-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
TARBZON YEMEKLERİ TURŞU KAVURMA Malzemeler: Bir kilo fasülye turşusu, üç baş soğan veya buna denk prasa yaprağı, beş diş sarmısak, iki kaşık tereyağı veya buna denk zeytinyağı Yapılışı: Fasulye turşusu bir gün önceden suya konur, tuzu çıkartılır. Hiç su kalmayacak şekilde elle sıkılır. Soğanlar, ay şeklinde bir tavaya doğranırlar ve zeytinyağı ile penbeleşinceye kadar kavrulurlar. Daha sonra hazırlanan turşu, tavaya ilave edilir, ezilmiş sarmısak ve az bir miktar biber konarak 10-15 dakika kavrulur. Sıcak veya soğuk olarak yenebilir. Eskiden ilk yemek olarak ve mısır ekmeği ile birlikte yeniyordu. Bir lokma ekmek tavaya uzanıyor ve parmaklar yardımıyla bir tutam turşu alınıp ağıza getiriliyordu. Günümüzde ise turşu kavurma, salata gibi sofraya konulmakta ve iştah açıcı olarak alınmaktadır. PAZI KAVURMASI Malzemeler: Dört bağ pazı, üç baş soğan veya buna denk prasa, beş altı diş sarmısak, ki kaşık tereyağı Yapılışı: Soğanlar halka halka doğranıp yağda kavrulur. Haşlanıp süzülen pazılar sıkılarak yağda kavrulmuş soğana ilave edilir. Ezilmiş sarmısak ve tuz konup 10-15 dakika kavrulur. PAZI DOLMASI Malzemeler: Dört bağ pazı, bir bardak korkoto (Kırılmış Mısır) , iki baş soğan, iki kaşık tereyağı. Yapılışı: Once pazılar bir kazanda haşlanıp süzülür. Doğranmış soğanlar yağda kavrulur. Daha önce haşlanmış ve süzülmüş pazılar doğranarak kazana ilave edilir, daha önce ıslatılmış korkoto, su ve tuz konur, karabiber katılır, 20 ila 30 dakika pişirilir. Pirinçli ispanak yemeği kıvamında veya biraz daha katı olur. Korkoto yerine bulgur veya pirinç konabilir. KARA LAHANA DOLMASI Malzemeler: Dört bağ lahana, iki baş soğan, bir su bardağı korkoto, iki kaşık tereyağı veya iç yağı. Yapılışı: Eritilmiş yağda soğanlar kavrulur. Doğranmış haşlanmış ve süzülmüş lahanalar buna ilave edilir. Suyu, tuzu, ve acı biberi konulduktan sonra 20-30 dakika kadar pazı dolması kıvamında pişirilir. Suyu tuzu konulurken daha önceden ıslatılmış korkoto da ilave edilir. Korkoto yerine bulgur ve pirinç de konabilir. LAHANA HAŞLAMASI Malzemeler: Altı bağ lahana, bir domates büyüklüğünde içyağı, bir kase fasülye, iki kaşık mısır unu, iki kaşık tereyağı, bir kiloya yakın kemik, bir miktar acı biber (Lav Biberi) Yapılışı: Lahanalar önce yıkanıp temizlenir. Daha sonra elle bükülerek doğranır, fasülye ile beraber veya ayrı ayrı haşlanır ve süzlür. Lahana kaynatılıp süzülmezse tadı acı olur. Kazana su koyarak bütün malzeme buna ilave edilir. Tuzu biberi konur, yarım saat pişirilir. EZME LAHANA VEYA VURMA LAHANA Malzemeler: Altı bağ kara lahana, bir domates büyüldüğünde içyağı, bir kaşık tereyağı, bir bardak içyağı, bir bardak un, az miktarda acı biber. Yapılışı: Once, temizlenmiş ve doğranmış lahana ve fasülye ayrı ayrı haşlanır ve süzülürler. Mısır unu dışında bütün malzemeler ve tuz kazana konur, kaynatılmış su ilave edilir ve pişirilir. Suyu bir başka kapa alınıp ezme işine girişilir. Lahanayı ezmek için özel bir kutali (Kepçe uzunluğunda düz yontulmuş ağzı dört parmak kalınlığında ve genişliğinde bir araç) veya kepçe kullanılır ve lahana muhallebi kıvamı alıncaya kadar ezilir. Ezme işi bitince lahanadan daha önce alınmış olan su ve bir miktar mısır unu kazana yavaş yavaş ilave edilir ve 5 ila 10 dakika karıştırılarak kaynatılır. Ezme lahanaya damak zevkine göre tatlı kabağı, taze fasülye, taze mısır veya pazı ilave edilebilir. ETLİ LAHANA DOLMASI Malzemeler: Altı veya yedi bağ kara lahana, üç baş soğan, bir kilo ince kıyılmış et, bir kase korkoto, maydonoz. Yapılışı: Soğanlar ince ince doğranır. Yeteri kadar tuzla ovulur, ince kıyılmış et, korkoto, maydonoz, tuz, su ilave edilerek dolma içi hazırlanır, daha önce haşlanmış süzülmüş lahanayaprakları ile sarılır. Dolmaların üzerini geçmiyecek kadar su konulup kazanda pişirilir, sıcak servis yapılır. Kazanın en altına kemik konursa daha lezzetli olur. Korkoto yerine bulgur veya pirinç konabilir. ISIRGAN YEMEĞİ Kendiliğinden yetişen ısırgan otundan yapılan yemeğin tarifi Çayeli'nden alınmıştır. Yapılışı: Taze ısırgan yıkanır, haşlanır ve süzülür. Iki baş kıyılmış soğan bir tencerede bir kaç kaşık yağla kavrulur, salçası ve süzülmüş ısırganlar tencereye konur. Yeterince kaynar su ile iki bardak süt ve tuz ilave edılır. İsteğe göre karabiber de konabilir. Isırgan yemeğinin bazı hastalıldara yararlı olduğu söylenmektedir. HAMSİKOLİ (HAMSİLİ EKMEK) Malzemeler: Bir bağ pazı, bir bağ taze soğan veya buna denk kuru soğan, Bir bağ prasa yaprağı, bir iri domates büyüklüğünde içyağı, dört bardak mısır unu, iki kaşık tereyağı, bir avuç nane, iki kase hamsi. Yapılışı: Önceden suya konmuş hamsiler kılçıklarından ayıklanır. Bütün sebzeler ve içyağı ince ince doğranır, elenmiş un ve kaynar su ilave edilerek karıştırilır ve ekmek hamuru şeklinde hafifçe yoğrularak mısır ekmeği gibi plekide pişirilir. Pişirmeden önce tuzu kontrol edilmelidir. Hamsi ve içyağı kendiliğinden tuzlu olduğundan tuz ayarı buna göre yapılmalıdır. Hamsili ekmeğin hamuruna su yerine kaymaklı süt ve yumurta katılırsa daha da lezzetli olur. Sıcak olarak yenirse daha lezzetlidir. HAMSİ ÇIGIRTASI Malzemeler: Bir bağ pazı, bir bağ taze soğan veya buna denk yerli prasa yaprağı, iki bardak ince mısır unu veya buna denk buğday unu'da olabilir, bir tas tuzlu hamsi, bir yumurta büyüklüğünde içyağı. Kızartma için zeytinyağı yoksa tereyağı. Yapılışı: Hamsiler önceden suya konarak ayıklanır, kılçıklarından temizlenir, hamsi, un, kıyılmış pazı ile soğan içyağı ile karıştırılarak ekmek hamuru gibi hafifçe yoğrulur, tuzu kontrol edilir. Yumurta katılırsa daha iyi olur. Bir santim kalınliğında veya daha ince yayılarak tavada kızartılir. Çığırta hamuruna köfte biçimi verilerek de kızartılabilir. HAMSİLİ PİLAV Hamsili plavın ilk şekli "Hamsili Rasti" yemeğidir. Korkoto, azmiktarda pazı veya prasa yaprağı, kılçığı alınmış tuzlanmış hamsi ile birlikte karış tınhr, yağı konarak kazanda plav gibi ve plav kıvamına gelinceye kadar piş irilir. Hazırlanan malzeme tepsiye konarak pleki veya kuziııada piş irilebilir. Hanısili Plavın Malzemesi: Bir kilo veya bir tas hamsi. (Taze veya tuzlu hamsi olabilir), dört bardak pirinç, Uç baş soğan, bir avuç nane, Bir buçuk bardak zeytinyağı veya tereyağı. Yapılışı: Hamsi tuzlu ise suya konur ve tuzu alınır. Taze veya tuzlu olsun önce hamsilerin kılçildan tenıizlenir. Pirinç yıkamp tenıizlenir, hamsi hariç, diğer hazırlannıış malzeme ile karış tınlır, iki bardak pirinc üç bardak su hesabıyla suyu konur. Tepsiye bir sıra hamsi dizildikten sonra üzerine hazırlanmış malzeme konur ve en üstünede bir sıra daha hamsi dizilir. Tepsi plekide veya fırında pişirilir. Sıcak veya soğuk olark salatalık veya ayranla yenir. Bu gün hamsi pilavı baharat,maydonoz , kuş üzümü ile zenginleştirilmektedir. Hamsili pilava, kuş başı doğranmış pateteste konabilir. Genellikle hamsili plav yapılınca başka yemek yapmaya gerek görülmez. HAMSİ KÖFTESİ Malzemeler: Bir kilo tuzlu hamsi, dört dilim bayat ekmek, üç yumurta, yarım su bardağı mısır unu, karabiber, maydonoz, tuz ve yağ. Yapılışı: Tuzlu hamsi akşamdan suya konarak tuzu alınır. Kılçığı temizlenek ince ince doğranır. Bayat ekmek hamsilerin üzerine ovulur. Karabiber, yumurta tuz konarak maydanozla birlikte iyice karıştırılıp yoğrulur. Ceviz büyüklüğüne getirilerek tavada kızartılır. MUHLAMA Malzemeler: Üç tahta kaşığı mısır unu, üç kaşık tereyağı, bir kase tel veren peynir, İlik SU ve tuz. Yapılış ı: Bakır bir tavada tereyağı eritilir. Mısır unu konulup penbeleş inceye kadar kavrulur. Tavaya ilik su ve peynir ilave edilir. Peynirin tuzuna göre tuzu ayarlanır. Hafİf ateşte karıştırılarak yağını üzerine verinceye kadar pişirilir. Muhlama tel veren peynirle yapılabileceği gibi hertürlü peynirle veya minci ile de yapılabilir. Peynir ve minci sade olarak da yağda pişirilebilir. (Buna pişirmek yerine ısıtmak demek daha doğru olur). Yağda sade olarak pişirilen peynire peynir muhlaması, yağda sade olarak pişirilen minciye de minci muhlaması denir. Hemşin yöresinde bir miktar kaymak alınarak tavaya konur,ateş üzerinde kaynatılır, içerisine yavaş yavaş mısır unu ilave edilir. Daha sonra bir miktarda ince ince doğranmış köy peyniri konmak suretiyle sıcak olarak servis yapılır. Bu muhlama şekline adı geçen yöremizde "kaymak muhlaması' denmektedir. HOŞMER Malzemeleri: Bir litre kaymaklı süt, bir kase köy peyniri, üç tahta kaşığı mısır unu, yeterince tuz. Yapılışı: Kaymaklı taze süt süzgeçle süzülerek bir tavaya boşaltılır. Tava ateşe konarak kaynatılmaya bırakılır. Elenmiş mısır unu, kaynayan süte yavaş yavaş ve karıştırılarak ilave edilir. Normal kıvama gelince ince doğranmış köy peyniri ve tuz konur. Peynirin hoşmer içine erimesiyle birlikte sıcak servis yapılır. Hemşin yöresinde kaymağı alınmış süt içeresine mısır unu karıştırılarak yapılan tava işine "Kotniyar" denmektedir. Kotniyara peynir konmaz. Hoşmer, muhlama gibi yenir ve yerken yağ tavada göllenir. HAŞIL Değişik şekillerde yapılan haşılın Salaha Bölgesinden aldığımız bir tarih aşağıda verilmiştir. Haşıl, kavut unuyla yapılır. Kavut unu; kavrulmuş kabak çekirdeği, kavrulmuş balli lobya (soya fasulyesi) ve kavrulmuş mısırın değirmende öğütülmesi ile elde edilen bir undur. Tavaya yeter miktarda su ve yeter miktarda kavut unu konarak pişirilirken sürekli karıştırılır. Bir miktar tuz ilave edilir. Pişme işi tamamlanırken yemek de ekmek hamuru kıvamma yaklaşır. Dikkat edilirse, haşıl yağsız olarak pişirilmektedir. Fakat, yağla yenir.Haşıl sıcak olarak sofraya almmakta ve ortasına bir kaşık tereyağı konularak yenmektedir. Haş ila kaşık salan kişi, kaşığmı haşılin ortasındaki tereyağına bandırır. Ortadaki yağ bitince aynı yere yoğurt dökülür ve yemeye devam edilir. Haş il hangi tavada pişmişse o tava ile sofraya gelir ve servis yapılmaz. Ikizdere'den aldığınıız bir örnek de şöyle: Malzemeleri: Mısır unu, tereyağı, su, süt veya yoğurt. Hazırlanışı: Mısır unu suya karıştırılarak pişirilir. İyice pişen bu karışıma bol miktarda tereyağı kanştırılır, pişimıe işine devam edilir. Çok katı bir kıvama gelen yemek bir miktar soğumaya bırakılır. Birazcık soğuduktan sonra üzerine süt veya yoğurt dökülerek yenir. ÇUMUR Malzemeler: Sıcak mısır ekmeği, tereyağı ve mıncı. Hazırlanışı: Sıcak mısır ekmeğinin içi yayvan bir kap içersine boşaltılır. İçersine bol miktarda tereyağı ve tuzlu minci (Lor) katılarak karıştırılır. Mısır ekmeğinin sıcağında yağ, ekmeğe ve minciye sirayet eder. Soğutulmadan yenir. Sıcak ekmek bulunmadığı zamanlarda soğuk ekmek bir tavanm içine ufaltilıp yağı ve mincisi konur. Sonra hafif ateşte ısıtılarak yağın ekmeğe nufuz etmesi sağlanır. Böylece leziz ve besleyici bir yiyecek elde edilmiş olur. TERMONI Termoni Yemeğinin Malzemesi: Bir buçuk bardak halli fasulye, bir buçuk bardak renkli fasulye, bir bardak buğday unu, bir buçuk bardak armut pekmezi, bir çay bardağı şeker Yapılışı: Balli fasulye dört bardak su ile biraz pişirilir. Renkli fasulye dört bardak su ilavesiyle kazana konur ve ikisi birlikte pişinceye kadar kaynatılır. Fasulyeler piş ince sekiz bardak su ilave edilerek su kaynaymcaya kadar ısıtılır ve buğday unu sulandınlarak kazana ilave edilir. Bir miktar yeniden kaynadıktansonra da pekmezi, şekeri ve tuzu konularak beş dakika daha pişirilir. Kaselere konarak ilik veya soğuk olarak yenebilir. Bu yemek zenginleş tirilerek de yapılabilir. Bu takdirde yemeğe bir buçuk bardak taze mısır, bir çay bardağı bulgur, bir çay bardağı pirinç, bir avuç karalahana ilave edilir. Armut pekmezi yerine üzüm pekmezi veya taze şıra da konabilir. EKŞAŞİ Malzemeler: Iki bardak renkli veya beyaz fasulye, bir bardak buğday unu, bir buçuk bardak armut pekmezi, bir çay bardağı pirinç, bir çay bardağı şeker. Yapılışı: Fasulyeler dört baıtlak su ile birlikte pişirilir. Fasulyeler piş ince sekiz bardak su ilave edilerek ve yeniden kaynatılarak pirinci konur, buğday unu sulandınlarak kazana ilave edilir. Yeniden kanatılarak pekmezi, şekeri, ve tuzu konur ve yeniden beş dakika karıştırılarak piş irilir. Kaselere boşaltılarak yenir. PEKMEZLİ ASUDE Yapılışı: Bir kaşık tereyağı orta bir tavada eritilir, bir başka kapta bir su bardağı pekmez ılık su ile açılarak tavada erimiş yağa ilave edilir. Bu şerbet üzerine bir elle yavaş yavaş mısır unu dökerken diğer elle bu un, bir tahta kaşıkla sürekli karıştırılır. Muhlama kıvamına gelinciye kadar bu işlem sürdürülür. Çok az bir tuz ilave edilerek servis yapılır. LAZ BÖREĞİ Malzemeler: Beş yumurta, yedi su bardağı süt, beş kaşık tereyağı, bir buçuk su bardağı şeker, bir buçuk kahve fincanı nişasta, bir buçuk kahve fincanı pirinç unu, alabildiği kadar buğday unu, tuz. Yapılışı: Bir kase su, iki kaşık tereyağı, bir yumurta sarısı, az tuz, bir iki damla zeytinyağı ve alabildiğince un katılarak yoğrulur ve ondört parçaya bölünür. Bu ondört parça ile laz böreğinin on dört yufkası açılır. Yapraklar arasına konacak muhallebinirı yapılışı: Süt ve şeker kaynatildıktan sonra az tuz konur, ayrı bir kapta pirinç unu veya nişasta, dört yumurta sarısı, bir bardak soğuk su ile iyice çırpılır, kaynayan süte karıştırılarak ilave edilir. Piştikten sonra bir tutam karabiber serpilir. Yedi hamur tek tek açılır ve her bir yaprağına tereyağı sürülerek tepsiye dizilir, üzerine önceden hazırlanmış olan muhallebi soğuk olarak dökülür. Geriye kalan yedi hamurda tek tek açılarak ve tereyağı süıiilerek muhallebinin üzerine dizilir. Arzu edilen şekilde kesilir, üzerine tereyağı gezdirilerek fırına verilir. Bir buçuk bardak şeker, bir bardak su ile hazırlanan ilik şurup, fırından çıkan böreğin üzerine dökülür. Fındık veya cevizle süslendikten sonra ılık olarak servis yapılır. ENIŞTE LOKUMU Eskiden kaynanaların damatlan için yaptıkları ve kızlarını her ziyaretlerinde bir bohça yapıp damat evine gönderdikleri yüksek kalorili bir pasta türüdür. Çokca yapılan bu lokunılar, gelin tarafmdan koca evi halkına birer ikişer dağıtırdı ve bir ihtimal utanıp da yiyemediği zamanlarda odasında gizlice yerdi. Malzemeler: Uç su bardağı tereyağı (Margaıin de olabilir), üç su bardağı yoğurt, altı su bardağı şeker, üç yumurta, yarım limon suyu, yanm çorba kaşığı kaıbonat, alabildiğince buğday unu ve tuz Yapıhşı: Şeker, yumurta ve yoğurt bir kap içine konur, şeker eriyinceye kadar çnpilır. Şeker yağ içine erimediğinden eritilmiş ilik yağ bu karış ima sonradan ilave edilir. Diğer yanda yarım limon suyuna karbonat katıp karıştırarak yağh karış ima katılır ve alabildiğince un konarak kulak memesi yumuşaklığında bir hamur yapılır. Hamur on dakika dinlendirilir. Bu hamurdan iki yumurta büyüklüğünde parçalar alınarak avuç arasında yuvarlayıp uzatilarak lokum şekli verilir. Yağlanmış tepsiye birer parmak ara ile yerleştirilir, üzerine bıçakla (Z) şeklinde kesikler atarak şekillendirilir. Plekide ekmek pişirir gibi üzerine sac örtülerek veya kuzinada orta hararette pişirilir. KABAK SÜTLACI Malzemeler: Ortaboy bir taze siyah kabak, bir buçuk kilo süt, bir su bardağı şeker, tuz. Yapılışı: Kabak parçalara bölünüp kabukları soyulur, küçük küçük doğranıp suyla pişirilir. Kepçe ile iyice ezilerek süt, şeker ve tuz ilave edilir, on dakika kadar pişirilir, sahanlara veya taslara boşaltılarak soğuk veya sıcak yenebilir. PEKMEZLI KABAK Büyük pekmez tavasmda pekmez yapılacak şıra satlerce kaynatılır, bu-harlaş arak ş ıra siner ve tatlanmaya baş lar. Artık pekmez olması ıçın yarım saat kadar bir zaman kalmış tır. işte o zaman daha önce beyaz tatlı kabağmdan hazırlanmış olan kabak felileıi (Uzunluğuna kesilmiş bir kabağm ikiye üçe ayrılmış panalan) pekmez tavasına atılır. Kabaldar tatlilaşmakta olan şıra ile birlikte pış er, giderek kahve rengi bir renk alarak tadlaş ir. Uzun saplı bir süzgeçle pekmez tavasmdan toplanır. Sıcak veya soğuk olarak yenebilirler. PEPEÇURA Malzemeler: Uç kilo siyah kokulu üzüm, bir su bardağı mısır unu, tuz. Az bir miktar buğday unu katılması iyi olur. Yapılışı:Üzümler ezilir, şırası alınır. Gerekirse üzümlerin posası az bir suda pişirilerek posada kalan öz de alnmış olur. Bir kazana koyduğumuz ve kaynar hale getirdiğimiz üzüm suyuna un, yavaş yavaş yedirilir, gerekirse şeker ilave edilir. Muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Sahanlara taslara konup soguk olarak ikram edilir. Bir kaç gün hatta daha fazla bekletmek daha makbuldur. Küflenmeye başlamış olmak bekleme süresini belirler. Pepeçura, pekmez için hazırlanan şımdan bir miktar ayrılarak da yapılabilir.
