürk’ün yazlık çalışmalarını yaptığı,dinlendiği ve önemli kararlar aldığı bir yer oldu. Yalova'yı tekrar yapılandırdı : Atatürk Yalova’yı keşfinden hemen sonra (5 gün),yaklaşık 400 kadar sanatkarı (Demirci, Elektrikçi, marangoz, duvarcı) Yalova’ya getirtir ve şehrin ihyası için seferber eder. Termal Kurşunlu Banyonun onarımını yaptırır. Yalova Termal yolu düzeltilir,Samanlı ve Yalova dereleri temizlettirilir. Yalova’nın ilk imar planı Atatürk’ün direktifiyle yapılır. 311 gününü Yalova'da geçirdi : Bundan sonra ki dönemlerde toplam olarak Yalova’ya 13 günü birlik ziyaret etti. Kalıcı olarak toplam 27 kez gelişinde ise 311 gün 273 gece Yalova’da kalmıştır. Yalova' yı çok severdi : Ankara’dan İstanbul’a trenle giderken ,yetkilileri yolda kabul edip Yalova ‘da yapılan çalışmalarla ilgili bilgi alırdı. Devletin en önemli Kararlarını Yalova'da alırdı : Yalova Atatürk’ün yakın ilgisi ile hızla gelişirken ,bir yandan da Atatürk burada yerli ve yabancı devlet adamlarını ve konuklarını ağırlar,devletin en önemli bir çok kararları burada alınır. Çok önem verdiği toplantılara Yalova’da hazırlandı. Atatürk’ün çalışma mekanlarını anlatırken, kent olarak İstanbul dışında en çok bahsettiği yer Yalova idi. Yalova' yı nahiyelikten kaza yaptı ve İstanbul' a bağladı : Atatürk Yalova’ya gelişinden kısa bir süre sonra Yalova nahiyelikten kaza statüsüne kavuşur. Daha sonra bütçe imkanları çok daha iyi olan İstanbul’a bağlanır Termal Kaplıcalarına Hayrandı : Atatürk Termal kaplıcalarına hayran kalır. Buranın dünyaca ünlü bir merkez olması için hemen teşebbüse geçer. Kaplıcaları çalıştıran kişiden devralmak için Yalova’nın ileri gelenlerinden bir komisyon kurulur. Komisyon vasıtasıyla fiyat belirlenir,fiyat belirlenirken eski işletmecinin mağdur olmamasına özen gösterilir,kaplıcaları çalıştıran kişiye gerekli ödeme yapılır. Termalin onarım ve ihyası için yetkili biri Seyr-i Sefain Genel Müdürü Sadullah Güney atanır. Kısa sürede orman yolları açılır. Kaplıcalara yeni sıcak ve soğuk su boruları döşenir. Yeni su depoları yapılır. Termal Yalova arası yol düzenlenerek yolun iki tarafına çınar ağaçları dikilir. Sular ve suların yararlı olabileceği hastalıklar araştırılırdı. Atatürk sayesinde Termal Dünyanın en güzel SAĞLIK, ŞİFA, DOĞA VE DİNLENME köşelerinden biri haline gelmiştir. Bu merkezin her taşında ATATÜRK' ün anısını görmek mümkündür. Bahçe düzenlemesi için o dönemde bu konuda en ünlü bahçıvan olan Pandeli Ustayı görevlendirilir. Pandeli Usta termale kırk yıldan çok hizmet verdi. Pandeli Ustanın Atatürk' ün yaklaşımları ile ilgili görüşleri ; -Çiçeğe çok meraklı idi,bütün çiçekleri severdi, kır çiçeklerini toplar, her gün yakasına bir papatya takardı. Kışın bile gelir ormanı dolaşırdı. -Köylülerle işçilerle ve askerlerle halkın geçimini ve idarenin gidişini konuşmaktan hoşlanırdı. -Dert dinlemekten ve herkese faydalı olmaktan zevk alır,her işi kendi gözü ile görürdü. -Kibir diye bir şey bilmezdi. -İnandığı işlerde emirleri açık ve kesin idi. -Gönül almasını,teşvik etmesini,takdir