Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Erzurum Çeşmeleri

    ERZURUM ÇEŞMELERİ Abdullah Paşa (Emir Şeyh Cami) Çeşmesi Yeri: Tebriz Kapıda, Emir Şeyh Camii yanında bulunmaktadır. Yapım Tarihi: Kemer köşeliğinde yer alan dört satırlık Sülüs hatla yazılı kitabesine göre çeşme, Erzurum Valisi Hacı Abdullah Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kendisi Trabzon’da öldürülmüş ve oraya defnedilmiştir. Kitabesi 0.35m.x0.40m. Ölçülerinde olup, tarih bölümü ayrı bir mermer parça üzerine yazılmış ve kitabenin alt kısmına yerleştirilmiştir. Kitabesi: 1-“Sahib-ül-hayrat-i vel-hasenat hâlen Erzurum. 2- Valisi Vezir-i bi nezir devletlü el-hac. 3- Abdullah Paşa yessarallahu bil-hayri mâyeşâ sene 1204” Anlamı: 1–2–3:”Hayır ve hasenat sahibi halen Erzurum Valisi, eşi bulunmaz Vezir, Devletli Hacı Abdullah Paşa yaptırmıştır. Allah, dilediği hayrı ona kolay kılsın” Çeşme H.1204/M.1790 yılında yaptırılmıştır. Erzurum’un tarihi çeşmelerinden biridir. Şehri çevreleyen sur duvarlarının Tebriz Kapı’sına yakın bir yerde olan çeşme, güneyinde bulunan Emir Şeyh Türbesi ve Camii ile birlikte tarihi bir doku oluşturur. Özellikle Türbe, Erzurum’un Saltuklu dönemine ait mezar anıtlarından biri olması nedeniyle büyük önem arz eder. Dikdörtgen boyutlarda ve sivri kemerli olarak kesme taştan yapılan çeşme ise, Emir Şeyh Camii’nin kuzey duvarının batı köşesine bitişiktir. Çeşmenin lüle ve tekne kısmı sonradan yapılan kaldırım içerisinde kalmıştır. Ayna kısmında tas yuvası yer almaktadır. Erzurum çeşmelerinin bazılarında görülen uygulama burada tekrarlanmıştır. Bu farklı uygulamada kitabe çeşme kemerinin üst sol köşesine yerleştirilmiştir. Saçak kısmı silmelerle profillendirilmiş olup, üstünde orijinalinde de mevcut olan fakat şimdiki haliyle sonradan yapıldığı anlaşılan çeşme harpuştası (semeri) bulunmaktadır. Eski Erzurum mahallelerinden birinde yer alan tarihi çeşme, sanki kaldırım tarafından zincire vurulup, iki adım ötesinden geçen insanlara, akıtılmayan suyunu ikram edememenin üzüntüsünü yaşamaktadır. Akpinar Çeşmesi Yer: Mahallebaşı’nda meydanın güney batısında bulunmaktadır. Yapım Tarihi: Çeşme alınlığında 0.84mX0.46 m ölçülerinde, mermer üzerine yazılan kitabe Sülüs hatlıdır. 7 satırdan oluşan kitabenin son satırında rakamla tarih belirtilmemiştir. Kitabede: 1- Cömertlik gösteren kerem sahibi İsmail Ağa’nın 2- Cömertliği ve iyiliği devamlı ve akıcı olsun 3- Harap olmuş iken bu güzel çeşmeyi ihya etti 4- Yüce Allah’ın huzurunda hemen kabul edilsin 5- İsa yüzlü birinin sesi gelip dedi tarihi 6- Aktı, gel, berrak su iç yarasın. Yıl 1745 Ayrıca tarih kitabesinin son mısrası Ebced hesabına vurulunca H.1158 (M.1745) tarihine denk gelmektedir. İsmail Ağa harap olan çeşmeyi bu tarihte onartmıştır. M. 1745 yılında onarım gördüğü anlaşılan çeşmenin, ilk yapım tarihi ve banisi hakkında bilgimiz yoktur. Tanımı: Mahallebaşı’nda yer alan çeşme, dikdörtgen boyutlarda sivri kemerli bir nişe sahiptir. Sivri kemer iki kademelidir. Dışa taşıntılı olarak çeşmenin üç yanını dolaşan dört sıra silme, etkileyici bir görünüm katmıştır. Çeşmenin üzerinde iki taş küre ve bunların arasında bir üçgen alınlığa yer verilmiştir. Tas için herhangi bir niş yoktur. Tekne kısmı toprağa gömülü olarak yapılmış ve çeşme ile aynı taş kullanılmıştır. Çeşmenin sağ tarafında ikişerden altı lülenin yer aldığı eklenti bölüm bulunmaktadır. Bölümler, silmelerle birbirinden ayrılmış olup, tümü birden kademeli saçak altına alınmıştır. Bu ek kısım ana çeşmeden daha aşağıda olup, malzeme ve profiller açısından birliktelik göstermektedir. Tüm çeşmede 8 lüleden su akıtılmaktadır. Orijinal durumunu koruyarak günümüze kadar gelen su yapısı, halkın ihtiyacını karşılamaya devam etmektedir. Erzurum’un en zengin su kaynaklarından birine sahip olan çeşme çok sayıdaki lülesi ile ilk sırada yer alır. Suyunun çokluğu ve berraklığı nedeniyle “Akpınar” olarak adlandırılmış olması gereken çeşme ilk günkü su zenginliğini hala sürdürmektedir. Suyunun soğukluğu, temizliği, çeşmelerinin bolluğu ile ünlenen Erzurum’un bu özelliğini Akpınar Çeşmesinde görmek mümkündür. Veyis Efendi Mahallesi Çifte Kardeşler mezarlığının batısında bulunan 23 Temmuz Ortaokulu bahçesinin doğu kısmında Akpınar Suyu’nun kaynağı yer almaktadır. 23 metre derinlikteki başlangıç bacasının dışında çeşmeye kadar ki yol üzerinde dört-beş bacasının daha bulunduğu tespit edilmiştir. Suyun saniyede 2,5 litrelik kısmı Akpınar Çeşmesi’nde 0,50 litrelik kısmı da Kadana Camii’nde aktığı tespit edilmiştir. Bugünkü Durumu: Kırmızı renkli, düzgün kesme taşla inşa edilen çeşme, Erzurum’un en zengin yer suyu kaynaklarından birine sahiptir. Ali Paşa Camii Çeşmesi Yeri: Ali Paşa Mahallesi’nde Ali Paşa Camii avlu duvarına bitişiktir. Yapım Tarihi: Ali Paşa Camii’nin girişi üzerinde yer alan kitabesine göre, H.1105/M.1693 yılındaki onarımda yaptırılmıştır. Çeşmeler de bu tarihte yapılmış olmalıdır. Çeşmenin üzerinde iki kitabe bulunmaktadır. İlk kitabe dört satır şeklinde şöyle düzenlenmiştir. I-Kitabe: Sahib-ül hayrat asakir-i şâhânede Topçu Birinci Tabur Kol Ağası Ömer Ağa bilad-i rum ili Sene 1282. Anlamı: Hayır sahibi Osmanlı Ordusunda Topçu 1.Tabur Kol Ağası Ömer Ağa’dır. Sene:M.1865. II. Kitabe: Üç satır halinde olup; Sahip-ül hayrat vel-hasenat el-merhum. El mağfur el hac Ali Efendi. 1282. Anlamı: Hayır ve hasenat sahibi merhum ve mağfur Hacı Ali Efendi. M.1865. Bu kitabelerden anlaşıldığı kadarıyla Topçu Kol Ağası Ömer Ağa H.1282/M.1865 yılında çeşmelerin birisini, diğerini Hacı Ali Efendi H.1282/M.1865 de yaptırmış veyahut tamir ettirmiştir. Caminin avlu duvarının dış cephesinde yer alan çeşme nişlerinden üçü kuzeye, biri batıya yerleştirilmiştir. Birbirine yakın ölçülerdeki nişler sivri kemerli olup, niş içinde birer çeşme tas yuvasına, birer de lüleye yer verilmiştir. Düzgün kesme taştan inşa edilen çeşmenin niş kemerleri daha taşkın bir kemerle kademelendirilmiştir. Çeşme üst kesimde, iki kaval silme ile sınırlandırılmıştır. Bunun yukarısına sade bir semer kısmı yerleştirilerek duvar yüzeyinden farklı bir görüntüye kavuşması sağlanmıştır. Kemerlerin oturduğu taşıyıcılar ve çeşme tekneleri büyük blok taşlardan olup, diğer Erzurum çeşmeleri ile benzerlik göstermektedirler. Çeşmelerin arkasında bulunan abdest alma yerleri 5 gözlü bir revak içerisine yerleştirilmiştir. Sekiz adet küçük lüleden su akmaktadır. Cami avlusunun batı kesimine ve yine çeşmelerin arkasına yerleştirilen tuvaletler orijinalliğini muhafaza etmektedir. Düzgün kesme taş malzemeden inşa edilen revak kısmında kemerler taş sütunlara oturmaktadır. Sütün başlıkları basit mukarnas yuvalarına sahiptir. Kitabeler bu revakın güney cephesine yerleştirilmiştir. Erzurum camileri içerisinde orijinal çeşme, tuvalet ve abdest alma yerlerine sahip ender eserlerden biridir. Yapının bu orijinalliğinin korunması geleceğe bu haliyle ulaştırılması gerekir. Ali Paşa suyunun eski su ustaları tarafından belirtildiğine göre Erzurum Kalesi altından çıktığı söylenmektedir. 1970’li yıllarda yapılan hafriyat çalışmalarında Taş Mağazalar caddesindeki Beyaz Saray Mağazasının önünde bir toplama merkezinin olduğu görülmüştür. Toplam saniyede 4 litrelik suya sahip olan bu kaynağın 1,5 litrelik kısmı Ali Paşa Mahallesi’ndeki Şahbender Sokağı başında yer alan Gümüş Masat Çeşmesi’nde, 2,5 litrelik kısmının da Ali Paşa Camii önündeki çeşmelerde abdest alma ve tuvalet kısmında aktığı belirlenmiştir. Gümüş Masat’ta iki lüle, Ali Paşa Camii çeşmelerinde 4 lüle, abdest alma ve tuvaletlerde 11 masra su akmaktadır. Bugünkü Durumu: Sağlam olan çeşmeden yer suyu akmaktadır. Ayaz Paşa Çeşmesi Yeri: Ayaz Paşa Mahalle’sinde, Ayaz Paşa Camii önündedir. Yapım Tarihi: XX. Yüzyılda Erzurum Belediyesi tarafından yeniden inşa edilmiştir. Ayaz Paşa Camii’ne ait çeşmelerinin H.1194/M.1780 yılında Erzurum Valilerinden İbrahim Hafız Paşa tarafından yenilendiği bilinmektedir. Erzurum’da ki Osmanlı dönemine ait en eski mimari eserlerden biri olan Ayaz Paşa Camii’nin hamam, çeşme ve medreselerinin bulunduğu tarihi kaynaklarda belirtilmektedir. Bu nedenle çeşmenin ilk inşasının XVI. Yüzyıla kadar indirilmesi mümkündür. Ayaz Paşa Camii Erzurum’da inşa edilen ahşap direkli camiler içerisinde yer almaktadır. Caminin doğu, güney ve batı kesimlerinde hazire kısmı bulunmaktadır. Dikdörtgen blok tarzındaki çeşmenin fazla derin olmayan nişi, yuvarlak kemerlidir. Üzengi hattı ve yan dayanak başlıkları kalın bir silme ile belirlenmiştir. Üstte profilli bir saçak ve orta kesiminde taştan bir küre bulunmaktadır. Çeşme yüzeyinden ileriye doğru taşıntı yapan tekne kısmı çeşme ile orantısızdır. Tas yuvası bulunan çeşmenin tek lülesinden yer suyu akmaktadır. Kesme taş malzemeden inşa edilmiştir. Ayazpaşa Çeşmesi sularının kaynağı Kırkçeşme Hamamı’nın yaklaşık 10 m.. Yukarısındaki köşede yer almaktadır. Bugünkü Durumu: Sağlam ve yer suyu akmaktadır. Bakırcı Camii Çeşmesi Yeri: Bakırcı Mahallesi, Çeşme Sokak’ta bulunmaktadır. Yapım Tarihi: 1992 yılında Erzurum Çevre Koruma Vakfı tarafından onarılan çeşmenin, Bakırcı Camii ile birlikte inşa edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Farklı bir düzenlemesi olan çeşmenin sokağa bakan yüzünde iki çeşme nişi yer alır. Sivri kemerli bu nişlerde ve çeşmenin genelinde hiçbir süsleme bulunmamaktadır. Her nişte ikişer lüleden dört büyük lülenin bulunduğu çeşmenin güneyde olanında bir tas yuvası bulunmaktadır. Üstten düz bir profilli saçakla sınırlandırılmıştır. Bakırcı Çeşmesinin ikinci parçası cami tarafına bakmaktadır. Bu kısımda 7 küçük lüleden akan sular; abdest almak içindir. Yaklaşık 15 sene öncesine kadar çeşmenin arka yüzünde bulunan tuvaletler kaldırılmıştır. Düzgün kesme taş malzemeden inşa edilen çeşme camii ile birliktelik gösterir. Dizi çeşmeler içerisinde önemli bir yeri olan Bakırcı Çeşmelerinin Şabahane, Akpınar, Ali Paşa, Narmanlı çeşmeleri gibi zengin su kaynağına sahip olduğu bilinmektedir. Bu suyun membaı Boyahane Camii ve Hamamı’nın kuzeybatı kesimidir. Saniyede 2,5 lt. Suyun aktığı hattın tek çeşmesi Bakırcı Camii’nin önündeki üç gözlü ve üç lüleli çeşme ile çeşmelerin arkasında 10 masradan akmaktadır. 1950’li yıllarda bu suyolu demir borularla yenilenmiştir. Bugünkü Durumu: Sağlam olan çeşmeden yer suyu akmaktadır. Cennet Çeşmesi Yeri: Karaköse Mahallesi’nde Boyahane Hamamı’nın doğusunda yer alır. Yapım Tarihi: Tarihi kesin olarak bilinmemektedir ancak Erzurum’un en eski çeşmelerinden biridir. Yerli, yabancı seyyahların bahsettiği çeşmeyi Evliya Çelebi şu şekilde tanımlar: “Üç ay havası gayet latiftir ki adam hayat-i cavdânî bulur. Suyu zülâl-i hayattır. Ata ve kadınlara suyu gayet faydalıdır. Cennet pınarı denilen sudan Temmuzda içen (ve min-el-mai küllü şey’in hay) ayetini anlar. Çeşme 1976 yılında Belediye tarafından yeniden biçimlendirilmiştir. Bu onarım çeşmenin eski özelliğinden tamamen değişik bir tarzda gerçekleştirilmiştir. Orijinalinde sivri kemerli klasik Erzurum Çeşmeleri tarzında olan bu su yapısının, üç lülesinin bulunduğu ve ortada bir çeşme tas yuvasının yer aldığı fotoğraflardan anlaşılmaktadır. Günümüzde de halk arasında diğer çeşmelere nazaran farklı bir yere sahiptir. Suyu tatlı ve hafiftir. Özellikle bu su ile demlenen çayın içimine doyum olmaz. Halkın bir kısmı su kaplarıyla bu çeşmeden evlerine su götürürler. Suyunun bu denli lezzetli oluşu, çeşmenin Cennet suları ile kıyaslanabileceğine neden olmuştur. Erzurum’daki çeşmelerden bir bölümü özellikle Ramazan ayında iftar saatlerinde önlerinde uzun kuyrukların oluştuğu yerlerdir. İftar sofrasında oruçların yer suları ile açılması Erzurumluya değişik bir haz verir. İşte Cennet Çeşmesi de bu çeşmelerden biridir. Bugünkü Durumu: Yer suyu üç lüleden akmaktadır Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan yeraltı otogar inşaatında vurulan sondajlar nedeniyle su yatağı değiştirilerek suyu kurutulmuştur. Büyükşehir belediyesi kurutulan cennet çeşmesinin yeniden yapmak için söktüğünde arkasından tarihi cennet çeşmesi çıktı. Vakıflar genel müdürlüğü yıkıma el koydu. Dabakhane Çeşmesi - 1 Yeri: Tebriz Kapı semtinde bulunmaktadır. Yapım Tarihi: XVIII. Yüzyıldan kalmış olmalıdır. 1962 ve 1975 yıllarında Erzurum Belediyesi tarafından onarılmıştır. Çeşme günümüzde Kevelciler Meydanı ortasında ve yol seviyesinden yaklaşık 4 m. Kadar derinde kalmıştır. Zeminden aşağıda bulunduğu için onbir basamakla inilmektedir. Bir duvara bitişik olarak inşa edilen çeşme, dikdörtgen bir blok halindedir. Yuvarlak kemerli bir niş içerisinde bir tas yuvası ile iki lüle yer alır. Saçak üç yönü dolanmaktadır. Kemer üzengi hizasında kalın bir silme yatay bir çizgide çeşmeyi ikiye ayırır. Akım hızı 32 lt/dk. Kadar olup, sularının böbrek hastalıklarına iyi geldiği söylenmektedir. Dabakhane 1. Çeşmesinin 12 m. Kadar güneyindeki Lala Paşa Hamamı’nın suları da aynı kaynaktan beslenmektedir. Erzurum’un en önemli çeşmelerinden olan Dabakhane 1. Çeşmesi Erzurum dışında da tanındığı için şehre gelen ziyaretçilerin ilk uğrak yerlerinden biridir. Hemen batısındaki Şabakhane Çeşmeleri ile susamış insanların gönlüne ferahlık verir. Yörede dabakhanelerin bulunması nedeniyle çalışan emekçilerin yıkanmasına yönelik yaptırılan Lala Paşa Hamamı ve su ihtiyaçlarını karşılayan çok sayıdaki çeşme, bu alanda ticari faaliyetlerin ve çeşitli zanaat gruplarının bir araya gelmesine de vesile olmuştur. Aşağı Habib Efendi Mahallesi Dere Sokakta yer alan Osman Derici’nin evi içerisinde bulunan su kaynağı 25 m.lik bir mesafeden sonra Dabakhane 1. Çeşmesine akmaktadır. Bugünkü Durumu: Düzgün kesme taş malzemeden inşa edilmiştir. Suyu akıyor Dörtgüllü Çeşme Yeri: Murat Paşa Mahallesi, Saray Bosna Caddesi üzerindedir. Yapım Tarihi: Çeşmenin batı yönünde tâlik harflerle yazılan; Kitabede: 1- Su gibi Pâkize-siret âsaf-ı…(Yazı yıprandığı için buradan sonrası okunamamıştır.) hümam. Yapmağa çeşme-sar emretti kıldı itmam. 2- Hezaran âferinler ol vezirin fikrine, Bir acayip tarh-ı nevi icad edüb verdi nizam. 3- Rahmet ede Hazret-i Yezdan abâ-ü ecdadına, Dediler atşan olup suyun içenler has-u âmm. 4- Hak Taâlâ ecrini ihsan ede Firdevs ile Ab-ı kevserle dolu gılman elinde içe cam. 5- Fikr ederken harf-ı mucemle dedim tarihini, Yaptı İbrahim Paşa çeşmeyi kıldı tamam. Sene: 1159 Anlamı: 1- Yaşantısı su gibi temiz yüce Asaf…. Çeşmenin yapılmasını emredip tamamladı. 2- O Vezirin düşüncesine binlerce aferin olsun Yeni bir acayip yapı icad edip düzen verdi 3- Hz. Allah onun babalarına ve dedelerine rahmet eylesin Susayıp da, suyunu içen özel kişiler ve halk, 4- Hak Taâlâ sevabını Firdevs Cenneti ile versin, Gılmanın elinden Kevser suyu ile dolu içsin dediler. 5- Düşünürken noktalı harflerle tarihi dedim İbrahim Paşa Çeşmeyi yapıp tamamladı, Yıl 1745. Son tarih mısrasının noktalı harfleri, ebced hesabıyla toplandığında H.1169/M.1755 tarihi ortaya çıkmaktadır ki kitabenin sonunda rakamla yazılan 1159 tarihi ile on yıllık bir fark oluşmaktadır. Herhalde bir yanlış yazım veya ifadeden kaynaklanmış olması gerekir. Çeşmenin güney yüzündeki kitabe kısmen tahrip olmuştur. Üç satır halinde şu ibare yer almaktadır. 1- Târih-i esbak elf mie heftâdü seh 2- Cânib-i erba’a ile kıldın ihyâ sen Ahmedâ her taraf 3- Oldu tarih eşrâbide mâ-i câri her taraf Anlamı: 1- Eski tarih 1756–57 2- Dört bir yandan her tarafını ihya ettin sen ey Ahmet 3- Tarih oldu “her taraf içilen akarsu” Birinci satırdaki Arapça ve Farsça tarihte çeşmenin en eski yapılış tarihinin H.1173 / M.1759 olduğu anlatılmak istenmiştir. Üçüncü satırdaki tarih kelimesinden sonraki kelimeler ebced hesabına vurulunca H.1272/ M.1855 yılı çıkar ki bu yılda Ahmet isimli birinin çeşmeyi tamir ettirdiği anlaşılmaktadır. Erzurum’da çeşitli dönemler valilik yapan İbrahim Paşa, Erzurum’da İbrahim Paşa Camii’ni, Medresesini ve Yazıcızâde Çeşmesi’ni yaptırmıştır, ayrıca Zeynel Camii’nin de onarımını gerçekleştirmiştir. Dörtgüllü Çeşme Erzurum’da bilindiği kadarıyla tek değildi. Hafız Paşa Çeşmesi olarak da bilinen ikinci Dörtgüllü Çeşme’nin de yer aldığını kaynaklardan öğrenmekteyiz. Erzurum’da günümüze ulaşabilen dört yüzlü tek çeşmedir. Bu yönü ile İstanbul’daki sebilleri ve meydan çeşmelerini hatırlatmaktadır. Çeşmenin dört yüzünde birer sivri kemerli niş ve birer lüle bulunmaktadır. Çeşmenin yapımıyla ilgili kitabeler batı ve güney yüzünde çeşme aynalığında yer alır. Düzgün kesme taşla inşa edilen çeşmenin kemer seviyesine kadar olan kesimlerinde büyük blok taşlar kullanılmıştır. Üst kesimdeki duvarlarda onarım izleri görülmektedir. Dere Mahallesi’nde ki Kazım Karabekir İlköğretim Okulu’nun ve bugünkü Saraybosna Caddesi’nin batı kesiminden çıkan su Yazıcı Çeşmesi ile Dörtgüllü Çeşmeye verilmiştir. Bugünkü Durumu: Düzgün kesme taştan inşa edilen çeşmenin iç kubbesi tuğla malzemeden örülüdür. Çeşmeden tazyikli su akmaktadır. Haci Mehmet Çeşmesi (Gürcü Kapı Çeşmesi) Yeri: Gürcü Kapı Caddesinde bulunmaktadır. Yapım Tarihi: Çeşme alınlığında mermer üzerine sülüs harflerle yazılmış on satırlık vakfiye şeklinde kitabesi bulunmaktadır. Bilindiği kadarıyla bu şekilde verilen bir başka çeşme kitabesi mevcut değildir. Bu nedenle Hacı Mehmet Çeşmesi son derece önemli ve korunması gereken kültürel mirasımızın başında gelmektedir. Çeşmenin mimarı olarak da büyük bir önem arz etmesine rağmen musluğundan şehir şebeke suyunun akmış olması üzüntü vericidir. Bu durum vakfiye şeklinde tanzim edilen kitabesindeki istek ve temennilere de uymamaktadır. Hacı Mehmet’e ait vakfiye çalışmamızın son bölümünde yer almaktadır. Burada verilen bilgiler, vakfiyesinin özeti niteliğindedir. Kitabe: 1- Sahibül hayrat vel hasenat Hacı Mehmed bin Ali aleyhima rahmet ül-bari tahsil beyt, 2- Eşed ihtiyaçlarına binaen “ve min el-mai küllü şeyin hay” fehvası üzere iptiğaen limerdatillahi Ayaz Paşa Güher, 3- Yurdı ve havalisinden hafr ve deyyayi pınarı kurbunda bina eylediği havza-i, 4- Sıvacıkdan cari olmasını şart edüp ve Medine-i mezkurenin harici sur ve etrafında, 5- Hasankalesinde bazen tamir ve bazen müceddet on iki ve bil cümle altmış adet çeşmeler bina ve beş, 6- İcra-i meyah ve müceddet iki mescid ve namazgâhlar ve abdesthaneler ve kenefler ve Hasankalası, 7- Sarf içün Tebriz ve Gürcü Kapıları haricinde yüz kırk iki adet dekakin ve han Odaları, 8- Ve anbarları bina eyledi imdi vakfullahtır mürur-u eyyam ile hayrat-i mezkurenin bazıları tamire (muhtaç), 9- Oldukça nazır olan ahali-i muhallelin? Tashihlerinde ihtimam etmezler ise vakıf-ı mezkur lanete, 10- Fi sene 113(4) ğurrei muharrem cilt asitanede Anadolu muhasebesinde mukayyet hulase-i vakfiye. Anlamı: 1- Bu çeşmeyi yaptıran, hayır ve iyilikler sahibi Hacı Mehmet İbn-i Ali'dir. Allahın rahmeti onların üzerine olsun. 2- Büyük ihtiyaçlardan dolayı ve “her şeyi sudan yarattık” hükmünce Allahın rızasını kazanmak gayesi ile Ayaz Paşa Güher. 3- Yurdu ve havalisinde yer kazarak elde ettiği suyun Deyya-ı pınar yakınında yaptırdığı, 4- Savacaktan akmasını şart koşarak ve adı geçen şehrin sur dışında ve etrafında, 5- Hasankale’sinde bazısını tamir ettirdiği ve bazısını yeniden yaptırdığı 12 ve toplam 60 adet çeşmeler yaptırdığı, ayrıca5 de, 6- Su mecrası yaptırmış ve yeniden 2 Mescid, namazgahlar ve abdesthaneler ve tuvaletler yaptırmıştır. 7- Gelirleri bunlara ve Hasankale’deki evkafına sarf edilmek üzere Erzurum’da Tebriz ve Gürcü Kapılar dışında 142 adet dükkân ve han odaları, 8- Ambarlar da yaptırmıştır. Zaman geçtikçe vakfedilen bu hayır ve içtimai yardım müesseseleri tamire (muhtaç), 9- Olursa o civardaki halkın hepsi bunlara nezaretle ve kontrolle mükelleftir. Bunu yapmazlarsa Vâkıf’ın laneti (onların üzerine olacaktır). 10- (Bu taşa yazılanlar) Evkaf İdaresi’ndeki Anadolu Muhasebesi’nde kayıtlı bulunan vakfiyesinde hulâsa edilmiştir. (Hacı Mehmet Evkafını) M.1723 yılında tesis etmiştir. Vakfiyesinin bir özetini çeşme taşına yazdıran Hacı Mehmed, Kayserili Mahmud’un oğlu Ali’nin, oğludur. Tophane Mescidini inşa ettiren Abdülmennânzâde Hacı Osman bu eserini H.1090/M.1679 yılında gerçekleştirmiştir. Kayserili Mahmud oğlu Ali oğlu Hacı Mehmed Ağa, Hacı Osman’ın yaptırmış olduğu tesislere birçok gelir vakfetmiştir. Vakfiyede yapılan Mescit ve çeşmeler hakkında şu ifadeler zikredilmiştir. “Hacı Osman Erzurum şehrinin suru dışında Şabahanenin üstünde Tebriz Kapısı diye bilinen kapının yanına bir mescit yaptı. Yine sur dışında Gürcü Kapısı adıyla bilinen kapının yanında ve hamamın yakınında başka bir mescit daha yaptı. Ve şehrin dışında birçok yerlerde çeşmeler akıttı. “ Kitabede verilen bilgiler ile vakfiyesindeki bilgiler dikkate alındığında Hacı Mehmed Ağa’nın Erzurum’da pek çok çeşme, abdesthane, tuvaletler gibi su ile ilgili hayır müesseseleri tesis ettiği gibi mescid ve namazgâhlar da inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Bunların yaşatılabilmesi için ise çok sayıda dükkân ve han odası vakfetmiştir. Günümüzde yaptırdığı çeşmeleri net bir şekilde tespit etme imkânımız ne yazık ki mümkün değildir. Sadece tanıttığımız çeşmenin Hacı Mehmet’e aidiyeti kesindir. Şabakhane Çeşmeleri üzerinde yer alan ve Şafiler Mescidi olarak bilinen yapının Hacı Mehmed tarafından inşa ettirildiği anlaşılmaktadır ki şimdiye kadar yaptıranı ve yapım tarihi bilinmeyen bu yapının da banisi ve inşa yılı belirlenememiştir. Tanımı: Çeşme enine dikdörtgen boyutlarında sivri kemerli olarak yapılmıştır. En üstteki profilli saçak silmelerinin altında iki sıra mukarnas dizisi yer almaktadır. Çeşmenin her iki yanını oluşturan blok taşlar üzerine kemer örülmüş ve kemer kilit taşı üzerine bir palmet motifi işlenmiştir. Aynı taş üzerine yerleştirilen 0.80 m. X 0.71 m. Boyutlarında mermere yazılmış vakfiye özeti niteliğindeki kitabe hemen dikkati çekmektedir. Kitabenin altında çeşme tası için yapılmış niş bulunmaktadır. Bu nişin kitabeye yakın olması, kitabenin alt satırına büyük ölçüde zarar vermiştir. Alt bölümü iri blok taşlardan inşa edilen çeşme önceleri iki lüleye sahipken, günümüzde şehir şebekesinden verilen musluk, çeşme tası nişinde bulunmaktadır. Bu düzenleniş hem çeşme mimarisine ters düşmüş hem de görünüme zarar vermiştir. Tekne kısmı çeşme ile aynı taştan yapılmış olup, toprağa gömülüdür. Erzurum çeşmeleri içerisinde mermer kitabesi ile ayrı bir yeri olan bu çeşmenin eski haline döndürülmesi, hasar gören bölümlerinin onarılması gerekir. Vakfiyede belirtilen Vâkıfın lanetine uğramamak için ilgililere sorumluluk yüklenmiştir. Bugünkü Durumu: Çeşme düzgün bazalt kesme taştan yapılmıştır. Suyu şehir şebekesine bağlıdır. Hüseyin Ağa Çeşmesi Yeri: Veyis Efendi Mahallesi, Gümüşlü Kümbet sokak’ta yer almaktadır. Yapım Tarihi: Çeşme üzerinde mevcut olan 0.30 m. X 0.40 m. Boyutlarındaki beş satırlık kitabeye göre; Hüseyin Ağa H.1239 / M. 1823 yılında yeniden yaptırmış ve suyunu akıtmıştır. Çeşmenin arkasındaki mezarlıkta çeşmeyi yaptıran Hüseyin Ağa metfundur. Mezar taşında şunlar yazılıdır; 1- Hüvel hallâkül-baki, 2- Ah ölüm şerbetini kana kana, 3- Akibet bu Hüseyin Ağa içti, 4- Eşref-i haneden iken eceli, 5- Sevb-i mevt-i ana dahi biçti, 6- Düştü bir mısrala tarihi, 7- Hüso Ağa cihandan geçti, 8- El Fatiha sene 1239. Anlamı: Baki olan yaratıcı odur. Ah sonunda Hüseyin Ağa ölüm şerbetini kana kana içti. Hanedanların en şereflisi iken eceli, ölüm elbisesini ona da biçti. Bir mısra ile tarihini düştü. Hüso Ağa dünyadan geçti El Fatiha, Yıl 1823. Çeşme Kitabesi: 1- Hüseyin Ağa olup bu hayra muvaffak 2- Yeniden eyledi bir çeşme ihya 3- Kabul eyle Hudâyâ sen bu hayrı 4- İçen atşâne olsun âfiyet 5- Sene 1239. Anlamı: Bu hayra Hüseyin Ağa muvaffak olup, Çeşmeyi yeniden ihya etti. Ey Allah’ım sen bu hayrı kabul et ve içen susuza afiyet olsun. Yıl 1823. Tanımı: Dikdörtgen blok halinde, arkasındaki bahçe duvarına bitişik olarak inşa edilen çeşme, kırmızı renkli kesme taştan inşa edilmiştir. Sivri kemer nişle çeşmenin kemer aynalığında kitabesi ve altında tas yuvası yer almaktadır. Su tek lüleden verilmiştir. Türbe Deresi sularına bağlıdır. Palandöken Dağları’nın doğu kesiminde yer alan Kapıkaya Deresi ile daha doğudaki Türbe Deresi sularının birleşiminden oluşan Nazmerik Suları’nın hattına bağlıdır. Kırk Çeşme Yeri: Ayaz Paşa Mahallesi, Kırk çeşme Hamamı yanında bulunmaktadır. Yapım Tarihi: XVI. Yüzyılda, Rüstem Paşa Hanı’nı inşa ettiren Rüstem Paşa tarafından yaptırılmıştır. Üzerinde kitabe yoktur. H. 1110 / M. 1698 yılında Caferzâde tarafından tamir ettirilmiştir. Son yıllarda yeniden onarılmıştır. Kırk çeşme Hamamın güneybatı duvarı köşesine yerleştirilen çeşme, basit tarzda dikdörtgen bloktan oluşmaktadır. Düzgün kesme taşlarla duvar örgüsü şeklinde inşa edilen çeşmenin mimari özelliği yoktur. Bir dizi şeklinde lülelerden akan su, günümüzde sadece iki lüleye yetebilmektedir. Üç lüle körelmiştir. Çeşme yüzeyinde kemerli derin tutulmuş bir tas yuvası yer almaktadır. Ancak Mahalle halkı tarafından verilen bilgilere göre bu çeşmenin bir cephe çeşmesi şeklinde düzenlendiği ve lüle sayısının 5 olduğu belirtilmektedir. Kırk çeşme sularının kaynağı, Kırk çeşme Hamamı’nın yaklaşık 10 m. yukarısındaki köşede yer almaktadır. Bu kaynaktan 10 tapulu çeşme ile 6 umuma akan çeşme faydalanmaktadır.
  2. _asi_

