-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
MÜZİK KÜLTÜRÜ Ordu insanı bölgenin de yapısından kaynaklanan özelliği ile son derece coşkulu, duygulu, hassas ruhlu, sevecen, esprili ve sıcakkanlı bir yapıya sahiptir. Anadolu’muzun diğer yörelerinde olduğu gibi sevincini, kederini, duygu ve düşüncelerini, hasretini, aşkını ve doğaya karşı olan tutkusunu hep türkülere dökmüştür. Genelde Ordu insanının kültür ve sanata olan yeteneği nedeniyle bu dalda ( Türkü) yetiştiren illerden biri olmuştur. İlimizde kurulan Ordu Belediyesi Konservatuar Müdürlüğü'nde tiyatro, Türk halk müziği, Türk sanat müziği ve halkoyunları bölümlerinden kurslar verilmektedir. Halk Müziği ve Halk Oyunları Ordu yöresi Orta Karadeniz Bölgesi içinde geleneksel halk müziği bakımından zengin bir kültüre sahiptir. Ordu ilinin genel müzik yapısı incelendiği zaman, diğer yöre kültürlerinin etkisinde kaldığı görülmüştür. Genellikle Tokat, Sivas ve hatta Orta Anadolu’dan Yozgat ve kayseri’ye kadar uzanan bir kültür alışverişinin olduğu görülmektedir. Bu nedenle Ordu ilinin geleneksel halk müziği açısından zengin bir yapısı olduğu görülmektedir. Bu durum da Ordu ilinin diğer yörelere nasip olmayacak bir kültürel zenginliğe sahip olması sonucunu doğurmuştur. Bu zenginliklerin başında geleneksel halk müziğinde icra edilen türküler gelmektedir. Bu türkülerden belli başlıları Efilo havaları, Fingil havaları, Sürmeliler, Kol Bastı havaları, Zeybekler ve Bozlaklardır. Yöre türküleri daha çok mahalli sanatçılar tarafından icra edilmekle birlikte, yeni derlenen bir çok türkü THM repertuar İnceleme Kurulları tarafından incelenerek Türk halk Müziği Repertuarına kazandırılmıştır. Ordu yöresinin geleneksel halk müziği yapısı incelendiğinde, farklı karakterde birbirinden bağımsız olmakla birlikte birbirinden kopmayan sürekli beraber icra edilen bir müzik kültürünün karşımıza çıktığı görülmektedir. Yapılan inceleme ve alan araştırmalarında elde edilen bilgiler sonucunda Ordu ilinin geleneksel halk müziği başlıca üç ana bölgeye ayrılmakta ve bu bölgeler içerisinde farklı karakterlerde icra edilmektedir. Bu üç ana bölge içerisinde okunan türküler seyir ve makam olarak birbirine uzak mesafededir. Bu bölgelerin musıkî karakterleri başlıca; sahil kesim, orta kesim ve iç kesim olarak üç bölgeye ayırmak mümkündür. Sahil Kesim: Bu kesimde genellikle “ Sürmeli Havaları ve Zeybek ve Eşkıya Havaları” çalınıp söylenmektedir. Bu kesimde okunan türkülerle civar illerde okunan türküler karakter ve yapı olarak birbirleriyle icra yönünden benzerlikler göstermekle birlikte, ortak icra edilen türkülerin de olduğu görülmektedir. Ege Bölgesinde türkülerinde görülen ve zeybek türküleri olarak da bilinen efe türkülerinden ya da benzerlerinden bazılarını Ordu ilimizde görmek mümkündür. Ortak Kesim: Orta kesimde diğer kesimlerden farklı olarak, Fingil Çeşitlemeleri adıyla bilinen kıvrak ve oynak havalar, türküler okunmakta ve çalınmaktadır. Fingil Havaları: Fingil havaları genellikle hareketli ve kıvrak tarzda okunan, oyunları olan havalara denir. Fingil havaları daha çok yirmili yaşlardaki gençlerin söyledikleri ve “sokak başı havaları” olarak ta bilinmektedir. Sokak başı meyhane Asmadandır gapısı Ben gözüme aldırdım On beş sene mapusu … gibi türküler örnek olarak verilebilir İç Kesim: Ordu ilinin Sahil ve Orta kesiminde okunan türküler karakter ve seyir açısında farklılıklar gösterir. İç Kesim diye tabir edilen ve Orta Anadolu Bölümü ve bu bölgeye yakın kesimlerde söylenen türküleri tanımlamak için söylenir. Bu bölümde okunan türkülerde Tokat, Reşadiye, Niksar, Almus türkülerinin etkileri, yöre türkülerinde kendini gösterir. Bozlak Havaları Genellikle Orta Anadolu’ya yakın kesimlerde, bu tarz havalar olmasına rağmen çok fazla örnekleri bulunmamaktadır. Bu tarz türkülerin ezgi ve ritimsel özelliklerinde Orta Anadolu Bölgesinde bulunan bazı illerin genel müzik karakterlerinden esintiler bulmak mümkündür. Bu tarz türkülere verilebilecek en önemli örnek “Ova Garibi” adıyla bilinen ve söylenen türküdür. Genellikle kırık hava ile başlayan ve daha sonra uzun havaya dönen yapısı vardır. Bu türkü yörenin geleneksel halk müziği karakterine benzemese de yöre halkı tarafından benimsenerek geleneksel türkülerinin içerisine katmıştır. Türkünün asıl adı “Uva Garibi” ve sözleri Aşık Garip’e aittir. Ordu ilinde ova bulunmamasına karşın türkünün sözlerinin yerel ağız ile söylenişiyle değişime uğramış ve anlam değişikliği olmuştur. Uva kelimesinin anlamı; ulaşılması zor, imkânsız veya şehir hayatından uzak ve dağlık yerlerde yaşamış insanları tanımlamak için kullanılan bir kelimedir. Ordu ilinin geleneksel halk müziği içerisinde seyreden ancak; hiçbir bölgeye ait olmayan havalar bulunmaktadır. Bu havalar “Kol Bastı veya Kolcu Havaları” , “Yol Havaları” bu tarz havalar genellikle iç kesimle orta kesim arasında kalan yerlerde daha çok okunmakla birlikte; bu tür havalar bazen sahil kesiminde de duymak mümkündür. Kol Bastı (Kolcu) Havaları Yapılan araştırmalar sonucunda Kol bastı veya Kolcu Havaları’nın iki türlü anlatımla ortaya çıktığı söylenmektedir. Birinci rivayete göre: Yörenin ormanlık alanının koyup kollanması amacıyla devlet tarafından görevli memurlara halk tarafından korucu anlamına gelen “kolcu” adını takmışlardır. Korucuların geldiğini haber vermek amacıylada halk tarafından bir gözcü görevlendirilirmiş. Gözcüler korucular geldiğini arkadaşlarına duyurmak için türküler söyler ve arkadaşlarına bir çeşit gizli mesaj iletirmiş. İkinci rivayete göre ise; Cumhuriyetin ilk yıllarında veya daha öncesinde gençlerin rahatça türkü söyleyip eğlenmek için daha çok ormanlık alanları, bağ evleri tercih ederlerdi. Bir çeşit “oturak âlemleri” olarak nitelendirilecek bu etkinlikler “kolcular” tarafından basıldıkları için “Kol Bastı Havaları” olarak isimlendirilmiştir. Bu tür havalara örnek olarak: Dere boyu kavaklar Açtı yeşil yapraklar Ben sana doyamadım Doysun gara topraklar Hadi gülüm yandan yandan yandan Biz korkmayız ondan bundan veya Yaylanın çimeninde Kuzu yayılır kuzu Günde bu gün ki gündür Sallan yosmanın kızı, oyna yosmanın kızı Aman gizi çeçen gızı Sen allar giy ben gırmızı Çıkalım dağlar başına Sen gül topla ben nergizi İmece Türküleri Genellikle iş türküleri olarak ta bilinmektedir. Bu tür türküler; tarlada, bağda, bahçede çalışan genç kız ve oğlanların çalışma sırasında birbirlerine atmış oldukları manilerin zamanla ezgiye dönüştüğü türkülerdir. Karadeniz Bölgesinin ve Ordu’nun arazi yapısı gereği köyler karşılıklı yamaçlarda kurumuştur. Karşı yamaçtan bir imeci bir başka yamaçtaki imeci kızı seyrediyor ve beğenerek maniler, türküler sıralar. Bu şekilde karşılıklı atışmalar imeci türkülerinin ortaya çıkmasını sağlar. Bir imeci türküsüne örnek olarak: İmeciler geliyor Eli gara gazmalı Ben yarimi tanıdım Başı sarı yazmalı Açma da Amman kapıları esmesin yeller Pencereden kaçta gel duymasın eller. Ordu Türkülerinde Görülen Makamsal ve Ritimsel Özellikler Ordu ili ve civarındaki yerlerde okunan türküler genellikle 9/8, 2/4, 9/16’lık ritimler içerisinde seyretmekle birlikte, bazı türkülerin giriş kısımlarında serbest ritimle okunan bölümlerde bulunmaktadır.(Uva veya Ova Garibi) Yöre türkülerinin makamsal seyirlerine bakıldığı zaman Türk Halk Müziğinde “Müstezad Ayağı” adıyla bilinen ancak Klasik Türk Sanat Müziğinde ise; tam karşılığı olmasa bile “çergah” ve “rast” dizisine benzeyen “Do” kararlı diziler oldukları görülmektedir. Türkü dizilerinin aldığı arızaların hemen hemen hepsi; Mi, Mi bemol, Fa, Fa diyez, natürel Do ve Sibemol arızalarıdır. Bu arızaların yanında natürel seslerle icra edilen türküler de bulunmaktadır. Efilo Havaları İlk etapta “Efilo” kelimesinin çıkış noktası ve kelimenin anlamına baktığımızda karşımıza iki sonuç çıkmaktadır. Yöre kültürünü araştırmış uzman kişi sanatçı ve kaynak kişilere göre;Efilo denildiği zaman, (O) lakap sonundaki “….oğlu” kelimesinin kısaltılmışı hali olarak kullanıldığı sonucuna varılmaktadır. Karadeniz bölgesini özellikle de Ordu, Giresun, Tokat illeri ve çıvarında çeşitli sülalelere mensup olan kişilere lakaplarıyla hitap edilmektedir. Mesela; Mehmetoğlu’nun yerine “oğlu” kısmı yerine kısaca “O” kullanılmış ve “Mehmedo” biçiminde söylenmiştir. EFİL AĞA çeşitli yörelerden öğrenmiş olduğu mani dörtlüklerinin üzerine bizzat kendisi tarafından bestelenen ezgi kalıplarını döşeyerek türkülere kendi adını vermiştir. Yörede okunan bu tarz türkülere “EFİLO HAVALARI” da denmesine rağmen “Yüksek Havalar” olarak ta isimlendirilmektedir. Böyle denmesini en büyük sebeplerinden birisi de, türkülerin dik seslerde okunmasıdır.
-
ORDU YEMEKLERİ HAMSİ YEMEKLERİ İçli Tava: Malzemesi: 1 kg hamsi,1/2 kg pirinç.100gr kuru üzüm.5 baş orta büyüklükte soğan. İç fıstığı, maydanoz, tuz, karabiber, nane, zeytinyağı Yapılışı: Hamsiler ayıklanarak kılçıkları çıkarılır. Yıkanır ve tuzlanır. Bir tencereye yağ konur. Önce iç fıstık, sonra sıra ile kuru üzüm, soğan ve yıkanmış pirinç yağda pembeleşinceye kadar kavrulur. Pirinç seviyesine kadar kaynamış su katılarak tencerenin ağzı kapatılır. Pirinç yarı pişme durumunda iken ateş kısılır. Üzerine yağ dökülür. Karabiber. Nane ve maydanoz ilave edilir. İç pilav dinlendirmeye bırakılır. Yağlanmış tepsiye hamsiler açılarak sırt kısmı yere gelecek şekilde dizilir. Tepsinin kenarına da hamsiler düzgün bir şekilde yerleştirilir. Hazırlanan iç pilavı tepsiye dökülür. Kaşıkla düzeltilir. Kenarındaki hamsiler pilavın üzerine kapatılır. Ayrıca pilavın üst kısmı tamamen kapanacak şekilde hamsiler dizilir. Üzerine yağ gezdirilir. Kızgın fırında hamsiler kızarıncaya kadar pişirilir. Hamsi Buğulama: Malzemesi: 1 kg hamsi,3 baş orta büyüklükte soğan,1 çay bardağı zeytinyağı,1 limon, tuz, karabiber, maydanoz. Yapılışı: Hamsiler ayıklanarak kılçıkları çıkarılır. Tepsiye dizilir. İnçe doğranmış soğan, halkalar halinde kesilmiş limon, maydanoz, karabiber ve tuz hamsinin üzerine serilir. Tepsinin ağzı kapakla örtülür. Bir sure piştikten sonra sıcak servis yapılır. Hamsi Köftesi: Malzemesi: 1 kg. hamsi,1 yumurta,1 baş orta büyüklükte soğan,1 çorba kaşığı salça,2 yemek kasığı un, bayat ekmek içi. Köfte baharı, maydanoz, sarımsak, tuz Yapılışı: Hamsiler ayıklanarak kılçıkları çıkarılır. Yıkanıp tuzlanır. Üzerine bayat ekmek içi ufalanarak yumurta, salça, un, köfte baharı dövülmüş sarımsak, maydanoz ve rendelenmiş soğan ilave edilir. Hepsi birlikte iyice yoğrulur. Köfte şekli verilip yağda kızartılır. Hamsi Tava: Malzemesi: 1 kg hamsi,1 çay bardağı zeytinyağı, biraz mısır unu, limon, tuz. Yapılışı: Hamsiler ayıklanarak yıkanır ve tuzlanır. Hamsinin iki tarafı da unlanır. Bir tavada yağ kızdırılır. Hamsiler tavaya düzgün bir şekilde yerleştirilir. Hamsiler kızartılır. Tavanın kendi kapağı ile çevrilerek diğer tarafı da aynı şekilde kızartılır servis tabağına alınır üzerine limon sıkılır. SEBZE YEMEKLERİ Mısır Yarmalı Aş Sarması : Malzemesi : 3 bağ kara lahana (pancar), 1 su bardağı mısır yarması, ½ su bardağı bulgur, 4 adet soğan, 1 yemek kaşığı salça, 2 yemek kaşığı tereyağ, 2 yemek kaşığı sıvı yağ, 1 bağ maydanoz, 1 kase süzme yoğurt, 4-5 diş sarımsak, 1-2 adet patates, tuz, kırmızı biber, nane. Yapılışı : Pancar saplarından ayrılır. Kaynayan suda hafif diri kalacak şekilde haşlanır. Soğuk suya alınıp, süzgeçte süzülür. Mısır yarması ılık suda ıslatılır. Soğanlar ince kıyılır. Yağ ile salça hafif pembeleşinceye kadar kavrulur. Ayıklanıp yıkanmış bulgur, mısır yarması ve tuz ilave edilir. 1 bardak sıcak su ilave edilip kısık ateşte pilav gibi çektirilerek pişirilir.İçine maydanoz, ince doğranmış sarımsak ve nane ilave edilip, karıştırılır. Haşlanmış pancarın damarlı tarafı içe gelecek şekilde tabak üzerine serilerek, hazırlanan içten konulur. 2-3 cm eninde küçük sarılır. Tencereye düzgün bir şekilde dizilir. Soğan ve patates dilimleri konulur. Üzerine ağırlık yapması için bir tabak kapatılır. Sıcak su ilave edilir, kalan tereyağ ve sıvıyağ üzerine gezdirilir. Sarımsaklı yoğurt ile servis yapılır.Arzu edilirse üzerine yağda kızdırılmış kırmızı pul biber de konulabilir. Kabak Kavurması : Malzemesi : 1 kg orta boy kara kabak, 1 bağ pırasa veya soğan, maydanoz, 2 adet domates, 3-4 adet domates, 3-4 adet yeşil biber, 1 çay bardağı sıvı yağ, tuz, 1 çay kaşığı pul biber. Yapılışı : Kabağın dışı yıkanıp dilimlenir. Çekirdek yatakları çıkarılır, kibrit çöpünden biraz daha iri doğranıp hafif tuzlanır. 10-15 bekletilir. Sonra saldığı su sıkılıp çok derin olmayan bir tencereye alınır. Üzerine ince doğranmış yeşil pırasa yaprakları veya soğan, yeşil biber küp doğranmış domates, pul biber, tuz ve sıvı yağ konulup kapak kapatılır. Kısık ateşte hafif diri olacak şekilde pişirilir. Üzerine kıyılmış maydanoz koyup harmanlanır. Sıcak veya soğuk servis yapılır. Sakarca Kayganası : Malzemesi : 3 bağ sakarca, 1 yumurta, 4 yemek kaşığı mısır unu, ½ çay bardağı sıvıyağ, tuz. Yapılışı : Sakarcalar temizlenip yıkanır. Kaynayan suda soğan kısımları yumuşayıncaya kadar haşlanır. Suyu süzdürülür, ince doğranır içine yumurta, mısır unu, tuz ilave edilip karıştırılır. Teflon tavada sıvıyağ ile alt üst edilerek kaygana şeklinde kızartılır. Sıcak dilimlenip servis yapılır. Kabak Kayganası: Malzemeler : 1 kg. taze yeşil kabak, 3-4 kaşık mısır unu, 1 yumurta, ½ çay bardağı sıvıyağ ve tuz. Yapılışı : Taze yeşil kabakların dış kısmı yıkanıp dilimlenir. Çekirdek yatakları çıkarılıp temizlenir. Çay kaşığı büyüklüğünde doğranıp tuzlanır. 15-20 dakika bekletilir. Suyu sıkılıp içine yumurta, mısır unu ilave edilip harmanlanır, teflon tavada sıvıyağ ile alt üst kızartılır. Sıcak servis yapılır. Soslu Patlıcan : Malzemesi : 1 kg. patlıcan, 1 su bardağı mısır unu, 4 domates, 6-7 diş sarımsak, 1 fincan sirke, 1 çay bardağı sıvıyağ ve tuz. Yapılışı : Patlıcanlar alacalı soyulur. Boyundan dörde püskül şeklinde ayrılmadan bölünür. Yumuşayıncaya kadar haşlanır. Süzgece alınır. Tavaya sıvıyağ koyulup kızdırılır. Haşlanan patlıcanlar, mısır ununa batırılarak, tavaya düzgünce dizilir. Her tarafı kızartılır. Kızaran patlıcanlar fırına girebilecek bir kaba alınıp, sıra şeklinde dizilir. Domatesler rendelenir az sıvıyağda 3-4 dakika pişirilir, tuz ve sarımsak ilave edilerek sos hazırlanır. Hazırlanan sos patlıcanların üzerine dökülür. Sosun üzerine de 1 fincan sirke gezdirilir. Isıtılmış fırında 5-10 dakika fırınlanır. Taze Bezelye Kayganası: Malzemesi : ½ kg. taze bezelye, 1 yumurta, 2-3 kaşık mısır unu, 1 çay bardağı sıvıyağ. Yapılışı : Bezelyenin iplikleri ayıklanır. Kaynayan tuzlu suda haşlanıp süzülür. Üzerine soğuk su dökülür. Derince bir kaba 2-3 kaşık mısır unu konur, yumurta ilave edilir. Bezelye eklenip iyice karıştırılır. Kızdırılmış tavaya sıvıyağ konur. Bezelyeler tavaya boşaltılıp iyice bastırılır. Alt-üst kızartılır. Pezik (Pazı) Mücveri : Malzemeler : 2 bağ pezik (pazı), 2 adet soğan, 2 fincan pirinç, 2 adet yumurta, 2 yemek kaşığı un, 1 çay bardağı sıvıyağ, tuz-karabiber-nane. Yapılışı : Pezikler ayıklanıp yıkanır, ince doğranıp haşlanır (sapları yumuşayıncaya kadar). Süzülür, üzerine biraz soğuk su gezdirilir. Pirinç üzerini örtecek kadar su ile haşlanıp suyu çektirilir. Haşlanan pezikler avuç içinde sıkılarak derince bir kaba alınır. İçine haşlanmış pirinç, un, yumurta, tuz, karabiber, ince doğranmış soğan ve nane ilave edilip iyice karıştırılır. Tavaya bir miktar sıvıyağ koyulup, kızdırılır. Hazırlanan iç tavaya ince bir şekilde (1 cm) yayılır. Kızartma işlemi yaparken tava yaş yavaş sallanmalıdır. Bir tarafı kızarınca bir tabak yardımı ile alt üst edilerek diğer taraf kızartılır. Hafifi soğuduğunda dilimlere ayrılarak servis edilir.(bu ölçüdeki malzemelerle 2-3 tava hazırlanabilinir. Sakarca Kayganası : Malzemeler : 3 bağ sakarca, 1 yumurta, 4 yemek kaşığı (100 gr) mısır unu, ½ çay bardağı sıvıyağ, tuz. Yapılışı : Sakarcalar temizlenip yıkanır. Kaynayan suda soğan kısımları yumuşayıncaya kadar haşlanır. Suyu süzdürülür, ince doğranır. İçerisine yumurta, mısır unu, tuz ilave edilip karıştırılır. Teflon tavada sıvıyağ ile alt üst edilerek kaygana şeklinde kızartılır. Sıcak dilimlenip servis edilir. Not : Sakarca Ordu yöresinde yetişen fındıktan küçük soğanı ile üst kısmında yeşil iğne yaprakları olan yaban bir bitkidir. İlkbahar ve sonbaharda, tarla ve bahçelerde kendiliğinden yetişir. Keşkek (Gendeme) : Malzemeler : 2 kg. keşkeklik buğday, 1,5 kg. tavuk, 500 gr. kuru fasulye, 200gr. tereyağı, tuz. Yapılışı : Keşkeklik buğday ayıklanıp, fasulye ile beraber akşamdan ılık suyla ıslatılır. Tavuk temizlenip geniş bir tencereye konur. Üzerine buğday ve fasulye konup yeteri kadar su ile kısık ateşte pişirilmeye bırakılır. Tavuklar pişip kemiklerinden ayrılacak hale gelince, kemikler etinden sıyrılır. Boza kıvamına gelinceye kadar pişirilmeye devam edilir ve tuz ilave edilir. Servis yapılınca tereyağı kızdırılıp üzerinde gezdirilir. Pancar Diblesi: Malzeler : 2 bağ Pancar (kara lahana), 3-4 adet orta boy soğan, 1 fincan sıvıyağ, 1 su bardağı pirinç, tuz-karabiber. Yapılışı : Pancar temizlenip yıkanır. İnce kıyılır, kaynamış suyun içerisine önce rengi kararmaması için tuz ilave edilir. Yıkanmış ve kıyılmış pancar kaynayan suya atılır. Bir taşım kaynadıktan sonra pirinç ilave edilir. Pancar ve pirinç birlikte yumuşayıncaya kadar kaynatılır. Ocaktan alınarak süzgeçten süzülür.Soğumaya bırakılır, diğer tarafta sıvıyağ tencere konulur, ince doğranmış soğanlar pembeleşinceye kadar kavrulur. Suyu iyice süzülmüş pancarlar ilave edilir.Tuz ve karabiber eklenir, karıştırılarak pişirilir. Fasulye Diblesi : Malzeler : 1 kg. taze fasulye, 1 su bardağı pirinç, 2-3 adet soğan, 1 fincan sıvıyağ, 1 yemek kaşığı tereyağı, 1,5 bardak sıcak su, tuz-karabiber. Yapılışı : Fasulyelerin kılçıkları ayıklanıp yıkanır. Yarım cm kalınlıkta doğranır. İnce kıyılmış soğanlarla birlikte sıvıyağ eklenip fasulyeler tencere konur, pişirilmeye bırakılır. Fasulyenin rengi değişince yıkanıp ayıklanan pirinç fasulyenin ortasına konup 1,5 bardak sıcak su ve tuz ilave edilir. 5-10 dakika sonra ezme karıştırılır. Pirinçler uzayıncaya kadar pişirilir, piştiğinde suyunun tamamen çekmesi gerekir. Suyu çektiği halde pişmediyse biraz daha sıcak su ilave edilir. Karabiber eklenip, üzerine tereyağı kızdırılarak dökülür. Tencerenin kapağı bir süre açık tutulur (sararmaması için) ılık olarak servis yapılır. Galdirik Kavurması : Malzemeler: 1 bağ galdirik, 3-4 adet yeşil veya kuru soğan, yarım demet maydanoz, yarım çay bardağı sıvı yağ, 1 yumurta, pulbiber, tuz. Yapılışı : Galdirik temizlenip yıkanır, ince doğranır, tuzlu kaynar suda haşlanır. Üzerinden soğuk su geçirilir. Bir tencereye sıvı yağ konur. Doğranmış soğanlar pembeleşinceye kadar kavrulur. Pulbiber ilave edilip galdirik eklenir ve karıştırılarak kavrulur. Kıyılmış maydanoz, çırpılmış yumurta eklenip servisi yapılır. Not: Ordu’da yetişen bir bitkidir.Galdirip saplı, yeşil yapraklı bir bitki olup, ilkbahar ve yaz aylarında yetişir. Sadece gövde kısmı yenir. Fırın Fasulyesi : Malzemeler : 1 avuç dolusu fırın fasulyesi, 50-100 gr. az yağlı kıyma veya kuşbaşı dana eti, 2 adet kuru soğan, 2 adet domates, 1 kahve fincanı bulgur veya pirinç, 2 yemek kaşığı tereyağı, tuz-pulbiber. Yapılışı : Fasulye haşlanır, doğranmış soğan tencereye konur, et ilave edilip kavrulur. Küp doğranmış domates yada salça ilave edilir. Yeterince su konur ve kaynatılır. Haşlanmış olan fasulye karışıma eklenir ve pişirilmeye bırakılır. Pişmesine yakın pirinç veya bulgur ilave edilir. Not : Eylül-Ekim aylarında, taze fasulyeler kılçıkları temizlenip, taşfırında kurutulur. Etli Pancar Sarması : Malzemeler : 3 bağ pancar (kara lahana), yarım kg. dana kıyma, 4 adet soğan, 1su bardağı pirinç, 1 yemek kaşığı tereyağ, 1 fincan sıvıyağ, yarım demet maydanoz, 1 yemek kaşığı salça, tuz-karabiber. Yapılışı : Pancar saplarından ayrılır, kaynar suda hafif diri kalacak şekilde haşlanır ve soğuk suya alınıp süzülür. Ayrı bir kapta kıyma ince kıyılmış soğan, yıkanmış pirinç, maydanoz, salça, tuz ve karabiber ve biraz su ilave edilip yoğrulur. Pancarın damarlı tarafı içe gelecek şekilde düz tabağa yayılır, hazırlanan iç arasına koyulur 2-3 cm eninde küçük sarılır. Tencereye düzgün şekilde dizilir, kalan salça sıcak suda ezilir, dolmanın üzerine ilave edilir. Dağılmaması için dolmaların üzerine tabak kapatılır. Kaynamaya bırakılır, üzerine tereyağı ve sıvı yağ ilave edilir. Suyu çekerse sıcak su ilave edilerek pişirilir. Pişme suyu yarı yarıya kalması gerekir. Pancar Döşemesi : Malzemesi : 2 bağ pancar (kara lahana), 2 adet soğan, 1 çay bardağı pirinç veya bulgur, 250 gr. dana kıyma veya kemikli et, 1 yemek kaşığı salça, 1 yemek kaşığı tereyağı, 1 fincan sıvıyağ, 2-3 adet acı biber, tuz. Yapılışı: Pancarlar ayıklanıp yıkanır ve ince doğranır, kaynayan suya atılarak 2-3 dakika haşlanır. Süzgece alınır, soğanlar ince doğranır, kıyma ile kavrulur. Haşlanmış pancarlar bu karışıma eklenip karıştırılır, üzerine sıcak su konulup harlı ateşte pişmeye bırakılır. Ayıklanıp yıkanmış pirinç veya bulgur ve acı biber ilave edilerek pişirilir. Not Bu çorba, taneli çorba kıvamından biraz daha koyu olmalı. ÇORBALAR Pancar Çorbası (Karalahana): Malzemesi:1 bağ pancar,1,5 su bardağı fasulye,1 baş soğan,1 tane acı biber, 1 su bardağı mısır unu,2 kaşık yağ, yeteri kadar tuz Yapılışı: Pancar temizlenip yıkanır. İnçe inçe doğranır. Bir tencerede yağ eritilir. İncecik doğranmış soğanlar bu yağda pepeleşinceye kadar kavrulur. Pancarın yeşil rengini koruması için kaynayan suya önce tuz atılır. Sonra doğranmış pancar ile önceden haşlanmış fasulye katılır. (Fasulye yerine mevsimine göre, posul, mısır yağması, bulgur, pirinç de katılabilir).Birlikte epeyce kaynadıktan sonra elenmiş mısır unu bir elle kaynayan yemeğin içine azar azar dökülür. Diğer elle tahta kaşıkla topaklaşmaması için devamlı karıştırılır. Yemek ocaktan indirilmeye yakın bir parça acı biber ilave edilir. Arzuya göre iç yağı bir tavada yakılarak yemeğin üzerine gezdirilir. Daha sonra servis yapılır. Mısır Çorbası: Yapılışı: Akşamdan suya bırakılan kırık mısır ve fasulye, sabahleyin haşlanır. Bir tencereye su konularak kaynatılır. Hazırlanan malzemeler kaynayan suya katılır. Piştikten sonra dinlemeye bırakılır. Ayrı bir kapta hazırlanan ayranın içine pişmiş kırma ve fasulye karışımı konulur. Servis yapılacağı sırada yağ eritilerek yemeğin üzerine dökülür. Nane ve tuz ilave edilir. Kabak Çorbası: Malzemesi: Yarım kilo kış kabağı (Çil kabağı),250gr.beyaz fasulye,1 kaşık tereyağı, 1 kaşık tuz, salça maydanoz. Yapılışı: Kabağı dış kabukları soyularak kare şeklinde doğranır. Bir tencerede yağ eritilir. Salça ilave edilir. Daha sonra hazırlanan kabak ile önceden haşlanmış fasulye tencereye konularak karıştırılır. Birlikte kavrulur. Belli bir miktar su katılır ve kaynatılır. Pişmesine yakın tuz ilave edilir. Piştikten sonra üzerine maydanoz doğranır, ateşten alınarak sıcak servis yapılır. Isırgan Çorbası: Malzemesi : ½ kg. Isırgan, 1 adet kuru soğan, 1 tutam yaş veya kuru nane, 3 diş kuru veya yeşil sarımsak, 1 çorba kaşığı tereyağ, 2-3 çorba kaşığı mısır unu, 2 çorba kaşığı salça, ½ su bardağı bulgur veya pirinç, 1 tutam yeşil pırasa yaprağı, 1 tutam pezik, 2 adet acı biber, su (miktarı çorba kıvamı) Yapılışı : Isırgan, pezik, pırasa ince ince doğranıp kaynar suya eklenir. 2 adet kırmızı biber konulur. İyice kaynayınca un ilave edilir. İnmesine yakın nanesi doğranır. Piştikten sonra ince ince doğranmış sarımsak ve soğan tereyağında salça ile birlikte kızdırılır. Bu sos çorbanın içine dökülüp, bir taşım daha kaynatılıp ocaktan alınır HAMUR İŞLERİ Su Böreği: Malzemesi: 5 yumurta,1 bardak süt,1 çay kaşığı tuz, yeterince peynir, maydanoz, zeytinyağı veya tereyağı, alabildiğine un Yapılışı: Malzemelerin hepi birlikte karıştırılarak hamur haline getirilir. Küçük küçük parçalara ayrılır. Yufka niteliğinde açılarak temiz bir bez üzerine serilir. Bir tencerede su kaynatılır. Tuz ilave edilir. Ayrı bir kaba soğuk su konur. Yine tuz ilave edilir. Yufkalar teker tekere önce kaynamakta olan sıcak suya, sonrada soğuk suya atılır. Suyu süzüldükten sonra yağlanmış tepsiye sıra ile yufka önceden hazırlanmış peynir ve maydanoz karışımı konulur. Yufkaların üzerine eritilmiş tereyağı veya arzuya göre zeytinyağı dökülür. Yer yer bıçak bastırılarak aralarının da pişmesi sağlanır. Kızgın fırında pembeleşinceye kadar pişirilir. Kare şeklinde kesilerek servis yapılır. Yufka Böreği: Malzemesi: Buğday unu, yağ, tuz, su, peynir- maydanoz veya kıyma, soğan, karabiber Yapılışı: Malzemelerin hepsi birlikte kulak memesi yumuşaklığında yoğrulur. Hamur küçük parçalara ayrılır. Yufka şeklinde açılır. Temiz bir bez üzerine yapışmayacak şekilde serilir. Ayrı bir tarafta yufkaları kurutmak için ateş yakılır. Üzerine saç konulur. Açılan yufkalar birer birer sacın üzerinde kurutulur. Soğumaya bırakılır. Börek yapılacağı zaman geniş bir kabın içine ılık su ve tuz konulur. Yufkalar tek tek ıslatılır. Yağlanmış tepsiye dizilir. Arasına arzuya göre hazırlanmış iç peynir –maydanoz veya kıyma –soğan karabiber konulur. Üzerine tekrar ıslatılmış yufkalar serilir. Yağlama işlemi tekrarlanarak fırında pişirilir. Ev Makarnası: Malzemesi: 4 yumurta, buğday unun, su ve tuz Yapılışı: Malzemelerin hepsi birlikte yoğrularak sert bir hamur haline getirilir. Hamurlar iri iri parçalara ayrılır. Yufka şeklinde açılır. Üzerine mısır unu serpilir.5-6 yufka bir araya getirilerek şeritler halinde kesilir. Kesilen yufkalar temiz bir bez üzerine serilerek kurumaya bırakılır. TATLILAR Kabak Tatlısı Malzemesi: 1 kg. kış kabağı,2 bardak toz şeker,1 çay bardağı çekilmiş fındık içi Yapılışı: Kabak dilimlenerek kabukları soyulur. Bir tencereye dizilir. Kabakların üzerini örtecek kadar su konulur. Suyunu çekinceye kadar orta ateşte pişirilir. Daha sonra kabak dilimleri fırın tepsisine yerleştirilerek üzerine şeker serpilir. Fırına sürülür. Pişince fırından alınarak soğumaya bırakılır. Üzerine çekilmiş fındık içi veya ceviz içi serpilir. Servis yapılır. Aşure Malzemesi: 3 su bardağı aşurelik,buğday1,5 su bardağı pirinç,1,5 su bardağı nohut,1,5 su bardağı çekirdeksiz kuru üzüm,5-6 adet incir,3-4 dilim portakal kabuğu,5-6 su bardağı şeker,2-3 avuç fındık veya ceviz içi,5-6 adet kayısı, tarçın, nişasta, nar taneleri,1,5 su bardağı fasulye,1 paket vanilya Yapılışı: Akşamdan buğday ve fasulye ayıklanır. Nohut yıkanır. Ayrı ayrı ıslatılır. Bu malzemeler bir kapta haşlanır. Haşlanan malzemeler bir tencereye konulur. Üzerine su ilave edilir. Bir süre pişirilir. Sonra pirinç, kuru üzüm, incir, vanilya, portakal kabuğu, kayısı sulandırılmış nişasta ve şeker katılarak kaynatılır. Kıvamı koyulaşınca ateşten indirilir. Üzerine fındık veya ceviz içi ile nar taneleri ve tarcın dökülerek servis yapılır. Un Helvası Malzemesi: 1 kg. buğday unu.1 kg şeker, 1 büyük paket margarin, 1,5 su bardağı su Yapılışı: Un yağ ile pembeleşinceye kadar kavrulur. Ayrı bir kapta şeker, soğuk su ile karıştırılarak şerbet hazırlanır. Sonra bu şerbet kavrulmuş unun üzerine yavaş yavaş dökülerek iyice yedirilir. İçine arzu edilirse fındık veya ceviz de ilave edilir. Kaşık kaşık alınarak servis tabağına konulur. EKMEK ÇEŞİTLERİ Mısır Ekmeği: Malzemesi: 1 kg mısır unu, su, tuz Yapılışı: Un elendikten sonra bir kaba konulur. Üzerine bir miktar tuz ilave edilir. Ilık su ile yoğrulur. Yağlanmış tepsiye serilerek fırına sürülür. Kızarıncaya kadar pişirilir. Bileki Ekmeği: Malzemesi: Mısır unu, su, tuz Yapılışı: Elenmiş mısır unu ve tuz ılık su ile hamur haline getirilir. Önceden kızdırılmış bileki taşının içine defneyaprağı dizilir. Hamur buraya dökülerek üzerine tekrar defneyaprağı dizilir. Ağzı ters çevrilmiş sacla kapatılır. Üzerine köz konulur. Kızarınca taştan çıkarılıp soğumaya bırakılır. Saç Ekmeği: Malzemesi: Mısır unu, tuz, su Yapılışı: Mısır unu, su ve tuzla birlikte yoğrulur. Hazırlanan hamur, ateşin üzerindeki un serpilmiş kızgın saçın üzerine serilir. Özel olarak yapılmış ekmek kabağı ile düzeltilir. Kızarıncaya kadar pişirilir. Orta ve yanlardaki boşluklara ayrıca küçük parçalar yamanır (bunlara kılik ve kütür denir).Bir yüzü kızardıktan sonra çevrilir. Pişirilenlerin çiğ kenarları közde eğiş yardımıyla kızartılır. Golit Ekmeği: Malzemesi: Esmer buğday unu, su, tuz Yapılışı: Un, su ve tuz birlikte yoğrularak hamur haline getirilir. Hamurun mayalanması (ekşimesi) beklenir. Ekmek hamuru büyüklüğünde parçalara ayrılır. Bezlere dökülüp dinlendirilir. Bu arada fırın önceden kızdırılır. Bekletilen hamurlar fırında kor haline gelen közün sıcaklığı ile çok az pişirilerek fırından çıkarılır. Fırındaki közün sıcaklığı ile çok az pişirilerek fırından çıkarılır. Fırındaki közün tamamı alınır. Soğumuş ekmek parçalara ayrılır. Tekrar kuruması için fırına konulur. Fırının kendi Sıçaklığında kurutulur. Fırından çıkarılıp ıslatılarak yenir (uzun süre dayanıklıdır) REÇELLER İncir Reçeli: Malzemesi: 1 kilo incir, 2 kilo şeker, limon yâda limon tuzu Yapılışı: İncirler yıkanır. Kabukları soyulur. Bir kaba konularak üzerine şeker dökülür. Bir gece bekletilir. Bu süre içinde incirlerin suyu çıkar. Reçel katı olsun isteniyorsa az, sulu olsun diyorsanız çok su katılır. Ocağa konulur. İyice kaynatılır. Kaynama sırasında oluşan köpükler kaşıkla alınarak atılır. Limon yâda limon tozu ilave edilir. Bir taşım daha kaynatılarak ocaktan indirilir. Üzüm Reçeli: Malzemesi: 1 kilo üzüm,(çekirdeksiz ),2 kilo şeker, limon yâda limon tuzu. Yapılışı: Salkım halindeki üzümler taneler haline getirilip yıkanır. Bir kaba konularak üzerine şeker dökülür. Bir gece bekletilir. Bu süre içinde üzümlerin kendi suyu çıkar. İstenilen miktarda su katılarak ocağa konulur. İyice kaynatılır. Kaynama sırasında oluşan köpükle kaşıkla alınarak atılır. Limon yâda limon tuzu ilave edilir. Bir taşım daha kaynatılarak ocaktan indirilir. Elma Reçeli: Malzemeler: 1 kilo elma, 2 kilo şeker, limon ya da limon tuzu Yapılışı: Elmalar yıkanır. İnce ince dilimler halinde doğranır. Bir kaba konularak üzerine şeker dökülür. Bir gece bekletilir. Bir süre içinde elmaların kendi suyu çıkar. İstenilen miktarda su katılarak ocağa konulur. İyice kaynatılır. Kaynama sırasında oluşan köpükler kaşıkla alınarak atılır. Limon yâda limon tuzu ilave edilir. Bir taşım daha kaynatılarak ocaktan indirilir.
-
COĞRAFİ KONUMU Ordu, kuzeyinde Karadeniz, doğusunda Giresun, batısında Samsun, güneyinde Sivas ve Tokat illeri ile çevrilidir. Konumu 40-41 derece kuzey paralelleri, 37-38 derece doğu meridyenleri arasındadır. Orta ve Doğu Karadeniz bölümlerinde toprakları bulunan bir ildir. Yüzölçümü 5963 km2 dir. YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ Ordu ili genel olarak dağlıktır. Bunlar Canik ve Doğu Karadeniz Dağlarıdır. Kıyıya paralel uzanır. Batıdan doğuya doğru yükseklikleri artan bu dağlar, akarsular tarafından kesilerek derin vadiler veya yaylalar meydana getirmişlerdir. Bu yaylalarda yüksek tepeler bulunur. İlin en yüksek tepesi , 3038 m ile Kırkkızlar Tepesidir. Yaylalar, akarsularla derin bir şekilde yarılmış, parçalanmış, fakat üzerinde düzlüklerin belirgin olarak bulunduğu yeryüzü biçimidir. JEOLOJİK YAPI Ordu ilinin jeolojik yapısını, II. Zamanda oluşan lavlarla, kuzey batı ve güney doğu yönlerinde uzanan volkanik kütleler meydana getirmiştir. Ordu ili toprakları, II. Ve III. Zamanda oluşmuştur. İl topraklarının jeolojik devirlerine ait izler, Aybastı ve Gölköy yöresindeki kömür yataklarında, ilin volkanik dağlarında, Gölköy`ün tektonik çöküntüsüyle sahilin IV. Zamanında oluşan alüvyonlu birikintili düzlük ve ovacıklarda açık olarak gözlenilebilmektedir. İKLİM Ordu`da tipik bir Karadeniz iklimi hakimdir. Kışlar serin, yazlar ılık geçer. Yılın hemen hemen bütün aylarında yağış vardır. Genelde ılıman bir iklim yapısına sahip olmakla, coğrafi yapısı itibarıyla, deniz ve kara olmak üzere iki farklı iklim karakteri gösterir. Kıyıya paralel bir duvar gibi uzanan dağlarla sahil arasında geçiş iklimi görülür. Ölçümlere göre, ensoğuk ay, ocak-şubat aylarıdır. Bu aylarda en düşük sıcaklık sıfırın altına inmekte, 6-7 derece dolaylarında gerçekleşmektedir. İç bölgelerde ensoğuk ay Ocaktır. Bu ayda en düşük sıcaklık -7 dereceye kadar inmektedir. Kıyı bölümünde en sıcak ay Temmuz, Ağustostur. Burada kıştan bahara bilhassa yaza geçiş yavaş bir şekilde meydana gelir. Sonbahar ılık olup kış ortasına kadar sürer.İç kısımlarda sıcaklık düşer. Ocak, Şubat ayları sıcaklıkları, kıyı şeridinde sıfırın altına düşmez. Yükseldikçe ısı azalır:Ulubey`de 1 -2 dereceye,Gölköy ve Mesudiye`de 4 dereceye,Aybastı ve çevresinde -8 dereceye kadar düşer. Yağışlara gelince,kıyı şeridi en yağışlı kesimdir. Sonbaharda yağışlar daha fazladır.Temmuz ayında yağan yağmurlar, sağanak olduğu için,sel karakteri gösterir.Büyük akarsu yataklarından taşarak sahilde büyük hasara sebep olur. Kar yağışı kıyılarda çok azdır ve kısa sürer.Ama iç kesimlerde kar yağışı hem yoğundur,hem de kış mevsimi uzun sürer. Ordu`da en hakim rüzgar,güneyden esen lodostur.Meltem rüzgarları,yaz aylarında güney-doğu yönünde denizden karaya doğru,ikindiye kadar devam eder.İkindiden sonra aksi istikamette esmeye başlar ve gece boyunca sürer. Bölgede ender de olsa,kıble,lodos,keşişleme isimleri verilen çok bir sıcak hava akımı meydana getiren rüzgarlarda eser.Yaz ortalarında estiklerinde fındık ürünü üzerinde büyük zararlar meydana getirirler. BİTKİ ÖRTÜSÜ Kıyı şeridinde yayvan yapraklı etek ormanları ve fundalar görülür.Bu şerit,Karadeniz kıyıları ile kenar dağlarının orta kısımlarıdır.Tarla tarımına en uygun alanlarda buradadır. Orman etekleri ile yaylalar arasında kalan kesimde ise,yayvan yapraklı,karışık ve iğne yapraklı bitki örtüsü görülür.Bu alanlarda kızıl ağaç,gürgen,çam,ladin,orman gülü türleri bitki örtüsünü oluşturur. Yayla kesimlerinde ise 1500-1800 metre yükseklikte çam,ladin,ince çalı öbekleri ve orman altı bitki türleri görülür. GÖLLER Ordu il sınırlarında dikkate değer iki göl vardır. Bunlardan biri Gölköy ilçesindeki Ulugöl`dür. Bu göl 80 dekarlık bir alanı kapsar. Fatsa ilçesindeki Gaga Gölü de 60 dekarlık bir alana yayılmıştır. KAPLICALAR Ordu ilinde en önemli kaplıca Fatsa`nın Sarmaşık Köyü`ndeki "Sarmaşık Kaplıcası`dır. 48 derece sıcaktaki suyun bileşiminde çelik ve kükürt bulunmaktadır. Bu suyun kadın hastalıkları , romatizma, böbrek taşı rahatsızlığı ile fizik tedavi konusunda yararlı olduğu bilinmektedir. Sarmaşık Kaplıcasının çevresindeki kalıntılardan anlaşıldığına göre , M.Ö. 1. yy`dan beri kullanılmaktadır. Ordu ilindeki en önemli içime de Fatsa`nın Sazcılar Köyü`nde "Sazcılar Kaynak Suyu`dur. AKARSULAR Ordu ilindeki akarsular, kaynaklarını sahile paralel uzanan dağlardan alarak, derin ve dik yamaçlı vadilerle kıyıya ulaşır. İl arazisinin jeolojik yapısı dolayısıyla fazla miktarda erozyona neden olurlar. Bu yüzden de sahile ulaştıkları yerlerde küçük düzlükler meydana gelir. Bu alanlar, akarsuların sürüklediği topraklarla örtülmüş, verimli tarım toprakları haline gelmiştir. Akarsuların eğimleri fazla ve yatakların düzenlenmemiş olduğu için, sel karakteri gösterirler. Eriyen karlarla beslenen akarsular, devamlı yağışlarla büsbütün kabararak yatakları çevresindeki ekili-dikili topraklar üzerinde büyük hasar meydana getirirler. İlin başlıca akarsuları, doğudan itibaren Turnasuyu, Melet, Civil, Akçaova, Ilıca, Bolaman, Elekçi, Cevizdere, Curi ve Akçay`dır. Bu akarsuların en uzunu 125 km ile Melet`tir. Bu akrsu aynı zamanda Orta Karadeniz ile Doğu Karadeniz`in birbirinden ayıran sınırdır. SAHİLLER İl sahilleri, yüksek ve alçak olarak iki görünüşe sahiptir. Ordu-Fatsa arasında yüksek, diğer bölümlerde ise alçak sahil tipi görülür. Yüksek sahil bölgesi, kuzey ve kuzeybatı fırtına rüzgarlarına yer yer açıktır ve derin körfezler, ufak koylarla çevrilidir. Perşembe limanı büyük bir doğal barınaktır. İl balıkçılığının arzu edilen düzeyde gelişmemesinde de bu coğrafi konumun önemi büyüktür. Alçak sahil kesimlerinde düzensiz akan suların getirdiği fazla miktardaki alüvyonlarla yer yer geniş alanlar oluşmuştur.
-
TARİHÇE Ordu ili topraklarında bilinen ilk yerleşmelerin tarihçesi M.Ö. VII. Yüzyıl’a kadar gitmektedir. İl merkezinde bilinen ilk yerleşme yeri, Kirazlimanı Mezarlığı yanındaki Bozukkale (Kotyora)dır. M.Ö. IV. Yüzyıl’da İran taraflarından savaştan dönerken Kotyora’ya uğrayan Yunalı komutan Ksenophon, burada yerleşik bir kavimle karşılaştıklarını ve 45 gün kaldıktan sonra yollarına devam ettiklerini belirtir. (Anabasis, MEB Y.1962) Kotyora küçük bir koloni idi. Burası, M.Ö. II. Yüzyıl’da Pontus Kralı I.Farnak zamanında boşaltılarak halkı Giresun’a nakledilmiştir. M.Ö. 675’lerden itibaren Ordu’nun içinde bulunduğu Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne sırayla, Kimmerler, Miletliler, Persler, Makedonyalı İskender ve komutanları hakim olmuştur. Bundan sonra yöreye, yaklaşık 3,5 asır yaşayan Pontus Devleti (M.Ö.280-M.S. 63) hakim olmuştur. Bu devleti Roma İmparatorluğu ortadan kaldırmıştır. Kotyora’nın Grekçe’de Dağ Eteği anlamına geldiğini söyleyen bazı tarihçilerin aksine Prof. Dr. Necati DEMİR, Kotyora kelimesinin aslının Kut Yöresi olduğunu, burada Kut Türklerinin yaşadığını, bu ismin sonradan dönüştürüldüğünü iddia eder. Aynı bilim adamı, makalelerinde Bolaman isminin de Pontpolemenyum’dan gelme değil, Balaban Türklerinden gelme bir kelime olduğuna yer vermektedir. Ordu yöresinde yaşayan kaimlerden Halipler madencilikte ileri gitmiş olup, Ordu topraklarında demir madeni başta olmak üzere bazı madenleri işlemişlerdir. Yunan tarihçisi Ksenophon (doğumu M.Ö.431)nun, Onbinlerin Dönüşü adlı eserine göre Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde (tabii Ordu topraklarında da) M.Ö. 400 yılında, Kolhlar, Driller, Mossinoikler, Halipler ve Tibarenler gibi Yunan asıllı olmayan kavimler yaşamaktaydı. Fatsa merkezde bulunan tarihi Cıngırt Arkeolojik Yerleşmesi’nin , M.Ö. bu coğrafyada hüküm süren Pont Polemenyum krallarının cariyelerinin mesire yeri olduğuna dair kayıtlar mevcuttur. Keza, Perşembe ilçesi sınırları içinde deniz kenarında bulunan ünlü Yason Burnu’nun çok eski zamanlara kadar insan yerleşmesine sahne olduğu bilinmektedir ki, dünyaca ünlü Argonot Efsanesinin geçtiği mekânlardan biri de bu yöredir. İl Merkezine 13 km. uzaklıkta olan ve bu gün bir turizm merkezi haline getirilen tarihi Kurul Kaya Yerleşkesi’nin de tarihçesi 2.000 yıl öncesine kadar iner. Gölköy kalesi de çok eskidir. Bu kale, Pers Kralı Dara(Daryüs) tarafından M. Ö. V. Yüzyıl’da yaptırılmıştır. Çambaşı Yaylası da, insanların çok eski tarihlerden beri yaşadığının izlerini taşımaktadır. Burada, M.Ö. ki çağlarda yaşayan insanların madencilik yaptığına dair izlere bu gün bile rastlanmaktadır. Ulubey Çubuklu, Mesudiye Meletios ve Ünye Kalesi gibi tarihi kaleler, 2.500 yıl öncelerinden kalmadır. Bu gibi yerleşmelerin onlarcasının bulunduğu Ordu topraklarının ne kadar eski çağlardan beri insan yerleşmesine mekânlık yaptığı anlaşılmaktadır. Türklerin Ordu’ya gelişlerine kadar (14. Yüzyıl) yörede, Roma ve daha sonra da Trabzon Rum Devleti (1204-1461) hâkimiyet kurmuştur. Türklerin Ordu’ya Yerleşmeleri Türklerin (Oğuzların Çepni kolu) Ordu topraklarına ilk girdiği nokta, Aybastı Perşembe Yaylasıdır. 1105 tarihinde yaz aylarında burada Danişmendoğlu Beyi Emir Danişmend Gazi komutasındaki 6 bin kişilik bir ordu ile Trabzon Devleti’nin 70 bin kişilik büyük gücü arasında çok şiddetli bir savaş olmuştur. Sayıca çok üstün olan düşman ordusu karşısında yiğitçe mücadele eden bu küçük Türk ordusu, büyük kayıplar vererek çekilmek zorunda kalmıştır. Yaralı olarak kurtulan Danişmend Gazi, Danişmendli Beyliğinin başkenti Niksar’a götürülmüş ve bir süre sonra vefat etmiştir. Türbesi Niksar’dadır. Onun komutanlarından olduğu sanılan Emir Kümbet’in türbesi ise bu yaylada bulunan ve o savaşta şehit olan askerlerin bulunduğu mezarlıktadır. Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız’ın araştırmalarına göre, Ordu Türkler tarafından ancak 14. Yüzyıl’ın sonlarında feth edilmiştir. “…Önce Niksar’ın doğu taraflarındaki bölgede kurulmuş olan Hacı Emir Beyliği, faaliyetlerini 14. Yüz yıl sonlarında doğuya doğru geliştirmiş ve bu Türk beyliğinin en büyük beylerinden birisi olan Süleyman Bey,1396-97’de Giresun şehrini zapt etmiştir. Süleyman Bey’in bu fethiyle birlikte, bölgeye, Çepni, Döğer, Eymir, Karkın, Alan-Yutlu, Bayındır, İğdir gibi Oğuz boyları gelip yerleşmişlerdir. Bu boyların hatıraları bölgede hala yaşamaktadır. Bundan çok kısa bir süre sonra yine aynı Bey tarafından, Ordu toprakları feth edilmiştir.” Adı geçen Beyliğin Ordu topraklarındaki başkenti, günümüzde Mesudiye’nin bir köyü olan Kaleyköy idi. Burada, Hacı Emiroğulları tarafından yapılan ve artık harabeye dönüşen bir kale ve kalenin yakınında da büyük bir tarihi mezarlık bulunmaktadır. Bu mezarlıktaki üç adet kümbetin Hacı Emir Beylerine ait olduğu sanılmaktadır. 1270’li yıllarda buralarda yaşayan Hacı Emiroğlu Beyliği, ancak 130 gibi yıl çok uzun bir zaman sonra, Ordu merkeze 4 km. uzaklıkta Ulubey yolu üzerinde bulunan Eskipazar’a gelmişler ve burayı şenlendirmişlerdir. Eskipazar’ın, küçük bir kasaba merkezi olarak Hacı Emir Beyliği tarafından kurulduğu bilinmektedir. Burada bulunan iki hamam ve bir cami ile tarihi mezarlık, tamamı ile Türklere aittir. Bir zamanlar burada hareketli bir Pazar kurulduğu “Eskipazar” denmesinden de anlaşılmaktadır. 19. Yüzyıl’da burada yörenin toprak ağaları arasında müthiş kan davaları meydana gelmiş, bunun üzerine Osmanlı Payitahtı tarafından Samsun’da bulunan Askeri birliğin komutanı Osman Paşa, yörede asayişi sağlamakla görevlendirilmiştir. Yöreye gelen bu komutan, kısa zamanda toprak ağalarını en şiddetli biçimde cezalandırmış ve toplumsal huzuru sağlamıştır. Ancak, bir nevi derebeyi olan bu büyük sülalelerin kanlı çatışmalarından gına getiren Eskipazar ve civarında yaşayan halk kitleleri, bölgeyi terk etmiş ve bir zaman sonra, burası tamamen boş kalmıştır. Ordu Adı Nereden Gelmektedir? Ordu ismi, Türklerin bu bölgeye geldikleri tarihten itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Bazılarının iddia ettikleri gibi, Fatih Trabzon’u feth etmek için geçtiği yöremizde ordusu ile konakladığı için bu ad verilmemiştir. Zira Fatih, Erzurum üzerinden Trabzon’a gelmiştir. Yine, asayişi sağlamak için Samsun’dan gelen Osman Paşa’nın askeri birliğine dayandırılan rivayet de tümüyle yanlıştır. Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig” adlı ünlü eserinde Ordu isminin manası, şehir, saray, başşehir, sahil şehri olarak geçer. Bu duruma göre, Hacı Emir Beyi İbrahim’in oğlu Bayram Bey tarafından kurulan Eskipazar’ın o günkü adı şöyledir: “Bölük-i Niyabet-i Ordu bi, ism-i Alevi” dir. Hemen belirtmek gerekir ki, buradaki alevi, bu günkü manasında kullanılmıyor, bir cemaat, bir sülale anlamında kullanılıyordu. Keza, Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı çok tanınmış olan “Divan-ı Lügat’it-Türk” adlı büyük eserde, Ordu, bir yere yerleşmek, Hakan’ın yurdu, ordulanmak gibi anlamlara gelmekteydi. 15. asır başında Eskipazar’da bu adla kurulan Ordu kazası, günümüzde de aynı adını korumaktadır. Resmi kayıtlarda Eskipazar yerleşmesinin adı, Bayramlı, Bayramlu mea İskefsir ve Milas, Behram Şah, Behramlı, Eyalet-i Behram, Ordu Bayramlu Eyaleti şeklinde geçmektedir. Ordu’nun hemen batısında, Hacı Emir Beyliği ile aynı çağda hüküm süren Taceddin oğulları Beyliği’nin de başkentinin adı da Ordu idi. Osmanlılar Döneminde Ordu Yöresi Yıldırım Beyazıd zamanında Osmanlı topraklarına dahil edilen ordu yöresi ile ilgili en doğru bilgiler, Osmanlı resmi kayıtlarında geçer.(Kimi tarihçiler bu tarihi 1427 olarak kabul ederler.) 1455 tarihli Osmanlı Tapu Tahrir Defterleri’nde Ordu hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır. Trabzon’dan 65 yıl önce Türk bölgesi haline gelen Ordu’da Türk olmayan (Rum ve Ermeni) etnik kökenlilerin oranı, Türk nüfusa göre çok düşük olarak belirtilmiştir. Gayri Türk olanların en yüksek olduğu 17. asır başlarında bile Türklere oranı sadece % 7,9’dur. 15. asrın ilk yarısında Ordu topraklarında 6.651 Müslüman Türk ve 526 Türk olmayan hane bulunmaktaydı. Rum ve Ermeni olan bu insanlar, Hıristiyanlık dinine mensuptular. Ki bunlardan 326 hane, Selçuklulardan beri Milas (Mesudiye) Hapsamana (Gölköy) topraklarında yaşamaktaydılar. Bu gün bile birçok yer ve eser ismi Türkçe olup, o günlerden kalmadır. Bir örnek olarak Ulubey kazasını verebiliriz. Ulubey,14. asırda bu günkü Kardeşler (Sevdeş) köyünü kuran ve yerleşen ve burayı bir nahiye merkezi haline getiren Sevdeş beyin unvanıdır. Ulubey’de hiçbir köy ismi Türkçe’den başka bir dilde değildir. Bahaeddin, Durak, Uzunmahmut, Eymür, Şuayp, Sayaca, Kadıncık (Hatuncuk),Ören, Hocaoğlu, Kızılen, Ohtamış ve daha onlarcası. Ordu ilinin neresine gidilirse gidilsin, Türkçe olmayan yer isimlerinin sayısı, iki elin parmağını geçmez. Tapu Tahrir kayıtlarından, Ordu yöresinin Selçuklu dönemindeki idari teşkilatının pek değiştirilmediği anlaşılmaktadır. Bölgenin yönetimi, Tımar beylerinin elindeydi. 16.asırda bölgenin en önemli ve hareketli merkezinin Gölköy Kalesi olduğu bilinmektedir. O çağlardan 18. Yüzyıl sonlarına kadar Ordu bölgesinde şehircilik hemen hemen hiç yoktur. Hacı Emir beyliği tarafından kurulan Eskipazar (Bayramlu),bir süre sonra bu hareketliliğini yitirmiştir. 1455’lerde Eskipazar’da 19 hanelik Cemaat-i Muhtelife denilen iş sahipleri ve zanaatkârlar bulunuyordu. Ayrıca kadimlik yurtlarında yaşayan ve vergi vermeyen 47 aile mevcuttur. Halkın hemen hemen tamamı çiftçilikle geçiniyordu. Bir örnek olması kabilinden söyleyelim ki,1520’den itibaren yöredeki vergi mükellefi çiftçi oranı % 96 civarındaydı. Daha çok arpa, buğday, mısır, kendir üretilmekteydi. Tam Çiftliğe sahip olanların sayısı 1613’de 14 idi. 1485 Tarihli Tapu Tahrir kayıtlarında Ordu bölgesinin adı “Vilayet-i Bayramlu me’a İskefsir ve Milas” tır. İskefsir, şimdi Tokat’ın bir ilçesi olan Reşadiye, o zamanlar Ordu’ya bağlıdır. Milas ise bu günkü Mesudiye’dir. Bulancak da o zamanlarda Kebsil adıyla Ordu’ya bağlı idi. Bölge, 22 adet idari birime ayrılmıştır. Bu birimlerden biri nahiye, dördü niyabet, ikisi nahiye-i niyabet, sekizi bölük, ikisi bölük-i geriş, ikisi niyabet-i geriş ve birisi de divandır. 16. asırda Ordu, bütün Canik’in idare merkeziydi. 1520’de, bölgenin tamamı, Kaza-i Canik-i Bayramlu adıyla birleştirilmiş ve İskefsir, Bayramlu (Ordu), Bazarsuyu(Bulancak) olarak üç kazaya ayrılmıştı. 1548 yılında Ordu, Karahisar-ı Şarki (Giresun’un şimdiki ilçesi Şebinkarahisar) sancağına bağlıdır. Türkler, Anadolu’nun hemen her yöresinde olduğu gibi bizim bölgede de oba, oymak, boy gibi sosyal gruplara ayrılmıştı. Ordu Oğuzların bir kolu olan Çepni Türklerinin yerleştiği bölgedir. Yerleşmeler vadi boylarında gerçekleşmiştir. Bolaman Vadisi boyunca, Çamaş, Bolaman, Niyabet-i Satılmış (Aybastı) gibi ilçe ile köy arasındaki yerleşmeler ve köyler kurulmuştur. Melet Vadisi boyunca ise, iç kesimlerde Milas (Mesudiye), Alibeğce (Kabadüz), deniz kenarında Nefs-i Alevi Ordu, Bucak, İhtiyar, Şayiblü, Bedirlü, Ulubey ve bunlara bağlı köyler ve mezralar kurulmuştur. Bugünkü Ordu’nun Kuruluşu Kirazlimanı mevkii, şimdiki Ordu şehri kurulmadan önce, şenlikli bir yerleşmeydi. Rivayetlere göre, buraya ilk önce yerleşenler gemiciler olmuştur. Zaman zaman buraya gelen gemiciler, yöreyi çok beğenmeleri veya başka bilinmeyen sebeplerle burayı iskân alanı haline getirmişlerdir. Nitekim Ordu’nun ilk mescidi olan Abdullah Reis Mescidi 1782 yılında burada inşa edilmiştir. Ancak, mutlaka korunması gereken bu eser, maalesef yıkılmıştır. Şimdi orada, Otel Belde faaliyet göstermektedir. Kirazlimanı o kadar önemlidir ki, 1883 yangını ile Ordu şehri neredeyse tamamen yanmış, bunun üzerine uzmanlar, Kirazlimanı’nın kent merkezi yapılmasını önermişlerdir. Nitekim Kirazlimanı günümüzde de önemini ve güzelliğini korumaktadır. Eskipazar’ın önemini yitirmesinden sonra, bugünkü Bucak mahallesi giderek şenlenmeye ve kalabalıklaşmaya başlamıştır. (19. asrın başları.) Zaten Bucak, aynı adla yüz yıllardan beri bir köy yerleşmesiydi. Nefs-i Bucak adıyla neredeyse bir kaza merkezi haline gelen Bucak’ın mahalleleri şunlardır: Selimiye, Aziziye, Saray, Kirazlimanı, Taşbaşı ve Düz Mahalle. Bucak adı 1869 yılında değiştirilmiş ve Ordu adı resmi kayıtlarda kullanılmaya başlamıştır. Bu tarihlerde artık Ordu küçük bir kaza merkezidir. 1869 yılında ilk Belediye Teşkilatı kurulmuştur. Trabzon Mutasarrıflığı’nın yazısına göre, Bucak (Ordu) Belediyesinin ilk başkanı Hasan Ağa’dır. O zamanlar, Ordu’nun üç nahiyesi vardı. Bunlar, Perşembe, Aybastı ve Ulubey me’a Hapsamana’dır. Hapsamana, şimdiki Gölköy’dür. Ancak, bir süre sonra Ulubey ve Gölköy müstakil nahiyeler şeklinde ayrılmıştır. 1872’de Ordu kazasındaki binalar şöyle tespit edilmiştir: Hükümet binası, Gümrük binası, Karantina binası, Telgrafhane,15 çeşme,2 şadırvan,1 medrese,5 İslam mektebi,1 mekteb-i rüştiye (ortaokul),3 cami,28 han odası,1 hamam,17 fırın,158 mağaza,273 dükkân,1 tabya (topların mevzilendiği yer),1 fener ve 854 hane. 1872’de Ordu’ya Ziraat Bankası’nın ilk adı olan Memleket Sandığı kurulmuştur. Ordu Kazasının İl Oluşu 1920 tarihinde Ordu kazasının 6 nahiyesi,318 köyü ve 180 bin nüfusu vardı. Yani Trabzon vilayetinin en gelişmiş kaza merkeziydi. Ordu’nun il olması için, T.B.M.M. nde büyük mücadele verilmiştir. Mücadele veren bu üç önemli şahıs şunlardır: Mesudiye mebusu Serdaroğlu Mustafa Bey, Tunalı Hilmi ve Şebinkarahisar mebusu Memduh beydir. Bir kısım mebus (ki bunlardan biri de ünlü din alimi Konya Mebusu Vehbi beydir) Ordu’yu Giresun’a bağlamak için epey gayret göstermişlerdir. Çok uzun ve yorucu oturumlardan sonra T.B.M.M. kararı ile Ordu,4 Nisan 1920 tarihinde il statüsüne kavuşmuştur. Büyük Ordu Yangını Katırcıoğlu Mustağa Ağa’nın Belediye Başkanı olduğu 1883 senesinde Ordu’da büyük bir yangın olayı yaşanmıştır. Aylardan temmuzdur. Yaz ayı olduğu için, fırınlarda sık olarak kadayıf dökümü yapılmaktadır. Pavli adlı bir Rum da geceleri kadayıf dökmekteydi. O temmuz gecesinde Pavli yine böyle kadayıf dökerken, kıvılcımlar birden bire fırının çatısını tutuşturur. Derken, yangın başka binalara da sıçrar. Gece başlayan yangın söndürülemez. Çünkü Belediye’nin itfaiye teşkilatı yoktur. Üstelik yapıların çok büyük kısmı, hartama çatılı ve ahşap malzemelidir. O gece başlayan talihsiz yangın, ertesi günü öğleye kadar devam etmiş, ne kadar ahşap bina varsa hepsi yanıp kül olmuştur. Yalnız, Orta ve Yalı Camileri yanmamıştır. Çünkü bunların etrafı boş olduğundan yangın buralara sirayet edememiştir. Ayrıca, Şadırvan civarında bulunan birçok yapı, Rum ve Ermenilerin olup taştandır. O nedenle yangında kısmen zarar görmüştür. Osmanpaşa Şadırvanı da taş olduğundan yangından etkilenmemiştir. Çarşı merkezi, hemen hemen tümüyle yanmıştı. Adeta Ordu şehri yok olmuştu. Şehri yeniden kurmak gerekmekteydi. Bunun için Belediye Başkanı Mustafa Ağa, çok büyük güçlüklerle karşı karşıya kalmıştı. Ardından Belediye Başkanı olan Felekzade Süleyman Ağa, şehri bütün baskılara rağmen yeniden inşa etmek için, büyük gayret gösterir. Caddelerin genişletilmesine karşı çıkanlara karşı amansız bir mücadele verir. Bu günkü Ordu’nun planı, işte Süleyman Ağa’nın eseridir. Burada şunları ifade etmek gerekir; Eğer o günkü Ordu, böyle bir yangın geçirmeseydi ve ahşap da olsa zamanın binaları korunsaydı, şimdiki Ordu hem otantik kalacak, hem de turizm için büyük bir şans olacaktı. 1875’lerden itibaren Ordu şehrinde sıtma hastalığı tüm Orduluların korkulu rüyası haline gelmişti. Birçok insan, bu nedenle hayatını yitirmekteydi. Bunun üzerine, Kaza erkânı ve zenginler, yaz aylarında Çambaşı Yaylası’na çıkmaya ve eylül-ekim aylarında da şehre dönmeye başlamışlardı. Yaylaya bir kaymakamlık binası yapılmıştı. Bir zaman evvelce bir yangın sonucu bu buna da yok olmuştur. Bir başka önemli hadise ise şöyledir: Şair Tıflı Efendi, yaylada Şu’un-i Dâhiliye (İç Haberler) adıyla el yazma bir gazete çıkarmıştır. Bunun ne kadar sürdüğü bilinmediği gibi, bu el yazma gazeteden günümüze maalesef bir tek nüsha bile kalmamıştır. Çambaşı Yaylası, dünyada ilk ve tek gazete çıkarılması ve kaza merkezi olması bakımından tektir. 1939 senesinde meydana gelen Erzincan depremi de Ordu’yu ikinci kez büyük yıkıma uğratmıştır. Şehrin merkezinde bulunan birçok önemli eser yıkılarak ortadan kalkmıştır.
-
GENEL BİLGİLER Karadeniz Bölgesi’nde il olan Ordu, doğusunda Giresun, batısında Samsun, güneyinde Sivas ve Tokat, kuzeyinde de Karadeniz ile çevrilidir. İlin Melet çayının batısındaki daha büyük kesimi Orta Karadeniz, doğusundaki kesimi ise Doğu Karadeniz Bölümü içerisinde yer almaktadır. İl toprakları ovalardan oluşan dar bir kıyı şeridi ile hemen gerisinde yükselen Kuzey Anadolu Dağlarının kıyı sıralarını kapsar. Akarsu vadileri ile derin biçimde parçalanan bu dağlık alanın yüksekliği kuzeyden güneye doğru gittikçe artar. İlin doğu ve güneydoğu kesimini Giresun Dağlarının batı uzantıları, güney ve batı kesimini de Canik Dağları engebelendirir. Güneydoğusundaki Karagöl Dağı’nın doruğu il sınırları dışında kalmaktadır. Giresun Dağlarının batı uzantılarından olan Aşıt Tepesi (2.569 m.) ile Eriço Tepesi (2.298 m.) ilin belli başlı yükseltileridir. İl topraklarını Canik ve Karadeniz Dağlarından kaynaklanan akarsular sulamaktadır. Turna Suyu, Melet Irmağı, Akçaova Deresi, Bolaman Irmağı, Ceviz Deresi ve Curi Deresi bu akarsuların başlıcalarıdır. Bu akarsular il topraklarında derin vadiler oluşturarak Karadeniz’e dökülürler. Karagöl Dağı’nın zirvesinde küçük buzul gölleri ile Fatsa ilçesindeki Gaga Gölü ve Ulubey’deki Ulugöl ilin başlıca gölleridir. İlin yüzölçümü 5.963 km2 olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre; toplam nüfusu 887.765’tir. İlinin jeolojik yapısını, II. Zamanda oluşan lavlarla, kuzey batı ve güney doğu yönlerinde uzanan volkanik kütleler meydana getirmiştir. İl toprakları, II. Ve III. Zamanda oluşmuştur. İl topraklarının jeolojik devirlerine ait izler, Aybastı ve Gölköy yöresindeki kömür yataklarında, ilin volkanik dağlarında, Gölköy`ün tektonik çöküntüsüyle sahilin IV. Zamanında oluşan alüvyonlu birikintili düzlük ve ovalarında görülmektedir. Doğu-Batı yönünde düz bir şekilde uzanan kıyı şeridi, Yalıköy’den başlayarak kuzeye yönelir ve efsane kahramanı Yason’un adıyla anılan Yason burnundan itibaren doğuya yönelerek Çam burnuna ulaşır. Buradan tekrar güneye yönelir ve bir yarımada oluşturur. Bu yarım adanın doğu kısmında Karadeniz’in doğal limanlarından biri olan Perşembe (Vona) Limanı bulunur. Ordu’da Karadeniz iklimi hüküm sürmektedir. Kışları ılık, yazları nemli, yaz ve kış arasındaki sıcaklık farkının oldukça az olduğu bu tipik Karadeniz iklimi sahilden başlayarak güneye doğru dağların doruklarına kadar devam eder. Dağların Kelkit vadisine bakan güney yamaçlarında ise yağışların azaldığı karasal iklim özellikleri görülür. Doğal bitki örtüsü bakımından zengin olan Ordu’nun, kıyı şeridinde yayvan yapraklı etek ormanları ve fundalar görülür. Bu şerit, Karadeniz kıyıları ile kenar dağlarının orta kısımlarıdır. Orman etekleri ile yaylalar arasında kalan kesimde yayvan yapraklı, karışık ve iğne yapraklı bitki örtüsü görülür. Bu alanlarda kızılçam, gürgen, çam, ladin, orman gülü türleri bitki örtüsünü oluşturur. Yayla kesimlerinde ise 1.500-1.800 m. yükseklikte çam, ladin, çalılar ve orman altı bitki türleri görülür. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, balıkçılık ve küçük sanayie dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında fındık, mısır, buğday, arpa, baklagiller, patates, lahana, elma ve armut gelmektedir. Az miktarda da çeşitli sebze ve kiraz, ceviz, üzüm, incir, soya ve çay yetiştirilir. Hayvancılıkta ise, çok sayıda sığır beslenmekte olup, koyun da yetiştirilir. Yaylalarda yaygın biçimde arıcılık yapılmaktadır. Bal üretiminde Muğla’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Balıkçılık kıyı halkı için önemli bir ekonomik gelirdir. Avlanan balıklar çeşitli tesislerde işlenir, yurtdışına ihraç edilir. Çok fazla gelişmemiş olan sanayisi genellikle tarıma dayalıdır. Başlıca sanayii kuruluşları fındık kırma, fındıklı ürünler, deniz ürünleri, orman ürünleri, soya yağı, çimento, tuğla ve kiremit, tel ve çivi fabrikalarıdır. Yer altı kaynakları bakımından oldukça zengin olan Ordu’nun Fatsa ilçesinde bentonit, Gölköy’de kurşun, çinko, bakır ve demir, Mesudiye’de traverten, Perşembe yöresinde demir, Ulubey’de manganez ve kaolin, Ünye’de demir yatakları vardır. Ayrıca Ordu’ya bağlı Fatsa ilçesinin Sarmaşık Köyü’ndeki Sarmaşık Kaplıcası olup, 48 derece sıcaktaki suyun bileşiminde çelik ve kükürt bulunmaktadır. Bu suyun kadın hastalıkları , romatizma, böbrek taşı rahatsızlığı ile fizik tedavi konusunda yararlı olduğu bilinmektedir. Ordu ilindeki en önemli içime de Fatsa’nın Sazcılar Köyü’nde Sazcılar Kaynak Suyu’dur. Ordu’nun tarih öncesi çağları Prehistorik Dönemde başlamıştır. 1963-1964 yıllarında Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Prehistorya Tarihi Kürsüsü’nden Prof.Dr. Kılıç Kökten’in Ordunun Ünye civarında yaptığı arkeolojik kazı ve araştırmalar, ilk yerleşimin MÖ.15.000’de başladığını ortaya koymuştur. Ayrıca Mesudiye ilçesinde Eski Tunç Çağı’na ait buluntular da ele geçmiştir. MÖ:XVII.yüzyılda burası Kaşkaların yurdu olarak tanınmıştır. Kaşkalar yörede MÖ.VIII.yüzyıla kadar egemenliklerini sürdürmüş, Hititlerin başkenti Hattuşa (Boğazköy)’ya ve Asur sınırlarına kadar akınlar düzenlemişlerdir. Tarihi belgelere göre MÖ.VII.yüzyılda Miletli kolonistler burada ticaret kolonileri kurmuşlardır. Böylece bütün Karadeniz kıyılarında ticaret ve deniz ulaşımına hakim olmuşlardır. Miletli kolonistlerin Kotyora (Cotyora) ismi ile yörede kurdukları ilk şehrin yeri bugün bilinmemektedir. MÖ. 400 yıllarında Ksenefon’un “Onbinlerin Dönüşü” isimli eserinde, kolonistlerin buraya gelişleri ve yaşantıları dile getirilmiştir. Yöredeki kısa süreli Hitit egemenliğinden sonra Frigler, Medler ve Persler buraya hakim olmuşlardır. Büyük İskender’in Persleri yenmesinden sonra Helenistik kültür yörede egemen olmuş, MÖ.IV.yüzyıl sonlarında da Pontus Krallığı’nın sınırları içerisinde kalmıştır. MÖ.I.yüzyılda Romalılar Pontus Krallığı’nı ele geçirmiş, ardından yöreye Bizanslılar egemen olmuş ve Armeniakon Theması sınırları içerisine almıştır. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra ilk Türkmen boylarından olan Danişmendliler, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat, Kayseri, Malatya, Gümüşhane ile birlikte Ordu’yu da hakimiyetleri altına almışlardır. Bu arada yöre, Danişmendliler, Anadolu Selçukluları ve Bizanslılar arasında zaman zaman el değiştirmiştir. İstanbul’un Latin istilasından ötürü Trabzon’da kurulan Rum-Pontus İmparatorluğu burayı da egemenliği altına almıştır. Hacıemiroğulları Beyliği 1344-1461 yılları arasında Ordu yöresinde egemen olmuştur. Bu beylik, Ordu İlinin Mesudiye İlçesi topraklarında yerleşmiş bulunan Çepni Türkleri’ne mensup Bayram Bey Oğlu Hacı Emir Bey tarafından kurulmuştur. Emir Süleyman Bey, 1381 yılında 12.000 kişilik bir kuvvetle Mesudiye Bölgesinden Ordu kıyılarına inmiş, buradan Giresun’a geçerek yöreye hakim olmuştur. Çelebi Mehmet Devrinde 1413’de Ordu yöresi Osmanlı hakimiyetine girmiş, Hacı Emiroğulları Beyliği bu bölgedeki gücünü yitirmiştir. Ankara Savaşı’nda Timur tarafını tutan Hacıemiroğulları, savaşı Timur’un kazanmasından sonra yöreyi yeniden ele geçirmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet 1461’de Ordu ve yöresini kesin olarak Osmanlı topraklarına katmış ve buradaki Çepni Boylarının gücünü kırmıştır. Yavuz Sultan Selim devrinde (1512-1520) yapılan bir idari değişikle Trabzon, Samsun ve Ordu’nun bağlı olduğu Şebinkarahisar Livası birleştirilip Erzincan Vilayetine bağlanmıştır. XVI.yüzyılın sonları ile XVII.yüzyılın başlarında başlayan Celali isyanları bütün Anadolu’yu olduğu gibi Ordu yöresini de kasıp kavurmuştur. Osmanlı Devletini oldukça uğraştıran Sivas ve Ordu civarındaki bu isyanları Sivas Beylerbeyi İlyas Paşa bastırmıştır. 1613 tarihli Tahrir Defterine göre, Ordu 20 nahiyeden oluşan ve adı “Kaza-i Bayramlu” olan bir kaza merkeziydi. Bundan sonra, günümüze kadar değişik idari bölünmelere uğrayan bölgenin, Bulancak ve Bulancağ’ın doğu kısımları Giresun’a, Reşadiye İlçesi Tokat’a bağlanmıştır. Onun dışında kalan bölgeler, Ordu’nun sınırları içerisinde kalmıştır. 1805 yılında Şebinkarahisar Sancağı Erzurum’dan alınmış; Ordu, Gölköy ve Bucak kasabaları ile birlikte Trabzon’a bağlanmıştır. 1831’de ise Fatsa sınırlarından itibaren Ordu, Ulubey, Gölköy yöreleri tamamen Mesudiye ve Aybastı ilçeleri Erzurum eyaletine bağlı Şarkikarahisar livasına, Fatsa’nın iç ve batı kısımlarıyla Ünye, Canik (Samsun) livasına bağlanmıştır. 1871’de yapılan bir idari değişiklikle, Ordu Kasabası merkez olmak üzere Vona (Perşembe) Bolaman, Aybastı, Gölköy,Ulubey nahiyeleriyle birlikte bir kaza oluşturulmuştur. Kurtuluş Savaşı sırasında yöre, Pontus çetelerinin baskınlarına uğramış ve zor günler geçirmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra 1920 yılına kadar Trabzon Vilayetine bağlı bir kaza merkezi olan Ordu, 1923 yılında vilayet konumuna getirilmiştir. Ordu’da günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Fatsa’daki Bolaman Kalesi, Cıngırt Kalesi, Ünye’de Ünye Kalesi, Mesudiye’de Miletios Kalesi, Kaleköy Kalesi, Kayaköy Kalesi ve Kaya Mezarları, Gürpınar Köyünde Kaya Mezarları, Konacık Kaya Mezarları, Rum Kiliseleri, Akkuş’da Kevgür Kalesi, Gölköy Kalesi, Taşbaşı Kilisesi, Düz Mahalle Kilisesi, Yason Kilisesi, Kemer Köprü, İbrahim Paşa Camisi (1800), Hamidiye Camisi (Hükümet Camisi) (1891), Yalı Camisi (Aziziye Camisi), Orta Cami, Kirazlimanı Çeşmesi, Osmanbey Çeşmesi, Selimiye Camisi (1926), Konstantin Çeşmesi, Mustafa Bey Çeşmesi, Yusuf Ağa Çeşmesi (1832), Soğuksu Çeşmesi (1842), Çürüksulu Ali Paşa Çeşmesi (1911), Ünye Şeyh Yunus Türbesi, Yalı Hamamı, Saray Hamamı, ayrıca Paşaoğlu, Haznedaroğlu ve Bolaman konakları başta olmak üzere Türk sivil mimari örneklerinden evler bulunmaktadır.
-
ANZER BALI Anzer Balı Türkiye’de üretilen ve Dünya çapında tanınan eşsiz bir baldır.450-500 çeşit kır çiçeği bulunan (bunların içinde 80-90 tanesi sadece Anzer’de yetişmektedir) Anzer Yaylasında elde edilen bu bal,çeşitli hastalıklara şifası ile ünlüdür. Haziran ayının ilk haftası ile birlikte kısmen karlı bölgelerde kardelenlerin açmasıyla bahara ve yeşilliğe ilk adımını atan Anzer, müthiş güzelliğini Haziran ayı ile başlayıp Temmuz ayında zirveye taşıyıp Ağustos Ayında tamamlar. Haziran Ayının son haftasında gözlerini çiçeklere açan arılar, Ağustos Ayının ortasına kadar ballarını tamamlarlar. Anzer Balı sadece Çiçekli Köyü(ANZER) ve Ballıköyden elde edilmektedir. YAPILAN KLİNİK ARAŞTIRMALARDA ANZER BALININ FAYDALARI · Ağrı ve sancıların giderir, · Ameliyat yaralarını erken kapatır · Damar sertliğini ve Damar tıkanıklığını yok eder, · Erken teşhiste kanser hastalıklarında tedavi edicidir, · Ağız yaralarını iyileştirir, · Cilt bozukluğunu,Cilt lekelerini giderir, · Cinsel gücü artırır, · Akciğer hastalıklarını iyileştirir, · Bademcik iltihabını yok eder, · Bağırsak düzensizliklerini ve iltihabını giderir, · Büyüme ve gelişmeyi hızlandırır, · Beyin hastalıklarının iyileştirir,Felç ve sinir hastalıklarını giderir, · Gelişimi hızlandırır, · Hazmı kolaylaştırır, · Hafızayı güçlendirir, · İshali keser, · İştah açar, · Kabızlığı Giderir, · Kalp damar hastalıklarını tedavi eder , · Kanı temizler, · Kasları güçlendirir ve Kemikleri kuvvetlendirir, · Kısırlığı giderir, · Mide ülseri bağırsak hastalıklarında tedavi edicidir, · Nezle ve girip hastalığında tedavi edicidir, · Saç dökülmesini önler , · Sarılık, hepatit B,C, hastalıklarında tedavi edicidir, · Vücudun halsizliğini giderir, · Öksürüğü ,astım hastalığını tedavi eder, · Prostadı önler, · Sedef hastalığını tedavi eder, Özellikle çabuk enerjiye dönüşen hazır bir gıda olması nedeniyle, yüzme, dağcılık, atletizm, basketbol, futbol, halter, bisiklet yarışı gibi sporlarla meşgul olan kimselere güç vermek ve yorgunluklarını hafifletmek içinde kullanılabilir. Bal Hakkında Genel Bilgiler BALIN TANIMI: Bal Arılar tarafından çiçeklerden ve meyve tomurcuklarından alınarak yutulan nektarın arıların bal midesi denilen organlarında INVERTAZ enzimi sayesinde kimyasal değişime uğramasıyla oluşan ve kovandaki petek hücrelerine yerleştirilen çok faydalı bir besindir. Nektar bala çevrilirken arılar sağladıkları invertaz enzimi sayesinde sakkarozu inversiyona uğratarak früktoz ve glikoz şeklinde basit şekerlere dönüştürür ve fermantosyonun meydana gelmesini önleyecek miktarda suyunu uçururlar. Kovandaki hücrelere yerleştirilen ve üzeri mumdan bir kapakla örtülen bal arılarca sağlanan özel havalandırma sistemi sayesinde bildiğimiz tat ve kıvama gelir. Balın rengi, şeker dengesi ve tadındaki farklılık tamamen toplanan nektarlardan kaynaklanmaktadır. Balın kokusu ,çiçeklerdeki aromalı volatin yağı verir ki bu aynı zamanda çiçeklerin kokularını sağlayan yağdır. Bal üretimi çok büyük bir çaba gerektirir. Örneğin ½ kg ham nektarı toplamak için 900 arının bir gün boyunca çalışması gerekir .Toplanan bu nektarın ise ancak bir kısmı bala çevrilebilir. Çiçeklerdeki nektardan elde edilen balın miktarı tamamen getirilen nektarın şeker konsantresine bağlıdır. BALIN İÇERİĞİ Balın hiç şüphesiz ilk akla gelen özelliği tatlı olmasıdır. Bunun sebebi balın içindeki üç şekerdir. Üzüm şekeri (% 34) ,Sakroz (%2) ve levulose (Meyve şekeri % 40 ) Bundan başka balın % 17 ‘si su geri kalan % 7 lik bölümü ise Demir, Sodyum, Sülfür, Magnezyum, Fosfor, Polen, Manganez, Aliminyum, Gümüş, Albumin, Dekstril, Nitrojen, Protein ve asitlerden oluşur. Balın kalitesini ise bu % 7 lik karışım belirler. Ayrıca bal içerisinde on beş şeker tespit edilmiş olup bunlardan bazıları şunlardır. Früktoz, Glikoz, Sakkaroz, Maltoz, İzamaltoz, Erloz, Kestoz, Melezitz ve Rafinozdur. Genel olarak Früktoz şekeri diğerlerinden farklıdır. Balın içinde minerallerin, şekerlerin ve birçok vitaminin yanısıra az miktarda bir takım hormonlar, çinko, bakır ve iyot da vardır. BALIN FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ Bal higroskopik bir madde olup havadan nem alma özelliğine sahiptir. Havada %58 rutubet olduğu zaman balda su miktarı %17,4 civarında olur. Viskozite;akıcılığa karşı koyma özelliğini ifade eder. Buna balın bünyesi de denir. Ağır bünyeli bir balın akıcılığı yavaş yani viskozitesi yüksek olur. Viskozite balın içerisindeki su miktarıyla yakından ilgilidir. Balın özgül ağırlığı içerisindeki su miktarı ve sıcaklığa göre değişmektedir.200°C de balın özgül ağırlığı 1.4225 bulunmuştur. Kırılma Sayısı;Refraktometre ile ölçülür. Sıcaklık önemli rol oynadığından bu işlemde 20°C de yapılır ve balın içindeki su miktarı tayin edilmektedir. Renk;Balın bir optik özelliği olan renk değişiklik gösterir. Bal renksiz durumdan koyu kırmızıya kadar değişebilir. BALIN BİLEŞİMİ Genel olarak balların toplandığı değişik bitki kaynaklarına göre farklı aroma ,tat,renk,yoğunluk ve kristalizeye sahip oldukları tespit edilmiştir. Aynı şekilde ballarda akıcılık kimyasal bileşimi,şekerler,rutubet,enzimler,vitaminler,asitler, kollaidal maddeler ve bileşimi bilinmeyen maddeler bakımından değişik oldukları bildirilmişlerdir. BALDAKİ ASİTLER Uzun yıllar bal içerisinde sadece formik asit bulunduğu fakat analiz metotları geliştirilince Asetik, buturik, sitrik, kaproik, laktik, formik, malik, okzalik, suksiniletannik, tartari ve velarikasidlerin varlığı tespit edilmiştir. Balın pH sı3,29-4,87 arasında değişmektedir. BALDAKİ ENZİMLER Çeşitli araştırıcılar balda diyastaz veya amilaz,invertaz, katalas, aksidas, fosfatas enzimlerini bulmuşlardır. Bu enzimlerin bir kısmı bitkiden gelmekte bir kısmı ise arının başındaki bezlerden salgılamaktadır. BALDAKİ VİTAMİNLER Eskiden bal içerisinde vitamin olmadığı veya çok az olduğu kanaati hakimdi fakat kimyasal ve biyolojik araştırma metodları geliştirildikten sonra bal içerisinde çeşitli miktarda, Thiamine, Riboflavin, Askorbik asit,Pristoksin, Pantotinikasit, Niasin ve az miktarda Biotin, Folikasit tespit edilmiştir. BALDAKİ MİNARELLER Bal içerisindeki minarellerin miktarı %0,02 ile %1,0 civarındadır. Bu minareller Potasyum, Klor, Kükürt, Kalsiyum, Sodyum, Fosfor, Magnezyum, Silis, Demir, Mangan ve Bakır’dır. Bunlar içerisinde Potasyum ,Kalsiyum ve Fosfor fazla bulunmaktadır. BALDAKİ PROTEİNLER Çeşitli araştırmacılar bal içerisinde az miktarda Albuminoidlerin ve protein yapı taşları durumunda olan amino asitlerin olduğunu tespit etmişlerdir. BALIN KRİSTALİZE OLMASI Balın kristalleşmesi ,baldaki dekstrozun,tanecikler haline gelmesi sonucu balın akıcılığı az veya çok kaybetmesi olayıdır. Bal üreten , satan veya yiyen herkes balın zamanla kristalize olduğunu yani akıcılığını kaybederek sertleştiğini görmüştür. Balın kristalize olması haline halkımız yanlış olarak şekerlenmiş değimini kullanır. Bal içerisinde çok çeşitli şekerler vardır. Halkımız baldaki şekerlerin kristalize olmasına ihtimal vermeyerek böyle ballara şeker karıştırılmış veya şekerden yapılmış nazarı ile bakmakta ve büyük bir yanılgıya düşmektedir. Bu husus bal pazarlaması esnasında alıcı ve satıcıların karşılaştıkları en önemli mesele olarak devam etmektedir. Kristalleşmeyi yapan, bal içerisindeki glikoz şekeridir. Kristalleşmenin bazı baldaki glikoz früktoz münasebetine ve su miktarına bağlıdır. Balda früktoz miktarı genel olarak glikozdan fazladır. Eğer bu iki şekerden glikoz miktarı nispet olarak früktoza yaklaşırsa bal çabuk; aradaki fark büyürse geç kristalleşir. Olgunlaşmamış balda yüzde olarak sakkaroz fazla glikoz daha az olduğu için yavaş kristalleşir. Fakat olgunlaşmış ballarda ise az miktarda sakkaroz bulunur. Ballar 14°C de en fazla kristalize olmakta, kristalizasyon 5-7°C lerde başlamakta ve bu derecelerin altında saklandıklarında kristalleşme gecikmektedir. Petekli ballar süzme ballara nazaran daha geç kristalize olurlar. Ballarda tanımlanan kristalleşme olayı balın bir özelliği olup genel özelliği bozmaz.
-
KEMENÇE VE TULUM KEMENÇE Kemençe, biri Osmanlı Müziğinde, diğeri Karadeniz yöresi halk müziğinde kullanılan iki ayrı yaylı çalgının ortak adıdır. Bunlardan ilki için yirminci yüzyılın ortalarına kadar kullanılan "armudî kemençe", "fasıl kemençesi" gibi adlar, artık yerini "klasik kemençe" adına bırakmış gibi görünmektedir. Bir halk çalgısı olan ikincisi ise, "Karadeniz kemençesi" olarak anılır. “Klasik kemençe”, 40-41 cm boyunda, 14-15 cm genişliğinde küçük bir çalgıdır. Yarım armudu andıran gövdesi, elips biçimindeki burguluğu "kafa" ve sapı "boyun" tek bir ağaç parçasından yontularak ve oyularak yapılır. Göğsünde, yuvarlak kenarları dışarda kalmak üzere D biçiminde iki iri delik bulunur. Çalgının arka tarafında bir "sırt oluğu" vardır. Çalınırken kuyruk takozu sol dize, burguları göğse yaslanarak düşey konumda tutulan ya da iki diz arasına konan kemençenin telleri, tuştan 7-10 mm yüksektedir. Çünkü sesler, telli çalgıların çoğunda olduğu gibi tellerin üstüne parmak uçlarıyla basılarak değil, teller tırnakla yandan hafifçe itilerek elde edilir. “Karadeniz kemençesi”nin burguluğu, boynu ve gövdesi de tek bir ağaç parçasından yontularak ve oyularak yapılır. Ama biçimi bütünüyle farklıdır. Diğer bütün halk çalgıları gibi, “Karadeniz kemençesi”nin de standart ölçülerinden söz etmek güçtür. Ama günümüzde, uzmanların ve profesyonel yorumcuların kullandığı “kemençe”ler genellikle 56 cm uzunluğundadır. Kenarları dik ve sırtı düz olan gövde çoğunlukla erik veya ardıç ağacından yapılır. Köknar veya ladinden yapılan göğüs oldukça incedir. Tellerin eşikle iletilen basıncına dayanabilmesi için göğüs bölümüne, boylamasına bir çıkıntı yapılarak kubbe şeklinde form verilir. Burgular, oldukça küçük olup, burguluğa ön taraftan girer. Teller tuşa çok yakındır. Çünkü “Karadeniz kemençesi”, tellerin üzerine parmak uçlarıyla basılarak çalınır. Seslendiren, ayakta ise çalgıyı sol eliyle havada tutarak, oturuyor ise dizlerinin arasına dayayarak çalar. TULUM Oğlak derisi daha çok tercih edilir ve tüyleri temizlendikten sonra ayaklar son kısımlardan kesilir. Ters (çevrilip ters bağlandıktan sonra) kesit bağlantısı daha iyi görünür. Ön ayaklardan birine tahta boru- lülük arka ayaklardan birine de nav bağlanır. Böylece tulum dediğimiz alet meydana gelir. Lülük'ten (dudula=ağızlık)üfleyip tulum şişirilir. Üflenen hava geri kaçmasın diye tulumcu lülüğün (dudula) ağzını dili ile kapatır. Kendisi bu suretle nefes alabilir. (son zamanlarda lülük ağzına konan bilye sayesinde tulumcular türkü bile söyleyebiliyorlar.) sıkışan hava mecburen, nav içinde bulunan çimon/çibu denilen ses veren kamış borulara hücum eder ve ses çıkararak dışarı çıkar. Ekseriyetle çibular yan yüzeylerinden 5 delikli olup bu delikler Nav'ın üst yüzüne yani tulumcunun parmaklarını oynatacağı bölüme bir çift olarak yerleştirilir. Oğlak derisi daha çok tercih edilir ve tüyleri temizlendikten sonra ayaklar son kısımlardan kesilir. Ters (çevrilip ters bağlandıktan sonra) kesit bağlantısı daha iyi görünür. Ön ayaklardan birine tahta boru- lülük arka ayaklardan birine de nav bağlanır. Böylece tulum dediğimiz alet meydana gelir. Lülük'ten (dudula=ağızlık)üfleyip tulum şişirilir. Üflenen hava geri kaçmasın diye tulumcu lülüğün (dudula) ağzını dili ile kapatır. Kendisi bu suretle nefes alabilir. (son zamanlarda lülük ağzına konan bilye sayesinde tulumcular türkü bile söyleyebiliyorlar.) sıkışan hava mecburen, nav içinde bulunan çimon/çibu denilen ses veren kamış borulara hücum eder ve ses çıkararak dışarı çıkar. Ekseriyetle çibular yan yüzeylerinden 5 delikli olup bu delikler Nav'ın üst yüzüne yani tulumcunun parmaklarını oynatacağı bölüme bir çift olarak yerleştirilir. Çimon/çibular, nav içinde ikiden fazla da olabilirler. Herbirinin sesi tulumcunun ustalığına göre ayarlanır. Tulumdaki kısımlara daha açıklık getirelim: Çimon/çibu: Kamış veya tahıl sapı boğum yerinin bir tarafından diğer tarafın dıştan boğum yerinden içten kesilir. Bu uçta boğum yeri kalacağından kapalıdır, diğer uç açıktır. 16-17 cm boyunda bir boru elde edilmiş olur. Açık uç hafif meyilli olarak düzeltilir. Kapalı kısma doğru borunun bir kısmı çakı ile inceltilerek sesin, hava geçişi ile temini sağlanır. Bu borunun üçte bir kadarı üste kalması şartıyla ikişer santim arayla delikler açılır Böylece yapılan çimonlar bu şekilde yanyana bağlanıp navın içine yerleştirilir. Çıkan sesler birbiri ile tam manası ile uyumlu olmayabilirler. (Adnan Saygun) Nav: Farsça'da iyi oyulmuş odun manasında olup bu tabiri eski Oğuzlarında kullandığı aşikardır. Navlar hafif kıvrık boynuzu andırırlar. Odundan veya şemsiye sapının yarım daire bölümünden yapılırlar. Aslında iç bükey bir teknecikten ibaret olup çimon/ çibular içine yerleştirilir Kar'aşın: Navın son kısmındaki boynuza verilen isimdir. Kaçkar dağı: Koç boynuzunu andıran Gökçe Dengiz batısındaki Kaçkar Dağları da bu isimden esinlenerek verilmiştir. Goda: Tulumdan üflenen eğri boruya denir. Bulgarların gayda demeleri ile goda arasında muhakkak bir bağlantı vardır. Bu isim ta Kelt'lerden kalmış olabilir. Eski Bulgar kavimleri Türklerle kardeş kavim olmalarının neticesi olarak kelime Türkçe kökenli de olabilir. .... Çayelinden başlayarak Pazar,Ardeşen,Hemşin,Çamlıhemşin,Fındıklı,Arhavi,Hopa,Şavşat,Yusufeli,İspir ve Giresun`nun Şebinkarahisar ilçesinde düğün,bayram ve eğlencelerde kullanılan nefesli bir halk çalgısıdır. Önceleri sadece bu yörelerde düğünlerde kullanılırdı. Fakat son zamanlarda çeşitli halk müziklerinin yanısıra pop,rock ve özgün müziklerde kullanılmaya başlandı.Tabî buda enstrumanın tanıtımını ve halkın dikkatini çekmekte önemli bir etken oldu. Tulum`u başka ülkelerde görmekde mümkün. Örneğin: Bulgaristan ve Yunanistan`ın bazı bölgelerinde görebilirsiniz. İskoçya ve Kuzey İrlanda`da şekil olarak biraz değişik olmasına rağmen ses olarak hemen hemen aynı olması dikkat çekmektedir. TEKNİK ÖZELLİKLERİ: Tulumda aktif olarak kullanılan beş tam ses vardır ve oktav`ı yoktur,koma sesi vardır. Son zamanlarda altı sesli tulum`lar denenmiş fakat pek başarı sağlanamamıştır. Tulumun ses tonu "si" "lâ" "sol" karar sesiyle,tını`sı güzel olan ses elde edilir. Diğer ses tonlarında tulum istenilen sesi vermez. Tulumun orjinal sesi "si" ve "lâ" dır. TULUMUN YAPISI DUDULA (AĞIZLIK) GÖVDE (DERİ KISMI) NAV (SES VEREN KISIM) DUDULA (AĞIZLIK) Tulumu şişirmek için kullanılan dudula; yuvarlak bir ağacın içi delinerek yapılır ve hava geriye kaçmasın diye iç tarafına naylon`dan bir kapak yapılıp raptiye ile tutturularak havanın geri gelmesi önlenir. GÖVDE (DERİ KISMI) Tulumun gövdesi genellikle keçi derisinden yapılır. Keçinin özellikle bir yaşında olmasına dikkat edilir. Çünki bir yaşından küçük olan keçilerin derisi yumuşak (taze) olduğundan çabuk deforme olur. Keçi kesildikten sonra derisi çok dikkatli bir şekilde delinmeden tulum olarak çıkartılır. Suyla karışık ateş külünde 2-3 gün bekletildikten sonra tüylerin dökülmesi sağlanır ve tabaklama işlemi yapıldıktan sonra baş tarafı ve arka kısmı içeri gelecek şekildetersten sıkıca bağlanır. Ön ayaklarının birine dudula bağlanarak şişirilip asılır. Kuruduktan sonra sürekli yumuşak kalması için badem yağı yada gliserin sürülür. (yağ ile bakım yapılmadığı süreçte deri kuruyup çatlar ve hava kaçırır bu yüzden tulum özelliğini yitirir) Tulumun- cephesinin güzel görünmesi için üzerine değişik renk ve desenlerle kılıf yapılır. NAV (SES VEREN KISIM) Tulumun en önemli kısımı nav`dır. Nav özellikle şimşir ağacından yapılır. Yaklaşık 40 derece eğri şimşir ağacının içini düzgün bir şekilde oyduktan sonra analıklar dediğimiz delikli 10mm çapında boruları ve kamıştan özel olarak yapılan çibun dediğimiz sipsi`leri özenle ve düzgün şekilde nav`a yerleştirilir. Burada önemli olan iki adet sipsininde aynı sesi vermesidir. Analıklarda 6mm delinmiş 5 adet çift sıra delik vardır ve yanyana olan bu deliklerden çıkan seslerin aynı ayarda olması şarttır aksi taktirde ses bozuk çıkar. Sesler ayarlandıktan sonra nav`ı tulumumuzun diğer koluna bağlıyoruz ve tulumumuzu şişiriyoruz. Hava taziğinden doğan güçle sipsilere gelen baskı sesin çıkmasına yol açar parmak vuruşları ile ses notalara dönüşür.
-
RİZE BEZİ Kültür, insanoğlunun el becerisi ile zekâsının yaratıcı gücü arasındaki diyalogudur. Rize bezi de Rize de yaşayan kültürün dış yansımasıdır. Özgün dokuma tezgahı yöreye has, yörenin kültürünü ince bir üslûpla yansıtan desenleri, insanların günlük hayattaki ihtiyaçlarını karşılaması ile Rize yöresinin meydana getirdiği kültürel–ekonomik bir faaliyettir. Rize bezi kültürel bir ürün olmanın yanı sıra ekonomik değeri olan bir üründür. Kendir Üretimi Çay öncesi iklimin uygun olmasının sonucu kenevir ekiminin Rize de geniş alanlarda yapıldığını görmekteyiz. Kenevirden yapılan kendir ipi üretimi de yaygın, Rize bezi ya da ilin adıyla anılan Rize Bezi çay öncesi Rize ekonomisine katkı sağlayan geleneksel bir ürün olmuştur. Kendir, yurdumuzun bir çok bölgelerinde yetişen sınai bir bitkidir. Elyafı dışında, tohumundan da yağ üretimi yolu ile faydalanır. Genellikle kendir elyafından halat, ip, sicim üretilir; iklimi sayesinde ise Rize de yetişeninden elde edilen liflerden gayet ince iplik bükülebilmekte ve bununla da gayet ince, nefis bezler dokunabilmektedir. Rize ikliminin az güneşli ve çok yağmurlu oluşu, liflerin sertleşmesine engel olmaktadır. Kastamonu'dakinin halat yapımına, Rize'dekinin ince iplik ve bez dokumasına yararlı oluşu, bundan doğmaktadır. Rize ırmak ve dere sularında fazla oranda ozonun varlığı, kasarlamada bezlerin beyazlatılmasında önemli rol oynamaktadır. Bazen beyazlatma, deniz suyunda varolan klor sayesinde sahilde de yapılmaktaydı. Rize suları kireç tenörü ölçeği 4 dereceden düşük olduğundan bu nitelik de üretiminden önemli rol oynamaktadır. Tarihte Rize Bezi Birinci Cihan harbinden önce, Rizede, geniş ölçüde 200 ton çevresinde Rize bezi dokunurdu. o günlerin şartlarına göre uluslararası önem taşıyan bir üretim dalıydı. Kendir elyafından dokunan bu bez, Arap ülkelerinin rağbet ettiği bir iç giyim bezi idi. Rizeli bir çok aile feritiko ticaretini kendine iş edinmişti. Eski dönemde Rizeli kadınların el emeğiyle gerçekleştirdikleri bu sanat Rize ekonomisine küçük çapta da olsa katkıda bulunuyordu. Kadınlar tarafından tarlalrın özellikle sulanabilir kısmında ekilip yetiştirilen kendirin lifleri çok yumuşaktır. Bu lifler önce suya batırılarak yumuşatılır, sonra elde eğirilerek ince iplik haline getirilir. Saha sonra da o dönemde İngiltere'den ithal edilen Water cinsi pamuk ipliği ile el tezgahlarında dokunarak bez haline getirilirdi. Ham kendirin rengini ağartmak için, deniz kenarındaki çakıllar üzerine serilen bu bezler sık sık deniz suyuyla ıslatılarak güneşte kasarlanmaya tabi tutulurdu. Bu bez ince, aynı zamanda dayanıklı ve sağlamdı. bundan yapılan iç çamaşırı, vücudun terini emip tezden kurutalabildiği için için Arap ülkelerinde varlıklı kişilerin, şeyhlerin aradığı bir meta olurdu. 1960'lı yıllarda, çayın Rize'ye gelmesinden önce Rize'de hemen her evde bir feretiko tezgahı bulunuyordu. Bugün Rize'de çay ekili olan alanlar bu tarih öncesinde iplik elde etmekte kullanılan kendirle kaplı idi. Kendir bitkisinden ip çıkarma işleminin oldukça zor ve zahmetli olduğunu söyler yaşlılar... Şöyle ki Nisan ayının ortalarına doğru mısır ekimiyle birlikte humuslu toprağa ekilen kenevir tohumları Ağustos ortalarına doğru bir buçuk-iki metreye ulaşınca hasat edilir. Hasat edilen kendir ağaçları birkaç gün kabuklarının gevşeyip soyulmaya müsait hale gelmesi için yağmura bırakılır. Rize'nin nemli ve yağışlı iklimi keneviri istenilen hale getirmeye müsaittir. Güneşte ağarıp yağmurda gevşeyen çubuklar soyulduktan sonra her köyde bir yada iki tane bulunan tokmaklarda dövülür. Sonra taraktan geçirilip ip halini alır. İp haline getirilen kendir liflerinin sarılması için çıkrık kullanılır. İplerin yumaklanmasıyla çözgüler hazırlanıp hazırlanan çözgülerle feretikonun özel tezgahında dokunup bez haline getirilir. Oluşturulan bu beze feretiko denir. Kumaş, kalitesi, sağlıklı olması ve zarafetiyle gerek giyim alanında, gerekse üzerine işleme yapılmak suretiyle kullanıla gelmektedir. Geleneksel Rize el dokumacılığının temelini teşkil eden feretikonun yöreye hakim olmuş olan İskitler (M.Ö.VIII.YY-M.Ö.IV.YY) tarafından Rize yöresi insanına kazandırıldığı düşünülmektedir. Nitekim iskitlerin yaşam tarzını anlatan Heredot'un kitabında iskitlerden bahsederken bu milletin kendirle alakalarından bahsetmiştir. Rize bölgesinde halen kalıntıları bulunan İskitlerin kendir dokumacılığını bölge insanına miras bırakması durumu önemli bir ihtimaldir. Erkeği gurbette bulunan kadın, talasından ihtiyacına göre elde ettiği kendir elyafından, kışın boş ve uzun günleri içinde, ancak 3 kilo kadar ipliği tükürükle bükebilirdi. 200 ton portesinde olan dokumadan halkın ihtiyacı dışında kalanı Arap memleketlerine, sıcak iklimli diyarlara ihraç edilirdi. iç çamaşır dokumasına çok elverişli olan iplikten üretilen bez ise pamukluya oranla dayanıklı, teri emme hassası yönünden ise çok sıhhidir. Çay üretimi başalayalı, kadınlar iplik bükmeye vakit bulamadıklarından, 1960'larda üretim 15.000 tona (yaklaşık 10-15 tona) düşmüştür. 2000'li yılların başındaysa ekonomik sayılacak bir üretim yoktur. Feretiko bezi ketene göre çok ince aynı zamanda dört kat daha dayanıklıdır. Zira pamuklu kumaşların 6 aylık ömürlerine karşın feretiko'nun ömrü iki yıldır. Feretiko geleneksel Türk el sanatlarından hesap işi, kanaviçe vs.de kullanılmak üzere bu sanatların uzmanları tarafından tavsiye edilen bir üründür. Bütün Feretiko mamulü ürünlerin mutlaka ılık sabunlu suda yıkanması tavsiye edilir. Rize Bezi’nin (Feretiko) Özellikleri Piyasada Rize Bezi (Feretiko) ile alakası olmayıp Rize bezi adı ile satılan birçok şeklen benzer ürün bulunmaktadır. Öyle ki Rize bezi adı ile satılan ürünlerin gerçek Rize bezlerinden kat kat daha fazla piyasada satıldığını söyleyebiliriz. Rize Bezi’ni benzer ürünlerden ayırmak için ürünü aşağıdaki özellikler ışığında incelemek ürünün Rize Bezi olup olmadığını anlamada size yardımcı olacaktır. Ama siz gene fırsat bulabilirseniz çoğunlukla yol üzerlerinde olan, dokuma tezgahlarının yer aldığı devamlı üretimi yapıldığı atölyelerden alışveriş yapın deriz. • Dokunduğunda bej rengindedir. Yıkandıkça beyazlanır. • İpeksi görünüşte olmasına rağmen sert bir kumaştır. • Feretiko bezi ketene nispeten ince ve dört kat daha sağlamdır. • Feretiko bezinin ham maddesi olan kendir lifleri nedeniyle kokusu kurutulmuş ot gibidir. Bu koku bezin hiçbir kimyasal süreçten geçmediğinin kanıtıdır. • Hiçbir kimyasal işleme tabi tutulmamıştır. Tamamen doğaldır. • Feretiko’nun ham maddesi kendir lifi olması dolayısıyla üstünde hafif yünleşme olmaz. • Kumaşta ara ara kendir lifinin özelliği dolayısı ile renk koyulaşmasına rastlanılabilir. • Piyasada Feretiko adı ile satışa sunulan, ucuz malzeme ile üretilen kumaşların kalitesi tartışılır.Bu kumaşların özellikle giyimde kullanılması zor ve zahmetli olup bu kumaşlarda orijinal Feretiko sağlamlığı aramak yersizdir. • Feretiko bezinden mamul desenli masa örtülerini benzer ve fabrikasyon ürünlerden ayırmak için yukardaki özelliklerin dışında, ürünün üzerinde ajur olup olmadığına ve desenlerin örümlü olup olmadığına bakmak gerekir. Ajurların ve örümlülerin fabrikasyon olması mümkün değildir. • El dokuması Feretiko bezleri fabrikasyon ve benzer ürünlere göre daha sık dokunmuştur. Neden Rize Bezi? Şıklığı ,ter emme özelliği , dokumasının ince ve yumuşak yapıda olması, doğal klima özelliği ile sağlık için son derece elverişli olması “ Rize Bezi “ nin öne çıkan özellikleridir. Bu özelliklere sahip "Rize Bezi" yaygın bir kullanıma sahiptir. Sağlık için faydaları ön planda olan Rize Bezi önceleri daha çok iç çamaşırı olarak kullanılmıştır. Bir rivayete göre imparatorluk döneminde bazı padişahların iç giysi olarak Rize Bezi kullandığı söylenir. Rize Bezi bunun yanında gömlek, zarif elbise olarak ta kendine pazar bulmuştur. Yaygın olarak evlerde süs örtüsü olarak kullanılmıştır. Genç kızların çeyizlerinde olmazsa olmazlardan olmuştur. Masa örtüsü, sehpa takımı, mutfak takımı v.b. şekillerde evlerde müstesna yerini bulmuştur. Neler yapılıyor? Rize Bezi bugün gerek Rize Valiliği gerekse özel sektörün desteğiyle hayat yolculuğuna devam ederken, ilk hedef olarak İyidere ilçesinde Rize Bezi üretimini artık Halk Eğitim kurslarından çıkarıp halkın geçim kaynağı yapma hedeflenmiştir. İlk aşamada 100 kişi /aile adeti konfeksiyonla geleneksel özelliklerini koruyup, el emeğini, göz nurunu, ilmik ilmik işleyip, kadınların ev ekonomisine katkı sağlayacak bir yapı oluşturması hedeflenmiş ve bu doğrultuda bir gönül adamı olan İyidere Kaymakamı Bülent Uygur'un yakın ilgisi ve yoğun takibi ile İyidere Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Rize Bezi ve Konfeksiyon Atölyeleri üretime açılmıştır.
-
DAĞ HOROZU Dağ horozu (Tetrao mlokosiewiczi) tüm dünyada sadece Kafkasya'daki yüksek dağlarda yaşayan bir kuş türüdür. Türkiye'de ise sadece Doğu Karadeniz Dağları'nda yaşıyor. Neredeyse bir evcil horoz kadar büyük olmasına rağmen çok temkinli olduğu için bu tür, son derece zor görülebiliyor. Öyle ki, dağ horozları ile aynı bölgede yaşamasına rağmen bu kuşu ömrü boyunca hiç görmeyenler var. Yaklaşık iki bin metre civarında yaşayan dağ horozlarının yaşamının büyük bir kısmı soğuk ve karla mücadele ederek geçiriyor. Horozlar kış aylarını karın altında kazdıkları yuvalarda çalıların kök filizlerini yiyerek geçiriyorlar. Erken bahar dönemlerinde ise yeşil çayırlarda üreme dansları yaparak nesillerini sürdürüyorlar. Doğu Karadeniz Dağları'nın sembolü diyebileceğimiz dağ horozu İlimizde, daha çok İkizdere bölgesinde yaşamaktadır. İlimizin sahip olduğu bu doğal zenginliği tüm Türkiye'ye ve Dünyaya tanıtmak için her yıl Haziran ayında “İkizdere Dağ Horozu Festivali” düzenlenmektedir. Festival, Valiliğimiz ile İkizdere Kaymakamlığımızın öncülüğünde, İkizdere Belediyesi, Doğa Derneği ve İkizdere Doğa Sporları Derneği'nin işbirliği ile gerçekleştirilmektedir.
-
NAYLA (SERENDER) Rize sadece doğasıyla değil kültürel değerleriyle de güzel ve eşsiz bir bölgedir. Bunlardan değerlerden birisi de “Naylalar”dır. Bölgede, yüzyıllar öncesine dayanan bir geçmişi olan naylalar günümüzde, eskisi kadar yaygın olmasa da, hala varlığını sürdürmektedir. Rize dışında, Karadeniz’in diğer kesimlerinde de örneklerine rastlanan Naylalar her yörede farklı isimlerle anılıyor. Rize’de: Nayla-Serender, Ordu’da: Seren-Serender Trabzon’da Serander, Sürmene’de Paska, Şalpazarı ve civarında Tekir, Kastamonu’da Köşk, Artvin’de serander-kısmen Bageni=Pagen v.b. gibi. Naylalar daha çok mısır ambarı olarak kullanılan küçük yapılardır ve evlerin hemen yanında bulunurlar. Kullanılış amacına ve içine konulacak ürün miktarına göre çeşitli boyut ve şekillerde yapılan naylalar küçük, zarif, ahşap yapılardır. Geleneksel mimarinin en güzel süsleme ve ağaç oyma örneklerini bu eserlerde bulmak mümkündür. Rize’nin geleneksel yaşantısı içerisinde Naylaların genel işlevi, o dönemin ekmek hammaddesi olan mısırı kurutmak ve saklamaktı. Mısırdan başka ceviz, fındık, hurma ve fasulye de naylalarda kurutulurdu. Bunların çürümeden kuruyabilmesi için naylalar karşıdan karşıya rüzgâr geçecek şekilde yapılmışlardır. Ahşaptan kafes biçiminde delikli olarak yapılan naylanın bir veya iki çeperi içeriye devamlı hava girmesine sebep olur ve kurutma işlemini yerine getirir. Dört direk üzerine kurulan naylanın altı tamamen boştur. Dört adet direk üzerinde birer yuvarlak ağaç tekerlek bulunur ve onların üzerine de nayla yerleştirilmiştir. Bu ağaç tekerlekler naylaya fare ve diğer zararlıların çıkmasını engellemek için konur.. Yine aynı sebeple sabit bir merdivenleri de yoktur. Naylaya çıkılacağı zaman portatif merdiven getirilerek, naylanın merdiven dayamak için özel olarak bırakılan çıkıntısına dayandırılır ve öylece yukarıya çıkılır.
-
GÖLLER ADSIZ GÖL AMBARLI GÖLÜ BÜYÜK DENİZ GÖLÜ KARADENİZ GÖLÜ LİBLER GÖLÜ DEREBAŞI GÖLÜ ÖKÜZYATAĞI GÖLÜ SOĞANLI GÖLÜ YEDİ GÖLLER
-
FIRTINA DERESİ Kaçkar Dağları’nın Karadeniz'e bakan yamaçlarındaki derelerin birleşmesi ile oluşan Fırtına Deresi, Ardeşen’in yaklaşık 2 km. batısında Karadeniz'e dökülür. 57 km uzunluğundaki Fırtına Deresi, akarsu turizmi (kano-rafting) açısından elverişli parkura sahiptir. Fırtına deresi, debisi en yüksek ve hızlı akan bir dere olma özelliği taşımaktadır. Bu nedenle yerli ve yabancı sporcular bu dereyi özellikle tercih etmektedirler. Çay bahçelerinin ve yer yer ağaçlık adaların arasından geçen derenin üzerindeki kemer köprüler doğayla uyumlu görüntüleriyle huzur verici bir manzara sunar. FIRTINA DERESİ- VADİSİ Rize- Çamlıhemşin ilçe sınırları içerisinde yer alan firtinava vadisi; Fırtına deresi ve kollarının kapsadığı alanlarla anılmaktadır. Çeşitli kolların bir araya gelmesiyle oluşan fırtına deresini besleyen en önemli kaynakları, Kale deresi ve Hemşin deresidir. Bu iki dere "Şebek" denen mevkide birleştikten sonra "Fırtına Deresi" isimini almaktadır. Yerle halk bu birleşmeden oluşan dereye "Büyük Dere" de demektedir. Büyük derenin çıkış noktası "Verçenik" dağıdır. "Çat" mevkiine kadar bir çok küçük akarsuyla debisini artıran Fırtına deresine burada, Garmik sırtlarından çıkıp Elevit Vadisinde Haçevanak deresiyle buluşarak Çat 'a ulaşan Elevit deresi eklenmektedir. Vadinin ikinci büyük kolu olan, Hala deresine kadar da yine bir çok irili ufaklı akarsuyu kendine katan Fırtına deresi; Çamlıhemşinde Hala deresiyle birleşmektedir. Hala Deresinin ana çıkış noktası Kaçkar Dağı'nın etekleridir. Bir kolu Avusör Deresi ile komşu Ceymakcur-Balakcur Deresi ise Kemerli Kaçkar'dan(3600m.)süzülüp gelirler. İkinci kolu ise Memişefendi Tepesi'nin(3400m.) yamaçlarındaki Samistal eteklerinden çıkıp Ayder Kaplıcalarına dökülen ve bir parçasını Gelintülü Şelalesinin oluşturduğu Hazindak Deresidir. Hala Deresinin diğer bir kolu ise sularını Altıparmak Dağı(3562m.)'ndan alan Tar Deresi'dir.Tar deresi üzerinde 350 metreden akan "bulut" şellalesi mevcuttur. Büyükdere'nin en önemli ve bakir kollarından biri de Apevanak sırtlarından kaynağını alan,Palovit ve Amlakit vadilerini geçip,Meğo Vadisine ulaşmadan Virandere ve Samistal deresi ile buluşarak Türkiyenin belkide en önemli kanyonlarından birini oluşturan Palovit deresidir.Hala ve Büyükdere irili ufaklı birçok dereden sonra en son aşağılarda, Kaynağını yine Altıparmaklardan alan ve en büyük kollardan biri olan Laz Deresi ile buluşurak Fırtına Deresini oluşturur ve Ardeşen sınırlarında denize dökülür. National geographic dergisinde Fırtına vadisi hakkında ayrıca şu bilgilerde verilmektedir. "Fırtına vadisi; üst kratese yaşlı (99-65 milyon yıl), geniş alanlara yayılmış volkanik ve sedimenter (çökel)kayaların karışık olaraka bulunduğu alanda yer alıyor. 2200-3000 metrelerde kuvaternre yaşlı buzul aşındırmalarınınşekillendirdiği sarp morfolojide yer alan karbonifer yaşlı 354-290milyon yıl) granitik kayaların kayalarında içinde yer aldığı ve çoğunluğu volkano sedimenter kayalardan oluşan malzeme, yoğun sellenmeler ve heyelanlarla genç çökelleri oluşturuyor."
-
ELEVİT YAYLASI Milli parkın önemli yerleşim yerlerinden biri de Elevit Yaylasıdır (1900 m). Farklı köylerden gelinen 5 mahalleden oluşmaktadır. Çat Köyü, Ülkü Köyü, Şenköy, Şenyuva ve Zilkale Köylerinin yaylası olarak kullanılmaktadır. Hacıvanak ve Tirovit buzul vadilerinin birleşme noktasında kurulmuştur ve Çamlıhemşin İlçesine uzaklığı 34.5 km’dir. Resmi nüfus sayımlarına göre nüfusu 1990 yılında 26, 1997 sayımında ise 0’dır. Araştırma sırasında tespit edilen durağan yaz nüfusu 80 kişidir. Ancak yaz boyu kalan bu nüfusun dışında kısa süreli olarak İstanbul, İzmir ve Ankara’dan gelen yayla sakinleri ile kişi sayısı 500 civarına ulaşmakta, Ağustos ayı başlarında Vartavor eğlenceleri sırasında ise kısa süreli de olsa bu sayı 1000-1500 civarına kadar çıkmaktadır. Toplam hane sayısı 96 olan köyde 15 civarında yıkık ev (ocaklık) bulunmaktadır Sezon içerisinde kullanılan ev (şenlik) sayısı ise 90 adet düzeylerinde kalmaktadır. Yapılan görüşmelerde yaylacılığın yoğun yapıldığı yıllarda 250 hane bulunduğu ve hepsinin yıl içinde kullanıldığı söylenmiştir. Fırtına havzasının en güzel ev örneklerinin de bulunduğu, ahşap, taş-ahşap konakların yanında son yıllarda betonarme evlerin önemli sayılara ulaştığı ciddi görsel kirlilik oluşturduğu görülmektedir.
-
ÇAĞIRANKAYA YAYLASI İkizdere İlçesi’nin 25 km. doğusundadır. Yaylaya güzel manzaralı bir toprak yolla ulaşılmaktadır. 3200 m. rakımlı Çağırankaya Yaylası, adını düz konumdaki yaylanın çevresindeki dik yamaçlı kaya ve uçurumlarda sesin yankılanmasından almıştır.
-
YUKARI KAVRON YAYLASI Kavron Buzul Vadisi karşılıklı iki yamacı ve tabanında ortalama 2300 m rakımda kurulan ve ilçe merkezine 29 km mesafede olan bir yayladır. Bu yaylayı da Aşağı Kavron Yaylası ile aynı köyler ortak kullanmaktadır. Nüfus çok değişken olmakla birlikte Ağustos ayı başında 400 civarında olmaktadır. Zaman zaman bu sayının 1000’e yaklaştığı da yayla sakinleri tarafından dile getirilmektedir. Ancak bu nüfusun büyük bir bölümünün hayvancılık değil tatil amaçlı olarak yaylada bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır. Yaylaya göçler Haziranın ilk haftasında başlamakta, Ekim sonu itibariyle yayla boşalmaktadır. Ancak bazı turistik tesisler ile birkaç aile Kasım ayı başına kadar yaylada kalmaktadırlar. Yaylada yapılan 2000 yılı tespitlerine göre konut sayısı 120, yıkık ev sayısı (ocaklık) ise 60 olarak bulunmuştur Yayladaki yapıların büyük çoğunluğu taş-ahşap malzemenin birlikte kullanımıyla inşa edilmiştir. Ancak tamamen ahşap ya da taş malzemeden yapılmış konutlar da mevcuttur. Yayladaki ticari konaklama birimlerinde toplam 22 adet yatak bulunmaktadır. Kaçkarlara Kuzeyden tırmanmak isteyenlerin konaklayabilecekleri son nokta olan bu yayla bu işlevi nedeniyle önemli bir taleple karşı karşıyadır. Yayla sınırları içerisinde Kaçkar Dağı eteklerinde olan 7 göl yaklaşık 18.5 Ha toplam yüzeyle araştırma alanı içersinde Verçenik Tepe Göllerinden sonra ikinci en önemli göl alanı niteliğini taşımaktadır.
-
SAL YAYLASI Yayla sınırları itibariyle yaklaşık 402 Ha’lık bir bölümü aynı zamanda milli parkın da içinde olan Sal Yaylası ilçeye 23 km uzaklıkta ve 2000-2050 m rakımda orman içi açıklıkta kurulmuştur. 2000 yılına kadar yaylaya ulaşmamış olan karayolu, 2001 yılında yaylaya kadar ulaşmış durumdadır. Yayla merkezi milli park sınırları dışında kalmaktadır. Şenyuva Köyünün yaylasıdır. Ancak hayvancılıktan çok tatil amaçlı bir yayla konumundadır. Mayıs sonu ile Haziranın ilk haftasında yaylaya çıkışlar başlamakta, Ekim ayı başlarında ise yayla boşalmaktadır. Yaz döneminde nüfus en fazla 130 civarında olmaktadır. Hepsinin ana yapı malzemesi ahşap olan toplam 45 konut bulunmaktadır (Şekil 46). Bu konutların bazılarının alt bölümleri taş duvarlardan oluşmaktadır. Yıkık ev (ocaklık) sayısı 3’tür. Yayladaki evlerin 41 tanesi yazın belirli zamanlarında kullanılır durumdadır.
-
POKUT YAYLASI Sal Yaylasının bir km doğusunda 1950-2050 m yükseltiler arasında kurulmuş, 4 mahalleden oluşan, ilçeye 24 km, araç yoluna ise 1 km mesafede olan bir yayladır. Çamlıhemşin Konaklar Mahallesi, Ortan Köyü ve Boğaziçi Köyü vatandaşları tarafından kullanılan yaylaya Haziran başında çıkılmakta, eylül ortasında ise Yayladan inilmektedir. Eski yıllarda olduğu gibi toplu çıkış ve inişler yaşanmamakta, daha çok tatil amaçlı kullanım nedeniyle yaylaya çıkışlar farklı tarihlere rastlayabilmektedir. Yaylada 55 adet mesken bulunmakta bunların sadece 5 tanesi taş-ahşap, kalanların ise taş kaide üzerinde tamamen ahşaptır. Bu konutların 35 tanesi meskun durumdadır. Bu sayı yıldan yıla farklılıklar gösterebilmektedir. Pokut Yaylasının en kalabalık olduğu günlerdeki yaz ortası nüfusu 170 kişi olarak tespit edilmiştir. Yayla, 20 yatak kapasitesi ile aynı zamanda turistik konaklamalara da olanak vermektedir. Yayla yerleşim büyüklüğü 16 Ha kadardır.
-
RİZE TURİZMİ TREKKİNG (Doğa Yürüyüşü) Türkiye’de kısa bir geçmişe sahip olmasına rağmen, en çok rağbet gören doğa etkinliklerden biri olan trekking-doğa yürüyüşü için Rize Türkiye’deki en önemli merkezlerden biri konumundadır. Dinlenmek, spor yapmak, fotoğraf çekmek, kuş gözlemciliği ve botanik gibi bir çok ilgi alanını tek etkinliğin içinde yapabileceğiniz trekking için Rize, köy ve yayları ile çok çeşitli alternatifler sunmaktadır. Ayrıca Rize’de bulunan parkurlarda ata binmek suretiyle de çok uzun parkurları gezme olanağı bulunmaktadır. Yürüyüş Parkurları Çamlıhemşin - Zil Kale – Çat – Başhemşin – Verçenik Tepesi ve Gölü – Adalı Gölü - Tatos Gölü - Çiçekli Yaylası - Baş Yaylası - Çapug Geçidi - Yıldızlı Gölü – Hacıvanak – Elevit – Çat - Çamlıhemşin Çamlıhemşin - Zil Kale – Çat – Elevit – Karmık - Çoğun Gölü - Karmik Aşıdı - Apıvanak – Palovit – Ketençur - Tatar Dağı - Karmukareç Gölü – Amlakit –Samistal – Hazindağ – Pokut - Çamlıhemşin Çamlıhemşim – Ayder - Aşağı Kavron - Yukarı Kavron - Çengovit Gölü -Karadeniz Gölü - Naletleme Geçiti – Döbe – Olgunlar – Haistav – Dilberyüzü -Atsız Gölü - Deniz Gölü - Kaçkar Zirvesi – Yusufeli - Barhal Çamlıhemşin – Ayder – Dobaye – Taşlık - Boğaz – Çapuni Apinona – Topluca Köyü - Çamlıhemşin Çamlıhemşin – Ayder – Balakçur - Yukarı Kaçkar - Topluca – Gül Eteği – Aşağı Durak - Y.Korkuma – Boravan – Tabaninga – Sırt – Marselavat – Kurkunata –Çayırdüzü – Dikkaya - Çamlıhemşin. Çamlıhemşin – Ayder - A.Çeymakçur - Y.Çeymakçur - Karadeniz Gölü -Naletleme Geçidi – Olgunlar – Haistav – Dilberdüzü - Atsız Göl - Deniz Gölü -Kaçkar Zirve - Apıvanak Aşıdı - Apıvanak Yaylası – Amlakit – Hazindağ – Pokut – Sal - Çamlıhemşin Çamlıhemşin – Ayder - A.Kavron - Y.Kavron - Derebaşı Gölü - Apıvanak Geçidi – Palovit – Samistal – Hazindağ – Pokut – Sal - Çamlıhemşin Çamlıhemşin – Ayder - A.Kavron - Y.Kavron – Samistal – Emlakit – Poterçur -Tatar Tepesi - Sicoğ Gölü - Sicoğ Yaylası - Kaymesor Geçidi – Trovit – Elevit –Çat - Çamlıhemşin Çamlıhemşin – Çat – Elevit – Trovit - Garmik Aşıdı - Apıvanak Aşıdı – Derebaşı Gölü - Mezovit Gölü - Çarşak Geçidi - Büyük Göl - Küçük Göl - Karadeniz Gölü - Y.Çeymakçur - A.Çeymakçur – Ayder - Çamlıhemşin. Çamlıhemşin – Çat – Elevit – Trovit – Garmik – Hacevanak - Yıldızlı Göl -Çapuk Boğazı - Baş Yayla - Çiçekli Yayla – Çat – Çamlıhemşin - Ballıköy (Anzer) DAĞCILIK Kayalık ve buzlu zeminlerde doğal ve yapay tırmanma tekniklerini uygulayarak görkemli dağ doruklarına ulaşmak anlamına gelen dağcılık için ilimizde çok önemli bir potansiyel bulunmaktadır. İlimizin güney sınırı teşkil eden Doğu Karadeniz Dağları’nın önemli zirvelerinden Kaçkar Dağı (3937 m), Verçenik Dağı (3711 m), Bulut Dağı (3562 m), ve Altıparmak Dağı (3492 m) yükseltileriyle ilimiz sınırları içerisinde kalırlar. Bu zirvelere ulaşan güzergahların flora ve fauna açısından zengin oluşu, coşkun akan dereleri, ve buzul göllerinin sıklığı son yıllarda yerli ve yabancı dağcıların ilgisini bu yöreye çekmektedir. Güney rotasından çıkışı kolay olan Kaçarları her yıl yüzlerce dağcı ziyaret etmekledir. Tırmanış esnasında, eğer sis yoksa Doğu Karadeniz Dağları’nın muhteşem görüntüsü izlenebilmektedir. Kuzey rotasını ise daha çok deneyimli dağcılar tercih ederler. Kuzeyden zirve yapmanın bir avantajı geri dönüşte Ayder yaylasında kaplıcalara uğranılabilmesidir. Kaçkar Dağları'nda yükseltinin kısa mesafelerde artması yaylacılık etkinliklerine bağlı bir takım geçici yerleşmelerin de kurulmasında doğrudan etkili olmuştur. Ülkemizin önemli zirvelerinden birisine sahip olan Kaçkar Dağları'nda aktüel buzullaşmanın ve diğer doğal değerlerin zenginliği dağcıları, turistleri ve bilim çevrelerini buraya çekmiştir. RAFTİNG Ardeşen’e yaklaşık 2 km mesafede bulunan Fırtına Deresi, akarsu turizmi (kano-rafting) açısından elverişli konuma sahiptir. Fırtına Deresi, debisi en yüksek ve hızla akan bir dere olma özelliği taşımaktadır. Bu nedenle yerli ve yabancı sporcular, bu dereyi özellikle tercih etmektedir. Rafting parkuruna gitmek için, Rize–Ardeşen karayolundan güneye çıkan karayolu takip edilerek 22 km sonra Çamlıhemşin İlçesi’ne ulaşılır. Raftinge Çamlıhemşin’nin yaklaşık 1 km güney kısmından başlanılabilir. Parkurun 5. km‘sinde iri kayalar bulunduğundan dikkatli olunmalıdır. Parkurun 7., 8. ve 9. kilometrelerinde tehlike arz eden geçişler olduğu için suyun iyi incelenmesi gerekir. Rafting, Fırtına Deresi Karadeniz’e dökülmeden önce uygun bir yerde bitirmek mümkündür. Parkur yaklaşık 23 kilometredir. Fırtına Deresi’nden başka rafting yapılan diğer dereler ise, Taşlıdere ve İkizdere (İyidere)’dir. Bu akarsularımız da ulusal rafting gösterileri ve 2004 yılı ulusal rafting şampiyonası gerçekleştirilmiştir. Bu derelere kanoculuk için de gerekli debi ve rejim miktarı yeterlidir. Bu akarsular dışında küçük büyük birçok dere mevcuttur. Rafting Parkurları İkizdere (İyidere) ve Fırtına Deresi’ndeki rafting Parkurlarının genel hatları şöyle sıralanabilir: 1.Parkur (B3): İkizdere İlçesi’nin Güneyce Beldesi’nden başlar. Uzunluğu yaklaşık 3 km olup, rapidler, 3-4 zorluk derecesine sahiptir. 2.Parkur (B2): İkizdere İlçesi’nin Hurmalık Köyü’nden başlar. Yaklaşık 7 km uzunluğa sahip olup ; rapidleri ise 3 dereceyi geçmemektedir. 3.Parkur (B1): Fırtına Deresi parkuru, Duygulu Köyü’nden başlar. Köyün 6,5 km sonrasında tamamlanır.Tarihi kemer köprüye girerken oluşan rapid, parkurun önemli bir noktasını oluşturmaktadır. JEEP SAFARİ Rize’nin Güneyi’nde yer alan yaylalar, dağ yolları ile birbirine bağlanmıştır. Macera turizmi yaşamak isteyen yerli ve yabancı ziyaretçiler rehber eşliğinde Trabzon ya da Bayburt İlleri üzerinden jeeplerle gelip, Anzer Vadisi yoluyla İkizdere’ye buradan Çağrankaya Yaylası yolunu kullanarak Çamlıhemşin’e varabilirler. Son nokta olarak Ayder ve Kavron Yaylasına ulaşılabilir. Jeep Safari Tur Güzergahları 1.Parkur: İkizdere – Çağrankaya – Çataldere – Kaptanpaşa - Çayeli parkuru. 2.Parkur: Pazar – Hemşin - Kito Yaylası – Zilkale – Çat - Elevit parkuru. 3.Parkur: Çamlıhemşin – Zilkale – Çat - Elevit parkuru. 4.Parkur: İkizdere – Anzer - Uzungöl parkuru. 5.Parkur: İkizdere – Anzer – İspir -Yusufeli parkuru. HELİSKİ (Helikopterle Kayak) Dünyanın en heyecanlı doğa sporlarından biri olarak gösterilen heliski, yakın zamana kadar İsviçre’nin Alplerinde, Himalayalar’da ve Kanada dağlarında yapılırken 2004 yılında ülkemizde ilk defa, Avrupalı kayak tutkunları için Kaçkar Dağları’na turlar düzenlenmeye başlandı. Rize’nin Çamlıhemşin İlçesi’ne bağlı Ayder Yaylası’nda konaklayan kayakçılar, özel eğitimli yabancı pilotların kontrolündeki helikopterle Kaçkar Dağları’nın sarp tepelerine çıkarılmakta ve zirvelerden dağların eteklerine doğru serbest stilde iniş gerçekleştirmektedir. Yalnızca profesyonel kayakçılar tarafından yapılabilen bu spor, özel ekipman ve ihtisas gerektirmektir. Her yıl Ocak-Nisan aylarında yapılan heliski için Ayder Yaylası’nın kış aylarında kapalı bulunan yolları açılmış olup; kışları faaliyet gösteremeyen konaklama tesislerinden bir kısmı, kışın da hizmet vermeye başlamıştır. Ayrıca daha önce 1 adet helikopterle yapılan heliksi için, 2007 yılında 4 adet helikopter kullanılmıştır KUŞ GÖZLEMCİLİĞİ Kaçkar Dağları çok çeşitli kuş ve kelebek türüne ev sahipliği yapmaktadır. Yerli ve yabancı kuş gözlemcileri, özellikle “Dağ Horozunu” yaşam alanında gözlemlemek için Rize’ye gelmektedir. Ayrıca pek çok yırtıcı kuş, temmuz ve ağustos aylarında, doğu yönünden Rize’ye gelerek güneye, mart ayında ise, aynı güzergahı kullanarak Kafkas Dağları’na göç etmektedir. Bu göç yolu, yırtıcı kuşların Türkiye’de kullandıkları önemli göç yolarından biridir ve kuş gözlemciliği için eşsiz bir parkurdur. Bunun yanında bölgede yaşayan diğer kuş türlerini, kelebekleri gözlemlemek ve doğa fotoğrafçılığı için de bölgenin flora ve fauna yapısı oldukça zengindir. Huş Tavuğu (Dağ Horozu) Deniz seviyesinden 2000 metre yüksekliklerdeki dağlarda, orman sınırının üzerinde yaşayan bir yabani kuş türüdür. Türkiye’de sadece Kaçkar Dağlarının yüksek kesimlerde görülür. İkizdere ilçesinde 2005 yılından beri, Huş tavuğunu koruma ve tanıtma amaçlı festival düzenlenmektedir. TERMAL TURİZM İkizdere Termal Kaplıcası: İkizdere İlçesi Termal Kaplıca-Ilıca alanının 40 hektarlık bir bölümü İl Özel İdaresi Genel Sekreterliğine ait olup, devletin hükmü ve tasarrufu altında bulunmamaktadır. Termal kaplıca 2004 yılında yap-işlet-devret modeli ile ihalesi yapılarak, her biri 240m² ve dört daireli, 5 adet, toplam 1200m² inşaat alanına sahip bungalov tipi apart otel; 875m² inşaat alanına sahip termal hamam ve 8670 m² inşaat alanına sahip 3 yıldızlı Turizm Yatırım Belgeli Termal Otelin yapımı devam etmektedir. I. Kuyu: Kokusuz, ekşimsi, 60 derecelik sıcak su olup, toplam mineralizasyon 4850,18 mg/1. bor içeren sodyumlu kalsiyumlu, bikarbonatlı 40 m. derinliktedir. 2,5 litrelik debiye sahiptir. II. Kuyu: Kokusuz, ekşimsi 70 derecelik sıcak su olup, toplam mineralizasyon 5675,89 mg/1. bor içeren sodyumlu kalsiyumlu, bikarbonatlı 264 m40 m. derinliktedir. Saniyede 8-10 litrelik debiye sahiptir. Yapılan tahlil sonuçlarına göre termal suyun, romatizma, nevrit, nevralji, kolinvrit, kırık-çıkık, kadın hastalıkları, kan şekeri, bel fıtığı gibi hastalıklara iyi geldiği kanıtlanmıştır. Andon İçmecesi İl merkezine 20 km. uzaklıkta bulunan Andon İçmecesi mide hazımsızlığı, cildiye problemleri, böbrek ve safra kesesi hastalıkları için tavsiye edilmektedir. Şimşirli İçmecesi Rize-İkizdere yol güzergâhında bulunan içmecenin suyu kokusuz ve berraktır. Böbrek taşı olanlar için şifa verdiği bilinmektedir. Çayırlı Maden Suyu Rize-İkizdere yol güzergâhında bulunan maden suyunun içme kürü olarak uygulandığında çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inanılmaktadır. FOTO SAFARİ Yeryüzünde ender bulunan bir doğa güzelliğine sahip olan Rize’de fotoğraf meraklıları için eşsiz karelerin yakalanabileceği geziler düzenlenmektedir. 3900 m yüksekliğe varan Kaçkarlarda çok çeşitli bitki ve hayvan türlerinin yanında dağların, bulutların, yağmurun ve insanın birlikteliğinden doğan nefis manzaraları bir fotoğraf karesine sığdırabilmeniz mümkün. KAMP VE KARAVAN TURİZMİ Rize yaylaları, temiz hava ve güzel manzaraları nedeniyle kampçıların sıklıkla tercih ettikleri yerlerdir. Kaçkar Dağları Milli Parkı’nda kamp ve karavan turizmi için önemli olanaklar bulunmaktadır. YAMAÇ PARAŞÜTÜ İkizdere İlçesi’nin Anzer Yaylası ile Çamlıhemşin İlçesi’nin Pokut Yaylası yamaç paraşütü yapılabilecek doğal yapıya sahiptir. Rize’nin birçok yaylasında bu potansiyel mevcut olmasına rağmen, en uygun yer Ballıköy (Anzer) yaylasıdır. Yamaç paraşütü için uygun başka bir parkur da Çamlıhemşin-Pokut-Hazindağ hattıdır.
-
ÇAYELİ-KUSPA TURİZM MERKEZİ Rize İl Merkezinin 19 km. doğusunda, sahil şeridinde yer alan Çayeli İlçesi 20.11.2006 tarih ve 11264 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile turizm merkezi ilan edilerek, 08.12.2006 tarih ve 26370 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır. İlçe merkezine yaklaşık 7 km mesafede bulunan Kuspa, deniz manzaralı oldukça geniş ve düz bir alana sahiptir. Ayrıca ilçede bulunan Ağaran ve Çataldere Şelaleleri gerek yükseklikleri, gerekse ilkbaharda suların kabarmasıyla oluşturdukları görünümle doğa harikası haline gelmektedirler. İlçeye 6 km. uzaklıkta bulunan Musa Dağı ve Melipos Tepeleri mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Tahpur yaylasından Verçenik Tepesini ve Kaçkarları seyretmek mümkündür.
-
ANZER YAYLASI Anzer Kültür ve Turizm Koruma Gelişim Bölgesi, Rize İl Merkezine 54 km, İkizdere İlçe Merkezine 35 km mesafede yer almaktadır. 2200-2300 m. yükseklikte yer alan ve tasarrufu devlete ait olan Anzer, 07.02.1991 tarih ve 91\1514 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Turizm Merkezi ilan edilmiştir. Bunun yanında bölgenin doğal güzellikleri ve turizm potansiyeli göz önüne alınarak, koruma ve geliştirme faaliyetlerinin daha verimli olması amacıyla 20.11.2006 tarih ve 11264 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Anzer Bölgesi “Kültür ve Turizm Koruma Gelişim Bölgesi” ilan edilerek, 08.12.2006 tarih ve 26370 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır. Anzer, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunun 6, 7, 8 maddeleri ile 3194 sayılı İmar kanunun 1, 2, 4, 7 ve 11. maddeleri yasal dayanak yapılarak, kullanma ve yararlanma hakkı üzerinde ikamet edenlerin tasarrufuna bırakılmıştır. Doğallığını korumak şartıyla vatandaşların bölgeyi kullanımına izin verilmektedir. Anzer Kültür ve Turizm Koruma Gelişim Bölgesi, yaylalarının doğal güzelliği, otantik özellikleri, zengin flora ve fauna yapısı ve de irili ufaklı birçok buzul gölüyle görülmeye değer bölgelerimizdendir. Turizm Koruma Gelişim Bölgesi trekking, yamaç paraşütü, heliski, jeep safari, foto safari ve zirve tırmanışları (dağcılık) gibi bir çok turizm aktivitesinin gerçekleştirilebilmesi için elverişlidir. Bölge, bir taraftan Çoruh Nehri ve Bayburt İline, diğer taraftan, Uzungöl Turizm Merkezine ulaşım olanağı sağlaması nedeniyle ayrıca bir önem taşımaktadır. Bölgedeki zengin flora yapısı “bitki incleme”ye gelen ziyaretçiler için ender güzellikler sunmaktadır. Ayrıca, bölgenin bu zengin ve kendine has florasından elde edilen Dünyaca ünlü Anzer Balı, hem Anzer’in tanıtımına hem de bölge ekonomisine önemli katkılar sağlamaktadır. Anzer Balı’nın insan sağlığı açısından (kanser, iltihaplı hastalıklar, eklem ağrıları ve verem gibi) birçok hastalıkta şifa verdiği bilim çevrelerince tespit edilmiştir.
-
AYDER YAYLASI Ayder yerleşimi bir yayla olarak tanımlansa da aslında bir mezradır. Mezralar; yaylalardan daha alçakta bulunan, yaz başında yaylalara çıkarken ve sonbaharda yaylalardan dönerken bir süre konaklanılan ve bu süre içinde hayvanlara yem sağlanan ve dinlenilen bir ara basamak yerleşmeleridir. Ancak eskinin uzun süren yayla göçleri günümüzde neredeyse tüm yaylalara araç yollarının ulaşması ile mezralar fonksiyonunu büyük ölçüde yitirmiş, hatta mezra kelimesi bile kullanılmaz olmuştur. İşte aslında bu kapsamdaki mezralardan biri olan Ayder, doğal kaynakları ve termal olanakları ile son 35 yılın Doğu Karadeniz’in en popüler yöresi konumundadır ve uygulamada yayla olarak adlandırılmaktadır. Ayder yaylası 1200 m ile 1300 m rakımları arasında konumlanmış, yaklaşık 44 Ha alanda yayılan ve Aşağı Ambarlık, Orta Ambarlık ve Yukarı Ambarlık olarak üç mahalleden oluşan geçici bir yerleşim yeridir. Ayder Yaylası, Çamlıhemşin İlçesine 17 km’lik asfalt bir yolla bağlanmaktadır. Yaz döneminde sabit nüfus yaklaşık 1500 olarak tespit edilmiştir. Ancak günübirlik ziyaretçiler ve konaklamak üzere gelen turistler ile hareketli nüfusun 3-4 bin civarına yükseldiği hatta hafta sonları 5-6 binlere ulaştığı yetkililer tarafından dile getirilmiştir. Çoğunluğu ahşap, taş ahşap ve taş malzemeden inşa edilmiş 216 konut bulunmaktadır. Ancak yaklaşık 100 adet, briket ve betonarme, tek ya da çok katlı çoğunluğu otel olan bina mevcuttur. Yayla karakteri ile büyük bir zıtlık oluşturan ve görsel ve fiziki kaliteyi bozan bu görüntü tüm resmi koruma statülerine rağmen değiştirilememiştir. Günümüzde bir turistik merkez niteliği kazanmış olan Ayder Yaylasında 29 belediye belgeli konaklama birimi bulunmaktadır. Bu otel ve pansiyonlar toplam 1000 yatak kapasitesine ulaşmıştır. Otel ve pansiyon sayısındaki bu çokluğun nedeni sadece turistik gezi değil, yıllardır tedavi amaçlı kullanılan kaplıcaların bu yayla içinde bulunması ile ilgilidir.
-
RİZE KALESİ Rize il merkezinin güneybatısında bulunan Rize Kalesi’nin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Bunu belirten bir kitabe de günümüze gelememiştir. Kale ilk yapılışında İç Kale ve Aşağı Kale’den meydana gelmiş, Aşağı Kale bölümü yoğun yapılaşmadan ötürü tamamen yok olmuş ve yalnızca batı tarafındaki bazı sur parçaları ile kuleleri günümüze gelebilmiştir. Rize Kalesi’nin tarihlendirilmesi konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Aşağı Kale surlarının bazı bölümleri Bizans İmparatoru Alexios II. (1297-1330) zamanında yapılan Trabzon Kalesi ile benzerlik göstermesinden ötürü bu dönemde yapıldığı sanılmaktadır. İç Kale ise, İmparator Iustinianus (527-565) zamanında yapılmıştır. Sonraki dönemde de Trabzon Kommenosları zamanında Aşağı Kale’nin surları yapılmıştır. Bu kale Osmanlı döneminde onarılarak kullanılmıştır. İç Kale deniz seviyesinden 150 m. yükseklikte, doğal bir yükselti üzerine yapılmıştır. Düzgün olmayan, yamuk şekilde bir planı olan İç Kale’nin girişi doğu yönündedir. Bu kapıdan küçük bir avluya girilmektedir. Avludan ikinci bir kapı ile de asıl kaleye geçilmektedir. İç Kale’yi çevreleyen duvarlar ve surlar kısmen düzgün kesme taştan, kısmen de moloz taştan yapılmış ve kireç harçla da sağlamlaştırılmıştır. Duvar kalınlıkları 1,5 m.yi bulmaktadır. İç Kale’nin yarım daire planlı beş kulesi vardır. Ayrıca doğusuna da kayalara oyulmuş bir kuyu yapılmıştır. Kale harap bir durumda iken 1990’lı yıllarda Kültür Bakanlığı tarafından onarılmıştır. Bu onarım sırasında yıkılmış olan seyirdim yolu ve mazgallar yenilenmiştir. Aşağı Kale , İç Kale’nin kuzeydoğu ve kuzeybatıya açılan, denize kadar ulaşan surlarla çevrili idi. A.Bryer ve D.Winfield bu kalenin surları üzerinde dokuz kulesi ve iki kapısı olduğunu tespit etmiştir. Kuleleri dikdörtgen ve yuvarlak planlı olup, iki katlı idiler. Günümüze ulaşan kalıntılarından üst örtüsünün tuğla tonozlu olduğu sanılmaktadır. Doğu surlarından ise hiçbir iz günümüze gelememiştir.
-
ZİL KALESİ Rize ili Çamlıhemşin ilçe merkezinin 15.km. güneyinde, Fırtına Deresi Vadisi’ne hâkim noktada, deniz seviyesinden 750 m. yükseklikte, kıyıdan da 40 km. içeridedir. Dere yatağına hâkim bir kayanın tepesinde bulunan bu kale çevreyi kontrol amacıyla yaptırılmıştır. Kalenin kimler tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Bölgenin tarihini araştıran Prof.A.Bryer kale ile ilgili hiçbir bilgi edinememiş ve dağlar arasındaki geçitlere egemen olan bir derebeyi tarafından yaptırılmış olabileceği görüşündedir. Prof.Dr.Semavi Eyice’ye göre, yöredeki derebeyi hakimiyeti Osmanlı İmparatorluğu zamanında da sürdürülmüş, asi Tuzcuoğullarının, Trabzon Valisi Hazinedaroğulu Süleyman Ağa ve devlet kuvvetleri ile çarpışmasına kadar, 1840’lı yıllara kadar kullanıldığını ileri sürmüştür. Kale düzensiz bir kaya kütlesinin en yüksek kesiminde ve düzgün bir plana sahip olmayacak şekilde yerel moloz taştan yapılmıştır. Kalede tarihlemeye yardımcı olacak herhangi bir bezemeye de rastlanmamıştır. Kalenin kuzey yönündeki girişine batı yamacındaki bir yol ile ulaşılmaktadır. Kale üzeri beşik tonozlu bir dehlizi olan kapının iç tarafında, tepenin kuzey kısmında kademeli teraslar halinde yapılmıştır. Bu teraslar fazla yüksekliği olmayan duvarlarla birbirlerinden ayrılmıştır. Tepenin güney ucunda birbirine bitişik iki mekân asıl kale bloğunu oluşturmaktadır. Düzensiz planı olan bu bölümlerin kale muhafızlarının barınakları olduğu sanılmaktadır. Duvarlardaki kiriş izlerinden bu mekânların ahşap döşemeli katları olduğu da anlaşılmaktadır. Bu mekânın yanında muntazam dikdörtgen planlı, batı ve doğu yönüne uzanan daha küçük bir mekân vardır. Bu mekânın kaleye ait bir şapel olduğu düşünülmüş ise de bunu doğrulayacak bir kanıta rastlanmamıştır. Ayrıca bir şapelde bulunması gereken apsis ise burada yoktur. Yalnızca kapı girişinin karşısında, batıda içerisi nişli bir girintili hücre bulunmaktadır. Kalenin güney ucu duvarla çevrili bir iç kale görünümündedir. Bunun batısında dışarıya doğru taşan dikdörtgen burcun başkule olduğu sanılmaktadır. Bu kulenin de düzgün bir planı yoktur. Ancak bütün kaleye ve çevreye hâkim bir durumdadır. Duvarları 1-5-2 m. kalınlığındaki başkulenin zemin katından başka, ahşap döşemeli dört katı daha bulunmaktadır. Kalenin aydınlatılmazı mazgal delikleri ile yapılmıştır. Ayrıca kulenin üzeri teras şeklinde örtülmüştür. İç kaleden başka dış surlar ve orta surlar kaleyi çevrelemektedir. Kale duvarları içerisinde dikine uzanan boru yuvalarının da günümüze gelemeyen sarnıçlara ait oldukları sanılmaktadır.
-
KIZ KALESİ Rize ili Pazar ilçesinin batısında küçük bir yarımadada, kayalıklar üzerinde bulunan bu kalenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, Trabzon Rum İmparatorluğu zamanında XIII.-XIV.yüzyıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Kale Osmanlılar zamanında onarılmış ve kullanılmıştır. Kale oldukça muntazam taş duvarlara sahiptir. Kare planlı olup, 7.00x7.00 m. ölçüsündedir. Güney surları yıkılan kalenin girişi batı yönündedir. Günümüze iyi bir durumda gelebilen duvarlarında ise mazgallar ve yuvarlak kemerli üst kata ait pencereler bulunmaktadır.
-
RİZE CAMİLERİ Büyük Gülbahar Sultan Camisi (Merkez) Rize Gülbahar Mahallesi’nde bulunan bu caminin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Çeşitli dönemlerde yapılan onarımlar sırasında giriş kapısı üzerine h.1324 (1906) tarihli bir kitabe yerleştirilmiştir. Bunun yanı sıra caminin bir kenarına bırakılmış bir başka kitabede “Süleyman Camii Şerifi” ismi ile h.1070 (1659) tarihi yazılıdır. Bu kitabenin burada daha eski dönemde yapılmış bir camiye ait olduğu sanılmaktadır. Nitekim bugünkü caminin eski camiden biraz daha kuzeye kaydırılarak 1906’da yapıldığı düşünülmektedir. Cami son cemaat yeri ile birlikte dikdörtgen planlı yöresel siyah taştan yapılmış, üzeri de kırma bir çatı ile örtülmüştür. Önündeki son cemaat yeri yüksek bir subasman üzerine oturtulmuş, iki katlı bir yapıdır. İbadet mekânı kare planlıdır. Bu bölüm doğu yönünde üç, diğer cephelerde de ikişer tane yuvarlak kemerli pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrap nişi yivli sütunlarla çevrelenmiş olup oldukça basit bir görünümdedir. Ahşap minber ise oldukça sadedir. Batı yönündeki minareye son cemaat yerinden çıkılmakta olup, kare kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Küçük Gülbahar Hatun Camisi (Merkez) Rize ili Gülbahar Hatun Mahallesi'nde, Büyük Gülbahar Camisi'nin doğusunda bulunan bu cami 1737 yılında yapılmıştır. Halk arasında Mubah Sultan Camisi ismi ile tanınmaktadır. İlk yapılışında caminin Yavuz Sultan Selim’in eşi Gülbahar Hatun adına yaptırıldığı iddia edilmiştir. Sonraki yıllarda Ak Mehmetler’den Şaban Efendi tarafından 1956 yılında biraz daha kuzeye doğru yeniden yaptırılmıştır. Cami kare planlı olarak betonarmeden yapılmıştır. İbadet mekânının üzeri kubbe ile örtülüdür. Mimari yönden bir özellik taşımamaktadır. Caminin kuzeybatı köşesindeki taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Kale Camisi (Merkez) Rize Kale Mahallesi'nde, İç Kalesi'nin güneyinde bulunan bu cami, kitabesinden öğrenildiğine göre 1658 yılında Halil Ağa isimli bir kişi tarafından yaptırılmış, 1805 yılında yenilenmiştir. Bugünkü cami ise 1970’li yıllarda yeniden yapılmıştır Cami eğimli bir arazi de yapıldığından ötürü altında bir zemin katı vardır. Zemin kat taş ve ibadet mekânı betonarme olarak yapılmıştır. Üzeri kiremitli kırma çatı ile örtülmüştür. Caminin doğusunda imam odası bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerinde onarım kitabesi bulunmaktadır. Kitabe: Sahibül hayrat Halil Ağa Avni Hak ile etti bir bina mescid bina Mâif-i gaybi dedi tarihini Hakken makamıdır cennet-i a’lâ Sene 1069 (1658). Caminin ibadet mekânına küçük bir son cemaat yerinden girilmektedir. Kareye yakın dikdörtgen planlı caminin üzeri ahşap bir tavanla örtülmüştür. İbadet mekânı yuvarlak kemerli geniş pencerelerle aydınlatılmıştır. Mihrap özellik taşımamaktadır. Yanındaki minaresi taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Orta Camisi (Merkez) Rize il merkezi Yeniköy Mahallesi'nde bulunan bu caminin, ilk cami kitabesinden öğrenildiğine göre, 1737 yılında yapılmıştır. Günümüze gelen cami ise 1941 yılında yeniden inşa edilmiştir. I.Dünya Savaşı sırasında Ruslar tarafından işgal edilen Rize’den çekilirlerken Ermeniler tarafından cami yakılmıştır. Bunun ardından 1929 yılında onarılmış, l941 yılında Hacı Memiş Efendi tarafından yeniden yapılmıştır. Cami dikdörtgen planlı yöresel siyah kesme taştan yapılmış üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Üst örtüyü yuvarlak iki beton ayak taşımaktadır. Ahşap tavanın ortasına içten ahşap bir kubbe yerleştirilmiştir. Caminin son cemaat yeri bulunmamaktadır. İbadet mekânı doğu ve batıda üçer, kuzey ve güneyde ikişer yuvarlak pencere ile aydınlatılmıştır. Ayrıca üst sıra duvarlarda yanlarda dörder, ön ve arkada üçer ikiz pencere bulunmaktadır. Mihrap mermerden olup, gösterişsizdir. Ahşap minber üzerinde bezeme bulunmamaktadır. Minaresi taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Şeyh Camisi (Merkez) Rize il merkezinde, eski Vilayet Konağı'nın güneyinde eski Piri Çelebi Mahallesi'nde yer alan cami 1711 yılında El Hac Muhammed Efendi tarafından yapılmıştır. İlk cami çeşitli tarihlerde yapılan onarımlarla 1953 yılına kadar gelmiştir. Onun yerine yapılan bugünkü cami 1953-1965 yılları arasında yapılmıştır. Şeyh Camii, Merkez Camisi'nden sonra Rize'nin en büyük camisidir. Kesme taştan, kare planlı caminin önünde beş bölümlü beş küçük kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Burası sonraki yıllarda camekânla kapatılmıştır. İbadet mekânı tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. İbadet mekânı iki sıra halinde pencerelerle aydınlatılmıştır. Caminin iki yanında bulunan iki minaresi birer şerefelidir. İskender Cafer Paşa Camisi (Merkez) Rize ili İslam Paşa Mahallesi'nde bulunan bu camiyi kitabesinden öğrenildiğine göre, İskender Cafer Paşa 1570 yılında yaptırmıştır. Cami halk arasında İslam Paşa veya Kurşunlu Cami ismi ile de tanınmaktadır. Klasik Osmanlı mimari tipindeki cami moloz taştan kare planlı olup, üzeri sekizgen kasnaklı tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Geniş bir avlu ve hazire içerisindeki caminin önünde geç devirde yapılmış ahşap bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yeri 1970’li yıllara kadar iki katlı ahşap çatılı idi. Bu bölüm yıkıldıktan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tek katlı ve ahşap olarak yenilenmiştir. Kuzey yönündeki giriş kapısı üzerinde h. 978 (1570) tarihli kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabe h.1326 (1908) yılında yapılan onarım sırasında buraya konulmuştur. Kitabe: Selâmun aleykum tibtum fedhuluhâ halidin Tamir sene 1326 İskender Cafer Paşa Camii Şerifi Tarihi atiki sene 978 (1570). Caminin ibadet mekânı her cephedeki ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrap taştan olup sade bir görünümü vardır. Ahşap minber ise son dönemlerde yapılan onarımlar sırasında buraya eklenmiştir. Bu arada ahşap mahfil betonarme olarak yenilenmiştir. Kuzeybatı köşesinde yer alan minare1989 yılında yenilenmiştir. Minare kare kaide üzerinde yivli ve tek şerefelidir. Reşadiye Camisi (Merkez) Rize Reşadiye Mahallesi'nde ki bu caminin 1671 yılında yapıldığı sanılmaktadır. Sonradan yıkılmış ve yerine 1962 yılında bugünkü cami yapılmıştır. Cami düzgün kesme taştan kare planlı olarak yapılmış, üzeri kubbe ile örtülmüştür. Önünde üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerine de bir kitabe yerleştirilmiştir. Ancak bu kitabe bir mezar taşına aittir. Kitabe: Merhum el Hacı madan Ruhuna Fatiha sene 1082 (1671). Camiönü Camisi (Merkez) Rize Camiönü Mahallesi'nde bulunan bu cami halk arasında Fener Camisi olarak isimlendirilmiştir. Kitabesinden öğrenildiğine göre Hacı Ahmet tarafından 1698 yılında yapılmıştır. Bugünkü cami ise 1949 yılında yenilenmiştir. Cami kesme taştan kare planlı olup üzeri yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Önünde iki küçük kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Giriş kapısının iç tarafında ilk yapıya ait bir kitabe bulunmaktadır. Kitabe: Sahib-ül hayrat el Hacı Ahmet Sene 1109 (1698). Bugünkü cami mimari yönden bir özellik taşımamaktadır. Taşçıoğlu Camisi (Merkez) Rize Yenimahalle'de bulunan bu camiyi Cezayirli Kaptan Ali Paşa, h.11261131 (1714-1718) yıllarında yaptırmıştır. Cami h.1250 (1834) yılında onarılmış, XX. yüzyılın başlarında Taşçıoğlu isimli bir kişi tarafından yeniden onarılmıştır. Bu yüzden de Taşçıoğlu Camisi olarak tanınmıştır. Cami 1940 yılında bir kez daha onarılmış, 1979 yılında yıktırılmış ve üç katlı olarak yeniden yapılmıştır. Rize’de yıkılarak yeniden yapılan yapılardan bir örnektir. Caminin ilk yapımına ait kitabesi günümüze gelebilmiştir. Kitabe: Cezayirli Ala Paşa’ya Mevla’dan olup ihsân Bu cami-i şerif-i eyledi bu mevzie bina İbadet eyleyip Kur’an okundukça bu camide Bunun banisine hak devlet-i dâreyin ide i’tâ Hatalardan belâlardan anı daim elmin etsin Bi hakk-ı sure-i Tahâ bihakk-ı leyletü’l-esrâ Dahi dünya ve ukbada kazayadan masûn etsin Şunun hakkı ki halk oldu anınçün mekteb-i mina Buna beş vakt ile dedim Salahi hoş güzel tarih Aceb âli ibadet-gâh olmuş bi bedel bu câ H1126-1131 ( 1714-1718. Günümüze gelen caminin arazi konumundan ötürü, cephesine dükkânlar yapılmıştır. Düzgün taş duvarlı kırma çatılı bir yapıdır. Kuzey, doğu ve batı yönlerinden merdivenli inişleri bulunmaktadır. İbadet mekânı iki ahşap sütunla taşınmaktadır, Mimari yönden caminin bir özelliği bulunmamaktadır. Portakallık Cami (Merkez) Rize Portakallık Mahallesi’nde bulunan bu caminin ilk yapım tarihi bilinmemektedir. İlk yapımının XIX.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. XX.yüzyılın başlarında onarılmış, önüne son cemaat yeri ile meşrutalar yapılmıştır. Cami dikdörtgen planlı, kaba yontma taştan ve dikdörtgen planlıdır. Üzeri ahşap bir çatı ile örtülü idi. Bu cami 1965 yılında yıktırılmış ve yerine bugünkü cami yaptırılmış olup, caminin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Uzunkaya Köyü Camisi (Merkez) Rize ili Uzunkaya Köy merkezinde bulunan bu caminin XIX. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Bu cami de yakın tarihlerde yıkılmış ve yeniden yapılmıştır. Eski cami dikdörtgen planlı, 9.00x10.00 m. ölçüsünde olup, üzeri kırma çatı ile örtülü idi. Caminin batı ve güney duvarları taş, diğer cepheleri yığma ve ahşap karışık olarak yapılmıştı. Bu caminin en önemli tarafı ahşap minberi, mahfili ve tavanı idi. Özellikle ahşap minber bezeme yönünden çok zengindi. Bugünkü cami kesme taş duvarlı dikdörtgen planlı ahşap çatılıdır. Mahfilde, kapılarda eski camiye ait ahşap bezemeler kullanılmıştır. Kuzeybatısında yer alan taş minaresi tek şerefelidir. Muradiye Köyü Camisi (Merkez) Rize il merkezi Muradiye Köyü’nde, dere yatağı yakınında bulunan bu caminin XVIII. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Günümüze gelen cami 1909 yılında yapılmıştır. Bugünkü cami dikdörtgen planlı kesme taştan olup, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Çatı içten dört taş ayak tarafından taşınmaktadır. Caminin kuzey, doğu, batı yönlerinde birer kapısı bulunmaktadır. Doğu kapısı üzerinde bulunan minare ilk yapıdan kalmıştır. Sonraki yıllarda batı kısmına bir minare daha eklenmiştir. Ekşioğlu Camisi (Ardeşen) Rize, Ardeşen ilçesinde, Çifte Kavak Mahallesi'nde bulunan Ekşioğlu Camisi Ekşioğlu Hacı Mustafa Efendi tarafından yaptırılmış, 1869 yılında yenilenmiştir. Yakın tarihlerde de caminin kuzeyine yeni bir bölüm eklenmiştir. Cami kesme ve moloz taştan dikdörtgen planlı olup, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. İbadet mekânı her cephede altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrp ve minberi oldukça sade olup her hangi bir özellik göstermemektedir. Mihrap üzerine onarım kitabesi yerleştirilmiştir. Prof.Dr. Haşim Karpuz’dan aldığımız bu kitabe: Ashabu’l hayrât ve’l-hasenât Ashabû’r-refi ve’d-decerât Evvelâ inşa iden Ekşizade HacıMustafa Me’vası olsun cennet-i ba kemâl-i pür-safa Sâniyen tecdid idenler bu cami-i şerif sa’id Sâniyen tecdid idenler bu cami-i şerif sa’id Dünyevi her rûz’id uhrevi eylesun azabdan baid Gerek tab gerek nakd-i zaman ile idenler kâr İlâhi sen afu it cümle günahın kalmasın misl-i gubâr Hulusâne kim hizmet ider ise heme-i an Du cihanda elem û kederden olsun hıfz u emân Hitam-pezir olmuşdur seksen altı senesi Mubarekşehr-i Ramazan sene 1286. Caminin kuzeybatısında kesme taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli tek şerefeli bir minaresi bulunmaktadır. Caminin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Seslikaya Köyü Camisi (Ardeşen) Rize Ardeşen ilçesi Seslikaya Köyü’nün merkezinde bulunan bu cami 1801 yılında yapılmıştır. Karadeniz yöresinin en güzel ağaç işçiliği olan camileri arasındadır. Caminin batı cephesinin güneyindeki pencere üzerindeki kitabesine göre banisi, Yaşınzade Ali Usta ile Mustafa ve Osman ustalardır. Bu kitabede “Bu camii şerifi bina iden Yaşın Zade Ali Usta ve refiki Murteza oğlu Mustafa. Üçüncü usta Kurtoğlu Osman. Sene 1216” yazılıdır. Büyük olasılıkla da buradaki küçük cami yıkılarak, yerine bu cami yapılmıştır. Bugünkü cami muntazam yontma taş ve ahşaptan dikdörtgen planlıdır. Üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Yakın tarihlerde önüne bir bölüm eklenmiştir. İbadet mekânı altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrap taştan ve oldukça sadedir. Ağaç minberin yan yüzeyleri ile korkulukları barok üslupta bezemelerle süslenmiştir. Buna benzer bezeme ahşap mahfilde, sütun başlarında, korkuluklarda görülmektedir. Minberin yan yüzlerindeki boşluklar S kıvrımları ile doldurulmuştur. Yer yer de barok üslupta stilize lalelere yer verilmiştir. Tavanda bezemeler görülmektedir. İbadet mekânını içten örten kubbenin içerisi kalem işleri ile bezenmiştir. Caminin kuzeydoğusundaki minaresi de yakın tarihlerde yapılmış olup taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Tunca Köyü Camisi (Ardeşen) Rize Ardeşen ilçesi Tunca Köyü’nde bulunan caminin yapımı ile ilgili çeşitli kitabeler bulunmaktadır. Caminin kuzey cephesindeki kitabelerin birisinde İmam Abdül Vahid İbni Salih tarafından h.1320 (1902) yılında yaptırıldığı yazılıdır. Aynı yerdeki bir başka kitabede vakıf sahibi olarak Alemdarzade Ahmet ve 1320 (1902) tarihi yazılıdır. Bu kişinin caminin taşını sağlayan kişi olduğu Prof. Dr. Haşim Karpuz’dan öğrenilmiştir. Aynı yerde caminin ustasının Mapavrili Selimzade Hüseyin İbni Ali Rıza olduğu yazılıdır. Caminin mihrabının yanındaki kitabe ise okunamamıştır. Cami meyilli bir arazide, kesme taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmış, üzeri kırma bir çatı ile örtülmüştür. Arazi konumundan ötürü alt kata medrese olduğu söylenen bir bölüm eklenmiştir. Son cemaat yeri olmayan camiye kuzey cephesinin ortasından ve kuzey batıdaki bir kapıdan girilmektedir. İbadet mekânı düz lentolu iki sıra pencere ile aydınlatılmıştır. Caminin taş mihrabı sade bordürlerle çevrilmiştir. Minber ahşaptır ve yüzeyi bütünüyle barok karakterli bölgesel motiflerle süslenmiştir. Bitkisel motiflerle süslü minberin boş kalan yüzeyleri S ve C kıvrımları ile süslenmiştir. Barok üsluptaki bezemeler yerel ustalar eliyle kendine özgün bir konum kazanmıştır. Aşağı Çamlıca Köyü Camisi (Çamlıhemşin) Rize Çamlıhemşin ilçesi Aşağı Camlıca Köyü’nde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden ve vakıf kalıtlarında onunla ilgili bir kayda rastlanmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, yapı üslubu ve çevresindeki diğer camilerle karşılaştırıldığında XIX. yüzyılın ortalarında yapıldığı sanılmaktadır. Cami kesme taştan 7.10x8.50 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı, iki katlı bir yapıdır. Üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Bu caminin de zemin katının medrese olarak yapıldığı sanılmaktadır. Zemin katına kuzeydoğu köşesindeki bir kapıdan girilmektedir. Ancak bu bölüm çeşitli yıllarda değişikliğe uğramıştır. Yalnızca batı duvarlarında ilk yapılışından bir ocak kalmıştır. İbadet mekânının ahşap döşemesi de yakın tarihlerde betonarme olarak değiştirilmiştir. Bugün ibadet mekânına yüksek bir merdivenle çıkılmaktadır. Giriş kapısı basık kemerli bir kapıdır. İç mekân güney ve doğu yönündeki pencerelerle aydınlatılmıştır. Mihrap taştan olup çevresi kalem işleri ile bezenmiş, yer yer yazı kompozisyonlarına yer verilmiştir. Minberi çok iyi bir ahşap işçiliği göstermektedir. Minberin yan korkuluklarında bir daireden çıkan S ve C kıvrımlı motifler dikkati çekmektedir. Minberdeki tüm bezemelerde barok üslup kendini göstermektedir.