etmesini bilirdi. Termal için yapılan harcamalar bir vapur malzemesi olarak gösterilir. Alınan boruların ağırlığı çok fazla yekun tuttuğundan ,Seyr-i Sefain Genel Müdürü Sadullah Güneyi teftiş eden maliye müfettişleri harcamaları usulsüz bularak Sadullah Beyin mahkemeye 077yalovalmesini teklif ederler. Atatürk müfettişleri Çankaya’ya çağırır,durumu tartışır. Müfettişler: “Paşam iyi olmuş. Sarfiyat yerinde,kimse şahsi çıkarına çalışmamış. Yalnız mevzuata aykırı sarfiyat yapılmış” derler. Atatürk müfettişlere; “Mevzuatla beraber yapılan esere ve işe de bakınız. Sizin görüşünüzle memleket kalkınmaz. Her işe bir kanun yapılamayacağına göre memleket için iyi şeyler durur. Memleket için çok iyi çalışanları kırmayalım” diyerek olayı tatlıya bağlar. Atatürk' ün Yalova'ya olan yoğun ilgisinin nedenleri : -Termal'in tabii güzellikleri ve şifalı suları -Bölgede örnek çiftlik yapmak için uygun alanların bulunması -Ulaşım bakımından merkezi bir yerde bulunması -Değişik yörelerden gelen göçmenlerin iskana tabi tutulmaları ve bunların bölgede karşılaştıkları zorluklar, Atatürk' ün Yalova'daki faaliyetleri : -Termal’i dünyaca ünlü bir sağlık merkezi haline getirme çalışmaları -Termal Atatürk köşkünün yapılması -İstanbul'dan Yalova'ya her gün vapur işletilmesini başlattı. -Yalova Termal oteli -Sıtma ile mücadelenin başlatılması -Yerleşimi düzenlemesi -Çınarlı hıyaban,Yalova iskelesi kaplıca arasında 12350 metre uzunluğunda 10 metre genişliğinde her iki tarafı sık ağaçlıklı yol, Atatürk Yalova'da tavla oynarken (Temmuz 1935) Atatürk'ün Yalova'da aldığı önemli kararlar : -Türk tarihini İslamiyet ten çok önceye götürme çalışmaları,tarih devrimi Yalova’da filizlendi ve şekillendi, -Türk Tarihinin Ana Hatları iki cilt olarak burada yapılan müzakereler sonucu şekillendi ve basıldı, -Okullardaki tarih kitaplarını Atatürk burada bizzat inceler ve yön 077yalovardi. Atatürk’ün bu konudaki görüşleri şu cümle ile ifade edilmektedir ”Tarih yazmak ,tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” -Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu , Yalova’da yapılan çalışmalardan sonra kuruldu, -Türk demokrasi tarihinde önemli bir adım olan Serbest Cumhuriyet Fırkası çalışmaları Yalova’da başlatıldı. Fethi Okyar Bey’i bu amaçla Yalova’da görevlendirdi. -Teknik okulların kapatılmayarak çoğaltılacağına dair kararı Yalova’da aldı. (Cumhurbaşkanı Atatürk, Yalova'da, okumak isteyen Sığırtmaç Mustafa ile 16 Eylül 1929 ) Termal Otelinin ilk konuğuydu : Atatürk Yalova’ya son olarak 21/22 Ocak1938 gecesi sabaha karşı geldi. Yeni yapılan Termal Otelinin ilk misafiri oldu. Amacı çok önem verdiği Yalova’da Termal’in dünyaca ünlü bir sağlık merkezi olması idi. 9 süre ile burada kaldı. İlk kaldığı gün hastalığı teşhis edildi.1 Şubat 1938 de bazı fabrikaları açmak üzere Bursa’ya gitti. Bu Atatürk’ün Yalova’dan son ayrılışı oldu... Yalova' da Büyük Önder in büyük ilgisi ve sevgisine layık bir gelişim içine girerek bu günlere gelişmiş, eğitimli ve modern bir kent olarak gelmiştir.