    Erzurum Medreseleri

    Erzurum Medreseleri Çifte Minareli Medrese (Merkez) Erzurum’da Anadolu’nun en büyük medreselerinden biri olan Çifte Minareli Medrese’nin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber XII.yüzyılın ortalarına ait bir Saltuklu eserinin kalıntıları üzerine yapılmıştır. Yapının doğu duvarının aynı zamanda kale surları oluşundan ve mimari özelliklerinden XIII.yüzyıl sonlarında veya XIV.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Osmanlı döneminde harap bir halde bulunan yapıyı Sultan IV.Murat (1623-l640) onarmış ve top imalathanesi ve kışla haline getirmiştir. Sonraki yıllarda yeniden medreseye dönüşmüş, Cumhuriyetin ilk yıllarında bir süre Erzurum Arkeoloji Müzesi olmuştur. Osmanlı mimarisinde açık avlulu dört eyvanlı ve iki katlı medreseler gurubundan olan yapının iki yanında payandalar üzerinde yükselen iki minaresi ile Anadolu Osmanlı mimarisinde önemli bir yer edinmiştir. Ön cephesiyle dikkati çeken bu medresenin bu bölümünde cephe kompozisyonu oldukça belirgindir. Anadolu Selçuklu Mimarisinde portallerin yan yüzleri süslenmediği halde bu yapıda çeşitli bezemeler birbirini izlemektedir. Girişin derin nişi çeşitli derinliklerde palmet motifli beş sıra şeritle çerçevelenmiş üzeride mukarnaslarla tamamlanmıştır. Portalin bir bölümünü oluşturan figürlü panolar Orta Asya Türk Kültürünün izlerini yansıtan çift başlı kartal, hayat ağacı ve ejderlerden oluşan panolara yer verilmiştir. Ancak bunların tam olarak bitirilemediği de gözlemlenmektedir. Günümüzde şerefeden yukarısı yıkılmış olan minaresinin yüksekliği 26.00 m.dir. Sırlı tuğla minareler kalın yivli olup yer yer aralarına üçgen çiniler yerleştirilmiştir. Minarelerin pabuç kısımları kare çerçeveler içerisine alınmış ve son derece süslü daireler içerisine “Allah”, ”Muhammed” isimleri başta olmak üzere dört halifenin isimleri yazılmıştır. Medrese içerisine 5.20 m. derinliğinde, beşik tonoz örtülü bir dehlizden girilmektedir. Avlu dikdörtgen planlı olup, 30.50x12.20 m. ölçüsündedir. Avlu üç taraftan sivri kemerlerle birbirine bağlanmış on dört sütunun taşıdığı iki katlı revaklarla çevrilmiştir. Yan kenarlarda bulunan eyvanlar çatı hizasına kadar yükselmekte olup üst katlar ayrı ayrı merdivenlerle çıkılan enlemesine ikiye bölünmüştür. Medresenin alt katında yirmi,üst katta da yirmi iki olmak üzere toplam kırk iki kapalı oda bulunmaktadır. Girişin sağında 5.80x5.80 m. ölçüsünde üzeri kubbeli bir mescit bulunmaktadır. Medresenin güney tarafında ana eyvanın arkasında medreseye bitişik içten ve dıştan onikigen gövdeli, külahla örtülü bir kümbet bulunmaktadır. Bu kümbetin kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin için yapıldığı anlaşılamamıştır. Kümbetin gövdesi iç içe yuvarlak kemerlerle bezenmiştir. Ayrıca zengin bezemelerle süslenmiştir. Kümbetin üzerini örten kubbesi de külah şeklindedir. Mumyalık kısmı haçvari planlı, çapraz tonozlu olup üst mekan mihraplı ve içten kubbe ile örtülüdür. Burada sanduka bulunmamaktadır. Bu nedenle de mescide çevrilmiştir. Yakutiye Medresesi (Merkez) Erzurum Cumhuriyet Caddesinde bulunan Yakutiye Medresesi’ni İlhanlı Sultanı Ulcayto ile şehrin askeri valisi Hoca Cemalettin Yakut 1310 yılında yaptırmıştır. Medresenin yapımı Cemalettin Yakut’un ağabeyi İlhanlı Sultanı Adil Gazan Han ile eşi Bolugan Sultan’ın parası ile yaptırılmıştır. İlhanlı mimarisinin izlerini taşıyan medrese Anadolu’daki kapalı avlulu, dört eyvanlı medrese tipinin son örneklerinden birisidir. Kesme taştan yapılan medresenin basık kemerli ve oymalı portalinde kabartma, Arapça sülüs yazılı bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabede; “Bu medresenin yapılmasını 710 senesinde Ulcayto Sultan’ın hükümdarlık günlerinde Allah mülkünü ebedi kılsın. Sultan Gazan ve Bolagan Hatunun Allah bürhanlarını tenvir etsin. Yüce ve güzel in’amlarından olan fevazıl ile Cemalettin Hoca Yakuti Gazani emretti.” yazılıdır. Portalin kuzey ve güney yüzlerinde çift başlı kartal, yaprak ve çift aslan kabartmaları görülmektedir. Bunlar XII.yüzyılın özelliklerini taşımaktadır. Bu armalar İlhanlı sanatının bir örneğidir.Yakutiye Medresesi’nde de Çifte Minareli Medresede olduğu gibi sağa sola dönmüş kartallar, hayat ağacı, aslan figürlü panolar dikkati çekmektedir. Portaldeki bezemeler boş yer kalmamacasına bütün yüzeyi kaplamıştır. Burada Çifte Minarenin etkileri açıkça görülmektedir. Portalin 7m. sağında ve güneybatı köşesinde, şerefeden yukarısı yıkılmış sırlı tuğla minare bulunmaktadır. Minareye kabartma kordonlarla hareketli bir görünüm verilmiştir. Minarenin bu bölümleri iç içe geçmiş geometrik motifler ve çinilerle bezenmiştir. Sol taraftaki minare tamamen yıkılmış olup yalnız kaide kısmı görülebilmektedir. Portalin iki yanında ve içerisinde duvara gömme üzerleri boş yer kalmamacasına bezenmiş sütunlar bulunmaktadır. Avlu birbirlerine kemerlerle bağlanmış dört kalın payenin taşıdığı ayna tonoz ile örtülmüştür. Avlunun sağ ve solunda karşılıklı beşik tonozlu altışar oda sıralanmıştır. Çifte Minareli Medresenin aksine burada doğu ve batı eyvanları yerine medrese odaları yapılmıştır. Bunlardan sağ köşedeki odadan aynı zamanda minareye çıkılmaktadır. Güneydeki tonozun üzerinde ise bu medreseye vakfedilmiş altı köyün ismini içeren vakfiye mermer üzerine sülüs yazı ile azılmıştır. Medresenin doğu duvarına bitişik olarak bir kümbet bulunmaktadır. Yuvarlak tuğla gövdesi üzerinde üç pencere açılmış olup içten kubbe dıştan külah ile üzeri örtülüdür. Türbe içerisinde sanduka bulunmakla beraber bu türbenin kime ait olduğu bilinmemektedir. Medresenin yapımı için para veren Gazan Han ile Bulugan Hatun Tebriz’de gömülüdür. Bu bakımdan bu türbe onlara ait değildir. Günümüzde Yakutiye Medresesi, yörenin çeşitli etnografik eserlerinin sergilendiği Türk İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır. Ahmediye Medresesi (Merkez) Erzurum, Erzincankapı semtinde, Murat Paşa Mahallesi'nde, Murat Paşa Camisi’nin doğusunda Ahmediye Medresesi bulunmaktadır. Kitabesinden öğrenildiğine göre bu medreseyi Ahmet bin Ali bin Yusuf darülhadis olarak 1314 yılında yaptırmıştır. Girişin kuzeydoğu köşesindeki oda lentosu üzerinde kısmen harap olmuş sülüs yazılı üç satırlık bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeden de medresenin İlhanlılar devrinde yapıldığı öğrenilmektedir. XIII-XIV. yüzyıl kapalı avlulu medrese tipinin bir örneği olan, 16.50x9.75 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı medresenin avlusunun çevresinde medrese odaları simetrik olarak sıralanmıştır. Avlunun üzeri manastır tonozları ile örtülmüştür. Avlunun her kenarında ikişer medrese odası yer almıştır.Avluya açılan iki eyvanın köşelerine yerleştirilen sütunlar bitkisel bezemelerle kaplanmıştır. Bu yönden Yakutiye Medresesindeki sütunlar ile büyük bir benzerlik gösterirler. Girişin karşısına gelen eyvandaki mihrap burasının aynı zamanda mescit olarak kullanıldığını göstermektedir. Ayrıca kuzey cephe duvarında görülen mihrap daha önce burada bir cami olduğuna işaret etmektedir. .Burada bulunan minare l940’lı yıllarda yapılmıştır. Kurşunlu Medrese (Merkez) Erzurum, Feyzullah Mahallesi’nde Kurşunlu Cami’nin yanında bulunan Kurşunlu Medrese Fevziye Medresesi ismi ile de tanınmaktadır. Medrese yanındaki cami ile birlikte Şeyhülislam Feyzullah tarafından l701-l702 yılında yaptırılmıştır. Medresenin on üç hücresi günümüze gelebilmiştir. Ayrıca güneydoğu köşesindeki düzensiz üç hücre sonraki yıllarda yapılan onarımlarda buraya eklenmiştir. Doğu duvarına paralel olarak uzanan sekiz hücre beşik tonozlarla üzerleri örtülmüştür. Hücrelerin her birisinin batı yönüne açılan birer penceresi ile ikişer penceresi bulunmaktadır. Pervizoğlu Medresesi (Merkez) Erzurum, Pervizoğlu Camisi’ne bitişik olan Pervizoğlu Medresesi l716 yılında cami ile birlikte yaptırılmıştır. Pervizoğlu Medresesi’nden günümüze yalnızca iki hücre ile güney doğu köşesindeki bir hücre ayakta kalabilmiştir. Bu hücrelerin üzerleri beşik tonozlarla örtülüdür. Şeyhler Medresesi (Merkez) Erzurum Şeyhler Mahallesi’nde, Şeyhler Camisi’nin yanında bulunan Şeyhler Medresesi kesme ve moloz taştan yapılmıştır Giriş kapısı üzerindeki mermer, dört satırlık kitabesinden Şeyh Mustafa Efendi tarafından 1760-1761 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Dikdörtgen medresenin doğu yönünde giriş kapısı bulunmaktadır. Dikdörtgen bir avlunun etrafında on iki hücresi bulunmaktadır. Bu hücrelerden ikisinin girişi doğu cephesinde, üçünün girişi de kuzey duvarındadır. Kuzeydoğudaki hücreye ise doğudaki hücrelerin içerisinden geçilerek girilmektedir. Kadıoğlu Medresesi (İspir) Erzurum İspir ilçesindeki Kadıoğlu Medresesi kitabesinden öğrenildiğine göre; Kadızade Efendi tarafından 1725-1726 yılında yaptırılmıştır. Klasik Osmanlı medrese tiplerinden biraz farklı olarak dikdörtgen planlı olan medrese kesme taştan yapılmıştır. Giriş kapısından küçük bir avluya girilmekte olup bu avlunun etrafında 10 medrese hücresi bulunmaktadır. Medrese hücrelerinde Ocaklar ve nişler yer almaktadır.
  3. _asi_

    Erzurum Kiliseleri

    KİLİSELER Meryem Ana Kilisesi (Haho (Hahuli) Manastırı (Tortum) Erzurum, Tortum ilçesinde, Bağbaşı’nda bulunan Hahuli Manastırının Meryem Ana Kilisesi Bağdat Kralı III.Davut tarafından 976-1001 yıllarında yapılmıştır. Manastırı oluşturan yapılar bu kilisenin çevresinde yer almıştır. Kilise kapalı Yunan haçı ile bazilika planının birleştirilmesi ile meydana gelmiş kendine özgü bir yapıdır. Oldukça düzgün, kaliteli kesme taşlarla yapılan kilisenin üst örtüsü kırma çatılıdır. Kilisenin içerisindeki kabartmalarda arslan, boğa, kartal, grifon gibi figürlere geniş ölçüde yer verilmiştir. Ayrıca iç mekanın duvarları ve özellikle apsid İncil’den alınma sahneleri içeren ve Hz.İsa ile Meryem’i tasvir eden fresklerle bezenmiştir. Kilisenin apsid bölümünün üzeri kule şeklinde yükselmiştir. Ayrıca girişin yanında kesme taştan üç kat halinde çan kulesi bulunmaktadır. Kulenin üst noktası yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış, üzeri kubbeli bir köşk şeklindedir. Kilisenin içerisine uzun kenarların ortasındaki yuvarlak kemerli bir kapıdan girilmektedir. Öşvank Kilisesi (Uzundere) Erzurum Uzundere ilçesi, Çamlıyamaç Köyü’nde bulunan Öşvank Kilisesi üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre; Bagratlı Hanedanlığı zamanında III.Adenese tarafından 961 yılında yapımına başlanmış, Magistras Bagrat tarafından 966 yılında da tamamlanmıştır. Kilisenin mimarı Öşklü Grigor Usta’dır. Hristiyan Gürcülerince önemli olan ve her yıl yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği bu kilise ile ilgili olarak halk arasında, “İşhanın nakışı, Vank'ın bakışı, Haho'nun oturağı” sözü yaygın bir deyiş haline gelmiştir. Öşvank Kilisesi iki renkli taş bezemeleri ve kabartma figürleri ile ünlüdür. Haç planlı olan bu kilisenin dıştan transetli olmasına karşılık içeride apsidlerin oluşturduğu üç dilimli bir bölüm ve onun devamı olan uzun bir kol kilisenin planını tamamlamaktadır. Haç planlı kilisenin kısa ucunda apsidi ile iki yandaki neflerden oluşmaktadır. Bu bölümleri dört büyük konsol ve sütunlar taşımaktadır. Sütunların kaideleri bitkisel, arabesk ve çam kozağı motifleri ile bezenmiştir. Kilisenin üstü payeler üzerine oturan merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe kasnağında on iki pencere bulunmaktadır. Apsidin karşı duvarında ortada bir büyük, yanlarda da birer küçük kemerli pencere bulunmaktadır. Pencerelerin dış yüzleri kabartma silmelerle sınırlanmıştır. Sivri kemerli ve ince uzun olan bu pencereler Gotik üslubu yansıtmaktadır. Bu pencerelerin iç yüzlerinde Azizlerin renkli freskleri bulunmakta olup, bunlar günümüze çok harap durumda gelebilmiştir. Apsidin üstü yıkılmış olan kilisenin ön cephesindeki portaldeki ilave bölüme ait sütunlardan birisi günümüze gelememiş ve onun yerine bir ağaç kütüğü konulmuştur. Ayrıca yapı içerisinde duvarların ve kemerlerin bazı taşları yerinden sökülmüştür. Bu arada içerideki figürlerden bazıları yurtdışına kaçırılmak üzere yerlerinden sökülmüş, ancak söken kişiler yakalanmıştır. Günümüzde haç planının uzun kolunun üstü bütünüyle açıktır. Haçın uzun kollarının yüzlerinde düzgün kesme taşlardan örülmüş yuvarlak kemerli nişler bulunmaktadır. Bunların üzerindeki ikinci katta da yine yuvarlak kemerli birer pencere açılmıştır. Kilisenin müştemilatından hamam, yatakhane, vaftizhane, rahip evleri ve mutfak gibi bölümler bugün harap durumdadır. Kilisenin üst örtüsü XI.yüzyılın başlarında Bizanslılar döneminde onarılmıştır. Vank Kilisesi (Olur): Vank kelimesi "kilise" anlamına gelmektedir. Bu gün bir kilisesi ve harabelerin bulunduğu bölge böyle bir yerleşim yeri, Olur'un 25 km kuzey batısında Ulahur Boğazı - Vank deresi ve Perisor Dağlarının alçalarak Vank tepesi ili birleşim yerinde kurulmuştur. Köye 12 km yakınındaki “Çataksu” köyünden gidilmektedir. Üç yandan kayalıklarla çevrili kalenin şekli araziye uydurulmuş üçgen biçimindedir. Kale içinde meydanda sarnıçlar, ambarlar yer almaktadır. Ayrıca kale yakınlarında Rum - Pontus devleti zamanında onarımlar geçirmiş birde kilise bulunmaktadır. İki katlı olarak inşa edilmiş kilisenin birinci katında Hıristiyanlığın çevrede yayılışı sırasında sert kalkerlerden yapılmış yüz kişilik bir salon bulunmaktadır. Salon, kayanın oyulması ile elde edilmiştir. İçerisine de 4 sütun yerleştirilerek tavana destek verilmiştir. Sonraki tarihlerde de ( V - VI yüzyıllar ) bu kaya oyma kilisenin üzerine kesme taştan ve kireçli harçtan bazilikan tipte ikinci kat inşa edilmiştir. Bazilikanın ortası kubbelidir. Sonraları çeşitli onarımlar geçiren yapıda üzerleri çeşitli bitki motifleriyle dekore edilmiş sütun, kapı ve pencere süsleri, kilisenin sanat değerini artırmaktadır. Ayrıca Hıristiyanlıkla ilgili çeşitli fresko resimler de iç duvarlarda yer almaktadır. Kilisenin çevresinde Hıristiyanlıkla ilgili çeşitli yapılarla burası bir manastır halini almıştır. Aburnas Kilisesi: Tortum'un Şenyurt Bucağına bağlı Aburnas “Selli / Suyatağı” köyünde yer alır. Büyük ölçüde yıkılmış durumdaki kilisenin üç nefli baziliken bir düzenlemeye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Aliçeyrek Köyü Kaya Kilisesi: Erzurum - Ağrı karayolunun 96.km.sinde, Aliçeyrek Köyünde yer alan eserin tarihi Urartu dönemine kadar inmektedir. Burasının Hıristiyanlık döneminde kaya kilise haline dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Bağbaşı (Bağlarbaşı - Haho) Kilisesi: Tortuma bağlı Bağbaşı köyünde yer alır. Bizans egemenliği sırasında yaptırılmış olan bir büyük kilise ile bugün ortadan kalkmış fakat izleri belli olan küçük şapellerden oluşan manastırın XI. yüzyılda Bagratlılardan Davit tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Kilise kubbeli bazilika tertibinde, Yunan haçı planında inşa edilmiştir. Kilise zengin fresk ve tas üzerine figürlü süslemelere yer vermiştir. Bana Kilisesi: Oltu ilçesine bağlı, Eski adı Pernek olan “İri ağaç” köyünde bulunmaktadır. Genelde 10.yy. yapıldığı tahmin edilen kilise tetrakochas planlı olup kesme tas ile inşa edilmiştir. Demirciler Kilisesi: Erzurum şehir merkezinde, Demirciler Çarşısı olarak tanınan mahallede yer alır. Mimari özelliklerine göre 16. - 17. yy. kaldığı sanılan kilise üç nefli bazilika bir plana sahiptir. Kesme tas ve moloz tas malzeme ile inşa edilen kilisede fresklere yer verilmiştir. Günümüzde mescit olarak kullanılmaktadır. Gez Köyü Kilisesi: Erzurum'un merkez köylerinden Gez köyü’nde yer alır. Ermeniler tarafından yapılmıştır. Kesin tarihi bilinmeyen eser mimari özelliklerine göre 17. yy'a tarihlendirilebilir. Dikdörtgen planlı bir yapıda, siyah taşlarla, 6x15x8 metre ebatlarında inşaa edilmiştir. Yapının sağında 3, solunda3, önünde 2 adet pencere bulunmaktadır. Kilisenin tek kapısı olup günümüzde kapısı sökülmüş beyaz kesme taşlarla kapatılmış, kapatılan kapının yanında daha küçük bir kapı açılmıştır. Kilisenin tavanında herhangi simge ve resim bulunmamaktadır. Yapının içerisinde fresk süslemelere yer verilmiştir. İç kısımda tavanı tutan 4 adet sutun bulunmaktadır. Kilise, günümüze kadar bir defa tadilat görmüştür. Şuan harabe vaziyettedir. (1) Gölbaşı (Ösk) Kilisesi: Tortuma bağlı Ösk köyünde yer alır. Planı bakımından Bağbaşı Kilisesine benzeyen Ösk Kilisesi Bizans egemenliği sırasında Bagratlılardan Davit tarafından 10. yüzyılda 961 yılında yaptırılmıştır. Ortada dört sütunun desteklediği kubbeli bazilika tertibinde olan kilise Yunan haçı planındadır. Gülveren Köyü Kaya Kilisesi: Aşkale'ye bağlı Koşapınar Köyü ile Gülveren Köyü arasında yer alır. Üslup bakımından 5.- 6. yy. özellikleri taşımaktadır. Bölgede sık rastlanan tipte kayaya oyulan kilise oldukça küçüktür. Hınıs Kilisesi: Hınıs ilçesinde, Kilise Deresi adli mevkide yer alır. Plan düzeni ve duvar tekniği bakımından 11–12. yy.da inşa edildiği düşünülebilir. Haç planlı olarak yapıldığı bilinen kilise bugün tamamen yıkılmıştır. Hins Kilisesi: Pasinler'e bağlı, eski adi Hins olan “Kurban çayırı” köyünde yer alır. Han planlı kilise kesme tas ile inşa edilmiş olup 11. - 12.yy. Da yapıldığı sanılmaktadır. Kale Kilisesi: İspir ilçe merkezinde kalede yer alır.1223 – 25 yıllarında yapıldığı sanılan kilise Yunan haçı planlı olarak düzenlenmiştir. Büyük kısmi yıkık haldedir. Kamhis Kilisesi: Şenkaya'nın Kömürlü bucağına bağlı eski adi Kamhis olan “Yanık kaval” köyünde bulunmaktadır. Harabe haldeki kilisenin 10.yy.dan Kaldığı anlaşılmaktadır. Merkezi planlı kilise kesme tas ile inşa edilmiştir. Kevank Kilisesi: Pasinler'e bağlı Kevank “Taş kaynak” köyünde yer alan kilise 11. - 12. yy'a tarihlenebilir. Haç planlı kilise kesme tastan inşa edilmiş olup büyük ölçüde tahrip olmuştur. Kisha Kapu Kilisesi: Tortum'un Şenyurt bucağına bağlı “Dere kapı” (Kisha Kapi) köyünde yer alır. 15 yy. dan kalma olduğu sanılan kilise tek nefli basit bir mimariye sahiptir. Meksor Kilisesi: Tortum'un Şenyurt Bucağına bağlı “Meksor” (Cihanlı) Köyünde yer alan kilisenin 15 yy. dan kalma olduğu tahmin edilmektedir. Tek nefli olarak düzenlenen kilise kısmen yıkık olup kesme tastan inşa edilmiştir. Oğlan Kalesi Kilisesi: Oltu'nun Kuzey - doğusunda Oltu, Olur yolunun 25.km.'sinde, Oğlan kalesi üzerinde yer alır. Plan özelliği ve duvar tekniği bakımından 15.yy.'dan önce yapıldığı sanılan kilise tek neflidir. Oldukça sade bir yapıdır. Pancirot Kilisesi: Şenkaya'nın Kömürlü bucağına bağlı eski adi Pancurot olan “İnce çay” köyünde yer alır. Günümüzde tamamen yıkılan kilisenin tek nefli olduğu anlaşılmaktadır. Penek Kilisesi: Şenkaya ya bağlı Penek köyünün batısında yer alır. Ne zaman ve kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Pernak Kilisesi: Oltu'nun 28 km. Kuzey - doğusunda eski adi Pernak olan “İri oğlu” köyünde yer alır. Büyük ölçüde yıkık durumda bulunan kilise tek nefli basit bir mimariye sahiptir. Rus Kilisesi: Oltu ilçesi merkezinde yer alan eser kitabesine göre 1877 – 78 Osmanlı - Rus savaşında, Rusların Oltu'yu işgal ettiği dönemlerde yaptırılmıştır. Kilise haç planlıdır. Tortum kale Kilisesi: Tortum'a bağlı Tortum kale Köyü'nde yer alan kilise kale surlarına bitişik inşa edilmiştir.15.yy sonrasına tarihlenebilecek kilise tek nefli basit bir mimariye sahiptir.
  4. _asi_

    Erzurum Halk Oyunları (Bar )

    ERZURUM BARLARI Erzurum halk oyunlarına "bar" adı verilir. "Bar" kelimesi "birliktelik", "topluluk" , "el ele tutuşmak", "bağlamak" ve "beraberce oynamak" gibi anlamlar taşımaktadır. Bar, çok eski ve köklü bir geçmişe dayanmaktadır. Barın oluşumunda; iklimin, coğrafyanın ve tarihi olayların etkisi olmakla birlikte antropologlara göre bar, Türklerin Asya'dan getirdikleri milli oyunlardan biridir. Erzurum, halk oyunları açısından oldukça zengin bir bölgedir. Bu zenginlik günümüzde de bütün güzellikleriyle ve orijinalline uygun olarak yaşatılmaktadır. Erzurum Halk oyunları ve türküleri derneği halk oyunları ekiplerinin gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında düzenlenen yarışmalarda onur verici başarıları vardır. Erzurum barları kadın ve erkek barları olmak üzere iki bölüm halinde oynanır. Oltu ilçesinden Oltu köyünde yalnız erkeklerce Bar tutulur ve davul zurnayla oynanır. Aynı köyde Şeyh Şamil oyunu da vardır. Davul zurna veya mey eşliğiyle yürütülür, tek erkek oyunudur. BAR TERİMLERİ Bar oyunu: eğlenmeyi temel amaç edinen oyunlara denir. Kolluk: dizilişe göre, barbaşının hemen solunda olan oyuncuya denir. Koltukaltı: koltuk Pöççük: bar dizisinin en sonundaki oyuncuya verilen ad Daldaş: Dadaş Kelleler: koltukaltı ile kolluk altı arasında kalan oyuncuların tümüne denir. Sıra oyuncular: kelleler Sekme: bar oyununun çabuk ve çevik hareketlerle oynanan bölümü Yelleme: iki kısımlı barlarda ikinci kısma verilen ad. sekme ile ağırlama arasında oynanır Ağırlama: barın ilk bölümü,ağır,yavaş,ve titizce oynanan bölümü Bar sırası: barların birbiri peşi sıra oynanması gerektiğinde izlenecek geleneksel yol Bar havası: bar oyunlarının ezgi ve müziğini anlatan bir deyimdir Bar tutmak: bar topluluğunu para karşılığı kiralamaktır Bar tutuşmak: bar oynayacak oyuncuların ortaya çıkmaları Bar çeken: barbaşı Bar Çeşitleri : A- Erkek Barları: Baş Bar, İkinci Bar (1.aşırma), Sekme, İkinci Aşırma, Nari, Dello, Koçeri, Temirağa, Tamzara, Tavuk Bari, Felek, Çingeneler, Uzun Dere, Daldalar, Yayvan, Hançer Bari, B-Kadın Barları: Kavak, Çiftbeyaz Güvercin, Çember, Döne, Nari, Çarşıda Üzüm Kara, Sallama, Mendilimde kişmiş ile Badem Var, Tortumun Eymeleri, Aşşahtan Gelirem, Köylü Kızı, Delikız ERKEK KIYAFETLERİ Cistik: bar oynarken ayağa giyilen ayakkabıdır. Derisinin çok yumuşak olması en büyük özelliğidir.bu özelliğe istinaden ayak figürleri daha kolay gerçekleştirilir.yaşlılar tarafından giyilene markop, gençlerin giydiğine yemeni denir. Zığva: Uçkurlu, beli bol lacivert kumaştan yapılan arkası torba şeklinde pileli giysidir.Bunun üzerine siyah ipek kaytansüs olarak işlenir.Zığvanın bol olmasını sağlayan pile sayısının 32 olmasına özen gösterilir. Yelek: lacivert kumaştan yapılmıştır. İki tarafa kapanabilen kaytanlı ilikleri vardır, kenarları ve cep ağızları kaytanla işlenmiştir. Gömlek: gömlekler beyaz olup dik yakalıdır. Düğmeleri beyaz veya siyah olabilir.uzun olan kol ağızlarında 4-5 düğme bulunur. Kazeki: uzun kollu kısa bir cekettir.kolları geniş kol etrafları siyah kaytanla,ön tarafı ve cep ağızları motifli kaytanla süslüdür. Kuşak: eskiden Acem,Trablus, veya Tosya şalı diye adlandırılanrenkli iplerle örülmüş-dokunmuş,bar oynayanın belini sıcak tuttuğu gibi aynı zamanda cep vazifesi gören kumaştır. Gümüş köstek: gümüşten yapılmış,yelek üzerine asılan daha önceleri saat taşımada kullanılan ince zincirden aksesuardır. Bazubent: ekseriyatla boncukla örülür.gümüş olanlarıda vardır. Kola takılan içerisine karınca duası, ayet-ül-kürsiduaları komulur. Mendil: Erzurum barlarında mendil kullanmak bir maharet işidir.mendil her barın ritmine ve psikolojisine göre kullanılır. KADIN KIYAFETLERİ Bindallı: kadife üzerine simle Türk motifleri işlenmiş giysidir.göğüs ve boyun kısımları dantelle süslenebilir. aynı danteller kol ağzınada eklenir.kol,beden ve bel kısmı vücuda oturur, tek kısmı ise rahat hareket maksadıyla geniş yapılır. Leçek(yazma): başa örtülen,pullarla ve boncuklarla oyalanarak süslenen pamuktan yapılmış başörtüsüdür. bu isim halen kullanılmaktadır. Gümüş kemer: bar oynayan Erzurumlu kadının belinde bulunur.muhtelif parçalar halkalarla birbirine tutturularak kemer oluşturulur.İşlemelidir.kaşı daha süslüdür.bazılarında sedef kakmalar bulunur.şimdi kakmalı kemerler yapılmadığından antika değeri taşımaktadırlar. Papuç: papuçlar siyah ve önden bağlıdır.yumuşak deriden yapılmış olup hafiftir.kolay hareket olanağı sağlar. Dizleme: beyaz yünden örülmüş,diz kapaklarına kadar uzanan çoraplardır. Mendil ve diğer aksesuarlar: erkek barlarında olduğu gibi,kadın barlarında da barbaşı ve pöççükte mendil bulunur.ayrıca boyuna beşi birlik, oltu taşı kolyeler,kollara burma bilezik parmaklara da yüzük takılır.
  5. _asi_

    Erzurum (Dadaş)