-
Trabzonda Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Osmanlıların Trabzon'u ilk ele geçirme teşebbüsü babası Aleksius IV.'yu öldürerek tahtı eline geçiren Kalo loannes (1429-1458) zamanında olmuştur. Osmanlı tahtındaki II.Murat donanmayı Trabzon uzerine göturerek şehri ele geçirmeye çalışır. Karadeniz'e çıkan Osmanlı donanması Trabzon önlerine gelmiş karaya asker çıkartarak şehri kuşatmış fakat alamamıştı. Şehrin civarını yağmalayıp esirler aldıktan sonra buradan ayrılan donanma daha sonra Kırım sahillerine yönelmiş fakat çıkan bir fırtına nedeniyle perişan bir vaziyette geri dönmüştü. Trabzon'un II. Murad döneminde yıllık 3000 altın vererek Osmanlı tahtına bağlanmış olduğunu biliyoruz. Yerine geçen oğlu II.Mehmet, İstanbul'un fethinden sonra Bizans ileri gelenlerinden bir kısmının Trabzon'a sığınması ve Trabzon Krallarının kendilerini Bizans'ın tek varisi görmeleri. üzerine Trabzon meselesini uygun bir zamanda çözmeyi kafasına koymuştu. Bu sırada Safevi Şeyhi Cüneyt, Suriye'den kaçmak zorunda kalınca Kelkit suyu havzasına gelerek Canik dağlarındaki Türkmenler arasında büyük bir propağanda faaliyetine başlamış, destekçisi Niksar emiri Taceddinoğlu Mehmet Bey ile çevresine topladığı 4-5 bin kadar kuvvetle 1456 yılında Trabzon üzerine yürümüştü. Amacı Trabzon şehri ve etrafındaki bazı kasaba ve köylerden müteşekkil ve iç karışıklık yaşayan Komnenos Rum Krallığını başkenti Trabzon'u ele geçirip kendi devletini kurmaktı. Kalo Loannes Şeyh Cüneyt'i Akçabaat'ın batısındaki Akçakale de karşılamıştı. Kendisi donanma ile sahilden ilerlerken, kara ordusuna da Mesohaldıa prensi Pansebastos Alexandder komuta ediyordu. Meliares'e yerleşen Şeyh Cüneyt kuvvetleri Kapanion boğazında Trabzonun kara ordusuna saldırır. Donanma yardım için denizden asker çıkartmaya teşebbüs ettiği bir sırada çıkan fırtına nedeniyle sahilden uzaklaşmak zorunda kalır. Bu durumda cesaret alan Şeyh Cüneyt kuvvetleri taarruza geçerek Pansebastos'u oğulları ile birlikte öldürmüş ve çok sayıda esir alarak Trabzon kuvvetlerini dağıtmıştı. Bu zaferden sonra şehrin surlarına kadar ilerleyen Şeyh Cüneyt esirler arasında bulunan sarayın İmrahor ve başarabacısı Mavrokostas'ı surlar önünde astırmıştı.. Şeyhin Trabzon'a yürümesi Trabzon için tam bir felaket olmuş şehirde çıkan bir yanğın nedeniyle halkın çoğu şehri terk ederek kaçmıştı. Şehirde imparatorla birlikte sayıları elli kadar olan muhafızlar vardı. Şeyh bu durumdaki şehri üç gün süren saldırılarına rağmen alamamış sağlam kale duvarlarını aşamamıştı. Şeyhin Trabzon üzerine yürüdüğü sırada Fatih Sivas ve hudut beylerbeyi olan Hızır Bey'e emir vererek Trabzon üzerine gitmesini emretmişti. Hızır Bey'in üzerine geldiğini anlayan Şeyh Cüneyt derhal kuşatmayı kaldrmış ve Torul'a çekilmiş, birkaç defa saldırdığı Torul Kalesi'ni ele geçiremeyince Kelkit bölgesinden Uzun Hasan'a gitmişti. Bu olaydan sonra Trabzon kralı ile 2000 altın vergi ödenmesi ve anlaşmanın Fatih'e onaylatılıp verginin ödenmesi durumunda serbest bırakmak üzere rehineler alınması şartı ile anlaşma imzalayan Hızır Bey geri dönmüştü. Trabzon kralı Kalo Loannes bir yandan kardeşi David'i Fatih'e gönderip an1aşmanın şartlarını yerine getirmeye çalışırken diğer yandan da Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'a elçiler gönderip onun desteğini istemişti. Varılan anlaşma gereğince kızı Thedorayı Uzun Hasan'a vermeyi kabul eden Kalo bannes, Gürcü Kralı ve Karamanoğlu ile de temasa geçmiş Fatih'e karşı bir ittifak oluşturmaya çalışıyordu. Fakat bunları gercekleştirmeye fırsat bulamadan 1458'de öldu. oğlunun yaşı çok küçük olduğu için yerine kardeşi David (1458-1461) geçti. Kardeşinin izinden yürüyen David kızkardeşini Uzun Hasan'la evlendirmiş Papa'ya elçi göndererek yeni bir haçlı seferi düzenlenmesini istemişti. Bunun üzerine Papanın bir elçisi, Trabzon, Gürcistan, Konya ve Diyarbakır'ın batı ile ittifakını tesis etmeye çalışmıştı. Balkanlar ve Mora'daki durumu kontrol altına alan Fatih Anadolu'daki bu fitneyi temizlemek için harekete geçmiş ve 1461 yılında Sinop, Koyulhisar ve Trabzon'u fethedeceği sefere çıkmıştı. Gelibolu sancak beyi Kasım Bey'in komutasındaki Osmanlı donanmasının da katıldığı bu sefer esnasında önce Sinop üzerine yürümüş, burası alındıktan sonra doğuya yönelmişti. Doğuya doğru gidilirken seferin asıl hedefinin neresi olduğu ordudakiler tarafından bilinmiyordu. Fatih'in doğuya doğru ilerlediğini duyan Uzun Hasan da ordusunu toplamış ve Koyulhisar civarında Osmanlı ve Akkoyunlu öncüleri çatışmıştı. Koyulhisar'ın alınmasından sonra Erzincan yakınlarındaki Yassıçimen yaylasına gelindiği zaman Uzun Hasan Annasi Sara Hatun'u bir elçi heyeti ile Fatih'in ordugahına yollamış ve yapılan anlaşma gereği Fatih kuzeye Trabzon üzerine yönelirken Uzun Hasan da ordusu ile Gürcistan üzerine yönelmişti. Uzun Hasan'ın annesini yanında alıkoyan Fatih, Bayburtun batısından geçerek Doğu Karadeniz dağlarına çıkmıştı. Karla kaplı olan sarp dağları aşmak için ordunun ağırlıklarını geride bırakan Fatih ordusunu iki kola ayırarak Vezir-i azam Malhmut Paşa komutasındaki bir kolu Trabzon'u batı yanından kuşatmak üzere önden yollamış kendisi de kazmacı ve baltacıların güçlükle açtığı yollardan, bazan atından inip elleriyle tutunup tırmanarak ilerlemiş ve şehrin doğu tarafından Trabzon'a ulaşmıştı. Bu zor yolculuk esnasında Uzun Hasan'ın annesi Sara Hatun Fatih'i Trabzon'u almaktan vaz geçirmeye çalışmışsa da bunda muvaffak olamamıştı. Fatih Trabzon'a geldiği zaman donanma da Trabzon önlerine gelmiş 28 gündür şehri kuşatma altına almıştı. Trabzon Kralı David Fatih'in önünün Uzun Hasan tarafından kesileceğine inandığı için karaya asker çıkartıp şehree saldıran donanmaya karşı direniyordu. Fakat Fatih'in birdenbire Trabzon'a gelmesi üerine şaşkınlığa düşmüştü. İlk önce direnmek istemişse de başka çaresi kalmadığını anlayarak teslim olmayı kabul eder. Böylece Trabzon 15 Agustos 1461 tarihinde Fatih tarafından fethedilir. Şehrin Fetih tarihi ile ilgili bir anlaşmazlık söz konusudur. Bazı araştırmacılar Trabzon'un Fatih tarafından 26 Ekim 1461'de fethedildiğini ileri sürerler. Nitekim Trabzon Belediyesi de bu tarihi kabul edip fetih şenliklerini bu tarihte yapmaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden biri Fatih'in bu seferini anlatan Osmanlı kaynaklarının fethin tarihini bildirmemesidir. Hatta bunlar seferin yapıldığı yıl konusunda bile hemfikir değillerdir. Şehri teslim eden David Komnenos ailesi ile birlikte şehirden çıkarak padişahın otağına gelir ve Fatih tarafından iyi karşılanır. Aile efradını ve değerli eşyalarını yanına almasına müsaade edilerek verilen Serez Sancağına gitmek üzere gemilere bindirilerek İstanbul'a gönderilir. Daha sonra şehri gezen Fatih, Kral ve ailesi ile birlikte, krala bağlı beylerin ve şehrin nüfuzlu ailelerinin de taşınabilir eşyalarını yanlarına alarak gemilere bindirilmesini ve İstanbul'a gönderilmelerini emreder. Trabzon'da birkaç gün kalan Fatih, Gelibolu Sancak Beyi Kazım Bey'i Trabzon valiliğine atamış, şehrin içindeki ahaliden 1500 kadarını gemilerle İstanbul'a göndererek Fener ve Balat civarında yerleştirmişti. Böylece boşaltılan şehre Niksar, Sonusa, Ladik, Amasya, Bafra, Osmancık, İskilip, Çorum, Gümüş, Merzifon, Tokat, Samsun, Turhal, Zile, Gölcanik, Satılmışcanik, Kağala ve Vezirköprüden toplam 258 Türk ailesi gönderilmiş ve şehrin içi tamamen müslümanlardan oluşan nüfusla iskan edilmişti. Bu ailelerden bir kısmı bizzat Fatih'in emri ile ve Trabzon'u şenlendirmek arnacıyla bulundukları yerlerin kadılarına yazılan emirle Trabzon'a sürgün edilmiş bazıları da kendi istekleri ile gelerek şehre yerleşmişlerdir. Fethin tanığı olan Tursun Bey, Fatih'in tarihini yazdığı "Tarih-i Ebül-Feth" adlı eserinde Trabzon'un fethini ve fetihten sonra yapılan işleri anlatmaktadır. Fatih'in Trabzon'dan ayrılmasından sonra şehre yönetici olarak bıraktığı Kasım Bey şehir ve civarındaki toprakları tahrir ettirip Osmanlı timar sistemine göre organize etmişti. Bu tarihlere ait kayıtlardan elde ettiğimiz bilgilere göre Kasım Bey de Trabzon bölgesinden Rumeli'ne bazı sürgünler yapmıştı. Trabzon sancağına ait eldeki en eski Tapu Tahrir defteri olan ve Başbakanlık Osmanlı Arşivinde Maliyeden Müdevver 828 numarada kayıtlı 1486 tarihli defterde yer alan bilgileri değerlendirdiğimiz zaman, Trabzon'un fethini müteakip ilk yirmi beş sene içinde Trabzon'dan dışarıya, özellike İstanbul ve Rumeli taraflarına Fatih ve Kasım Bey'den başka Vilayet-i Rum'u tahrirle görevlendirilmiş bulunan Umur Bey'in de sürgünler yaptığını ve bu dönem içinde toplam altı büyük sürgün yapıldığını söyleyebiliriz. Fatih'in Trahzon'un fethini müteakip şehre yerleştirdiği Türk ailelerden başka Balkanlardan çok sayıda Arnavut, Boşnak aile Trabzon bölgesine gönderilip yerleştirilmişti Bunlardan bazlarına ve Kosova, Üsküp, Kalkandelen, Morno, Belğrad, Manastır, Niğbolu, Sofya, Filibe, Avlonya gibi Balkan şehirlerinden gönderilen Rumeli sipahilerine Trabzon'a bağlı yerlerden timarlar verilmiştir. Fatih'in Trabzon üzerine yürüdüğü seferde Harşit Vadisi'nin iki yakasındaki toprakları elinde tutan ve merkezi Kurtun olan Çepni Beyliği de Osmanlı topraklarına ilhak edilmişti. Beylik toprakları Çepni Nahiyesi ve Vilayet-i Çepni olarak Trabzon Sancağına bağlanırken Çepni beğleri ile Çepni beğliğinin hizinetinde bulunan beğlere birçok imtiyazlar tanınmış bazılarına da timar verilmişti.Trabzon'un batı yanındaki dağlarda yaşayan Çepnilerin bir kısmı 15.yy sonlarından itibaren doğuya kaydırılarak bu bölgelerin de Türkleştirilmesi temin edilmişti. Trabzon'un doğusunda kalan topraklarda Balkanlardan gönderilenler ve Trabzon'un batısından sevkedilen Çepnilerden başka Yavuz Sultan Selim'in Trabzon valiliği esnasında Doğu Anadolu bölgesinden Safevi katliamından kaçarak Trabzon'a sığınmış çok sayıda Akkoyunlu ve Akkoyunlulara tabii sunni gruplar iskan edilmişti. Akçaabat, Maçka, Torul, Yomra, Sürmene, Of, Rize, Pazar (Atine), Laz nahiyelerinden ve Trabzon, Rize, Of, Görele, Tirebolu, Giresun kalelerinden müteşekkil olan Trabzon Sancağına bağlı topraklar bir müddet eyalet teşkilatınna bağlanmamış ve Kasım Bey'den sonra Sinop Hakimi Hızır Bey, Hayrettin Paşa, Zagnos Paşa, Ali Bey ve Mehmet Paşa vali olarak atanarak müstakil sancak olarak yönetilmiştir. Fatih'in seferi esnasında bölgede fethedilemeyen Akçaabat yakınlarındaki Akçakale, Torul gibi yerlerin fethi tamamlandıktan ve Uzun Hasan'ın kayınbiraderi olan Trabzon'un eski Kralı David'le temasa geçerek Trabzon bölgesinde çıkardığı kargaşalıklar ve Uzun Hasan meselesi halledildikten sonra bölge II.Bayezıd'in vali olarak bulundugu Amasya'ya (Vilayet-i Rum'a) bağlanmış ve bir şehzade sancağı olarak organize edilip II.Bayezıd'in büyük oğlu Şehzade Abdullah tahminen 1470'de buraya sancakbeyi olarak atanmıştı. 1483 yılında Saruhan valisi iken ölen Şehzade Abdullah'tan sonra Tacettin Sinan Bey'in vali olduğu Trabzon 1487'de şehzade Selim'e verildi. Annesi Abdüssamed kızı Gülbahar Hatunla Trabzon'a gönderilen Yavuz Sultan Selim Trabzon'da ölen annesi için Hatuniye Camii'ni yaptırmış (515) ve vakıflar tesis etmiştir.Yavuz Sultan Selim'in oğlu Kanuni Sultan Süleyman 1494'de Trabzonda doğmuş, 1503'de iki kızı Trabzon'da ölmüş ve burada defnedilmiştir. 1510'a kadar 23 yıl Trabzon'da valilik yapan Yavuz Sultan Selim, bu sürede Pazar ve Arhavi bölgelerine saldırılarda bulunup yağma yapan Abhaz, Gürcü ve Ermenilere karşı seferler yapmış, doğu sınırının ve bu bölgedeki mamur köylerin yağmacılara karşı muhafazasını martalosluk görevi ile Lazlara vermişti. Yavuz'un Trabzon'dan ayrılmasından sonra valiliğe Yavuz'un Trabzon'da kaldığı dönemde Trabzon'un Miralay'ı olan İskender Paşa atanmıştı. Yavuz'un Çaldıran Savası'nda ordunun ikmalinin sağlandığı bir üs görevini yapan Trabzon, bu seferlerde Bayburt'u fethederek yararlılıklar gösteren ve Erzincan Beylerbeyi olarak Doğu seraskerliğine atanan Bıyıklı Mehmet Paşa'ya verilmişti. Daha sonra Kastamonu Sancak Beyi Mustafa oğlu İskender Paşaya verilen Trabzon sancağı, Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanatı esnasında Batum ile birleştirilerek yeni bir eyalet haline getirildi. Trabzon'a atanan valiler 18 ve 19.yy'da daha çok Karadeniz sahillerine inen Ruslarla yapılan savaşlarda hudut kaleleri muhafızlığı ve seraskerlik görevi yapmışlardı. Bu görev sırasında çevre vilayetler de kendilerine bağlandığı için nüfuz ve gücü artan Trabzon valileri görevde bulundukları sırada bölgedeki ayan ve derebeylerden de yardım istemiş, bunların da nüfuzunun artarak birçoğunun hanedan haline gelmesine yol açılmıştı. 1809'da Ruslar Trabzon'u bir baskınla ele geçirmeye teşebbüs etmiş, fakat çıkan fırtına nedeni ile karaya çıkamayınca, Akçabat'ın batısında Sargana burnunda karaya çıkmışlardı. Bölgede bulunan kuvvetlerin ve çevreden toplanan köylülerin yardımı ile geri püskürtülen Rusların Trabzon'u ele geçirme hayalleri yüzyılı aşkın bir sure daha devam etmiş ve Birinci Dünya Savaşı'nda Doğu Anadolu'dan ilerleyen Rus kuvvetlerinin bir koluda Karadeniz'deki Rus Donanması'nın desteğinde Doğu Karadeniz sahillerinden Trabzon'a doğru ilerlemişti. 29 Ekim 1914'de Osmanlı Donanması'nın Karadenizin kuzey sahillerindeki Rus limanlarını bombalamasından sonra, 1 Kasımda Rus ordusu Doğu Anadolu'ya girmiş ve Osmanlı Rus savaşlarının sonuncusu başlamıştı. Trabzon'u Doğu Anadolu'daki 3. ordunun ikmal üssü olarak kullanmayı planlayan Osmanlı erkanı, donanmanın Karadeniz'deki üstunluğünü Rus donanmasına kaptırdıktan sonra Trabzon, Rus donanmasının saldırılarına açık ve Doğu Anadolu'daki ordumuz ise ikmal yolundan mahrum kalmıştı. 22 Aralık 1914'te başlayan Sarıkamış harekatındaki bozgundan sonra, derme çatma kuvvetlerden oluşan sahil müfrtezemize yüklenen Ruslar 27 Mart 1915'te Artvin'e girmiş ve sahildeki kuvvetlerimizi donanmalarının da desteği ile Kemal Paşa'dan Hopa'ya oradan da Arhavi'ye doğru sürmeye başlamışlardı. Rusların Avrupa cephelerinde uğradığı bozgun nedeni ile Arhavi deresi boyunca yaklaşık bir yıl durdurulan Rus ilerleyişi 5 Subat 1916'da tekrar başlamış ve 19 Subat'ta Pazar'ın doğusundaki Furtuna Deresi boyunca tekrar durdurulabilmişti. 4 Mart'ta Pazar'a çıkartma yapan Ruslar donanmalarını ağır bombardımanı ile hallaç pamuğu gibi attıkları Furtuna Deresindeki savunma hattını yarmış ve 8 Mart'ta Rize'ye girmişlerdi. Çevre köy ve kazalardan gelen gönüllülerle Of'un doğusunda Baltacı Deresi boyunca durdurulmaya çalışan Ruslar, 28 Martta buradaki savunma hattını yararak Of'a girmiş ve 2 Nisan'da Karadere önlerine ulaşmıştı. 7 Nisan'da Rize'ye ve 8 Nisan sabahı Sürmene'ye çıkardıkları 2 tugaydan oluşan 10.000 kişilik takviye kuvvetleri ile Karadere'deki Türk savunma hatlarına yüklenen Ruslar, 13 Nisan'da Karadere'yi geçmiş ve 18 Nisan 1916'da Trabzon'u işgal etmişlerdi. Ruslar Karadeniz sahillerinde ilerlerken bölgedeki Türkler de Rus işgali altında yaşamamak için büyük bir göç başlatmışlar, perişan bir halde batıya doğru ilerleyen muhacır kafileleri Rusların hızlı ilerleyişi karşısında geri çekilmek zorunda kalan asker müfrezeleri ile karışmıştı. Bayburt bölgesindeki kuvvetlerimiz tarafından Trabzon'u geri almak üzere bir karşı tarruz planlanmış, taarruzun ilk ayağı olan Sürmene'nin güneyindeki Madur ve Polut zirvelerinin ele geçirilmesini Çanakkale'den 3.Ordu'yu takviye için bölgeye gönderilen birlikler tarafından başarı ile gerçekleştirilmişti. 22 Haziran 1916 gecesi başlayan taarruzla Ruslara öneinli bir darbe vurulmuş fakat Rusların tüm cephede başlattıkları genel taarruz ve Bayburt'un güneyinden cephenin yarılması nedeni ile Trabzon üzerine gidilememişti. Sahilden ilerleyerek 21 Nisan'da Akçaabat'a, 21 Temmuz'da Vakfıkebir'e, 2 Agustos'ta da Göreleye giren Ruslar 21 Ekim'de Harşit çayına ulaşmışlardı. Uzatan savaş nedeni ile Rusya'da karışıklıklar çıkmış ve 9 Mart 1917'de ihtilal olmuş, yeni kurulan Kerenskiy hükümetinden sonra Bolşevikler 7 Kasım 1917'de iktidarı ele geçirmişti. Yeni hükümetin 17 Aralık 1917'de Almanlarla imzaladığı Brest Litovsk anlaşmasından sonra 18 Aralıkta Erzincan'da Ruslarla bir mütareke yapılmıştı. Cephe gerisindeki Ermeni kuvvetlerinin katliamlara girişmesi üzerine 12 Şubat 1918'de harekete geçen Türk kuvvetleri sahilden süratle ilerlemiş ve 24 Şubat'ta Trabzon'u boşaltmaya hazırlanan Rusların elinden şehri almıştır.
-
Trabzon Pontus Tarihi Ksenophon'dan sonraki kaynaklarda Trabzon'dan bahsedilmemektedir. Bazı araştırmacılar bunu Trabzon'un Pers hakimiyeti altına girmesi ile izah ederler. M.Ö. 6.yy da Pers hakimiyetine girmiş bulunan Trabzon bölgesi önce Kapadokya Satraplığı (eyalet) daha sonra da Pontos Kapadokya'sı Satraplığı sınırları içinde yer almıştı. Perslerin Yunanlılarla olan savaşları esnasında Pers ordusuna donanma ile hizmet eden Trabzonlular Perslerin yenilmeleri ve güç kaybetmelerinden sonra boyunduruktan kurtulmuş ve bağımsız hale gelmişlerdi. Pers İmparatorluğu'nun güç kaybettiği dönemlerde Anadolu'da bulunan satrapların bağımsız hareket ettikleri bilinen bir gerçektir. Perslerin Anadolu'daki en büyük satraplığı olan Kapadokya'nın satrapı Datam es, merkezi Sinop olan Paphlayük satrabının isyanını bastırdıktan sonra tüm güney Karadeniz sahillerinde tekrar Pers egemenliğini tesis etmiş fakat bir müddet sonra o da isyan ederek bağımsızlığını ilan etmişti. İmparatora isyan eden Datames'i diğer satraplar da izler. M.Ö. 361-359'da Pont Satrabı olan II. Arya bozan da isyancı satraplar arasında idi. Pers Kralı II. Artakserkses isyan eden satraplara karşı harekete geçmiş, isyancılardan II. Arya bozan bizzat oğlu Mithradates tarafından yenilerek Datames'le birlikte krala teslim edilmişti. II. Aryanbozan'nın yerine Pont satraplığına atanan Mithridates ileride kurulacak olan Pont Krallığının öncüsü olmuştur. Büyük İskender'in Anadolu'da Pers hakimiyetini ortadan kaldırmasından sonra Kapadokyalılar, orduların ülkelerine girmemeleri şartı ile İskender'in hakimiyetini kabul ederler. Bölgeye Sabi kas adında bir vali tayin eden İskender'in Anadolu'dan uzaklaşarak Mısır'a gitmesinden sonra Pers krallığının Kapadokya satrabı olan I. Ariantes yerli halktan topladığı kuvvetlerle Sabikas'a karşı ayaklanarak bölgede krallığını ilan eder. Sinop'tan Doğu Karadenize kadar olan bölgeyi hakimiyeti altına alır. Üzerine gelen İskender'in katibi Pedrikas komutasındaki orduya yenilir ve öldürülür (M.Ö.332). I. Anantes'in manevi oğlu II. Arrianthes ise bu savaştan kaçarak ölümden kurtulur. İskender'in M.Ö.323'de Hindistan seferi esnasında ölmesi üzerine ülkesi komutanları arasında paylaştırılmış, Pont Kapadokyası olarak adlandırılan Kayseri ve Sivas bölgesi ile Karadeniz sahilleri İskender'in generallerinden Eumenes'in yönetimine verilmişti. Anadolu, İskender'in komutanları arasındaki çekişmelere sahne olurken bu durumdan faydalanmak isteyen II. Arriantes ortaya çıkmış, Fumenes ile anlaşarak satraplığını başına geçmişti. Pedrikas ve Fumenes ikilisinin İskender'in Asya topraklarındaki hakimiyetini tekrar tesis etmek amacıyla Anadolu'dan ayrılması ve Pedrikas'ın Mısır seferinde yenilerek öldürülmesinden sonra Antigonos İskender'in generalleri tarafından kral naipliğine seçilir. Krallığını ilan eden Antigonos daha önce yanında yer almış olan Pont satrabı II. Ariantes'i düşmanları ile işbirliği yaptığı şüphesiyle öldürtür. Bunun üzerine Antigonos'un sarayında bulunan II. Arriantes'in oğlu yanına birkaç sadık adamını alarak saraydan kaçar ve Ilgaz dağlarına sığınır. Antigonos'un İpsos savaşında (M.Ö.3O1) yenilmesi ve ölümünden sonra gizlendiği dağlardan inerek ortaya çıkan II. Arrianthes'in oğlu Mithridates I. Ktistes (Kurucu) Ilgaz boğazındaki küçük Kimiata kasabasına yerleşerek etrafa akınlar yapıp, propagandacılar gönderir ve taraftar toplar. Kızılırmak'ın doğusundaki topraklarla Yeşilırmak'ın zengin ovalarını hükmü altına alarak M.Ö.298 yılında Amasya'yı başkent yapar ve Pont Krallığını kurar. Pers hakimiyetinin canlı ve huzur dolu hakimiyetinden sonra İskender'in komutanlarının çekişmelerinde ezilen bölge halkının desteği ile Pont Kapadokyas'nı ele geçiren Mithridates I. Paphlagoniaya doğru ilerleyip kısa sürede topraklarını genişletir ve M.Ö.281'de Pontos'u Selevkosların hakimiyetinden kurtarır. Mithridates I.nin M.Ö. 226 yılında ölümünden sonra Pont Krallığı genişlmeye devam eder ve 4.kral olan I.Farnakes (M.Ö.185-169) Sinop'u ele geçirerek kendisine başkent yapar. Karadeniz'deki diğer Hellen kolonilerine karşı da harekete geçen Farnakes, Giresun'daki Milet kolonisi olan Kerasus'un yerine Farnakya şehrini kurarak Kerasus ve Kotyra (Ordu) halkını bu şehre yerleştirir, Trabzon bölgesindeki Mossynoikler ve Tibarenler hakimiyet altına alınır. Mithridates V.Fuergetes'in (M.Ö.169-12O) bir Yunan prensesi olan karısı Laodike'nin de karıştığı bir komplo sonucu M.Ö.12O'de Sinop'ta öldurulmesinden sonra tahtı 12 yaşında küçük bir çocuk olan oğlu Mithridates VI. Fupator'a (Büyük) kalır. Fakat devleti, ortaya atılan uydurma bir vasiyetname ile kraliçe Laodike yönetmekteydi. Birkaç yıl sonra Kraliçe Laodike tarafından öldürülmek istenen genç Mithridates saraydan kaçarak Pariyadres Dağları (Doğu Karadeniz Dağları) üzerindeki sık ormanlara sığınmış ve bu bölgede yedi yıl vahşi hayvanlarla birlikte yaşamıştı. Kraliçe Laodike (M.Ö. 120-111) Sinop sarayında eğlence ve sefahat dolu bir hayat sürerken hamisi olan Romalılar Pont Krallığını kolayca Roma'ya iltihak edcek duruma getirmişlerdi. Kraliçe Laodike de Mithridatların tahtını ele geçirmekle kalmayıp onların izlerini de ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Krallık sikkelerine kendi resmini bastırıp, adını yazdırtmış, Mithridatların arması olan Ay-Yıldız'ı kaldırtmıştı. Pont devletinin çöküntü içine girdiği ve Romalıların Anadolu'ya iyice yerleştiği dönemde etrafına topladığı taraftarları ile M.Ö. 111 yılında Sinop'u ele geçirerek haksız olarak kral seçilmiş olan kardeşini tahtan uzaklaştıran Mithardates VI. annesini de hapse attırmıştır. Mithradates VI. Eupator (Büyük) tahta çıktığı zaman Pont Krallığı batıda Amasra'dan doğuda Tibarenlerin sınırına kadar olan bölgede sıkışmıştı. Büyükbabası Farnakes'in himayesi altındaki küçük Ermenistan prensliği mustakil bir devlet haline gelmiş, Giresun ve Trabzon bölgesindeki kabileleri hükümleri altına almışlardı. Batıda Galatia ve Paphlagonya Krallık sınırlarından çıkmıştı. Babasının dağılan adamlarını toplayarak orduyu yeniden teşkilatlandıran Mithradates VI. Kırım'ı ve Trabzon bölgesini topraklarına katarak babasının ölümünden sonra Pontos devleti eğemenliğinden çıkmış olan Paphlagonia ve Galatia'yı Bithynia kralı ile paylaşma yoluna gitmişti. Anadolu'dan ve Özellikle Doğu Karadeniz bölgesinden topladığı askerlerle bir ordu kuran Mithridates'in 22 dil bildiği ve ordusunda bulunan Anadolu'nun yerli halklarından olan askerlerine onların ana dilleri ile hitap ettiği bilinmektedir. Kırım bölgesini ve Karadeniz sahilierindeki Yunan kolonilerini himayesi altına alarak onların yaptığı ticaretten aldığı vergi gelirleri ile iyice zenginleşen Mithridates VI. Fupator, Trabzon civarını ve Kolkhid'i ele geçirerek burada bir satraplık kurmuştu. Daha sonra yarı mustakil bir hale gelen bu yöredeki zengin maden yataklarını işletmiş ve ordusu için gerekli olan kereste, ip ve balmumu gibi malzemeleri bu bölgeden sağlamıştı. Trabzon'dan ikinci olarak bahseden kaynak olan Strabon, Küçük Armenia Krallığının Pharnakia ve Trapezus bölgelerinin üst tarafında bulunan Tibarenler ve Khakdai kavmini (Khaltlar) egemenlikieri aıtına aldığını bildirir. Ayrıca Strabon, Mithradates Eupator'un kuvvetlenince bu bölgeyi ve Trabzon'un doğusunu içeren Kholkis'i hakimiyeti altına alıp, bu yerlerde yetmiş beş kale yaptırarak hazinesinin çoğunu bu kalelere koyduğunu da belirtmektedir. Bunlardan en ünlülerinden biri bugün Bayburt ili dahilinde olan Sinoria(Sinor) idi. Anadolu'nun Roma işgali altındaki toprakları ile de ilgilenen Mithradates VI. Eupator kılık değiştirerek bu bölgeleri dolaşmış, halkın Roma yonetiminden hoşnut olmadığını görüp, Anadolu halklarının koruyucusu olarak Roma'ya karşı mücadelesini tırmandırmıştı. Romanın kışkırttığı Bithynia'nın saldırısına uğrayınca harekete geçip M.Ö. 88 de Bithynia ordularını Ege kıyılarına çekilmek zorunda bırakan Mithridates VI. ardından Romalıların Asia eyaleti yaptıkları Bergama Krallığını ele geçirerek Bergama'ya yerleşmişti. Daha sonra Adaları ve Yunanistan'ı işgal eden Mithradates VI.M.Ö. 86-85'de Yunanistan'da Romalı komutan Sulla'ya yenilince Roma ile bir barış anlaşması imzalayarak savaş tazminatı ödemek zorunda kaldı. Anlaşma gereği donanmasındaki 70 gemiyi Sullaya teslim ederek askerlerinin geri kalanları ile birlikte deniz yolundan krallığının eski merkezi olan Pontus'a döndü. M.Ö.83'de Romalıların saldırısı ile tekrar başlayan savaşta önce Roma kuvvetlerine üstünlük sağlamış fakat M.Ö.74'de Kyzikos (bugün Belkıs) yakınlarında Lucullus karşısında bozguna uğramıştı. Bu yenilgiden sonra Kelkit bölgesine çekilen Mithridates Vl. Lucullusun kendisini süratle takip edememesinden yararlanarak Orta ve Doğu Karadeniz bölgesindeki halklardan 40 bin piyade ve 4 bin suvariden oluşan yeni bir kuvvet topladı. Başlangışta Roma kuvvetleri ile yaptığı çatışmalarda üstünlük sağlayan Mithridates, daha sonra erzak sıkıntısı nedeni ile hezimete uğramıştı. Romalıların yağmaya girişmesinden istifade ederek krallığının en uç noktasına kaçmış olan Mithridates önce Komana'ya (Tokat'ın 10 km kuzeyindeki Gumenek) daha sonra da damadı olan Ermeni kralı Tigran'ın ülkesine sığınmıştı. Komana'ya vardığı zaman savaşın başlanğıcında Farnakıya (Giresun) kalesine gönderdiği ailesinin, Romalılara esir düşmesine mani olmak için, öldürülmeleri emrini vermiş, sadece ölum şekillerini seçmeye hakkı olan aile fertleri bu emre uymuştu. Arkasında Romalıların kendine karşı kullanabileceği birşey bırakmayan Mithridates'i takip için Pompeidus komutasındaki birlikieri görevlendiren Lucullus, Amasya, Sinop ve Samsun'a yönelmişti. Pompeidus komutasındaki birliklerin takibinden kurtulan Mithridates, damadı Ermeni Kralı Tigrana sığınmıştı. Mithridates'e pek ilgi göstermeyen ve bataklık bölgede bir şato veren Tigran, Mithridates ile görüşmeyi ancak 20 ay sonra kabul etmişti. Bu sırada Romalılar, Pontos Krallığındaki kale ve şehirleri ele geçirmişlerdi. Sinop ve Amasya gibi Pontos Krallığının eski başkentleri, Krallarının döneceğini ümit ederek Romalılara direnirken Ermeni Kralı, Romalıların ülkesini işgale başlamasına kadar hiç bir şey yapmamıştı. Sonunda Mithridatesle işbirliği yaparak Romalılarla mücadeleye başladı. Doğu Karadeniz bögesindeki Khalbler, Tibarenler ile Fırat ile Kelkit Vadisi arasında bulunan bögenin halkı Anadolu'nun Roma ile mücadelesinin efsanevi önderi Mithridates VI. ya sarsılmaz bir sadakat göstermişler, onun yenilgisinden sonra Roma hakimiyetini kabul etseler bile Romalılarla bütünleşmemişlerdi. Romalılar bu bölgelerdeki varlıklarını askeri garnizonlar ve koloniler şeklinde sürdürdüler. Trabzon şehri bu savaşta tarafsız kaldığı için M.Ö.63 yılında Lucullus tarafından harab edilmekten kurtulmuştu. Tekrar sahneye çıkan Mithridates, toparladığı ordusu ile birlikte Kelkit vadisine geldi. Doğu Karadeniz dağlarında yaşayan halklar yaşlı krallarının çağrısına uyarak toplandı ve Romalılara ard arda darbeler indirdiler. Bunun Roma'da duyulması üzerine Lucullus aleyhtarları harekete geçti ve Pompeidus, Lucullus'dan komutayı devralarak Roma'ya dönmeye mecbur etti. Pompeidus'un ordusu karşısında tutunamayan Mithridates savaş alanından kurtularak Pontos Krallığı ile Tigranın ülkesi arasındaki sınırda bulunan Sinoria şatosuna ulaştı. Burada birkaç gün kaldıktan sonra Fırat Nehri'nin kaynaklarına ulaşarak Erzurum bölgesine, oradan kuzeye dönerek Çoruh Vadisi'ne ve nehri takip ederek Karadeniz'den Kırıma ulaştı. Bu yolculuk boyunca Pompeidus'un kuvvetleri Mithridates'i izlemiş, fakat ele geçirememişlerdi. Strabon, Pompeidus'un ordusunun Heptakometler'in (Yedi Köyün Halkı) yaşadığı dağlık ülkeden geçerken Heptakometler'in yol üzerine Deli Bal kapları bıraktığını, bunları yiyip bilinçlerini kaybeden üç Roma bölüğüne saldırıp onları imha ettikierini belirtir. Mosyn denilen ağaçlarda ya da ahşaptan yapılmış seyyar kulelerde yaşadıkları için bu halkın Antik devirde (Ksenophon tarafindan) Mossynoik olarak adlandırıdığını yazan Strabonun verdiği bilgileri değerlendirerek Heptakometlerin bugün Trabzon, Rize ili sınırındaki lkizdere Vadisi'nin yukarı kesimlerinde yaşadıklarını söyleyebiliriz. Bugün İkizdere İlçesi olarak adlandırılan bu bölge, Osmanlı belgelerinde Kur,-i Seb'a (Yedi köyler) Nahiyesi olarak geçer. Bu bölge Karadeniz Dağlarının iç kesimlere geçit verdiği yerlerden biridir. Trabzon' dan bahseden ikinci kaynak olan Strabon bölgeyi anlatırken, Trabzon bölgesindeki halkları; Trabzon ve Giresunun üst kısımlarında yaşayan Tibarenler, eskiden Khalybes olarak adlandırılan Haldailer (Khalt), Ksenephon'un Makronlar olarak bahsettiği Sanlar (Tsan/Can), Trabzon ve Rize'nin üst kısımlarına düşen bölgelerde, eskiden Mosyn denen Heptakometler ve Byzerler olarak sıralar. Ksenophon'un Trabzon ve Giresun yakınlarında yaşadığını beliritiği Kholklar ise daha doğuda Batum civarındadır. Strabon kitabında bölgedeki şehirleri sayarken Jason (Ordu'nun batısındaki Yasun Burnu)'dan sonra Genetes ve sakinleri Pharnakyaya yerleşmiş olan Kytoros (Ordu) doğuya doğru, harabe halindeki Iskhopolis, orta büyüklükteki Kerasos (Giresun), Hermonassa yakınında Trapezus ve ondan sonra da bu civarda bir yerde Zygopolis (Zigana) denilen bir yerleşim yeri daha olduğunu belirtir. Doğu Karadeniz Dağlarının önemli geçitlerinden birine adını veren Zigana'nın kuzeyinde bulunan bölge bugün Hamsiköy olarak adlandırılmaktadır. Arapca Hamse, beş anlamındadır. Bugün Hamsi olarak telaffuz edilen bu ismin doğrusu Hamseköy/Beşköy olup eskiden bu civardaki köyleri de kapsamaktaydı. Heptakometler (Yedi Köyün Halkı) ve Hamse köy (Beş köy) örneklerinde olduğu gibi bölgede vadilerin uygun kesimlerinde kurulmuş olan köylerin grup olarak adlandırılması durumunun coğrafi şartların belirlediği ve Antik cağlardan bu yana devam eden bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Kırım'a kaçtıktan sonra etrafına topladığı kuvvetlerle tekrar krallığını ele geçirmek isteyen Mithridates, Pompeidus'un ısrarlı takip ve mücadelesinden sonra buna muvaffak olamamıştı. Kendine karşı düzenlenen bir isyan sonucu intihar ederek ölmesinden önce ülkesi Romalılar tarafından taksim edilerek Roma'ya hizmet edenlere dağıtılmıştı. Bugünkü Ordu ilinin topraklarının bir kısmı ile Giresun bölgesi, Trabzon ve bu şehrin doğusu ile guneyinde yer alan bölgenin idaresi Galatların Tolistoboia boyunun tetrakı ve Pompeidus tarafından Galatya Kralı yapılan Deiotaros'a verilmişti (M.Ö. 63) Roma, Pompeidus ve Caesar'ın çekişmeleri ile uğraşırken Mithridat'ın oğlu ve Kırım Kralı olan Farnakes de babasının topraklarına tekrar hakim olmak üzere harekete gecer. M.Ö. 49'da Kolkhis (Batum civarı) bölgesini ele geçirip (muhtemelen Çoruh vadisini takip ederek) Küçük Ermenistan ve Kapadokya'ya girer. Karşısına çıkan Romalı komutan Calvinus ile Deiotaros'un kuvvetlerini Komana yakınlarındaki savaşta yener. Babasının payitahtı olan Sinop ve Samsun'u ele geçiren Farnakes'in başarılarını haber alan Ceasar, o sırada bulunduğu Mısır'dan Anadolu'ya geçerek, Pontos bölgesine gelip Farnakes'i Zile yakınlarında yener ve Kırım'a kaçırtır. Partlar'ın Anadolu'yu istilaları ve Roma-Part savaşlarından serbest şehir imtiyazına sahip olan Trabzon Deitoros'un ölümünden sonra Romalılar tarafından Mithridate VI. nın torununa verilmişti. Fakat M.Ö. 36 da, Romalılar'ın Partlar'ı yenmesi ve Partlar'la sınır olan Doğu Anadolu bölgesinde vasal krallıklar kurarak bir tampon bölge oluşturmalarından sonra Pontos bölgesi Bithynia'da Laodike valisi Zenon'un oğlu olan Polemon'a verilir.Bundan sonra Pontos Polemonacus olarak adlandirılan bölgede vasal kral olarak hüküm süren Polemon I in M.Ö 8' lerde ölmesinden sonra dul eşi Pythodoris'e kalmıştı. Strabon akıllı ve devlet işlerinde ehli bir kadın olan Pythodoris'in Kolkhis'e kadar uzanan Tibarenler ve Khaldailer ülkesi ile Pharnakia (Giresun) ve Trapezus'u (Trabzon) yönettiğini belirtir.
-
Trabzon Bizans Dönemi Diocletianus (M.S.285-3O5) dönemi aynı zamanda Hıristiyanlığın Karadeniz bölgesinde yayılmaya başladığı dönemdir. Ordu içinde ve halk arasındaki Hıristiyanların imparatorluk tarihinde uğradığı son büyük takibat bu dönemde olmuş ve Hıristiyanlar tarafından Trabzon'un koruyucu azizi olarak kabul edilen St. Eugenios Boztepe'deki Mithras putunu kırdığı için bu dönemde ölüm cezasına çarpıtılmıştı. Aynı dönemde bölgedeki askeri birliklerdeki Hıristiyanlar tutuklanarak öldürülmüşlerdi. Daha sonra Hıristiyanlık devletin resmi dini olacak ve bölgede askeri garnizonların bulunduğu şehirler bu din şehitlerinin kanları ile sulanmış kutsal yerler haline gelecekti. Bu politika doğrutusunda Hıristiyanlaştırılan yerel halklar da din yolu ile merkeze bağlı, sadık teba haline geldi. Diocletanus imparatorlukta yaşanan kargaşanın önüne geçmek ve birliği sağlamak için yönetimde birçok idari reformlar yapmış, geniş imparatorluk topraklarını ikisini Auğustus ve ikisini de Caesar'ın yönettiği dert bölgeye ayırarak yenetimin etkinliğini artırmak istemişti. Merkezi burokrasinin temellerini atan ve orduda yeni düzenlemeler yaparak eski disiplinini sağlayan Diocletianus'un oluşturduğu dört bölgeden biri de imparatorluğun doğu bölgesindeki toprakları kapsamaktaydı. Müşterek hükümdar Maximianus'a devletin batı yarısını bırakıp İmparatotluğun daha zengin olan doğu yarısında ve çoğunluğu Nikomedia (lzmit)'te oturan Diocletianus'un ölümünden sonra çıkan kargaşanın ardından M.S.324'de tek başına tahta çıkan ve eski Yunan kolonisi Byzanytium'un yerinde M.S.324'te bir şehir inşaatına başlayan Costantinus M.S.330'da açılışını yaptığı Byzantıum/Constantinopolis/İstanbul'u devletin başkenti yapmıştı M.S.476'da İmparatorluğun tek başkenti haline gelen bu şehir daha sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun, büyük Roma İmparatorluğu'nun tek varisi durumuna gelmesi ile dünyanın sayılı şehirleri arasına girmişti. Dioecletianus'un reformlarına göre Roma İmparatorluğu dört büyük Prefelikliğe, bu Prefelikler de 12 Dioecesisliğe ayrılmıştı. Bu düzenlemede Doğu Prefelikliği'nin Pontus Dioecesisliği'ne bağlı Pontos Polemoniacus vilayeti içinde olan Trabzon, yetkileri sınırlı sivil valiler tarafıdan yönetilirken, askeri bakımdan birkaç vilayeti kapsayan Armenia Duxlüğüne bağlı idi. 5. yüzyılın başlarına ait olduğu kabul edilen Notitia Dignitatum adındaki saray hizmetlileri ile askeri ve mülki idarecilerin resmi listesi olan belge bize Trabzon'un idari durumu hakkında daha ayrıntılı bilgi verir. Bu belgeye göre Armenia Duxluğü içindeki 7 castellondan biri olan Trabzon'da Pontik II. Legionun karargahı da bulunmaktaydı. Aynı dönemde Sürmene'de bir piyade bölüğü ve Rize'de de bir suvari bölüğünden oluşan garnizonlar vardı. Bu yüzyılda Bizans'ın doğu sınırının Rize'nin doğusuna kadar gerilediğini düşünürsek bölgenin stratejik önemini daha iyi anlamış oluruz. Trabzon, Roma imparatorları Vespasien, Neron ve Hadrien zamanında üstlendiği, doğu sınırında yapılan Seferlerde ordunun ikmalinin sağlandığı bir üs ve liman gerevini Bizans İmparatorluğu döneminde de yüklenmiştir. Justinianos I.(527-565) zamanında batıda yapılan savaşlarda başarılar elde edilmişse de doğu sınırında İran'a karşı savunma sistemi zayıflamıştı. Bu dönemde Justinianus, Trabzon'a gerekli önemi göstermiş, surlarını restore ederek savunmasını kuvvetlendirmişti. şehrin su ihtiyacını karşılamak için su kemerleri inşa ettirmiş ve bu kemere şehrin koruyucu azizi olan St.Eugenes'ın adını vermiş, şehirdeki bir çok kiliseyi yeniden restore ettirmişti. Rize'nin kalesini de restore ettirip savunmasını güçlendiren Justinianus bölgede birbiriyle bağlantılı birçok müstahkem mevki inşa ettirerek Rize'nin doğusuna kadar geri çekilen Bizans sınırını emniyet altına almaya çalışmıştı. Trabzon'un civarında dağlık bölgelerde yaşıyan Can/Tzan/Sanni adı verilen halk tam itaat altına alınamadığı için çevredeki Bizans yerleşimlerine ya da ikmal kollarına sık sık baskınlar düzenliyor yağma yapıyorlardı. Justinianus, Gümüşhane/Canca'dan Araklı burnuna kadar olan bölgede yaşayan Canları yenerek Bizans hakimiyeti altına almak için M.S.528 yılında yerli komutanlardan Tzitas'ı göndermiş ve onları itaat altına almıştı. Sık ormanlarla kaplı bölgede ormanları kestirerek yollar açtırmış, bu yolların emniyetini sağlamak için kuleler inşa ettirmiş ve bu halkın Hıristiyanlaşarak dindar ve itaatli insanlar olması ve imparatorluğun sınırlarında muhafızlik yapmaları için çalışmıştır. Heraclius döneminde (610-641) Anadoluda İran istilası yayılmış, İranlılar İstanbul önlerine kadar ilerlemişlerdi. Heraklius Anadolu arazisini askeri bölgelere(Thema) ayırarak yeni bir düzenleme yapar. Kolordu manasındaki Thema kelimesinin ad olarak verildiği bu bölgelere askeri birlikler iskan edilimiş, askerlere sonradan çocuklarına bırakabileceği araziler verilmiştir. Tarihçiler Heraclius'un 622 ile 628 arasında İranlılar üzerine üç sefer yaptığını kaydeder. 622 ve 623 yıllarındaki seferlerde ordunun ikmali için Karadere-Satalayolunu kullanan Heraclius 625 kışını Sivas üzerinden çekildiği Karadeniz bölgesinde geçirir. İran ordusunun Anadoluyu baştan başa geçerek Kadıköy'e kadar ilerlediği zaman Heraclius Trabzonun doğusunda, Karaderenin yanındaki Sürmene/Sousourinama (bugünkü Araklı)'da idi. Buradan kuşatma altındaki başkenti ile kolayca haberleşmeyi sağlarken Hazar Türklerinin liderleri ile görüşmeler yaparak Bizans-Hazar ittifakını gerçekleştirmiş ve İran'ı yenerek 628'de başkente muzaffer bir şekilde dönmüştü. Bizans devletinin İran'a karşı kazandığı zaferlerin başlangıç yılı 622 Hz.Muhammed'in Mekkeden Medineye hicret ettiği yıl idi. İranlıların İstanbul kapılarına dayandığı sıralarda Hz.Muhammed' inen Rum Suresi'nde mağlup olan Romalıların birkaç yıl içinde kazanacaklarını ve o gün inananların ferahlanacağı bildirilmekteydi. Nitekim Romalıların yendiği ateşe tapan Sasamler peygamberin vefatından birkaç yıl sonra Müslümanların ilk hücumu ile yıkılmış, Bizans ise İran'la yaptığı savaşlarda elde ettiği doğu eyaletlerini kaybetmişti. Hz. Ömer zamanında (634) Bizans topraklarına giren Muslümanlar 636'da Yermuk savaşında Bizans ordusu yenmişti. 646' da Bizans'ı Mısır'dan da atan Suriye valisi olan Muaviye komutasında Müslüman Araplar kuzeyde Kayseri'ye kadar olan toprakları işgal etmiş 663'de yeniden başlayan Arap akınları batıda İzmir ve İstanbul'a kadar ulaşmış ve 674 yılında İstanbul kuşatılmıştı. 7. Yüzyıl başlarında Bizans'ın İran ve Araplarla yaptığı yıpratıcı savaşlar sonucu Anadolu harab olmuş ve nüfus azalmıştı. Balkanlarda Bulgar ve Slav kitlelerine karşı zafer kazanmış olan Bizans onları Anadoluya geçirerek Araplara karşı savunmada onlardan yararlanmıştır. Anadolu'ya yönelen Müslüman Arap akınları Trabzon bölgesinide hedef almış 705-711 yıllarında Ankara'ya kadar ilerleyen Araplar aynı dönemde Trabzon bölgesine de yönelmişlerdi. 715'te Arapları Trabzon bölgesinden atan Anatolikon Theması'nın Strategos'u Isauralı Leon daha sonra Bizans tahtını da eline geçirmiştir. Anadolu'da Müslüman Araplarla Bizans arasında sürüp giden mücadeleye ilerdeki asırlar boyunca doğuda Müslüman olmaya başlayan Türkler İslam ordusunda, Karadeniz'i kuzeyinden Balkanlara inmiş ve burada Bizansla ilişkiye geçmiş olan Bulgar, Uz, Peçenek Macar gibi Türk kitleleri de Bizans ordusunda hizmet etmiştir. Maveraünnehir bölgesinden gelen çok sayıda Müslüman olmuş Türk boyu uc vilayeti denilen Bizans sınırına yerleşririlmiş ve asırlar boyu süren bir mücadele döneminde Afşin, Aşnas, İnak, Boğa el-Kebir Vasıf el-Türki gibi bir çok ünlü Türk komutan sahneye çıkmıştır. Doğuya yaptıkrı seferlerde Trabzon'u üs olarak kullanan bir başka Bizans İmparatoru Basileios II. (967-1025)'dir. Hayatının son yıllarında Gürcistan ve Vaspurağan bölgelerini Bizans'a ilhak eden Basileios 11.1021/22 kışını Trabzon'da geçirirken burada Abhazya'ya yapacağı sefer için donanma inşa ettiriyordu. Bu sırada Ermeni Ani Kralı Symbad (1018-1041) Basileios'a bir heyet yollayarak Gürcü müttefiklerinin başına gelenlerden kurtulmak için ülkesini ölümünden sonra Bizans'a bırakmak için bir anlaşma önermişti. Bu isteği kabul edilen Symbad'dan başka Vaspuragan Kralı Senek'erin ve komşusu İbn ad-Dayrani de Trabzon'a heyet göndermiş ve devletlerini para karşılığı Bizans'a satmışlardı. Müslüman Araplarla Bizans arasında 7.yy da başlayıp 11 .yy sonuna kadar devam eden mücadeleyi Selçuklu Türklen'nin Anadolu'yu Müslümanlaştırıp Türkleştirmelerinin bir başlangıcı olarak görmek gerekir. Malazgirt savaşı öncesi daha ziyade keşif ve yağma gayesi ile yapılan akınlarar Malazgirt'ten sonra iskan etme ve yurt açma gayesi taşıyordu. Nitekim 1071'de Malazgirt zaferinden sonra Tükmenler tüm Anadolu'a yayılmış ve zaferi takip eden ilk yıllarda Türk akıncıları Trabzon bölgesini ele geçirmişti. Trabzon ve çevresini Türkmenlerden kurtarmak için bir ordu ile bölgeye gönderilen Bizans ordusunun komutanı olan Thedore Gavras, 1075 yılında bölgeyi Türkmenler'den geri alır. Bu başarıdan sonra İstanbul'a dönen Thedore Gavras Bizans İmparatoru Aleksius Komnenos I. (1081-1118) tarafından Trabzon ve çevresini içine alan ve merkezi Trabzon olan Haldiya Themasının valiliğine atanır. Burada adeta bağımsız bir şekilde davranan Thedore Gavras Niksar ve Şebinkarahisar'ı Emir Danişmend Gazi kuvvetlerine karşı müdafa eder ve Trabzon'un sınırlarını Bayburt bölgesine kadar genişletir. Trabzon'u Gürcü akınlarına karşı savunur. Samsun'dan Gümüşhane'ye kadar olan bölgede iç kesimlerden sahile inen geçitleri kontrol altında tutacak kalelerden bir savunma sistemi oluşturarak Samsun'dan Trabzon'un doğusuna kadar olan sahili emniyet altına alır. 1098'de Bayburt yakılarında ve Çoruh nehri kenarında Danişmend Gazi'nin oğlu İsmail ile tutuştuğu bir savaşta öldürülen Thedore Gavras'tan sonra oğlu Gregory Gavras (Taronites) 1103'te Trabzon valiligine (Haldiya Düklüğü) atanmıştır. Babasının Trabzon valiligi esnasında İstanbul'da rehin tutulan Gregory babası tarafından 1091'de Sinop'a kaçırılmış fakat sonra iade edilmişti. Babasının gibi o da Trabzon bölgesinde bağımsız hareket ediyordu. 1106'da Emir Danişmend'le evlilik yolu ile bir ittifak kurmuş ve Şebinkarahisar kalesindeki varlığını sağlamlaştırmıştı. Bu davranışı nedeni ile muhtemelen 1107'de İstanbul'dan John Komnenos kumandasındaki bir kuvvet tarafından yakalanmış ve İstanbul'a gönderilmiş, fakat daha sonra affedilerek itibari iade edilmiştir. 1119'dan önce Trabzon valiliğine atanan Constantin Gavras da çevresindeki Türkmenler'den destek alarak bölgeyi Bizanstan yarı bağımsız bir şekilde yönetmişti. 1140 sonlarına kadar Trabzon'da hüküm sürdüğü kesin olan Costantin Gavras Trabzon Çevresindeki Türkmen emirlerinden Mengücekli İshakla ittifak yaparak 1120'de Artuklu Belek ve Danişmendli Melik Gazi kuvvetleri ile Şiran yakınlarında karşılaşır. Bu savaşta Trabzon ve Mengücekli ittifakı yenilgiye uğrayarak çok ağır bir zaiyyat verirler. Constantin Gavras'in 5000 askeri öldürülmüş kendi ve Mengücekli İshak Bey esir düşmüştü. İshak Bey Artuklu Belek'in damadı olduğu için canını kurtarırken Constantin Gavras da 30.000 Dinar karşılığı fidye ödeyerek serbest kalmıştı. 1139-1140'da Johon Komnenos II (1118-1143)'nin Canik bölgesine bir sefer düzenlediğini ve Haldiya Themasını tekrar Bizans'a bağladığını görüyoruz. Bu sefer sırasında Isaac Komneos'un oğlu olan Jhon Komnenos (çelebi) Selçuklulara katılmış ve Sultan Mesud'un kızı ile evlenmiştir. Constantin Gavras'ın ölümünün bu seferden sonraki bir tarihte olması muhtemeldir ve tekrar Bizans İmparatorluğu'nun bir parçası haline gelmiş olan Haldiya Themasına 1160'ların ortalarında Nikephoros Palaiogolos yeni dük olarak atanmıştır. Gavras ismi kesinlikle Yunanca, Pontus Rumcası veya Lazca değildir. Haldiya Theması orijinli olduğu kabul edilen ailenin birkaç üyesinin de Selçuklu sarayının hizmetinde olduğu biliniyor. Bunlardan Ihtiyar ad-din Hasan bin Gavras, Sultan II.Kılıç Arslan'ın vezirleri arasındadır.
-
Trabzon Roma Dönemi Tarihi M.S.54-68 yıllarında Roma'yı yönetmiş olan Neron, Doğu Anadolu'da Roma nüfuzunu tekrar oluşturmak için düzenlediği seferde Trabzon'u ordusunun ihtiyaçalarını karşılayacağı bir üs olarak kullanmıştır. Bu amaçla I. Polemon'un torunu II. Polemon'nu tahtan indirerek Pontos Polemoniacus'u 6 şehre ayırıp M.S. 64 yılında Trabzon'u iltihak etmiştir. Devrin tarihçilerinden Tacitus, Trabzon'un elde tutulması mühim bir nokta olduğunu belirtir. Trabzon'un Roma'ya ilhakından sonra Trabzon'da demirlemiş bulunan Polemon'un donanması da Roma Krallığı'nın Karadeniz donanması haline getirilmişti. Fakat Krallık donanması kumandanı olan Anicetus isyan ederek Trabzon'u ele geçirir ve Trabzon limanında demirli olan donanmanın bir kısmını yakar. Roma İmparatoru Vespasian, Anicetus'un üzerine Virdius Geminus'u göndererek bölgede tekrar hakimiyeti sağlar. Vespasian, Doğu Anadolu'da mevcut vasal krallıkları ilhak ederek bu sınırın Roma ordusu tarafından korunmasını sağlamış, sınırını koruyan birlikierine kolay destek sağlamak için Trabzon bölgesini çevreleyen dağlardan askeri yollar inşa ettirmeye başlamıştı. Roma'nin doğu hududunu koruyan Roma lejyonlarından birinin M.S. 117 yılında yerleştiği ve daha sonra önemli bir garnizon-şehir olacak olan Satala'nin (Gümüşhaneye bağlı Sadak köyü) limanı olan Trabzon, gelişmesine devam etmiş ve İmparator Traijanus (M.S.89-1 17) zamanında burada bir de darphane binası inşa edilmişti. Traijanus'tan sonra tahta çıkan Hadrianus (M.S. 117-138) ünlu seyahatlerinin birinde Trabzon'u da ziyaret etmiştir. Trabzon'da bugünkü Moloz mevkiinde bir mendirek, bir hipodrum, saraylar ve su kemerleri inşa ettirerek şehrin imarına büyük katkılarda bulunmuştur. Trabzon kalesindeki Ortahisar denilen kısmın da onun zamanında inşa edildiği ileri sürülür. Hadrian'ın Trabzon'da yürüttüğü bu imar hareketlerine karşılık bugünkü Karluk tepesinde büyük bir heykeli dikilmişti. Trabzon'un bu dönemi hakkındaki bilgileri Hadrianus tarafından Kapadokya valiliğne atanmış olan Arrianus'un, Eyalet bölgesinde çiktığı gezilerle ilgili raporlardan oluşan "Periplo" adlı eserinde buluyoruz. Eserinde Karadeniz sahillerini Trabzon'dan itibaren anlattığı için Sataldan Trabzon'a geldiği kabul edilen Arrianus "İmparator Sezar Traiano Adriano Augusto'yu Arriano selamlıyor" diye başlayan raporunda Trabzon'dan şöyle bahseder: Ksenophon'un dediği gibi eski Yunan şehri ve Sinop kolonisi olan Trabzon'a vardik Senin ve Ksenophon'un baktığı yerden Karadenizi coşku ile seyrettik. Taşların pürüzlü yüzünden dolayı üzerindeki harflerin açık seçik okunmadığı sunaklar hala daha ayakta ve barbarlar (Yunanlı olmayan halk) tarafından yazılmış olduğu için Yunanca yazılar da hatalı bir şekilde kazınmış. Bu yüzden sunakları yeniden beyaz mermerden inşa etmeye ve yazıları okunaklı harfierle kazımaya karar verdim. Senin heykelin parmağı ile denizi gösteriyor. Bir bakıma hareketi ile sana benziyor ama ama yapıldığı tarz sana benzemiyor. Ayrıca güzel de değil. Bunun için aynı yere senin adını taşımaya layık bir heykel gönder. Ölümsüz bir anıt için yer çok uygun. Kare taşlardan pek küçümsenmeyecek bir tapınak da yapılmış. Fakat Hermes'in Heykeli ne bu tapınağa ne de bu yere layık. Eğer bana inanılyorsan en fazla beş ayak boyunda Hermes'in, bir de dört ayak boyunda Hilesion'un heykellerini gönder. Bence atası ile aynı tapınağı paylaşması hiç de fena fikir değil. Böylece, buraya gelenlerden kimi Hermes'e, kimi de Hilesio'ya kurban verecek ve her ikisi de Hermes ve Hilesio'nun takdirirni kazanacaklar. Hermes'in takdirini kazanacaklar, çünkü soyundan gelme birini şereflendirecekler; Hilesio'nun takdirini kazanacaklar çünkü atasını şereflendirecekler. Ben de bir öküz kurban ettim, ama Ksenophon'un Calpe limanında kurban bulamayıp da öküz arabasından bir öküz kurban etmek zorunda kaldığı gibi değil. Trabzonlular'ın kendilerinin bana temin ettikieri gösterişli bir hayvanı kurban ederek orada extispicio törenini yaptık ve bağırsaklarının şerefine içtik. Kime ilk olarak varlık diyoruz biliyorsun. Sen ki yapımızı tümüyle tanıyorsun ve herkesin duasını ve oyunu bizden daha az iyiliğinden yararlananlarında duasını ve oyunu hak ettiğini biliyorsun. Arrianus raporunda bölgedeki halklarla ilgili olarak bazı bilgiler vermişti. Arrian'ın belirttiğine göre; Trabzonlular Colchiler'le komşu idi. Ksenophon'un çok savaşçı ve Trabzonlular'la duşman diye tanımladığı Drillerin Sanni/SanlTzan/Can'lar olduğunu belirterek Canlar'ı savaşçı ve hal, Trabzonluların can duşmanı olarak tanımlamaktadır. Silahla donatılmış yerlerde va kralsız yaşayan bu halkın Romalılar'a vergi borcu olduğunu fakat kendilerini haydutluğa verdikieri için vergi ödemeye zahmet etmedikierini yazarak, "Eger tanrı izin verirse ya görevlerini yerine getirecekler ya da köklerini kurutacağız" demektedir. Osmanlı belgelerinde Samsun bölgesinin Canik olarak adlandırılmasına rağmen Arrianon'un bahsettiği Canlar'ın merkezinin Gümüşhane/Canca bölgesi olduğunu ve Canlar'ın buradan Araklı Burnu'ndaki Canayer'' kadar uzanan bölgede yaşadıklarını bölgedeki yer isimlerinden hareket ederek söyleyebiliriz. M.S.224 yılında Philippus Arabs tarafından para basma yetkisi alınan Trabzon'un Neron'dan sonra başlayan parlak dönemi sona ermeye başlamıştı. Onun tamamen sönmesi ise Gotlar'ın yaptıkları saldırılar sonucu olmuştur. M.S.254 yılında Karadeniz'in kuzeyindeki Bosphorus krallığının donanmasını ele geçiren Boranlar Trabzon'a saldırdılar. M.S.257 yılında yaptıkları ikinci saldırıda bir gece baskını ile şehre giren Boranlar, halkı kılıçtan geçirererek mabedleri yıktı ve şehri baştanbaşa yağmadılar. 30-40 yıl boş ve harabe halinde kalan şehir, İmparator Diocletanus (M.S 285-305) zamanında yeniden imar edilmeye başlandı. Bunun en önemli nedeni hiç şüphesiz doğuda Sasanilerle olan mücadeledir.
-
COĞRAFİ YAPI GENEL DURUM 4.664 km2 yüzölçüme sahip Trabzon ili, Doğu Karadeniz Dağlarının oluşturduğu yayın ortasındaki Kalkanlı dağlık kütlesinin kuzeye bakan yamaçlarında 38° 30′ – 40° 30′ doğu meridyenleri ile 40° 30′ – 41° 30′ kuzey paralelleri arasında yer almaktadır. Kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Gümüşhane ve Bayburt, doğusunda Rize, batısında Giresun ili bulunmaktadır. BİTKİ ÖRTÜSÜ Sahanın dikey boyutta değişken olan ılıman ve her mevsim yağışlı iklim şartları, farklı türlerden oluşan bitki örtüsü, farklı türlerden oluşan bitki örtüsü kuşaklarını meydana getirmiştir. Buna göre; 0-300 m. yükseltilerinden Akdeniz bitki türlerinin sokulduğu psöudomaki (Trabzon hurması, akçaağaç, şimşir, karayemiş, defne, prekanta, muşmula, katran ardıcı, kocayemiş … gibi) elemanları dağılış gösterirken, kıyıya yakın kesimlerden itibaren geniş yapraklı etek ormanları yer almakta (kızılağaç, kestane, meşe türleri, dışbudak, ıhlamur, adi fındık, beyaz söğüt, kavak, doğu çınarı … gibi), bu katın üzerinde geniş yapraklıların hakimiyetindeki geniş-iğne yapraklı karışık ormanlar (Avrupa kestanesi, adi kızılağaç, adi gürgen, adi fındık, doğu gürgeni, meşe, akçaağaç, üvez, çitlenbik, defne, mor çiçekli ormangülü, kayın, ladin ve köknar) ve daha yukarıda da iğne yapraklıların hakimiyetindeki ormanlar (sarıçam, ladin, mor çiçekli ormangülü ve bazı çalı türleri) dağılış göstermektedir. Aşağı kuşağın kıyı kesimlerinde orman örtüsünün tamamına yakınında, daha üst yükselti seviyelerde ise yer yer yerleşim ve tarım alanı açmalarıyla oluşan kesintilere rağmen, 500-1850 m. yükseltileri arasında hala zengin ve sık bir orman örtüsü varlığını sürdürmektedir. Daha yukarı seviyeler ise fizyolojik bakımdan ağaç yetişmesine müsait olmayan Alpin çayır alanlarıdır. Kış mevsiminde sert iklim şartları nedeniyle hiçbir ekonomik faaliyetin yapılamadığı, daimi yerleşim merkezlerine pek uzak olmayan bu geniş saha, yöre insanlarına hayvancılık bakımından son derece elverişli bir potansiyel sunar. Bu kattaki hayvacılığın diğer alanlardakinden ayrılmasının en önemli nedeni, otların yaz mevsimi boyunca yeşil kalabilmesidir. Çünkü denizden gelen su buharı sayesinde otlar canlılığını yitirmemekte ve hatta korunmaya alındığında çayır haline gelebilmektedir. Böylece yöre hayvancılığı içerisinde büyükbaş hayvan (sığır) besleyiciliği önem kazanmış ve daimi yerleşim alanlarının yetersiz ekip-biçme fonksiyonunu destekleyerek, çoğunda alternatif geçim kaynağı haline gelmiştir. JEOMORFOLOJİK ÖZELLİKLER Trabzon ilinin başlıça yeryüzü şekilleri; güneyde su bölümü çizgisi boyunca Doğu-Batı doğrultusunda uzanan dağlık alanlar, bunların ana akarsuyun kolları arasına, Kuzeye doğru sokulan ve gittikçe alçalan tepelik sahalar ile sahadaki mevcut şekillenlenmeyi sağlayan önemli dış etmen olan Solaklı, Yomra, Değirmendere, Sera, Kalenima, Foldere gibi akarsuların oluşturduğu vadiler ve deltalardır. Jeolojik oluşumu; stratigrafi bakımından alttan üste doğru üst kretase yaşlı, tortul ara katkılı volkanik seriler, konglomera, kumaşı, marn, kil ve kireç taşlı denizsel üst miosen ve serileri; çakıllı, kumlu, siltli ve killi, kuaterner yaşlı taraça dolguları ile çakıllı kumlu, siltli, killi, killi akarsu ve kıyı alüvyonları şeklindedir. VADİLER, YAMAÇLAR, AKARSU VE GÖLLER Akarsuların oluşturduğu vadiler özellikle ikinci dereceden kolların ve onlara karışan yan derelerin bulundukları kısımlarda oldukça dardırlar. Bu özellik sahanın büyük kısmında hakimdir. Yörenin nemli iklim karakteri, havzaların hızlı akışlı olması ve fazla yük taşımaları, derine aşındırmada başlıça rolü oynamıştır. Aşınmaya karşı dayanıksız olan tüf, aglomera ve kalkerli yapılarda, derine aşındırma hızlanarak bir taraftan konsekant kollar gelişirken dik “V” şekilli vadiler oluşmuş, diğer taraftan da bu vadilerin yamaçlarında meydana gelen tali kollar arttırdıkları aşındırma faaliyetleri ile yamaçları iyice parçalamışlardır. Böylece sahada bugün görülen dantritik drenaj ağının oturduğu muntazam denize doğru alçalan vadi sistemi meydana gelmiştir. Dar bir alana sahip olsa bile erozyonla taşınan molozların vadi tabanına yakın alçak yamaçlarda birikmesiyle, düşük eğimli kısmi düzlükler oluşmuştur. Aynı zamanda bu tür alanlar taşıma elverişlidir. Trabzon ilindeki en gelişmiş vadiler, batıda güney-kuzey yönünde uzanan Foldere Vadisi, Değirmendere akarsuyunun kurulu olduğu güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda Karadere Vadisi ve doğudaki güney-kuzey uzanış gösteren Solaklı Deresi vadisidir. Güneyde 1.900 m. yükseltisindeki Horos ve Kalkanlı dağlarının su bölümü çizgisine yakın, kuzeye bakan yamaçlarından başlayan Değirmendere Vadisi giderek derinleşerek Maçka’ya kadar uzanır. Burada vadi tabanı yaklaşık 270 m.’ye kurulmuş ve 30 km. mesafede 1.630 m.’lik yükselti farkını kat eden yüksek eğimi ortaya çıkmıştır. Maçka’da aniden daralan vadi, buradan kuzeye doğru hem yana hem de derine doğru genişler, Esiroğlu yakınlarında ortadan kalkarak aşağı çığıra geçer. Trabzon ilinin batısındaki Foldere ve Değirmendere’nin doğusunda kalan Karadere ve Solaklı dereleri kaynaklarını Horos, Soğanlı ve Haldizen Dağları’ndan almaktadır. Foldere, Değirmendere, Karadere ve Solaklı Deresi’nin yukarı havzaları güneyde birbirleriyle kavuşurken, daha küçük havzalar halindeki Kalenima Deresi, Yanbolu Deresi, Küçükdere ve Manahos Deresi, kısa boyları ve hızlı akışlarıyla oldukça dar vadiler meydaa getirirler. Yamaçların farklı kayaçlardan meydana gelmesi de engebeyi kuvvetlendiren diğer bir faktördür. Tortul ve volkanik sediman karakteri taşıyan yüzeyler kolay aşınırken, volkanik kayaçlar yamaç boyunca yer yer ortaya çıkarak normal yamaç seviyesinden yüksek satıhları oluşturmuşlardır. İlimizdeki göller, Uzungöl heyelan seti gölü, Balıklı Göl, Aygır Gölü, Kara Göl ve Haldizen Dağları’ndaki büyüklü, küçüklü diğer buzul gölleri ile Sera heyelan seti gölüdür. DELTALAR Karadeniz’e dökülen akarsular, Pleistosen esnasında deniz seviyesinin alçalıp yükselmesi dolayısıyla, kıyılardaki aşındırma ve biriktirme faaliyetleri üzerinde de önemli etkilerde bulunmuşlardır. Yataklarını 90 m. kadar yarmışlar, son post-glasyal dönemde deniz seviyesinin yükselmesine bağlı olarak aktıkları vadiler boğulmuş, deniz, vadi ağızlarında karaya doğru girinti yapmıştır. Daha sonra akarsuların getirdiği alüvyonlar, dolu bir vadi şeklinin gelişmesine neden olmuştur. Bunlardan en önemlisi olan Değirmendere Deltası’nın günümüzdeki kıyı uzunluğu yaklaşık 4 km., vadi içine uzantısı 3,5 km. ve alanı 7 km2 civarındadır. Diğer deltalar ise Fol Deresi’nin Vakfıkebir, Sera Deresi’nin Yıldızlı, Kalenima Deresi’nin Söğütlü, Yomra Deresi’nin Yomra, Yanbolu Deresi’nin Yalıboyu, Karadere’nin Araklı, Küçük Dere’nin Aşağı Çavuşlu, Manahos Deresi’nin Sürmene ve Solaklı Deresi’nin Of yakınlarında oluşturdukları daha dar alüvyal düzlüklerdir. İKLİM Trabzon ili, kuzeydeki kutbi hava kütleleriyle, güneydeki tropikal hava kütlelerinin geçiş sahası üzerinde yer alır. Kışın, güneşim zahiri hareketlerine bağlı olarak, Tropikal Yüksel Basınç’ın güneye inmesiyle, genellikle kuzeyden gelip Anadolu yüksek kara parçası üzerine yerleşmiş bulunan Sibirya Antisiklonu’nun ve kuzeyde Doğu Avrupa üzerinde yer alan kutbi kava kütlelerinin etkisindeki bir konverjans sahası özelliği taşır. Ancak, yeryüzüne yakın kısımlarda, kış sıcaklıkları, kuzeyde Karadeniz’in varlığı ve kıyıya yakın mesafede set gibi uzanan Doğu Karadeniz Dağları’nın bulunuşu nedeniyle, aynı enlemlerdeki diğer sahalara göre oldukça ılıman hale gelir. Yağışlar, kıyıya yakın alanlarda yağmur, orta ve yüksek kesimlerde ise genellikle kar şeklindedir. Yazın ise yeryüzüne yakın atmosfer bölümlerinde Azor Yüksek Basınç Alanı’nın uzantıları ve Basra Alçak Basınç Merkezi arasında gelişen kuzey sektörlü hava akımları ile Karadeniz üzerinden taşınan nemli kara kütleleri, kıyı kesiminde orografk yağışlara yol açmakta, zaman zaman yine kuzeyden sokulan serin hava baskınları ile soğuk cephe sağanak yağışları da sık sık görülmekte, yüksek seviyelerin soğuk hava damla durumlarında büyük kararsızlık ve önceden kestirilemeyen gelişmeleri ile bol yağışlar düşmektedir. Bölgede bu mevsimde ortalama sıcaklık 18,8°C civarındadır. Bahar mevsimleri kış ve yaz arasında yumuşak bir geçişi sağlamakta ve bol yağmurlarıyla dikkati çekmekte, özellikle kıyıya yakın alanlar bu aylarda yoğun ekip-dikme faaliyetlerine sahne olmaktadır. İlkbahar mevsimi Mart ayından itibaren kendini göstermeye başlar, Nisan ve Mayıs aylarını içine alır. Bu mevsimde aylık ortalama sıcaklıklar 15 °C’nin üzerine çıkar. Sonbahar mevsimi ise yaklaşık üç aylık bir dönemi kapsar ancak Eylül ayı kısmen yaz, Kasım ayı da nispeten kış mevsimi özelliklerini taşır. Aktüel basınç değerlerinin Trabzon için yıllık gidişine bakıldığında toplam 1011,1 mb’lık bir değerin olduğu görülür. Yaz aylarında basınç diğer aylara göre düşüktür, oysa kış aylarında yıllık ortalamanın üzerine çok az çıkar. İlimizde rüzgar yönü frekansları, sahada etkili olan basınç merkezlerinin yıl içindeki hareketleri, yer şekli özellikleri ve Karadeniz’in etkisi altındadır. Karadan ve denizden esen meltem rüzgarları kuzey ve güney yönlü rüzgarların hakimiyetini hissetmektedir. Deniz kıyısına yakın kesimlerde güney ve güneybatıdan esen rüzgarlar daha etkilidir. Fön rüzgarları Şubat, Mart ve Nisan aylarında görülmekte ve yılda ortalama on iki günü bulabilmektedir. Trabzon ilinde yıllık yağış miktarı ve yıl içindeki gidişi, sahanın Karadeniz’e cephe olması nedeniyle yağış şartlarının oluşumunda, hemen kıyıdan itibaren artan bir eğimle yükselen kara sathı ile Karadeniz’in sıcaklığa bağlı ilişkisi etkili temel faktördür. Yağış şartlarının kısa mesafelerde değişiklik göstermesi (mikroklima alanları) yöremizin önemli bir özelliğidir. Bu nedenle İlimizde gerek kıyı boyu ve gerekse iç kesimler arasında farklılıklar gösterir. Yörede nisbi nem oranlarının yaz mevsiminde yüksek olduğu ve özellikle iç kısımlara doğru arttığı görülmektedir. Bu mevsimde Karadeniz kuzeyinden olan buharlaşmanın, havanın sakin olduğu zamanlarda kıyıya yakın kesimleri etki altında bulundurması ve zamanla güneydeki yüksek alanlarda oluşan alçak basınç merkezine doğru yönelen Meltem rüzgarları sayesinde, nemin doğrudan buralara taşınması nedeniyle, yayla alanlarında çoğu zaman öğleye kadar devam eden açık-berrak bir hava hali ardından vadiler boyunca yükselen su buharı, sahayı tamamen kaplamakta ve bazen günlerce çekilmemektedir. DAĞLIK ALANLAR Dağlık alanlar, Doğu-Batı doğrultusunda uzanmakta olup, Kuzeyinde Karadeniz kıyılarını gören yay gibi bir antiklinal ekseni oluştururlar. Bölgenin yüksek dağ karakteri, permiyen sonundan itibaren oluşan ve üst kretase sonuna kadar süren kara rejiminde ve üst Pliyosen’deki vertikal hareketler sonucunda teşekkül etmiş, Pleistosen’de son şeklini almıştır. Doğu-Batı yönünde uzanan su bölümü hattının en yüksek bölümü doğudaki Haldizen Dağları’dır. Bu dağlar aynı zamanda Doğu Karadeniz Dağları’nın en yüksek bölümü olan Kaçkarlar’ın batıya doğru olan son uzantılarıdır. Üst Kretase yaşlı kayaçlardan meydana gelirler. Önemli yükseltileri; Demirkapı (3.376 m.), Kayışkıran (3.156 m.) ve Karakaya (3.139 m.) tepeleridir. Buzul vadilerinden zirvelere doğru çıkıldıkça hemen her vadide dağılış gösteren yirmiye yakın, bazıları peş peşe birer gideğenle birbirine bağlı, alanları 100-1900 m2 genişliğinde değişen buzul gölleri yer almaktadır. Karagöl, Sarıgöl, Balıklı Göl ve Aygır gölleri en önemlileri olarak sayılabilir. Demirkapı, Sağ ve Multat dereleri kaynaklarını bu dağların Kuzey yamaçlarından alırlar. Her biri buzul vadilerine kurulu cılız akarsulardır. Yan dereleri almaya başladıkları yaklaşık 2000 m. seviyelerinden itibaren taşıma güçlerinin artmasıyla birlikte Kuzeye doğru flüviyal topoğrafya kendini iyice belli etmeye başlar. Solaklı Deresi’nin doğudaki önemli kolu olan Haldizen Deresi, Demirkapı, Sağ ve Multat derelerinin katılımıyla Kuzeyde 1.150 m. Seviyelerinde Uzungöl’e ulaşır. Buradan itibaren Solaklı Deresi adı altında devam ederek Karadeniz’e karışır. Daha batıda yer alan Soğanlı dağlık kütlesi bir bindirme fayından itibaren aralarına üst kretase –eosen yaşlı riyolit ve porfiridasitlerin sokulduğu dasitik lavlardan meydana gelmiştir. Solaklı Deresi’ni oluşturan Büyük Dere ile Haldizen Deresi arasında ortalama 2.500 m. Yüksekliğinde çok geniş bir plato düzlüğü yer almakta, Soğanlı Dağları’nın alçaldığı bu kesimlerde kıyıyı iç kesimlere bağlayan Of-Çaykara-Bayburt karayolu geçidi bulunmaktadır. Su bölümü hattı batıya doğru Kemerlik Dağı (2.746 m.) ve Ziyaret Tepesi (2.850 m.) ile devam eder. Bu hat aynı zamanda Karadere’nin güneyindeki su bölümü çizgisini de teşkil etmektedir. Karadere’nin Yağmurdere koluyla birleştiği kesime doğru kuzeye girinti yapan su bölümü çizgisi, bu kolu içine alacak şekilde güneybatıya doğru uzanarak Değirmendere Havzası su bölümü hattına ulaşır. Karadeniz sahil yolundan güneye, Karadere boyunca ayrılan Araklı-Dağbaşı karayolu, bu bölgede Taşköprü civarında alçalan su bölümü hattından güneye doğru Gümüşhane’ye ulaşır. Su bölümü çizgisi Değirmendere Havzası güneyi boyunca Kostan Dağı ( 2.582 m .) üzerinden Deveboynu (3.082 m .) ve Kolat Dağları’nı alçalan bir şekilde aşarak Zigana Dağları’nda bir omuz oluşturur. Burası, 2.000 m . seviyesi, Karadeniz kıyılarını iç bölgelere bağlayan önemli bir jeo-stratejik geçit olan Trabzon-İran transit karayoluna zemin oluşturur. Trabzon ili sınırları bu bölümde dağ zirvelerinden güneye doğru girinti yapmıştır. Dağlık alanların batı kısmını Kalkanlı ve Horos Dağları oluşturmakta ve genel yükselti seviyesi giderek düşmektedir. Viran Kilise Tepesi (1.784 m.), Taşoluk Tepesi (2.420 m.), Ayeser Tepesi (2.423 m.) yayın batı kanadını, Kalkanlı Tepesi (2.193 m.) ise doğu kanadını meydana getirir. Bu yaya bütünüyle Kalkanlı Dağları adı verilir. Kuzeybatı-Güneydoğu yönünde uzanan Horos Dağları 10° – 15° lik eğime sahiptir. Değirmendere ana akarsuyuna güneybatıdan karışan Maçka Deresi, Çeşmeler Deresi adı ile kaynağını Taşoluk Tepesi’nin güney eteklerinden alırken, yeser Deresi, Horos Dağları’nın su bölümü hattından doğarak, kuzeye doğru derin olmayan “V” şeklindeki bir vadi ile Uçurum (2.349 m.) ve Ayeser tepelerini birbirinden ayırır. Bu dağlık kütlenin tamamı 2.000 m.’nin üzerindedir. Zirvelere yakın kısımlardan itibaren etkili olan akarsuların mekanik aşındırması dışında özellikle 2.400 m.’nin üzerinde yer alan konjelifraksiyon hakimiyeti vardır. Uçurum Tepesi’nin kuzey yamaçlarında eğimin yükselmesi dolayısıyla akarsuların mekanik tesirleri de artmıştır. İl sınırları bu bölgede yaklaşık 2.000 m. seviyelerinden geçer. Horos Dağları zirvelerinden batıya doğru giderek alçalan bu bölümü hattı Erikbeli Yaylası’na kadar devam eder. TEPELİK ALANLAR Dağlık kütlenin kuzeye doğru devam eden vadiler arası bölümleri giderek daralmış ve yan derelerle önemli ölçüde parçalanmışlardır. Bu nedenle tepelik alanlar, yükseltileri güneyden kuzeye doğru giderek alçalan komşu havzalarla olan su bölümü çizgilerini takip eder. Doğudan batıya doğru başlıça tepeler olan Haldizen ile Karadere akarsuları arasındaki Mador Tepesi (2.742 m.), Polot Tepesi (2.880 m.), Ziyaret Tepesi (2.829 m.), Seslikaya Tepesi (2.117 m.), Gümüşki Tepesi (2.375 m.), Karadağ (1.946 m.), Oba Tepesi (1.951 m.), Güzelyayla Tepesi (1.945 m.) ve Yankaya Tepesi (1.410 m.) havzaların iç kısımlarında, akarsu kolları aralarına doğru sokulan bir dağılış göstermektedirler. Batıdaki akarsu kollarının az oluşu, bu alanın daha az parçalanmasına neden olmuştur. KÜTLE HAREKETLERİ Trabzon ilinin Jeomorfolojik unsurlarından birisi de kütle hareketleridir. Bunlar büyüklüklerine göre heyelanlar, toprak akması ve soliflüksiyondur. Trabzon ilinin şekillenmesinde son derece önem taşıyan kütle hareketlerinin oluşmasının temel nedeni zeminin yapısıdır. Hakim materyaller olan lavlar ve tüfler bünyelerindeki yarık ve çatlaklarından dolayı az çok su geçirme özelliğine sahiptir. Yine yaygın halde bulunan tüfler büyük ölçüde gözenekler ihtiva ederler. Yörenin oldukça fazla yağış alması, sıcak ve nemli oluşu, kayaçların derinliklerine kadar ayrışmasına sebep olurken, genel yamaç eğimlerinin 25° – 30° nin üzerinde oluşu ve yıl içerisindeki belli aylarda alınan toplam yağışın uç değerlere yakın miktarlara ulaşması da kütle hareketlerini teşvik etmektedir. Günümüze kadar meydana gelmiş olan heyelanların en önemlileri; Çaykara-Ulucami (1929, 146 ölü), Sera (1949), Maçka-Çatak (1988, 63 ölü), Sındıran (1990) ile Karakaş ve Kavak heyelanlarıdır. Toprak akmalarında örnek olarak Maçka’nın kuzeybatısındaki Ormanüstü Köyü’nün Maçka Deresi’ne bakan yamaçlarının eteklerindeki ve biraz daha güneyindeki sahaları verilebilir. Yamaç Soliflüksiyonu ise en çok yüksek eğimli ve vadi yamaçları ile yayla ve mezralardır.
-
İLİN TARİHÇESİ Kent merkezi kuzeyde denizden, güneyde Boztepe’nin üzerine kadar düzgün olmayan teraslar halinde yükselir. Değirmendere, Kuzgundere (ya da Tabakhane) ve Zağnos dereleri yerleşimi güneyden kuzeye derin boğazlarla bölmüştür. Tabakhane ve Zağnos dereleri arasında kalan ve düzgün olmayan yüksek bir masa formundaki alan üzerinde, kentin bilinen eneski yerleşim kalıntıları tespit edilmiştir. İşte bu nedenle Trabzon adının eski Grekçe masa ya da trapez/yamuk biçimi karşılığı olarak “trapezos” kelimesinden geldiği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Trabzon adına, Trapezos olarak ilk kez, Yunanlı komutan Kesnophon tarafından kaleme alınan, M.Ö. 4. Yüzyılda geçen olayların anlatıldığı “Anabasis” adlı antik kaynakta rastlanmaktadır. İyon kökenli Miletoslular Batı Anadolu’dan sonra M.Ö. 7. Yüzyılda Karadeniz’e de gelerek kıyılarda koloni kentleri kurmuşlardır. Trabzon da, merkezi Sinop olan bu kolonilerin arasında sayılmaktadır ve birçok araştırmacı, kentin ilk kuruluşu olarak bu dönemi göstermektedir. Oysa Kolkhlar, Driller, Makronlar gibi yerli kavimler Trabzon civarında çok daha önceden beri yaşamaktaydılar. Aynı yüzyılda Karadeniz Bölgesi Kafkasya’dan gelen Kimmerler ve onların ardından İskitlerin akınlarına uğramıştır. Ancak bu akımların kolonilerin kuruluşundan önce mi yoksa sonra mı olduğu konusu tartışmalıdır. M.Ö. 6. Yüzyılda ise Trabzon Perslerin egemenliğine girerek, Pont Kapadokyası adı verilen satraplık içinde kalmıştır. Makedonya Kralı Büyük İskender M.Ö. 334 yılında tüm Anadolu’da Pers hakimiyetine son vermiştir. İskender’in ani ölümünden sonra oluşan karışıklık sırasında Pont satrabı II. Ariantes’in oğlu Mithridates, yerli halkın desteğiyle Karadeniz’de Pontus Devletini kurmuştur. Trabzon, M.Ö. 280 yılında merkezi Amasya olan Pontus devletinin sınırları içinde kalmıştır. M.Ö. I. Yüzyılda batıda güçlenen Romalılar Anadolu’yu da işgal etmeye başlamışlardır. Roma kralı Pompeius’un Pontus Kralı V. Mithridates’i Kelkit vadisinde bozguna uğratması üzerine Pontus Krallığı dağılmıştır. Böylece Trabzon , M.Ö. 66 yılında Roma yönetimine girmiştir. Roma’da Avgustus’la birlikte M.Ö. 27 yılındanitibaren imparatorluk dönemi başlamıştır. Avgustus’un idari düzenlemesi sonucu Trabzon, Pontus Polemoniacus adı verilen vasallık içinde yer almış, İmparator Tiberius zamanında (M.S. 14-37), diğer bir idare bölüm olan Kapadokya Eyaleti sınırları içinde kalmıştır. İmparator Nero döneminde ise (54-68) serbest kent olma ayrıcalığına kavuşturulmuştur. Trabzon bu dönemde “ünlü” ve “zengin” kent tanımlamasıyla tarihçilerin kitaplarında yer alır. Roma İmparatorluğunun doğu sınırının savunmasına önem veren Vespasian zamanında (69-79) Trabzon, Kapadokya -Galatya Eyaletine dahil edilmiştir. Ünlü Roma İmparatoru Hadrian Döneminde (117-138) tüm imparatorlukta olduğu gibi Trabzon’da da önemli imar etkinliklerinde bulunulmuş, birçok dini ve askeri binalar ile yollar, su kemerleri ve yakın zamana kadar kalıntıları görülebilen yapay bir liman inşa edilmiştir Hadrian’dan sonra Trabzon’un parlak dönemi sona ermiş, 244 yılında para basma yetkisi elinden alınmıştır. Roma Döneminde basılan Trabzon sikkelerinin ön yüzlerindeRoma İmparatorlarının büstü olmakla birlikte, arka yüzlerinde Pontus Krallığı döneminden beri süregelen kendi mitolojik figürlerine yer verilmiş ve Grekçe yazı kullanılmıştır. Trabzon, 276 yılında tüm Doğu Karadeniz Bölgesine akınlar yapan Gotların saldırısına uğramış, bu saldırıda tüm kent yakılıp yıkılmıştır. Roma İmparatorluğunun son dönemlerinde 4. Yüzyılın başında Diocletian Maximian, Constantinius ve Galerius’tan oluşan dörtlü idare zamanında Trabzon’da yeniden bir takım imar etkinliklerinde bulunulduğunu Trabzon Müzesindeki Latince bir kitabeden anlıyoruz. Roma İmparatorluğu 395 yılında ikiye ayrılınca Trabzon, merkezi İstanbul olan Doğu Roma / Bizans İmparatorluğunun sınırları içinde kalmıştır. Bizans İmparatoru Justinianus (527-564) Trabzon’da kent surlarını restore ettirerek yeni bir imar etkinliğini başlatmıştır. Heraclius zamanında (610-641) imparatorluk askeri bölgelere ayrılmaya başlanmış, Trabzon, Teophilos zamanında (829-842) kurulan Khaldia Temasının merkezi olmuştur. Müslüman Araplar 8. Yüzyılın başlarından itibaren Anadolu’ya düzenledikleri baskınlarda Doğu Karadeniz ve Trabzon’a gelmişlerdir. Bizans İmparatorluğunun 1204 de IV. Haçlı seferleriyle gelen Latinlerin eline geçmesi üzerine, imparator I. Andronikos Komnenos’un İstanbul’dan kaçan torunları Alexios ve David, Gürcü Kraliçesi Tamara’nın da yardımıyla Trabzon’da 1204 yılında bağımsız olarak Komnenos Krallığını kurmuşlardır. Anadolu Selçukluları ile evlilik bağı oluşturarak ve vergi ödeyerek siyasi varlıklarını sürdürebilen Komnenos Krallığı, I. Manuel Komnenos zamanında (1238-1265) en parlak dönemini yaşamıştır. Gümüşhane’deki gümüş madenlerinin etkisiyle de ekonomik olarak güçlenen Manuel I’in sikkeleri üzerinde “en mutlu” ünvanı yer almaktadır. I. Bayezid’in 1398 de Samsun yöresini almasından sonra Trabzon Komnenos Krallığı Osmanlı Devletine yıllık vergi ödemek zorunda bırakılmıştır. David Komnenos, iktidarı döneminde (1458-1461) vergi ödemeyi durdurarak, önceden ödediklerini de Akkoyunlu Devleti Sultanı Uzun Hasan aracılığıyla geri istemiş, Osmanlılara karşı Avrupa’daki büyük devletlere ittifak önerisinde bulunmuştur. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet’in öncülüğündeki Osmanlı Kuvvetleri Bölgeyi kuşatarak, 1461 yılında Trabzon’u ele geçirmiş ve Komnenosların egemenliğine son vermiştir. Trabzon, Osmanlı Döneminde önce eyalet ve sancak olarak şehzade ve mutasarrıflar tarafından idare edilmiştir. İlk sancak beyi Hızır Bey’dir. 1470 yılında sancak beyliği küçük yaşta Şehzade Abdullah’a verilmiş; Abdullah, annesi Şirin Hatunla birlikte 1479 yılına kadar Trabzon’da yaşamıştır. Yavuz Sultan Selim de şehzadeliği sırasında (1491-1512) Trabzon’da Sancak Beyi olarak bulunmuş, sonradan Kanuni ünvanı alacak olan oğlu Sultan Süleyman burada doğmuştur. Trabzon 16. yüzyılda, merkezi Batum olan Lazistan Sancağı ile birleştirilerek eyalete dönüştürülmüş ve bu yeni idari birimin merkezi olmuştur. 1867 yılında Trabzon’da büyük bir yangın çıkmış, bir çok kamu binası da bu sırada yanmış ve kent daha sonra yeniden düzenlenmiştir. 1868 yılında vilayet olmuş, merkez sancağı dışında Lazistan, Gümüşhane, Canik Sancakları da buraya bağlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslar Trabzon’a saldırır (14 Nisan 1916). Trabzonlulardan oluşan vurucu güçler (Milis), bu saldırı sırasında gerilla savaşı verirler. Bu sıralarda, cepheye gönderilmek üzere Hamidiye Zırhlısının desteğinde Trabzon Limanına gelen cephane Trabzonlu gençlerce büyük bir heyecan içinde boşaltılıp Maçka’ya taşınır. Çaykara’da Sultan Murat Yaylasında (10 Haziran 1916), Of’ta Baltacı, Arsin’de Yanbolu Derelerinde Ruslara karşı başarılı savaşlar verilmiş, ancak o yıllardaki koşullar altında düşmanın Trabzon’a girmesine engel olunamaz ve Ruslar 14 Nisan l916 yılında Trabzon’a girer. Rusların Trabzon’da kaldığı bir yıl, on ay, on günlük süre içinde özellikle Rumlar ve Ermeniler, yerli halka büyük işkenceler yaparlar; sayısız insan öldürürler. 1917′de Rusya’da “Bolşevik Devrimi” olur, Çarlık Yönetimi yıkılır. Bunun üzerine Rus ordusunda büyük bir panik başlar. Bu Rusların Trabzon’dan çekilmesine de yol açar. Öte yandan, batıdan doğuya doğru kayan ve Karadağ’da toplanan Türk Çeteleri, Akçaabat’a inerek Yüzbaşı Kahraman Bey’in komutasında üç koldan Trabzon’a doğru yürürler ve 24 Şubat 1918 tarihinde Trabzon’a girer. Ulu Önder Atatürk, Cumhuriyet döneminde Trabzon’a üç kez gelir; 1924, 1930 ve 1937 yıllarında, ilk geldikleri 15 Eylül 1924 günü, Trabzonlularca “ATATÜRK GÜNÜ” olarak kabul edilir ve bu kendisine bir telle bildirilir.
-
GENEL BİLGİLER Doğal güzelliklerinin yanı sıra tarihi geçmişi, mimari ve sanatsal yapıları ile tanınan Trabzon Anadolu’nun Kuzey-doğusunda yer alan önemli bir liman kentidir. Batısında Giresun, doğusunda Rize, güneyinde Gümüşhane, kuzeyinde de Karadeniz ile sınırlanan bu kentte yeşilin her tonu ile karşılaşılmaktadır. Kuzeyde bir biri ardınca yükselen dar vadilerle sık sık kesilen dağlar ve tepeler birbirini izlemektedir. Bunlar bazen yüksek tepeler halinde denize ulaşarak sarp burunlar meydana getirmektedir.Ayrıca dağların yamaçlarından inen sert akışlı derelerin ve zaman zaman şelalelerin oluşturduğu zengin bir akarsu düzenine sahiptir. İkizdere, Değirmendere, Kuzgundere, Fol Deresi ve Zağanos Deresi bu akarsuların belli başlılarıdır. Trabzon yöresindeki yerleşimin MÖ.10.000 yıllarında Paleolitik Çağ’da başladığı Prof.Dr.Kılıç Kökten’in 1944 yılında yaptığı yüzey araştırmaları ile mağaralardaki buluntulardan anlaşılmıştır. Buralarda Erken Tunç tarihine tarihlenen keramikler bulunmuştur. Antik coğrafyacı Strabon ise, Tibarien veya Chundiaire isimli kavimlerin yörede yaşadığını söylemiş ardından da Carassus (Giresun), Trapesusus (Trabzon) yörenin belli başlı limanları olduğunu belirtmiştir. Bunun yanı sıra Thermisoyre (Terme) civarında amazonların da yaşadığını dile getirmiştir. MÖ.2000 yıllarında Kafkasya’dan gelen bir grup buraya yerleşmiş, MÖ.1200 yıllarında Troia’ya giden yöre sakinleri de olduğu bilinmektedir. Hititler burasını Azzi, Hayasa gibi isimlerle tanımlamışlardır. Asurluların egemenliği sırasında bölge ticari alanda ileri bir düzeye ulaşmıştır. MÖ.800’den sonra Asurluların güçlerini yitirmeye başlamasından sonra, Yunanlı sömürgeciler Karadeniz’de görülmeye başlamış, ancak Kimmerler, Amazonlar ve İskitler karşısında başarılı olamamışlardır. MÖ.885’te Sinop dolaylarına yerleşen Miletoslular 756’da Trabzon yöresine gelmişlerdir. Besari isimli bir Rum tarihçi Trabzon’un kurucusu olarak Arkadın halkını ve Miletosluları göstermek isterse de o yıllarda burada Turanî ırkından yerli bir kavim yaşamaktaydı. Bu da şehrin ilk kurucularının Orta Asya’lı kavimler olduğu ve daha sonra gelen Miletosluların egemen olduklarını göstermektedir. Miletosluların egemenlikleri 700 yıl sürmüştür. MÖ.427-335 yıllarında yaşayan Yunanlı yazar Knesophon, Anabasis (Onbinlerin Dönüşü) isimli eserinde Pers Prensi Kyros’un kardeşi Antakserkes’e karşı savaşmak üzere Anadolu’ya gelen ücretli 10.000 Yunan askerinin Kyros’un ölümünden sonra orada kaldıklarını yazmıştır. Böylece Trapesus ismi on binlerden arta kalanların buraya yerleşmesiyle ilk kez tarihte ismini duyurmuştur. Trabzon Pers hükümdarı Keyhüsrev zamanında İran yönetimine girmiş ve bu durum MÖ.334’de Makedonya imparatoru İskender’in Anadolu’yu ele geçirmesine kadar sürmüştür. MÖ.323’de İskender’in ölümünden sonra Karadeniz kıyılarının büyük bir bölümüyle birlikte Trabzon da Eumenes’in egemenliğine girmiştir. MÖ.280’de bir süre Mithridates ailesi yörede egemen olmuş, MÖ.298’de bağımsız bir Pontus Devleti kurulmuştur. Pontus kralı Farnakes, Trabzon yöresinde yaşayanları egemenliği altına alarak krallığını büyütmüş, merkez olarak da Sinop’u seçmiştir. O günlerde Trabzon, Pontus Devleti’nin maden, kereste ve gemi yapımını sağlayan önemli bir liman şehri idi. M.Ö. I. Yüzyılda batıda güçlenen Romalılar Anadolu’yu da işgal etmeye başlamışlardır. Roma kralı Pompeius’un Pontus Kralı V. Mithridates’i Kelkit vadisinde bozguna uğratması üzerine Pontus Krallığı dağılmıştır. Böylece Trabzon , M.Ö. 66 yılında Roma yönetimine girmiştir. Roma’da Augustus’la birlikte M.Ö. 27 yılındani tibaren imparatorluk dönemi başlamıştır. Avgustus’un idari düzenlemesi sonucu Trabzon, Pontus Polemoniacus adı verilen vasallık içinde yer almış, İmparator Tiberius zamanında (M.S. 14-37), diğer bir idare bölümü olan Kapadokya Eyaleti sınırları içinde kalmıştır.Roma İmparatoru Neron döneminde ise (54-68) serbest kent olma ayrıcalığına kavuşturulmuştur. Trabzon bu dönemde "ünlü" ve "zengin" kent olarak tanımlanmıştır. Roma İmparatorluğunun doğu sınırının savunmasına önem veren Vespasianus zamanında (69-79) Trabzon, Kapadokya -Galatya Eyaleti içerisinde yer almıştır. Roma İmparatoru Hadrianus döneminde (117-138) tüm Roma imparatorluğunda olduğu gibi Trabzon da yeniden imar edilmiş;dini ve askeri binalar, yollar, su kemerleri ve yakın zamana kadar kalıntıları görülebilen liman inşa edilmiştir. İmparator Hadrianus’dan sonra Trabzon’un parlak dönemi sona ermiş, 244 yılında para basma yetkisi elinden alınmıştır. Roma Döneminde basılan Trabzon sikkelerinin ön yüzlerinde Roma İmparatorlarının büstü olmakla birlikte, arka yüzlerinde Pontus Krallığı döneminden beri süregelen kendi mitolojik figürlerine yer verilmiş ve Grekçe yazı kullanılmıştır. Doğu Karadeniz Bölgesine akınlar yapan Gotlar 276 yılında Trabzon’a da saldırmış ve kent tümüyle yakılıp yıkılmıştır. Roma İmparatorluğunun son dönemlerinde IV. Yüzyılın başında Diocletian Maximian, Constantinius ve Galerius’tan oluşan dörtlü idare zamanında Trabzon’da yeniden bir takım imar etkinliklerinde bulunulduğu Trabzon Müzesinde bulunan Latince kitabeden anlaşılmaktadır. Roma İmparatorluğu 395 yılında ikiye ayrılınca Trabzon, merkezi İstanbul olan Doğu Roma / Bizans İmparatorluğunun sınırları içinde kalmıştır. Bizans İmparatoru Iustinianus (527-564) Trabzon’da kent surlarını restore ettirerek yeni bir imar etkinliğini başlatmıştır. Heraclius zamanında (610-641) imparatorluk askeri bölgelere ayrılmış ve Trabzon kurulan Khaldia Temasının merkezi olmuştur. VIII.Yüzyılın başlarında Anadolu’ya yönelik Arap akınları Doğu Karadeniz ve Trabzon’a kadar da ulaşmıştır. Bizans İmparatorluğunun 1204 de IV. Haçlı seferleriyle gelen Latinlerin eline geçmesi üzerine, imparator I. Andronikos Komnenos’un İstanbul’dan kaçan torunları Alexios ve David, Gürcü Kraliçesi Tamara’nın da yardımıyla Trabzon’da 1204 yılında bağımsız olarak Komnenos Krallığını kurmuşlardır. Anadolu Selçukluları ile evlilik bağı oluşturarak ve vergi ödeyerek siyasi varlıklarını sürdürebilen Komnenos Krallığı, I. Manuel Komnenos zamanında (1238-1265) en parlak dönemini yaşamıştır. Gümüşhane’deki gümüş madenlerinin etkisiyle de ekonomik olarak güçlenen Manuel I’in sikkeleri üzerinde "en mutlu" unvanı yer almaktadır. XI.Yüzyılda Trabzon ticari öneminin yanı sıra askeri üs de büyük önem kazanmıştır. Anadolu Selçukluları Trabzon’u baskı altında tutmuş Sultan Melikşah zamanında (1107-1116) şehir Selçukluların eline geçmişse de kısa bir süre sonra Vali Thodoras Gabras tarafından geri alınmıştır. Trabzon Aleksios Komnenıs I (1204-1222) zamanında büyük gelişim göstermiş ve Pontus devleti’nin sınırları daha da genişlemiştir. Aleksios’un İznik İmparatoru David Palaiogos ile savaşmak zorunda kalışı ile toprasklarının büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Aleksios’un yerine geçen İmparator Andronikos I. (1222-1235) Selçukluların egemenliğine karşılık İmparatorluğuna bağımsızlık kazandırmak istemiş ve bazı girişimlerde bulunmuştur. Bunun için de gemilerini Sinop’a göndererek orasını yağmalamış, Selçuklu donanmasına büyük zarar vermiştir. Bunun üzerine Alaeddin keykubat ı (1220-1237) denizden ve karadan Trabzon’u kuşatmışsa da başarılı olamamıştır. XIII.yüzyılın ikinci yarısında Trabzon, Erzurum tebriz yolu ile Karadeniz İran ticaret yolunun önemli bir limanı haline gelmiştir. Yüzyılın başlarında Moğolların egemenliği azalınca, bu kez Türkmenler kendilerini göstermiştir. İmparator Manuel II, Türkmenlerle (1332) İmparator Bazileus (1332-1340) Akkoyunlularla savaşmıştır. Yıldırım Beyazıt 1398’de Samsun’u ele geçirmiş ve sınırlarını Trabzon’a kadar genişletmiştir. Timur’un Anadolu’ya hücumu sırasında İmparator Manuel Komnenos III Ankara Savaşında 1402’de onun yanında yer almıştır. İstanbul’un fethinden sonra Pontus İmparatoru Kalo İoannes IV, belirli bir vergi vererek Fatih Sultan Mehmed’in egemenliğini kabul etmiş, ancak Osmanlılara karşı Uzun Hasan’ı desteklemiştir. Bu arada Trabzon’a kaçan Bizanslılara da yardımcı olmuştur. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed Hızır Bey’i Trabzon’a göndermiştir. Osmanlı donanmasının Trabzon önlerinde görülmesi (1456) üzerine hazırlıksız yakalanan imparator yılda 1000 altın vermek istemiş, Fatih Sultan Mehmed bunu 3000 altına çıkararak anlaşma sağlamıştır. Pontus Devleti Osmanlılara karşı yıkıcı girişimlerde bulunmuş ve sonunda 26 Ekim 1461’de Trabzon Osmanlıların eline geçmiştir. Trabzon, Osmanlı Döneminde önce eyalet ve sancak olarak şehzade ve mutasarrıflar tarafından idare edilmiştir. XVI. yüzyılda, merkezi Batum olan Lazistan Sancağı ile birleştirilerek eyalete dönüştürülmüş ve bu yeni idari birimin merkezi olmuştur. 1867 yılında Trabzon’da büyük bir yangın çıkmış, bir çok kamu binası da bu sırada yanmış ve kent daha sonra yeniden düzenlenmiştir. 1868 yılında vilayet olmuş, merkez sancağı dışında Lazistan, Gümüşhane, Canik Sancakları da buraya bağlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslar Trabzon’a saldırmışlar (14 Nisan 1916), ve ele geçirmişlerdir. Rus İhtilâli’nin 1917’de olmasından sonra Ruslar Trabzon’dan çekilmişlerdir. Bu sırada Karadağ’da toplanan Türk Milis Güçleri Akçaabat’a inerek Yüzbaşı Kahraman Bey’in komutasında Trabzon’a doğru yürümüşler ve 24 Şubat 1918 tarihinde Trabzon’a girmişlerdir. Trabzon Cumhuriyet döneminde de vilayet konumunu sürdürmüştür.
-
AFYONKARAHİSAR MERMER VE EL ÜRÜNTÜLERİ TEŞHİR-SATIŞ MERKEZİ Türkiye Mermerinin % 28'ini üreten İscehisar, aynı zamanda ülkemizin dört bir yanında üretilen mermerlerin pazarlandığı bir yerdir. Bu potansiyel, ilimizdeki mermer ürünlerinin katma değer yaratacak şekilde değerlendirilmesine ve kadın iş gücünün bu alanda kullanılmasına vesile olmuştur. Atık sayılabilecek mermerlerin sanata ve ekmeğe dönüştürülmesini sağlayan bu proje yeni açılımlarla devam ettirilmektedir. "Ulusal Eğitime Destek Kampanyası" kapsamında ele alınan, Afyonkarahisar Mermer ve El Ürünleri Teşhir-Satış Merkezi'nde (AFESPİM) öncelikli olarak Mermer mozaik ürünleri ile gravürle işlenmiş çeşitli mermer ürünleri sergilenmektedir. Bunlara ilave olarak İlimizin çeşitli ilçelerinde üretilen el sanatları ve dokuma ürünleri de burada tanıtılmakta ve satışa sunulmaktadır. Ayrıca, mermercilikle uğraşan esnafımızın atölyelerinde işlenen çeşitli mermer ürünlerinin sergilenmesi ve tanıtımı için de kampus içindeki 10 000 m2 'lik açık alanda 26 adet açık hava sergi yeri oluşturulmuştur. AFESPİM Ulusal Eğitime Destekleme fonundan gönderilen ödenekler, İscehisar Köylere Hizmet Götürme Birliği kaynakları; İl Özel İdaresinin para, Üniversitemizin arsa, İscehisarlı İş adamlarımızın malzeme, kamu kuruluşlarının ve İscehisar Belediyesinin iş makinesi yardımları gibi pek çok destek koordine edilerek tamamlanmıştır. Ulusal Eğitime Destek Kampanyası çerçevesinde projelendirilip gerçekleştirilen ve öncelikle kadınlarımızın meslek ve iş edinmelerini hedefleyen bu merkezin, mermer ürünleri başta olmak üzere tüm el ürünlerimizin üretimini destekleyecek bir sergi ve satış noktası olması öngörülmüştür. Mermercilik sektörünün ana üretim merkezi olan İscehisar'da, Ülkemizin dört bir yanından getirilen çeşitli renk ve desenlerdeki mermerlerin, yine ülkemizin içerisinden ve yurt dışından gelen talepler doğrultusunda satışa sunulduğu bilinmektedir. Bu mermerlerin atık kabul edilen parçaları, mermer el ürünlerinin doğal hammaddesidir. Uygulamaya konulan proje ile bu parçalardan üretilen mozaik tablolar ve gravürle işlenmiş küçük hediyelik eşyalar bundan böyle daha fazla katma değer yaratılarak piyasaya sunulmuş durumdadır.
-
AFYON MERMERİ Genel olarak Afyonkarahisar’ ın İscehisar ilçesi çevresinde bulunmaktadırlar. 2005 yılı itibariyle büyüklü küçüklü 355 mermer işletmesinin faaliyet gösterdiği Afyonkarahisar'da zengin ve kaliteli mermer yataklarının işletilmesi ve işlenmesi, sektörün hızla gelişmesini sağlamıştır. Türkiye'de blok mermerin üçte biri Afyonkarahisar İscehisar'da çıkarılmaktadır. Bu sektörde 2420 işçi, 136 ustabaşı, 20 mühendis, 23 teknisyen ve 752 idari personel olmak üzere toplam 3351 kişi istihdam edilmiştir. Toplam mermer rezervi 400 milyon m³ olarak tahmin edilen Afyonkarahisar'da yıllık üretim kapasitesi 6,9 milyon m³ civarında olmakla birlikte, mermer çıkarılması ve işlenmesi sürecinde %30'lara varan kayıplar oluşmaktadır. Yörede Afyonkarahisar Kaymak, Havai, Afyonkarahisar Şeker, Kaplan Postu, Afyonkarahisar Gül, Afyonkarahisar Gri, Hareli, Beyaz Bal Sarısı, Patlıcan Moru, Çıtırlı ve Kirli türü mermerler çıkarılmaktadır. Nitelikleri Paleozoik yaşlı Afyon mermerleri; granoblastik tekstür gösteren, orta taneli kalsit kristallerinden oluşmuştur. Yeşil şist fasiyesi minerallerinden oluşan, Afyon metamorfitleri içinde mercek olarak bulunan mermerler, neojen volkanitleri tarafından örtülmektedirler. Afyon mermerleri görüntüleri nedeniyle oldukça fazla sayıda isimle anılırlar (Afyon kaymak, şeker, menekşe, kaplanpostu, buludi, hareli, grili beyaz ve dumanlı beyaz gibi.). Ancak bunların çoğu diğer özellikleri yönüyle hemen hemen birbirinin aynıdır. Bu nedenle Afyonkarahisar mermerlerini beş ana isim altında ifade etmek daha anlamlı olacaktır. Afyon Gri Bazen açık bazen de koyu bantlar gösteren, açık veya kül grisi renkte, tamamen sakaroid yapılı kalsit kristallerinden oluşmaktadır. Bulunduğu alanda yatay yönde Afyon şekere, düşey yönde ise Afyon şeker ve kaymağa yavaş yavaş geçişler gösterir. Afyon Şeker İnce altın sarısı damarlar gösteren beyaz renkli, orta büyüklükte kalsit kristallerinden oluşmuş masif yapıda bir mermerdir. Damarlar bazen koyulaşır ve mermere bal rengini verir. Bu tip mermere “Afyon Golden” denilmektedir. Genel olarak yatay yönde Afyon griye, düşey yönde ise Afyon kaymağa geçiş gösterir. Afyon Kaplanpostu Koyu gri ve siyah damarlar gösteren, bazen mavimsi, genellikle koyu ve açık kül grisi renkli, sakaroid yapılı, orta büyüklükte kalsit kristallerinden oluşmuş bir mermerdir. Damarlar boğumlar halinde konsantre olabildikleri gibi, breşimsi yapılar da gösterebilirler. Kaplanpostu ismi bu nedenle verilmiştir. Yatay ve düşey yönde Afyon griye hissedilmez şekilde, yer yer de Afyon şekere ani geçişler gösterir. Afyon Kaymak Kar beyaz renkte, sakaroid yapıda, ince ve orta taneli kalsit kristallerinden oluşmuş bir mermerdir. Bütün Afyon yöresinin en güzel ve en saf mermeri olup, anıt ve heykel yapımında kullanılabilir. Bulunduğu alanda yatay ve düşey yönde Afyon şekere geçiş gösterir. Zaman zaman ince altın sarısı damarlar şeklinde yönlenmeler görülür. Afyon Menekşe Beyaz renkli olup, yer yer ince yaldızlı sarı damarlar içermektedir. İçerisinde çok az miktarda bulunan yabancı minerallerden kaynaklanan ve mor renkte kendini gösteren ince damar veya eser görüntülerden dolayı menekşe ismini almıştır. Diğer isimle anılan Afyon mermerleri de, içlerinde bulunan yabancı minerallerin renklerine göre isim almaktadırlar.
-
AFYON KÜLTÜREL LEZZETLERİ SUCUK Ülkemizde sucuk denilince akla “Afyonkarahisar Sucuğu” gelmektedir. Sucukçuluk, Afyonkarahisar’da uzun yıllardan beri yapılmaktadır. Sucuk imalinde kaliteli et kullanıldığından çok tercih edilen lezzetli sucuklar Afyonkarahisar’da üretilmektedir. Değişik Afyonkarahisar Patentli sucuk markalari kaliteleri ile kendilerini ispatlamışlardır... Sucuk yapımı: Malzemeler: 2 Kg Sığır Eti 3 Metre Bağırsak 1 Çorba Kaşığı Sucuk Baharatı 10 Diş Sarmısak 1 Çorba Kaşığı Kimyon 2 Çay Kaşığı Yenibahar 1 Çorba Kaşığı Karabiber 1Çay Bardağı Tuz Yapılışı: Sarmısakları ezin ve baharatlarla tuzu titizlikle tartın. Etin hoşunuza gitmeyen kısımlarını temizleyin ve eti küçük parçalara doğrayın. Etteki yağ oranı yüzde 15 olmalıdır. Sarmısak, tuz ve baharatları ekledikten sonra eti, kıyma makinasından iki defa geçirin. Bu karışımı iyice yoğurup 12 saat kadar buzdolabında dinlendirin. Tadından emin olmak için bir parça pişirip deneyebilirsiniz. Gerekirse sucuğun tadında değişiklik yapabilirsiniz. Bağırsakları 10-15 dakika bol su içinde yumuşatın. Et makinesine sucuk hunisi monte edin ve bağırsakları huninin dışına sıvazlaya sıvazlaya geçirin ve ucunu bir iple sıkıca bağlayın. Sucuk içini tekrar yoğurduktan sonra makineye verin, bağırsak bir sucuk büyüklüğüne geldiğinde makineyi durdurup tekrar sıkıca bir düğüm daha atın. Aynı işlemi diğer sucuklara da yaparak devam edin. Daha sonra sucukları bez arasında bir tepsiye yerleştirin ve serin bir yerde 12 saat dinlendirdikten sonra terini silin. Gölge ve serin bir yerde, birbirine değmeyecek şekilde asarak kurutun. Sucuk yapımı sırasında sucuk baharatı bulamazsanız karabiberin ve kimyonun miktarını bir kat artırabilirsiniz. HAŞHAŞ Haşhaş bitkisinin üretiminin çok eski zamanlardan beri yapıldığı bilinmektedir.Milattan 5 bin yıl önce, Sümer'lerin lisanından Haşhaş'ın mevcudiyetine dair deliller mevcuttur. Asuri kabartmalarında da haşhaş resimleri görülmektedir. Bazı iddialara göre haşhaşın ana vatanı Orta Asya yani Türkistan dır. Ancak Anadolu'da ve özellikle Afyon dolaylarında bulunan, Etiler döneminden kaldığı iddia edilen taş kabartma ve hatta paralarında haşhaş resimleri bulunmaktadır. Bu eserler Afyon müzesinde mevcuttur. Şehrimizin ismi de bu bitkiden gelmektedir. Haşhaş bitkisinin nasıl yetiştirildiğini ilk defa tarif eden The Ophrastus'tur. (M.Ö 287-372 ). Afyonun ne şekilde kullanıldığını ise aynı asırlarda yaşayan Diogoras izah etmiştir.Tababette kullanıldığını M.Ö 123-63 senelerinde yaşamış Pontus Hükümdarı Büyük Midridat'ın Afyon'dan yaptığı ilaçta bilinmektedir. Bu ilaç 130 yıl sonra Pontus Hükümdarı Neros'un hekimi Andramak tarafından geliştirilerek adına 'Tiryak' denilmiştir. Çok kıymetli olan bu ilacın hükümdar ve imtiyazlı kişilerce kullanıldığı bilinmektedir.Afyon, Çin'de ise 8. asırdan sonra üretilmiş ve tütün içmek yasak olduğundan Afyon kullanılmıştır. Bu alışkanlığın Çin'e intikalinin ise Formaza'dan olduğu iddia edilmektedir.Gelicikgillerden otsu bir bitkidir.Birçok çeşidi olup gövdesi toparlak şeklindedir.Tohumları barındıran etli çeperi çizilince , süt gibi bir sıvı sızar, havaya değince yavaş yavaş katılaşarak esmer bir renk alır. Buna Afyon Sakızı denir. Türkiye'de haşhaşın ekimi ve alımı devlet kontrolü ve izni altındadır.Yıllık 12.000 ton kadar haşhaş ekimi yapılır. Bunun büyük bir bölümü ise ilimiz sınırları içindedir. EKMEK KADAYIFI Lezzetli yiyeceklerimizden (Tatlı) biride Ekmek Kadayıfı'dır. Üstünde kaymağı olanı daha makbuldür, Afyon'da. Yapılışı: Malzemeler : 1 adet küçük boy ekmek kadayıfı 7 bardak su Şurubu : 4 1/2 bardak toz şeker 4 1/2 bardak su 2 1/2 tatlı kaşığı limon suyu Üstüne : 2 lüle kaymak Hazırlanışı : Kadayıftan en aşağı dört beş parmak büyüklüğünde, kenarlı ve yuvarlak bir tepsiye küçük boydan, yalnız bir adet ekmek kadayıfını, kırmızı taraf alta getirilmiş olarak koyduktan sonra üstüne 7 bardak su katın ve kadayıfın yumuşaması ve büyümesi için 15-20 dakika bir tarafa bırakın. Sonra suyunu çekerek iyice yumuşamış ve büyümüş olan ekmek kadayıfının üstüne bir peçete ile kuvvetlice bastırarak kadayıftaki fazla suyu peçeteye çektirin, bu işlemi tekrarlayarak bütün suyunu alın. Diğer taraftan da şurubun hazırlanması için, bir tencereye toz şeker, su ile limon suyunu koyun ve karıştırarak da şekerin su içinde erimesini sağladıktan sonra şurup koyuca bir ııvama gelinceye kadar aşağı yukarı 25 dakika kendi halinde kaynamaya bırakın. Şurup koyulaşınca bunu, kadayıfların üstüne dökün, sonra da şurup katılmış kadayıf tepsisini orta ısıdaki ateşte, kadayıf hafifçe ağdalanıp üstünde şuruptan kabarcıklar oluşana dek 30-40 dakika kadar pişirin, sonra da tepsiyi ateşten alıp ılımaya bırakın. Kadayııf ılındıktan sonra üstüne tepsi büyüklüğünde bir kapak kapatın ve tepsiyi alt üst etmek üzere kadayıfı tabağa alın ve iyice soğumaya bırakın. Soğuduktan sonra da ortasına 2 lüle kaymak koyarak servis yapın. KİRAZ Dünyaynın çoğu ülkesinden talep gören ve devamlı ithal edilen meyvemiz kiraz... Sultandağı ilçesinde yetişir. İlçenin sulanabilir arazileri üzerinde ise meyvecilik önde gelmektedir. Kiraz, vişne, elma üretimi ilçe ekonomisinin temelini oluşturmaktadır. Kiraz üretiminin %80'i ihracata gitmekte olup, elma ve vişne daha ziyade iç piyasaya sürülmekte, kalan kısmı da ilçede bulunan Morello ve Konkav Kovala meyve suyu ve konservecilik fabrikalarında değerlendirilmektedir. Napolyon kirazı, Fransa, Hollanda, İngiltere, Almanya ve Belçika'ya ihraç edilmektedir. Kirazın bilimsel adı Cerasus avium (L.) olup buna Türkçe’de “Kuş Kirazı” denilmektedir.Kiraz, vişne, idris, elmanın, kaysının, eriğin, armudun, gül ve alıcın da dahil olduğu Rosaceae (Gülgiller) familyasına bağlı, çok yıllık ve ağaç formunda bir bitkidir. Vişne ve İdris’in dışında ki tüm kiraz çeşitleri Cerasus avium ‘un bir ırkıdır. Kirazın anavatanı Kuzey Anadolu ve Güney Kafkasya olarak bilinmekte olup ismini Latince olan Cherasus (Okunuşu Serasus) yani GİRESUN ilimizden almaktadır. Kirazın dünyaya bu Giresun ve çevresinden M.Ö. 64 yılında Romalı komutan Lucullus tarafından götürüldüğü ve oradan da tüm dünyaya dağıldığı bilinmektedir. Kirazın Faydalı Organları Kirazın sadece meyvesi değil, kökleri, kerestesi, kabuğu, zamkı, yaprakları, çiçekleri, çekirdeği ve meyve sapları da insanlar tarafından kullanılmaktadır. Kiraz esas olarak meyvelerinin taze ve kurutulmuş olarak tüketilmeleri ile ayrıca, reçel, yemek, konserve ve dondurulmuş gıda olarak soframızda yerini almaktadır. Diğer taraftan dünyanın en kaliteli mobilyası kiraz kerestesinden, en kaliteli piposu kiraz kökünden yapıldığı bilinmektedir. Kiraz gövdesinden çıkan zamkların şapka yapımında, tıbbi ve kırtasiye amaçlı kullanılmaktadır. Kiraz ağacının kabuğu, yaprakları, çiçekleri, meyveleri, meyve sapı ve çekirdekleri ise doğal tıbbi amaçlı insan ve hayvan tedavisinde kullanıldığı ve bu konuda bir çok reçetenin olduğu bilinmektedir. Kiraz Meyvesinin Faydaları İdrar söktürücü özelliği ile böbreklerin dostu olan kiraz, vücutta biriken zahirli maddelerin karaciğer ve böbrek yoluyla dışarı atılmasını sağlıyor. Bu sayede yaş olarak tüketilen kiraz meyvesi ürik asit ve ürat tuzlarının vücuttan atılmasını sağladığı için romatizma ve gut hastalıklarıyla eklem kireçlenmesi ve damar sertliğinin tedavisinde de kullanılıyor. Kiraz meyvesinde bulunan kinik asit ile böbreklerin taş ve kum yapmasını önlediği ve varsa zamanla döktüğü, ayrıca safra kesesi taşınını dökülmesine de yardımcı olduğu bilinmektedir. İdrar söktürücü özelliği dolayısı ile vücuttaki fazla suyun atılmasına yardımcı olduğu ve bu şekilde zayıflamaya da yardımcı olduğu bilinmektedir. Kirazın bir diğer önemli özelliği peklik (Kabızlık) giderici olmasıdır. Bu konuda halk arasında söylene bir söz oldukça dikkat çekicidir. Kiraz dermiş ki; “Arkamdan dut gelmese, ben yapacağımı bilirim”. Yani dutun meyvesi de kirazın tam tersi ishali önlemekte ya da peklik yapmaktadır. Özellikle bayat yenilen yemeklerin, pastırma, sucuk gibi gıdaların zararlarını önleyen kiraz, aynı zamanda kandaki zararlı maddelerin vücuttan atılmasını ve kanın temizlenmesini, yüzde oluşan sivilcelerin giderilmesini de sağlamaktadır. Kiraz suyunun yüz ve boyun kısımlarına sürülmesinin derideki bir takım kırışıklıkları önlediği ve giderdiği de belirtiliyor. Karaciğerin dostu olan kiraz meyvesi; hastalıklar sonucunda fazla ilaç tüketimi, nikotinin vücuttan atılması ve zehirlenmeler sonucu zorlanan karaciğerin yükünü hafifleterek iyileşmesine yardım ediyor. Yani karaciğer enzimlerinin normal seviyesine inmesinde önemli yardımları oluyor. Karaciğer zamanla normale dönüyor ve safra salgısı artıyor. Böylece sindirim gücünü arttırıyor. Kirazda bulunan levüloz adlı şeker kolay sindirilebildiği için, şeker hastaları hiçbir tehlike oluşmadan kiraz yiyebiliyor. Ayrıca içerdiği madensel tuzlar ve vitaminler nedeniyle hastalıklara karşı dayanıklılığı arttırıyor. Yapısındaki bol fosforuyla sinirleri kuvvetlendirerek sakinlik sağlıyor. A vitamininin önemli bir kaynağı olan karoteni içeren kiraz, aynı zamanda gözlerin de dostudur KAYMAK Eskimeyen lezzetlerimizdendir kaymak. Manda sütünden yapılanı makbüldür LOKUM
-
Bacakale Antik Mermer Ocağı İli: Afyon İlçesi: İscehisar Kasabası: İscehisar Mevkii: İscehisar ilçesinin 1 km kuzeydoğusu Bacakale mevkii Konumu: Bahçecik yolunun Afyon-Ankara Yolundan ayrıldığı noktanın 2500 m. güneydoğusunda, İscehisar-Bahçecik yolunun 770 m. kuzeydoğusunda yer almaktadır. Grubu: Arkeolojik Sitler Nasıl Ulaşılır? İscehisar-Bahçecik yolu ile bu yoldan 770 m.lik toprak yoldan Roma döneminde Synnada’ya bağlı önemli bir mermer merkezi olan İscehisar’da (Docimeion) binlerce yıldır mermer çıkarılmaktadır. Roma döneminden sonra ve Selçuklular zamanında da İscehisar mermer ocakları işletilmiştir. Mermercilik konusunda önemli bir yeri olan İscehisar mermer ocakları günümüzde de önemini korumakta olup son teknoloji ile üretim yapılan bir merkez haline gelmiştir. İscehisar ilçesinde yer alan mermer sahaları ilçe merkezinin yaklaşık 1 kilometre güneydoğusundan başlamaktadır. Bu alandaki mermer ocakları iki bölüm halindedir. Bunlar Dangıçtepe ve Bacakale mevkisindedir. Bacakale geniş bir sahayı kaplamakla birlikte bir kısmı Roma döneminde kullanılmıştır. Roma dönemindeki adı Mount Persis olan Bacakale’de bu döneme ait yarı işlenmiş mermerler bulunması nedeniyle korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları kapsamında, antik dönemde kullanılan bölümün sınırları belirlenerek koruma altına alınmıştır. Burada çıkan bazı mermer blokların üzerinde Persis ismi yer almaktadır. Persis dağı Antik dönemde Tanrıça Kybele’ye adanmıştır. Bu nedenle Dokimeion sikkelerinin ön yüzünde şehrin kurucusu Dokimos’un başı yer alırken arka yüzlerinde ise Persis dağının resmi ana tanrıça Kybele ile tasvir edilmiştir.
-
FRİG VADİSİ Frigler Frigler, MÖ 1200′ lerde Trakya ve Boğazlar üstünden Anadolu‘ ya gelmişler, ilk yıllarda Trakya ve Güney Marmara Bölgesi’ nde geçici yerleşim merkezleri kurduktan sonra Batı Anadolu‘ nun iç kesimlerine yayılmışlardır. Siyasi bir topluluk olarak ilk defa MÖ 750′ den sonra ortaya çıkan Frigler, Anadolu‘ ya gelen Balkan kökenli boylardan biridir. Anadolu dışından gelmelerine rağmen kısa zamanda yerel kültürlerle kaynaşarak Anadolu‘ lulaşmışlar, özgün bir Anadolu kültürü oluşturmuşlar ve siyasi egemenliklerini kaybettikten sonra dahi bin yılı aşkın bir süre kültürel anlamda varlıklarını sürdürmüşlerdir. Frig Vadisi Dünya üzerinde önemli bir konumda bulunan Anadolu‘ nun, stratejik öneme sahip köprüsü konumundaki bir noktasında yer alan Anadolu’ nun kilidi Afyonkarahisar ili de coğrafi konumu nedeniyle Anadolu‘ yu yurt edinmiş birçok kavmin yerleşerek yaşamlarını sürdürdüğü, kendi kültürlerini yerel kültürlerle yoğurarak yeni kültürler ortaya çıkartıp medeniyetlerin gelişmesine katkıda bulunarak önem kazanmış ve bu önemi günümüze kadar kaybetmeden korumuştur Binlerce yıl önce insan zekası ve becerisinin birer göstergesi olarak inşa edilen ve dünyada eşi benzeri olmayan insanlığın ortak hafızası durumundaki kültür varlıkları ile doğanın mucizesi olan doğal varlıkların incelenmesi, insanlığa tanıtılarak kültürel kaynaşma yoluyla insanlığın barışına hizmet yolunda bir adım olması bakımından önemlidir. Frigler‘ in Anadolu’ ya gelmelerinden binlerce yıl öncesinde, Çatalhöyük‘ te olduğu gibi Anadolu’ da filizlenmiş ve yeşermiş, dünya uygarlıklarının gelişmesine ve söylenilenlerin aksine ilham kaynağı ve örnek olmuş uygarlıklar yer almıştır. Bu uygarlıklarla birlikte Anadolu’ nun bereketini ifade edebilecek ve bereketle özdeş bir tanrıça olan Ana Tanrıça / Matar Kubile kültü oluşmuştur. Frigler ve diğer uygarlıklar da “bereket” in, yaşamın sürekliliği bakımından öneminin bilincinde olarak bu kültü devam ettirmişlerdir. Yaşamın sürekliliği için önemli olan verimli topraklar ve savunmaya uygun dağlık bölgelerin varlığı Frigler‘ in Afyonkarahisar ili ve çevresinde yerleşmelerine ve siyasal egemenliklerini yitirdikleri dönemde bile bin yılı aşkın bir süre kültür geliştirmelerine uygun ortam oluşturmuştur. Bu döneme ait kültür varlıklarının büyük bir kısmı zaman içerisinde gerek doğal gerekse kendini bilmez kişilerin tahribatları sonucunda yok olmuş ya da zarar görmüşlerdir. Ancak halen çevremizde gördüğümüz Frig eserleri, kendilerinden önceki ve sonraki uygarlıkların oluşturdukları kültürel miraslar ile birlikte topraklarımız üzerinde güneş gibi parlamaya, Anadolu‘ nun kültür ocağı olduğunu tüm dünyaya haykırmaya devam etmektedirler. Afyonkarahisar, Kütahya ve Eskişehir illeri arasında kalan bölümde yer alan Frig Vadisi‘ nin tarihi, doğal ve kültürel dokusunun üç ilin ortak projesi olarak ele alınıp tanıtılmasının gerekliliği nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığı’ nın koordinasyonunda üç ilin Valilik’ lerince çalışmalar başlatılmıştır. Bu kapsamda Afyonkarahisar Valiliği’ de bizzat Afyonkarahisar Valisi’ nin talimatlarıyla ve himayelerinde, Acil Durum Yönetimi ve Bilgi İşlem Merkezi’nde (Aduybim), il resmi kurumlarında çalışan personellerin katılımıyla bir çalışma grubu oluşturmuştur. Çalışma grubu Frig Vadisi‘ nin Afyonkarahisar ili sınırları içerisinde kalan bölümünde öncelikle saha çalışmaları yapmış, saha çalışmalarının tamamlanmasından sonra elde edilen verilerin değerlendirilmesi çalışmalarını yapmıştır. Bu kapsamda yapılan iş ve işlemler, öncelikle Afyonkarahisar ili sınırları içerisinde bulunan tarihi, kültürel ve doğal varlıkların bilimsel esaslara uygun olarak belirlenmesi, sınıflandırılması, tescil durumlarının belirlenmesi, korunması ve tanıtılması sürecinde ilin ekonomik ve sosyal boyutlarının da belirlenerek; ulaşım, konaklama ve etkinlikler ile birlikte turizm potansiyelin ortaya çıkarılması, mevcut eksikliklerin belirlenerek ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde bölgenin ekonomiye kazandırılmasına ilişkin kriterleri kapsamıştır. Sonuç olarak insanlığın ortak mirası olan doğal, kültürel ve tarihi zenginliklerin gelecek kuşaklara ulaşmasının sağlanması, Frig Vadisi Kültür Envanteri’ nin oluşturulması, Anadolu‘ nun genelinde gözlemlenen kültürel sürekliliğin vadi sınırları içerisinde de olduğunun gözler önüne serilmesi ayrıca tanıtım etkinlikleri sonucunda oluşan kültür turizmi hareketlerinden elde edilen turizm gelirleri ile ilimizin, bölgemizin ve ülkemizin sosyal, kültürel ve ekonomik alanda gelişmesi hedeflenmektedir
-
GECEK KAPLICASI Yeri ve Ulaşımı: Afyon'un kuzeybatısında, il merkezine 15 km. uzaklıkta bulunan Gecek Kaplıcası, Afyon-Kütahya karayolu ile Afyon-Uşak-İzmir demiryolu üzerindedir. İl merkezinden kaplıcaya sürekli işleyen servisleri ile ulaşım sorunu ortadan kaldırılmıştır. Özellikleri: Kimyasal sınıflandırılmasının klorür, bikarbonat, sodyum ve arsenikli olarak yapıldığı Gecek Kaplıcasının suyunda; amonyum, lityum, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum,strosiyum, baryum, demir, alüminyum, mangan, çinko, krom, bakır, titan, kurşun, klorür, iyodür, bromür, florür, sülfat, nitrat, nitrit, hidrofosfat, karbonat, bikarbonat, hidroarsenat, metabolik asidi, metasilikat asidi gibi iyonların dışında, serbest kükürtlü hidrojen gazları da bulunmaktadır. Temperatürü 42 C, radyoaktivitesi Rn. 3,2 ile 10,3 eman, pH değeri de 7,6 olarak belirlenmiştir. Şifa Özellikleri: Banyo tedavisi ile romatizmal rahatsızlıklar, nevralji, nevrit, polinevrit tedavilerinde, ortopedik müdahale geçirenlerin fiziksel rehabilitasyonunda, metabolizma ve kadın hastalıklarında faydası gözlenmiştir. Ayrıca içme olarak faydalanıldığında ise şişmanlık ve diyabetik rahatsızlıklarda da olumlu sonuçlar alınmıştır. Tedavi Tesisleri: Afyon Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığınca kurulan Gecek Termal A.Ş. tarafından yönetilen kaplıcadaki 45 adet 6 kişilik dublex villadan 36 tanesi devre mülk sistemine dahil olup, 9 tanesi kiraya verilmektedir. Ayrıca 1 tanesi bayanlara, 1 tanesi erkeklere ait olmak üzere 2 tane umumi kapalı havuz vardır.
-
HÜDAİ KAPLICALARI Çamur Banyoları Dünyaca ünlenmiş çamur banyolarında Toprak 68o şifalı su ile karıştıldığında 40o-45o bir çamur ortaya çıkar. Bu toprak kaplıca yakılarından sağlanan çok az kumlu kızıl bir kildir. Çamur banyosu küvetini 30 cm kalınlığında dolduran kil, üzerinden geçirilen sıcak kaplıca suyu ile çamur haline getirilir. Sıcak kaplıca suyu çamurun üzerinden 3-5 cm kalılığında bir sure bekletildikten sonra kesilerek küvetten tamamen akıtılmaktadır. Daha sonra kürekle açılan çamurun içerisine hasta başı dışarıda kalacak şekilde uzanmakta üstü çamur ile örtülmektedir. Belirli bir sure çamurun içerisinde kalan hasta için günde bir defa bu işlem uygulanmaktadır. Bu çamur banyosuda her türlü romatizma, nevralji, nevrit, polinevrit, kırık-çıkık tedavilerinde, çoçuk felcinde ve kadın hastalıklarında faydalı olduğu doctor raporları ile onaylanmıştır. Suyun Özellikleri Kimyasal sınıflandırılması; sülfat, bikarbonat, sodyum, kalsiyum ve ayrıca bromür, karbondioksit, arsenik ve radonlu olarak yapılmıştır. Suyun içerisinde potasyum, amonyum, magnezyum, demir, alüminyum, mangan gibi katyonlar ile klorür, nitrat, iyodür, hidrofosfat ve hidrokarbonat gibi anyonlar bulunmaktadır. Ayrıca metasilikat asidi ile gazlardan serbest karbondioksite rastlanılmıştır. Isısı 62o ile 68o arasında değişmektedir. Radyoaktivitesi 13 ile 25 arasında değişmekte olup, pH değeri 6,6 veya 7'dir. Kaplıcanın İyi Geldiği Hastalıklar Romatizma, Romatoit Artrit (Ateşli romatizma hastalıkları), Nevraji (Sinir boyunca yayılan iltihaplar), Nevrit (Sinir ucu iltihapları), Polinevrit (Birden fazla sinirin iltihapları), Tendinit (Tenden zedelenmesi), Pariatrit (Eklem zan iltihabı), Artroz (Eklem kireçlenmeleri), Selulit (Yumuşak doku romatizması), Siyatik (Siyatik sinirinin sıkışması), Spondilit (Omurganın kireçlenmesi), Mialji (Kas ağrıları), Kadın hhastalıkları (Kronik dönemlerde), Polip sekeli (Çocuk felci sekeli), Hemipleji (Vücudun her her tarafının felci), Parapleji (Her iki alt ekstremitenin felci), Kırık - Çıkık sekelleri, Kazalardan ve ameliyatlardan kalan sekeller, Ruh, yorgunluklar, Dimağ yorgunluğu, Bağırsak hastalıkları, Böbreklerdeki taş ve kumların düşürülmesi, Cilt ve deri hastalıkları. Ulaşım Afyon Antalya Karayolu 65. km İşletme Sağlık Bakanlığı İşletme İznine sahiptir.
-
ÖMER KAPLICASI Yeri ve Ulaşım: Afyon- Kütahya karayolu üzerinde bulunan Ömer Kaplıcası, Gecek Kaplıcasının yakınında ve il merkezine 15 km. uzaklıktadır. Ulaşım, merkezden kalkan servisler aracılığı ile yapılmak- tadır. Tarihçesi: Eskiden beri kullanılan kaplıcanın tarihi hakkında bir bilgi bulunmamakla beraber, kaplıcanın büyük havuzunu yaptıran kişiye ait kitabede 1889 tarihi bulunmaktadır. Özellikleri: Oldukça zengin olan Ömer Kaplıcası suyu; kimyasal olarak, klorür, bikarbonat sodyum, demir arsenik ve karbondioksitli sınıflandırmaya alınmıştır. İçerisinde amonyum, lityum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, stronsiyum, baryum, alüminyum, mangan, çinko, krom, bakır, titan, kurşun, iyodür, florür, sülfat, nitrat, nitrit, hidrofosfat, karbonat ve hidroarsenat gibi iyonlar ile; metabolik ve metasilikat asitleri; gazlardan serbest karbondioksit ve serbest kükürtlü hidrojeni barındırmaktadır. Temperatürü 43 C ile 54 C arasında, radyoaktiviteleri 9,5 eman ve pH değeri de 7,2'dir. Şifa Özellikleri: Ömer Kaplıcası suyu banyo tedavisinde; artroz çeşitlerinde, romatit artrit, spondilartrit, ankilopoetita, fibrozitis, selülits gibi romatizmal hallerde kırık, mafsal şişliği ve yapışıklarda hemipleji, parapeleji ve çocuk felci hastalıklarında, şişmanlık, metabolizma bozukluklarında, periferik damar hastalıklarında, eklem rahatsızlıklarında, kısırlık ve bronşit gibi hallerde faydalı olmaktadır. İçme tedavisi ile müzmin kabızlık ve bağırsak tembelliği ile hiposentik midelerde ve hazım güçlüğünde faydalı olmaktadır. Ayrıca solunum yolu ile kronik bronşit enfizem ve faranjitte de yararlı görülmüştür. Tedavi Tesisleri: Kaplıca Afyon Ticaret Borsası tarafından tadilâta alınmış olup, Haziran 2001'de 35 adet villâ, 20 yataklı apart otel, 1 adet kapalı yarı olimpik yüzme havuzu, 2 adet Türk Hamamı ve 1 adet kapalı büyük yüzme havuzunun tamamlanıp hizmete sokulması plânlanmaktadır.
-
HEYBELİ KAPLICASI (KIZILKİRSE) Yeri ve Ulaşımı : Afyon- Konya karayolu üzerinde bulunan Heybeli kaplıcası, Afyon'a 30 km. uzaklıktadır. Kaplıcaya ulaşım kolayca sağlanabilmektedir. Tarihçesi: Bizans döneminden beri kullanılan bir kaplıca olup, "Kızılkilise" veya "Kızılkirse" diye bilinmektedir. Kimyasal sınıflandırılması sodyum, bikarbonatlı, kalsiyum sülfatlı olarak yapılan kaplıca suyunun içerisinde, başkaca, sodyum iyonu, kalsiyum, magnezyum, demir gibi katyonlar ile klorür, sülfat iyonu, hidrokarbonat ve metasilikat asidi gibi anyonlar da bulunmaktadır. Temperatürü 46C ile 52 C arasında, radyoaktivitesi 6,9 ile 12,1 eman arasında değişmekte olup, pH değeri 6,8 veya 7'dir. Şifa Özellikleri: Seboreler, akneler, empetigo, intertrigo ve streptoktan ileri gelen diğer deri iltihapları, ekzemalar, bilhassa kuru ekzemalar,ekzema seboreikler, çocuk ekzemaları, psoriazisler, pelandların bazı çeşitleri, çok tekrarlayan herpos vakaları, ürtiker vakaları, uyuz vakaları, Heybeli Kaplıcası sularının iyi geldiği hastalıkların bazılarıdır. Teneffüs cihazı ile çeşitli hastalıklarda yarar görülür. Nezle, kronik amigdalit, larenjit, farenjit, kronik bronşit, anfizem ve astma vakalarında koklama suretiyle fayda görülür. Romatizma vakalarında da iyi sonuçlar alınmaktadır. Mafsal romatizması, xomatoit artrite, endokarditli romatizma vakaları ve artroz rahatsızlıklarında tedavi edici özelliği bulunmaktadır. Nevrit ve poli nevrit hastalıkları, kadın hastalıkları, perimentrit, aneksit, parametrit, miyokardit ve kalp nevrozlarında faydası görülmüş, ayrıca diyabetlilerde kan ve idrar şekerinin azaldığı gözlenmiştir. Tedavi Tesisleri: Bolvadin Belediyesince işletilmekte olan kaplıcada dört mevsim konaklamak mümkündür. Banyolu oda sayısı 90, yatak sayısı 150 adettir. 25 oda, 50 yatak kapasiteli bir turistik otel bulunan kaplıcada, umumî ve açık/kapalı termal havuz bulunmaktadır.
-
GAZLIGÖL KAPLICALARI Her yıl binlerce insanın ziyaret ettiği Gazlıgöl Kaplıcaları Afyon iline 20 km mesafede bulunmakta olup Afyon - İhsaniye karayolu üzerindedir.Gazlıgöl'e, Afyonkarahisar il merkezinden yarım saatte bir servis otobüsleri ile, Kütahya ve Eskişehir illerinden Afyon'a hareket eden TCDD tren seferleri ile, Eskişehir'den Afyon yönüne çalışan Kanat Turizm araçları ile ve kendi aracınız ile Afyonkarahisar-Eskişehir karayolu ile ulaşabilirsiniz. Özellikleri: Kimyasal sınıflandırılmasının; bikarbonat, sodyum, karbondioksit ve hidrojen sülfürlü olarak yapıldığı Gazlıgöl kaplıcası suyunun içinde klorür, iyodür, bromür, florür, sülfat, nitrat, nitrit, hidrofosfat, karbonat, bikarbonat, hidroarsenat gibi iyonların yanı sıra, serbest karbondioksit ve serbest kükürtlü hidrojen gazları bulunmaktadır. Ayrıca kaplıcanın temperatürü 64 C, radyoaktiviTlferi Rn 0,2 ile 0,29 eman arasında değişmekte olup, pH değerleri ise 6,9'dur. Tarihçesi: Efsaneye göre, Kral Midas her şeye sahip olmasına rağmen hiç çocuğu olmayan bir Kralmış. Kral bu duruma çok üzüldüğünden gece gündüz Tanrı'ya yakarıp yalvarırmış bir çocuğu olması için. Nihayet Kral Midas'ın dünyalar güzeli bir kızı olmuş. Kral'ın kızı Suna; genç kızlığa adım attığı yıllarda illet bir hastalığa yakalanmış. Bu güzel kızın vücudunda çıbanlar çıkmış. Bu sulu çıbanları hiçbir hekim iyileştirememiş. Ağrısına ve sızısına ve bir türlü iyileşmeyen bu yaraların üzüntüsüne dayanamayan güzel kız Suna; yollara düşmüş. Dağ tepe demeden gezip dolaşır olmuş. Kral Midas, kızını kollamaları için peşinden gözcü yollamış. Kralın toprakları içindeki Afyon yakınlarına kadar gelmiş güzel kız. Tam yaz aylarında olduğu için Suna çok susamış. Biraz su içebilmek için su aramış. Şu an Gazlıgöl kaplıcasının bulunduğu yerlerde yeşilliklerle çevrili bir su görmüş. Susuzluktan kavrulan kızcağız, çevresindeki bataklığa aldırmadan koşmuş suya. Eğilerek o sudan kana kana içmiş. Bir de bakmış, suyun değdiği yerlerde bir tatlı gıcıkanma, bir sancı kesilme, bir huzur oluşmuş. Güzel kız atmış kendini suyun içine. Ağrıları yavaşlamış. Sudan çıkıp günlerdir uykusuz ve yorgun olduğundan uzanıvermiş oraya ve derin bir uykuya dalmış. Suna, uyandığında ağrılarının kalmadığını, çıbanların kurumaya başladığını görmüş. O suyun yanında bir hafta kalmış. Bir hafta sonra çıbanları, yaraları tamamen geçmiş. Suların aksinde eski güzelliğine kavuştuğunu gören güzel Suna , sevincinden deliye dönmüş. İleriden onu gözleyen gözcüler, kızın iyileştiğini anlayınca yanına gelmişler. Suna başına gelenleri bir bir anlatmış. Sonra saraya dönmüşler. Kızını merak edip gece gündüz yas tutan Kral Midas, kızının bu iyileşmiş halini görünce çok sevinmiş. Kızına "Seni hangi hekim iyileştirdi, söyle hekimbaşı yapayım?" demiş. Sunada " Beni hekim değil, ülkende çıkan sıcak su iyileştirdi, baba" diye cevap vermiş. Bunun üzerine Kral, "Tez oraya bir hamam yapılsın, gelen geçen dertliye derman dağıtır." diye ferman vermiş. Bu kaplıcanın Frigyalılar zamanından beri kullanıldığı sanılmaktadır. Fatih Sultan Mehmet, Karamanoğulları seferine çıkarken yol üzerinde Gazlıgöl'e uğramış ve burayı imar ettirmiştir. Şifa Özellikleri: Gazlıgöl kaplıcasından, içme ve banyo tedavileri için faydalanılmaktadır. Suyun bulunduğu kapalı ortamlarda meydana gelen nemli ve buharlı havanın solunumu da tedavi edici bir etki göstermektedir. Genel olarak romatizmal hastalıklar ve dolaşım sistemi sendromları rahatsızlıkları adı altında; karaciğer, safra kesesi, mide ve bağırsakların spastik ağrılı sendromları, nevralji, nevrit, artroz, saboreik deri hastalıkları ve kadın hastalıkları tedavisinde faydalı olduğu gözlenmiştir. İçme tedavisi kürler şeklinde yapılır. Yapısında bulunan karbondioksitin periferik dolaşımı genişletici ve kan dolaşımını düzenleyici etkisi bulunduğundan içilmesi tavsiye edilmektedir. Solunum yoluyla kalbin çalışma kapasitesine, ritmine, atım hacmine etkileri, koroner damarları genişletici ve arteriel tansiyon düşürücü tesirleri olduğu gibi solunum yollarını rahatlatıcı etkileri de bulunmaktadır. Ayrıca, metabolizma hastalıklarında da bir taraftan sıcağın etkisi ile, özellikle buğu banyolarında terleme ve yıkım faaliyeti hızlandırılırken, diğer taraftan içmece kürleriyle metabolik faaliyet zincirinde önemli rolü olan organların çalışmasını düzenlenmektedir. Gazlıgöl kaplıcasında vücudun ihtiyaç duyduğu kombine bir tedavi ve dinlenme imkânı rahat bir şekilde sağlanabilmektedir.