-
Karaca Arboretum - Yalova Karaca Arboretuma Sn. Hayrettin Karaca tarafından 13,5 hektar arazi üzerinde kurulmuştur. Bugün yaklaşık 7000 civarında değişik bitki tür, alttür, varyete ve kültür formunu barındırmaktadır. Karaca Arboretum Türkiye’nin ilk özel Arboretumudur. Dikkate değer koleksiyonları Acer, Prunus, Malas, Magnolia, Quercus, Betula, Pinus, ağabeyes, Picea cinslerine ait önemli birçok tür ve kültür formunu barındırmaktadır. Arboretum Pazar günleri 13.00–18.00 saatleri arası halka açıktır. Bunun dışında grup ve okullara haftanın diğer günleri de randevu alınması koşuluyla açıktır. Gezi rehber eşliğinde 1,5 saat sürmektedir. Ziyaret TEMA vakfına makbuz karşılığı bağış yapılarak gerçekleşmektedir. Karaca Arboretumu senede 15.000 civarında yerli ve yabancı kişi ziyaret etmektedir. Bu gün Karaca Arboretum’un en önemli faaliyetleri; Üniversite öğrencilerine staj imkânı sağlamak, Halka açık olduğu için halkın konuyla ilgili bilgisini artırmak. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yapılan Arboretum ve Botanik bahçelere bitki materyali sağlamak. Bahçıvan eğitimi vermek, Dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan Arboretum ve Botanik bahçeleri ile tohum değişimi yapılması, bitki koleksiyonunu genişlemeye devam etmek, Arboretum alanı içinde yeni bahçeler yapılması gibi faaliyetler içermektedir. Tüm bu faaliyetler için gerekli finansman, Karaca Arboretum da bulunan Karaca Arboretum Fidanlığı faaliyeti ile sağlamaktadır. Fidanlık haftanın her günü açıktır. Karaca Arboretum Haziran 2004 de Uluslararası Dendroloji (Ağaç Bilimi) Cemiyeti tarafından bir ödüle layık görülmüş ve 27 Haziran 2004 de bu ödül Uluslararası Dendroloji Cemiyetinin Başkanı tarafından Karaca Arboretum da düzenlenen törenle Sn. Hayrettin KARACA’ya takdim edilmiştir. Bu ödül dünyada şimdiye kadar 14 Arboretum ya da Koleksiyon bahçesine verilmiştir. Karaca Arboretum da bu ödülü alan 15. Arboretum olmuştur.
-
Yalova - Termal Güzellikleri ve Efsanesi TERMAL EFSANESİ Bitinyalılar Döneminde Hamamsuyu Vadisi’nin Sağlık ve Güç Tanrısı Mertebesine Çıkartılan Dev Ejderhanın Günümüze Masal Kahramanı Olarak Gelişinin Efsanesi: GERYONES ADLI DEV EJDERHANIN YAŞADIĞI GERYONES VADİSİ (HAMAMSUYU VADİSİ) DERLER Kİ ; DAĞ HAMAMLARI VE ÇEVRESİNDE GERYONES ADINDA KOCA BİR EJDER YAŞIYORMUŞ. Derler ki ; Dağ Hamamları ve çevresinde Geryones adında koca bir ejder yaşıyormuş.Ejder,dağdaki mağaralardan birinde barınıyor,sıcak sular ve buharları içinde yüzüyormuş.karnı acıkınca da öyle bir çığlık atıyormuş ki koca vadi inim inim inliyormuş. Ejderin karnı acıktığında attığı çığlığı duyanların korkudan neredeyse kanı donarmış.O çığlıklar sırasında herkes kaçışıp saklanırmış.Ormandaki tüm canlıların korkudan sesi, soluğu kesilirmiş.Saatlerce ormandan çıt çıkmazmış. Çevrede avlanmaya çıkan bir çok insanın küçük dikkatsizliği Geryones’in ağzına layık bir yeme dönüşürmüş.. Geryones’i gören kimileri de korkudan bayılıp öylece yem olurmuş. Çevrede yaşayanlar,Hamamların olduğu vadiye Geryones’in Vadisi diyorlarmış. GERYONES,YILAN GİBİ,SERT KABUKLU,DERİSİ PUL PUL,AYAKLARI KISA,GÜÇLÜ PENÇELİ,PENÇELERİ KESKİN SERT TIRNAKLIYMIŞ. Geryones,yılan gibi,sert kabuklu,derisi pul pul,ayakları kısa,güçlü pençeli,pençeleri keskin sert tırnaklıymış. Birer koca tepsi gibi fıldır fıldır dönen gözleri varmış. Çok sert ve uzun bir çene ve ağız sahipmiş. Birer kol kadar sivri dişleri, kimi zaman uzun ağzının ve yanaklarının kenarından taşarmış. Ağzını açtıkça bir alev gibi uzun ,çatallı dili dışarı taşarmış. Geryones adlı ejderha mağarasından çıktığında, üzerindeki sıcak sular çevreye saçılır,metrelerce yürüdüğü halde üzerinden buharlar,dumanlar tütermiş. Girdiği ve içinde yürüdüğü çalılık ya da bodur ağaçları yerle bir eder geçermiş. Boyu kırk elli adımı geçermiş. Derisi bir ressamın fırçasıyla işlenmiş gibi rengarenkmiş.Öyle parlak renkleri varmış ki gören canlılar istemeden ejderhaya bakakalırlarmış. Geryones,daha çok akşamüstü ,hava daha kararmadan avlanmaya çıkarmış. ŞİMDİKİ HAVUZUN OLDUĞU YER ÇAMUR VE BATAKLIKMIŞ. Hamam Vadisinin sık ormanlığında yaşayan hayvanların su içmek için geldikleri Vadinin gölü’nün uygun bir yerindeki ağaçların arasına siner beklermiş. Şimdiki havuzun olduğu yer çamur ve bataklıkmış.Çevresi sık bir orman ve otlarla çevriliymiş. Vadinin bu gülüne onlarca sıcak,soğuk derecikler akar suyunu ılıcık biçimde beslermiş. Geryones,sessizce uzanır beklermiş. O anda ,su içmeye gelen başta ceylanlardan birine o tiz ve gürültülü çığlığıyla saldırırmış..Zaten Ejderhanın, o sesi , duyan hayvanın dizlerinin bağını çözer,onu korkudan aptallaştırır,hayvanın nereye kaçacağını bilemeden oracığa yığılıp kalmasına neden olurmuş.Geryones,kaçışan hayvanların arasından yürür,gelir,yerdeki havyana dişlerini geçirdiği anda bu kez hayvanın çığlığı ortalığı inletirmiş. Bu göldeden su içmeye gelen domuzlar,kurtlar,tilkiler,sırtlanlar,ceylanlar,dağ keçileri,ayılar,tavşanlar,bir çok kuş türleri Geryones’in çığlığını iyi tanırlarmış. İNSANLAR HAMAMLARIN ÇEVRESİNDE GERYONES’E DENK GELİRLERSE,ONUN O ANLIK YEMEĞİ OLMAKTAN KURTULAMIYORLARDI. Kimi zaman ,yörede yaşayan insanlar hamamların çevresinde Geryones’e denk gelirlerse,ya meraklarından ya da korkularından onun o anlık yemeği olmaktan kurtulamıyorlarmış. Vadide yaşayanlar , oradaki sıcak sularının ve buharlarının sardığı bu vadinin hamamlarına ve ejderine hem korkuyla hem de inançla bakıyorlarmış. Geryones’in avlanmaya çıkmadığı saatleri bilen insanlar Vadinin Gölünden taşıdıkları suyu ,yaralı ve hastalarının tedavilerinde kullanıyorlarmış. Gölün suyu;yaralara,iç hastalıklara,sancılara,yüze,göze,güce,kısacası her şeye iyi geliyormuş.Ama insanlar bu suyu istedikleri zaman kullanamıyormuş.Bir çok kez hastalarına su getirebilmek için gidenlerin dev ejderhaya yem olduklarını görüyorlarmış. Bu suların bekçisi olarak Geryones’in gönderildiğine inanıyorlarmış.Geryones’in varlığı,gücü, ve çevreyi titreten o çığlığı onun bu vadinin güçlü koruyucusu olduğuna inanmaya başlamışlar. Yörede yaşayanlar, buraya “Geryones Vadisi” veya “Geryones’in Hamamları” diyorlarmış. Geryones’in Vadisi ve Hamamları olarak adlandırılan bu yer,bölgedeki insanların inançlarına da yerleşmeye başlamış..Vadinin şifalı sularını içen ya da kullanan kişilerin güce ve sağlığa kavuştuğunu görenler vadiye ve Geryones’e tanrısal bir gözle bakmaya başlamışlar. Böylece Geryones Vadisi’nin sağlık ve güç simgesi olan “Geryones” adlı ejderha, aynı zamanda yöredekilerin de koruyucu tanrısı konumuna yükselmiş. İNSANLARIN HAYATTA KALMALARINI SAĞLAYAN DA GERYONES VADİSİNDEKİ SUDUR. Zaman geçmiş,gün gelmiş,yörede bir salgın hastalık başlamış. İnsanlar bir bir dökülmeye,ölmeye başlamışlar. Vadinin sularından içirilen insanlar kurtulmaya başlamış. Yörede yaşayanlar,yaşlı kahine gitmiş,nedenini sormuşlar.O da onara tek bir cümle söylemiş: “İnsanların hayatta kalmalarını sağlayan da Geryones Vadisindeki bu sudur.” Demiş. Kahin demiş ama suyu getirip hastalara verebilecek güç ise yokmuş. Bunun üzerine bütün yöre halkı bir araya gelmiş, bu Geryones adlı ejderha’dan kurtulmanın yollarını düşünmeye başlamışlar.Sonunda yine karşı vadide yaşayan yaşlı kahine gitmekten başka çarelerinin kalmadığını görmüşler.Kendi aralarında toplanmış,birkaç kişi seçmiş Yaşlı Kahin’e göndermişler.Gelenler,yaşlı kahine durumu anlatmışlar.Yaşlı kahin biraz düşünmüş,sonra gelenlere dönüp: “Siz bu ejderi çok zor öldürürsünüz.Önce ona sığırlar,av hayvanları ve yiyecekler vermeniz gerekmektedir.O bunları yemekle meşgul olurken sizlerin onu haklamanız gerekir.Haa,Ejderhayı öldürmek öyle kolay bir iş değil.Önce bilinmesi gereken önemli bir nokta var.Ejderha yer altının güçleri tarafından büyülenmiştir.Kolayca ölmez.Boynunda bir noktası var.Ancak orayı üç kez kesebilirseniz öldürebilirsiniz.Yoksa kafasını kesseniz bile kafa yeniden çıkar,yeniden saldırır.Kesik yeri üç kez teker teker kesmeniz gerekecek.”demiş. Yaşlı Kahin bunu söyledikten sonra Vadide yaşayanlar sessizce oradan çekilmiş,yaşadıkları yere dönmüş, düşünmeye başlamışlar. Önce Vadinin güçlü, kuvvetli , bileği güç bükülür yiğitlerini toplamışlar.Bir savaş düzeni içinde çalışmışlar.Günlerce ejderi uzaktan izlemişler,onun geçtiği yerleri ve bıraktığı izleri bellemişler. EJDERHAYI ÖLDÜRMEK ÖYLE KOLAY BİR İŞ DEĞİL. Sonra,ejderi çeşitli avlarla içlere doğru çekip onun boyunu aşacak bir derin kuyu kazımışlar.Kuyunun üzerini ince dal parçacıklarıyla kaplamış,kuyunun hemen başına da kocaman bir sığırı ağaca bağlamışlar.Ardından ellerine sivri uçlu mızraklarını almış,her biri bir köşeye sinmişler. Ertesi gün , yeri göğü çınlatarak gelen ejderin açlık sesi çevreyi inletmeye başlamış.Kendisine hazırlanan yolu ve yol başlarındaki avları yiye yiye yoluna devam etmiş. Sonunda hazırlanan tuzağın başına gelmiş. İlerdeki koca sığırı görünce büyük bir çığlık atmış.Sığır bağlı olduğu ağacın dibinde yığılıp kalmış korkudan.Ejder büyük bir iştahla ava ulaşmak için hamle yapınca kendini kuyunun dibinde bulmuş.Çığlıkla kuyuya yuvarlanan ejder çıkmak için kuyunun kenarına doğru sıçramak istemiş ama ilk önce gözlerinden sivri mızrakları yemeye başlamış.Acı dolu çığlıklarla kuyunun kıyısına sıçramış.Tam bu sırada Vadinin yiğitlerinden biri çekip kılıcını ejderin boynunu uçurmuş.Çevreye bir azgın dere gibi kanlar fışkırmaya başlamış.Öyle ki bir anda kuyunun içi dolduğu gibi kan bir dere gibi Vadiden aşağılara doğru akmaya başlamış.O sırada ikinci yiğit gelmiş ikinci kez ejderin toparlanmaya başlanan boynunu kesmiş.Ejderin çığlıkları dağdan kayaları ağaçlarıyla birlikte söküyormuş.Bu kez de yerine yapışan boynunu üçüncü kez üçüncü delikanlı kesmiş. Bu sırada da kuyunun kıyısına yapışan ejderin ayakları açılmış,kafası kuyunun dışında diğer yerleri kuyunun içine yuvarlanmış,üst üste yığılmış bir tepeye dönmüş. “VADİNİN YİĞİTLERİ,GERYONES CANAVARININ BAŞINI UÇURDULAR.ARTIK VADİ VE ŞİFALI SULARI VADİDE YAŞAYAN HERKESİNDİR” Vadinin bütün halkına haber uçmuş: “Vadinin yiğitleri,Geryones Canavarının başını uçurdular.Artık vadi ve şifalı suları vadide yaşayan herkesindir” Günlerce Geryones canavarının başını ve gövdesini görmeye gelenler çevreye doluşmuş. Artık yöredeki hastalar,güçsüzler,yaşlılar bir bir sıcak hamamlara gelmeye başlamışlar. Vadinin gençleri Geryones’in çevredeki pisliklerini ve dağınıklığını temizlemişle.Vadinin Gölü olan yere insanların içine girebilecekleri havuzlar,soyunacakları ve yatacakları mekanlar yapmışlar.Tümünü mermerlerden bir sırma gibi işlemişler. Üstelik yeraltının derinliklerinden kendilerine uzatılan bu sağlık,şifa ve gençlik kaynağına da saygı ve bağlılık gösterip onu bir inanç sembolü olarak işlemişler. İNSANLAR SAĞLIK,ŞİFA VE GENÇLİK KAYNAĞINA SAYGI VE BAĞLILIK GÖSTERİP ONU İNANÇ SİMGESİ HALİNE GETİRMİŞLER Derler ki ; Vadide yaşayanlar,bu olaydan sonra yaşlı kahine tekrar gitmişler. Vadi halkı ona teşekkür etmek istemiş. Bu sırada ,yaşlı kahini yatağında ölmek üzere olduğunu görmüşler.Yaşlı kahin gelenleri görünce eliyle işaret edip çağırmış: “Bu ejder bedeninde yeraltının büyülü gücünü taşıyordu.Ona ilk öldürücü darbeyi vuran gence bu güç geçmiştir.Bu genç ise bin yılda bir gelen bir insandır.İnsanların en güçlüsü,en kudretlisi olacaktır.O sizlere baş olacak.Varın gidin bu kaynaklara sahip olun.Bu kutsal mekanı boş bırakmayın.”demiş ve oracıkta ölmüş. HER BİN YILDA BİR YİĞİT GELİR,ÇEVREYİ KORUR,DÜZENLER VE UZUN BİR SÜRE ADIYLA EN YÜCE BİR MERTEBEYE ÇIKAR Denir ki ; o günden sonra, her bin yılda bir yiğit gelir,çevreyi korur,düzenler ve uzun bir süre adıyla en yüce bir mertebeye çıkar , sonraki bin yılda , bir başkası gelene kadar zamana hükmeder.
-
ATATÜRK VE YÜRÜYEN KÖŞKÜ Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, tarımda modern teknikleri kullanılması, çevre üreticilere örnek olması ve onların nitelikli fidan, fide, damızlık ihtiyaçlarının karşılanması için kişisel mülki olan Yalova’nın doğusundaki ‘Millet Çiftliği’ni bu amaca uygun olarak düzenletmiştir. Çiftlik içinde, deniz kıyısında, ikameti için 1929 yılında bir çınarın yanında iki katlı mütevazi bir köşk yapılmıştır. ‘Yalova Benim Kentim’ diyen Atatürk Yalova ile yakından ilgilenmiştir. Yalova’ya 1936 yılındaki gelişinde Millet Çiftliği’ndeki köşkün pencerelerini zarar vereceği için yanındaki çınarın dalını kesileceğini öğrenir. Ağacın bir dalının bile kesilmesini istemeyen Atatürk köşkün ağaçtan uzaklaştırılmasını ister. Görev İstanbul Belediyesi Fen İşleri Yollar-Köprüler Şubesi’ne verilir. Sorumlu baş mühendis Ali Nuri (ALNAR) binanın temellerini açtırır. Temellerin altına zor ve çok yavaş ta olsa raylar döşenir. Bina rayların üzerinde doğuya doğru 4 m kaydırılır. 11 Ağustos 1936 günü yapılan bu işlemi yanında bulunan kız kardeşi Makbule (ATADAN) Hanım, Affet (İNAN) Hanım, Yunus Nadi (ABALIOĞLU), Muhafız K. İsmail Hakkı (TEKÇE), Yaver B.N.B. Nasuhi Bey ve diğer ilgililerle baştan sona izler. Atatürk 11 Haziran 1937’de şahsına ait bütün taşınamaz mallar gibi bu Köşkü de Türk Milletine bağışlar. Diğer tüm köşkler gibi ‘Yürüyen Köşk’de halen müze olarak korunmaktadır. Atatürk’ün bir dalının bile kesilmesini istemediği Ulu Çınar ve yanındaki köşk, ağaç sevgisi ve çevre bilincinin de bir anıtı olarak ziyaretçilerini beklemektedir.Yürüyen Köşk ‘Atatürk bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü’ arazisi içindedir ve Enstitü Atatürk’ün 1920'li yıllarda gösterdiği Türk Tarımın ileri tekniklerle donatılması amacı doğrultusunda bilim, hizmet ve nitelikli materyal üretim amaçlı hizmetlerini sürdürmektedir. Resimlerle Yürüyen Köşk >>>> Yürüyen Köşk'ün İçi
-
Yalova Doğal Güzellikleri Yalova il toprakları İzmit Körfezi ile Gemlik Körfezi arasında Marmara Denizi’ne çıkıntı yapan Armutlu Yarımadası’nın batı ucunda kurulmuştur. İl toprakları Bozburun’dan Karamürsel yakınlarına kadar uzanmaktadır. Bu toprakları Samanlı Dağları engebelendirmektedir. Armutlu’nun doğusundaki Daz Dağı ilin en yüksek noktası olup, 921 m. yüksekliktedir. İl toprakları akarsu vadileri ile bölünmüştür. Bu akarsuların ağızları, dar kıyı şeritleri küçük ovalar meydana getirmiştir. Buradan kaynaklanan suların başında Kocadere, Karpuz (Teşvikiye), Laledere, Sarısu, Safran ve Sellimandıra (Samanlı) dereleri gelmektedir. Bütün bu akarsular sularını Marmara Denizi’ne döker. İl topraklarında Çınarcık ilçesinin Kocadere Köyü yakınlarında Dipsiz Göl bulunmaktadır. Bu göl ilin tek gölüdür. İlin su gereksinimini ise Sellimandıra deresi üzerinde kurulan Gökçe Baraj Gölü sağlamaktadır. İl topraklarının yarısı ormanlarla kaplıdır. Özellikle kıyıların arkasındaki yamaçlar makilerle kaplıdır ve yer yer de meyve bahçeleri bulunmaktadır. Bu bitki örtüsü yüksek kesimlerde kestane, meşe, kayın ve ıhlamur ormanlarına dönüşmektedir. DELMECE YAYLASI Yalova’nın önemli yaylalarından Kocadere ile Teşvikiye’nin güneyinde Erikli ve Delmece yaylaları bulunmaktadır. Bu yaylalar çam, meşe, kestane ve ıhlamur ağaçları ile kaplıdır. ÜVEZ PINARI VE SUDÜŞEN ŞELALESİ Yalova ili Termal ilçesinde Termal Kaplıcalarına 500 m. uzaklıkta olan Üvez Pınar Köyü ilin önemli bir turizm merkezidir. Üvezpınar Köyü’nden 8 km. uzaklıkta bulunan Sudüşen Şelalesinin çevresi mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda bu şelale ve çevresi doğal güzellikleri yönünden ün yapmıştır. Şelale çevresinde trekking (doğa yürüyüşü) parkuru bulunmaktadır. Ayrıca yörede oldukça gelişmiş turizm tesisleri bulunmaktadır. GÖKÇEDERE Yalova ili Termal ilçesinde vadi içerisinde bulunan Gökçedere’de turistik tesisler olup, ilin turizm merkezlerinden biridir. Bu tesislere kaplıcalardan sular getirilmiştir. HASAN BABA MESİRE YERİ Yalova ili Termal ve Çınarcık ilçeleri arasında ve Çınarcık sırtlarında bulunan Hasan Baba Piknik ve mesire yeri geniş bir alana yayılmış olup, meşe, kestane ve ıhlamur ağaçlarıyla kaplıdır. Ayrıca bu alanda doğal ortamda Geyik koruma alanı bulunmaktadır. Hasan Baba Mesire Yerinde bazı turistik tesisler vardır. KUM PLAJI Yalova ili Çınarcık-Esenköy arası doğal plaj alanıdır. Bu alan İstanbul başta olmak üzere Yalova ve Bursa’nın önemli bir sayfiye merkezidir. Çınarcık il merkezi Yalova’ya 16 km. uzaklıkta olup, Bursa, Armutlu ve Marmara Denizi ile çevrili ilin önemli bir mesiresidir. NİYET KEMERİ VE AYAK SUYU (Termal) Yalova ili Termal ilçesinde bulunan su yolunun (kemer) ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Tarihçi Zonaras bu kemerin varlığına değinmiş ve Niyet Kemeri olarak tanındığını ileri sürmüştür. Günümüze iyi bir durumda gelen bu su kemeri kesme taştan yuvarlak tonozla üzeri örtülmüştür. Bu kemerin altından akan sıcak suyun bazı hastalıklara iyi geldiğine inanılmıştır. Bunların başında da romatizma, mantar ve çıban gibi deri hastalıkları gelmektedir. KARACA ARBORETUMU (Merkez) TEMA Vakfı kurucusu olan Hayrettin Karaca tarafından 1980 yılında kurulmuştur. Yalova-Termal karayolu üzerinde, İl merkezine 5 km uzaklıkta Samanlı köyü içerisinde bulunmaktadır. Peyzaj ağırlıklı, koleksiyon bir arboretum karakterinde olup,135.000 m2. lik bir alanda kurulmuştur. İçerisinde kaya bahçeleri, bitki bahçeleri, iris bahçeleri, gül bahçeleri, minyatür bitkiler, Türkiye doğumlu bonsai bitki koleksiyonları bulunmaktadır. Başta Türkiye olmak üzere, Asya, Avrupa, Afrika, Amerika, Avustralya kıtaları ve Yeni Zelanda'dan bitki örnekleri yanında, Türkiye'nin endemik bitki örnekleri mevcuttur. Arboretum içerisinde yaklaşık 5 bin odunsu, bir o kadarda otsu rizomlu ve soğanlı bitki bulunmaktadır. Pazar günleri 13.00-18.00 saatleri arasında ziyarete açıktır.