    DADAŞ KELİMESİNİN ANLAMI ... Dadaş kelimesi değişik anlam ve şekillerde yorumlanmıştır. Kimine göre; mert, cesur, özü sözü doğru zalimin karşısında, mazlumun yanında olan merhametli, yiğit biridir. Kimilerine göre; erkek kardeş, ağabeyi, cesur, yiğit, tüm erdemleri kendisinde toplamış mükemmel bir insandır. "Aynı zamanda 'numune-yi misal' bir Erzurumludur. Bazılarına göre de. bar tutan, at binen, cirit atan. kabadayı, tığ gibi bir delikanlıdır." Erzurum, dadaş ve bar bir biriyle yoğrulmuş tek sözcük gibidir. Bu sözcüklerden biri kullanıldığında hemen diğerleri hatıra gelir. Erzurumlu, sert granite dantel dantel, duygu duygu incelik veren zevk, heyecan, inanç ve benzeri faktörlerin tezgâhında biçimlenerek farkında olmadan 'dadaş' olmuştur. Dadaşlık, öyle rastgele kazanılmış bir sanat veya meslek değil, bazı müstesna şahsiyetlerde görülen; "efendilik" gibi fıtrî (doğmatik) bir ruh asaletidir. Bu düşünceden baktığımızda tarihî bir misyona sahip olan dadaş, "Zaman zaman serhat boylarının bekçisi, âcizin. yoksulun, kimsesizin hamisi, eli ve sofrası açık mert bir köylü, bir esnaf, camilerimizin imanlı, toksözlü. nur yüzlü vaizi, siyasî hayatın medeni cesaretini nefsinde toplamış cesur bir hatip, yiğit bir kumandan, vazifesini namus bilen bir memur, bir öğretmen kendisini ailesine ve çocuklarına vakvetmiş Erzurumlu bir ana veya babadır." Dadaş, aile içinde ve dışında herkesin saygınlığını kazanmış, her konuda kendine güven duyulan, sofrası eşe - dosta yoksula düşküne açık, İyi bir aile reisidir. DADAŞLIK Kuzey ve güney Azerbaycan, Horasan ve Türkmenistan’la yeniden tesis edilen kültürel iletişim kanalları “DADAŞ” kavramının bu coğrafyalar içinde geçerli olduğunu, dadaşlığın Dadaşlık Hinterlandının sadece batıdaki sınırı teşkil etmektedir. Bu kültürün tarihi macerası İran, Irak ve Horasan odağını işaret ediyor. Anadolu coğrafyasında Erzurum’dan başka Dadaş belgesi bulunmazken, Erzurum’un doğusundan başlayıp Horasan’a kadar uzanan geniş coğrafyada Erzurum’daki Dadaş kavramı ile aynı anlamda ve de aynı kelime ile ifade olunmak suretiyle bir yiğitlik kültürünün bulunması kendinden menkul bilgilerle coşturulmuş inkılapçı öğretmen mentalitesinin (zihninin) açıklayacağı bir şey değildir. Sözünü ettiğimiz coğrafya Büyük Selçuklu Devleti’nin oturduğu Anadolu öncesi yurt zeminini teşkil eder Türkmen’in İslamlaşmak macerasında Tuğrul ve Çağrı beylerin Alpaslan’la taçlanacak “ Siyasi Birlik Hülyası “ işte bu toprakta mayalanacaktır Dadaşlığın da mayası muhtemelen aynı süreçte çalındı. Ve bugün de Türk Erzurum’un ikinci kurucusu Kanuni Sultan Süleyman Safevi fetretinde ahalisini tümden kaybetmiş bu şehri, Tebriz’den getirdiği Akkoyunlu sünni Türkmenlerle yenilemişti. Evliya Çelebi bu gerçeği seyahatnamesinin “şehirde konuşulan dil “ konusunu işlediği bölümde teyid eder.” Hardan gelirsen, hara gidirsen?” türü verdiği zannedildiği gibi Erzurum’a mahsus bir kültürel değer olmadığını ortaya koydu. Erzurum örnekle 17.asırda Erzurum ağzının Azeri karakterini tescil eder. Bu karakter fetret öncesi Erzurum’unda da aynen vardı. Çünkü bir bölge karakteriydi. Türkler İslam’ı , Fars kültürü kanalından iktibas ettiler. Biz kutsal kitabımızdaki bir çok kavramın farsçasını kullanır, mesela “resul” yerine, peygamber, “salat” yerine namaz, “savm” yerine, rüze’den bozma oruç, teharet almayı ise abdest deriz. Dadaş kelimesinin etimolojisini yaparken Türkmen’in geçmiş olduğu bu kültürel süreci nasıl ihmal edebiliriz? Kaldı ki, Dadaş kelimesinin tarihen nasıl iştikak ettiğini sırf lenguistik disiplinleri esas alarak açıklasak dahi bu yeterli olmayacaktır. Zira “mana” nın, onun döküldüğü kelimeden çok önce doğduğu lisanın bilinen hakikatidir... Demek oluyor ki dadaş kelimesinden önce dadaş kavramının çözümlenmesi gerekecektir. Bu kavram hangi tarih kesitinde hangi sosyal ve kültürel şartlarla doğdu? Bu meyanda dadaşlığın ve ona rengini veren, İslam delikanlılık terbiyesinin doruk müessesi olan futuvvet ve ahiliğin, dadaşlıkla olan ilgisini bilmemiz gerekir DADAŞLIĞIN TARİHÇESİ Dadaş kavramının izini geçtiğimiz iki asra kadar iyi kötü sürüyoruz.”18. asırdan geriye doğru kümelenen yüzyıllardaki dadaşlığın mahiyeti hakkındaki bilgileri” nasıl edineceğiz? Burada yol çatallaşır. Dadaşlık yalnız Osmanlı Kültür sahasının damgasını taşımadığına göre, doğru adresi arama işi ister istemez kardeş coğrafyalara kayar. Dadaşlık izleri nerede aranırsa aransın, cevabı bulunması gereken en hayati soru Dadaşlık kavramının, hangi tarih sürecinde ve hangi sosyal şartlarda teşekkül ettiğidir. Dadaş kavramının teşekkül ettiği tarih sürecinin hangi asra tekabül ettiğini tesbite kalkışmak ise problemin ikinci çatalını teşkil eder. Bu konuda imdadımıza ilk olarak “mukayeseli kültür analizleri, yani sosyal antropoloji etütleri “ yetişecektir. Gençlik, yiğitlik, cömertlik olgusu, insanoğlunun tarih sahnesinde görülmesiyle birlikte başlamış, kültürel dönemlere göre medeni, ırkı, dini, teknolojik, ideolojik şekiller aldığını almıştır. Demek oluyor ki, dadaşlık olgusunu bizatihi izleyecek verilerimiz olmasa dahi dadaşlık hinterlandındaki “gençlik, yiğitlik, cömertlik serüvenlerini “ çözümleyerek bazı metodik çıkarımlara ulaşabiliriz. 13. Yüzyılda Anadolu’yu gezerken Erzurum’a uğrayan İbni Batuta 130 yaşındaki Erzurumlu Ahi Toman’ın misafiri olur. O dönemin Anadolu’su ve dolayısıyla Erzurum’u Ahilikle haşır neşirdir. Ahilik toplum dokusunun baş belirleyicilerinden biridir. Erzurum’un ahi yadigarlarını taşıyan tarihi mezarlıkları yakın zamana kadar gelmişti. Biz çocuklar Ahlat mezar taşlarını andıran kapı gibi mezar taşlarının dünyasında oyunlar oynardık. Bir Ahi şehri olan Erzurum’da esnafın bu şekilde örgütlendiğini Ahi hayatından günümüze kalan hatıralardan öğreniyoruz. Dadaşlık bu hatıraların neresindedir? Tasavvuf tarihçisi Süleyman Uludağ ve Ortaçağ Anadolu Tarih etütleri ile ünlü Ahmet Yaşar Ocak, hem İslam’ın hem de Türklüğün Fütüvvet prensipleri ile gençliği yiğitliği nasıl kanatlandırıldığını müteaddit neşriyatlarında anlatırlar. Cahiliye devri Araplığının şecaat, iffet, cömertlik, diğerkamlık örneği olan Feta (delikanlı genç adam) tipinden, İslamiyet’te kurumlaşan fütüvvet teşkilatına sonra bu teşkilatın sufilikle birleşip “insan-ı kamil” hedefine yönelmesine nihayet “kemalin derecesi, Haktan gayrısına muhtaç olmadan yaşamaktır” prensibinden hareketle hirfetlere yani hüner sahibi esnaflığa varılması, sözünü ettiğimiz araştırmaların ana eksenini teşkil eder. İslamın yiğidine ait şablon işte bu tasavvufi şablondur. “Feta” nefsin arzularına karşı çıkan yiğittir. Madde savaşçılarından geçiş, kabile yiğitlerinde olgun insana yolculuk bir başka değişle ileride Dadaş olar akta özel kalıplara dökülecek bir prototip kişilik söz konusudur. Söz konusu olan Bu prototiple nefis putunu kıran kişi heykeli ile Rabbi için nefsinin hasmı olan “ imanlı bir delikanlı ruhu” barınır. Tarihçi Josen Von Hammer’in bu delikanlı ruhu “ İslam Şövalyesi “ diye isimlendirmesi sürecin ne kadar evrensel bir muhtevada olduğuna delildir. Bu evrenselliğin bize öğrettiği gerçek ise şudurelikanlılık temel cevherde birdir: onu farklılaştıran muameleye girdiği kültürlerdir. Bu paradigmalardan hareketle hüküm verilebilir. Dadaşlığın İslam’i bir format olarak ortaya çıktığını kimse iddia edemez. Zira onun bu güne kadar soluklandığı kültür coğrafyası böyle bir iddiaya izin vermez. “DADAŞ” SÖZÜ NEREDEN GELMİŞ OLABİLİR? Azeri Türkçesi Dil Kılavuzunda Dadaş kelimesi karşısında üç anlamın sıralandığını görüyoruz. 1.Ağabeyi Erkek kardeş 2.Delikanlı Yiğit kimse 3. Seslenme sözü, ilk iki anlama aşinayız. Dadaş’ın bir “seslenme sözü” olması yani Akıllı!” Uşaklar! Yarenleri”Hey!” üslubu ile bir nevi parola şeklinde kullanılması onun örgüt karekterli bir süreçten geldiğini gösterir. Bu nasıl bir örgüttür. Azerice üzerindeki farisi tesirleri hatırlayıp ve “Dad” kelimesinin Azeri Türkçesi’nde yaygın bir kullanım olanı bulduğu gerçeğinden hareket ederek Dadaş sözünün ilk hecesine ait bazı analizler yapabiliriz. Dad, adalet,doğruluk,atıfet,ihsan demektir. Bu kelimenin yaygın anlamlarından ikincisi sızlanma , feryat, figandır. Farsça’da Dadaş kelimesinin hem fonetik hem de anlam olarak okşayan Dâd-bahş (hakkı yerine getiren) dâdres (yardıma yetişen) kelimeleri acaba üzerinde olduğumuz iz için bir anlam ifade eder mi? Dadaş sözü Farisinden bozma bir Türk sözü olabilir mi? Başka ihtimallerde var. Bu sözün Farsça Türkçe karışımı bir kelime olması mümkün değil midir? “Daş” ekini Dağ ’la birleştirip hiçbir kültürel arka plan olmaksızın “Dadaş” elde edenler bu sefer Türkçe Daş’la ekini Farsça Dad arkasına koyup hem fonetik hem de etimolojik mantığı olan bir çözümleme yapabilirleradaş. Mana maküldür. Dadaş kelimesi de Adelette,yardımda, ihsanda, doğrulukta, fıtratta, feryatta eş olan manasına gelmez mi? ALINTI...
  6. _asi_

    Erzurum Yöresel Sözcükler

    ERZURUM SÖZLÜĞÜ aba : abla abacı : terzi ağa : ağabeyi, gada ağıl : yazın hayvanların koyulduğu yer ahan : işte şu ahbun : hayvan gübresi ander : münasebetsiz aşgar : kir aşma : kaysı kurusu avlu : evin giriş salonu ayvan : boş oda baca : dam baci : bacı bardan : büyük çuval bedimli : meteliksiz bedire : kova beg : bey, beyim berf : kar bıldır : geçen yıl bibi : hala bişi : yağda kızartılmış hamur, pişi boğızli : obur cağ : şiş cakkıl : zincirli iki ucuna kova takılan uzun çubuk camış : erkek manda ceferlik : odunluk celep : besi hayvanlarının sürüsü cığız : mızıkçı cığızlamak : mızıkcılık etmek hakkına razı olmamak cılfa : pulluk cırbağa : cılız,çelimsiz cıstik : erkek ayakkabısı cingen : çingene culuh : hindi cücük : civciv çakçavi : damların üzerine yapılan çerçeveli camekan çangıl : zil çarşut : casus çenebit : camdan ekmek kabı çerçi : gezgin satıcı çermik : kaplıca çiğirt : çekirdek damçi : damla dastar : hamurun üstüne örtülen örtü densiz : uygunsuz devamsız : işe yaramaz dığa : hakararet olarak çocuk dıldılık : ince elbise dıreş : uzun boylu dızınan : iri kıyım,iri yapılı dibek : öğütme aracı dizlik : külot duz : tuz düllük : çocuk düdüğü dürüm : açık ekmekle yapılan sandöviç eğiş : tandırdan eşya veya ekmek çıkarmak için kullanılan çengelli araç emi : amca enek : sapanın toprağı yaran kısmı enik : köpek yavrusu er : erkek, koca ergişi : erkek kişi esgetek : kadın eze : teyze fenikmek : telaşlanmak acele etmek fırfırik : topaç gada : ağabeyi, ağa gah : elma kurusu galah : tezek yığını galo : hayvanları ahıra bağlayan eğik ağaç gandırıg : çifti boyunduruğa bağlayan ağaç gavat : değersiz adam, pezevenk gelberi : tandırdan külü çeken uzun saplı faraş geven : deve dikeni gındıllik: çember, tekerlek gobçe : düğme gollik : kısa boylu, boyu kısa olan gottoz : dik kafalı görüm : görümce, kocanın kız kardeşi gucur : kısa boylu gudik : köpek yavrusu gullep : kapı demiri guma : ikinci eş gurna : kurna guzzik : kambur güleş : güler yüzlü hagos : tarla sulama arkı halhal : bilezik hamayıl : boyuna asılan muskalı gümüş kap haşıl : ana maddesi öğütülmüş buğday, yağ ve süt olan özel yemek hedik : haşlanmış buğday hemecik : bebek oyuncağı hepenk : kepenk hesir : otlardan yapılmış sergi hetircek : tandırın üzerine konan demir hıbar : duvar dizmede büyük taşlar arasıra konan küçük taş hıngel : haşlanmış yufka ile yapılan hamur işi yemek, mantı hınısi : toprak yayık hırhız : hırsız hış : köpeklerin boynuna takılan demir hızan : fakir, görgüsüz hızmeker : erkek hizmetçi him : temel hodah : hayvanlara bakan çocuk hollaçelik : çelik çomak oyunu horum : elle yapılmış ot ambalajı hoyrat : sevimsiz kötü hozan : sürülmemiş nadasa bırakılmış tarla höllük : bebeğin altına konan killi toprak hudik : Tedirgin, tereddütlü igit : yiğit istikan : bardak işlik : gömlek, köynek kafter : sevimsiz ihtiyar kaloş : mes üzerine giyilen yarım ayakkabı kanayaklı : kadın,yavaş karakura : kabus kartol : patates kavurga : kavrulmuş buğday kavut : kavrulmuş buğday unu kazıl : yünden yapılmış kalın iplik kelep : kolye, inci keltoş : kel keyvani : ev hanımı kırbaç : hayvanları sürmeye yarayan sopa kiral : kiler kivra : kirve kizir : köy adını ağız yapabilen kişi kollaç : kadın ayakkabısı kor : bakıpta görmeyen, kör korzevel : kara sapanın ucuna takılan sopa kotan : tarla sürme aleti köynek : gömlek, işlik kurik : yeni doğmuş tay kurun : hayvanların su içtiği uzun kap külek : kova, su kabı külfet : ev halkı külve : tandırın hava deliği kürsü : tandırın üzerine konan masa leçek : tülbent, başörtüsü leğen : yıkanmaya yarayan kab leppik : taş oynunda kullanılan yassı taş lobiya : yeşil fazülye loğ : toprak damları düzeltmeye yarayan yuvarlak taş mablağ : çay kaşığı mahat : sedir, kanepe mahrama : mendil malıh : kağnı kayışının ucuna takılan odun parçası maraba : tarım işcisi matıf : suratsız adam mazanni : kötü huylu, şüpheli adam mazi : kağnının tekerlerini birbirine bağlayan odun medek : dişi manda merek : ot ve saman konulan depo mılıhci : yüze gülen karıştırıcı mırıh : yarık dudak mısmar : iri çivi mozik : buzağının büyüğü, bir yaşında buzağı müsürlük : ahırda hayvanların yem yediği tahta oluk nahır : sığır sürüsü oklavı : hamur açmaya yarayan ağaç cubuk omo : dalkavuk ortahçi : hayvan ve aleti olan tarım işcisi pantol : pantolon part : ot yığını, otuz bağlık araba paşa : bayan, hanımefendi paşvani : bekçi peg : sadece duvarları olan yıkık bina peke : ahırdaki oturma yeri, seki peşkir : havlu peşkun : yer sofrası pıngel : yumurtalık, tavuğun yumurtladığı yer pin : kümes pohcah : ahırda hayvan dışkısının biriktiği yer poşa : çingene kadın puşe : peçe rapata : hamuru tandıra yapıştırmaya yarayan araç sagıldah : koyunların kuyruğu altında birikmiş dışkı sakkavel : ahır süpürgesi sako : erkek pardesüsü salahana : başıboş sambağı : boyunduruk sopasını öküzün boynuna bağlayan yünden yapılmış iplik samı : boyunduruk sopası seki : mutfak ve ahırda merdivenle çıkılan bölüm sele : sepet serpuş : tencere veya sahan kapağı sılıh : ıslık, düdük sınıhçi : kırıkçı sikke : atları çayıra çakıldığında zincir veya ayak bağı sini : büyük bakır tepsi sitil : küçük barkaç sogumsuz : sabırsız şağıldahli : pis adam şergada : akla gelmeyen işler yapan şoş : Şose, stabilize veya asfalt yol şurt : tandır kenarı tağar : içine ateş konularak kürsü altına konan toprak kap takatuka : kesme şekeri kırmak için kullanılan kütüklü kutu tandır : toprağa gömülen ve içinde ekmek pişirilen fırın tandırbaşı : tandırın çevresi tanko : sosyetik tapan : tarlayı sürdükten sonra düzeltmek için kullanılan çalıdan yapılmış alet tar : tavukların üzerinde durduğu araç teheze : arızalı, tehlikeli tejgere : hayvanların dışkısını taşımaya yarayan alet tekir : tekerlek tekne : içerisinde hamur yoğrulan ağaç kap telis : ketenden örülmüş tahıl yaramaya yarayan torba terek : raf, mutfak rafı termaş : şanslı teşi : yünden iplik yapmaya yarayan alet teşt : leğen, yıkanma kabı tokaç : çamaşır yıkamada kullanılan ağaç tokmak tuhs : kuluçka dönemini yaşayan tavuk tuluh : tulum urup : tahıl ölçme birimi uşah : çocuk vola : ulan, lan yerine geçer yalak : hayvanların yiyecek yediği içi oyulmuş kap yavşan : seyrek biten ot yazma : kadın baş örtüsü yegin : aceleci yelloz : müflis zam : hayvanların ahıra bağlandığı eğik ağaç zanka : atla çekilen kızak zenne : kadın zığva : dadaş şalvarı zırza : kapıya kilit vurmak için kullanılan demir parçası zubun : entari
  7. _asi_

    Erzurum Halk Edebiyatı

    HALK EDEBİYATI ERZURUM ATASÖZLERİ Atasözleri, bir fikri, bir öğüdü mecaz yolu ile kısa ve kesin olarak anlatan, eskiden beri söylene gelmiş veciz sözlerdir. Asıl atasözleri yanında, fıkra türünde söylenmiş olanlar da vardır. Bunlar, çok kısıtlanmış hikâye yapısındadırlar. Karşılıklı konuşmayı belirten İki simetrik yan cümleyi içine alırlar. Aşağıdaki örneklerde görüldüğü gibi genellikle geçmiş zamanla kullanılır: Erzurum ve çevresi atasözleri bakımından zengin bir potansiyele sahiptir. Yöreden derlediğimiz bazı atasözlerini veriyoruz: Aç koyarsan hırsız olur, çok söylersen yüzsüz Aç tavuk rüyasında darı görürmüş Ağacı kurt öldürür, insanı dert Ağır taşı kimse yerinden kaldıramaz Akıllı düşünene kadar deli oğlunu evermiş Akşamın hayrından sabahın şerri iyidir Alışmış kudurmuştan beterdir Allah dağına bakar kar verir Allah kardeşi kardeş yaratmış, kesesini ayrı Allah'ın bildiği kuldan saklanmaz Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste Araz (Araş) akar, göz bakar Arsız neden arlanır, çulda giyse sallanır Asıl azmaz Aslını yitiren haramzadedir Aş taşınca kepçeye paha biçilmez At binenin, kılıç kuşananındır Ateşle barut bir arada bulunmaz Ateş olmayan yerde duman çıkmaz Atın ölümü arpadan olsun Ava giden avlanır Avcı avında yolcu yolunda gerek Avrat vardır arpa unundan aş yapar, avrat vardır dolu ambarı boş yapar Az tamah çok ziyan, getirir Balık baştan kokar Başa gelen çekilir Başı bezeklinin aşı tezekli olur Ben ağa sen ağa inekleri kim sağa Ben umarım bacımdan, bacım ölür acından Benim için şap da bir şekerde Besle kargayı oysun gözünü Bir eli yağda bir eli balda Bir ye bin şükret Borcun yoksa kefil ol. vaktin çoksa şahit ol Boş çuval dik durmaz Büyük lokma ye, büyük söz söyleme Bugünün işini yarına bırakma Bugünkü tavuk yarınki kazdan iyidir Buz üstüne bina yapılmaz Can boğazdan geçer Can çıkmadan huy çıkmaz Cömertsin der, maldan ederler. Yiğitsin der candan Çağrılan yere erinme, çağırmayan yere görünme Çarşıda mum yok korun (körün) talaşına (telâşına) Çıra, dibine ışık vermez Çok segirden (koşan) tez yorulur Çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin Çöreğinde çiği olan gocunur Çürük tahta mıhi (çivi] tutmaz Dağ dağ üstüne olur, ev ev üstüne olmaz Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur Dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar Davacısı kadı olanın, yardımcısı Allah olsun Davulun sesi uzaktan hoş gelir Deli dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun Delik büyük, yama küçük Deliye hergün bayram Deli kız düğün etmiş, kendi baş sedire geçmiş Demiri nem çürütür, insanı gam Deveye diken lazım boynunu uzatsın Dilin kemiği yok Dinsizin hakkından imansız gel Dünya malı dünyada kalır Dünya yansa bir horum bağ otu yanmaz Düşmez kalkmaz bir Allah'tır Ecel geldi cihana, bas ağrısı mahane Eceli gelen keçi çobanın değneğine sıçrar Ekmeği ekmekçiye ver, bir ekmek de üste Elin ağzı torba değil ki çekip bûzesin El mi yaman, bey mi? Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz El kazanı ile aş kaynamaz El yarası onulur, dil yarası onulmaz Ergen gözüyle kız alma, gece gözüyle bez Eşek çamura batanca yol gösteren çok olur Et tırnaktan ayrılmaz Ev alma komşu al Ev danası öküz olmaz Evdeki hesap çarşıya uymaz Evli evinde, köylü, köyünde gerek Fazla mal, göz çıkarmaz Felek kimine kürk giydirir, kimine yelek Fukaranın ahı, tahttan İndirir şahı Gelen gideni aratır Gelin ata binmiş, "ya kısmet demiş '' Geven ne ki gölgesi ne ola Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur Gün doğar, âlem görür Gün doğmadan neler olur Güneş balçıkla sıvanmaz Güvenme varlığa, düşersin darlığa Güzelin basından çile eksik olmaz Güzün gelişi yazdan bellidir Hamama giden terler Harman yel ile düğün el ile olur Hazıra dağlar dayanmaz Her horoz kendi çöplüğünde öter Her kuşun eti yenmez Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır Her yiğidin gönlünde bir arslan yatar Hırsız evden olunca, öküz bacadan çıkar Hırsıza beyler borçludur İmam evinde aş ölü gözünde yaş bulunmaz İnsani arkadaşı azdırır İnsana dayanma ölür, ağaca dayanma kurur İnek öldü şab kesildi dana öldü hep kesildi İnsanın yere bakanından suyun durgun akanından kork İnsanoğlu kanatsız kuştur İsli kazanın yanında durma sana da is bulaşır İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü Kara İşten artmaz, dişten arta İyi dost kara günde belli olur İyi olacak hastanın doktor ayağına gelir Kabahat da gizli ibadet de Kabahat samur kürk olsa, kimse üzerine almaz Kabul olunmayacak duaya amin denilmez Kadı ekmeğini karınca yemez Kadı kızında bile kusur bulunur Kalp kalbe karşıdır Kalpten kalbe yol vardır Kara haber tez duyulur Kardeş kardeşi bıçaklamış, dönmüş yere kucaklamış Kârını bilmeyen kasap, elinde kalır masat Kaş İle göz, gerisi söz Kaynayan kazan kapak tutmaz Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez Kazma kuyunu, kazarlar kuyunu Kediye ciğer emanet edilmez Komşu komşuya bakar canını ateşe yakar ERZURUM BİLMECELERİ Erzurum'da bilmeceye "mesel" denir. Eskiden uzun kış gecelerinde kadınlar ve erkekler ayrı ayrı yerlerde toplanır, eğlenir, birbirlerine hikaye anlatır, mesel sorar, yüzük oyunu oynarlardı. Erkekler veya bayanlar arasında "herfene" düzenlendiği de olurdu. Herfene yapıldığı gün; her ev kendisine verilen yemeği yapar, akşam üzeri toplantı yerine gidilirdi. Yemekler yenir, çaylar-kahveler içilir, daha sonra buğdaydan yapılan kavurga gibi yiyecekler ortaya çıkartılırdı. Herfene sonunda yapılan eğlencelerden en çok ilgi çekenlerin başında yörede "mesel" denilen bilmecelerin sorulması gelirdi. Bilmece sorulmasının bir usulü vardı. Bilmeceyi soran karşısındakine "bil bakalım" dedikten sonra bir düşünme ve çözme zamanı bırakırdı. Cevap vermekte güçlük çeken, birtakım ip uçlan İster, Bunun için karşı sorular yöneltirdi. "Canlı mı, cansız mı?" "Yenilir mi, içilir mi?" gibi sorulara karşılık bilmececi "yenilir" veya "İçilir" diye açıklamalarda bulunurdu. Bu açıklamalarla çözüme gidilmezse "satın alınır mı. alınmaz mı?", "canlı mı, cansız mı?" gibi farklı sorular sorulabilirdi. Bazen de topluluk iki gruba ayrılarak karşılıklı sorular sorar, cevap beklerler. Bu durumda yenilen taraf, yenen tarafa ziyafet vermek zorunda kalırdı. Sayıları oldukça kabarık olan Erzurum bilmecelerinin bir bölümünü veriyoruz: Ak tavuk suya dalar (Pirinç) Geldi bişe konak oldu (Çadır) Ateşi yakar, pekmezi akar (Çıra) Atlayarak yürür, patlayarak ölür (Pire) Atlı kantar, et tartar (Küpe) Beti giderim o gider (Gölge) Bir küçücük mil taşı dolanır dağı taşı (Göz) Bir yerinden girilir, üç yerinden çıkılır (Gömlek) Biz biz idik, Otuziki kız idik, Ezildik, büzüldük Bir duvara dizildik (Dişlerimiz) Canlı gider, cansız kovalar (Araba) Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin iane (Nar) Çarşıdan alınmaz, mendile konulmaz, tadına doyulmaz (Uyku) Çıngıllı hamam Kurnası tamam Bir gelin aldım Babası imam (Saat) Dalda durur, elde durmaz (Kuş) Dam üstünde kalaylı tas (Ay) Derisi var, kanı yok (Körük) Elde yapılır, ette asılır (Küpe) Ey melez melez Tandır başına gelemez Gelse geri dönmez, Kayadır, taştır, Bunu bilmeyenin Avradı boş olur (Elmas) Gece gider üşümez, Gündüz gider üşenmez, Beline kuşak kuşanmaz (Nehir) Her eve anahtarsız girer (Rüzgar) Hey ne idim ne idim, Samur kürklü bey idim, Felek bent şaşırttı, Kızgın küle düşürdü (Kestane) İçi ateş. dışı taş biri kuru, biri yaş (Dünya) İki arkadaş birbirini kovalar (Gece-Gündüz) İki merek, bir direk (Burun) Kara kaşık, duvara yapışık (Kırlangıç) Karanlık kapının kurdu, Vurdu kapıyı kırdı, Biri içeri girdi İkisi kapıda durdu (Hırsız) Küçük mezar Dünyayı gezer (Ayakkabı) Mavi atlas İğne batmaz makas kesmez terzi biçmez (Gökyüzü) Min min minare, Dibi daire, Yüzbin çiçek Bir lale (Ay, gök, yıldızlar) Ninenin etekleri, Süpürür sokakları Onay yatar İki ay Kalkar Feneri yakar (Ateş Böceği) O odanın içinde Oda onun içinde (Ayna) Üstü çayır biçerem Altı göze içerem (Koyun) ERZURUM FIKRALARI ... Sözlü geleneğin en çok sevilen türlerinden biri olan fıkralar, Erzurum halkı arasında büyük ilgi görmekte, günlük hayatta örneklerine sık sık rastlanılmaktadır. Erzurum'da çay çok içilir. Bunun için çay içilirken saorulmaz, vücut ısınıncaya ve çayın rengi duruluncaya kadar içilmeye devam edilir. Şu tekerleme çay için söylenmiştir: Çay nedir, say nedir Çaya bak, göğe bak Erzurum'da insan kış mevsiminde hastalanırsa; hastalığı da ciddi değilse eş dost şakayla şöyle diyebilir: "Allah aşkına kış günü başımıza iş çıkarma, bu ayazda mezar nasıl açılır? Seni gömelim derken biz ayazda donacağız.” Erzurumlu zengin üşümemek için bir hamal yükü kadar giyinmek zorundadır. Fakir ise; üşümemek için sıcak bir yer bulmak üzere rahvan bir at gibi koşmalıdır. Bundan dolayı Erzurum'un zenginlerine "hamal", fakirlerine "rahvan at" denir. "Erzurum'da bir üvey ana, görücü gelenler görmesinler diye üvey kızını tandıra sokar, görücüler gidince çıkarırmış. Kız bakmış olacak gibi değil, görücülere seslenmiş: "Fatma bacı tandırda, ayakları külvede” Erzurumlu bir anne üçü de peltek olan kızlarına görücü yanında konuşmamalarını tembihler. Aksilik bu ya, bir köpek girip peynir tulumunu yalamaya başlar. Büyük kız feryad eder: "İt tuluğu laladi!" Ortanca işe karışır: "söylemeseydin lolurdi?" Kızların en akıllısı olan küçüğü de: "Onun dilleri öblüidir dulamaz" deyince, görücüler bir bahane ile kalkıp giderler.
  8. _asi_

    Erzurum Efsaneleri

    YÖRESEL EFSANELER ÇOBAN DEDE EFSANESİ Çoban dede Köprüköy bulunmaktadır. Çoban dede efsanesinin anlatıldığı yerde bulunana taşlar bir çobana ve koyunlarına ve birde ejderhaya benzetilmektedir. Efsaneye göre çok eskilerde bir çoban yaşarmış. BiEjderha çobanın sürüsüne musallat olmuş ve her geldiğinde bir koyunu alıp götürüyormuş günler sonra azalan sürüsüne üzülen çoban Allaha yalvararak ejderi taş etmesini ve buna mukabil kendisinin bir koç kurban edeceğini söyler. Allah duasını kabul eder fakat çoban kurbanını kesmez bu nedenle de Allah çobanı ve koyunları taş eder. GELİN GELDİ EFSANESİ Bu efsane Ilıca ilçemizde bulunan istasyon mevkiinde ki Gelin Geldi gölü ile ilgilidir. Erzurum’a giderken gerek karayolu gerekse tren yolu ile içinden geçtiğimiz çok şirin ve turistik bir ilçemiz olan Ilıca çermikleri yani kaplıcaları ile meşhurdur. İlçenin hemen her yerinden mutlaka bir sıcak su kaynağı çıkmaktadır. Bu anlatacağımız hikâyede böyle bir kaynağın bulunduğu Ilıca istasyonundaki Gelin Geldi gölünün ismi ile ilgilidir. Ilıca istasyonun bu günkü yerinde vaktiyle bir göl varmış. Zamanla kaybolan bu gölün yerine şu anki istasyon inşa edilmiş. Göl de kaybolmamış fakat eskisine göre nispeten küçük bir göl halindedir. İşte bu gölün adı ile ilgili çok güzel efsaneler anlatılır. Onlardan biri şöyledir; Çevredeki köylerden birinde güzel bir kız varmış. Bu kıza komşu köylerden bir delikanlı âşık olur. Kızında gönlü delikanlıda. Durumlarını ailelerine açarlar. Bu iki gencin evlendirilmesine karar verilir. Fakat araya delikanlının askerliği girer. Kız ile delikanlı murat alıp vermemeden ayrı düşerler. Kız baba evinde delikanlı asker ocağında kavuşacakları günü beklemeye başlarlar. Bir gün köye delikanlının şehit olduğuna dair bir haber gelir. Gelinlik giymeyi bekleyen genç kız bu haber karşısında sarsılır. Ama elden ne gelir ki. Artık sevgilisi ölmüştür. Ağlamanın sızlamanın bir faydası yoktur. Kızın yeni taliplileri olur. Babası bunlardan birine kızını verir. Düğün dernek kurulur. Davullar vurulup zurnalar çalmaya başlar. Gelin alayı vakti gelince gelinin atını çeker ve yola çıkarlar. Alay yolda bir gölünü kıyısına gelince bir müddet dinlenmeye karar verilir. Atından inip gölün berrak sularına dalgın dalgın bakan genç kızın aklı hep eski sevgilisindedir. Onu düşünmektedir. Gölün pırıl pırıl sularına bakarken onu sanki suyun içindeymiş gibi görüverir. Hemen doğrulur. Suya doğru koşmaya başlar. Suların sakin güzelliğini boza boza ilerler ve düğün alayındakilerinin şaşkın bakışları altında gözden kaybolur. Kafiledekiler her an gelinin sudan çıkacağını ümitle beklemeye başlarlar. Gölde görülen her hangi bir değişiklik gelinin geldiğine yorulur ve bekleyenler “gelin geldi!” “gelin geldi!” diye söylemeye başlarlar. Gölde meydana gelen su hareketleri bu; “gelin geldi!” “gelin geldi!” diye söylenen sözlerle daha çok hareketlenir. Günümüzde de bu hareketlenme yani gölde ki dalgalanmalar halen daha bu sözler üzerine devam etmektedir. Gölün adı da < Gelin Geldi Gölü > olarak anılmaktadır. ILICA SÖĞÜTLÜ KÖYÜ BALIKLI GÖLÜ EFSANESİ Erzurum Ilıca ilçesi güneyinde ilçeye yakın 5-6 km uzaklıkta Söğütlü Köy’ünde Balıklı bir göl vardır. Bu gölde Anadolu’nun fethi sırasında buradaki Türk Akıncılarının savaşta su içerken arkalarından vurularak şehit oldukları ve Allah tarafından balık oldukları söylenmektedir. Bir gün, köyden bir adam gölde tuttuğu balıkları eve getirir ve karısına balıkları kızartmasını söyler. Söyler ama bu balıklar balık değil balık gibi görünseler bile her biri Allah tarafından balığa çevrilen şehit akıncılar. Kadın balıkları tavaya koyar ve kızarmaya başladığında, kızaran balıklar tavadan kaybolur. Adam ve karısı gördükleri durum karşısında hayrete düşerler ve kendilerini korkudan dışarıya atarlar ve göle kadar giderler. Kızartmaya çalıştıkları balıklar sırtları kızarık şekilde gölde yüzmektedirler. O günden sonra bu balıklar kutsal sayılır ve hiç kimse bu gölden balık tutmaz. Göldeki balıkların her birinin muhtelif yerleri yanık gibidir. Bunun tavadaki kızarıklıktan ileri geldiği söylenir. KÜLHANCI BABA EFSANESİ Hamam sahibi, hamamında tellaklık yapan genç delikanlı Külhancı babayla dertleşmiş. Ben şimdi nereden külhancı bulacağım. Zor durumdayım, diye yakınmış. Külhancı babada ustasını çok severmiş ustasını çok severmiş. Hiç üzülme. Git sende dinlen. Kırk gün bu hamamın sorumluluğu bana ait. Yalnız gözünün arkada kalmayacağına söz ver. Giderken dönüp arkana bakma bile. Kırk gün sonra çık gel. Ama sakın şaşırıp ta kırk günden önce gelme, sözünde durmazsan tüm çabam boşa gider, diye hamam sahibine tembihlemiş Hamam sahibi de: - Bu deli oğlan bir şeyler kuruyor ama hadi hayırlısı. Dediğini bir yapalım bakalım, diye düşünmüş. Gidip evine kapanmış. Yalnız her akşamüzeri hamama gelir hâsılatı Külhancı Baba'dan alırmış. Verdiği sözü tutar külhanı hiç dolaşmazmış. Günler günleri kovalamış. Eskiden eşeklerle katar katır odunlar her gün hamam taşınırken; artık hamama kimsenin odun getirmez olduğu hamamcının ilgisini çekmiş. — Yav, bu deli oğlan külhanı neyle yakar acep? İşin başına geçtiğinden beri hamama ne bir oduncu uğradı, nede bir eşeğin sırtında odun yüküne rastladım. Bu oğlan külhanı neyle ısıtır acep? Diye meraklanır dururmuş. Hamamcının merakı her gün biraz daha artmış. Günlerde 39'a dayanmış. Otuz dokuz da bir, kırkta bir diyerek artık dayanamıyorum gidip bakacağım demiş. Doğru külhana yollanmış. Bir de ne görsün Su haznesinin altında bir tek mum yanmakta. Koca hamam bu mum ile ısınmakta. Tam bu sırada içeriye Külhancı Baba girmiş: - 39 gün bekledin de, bir gün bekleyemedin mi? Bir gün daha bekleseydin hamamı gaipten ısıtacaktım, demiş. Yani hamamcı bir gün daha bekleseymiş yeraltında sıcak su fışkıracakmış ve hamam öyle çalışacakmış. Hamamcının aceleciliği ve merakı yüzünden Külhancı Baba'nın kerameti bozulmuş. Hamamcı çok pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Hamamı mumla ısıttığını gelip görmeseymiş Allah'ta ona kudretten sıcak su gönderecekmiş. TORTUM GÖLÜ EFSANESİ Erzurum Tortum ilçesinde bulunan Tortum Gölünün güzel bir efsanesi halk arasında şöyle anlatılır.. Tortuma bağlı Uzundere Hars (Uludağ) köyünden bir çoban sürüsünü otlatırken, kulağına gaipten bir ses gelir... -- Geliremmmmmm ... Çoban şaşırır, sağına soluna bakar, hiç kimseyi göremez. Kendi kendine vehimlendiğini sanır. Akşama kadar bekler ve köyüne döner. Çoban ertesi gün yine aynı yerde aynı sesi bir kere daha işitir. Yine kimsecikler yoktur. Bu hadise üçüncü günde aynen tekrarlanınca çoban köyün büyüklerine konuyu açmak ister, konuşur. İçlerinden gün görmüş bir yaşlı köylü çobana derki: -- Evladım, yarın da aynı sesi yine işitirsen, "Gel bakalım ne yapacaksın!" de bakalım ne olacak... Dördüncü gün çoban ihtiyar köylünün dediğini yapar. Sesi işitir işitmez başlar bağırmaya: -“Gel bakalım gel bakalım ne yapacaksın...” Çoban bu sözleri söyler söylemez eteklerinde sürüsünü otardığı dağın yarısı kopar ve aşağıdan akmakta olan Tortum Çayının önünü kapatır. Böylece bir tarafta göl meydana gelir, diğer tarafta da kayalardan taşan su Tortum Şelalesini meydana getirir. YÖRESEL HİKAYELER ... ABDURRAHMAN GAZİ HİKAYESİ Abdurrahman Gazi ismi Erzurum'da büyük izler bırakmıştır. Şehitlik ve gazilik mertebesine erişmiş bir insan olduğu için O'nun manevi şahsiyeti Erzurumluların daima gönlünde yaşamış, yüce insandır Palandöken Dağı'nın üst yamaçlarında türbesi bu¬lunan ve bir ziyaretgâh yeri olan Abdurrahman Gazi'nin Hazreti Peygamber'in sancaktarı olduğu halk arasında yaygındır. Hazreti Peygamber'in İslam Orduları Erzurum'u fethederken, Sancaktarı Abdurrahman Gazi'nin kellesi bir düşman kılıcı ile koparılır ve yere düşer. Kellesini koltuğuna alan Abdurrahman Gazi elinde bulunan İslam’ın Sancağı'nı Palandöken'in en yüce noktasına dikmek üzere dağa yokuşa koşmaya başlar. Kellesi koltuğunda, sancağı elinde olan Abdurrahman Gazi Palandöken Dağı'ndaki “Şığvaler" Mevkii'ne gelince dağda bulunan çobanlar evvela dona kalırlar, sonra biri dayanamayıp: -“Olaaa hele bakın şuraya eskerin kellesi koltuğunda dağa doğru koşuyor” diye bağırmağa başlar. Abdurrahman Gazi Efendimizin Sancaktarı ve Ashaptan evliyaullah bir zat kem göz onu orada nazara getirir ve olduğu yere düşer kalır. Hem gazilik hemde Şehitlik rütbesine ermiştir. Palandöken'in Şığvaler tepesi denilen Sultan Sekisi yamaçlarında ruhunu teslim ederken Ona kavuşmaya çalışan kardeşi de Türbe Deresi'nde aynı anda şahadete erişir. Her iki kardeş Erzurum halkı tarafından ruhlarını teslim ettikleri yerde defnedilir. Ve o tarihten son¬ra da Abdurrahman Gazi'nin Kabri Erzurum için büyük bir ziyaret merkezi olur.Zamanın Valisi Yusuf Ziya Paşa buraya birde Camii yaptırmıştır. Erzuruma gelipte Abdurrahman Gazi’yi ziyaret etmeyenler bir daha Erzurum’a gelecekleri rivayet edilir. Allah makamını cennet etsin… Amin… CENNET ÇEŞMESİ HİKAYESİ Erzincan’lı Terzi Baba Erzurum’a Habib Baba’yı ziyarete gelir. Habib Baba’nın uzun zamandır yanında bir müridi bulunmaktadır. Terzi Baba, Habib Baba’ya: “Hocam şu müridini çoktan beri senin yanında olduğunu görmekteyim irşad etsen de gitse” der. Habib Baba’da onun henüz yetişmediğini söyler. Denemek isterler; Habib Baba müridini içeri sesler ve ona “al şu parayı da bir şişe şarap al getir” der. Mürid dışarı çıktıktan sonra kendi kendine “şu işe bak, bir de ikisi de âlim ulema geçinirler, ikisi de şarap içecekler” der. Tabii bu durum her iki zat tarafından da bilinmektedir, Habib Baba Terzi Baba’ya, “Gördün mü? Hocam der, henüz erken demiştim.” Mürid şarabı alır Cennet Çeşmesinin bulunduğu yere gelir ve su içer iken şişeyi kırar, şişeden müthiş güzel bir koku yayılır. Mürid hata yaptığını anlar koşarak hocasının yanına gider ve afv diler. Çeşmenin yanında bulunan koku uzun süre devam etmiş ve oradan geçenler “Bu ne güzel koku, Cennet kokusu gibi.” Derlermiş ve o tarihten sonra bu çeşmenin ismi Cennet Çeşmesi olarak kalmış. "DÜN GECE YAR HANESİNDE" TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ Erzurum'da bir oğlan, kızın birine sevdalanır. Ama ne sevda? Oğlan aşkından yanar tutuşur. Fakat kız oğlana yüz vermez. Çarşıda pazarda oğlan kızın peşinde gezer durur deli divane. Günlerden bir gün kız oğlana hafif bir tebessüm eder ve mendilini yere atar. Oğlanın içinde güller açar Erzurum'un ayazında, çiçekler tomurcuklanır. Mendili alır, doyasıya koklar. Akşam olunca gider kızın evinin bahçesine ve başlar bu türküyü söylemeye: Dün gece har hanesinde yar bana yoldaş idi Altım tiken üstüm yağmur yine gönlüm hoş idi Türküler bir sevdadır insanımız sevdasını aşkını eskilerde böyle dile getiriyordu. Toktu o zaman bugünkü gibi görsel ve sesli iletişim araçları ancak türkülerle şarkılarla manilerle dile getirebiliyordu. ERZURUM'UN EKMEĞİNİN TUZU YOKTUR HİKAYESİ Habib Baba Hazretleri zamanında Erzurum da vazife yapan Devleti Aliye’nin memurları vazife yapmağa geldiklerinde kaldıkları süre içinde halktan gerekli hürmet ve ikramı görülermiş. Daha sonraları vazifeleri bitip gittiklerinde gittikleri yerde Erzurum'u kötülerlermiş. Bu hadise Efendi Hazretlerine anlatılır ve nedeni sorulur. Efendi Hazretleri müridini çağırır ve derki: “Evladım yarın gün doğmadan İstanbul kapıya git bekle içeri ilk giren kim olursa olsun al getir.” Mürit aynen Hocasının dediğini yapar ve gidip İstanbul kapıda beklemeğe başlar.(O zamanlar şehirlere kapılardan girilirmiş) ilk giren tüyleri dökülmüş afedersiniz uyuz bir köpektir. Yapacak bir şey yoktur emri öyle almıştır alır ve götürür. Hocasına sıkıla sıkıla durumu anlatır. Hocası gayet sakin şekilde “evladım bu hayvanı 40 gün mükemmel şekilde besle ve 41. günü aldığın yere ve sal gitsin ve olup biteni gel bana anlat” diye tembih eder. Mürid aynen Hocasının dediği gibi yapar köpeği besler köpek tanınmaz haldedir besili olmuştur. 41. gün İstanbul kapıdan sabah erkenden salınır köpek. O uyuz hayvan küheylan gibi olmuştur elli metre gider ve döner geri gelir üç beş kere havlar tekrar aynı şeyi yapar ve arkasına bakmadan çeker gider. Durum Efendi Hazretlerine aynen anlatılır. Efendi Hazretleri aynen söyle der: “Ah... Evladım ah bu hoş bir şehirdir ama EKMEĞİNİN TUZU YOKTUR.” HABİB BABA VE 4. MURAT HİKAYESİ Habib Baba Hz. 4. Murad devrinde, gemiyle Hacca gitmek için Erzurum’dan İstanbul’a gelmiş. Fakat ne yazık ki, Hacca giden gemiye yetişememiş. Bunda da vardır bir hayır demiş içinden Aylarca yol aldığından toza toprağa batmış, yaralar içinde kalmış, uyuz olmuş. Memleketine dönmeden önce güzelce bir yıkanıp temizlenmek amacıyla bir hamama gitmiş Yıkanmak istediğini söylediği hamamcıdan red cevabını alınca sebebini sormuş. Büyük Sultan Murad Han’ın vezirleri vardır hamamda. Kimseyi almamam için emir verdiler der. Yıkanmadan bu uyuz illetinden kurtulamayacağını bilen Habib Baba, adeta yalvarmış hamamcıya. — İzin ver evladım, bir köşede yıkanıvereyim. Kimseler fark etmez beni demiş. Hamamcı, yaşlı adamın ısrarlarına dayanamamış, vezirlere görünmeden yıkanmasını tembihleyerek almış içeriye Biraz sonra, hamama, tebdil-i kıyafet, Sultan 4.Murad Han'da gelmiş, yıkanmak istediğini söylemiş Hamamcı aynı şekilde, tanıyamadığı bu gence de durumu anlatmış ve içeri alamayacağını söylemiş. Sultan'ın ısrarları hamamcıyı bir kez daha yumuşatmış, onada sıkı sıkı tembihleyerek almış içeriye ve Habib Babanın yanına göndermiş. Başlamışlar beraberce yıkanmaya. Birbirlerine su döküyor, sırayla sırtlarını keseliyorlarmış. Bir ara 4.Murad ihtiyarın düşüncelerini öğrenmek amacıyla sormuş: “Sen de istemez miydin baba şöyle vezir olmayı. Baksana koskoca hamamı kapatmışlar gönüllerince yıkanıyorlar. Biz ise şu daracık alanda debelenip dururuz.” “A be evladım” demiş Habib Baba Hz. “Böyle vezir olacaksında ne olacak?” ”Şu dünyada öyle bir Sultana vezir olacaksın ki, vezirlerinin bile karşında tit tir titrediği, Sultana senin uyuzlu sırtını keseletsin” der. 4.Murad hemen bu kişinin boş biri olmadığını anlar, Habib Babanın eline gider ve ona gerekli ikramda bulunur. “HUMA KUŞU” TÜRKÜSÜ HİKAYESİ Huma kuşu adlı Erzurum yöremize ait olan uzun havamızın diğer türkülerde olduğu gibi bir hikâyesi mevcuttur. Kendini Erzurum’a adamış büyüklerimizden bizlere kalan bilgiler neticesinde hikâyemiz şöyledir. Seferberlik ilan edilmiş ülkedeki tüm gençler okuyan okumayan tümü askere çağrılmıştır. Erzurum’un Ilıca nahiyesine bağlı Tikkir (Çiğdemli) köyünde Mustafa ve Gülbahar'ın dillere destan aşklarını bilmeyen yoktur. Evlenmelerine izin verilir ve evlenirler. Mustafa askere alınır. Gülbahar’ın iki gözü iki çeşmedir ama yapacak bir şey yoktur. Vatan savunmasıdır. Mustafa gitmiştir ve Gülbahar her sabah kalktığında bahçeye çıkar yavuklusunun yoluna uzun uzun bakarak geleceği günü bekler. Bekler ama ne gelen var nede haber. Gülbahar’ın bu durumu kaynanasını ve kayınbabasını çok üzmektedir. Gelin her geçen gün eriyip gitmektedir. Huma kuşuna bir cennet kuşu da denir. Çok yükseklerde uçar ve bu uçuşu günlerce sürer adeta bir haberci kuşu gibidir. Mustafa’dan yıllarca haber gelmez. Ev halkı artık umutlarını kesmek üzeredir. Kayınbabası gelinin her sabah yavuklusunun yolunu gözlemesini uçan kuşlardan haber istemesine o kadar üzülür ki bu ağıtı yakar. Huma kuşu yuvasından havalanan ve çok yükseklerde günlerce uçan bir kuştur. Mustafa’yı da Huma kuşuna benzeterek ve yine Huma kuşunun çok yüksekte uçması haberci bir kuş olmasına atıf ederek başlar söylemeye. Gülbaharın ağlaya ağlaya göz pınarları kurumuştur. Kayınbabası bakın nasıl söylemiş. Huma Kuşu Yükseklerden Seslenir Yar Koynunda Bir Çift Suna Beslenir Sen Ağlama Kirpiklerin Islanır Ben Ağlim ki Belki Gönül Uslanır Sen Bağ Olki Ben Bahçende Gül Olim Layık mıdır Yanim Yanim Kül Olim Sen Bey Olki Ben Kapında Kul Olim Koy Desinler Buda Bunun Kuludur Daha sonraları bu ezgi ağızdan ağıza dolaşır. Rahmetli Fazlı FİDAN ağabeyimizin 15.12.1967 yılında derlemesi ve Hulusi SEVEN ağabeyimizin de radyoya notalayıp söylemesi Erzurum türküleri literatürüne kazandırılmıştır. İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ VE KIRIK TESTİ HİKAYESİ Erzurum'un büyük velisi İbrahim Hakkı (k.s.) hazretlerini çocukken İsmail Fakirullah (k.s.) hazretlerine teslim ederler. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakirullah hazretlerinin yanında geçiren İbrahim Hakkı hazretleri, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider, doldururken oraya gelen bir atlı: — Çekil bakayım önümden be çocuk! diye İbrahim Hakkı hazretlerini azarlayarak atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. Testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır İbrahim Hakkı hazretleri... Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelir ve: — Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı! der. Hocası sorar: — Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi? — Hayır, der, hiçbir şey söylemedim. — Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle, der. İbrahim Hakkı hazretleri gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da: — Benim testimi niye kırdın zalim adam diyemez. Dönüp geldiğinde hocası Fakirullah hazretleri sorar: — Ona bir şeyler söyleyebildin mi? — Söyleyemedim efendim; niyetlendim, lakin bir türlü dilimi çevirip de ağır bir söz sarf edemedim! Hocası bağırır: — Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, mukabele et yoksa sonu felaket İbrahim Hakkı hazretleri bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki, testisini kıran adamı, kendi atı, attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış, ölüsü yatmaktadır! Koşarak gelip, hocası İsmail Fakirullah hazretlerine bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası bu hale üzülür: — Vah vah bir testiye bir adam. Üzüldüm buna doğrusu der. Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince, büyük veli şöyle izah eder. O atlı adam, İbrahim Hakkı'ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede bulunmadı, zalimi Allah'a havale etti. Allah Teala'nın da gayretine dokunup zalimi cezalandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleseydi, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum oldu. Bense ödeştirmek için uğraşıyordum, maalesef muvaffak olamadım! SARI GELİN TÜRKÜSÜ HİKAYESİ Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu Erzurum coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır. Diğer kavimler, Kıpçakları "sarışın" anlamına gelen "Kuman" adıyla veya bu anlama gelen başka kelimelerle anmış ve tanımışlardır. Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak beyinin kızıdır. Erzurumlu bir delikanlı sarışın Kıpçak beyinin kızına âşık olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında Erzurum ve yöresinde yaşamaktadır. Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahî halk edebiyatı ürünümüzün yaşıyor olması, Sarı Gelin türküsünün, bir Ermeni türküsü olduğu iddiasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Böyle bir şey yoktur. Sarı gelin türküsünde Ermenice kelime yoktur. Sarışın Kıpçak kızına âşık olan delikanlıyı ailesi kız ile evlenmesine karşı çıkar. Delikanlı ise kıza deli gibi âşık olur ve aşkını şiirle mırıldanarak söyler. Kız bey kızıdır zaten bey de kızını vermez bu delikanlıya. Delikanlı sarışın güzel kızı kaçırmağa karar verir ve kaçırır. Kıpçak beyinin adamları iki kaçağın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra bulurlar ve oğlanı öldürürler. O günden beri halkımız arasında bu hikâye dilden dile dolaşır. Türkü Dadaş türküsüdür ve Rahmetli Faruk KALELİ hocamız türküyü derleyerek bugünkü hale getirmiştir. Kıpçakların, güzel, sarışın, mavi gözlü oldukları tarihte bilinmektedirler. KIRMIZI GÜL DEMET DEMET TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ Nenni ya! Nenni ki nenni!. Yavrum nenni! Bir demet kırmızı gülle gelen nenni!. Nasıl oluyor derseniz, türkünün dilini açmak gerek... Varıp sormak gerek türküye : ''Ey türkü nedir bu demet demet kırmızı gül ve de nenni!. Yavrum nenni... Balam, nenni''. Bu demet demet gül hem de kırmızısından, sevgiliye duygu mu taşıyor? Neden kırmızı gül de kır papatyaları değil? Şöyle sarılı beyazlı, düz sarılı, öküz gözü gibi, kırdan toplanmış papatyalar değil de, demet demet kırmızı gül? Onların sevgi dili yok mu?. Onlar duygu simgesi gül kat... Ama bir tek!. Benim tek gülümsün, gönlümdeki yerin kır çiçekleri kadar engin, kır çiçekleri kadar zengin ve doğal, demiş olmaz mısın? Ama senden iyisini bilecek değiliz ya!. Kırmızı gülü seçmişsin sen. Hem de demet demet... Ha bir de 'balam' meselesi var! Yavrum diyorsun... 'Nenni' diyorsun 'Gitti gelmez' diyorsun. Yoksa bir ananın balasına, yavrusuna çağrısı mı bu? Şol Revan'da kalan balası üstüne mi söylenmiş?. REVAN, bugünkü adıyla ERİVAN, yani günümüzde Ermenistan'ın başkenti... Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise, büyük olasılıkla 17. yüzyıl sonrası... Neden derseniz, REVAN Osmanlının önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çıkmış, Safeviler işgal etmiş. Yıl 1635. Dördüncü Murat iki yüz elli bin kişilik bir orduyla REVAN seferini düzenlemiş. Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kuşatma sonunda, REVAN yeniden Osmanlı topraklarına katılmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş. Mal götürüp, mal getirmişler... Memet de gidip gelen kervancılardan birisi... Anasının da tek 'balası'... Tek oğlu!. Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar... Yetiştirdikleri ürünü de kervana katıp, REVAN'da satıyor Memet... Memet de Memet hani... Karayağız bir delikanlı... Taşı tutsa, suyunu çıkaracak kadar güçlü. Bir de alışkanlığı var Memet'in. Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına.. Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti... Sevgi saygı simgesi. Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana... Onlara baktıkça oğlunu görür gibi oluyor... Hele Memet kervandaysa. Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetinde ananın. Rüyaları hep Memet üstüne... REVAN yollarını düşlüyor hep. Kimi zaman kara saplanmış görüyor kervanı. Kan ter içinde uyanıyor. Hayra yormaya çalışıyor. Kimi geceler de toza dumana katılmış kervanın, atının eşeğinin devesinin bir toz bulutu içinde kayboluşunu düşlüyor. Bir hortum, yutuyor kervanı. Koca kervan döne döne göğe çekiliyor. Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de insan kalıyor. Memet'i arıyor gözleri. Kara yağız, kaytan bıyık Memet, ellerini uzatıyor anasına. 'Tut ellerimi' diyor. Ama ne gezer. Anasının elleri boşlukta kalıyor. Sözün kısası günü gelip de kervan REVAN'dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor. Bazen kışın yola saldığı oğlu yazın dönüyor. Bazen de tersi oluyor. Kervanın dönüşü, bayram gibi! Kimi kocasını, kimi yavuklusunu karşılıyor. Kimi analar da oğlunu. Sarılıp, ağlayanlar, sevinç gözyaşı dökenler. Yemen seferinden döner gibi. Gerçi savaş dönüşü değil ama hastalığı sağlığı var... Karı var, ayazı var!. Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış. Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı. İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi. Kusma, iltihap, baş dönmesi. En sonunda da sayıklama. Artık kurtuluşu yok. Sayıklaya sayıklaya götürüyor insanı. En erken üç gün. En geç yedi gün içinde başlıyor sayıklama... Kurduğu tüm dünya yok oluyor bir anda insanın. Sevgiliye özlem, alınan armağanlar. Söylenecek güzel sözler. ''Sensiz olamam. Sen benim her şeyimsin. Güne seninle başlıyorum. Seninle bitiyor gecem. Zaman yitirmemek gerek demiştin. Oysa günler su gibi geçti. Ne bir ses, ne bir nefes. Düşlerdeki yerin hariç. Oysa seninle her şeye yeniden başlayacaktık. Öyle demiştik. ''Yaşam o kadar kısa ki; hiç zaman yitirmek istemiyorum seninle olmak için''. Bunları sen söylemiştin. Sıcaklığın avuçlarımdaydı. Kuytu bir sokak arası mıydı?. Yoksa âşıklar yoluna girişte miydi? Bir tek gözlerin kalmış belleğimde. Bir de kuşların bitmeyen şakımaları. Ne de güzel batmıştı güneş. Alaca ışığın, alaca karanlığa dönüştüğü an. Akşam güneşinin, yavaş yavaş yok oluşu muydu güzel olan?. Yoksa alaca ışığın, alaca mutluluğa dönüştüğü an mıydı en güzeli. Bahar mı kokuyordu saçların. Yoksa gerçekten bahar günleri miydi? İşte böyle sevgili. Ben şimdi senden uzak. Seni sayıklıyorum. Ellerini tutabilsem yeniden. Yüzüme dokunsa saç tellerin. Ama ne gezer!. Kuytulardan kaybolmayı severim demiştin. Aniden yok oluyorsun düşlerimden. Ellerim boşta kalıyor. Hem anamın hıçkırığı niye. Uzattığım ellerimi tutsa ya! Ateşler içindeyim. Bildiğim türküleri mırıldanıyorum; yokluğunuzda. Gurbet elde baş yastığa gelende, Gayet yaman olur işi garibin, Gelen olmaz giden olmaz yanına, Bir çalıdır mezar taşı garibin. Bir çalının dibine gömüyorlar Memet'i. Söylenecek sözleri, sevgiliye, anasına özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü. Kara toprak alıyor bağrına. Gençmiş... Sevenleri varmış... Anası yavuklusu yol gözlüyormuş. Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. Memet'i de Revan'da vebayla yakalıyor. Sayıklaya sayıklaya gidiyor Memet. Kucak dolusu kırmızı güller elinde kalıyor. Sevgiliye özlemi de dilinde!. Artık bir çalıdır mezar taşı Memet'in!. Bir tek Memet değil vebaya teslim olan. Kervanın çoğu kırılıyor. Sahipsiz mezar oluyor Revan ' da. Kalanlar perişan. Utangaç. Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki... Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi... Ağır ağır Erzurum'a giriyor kervan. Analar, bacılar, sevgililer, oğullar, eşler... Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı. Aradığını bulan sarmaş dolaş. Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor. Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor. ''Oğlum Memet'im nerede. Birlikte çıktınız kervana. Nerede kaldı''. Sen sen ol da gel yanıtla. "İlkin kusma başladı. Sonra da bir ateş. En son sayıklama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir sıraladı. Titreye titreye sayıkladı. Yedi gün dayandı Memet. Sonra... Sonra bir çalının dibine gömdük onu''. Gel de söyle bunu. Söyleyebil!. Hem de anasına... O ana deli olup dağlara düşmez mi?. Avuçlarını göğe açıp ol tabipten medet dilemez mi?. Kırmızı gülden merhemlik istemez mi?. Kara yağızın güzeli oğlunu, canından parçayı alıp götüren ölüme, ilenmez mi? Ölümün hepsi kötü. Ana, baba, anneanne, dede. Hepsi kötü. Dün var olan... Soluyan, nefes alan, nefes veren. Bir anda yok artık. Yerinde yeller esiyor. Şekli şemali, son sözleri, yavaş yavaş yok oluyor. Belleklerden siliniyor. Yaşlı ölümü neyse ne! ''Öldü de kurtuldu" diyor insan. Ya gencecik ölümler. Muradı gözünde gidenler. Anadır, alıyor veriyor. veriyor alıyor. Oluru yok. Diline kırmızı gülleri doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Olmuyor. Ver elini dağ yolları. Dilinde türküsü. Gönlünde oğlunun hayali. Deli olup dağlara düşüyor. O'nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde ''Kırmızı gül demet demet. Sevda değil bir alamet Şol Revan'da balam kaldı. Yavrum kaldı''... diye diye haykırdığını söylediler. Kırmızı gül demet demet Sevda değil, bir alamet Balam nenni, yavrum nenni, Gitti gelmez ol muhannet, Şol Revan'da balam kaldı, Yavrum kaldı, Balam nenni, Kırmızı gül her dem olmaz, Yaralara merhem olmaz Balam nenni, Yavrum nenni, Ol tabipten derman gelmez Şol Revan ' da balam kaldı, Yavrum kaldı, Balam nenni. Kırmızı gülün hazanı, Ağaçlar döker gazalı, Karayağızın güzeli Şol Revan ' da balam kaldı, Yavrum kaldı,
  9. _asi_

    Erzurum Mutfağı

    ERZURUM YEMEKLERİ DEN ÇORBASI Malzemeler: 250 gr yarma 10 su bardağı kemik suyu 1 adet soğan 500 gr yoğurt ½ adet limon suyu 3 yemek kaşığı tereyağı 2 adet yumurta sarısı 2 kahve fincanı un 1 çay kaşığı tuz ½ çay kaşığı karabiber ½ çay kaşığı nane ½ çay kaşığı kırmızıbiber Yapılışı: Yarmayı haşlayın ve ayrı bir tencerede un, yumurta ve 1 çay bardağı suyu pütürsüz olana kadar karıştırın. Üzerine kemik suyunu ilave edin ve haşlanmış yarmayı da karıştırarak ekleyin. Diğer bir kapta, ince doğranmış soğanı 1 yemek kaşığı tereyağında sote edin, yoğurdu yedirin, naneyi ve limon suyunu da ekleyin. Bu karışımı tuz ve karabiber ile birlikte kaynayan çorbaya ekleyin. Ayrı bir yerde 2 yemek kaşığı tereyağı ile kırmızıbiberi kızdırıp, pişmiş çorbanın üzerine gezdirin. PATATES BORANİSİ MALZEMELER 5 - 6 ADET PATATES 5 YEMEK KASIGI TEREYAGI 2 YEMEK KASIGI TOZ KIRMIZI BIBER 3 DIS SARIMSAK 1 KASE YOGURT YAPILISI PATATESLER KABUKLARIYLA HASLANIR.KABUKLARI SOYULUP BORCAMA ALINIR. KUP KUP DOGRANIR DIGER YANDA TEREYAGI ERITILIR ICINE TOZ KIR. BIBER EKLENIR. TUZLANMIS DOGRANMIS PATATESLERIN UZERINDEN GEZDIRILIR. SARIMSAKLI YOGURT HAZIRLANIP EN USTE DOKULUR.SICAK SERVIS YAPILIR. TEREYAĞLI AYVA TATLISI MALZEMELER 2- 3 ADET AYVA 4 YEMEK KASIGI TEREYAG YARIM SU BARDAGI SEKER 1 SU BARDAGI SU 1 CAY BARDAGI KURU UZUM YAPILISI AYVALARIN KABUKLARI SOYULUP YEMEKLIK DOGRANIR. DUDUKLUYE TEREYAGI KOYULARAK ERITILIR UZERINE AYVALAR VE TOZ SEKER EKLENIR BIRAZ KAVRULUR. AGZI KAPATILMADAN ONCE AYVALARA SU VE UZUMLERDE EKLENEREK DUDUKLUDE 15-20 DAKIKA PISIRILIR PISEN AYVALAR DUDUKLUYE ALINIR. SICAK SERVIS YAPILIR. KESMELİ YEŞİL MERCİMEK ÇORBASI Malzemeler: 1 su bardağı yeşil mercimek 1 su bardağı erişte (kesme) 1 çorba kaşığı salça 2 çorba kaşığı kuru nanr 2 çorba kaşığı un 1 çay bardağı sıvı yağ 1 tatlı kaşığı tuz 8-10 bardak su ya da et suyu Yapımı: Yeşil mercimek bir gece önceden ıslatılır, ertesi günü haşlanır. Tencerede yağ ve un kavrulur. Unun rengi dönünce kuru nane ve salça katılır. Salçanın kokusu gidene kadar kavrulur. Üzerine et suyu ve tuz katılır. Kaynama noktasına gelince erişte katılır. Erişte şişince haşlanmış mercimek eklenir. Sürekli karıştırarak 5 dakika daha kaynatılır, Ateşten alınır. TEL KADAYIF SARMASI Yarım kg tel kadayıf 3 su bardağı dövülmüş ceviz 6 adet yumurta Kızarmak için: 1 litre sıvı yağ Şerbet için: 4 su bardağı şeker 4 su bardağı su Yarım limon suyu Önce şerbet kaynatılır, soğumaya bırakılır. Tel kadayıftan bir tutam alınır, el şeklinde yayılır. Yeteri kadar ceviz konur. Kenarlarından toplayarak sıkı bir rulo yapılır. Çırpılmış yumurtaya batırılır. Kızgın yağda altın renginde pişirilir. Soğuk şerbette 15-20 dakika bekletilir. AYRAN ÇORBASI Malzeme: 1 su bardağı aşurelik buğday (yarma) 50 gram kıyma 2 kaşık un 2 baş soğan 1 kase yoğurt 2 kaşık yağ karabiber tuz Yapılışı: Aşurelik buğday ayıklanıp yıkandıktan sonra iyice pişirilir. 50 gram etin içerisine tuz ve karabiber koyularak leblebi büyüklüğünde köfteler yapılır. Pişen aşurelik buğday büyük bir tencereye alınarak üzerine çorba kararınca su doldurulur. Tuzu atılarak kaynatılır. Kaynayınca köfteler de içine atılır. Başka bir kapta iki kaşık un ve hafif ekşi yoğurt iyice karıştırılır ve yavaş yavaş tencereye ilave edilir. Unun birden pişmemesine dikkat etmelidir. İnce ince doğranarak yağda kavrulan soğan kırmızı biberle birlikte çorbanın içine dökülür. Bu arada içerisine aş otu denilen maydanoza benzeyen yeşillik de ince doğranarak eklenir. Karıştırılır. Ateşten indirilir. GÜL TATLISI 4 adet yumurta 4 kaşık yoğurt 12 kaşık un 1 çay kaşığı karbonat 2 su bardağı ayçiçek yağı 3 su bardağı toz şeker 3,5 su bardağı su 1 kaşık limon suyu Şurubun malzemelerini bir tencereye koyun ve kaynatın. Daha sonra soğumaya bırakın. İki su bardağı sıvı yağı bir tencereye koyun. Diğer malzemelerden kek kıvamında bir hamur yapın ve gül kalıbını bu hamura batırıp kızgın yağa döküp kızartın. Hamurları şerbete atın ve servis tabağına dizin. Arzunuza göre süsleyin. LOR DOLMASI 2 bardak bulgur 500 gram çökelek (lor) Yeteri kadar evelik veya pazı yaprağı 2 adet soğan, Tuz 2 kaşık margarin Az süt kaymağı Soğanları ince ince kıyın ve yağda pembeleşinceye kadar kavurun. Diğer tarafta bulguru pilav gibi pişirin. Kavrulan soğanlara kaymak, bulgur ve lor ilave edin. Sonra iyice karıştırın ve pazı yapraklarını dolma gibi sarıp tepsiye tek kat dizin. Fırına verip biraz üzerleri kızarmaya yakın çıkarın. Tereyağını kızdırıp üzerine dökün ve sarımsaklı yoğurtla yiyin. UN HELVASI 250 gram margarin Yarım bardak ayçiçek yağı 750 gram un 4 bardak su 750 gram şeker 1 bardak süt Margarini eritin ve çiçek yağını da ilave edin. Unu kavurun ve unun rengi sararsın. İki bardak su, 1 bardak sütte şekeri eritin (soğuk olsun) kavrulan una döküp karıştırın. İyice karıştırdıktan sonra indirin ve soğuk servis yapın. KESME AŞ Mantı hamuru yapın. Uzun ve dar doğrayın. Ufak ufak köftleler yapın. Yeşil mercimeği haşlayın, pişmesine yakın hamurları ve köfteleri ilave edin. Tuzu ve aş otunu yağda kavurup dökün. Sulu yenir. Doyurucu, hoş kokulu bir yemektir. Not: Aş otu Erzurum'a has hoş bir ot türüdür. ERZURUM ÇORBASI Malzemeler: 300 gr. kıyma 1 çay bardağı yıldız şehriye 1 adet kuru soğan, 1 kase yoğurt 1 yemek kaşığı salça 2 diş sarımsak 1 yemek kaşığı tereyağı Nane Karabiber Pulbiber Yapılışı: Kıymayı tuz karabiber ve rendelenmiş soğanla yoğurun. Misket büyüklüğünde köfteler yapın. İki kaşık salça ve bir litre suyu kaynatıp köfteleri içine atın. Köftelerin pişmesine yakın şehriyeleri ekleyin. Diğer tarafta hazıırladığınız sarımsaklı yoğurdu karıştıra karıştıra tencereye ekleyip ateşten alın. SOĞAN ÇORBASI MALZEMESİ: 3 büyük soğan 3 dilim dil peyniri 5 su bardağı et suyu 2 çorba kaşığı zeytinyağı karabiber tuz. İnce kıyılmış soğanları zeytinyağında kavurun. Et suyu, tuz ve karabiber ilave edip kısık ateşte yarım saat pişirin. Servis yapmadan önce dil peynirini ince dilimler halinde kesin ve çorbanın üzerine döşeyin. ÇAĞ KEBABI Malzemeler: 1 kuzu budu (yağsız ve sinirsiz) 1 adet kuru soğan 100 gr. Yoğurt tuz karabiber lavaş ekmeği domates, yeşil biber Hazırlanışı: Yağı ve siniri ayıklanmış kuzu budundan parmak kalınlığında yapraklar kesilir. Yoğurt, tuz, karabiber ve yemeklik doğranmış soğan karıştırılır ve etler hazırlanan bu terbiyenin içinde bir gün bekletilir. Terbiyelenen yaprak halindeki etler şişe takılır ve yatay haldeyken ateşte çevire çevire kızartılır. Pişen kısımlardan dönerde olduğu gibi ince bir tabaka şeklinde parçalar kesilir ve Çağ kebabına mahsus küçük şişlere takılarak lavaş ekmeğinin üzerinde servis edilir. Ateşte pişmiş biber, domates ve kuru soğan ile süslenir. LORLU PAZI SARMASI Yarım kg lor 1,5 su bardağı pilavlık bulgur 2 baş kuru soğan 5 çorba kaşığı sıvıyağ 1 tatlı kaşığı tuz 3 su bardağı su 2 demet pazı Üzeri için: 2 çorba kaşığı tereyağı Sarımsaklı yoğurt Soğan ince kıyılır, sıvıyağda pembeleştirilir. Üzerine bulgur katılır. Biraz kavurduktan sonra üzerine 1 su bardağı su ve tuz eklenir. Kapak kapatılır, 5 dakika daha pişirilir, ateşten alınır. 20 dakika sonra lor katılır ve karıştırılır. Pazı yaprakları haşlanır ve kenarına iç konarak sarılır. Bir fırın kabına en fazla 2 kat olarak dizilir. Üzerine 1 su bardağı su eklenir. 190 derece fırına verilir. 20 dakika sonra fırından çıkarılır. Üzerine eritilmiş tereyağı gezdirilir. Sarımsaklı yoğurt eşliğinde servise sunulur. DEMİR TATLISI 4 kişilik 2 su bardağı un 3 adet yumurta 1 su bardağı yoğurt Şerbeti için: 3 su bardağı su 3 su bardağı tozşeker Yarım limonun suyu Kızartmak için: Sıvıyağ Şekil vermek için: Hamur demiri Şerbeti hazırlamak için, su ve tozşekeri kaynatın. Limon suyunu ekleyin. Tencereyi ocaktan alıp, şerbeti soğumaya bırakın. Ayrı bir yerde un, yumurta ve yoğurdu karıştırın. Akıcı bir kıvamda olmasına dikkat edin (Gerekirse bir miktar su ekleyebilirsiniz). Sıvıyağı tavada kızdırın. Hamur demirini kızgın sıvıyağa batırırı. Daha sonra hamura batırın. Tekrar sıvıyağa batırın. Hamur bir süre sonra kendini sıvıyağa bırakır. Bu şekilde hamuru kızartın. Bütün hamur bitince soğuk şerbete atın. Birkaç dakika bekletip servis yapın. HERLE AŞI Bir miktar un tereyağında iyice kavrulur, üzerine bir miktar su konur ve devamlı karıştırılır. 15–20 dakika kaynatılır ve sıcak sıcak içilir. Not: Bu çorba bilhassa kış aylarında yapılır. Hastalara herle çorbası içirilerek terletilir ve şifaya kavuşmaları sağlanır. TATAR BÖREĞİ Hamur iyice yoğrulduktan sonra yufka açılır. Yufkalar börek yufkası gibi değil biraz kalındır. Açılan yufkalar parçalara bölünür. Bu parçalar üçgen şeklinde küçük küçük parçalara ayrılır. Kaynayan suya atılır, haşlanır. Suyu süzüldükten sonra tepsiye alınır, üzerine bol sarımsaklı yoğurt ve kızgın tereyağı dökülür. Bunun üzerine zevke göre, ya kavrulmuş kıyma veya küçük küçük doğranmış ve tereyağında pembeleşinceye kadar kavrulmuş soğan dökülür. sıcak olarak yenir. SUSUZ HINGEL Hamur iyice hasıllanır. Yufka şeklinde açılır, kesilir içine evvelce hazırlanmış kıyma konur. Yarım daire veya bohça şeklinde kapatılır. Kaynamakta olan suyun içine atılır ve haşlanır. Piştikten sonra suyu süzülür. Geniş bir tepsiye alınır. Üzerine sarımsaklı bol yoğurt ve kızdırılmış tereyağı dökülerek yenir. ÇİRİŞ İlkbaharda dağlarda yetişen yabani bir bitkidir. Yörede sebze yerine kullanılır. Genellikle ıspanakla yapılan yemekler gibi hazırlanır. Parça et veya kavurma etle pişirilebilir. ÇEÇ PANCARI Yörede Pancarın yeşil saplarına "çeç" adı verilir. Bu da sebze olarak kullanılır. Genellikle ıspanakla yapılan yemekler gibi hazırlanır. Parça et veya kavurma etle pişirilebilir. ÇORTUTİ PANCARI Bu yemek için gerek turşuya vurulmuş şalgam gerekse taze şalgam kullanılabilir. Şalgamlar erişte biçiminde ince ince kıyıldıktan sonra yağda kavrulur ve kavrulmuş kıyma ile pişirilir. ÇAŞIR Çaşır, dağlarda yetişen buruk bir tadı olan yabani bir bitkidir. Çaşır doğrudan yenildiği gibi, patates haşlamasıyla karıştırılıp tereyağında kavrularak da yenir. Bunun dışında çaşır haşlanır, haşlanan çaşır un ve yumurtaya batırılarak yağda kızartılır, buna çaşır kızartması denir. Erzurumlu yılda en az bir defa çaşır yer. Şifalı olduğuna inanılır. PATATES BORANİ Patates haşlanır, kabukları soyulur ve bir tepsiye doğranır. Üzerine bol sarımsaklı yoğurt ve kızdırılmış tereyağı dökülür, sıcak olarak yenir.
  10. _asi_

    Erzurum Ekonomisi

    EKONOMİ TARIM VE HAYVANCILIK 2.506.602 hektar yüz ölçüme sahip olan ilimiz Ülkemizin 4’üncü büyük İli’dir. İlimizin toplam alanının % 65’ i çayır ve mera arazisi olup, Türkiye meralarının % 13’ü ilimizde bulunmaktadır. Dolayısıyla İlimizin ekonomisi Tarıma, tarım içerisinde ise Hayvancılığa dayanmaktadır. 460.252 hektar toplam tarım arazisinin; 305.636 ha. sulanmaya elverişli olup (% 66,4), 154.672 ha. alan ( % 33.6) sulanmaktadır. Erzurum İlinde hayvancılık temel geçim kaynaklarının başında gelmektedir. İlimizde 543.894 büyükbaş hayvan ile 651.253 adet küçükbaş hayvan mevcudu bulunmakta özellikle son bir yıl içerisinde hayvancılık alanında “kaba yem desteği” uygulaması ile hayvancılıkta bir gelişme gözlemlenmektedir. Erzurum İlindeki ekili alanların 173.329 hektarı tahıl, 1.237 hektarı baklagiller, 3.435 hektarı yumrulu bitkileri, 3.592 hektarı endüstriyel bitkileri, 89.165 hektarı yem bitkileri, 1.603 hektarı meyve, 1.251 hektarı sebzelik alanıdır. Tarıma elverişli olup, kullanılmayan tarım arazisi 126.761 hektar alandır. 59.522 hektar alan nadas alanıdır. İlimizde tahıllardan en çok buğday, arpa ve çavdar ekilmekte, sanayi bitkilerinden ise şeker pancarı, patates ve ayçiçeği ekimi yapılmaktadır. İlde yetiştirilen başlıca meyveler elma, armut, ceviz, kayısı, erik, kiraz, vişne ve kızılcıktır. İlimiz ormanları 231.657 hektar yüzölçümü ile İl arazisinin % 8,5-9’unu oluşturmaktadır. Tarıma elverişsiz arazinin toplam araziye oranı % 8’dir. Erzurum İli Büyükbaş Hayvan Islahı (Suni Tohumlama) Projesi 2005 yılında Erzurum Valiliği koordinatörlüğünde uygulamaya konulan proje kapsamında; 2002 yılında 2.694 olan suni tohumlama sayısı 2008 yılında 9.442’ye yükselmiş ve % 385’lik bir artış sağlanmıştır. Yem Bitkileri Üretimini Geliştirme Projesi kapsamında; İlimizde 2002 yılında 34.000 hektar olan yem bitkileri ekim alanı Tarım Bakanlığı, Valiliğimiz ve İl Özel İdaresi koordinesindeki Eğitim ve Yayım çalışmaları ile % 162 artırılarak 89.165 hektara çıkarılmıştır. Ülkemizde yem bitkilerinin tarla bitkileri içerisindeki oranı % 8’lerde iken İlimizde bu oran % 33’dür. Et ve Süt Üretimi Tarım Bakanlığımızca verilen desteklemeler ve yerelde yürütülen projeler (Islah Projeleri ve Yem Bitkilerini Geliştirme Projeleri) sonucu; 2002 yılında 24.335 ton olan et üretimi 2008 yılında 37.824 ton’a çıkarılarak % 55 oranında artış sağlanmıştır. Birim hayvan başına karkas ağırlık 176 kg’dan 212 Kg’a çıkmıştır. Yine bu desteklemeler ve yerelde yürütülen projeler (Islah Projeleri ve Yem Bitkilerini Geliştirme Projeleri) sonucu; 2002 yılında 145.991 ton olan süt üretimi,2008 yılında 358.409 ton’a çıkarılarak % 146’ lık bir artış sağlanmıştır. Birim hayvan başına süt miktarı 3-5 kg’ dan 8-9 kg’ a çıkmıştır. Erzurum İli Çoruh Havzası Meyvecilik Atılım Projesi: Valiliğimizce 2009 yılında başlatılan ve 3 yıl sürecek olan Proje ile; 8 İlçede, 97 Köyde, 256 çiftçiye toplam 1.293 dekar kiraz ve ceviz bahçeleri tesis edilmiştir. SANAYİ VE TİCARET Gıda sanayi ağırlıklı bir imalat sanayi yapısı izlenen İlimizde Kimya, Plastik Sanayi, Metal Eşya, Makine Sanayi, Petrol ve Tekstil Sanayi öncü sektörler olarak görülmektedir. Sanayi sektöründe faaliyet gösteren işletme, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerden oluşmaktadır. Bu özellikleri sebebiyle söz konusu işletmeler, sadece yerel pazarlara hitap edebilmekte ve oldukça düşük bir istihdam sağlamaktadırlar. Ayrıca, kapasite ve kapasite kullanma oranlarının düşüklüğü, üretimin düşük olarak gerçekleşmesine, üretimin düşüklüğü ise düşük katman değerin oluşmasına sebep olmaktadır. 2009 yılında ilimizde faaliyet gösteren sanayi tesisi sayısı 146’ dır. Faaliyetteki tesislerin sağladığı toplam istihdam ise 2.796’ dır. İlimizde 1 adet Organize Sanayi Bölgesi, 4 adet küçük sanayi sitesi bulunmakta olup Organize Sanayi Bölgesinde faaliyet gösteren 90 sanayi tesisinde kapasite kullanım oranı %37’dir. Ayrıca İlimizde 4 Adet küçük sanayi sitesi bulunmakta olup, 822 işyeri mevcuttur. Bu işyerlerinde 1.880 kişi çalışmaktadır. İlimiz ekonomisinde inşaat ve ticaret sektörü büyük öneme sahiptir. Üretilen ürün ve mamullerin nihai tüketicinin hizmetine sunulmasını sağlayan dağıtıcı bir hizmet sektörü olması nedeniyle ticaret sektörü, diğer sektörlerin performansını artıran önemli bir sektördür. Ticaret sektörü, küçük esnaf ve işletmelerde meydana gelen, ağırlıklı olarak, tarımsal ve hayvansal ürünler, gıda maddeleri, giyim, ve araç ve gereçleri, inşaat malzemeleri ile diğer tüketim mallarının alım ve satımlarının yapıldığı nispeten içe dönük bir yapı arz etmektedir. 35.000 civarındaki öğrencisi ile Atatürk Üniversitesi ilin ticari hayatını yönlendiren en önemli faktördür. Öğrencilerin olmadığı yaz aylarında ilimizde ekonomik durgunluk yaşanmaktadır. İlimizin; dış ticaret hacmi 13 milyon Dolar civarındadır.12 milyon Doları ihracat, kalanı ise ithalattan oluşmaktadır. İhraç ürünlerimizi gıda, boya ve temizlik maddeleri oluşturur. Dış Ticaretimizi; Azerbaycan, İran, Gürcistan, Nahcivan ve Türkmenistan gibi ülkelerle yapmaktayız.
  11. _asi_

    Erzurum Kronolojisi

    ERZURUM KRONOLOJİSİ İsa'dan Önce XI. yy. (Azzi–Hayaşa) dönemi İsa'dan Önce VIII. yy. (Urartu) egemenliği dönemi İsa'dan Önce 585–550 (Medler) dönemi İsa'dan Önce 550–530 (Persler) dönemi İsa'dan Önce 330–323 (İskender) dönemi İsa'dan Önce 323–120 (Selokit Krallığı) dönemi İsa'dan Önce 120–34 (Partlar) dönemi İsa'dan Önce 34 Roma egemenliğinin başlaması İsa'dan Sonra 395 (Bizans) egemenliğinin başlaması 610 Erzurum'un Sasanilerin eline geçmesi 638 İlyaz Bin Ganen'in Erzurum'u ele geçirmesi 651 Habib bin Mesleme'nin Erzurum'u Bizans'tan geri alması 686 Bizanslı komutan Leontlos'un Erzurum'u alması 700 Emevi Halifesi Abdülmelik'in oğlu Abdullah'ın Erzurum'u Bizans'tan geri alması 753 Kentin yeniden Bizanslıların eline geçmesi 772 Ermeni ayaklanması üzerine kente gelen Amr bin İsmail el–Haris'in yöreyi Abbasi yönetimine bağlaması 934 Loannes Kurkuas'ın kenti ele geçirerek Bizans yönetimine bağlaması 948 Kentin Abbasiler tarafından geri alınması 949 Loannes Çimiskes'in kenti yeniden Bizans yönetimine bağlaması 979 Erzurum yöresinin Bağratlı David'e verilmesi 1001 II. Basileos'un Erzurum yöresini Bağratlılardan geri alması 1019 II. Basilleosun Oltu'yu ele geçirmesi 1048 İbrahim Yinal ve Kutalmış Bey'in Erzurum yöresine akınlar yapması 1054 Tuğrul Bey'in Erzurum önlerine kadar ilerlemesi 1058 Yakut Bey'in Erzurum yöresindeki bir çok yeri ele geçirmesi 1071 Erzurum yöresini fetheden Ebulkasım'ın Saltuklular beyliğini kurması 1202 Anadolu Selçuklu sultanı II. Süleyman şah'ın Saltuklular beyliğini ortadan kaldırması 1230 Alaeddin Keykubat'ın Erzurum beyi Cihanşah'ı görevden alarak kendi doğrudan Anadolu Selçuklu yönetimine bağlaması 1242 Erzurum'un Moğolların eline geçmesi 1295 Erzurum'un tümüyle İlhanlı egemenliği altına girmesi 1358 Erzurum'un Cezayirli Uveys Bahadır Han'ın eline geçmesi 1385 Karakoyunluların Erzurum'u ele geçirmesi 1387 Timur'un, kenti Mutahharten'in yönetimine vermesi 1404 Timur'un ölmesi üzerine Yusuf Ali adlı bir Türkmenli kent yönetimini ele geçirmesi 1434 Akkoyunlu hükümdarı Karayülük Osman'ın Erzurum'u alması 1468 Akkoyunlu Uzun Hasan'ın Erzurum'u ele geçirmesi 1502 Erzurum'un Safevilerin eline geçmesi 1517 Yavuz Sultan Selim'in Erzurum'u Osmanlı yönetimine bağlaması 1535 Erzurum Beylerbeyi'nin kurulması 1590 Kent halkının yeniçerilere karşı ayaklanması 1622 Abaza Mehmet paşanın ayaklanması 1628 Abaza Mehmet paşanın ayaklanmasının sona ermesi 1803 Erzurum Valisi Gürcü Osman paşanın ayaklanması 1828 Erzurum'un Rus işgaline uğraması 1829 Rusların Erzurum'dan çekilmesi 1856 Türk–Rus savaşı (Gavurboğan savaşları) 1877 Erzurum'un yeniden rus işgaline uğraması ve şanlı Aziziye savaşında Erzurum'un Türk tarihine emsalsiz bir zafer kazandırması 1879 Berlin antlaşması ile Rus işgalinin sona ermesi
  12. _asi_

    Erzurum Coğrafi Yapısı

    COĞRAFİ YAPI İki coğrafi bölgede toprakları bulunan Erzurum İlinin arazi büyüklüğü, yaklaşık 25.066 km² kadar tutar. Bu toprakların kuzey kesimi yani İspir, Narman, Oltu, Olur, Pazaryolu, Tortum ve Uzundere İlçelerinin toprakları, Karadeniz Bölgesinin Doğu Karadeniz sınırları içinde kalmaktadır. Ancak bu kesim, İl topraklarının yaklaşık % 30’ luk bir payını oluşturur. Geriye kalan % 70 gibi önemli bir pay, Doğu Anadolu Bölgesi dahilinde yer alır. İl, arazi büyüklüğü bakımından, sırayla Konya, Sivas ve Ankara İllerinden sonra, Türkiye’ nin 4. büyük ili konumundadır. YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ: Erzurum İli, genel olarak yüksek arazilerden oluşur. Örneğin platoların deniz düzeyine göre yükseklikleri 2000 m’ yi bulur, bunların üstünde yer alan dağların yükseklikleri ise, 3000 m. ve daha yüksektir. Platolar ve dağlar arasında, yükseklikleri yaklaşık 1500 ila 1800 metrelere ulaşan depresyon ovalarıyla oluklar yerleşmiştir. Karasu-Aras Dağlarının bazı dağ kütleleri, Erzurum İli arazisini güneyde engebelendirmiştir. Bunların en önemlileri, Erzurum kenti ve Erzurum ovası (825 Km²) güneyinde yer almakta olan Palandöken Dağları (Büyük Ejder 3176 m.) ve Pasinler Ovası (540 km²) güneyinde yer alan Şahveled Dağları (Çakmak Dağı 3063 m.) olup, Bingöl Dağlarının kuzey yarısı da yine Erzurum İli sınırları içinde kalmaktadır. İl topraklarını kuzeyden engebelendirmiş olan dağlarsa, Kuzey Anadolu Dağlarının ikinci sırasına bağlı yükseltilerdir. Bunların başlıcaları, İspir ve Erzurum arasında yer alan Mescit Dağları (en yüksek nokta 3239 m.), onların doğusundaki Kargapazarı Dağları (Dumlu Dağı 3169 m.) ve bir kısmı Kars ili sınırları içinde kalan Allahuekber dağlarıdır. Söz konusu edilen bu kuzey ve güneydeki dağların arasına, iki önemli depresyon ovası yerleşmiştir. Bunlar Erzurum Kentinin de kenarında kurulmuş olduğu Erzurum ovası ve Hasankale ovası olup, her iki ovayı birbirinden, 2030 m. yükseklikteki Deveboynu beli ayırır. Bunlardan Erzurum ovasının en alçak kesimi 1850 m, Hasankale ovasınınki ise, 1650 m. kadardır. Aslında bunlar birer ova özelliği gösterirler. İKLİM ÖZELLİKLERİ: İl arazisinin büyük çoğunluğunda, karasal iklim özellikleri egemendir. Kışlar uzun ve sert, yazlar kısa ve sıcak geçer. İl topraklarının kuzey kesimlerinde, yüksekliği yaklaşık 1000 ila 1500 metrelere inen vadi içleriyle çukur sahalarda iklim, büyük ölçüde sertliğini yitirir. Erzurum il merkezindeki meteoroloji istasyonunda 1929’ dan bu yana gözlem yapılmaktadır. Yaklaşık 70 yılı bulan gözlem sonuçlarına göre, ilde en soğuk ay ortalaması, -8.6 C, en sıcak ay ortalaması 19.6 C, en düşük sıcaklık -35 C ve en yüksek sıcaklık ise, 35 C olarak ölçülmüştür. Yıllık yağış tutarı 453 mmm. kadardır. En az yağış kış devresinde düşer. Bu devrenin yağışları kar biçiminde olup, kar yağışlı gün sayısı 50 ve kar örtüsünün yerde kalış süresi ise 114 gün kadardır. En yağışlı devre ilkbahar ve yaz mevsimleridir. DOĞAL BİTKİ ÖRTÜSÜ: İl arazisinde egemen doğal bitki örtüsü, step formasyonudur. Orman örtüsü, pek yaygın değildir. Bu örtünün alt sınırı, 1900-2000 metrelerde başlamakta ve üst sınır, 2400 metrelerde son bulmaktadır. Başlıca orman örtüsü alanları, Oltu, Olur ve Şenkaya ilçelerindeki sarıçam ve meşe ormanlarıyla, Erzincan-Aşkale sınırlarında rastlanan meşe ormanlarıdır. İl arazisinin % 60’ tan biraz fazlası steplerle kaplıdır. Bu doğal bitki örtüsü, yer yer keven topluluklarıyla verimsiz hale gelse de, geniş alanlarda mera hayvancılığına uygun verimli çayırlıklar durumundadır AKARSULAR: İl topraklarının doğu yarısı, Hazar akaçlama Havzası içinde kalır. Bu kesimin sularını, Aras Irmağı toplar. Batı kesimi ise, Basra Körfezi akaçlama alanında, kuzey kesimi de Karadeniz akaçlama havzasında kalır. Batı kesimi sularını Karasu, kuzey kesimininkini ise, Tortum ve Oltu çaylarının birleşmesiyle oluşan Çoruh ırmağı toplar. GÖLLER: İlde doğal göller azdır. Yapay göller ise, yeni yeni oluşmaktadır. İlin en önemli doğal gölü, Tortum çayı üzerinde oluşmuş, bir heyelan-sed gölü olan, Tortum gölüdür. Aslında bu göl, yönetim olarak, 1997’ de ilçe merkezi yapılan Uzundere ilçesi yönetim sınırları içinde kalır. Alanı yaklaşık 8 km² kadar olan bu göl, kuzey batıda yer alan Kemerli dağından heyelan yoluyla kayan kütlelerin, Tortum çayının yatağını tıkaması yoluyla oluşmuştur. Bu nedenle çayın eski yatağı değişmiş ve önünde yüksekliği 48 metreyi bulan ünlü doğa harikası Tortum (Uzundere) Çağlayanı oluşmuştur. Gölün suları, 1963 yılında faaliyete geçen ve 1 km kadar kuzeydeki alçak bir boğazda kurulmuş olan Tortum santralını çalıştırmaktadır. Fazla sular ise, serbest akışa bırakılarak, Tortum çağlayanını oluşturmaktadır. Yapay göller arasında Serçeme çayı üzerinde yer alan Kuzgun barajı (10.3 km²), Lezgi suyu üzerindeki Palandöken Göleti (22 km²), Lezgi, Pisyan Dereleri üzerinde Çat Barajı (220,5 km²), Tımar Çayı üzerinde Demirdöven Barajı (1,45 km²), Aras ırmağı üzerinde Söylemez barajı (46,3 km²) başlıcaları olarak burada hatırlanabilirler.
  13. _asi_

    Erzurum Kongresi

    ERZURUM KONGRESİ Anadolu'da milli mücadele birliğinin kurulmasının ikinci adımı Erzurum Kongresi ile atıldı. Amasya Genelgesi'nden sonra İstanbul ve askerlikle ilişkisi kesilen Mustafa Kemal'e, başta Kazım Karabekir olmak üzere Anadolu'daki komutan ve mülki amirlerin büyük bir çoğunluğu verdikleri desteği sürdürmeye devam ettiler. Amasya Genelgesi'nde yer aldığı gibi, Mustafa Kemal bu dönemde milli bir kongre toplayarak, milli mücadele ile ilgili tüm faaliyetleri birleştirmeyi planlıyordu. Kazım Karabekir, milli bir kongreden önce Doğu illeri için bölgesel bir kongre toplanmasının faydalı olacağı görüşündeydi. Mustafa Kemal, bölgesel bir kongreye karşı olmasına rağmen, Kazım Karabekir ve Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin ısrarları karşısında bir kongre toplanmasını ve kongreye katılmayı kabul etti. Kongre, 10 Temmuz'da toplanması kararlaştırılmış olmasına rağmen, 23 Temmuz'da bir okul salonunda 54 delege ile çalışmalarına başladı. Mustafa Kemal'in davetli olarak katıldığı bu kongreye asil üye olabilmesi için, Erzurum delegesi Cevat Dursunoğlu istifa ederek, kendi yerine Mustafa Kemal'in seçilmesini sağladı. İlk gün, Mustafa Kemal kongre başkanlığına seçildi. Milli bir hal alan kongrede, genel değerlendirmeler yapıldı ve doğu illerinin durumu görüşüldü. Milli mücadelenin temelleri açısından önemli kararlar alındı. Erzurum Kongresi'ne katılanlar, 17 çiftçi ve tüccar, 5 emekli subay, 4 emekli memur, 5 öğretmen, 4 gazeteci, 5 hukukçu, 2 mühendis, 1 doktor, 6 din adamı, 3 eski milletvekili, 1 general ve 1 eski bakan olmak üzere 54 delegeden oluşmuştu. ERZURUM KONGRESİ - (23 TEMMUZ - 7AĞUSTOS 1919) Erzurum Kongresi, I. Dünya Savaşı’nın uğursuzluğunu acımasız maddeleri ile tamamlayan Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) uygulanmaya başlandığı tarihlere rastlamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun imzalamak zorunda kaldığı mütarekenin 24. Maddesi: “Vilâyat-ı Sitte’de karışıklık çıktığı takdirde, bu vilâyetlerin herhangi bir kısmının işgal hakkını İtilâf Devletleri muhafaza ederler” şeklinde düzenlenmişti. Söz konusu vilâyetler: Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas vilâyetleridir ve mütareke belgesinin İngilizce olan metninde bu vilâyetler “Ermeni Vilâyetleri” olarak ifade edilmiştir. Bu durum, öteden beri varlığı hissedilen Ermeni tehlikesini tekrar gündeme getirmiş ve meseleye yönelik duyarlılık ilk olarak kendini, İstanbul’da, “Vilâyat-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti”nin kurulmasıyla göstermiştir.(Aralık 1918) Daha sonra Mart 1919’da Erzurum’da bu cemiyetin bir şubesinin açılmasıyla beraber bölgedeki teşkilatlanmanın öncülüğü yapılmış, bundan sonra Erzurum, Milli Mücadele’nin temellerinin atıldığı önemli merkezlerden biri haline gelmiştir. Şehrin Ermenilere verileceği söylentileri bir panik havası yaratmış, bu ortamda halk cemiyete sıkı sıkıya bağlanıp bölgenin ve vatanın kurtuluşu için çare yolları aramaya başlamıştır. Bu süreç içerisinde toplanan Erzurum Kongresi, savaşlar, antlaşmalar ve mücadelelerle uzayıp gelen tarih zincirinin önemli bir halkasını oluşturmuştur. Kongre, Erzurum Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ile Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetlerinin ortak girişimleriyle 23 Temmuz (Çarşamba) – 7 Ağustos (Perşembe) 1919 tarihleri arasında Nutuk’ta belirtildiği gibi çalışmalarını 14 günde tamamlamıştır. Mustafa Kemal ve Rauf Beyler’in Kongreye Erzurum (merkez) delegeleri olarak katılabilmeleri için Emekli Binbaşı Kazım (Yurdalan) ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurucularından Cevat (Dursunoğlu) Bey, delegelik haklarından vazgeçmişlerdir. Kongrenin ilk günü yapılan oylama ile Mustafa Kemal Paşa, Kongre başkanı seçilmiştir. Mustafa Kemal yaptığı açılış konuşmasında, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu, dünyanın çeşitli yerlerinde milli bağımsızlık uğruna yapılan mücadeleleri anlatarak bağımsız, milli bir iradenin Anadolu’dan çıkacağını ve bunun millete dayanması gerektiğini belirtmiştir. Yoğun çalışmalardan sonra 7 Ağustos’a kadar süren kongre, aynı gün Heyet-i Temsiliye seçimlerini yapmış, 9 kişilik heyetin başına Mustafa Kemal getirilmiştir. Böylece milli mücadelenin ilk siyasi kuruluşu da oluşturulmuştur. Kongre sonunda yayınlanan beyannamenin giriş kısmında: Aydın Vilâyetinde Yunanlıların, Kafkasya’da Ermenilerin, Karadeniz’de Rumların Müslüman ahaliye yaptığı zulümlerden, milleti parçalanma tehlikesi karşısında gören Doğu Anadolu halkının kurduğu cemiyetler vasıtasıyla Erzurum Kongresi’ne katıldığından ve kongrenin yayınlanan kararları aldığından bahsedilmiştir. Kongrede alınan kararlar şu şekilde özetlenebilir: Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür ayrılık kabul edilemez; İşgal ve müdahaleler sonucu Osmanlı Devletinin dağılması halinde millet tek vücut olarak yurdunu savunacaktır; Vatanın bağımsızlığını korumaya İstanbul Hükümeti’nin gücü yetmediği takdirde, geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet milli kongre tarafından seçilecektir; Kongre toplantıda değilse bunu Heyet-i Temsiliye üstlenecektir; Kuvâ-yı Miliyeyi etken ve milli iradeyi hakim kılmak esastır; Hıristiyan azınlıklara siyasî hakimiyet ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez; Manda ve himaye kabul edilemez; Milli Meclis’in hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır. Erzurum Kongresi’nin amacı, sadece doğu bölgesinin bütünlüğü değil, 30 Ekim 1918’deki sınırıyla “Vatanın bütünlüğü” idi. Bağımsızlık ise, yine bütün Türk milletinindi. Bu gayenin ilk adımı Erzurum Kongresi’nde atıldı. Kongrenin kabul ettiği kararları, belirlediği hedefleri, çizdiği stratejiyi iyi tahlil etmek gerekir. Kongrenin benimsediği hedefler, Türk Milli mücadelesinin de gerçekleştirmeye çalıştığı milli hedeflerdir. Milli Mücadele hareketinin siyasal temeli olan “hukuk-ı milliye” ilk olarak bu kongrede dile getirilmiştir. Kongrenin kabul ettiği kararlar ise milli bağımsızlık savaşımızın programı olarak ele alınmış, belirlediği hedefler gerçekleştirilmiştir. 28 Ocak 1920’de Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Misâk-ı Milli adıyla kabul edilip, 17 Şubat 1920’de bütün dünyaya ilân edilen programın esasları Erzurum’da, bu kongrede belirlenmiştir. Kongre, temsil ettiği fikir ve prensiplerle, sağladığı yetkiler bakımından Milli Mücadele hareketinin tarihi bir hareket ve çıkış noktasıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle; “Tarih şüphesiz bu kongreyi ender ve büyük bir eser sayarak bağrına basacaktır.” Alınan Kararlar 1. Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz. 2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir. 3. Vatanı korumayı ve istiklali elde etmeyi İstanbul Hükümeti sağlayamadığı takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri milli kongrece seçilecektir. Kongre toplanmamışsa, bu seçimi Temsil Heyeti yapacaktır. 4. Kuva-yı Milliyeyi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır. 5. Hıristiyan azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. 6. Manda ve himaye kabul edilemez. 7. Milli Meclisin derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır. 8. Milli irade padişahı ve halifeyi kurtaracaktır.
  14. _asi_

    Erzurum'un Kurtuluşu

    Ermeni Katliami Ve Erzurum'un Kurtuluşu Birinci dünya savaşında Erzurum, Çarlık Rus ordusunun ilk hedefi üzerindeydi. Erzurum 16 Şubat 1916'da Ruslar tarafından işgal edildi. 1917 yılında Rusya’da çarlık rejimi yıkılmış Bolşevikler ülkede duruma el koymuşlardı. Rusya’da bu yönetim değişikliği üzerine Ruslar işgal ettikleri Doğu Anadolu Bölgesini boşaltarak ülkelerine dönmeye başlamışlardı. Ancak Doğu Anadolu’da Ermenistan hayalini yaşayan Ermeniler süratle silahlanarak Erzurum ve çevresinde soykırıma giriştiler. Erzurum Rus II. Topçu Kale Komutanı olan Twerdo Khlebov, Ermenilerin bu kanlı hareketlerine sadece seyirci kaldı. Erzurum'a giren Türk birlikleri şehir içinde 2127 şehit defnetmişler, ayrıca Kars kapıda da 250 ceset bulmuşlardır. Kazım Karabekir Paşa, 12 Mart sabahını şöyle dile getiriyordu: "Erzurum'da halk gözyaşları içinde kimi babasını, kimi kardeşini yakılmış ya da süngülenmiş buluyor, saçlarını yoluyordu, sokaklarda canlılıktan bir iz bile kalmamıştı. Yerlerde çocuk, kadın ve yaşlılar kanlar içinde yatıyordu." Ermenilerin yalnız son gece (11–12 Mart 1918) 3000 Müslüman Türk'ü öldürdüklerini, Erzurum'daki Rus Yarbayı Twerdo- Khelebof anılarında ifade etmiştir. "Demiryolu istasyonunda sanki bir mezarlık ölülerini dışarıya çıkarmıştı. Cenazeler arasından geçerek feci duruma gözlerimizle şahit olduk. Bilhassa Tahtacılar semtinde karşılıklı yer alan Osman Ağa ve Mürsel Paşa konaklarına doldurulup yakılan ve katledilen Erzurumlular insanı titretiyordu." Erzurum'da resmi belgelere göre 9563 yerli Türk ahali Taşnak Ermeni çeteleri tarafından şehit edilmiştir. 12 Mart 1918 günü Türkün kalbi olan Erzurum'un esaretten hürriyete, ölümden hayata kavuştuğu bir gündür. 12 Mart 1918 de Türk Hükümeti, Doğuda ki güzel toprakları, yüksek dağları mert kanıyla sulayarak, düşmana göğüs geren Erzurum'u karanlık bir günden kurtardığının yıl dönümüdür. 12 Mart 1918 tarihi Erzurum kalesinin beklediği kutsal sabahtır. yıl önce bir 12 Martta zamanın saygısı altında kalan, hatırladıkça kanayan bir yara içimizi sızlatır, sevincimizi gözyaşlarımızın ıslaklığı, mutluluğu kederimizin hüznü, Hürriyetimizde kanımızın pahası, yaşamımızda Türk olmanın gururu, bayrağımızda varlığımızın manası vardır ve saklıdır, işte 12 Mart kutlu günümüzün bizlere hatırlattıkları bu duygu ve fikirlerdir.
  15. _asi_

    Erzurum Adının Kaynağı

    Erzurum Adı Nereden Geliyor Bugünkü Erzurum şehrinin bulunduğu yerde, daha önce tarihin çeşitli dönemlerinde Karin, Karna, Garin, Kornoi, Kalai ve Karnak şeklinde isimlendirilen bir şehir bulunduğu bilinmektedir. Yine aynı tarih dönemlerinde Erzurum Ovası’nın batı bölümünde Erzen isimli bir şehrin var olduğu tarihi kaynaklarla sabittir. Bizanas İmparatorlarından II. Teodosious (M.S. 408-450) zamanında Erzurum Ovası’nı doğudan gelen İran saldırılarından korumak amacıyla, Karin şehrine hakim bir tepe üzerinde bir kale inşa edilmiş olup, kale içindeki şehre de imparatorun adına izafeten “ Teodosiopolis” adı verilmiştir. Bugünkü Erzurum şehrinin yerinde kurulmuş olan Karin (sonradan Teodosiopolis ) ile Erzurum Ovası’nın batı bölümündeki Erzen şehri iki ayrı şehirdir. Bizans kaynaklarında Teodosipolis olarak geçen şehre, Araplar Kalikala adını vermişlerdir. Kalikala Arapça’da “Kali’nin ihsanı “ anlamına gelmektedir. Arap tarihçilerden Belazuri ( ölümü 892) ye göre, şehir bu adını kurucusundan almıştır. Bizans döneminde bölgeyi ele geçiren bir beyin karısı olan Kali, bir şehir yaptırmış ve şehre de Kalikala adını vermiştir. Araplar bu isim kendilerine göre Kalikala şehrinde kullanmışlardır. M.S.1048 ‘de Doğu Anadolu’yu fethetmek üzere Bizans topraklarına giren Selçuklu Türkleri , Yinal oğlu İbrahim Bey komutasında, ovanın batısında ki Erzen (Arze) i zaptetmişlerdir. Erzen’in bu kuşatmada bi harabe halini almasından sonra, geride kalanlar bugünkü Erzurum şehrinin bulunduğu yerdeki Kalikala’ya sığınmışlar ve şehre de Erzen adı vermişlerdir. Saldırılar sonucunda harap olmuş asıl ERZEN şehrine ise Türkler , Kara Erzen demişlerdir. Bu isim zamanla halk dilinde Kara Arza, Kara Arz ve nihayet Karaz şeklinde söylenegelmiştir. Diğer taraftan Kalikala’ya sığınan Erzen halkının bu şehre Erzen adını vermelerinden sonra, kent zamanla Arzn olarak isimlendirilmiştir. Araplar kendi dillerindeki Arz ( yer) sözcüğüne birde Rum kelimesi eklemek suretiyle şehre Arz-ı Rum (Erzı-Rum) adını vermişlerdir. Bu konudaki bir diğer görüş şöyledir: Kalikala’nın Erzen adı almasından sonra, bu şahri fetheden müslüman Araplar, şehri biri bugünkü Siirt ile Silvan arasında bulunan diğeri İran’da Şiraz yakınlarındaki iki Erzen şehrinden ayırmak için, şehre Erzen-i Rum adı vermişlerdir. Erzurum’la ilgili muhtelif tarihi metinlerde, kitabelerde ve basılan paralarda Erzi-i Rum, Erzen-ir Rum , Arz-ı Rum isimleri kullanılmıştır. İşte Erzurum adı bu isimlerin halk dilinde kullanılmasına göre şekil almış ve günümüze kadar gelmiştir
  16. _asi_

    Erzurum Tarihi

    TARİHÇE Tarihin İlk Dönemlerinde Erzurum Erzurum hakkında bilinen en eski yazılı tarih kaynakları olarak kabul edilebilecek Hitit (Boğazköy) ve Mısır yazılı kaynaklarına göre, M.Ö. 2000 – 1200 yılları arasında Erzurum ve çevresi Orta Asya kökenli Hurrilerin hâkimiyeti altında bulunuyordu. Hitit Boğazköy yazılı arşivlerinde, Erzurum’un Azzi Hayaşa hâkimiyeti altında bulunduğu sırada, biri M.Ö. 1375’ de Hitit İmparatoru Şuppiluliuma, diğeri II. Murşil (M.Ö. 1334 – 1306) tarafından işgal edilmek istendiğine dair belgelere rastlanmıştır. M.Ö. 1200 yıllarında, Avrupa’dan Ön Asya içlerine doğru oluşan ve Kavimler Göçü adı verilen göç hareketinden sonra, Muşkilerin Erzurum ve çevresine yerleştikleri bilinmektedir. Urartular Döneminde Erzurum M.Ö. IX. yüzyılda Van ve çevresinde yerleşmiş olan Hurri kökenli Urartular, M.Ö. VII. yüzyılda Erzurum’ u da egemenlikleri altına aldılar. M.Ö.660 yıllarında ise güneyden Aras Havzasına doğru ilerleyen Asurlar Daieni ülkesi sınırları içerisinde olan Erzurum ve çevresini ele geçirdiler. Yine VII. yüzyılın sonlarında Urartu egemenliği altındaki topraklar, kuzeyden gelen İskitlerin saldırısına uğradı. Asur saldırılarına zorda olsa karşı koyabilen Urartular, İskit saldırısından sonra tamamen tarihten silindiler. Urartu Krallığı’nın III. Rusan’ın ölümü (M.Ö. 585 ) ile ortadan kalkmasıyla da Ermeniler’ in bölgede etkinlik kurması kolaylaştı. Bazı tarihçiler, Ermenilerin bölgede etkinlik kurması kolaylaştı. Bazı tarihçiler Ermeniler’ in Kavimler Göçü sırasında Avrupa’dan Ön Asya’ ya göç eden Friglerle Birlikte bölgeye gelmiş olduklarını ileri sürmektedirler Medler Döneminde Erzurum M.Ö. V. yüzyılda Asur egemenliğine son veren Medler, Keyaksar yönetiminde kuzeye doğru ilerleyerek Urartu topraklarını ele geçirmişlerdir. Medler, Muşki Frigler ve İskit bölgelerini de ele geçirdikten sonra, Kapadokya’ ya doğru yönelmişlerdir. Erzurum ve çevresinde bu yüzyılda Khalibler, Muşkiler ve Tibarenler’in yaşadıkları bölgenin yerel derebeylerinin egemenliği altında olduğu, ancak bunların Med Krallarının yetkilerini tanıdıkları bilinmektedir. Medlerin zayıflama döneminde ise, bu beyler Kral Astiyag’a direnerek, özerkliklerini ilan etmişlerdir. Persler Döneminde Erzurum Pers Kralı II. Kiros’ un M.Ö. 555’ de Med Krallığına son vermesi ile Erzurum’un doğusu Pers egemenliği altına girmiştir. Kiros’dan sonra gelen Pers Krallıklarından Büyük Darios zamanında, Erzurum çevresinde bir Ermeni satraplığı kurulmuştur. Pers İmparatorlarından Kserkses’ in M.Ö. 480 de çıktığı Yunan seferinde, bu satraplıktan da asker toplanmıştı. Ünlü tarihçi Heredot da bu seferden söz ederken, Ermenileri Frigyalı olarak tanımlanmıştır. Ermeni satraplığında o dönemde Muşki, Taberin ve Maerin topluluklarının yaşadıkları Heredot tarafından tespit edilmiştir. M.Ö. III. yüzyılda bölgeye Selökidler ve II. yüzyılda Persler egemen olmuşlardır. II. yüzyıl ortalarından itibaren bölge Romalılarla Persler arsındaki yoğun mücadelelere sahne olmuştur. Romalılar, bölgeye yaptıkları seferler sonucunda geçici olarak egemenlik kurabilmişler, ancak sık sık bölge halkının direnişleriyle karşılaşmışlardır Bizans Döneminde Erzurum Roma İmparatorluğunun M.S. 395’ de ikiye ayrılması sonucunda kurulan Doğu Roma İmparatorluğu döneminde, Erzurum ve çevresi bu İmparatorluğun egemenliği altına girmiş, ancak Doğu Roma egemenliği sürekli olamamıştır. M.S. 395’ den VII. yüzyılın sonlarına kadar bölge üzerinde Bizans ile Sasani Devletinin mücadeleleri olmuştur. M.S. 408 – 450 yılları arasında Bizans İmparatoru olan ikinci Teodosious zamanında, Erzurum ve çevresi işgal edilmiş ve İmparatorun komutanlarından Anatolius tarafından bugünkü Erzurum şehrinin bulunduğu yerde bir tepe üzerine, bugünkü Erzurum kalesi inşa ettirilmiştir. O zamana kadar Kalikala olarak adlandırılan Erzurum şehri, bu tarihten sonra İmparatorun adına izafeten Teodosiopolis şeklinde isimlendirilmiştir. Şehir ve çevresi 504 yılında İran’dan gelen Sasani’lerin eline geçmiş, ancak kanlı çarpışmalardan sonra, Bizanslılar şehri tekrar geri almışlardır. 530 yılında Erzurum Kalesi İmparator I. Anastas tarafından tahkim ettirilmiştir. M.S. 572 yılında Nuşirevan komutasındaki Sasani ordusu, Erzurum Kalesini kuşatmış, on yıl süren kuşatma sonucunda, Sasaniler şehri ele geçirememişlerdir. M.S. 590’ da şehir yine Sasanilerce kuşatılmıştır. Bu kez, Bizanslılar ağır şartlarla bir antlaşma yaparak şehri kurtarabilmişlerdir. M.S. 610’ da Erzurum, bütün çevresi ile birlikte Sasanilerin kuzeydeki düşman Hazarlar ile antlaşma yaparak, onların Sasaniler üzerine yürümesini sağlamış ve sonuçta Erzurum ve çevresi tekrar Bizans'ın eline geçmiştir. Araplar Döneminde Erzurum Sasanilerin M.S. 642’ de Nihavend’de İslam Halifesi Hz. Ömer’in ordularına yenilerek, tarihten silinmelerinden sonra, Erzurum ve çevresi Müslüman Arap ordularının istilasına uğramıştır. Erzurum, İslam ordularınca ilk olarak 638’ de Halife Hz. Ömer’ in komutanlarından İyaz bin Ganem tarafından ele geçirilmiştir. Ancak, uzun bir süre sonra şehir tekrar Bizanslılar tarafından geri alınmıştır. 651 yılında ise, bu kez Habib İbn–i Mesleme komutasındaki 6000 kişilik İslam ordusu, kısa bir kuşatmadan sonra şehri sonra şehri teslim almıştır. Şehrin dini ve askeri lideri Ermi-naks, şehri yeniden ele geçirmek için Gürcü ve Hazar Türkleri ile ittifak kurmuş ve şehir üzerine yürümüştür. Ancak yapılan savaşta Araplara yenik düşmüştür. Kenti ele geçiremeyen bu ordu, şehir çevresinde geniş güvenlik tedbirleri almış ve karakollar kurdurmuştur. Bunun üzerine tehlikeyi sezen Habib İbn–i Mesleme, Suriye Valisi Muavine’ den yardım istemiştir. Küfe Valisi Süleyman el–Hıyel komutasındaki Arap Ordusu, Gürcü ve Hazar Türklerinden oluşan bir orduyu Fırat nehri kenarında bozguna uğratmıştır. Arapların kendi içlerindeki mücadelelerden yararlanan Bizans, İmparator II. Justinianus zamanında, Leontier komutasındaki bir ordu ile 686’ da Erzurum’u tekrar ele geçirmiştir. Ancak M.S. 700 tarihinde Emevi Halifesi Abdülmelik’in oğlu Abdullah şehri tekrar geri almaya muvaffak olmuştur. M.S. 753 yılında ise Bizans İmparatoru V. Konstantinos, Kusan adlı bir Ermeni’yi şehri almakla görevlendirmiştir. Kaleyi koruyan Arap askerlerinin sayıca azlığı ve kalede bulunan iki Ermeni’nin ihaneti ile Kusan kaleyi zapt etmiştir. Ancak bir süre sonra, şehir ve çevresi tekrar Emevilerin eline geçmiştir. 770–772 yılları arasında yöredeki Ermenilerin ayaklanarak şehri kuşatmaları üzerine, Amr bin İsmail el Harisi komutasındaki bir ordu, ayaklanmayı bastırmak üzere Erzurum üzerine yürümüş ve ayaklanmacıları bozguna uğratmıştır. 838 yılında Bizans İmparatoru Teheophilos, Erzurum’ u kuşatmış ve şehir surlarını yıktırmıştır. 840’ da Halife Mutasım şehir surlarını tamir ettirmiş ve kaleyi tahkim ettirmiştir. Bu tarihten sonra, şehir iki kez daha Bizanslıların eline geçmiş (934), ancak 12 yıl sonra Abbasiler tarafından tekrar geri alınmıştır. 948’ de büyük bir Bizans ordusu, Erzurum üzerine yürümüş ve 949 yılında Bizans egemenliği tekrar sağlanmıştır. Bu tarihten sonra, Erzurum ve çevresindeki Arap egemenliği tamamen son bulmuştur. 979 yılında şehir ve çevresi, yaptığı yardımlardan ötürü, Bizans İmparatoru tarafından Gürcü Belgratlı Kralı David’e verilmiştir. David’in ölümünden sonra, şehir Bizans İmparatoru II. Basilious tarafından geri alınmıştır. Selçuklular Döneminde Erzurum Selçukluların bölgede ilk olarak belirmeleri XXI. Yüzyılın başlarına rastlar. Bizans yönetiminin yöre halkına iyi davranmaması nedeniyle bozulan idari ve siyasi ortam, Selçukluları küçük topluluklar halinde bölgenin muhtelif kesimlerine yerleşmelerine imkân sağlamıştır. Selçuklular tarafından Erzurum ve çevresine yöneltilen ilk askeri hareket 1048 yılında gerçekleştirilmiştir. Büyük Selçuklu Sultanı tarafından Erzurum ve çevresini fethetmekle görevlendirilen Azerbaycan valisi İbrahim Yanal ve Gence valisi Kutalmış Beyler, Eleşkirt üzerinden Pasinler ovasına inmiş ve oradan Erzurum üzerine yürüyerek, Erzurum kalesini kuşatmışlardır. Ancak, kuşatmanın uzun süreceğini gördüklerinden Erzurum Ovası’nın batı bölümünde yer alan zengin Erzen şehrine yönelmişlerdir. 6 gün süren bir kuşatmadan sonra Erzen Selçuklu ordusu tarafından ele geçirilmiştir. Erzen halkı, Teodosiopolis olarak isimlendirilen bugünkü Erzurum şehri kalesine sığınmak zorunda kalmıştır. Erzen şehri bu kuşatmadan sonra yıkılıp yakılmış ve bir kez daha imar edilmeyerek metruk bir şehir halini almıştır. Bu yıkımdan sonra şehre Kara Erzen denilmeye başlanmıştır. Bu sözcük, halk dilinde zamanla Karaz şeklinde telaffuz edile gelmiştir. Selçukluların Erzurum üzerine düzenledikleri ikinci büyük sefer, 1054 yılında Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. Ordusuyla Pasinler Ovasına geçen Tuğrul Bey, Erzurum’a gelmiş ancak Erzurum kalesinin surlarını aşamayacağını anlayarak kuşatmadan vazgeçmiştir. Bu tarihten, Anadolu’nun kapılarını Türklere açan ve Doğu Anadolu’ da kesin Türk hâkimiyetini getiren günlerin müjdecisi olan Malazgirt zaferine kadar, Selçuklular tarafından Erzurum üzerine askeri bir sefer düzenlenmemiştir. 1071 Malazgirt zaferinden sonra, Erzurum ve çevresi büyük Selçuklu Sultanı Alparslan tarafından Eblul Kasım’ a verilmiştir. Eb–ul Kasım, Melik Danişment Ahmet Gazi ve Emir Mengücek gibi, Doğu Anadolu’nun fethi için Büyük Selçuklu Sultanı tarafından görevlendirilen ve yaralı hizmetleri olan bir Selçuklu komutanı idi. Erzurum’ da kurulacak ve sonradan Eb- ul Kasım’ın torunlarından birisi olan Saltuk Bey’ in adı ile anılacak olan beyliğin kurucusu olan Eb – ul Kasım, yörenin Selçuklu egemenliğine girmesi yönünde büyük çabalarda bulunmuştur. Merkezi Erzurum olan Saltukoğulları Beyliğinin sınırları içine zamanla Bayburt, İspir, Koçmaz, Micingirt, Oltu ve Tercan gibi önemli kale ve yerleşim yerleri dahil edilmiştir. Eb–ul Kasım’ ın 1102’ de ölümünden sonra, beyliğin başına Ali ve İnanç Beygu isimli iki oğlundan Emir Ali geçti, Emir Ali’nin Selçuklu Sultanı Melik şah’ ın ölümünden sonra oğulları arasında çıkan taht kavgasında Sultan Tapar’ın yanında yer aldığı ve Sultan Tapar’ ın Selçuklu Devletini ele geçirmek için Silvan üzerine yaptığı seferde Emir Ali’nin de bulunduğu bilinmektedir. Bu arada Türkler arasındaki iç mücadelelerden yararlanmak isteyen Gürcü Kralı David, 1116’da Erzurum önlerine kadar gelmiş, ancak şehir önlerinde yapılan iki çarpışmadan sonra, şehri muhasara etmekten vazgeçerek geri dönmüştür. Gürcülerin Doğu Anadolu’daki Türk yerleşim bölgelerini tehdit altında bulundurmaları, Merkezi Konya’ da kurulmuş olan Anadolu Selçuklu Devletini rahatsız ediyordu. Bunun üzerine harekete geçen Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin Süleyman Şah, 1201 yılında Doğu Anadolu'daki küçük Türk Beyliklerine son verdi. Aynı tarihte Erzurum ve çevresi de Anadolu Selçuklu hâkimiyeti altına girdi. Rükneddin Süleyman Şah, Erzurum ve çevresini Mugisiddin Tuğrul Şah isimli kardeşine vermiştir. Böylece yaklaşık 130 yıl süren Saltukoğulları dönemi sona ermiş oluyordu. Anadolu Selçukluları döneminde Erzurum ve çevresi üzerindeki Gürcü baskısı büyük ölçüde kalkmış ve şehir, Anadolu’nun en gelişmiş şehirlerinden birisi olmuştur. Mugisiddin Tuğrul Şah’ın 1225’ de ölümü üzerine yerine oğlu Rükneddin Cihan Şah geçmiştir. Erzurum'daki Selçuklu Beyliğinin, kuzeyde Gürcülerle ve Trabzon’ da yeni kurulmuş olan Rum İmparatorluğu ile komşu olması, bu Beyliğin Anadolu Selçukluları açısından önemini artırmaktaydı. O dönemde Anadolu Selçuklu Sultanı olan Alâeddin Keykubat, devletin güvenliğini pekiştirmek için beyliklere son veriyor ve Anadolu’daki Selçuklu hâkimiyetini güçlendiriyordu. Bu amaçla, 1228’ de Erzurum’ u almak üzere harekete geçti. Bunun üzerine telaşa kapılan Rükneddin Cihanşah, o sırada Ahlat’ ı kuşatmış olan Celaleddin Harzemşah’tan destek sağladı. Alâeddin Keykubad’ın Harzemlilerle barış yapma çabaları sonuç vermeyince, iki devletin ordusu, 1230’ da Yassı çemen’ de karşı karşıya geldi. Bu savaşta Erzurum’ un Selçuklu Beyi, aynı zamanda amcası olan Alaattin Keykubat’ a karşı, Celaleddin Harzemşah’ ın yanında yer aldı. Savaşta Selçuklu ordusu galip geldi ve Cihanşah tutsak edildi. Bu savaş aynı zamanda Harzemliler Devletinin de sonu oldu. Savaştan sonra, Selçuklu ordusu Erzurum'a yürüdü ve çarpışma olmaksızın şehir ele geçirildi. Bundan sonra Erzurum şehri, Anadolu Selçuklu Devleti için önemli bir askeri üs vazifesi gördü. Moğol saldırıları Karşısında Erzurum Anadolu Selçuklu Alâeddin Keykubat’ ın Erzurum ve çevresini ele geçirerek, devletin güvenliğini sağlamak istemesindeki en önemli sebep, doğudan gelen Moğol saldırılarına karşı koyabilmekti. Bu maksatla, bölgedeki önemli kaleler tahkim ettirildi. Yine aynı güvenlik gayeleri ile, Moğolların önünden kaçan Türkmen boyları bölgede iskan ettirildi. Moğollar, Gürcüler tarafından da kışkırtılmaktaydılar. İlk Moğol saldırısı 1231 yılında Cengiz Han’ ın oğlu Oktay Han’ın komutanlarından Cormagon Noyan tarafından yapıldı. Anadolu Selçukluları ve Moğollar arasındaki barış görüşmeleri sonuç vermedi.1237’ de Alâeddin Keykubat öldü ve yerine oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev geçti. Bölgedeki Ermeni ve Rumların kışkırtmaları sonucunda Moğollar, 1242’ de Baycu Noyan’ ın komutasındaki bir ordu ile Erzurum’ u kuşattılar. Sinaneddin Yakut komutasındaki kale muhafızlarının gayretli direnişe rağmen, Erzurum kalesi Moğolların eline geçti. Moğollar şehri yağmalayarak Erzurum halkının büyük bir bölümünü kılıçtan geçirdi. Erzurum’ un düşmesi, Anadolu Selçuklu Devleti için büyük büyük bir yıkım oldu. Akabinde 1243’ de Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev, Kösedağ Savaşında Moğollara yenilince, 1244’ de yapılan bir anlaşma ile bölgedeki Moğol egemenliği kabul edildi. Erzurum’ un düşmesi, Moğol akıncılarının önemli bir engelle karşılaşmadan Anadolu içlerine akınlar düzenlemelerini kolaylaştırdı. Bu saldırılar, başta Erzurum olmak üzere, Anadolu’nun birçok şehrinin Moğollar tarafından yağmalanmasına ve bu şehirlerde yaşayanların, uzun yıllar huzur ve sükûttan uzak kalmalarına yol açtı. Bu sıralarda Moğollar, İran’ da İlhanlı Devletini kurmuşlardı. 1244 yılında yapılan antlaşma ile Anadolu Selçuklu Devletinin yıkıldığı 1308 yılına kadar Erzurum, Selçuklu soyundan gelen kişiler tarafından yönetildi. Bu tarihten sonra da İlhanlı Devletinin bir eyaleti durumuna girdi. İlhanlılar Döneminde Erzurum Erzurum’ un tam olarak İlhanlı hâkimiyeti altına girmesi, Gazan Mahmut Han zamanında (1304–1317) rastlar. Gazan Han’dan sonra başa geçen Olcaytu Han zamanında, Erzurum şehri büyük ölçüde imar edilmiştir.Bu döneminde bir çok tarihi eser inşa ettirildi.Olcaytu Han’ dan sonra başa geçen Ebu Said Bahadır Han zamanında, Erzurum’ un yönetimi Sultanın veziri Emir çoban’ ın oğlu Timurtaş’ a verildi.Emir Çobanla İlhanlı Sultanının arası bozulunca, Bahadır Han, İrencin Noyan adlı komutanını Erzurum üzerine gönderdi, bu durumdan korkan Timurtaş Mısır’ a kaçtı. Erzurum'un yönetimi de sonradan Eretna Bey’e verildi. 50 yıl kadar Eretna Beyleri tarafından yönetilen Erzurum ve 1385 yılında Karakoyunlu Beyi Kara Mehmed’ in eline geçti. Karakoyunlular ve Akkoyunlular Döneminde Erzurum Karakoyunlu egemenliği uzun sürmedi.1387’ de, Timur Kara-Koyunlu egemenliğine son verdi. Erzurum’ a vali olarak torunu Gıyaseddin Sagar’ ı tayin etti. Bu sırada şehirde yönetime karşı başkaldırılar süregeldiğinden, Timur 1400’ de tekrar Erzurum’ a geldi. Yönetime karşı çıkan halkın bir kısmını kılıçtan geçirdi. Timur’ un ölümünden sonra ( 1404), Erzurum şehri, Karakoyunlular ve Akkoyunlular’la, Timur’ un oğlu Şahruh arasındaki kanlı çarpışmalara sahne oldu. Bu dönemde şehir önemli ölçüde tahrip edildi. Doğudan gelen istilacıların Anadolu’ ya girişte karşılaştıkları en önemli askeri üs olma özelliğine sahip Erzurum’ un, Anadolu tarihinin en kanlı ve kargaşalarla dolu bu yüzyılında birkaç kez daha yağmaya uğradığı, tahrip edildiği ve halkının kılıçtan geçirildiği bilinmektedir. Bu saldırılar şu şekilde özetlenebilir. 1421’ de Timur’ un oğlu Şahruh, Erzurum ve çevresini zapt etti ve kaleyi kuşattı, ancak şehri alamayarak geri döndü. 1434’ de Karakoyunlularla olan mücadelelerinde Şahruh’ u destekleyen Akkoyunlu Beyi Kara Yülük Osman, Erzurum’ u kuşattı ve ele geçirdi. 1435’ de bu kez Karakoyunlu hükümdarı İskender Bey’ in eline geçti. 1458 ve 1466’ da Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Gürcistan seferi sırasında Erzurum’dan gitti, 1468 yılında ise şehre hakim oldu. 1473’ deki Otlukbeli savaşında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’e yenilen Akkoyunlular giderek güçlerini yitirdi. Uzun Hasan’ın ölümünden sonra ( 1478) şehrin yönetimi oğullarından Yakup’a geçti. Yakup’ un ölümünden sonra ( 1490) çıkan taht kavgalarında şehir büyük tahribata uğradı. Erzurum, 1502’ de Akkoyunlu Devletinin son hükümdarı Elvend Mirza’ dan Şah İsmail’ Osmanlılar Döneminde Erzurum Erzurum ve çevresinin Safevi Devletinin etki alanı içinde kalması sadece 15 yıl sürdü. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinden dönüşte Kars ve Pasinler üzerinden Erzurum’ a geldi ve şehir çevresi 1517 yılında Osmanlı topraklarına katıldı. Yüzyıllar boyunca şehrin kaderine hâkim olan kargaşa, yerini Osmanlı Devletinin, huzur ve sükun dolu yönetimine terk etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Erzurum kalesi tahkim edildi ve şehir baştanbaşa imar edildi. Kanuni’nin birincisi 1534, ikincisi 1548 yıllarında İran üzerine düzenlediği seferlerde, Erzurum şehri, Osmanlı ordusuna önemli bir askeri üs vazifesi gördü. Kanuni, İran seferinden dönüşte (1535) Dulkadirli Mehmed Han’ı Erzurum Beylerbeyliğine tayin etti. Erzurum şehri ise o dönemde beylerbeyliğine bağlı bir sancak durumundaydı. Erzurum Beylerbeyliğinin sınırları, kuzeyde Doğu Karadeniz Dağlarından Ordu’daki Bolaman Deresine batıda Reşadiye, Zara, Koçhisar ve Kemah’ a, güneyde Pülümür, Kiğı ve Malazgirt’ e doğuda Tahir Geçidi ve Pasin Ovasına kadar uzanan bölgeleri içine almaktaydı. Erzurum Sancağı da 10 nahiyeden müteşekkildi. Bunlar, Erzurum Merkezi, Karaz, Geçik, Tekman, Karaş–kali, Aşkale, Serçeme, Cinis, Çermeli ve Ovacık nahiyeleriydi. Kanuni Sultan Süleyman’ ın ikinci İran seferinde (1548)beylerbeyliğinin sınırları daha da büyütüldü ve kuzeydeki Gürcü kalıntıları ortadan kaldırıldı.1552 yılında şehir İranlılar tarafından ele geçirilmek istendi, Erzurum Beylerbeyi İskender Paşa komutasındaki beylerbeyi ordusunun yenilmesine rağmen, Erzurum kalesi İranlılara teslim edilmedi. Artan İran baskıları karşısında Kanuni Sultan Süleyman 1553 yılında İran üzerine yeni bir sefer düzenledi, sefer dönüşü (1554) Erzurum’ a gelerek şehrin yıkılan kalesini tamir ettirdi. 1853 – 1856 Kırım savaşı sırasında şehrin etrafındaki tabyalar, Ruslardan gelebilecek tehlikelere karşı tahkim edildi ve yeni tabyalar yapıldı. 1855 yılında Kars’ ın Ruslar tarafından işgali, Erzurum’ un Rus tehlikesine karşı daha iyi tahkim edilmesi gereğini bir kez daha ortaya koydu. Bu gayeyle, 1865’ den 1877’ ye kadar geçen 12 yılda, Erzurum halkının da yardımlarıyla Aziziye Tabyalaları, şehir etrafındaki istihkâmlar ve diğer kışla ve tabyalar inşa edildi. Osmanlı Devletinin Balkanlarda çıkan karışıklıklarla uğraştığı bir sırada, Ruslar 1877 yılında Balkanlar ve Doğu Anadolu üzerinden bir kez daha Osmanlı topraklarına tecavüz etti. Gazi Ahmed Muhtar Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Rus ordusunun birbiri ardına Halyaz ve Zivin meydan savaşlarında yenilgiye uğrattı. Ancak, bu savaşlarda Türk ordusu da büyük kayıplar verdiğinden Erzurum tabyalarına çekilmek zorunda kaldı. Ruslar Gürcü Boğazını ele geçirerek, Erzurum’ u kuzeyinden baskı altına almaya muvaffak oldular. Rusların batı cephesinde Yeşilköy önlerine kadar ilerlemeleri, Osmanlı Devletini Doğu cephesinde taviz vermek zorunda bıraktı. Yapılan bir antlaşmayla, Osmanlı ordusu Bayburt ve Erzincan’ a çekildi. Erzurum ise, kışlamak üzere Rus ordusuna terk edildi. Böylece, Erzurum bir kez daha Ruslar tarafından işgal edildi. 3 Mart 1878’ de imzalanan Ayestefanos Antlaşmasıyla Ruslar Erzurum’u terk ettiler. Daha sonra Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878 ) ile Erzurum’ un kuzey doğusunda bulunan Artvin, Batum, Otu, Şenkaya, Olur Ardahan, Kars ve Sarıkamış savaş tazminatı olarak Ruslara bırakıldı. Böylece, Rus sınırı Erzurum’ un 105 km. doğusuna kadar yaklaşmıştı. Bu durum, şüphesiz Erzurum için büyük bir tehdit oluşturmaktaydı. Milli Mücadele Döneminde Erzurum Mondros Mütarekesinin ağır hükümlerini asla kabullenemeyen Erzurum halkı, kendi hak ve hukukunu korumak için direniş ve örgütlenme çabalarına başlamıştı. Erzurum’ da kurulmuş olan ilk direniş örgüt, Süleyman Necati Bey’ in kurduğu “ İstihlas – ı Vatan’’ (Vatanın Kurtuluşu) idi. Ancak bu örgüt kısa bir süre sonra dağıtıldı. Hemen ardından, Merkezi İstanbul’ da Vilayet – i Şarkiyye Müdafaai Hukuk – u Milliye Cemiyetinin Erzurum şubesi, İstanbul’dan görevlendirilen Cevad Dursunoğlu’nun öncülüğünde 10 Mart 1919’ da kuruldu. Kurucular arasında emekli Binbaşı Süleyman Bey İsmailzade Tevfik Bey, Müftü Solakzade Sadık Bey, Hüseyin Avni (Ulaş) Bey, Kığılı Cazim Bey, İbrahim Hakkızade Fehim Bey, Hacı Recep Bey, Hacı Nafiz ve Ahmet Beyler, emekli Binbaşı Ahmet (Gobel) Bey bulunuyordu. Süleyman Necati Bey’ in çıkardığı Albayrak gazetesi de cemiyetin resmi yayın organı olma görevini üstlendi. Cemiyet ilk toplantısında, Ermenilerin Doğu Anadolu üzerindeki hak iddialarını reddeden bir bildiri yayınlayarak, bildiriyi bütün Doğu Anadolu şehirlerine gönderdi. Bir müddet sonra, cemiyetin Yönetim Kurulu oluşturuldu. Hoca Raif Efendi’nin başkan, Cevad Dursunoğlu ‘ nun kâtip ve emekli Binbaşı Süleyman Bey’in muhasip olduğu Yönetim Kurulunda üye olarak şu kişiler bulunmaktaydı. Necati Bey, emekli Binbaşı Kazım Bey, Ahmet Bey, Avukat Hüseyin Avni (Ulaş) Bey, Fevzi Kırbaş, Hacı Nafız Bey, Avukat Mesut Bey, ve Baytar Nedim Bey. Mütarekesine göre hayali Ermenistan devletine vadedilmiş Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas illeriyle, Pontus Rumlarına verilmiş olan Trabzon illeri ile irtibat kurarak, Milli Mücadele ruhunun, Cemiyetin ilkeleri etrafında yoğunlaşması için girişimlerde bulundu. Bu sırada 19 Mayıs 1919’ da Cemiyet, Mondros ordu müfettişi olarak Samsun’ a ayak basan Mustafa Kemal, “Ulusal bir Kongre’’ toplanmasını içeren Amasya Tamimini yayınladıktan sonra, 3 Temmuzda Sivas üzerinden Erzurum’ a geldi. Mustafa Kemal ve beraberindekiler, Erzurum’ a 15 km. mesafedeki Ilıca bucağında, başlarında 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa olmak üzere Müdafa–i Hukuk cemiyeti mensupları ve şehrin ileri gelenleri tarafından karşılandı.5 Temmuz günü yapılan gizli toplantıda, Mustafa Kemal, ülkenin içinde bulunduğu durum hakkında görüşlerini açıklayarak, silahlı mücadeleye başlamaktan başka çözüm olmadığını belirtti. Mustafa Kemal’ in Amasya’dan yayınladığı tamim, Saray tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Mustafa Kemal, İstanbul’ a geri çağrılmaktaydı. Görevden alındığına dair emir, 8Temmuz günü Erzurum’ a ulaştı. O gece arkadaşlarıyla birlikte bir durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal, görevinden istifa ederek, bütün rütbelerinden feragat ettiğini bir telgrafla İstanbul’ a bildirdi. Mustafa Kemal’ in bu jestinden sonra 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa ordusu ile birlikte, onun emrinde olduğunu bildirdi. Onu, 20.Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve diğer Kolordu ve birlik komutanları izledi. İstifasının hemen ardından Cemiyet Başkanlığı’na, Hüseyin Rauf Bey de İkinci Başkanlığa Mustafa Kemal Paşa getirildiler. Bundan sonra, Milli Mücadelenin en önemli dönüm noktalarından biri olan Erzurum Kongresi’nin toplanması için çalışmalara başlandı. Bu amaçla, çevre illerden delegelerin Kongreye iştiraki istendi. Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919’ da Erzurum, Sivas, Bitlis, Van ve Trabzon illerinden gelen 56 delegenin iştiraki ile toplandı. Kongreye katılan delegeler şunlardı: Erzurum Vilayeti Delegeleri Merkez Mustafa Kemal Paşa Hüseyin Rauf (Orbay) Bey Hoca Raif Efendi Hınıs: Celal Bey İspir: Cemal Bey Bayburt: Zahit Efendi ve Tevfik Bey Narman: Sait Bey Pasinler: Cevat Dursunoğlu (Cemiyet Katibi) ve Battal Bey Tortum: Kazım Bey Yusufeli: Ahmet Bey Kiğı: Sait ve Kahraman Beyler Tercan: Ahmet Bey Doğubayazıt: Hüseyin Avni (Ulaş) Bey Diyadin: İsmail ve Mustafa Beyler Karaköse: Necati Bey (Albayrak Gazetesi sahibi) Erzincan: Hacı Fevzi Efendi Kuruçay: Müftü Şefik Efendi Refahiye: Kemal Efendi Pülümür: Abbas Efendi Bitlis Vilayeti Delegeleri Bitlis: Süleyman Bey (Emekli Binbaşı) Siirt: Hafız Cemil Efendi ve Müftü Naibi Hacı Hafız Bey Kolordu karargâhının Erzurum’ a taşınmış olması, Erzurum ve yakın çevresini tamamen Ermeni çetecilerinin tehditlerinden kurtardı. Ancak, Mondros Mütarekesinden sonra Osmanlı ordusu Kars, Ardahan ve Batum’dan çekildi ve bu bölgeleri İngilizler işgal etti. Bu yörelerdeki Osmanlı ordusunun dağılmasından sonra, Kars’ ta bir Milli Şura hükümeti kuruldu ve havalide emniyet, huzur ve sükûnu temin etme görevini üstlendi. Fakat Kars’taki Milli Şura yönetimine, bölgeyi işgal eden İngilizlerce 20 Nisan 1920’de son verildi. İngilizlerin bu hareketi, yörede bulunan Ermenileri cüretlendirdi. Müslüman halka baskı ve zulüm yapan Ermeniler, Sarıkamış, Kağızman ve Ardahan’ ı da İngilizlerden devralarak, bölgedeki etkinlik sağladılar. Benzer şekilde, Temmuz 1920’de İngilizler Oltu’ da kurulmuş olan Oltu Şurasına da, yörenin Ermenilere bırakıldığını ileri sürerek son vermek istediler. Yörenin Ermeni çetecilerinin yönetimine terk edilmesi isteği, Oltu Şurası tarafından reddedildi. Ermeniler, bu yöredeki katliamlarını da sürdürdüler. Aynı tarihlerde, Artvin Gürcülerin, Ardunç ve savaşta da İngilizlerin işgali altındaydı.
  17. _asi_

    Erzurum Genel Bilgi

    Erzurum Genel Bilgi Doğu Anadolu Bölgesi’nde il merkezi olan Erzurum’un kuzeyinde Artvin-Rize, batısında Gümüşhane-Erzincan, güneyinde Bingöl-Muş, doğusunda Ağrı -Kars illeri bulunmaktadır. Erzurum, Fırat nehrinin başlangıcı olan Karasu’nun yukarı havzasında kendi adı ile anılan Erzurum Ovası’nın güneydoğusundaki Palandöken dizisinin Eğerli Dağı (2.974 m.) eteğinde bulunmaktadır. Erzurum’un doğu ve batısında Pasinler ve Erzurum Ovaları bulunmakta olup, kuzey ve güneyi dağlık bir görünümdedir. Pasinler ve Erzurum ovaları tektonik olaylar sonucu, kırılmalardan meydana gelmiş çöküntü alanlarıdır. İlin kuzeyinde doğudan batıya doğru Çilligül, Yeniköydüzü, Ziyaret Tepesi, Kargapazarı, Gavur Dağlarının uzantısı olan Dumlu Tepesi, Yeşerçöl ve Kop dağları; güneyinde ise Akbaba, Sakaltutan, Nalbant, Şahveled, Alibaba, Dumanlı, Turnagöl, Palandöken ve Karagöl Dağları bulunmaktadır. Türkiye’nin en yüksek ili olan Erzurum’un toprakları sıradağlar ve yüksek yaylalarla kaplıdır. Erzurum akarsu bakımından da çok zengindir. Özellikle karların erimesi ile birlikte akarsular, yataklarının derinliğinden ötürü taşkınlık meydana getirmezler. İl topraklarında Çoruh, Aras ve Fırat Nehirleri kaynaklarını Erzurum dağlarından alırlar. Erzurum Ovası’nın kuzeydoğusundaki Dumlu Dağı’nın eteklerinden doğan Karasu, Gürcü Boğazını geçtikten sonra, Kargapazarı Dağından gelen küçük bir akarsu ile birleşerek Erzurum Ovasına girer. Bundan sonra Ovacık Yaylasından gelen Serçeme Deresi ile birleşerek 60 km. uzunluğundaki Aşkale Boğazına girer. Daha sonra da Tuzla Suyu ile birleşir. Mescit Dağının batı yamaçlarından doğan ve derin olmayan bir vadide Çoruh Nehri akmaktadır. Gümüşhane il topraklarından geçen bu nehir, Bayburt’tan sonra Erzurum’dan da geçerek Artvin’e ulaşır. İki ana koldan oluşan Oltu Çayının bir kolu Kargapazarı Dağlarından doğarak Oltu ilçesinden geçer ve Sarıkamış’ın batısındaki Allahuekber Dağlarından çıkan ikinci bir kolla birleşir. Erzurum Oltu ilçesini sulayan bu akarsu daha sonra Çoruh Irmağı ile birleşir. Bölgedeki diğer akarsulardan Tortum Çayı Mescit Dağlarından çıkarak ilçenin bulunduğu havzanın bütün sularını toplayarak Tortum Gölüne dökülür. Bingöl Dağları’nın Erzurum il sınırları içerisinde kuzey yamaçlarından doğan Aras Irmağı ise Tekman yaylasının bütün sularını toplar, kuzey yöne akarak Pasinler Ovasından gelen suları da içerisine alır ve il sınırları dışına çıkar. Bingöl Dağlarının doğu yamaçlarından çıkan Hınıs Çayı da Hınıs Ovasından geçerek il sınırları dışında Murat Irmağı ile birleşir. Erzurum’un en önemli gölü Tortum Gölü olup, Tortum Çayının yakınındaki Kemerlidağ’dan toprak kayması sonucu oluşmuştur. Buradaki çağlayan hidroelektrik enerji üretimi için değerlendirilmiş ve turizm yönünden de önem kazanmıştır. İl toprakları eğimli bir yüzeye sahip olup, denizden 1850-1980 m. yüksekliktedir. Yüzölçümü 25.066 km2., toplam nüfusu ise 242.391’dir. Erzurum’da şiddetli ve uzun bir kış mevsimi hüküm sürmektedir. Bölge genellikle Sibirya antisiklonu ve Basra siklonu etkisi altındadır. Kış aylarında Sibirya antisiklonunun etkisinde bulunmaktadır. ilkbaharda, Sibirya antisiklonunun etkisi yavaş yavaş azalmaya başlar, kararsız bir rüzgar ve sıcaklık hüküm sürer. Erzurum’da en erkan 20 Ekim’de kar yağmaya başlar ve 15 Mayıs’a kadar devam eder. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, madencilik, sanayii ve ormancılığa dayalıdır. Türkiye’nin önemli ticaret yolları üzerinde bulunuşu, özellikle hayvan alım satımı ile doğunun önemli bir merkezi konumundadır. Erzurum, Anadolu-Kafkasya-İran demiryolu bağlantısında olup, Ortaçağdan beri, İran-Hint ve Orta Asya ticaretinin Akdeniz ülkelerine giden önemli bir konaklama ve ticaret merkezidir. Tiflis-Kars üzerinden gelen Kafkas yolu ve Tebriz-Doğubeyazıt’tan geçen Kuzey İran yolu; diğer taraftan Sivas üzerinden Diyarbakır-Irak-Suriye-Basra körfezine ve Akdeniz kıyılarına giden yollar ile, yine Sivas üzerinden Ankara-İstanbul, Ankara-İzmir’e giden yollar burada birleşir. Kuzey Anadolu dağlarını Kop ve Zigana geçitleri üzerinden aşarak Trabzon’da Karadeniz’e ulaşan transit yolu da Erzurum’dan geçmektedir. Bu tarihi yolların yanı sıra Erzurum İspir üzerinden Rize’ye, Bingöl üzerinden de Diyarbakır iline bağlanmıştır. İlde yetiştirilen tarımsal ürünler, buğday, arpa, şeker pancarı, patates, sebze ve meyvedir. Sebzecilik ve meyvecilik ilin Karadeniz Bölgesi’ne yakın Çoruh Vadisi ile ona açılan küçük vadilerde yoğunlaşmıştır. Oltu, Tortum, İspir ve Olur’da kış sebzeleri ile elma, armut, dut ve kızılcık yetiştirilir. XIX.yüzyıldan itibaren hayvan ve hayvansal ürünlerin satışını yapan Erzurum aynı zamanda başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerin bu yöndeki gereksinimini karşılamaktadır. Özellikle sığır, mor karaman ırkı koyun ile keçi yetiştirilir.Cumhuriyet sonrasında kurulan Ilıca Atçılık Aygır Deposunun at yetiştirilmesine büyük katkısı olmuştur. Tavukçuluk ve arıcılık da yaygındır. Et, yağ, peynir ve yoğurt, yapağı ve deri üretimi de önem taşımaktadır. Erzurum 1968’de kalkınmada öncelikli yöreler arasına alınmıştır. Bununla birlikte özel imalat sanayii gelişmemiştir. Büyük kuruluşlar kamuya ait olup, başlıca imalat dalları gıda, dokuma, metal eşya ve makinadır. İlde süt , şeker, ispirto, yem, briket, bitkisel yağ, linyit fabrikaları ve bütan gazı dolum tesisleri bulunmaktadır. Oltu taşı işlemeciliği, ev dokumacılığı gibi el sanatları da yaygındır. Erzurum maden yönünden oldukça zenginse de bunların çoğu işletilememektedir. Şenkaya yakınlarında bakırlı prit, Aşkale yakınlarında alçıtaşı, Pasinler yakınlarında perlit, Merkez’de tuğla ve kiremit hammaddesi, Aşkale, Çat, Tortum, Tekman, Hınıs, Narman ve Şenkaya’da tuz, İspir, Aşkale, Şenkaya, Oltu ve Pasinlerde linyit yatakları bulunmaktadır. İlin pek çok yerinde de kaplıcalar ve maden suyu kaynakları vardır. Erzurum yöresindeki Hasankale’de 1942 yılında başlatılan yüzey araştırmalarında Paleolotik Çağın obsidyen ve bazalttan yapılmış aletleri bulunmuştur. Bunun ardından Ilıca’nın yakınlarındaki Karas Höyüğünde Kalkolitik ve İlkçağın çanak çömlekleri ile karşılaşılmıştır. Erzurum’un 20 km. güneybatısındaki Pulur Höyüğünde yapılan kazılarda da MÖ.4000’e inen bir yerleşim ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca Erzurum’un 15 km. kuzeydoğusundaki Güzelova Köyündeki kazılar sonucunda MÖ.3000’lerde hayvancılıkla uğraşan insanların yaşadığı anlaşılmıştır. Bütün bunlar Erzurum yöresinde ilk yerleşimin tarih öncesi çağlara indiğini göstermektedir. Bugünkü Erzurum’un bulunduğu yerde, daha önce tarihin çeşitli dönemlerinde Karin, Karna, Garin, Kornoi, Kalai ve Karnak olarak isimlendirilen bir kentin bulunduğu bilinmektedir. Yine aynı dönemlerde Erzurum Ovası’nın batı bölümünde Erzen, Erzeron isimli bir kentin var olduğunu tarihi kaynaklar ortaya koymuştur. Erzurum’da Hitit döneminden kalma tabletlerle karşılaşılmıştır. Boğazköy tabletlerinde yörenin bir çok savaşa sahne olduğu belirtilmiştir. MÖ.IX.yüzyılda Urartular, sonra Persler buraya egemen olmuşlar, MÖ.331’de de Makedonyalıların eline geçmiştir. Erzurum yöresi MÖ.II.yüzyılda Romalılar ile Partların MÖ.III. yüzyılda Sasaniler ile Bizanslılar arasında sürekli savaşlara sahne olmuştur. Bizans İmparatoru II. Teodosious (M.S. 408-450) döneminde Erzurum Ovası’nı doğudan gelen Pers saldırılarından korumak amacıyla, bugünkü Erzurum’un olduğu yerdeki Karin şehrine hakim bir tepe üzerinde bir kale inşa edilmiştir. Bundan sonra buraya imparatorun adına izafeten “ Teodosiopolis” ismi verilmiştir. Bizans kaynaklarında Teodosipolis olarak geçen şehre, Araplar Kalikala adını vermişlerdir. Arap tarihçilerden Belazuri’ye (ö. 892)göre, şehir bu ismi kurucusundan almıştır. Bizans döneminde bölgeyi ele geçiren bir beyin karısı olan Kali, bir şehir yaptırmış ve şehre de Kalikala adını vermiştir. M.S.1048 ‘de Bizans topraklarına giren Selçuklu Türkleri , Yinaloğlu İbrahim Bey komutasında, ovanın batısında ki Erzen’i (Arze) ele geçirmişlerdir. Erzen’in bu kuşatmada bi harabe halini almasından sonra, geride kalanlar bugünkü Erzurum şehrinin bulunduğu yerdeki Kalikala’ya sığınmışlar ve şehre de Erzen ismini vermişlerdir. Saldırılar sonucunda harap olmuş asıl Erzen şehrine ise Türkler , Kara Erzen demişlerdir. Bu isim zamanla halk dilinde Kara Arza, Kara Arz ve sonunda Karaz’a dönüşmüştür. Bundan ötürü de Erzurum’la ilgili çeşitli tarihi metinlerde, kitabelerde ve basılan paralarda Erzi-i Rum, Erzen-ir Rum , Arz-ı Rum isimleri kullanılmıştır. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra, Erzurum ve çevresi büyük Selçuklu Sultanı Alparslan tarafından Ebl-ul Kasım’a verilmiştir. Eb-ul Kasım, Melik Danişment Ahmet Gazi ve Emir Mengücek gibi, Doğu Anadolu’nun fethi için Büyük Selçuklu Sultanı tarafından görevlendirilen bir Selçuklu komutanı idi. Erzurum’ da kurulacak ve sonradan Eb-ul Kasım’ın torunlarından birisi olan Saltuk Bey’in adı ile anılacak olan beyliğin kurucusu olan Eb-ul Kasım, yörenin Selçuklu egemenliğine girmesi yönünde büyük çabalarda bulunmuştur. Gazan Mahmut Han zamanında (1304 –1317) İlhanlıların hakimiyetine girmiştir. Gazan Han’dan sonra yerine geçen Olcaytu Han zamanında, Erzurum şehri büyük ölçüde imar edilmiştir. Ebu Said Bahadır Han zamanında ise Erzurum’un yönetimi Sultanın veziri Emir Çoban’ın oğlu Timurtaş’a verilmiştir. Emir Çobanla İlhanlı Sultanı ile arası açılınca, Bahadır Han, İrencin Noyan adlı komutanını Erzurum üzerine gönderdi, bu durumdan korkan Timurtaş Mısır’a kaçmış, Erzurum’un yönetimi de Eretna Bey’e verilmiştir. Eretna Beyleri tarafından 50 yıl yönetilen Erzurum 1385’Karakoyunluların hakimiyetine geçmiştir. Timur Karakoyunlu egemenliğine 1387’de son vermiş, Erzurum’a vali olarak torunu Gıyaseddin Sagar’ı göndermiştir. Timur’ un ölümünden sonra (1404), Erzurum, Karakoyunlular ve Akkoyunlularla, Timur’ un oğlu Şahruh arasındaki çarpışmalara sahne olmuş, bu dönemde şehir tahrip edilmiştir. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Gürcistan seferi sırasında Erzurum’dan geçmiş, 1468’de de kente hakim olmuştur. Yöre kısa bir süre Safavilerin hakimiyeti altında kalmış Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi dönüşünde 1517’de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Erzurum kalesi ve şehir yeni baştan imar edilmiştir. Kanuni’nin 1534 ve 1548 yıllarında İran üzerine düzenlediği seferlerde, Erzurum şehri, Osmanlı ordusunun önemli bir askeri üssü olmuştur. Kanuni’nin İran seferi dönüşünde (1535) Dulkadirli Mehmet Han’ı Erzurum Beylerbeyliğine tayin etmiş, Erzurum şehri de Erzurum Beylerbeyliğine bağlı bir sancak durumuna getirilmiştir. Ali Cevad Memalik-i Osmaniye’nin Tarih ve Coğrafya Lügatı isimli eserinde, XIX.yüzyıl Erzurum’undan “Doğu Anadolu’nun en önemli şehirlerinden biri ve vilayet merkezi” diye söz etmiştir. Erzurum Ruslar tarafından Temmuz 1829’da işgal edilmiş, Edirne Antlaşması (14 Eylül 1829) uyarınca da işgal kaldırılmıştır. Ruslar 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında yine Erzurum önlerine kadar gelmişlerdir. Şehir güçlü bir direnişten sonra Rusların eline geçmiştir. Bu savaşta direnişçiler arasında bulunan Nene Hatun savunmanın simgesi olmuştur. Berlin Antlaşması ile (13 temmuz 1878) bu işgal sona ermiştir. Ruslar Şubat 1916’da yeniden Erzurum’a girmiş, ancak Sovyet İhtilali sonrasında Aralık 1917’de kentten çekilmişlerdir. Brest-Litovesk’da yapılan antlaşmayla (3 Mart 1918) Erzurum yeniden Osmanlı topraklarına katılmıştır. I.Dünya Savaşı’ndan sonra Mustafa Kemal Paşa, 9.Ordu Müfettişliğine tayin edilerek 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a geldi ve 4 Temmuz’da da Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni ziyaret etti. Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919’da çevre illerinden gelen 56 delegenin katılımı ile yapıldı. Mustafa Kemal Paşa ile Hüseyin Rauf Bey istifa eden iki delegenin yerine seçilerek kongreye katıldı. Kurtuluş Savaşı’nın ilk aşamasını oluşturan ve 7 Ağustos’a kadar çalışmalarını sürdüren Erzurum Kongresi’nde önemli kararlar alındı: 1- Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür ayrılık kabul edilemez; 2- İşgal ve müdahaleler sonucu Osmanlı Devletinin dağılması halinde millet tek vücut olarak yurdunu savunacaktır; 3- Vatanın bağımsızlığını korumaya İstanbul Hükümeti’nin gücü yetmediği takdirde, geçici bir hükümet kurulacaktır. 4- Bu hükümet milli kongre tarafından seçilecektir; 5- Kongre toplantıda değilse bunu Heyet-i Temsiliye üstlenecektir; 6- Kuvâ-yı Miliyeyi etken ve milli iradeyi hakim kılmak esastır; 7- Hıristiyan azınlıklara siyasî hakimiyet ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez; 8- Manda ve himaye kabul edilemez; Milli Meclis’in hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır. Kongre çalışmaları sonunda Heyet-i Temsiliye ismi altında bir yürütme organı seçildi. Bu heyette Mustafa Kemal Paşa, Hüseyin Rauf Bey, İzzet Bey, Raif Efendi, Servet Bey, Şeyh Fevzi Efendi, Bekir Sami Bey, Sadullah Efendi ve Hacı Musa Bey bulunuyordu. Erzurum’da günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; V.yüzyılda Bizans İmparatoru II.Theodosios zamanında yapılan kalenin kalıntıları, Erzurum Kalesi, Oltu Kalesi, Avnik Kalesi, Hasan Kale, XII.yüzyılda yapılan İzzeddin Saltuk’un Kale Mescidi, Saltuklu yapısı olan Tepsi Minare (Saat Kulesi), Erzurum Ulu Camisi, Lala Mustafa Paşa’nın Lala Mustafa Paşa Camisi, Kuyucu Murat Paşa Camisi, Gürcü Kapısı Camisi (Ali Ağa), Boyahane Camisi, Caferiye Camisi, Kurşunlu Cami (Feyziye), Pervizoğlu Camisi, Derviş Ağa Camisi, Gümrük Camisi, Bakırcı Camisi, Ali Paşa Camisi, Narmanlı Camisi, İbrahim Paşa Camisi, Abdurrahman Gazi Camisi, Ayas Paşa Camisi, Şeyhler Camisi, Cennetzade Camisi, Esat Efendi Camisi, Kasımpaşa Camisi, Ane Hatun Türbesi, Ebu İshak’ı Kâzuruni Türbesi, Abdurrahman Gazi Türbesi, Alaeddin Ali Türbesi, Emir Şeyh Türbesi, Habip Baba Türbesi, Mahmut Paşa Türbesi, Hatuniye Medresesi (Çifte Minareli Medrese), Yakutiye Medresesi, Ahmediye Medresesi, Kurşunlu Medrese, Pervizoğlu Medresesi, Şeyhler Medresesi, Emir Saltuk Kümbeti, Karanlık Kümbet, Gümüşlü Kümbet, Cimcime Sultan Kümbeti, Rabia Hatun Kümbeti, Üç Kümbetler, Rüstem Paşa Kervansarayı, Çoban Köprüsü, Aziziye Anıtı, 1293 Savaş Anıtı bulunmaktadır. Ayrıca 1965 yılında heykeltıraş Hakkı Atamulu’nun yaptığı Atatürk Anıtı vardır. Erzurum'da Türk sivil mimarisi özelliklerini gösteren evler bulunmaktadır.
  18. _asi_

    Erzincan turizm(spor) aktiviteleri

    RAFTİNG Rafting:Rafting Erzincan’da 1994 yılından itibaren Karasu (Fırat) Nehrinde yapılmaktadır. 1997‘de Munzur Fırat Doğa Sporları Derneğinin kurulması ile aktif olarak zengin malzeme ve rehber kadrosu ile hizmet vermektedir. 15 Mayıs 1999 yılında Turizm Bakanının da katkısıyla yaklaşık 100 kişilik bir sporcu gurubunun katıldığı Erzincan 2000 Rafting Festivali yapılmıştır. Özellikle Mayıs ayında 6’lık ve 5’lik rapitler oldukça fazladır. Yollarüstü-Mutu arasındaki parkurun uzunluğu 40 km.’yi bulur. Mayıs ayından sonra suların azalmasıyla Sansa-Bağlar mevkiinden (Erzincan-Erzurum karayolu 55 km.) Mutu’ya kadar 26 km.’lik bir parkur vardır. Bir tane 5’lik, 3 tane 4’lük, 5 tane 3’lük, 1 tane 2’lik rapit oluşur. Parkurun diğer bir özelliği Erzincan-Erzurum kara ve demir yolunu takip etmesidir. Bu özellik dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Kano: Karasu nehri, kano yapmaya elverişli olup nehrin her kesiminde yapılabilir. Munzur-Fırat Doğa Sporları Derneği akarsu kanosu sporunu aktif olarak yapmaktadır. Zorlu apitler Erzincan-Erzurum yolu 55 km.’sinde araç ile takriben 20-25 dakikalık bir yolculuktan sonra ulaşılır. Beytahtı - İliç arası bu spor için çok uygun bir parkurdur. Kürek: Erzincan Barajı ve Keban Barajı göllerinde kürek sporu yapılmaktadır. YAMAÇ PARAŞÜTÜ Yamaç Paraşütü: Termiklerin oldukça fazla olması coğrafi şartların mükemmelliği bu spor için Erzincan’ı birinci sıraya oturtmuştur. 1997 yılında başlayan bu spor 1998 de kurulan derneklerle daha hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Yaylabaşı Munzur-Ata Doğa ve Hava Sporları Derneği yamaç paraşütü eğitim kursları açmış ve gayet başarılı olmuştur. Halen Yaylabaşı Beldesinde yurt içi ve yurt dışından gelen sporcular hem eğitim almakta hem de bu sporu yapmaktadırlar. Keşiş ve Munzur Dağları 3200-3500m bu sporun yapılmasına avantaj sağlar. CİRİT Cirit: Geleneksel bir ata sporumuz olan cirit tescilli olarak ilk kez 1989 yılında başlamıştır. İki adet kulüp bulunmaktadır. Bunlar Erzincan Atlı İhtisas Kulübü ve 13 Şubat İhtisas Kulübüdür, renkleri siyah-kırmızıdır. Kulüblerin kuruluş amacı; Erzincan ve çevresindeki at neslinin ıslahı , binicilik ve geleneksel olarak milli günlerimizde gösteri yapmak yurt içi ve yurt dışı faaliyetlere katılmak ve sağlıklı nesiller yetiştirmektir. Üç adet nizami ölçülerde kum ve toprak karışımı tribünlü cirit sahası (50 kişilik) mevcuttur. İki tanesi Terzibaba mevkiinde, (Erzincan-Çağlayan yolu üzeri 5 km.) bir adette şehir merkezinde Öğretmenevi üstü Geçit Belediyesi alt kısmında bulunmaktadır. 1996 yılında Doğu gurubu Şampiyonası yapılmış ve Erzincan Atlı İhtisas Spor Kulübü birinci olmuştur. Her yıl ilimizin kurtuluşu 13 Şubat günü Erzurum ve Bayburt ilinden davet edilen takımlarla ikili müsabakalar tertip edilerek cirit sporu canlı tutulmuştur. 1997-1998 yılında Ankara’da yapılan yarışmalarda Erzincan Atlı İhtisas Spor Kulübü üst üste iki kez Türkiye ikincisi olmuştur. Ayrıca kulüpler federasyon faaliyet programı içinde bulunan Ak-Yeniköy, Aydın, Ankara Türkiye Şampiyonası Trabzon, Davutlar,(Aydın), Ilgın(Konya), Yatağan(Denizli), Uşak,Selender (Manisa) Erzurum, Malatya, Bayburt, Söğüt(Bilecik) gibi illerde müsabakalar yapmış üstün başarılar elde etmişlerdir. DOĞA SPORLARI Treaking-Dağcılık-Kayak ve Kampçılık: Erzincan coğrafyasının ve ikliminin mükemmelliği bu sporları yapmaya çok müsaittir. ”Erzincan Munzur Fırat Doğa Sporları Derneği“ “Erzincan Dağcılık Kayakçılık ve İhtisas Kulübü” (EDKİK) tecrübeli, eğitimli dağcıları rehberleri ve kayakçıları ile bu sporları aktif olarak yapmaktadır. Yaylabaşı Ardıçlı Göl mevkii ormanlarında treaking ve kaya tırmanışı, Esence, Yedigöller, Refahiye Dumanlı ormanlarında treaking ve kampçılık, Sakaltutan Akbulut Kayak Tesisinde kayak sporu yapılmaktadır. Buz Tırmanışı: Ocak, Şubat ve Mart ayının başlarında Girlevik Şelalesinin donması ile burada bu spor yapılmaktadır. Camel Trophy: Tierre Del Fuega’da yapılacak olan Camel Trophy Türkiye seçmeleri 26 Mart 1998’de Erzincan’da başladı ve dört gün sürdü. Türkiye’de bu etkinliğin en uygun yeri olarak tespit edilen Erzincan, ulusal medyanın ilgisini çekmiştir. KAYAK Kayak Tesisleri: Akbulut kayak tesisleri Erzincan-Sivas E-80 Devlet Karayolu üzerinde ve Erzincan’a 42 km mesafede olup yolu tamamen asfalttır. Akbulut Kayak Tesislerinde Alp disiplininde kayak yapılmaktadır. Kayak oteli ve tesisleri E-80 karayoluna asfalt yol ile bağlı olup , yollar yaz-kış tamamen açıktır. Otel 60 kişi kapasiteli, 100 kişilik yemek ve toplantı salonu, sporcu odaları, saunası ile her türlü konfora sahiptir. Kış ve dağ sporları ile yayla turizminde gerçek bir turizm merkezidir. Tesis bilhassa kış aylarında çalışmakta olup, kayak kiralaması ve kayak öğretimi yapılmaktadır. Tesisler 30.000 m² alan üzerine inşa edilmiştir. Üst istasyondan başlayan 5 adet pist mevcuttur. Dere içi pisti yüzde 50 meyilli 800 m’lik profesyoneller için, su deposu pisti 1.000 m.’lik, köy yolu pisti 2.000 m.’lik, yamaç sırtı 1.200 m.’lik ve 1.800 m.’lik karşı sırt dediğimiz profesyonel –amatör kayakçılara hitap eden pistler mevcuttur. Teleski olarak Türkiye’nin en uzun liftlerindendir. Uzunluğu 1.026 m. alt istasyon rakımı 1.927 m. ve üst istasyon rakımı 2.155 m.’dir. Kot farkı 228 m.‘dır. Tesis 110 askı ve 110 kw ‘lık bir güçle çalışmaktadır. Aynı anda 110 kişi taşınmakta olup, saatteki taşıma kapasitesi 1.200 kişidir. Mahallinde kiralamaya müsait 100 takım kayak ski bulunmaktadır. Valilik kupası, Kurtuluş kupası, okulların yarı yıl tatil dönemlerinde il spor merkezi kayak kursu ve il birinciliği yarışmaları yapılmaktadır. SU SPORU Su Kayağı: Tercan Baraj Göletinde (Erzincan-Erzurum Karayolu 98 km.) 1998 yılında Türkiye Su Kayağı Şampiyonası yapıldı. 1997 yılında Erzincan Munzur Fırat Doğa Sporları Derneğinin kurulması ile su kayağı etkinlikleri başlamış oldu. 1998 yılında Erzincan Göyne Baraj Göletinde yapılan Türkiye Birinciliğinde Erzincan Munzur Fırat Doğa Sporları Derneği Türkiye Şampiyonu oldu. Bu spor Tercan Baraj Göletinde yapılmakta olup; parkur uzunlukları şöyledir: Çalmışla parkuru 1.200 m., Tuzla parkuru 3.750 m., Mertekli 1.550 m., Göyne 1.550 m., Kemaliye Keban Barajı parkur uzunluğu 2.500-3.000 m.’dır.
  19. _asi_

    Erzincan Cimin Üzümü

    ERZİNCAN CİMİN ÜZÜMÜ Dünyada eşi benzeri olmayan ,ilk ve tek patentli üzümüdür. Tanımı: Erzincan Üzümlü (cimin) yöresinde yetişen siyah renkli, şekli basık-oval, ortalama 3-4 gram tane ağırlığında, çekirdek sayısı ortalama 1-4 orta kabuk kalınlığında, aroması tatlı-mayhoş, konik şeklinde, dolgun sıklıkta, 300-1500 gram salkım iriliğinde sofralık bir üzüm cinsidir. Ürünün Bileşimi: Tanede; azot %0.36, fosfor %0.01, potasyum % 0.20, magnezyum % 0.008, kalsiyum % 0.04, Yaprakta; azot % 1.75 fosfor % 0.30, potasyum % 0.49, magnezyum % 0.11, kalsiyum % 1.47, demir % 66.0, Çinko % 29.95, bakır % 36.25 Özellikleri : Yöreye özgü coğrafi durum, iklim özellikleri, nem, sıcaklık ve rüzgar gibi faktörlerden gelmektedir. Coğrafi Durum: Erzincan ovası; Doğuanadolu Bölgesi’nin Fırat havzası’nda, takriben 38’18 – 40’42 doğu boylamları ile 39-40’06 Kuzey enlemleri arasında yer alan genellikle 1300-1500 metre yükseklikteki yamaç arazilerdeki biriktirme konileri üzerinde kurulmuş bağların son hududu Bayırbağ köyünde 1700 m’ye kadar ulaşmaktadır. İklim Özellikleri: En faydalı yağışlar; kış, erken bahar ve hasadı müteakip olan sonbahar yağışlarıdır. Kurak yaz dönemi içinde, üzümlere ben düştüğü zaman, mantari hastalıkların zuhuruna meydan vermeyecek şekilde yağan yağmurlardır. Oncaların suya ve sulamaya ihtiyacı, Haziran ayının başından başlayarak Eylül ayının ortalarına kadar devam etmektedir. En fazla su ihtiyacı, Temmuz ayının başı Ağustos ayının birinci haftasıdır. Nisbinem : Ortalama nisbinem % 58’dir. Nisbi rutubetin düşük ve sıcaklık yüksek olduğunda evapotsprasyon çok fazla olursa oncaların yapraklarına ve tanelerine zarar vermektedir. Sıcaklık: Yıllık sıcaklık ortalaması en az 9 derece (9-12) olan yerlerde yetişebilmektedir. Erzincan’ın senelik sıcaklık ortalaması 10.7 derece, yaz ayları ortalaması 22.6 derece olmaktadır. Sıcaklık devamlı olarak 15-20 derecenin altına düşmemelidir. Heykeli bile var
  20. _asi_

    Erzincan Bakırcılık Sanatı

    ERZİNCAN BAKIRCILIK İşlemeci ustalarınca özel tasarlanan şekillerin oyma tekniği ile tekli kalemle bakır üzerine çıkarılması işlemidir. Külçe halinde gelen hammaddeyi levha haline dönüştürüp elde ve tezgahlarda şekillendirerek sanatkarın, tarihten gelen birikim ve ince nakışı ile 104 elden geçirerek ortaya koyduğu bir sanat eseridir. 105. el müşterinin elidir. Külçe halindeki hammadde bakır hattanesinde ocaklarda eritilir, kalıplara dökülür. Kalıplara dökülen bakır, üretilecek ürürün özelliğine göre silindirden ( vals tezgahlarından ) geçirilerek kalınlığı ayarlanır. Silindirden geçerken sertleşen bakır tekrar fırınlarda tavlanır. Bu işlem istenilen ölçüye gelinceye kadar tekrar tekrar yapılır. Levha haline gelen bakır daire makaslarında istenilen ebatlarda kesilir. Kesilen levhalar yaklaşık 500 çeşit kalıplara göre, ustasına ve kendine özel bir şekilde sıvama tezgahlarında, mazgala yardımıyla birkaç işlemle şekillendirilir. Küçük parçalar direk tezgaha girer, büyük parçalar için ayrıca kovan basılır. Tekrar tavlandıktan sonra sıvama tezgahlarında kalıplar üzerinde şekillendirilir. Ürünün Özellikleri : Bakır, üzerinde yapılan her işlemde sertleşir. Bundan dolayı her işlem sonunda tavının alınması gerekir. Yapılan ürün kalıptan çıkınca polisaj makinelerinde parlatılır. Lehim ve kaynak işlemleri yapılır, tekrar polisaja girer, üzerlerindeki yağın temizlenmesi için 900 lik sıcak deterjanlı suda yıkanır. Kavak ağacından elde edilen ince hızar talaşıyla kurulanır. Üzerlerindeki talaş tekrar fırçayla silinerek, vernik işlemi yapılır, kurulandıktan sonra belirli yerlere bant çekilerek boyaya şekil verilir, tabancayla boyama işlemi yapılır. Boyanan ürün fırınlanarak kurutulur. Boyanın kalitesi ürün üzerindeki ayırt edici özellik olarak görünür. İmalatı yapılan ürünler, boyanın sertleşmesi için işlemeye girmeden önce 7-10 gün süreyle bekletilir. İşleme Özellikleri : İşlemeci, ürünün işleme tarzını kafasında tasarlar. Bir işlemeci binlerce desen çıkardığı gibi, her işleme ustasının kendisine özgü bir tarzı ortaya çıkmaktadır. Bakırın kararmaması için tekli kalemle işlemenin yapılması gerekir. Böyle işlenen eser 100 sene kararmaz. Tasarlanan şekiller “Oyma Tekniğiyle” tekli kalemle bakır üzerinde desenin şablonunu çıkarır. Daha sonra tekli kalemle ara işlemini yapar, gümüş kaplamaya hazır hale getirir. Sonra dolgu kalemiyle gümüş kaplanacak yerler doldurulur. Ürün üzerinde özel bir formülle hazırlanmış gümüş-nitrat’ta gümüş kaplama yapılarak işlemin ikinci aşamasına geçilir. Mısır kalemiyle, kalan işlenmemiş yerler ( desenlerin eksik kalan kısımları işlenir. Bu işlemden sonra ürün kırmızı beyaz renk alır. ) Ürünün oksitlenmemesi için üzeri şeffaf ve kaliteli vernikle verniklenir. Sanatkar tarafından özel hazırlanmış kaliteli selülozik, şeffaf vernik, sanatın sanatkar yönünden ayırt edici özelliğidir. Son olarak 24 saatlik beklemeden sonra ürün satışa hazır hale getirilir. Mine İşleme Özellikleri : Bu ürünler ayrıca bakır üzerine mine işleme olarak ta işlenmektedir. Tüm bu tarzda ortaya çıkan bakır ürünleri üzerine mine işleme olarak yapılması ikinci bir ürünü ortaya çıkarmaktadır. Üretim Hacmi : Her atölyede üretilen ürünler, ürün çeşitleri çok farklı olduğundan ve bakır işlemecileri kendi evlerinde de işlemeyi yapabildiklerinden üretim hacmi gelebilecek her türlü siparişi karşılayabilecek potansiyeldedir. Ürüne Sağlanan Korumanın faydaları ( ekonomik, sosyal, çevresel, kültürel, bölgesel ) : 1970’li yıllardan 90’lı yıllara kadar bir sektör olan Erzincan bakırı imalatı ve el işleme sanatı Ticaret ve Sanayi Odası tarafından coğrafi işaret kapsamında tescil ettirilerek, mevcut üreticilerle çalışma komisyonu oluşturulmuş olup bu sanatın tekrar iç ve dış piyasalarda canlandırılması çalışmaları yürütülmektedir. Böylelikle dünya pazarlarına açılacak olan tescilli bu ürünün Erzincan’da tekrar sektör haline getirilerek 3 bin – 5 bin kişinin istihdamı hedeflenmektedir. Yapılacak bu çalışma ilin ekonomik gelişmesinde lokomotif öncü rolü oynayacağı kesin bir gerçek olarak görülmektedir. Bakır İşlemeciliği : Erzincan’da bakır el sanatlarının başlangıcı çok eskiye dayanmaktadır. Dövme bakırcılık çok eski bir meslek olmasına rağmen, bakır işlemeciliğinin başlangıcı 1955-1960 yılları arasıdır. Bu yıllarda Erzincan’da çeyiz eşyaları satan birkaç esnafın dükkan vitrinlerinde bakır hamam tası, sabunluk bulunmakta iken hamam taslarının iyi satıldığı görülünce bunların seri imalatına başlanmıştır. Daha sonraki yıllarda bakırcılığın cazip hale gelmesiyle turistik bakır süs eşyalarının üretimine başlanmıştır. Çaydanlık, semaver, sürahi, vazo, tepsi, çay-kahve-zemzem takımları vs. süs kulanım eşyaları yapılmakta olup, bakırın boyanması ve işlenmesi ile yurt içi ve yurt dışına pazarlanması sağlanmıştır. 1955-1960 yılları arasında küçük atölyelerde işleme bakırcılığın başlaması ile Erzincan el sanatlarında cazibe merkezi olmuş ve 1970’li yıllarda bakırcılık altın çağını yaşamıştır. Yüzlerce ailenin geçim kaynağı olan bakırcılık sanatının parlak çağı fazla uzun sürmemiş yok olma durumuna gelmiştir. Ticari yönden parlak dönemi ise 1980-1985 yılları arasındadır. Ancak bu dönemdeki fazla sürüm ve fazla kazanma hırsı bakır işlemeciliğinin sanat değerini en alt seviyeye indirmiştir. Önceleri “Tekli” kalemle işlenen bakır, daha sonra makinelerle işlenmeye başlanmıştır. Bilgisiz kişilerin sektöre girmesiyle bilinçsizce ve sanat değeri olmayan bakır işleri üretilmeye başlanmış ve bundan da bakırcılık sanatı büyük ölçüde talep yetersizliği ile karşılaşmıştır. Üretimin yüzde 10’u yurt içinde, özellikle Ege ve Akdeniz Bölgeleri’ne, yüzde 90’ı ise yurt dışında A.B.D., İtalya, Finlandiya, Japonya, Almanya, Fransa gibi ülkelere pazarlanıyordu. Sanat değeri azaldığından önce yurt dışı, daha sonra da yurt içi pazarlar gün geçtikçe zayıfladı. Bu işten gelir sağlayanlar kendi sanatlarına kendileri değer vermeyerek başkalarının değer vermesini beklediler. Bugün bu bilince varan birkaç bakır işletmecisinin sabır ve üstün gayretleriyle Erzincan’ da bakır işlemeciliği azda olsa yapılmaktadır. Yapılan araştırmalara göre bu gün Erzincan’ da faaliyet gösteren yaklaşık 8-10 mağazada işleme bakır ve turistik bakır eşya satılmaktadır. Bakır işlemeciliğinde çalışan 40-50 civarında işçi bulunmaktadır. Halen tam kapasite ile çalışma imkanı bulunmayan 3 atölyede turistik bakır ürünleri üretilmektedir.
  21. _asi_

    Erzincan Ekşisu

    Ekşisu İl merkezine 11 km. uzaklıkta ve eski Erzincan- Erzurum karayolu üzerinde bulunan Ekşisu, özellikle yaz aylarında faal olan bir mesire yeridir. Ekşisu adı verilen bögert maden suyu ve birçok şifalı su kaynağı bulunmaktadır. Şişelenerek, yurt çapında dağıtımı yapılan bögert maden suyunun, anemiye, mide, bağırsak ve safra yolları hastalıklarına iyi geldiği tespit edilmiştir. Tabii güzelliğe de sahip olan mesire yerinde, şişeleme tesisleri lokanta-gazino, alabalık yetiştirme tesisleri ve park bulunmaktadır.
  22. _asi_

    Erzincan Girlevik Şelalesi

    Girlevik Şelalesi; Erzincan ilinin güneydoğusunda, merkeze yaklaşık 30 km. uzaklıkta bulunan Çağlayan mevkiindedir. Şelale, Çağlayan Beldesine 3 km. uzaklıkta Girlevik köyündedir. Şelale Erzincan’ın en güzel yerlerinden biridir. Doğal güzellikleri, bitki örtüsü, suyu, dinlenme açısından önemli bir mesire yeridir. Şelalenin suyu, Kalecik Köyüne 1 km. uzaklıkta sarp kayalar içinden ve 9 ayrı yerden kaynar, yeşillik bir dere yatağını takip ederek şelaleye ulaşır. Şelalenin yüksekliği 30-40 m. civarında ve 3 kademeli ve yöreye özgü taştan oluşmaktadır. Şelalenin çevresi ağaçlıktır, özellikle yaz aylarında mesire yeri olarak büyük ilgi görmektedir. Kışın şelale suyun donmasıyla oluşan sarkıtlardan buzul tırmanışı, yazın soğuk sularında serinleme imkanı vardır.
  23. _asi_

    Erzincan Altıntepe

    Altıntepe Altıntepe: Şehir merkezine 15 km. uzaklıkta, Erzincan-Erzurum karayolunun 100 m. kuzeyinde yer almaktadır. Günümüze kadar ulaşabilmiş en sağlam Urartu şehirlerinden birisidir. 1959 yılında yapılan bilimsel kazı ve araştırmalarda iç içe iki kale duvarı ile korunan tapınak - saray kompleksi, mezarlar, konutlar ve çok sayıda arkeolojik eserler ortaya çıkarılmıştır. Höyükte bulunan ve MÖ. 8. yüzyıla ait eserler arasında, fildişi ve madeni eşyalar, miğfer ve kalkanlar, seramikler ve duvar resimleri bulunmaktadır. Çivi yazılı tunç eşyada, kral adları bulunmuştur. Urartu sanatının parlak dönemine ait yüksek düzeyli eserler Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir. Altıntepe buluntularında tanrı, insan, hayvan figür ve motifleri önemli yer tutmaktadır. Altıntepe kalıntıları, tapınak-saray kompleksi, sütunlu kabul salonu, açık hava tapınağı, üç adet mezar ve depo binasından oluşmaktadır.
  24. _asi_

    Erzincan Kemah Kalesi

    Kemah Kalesi Erzincan, Kemah İlçesinde bulunan Kemah Kalesi, Kemah Boğazına bakan kayalık bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Bu kalenin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak aydınlatılamamıştır.Ulaşımı son derece güç olan bu kaleyi, çevreye hakim olabilmek için almaya çalışmışlardır. Eski dönemlerde bu kaleye “Gayri Kaabil-i Teshir (alınamaz)” gözü ile bakılmıştır. Kaleye Ani, Brana, Gamahha ve Berberi Zemin Kalesi isimleri verilmiştir. Kalede Arşak krallarının ismi geçmesinden ötürü Hititler zamanında yapıldığı sanılmaktadır. Ancak bu iddialar da kesinlik kazanamamıştır. Kemah Kalesinin bugünkü kalıntıları Orta Çağdan kalmıştır. Yörenin XI.yüzyılda Selçuklulardan Mengücek Bey tarafından ele geçirilmesi ile birlikte kale de onların eline geçmiştir. Bugünkü durumuyla kale burçları ve duvarları büyük blok taşlardan yapılmış beş köşeli bir yapıdır. Kale 700.000-800.000 m.lik bir alana yayılmıştır. Bu kadar geniş bir alan içerisindeki kaleyi keskin uçurumlar ayrıca doğal bir konuma getirmiştir. Ayrıca Fırat Nehri’nin kuzey-batısındaki Tanasur Çayı da onları tamamlamıştır. Kaleyi kuzey ve batıdan çevreleyen dağlık alan da adeta ikinci bir sur konumundadır. Yavuz Sultan Selim l515’de burasını ele geçirdikten sonra yeni bir burç daha kaleye eklenmiştir. Kalenin en ilginç yönü güneye bakan yönündeki üç katlı demirden yapılmış kapısıdır. Ayrıca yontma kesme taşlardan yapılmış Kral Kızı Kulesi de üzerinde durulacak bir eserdir. Kapının bulunduğu alanda ikinci bir sur bulunmakta olup bunlar meyilli bir şekilde aşağıya doğru inmektedir. Kalenin doğusunda Fırat Nehri’ne inen tüneller bulunmaktadır. Ancak bunlar günümüze harap ve özelliğini yitirmiş olarak gelebilmişlerdir. İç kalede Osmanlı döneminde bir mahalle kurulmuş, burada 60 ev yapılmıştır. Buna bir de mescit eklenmiş, günümüze yalnızca 3 m. yüksekliğinde minare kalıntısı ile bazı evlerin temel kalıntıları gelebilmiştir. Kaleyi ikiye ayıran iç surun kalıntıları dikkati çekmektedir XVI. yüzyıl ortalarına kadar stratejik önemini koruyabilen Kemah Kalesi için Hoca Saadettin Efendi; “ Kemah Kalesi ki, gök kubbeye ulaşmış bir ulu sarayı andırır. Kuleleriyse yıldızlarla başa baştır. Feleklere değen bir dağ üzerine sağlamca oturmuş olup, yücelikte başı göğe ermiş ve bağlar, bostanlarla çevrilmiştir. Eteğinden derin bir dere akar ki, hayal ipiyle bile ol derenin dibine inmek bir boş hayaldir. Dibi o denli derin ki, uzaklık tasavvuru bile bunda noksan kalır. Ne hisarının ucuna akıl merdivenleriyle çıkmak mümkün, ne de eteklerindeki derenin dibine zannın adımlarıyla inmek düşünülebilir. Bir iri kayanın düzü tek parça Hisardan yanıysa daracık bir gemi İnce uzun bir dev eteklerinde Daracık sanılır geniş meydanı Bahçeleri kıyısından hep Fırat Akar Cenneti andırır, hem cana can katar.” Demektedir. Yavuz Sultan Selim, Kemah Kalesi’nin ele geçirdikten sonra, bununla ilgili olarak oğlu Şehzade Süleyman’a (Kanuni Sultan Süleyman) yazdığı Cemaziyelevvel ortası 921 (1515) “Sahibi olduğum saltanat tacının ve memleketimin kıymetli şehzadesi, yüksek hilafet incisi oğlum Süleyman Şah: Bu fermanı alınca bilmiş ol ki, bu senenin (Rebiyülaharının 5 i) 19 Mayıs 1515 Cumartesi günü Kemah üzerine yürüdüm. Her taraftan ejder ağızlı toplarımla gök gürültülü ve yıldırımlar gibi ateş açarak kale bedenlerini dövdürdüm. Kale içindekilerin başına kıyamet alametleri gibi ateş yağınca, muharebe etmekten bile aciz kalarak sersemlediler. Askerlerim hiç telaşsız hücum ederek kale burçlarına çıkıp İslam bayrağını diktiler. İkindiye yakın fetih tamamlanarak kötülerin başı kesildi. Kale içindeki ehli İslam malum olduğundan, dinsizlerden temizlendi. Kale beyi ve dizdarlar tayin edildi.” Yavuz Sultan Selim’in kaleyi ele geçirdikten sonra buraya koydurduğu kitabe günümüze ulaşamamıştır.Bu kitabenin Kemah’daki bir evin duvarında bulunduğu ve köşe taşı olarak kullanıldığı söylenmektedir. Evliya Çelebi de Kemah Kalesi için şunları yazmıştır: “Kale eski kayserlerden biri tarafından yaptırılmıştır. Sonra Uzun Hasan’ın eline geçmiş ve Timur muhasarasına uğramışsa da dayanmıştır. Sonra 1.Selim şehzadeliği sırasında Trabzon’da iken bir yolunu bularak bu kaleyi fethedip içine asker koymuştur. Sonraları Şah İsmail isyan ederek bu kaleyi ele geçirmiştir. Sonra Sultan Selim tahta geçince ilkönce Acem’e savaş açmış,kalabalık bir askerle Anadolu içinden gelip Kemah kalesini kuşatmış ve fethetmiştir. Kalenin Yapısı:Beşgen şeklinde, Şeddadi tarzda yapılmış büyük süslü ve güzel bir kaledir. Burç ve duvarları büyük taşlarla yapılmıştır. Erzurum sınırında eşi benzeri yoktur. Ama Fırat nehrine aşırı havalesi vardır amma ondan zarar gelmez. Kıbleye bakan bir kapısıyla ondan içeri iki kat kapısı vardır. Üçü de değerli taşlarla bezenmiş, dayanıklı demir kapılardır. İlk kapının iç yüzünde sağ ve solda ikişer tunç top vardır. Boyları 27’şer karış olup, üç kantar ağırlığında gülle atarlar. Tuhaftır ki, böyle ağır, acayip, kalkıp inmesi zor topları, bu yalçın kaya üzerine nasıl çıkarıp da koymuşlar? İçerdeki padişah katının kapısı üzerinde bir pehlivan gürzü (eskiden silah olarak kullanılan uzun saplı, büyük demir topuz) bir ok ve Hz. Ali’nin yayı asılmıştır. İç kalede toprak örtülü 600 kadar ev vardır; dar alanda yapılmış bağsız bahçesiz evlerdir. İçerisinde Kara Yakupoğlu’nun, İbrahim Çelebi’nin evlerinden başka bahçeli ev yoktur. