-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
Bitlis Kervansarayları Anadolu’nun bir çok yerindeki kervan yolları üzerinde kurulan kervansaraylardan Bitlis’te örnekler bulunmaktadır. Önemli ticaret yolları üzerindeki bu kervansaraylar savaş sırasında karargah,barış zamanında ise konaklama yeri olarak kullanılmışlardır. Bundan ötürü diğer yapılardan farklı bir düzende dıştan kaleyi andıracak şekilde içerisinde de çağın gereksinimine uygun biçimde yapılmışlardır. Bitlis de Şerefiye, Arasa, Duhanı, Kohoz ve Zal Paşa hanlarının yanı sıra El Aman Kervansarayı yapılmıştır. El Aman Kervansarayı (Rahva Kervansarayı) El Aman Kervansarayı, Bitlis-Tatvan-Muş yolu ayrımında Rahva düzlüğü denilen yerde bulunmaktadır. Rahva Düzlüğü kış aylarında kervanlar için tehlikeli bir yerdi. Bu nedenle de kervansaray oldukça geniş bir arazide kurulmuştur. XVI. yüzyılda Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kervansarayın ne zaman yapıldığını içeren bir kitabe günümüze ulaşamamıştır. Bu kervansaray Anadolu’nun en büyük ve eski kervansaraylarından birisidir. Kervansaray avlu ile birlikte, 90 x 70 m uzunluğunda, beş ayrı bölümden oluşmaktadır. Kervansarayın batı bölümündeki kalın, kesme taş duvarlı bölüm adeta bir ribat (yol güzergahlarında askeri amaçlı küçük kale) görünümündedir. Silindirik payandalarla desteklenin bu bölüm yapının en eski bölümüdür. Kervansaray doğ batı doğrultusunda iki sıra halinde iki sıra halinde üçerden altı paye ile üç nefe ayrılmıştır. Bu mekanların üzeri beşik tonozlarla örtülmüştür. Bu bölümün dışarıya açılan pencereler adeta birer mazgal görünümündedir. Kervansarayın güney bölümü diğer taraflardan farklı olarak beş dikdörtgen hücreli olup bunlar da birer kapı ile avluya açılmaktadır. Bu hücrelerin güney kenarının ortasında da birer pencere,batı duvarlarında da birer ocak bulunmaktadır. Bu hücrelerin üzeri de dikey sivri kemerlerle örtülmüştür. Kervansarayın ikinci bölümünü oluşturan kapalı mekan birinci yapının kuzey doğu köşesindedir ve ondan daha yüksek , daha geniş ve aydınlıktır. Kuzey duvarı diğer duvarların iki katı kalınlığındadır ve aynı zamanda , dıştan her kenardaki ikişer payanda ile desteklenmiştir. Bu bölüm avlu duvarı ile birleşerek daha değişik bir plan göstermektedir. Doğu batı yönünde iki sıra halinde, her sırada dört paye ve beş sivri kemerle üç uzun nef meydana getirmektedir. Birinci kısımdan daha büyük olan bu bölüm tonozlarla üstü örtülmüştür. Burada da mazgal pencereler duvarlara sıralanmıştır. Güney kenardaki büyük bir kapı ,kervansarayın haçvari bölümüne açılmaktadır. Avlunun batı kenarı ortasında büyük sivri kemerli ve sivri tonozlu giriş eyvanı doğu batı uzantısında uzun bir koridor görünümündedir. Bu koridorun ortasında bulunan yüksek kubbeli kare bölüm dört bir yandaki eyvanlarla haçvari bir plan görünümündedir. Burasının kuzeyindeki eyvan kervansarayın kapalı kısmına,güney eyvanı arasta çarşısı denilen yere açılmaktadır. Kubbeli mekanın çevresindeki eyvanlar aynı büyüklükte değildir. Bunların en büyüğü giriş kısmında bulunan eyvandır. Burası da sivri kemerli bir tonozla takviye edilmiştir. Bu bölümün karşısında,kervansarayın batısındaki eyvan oldukça uzun olup birinci kapalı kısma açılmaktadır. Batı eyvanının kuzeyindeki hücreler kervansarayın ikinci kapalı kısmına açılmaktadır.Bunun da üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Kervansarayın güneydeki eyvanı, en küçük eyvan olup güneydeki bölümleri kervansarayın diğer bölümlerinden ayırmaktadır.Buradaki güney eyvan genişliğinde, beşik tonoz örtülü bir koridor ortadan sivri bir kemerle ikiye ayrılmıştır. Bu koridorun doğusunda üç, batısında da dört ayrı hücre bulunmaktadır. Ana girişin güneyindeki bir kapı ile içerisine girilen kare hücre mescit olarak kullanılmıştır. Girişin kuzeyindeki hücreler diğer bölümlerden tamamen ayrılmış durumdadır ve iki katlıdırlar. Bunların kervansaraya gelen hatırlı kişilere ayrıldığı sanılmaktadır. Avludaki bir merdiven kervansarayın gözetleme kulesine çıkışı sağladığı sanılmaktadır. Kervansarayın dördüncü bölümü avlunun güneyindeki hamam ve ona bitişik hücreleri oluşturmaktadır. Asıl yapıdan daha küçük ve daha alçak olan bu kısmın da avluya çıkışı sağlayan bir koridor ile ona dikey dört hücreden oluşmaktadır. Koridorun batısında, girişin yanına rastlayan kısımda beşik tonozlu iki hücre daha bulunmaktadır. Bunların helalar olması kuvvetle muhtemeldir. Kervansarayın üst örtüsü bütünüyle tonozlarla örtülü olup bu tonozlarda taş ve tuğla birlikte kullanılmıştır.Bunların arasında bir insanın geçebileceği deliklerin bulunuşu dikkat çekicidir. Ancak bunların ne amaçla yapıldığı bilinmemektedir.
-
Bitlis Köprüleri Bitlis’in içerisinden geçen dereler üzerinde 24 köprünün yapıldığını tarihi kaynaklar belirtmektedir. Bunlarda büyük çoğunluğu günümüze gelebilmiştir. Bu köprülerin belli başlıları Efselağa, Alemdar, HüsrePaşa, Bey, Aynel Ağa, Barüt, Hatuniye, Karadede, Değirmen, Şerefiye ve Arap köprüleridir. Emir Bayındır Köprüsü (Ahlat) Bayındır Cami ve kümbetinin batısında, Tahtı Süleyman Mahallesi’ndeki dere üzerinde kurulmuştur. Ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı kesinlik kazanmayan köprü Akkoyunlu Köprülerinin özelliklerini taşımaktadır. Bununla beraber köprünün XIII.yüzyılda yapılıp XV. Yüzyılda, Akkoyunlular zamanında yenilendiği sanılmaktadır. Sivri kemerli tek gözlü bir köprü olup kesme taştan yapılmıştır. Köprünün kemer açıklığı 11.20 m., yüksekliği de 5.60 m.dir. Ancak önce düz olan köprü batıya doğru dönerek keskin bir dirsek meydana getirmektedir. Köprünün döşeme kısmı basamaklı şekilde yapılmış olup, her iki yönünde dörder basamağı bulunmaktadır. Köprünün boyu 20.68 m.dir. Bayındır Köprüsü 1954 yılında onarılmış ve Harabeşehir halkı tarafından kullanılmaktadır. Ancak dar ve basamaklı oluşundan ötürü de üzerinden vasıta geçmemektedir. Narlıdere (Kasrık) Köprüsü (Merkez) Bitlis-Baykan yolu üzerinde bulunan Narlıdere Köprüsü’nün kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı belli değildir. Bitlis’in en güzel köprüsü olup, büyük olasılıkla Osmanlılar zamanında, XVI-XVII.yüzyılda yapılmıştır. Tahtısüleyman Deresi Köprüsü (Ahlat) Ahlat-Tatvan yolu üzerindeki Tahtısüleyman Deresi Köprüsü'nün kitabesi olmadığından ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Yalnızca köprü üzerinde 1951 yılında onarıldığını gösteren bir levha bulunmaktadır. Köprü tek gözlü ve sivri kemerlidir. Boyu 14 m., kemer yüksekliği 4.20 m.dir. Günümüzde kullanılmaktadır.
-
Bitlis Dergâhları Memi Dede Dergahı (Merkez) Bitlis, Zeydan Mahallesi Alemdar Sokağı’nda bulunan bu dergahı Mehmet oğlu Ahmet Yunus tarafından Memi Dede adına l572 de yaptırmıştır. Dergah geniş bir alana yayılmış olup iki büyük yapıdan meydana gelmiştir. Bu yapılardan birisi Memi Dede’nin dergahı, diğeri de ona bitişik olan türbesidir.Yapı kesme taştan yapılmıştır.Güneyinden Bitlis Deresi geçtiğinden ötürü güney duvarları daha yüksek tutulmuştur. Dergah L şeklinde bir plan göstermekte olup bu binanın yarısı mescit diğer yarısı da türbeden meydana gelmiştir. Girişten tonoz örtülü kare bir mekana girilmektedir. Güney duvarında dışa doğru hafif bir çıkıntı yapan mihrap ve bunun yanında bir pencere bulunmaktadır. Girişin solundaki kapıdan da dergah olarak kullanılan dikdörtgen planlı bölüme geçilmektedir. İki pencere ile aydınlatılan b bölümün de üzeri tonoz örülüdür. Mescidin batsında Memi Dede’nin türbesi bulunmaktadır. Türbe,kare kaideli olmasına karşılık içeriden silindirik ,dıştan da on iki kenarlıdır. Türbenin altında mumyalık bölümünün olduğu sanılmaktadır. Türbe bütünüyle taştan yapılmıştır. Giriş kapısı doğrudan mescide açılmaktadır. Türbenin mescide açılan pencerenin taş işçiliği ,karşısındaki Hatibiye Medresesi bezemeleri ile çok yakın benzerlik göstermektedir. Türbenin üzeri de mescit gibi tonoz örtülüdür. Memi Dede Dergahı ve Türbesi sade, bezemesiz iki yapıdır. Hacı Hasan Hoca Sirvani Dergahı Bitlis, Kurubulak Mahallesi’nde, yamaçta bulunan Hacı Hasan Hoca Sirvani Dergahının içerisinde iki kitabe bulunmaktadır. Bu kitabelerden birisinde l822 tarihi yazılı olup, diğer kitabe okunamamaktadır. Bu durumda dergah XIX.yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı açıklık kazanmaktadır. Hacı Hasan Hoca l887’de ölmüş ve türbesini de Şerefhan sülalesinden Cevahir Hatun yaptırmıştır. Dergah meyilli bir arazide yapılmıştır.Oldukça küçük olan dergah ve yanındaki türbesi küçük bir yapı topluluğu oluşturmaktadır. Arazi konumundan ötürü dergahın altındaki küçük mekanın çilehane olduğu sanılmaktadır. Kesme taştan dergahın duvarları oldukça alçak olmasına karışlık üst örtüsünde türbe bölümünün oldukça yüksek piramidal külahı ile oldukça iddialı bir görünümü vardır. Yapı topluluğu dikdörtgen planlıdır. Dergah bu plan düzenin de içerisine küçük hücreler halinde sığdırılmıştır. Büyük hücrenin kuzeyinde ve Türbe kapısının açıldığı küçük kubbeli hücrelere,diğer bir kapıdan da doğudaki küçük hücrelere geçilmektedir. Güney batıdaki Hacı Hasan Hoca’nın türbesi diğerlerinden daha büyük ölçüdedir. Bu kısımda dört kenarlı bir piramit şeklinde çatı içeriden de açıkça kendini göstermektedir. Türbe içerisini güney ve batı kenarındaki pencereler aydınlatmaktadır. Yapı içerisindeki küçük bölümler, pandantifli kubbelerle, büyük bölümler de tonozlarla örtülmüştür. Dergah, yapılışından sonra çeşitli dönemlerde yapılan eklerle genişletilmiştir. Bu arada kuzeydeki bordürleri onarımlar sırasında yenilenmiştir.
-
Bitlis El Sanatları İlimizde geçmişte ve günümüzde yapımı devam eden el sanatların şöyle sıralayabiliriz. Gej ( Yöresel Kumaş ) Mutki ve Hizan İlçelerinde dokunmakta olan bu el sanatı İl Kültür Müdürlüğü ile Mutki Halk eğitim Merkezi Müdürlüğünce açılan kurslarla desteklenmektedir. Yöresel elbiseler sadece Halk oyunlarında kullanılmaktadır. Hammadde ve pazarlama sıkıntısı çekilmektedir. Seccade ve Heybe: Bitlis İl Merkezi ile Tatvan ve Hizan ilçelerinde halkın kendi evinde kurduğu el tezgahlarında dokunmaktadır. Cacım Cacım İlimiz Tatvan ilçesinde dokunmaktadır. Aba Aba dokuma iki çeşit olarak dokunmaktadır, Birincisi keçi kılından ikincisi ise tiftik yünden dokunmaktadır, kıl dokuma kısa kollu, tiftik dokuma ise yelek olarak dokunmaktadır. Aba dokuma Mutki ilçesinde yapılmakta ve Mutki Halk eğitim Merkezi Müdürlüğünce açılan kurslarla devam sürdürülmektedir. Abalar modern giyside kullanılabilecek durumdadır. Hammadde ve pazarlama sıkıntısı çekilmektedir. Bitlis Kuşağı Tatvan ilçesinde dokunmaktadır,halk oyunları aksesuarı olarak kullanılmaktadır. Sadece Halk oyunlarında kulanılmaktadır. b ) Dokuma Tezgahlarında Dokunan El Sanatları Halıcılık İlimizde Halıcılık Sümer Halı destekli olarak halıcılık yapılmaktadır. Sümer Halı Tatvan ve Hizan İlçesinde faaliyetleri devam ettirmektedir. 2000 yılı içinde de İl Kültür Müdürlüğünce halıcılık kursuna başlanılmıştır. Kilimcilik İlimizde Kilimcilik Ahlat ve Adilcevaz İlçelerinde faaliyetlerinin sürdürmektedirler. Bu atölyeler İlçe Kaymakamlıkları Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarınca sürdürülmektedir. c) Yöresel Ayakkabı Harik Yöreye has olan bu ayakkabı ( Harik ) İl Merkezinde İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün bünyesinde açılan kurslarla faaliyetlerine devam etmektedir. Yöresel Ayakkabı ( Harik) Halkoyunlarında, özel günlerde ve süs olarak şark köşesinde kullanılır. Pazarlama sıkıntısı çekilmektedir. d) Toprak Seramik (Çömlekçilik) İlimizde toprak seramik Mutki İlçesi Kavakbaşı Beldesi ile Güroymak İlçesi Günkırı köyünde faaliyetleri devam etmektedir. e) İğne ve Boncuk Oyası Nineden toruna geçen ve eli biraz iğne tutabilen kız çocuklarının ilk öğrendikleri el sanatıdır. f) Taş İşçiliği Sivil mimari tarzını oluşturan Taş İşçiliği Sanatı zarafet ve inceliği ile göz kamaştıran bir sanattır. Ahlat İlçesinde taş işçiliği sanatı yapılmakta, bu sanatı destekleme amacı doğrultusunda Ahlat Kaymakamlığınca geleneksel olarak her yıl yarışma düzenlenmektedir. Taş işçiliğinin maliyetli olması insanları daha ucuz malzemeye yönlendirmektedir. g) Bastonculuk Ahlat ve Adilcevaz İlçelerinde yapılan Ahlat Bastonu ile ün salan bu el sanatı, ceviz, karaağaç, dut ve kiraz ağaçlarını el marifetiyle yöresel desen oymak ve kemik işlenerek vernik veya golmak cila ile cilalanarak Selçuklu motifleri ile süslenmektedir. Bastonculuk sanatına desteklemek için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Ahlat Kaymakamlığınca geleneksel yarışmalar düzenlenmektedir.
-
HALK MÜZİĞİ ve HALKOYUNLARI Bitlis folklorunun, renkliliği ve özgünlüğüyle Doğu Anadolu Bölgesi folkloru önemli bir yeri vardır. Yöre insanının zor koşullar içindeki sevdalan, ayrılıkları, ölümler, doğa olayları karşısındaki duygulanışları, halk edebiyatı ürünlerine yansımıştır. Bitlis yöresi, maniler, türküler, deyişler, söylenceler, atasözleri ve bilmeceler açısından zengindir. Yöresel halk edebiyatı ürünlerinin çoğu anonimdir. Deyişleri günümüze ulaşabilmiş halk ozanlarının sayısıysa azdır. HALK MÜZİĞİ Bitlis folklor ürünlerinde doğal çevrenin ve toplumsal yaşamın etkileri açıkça görülür. Halk müziğinde ve oyunlarında bu etki daha da belirgindir. Bitlis, uzun hava yöresidir. Halay çekilirken bile arada sazlar susar uzun hava söylenir. Bu gelenek, günümüzde de tüm canlılığı ile sürmektedir. Uzun hava sözleri okunduktan sonra davul zuma, yemden halay ezgisini çalar ve oyun sürer. Bitlis halk oyunlarında ve müziğinde komşu illerin ezgi ve oyunlarıyla benzerlikler görülür. Aynca, eski aşıklardan Kerem, Ercişli Emrah, Dervişoğlu Sümmani, Köroğu vb. ozanların deyişleri söylenir. Bunlardan başka; maniler, sayacı türküleri, muammaalar, beriteler (halay çekerken söylenen döndürmeli türküler), dağ havalan, yayla havalan, gelin ile yolcu, gelin ile kız ve oğlan deyişleri, kış-yaz gibi mevsimlerle ilgili türküler, Dervişoğlu-Karari atışmalan, yağmur duası, güneş duası gibi müzikli tekerlemeler bölgenin sözlü müzik folklorunu oluşturur. Maniler, düz mani ve hoyrat mani olarak da söylenir. Bitlis Halk müziğinin, yanaşık ve komşu seslerin çokça kullanıldığı bir ezgi yapısı vardır. Bu ezgiler, geniş aralıklardan çok 41ü ve 5'liler içinde sürer. En geniş türküleri bir 81i içindedir. Devinimli sıcak, has ezgiler çoğunluktadır. Yörede tavır bakımından Van, Muş, Ağn gibi komşu illere çok yaklaşan ve zaman zaman Erzurum'u anımsatan türkülere de rastlanır. Daha çok nefesli sazlara özenilmiştir. Davul, zuma, dilli, dilsiz kavallar, çoban düdükleri, kartal kemiğinden yapılan çığırtma türünden nefesli sazlar büyük bir ustalıkla çalınır. Aynca, kemence delikleri yaylı halk sazları da vardır ki, gövdesi ve sapı ceviz ağacından yapılır. Üç tellidir. Teller ve yay at kuyruğu kıllanndandır. Vurmalı sazlann başında davul ve tef vardır. Bitlis halk müziği ve oyunlannın ritmik yapısı şöyle özetlenebilir: 2, 3, 4 zamanlı ana usuller, bunlann üçerli biçimi olan 6 ve 12 sekizlik ezgiler, 5 ve 10 zamanlı türkü ve oyun havalan çoğunluktadır. Halay havalanmn bir bölümü ana usulle başlayıp üçerli biçime, ya da üçerli biçimle başlayıp düz ana usullere dönüşmektedir. Bitlis'ten derlenen türkü ve halay havalanmn bir bölümü şunlardır: Bitlis'in Yollan, Bağa Vardım, Yoncalar, Dideban Üstündeyim, Oynama Yorulurum, Memmi, Gök Meydan Baş Aşağı, Bitlis'te Beş Minare, maniler, beriteler, Yaz Olanda Bu Yaylayı Gezmeli, Sofi Gardaş, Üç Memeleket Gördüm Men, toy güvenk havalan (topluca türkülü oyun), gelin-kız deyişmesi, gelin-kız-oğlan deyişmesi, Yeri Yeri Han Bağına, deyişmeler, Bugün Nazlı Yardan Bir Name Geldi, Bugün Üç Güzelin Seyrin Eyledim, Bu Su Böyle Akarsa, Can Meral Can, Ağır Güvenk, Arkuşta, Bitlis Koçerisi, Çarşıbaşı, Çarşıda Atlar, Değirmenci, Dokuz Ayak, Garzani, Gaşmk, Gorani, Güvende, Henhemmi, Hımhımını, Kevaş, Kevenk (Güvenk), Kılıçkalkan, Koç Halayı, Lezgi, Lorke, Meryem, Meryem Harkuştası, Meral, Meyroki, Mutki, Papuri, Sepi, Süzme, Temirağa, Teşi, Tiringo vb. HALKOYUNLARI Bitlis yöresinde halk oyunlarının çok çeşitli ve özgün örneklerine rastlanmaktadır. Oyunlar genellikle halay ya da bar biçimindedir. Halay, Bitlis'te "Berite" adım alır. Halkuşta, Çarşıbaşı, Süzme Oyunu, Garzane, Temirağa, Harkusta, Tiringo, halay türü oyunlardır. Bitlis Ban, Nari, Aşırma bar özelliğini taşır. Oyunlar genelde insanın sertlik, birlik-beraberlik ve insan sevgisi duygularını ifade eder. Oyunlar, koreografik düzenlen yönünden çeşitlilik gösterir. Sıralarda bağlantılar, çeşitli biçimlerde olur. Değirmenci'de, Govenk'te, Nare'de, Temirağa'da oyuncular, birbirlerini parmaklarından tutar, Hımhimi'de kol kola girer, Tenzere'de parmaklar kenetlenir. Barlarda eller taraklanır. Düz halayda oyuncular birbirlerine sarılır. Yallı'da tutuşmalar omuzdandır. Tiringo, Papuri oyunlan kadınlı, erkekli karma oynanır. Karma oyunlarda kadınlı erkekli dizilişler değişik olur. Nanaylar'da iç içe halkalar oluşturulur. Erkekler, çoğunlukla iç halkadadır. Oyunlar çabuk ve karmaşıktır. Devinimler zengindir. Yöre oyunlarında rastlanan bir özellik de, değişik biçimlerdeki el vuruşmalardır. Mutki Harkuştası'nda, Çiftler yan yana dururken el vuruştururlar. Meryem Harkuştası'nda ise ters yönden gelen çiftler birbirlerini bir boy geçtikten sonra dönüp ellerini vuruşturur, sonra elleri yukarda giderler. Oyunlar yerel giysilerle davul, zuma, bağlama, kaval, tef eşliğinde oynanır. Bazılarında oyuncular, müziğe sözle katılır. * YÖRE OYUNLARINDAN ÖRNEKLER Gövenk (Güvenk): Oyun gelinle güvey ailesini tanıştırmayı amaçlar. Kadınlar karşılama biçiminde oynandığı gibi, karma olarak da oynanmaktadır. Halay türü ağır oynanan bir oyundur, adım sözlerinden alır. Nare: Halay türündendir. Kadm-erkek bağlı dizilişle oynanan ağır ve yalın bir oyundur. Çarşnda Atîas: Sözlü, bağlı ve kadınlar arasında oynanan bir halay türüdür. Sıra biçiminde oynanır, tutuşmalar omuzdandır. Sert, devinimli figürleri vardır. Def eşliğinde oynanır. Memoş: Kadınlar elde mendil, tek olarak, def eşliğinde oynar. Titreşme ve iki yana eğilme figürleri ağır basar. Boîağ (Bahk) Attım Havaya: Def eşliğinde oynanan kadın nanaylanndandır. Sıralar, omuzlar birbirine değecek biçimde, parmakların kenetlenmesiyle oluşur. Ağırlama bölümü bitirilip ikinci bölüme geçilirken, bağ çözülür. Bağsız, toplu oyun niteliğinde, önde ve yanlarda el çırparak oynamaya geçilir. Tînngo: Yörenin en devinimli oyunlarından birisidir. Ellerde kırmızı ve ak mendiller vardır. Mendiller sallanarak, ayaklar sağa-sola çapraz atılarak oynanır. Yalnız kadınlar ya da yalnız erkekler arasında oynandığı gibi, karma olarak da oynanmaktadır. Çok ritmik bir oyundur. Tenürağa: Halay türünde, çok yavaş başlayıp giderek hızlanan bir oyundur. Sözlerinin ezgisine uyularak ayaklar, sağa-sola sallanır. Meyroki: Hem erkekler, hem de kadınlar arasında oynanır. Daha çok titreme ve gösteriş oyunudur. İleri gidişlerde düz bir gidiş yerine önce sağa, sonra sola yürüyüşle bir yay çizilir. Garzane: Halay türündeki oyunun, başlıca özellikleri sürekli omuz titretme, sert ayak figürleri ve yumuşak baş devinimleridir. Harkuşta: Oyunda sertlik ve ağırbaşlılık egemendir. İkiye ayrılan gençler, müziğin ritmine uyarak savaş alanındaymışçasma kıran kırana bir gösteri yapar. Sert vurma, vurulan yerden ses çıkarma, oyunun başlıca özelliğidir. "Harkuşta", "vuruş" anlamındadır. AtHey: Kadm-erkek karışık oynanan halaylardandır. Titreme ve hızlı devinim, oyunun başlıca özelliğidir. Sepe: Halay türündeki bu oyunun başlıca özelliği, sağ ayağm üç kez öne sallanmasından sonra, sol ayakla bir duraklama yapılmasıdır. Tutuşmalar omuzdandır. Dokuzayak: Omuzlardan tutularak oynanan bu oyunda, ayak figürleri, ayaklardaki devinim ve canlılık önemlidir. Oyunda ayak dokuz kez sallandığı için bu oyuna dokuzayak denmiştir. Yörede, "Nehpi" adıyla da bilinmektedir. Botane: Bu oyun Siirt yakınındaki Botan Çayından almaktadır. Hızlı başlayan, birden yavaşlayan figürler, bu çaym akışım andırmaktadır
-
GİYİM ve KUŞAM Halkoyunlarında olduğu gibi yöresel giysilerde de bir zenginlik ve çeşitlilik bulunmaktadır. Bitlis halkı, yöresel giysilerini çok yönlü düşüncelerle seçmiş ve kullanmıştır. Kadın Giysileri: Kadın giysileri oldukça geniş bir zenginlik gösterir. Hatta kadının giyinişine göre onun evli, bekar, nişanlı olup olmadığı kolayca anlaşılır. Kadınların kullandığı giysiler kısaca şunlardır: 1 – Baş Kofi: Başa geçirilen fes benzeri, kenarları çuhaya benzeyen kumaşla çevrilmiş, tepe kısmı ipek veya benzeri ipliklerle elde işlenmiştir. Kofinin çevresinden sırta ve omuzlara doğru sarkan püsküller bulunur. Alın tarafına gelen kısmına ise “Tikme” adı verilen küçük altınlar (genellikle çeyrek altın) dizilir. Merheme (Leçek – Laçik): Saçlar görülmeyecek şekilde boydan boya başa örtülen ince, beyaz ve sık dokunmuş örtüdür. Etrafı elle örülmüş oyalar veya pullarla çevrelidir. a) Puşu: Serpuş da denilen bu giysi, başın çevresine alından geçirilmek Suretiyle merheme üzerine sarılır. Sol tarafta düğümlenerek aşağıya doğru sarkıtılır. Bazı yörelerde birden fazla olduğu da görülmektedir. B ) Hızma: Tek burun deliğine veya burnun iki tarafına madenden yapılma (genellikle gümüşten), içten vidalı veya geçmeli olarak takılan bir çeşit süs eşyasıdır. c) Tikme: Kırmızı veya siyah renkli, kofiden daha kısa kenarlı olup başa giyilen bir giysidir. Bu giysi, alın hizasında olup üzeri, Hamidiyelerle süslü, zenginlerin giydiği bir başlık şeklidir. 2 – Boyun Özellikle genç kızların boyunlarına bol miktarda ve değişik şekil ve renklerde boncuk asılır. Bu adet köylerde yapılmakta ve halen de devam etmektedir. Zengin olanlar, bunların dışında ip şekline getirilmiş olan kumaşın üzerine kulplu altın takarlar. 3 – Vücut Fistan: Genellikle kadife veya setenden yapılmış elbisedir. Bu elbiselerin üzerine renkli işlemelerle çeşitli motifler veya sırma işlemeler yapılır. Kolları uzun, belden aşağısı geniş ve uzundur. Cepken: Fistan üzerine giyilen, kadife veya diğer kumaşlardan yapılan yarım boy giysi veya yelektir. Cepken değişik renklerde olduğu gibi, uzaktan bakıldığında göz alıcı bir şekildedir. Kemer: Fistanın üzerinde takılan, kalın deriden yapılan ve “palaska” adı verilen kemerdir. Fistanın, ön taraftan iki ucu bu kemerin altına sokulur. Nedeni; hem uzun olan eteğin yere sürünmesini önlemek, hem de iç kısma giyilen diğer elbiselerin görünmesini sağlamaktır. 3 – Ayaklar Köy kadınları ayaklarına yünden örünmüş değişik renkteki çorapları giyerler. Ayakkabı olarak “Trabzon” adı verilen lastik ayakkabı, aynı tipte yapılmış renkli naylon ayakkabı veya ender de olsa Harik giyilir. Eski tarihlerde köy kadınları ayaklarına halhal takarlardı. Erkek Giysileri: 1 – Baş Puşu: Kadınlarda olduğu gibi erkekler de bu giysiyi kullanmaktadırlar. Özel kumaştan yapılarak, renk ve dokunuşlarına göre isimlendirilirler. Siyah, mavi, mor, beyaz, kırmızı puşu, altuniye ve desenli puşu şeklinde isimlendirilirler. Egal: Erkeklerin kış aylarında başlarına bağladıkları, yün ve pamuktan dokunan, siyah ve mor renkli giysilerdir. 2 - Vücut a) Köynek: Erkeklerin iç kısma giydiği, desenli kumaştan yapılan düğmeli bir giysidir. Şal: Tiftik yününden yapılmış özel pantolondur. Her tarafı bol paçalı olup, ayağın üzerine kadar uzanır. Bele, pamuk ipliğinden yapılmış “uhçur” la bağlanır. Kemer takılanlara rastlamakta mümkündür. Şapik: “Gej” (tiftik keçisinin kılları ile dokunan, mekik sayısına göre kalitesi değişen, kışın sıcak, yarın serin tutmasıyla özellik gösteren, yöreye mahsus bir kumaş) adı verilen özel kumaştan yapılır. Ceket gibi kullanılan düğmesiz bir giysidir. Önü ve kol altları açıktır (yaz aylarında giyildiğinde hava almayı sağlar). Kol ağızları geriye doğru kıvrık olup, renkli kumaştan yapılır. Bu giysiler; el tezgahlarında, yün ve tiftikten dokunur. Kollarda ayrıca “Cellahi” adı verilen, bir metre boyunda, beyaz kumaştan yapılmış ve kola pazu kısmından bağlanan kol bağı bulunur. Şapikin içine yarım dik veya yakasız iç gömleği giyilir. Bu gömleğin kollarında 50 – 60 cm. uzunluğunda, beyaz kumaştan yapılmış, 3 – 5 cm. eninde bir ek kumaş bulunur. “Salte” adı verile bu ek parça, şapik giyildikten sonra geniş olan kolların devamlı olarak aşağıya doğru düşmemesini, yapılan işe mani olmaması için şapikin üzerine sarılarak dirsek hizasında bağlanır. Bu yeleğin her iki yanı işlemelidir. Yine yeleğin her iki yanında el işiyle yapılmış cep bulunur. Aba: Keçi derisinden yapılmış, kolsuz ve tüylerle kaplı, kış aylarında soğuktan korunmak gayesiyle giyilen bir giysidir. 3 – Ayak Harik: Üstü keçi tüyünden örülmüş, altı ise kendir ipinden dokunan bir ayakkabıdır. Serin tutması nedeniyle genellikle yaz aylarında giyilir. Çorap: Düz beyaz, renkli, veya desenli olarak yünden örülür. Çarık: Manda derisinden yapılır. Kadın ve erkekler dört mevsimde de giyerler. Uzun deri ip bağları ile bileğe bağlanırlar. Anadolu nun yabancı olmadığı bir giyecektir.
-
BİTLİS YEMEKLERİ BÜRYAN KEBABI Anadolu’nun bazı yerlerinde yapılan tandır kebabından çok farklı bir şekilde yapılan büryan için “Hevur” denilen erkek keçi eti tercih edilir, bulunmadığı taktirde erkek koyun eti kullanılır, kebabın yapılışında büyük bir rol oynayan tandırın ebatları şöyledir; Ham toprakta 2,5m derinliğinde bir çukur kazılır. Çukurun ağız genişliği 45 cm, dip genişliği ise 125 cm’dir. Büryancı piyasanın en nazik ve yağlı etinden birkaç gövde alır gövde dışındaki yağları kopmayacak şekilde kat kat bıçakla etten ayırarak sarkıtılır. Bu et iyice yıkandıktan sonra ince tuzla her tarafı iyice tuzlanır. Gövdenin üst tarafına fazlaca tuz vurulur. Büryancılar etin durumuna göre ne kadar tuz vurulacağı konusunda ihtisas sahibidirler. Tandırda alevli ateş yanıp söndükten ve tavını aldıktan sonra madeni bir leğene bir miktar su konulup, çengeller takılarak tandırın dibine indirilir. Et gövdelerinin de üst tarafına çengeller takılarak tandırın ağzına bırakılan demir çubuktan sarkıtılır. Taş olan tandır kapağı kapatılarak etrafı kırmızı çamurla hava almayacak şekilde sıvanır. Böylelikle et tandırın içerisinde hem pişer hem de suyun buharı ile yumuşar. Tandırın ağzı etin hususiyetine göre 45 dakika ile 1 saat arasındaki bir zamanda açılır ve yerine asılarak kebaplar servise çıkarılır. Bu sırada dikkatle bakıldığı zaman tuz eriğinin etin etrafında adeta bir kabuklaşma meydana getirdiği görülür. Büryanın sıcağı makbuldür. Bunu temin için büryancı uzun müddet sıcaklığını muhafaza eden tandıra soğuyan gövdeleri tandıra indirir ve servis için tandırdan sıcak gövdeleri çıkarır. Garnitür olarak yaygın bir şekilde yaş üzüm tercih edilir. Evlerde böyle bir kebap olanağı olmadığından, sadece büryancılardan temin edilir. Etteki besleyici maddelerin kaybolmamasından dolayı besin değeri oldukça yüksek bir yemek türüdür. BULGURLU SULU KÖFTE MALZEME: Kıyma 250 gr. İnce bulgur 2 su bardağı Soğan 1 adet Salça 1 yemek kaşığı Sıvı yağ 3 yemek kaşığı Sumak suyu 1/3 su bardağı Reyhan 2 yemek kaşığı Kırmızı toz biber 1 tatlı kaşığı Tuz YAPILIŞI: 1. Kıyma ve bulgur karıştırılır, tuz ve kırmızı biber ilave edilerek iyice yoğrulur. Fındık büyüklüğünde parçalar alınarak yuvarlanır. 2. İnce doğranmış soğan yağda hafif pembeleştirilirken salça ilave edilir. Daha sonra tencere yarı yarıya su ile doldurulur. Su kaynatılır. 3. Su kaynadığında tuz ilave edilerek köfteler salınır. 4. Köftelerin pişmesine yakın sumak suyu ve reyhan ilave edilir. Bir iki taşım kaynadıktan sonra ateşten alınır. Not: 1- Sumak suyu yerine l limonun suyu da kullanılabilir. 2- Bitlis yöresi Ramazan yemeklerindendir. KATIKLI DOLMA Malzemeler: 1 adet kara kabak 250 gr kıyma 2 adet iri kuru soğan 1 çorba kaşığı kuru reyhan 1 tatlı kaşığı karabiber 1 tatlı kaşığı tuz Üzeri için: 1 kase yoğurt 3-4 diş sarımsak 2 çorba kaşığı tereyağı 1 tatlı kaşığı kırmızı pul biber Yapımı: Bal kabağına benzeyen kara kabağın kalın kabuğu satırla soyulur. Ortadan ikiye kesilir, çekirdekleri çıkarılır. Kenarlarından şerit şeklinde kesilir. Kabak şeritlerin yumuşaması için üzerine tuz konur, hafif ovulur. (Yapış yapış olması normaldir.) Sonra yıkanır. Kıyma, rende soğan, reyhan, tuz, rende soğan ve karabiber iyice yoğrulur. Köfte gibi , ceviz büyüklüğünde toplar yapılır. Bu toplar şerit şeklinde kabaklara sarılır. Daha sonra dolmalar az suda , kısık ateşte haşlanır. Servis tabağına aktarılır. Üzerine sarımsaklı yoğurt ve yakılmış tereyağ-pul biber karışımı gezdirilir. ŞİRİN KAYGANAK 6 yumurta 100 gr tereyağı 2 su bardağı pekmez Yarım su bardağı su Yarım su bardağı tozşeker 1. Yumurtaları iyice çırpın. Tereyağını tavada kızdırın. Çırpılmış yumurtayı tel süzgeçten ince ince kızgın yağa akıtın. Tel tel olacak şekilde pembeleşinceye kadar çatalla karıştırın. 2. Pekmez, su ve tozşekeri bir tencereye alıp kaynatın. Kızartılmış yumurtanın üzerine gezdirerek dökün. Bir taşım daha kaynatıp servis tabağına alın. Sıcak olarak servis yapın. ŞEKER HELVASI 250 gr tereyağı 2 su bardağı un 1 su bardağı süt 2 su bardağı tozşeker 1 su bardağı çekilmiş ceviziçi 4-5 ceviz içi 1. Tereyağını eritin. Unu ekleyip tahta kaşıkla sürekli karıştırarak orta ateşte kavurun. Pembeleşmeye başlayınca çekilmiş ceviziçini ilave edip 15-20 dakika daha kavurun. Tozşeker ve sütü ekleyin. 5 dakika daha sürekli karıştırarak kavurup ateşten alın. 2. Pişen helvayı düz bir servis tabağına veya tepsiye bastırarak yayıp soğumaya bırakın. Dilediğiniz şekilde dilimleyip her dilimin ortasına yarım ceviziçi yerleştirin. Tabağın çevresini çekilmiş ceviz serperek süsleyip soğuk veya ılık olarak servis yapın. CİGER TABLAMASI 1 koyun ciğeri 4 su bardağı ince bulgur Tuz, karabiber 1 tatlı kaşığı reyhan otu 1 tatlı kaşığı kırmızı tozbiber 3-4 çorba kaşığı tereyağı 1. Koyun ciğerini ince ince kıyın ya da kıyma makinasında çekin bulguru ekleyip iyice yoğurun. Tuz, karabiber ve reyhanotu ilave edip köfte hamuru haline getirin. 2. Köfte harcından ceviz büyüklüğünde parçalar alıp elinizde yuvarlayın. Yassılaştırarak 1 cm kalınlığında köfteler yapın. Köfteleri 20-25 dakika dinlendirin. Bir tencereye su doldurup kaynatın. Köfteleri kaynar suda pişirip süzgeçle servis tabağına alın. 3. Tereyağını küçük bir tavada eritin. Kırmızı tozbiberi ekleyip kızdırın. Köftelerin üzerine gezdirip sıcak olarak servis yapın. BİTLİS KÖFTESİ 3 soğan 1 kahve fincanı sıvıyağ 1 kahve fincanı pirinç 3.5 su bardağı su Yarım nar 2 su bardağı ince bulgur 350 gr iki kez çekilmiş yağsız kıyma 1 yumurta 2 tatlı kaşığı tuz Karabiber Kırmızı tozbiber 1. Soğanları soyup ince ince doğrayın. Sıvıyağın yarısını tencereye alıp soğanı pembeleştirin. Pirinci yıkayıp süzün. Kavrulmakta olan soğana ekleyip bir iki kez karıştırın 1 bardak kadar sıcak su ve yarım tatlı kaşığı tuz ekleyin, karıştırın. Suyunu çekinceye kadar 10-15 dakika pişirip ocaktan alın. Nar taneleri ve karabiberi ekleyip karıştırın. 2. Bulguru geniş bir kaba alıp üzerine 1 su bardağı soğuk su serperek ıslatın. Üzerini kapatıp 10 dakika bekletin. 3. Kıyma, yumurta ve 1 tatlı kaşığı tuzu bulgura ilave edip iyice pekişene kadar 15-20 dakika yoğurun. Top şekline getirin, üzerine nemli bez örtüp 10 dakika bekletin. 4. Elinizi ıslatarak köfte harcından ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp yuvarlayın. Köftelerin ortasını çukurlaştırarak içine hazırladığınız pirinçli karışımdan doldurup içli köfte şeklinde kapatın. 5. Kalan suyu tencerede kaynatın. Köfteleri delikli süzgece (kevgire) alın. Süzgeci suya değmeyecek şekilde tencerenin üzerine yerleştirip kapağını kapatın. Köfteleri kaynayan suyun buharında 25-30 dakika kadar pişirin. 6. Köfteleri servis tabağına alın. Haşlama suyuna kalan yağı ve kırmızı tozbiberi ekleyip birkaç dakika kaynatın. 7. Sosu köftelerin üzerine gezdirip sıcak olarak servis yapın. AYVANET 5 yumurta 1.5 su bardağı un 3 çorba kaşığı tereyağı 1 su bardağı yoğurt Yarım çorba kaşığı biber salçası 1 kahve fincanı su 2 diş sarımsak Pulbiber, nane Tuz 1. Yumurtaları derin bir kaba kırıp un ve tuz ilave ederek çırpın. Krep hamuru kıvamında pürüzsüz bir karışım hazırlayın. 2. Geniş bir tavada 3 çorba kaşığı tereyağını eritin. Hazırladığınız krep hamurunu 4'e bölüp tavaya 4 seferde dökerek iki taraflı kızartın. Biber salçasını 1 kahve fincanı su ile ezin. Sarımsakları ezip yoğurtla karıştırın ve iyice çırpın. 3. Servis tabaklarına birer krep yerleştirip üzerlerine sarımsaklı yoğurdu paylaştırın. Salça sosunu gezdirip pulbiber ve kuru naneyle süsleyin. Sıcak olarak servis yapın. KİLORİK 1 çay bardağı yeşil mercimek 1 su bardağı nohut 2 adet kuru soğan 1 dolu çorba kaşığı salça 1,5 çay bardağı sıvıyağ 3 su bardağı su 1 çay kaşığı tuz Köfte için: 300 gr orta yağlı kıyma 1,5 çay bardağı köftelik bulgur 1 avuç kuru reyhan 1 çay kaşığı karabiber 1 çay kaşığı kimyon 1 çay kaşığı tuz Nohut ve yeşil mercimek ayrı ayrı haşlanır. yoğurma kabına bulgur konur. Üzerine 1 çay bardağı ılık su eklenir, 5 dakika bekletilir. Sonra diğer köfte malzemeleri katılır ve bütünleşene kadar yoğrulur. Misketten biraz ufak köfteler yuvarlanır. Diğer tencerede yarım daire şeklinde doğranmış soğan yağda pembeleştirilir. Üzerine salça, tuz eklenir. Birkaç kez çevirdikten sonra sıcak su, haşlanmış mercimek ve nohut ilave edilir. Karışım tamamen kaynama noktasına gelince köfteler atılır. Orta ateşte yaklaşık 20-25 dakika pişirilir. Arzuya göre kilorike limon da eklenebilir. YOĞURTLU BİTLİS DOLMASI 6-8 kişilik 3 adet yumurta 5 çorba kaşığı zeytinyağı 2 çorba kaşığı yoğurt 1 tatlı kaşığı karbonat 1 çorba kaşığı susam 1 paket vanilya 6-7 çorba kaşığı un Kızartmak için: Sıvıyağ Şerbet için: 2,5 su bardağı tozşeker 2,5 su bardağı su Ön hazırlık olarak şerbeti hazırlayın. Bunun için de şeker ve suyu kaynatın. Soğumaya bırakın. Bir kaba yumurta, zeytinyağı, yoğurt, karbonat, susam, vanilya ve unu koyun. Bütün malzemeleri boza kıvamına gelene dek çırpın. Yağı ocağa koyup, kızdırın. Kızan yağın içine hazırlanan hamurdan tatlı kaşığı ile alıp yavaş yavaş dökün. Kızarana dek sık sık karıştırın. Kızaran hamurları bir servis tabağına alın. Bir kenarda ılınmaya bırakın. Hazırlanan şerbeti bir kaseye koyun. Kızaran ılık hamurları şerbete batırıp, servis yapın. SİLLE 4 kişilik 2 adet soğan 2 çorba kaşığı salça 2 çorba kaşığa margarin 4 su bardağı et suyu Yarım su bardağı köftelik bulgur 1 çorba kaşığı reyhan Tuz Karabiber Yarım limonun suyu Üzerine: Yarım demet taze soğan Tencereye soğanları küp doğrayın. Salça ve margarini ekleyerek 5 dakika soteleyin. Ardından suyu ekleyip, su kaynayınca bulgur, reyhan, tuz, karabiber ve limon suyunu ekleyin. 10 dakika daha kaynatın. Ocaktan indirmeden önce taze soğanları ince doğrayın. Çorbaya ilave edin. Ocaktan alarak sıcak olarak servis yapın. Not: Arzuya göre haşlanmış yeşil mercimek de koyabilirsiniz. KIŞ TÜRLÜSÜ 4 kişilik 2 su bardağı kurutulmuş taze fasulye 5 adet kurutulmuş patlıcan 5 adet kurutulmuş biber 5 adet kurutulmuş domates 250 gram kuşbaşı kuzu eti 2 çorba kaşığı margarin 2 adet kuru soğan 2 çorba kaşığı biber salçası 1 su bardağı su Fasulye, patlıcan, biber ve domatesi ayrı ayrı, yumuşayana dek haşlayıp süzün. Bu arada tencereye küp doğranmış soğanları ekleyin. Margarin ve salça ile etleri ilave edin. Etler yumuşayana dek kavurun. Gerekirse su ilave edin. Daha sonra haşlanıp süzülmüş sebzeleri ilave edin ve suyu ekleyerek kaynamaya bırakın. 10 dakika daha kaynatıp, ocaktan alın. Turşu ile birlikte servis yapın.
-
GELENEK ve İNANIŞLAR I. Doğum Gelenekleri Bitlis'te hamile kadına "aylı kadın" denilir. Hamileliğin ilk dönemleri aile: fertlerinden gizlenir. Ancak fiziki değişiklikle hamilelikten hane halkının haberinin 1 olmasından sonra gelin annesine, oğlan anne: ve babasına ilk müjdeyi verenler para ve hediyelerle ödüllendirilirler. . Hamilelik döneminde iki canlı diyerek, hamile kadın ağır işlerden uzak tutularak korunur. Doğacak çocuğun cinsiyeti hakkında ise hamile kadının fiziki değişikliklerine bakılarak fikir yürütülür. Yürüme, oturma ve kalkmada zorlanan, hareketleri ağırlaşan anne adayının karnı dik ve sivri olursa erkek, aşağı sarkık olursa kız çocuğu olacağı yorumu yapılır. Hamilelikte aşermeye Bitlis'te "yiriklemek" adı verilir. Bu dönemde gönlün çektiğinin yenilmemesi durumunda çocuğun sakat kalacağı veya düşük olacağı inancı yaygındır. Doğum kırsal kesimde yerli ebelerin yardımı 1ile yapılırken şehir merkezinde sağlık ocakları ve hastanede doktor kontrolünde yapılmaktadır. Doğum esnasında kız annesi orada bulunmaz. Doğumdan sonra kız annesine haber(müjde) verilir. Ve kızını görmeye gelir. Doğumun ikinci günü kız annesi tatlı gönderir. Çocuk: kız ise "murtoğe" erkek ise "şirin keynanah" yapılarak dağıtılır gelenler yer. Murtoğe unun yağda kavrulması ile hazırlanır. Şirin keynenah ise yağda pişirilmiş yumurta ve bal karışımı ile yapılır. Yeni anneyi ve bebeği görmeye gelenler: (hastaya başvurma) süt parası adı altında parayı yastığın altına korlar. Yeni doğum yapmış lohusa kadına "zestan" denilir. . Ve bir hafta yatakta dinlenir. Zestanlık süresi kırk gün olarak ~ bilinir ve bu dönemde yeni annenin Yemeklerine dikkat edilir. Doğumdan sonra çocuk yıkanır ve tuzlanır, ilk ezan vaktine kadar emzirilmez. Kulağına bir erkek tarafından dinine bağlı olsun, ilk duyduğu Allah kelamı olsun diye ezan okunur selavat getirilir ve bir göbek adı söylenir.Bu isim genelde dini şahsiyetlerin adları olur. Çocuğu yıkama 40 gün süresince çarşamba günleri dışında her gün yapılır. Yıkamanın çocuğun gelişimine ve sağlıklı olmasına yarayacağı inancı vardır. Çocuk ve lohusa (zestan) anne 40 gün kırk bas masından korunulur. Bu koruma usulleri saymakla bitmez. Kırktan anne kırk suyu dökerek (kırkıncı gün yıkanma) çıkar. Kırk Süresi içinde çocuk evden dışarı çıkarılmaz, çıkarılması gerekiyorsa kundağına ekmek bırakılır. Çocuk oda içerisinde yalnız bırakılmaz kırk basacağına cin çarpacağına inanılır. Aynı günlerde oğlan çocukların anne babaları 40 gün süresince birbirlerine gidemez ve konuşamazlar. Aksi ha linde 40 basacağına inanılır. Gece dünyaya gelen çocuğun ayağı ağır, gündüz dünyaya gelen çocuğun ayağı hafif sayılır. Bu sebeple bir işe başlarken işin çabuk bitmesi için o işin üzerine ayağı hafif çocuğun gelmesi istenir.. Çocuğun kundağı veya yastığına nazar değmemesi için mavi boncuk, nazarlık, çörek otu ve tuz konulan bez ve maşallah dikilir. II. Sünnet Gelenekleri Hayatın dönüm noktalarından biri de sünnet olayıdır. Sünnetin genelde yürümeye başladıktan sonra yapılması uygun görülür. Sünnet önceleri yaz aylarında Siirt ilinden Bitlis'e gelen gezgin sünnetçiler tarafından yapılırken günümüzde hastanelerde doktorlarca yapılan sünnetler artmıştır. Sünnet günü belirlenince çocuklar için fistan dikilir, lokum alınır ve kitve belirlenir. Komşu ve akrabalara haber verilir. Sünnet günü yere bir yastık atılır. Kirve çocuğun bacak altlarından kollarını geçirmek süreti ile çocuğun bileklerinden tutar ve yanlara doğru açar. Salavat getirilerek sünnet yapılır. Sünnet esnasında çocuğun ağlamaması için ağzına lokum konularak ağzı tatlandırılmaya çalışılır ki bu usulde çocuk boğulma tehlikesi geçirir. Bu nedenle sünnet anında lokum yedirme kısmen kalkmıştır. Sünnet bittikten sonra çocuk yatağına alınır, yere serilen sünnetçinin mendili üzerine hane halkı ve misafirler bahşiş atarlar. Daha sonra yemekler yenilir. Çalgı, (davul, zurna, def veya saz) eşliğinde türküler söylenip oyunlar oynanır. Sünnet düğününe katılanlar hediyelerle gelirler. Sünnetçi sünnetten sonra iki üç kez pansuman amacı ile eve gelerek pansuman yapar. Sünnette kirvelik önemli bir konu olup kirve olan kişi çocuğun masraflarını karşılar. Aile ile kirve arasında sıkı dostluk bağları kurulur. III. Evlenme Gelenekleri Evlenme olayı şehirde ayrı, köylerde ayrı şekilde yapılmaktadır. Köylerde çocuk denilecek yaşta evlenme olayı olur. Fakat şehir hayatında ise genellikle askerlikten sonra yapılır. Kız isteme, son zamanlara kadar görücü usuldeydi. Bu halen köylerde devam etmektedir. Görücü usulde evlenmede, kız genellikle hamamda beğenilir. Erkeğin annesi ve kız kardeşi tarafından beğenilen kız, erkeğin babasına ve evlenecek kişiye bildirilir. Kız istenmeye gitmeden evvel kız tarafına; “hayırlı bir iş için gelinmek istenildiğini, müsaade edilip edilmeyeceği” sorulur. Kız tarafı müsaade ettikten sonra oğlanın babası, akrabaları ve komşulardan sözü dinlenir, sayılır kişiler götürülür. “Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle” diyerek kız istenir. Kız tarafı genellikle cevap vermek için birkaç gün süre ister. Kız tarafı müsaade ettikten sonra el öpmeye gidilir. Genellikle kız istemeye giden aynı kişiler tekrar giderler. Bu defa kız isteme tamamlanmış olur. Damat adayının genç kardeşi, o yoksa en yakını bir genç tarafından başta kızın babası olmak üzere orada bulunulan kişilerin elleri öpülür. Buna el öpme adeti denir. Hemen arkasından dini törene geçilir. Zaten kız evine gelinirken, erkek tarafı yanlarında bir imam getirir. Dini törenden sonra kız evine getirilen ziynet eşyası, bir torba şeker (tatlıya bağlandığı için tatlı hediyedir) ve daha önce belirlenmiş olan başlık parası verilir. (Başlık parası köylerde ticari bir olay, şehirde ise bir adet olarak yapılır. Şehirdeki başlık parası cüzi bir miktar olup, süt parası veya İslamiyet’te belirtilen Nehr parası olarak alınır. Kız tarafı aldığı bu başlık parasının çok üstünde masraflar yapar.) Getirilen şekerden şerbet yapılıp içilir. Kadınlar arasında şeker kırma merasimi yapılır. El öpme ve şerbetten sonra her iki tarafın ortak olarak belirlediği zamanda düğün yapılır. Düğünler genellikle Pazar ve kısmen de Perşembe günleri yapılır. Düğünden üç gün evvel erkek tarafından kız evine “toyluk” adı verilen düğün eşyaları ve hediyeler gönderilir. Kız evinde, hazır bulunanlar önünde bu eşyalar açılır, sayım ve dökümü yapılır. Gelin adayına düğünden bir gün önce damat evinden elbise ve ayakkabılar gönderilir. Gönderilen bu elbise ve ayakkabılar geline giydirilerek, kız evinin davetlileri tarafından gelin hamama götürülür. Düğünden bir gün önce (düğün gecesi), kına gecesi düzenlenir. Erkek tarafı hediyeli olarak davetlilerle beraber kız evine giderler. Kına gecesi genellikle kadınlar arasında yapılır. Gecenin geç saatlerine kadar devam eden oyun ve eğlencelerden sonra, etrafına yanan mumlar (bu mumlar ince, helezonlu ve renkli olup “fint” olarak isimlendirilir) dikili bir tas içinde hazırlanmış kına getirilir. Erkek evinde damadın serçe parmağına, kız evinde ise gelin adayının ellerine yakılır. Gelinin eline, damadın serçe parmağına kınayı, gelin ve damadın yakın kız akrabası (kız kardeşi veya yeğeni) yakar. Kınayı yakanlara, damadın sağdıçları tarafından para verilir. Damadın sağdıçlar iki kişi olup birisi bekar, diğeri ise evli erkeklerdir. Düğün günü öğlene doğru erkek evinden kadın ve erkekli olarak büyük bir gurup halinde kız evine gidilir. Burada tekrar şerbet içilir. Şerbet içenler, tepsiye para atarlar. Kız evinde bir müddet kalındıktan sonra çalgılar eşliğinde gelin alınarak erkek evine getirilir. Gelin evinden çıkarılacağı zaman, gelinin erkek kardeşleri tarafından bir yastık üzerine Salavat-ı Şerife getirilerek üç defa oturtulup kaldırılır. Allah’a emanet edilerek evden çıkarılır. Gelin eve yaklaşınca damat, sağdıçları tarafından dama çıkarılır. Bir mendilin içine üzüm, leblebi, para bırakılarak damat, gelinin başına döker. Gelin eve gireceği zaman kapının eşiğine fincan bırakılır, gelinin ayağıyla bunu kırması istenir. Bundan gaye; eve birlik ve dirliğin girmesidir. Yine gelin içeriye gireceği zaman, gelinin kaynanası tarafından avucuna veya parmaklarına bal sürülerek, bu balı kapının üstüne sürmesi istenilir. Bundan da gaye; hayatın tatlı bir şekilde geçmesidir. Yüzü duvaklı olarak içeriye girdikten sonra gelin kendi odasına götürülür. Bu sırada gelin eve geldikten sonra hiç kimse ile konuşmaz. Gelinin odasına önce damat girer. Damat, gelinin duvağını açarak altın hediye eder ve dışarı çıkar. Daha sonra kadınlar içeriye girer, gelinle konuşmaya başlarlar. Düğün eğlencesi, gece geç saatlere kadar devam eder. Misafirler çekildikten sonra damat; damadın evli olan sağdıcı tarafından, damadın beline bir yumruk vurarak gelinin odasına gönderir. Gerdek odasına giren damadın iki rekat namaz kılması İslâm’ı emir, gelininde; namaz kılarken kocasının başına bir bozuk para atması adettendir. Gerdekten bir gün sonra sabahın erken saatlerinde damadın evli sağdıcı eve gelerek damadı hamama götürür. Üç gün boyunca geline evde iş yaptırılmaz. Üçüncü günü sonunda gelin, bir ziyaretgaha götürülür, dönüşte eline süpürge verilerek evi süpürmesi istenir. Evliliğin üçüncü günü akşamı, damat evli sağdıcıyla beraber kayınpederlerini ziyarete gider. Damada ve sağdıca kayınpederi veya kaynanası tarafından giyecek hediye edilir. Evliliğin üçüncü gününden sonra gelin, kaynanası ve baldızları tarafından hamama götürülür. Buna gelin hamamı denir. Gelin hamamında mumlar yakılır, yemekler yenilir, eğlenceler yapılır. DÜĞÜNLER : Evlenme çağına gelmiş olan erkek gencin babası durumuna uygun gördüğü kızı hanımı vasıtasıyla oğluna bildirir. Oğlan bu vesileyle kızı görmeye gider,kendisine eş olacak kızı beğenirse annesine söyler. Oğlan babası da babasına durumu ileterek,kızı için misafir kabul edip etmeyeceğini sorar. Kız babası kabul ettiğinde aracı olan kişi,oğlanın babası,annesi ve birkaç tanıdıkları ile kız evine gelirler. Oğlanın babası Allah’ın izniyle Peygamberin kavliyle kızınızı oğluma istiyorum der,kız babası da Allah kader etmişse olur der. Yalnız kendisinin de danışmak için birkaç gün müsaade ister,olumlu yada olumsuz bir cevap vereceğini söyler. Kız tarafından olumlu cevap gelince oğlan tarafı bu kez kızı resmen istemek için oğlanın ailesi tarafından kararlaştırılan günde kız evine giderler,kızı babasından isterler ve söz kesilir. Oğlan tarafı kız için bir takım elbise,eşarp ve bir çift terlik götürür. Kız tarafı ile oğlan tarafı karşılıklı olarak şartlarını konuşurlar ve nişan gününü kararlaştırırlar. Kararlaştırılan günde oğlan tarafı yakın akrabalarını nişana çağırır. Kız tarafı da akrabalarını ve bir imam çağırır,akşam kız evine gidilir. İmamı çağırmaktaki amaç hem hakemlik yapmak hem de yarı nikah sayılan duanın okunması içindir. Oğlan tarafı ekonomik gücüne göre kararlaştırılan ziynet eşyaları,üç takım elbise,üç takım iç çamaşırı,alır. Bu üç bağ şu anlamdadır; 1-Gençlikte beraber olmak, 2-Yaşlılıkta beraber olmak, 3-Öldükten sonra tekrar beraber olmak. Ayrıca bir çift ayakkabı, bir çift terlik,kolonya,sabun,tarak ve ayna, bohça içine konularak kıza verilir. Şerbet için bir torba şeker götürülür. Nişan takıldıktan sonra davetlilerin ağız tatlılığı olarak da yeterince kuruyemiş getirilir. Kız evinde erkekler ayrı yerde kadınlar ayrı yerde toplanırlar,sohbet başlar daha sonra imam kız ve oğlanın babasını odanın ortasında buluşturur. Şartlar da anlaşıldığında imam duayı eder. Duadan sonra oğlanın abisi,kardeşleri büyüklerin ellerinden yaşıtlarının ise gözlerinden öper sonrada şerbet dağıtımı başlar. Şerbeti oğlan tarafı dağıtır,şerbet bardakları kız tarafına ait olduğundan oğlan tarafı bu bardakları saklayıp evlerine götürmeleri bir gelenektir. Nişan töreninde kız evine gelen davetliler kendi imkanları dahilinde yardım amacıyla kız evine para,altın ve giyim eşyası yardımında bulunurlar. Şerbet dağıtımı bittiğinde yemişler yenilir. Böylelikle nişan töreni son bulmuş olur. Oğlan babası masraf yapmak üzere bir miktar parayı kız babasına vermek için imama verir. İmamda parayı kız babasına teslim eder, düğün günü kararlaştırılır. Gelin bir köyden diğer köye götürülecekse düğüne bir gün kala oğlanın akrabalarından birisi kızın bulunduğu köye elçi olarak gider. Ertesi gün düğüncüler gelir kız evinin önünde durur,burada köylüler gelen düğüncüleri karşılar, her köylü düğüne gelenleri birer ikişer kişiyi misafir etmek için evlerine götürürler. Akşam yemeğinden sonra herkes kız evine gelir. Erkek tarafından gelen kadınlar gelini ararlar çünkü daha önceden gelen komşulardan birisinin evine götürüldüğünden gelinin nerede olduğunu sorarlar beş on kadın ve genç kızlar gelinin bulunduğu eve varırlar ev sahibine bir miktar bahşiş vererek gelinlerini alıp kız evine götürürler. Kadınlar ve kızlar türkü söyleyerek gelini getirirler. Burada gelinin yakınlarından bir kız gelinin saçını tarayıp örer, oğlan tarafından saçı tarayan kişiye bahşiş verilir saç yapılırken türküler söylenir bu arada mumlar yakarlar. Mumun yakılmasındaki amaç her günün aydınlık olması içindir. Kına hazırlanır gelinin saçı örüldükten sonra avuç içleriyle parmaklarının dış tarafına kına yakarlar. Geç vakte kadar eğlence devam eder sağdıçlar damadı ortaya getirerek tıraş için oturturlar. Berber saçına ilk makası attığı zaman bahşiş almak amacıyla makasım kesmiyor der. Sağdıçlar berbere bir miktar para verir. Damadın sağında evli bir sağdıcı solunda ise bekar sağdıç bulunur. Bu ise damat,bekar ile evli arasında olduğunu göstermektedir. Tıraştan sonra düğüne gelenlere hoş geldiniz demek için sağdıçlar damadı dolaştırırlar. Damat büyüklerin elini öper,yaşıtlarıyla kucaklaşır bu sırada kına hazırlanır. Kına geniş bir tepsi içine konur,etrafına mumlar dizilerek yakılır,kınayı damadın akrabalarından bir erkek çocuğu elinden tutarak erkeklerin bulunduğu yere getirir. Kınayı getiren kişi sağdıçlardan bahşişini aldıktan sonra kınayı verir. Kına sağdıcın serçe parmağına sürülür. Daha sonra düğüne gelenlerin ellerine yakmaları için dolaştırılır ve düğün yavaş -yavaş dağılır. Yöremizde kına üç amaçla yakılır; a)Kurban bayramında koyunların alnına yakılır ki bu koyun bayramda kurban olsun diye, b)Gelinin alnına yakılır;biz gelinden kan bağımızı kestik bu gelin bundan böyle damada kurban olarak adadık diye, c)Askere gidecek olan gencin eline yakılır. Bu gençten bizler kan bağını kestik bundan böyle vatana adadık. Bu genç vatana kurban olsun diye. Ertesi günü erkenden gelinin evinde gelini hazırlamaya giydirmeye başlarlar ve çeyizleri arabaya yüklerler. Bu arada gelinin dini nikahının kıyılması için imam da gelir imam şahitler huzurunda nikahı kıyar. Oğlan tarafı kızın baba ve akrabalarından ve oradaki şahıslarla vedalaşarak damadın evine doğru hareket eder. Gelin alayı yola çıkarken yolda önleri kesilir. Kesenlere toy boyu tarafından bahşiş verilir. Damadın evinde ise sabahleyin yemek hazırlığı başlar. Sağdıçlar damadı giydirirler,bu arada gençler damadın eşyalarını kaçırmaya çalışırlar. Kaçırılan her bir eşya için sağdıçlardan para alırlar. Düğün kafilesi geldiğinde damadı dama çıkarırlar gelini arabadan damadın yakın iki akrabası evin kapısına getirir. Damda bulunan damat gelinin başına üç elma atar. Daha sonra tepsi içinde bulunan yemiş ve parayı bekleyenlerin üstüne doğru serper,sağdıçlar damadı damdan indirerek sağdıçların birinin evine götürürler. Kapıda gelinin sağ eline yağ ile bal verilir. Bu yağ ve bal kapının üst eşiğine sürer eline su dolu testi verilir. Gelin su dolu testiyi yere vurarak kırar. Daha sonra yanan bir lamba gelinin eline verilerek gelin içeriye alınır. Bu arada damadın bazı akrabaları geline para veya ziynet eşyaları takarlar. Gelinin çeyizleri indirilir akrabalarından bazı kadınların yardımıyla odası düzeltilir,daha sonra düğüne gelenler yemeklerini yerler. Herkes damadın evinden ayrılır akşam damadın kadın akrabalarından bir kadın geline sağdıç olur bu sağdıç gelinin nasıl hareket edeceğini söyler ve nasihat verir. Gelin kapısında gençler dizilirler,damat dizilmiş olan gençlerin arasından büyün gücüyle kaçarak içeriye girmeye çalışır. Damat geçerken de gençler damadı şakadan döverler damat içeriye girdikten sonra gençler dağılır. Ertesi gün sağdıçlar sabah erkenden damadı alır hamama götürürler,hamam dönüşü damat tekrar eve gelerek babasının,annesinin ve evdeki büyüklerin ellerinden öper. Böylece sağdıçların işi bitmiş olur, ayrıca gelinin çeyizi sağdıçlar için bulunan hediyeler mintan,kravat vs. billahare damat tarafından sağdıçlara verilir. IV. Ölümle İlgili Adet ve İnanışlar İnsanlar doğar ve ölür. Bu tabiatın insan hayatının kaçınılmaz bir gerçeğidir. Ancak hayat bundan ibaret değildir. İnsanı insan yapan hayat boyunca toplumsal bir takım olayları acısıyla, tatlısıyla, heyecanıyla, telaşıyla paylaşmayı gerektirir. Elbette belli kurallar çerçevesinde gerçekleşen ve herkesin yerine getirmek zorunda olduğu görevleri vardır. Yüzyıllar boyunca şekillenerek atalarımızdan günümüze gelen töre, ört, adet, gelenek ve göreneklerimiz yöreden yöreye farklılık göstermektedir. Bitlis'te bu acılı günler de komşu ve akrabalar arasında birlik beraberlik ve paylaşma duygusu içinde yardımlaşmanın en güzel örnekleriyle yaşanır. Ölüm Öncesi Ölüm döşeğindeki hastanın ağırlaşmasıyla bir telaş ve sessizlik yaşanır. Evvela imam çağrılır. Hastanın başında sürekli Kur'an-ı Kerim okutulur. Bir taraftan Kelime-i Şahadet getirilerek kişinin tekrarlaması için telkinde bulunulur. Bu iş hiç bırakılmaz. Bir taraftan da ağza su veya zemzem ile ıslatılmış pamukla dudakları ıslatılır. Kişi ruhunu teslim ettikten sonra sessizlik içinde ağlama olur feryat halindeki ağlamanın günah olduğuna inanılır. Daha sonra imam tarafından cenaze yakın bir camiye aldırılır. Ölen kişi için camide sala okunur. Bunun amacı, halkı cenaze namazına çağırmak ve bilgilendirmektir. Yıkama Cenaze, önce yıkama yerine götürülür. Cenaze, imam ve kişinin aile efradından olmayanlar tarafından yıkanır. Önce yardımlaşarak cenaze teneşir (cenaze yıkama tahtası) üzerine yatırılır. imam yıkarken diğer birkaç kişi su dökme, su ısıtma ve diğer görevleri yerine getirir. Cenaze yıkamaya yardım etmenin çok sevap olduğuna inanılır. Yıkamanın en önemli amacı kişinin öbür dünyaya hakkın huzuruna temiz çıkmasıdır. Bunun için İslami kurallar dahilinde abdesti verilir. Temiz cenazenin geç çürüyeceği de söz konusudur. Yıkama işi devam ederken kefen hazırlanır. Yıkama ve diğer işler devam ederken biryandan da cenazeye gelen gençler tarafından mezar kazılır. Mezar bir boy takriben 150 cm kadar derin kazılır. Kadın mezarı erkek mezarından biraz daha derin olur. Orada çalışanlara ve bulunanlara cenazenin aile efradı tarafından helva ekmek dağıtılır. Gömme Mezar kazma işi tamamlanınca mezarın içinin iki uzun tarafı takriben göbek hizasında 30 luk briket veya yontma taş dizilerek mezar hazırlanır. Yıkama işlemi ardından cenaze musalla taşına getirilir. Namazı kılınır. Namaz bitiminde orada bulunan cemaatin katılımı ile tabut taşınır. Cenazeyi taşımanın sevap olduğuna inanıldığından tabutun arka sağ ve sol taraflarından tutanlar yavaş yavaş ilerler ve tabutun önünden görevi arkadan gelenlere bırakır sık sık yer ve kişi değiştirilerek acele etmeden usulca tabut taşınır. Cemaat mezarlığa geldiğinde tabut mezarın güneyine bırakılır. Tabuttan çıkarılan cenaze baş, bel ve ayak bağlarından tutularak mezara indirilir. Yüzü kıble yönüne gelecek şekilde sağ yanına yatırılarak yerleştirilir. Üzeri kapatılmadan imam tarafından mezardan çıkan bir avuç toprağa Kur'an'dan sureler okunarak üflenir. Bu toprak baş tarafından açılan kefenin içine dökülür ve mezarın içinde dizilen taş veya briket üzerine taş veya betondan yapılan "Sal" diye tabir edilen geniş ~ taşlardan 3-4 tane konularak cenazenin üstü kapatılır sanduka şeklini alır. Böylelikle cenaze~ nin üzerine toprak gelmemiş olur. Daha sonra orada bulunanlara mezar üzeri sıra ile toprak atılmak sureti ile örtülür. Toprak örten kişi küreği yere bırakır, ikinci kişi küreği yerden alarak toprak atar (toprak örtmenin sevap olduğuna inanılır.) mezar kapatılır.~ İnanca göre cenaze işlerinin beklenmeden bir an önce yapılması gerekmektedir. Toprağın ~ acıyı soğuttuğu inancı yaygındır. Bunu için cenaze uzun süre bekletilmez, gece ise sabah ~ beklenir yıkanan cenaze tabuta konularak camiye alınır. Şişme olmaması için üzerine küçük ~ bir demir parçası konur ve sabaha kadar Kur’an-ı Kerim okunur. Cenaze gömüldükten sonra imam "Telkin" duası okur. Bu dua ile ölüye teselli ve bilgi verildiğine inanılır. Duada herkesin bir gün öleceği, bundan önce de dünyaya gelmiş olanların ölmüş oldukları, Rabbinin Allah, dininin İslam olduğu gibi gerçekler belirtilir. Ölünün ruhen bu duayı işittiğine inanılır. Bu duanın ardından Fatiha suresi orada bulunanlarca okunur. imam cemaate "Mevtayı nasıl bilirdiniz, kakınızı helal ediyor musunuz?" diye sorarak herkesin helalleşmesini ister. Cemaat hep birlikte "iyi bir insandı, helal olsun, Allah rahmet etsin." diyerek mezarlıktan ayrılmaya başlar. Bu arada cenazenin aile ve yakınları mezarlık çıkışında uygun bir yerde tek sıra halinde dizilir. Cenazeye katılanlar bu sıranın önünden geçerek başsağlığı dilerler. Daha sonra cenaze evine gidilerek üç gün sürecek taziyeye başlanır. Iskat (Kefaret) Ölüm günü kefaret töreni yapılır. Bu törende en az 11 kişinin (Kur'an okumasını bilen) bulunması şarttır. Bu sayı daha fazla olabilir. Ölen kişinin kılmamış olduğu namazların, tutmamış olduğu oruçların, vermemiş olduğu fitrelerin gitmemiş ise haccın ve yalan yere yemin etmiş ise bunların kefaretini vermek amacı ile ıskat töreni yapılır. Bu törende ölenin yaşı hesaplanır, borçları çıkarılır. Her vakit namaz için bir avuç buğday olacak şekilde bir çuvala konulur. Çuval toplanan 11 kişi arasında kefaret olarak namaz borcu bitinceye kadar alınıp verilir. Böylelikle ölen kişinin öbür dünyada sorumluluktan kurtulacağına inanılır. Zekat borcu için de tahmini kefaret verilir. Günümüzde bu buğday değeri paraya çevrilir ve törene katılanlara dağıtılır. Şafi mezhebinde buğday Hanefi mezhebinde ise bu tören altın üzerinden yapılır. Ayrıca Kur'an-ı Kerim okumasını bilen fakirler tarafından hatim indirilir. (Kur'an baştan sona okunur.) Okunan hatim cenazenin ruhuna bağışlanır. Taziye (Başsağlığı) Cenazenin kaldırılmasından sonra üç gün süre ile cenaze evinde taziye için oturulur. Bu süre köylerde daha uzun sürer. Bu süre içerisinde evde yemek pişmez akraba ve komşular tarafından hazırlanan yemekler üç gün boyunca cenaze evine getirilir. Taziye ye genelde toplu olarak gelinir. Gelenler arasında hoca veya güzel Kur'an okumasını bilen biri varsa Kur'an'dan bir sure okur ve ardından erkek ise "merhum" kadın ise "merhume" nin ruhu için el Fatiha der, orada bulunanlar fatiha okurlar. EI fatiha diyen kişinin amin demesi ile amin denilerek eller yüze sürülür. Allah rahmet etsin, Allah utandırmasın, Allah bir daha acı vermesin, başınız sağ olsun vb" dualar yapılır ve ölenin iyilikleri anlatılır. Günlük konular konuşulmaz, ölüm emri Hakkın emri olduğu çeşitli misallerle anlatılarak cenaze sahiplerinin sabırlı olmalarının sağlanmasına ve acılarının hafifletilmesine çalışılır. Taziye için gelenlere şeker ikram edilir. Şeker alanlar "Allah rahmet etsin" derler ve kısa bir süre oturduktan sonra ayrılırlar. Üç gün ikindi namazından sonra aileden birkaç kişi mezarlığa gider ve Kur'an okurlar. Üçüncü günün sonunda ikindi namazı sonrası cenaze sahiplerine yakın biri veya komşuları tarafından bir berber getirilerek erkekler evde tıraş yaptırılır. Bazen berber dükkanına topluca gidildiği de olur. Üç günün sonunda komşu veya yakın akraba kadınları toplanarak cenaze evinin çamaşırlarını yıkar ve hane halkını hamama götürürler. Bunlardaki amaç ölümden dolayı tutulan yasın artık bittiği eski günlük yaşantıya el birliği ile dönülmesinin sağlanmasıdır. Köylerde taziyeye gidişte genellikle torba halinde çay şekeri götürüldüğü olur.
-
Bitlis’e Özgü Bazı Kelimeler · Aşıf : Çapalamak · Ayli : Gebe, Hamile · Borbor : Çok kalın ses · Beroj : Güneş, Güneşlenmek · Beredayi : İşe yaramaz, Avare · Belengaz : Zavallı, Çaresiz · Pipic : Düdük · Bump : Çeşme ve Bulaktan su akan yer · Cönege : Büyük baş hayvan, Tosun · Çapu : Alkış, Alkışlamak · Çoratan : Damdaki su drenajı · Çür : Kıvırcık · Çapmak : Koşmak · Çorti : Lahana turşusu · Çırlitikan : Yapışkan · Çörmik : Kaplica, Şifalı su · Dij : Sivri , Keskin · Dırçik : Zıplamak, Hoplamak · Davi : Yağmur, Geçici yağmur · Erefane : Piknik · Fitoz : Sinirlenerek hoplamak · Fizırım : Islık · Gumsik : Yumruk · Göbelek : Mantar · Gav : Adım · Ğeleşor : Kızgın Kül · Ğurt : Şişman · Ğerkendaz : Ateş Küreği · Helbok : Düğüm · Henkıf : Akran, Yaşıt · Hevür : Teke · Hivi : Rica · İlman : Kaygan · İşağ : Çocuk · İşlik : Gömlek · Jêhati : Becerikli · Jüjü : Kirpi · Kuncik : Kuytu köşe · Kolos : Külah · Karçin : Yabani armut · Kılımboz : Şeker pancarı · Kopal : Baston · Karti : Bayat · Kambağ : Yıkılmış, Virane · Keşür : Havuç · Kort : Çukur · Kakaz : Kekeme · Kaş : Dik yamaç · Kandel : Talan · Kurk : Kuluçka · Kottoş : Boynuz · Kade : Çörek · Kovi : Yabani · Kunco : Uyanık, Sinsi · Kıto : Az, Çok az · Kartol : Patates · Kelem : Lahana · Lığçor : Pinti, Pasaklı · Leçek : Tülbent · Leyi : Sel, Su taşkını · Lêp : Avuç · Mılorki : Yavaş, yavaş · Mecrefe : Kar küreme küreği · Meğde-Mıros : Moral · Mıtare : Güç, Takat · Nehs : Yaramaz, Afacan · Neve : Torun · Pızot : Kor ateş · Pangor : Taş · Pamp : Pençe · Pırçik : Parça · Pepik : Ayak · Paço : Öpücük · Puç : Çürük, İçi boş · Palmas : Elle yoklama · Poçik : Kuyruk · Paşif : Sahur · Parpar : Semiz otu · Rêç : İz, Ayak izi · Salor : Kara erik · Şipane : Kapı eşiği · Şor : Tuzlu
-
DESTANLAR ve EFSANELER Nemrut Efsanesi : Zalim kral Nemrut yaşadığı dönemde Tatvan yakınında bulunan dağı yayla olarak kullanmıştır, Nemrut dağı volkanik patlaması başlayınca dağ eteklerine yerleşmiş durumda olan köylerin üzerine ateş parçaları gelmeye başlar, bu arada halk Nemrutun İbrahim Peygambere yapmış olduğu zulüm akıllarına gelir,yayla olarak kullandığı dağın verdiği zarar karşısında sözler söylemeye başlanır, Nemrutun zulmü gibi oldu derler ve dağın ismi Nemrut olarak kalır. El-Aman Efsanesi : Bitlis-Tatvan yol güzergahı üzerinde bulunan El-Aman hanı zamanla gaddar bir hancının eline geçer kervan yolu üzerinde bulunan handa kervancılar zorunlu olarak konaklamak durumunda kaldıklarında, gaddar hancı kervancılara her türlü zorluklar çıkararak adeta bıktırırdı. Bu handa sağ salim kurtulanlar kaçıp uzaklaşırlardı, handan söz ederlerken EL-AMAN derlerdi,bunun üzerine hanın ismi El-Aman hanı olarak kalmıştır. Altun Kalbur Efsanesi: Bitlis in Mutki yolu üzerinde ihtiyar bir kadın, deve ve koyunlarını otlatıyormuş. O tarihte bu efsane söz konusu olmadığı gibi, sözü edilen yerde herhangi bir pınar veya su bulunmamaktaymış. Kendisinin ve hayvanlarının çok susadığını gören bu ihtiyar kadın, ellerini havaya kaldırarak Allah tan su istemiştir. Suyu verdiği takdirde kendisine bir kurban adayacağını söylemiştir. Yüce Allah, kadının dileğini kabul etmiş, şimdiki ismiyle Altun Kalbur suyunu ortaya çıkarmıştır. Bunu gören kadın; başta kendisi, develeri ve koyunlarını kana, kana sulamış, daha sonra otlamaları için serbest bırakmıştır. Kendisi bir kenara çekilerek hamur yoğurmaya başlamıştır. Hamur yoğururken bir tarafının kaşındığını hisseder. Orasını kaşıdığı zaman eline irice bir bit gelir. Biti iki elinin baş parmakları arasına alarak çıtlatmış ve “işte; Allah yoluna kurban olsun” demiştir. Kadının iki eli hamurun içinde, develeri ve koyunlarıyla beraber taş kesilmiştir. Sözü edilen yerde bu gün bile insan ve deve şekillerini andıran kayalar bulunmaktadır. Malhan Hazinesi Efsanesi: Bayındır Han zamanında Ahlat ta fakir bir aileye mensup bir ana ile oğlu yaşarmış. Bu ailenin geçimini, çobanlık yapan oğul sağlarmış. Bir gün Ahlat ın meydanlık mezarlığı semtinde hayvanlarını yaydıktan sonra vakit de öğlen olduğundan, yemeğe oturmuştur. Yemeğini yedikten sonra eline aldığı bir küçük ağaç parçasıyla vakit geçsin diye toprağı eşmeğe başlamıştır. Toprağı eşerken ufak bir delik açılır. Bunu merak eden çoban, deliği genişletmeye başlar. Bir müddet sonra genişleyen delik, kuyu halini alır. Kuyudan aşağıya doğru bir merdivenin indiğini gören çoban, korku ve heyecan içinde merdivenden aşağıya iner. Aşağıya inen çoban kendisini bir salonun içinde bulur. Salona açılan birçok odalar ve odaların kapılarının üzerinde anahtarlar görür. Anahtarları alıp odaların kapılarını açan çoban, çeşitli süs eşyalarıyla altınla dolu bir hazine görür. Hemen dışarıya çıkarak deliğin ağzını kapatır, yeri belli olsun diye bir işaret bırakır. Akşam eve gelen çoban, annesine Bayındır Han’ın kızını istemesini söyler. Hayrete düşen anne oğluna, böyle bir şeye nasıl cesaret ettiğini söylerse de çoban isteğinde diretir. Sonunda ısrarlar karşısında mecbur kalan anne, Bayındır Han’a giderek kızını oğluna ister. Bu isteğe gülen Bayındır Han işi şakaya dökerek; “benim sarayım gibi bir saray yapar, bir altın mutfak takımı, bir altın kahve takımı, bir altın beşik ve çeşitli altından süs eşyalarını getirir, bütün ülkenin davet edildiği, kırk davul ve kırk zurnanın çalındığı, kırk gün kırk gece süren bir düğün yapılırsa kızımı oğluna veririm” der. Kadın Bayındır Han’ın bu şartlarını oğluna iletir. Oğlu da şartsız olarak Bayındır Han’ın isteklerini kabul eder. Kadın oğlunun, ileri sürülen şartları kabul ettiğini Bayındır Han’a bildirir. Daha evvel şaka yoluyla da olsa söz veren Bayındır Han’da istemeyerek kabul eder. Çoban Bayındır Han’ın bütün isteklerini yerine getirir, düğün yapılır. Bayındır Han bu çobanın büyük bir hazine bulduğuna inandığından, kızından hazinenin yerini öğrenmesini ister. Evlendikten sonra kadın kocasına bu kadar altını nereden bulduğunu sorduğunda kocası; büyük bir hazine buldum söyler. Kadın hazineyi merak ettiğini, mutlaka görmek isteğini söyleyince; kocası kadının gözlerini bağlayarak hazinenin olduğu yere götürür. Gözleri açılan kadın hayretler içinde hazineyi seyretmeye başlar. Bu arada dışarıdan bazı seslerin geldiğini duyan kadın, kocasına bu seslerin nereden geldiğini sorar. Kocası da; “ bu sesler su içmeye giden babanın atlarının sesidir” der. Çoban karısının gözlerini tekrar bağlayarak eve getirir. Kadın da olup bitenleri babasına anlatır. Sonunda Bayındır Han damadını saraya davet ederek hazinenin bulunduğu yeri söylemesini ister. Damat gelmeden önce cellat başını çağırarak; damadı korkutmasını, başını taşa bırakarak keser gibi yapmasını bildirir. Bayındır Han’ın bütün ısrarlarına rağmen damat hazinenin yerini söylemez. Sonunda sinirlenen Han, daha önce cellat başıyla anlaştığı gibi damadın kafasını kesmesini ister. Emri yanlış anlayan cellat başı, gerçekten damadın kafasını keser. Olaya çok üzülen Bayındır Han, cellat başının kafasını kestirir. Gerek atların su içmeye gittiği yön ve gerekse kızının anlattıklarından hazinenin Mal Han isimli hanın yakınlarında olduğu tahmin edilir. Bütün aramalara rağmen hazinenin yeri bulunamaz. O günden sonra Malhan hazinesi dilden dile dolaşılır. Halen Ahlat’ta bu hazinenin varlığına inanılmaktadır. Avcı Kasım Masalı Bir tarihte Bitlis’te Avcı Kasım isminde bir adam yaşarmış. İsminden de anlaşıldığı gibi, adam avcı olup her gün bütün işi dağlara gidip avlanmakmış. Günlerden bir gün ava giderken çok güzel bir yılan görmüş. Yılan uzun, kırmızı, güzel bir yılanmış. Bir yerde kümelenip duran yılanı, avcı Kasım hayretler içinde seyretmeye başlamıştır. Ömründe bu kadar güzel bir yılan görmemişti. Yılanı seyrederken birden çok çirkin, hantal, ihtiyar bir yılanın gelerek bu güzel yılanla seviştiği görür. Bu olayı gören Kasım, bu kadar güzel bir yılanın bu kadar çirkin ve ihtiyar bir yılanla nasıl sevişeceğini hazmedememiştir. İhtiyar yılanı öldürmek için tüfeğini doğrultmuş ve tetiğe basmıştır. Ancak saçmalar çirkin yılanın yerine güzel yılana değmiş ve yılanı yaralamıştır. Meğerse bu güzel yılan, yılanların başı olan Şahmarah’ın karısıymış. Karısının yaralandığı gören Şahmaran, bu olayın nasıl olduğunu ve kim tarafından yapıldığını sorar. Karısı; hava almak için dışarıya çıktığını bu esnada oradan geçmekte olan bir avcı tarafından vurulduğunu anlatır. Olaya sinirlenen Şahmaran; yılanları toplayarak avcının bulunup getirilmesini ister. Muhafızlar uzun aramadan sonra bu işi avcı Kasım’ın yaptığını anlar ve yakalayarak Şahmaran’ın huzuruna getirirler. Avcı Kasım, bu güzel yılanın Şahmaran’ın karısı olduğunu, yanlışlıkla onu vurduğunu anlar. Şahmaran Kasım’a; “bu olayı neden yaptığını, karısını niçin vurduğunu” sorduğunda; avcı Kasım gördüklerini, yaşadıklarını Şahmaran’a anlatır. Yaşlı ve çirkin bir yılanın gelerek bu güzel yılanla seviştiğini, kendisinin buna tahammül etmeyerek yaşlı yılanı öldürmek istediğini ve kurşunun yanlışlıkla güzel yılana değdiğini söyler. Şahmaran; bu adamın doğru söyleyip söylemediğini anlamak için muhafızlarına haber vererek dünyadaki bütün yılanların sarayında toplanmasını emreder. Dünyadaki bütün yılanlar saraya gelerek toplanır. Şahmaran, avcı Kasım’a hangi yılanın bu suçu işlediğini göstermesini ister. Bütün yılanları gözden geçiren avcı Kasım, bu yılanın gelmediği söyler. Şahmaran da başka yılanın kalıp kalmadığını adamlarına sorduğunda muhafızlar birisi; “yılanın biri çok yaşlıydı, hastaydı gelemedi. Size selamını iletmemi söyledi.” Şahmaran da derhal o yılanın getirilmesini emretmiştir. Ancak o yaşlı, çirkin, hasta yılan suçunu bildiği için gelmek istememiş, çeşitli bahaneler ileri sürmüştür. Sonunda muhafızla bu yılanı zorla Şahmaran’ın huzuruna getirmişlerdir. Bu yılanı gören avcı Kasım heyecanla; “işte bu yılandı” demiştir. Suçunu kabul eden yaşlı yılan, Şahmaran’ın emriyle öldürülür. Şimdi sıra avcı Kasım’a gelmiştir. Şahmaran avcı Kasım’a bu olayları kimseye anlatmamasını, hatta kendi hanımına bile söylememesini, söylediği takdirde üç gün içinde öleceğini bildirmiştir. Daha sonra dünyadaki bütün hayvanların konuşmalarını anlaması için avcının ağzına tükürür. Avcı Kasım üzgün, bitkin bir halde evine döner. Meraklı karısı; yılanların neden gelip kendisini götürdüklerini, Şahmaran’ın kendisinden ne istediğini öğrenmek ister. Şahmaran’ın; her kime söylersen üç gün içinde öleceğini söylediğini hatırlayan avcı Kasım, olayı söylemez. Kadının içindeki merak bir kurt gibi içini kemirmektedir. Günlerce kocasına ısrar eder. Günler böyle geçerken bir gün avcı Kasım bir horozla tavuğun kavga ettiğini görür. Aralarındaki konuşmaları dinler. Horoz tavuğa der ki: “Sen de avcı Kasım’ın karısı oldun. Karısı avcı Kasım’dan rahat durmuyor, yakasını bırakmıyor, onu ateşler üzerine koymuş. Avcı Kasım vurup da karısının bir dişini kırmıyor ki. Dur ben seni öldüreyim de rahat olayım.” Bu konuşmaları duyan avcı Kasım gülmeye başlamıştır. Kocasının neye güldüğünü merak eden karısı, olup bitenleri anlatmasını ister. Sonunda karısının ısrarlı sorularına tahammül edemeyen Kasım, olup bitenleri anlatacağını, ancak anlattıktan üç gün sonra öleceğini söyler. Buna inanmayan karısı, her şeyi baştan sona kadar anlatmasını ister. Avcı kasım çaresiz, başına geleceklerden haberi olduğu halde olan bitenleri başından itibaren bütün detaylarıyla anlatır. Çaresiz bir şekilde kara, kara düşünen Kasım, ölümü bekler. Kapının eşiğine oturmuş, çaresiz bir şekilde ölümü beklerken, bir kedi ile köpeğin konuşmalarına kulak misafiri olur. Kedi köpeğe yalvarmalı bir şekilde şunları demektedir: “Ey köpek! Ne olur beni bırak içeri gireyim. İki gün sonra nasıl olsa avcı Kasım ölecek. Onun hayrını, helvasını verecekler. Ben de bir parça et kapıp geleyim. Eti getirince sana da veririm.” Ve üç gün tamamlanınca avcı Kasım ölmüştür
-
HALK EDEBİYATI ATASÖZLERİ 1 – Atım at olana kadar, sahibi mat olur. 2 – On para verdım sılettım (söylettim), yüz pare verdım höşmez (susmaz). 3 – Öküz çırıldemedan (ses çıkarmadan), araba çırılder. 4 – Eceli gelen keçi, gider çobanın ekmeğini yer. 5 – Papşen de (Bitlis’e bağlı köy) çömlek kırılır, zararı bize dokunur. 6 – Açık kapı melanet, kapalı kapı selamet. 7 – Bana bak ne haldeyim, yare bak sallanır. 8 – Geldik kebap kokusuna, baktık eşek dağlanır. 9 – Acem belayem, tohem kedayem. 10 – Baba malı tez tükenir, gerek evlat kazana. 11 – Sürü tersine dönende, uyuz keçi başa geçer. 12 – Allah insanı yazın ayransız, kışın yorgansız komasın. 13 – Allah dağını görür, karını yağdırır. 14 – Eşek yedi türlü yüzme bilir, ama suyun başına gelende hepsini unutur. 15 – Huy çıkmayınca, can çıkmaz. 16 – İt araba gölgesinde yatar, kendi gölgesi bilir. 17 – Taş yerinde ağırdır. 18 – Aslanların yerine, kediler kondu. 19 – Parmağını denize soksa, bulandırır. 20 – Duvarı nem, insanı gam yıkar. 21 – Düşen öküze bıçak çeken çok olur. 22 – İnat etti itlere, kıçını verdi kurtlara. 23 – Azıcık aşım, kaygısız başım. 24 – Çocuk kundakta, gelin duvakta belli olur. 25 – Ne Şam’ın şekeri, ne de Arab’ın yüzü. 26 – Kedi nedir? Budu ne ola? 27 – Ne şeytanı gör, ne de Kulhuvallahi oku. 28 – İçten artmaz, dıştan artar. 29 – Çocuğa iş, ardına düş. 30 – Karayı yaktı yüzüme, aynayı verdi elime. 31 – Elden gelen öğün olmaz, öğün olsa doyum olmaz. 32 – Elinden darı dökülmez. 33 – Yaya gözü ile at, bekar gözü ile avrat alınmaz. 34 – Kelin melhemi olsa, önce kendi başına sürer. 35 – Heydo yidi, kaldi iti. 36 – Sofi soğan yemez, eline geçse kabuğunu komaz. 37 – Eşeğe binmek ayıp, inmek iki ayıptır. 38 – Ölümü önüne konunca, sıtmaya razı oldu. 39 – Heliler, meliler, bir dam dolusu deliler. 40 – Allah verirse, Dingo bağından da verir. 41 – Az vardı aceden, bu da çıktı pencereden. 42 – Kurban olam tipiye, dolandıre, getire kapıye. 43 – Gittim toye, uğradım huye. 44 – Ben umarım bacımdan, bacım ölür acından. 45 – Yüzün o yana, tabanın bu yana. 46 – Bir but et, Ümmet-i Muhammet. 47 – Keçi görmedikse, kığınıda (pisliği) mı görmedik. 48 – Yedi kaynana boğar, bardağın bıkabıkından (fokurdayan-kaynayan) korkar. 49 – Akıllı düşünene kadar, delinin çocuğu çarşıya gider. 50 – Sore, sore gidilir Engesor’e. 51 – Kurt, kurt gel beni ye. 52 – Henek, henek, oldi degenek. 53 – Çift parmağım çift gözan, çatla patla kal özan. 54 – Kız derdi, sancılayan göz derdi. 55 – Ölmeyesin, itmeyesin, baban evinde yırtmayasın. 56 – Arlı arından utanır, arsız der ki benden korktu. 57 – Nur yağande, tandüre girer. 58 – Hıçonun hençeri var. 59 – Kurdun ismi çıkmış, tilki var ki baş koparır. 60 – İtin keyfi Karda gelir. 61 – Arsızın yüzüne tükürende, Nisan yağmuru sanır. 62 – İte taş atende, sehebından utan. 63- Tuğda ürer Urtap da durer. 64- Açık kapı melamet,kapalı kapı selamet 65- Ölme eşeğim ölme,yaz gele, 66- Yazın ayransız,kışın yorgansız olmaz, 67- Çocuk kundakta,gelin duvakta belli olur, DEYİMLER Abdesthane ibriği Acemi çayla k çuli yırtığ Ağzı var dili yok Aynat etti itlere götünü verdi kurtlere (aynat: inat) Açıg göte zıngılav el gülmiye kım güle Aj karın usgek nalin hasalın hasalın Ağır ol ki batman gelesen Ağzında gevelemek
-
Kronoloji 1 – Bitlisin Kuruluşu Bitlis’in kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Bitlis ismi M.Ö. 336 yıllarına rastlamaktadır. 2 – Neolitik Çağ M.Ö. 3000 yıllarıyla 9000 yılları arası 3 – Hititler Dönemi M.Ö. 2000-1806 4 – Hurriler Dönemi M.Ö. 1700-1260 5 – Asurlar Dönemi M.Ö. 1260-876 6 – Urartular Dönemi M.Ö. 1280-1000 7– Persler Dönemi M.Ö. 560 -401 8 – Makedonya Krallığı (İskender) Dönemi M.Ö. 334-323 9 – Partlar Dönemi M.Ö. 200 -335 10 – Roma ve Bizans Dönemi M.Ö. 600-M.S.600 11 – İslâm Hakimiyeti Dönemi 640-1047 12 – Selçuklu Dönemi 1047-1092 13 – Dilmaçoğulları (Demleçoğulları) Dönemi 1084-1192 14 – Eyyubi – Harzemşah ve Moğollar Dönemi 1207-1231 15 – Anadolu Selçukluları Dönemi 1231-1243 16 – İlhanlılar Dönemi 1244-1350 17 – Karakoyunlular Dönemi 1365-1467 18 – Akkoyunlular Dönemi 1467-1502 19 – Şerefhanlar Dönemi 1220-1894 20 – Osmanlı Dönemi 1481-1923 Bitlisin Tarihi Milattan Önce 7’nci Yüzyıla kadar Asurluların, 6’ncı Yüzyıla kadar da, Med’lerin hükümranlığı altında kalan Bitlis ve çevresi, daha sonra Pers Krallığının kurulmasıyla 2. Darius tarafından ele geçirilmiştir. Persler döneminde satraplık haline getirilen ve Urartu döneminden kalan nüfusun barındığı Bitlis, Milattan Önce 4’ncü Yüzyılda Makedonya Kralı Büyük İskender’in saldırısına uğramıştır. Uzun süreli savaşların ardından denetimi ele geçiren ve Satraplık sistemini olduğu gibi bırakan İskender, daha sonra geri çekilmiştir. Ne var ki çeşitli bölgelere getirdiği Satraplar ile merkezi yönetim arasındaki çatışmalar Bitlis’i de etkilemiştir. Bu arada Babil Satrabı Selevkos, İskender’in batı orduları komutanı Antiğonos’u yenerek Selökid Devleti’ni kurmuştur. Bitlis’inde sınırları içine girdiği Selökid’lerin zaman zaman güçsüz ve denetimsiz kalmalarıyla, bölgede Nebati’ler söz sahibi olmuşlardır. Oldukça çalkantılı yıllardan sonra, M.S. 2. Yüzyıla gelindiğinde Doğu Roma İmparatoru Troyan’ın Bitlis’i ele geçirdiği görülmüştür. Şehir daha sonra Sasaniler ile Roma’lılar arasındaki savaşlara neden olmuştur. Sık sık el değiştiren Bitlis ve çevresi, 7’nci Yüzyıla kadar Bizans egemenliği altındaki özerk beyliklerce idare edilmiştir. Bitlis’in İslam Alemiyle ilk ilişkisi, Hz. Ömer zamanında gerçekleşmiştir. İran’ı ele geçiren Sad Bin Ebu Vakkas’ın buyruğu üzerine, Bölgeye gelen El Cezire Komutanı İyyaz Bin Ganem 647 Yılında Bitlis’i ele geçirmiştir. Bir süre işgal edilen ve Arap boylarının yerleştirildiği Bitlis, Doğu Anadolu’daki iç çatışmalar yüzünden tekrar Bizans’a bağlanmıştır. Fakat bu kısa süreli olmuştur. Emevi Halifesi Muaviye döneminde Bitlis 661 Yılında yeniden Araplarca alınarak, Muhammet Bin Mervan tarafından El Cezire Vilayetine bağlanmıştır. Amil olarak adlandırılan Valilerce idare edilen Bitlis, daha sonra Diyarbekir’e bağlanmıştır. Türklerin 11’nci Yüzyılla birlikte başlayan Anadolu Akınları sırasında uğrak yer haline gelmiştir. Bu arada yeniden Mervan oğulları’nın idaresine geçmişse de, Diyarbekir Emiri buna son vererek, Bitlis ve çevresindeki toprakları “Ikta Sistemi”ne uygun olarak dağıtmıştır. Önemli bir toprak parçasını alan Dilmaç oğlu Mehmet Bey, Bitlis’in yönetimini de ele geçirmiştir. 13’ncü Yüzyılda Eyyubiler, Harzemşahlar ve Moğolların saldırısına uğrayan Bitlis, özellikle Celaleddin Harzemşah ve Hülagunun orduları tarafından büyük bir yıkıma uğratılmıştır. Şerefhanoğulları tarafından 14’ncü Yüzyıldan itibaren yönetilmeye başlanan Bitlis, bu arada İlhanlılar, Celayirliler, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safeviler’in bir biri ardına saldırılarıyla karşılaşmıştır. Bitlis’te Osmanlı Egemenliği Yavuz Sultan Selim döneminde 1514 yılındaki Çaldıran Savaşı sonunda başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında İlim, Sanat ve Kültür Merkezi haline gelen Bitlis, Padişaha bağlılığını gönderdiği vergilerle pekiştirmiştir Uzun süre Beyliklerle idare edilen Bitlis, Osmanlı İmparatorluğunun duraklama ve gerileme dönemlerinde, zaman zaman iç direnişlere sahne olmuştur. Bey’lerin sonuncusu olan Şerif Bey 1894’te Reşit Paşa tarafında yenilgiye uğratılarak, Beylik düzeni sona erdirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu Balkan Savaşlarından yenik çıkması ve bu savaşın yaraları sarılmadan, Almanların oyunuyla kendisini 1’nci Dünya Savaşı’nın içinde bulmuştur. Bir çok cephede birden savaşmak zorunda kalan Türk Milleti, çok canlara mal olmuş, çok acılar çekmiş bir Kafkas Cephesi yaşamıştır. Kafkas Cephesi’nin müdafaasını üstlenen 10’ncu Kolordudaki 40.000 Kişilik Askerin bir kısmını Seferberlik Emri ile Orduya katılan Bitlis Halkı teşkil etmiştir. Sarıkamış Harekatı sırasında Allah-u Ekber Dağlarında donarak hayatını kaybeden ve Şehitlik mertebesine ulaşan Bitlis gençleri, hayatlarının baharında göçmüşlerdir. Yıllardan beri sıcak denizlere ulaşma hayalleri içinde yaşayan Çarlık Rusya Orduları harekete geçmiş ve kısa sürede Doğu Anadolu’nun birçok Şehri’ni işgal etmişlerdir. 1915 Yılında Ruslar Bitlis’i işgal etmek için Başhan Mevkiine geldikleri haberini alan bütün Bitlis Halkı çocuklarının ellerinden tutarak göç için yollara düşmüşlerdir. ( Bitlis’in işgali ile Halkın çektiği sıkıntı ve göçlerle ilgili ayrıntılı bilgiler Bkz. “Silvan Karargahı”) Bitlis’teki Türk Askerinin ve Milis Kuvvetlerinin dirayetli savunması sonucunda Ruslar Bitlis’e giremeyerek geri çekilmiştir. Ancak bu sevinç fazla sürmemiş ve Mart 1916 Yılında Rus ve Ermeni işbirlikçiler Bitlis’i işgal etmiştir. Bu işgalle beraber Bitlis ikinci büyük göç olayını yaşamıştır. Göç edemeyip şehirde kalanlar, Ermeni kurbanı olurken, göç edenler ise çetin kış şartları altında açlık, sefalet ve çapulcuların kurbanı olmuştur. Göç eden Halk, götüremediği 1000 den fazla Çocuğunu Köprü altlarında, Kar kümelerinin yanında ölüme terk etmiştir. Bitlis Geçitleri’nin Rusların eline geçmesi; Diyarbakır, Adana, Halep, Bağdat Yolunun düşmana açılması manâsına geldiğinden, Bitlis’in Acil olarak geri alınmasına karar veren Türk Genelkurmayı, Çanakkale savaşlarında büyük kahramanlıklar göstermiş ve o tarihlerde Edirne de istirahat’ta bulunan 2’nci Ordu’nun, özellikle 2’nci Orduya bağlı 16’ncı Kolordu’nun acilen Bitlis Cephesi’ne gönderilmesine karar vermiştir. Bu Ordu’nun Komutanlığına Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal atanmıştır. Albaylıktan Generalliğe yükseltilen Mustafa Kemal, 27 Mart 1916 Tarihinde Bitlis’i ziyaret etmiştir. Gerekli talimatları verdikten sonra, Karargahını kurduğu Silvan’a geri dönmüştür. Temmuz Ayı sonlarında taarruz için tekrar Bitlis’e gelmiştir. Bitlis’te bulunan 16’ncı Kolordu’nun 5’nci Tümeni ve bu Tümen’in 13, 14 ve 15’nci Piyade Alaylarının yanı sıra, sayılarının 2000 – 3000 arasında olduğu tahmin edilen Milis Kuvvetleri ve bu Milis Kuvvetlerinin başında ise, Şeyh Muhammet Diyaiddun (Hazret), Mutki Aşiret Reisi Hacı Musa Bey ve diğer Milis birlikleri bulunuyordu. 1 Ağustos 1916 Tarihinde Mustafa Kemal tarafından Taarruz emri verilmiş, 8 Ağustos 1916 Tarihinde Bitlis, Sabah 05’te İstiklaline kavuşmuştur. Bu yüzden her yıl 8 Ağustos tarihi Bitlis’te “Kurtuluş Günü” olarak kutlanmaktadır.
-
YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ Dağlar Güneydoğu torosları uzantısı şekilinde olan ve ili çevreleyen dağlar yükseklikleri 2000 metreyi aşmaktadır.ilin doğusunda Süphan 4058 metre ile Türkiyenin ikinci büyük dağıdır.Süphan dağı üzerinde 400 metre çapında krater bir göl bulunmaktadır. Nemrut Dağı ülkemizde en son faaliyete geçen volkanik dağdır. Nemrut volkanık bir yapıya sahiptir,1441 ile 1443 tarihleri arasında faaliyete geçerek lavlar 60 km güneye atmıştır.yüksekliği 3050 metere olan dağın üzerinde Türkiyenin en büyük krater gölü bulunmaktadır. Bitlis ilindeki diğer dağlar, güney torosların devamı olan sıra dağlar,Sini dağı(2730) Kırımızıtaş tepe ( 2607) karataş tepe ( 2609 ) Handağı tepe (2433 ) bulunmaktadır. Ova, Plato ve Yaylalar Arazinin % 71 kaplaya kısımın eteklerinden yer alan küçük düzlükler şekilindeki ovalar ve platolar genelikle dar ve uzun bir görünüm sergiler.Bitlis İlininde ova platolar yok derecek kadar azdır,Ahlat ovası ve Bitlis ve Tatvan arasında yer alan Rahva ovası ile Adilcevaz İlçesinden Erciş İlçesine doğru ve Vangölü çevresinde bulunan dar ve uzun ovaların dışında başka düzlüklere yok denecek kadar azdır. Bitlis İlinin % 3 nü kaplayan yaylalar ile % 16 kaplayan Platolar Van gölünden 200-300 metre yükseklikteki volkanik yapılı düzlüklerdir. Yaylalar : Bitlis ilinde bulunan yaylalar şunlardır. Merkezde Avasor , Susana , Haydarderesi , Adilcevaz İlçesinde , Süte ve Suphan, Ahlat İlçesinde Nemrut Kuşhane , Uluder ve Nemrut , Güroymak İlçesinde ,Çıtak , Duap ve Şen , Hizan İlçesinde , Örenli,panor Mutki İlçesinde Harik ve meydan Tatvan İlçesinde ise Nemrut yaylası bulunmaktadır. Ormanlar Bitlis İlinde Ormanlık alanlar oldukça fazla yer tutar. Doğu Anadolu Bölgesinde en fazla ormanı olan İllerden birisidir. Dağ silsilelerinin üst yanı (Hizan,Tatvan,Mutki İlçeleri) orman ve fundalıklarla kaplıdır. Ormanlarda başlıca ağaç türü meşeler teşkil eder. Bunlardan sonra ardıç , soğuğa dayanıklı olmasından ötürü geniş bir alanı kaplar. Nemrut Volkan Konisi yanında bulunan Atatürk Dağının güney yamaçları , Rahva Ovasının batı kısımları meşe ile kaplıdır. Nemrut Krater Gölü etrafında koru halinde meşeler,yabani meyve ağaçları,titrek kavak ve huş ağaçları bulunmaktadır. Krater içindeki orman 2900 metreye kadar çıkar , bu seviye Türkiye’de ki en yüksek ormanlık alan seviyesidir. İlimizde ormanlık alan olarak 164.746.5 ha. Verimli orman alanı ise 23.409 ha.dır. Bitlis ilinde merkeze bağlı 38 , Hizan İlçesine bağlı 24 , Mutki İlçesine bağlı 38 orman köyü mevcuttur. Yeraltı Suları Yeraltı Suları : Bitlis ili yer altı suları bakımından çok zengindir,içme suları olarak kullanılabilecek nitelikte akan kaynak sularına her yerde rastlamak mümkündür. Şehir merkezi ve İlçelerin içme suları kaynak sularıdır, yeraltı suları bol ve soğuktur. Şifalı Sular : Volkanik bir alan üzerine kurulan Bitlis ilinde birçok maden suyu kaynakları bulunmaktadır. Soğuk ve sıcak olarak bulunan bu sulara halk arasında (Çermik) olarak bilinir, bunlardan sağlığa faydalı olarak belirlenen şifalı sularımız; 1- Alemdar çermiği : Cilt hastalıklarına 2- Yılan dirilten Çermiği : Mide ve böbrek 3- Gölbaşı kaplıcası : Romatizmal 4- Nemrut Çermiği : Romatizmal 5- Çim çermiği : Kulak hastalıklarına iyi geldiği belirtilmektedir. Akarsular İlimizin içinde önemli akarsu bulunmamaktadır. Çevredeki dağlardan çıkarak Vangölüne doğru akan suların boyları kısadır , diğer akarsular ise Bitlis ilinden çıkan Karasu Muş İli sınırları içerisinde Murat Suyuna karışarak Muş ovasını sulamakta , Şehrin içinden çıkan Kömüs ile Başhan köyünden çıkan Rabat suyu Altın Kalburdan çıkan sular şehir merkezinde birleşerek Dicle nehrine doğru akarak Güney Doğu Anadoluyu sulamaktadır. Göller 1- Vangölü : 3765 km2 alanı ile Türkiye’nin en büyük gölüdür. Vangölünün 1876 km2’si İlimiz sınırları içinde bulunmaktadır.Oluşum itibarı ile tektonik ve volkanik set gölüdür. Deniz seviyesinden yüksekliği 1700 metredir,derinliği 100 metreyi aşmaktadır.Vangölü üzerinde Tatvan Van arasında Feribot seferleri yapılamaktadır. Vangölü sodalı olmasından dolayı balık çeşidi bulunmamakta yalnızca kendisine has “Vangölü İnci Kefali” yaşayabilmektedir. Türkiye'nin en büyük gölü olan Van Gölü'nün üçte ikisi Bitlis sınırlan içinde olup, Doğu Anadolu Bölgesi'nde Van Kapalı Havzasının ortasında yer alır. Göl yüzeyinin yükseltisi 1.646 m., yüzölçümü 3.713 km^'dir. Van Gölü'nün en gen geniş yer Tatvan ile Bendimahi Suyu'nun göle döküldüğü kesim arasında 125 km'dir. Arpat Çayının ağzıyla İskele Bumu arasındaki genişlik de 60 km. kadardır. Gölün en derin yeri 100 m'yi aşmaktadır. Van Gölü, çevredeki yüksek dağlardan inen çok sayıda akarsuyla beslenir. Göle dökülen en önemli akarsular, Karasu, Hoşap Suyu ve Bendimahi Suyu'dur. Gölün dışanya akan bir ayağı olmadığından, suyu acı, tuzlu ve sodalıdır. Su düzeyi, ilkbahar ve yaz başlannda yükselir, sonbaharda 30-50 cm kadar düşer. Van Gölü, yüksekliği 2-3 m'yi bulan dalgalan, yolcu ve yük taşıyan gemileri, iskele, ada, yanmada, koy ve körfezleriyle küçük bir denizi andmr. III. jeolojik dönemin ikinci yansında, Van Gölü'nün oluştuğu çanakla Muş Ovası'nı ve günümüzdeki Nemrut Dağının yayıldığı alam kapsayan 7 knf'lik büyük bir çanak bulunmuştur. Tektonik bir çukur içinde yer alan Van Gölü çanağı zamanla sularla dolmuştu. Ancak, bu sular Murat Vadisi aracılığıyla dışanya boşalıyordu. IV. jeolojik dönemde bu büyük çanağın bir kesiminde, günümüzdeki Nemrut Dağı bir yanardağ olarak yığılmaya başlamış, böylece Van Gölü Çanağı'nın Muş Ovası'yla bağlantısı kopmuştur. Daha sonra, Murat Irmağı'nm ağzının lavlarla tıkanması sonucunda yörenin dışa akışı kesilince Van Gölü oluşmuştur. Van Gölü klorlu, sülfatlı ve karbonatlı göller grubuna girer. Suyu oldukça tuzlu olan göl suyunda aynca yüksek oranda soda vardır. Göl suyunun %5.9 oranında sodyum karbonat, %3.8 oranında sodyum klorür, %0.4 oranında magnezyum klorür, %0.3 oranında magnezyum sülfat, %0.1 oranında kalsiyum sülfat ve %0.1 oranında potasyum klorür içerdiği saptanmıştır. Van Gölü'nün kıyılan oldukça girintili-çıkıntılıdır. Bunun nedeni, sulann geçmişte sık sık alçalıp yükselmesidir. Ayağı olmayan Van Gölü'nde su düzeyini, bu çanağa dökülen sular ve buharlaşma belirlediğinden, bu etmenlere bağlı olarak, su düzeyi zaman zaman yükselmiş, alçalmıştır. Sular yükseldikçe alçak yerlere sokulmuş, yüksek yerlere girememiştir. Böylece göl kıyısında küçük koy ve yarımadalar oluşmuştur. Bununla birlikte, akarsuların döküldüğü kesimlerde, bu akarsuların taşıdığı alüvyonlar nedeniyle, kıyılar daha düz ve sığdır. Gölün güney kıyılan, dik ve kayalıktır. Burada, birçok koy, yanmada ve burun vardır. Van Gölü'nde Akdamar, Kuşadası, Çarpanak ve Gadir adlı 4 ada vardır. Bunlar, su düzeyinin yükselmesiyle, yanmada uçlannın kesilip buradan aynlmasıyla oluşmuş adalardır. Van Gölü'nde yılda 100-150 ton kadar balık üretilir. Balılar, nisan ortalarından haziran sonlanna kadar açıklardan akarsu ağızlanna gelir, yumurtalannı tatlı sulara bıraktıktan sonra açıklara dönerler, nisan, mayıs ve haziran, Van Gölünde balık avlanma mevsimidir. Yörede "gogort" adıyla anılan sazan türü balıklarla, göle dökülen tatlı su ağızlannda yaşayan inci kefalı başlıca balık türlerini oluşturur. 2- Nemrut Krater gölü: Amerika’daki krater gölünden sonra dünyanın ikinci büyük krater gölüdür. Soğuk ve sıcak sular ile her an harekete geçecekmiş gibi buhar fışkırtan bir doğa harikasıdır,deniz seviyesinden yüksekliği 2442 metrede bulunan krater gölü çevresinde Yeşil Göl , Ilık Göl ve buna benzer dört göl bulunmaktadır. Bu göller yağan kar ve yağmur su ile beslenmektedirler. 2002 yılında 1. derece doğal sit alam olarak belirlenen Nemrut Kalderası, Van Gölü havzasının batısında, Bitlis ilinin Tatvan, Ahlat ve Güroymak ilçeleri arasında yer almaktadır. Nemrut'ta patlamalar sonucunda oluşan kraterin ağız genişliği 48 knf, taban genişliği 36 knf olan Nemrut Kalderası'nda, deniz seviyesinden 2247 m. yükseklikteki krater alam içinde ikisi büyük toplam 5 tane göl bulunmaktadır. Türkiye'nin en büyük krater gölü olan Soğuk Göl, 13 km^'lik yüzölçümüyle, Nemrut Dağı Krateri'nin yaklaşık üçte birini kaplamakta olup yanmay biçimindedir. Kar ve kaynak sulanyla beslenen ve yer yer oldukça derin olan Nemrut Gölünün sulan tatlıdır. Derinliği ortalama 100 m. ve en derin noktası 155 m.dir. Göl çevresinde Aşkıran sıcak sular ve kaplıcalar volkanik faaliyetlerin son izleridir. 3- Nazik gölü : Van Gölüne 25 km kadar uzaklıktadır ve Ahlat ilçesinin kuzeybatısında yer alır. 30 km2 alana sahiptir. Denizden 1876 metre yüksekliğe ve 40-50 metre derinliğe sahip olan gölde aynalı sazan ve inci kefali yetiştirilmektedir. 4- Arin gölü : Adilcevaz İlçe merkezinin 10 km doğusunda bulunan göl Van Gölüne yakındır.13 km2 alana sahip olan gölün suyu sodalıdır. 5- Aygır gölü : Adilcevaz İlçesi ile Süphan Dağı arasında bulunan göl 3,5 km2 alana sahiptir gölde alabalık yetiştirilmektedir.
-
Coğrafi Yapı ve İklim Bitlis İlinin genel olarak yüzölçümü 6.706 km2 dir. Bu rakama Bitili İli sınırları içerisinde kalan Van Gölünün 1.876 km2 lik kısmıda dahil edildiği takdirde toplam olarak İlin yüzölçümü 8.582 km2 olmaktadır. Bu duruma göre Bitlis İli 410 33’ – 430 11’ Doğu Boylamları 370 54’- 380 58’ Kuzey Enlemleri arasında yer almaktadır. İlin en doğu hudut noktasından en batı hudut noktasına kadar 144, en kuzey noktasından en güney noktasına 120 km’dir. Bitlis,Doğu Anadolu Bölgesinin Yukarı Fırat ve Yukarı Murat bölümlerinin sınırı üzerinde bulunan bir ilimizdir. Bitki Örtüsü Karasal iklimin sürdüğü ilde hakim bitki örtüsü step ve bozkırdır.Bunlar yağışların bol olduğu dönemde yeşeren yazın kuraklık ve sıcaklıkla birlikte kuruyan otlardan oluşur.Bitki örtüsü bakımından çayır otlak ve meraların geniş yer tuttuğu yayla görünümündedir.Yüksek kesimlerde yağışların artması ile genellikle meşe ağaçlarından oluşan orman koruluklarına rastlanır.Bu ormanların yörenin insanları tarafından bilinçsizce tahrip edilmesi ve yakacak odun olarak kullanılması nedeniyle gün geçtikçe azalmaktadır.Sulak yerlerde kavak söğüt ağaçlarıyla,elma,armut,ceviz,dut ağaçları çok sayıda vardır.İlimizde son yıllarda yapılan ağaçlandırma çalışmalarında önemli mesafeler alınmıştır. Bitlis İlinin İklimi Deniz seviyesinden 1545 metre yükseklikte bulunan İlimize kış erken gelir, geç gider.Kışın çok kar yağar kışları soğuk ve kar yağışlı, yazları ise kısa sürer sıcak ve kurak geçer.Karasal iklim özelliğini gösterir.Yıllık sıcaklık ortalaması 9.7 C dir.En sıcak ay Temmuz en soğuk ay ise Ocak’tır. Meterolojik verilere göre İldeki yıllık sıcaklık farkı 15.5 C0 civarındadır.Van Gölü çevresinde bulunan Adilcevaz,Ahlat,veTatvan ilçelerinde kış daha yumuşak geçer.Bitlis ili yurdumuzun en çok kar yağışı alan bölgesidir. Bitlis İli deniz seviyesinden 1545 metre yüksekliktedir. Arazi,Anadolu yaylasına nazaran daha yüksek ve daha girintili çıkıntılıdır, arazisinin % 71’i dağlık % 3’ü yayla , %10,4’ü ova , %15,6’sı dalgalı olup, değişik bir topografisi vardır. Bundan da anlaşılacağı üzere Bitlis İli Doğu Anadolu Bölgesinin en dağlık bir yerini teşkil etmektedir. Hatta Hizan ve Mutki İlçelerinde hiç ova bulunmamakta ve dağlık arazinin oranı % 90’ı geçmektedir. Ancak Adilcevaz ve Ahlat İlçeleri nispeten az dağlıktır. Buna mukabil ova olan sahalar bilhassa Adilcevaz’da daha fazladır. Bitlis’te arazide üçüncü zaman MİOSEN devrine kadar orojenik hareketler vuku bulmuştur. Bu devirdoe başlayan volkanik hadiseler,birçok fay ve çöküntülerin,büyük göllerin teşekkülüne sebep olmuştur. 3050 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı 4434 metre yüksekliğindeki Süphan Dağı, üçüncü zaman indifai olaylarının tabi abideleridir. Süphan ve Nemrut Dağlarının çevrelediği kısımlarda Fomeroller ve sıcak su kaynakları mevcuttur. Bu toprakların,son orojenik ve volkanik olaylarla sarsılmış olması,arazinin parçalnmasını sağlamıştır. Bu durumda depremlerin varlık şartlarını hazırlamış olduğundan,Bitlis’te deprem oldukça fazladır.Çöküntü sahalarında sular birikerek geniş göller meydana getirmiştir. Arin Gölü ve Türkiye’nin en büyük krater gölü olan Nemrut Gölü bu tarz göllerdir. Gerek göllerin gerek ovaların yüzeyi deniz suyu seviyesinden çok yüksektir. İlin bazı önemli dağları Van Gölünü Güneyden çevirir. Bitlis İli dağlık bir sahayı kapladığı için ova yok denecek kadar azdır.Ahlat Ovasıyla, bir düzlük gibi Bitlis’in Kuzeydoğusundan Van Gölüne doğru uzayan , Rahva Ovasından başka büyük düzlüklere rastlanmaz. Adilcevaz ve Ahlat Ovası,bölgenin en bereketli ovasıdır. Van Gölü sahili boyunca uzanmıştır. Ova meyveliktir ve suları boldur. İklim Verileri Denizden uzak ve dağlık bir bölgede yer alan Bitlis ilinde sert karasal iklim özellikleri görülür. Van Gölü kıyısında gölün iklimi yumuşatıcı etkileri hissedilir. Bu bakımdan kıyı kesimi ile gölün etkisinden uzak bölgeler arasında iklim bakımından farklılıklar görülür. Van Gölü kıyısında Tatvan ve Ahlat, iç kesimde Bitlis kenti iklim verileri alınmıştır. Bitlis ve çevresinde kış erken başlar, geç biter; ocak ve şubat aylarında şiddetli kış koşullan yaşanır. İlkbahar mevsimi kısa sürer. Temmuz ve ağustos sıcak ve kurak geçer. Ekimden nisana kadar don olayı görülür. Yağışlar genellikle kış ve bahar aylarında çoğunlukla kar olarak düşmektedir. Kar uzun süre yerde kalır. Van Gölü kıyısında da benzer özellikler izlenmekle birlikte kıyı kesiminde yağış daha fazla düşmektedir. Yaz-kış ve gece-gündüz sıcaklık farkları da daha azdır. Bitlis ili ikliminin aynca özellikleri, ilçelerle ve ülkedeki bazı merkezlerle karşılaştırmalı olarak, aşağıdaki çizelgelerde verilmektedir. İklimin turizm faaliyetleri üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri, turizm çeşitlerine göre değişmektedir. Genelde, insan ve toplum yaşamım etkileyen, çok soğuk veya çok sıcak ve nemli iklim koşullan gibi aşın olumsuz etkenler Bitlis yöresinde fazla görülmemektedir. İldeki yerleşme alanlan ve Van Gölü kıyı kesiminin deniz düzeyinden yüksek olması, yaz döneminde, nem oram düşük, bunaltıcı olmayan rahat bir ortam oluşturmaktadır. Bahar ve kış döneminde de gölün iklim üzerindeki yumuşatıcı etkileri görülür. Kara ikliminin egemenliği nedeniyle kışın toplum ve insan yaşamım etkileyen, ulaşımı aksatan iklim koşullan bazı yıllar yaşansa dahi bu günler çok kısa sürmektedir. * Bitlis'in İkliminin Turizm Çeşitlerine Göre Analizi * Yaz sezonu ya da kıyn turizmi açnsmdan değerlendirme Temmuz ve ağustos aylannm olumlu değerler taşıdığı gözlenmektedir. Bu aylarda Bitlis, Tatvan va Ahlat'ta ortalama sıcaklık değerleri 20.8-22.2°C arasında değişmektedir. Ortalama nisbi nem %49-59, buhar basıncı 12.8-14.2 mb arasında değişmektedir. Temmuz ağustosta yağış çok düşük olup, aylık ortalama 2.8-9.4 mm değerleri arasındadır. Van Gölünün su sıcaklığı değerleri ölçülmemiştir. Ancak gözlemlere göre temmuz ve ağustosta olumlu değerlere sahiptir. İklim koşullannın elverdiği durumlarda, haziran ayının ikinci yarısı ile, eylül ayının birinci yansı da kıyı turizmine olanak vermektedir. Bitlis ilinde kıyı turizminin 2 (en fazla 3 ay) gibi kısa sürmesi, ildeki turizm tesislerinin yıl içindeki doluluk oranlanın etkileyebilecek bir faktördür. Ancak, bölgeye yönelik kültürel turizm ve 3. yaş turizmi gibi faktörler nedeniyle, Doğu Anadolu Turu kapsamında nisan ayı başından ekim ayı sonuna kadar devam eden bir turizm mevsiminden söz etmek mümkündür. Kış turizmi ve kış sporîan açısından değerlendirme Bitlis ili iklimi oldukça elverişlidir. Kış sporları açısından, karla örtülü günler ile kar kalınlığı, kann yerde kalma süresi ve diğer mikroklimatik etkenler belirleyici faktörlerdir. Van Gölü kıyısındaki yerleşmelerde (Ahlat, Tatvan, Adilcevaz) yılın 2.5-3.5 ayı karla örtülüdür. Bu değer Bitlis kentinde yaklaşık 4 aydır. Daha yüksek yerlerde, kış turizmine elverişli dağ etekleri ve yamaçlarda, yılın 4-5 ayı (aralık-nisan aylan) karla örtülüdür. Bu iklim koşullan ile coğrafi fiziki veriler ilde kış turizmine elverişli bir potansiyel oluşturmaktadır. Bununla birlikte fiziki özellikleri bakımından kış sporlarının geliştirilebileceği alanların ayrıntılı mikroklimatik etütlerinin yapılması yönlenme sis tutma, kar sıklığı, pist özellikleri vb. açılarından incelenmesi yerinde olacaktır Tatvan meteoroloji verileri, Van Gölü kıyısında ve coğrafi olarak ilin merkezinde bulunması nedeniyle yaz turizmi (kıyı turizmi) için, Bitlis istasyonu verileri de çevresinde dağ turizmi ve kış sporlarına elverişli alanların yer alması nedeniyle, kış turizmi için irdelenmiştir. Yaz turizmi açısından, temmuz ve ağustos en uygun aylar olup, bunu, eylül ve haziran aylan izlenmektedir. Kış turizmi açısından, aralık, ocak, şubat, mart ve nisan aylan elverişli bulunmuştur.
-
Bitlis İsminin Kaynağı Bitlis’in günümüzde kullanılan isminin nereden kaynaklandığı kesinlikle bilinmemektedir. Bitlis tarih boyunca değişik isimlerle anılmıştır. Asurlular Bit-Liz, Persler ve Yunanlılar Bad-Lis veya Bad-Lais, Bizanslılar Bal-Lais-on, Babaleison veya Baleş, Araplar Bad-Lis, Ermeniler Pageş veya Pagişi olarak kullanmışlardır. Asur dilinde Bit kelimesi yurt, Bet kelimesi kale manasında kullanılmış, Bit-Liz demek Liz’in Yurdu, Bet-Lis demek ise Liz’in Kalesi manasına gelmektir.1 Bitlis ismiyle ilgili olarak tarihçilerin ittifakla üzerinde durdukları olay şöyledir: M.Ö. 336 yılında Makedonya kralı II. Filibe ölmüş, yerine Büyük İskender kral olarak geçmiştir. (Şerefname’de Makedonyalı büyük İskender’in, peygamber olarak bilinen İskender Zülkarneyn olduğunu iddia etmektedir. Zülkarneyn “iki boynuz” manasına geldiğinden, Zülkarneyn’in sürekli doğuya hareket ettiği ve 31 yaşında öldüğünden dolayı büyük İskender olduğunu savunmaktadır. Büyük İskender’in de anlında boynuz halinde iki et yumrusu çıktığı, doğuya seferler yaptığı ve 30 yaşlarında öldüğünden dolayı aynı kişiler olduğunu tezi ileri sürülmüştür. Ancak bu fikirler bugüne kadar ispat edilememiştir.) Babil’i işgal eden İskender, ordularıyla beraber Hindistan seferine çıkmayı kararlaştırmıştır.3 Bu arada İskender’in anlında boynuza benzeyen iki et parçası çıkmış, maiyetinden gizlemek için sürekli boynuzlu miğfer kullanmak zorunda kalmıştır. Derdine çare için görüştüğü bütün hekimler, şifasının sularda olduğunu ve her gittiği yerdeki suları kullanmasını tavsiye etmişlerdir. Bu nedenle Büyük İskender, uğradığı her yerdeki sularda yüzünü yıkayarak derdine çare aramıştır. Şattülarap’a vardığı zaman Dicle nehrine akan bütün suların araştırılmasını istemiş, bilginleri bu işle görevlendirmiştir. Bütün suları araştıran İskender ve mahiyeti, uzun bir yürüyüşten sonra Bitlis önlerine gelmiştir. Bitlis çayının hastalığına şifa verdiğini görünce Kösür ve Rabat sularının birleştiği yerde karargahını kurmuştur.4 Emrindeki hekimler İskender’e; suyun kaynağına gitmesini istemişlerdir. Bu tavsiye üzerine Bitlis’in doğusundan akan Rabat suyu takip edilerek suyun kaynağına gidilmiştir. Ancak günlerce bu suyu kullanmasına rağmen şifa olmadığını görmüş, bu defa şehrin batısından gelen Kösür çayına yönelmiş, sonunda bu suyun kaynağı olan pınara varılmıştır. Bu pınarın bulunduğu, suların fışkırdığı o dağlık, ağaçlık yeşil tepeler İskender’in gözüne çok güzel görünmüştür. Her taraf zümrüt yeşilliğinde, reyhan ve değişik çiçeklerle bezenmişti. Bu yerin iklimi İskender’i hayran bırakmıştır. Bu güzel tabiat parçasının havasından ve suyundan faydalanmak için birkaç gün (bir hafta) burada konaklamaya karar vermiştir. Bu suyun kenarında konakladıktan bir hafta sonra, Kösür suyunun derdine şifa olduğu ve boynuzlarının kaybolduğu görülmüştür.1 Günümüzde hala bu suya İskender Çeşmesi denilmektedir. Bu çeşme Bitlis’e 10 km. uzaklıkta, Duav yaylasındadır. Derdine şifa bulan İskender bu yerin ve suyun ebedileştirilmesi için Bedlis (Badlis) veya Leis ismindeki komutanını yanına çağırarak bu çeşmeden 4 saatlik veya 12.000 adımlık uzaklıkta, Rabat ve Kösür sularının birleştiği yerde müstahkem bir kale yapmasını istemiştir. Komutanına (Şerefname’de kölesi olarak geçmektedir) dönerek; “Ben İran (bazı Kaynaklarda Hindistan) seferinden dönünceye kadar buraya öyle bir kale yap ki, benim gibi bir kral veya kumandan dahi onu ele geçiremesin. Böylece bu kalenin ve yerin ismi kuşaktan kuşağa, yüzyıldan yüzyıla ebedileşsin” demiştir. Bu emri alan Bedlis veya Leis ismindeki komutan hemen işe başlamış, bir yıl gibi kısa bir sürede M.Ö. 331 tarihinde bugün ki kaleyi yapmayı başarmıştır. Hindistan ve İran seferinden dönen İskender şehre geldiği zaman karşısında muazzam bir kale görmüştür. Bedlis’e haber göndererek kaleyi teslim etmesini istemiştir. Kaleyi teslim etmeyeceğini, savaşa hazır olduğu bildirerek İskender’in teklifini reddetmiş ve kale kapılarını kapatmıştır. Bunun üzerine İskender bütün güçleriyle kaleyi kuşatmaya başlamıştır. günlerce uğraşmış, kaleyi alamayacağını anlayınca kuşatmayı kaldırarak Rahva ovasına doğru geri çekilmiştir. İskender’in çekildiği gören Bedlis, Rahva ovasında İskender’in atının ayağına kapanıp bir zarf içinde kalenin anahtarını sunmuş, çıkışı bu yerde olan tünelden kendilerini kaleye davet etmiştir. Kalenin anahtarlarını alan Büyük İskender; “Bre mel’un, madem ki anahtarı verecektin, niye asi olup bu kadar adamımı kırdırdın” demesi üzerine Bedlis, İskender’den Affını dileyerek; “Ey büyük fatih! Benim sana karşı başkaldırmam ve direnmem, senin daha önce vermiş olduğun emrin gereği idi. Sen; benim gibi bir kralın alamayacağı bir kale yapmamı emretmiştin. Senin emrin üzerine yaptığım bu kalenin ne kadar sağlam, fethedilmesinin ne kadar imkansız olduğunu ispat etmek amacıyla bu cüreti gösterdim. Şimdi ben ve kuvvetlerim hareketimizden dolayı müstahak göreceğiniz cezaya razı olarak emrinizdeyiz” demiştir.1 Komutanın bu sözlerini çok beğenen İskender, komutanını ödüllendirmek için şehrin yönetimini bu komutanına devrederek ve şehre Bedleis adını vermiştir. O günden sonra şehrin ismi Bedlis kalmıştır. Zamanla bazı harf değişikliklerine uğrayan bu isim, günümüzde BİTLİS adını almıştır.
-
BİTLİS'İN TARİHİ Tarihçiler Bitlis tarihini değişik zamanlardan başlatmaktadırlar. 5000 yıllık, 7000 yıllık tarih gibi. Gerçekte Bitlis tarihi Neolotik Çağ dediğimiz Yenitaş dönemine kadar uzanmaktadır. Neolitik Çağ, Yenitaş veya Cilalı Taş Devri denilen bu dönem, Ortataş Devri ile Tunç Devri arasındaki arkeolojik dönemdir. Bu dönem M.Ö. 3000 yıllarıyla 9000 yılları arasını kapsamaktadır. Bitlis ve yöresinin yazılı tarih öncesi oldukça karanlıktır. En önemli nedenleri yüzeydeki buluntuların az olması ve bugüne kadar gerçekçi bir arkeolojik çalışma yapılmamasıdır. Bitlis ili sınırları içerisinde bulunan Süphan ve Nemrut dağlarındaki obsidyen (doğal cam yatakları), doğrudan olmasa bile dolaylı olarak bu yöre tarihinin Neolitik dönemine kadar çıktığını göstermektedir. Obsidyen yataklarından elde edilen doğal camın yontucu, kesici, kazıyıcı olarak çevredeki yerleşim yerlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Yine yapılan çalışmalar sonucunda o döneme ait ticaret yolu Van Gölünün doğusundan güneye (bugün ki Van ili sınırları içerisinde bulunan Kalkolitik – Maden Dönemi – yerleşme alanı olan Tilkitepe), batıda ise Diyarbakır il sınırlarına (Ergani yakınındaki çanak-çömleksiz bir Neolitik yerleşme yeri olan Çayönü) dek uzanmaktadır.1 Bitlis ilinin Van ve Diyarbakır arasında yerleşmiş olması, Van’dan Diyarbakır’a yapılacak ticaretin o dönemlerde ancak Bitlis üzerinden yapılacağı dikkate alındığında, Bitlis’in Neolitik dönemden beri yerleşme yeri olduğu bir gerçektir. Neolitik Çağ, M.Ö. 3000 yıllarında sona ermiştir. Bu tarihi baz aldığımızda Bitlis’in 5000 yıllık bir tarihe ve geçmişe sahip olduğunu görmekteyiz. Büyük bir ihtimalle Bitlis’in tarihi bundan daha da eskidir. Güneybatı Asya ülkelerindeki Neolitik Çağ M.Ö. 9000-5000, Avrupa ülkelerindeki Neolitik Çağ M.Ö. 6500, Tuna kıyılarında M.Ö. 5500 olduğuna göre Bitlis’in tarihinin 5000 yıldan fazla olması, 5000 - 7000 yıllık olması çok kuvvetle muhtemeldir. Bitlis’in İşgali ve Kurtuluşu Osmanlı Devleti 1912 yılında başlayan Balkan Harbi’nden yenik çıkmıştı. Birçok toprak kaybının yanında çok sayıda asker ve malzeme kaybına uğramıştı. Balkan Harbi’nin yaraları sarılmadan Almanların oyunuyla I. Dünya Harbi’nin içine girilmiştir. Birçok cephede birden savaşmak zorunda kalan Türk milleti, çok canlara mal olmuş, çok acılar çekmiş olduğu bir Kafkas Cephesi yaşamıştır. Savaşın ilânıyla beraber seferberlik emri Bitlis şehrinde halkın görebileceği yerlere sabah erkenden asılmıştır. Seferberlik yazısını okuyan halk, Bitlis askerlik şubesine giderek askere yazılmıştır. Bu kafileyi takiben Bitlis şehrinden birçok kafile Kafkas Cephesi’ne yollanıştır. 40.000 kişilik 10 uncu Kolordunun bir kısmını teşkil eden Bitlis uşaklarının ekseriyeti şehitlik mertebesine yükselmiştir. Bu şehitler, Sarıkamış Harekâtı sırasında Allah-u Ekber Dağlarında donarak, hayatlarının baharında göçmüşlerdir.1 Rus Çarı Deli Petro’nun vasiyeti gereği yıllardan beri sıcak denizlere ulaşma hayalleri içinde yaşayan Çarlık Rusya orduları harekete geçmiş, Ermeni asıllı General Yudenich’in Başkomutanlığındaki Kafkas Ordusuna Anadolu’nun doğusunun işgali emri verilmiştir. Bu emir üzerine Kafkas Ordusuna bağlı 4 üncü Kafkas Kolordusu Doğu Anadolu’ya girmiştir. Kısa bir süre içerisinde Doğu Anadolu’nun birçok şehrini işgal eden Rus birlikleriyle ona öncülük eden gözü dönmüş Ermeni çapulcuları Bitlis sınırlarına dayanmıştır. 1915 yılının Temmuz ayının bir Ramazan gecesinde, Ruslar’ın Bitlis’i işgal etmek için Başhan mevkiine geldiği haberi alınmıştır. Bu haberi alan bütün Bitlis halkı, çocuklarının ellerinden tutarak göç için yollara düşmüştür. Ancak Bitlis’teki Türk askerinin ve milis kuvvetlerin dirayetli savunması sonucunda Ruslar Bitlis’e giremeyerek geri çekilmiştir. Ancak bu sevinç fazla sürmemiş, Şubat 1916 sonlarında Rus askeri ve Ermeni İntikam Tugayları tekrar Bitlis kapılarına dayanmıştır.3 Bitlis’i savunan kuvvetlerin toplamı 1400-2000 kişi arasındaydı. Bu birliğin 600 kişilik kısmı milis kuvvetlerden teşekkül etmişti. Piyade Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki Türk birliği, silah, cephane ve asker bakımından kendisinden çok fazla olan Rus ve Ermeni birlikleriyle savaşmak zorunda kalmıştır. Bütün direnmelere rağmen, 3 mart 1916 günü saat 05 de Bitlis işgal edilmiştir.4 İşgalden sonra özellikle Rus birliklerinin içerisinde bulunan ve Ermenileri felakete sürükleyenlerden birisi olan Antranik’in kurmuş olduğu “Ermeni İntikam Tugayları” şehir merkezine dağılarak, zamanında göç edememiş kimsesiz, yaşlı ve hastaları katletmeye başlamışlardır. Bu durumu Rus Generali Maslofski şöyle anlatmaktadır: Bitlis’in zaptından sonra 3 Mart öğle zamanı Antranik’in komutasındaki 1 inci Ermeni Taburu (İntikam Taburu) gece hücumundan evvel arkada bırakılmış olduğundan, boğaza girerken müsaade almadan şehre girmiş ve birçok Türk ailelerin toplanmış oldukları Amerikan Hastanesine koşmuşlar ve intikam kastiyle öldürmeye teşebbüs etmişlerdir.” 5 Bu işgalle beraber Bitlis, ikinci büyük göç olayını yaşamıştır. Göç edemeyip şehirde kalanlar Ermeni kurbanı olurken, göç edenler ise çetin kış şartları altında açlık, sefalet ve çapulcuların kurbanı olmuştur. Göç eden halk, götüremediği 1000’den fazla çocuğunu köprü altlarında, kar kümelerinin yanında ölüme terk etmiştir. Bitlis Geçitleri’nin Rusların eline geçmesi Türk Genel Kurmayı’nı düşündürmeye yönelmiştir. bu geçitlerin düşman eline geçmesi; Diyarbakır, Adana, Halep, Bağdat yolunun düşmana açılması manasına geliyordu. Bitlis’in acil olarak geri alınmasına karar veren Türk Genel Kurmayı, Çanakkale savaşlarında büyük kahramanlıklar göstermiş ve o tarihlerde Edirne’de istirahattte bulunan 2 inci Ordunun, öncelikle 2 inci Orduya bağlı 16 ıncı Kolordunun acilen Bitlis cephesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu Kolordunun komutanlığına Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal’i atamıştır. Albaylıktan Generalliğe yükseltilen Mustafa Kemal, 27 Mart tarihinde ilimizi ziyaret etmiş, gerekli talimatları verdikten sonra karargahını kurmuş olduğu Silvan’a geri dönmüştür. Temmuz ayı sonlarında taarruz için tekrar Bitlis’e gelmiştir. Bitlis’te 16 ncı Kolordunun 5 inci Piyade Tümeni bulunuyordu. Bu Tümen 13, 14 ve 15 inci Piyade Alaylarından oluşmaktaydı. Yine bu Tümenin yanında sayılarının 2000 – 3000 arasında olduğu tahmin edilen Şeyh Muhammed Diyauddin (Hazret), Mutki Aşiret Reisi Hacı Musa Bey ve diğer milis birlikler bulunmaktaydı. 1 Ağustos 1916 tarihinde Mustafa Kemal tarafından taarruz emri verilmiş, 8 Ağustos 1916 tarihinde Bitlis sabah 05’de istiklaline kavuşmuştur.1 5 ay 5 dün düşman işgalinde kalan Bitlis, savaş sonrası harabeye dönmüştür. Savaşın ağır faturası halen günümüzde çekilmektedir. Savaşla beraber başlayan göç hareketleri, bütün hızıyla günümüzde de sürmektedir. Bitlis’in kurtuluşu, Türk’ün makus talihinin yenildiği gündür. Bitlis, birinci dünya savaşıyla beraber Anadolu’da işgal edilen vilayetler içinde istiklaline kavuşan ilk şehirdir. Bu kurtuluş, milli mücadelenin ilk kıvılcımıdır. ATATÜRK’ÜN ZİYARETİ Gazi Mustafa Kemal, 7 Kasım 1916 tarihinde İlimizi üçüncü defa ziyaret etmiştir. Bu son gelişlerindeki gaye, 5 inci Tümen komutanlığındaki görev değişikliğinde bulunmak, 5 inci Tümenin arazi üzerindeki tertibatını, ihtiyaçlarını ve genel durumunu görmek, Van Harekat Müfrezesinin hareketini temin etmekti. 10 Kasım 1916 tarihinde Bitlis’e gelen Mustafa Kemal, 21 Kasım 1916 tarihinde Bitlis’ten ayrılmıştır. Bu süre içerisinde Milis Komutanlarla görüşmüş, Hastane, Askeri Birlikler, bazı türbe ve camileri gezmiştir. 15 Kasım 1916 tarihinde Rahva Ovasında bulunan Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki Türk Birliğine bir tatbikat yaptırtmıştır. Bu tatbikatı izlemek için Başhan sırtlarına çıkmıştır. Bu sırtlardan Van Gölü’nü gördüğü vakit; “Burası çok güzel yerler. Burada bir Şark Üniversitesinin kurulması gereklidir” ifadesinde bulunmuştur. Mustafa Kemal bu vasiyetini 1 Kasım 1936 ve 1 Kasım 1937 yılında TBMM’nin açılış konuşmasında da dile getirmiştir. Bu konuşmalarında: “.... Bunun için memleketi şimdilik üç büyük kültür bölgesi halinde mütalaa ederek Garp bölgesi için İstanbul Üniversitesinde başlanmış olan ıslahat programını daha radikal bir tarzda tatbik ederek Cumhuriyete cidden modern bir üniversite kazandırmak; merkez bölgesi için Ankara Üniversitesini az zamanda kurmak lazımdır. Ve doğu bölgesi için Van Gölü sahillerinin en güzel bir yerinde her şubeden ilk okulları ile ve nihayet üniversitesiyle modern kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden faaliyete geçilmelidir. Bu hayırlı teşebbüsün doğu vilayetlerimizin gençlerine bahşedeceği feyiz, Cumhuriyet hükümeti için ne mutlu eser olacaktır.” 1 Kasım 1937 tarihindeki Meclis açılış konuşmasında da; “Sevgili Arkadaşlarım; Yüksel tahsil gençlerini istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi şuurlu ve modern kültürlü olarak yetiştirmek için İstanbul Üniversitesinin tekamülü, Ankara Üniversitesinin tamamlanması ve Şark Üniversitesinin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar dairesinde, Van Gölü civarında kurulması mesaisine hızla ve önemle devam edilmektedir.”1 Gazimizin bu vasiyeti gereği 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir heyet Bitlis’e gelerek Rahva Ovasının Göle yakın kısmında arazi tetkikinde bulunmuştur. 1953 yılında o zamanki Cumhuriyet hükümeti Gazi’mizin bu vasiyetini yerine getirmek için daha önceden tetkik edilen Rahva Ovasının göle yakın kısmına temel atma girişiminde bulunmuştur. İnşaat malzemeleri stoku yapılmış, temel atma sırasında Bitlis ve Van vilayetleri arasında çıkan kavga nedeniyle (Mustafa Kemal hayatı boyunca Van’a gitmemiş ve Van’ı görmemiştir) temel atılması geçici bir süre için durdurulmuştur. Mustafa Kemal’in bu vasiyetinin yerine getirilmesi hem Gazi’mizi ve hem de Bitlis halkını mutlu kılacaktır. Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Anadolu’nun her köşesinde düşmana karşı ayaklanmalar ve örgütlenmeler başlamıştı. İçinde Bitlis’in de bulunduğu Doğu Anadolu toprakları üzerinde “bağımsız bir Ermeni devletinin kurulması” fikrinin ortaya atılmasıyla bu örgütlenmeler ilçelere varıncaya kadar devam etmiştir. Bitlis bölgesinde kadınlar ve erkekler arasında Müdafaa-i Vatan Cemiyeti’nin kurulması sağlanmıştır. 20 Şubat 1920 tarihli yazı bu konuyla ilgilidir. Sivas’ta: Bitlis Vali-i Alisi Paşa Hazretlerine Sivas’ta: Diyarı Bekir Vali-i Alisi Beyefendi Hazretlerine Muhterem Paşa Hazretleri, Muhterem Beyefendi Hazretleri Merkezi Sivas’ta olmak üzere kurduğumuz Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyetinin nizamnamesinden bir nüshasını zatınıza ve vilayetinize takdim ediyorum. Cemiyetimizin maksadı, zavallı memleketimizin haksız işgallerden, bazı yörelerde yapılan mezalim ve faciadan kurtulması için çalışmaktan ibaret olduğuna bakılarak vilayetiniz dahilinde de bir nizamname yazılarak müstakil şubelerin kurulmasına emir buyrulmasını istirham ile takdim ederim.
-
Bitlis Genel Bilgi Doğu Anadolu Bölgesi'nde yer alan Bitlis, kuzeyde Ağrı (Patnos) ve Muş (Bulanık, Malazgirt), batıda Muş (Hasköy, Korkut) ve Batman (Sason, Kozluk), güneyde Siirt (Baykan, Şirvan), doğuda ise Van (Gevaş, Erciş) ile çevrilidir. Bitlis, Doğu Anadolu Bölgesi'nin yukarı Fırat ve yukarı Murat bölgelerinin sınırları üzerinde, Doğu Anadolu'yu Güneydoğu Anadolu'ya bağlayan doğal geçit üzerinde bir vadi kenti olarak kurulmuştur. İlin yeryüzü şekillerini Van Gölü'nün güney ve kuzeyindeki dağlarla bunların arasında ve üstündeki düzlükler oluşturur. Bu düzlüklerin büyük bölümü platodur. Ovalar ise daha azdır. İl topraklarının büyük bölümünü kaplayan dağların yükseltisi genellikle 2000 m.nin üzerindedir. van Gölü'nün güneyindeki dağlar Güneydoğu Toroslar'ın uzantılarıdır. Bu dağların en önemli yükseltileri Kırmızıtaştepe (2.607 m.), Karataştepe (2.609 m.) ve Ziyarettepe'dir (3.002 m.). Van Gölü'nün kuzeyindeki dağların en önemlileri ise; Türkiye'nin ikinci en yüksek dağı olan Süphan Dağı, Süphan'ın batısındaki en yüksek noktası 2.542 m.ye ulaşan Ziyaret Dağları ile dünya çapında tarihsel ve doğal önem taşıyan Nemrut dağı'dır. Bölgede az bir yeri kaplayan ova düzlüklerinin en önemlileri Rahva Düzü ve Ahlat Ovası ile Arin ve Adilcevaz Ovaları gibi daha küçük düzlüklerdir. Platolar ise dağların eteklerinde ve üstünde yer almaktadır. Nemrut Dağı'nın 1.900 m.den yüksek kesimlerinde masa yapılı platolara rastlanmaktadır. İl topraklarınının sularını, Van Gölü çevresindeki dağlardan doğan ve bu dağları yararak il sınırları dışına çıkan Garzan ve Bitlis çayları, Karasu ile Van Gölü'ne dökülen büyüklü küçüklü çaylar toplar. Bir bölümü il sınırları içerisinde kalan Van Gölü'nden başka, bir krater gölü olan Nemrut Gölü ile Arın, Nazik ve Aygır gölleri vardır. İlin yüzölçümü 6.707 km2 olup, toplam nüfusu 388.678'dir. İlin ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalıdır. Hayvancılık da ekonomisinde büyük yer almaktadır. hayvancılıkta genellikle kıl keçisi, koyun yetiştirilmektedir. Bitkisel üretim fazla gelişmemiştir. Burada tütün ve ceviz yetiştirilen başlıca tarım ürünleridir. Bitlis tününü, hiçir katkı maddesine gerek göstermeden, kendiliğinden yanma özelliği ile ünlüdür. Bitlis yöresinin tarih öncesine ilişkin fazla bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte buradaki ilk yerleşimin MÖ.1000'lerde Urartularla başladığı sanılmaktadır. MÖ.VI.yüzyılda bütün Doğu Anadolu gibi Bitlis de Pers egemenliğine girmiştir. İskender ordularının MÖ.331'de Pers egemenliğine son vermesinden sonra Seleukos Krallığı'na bağlanmıştır. seleukosların zayıflamasından sonra Nebati Krallığı egemenliğine, MS.106'da Romalıların Nebati Krallığını yıkması ile Romalıların eline geçmiş, bu dönemde Sasaniler ile Romalılar arasında sık sık el değiştirmiştir. 395'ten sonra Roma'nın ikiye ayrılması ile Doğu Roma toprakları içerisinde kalmakla birlikte asıl güç yerel beylerin elinde idi. Bitlis 641'de arapların eline geçmiş, iki yüz yıl kadar süren Arap egemenliğinden sonra Bizanslıların hakimiyetine girmiştir. Daha sonra Mervani Devleti topraklarına katılmış ve Bizanslılar ile Mervanilerin sınır kenti olmuştur. 1085'te Dilmaçoğulları Beyliği'nin, sonra Sökmenlilerin, ardından da Eyyübilerin eline geçen Bitlis'te Şerefhanlar etkili olmuştur. 1243'te İlhanlıların, 1394'te Timur'un egemenliğine, 1405'te de Karakoyunlulara bağlanan Şerefhanlar, 1467'de Akkoyunlular tarafından Bitlis'ten atıldılarsa da, 1495'te geri döndüler. 1507'de Safevi egemenliğine giren yöre, 1514 yılında Osmanlıların hakimiyetine girmiştir. I.Dünya Savaşı sırasında 1 Mart 1916'da Ruslar tarafından işgal altına alınan Bitlis, bu işgalden 8 Ağustos 1916'da kurtulmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra il yapılan Bitlis, 1929'da ilçe olarak Muş'a bağlanmış, 1936'da yeniden İl statüsüne getirilmiştir. Bitlis'te günümüze gelebilen eserler arasına başlıcaları, İskender'in komutanlarından birinin yaptırdığı ve günümüze harap durumda gelebilen Bitlis Kalesi, 1150 yılında yapılan ve anadolu Türk mimarisinin en eski örneklerinden biri olan Ulu Cami ile IV.Şerefhan'ın yaptırdığı Şerefiye Külliyesidir (1528-1529). Bunların yanı sıra Bitlis'te bir çok cami, medrese, türbe, han, kervansaray, hamam ve kentten geçen dört akarsuyun üzerinde, hepsi kesme taştan yapılmış kemerli 24 adet köprü bulunmaktadır.
-
TURİSTİK YERLER KAPLICALAR İlimiz Karlıova İlçesi karayolunun 20 km. sinde olan kaplıcalara ulaşım imkanı yaz ve kış aylarında rahatlıkla sağlanabilmektedir. Kaplıcaların 16 moteli,10 pansiyonu, ikisi kapalı biri açık olmak üzere üç yüzme havuzu, lokantası, çay bahçesi, araç parkı bulunmaktadır. Çeşitli hastalıklara şifa olan kaplıca, çevre illerden önemli ölçüde rağbet görmektedir. KAYAKEVİ Bingöl-Elazığ karayolu üzerinde yol çatı köyünde olup, Bingöl’e 22 km uzaklıktadır. Kayak Evi Bingöl Gençlik Spor İl Müdürlüğü’ne bağlıdır. Bina iki katlı, kaloriferli ve 50 yatak kapasitelidir. Ayrıca lokantası, banyosu ve dinlenme yeri mevcuttur. Teleski 44 askılıdır. Kayak arabası ve kayakla yürüyüş alanı mevcuttur. Pistin uzunluğu 950 m. olup, 100 m. genişliğindedir. Her türlü kış sporlarına elverişli olup, kış sezonu boyunca halkın hizmetine açıktır. PERİ SUYU İl sınırları içindeki uzunluğu bakımından en önemli akarsu peri suyudur. Toplam 258 km uzunluğa sahip peri suyu’nun il sınırları içerisindeki uzunluğu ise 112 km dir. Güneydoğu yönünde akan Peri Suyu, Kiğı sınırları içinde Çorik Dağından Fas deresini, daha güneyden Çobi Suyu ile Kalman Deresini alarak İl sınırlarından çıkar. Tunceli il sınırları içinden geçerek Munzur suyu ile birleşir. Elazığ’da Yeşildere civarında Fırat Nehri’ne karır. SÜLBÜS DAĞI Volkanik bir dağ olan Sülbüs Dağı Yayladere ilçesi'nin Kuzey Batısında yer almaktadır. Tepesi her zaman karlı görülür. Sivri bir koni görünümündedir. Dağcılar buraya her yıl uğrarlar. Ayrıca bu dağda çeşitli av da yapılır. Dağın üstü düz olmakla beraber, uzaktan sivri görünür. Üstünde bir ziyaret vardır ve heybetli bir görünüm taşıdığı için çeşitli efsaneler yaşatır. Rivayete göre sülbüs adındaki genç bir delikanlı, starı adındaki güzel bir kıza aşık olur. Araya giren bir cadı bunların evlenmesine engel olur. Oğlan aşkından verem hastalığına yakalanarak ölür. Bu üzüntüye dayanamayan kız da çok geçmeden ölünce vasiyeti üzerine sevgilisinin yanına gömülür. Fakat cadı mezarlarının bile arasında dikenli bir ağaç şeklinde filizlenerek onları orada da ayırmak ister. ve bunların öteki dünya da bile birbirlerine kavuşmadıkları rivayet edilir. ÇIR ŞELALESİ Uzundere Köyünün adını aldığı derenin, Büyük Çır Taşı adı verilen 100 m. yükseklikteki kayalığın ortasından geçen güzel görünümlü bir şelaledir. Su 50 m. yükseklikte alt tarafı kayalık olan dere yatağına düşerken güzel bir görünüm arz etmektedir. Ilıca Bucağı merkezine 8 km. uzaklıkta olan Şelale'ye iki ayrı yoldan gidilmektedir. Çır Taşı'nın olduğu bölgede ayrıca kayalıklar, mağaralar bulunmaktadır. Bu kayalıklarda daha çok yırtıcı kuşlar yaşar. Ayrıca Bingöl ilinde görülmeye değer güzellikte birçok şelale bulunmaktadır. GÜNEŞİN DOĞUŞU İlimiz Karlıova ilçesinin 3250 m. yükseklikteki Bingöl Dağlarının Kale Tepesi'nden " Güneşin Doğuşu"nu normal durumundan çok farklı seyretmek mümkündür. Her yıl 15 Temmuz-15 Ağustos tarihleri arasında en iyi şekilde seyredilebilir. "Güneşin Doğuşu" çok değişik şekillerde, normal halinden çok farklı, heyecanlı ve oldukça korkunç sahneler yaratmaktadır. Dünyada tam anlamıyla "Güneşin Doğuşu" iki yerden izlenir. Birincisi İsviçrenin Alp Dağlarından, ikincisi; Bingöl Dağlarının Kale Tepesi'nden seyredilir. Ulaşım imkanı güçtür. Karlıova ilçesine kadar yol asfalt, dağın zirvesine kadar ham yoldur. Dağın altına kadar arabayla gidildikten sonra zirveye 25-30 dk. yaya çıkılır. Etrafta soğuk su kaynakları ve yeşillikler görülür. Yol güzergahında dinlenme, konaklama tesisleri mevcut değildir. Güneş doğarken ilk etapda hafif bir kızartı ile belirir. Kızartı etrafta çok renkli güzellikler ve dekorlar yaratır. Daha sonra insana korku veren bir karartı şeklini alır. Kızarıklıklar kor parçası haline gelir. Kor parçası içinde insan yüzünü andıran üç büyük leke (Siyah renkli) belirir. Güneş karartı halinde yavaş yavaş açılmaya başlar. Ufukta görülerek oluşumunu tamamlamak üzere iken altın bir küre gibi görünmeye başlar. Döndükçe etrafa binlerce ışık saçar. İnsanoğlunun daha önce görmediği renkleri o anda görmek mümkündür. Daha sonra güneş elmas parçası gibi kıristalleşip eski durumunu almaya başlar. Oldukça heyecanlı anlar yaşatır. Gözlerde yaşarma, ışık saçma ve anında seyir edememe gibi durumlar olur. YÜZEN ADA Solhan ilçesi Hanzarşah Köyü Aksakal Göl Mezrasındaki Ada, o yörede yaşayan halk tarafından keşfedilmiştir. Sözkonusu ada, şimdiye kadar görülmemiş bir tabiat olayına sahiptir. Bingöl-Solhan karayolunda 4.5 Km. uzaklıktadır. Yolu stabilize olup, 1.5 km'dir. Yolun asfaltlanması ve gölün ıslahı halinde yerli ve yabancı turistlerin ilgisini artıracaktır. Bingöl'ün turizmi doğa güzelliklerine dayanır. Yüzen Ada tamamen doğaldır. Göl'ün üç tarafı dağlar ve tepelerle çevrilmiş düz arazi üzerinde bulunan krater göl konumundadır. Göl'ün şimdiki alanı 300 m2' nin üzerindedir. Islahı halinde 500 m2'den fazla olur. Gölün derinliği 50 metreden fazla olduğu sanılmaktadır. Göle devamlı akıntı olduğu tespit edilmiştir. Gölün altından ve kemerlerinden giren su, gölün alt tarafından, gölden daha aşağıdan dereyi beslemektedir. Ufak ufak kaynaklar bu görüşü teyit etmektedir. Yaz ve kış aylarında su seviyesi aynı kalmaktadır. Su tatlı ve berrak olup, herhangi bir madensel tuz ihtiva etmemektedir. Balık yetiştirmek mümkündür. Gölün ortasından hareket eden üç ada vardır. Adalar göl içinde bağımsızdır. Üstüne binildiği zaman sal gibi her tarafa ağır ağır hareket etmektedir. Adanın üzerinde 4-5 tane bodur ve dış budak ağacı mevcuttur. Çevredeki bitkiler gölün mevcut suyu ile beslenmektedir. Ada üzerinde bulunan ot kökleri sarılıcı olması nedeniyle toprak tamamen bitki kökleri ile kaynamış ve yapışmış durumdadır. Ayrıca Göl'ün ortasında bulunan adanın yapısı incelendiğinde çayır, ayrık ot ve suda yetişen çeşitli bitkilerin ada üzerinde mevcut olduğu görülmektedir. Göl'ün çevresinde çeşitli bitkilere rastlamak mümkündür. Yeşil alanın dışında kalan arazi gölden çok yüksektir. Çevresi meşe ve yeşil alan ile kaplıdır.
-
YÜZEN ADA Solhan ilçesi Hanzarşah Köyü Aksakal Göl Mezrasındaki Ada, o yörede yaşayan halk tarafından keşfedilmiştir. Sözkonusu ada, şimdiye kadar görülmemiş bir tabiat olayına sahiptir. Bingöl-Solhan karayolunda 4.5 Km. uzaklıktadır. Yolu stabilize olup, 1.5 km'dir. Yolun asfaltlanması ve gölün ıslahı halinde yerli ve yabancı turistlerin ilgisini artıracaktır. Bingöl'ün turizmi doğa güzelliklerine dayanır. Yüzen Ada tamamen doğaldır. Göl'ün üç tarafı dağlar ve tepelerle çevrilmiş düz arazi üzerinde bulunan krater göl konumundadır. Göl'ün şimdiki alanı 300 m2' nin üzerindedir. Islahı halinde 500 m2'den fazla olur. Gölün derinliği 50 metreden fazla olduğu sanılmaktadır. Göle devamlı akıntı olduğu tespit edilmiştir. Gölün altından ve kemerlerinden giren su, gölün alt tarafından, gölden daha aşağıdan dereyi beslemektedir. Ufak ufak kaynaklar bu görüşü teyit etmektedir. Yaz ve kış aylarında su seviyesi aynı kalmaktadır. Su tatlı ve berrak olup, herhangi bir madensel tuz ihtiva etmemektedir. Balık yetiştirmek mümkündür. Gölün ortasından hareket eden üç ada vardır. Adalar göl içinde bağımsızdır. Üstüne binildiği zaman sal gibi her tarafa ağır ağır hareket etmektedir. Adanın üzerinde 4-5 tane bodur ve dış budak ağacı mevcuttur. Çevredeki bitkiler gölün mevcut suyu ile beslenmektedir. Ada üzerinde bulunan ot kökleri sarılıcı olması nedeniyle toprak tamamen bitki kökleri ile kaynamış ve yapışmış durumdadır. Ayrıca Göl'ün ortasında bulunan adanın yapısı incelendiğinde çayır, ayrık ot ve suda yetişen çeşitli bitkilerin ada üzerinde mevcut olduğu görülmektedir. Göl'ün çevresinde çeşitli bitkilere rastlamak mümkündür. Yeşil alanın dışında kalan arazi gölden çok yüksektir. Çevresi meşe ve yeşil alan ile kaplıdır.
-
GÜNEŞİN DOĞUŞU İlimiz Karlıova ilçesinin 3250 m. yükseklikteki Bingöl Dağlarının Kale Tepesi'nden " Güneşin Doğuşu"nu normal durumundan çok farklı seyretmek mümkündür. Her yıl 15 Temmuz-15 Ağustos tarihleri arasında en iyi şekilde seyredilebilir. "Güneşin Doğuşu" çok değişik şekillerde, normal halinden çok farklı, heyecanlı ve oldukça korkunç sahneler yaratmaktadır. Dünyada tam anlamıyla "Güneşin Doğuşu" iki yerden izlenir. Birincisi İsviçrenin Alp Dağlarından, ikincisi; Bingöl Dağlarının Kale Tepesi'nden seyredilir. Ulaşım imkanı güçtür. Karlıova ilçesine kadar yol asfalt, dağın zirvesine kadar ham yoldur. Dağın altına kadar arabayla gidildikten sonra zirveye 25-30 dk. yaya çıkılır. Etrafta soğuk su kaynakları ve yeşillikler görülür. Yol güzergahında dinlenme, konaklama tesisleri mevcut değildir. Güneş doğarken ilk etapda hafif bir kızartı ile belirir. Kızartı etrafta çok renkli güzellikler ve dekorlar yaratır. Daha sonra insana korku veren bir karartı şeklini alır. Kızarıklıklar kor parçası haline gelir. Kor parçası içinde insan yüzünü andıran üç büyük leke (Siyah renkli) belirir. Güneş karartı halinde yavaş yavaş açılmaya başlar. Ufukta görülerek oluşumunu tamamlamak üzere iken altın bir küre gibi görünmeye başlar. Döndükçe etrafa binlerce ışık saçar. İnsanoğlunun daha önce görmediği renkleri o anda görmek mümkündür. Daha sonra güneş elmas parçası gibi kıristalleşip eski durumunu almaya başlar. Oldukça heyecanlı anlar yaşatır. Gözlerde yaşarma, ışık saçma ve anında seyir edememe gibi durumlar olur.
-
Zağ Mağarası Bingöl, Murat Nehri kıyısında, Gökçeli ve Yenidal köyleri arasında sarp bir kayalıkta bulunan Zağ Mağarasının, Murat Nehri'ne bakan tarafı yerden 200-300 m. yükseklikte olup kayalar oyularak meydana getirilmiştir. Mağara, üç katlıdır ve her katında 26 oda bulunmaktadır. Katlar arası geçiş yuvarlak bacalarla, odadan odaya geçişler ise kapılarla sağlanmıştır. Birinci katta Zahire deposu olarak kullanıldığı sanılan kuyular, alt katta oturma odaları, en üst katta iki oda vardır. Mağara büyük zarar görmüşse de yine de 17 odası iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir.
-
EKONOMİ Bingöl'ün ekonomisi hayvancılık, tarım ve ormancılığa dayanır. Bu sektörlerde çalışanlar faal nüfusun % 85'idir. Sanayi gelişmemiştir. İmalat ve inşaat sanayiinde çalışanlar % 3'tür. Tarım: Bingöl; dağlık, vadileri dik ve sarp olduğundan, ovaları % 2,5 ve ekime müsait yerler ise % 3'tür. Başlıca tarım ürünleri; buğday, arpa, darı, çavdar, baklagiller, fasulye, şekerpancarı, sebze, kavun ve karpuzdur. Genç ilçesinde, üzüm, bol miktarda elma ve armut yetişir. Böngöl'de modern tarım henüz yerleşmemiştir. Tarım aletleri ve traktör sayısı çok azdır. Sun'i gübreleme henüz yapılmamaktadır. Bingöl'ün cevizi meşhur olup, lezzetli ve büyüktür. Ceviz ağacı ise sandık, dolap ve oyma işlerinde kullanılır. Ceviz kerestesi kokulu ve dayanıklıdır. Hayvancılık: Bingöl ekonomisinde en mühim geçim kaynağı hayvancılıktır. Köylerin % 78'i hayvancılıkla geçinir. Sığır, keçi ve koyun beslenir. Koyunlar mor ve ak karamandır. Et-Balık Kurumunun kombinesi 1983'te açılmıştır. Arıcılık ve tavuk besiciliği de yapılmaktadır. Canlı hayvan, deri, kıl, yün, yağ, peynir satışı ile mühim gelir elde edilir. Balı ve kaymağı çok meşhurdur. Ormancılık: Bingöl orman bakımından zengindir. Yüzölçümünün % 15'i ormanlıktır. Ağaçlar meşe olup, baltalık orman şeklindedir. Koruluk ormanları azdır. 150 civarında köy orman içinde ve yakınındadır. Madenler: Bingöl'ün dağlık bir bölge oluşu ve senenin üçte biri karla örtülü ve yol şebekesi müsait olmadığından yer altı zenginlikleri henüz tam tespit edilememiştir. Bazı bölgelerde, demir, fosfat, kaolin ve kömür yatakları bulunmuştur. Bunlardan yalnız kömür çıkarılmaktadır. Sanayi: Bingöl'de sanayi gelişmemiştir. "Kalkınmada öncelikli iller" arasında yer alan Bingöl'de, sanayinin gelişmesi için teşvik tedbirleri alınmaktadır. Başlıca sanayi tesisleri yem fabrikası, süt fabrikası, et-balık kurumu kombinası, un, tuğla fabrikasıdır. Köylerde el dokuma tezgahları vardır. Kiği ilçesinde elle dokunan şallar meşhurdur. Kiği kilimleri siyah ve lacivert renkli, çizgili ve geometrik desenlidir. 1988 yılında, günlük 40 ton kapasiteli çeltik fabrikası faaliyete geçmiştir. Ulaşım: Haydarpaşa-Tatvan demiryolu Bingöl'ün Genç ilçesinden de geçer. Malatya-Van ve Muş-Elazığ-Bingöl karayolu ile ülkenin her tarafına bağlanır.Kışın kar, Bingöl'ün ilçe ve köyleri ile irtibatını zaman zaman keser. Demiryolu bilhassa kış mevsiminde daha ziyade tercih edilir. Bingöl'ün motorlu araç sayısı diğer illere göre azdır.
-
Bingöl El Sanatları Bingöl’de mahalli el sanatları daha ziyade dokuma ve örgücülüğe dayanmaktadır. Zira Bingöl ve yöresinde halkın en önemli kaynağı hayvancılık olduğu için geleneksel el sanatlarında da bu unsurun tesirini görmek mümkündür. Dokuma ve örgücülüğün yanında, ağaçtan ve topraktan yapılan el sanatları da yaygınlık göstermektedir. Özellikle dokuma ve örgücülük az da olsa çömlekçilik varlığını korumaktadır. Kent merkezinde halı dokuma tezgahları ve kursları açılarak halıcılık faaliyetleri bir plan çerçevesinde sürdürülmektedir. Kırsal mühitlerde ise halk öncelikle kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla halı, kilim, palas, palancılık, çorap, eldiven, heybe, keçe ve çömlekçilik ile ağaçtan yapılan tahta kaşıklar, hamur tekneleri, oklava ve kaval gibi mamülleri geleneksel olarak kendi el becerisi ve sanat zevki ile üretmektedir. Bingöl’de özellikle kırsal kesimde yaptığımız inceleme ve gözlemler neticesinde en yaygın olarak sürdürülen mahalli el sanatlarını yapıldıkları malzemeye göre nazarı dikkate alarak şöyle sınıflandırmak mümkündür. Halı Bingöl’de halıcılık işi genellikle sonbahar ve kış aylarında devam eder. Genellikle ilkel tezgâhlarda dokunmaktadır. İlkel metotlarla yapılan halıların tezgâhı, önce karşılıklı dört adet kazık çakılır. Kazıklar sabit olup halının uzunluğuna ve enine göre ayarlanarak çakılır. Kazıkların arka tarafına birer ağaç yerleştirilir. Daha sonra halının başlama kısmına kasnak yerleştirilir. Dokuma işinde ilmekler atılır, ilmek uzunluğu kadar kesildikten sonra kerkitle sıkıştırılır. Halı makas ile kesilir. Tezgâhta tek kişi çalışır. İlkel dokuma tezgâhlarında üretilen halıların yanı sıra son yıllarda Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğünün açmış olduğu halıcılık kurslarında modern tezgâhlarda çağa uygun, kaliteli halı üretimine başlanmıştır. Halk Eğitim Kurslarında özellikle Hereke ve Isparta tipi halı çeşitleri dokunmaktadır. Kilim Yöre insanının yüzyılların verdiği tecrübe ve maharetle ürettiği Bingöl kilimlerinde tabiatın güzellikleri ve renk cümbüşleri bir estetik anlayış ve sanat zevki hakimdir. Kilimlerde güneşin doğuşu, canlı hayvan resimleri bitki motifleri ve simetrik ve geometrik desenler kullanılır. Kilimin kullanımında kullanılan yün tabi renginde yada yerli boyalarla boyanarak uygun gale getirilir. İmal edilen kilimler, oda süslemeleri yatak örtüleri ve namazlık olarak kullanılır. Tezgâhın kuruluşu ilkel halı tezgahının aynısıdır. Kilim dokumada halıdan farklı olarak ilmekler atılmayıp, çözgü iplerinin arasından masura geçirilir ve kerkitle sıkıştırılır. Palas Palas keçi kılından oluşan iple yapılır. Tezgâhı kilim tezgâhının aynısı olup fazla desen işlerine yer verilmez. Daha çok simetrik ve geometrik desenler kullanılır. Heybe Umumiyetle omuzda, at, eşek vb. yük hayvanlarında yük taşıma aracı olarak kullanılan heybe birbirine yapışık iki torbadan ibarettir. Eşya ve yük taşımak için yapıldıklarından dokumaları çok sağlam olarak yapılır. Yörede atın terkisinde eğere bağlanır. Heybe, palas ve kilim parçalarından yapılır. Tezgahı basit olup, kilim ve palas tezgahlarında dokunur. Çözgü ipleri yünden ve keçi kılından olur. Desenleri kilim ve palas desenlerinden pek farklı değildir. Palancılık Bingöl’de binek hayvanlarının yaygı olarak kullanılmasından dolayı palancılık gelişmiştir. Palancılık genellikle babadan oğla geçen bir el sanatıdır. Son zamanlarda binek hayvanları için yapılan palana olan ihtiyaç azalmıştır. Bununla birlikte turistlere yönelik yapılan küçük palanlar büyük ilgi görmektedir. Keçe Beyaz veya kırmızı koyunyününden yapılır. Yapımına geçmeden önce yün ayıklanıp yıkanır. Güneşte kurutulan yün kilim üzerine serilir. Serme işlemi sonrası kilim ile beraber rulo yapılır. Rulo yapılan yün ısıtıldıktan sonra düz bir zemin üzerinde güçlü ve kuvvetli dört erkek tarafından bir gün devamlı ara vermeksizin ayaklarla yuvarlanarak dövülür. Dövülme işlemi sonrası rulo açılır. Düz bir zemin üzerinde kurutulmaya bırakılır. Yapılan keçe evlere üzerinde oturmak üzere serilir. Bunun dışında diktörtgen biçiminde dikilip soğuk günlerde çobanlara giydirilir. Çorap ve Eldiven Genellikle koyunyününden yapılır. Çorapların üzerinde halkın zevk ve sanat anlayışını yansıtan motifler kullanılır. Renk olarak en çok beyaz renkte olan çoraplar, siyah ve kırmızı yünden de yapılmaktadır. Çorap yapımına üç şişle başlanır. Çorabın yapılışı tahminen dört santime ulaştığı zaman şiş sayısı beşe çıkarılır. Çoraplar beyaz düz ve desenli olarak örülür. Eldivenin de örümü çorap örümü ile aynıdır. Dekik Bingöl’e özgü olup “dekik” olarak tabir edilen bir tür çoban çalgısıdır. Çok eskilerden beri Bingöl’de yapıldığı söylenen dekik, top biçimindeki yuvarlak bir ağaç parçasının içinin oyulması suretiyle yapılır. İki yanında iki delik olup bunlardan bir sigara kağıdı ile kapatılarak nefesle çalınır. Böylece ahenkli bir sesi çıkarması sağlanmış olur. Dekik özellikle Genç ilçesi Çaytepe ve civar köyleri ile Kiğı ilçesi köylerinde hala yapılmaktadır. Kaval Türk halkının müziğinde kullanılan üflemeli bir çalgı olan kaval dilli ve dilsiz olmak üzere iki biçimde yapılır. Gürgen ve şimşirden yapıldığı gibi kamıştan da yapılır. Gürgen ve şimşirden yapıldığı gibi kamıştan da yapılır. Özellikle çoban çalgısı (zel) olarak yörede çokça kullanılırı. Eski devirlerde ildeki ustalarca sıkça yapılmasına rağmen günümüzde bu el sanatı da giderek zayıflamaya azalmaya başlamıştır. Kaval Anadolu’nun pek çok ilinde olduğu gibi Bingöl’de de halkın muhayyilesinde, sanat anlayışında mühim bir yere sahiptir. Zira bir çok hikaye ve efsanede bahis mevzu olur. “Kara Koyun” efsanesinde çoban bolca tuz yedirilen ve birkaç gün susuz bırakılan kara koyunu su içmekten caydırmak ve ağanın güzel kızını almak için kavalını ustaca alıp herkesin olamayacak bir şey dediğini yapmayı başarır. Kavalıyla, duygu dolu ezgileriyle kara koyunu etkileyip su içmekten vaz geçirir. Kaşık-Kepçe Kaşık ve kepçeler önce kaba şekilde kesilip, yontulmuş ağaçlardan yapılır. Daha sonra üzerleri işlenip cilalanır. Ancak bu işlemeli ve cilalanmış kaşıklar zamanla yerlerini sade, desensiz tahta kaşıklara bırakırlar. İşlemeli olanlar daha ziyade sergi için veya vitrinlik eşya olarak kullanılmak için yapılırlar. Yöredeki köylerin çoğunda hala tahta kaşık ve kepçeler yapılıp mutfak aksesuarında yerlerini muhafaza etmektedirler. Fakat modernleşme ve sanayileşme ile birlikte artık eskisi gibi tahta kaşık ve kepçeler el emeği göz nuru ile üretilmeyip geleneksel özellikleri yavaş yavaş yitirmeye başlamıştır. Metal kaşık, çatal ve kepçe gibi mamuller yaygınlık kazanmıştır. Ayrıca Bingöl’de bu ağaç işlemelerinin yanında yağ, bal ve hamur tekneleri ile yöreye özgü imal edilen çeyiz sandıkları da yapılırdı. Özellikle Cumhuriyet öncesinde bu el sanatları halkın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak yapılırdı. Bu el sanatları içinde bilhassa çeyiz sandıkları ustaların ince sanat anlayışı ve yılların verdiği tecrübe ile çok estetik bir görünümde imal edilirdi. Değişik desenler ve oymacılık motifleri işlenip istenilirse boyalanarak kullanıma hazır hale getirilirdi. Yine yörede çocuklar için ağaçtan yapılmış araba, beşik ve oyuncaklar ile çiftçilikle uğraşan halkın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak saban, döven, harman savurma v.b. tarım aletleri de çokça yapılan el sanatlarındandır. Kırsal yerleşim birimlerinde bu el yapımı mamullere hala rastlamak mümkündür. Topraktan Yapılan El Sanatları Topraktan yapılan el sanatları kullanılabilecek ve kolaylıkla yoğrulup şekillendirilebilecek özel bir çamurdan yapılır. Yumuşak ve işlenebilir halde bulunan toprağa çeşitli teknikler uygulanarak bazı biçimler verilir. Bu tarz malzemenin kullanılmasıyla yapılan el sanatları içinde çömlekçiliğe dayanan çeşitli boy ve biçimlerde destiler, küpler, tava ve tencereler ile toprak ve taşın malzeme olarak kullanılmasıyla yapılan ekmek tandırları dikkati çekmektedir. TANDIR Halkın ihtiyacına yönelik olarak topraktan ve taştan yapılan ekmek tandırları bir tür fırın görevi görmektedir. Tandırda pişirilen ekmeğin kendine has bir lezzeti vardır. Hala bir çok kırsal kesimde olduğu gibi kent merkezlerinde de bu tandırlara rastlamak mümkündür. Çömlek yapımında olduğu gibi tandır için de kolay yoğrulup şekil alabilecek özel bir toprak kullanılır. Bu toprak yoğrulup içine biraz da saman karıştırılarak dayanıklılığı ve yapışkanlığı sağlanmış olur. Yoğrulan çamur çubuklar halinde üst üste dizilerek kaynaştırılıp 70-80 cm civarında bir yükseklikte çanak haline getirilir. Bu çanak ağız kısmından dibine doğru genişliği artacak şekilde olup, tabanında da ön tarafa doğru bakan bir tünelciği vardır. Bu tünelcikten tandırın külü alınır, temizliği yapılır. Yapılan bu tandır çanağının etrafı taşlarla örülerek yapısı korunmuş olur. Ekmek pişirilmek istendiğinde tandır odun, tahta gibi yakacaklarla ısındırılır. Normal bir sıcaklığa sahip olan tandırın iç kısmına, çanağına hazırlanan ekmeklik hamur ıslandırılarak yapıştırılır. Bu şekilde ekmekler tandırın çanağında odun ateşi ile pişmiş olur.
-
HALK OYUNLARI Oyunlar yörede hem geleneksel, hem de düzenlemeli türde, 10-12-12-16-18-20-24 sayıda sade erkek, sade kız, kız-erkek karma türünden oynanmaktadır. Oyun şekillerinde düz çizgi, yarım ay, halka, tam daire,sıra dizilişi, karışık 4 cephe şeklinde oynanmaktadır. 1- Kartal 2- Derilo-Derile-Koçeri 3- Çepik-El Çarpma 4- Esmer-Harani 5- Halay-Govend- Dik Halay-Vuşke 6- Çaçan-çeçen-Kara yılan 7- İki ayak-Dılıng Keçike 8- Meryem-Meyremo 9- Diz kırma- Sevkari 10- Ters oyun- Kıleçep Kartal Kartal hareketlerinin konu edildiği oyun en çok sevilen ve oynanan oyunlardan olup 200 yıllık geçmişi olup, Bingöl’e özgüdür. Yöre insanının yaşamla olan mücadelesini çeşitli hareket ve figürlerle dile getirir. Oyunun ortaya çıkışıyla ilgili en yaygın iki rivayet vardır. 1. Rivayet: Avcının avladığı ceylanı kapan kartalın avı diğer Kartallara kaptırmamak için yaptığı mücadeleyi gösteren avcının bu hareketleri taklit etmesiyle ortaya çıkmıştır. 2. Rivayet: Karlıova yöremizde zengin bir ağanın dilsiz, sağır bir çobanı varmış. Bu çoban günün birinde sürüdeki kuzuyu bir kartala kaptırmış, kartalı takip eden çoban dağın zirvesinde kartalın avı diğer kartallara kaptırmamak için mücadelesini görür, çoban dilsiz olduğu için bu durumu ve kartalların hareketini ağaya taklit ederek anlatmaya çalışır. Zamanla bu hareketler oyuna dönüşmüş. Oyunun oynayış şekli şöyledir: Ağzında koyun postu olan ve kartalı temsil eden oyuncu müzik eşliğinde oyun alanına girer. Ağzındaki koyun postunu da alana bırakarak çeşitli kartal hareketleri yapar. Diğer oyuncular da ellerinde mendillerle kollarını kartallar gibi çırparak yere çömelip kartal pozisyonunda leşin etrafında bir daire oluştururlar. Oyuncular leşi kapmak için sırayla yaklaşırken ilk gelen oyuncu uzaklaşır. Ardından oyuncular leşin etrafında toplandığı sırada başoyuncu heybetle dairenin ortasına hamle yapar. Diğer oyuncular dağılır. Tek başına kalınca oyuncular yarım daire şeklinde onun etrafında toplanıp, hep birlikte aniden leşi havaya kaldırarak oyunu bitirirler.
-
GELENEK VE İNANÇLAR Her toplumun kendine has adet ve inanışları vardır. Yöremizde geçmişten günümüze gelen ve halk arasında var olan, töreler, adetler, inançlar halk tabipliği az da olsa itibar görmektedir. * Yeni doğan çocuğun kırkı çıkmayıncaya kadar evden çıkarılmaz, o ev komşulara ateş vermez. * Yeni doğan çocuğun kulağına ezan okunur. * Karga (Saksağan) kapıda öterse uğursuzluk getirir *Eve yeni gelen gelinin kayınbaba ve kayınbiraderlerle konuşması ayıplanır. *Aile büyüklerine karşı çocuğu kucağına alma, onunla ilgilenme ve sevme hoş karşılanmaz. * Güneş ve ay tutulmalarında ezan okunur ve iki rekat namaz kılınır. *Kesilen tırnaklar toprağa gömülür. *Köpeklerin uluması uğursuzluk getirir. * Cuma günleri yaş odun kesilmez,ekin biçilmez * Ölü evinde üçgün yemek pişirilmez *Yeni doğan bebeğin kesilen göbeği cami duvarına konursa çocuk din alimi, okul duvarına konursa tahsilli olur. *Sarılık hastalığına yakalanan kimselere sarı boncuk veya altın takılır, sarı elbise giydirilir. * Cuma günleri çamaşır yıkanmaz. * Nazardan korunmak için mavi boncuk veya muska takılır. *Bazı çıbanları patlatmak , içindeki iltabı çekmek için üzerine soğan veya geniş yapraklı bitki(yörede Pelhaves denilen yaprak konur) * Armut ve elma ağaçları çok çiçek açarsa o yıl kar yağar. *Geceleri hava bulutlu olup içinde kırmızılık varsa yağış olmaz. *Bulutlar doğuya doğru kayarsa hava güneşli olur, Batıya kayarsa yağış olur. * Kuşlar sürü halinde ağaçların tepesine konarsa o yıl kışın erken geleceğine ve şiddetli geçeçeğine inanılır. * Geceleyin aynaya bakmak uğursuzluk getirir. *Akşamları evi süpürmek bereket kaçırır. * Yolculuk yapanların arkasına su dökülür. * Arının soktuğu yere çamur sürülür,Sıcak taş ve demir bastırılır. *Gün batımından sonra tırnak kesmek uğursuzluk getirir.