-
ULU CAMİ Afyon’un merkezinde, kalenin bulunduğu tepenin güneybatısında yer alan Ulu Cami, Selçuklu döneminde 1272 tarihinde Sahip Ata oğullarından Nusretüddin Ahmet tarafından yaptırılmıştır. Karamanoğulları zamanında da 1341 yılında onarılmıştır. Selçuklu döneminde ahşap tavanlı, ağaç direkli camiler grubundan olan Ulu Cami dikdörtgen planlı olup, üzeri düz bir çatı ile örtülmüştür. Ahşap örnekleri stalaktit başlıklı ağaç sütunları ile Konya Sahip Ata Külliyesi içerisindeki Sahip Ata Mescidine çok benzemektedir. Ulu Cami dıştan moloz taşlı olup üç sıra kesme taş hatıllarla cephe üç bölüme ayrılmıştır. kuzeyde ve batıda iki giriş kapısı bulunmaktadır. İç mekan batı ve kuzeyde dörder pencere ile aydınlatılmıştır. İç mekan kıbleye dik dokuz nefli olup her nef, altışar sütundan meydana gelmiştir. Cami içerisinde 40 ahşap direk bulunmaktadır. Sütun başlıklarının bazıları sade, bazıları mukarnaslıdır. Bu bakımdan farklı bir işçilik gösterirler. Düz tavanlı caminin tavanında kadınlar mahfilinin üst kısmında nakışlar, konsol kıvrımları arasında da yer yer süslemeler bulunmaktadır. Bu süslemelerde mavi, lacivert, kırmızı renkler kullanılmıştır. Bitkisel motiflerde ise mavi, yeşil, sarı, kırmızı ve kahverenginin değişik tonları kullanılmıştır. Motifler bitkisel ve geometrik olup, zaman zaman rumi ve palmetlere de rastlanmaktadır. Kıble duvarının ortasında Selçuklu işçiliğini yansıtan taş mihrap yer almaktadır. Mihrap nişinin ortasında ve üç tarafında iki kitabe bulunmaktadır. Bu kitabede; “Büyük Serhat zamanında fakir köle Sivastos’un oğlu Ali Bey, Mahmud’un oğlu Hacı Murat” isimleri okunmaktadır. Ayrıca yazı ustalarının imzası niteliğinde de işaretler bulunmaktadır. Buradan da mimarının Emirhac Bey olduğu, nakışlarının da Nakkaş Mahmud oğlu Hacı Murat tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu mihrabın Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Kıble duvarına bitişik olan ve mihrabın sağında yer alan ahşap minber Selçuklu ağaç işçiliğinin en güzel örnekleri arasında olup, geometrik bezemeler, üçgen panolar ve geçmeler dikkati çekmektedir. Minber kapısı üzerindeki küçük bir kitabede de: “ Büyük vezirler Sülalesinden büyük devlet adamı Nusratu’d Devle ve’d Din Ahmet. Allah onun yardımcılarını aziz kılsın. Saltanatı zamanında 742 senesi Muharreminde bu cemaati toplayan mescidin imarına Allahu Teala’nın rahmetine muhtaç kulu merhum Muzaferuddin oğlu Mugisiddin Emir İsa muvaffak oldu” yazılıdır. Caminin kuzeydoğu köşesinde yer alan minaresi orijinalliğini korumaktadır. Camiye bitişik olan bu minare saçak hizasına kadar üç sıra tuğla ve bir sıra kesme taştan kaidesi devam eder. Gövdesi açık yeşil sır renkli baklava motiflerinin süslediği tuğla örgülüdür. Ayrıca minare kaidesi önüne Osmanlı döneminde bir de çeşme eklenmiştir. Cumhuriyet döneminde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1983-1984 yıllarında onarılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bilgisi dışında minberin yağlı boya ile boyanarak özelliğinden uzaklaşmıştır.
-
Afyon Büyük Taarruz Şehitliği Şehitlik,Afyon’a 16 km. uzaklıktaki Işık Tepe (Sarıkız)’nin üzerinde olup Antalya,İzmir Karayollarının kavşağının çok geniş bir bölümünden görülmektedir. 26-29 Ağustos 1922 de Dumlupınar ile Afyon arasında yapılan Yıldırım Savaşlarında şehit düşen 275 Subay ve 2150 Mehmetçiğin anısına sembolik olarak 1993 de Kültür Bakanlığı ve Afyon Valiliğinin ortak çalışması ile yapılmıştır. Şehitlik yeri olarak da savaşın en yoğun olarak geçtiği Sincanlı ovasının başlangıcı olan Afyon-Antalya-İzmir Karayolu kavşağının bulunduğu Işıktepe seçilmiştir. 3000 metre karelik bir alanı kapsayan şehitliğin giriş bölümünde solda namazgah, sağda şadırvan, girişin tam karşısında ise Mermerden yapılmış sekizgen kaide üzerinde ,tepeyi sembolize eden toprak ve kaya parçalarının üzerinde gösterilmiş bronzdan Atatürk’ün Kocatepedeki düşünceli duruşunu gösteren Anıtı vardır. Bu anıt kaidesiyle birlikte 18 metre yüksekliğindedir. Alttaki mermerden sekizgen kaidenin her cephesine Büyük Taaruza katılan komutanların isimleri yazılıdır : Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Sakallı Nurettin Paşa, Dördüncü Kolordu komutanı Kemalettin Sami Paşa, Beşinci Süvari Kolordu komutanı Fahrettin Altay, Batı cephesi Kurmay Başkanı Asım Gündüz. Liste Albay ve Yarbayların isimleri ile devam eder. Kaidenin diğer yüzlerinde ise Atatürk’ün bu savaşta verdiği emir ve direktiflerden bazı parçalar yazılıdır. Anıtın her iki tarafında da savaş sahnelerini canlandıran 45 metrekarelik iki büyük rölyef vardır. Şehitliğin giriş kapısı 8 m. yükseklikte sivri kemerlidir. Kapı ile Atatürk Anıtı arasındaki kısımda , şehit olan 500 er ve 100 subayın künyelerini içeren temsili mezar taşları yapılmıştır. Atatürk 26 Ağustos sabahı Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak,Batı Cepheleri Komutanı İsmet İnönü ve Birinci Ordu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa ile savaşı yönetmek üzere Kocatepe’ye gelmişti. 4.30 da Topçu ateşi başladıktan iki saat sonra Birinci Süvari Tümeni Çayhisar’ı işgal etmiş,6.40 da Tınaztepe,Kalecik sivrisi alınmıştı. Çiğiltepe alındıktan sonra Yunan mevzilerinin arkadaki ikmal ile ilgileri kesilmiş ve yer yer çekilmeye başlamışlardır. Bu başarıları diğerleri de takip etmiş ve 30 Ağustos’da zafere ulaşılmıştır. Yunan kuvvetleri terk ettikleri Uşak, Eskişehir, Aydın, Alaşehir, Turgutlu, Ahmetli, Salihli ve Manisa ile buradaki diğer kasaba ve köyleri Yunan Orduları Başkomutanı Hacı Anesti’nin emri ile yakmışlardır. Zaferden sonra esir alınan Yunan Komutanları Başkomutan vekili General Trikopis,İkinci Kolordu Komutanı Dighenis ve Albay Vandanis ile Kalinas Uşak’a Atatürk ve genel Kurmayının bulunduğu yere götürüldü. Onları ilk karşılayan Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım Gündüz Paşa,yanan köyleri ve yapılan mezalimi gördüğü için kendini tutamayarak şöyle bağırmıştır: "Sezleri muntazam ve asri bir ordunun zâbitleri diye mi,yoksa hunhar bir çetenin efrâdı olarak mı karşılayayım? bunda mütereddidim" Yunanlı komutanlar önce İsmet İnönü,Fevzi Çakmak,Nurettin Paşa ve Kemalettin Sami Paşa nın huzuruna getirildiklerinde,General Trikopis onların ellerini sıkmak istemişse de sadece hafifçe eğilmişler ve ellerini vermemişlerdir. Daha sonra Atatürk’ün huzuruna getirildiklerinde o,burada hiç kimsenin düşünmediğini yapar ve tutsak komutanları güler yüzle karşılar ve General Trikopis’in elini sıkarak "Oturun General,Yorulmuş olacaksınız" der. Daha sonra hep birlikte bir masanın etrafına otururlar ve Atatürk onlarla bir süre görüşerek savaş hakkında bazı sorular sorar. Görüşme bitince ayağı kalkan Atatürk Trikopis’e "Sizin için bir şey yapabilirmiyim" der,General de İstanbul’da bulunan eşine sağlığının yerinde olduğunun haberinin verilmesini rica eder, bunun üzerine Atatürk " Harb bir talih oyunudur General. Bazen en mahiri de yenilir. Siz vazifenizi yaptınız. Mes’uliyet tarihten geliyor. Müteessir olmayınız" diyerek görüşmeyi bitirir.
-
Yüzbaşı Agâh Efendi (Kurtkaya) Şehitliği Şehitlik, Afyonkarahisar-Büyük Kalecik Kasabası'nda Kocatepe'ye tek geçit olan Kurtkaya mevkiindedir. 26 Ağustos 1972 yılında Yüzbaşı Agâh ve diğer şehitlerin anısına sembolik olarak yapılmıştır. Şehitlik, en son olarak 2004 yılında yeniden restore edilmiş ve ziyarete açılmıştır. Şehitlik, bir anıt, bir tören alanı, bir çeşme, bir kitabe ve bir kubbeden ibarettir. Yüzbaşı Agâh'ın anıt kitabesinde: "Büyük Taarruz 26 Ağustos1922 günü sabah 04.30'da başlamış ve iki saat içinde düşmanın bütün tel örgüleri parçalanarak gün doğmadan zaferin ilk ışıkları Anadaolu'da parlamaya başlamıştır.Başkomutanlık Karargahı'nın bulunduğu Kocatepe'ye tek geçit yeri olan Kalecik ve Kurtkaya bölgeleri Türk ordusu için çok önemli idi ve düşmandan bir an önce alınması ve düşmanın yok edilmesi görevi 12. Tümen 36. Alay 6. Bölük Komutanı 24 yaşındaki Bayburtlu Yüzbaşı Agâh'a verildi.Yzb. Agâh, emrindeki 150 Mehmetçik ve Sinoplu Üsteğmen Feyzullah ile beraber 2500 kişilik düşman tümenine saldırarak büyük bir savaşa başladı. 26 Ağustos öğleden sonra başlayan çarpışmalar 27 Ağustos öğlene kadar sürdü. Düşmanın içine kadar dalan Yzb. Agâh onlara ağır kayıplar verdirerek batı istikametine kaçmalarını sağladı.Büyük bir takviye alan düşman birliği ile çarpışırken Yzb.Agâh100 Mehmetçik ve Üsteğmen Feyzullah ile birlikte şehit düştü. Geriye kalan 50 Mehmetçik ve gelen takviye kuvvetlerimizle düşman bu vadi içinde tamamen yok edildi. Kahraman Yüzbaşı Bayburtlu Agâh Efendi ve arkadaşlarını minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun." Yazılıdır
-
Çiğiltepe Şehitliği Sinanpaşa İlçesinin Çiğiltepe Mevkiinde bulunan bu Şehitlik, Yunanlıların elinde bulunan ve alınması Başkomutan Mustafa Kemal tarafından emredilen Çiğiltepe'yi bildirdiği zaman dilimi içinde alamadığı için görev sorumluluğu ile canına kıyan Albay Reşat Çiğiltepe'nin aziz hatırasını yaşatmak için yapılmıştır. 2004 yılında yolu Afyonkarahisar Valiliğince asfaltlanmış ve Jandarma Komutanlığında müştereken ağaçlandırılmıştır. 2005 yılında da anıt restore edilmiştir. Albay Reşat Çiğiltepe ünlü devlet adamlarından Ziya Paşa'nın oğludur.
-
Cumhuriyet Şehitliği Cumhuriyet dönemi şehitlerinin bir kısmı Hava Şehitliği'nde, diğer bir kısmı da, şehit ailelerinin yaşadığı yerlerdeki mezarlıklardadır. 1999 yılında, Afyonkarahisar-İzmir yolu üzerinde, şehre 10 km uzaklıkta, hakim bir tepeye şehitlerin anısına sembolik bir şehitlik yapılmıştır. Sonuç olarak, Afyonkarahisar'ın Türkler tarafından fethinden, Osmanlı döneminin sonuna kadar, müstakil şehitlikler görülmemektedir. Ancak şehrin fethi sırasında şehit olduğu düşünülen bazı şahsiyetlerin müstakil mezarları bulunmaktadır. İlk müstakil şehitliklere ise Osmanlı'nın son döneminde rastlanılmaktadır. Millî Mücâdele'de, çeşitli savaşların merkezini teşkil eden Afyonkarahisar'da, Anadolu'nun her yöresinden binlerce insan şehit olmuştur. Şehitlerin anısına, il bazında çeşitli şehitlikler yapılmıştır. Bunların bir kısmı asıl, diğer bir kısmı ise makamdır. Zira, şehitlerin gömüldükleri yerler, geniş alanları kaplamakta, aynı zamanda, kimin nerede gömülü olduğu tam olarak bilinmemektedir. Bu sebeple onların anısına, savaşın yapıldığı yerlere sembolik şehitlikler yapılmıştır. Bununla birlikte anıtı yapılmayan ferdî ve toplu şehit mezarlar da bulunmaktadır. Giresunlular Alay Şehitliği Şehitlik, İscehisar-Doğanlar Köyü'nde, Dede Sivrisi Tepesi'nin 1,5 km. kuzey-batısında olup içerisinde 14 şehit mezarı bulunmaktadır. Bu şehitlik, şehitlerin silah arkadaşlarından Giresunlu Hacı Ahmet Halis Asal (R.1318- M.1977) tarafından 1967 yılında yaptırılmıştır15. Daha sonraki yıllarda da şehitlikte bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Burada Kurtuluş Savaşı'nda Sivri Tepeyi düşmandan almak için hücum eden 47. Giresunlular Gönüllü Alayı'ndan şehit olanlar yatmaktadır. Şehitliği yaptıran Asal da vefatından sonra vasiyeti üzerine buraya gömülmüştür. Anıtkaya Şehitliği Afyonkarahisar Anıtkaya Kasabası'nda olan şehitlik, 13. Alay şehitleri adına yapılmıştır. Burada 12 subay ve 6 er gömülüdür. 1972 yılında bu günkü haliyle yapılmıştır. Eski harşi anıt kitabesinde "Anıtkaya (Eğret) Kurtuluş Savaşımızı eşsiz bir zaferle düğümleyen Kocatepe'den gürleyerek ve coşarak bir sel gibi bu topraklardan Akdenize akıp giden Büyük Taarruzda yoğun düşman kuvvetlerinin içine baskınla dalan ve boğaz boğaza amansız savaşlarla büyük zafer yaratıcıları ve bu uğurda vatanları, onurları ve yurttaşları için canlarını feda eden, sayısız kahramanların şehitliğidir" 28 Ağustos 1972 B. ALPAKAN yazılıdır.Şehitlik kaidesi üzerine de şunlar yazılmıştır: "28 Ağustos 1922 Muharebesinde düşman hattı ricatini keserek arkalarından taarruz eden Türk süvari kolordusunun bu civarda verdiği şehitler adına dikilmiştir. Yıldırım Kemal Şehitliği Yıldırım Kemal Şehitliği, Afyonkarahisar Sincanlı İlçesi'ne bağlı, eski adı Küçükköy iken Yıldırım ismini alan köyde Tren İstasyonu bitişiğine yapılmıştır. Yıldırım Kemal (Konya'da hastahaneden kaçarak Fahrettin Altay Paşa'nın bulunduğu cepheye gelmiş, paşa onu İkinci Tümen'e göndermiş, bu arada Küçükköy'de muharebe etmekte olan İkinci Alaya katılmıştır.Yıldırım, 27 Ağustos 1922 tarihinde Küçükköy Tren İstasyonu'ndaki Yunan birliklerini ortadan kaldırmak için görevlendirilmiş, yapılan çarpışmalar sonucunda Küçükköy düşmandan temizlenmiş, ancak Üsteğmen Yıldırım Kemal20 ile dört subay ve 30 er bu arada şehit olmuşlardır. Topluca gömülen şehitlerin mezar ve anıtları 1966 yılında bugünkü biçimde inşa edilmiştir. Şehitlikte 1996 yılında da yeni düzenlemeler yapılmıştır.Anıt mezar taşı kitabesinde, "Bu taş 26-27 Ağustos 1922 muharebesinde Yunan ordusunun hatt-ı ric'atini kesen Türk süvari kolordusunun bu civarda verdiği şehitler namına dikilmiştir. Kendilerine Cenâb-ıHakk'ın rahmeti niyaz olunur. Birinci ve İkinci ve On dördüncü Süvari Fırkalarından Bolvadin Kurtuluş Savaşı Şehitliği Bolvadin ve çevresinde İstiklâl Savaşı'nda şehit olanlar genelde, buradaki Şehitler Mezarlığı'na gömülmüşlerdir. Bu şehitlerin anısına, makam olarak XX. yüzyıl sonlarında ilçede yeni bir şehitlik yapılmıştır. Şehitlikte İstiklâl Şehitleri abidesi ile sembolik şehit mezarları yer almaktadır. Emirdağ Suvermez Şehitliği Şehitlik, Emirdağ ile Suvermez Köyü arasındaki Yarım Hatıl mevkiindedir. Kitabesinde "İstiklâl savaşı Şehitleri, Niğde Aksaray'dan Er Ali oğlu Hasan,Meçhul Er. 21 Ekim 1922" yazılıdır. Emirdağ'da ayrıca Çatallı Köyü ve Tezköy'de birer şehitlik bulunmaktadır. Şuhut Şehitliği Afyonkarahisar'ın Şuhut İlçesi merkezinde olan şehitlikte Millî Mücâdele'de şehit olanlardan bir kısmı bulunmaktadır. 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Kurtuluş Savaşı'nda Şuhut bölgesinde cephe gerisi seyyar hastahanesi ilçedeki Büyük Camide kurulmuştur. Bu geçici hastahanede ve cephede ölenler önce Demirciler Çarşısı civarındaki mezarlığa gömülmüşler, daha sonra şimdiki şehitliğe topluca nakil edilmişlerdir. Şehitlikteki anıtta "Kurtuluş Savaşının Aziz Şehitleri 1922" yazılıdır.
-
Afyonkarahisar Hava Şehitliği Afyonkarahisar Asrî Mezarlık içerisinde olan şehitlik, mezarlıkla birlikte 1933-1936 yıllarında yapılmıştır. Buraya Millî Mücâdele'de ve daha sonra şehit olanlar gömülmüşlerdir. Millî Mücâdele sırasında,24 Temmuz 1922 sabahı Akşehir karargahından havalanarak Afyonkarahisar'ın güneyinde keşif uçuşu yapan, Hava Üsteğmen Pilot Cemaleddin ve Hava Astsubayı Reşit Bahaeddin iki Yunan uçağının saldırısına uğramış, hava çarpışmasında Yunan uçakları düşürülmüştür. Ancak bu arada Türk uçağının cephanesi kalmamıştır. Takviye gelen iki Yunan uçağının saldırısı sonucunda Gazlıgöl civarında düşerek şehit olmuşlardır. Kalabalık bir cemaatin katılımıyla, Mevlevî Camii'nde şehitlerin cenaze namazları kılınmıştır. Cenazeler, önce Kadınana Mezarlığı'na, Kesikbaş Sultan Türbesi yanına gömülmüştür. Kesikbaş Türbesi'nin yakınında ön cephesi demir parmaklıklarla çevrili olan şehitliğin parmaklıklarında iki tane kırık teyyare pervanesi takılı idi. Buradaki şehitlik 1936 yıllarında Asri Mezarlığa nakil olmuştur. Asrî Mezarlık'taki anıt mezar, ilk olarak Bahaeddin ve Cemaleddin Beyler adına yapılmıştır. Dikdörtgen gövde üzerine piramidal biçimde sarp kayalık üzerinde, kanatları açık uçan bir kartal ve kanadı kırık uçak pervane maketi ile kanatlı ay yıldız şeklinde yapılmıştır. Eski Anıt XX. yüz yıl sonları nda yıkılarak, betonarme olarak yeniden yapılmıştır. Şehitliğin yeşil saha kısmı, ihtiyaç üzerine düzenlenmiş, buraya da yeni şehitler gömülmüştür. Şehitlik kaidesi üzerinde şunlar yazılıdır: "Afyonkarahisar Muharebesindeşehit olan Türk Teyyarecileri cenaze merasimi 25 Temmuz 1338. Kahraman Bahaeddin ve Cemalettin Beyler Gazlıgöl civarında Yunanlılar tarafından teyyaresi sükut ettirilmek suretiyle şehit edilmişlerdir." Buraya gömülen şehitlerin bazıları şunlardır. Hv. Assb. Bahaeddin (öl. 1922). Hv. Üstğ. Pilot Cemaleddin (öl. 1922). Mk. Assb. Muammer Toros (öl. 939). Hv. TG. Osman Dranaz (öl. 939). Hv. Sv. Öğ. Muhittin Gökdere (öl. 939). Hv. Kd. Çvş. Hüseyin Çölgeçen (öl. 11.11.1950). Hv. Kd. Üstçvş. İhsan Tamer (öl. 11.11.1950). Hv. Pl. Üstçvş. Kemal Bilginer (öl. 11.11.1950). Hv. Kd. Yzb. Bedri Uğurlu (öl. 11.11.1950). Hv.. Telsizci Hidayet Ceran (öl. 14.01.1965). Hv. Asb. Başçvş. Abdülkâdir Tükenmez (öl. 06.06.1969). Hv. Pl. Üstm. Nevzat Ural (öl. 19.08.1969). Sh. Başçvş. Yaşar Sivri (1940-1977). Hv. Pl. Üstm. Erdal Hamamcı (1956-1982). Ve diğerleri.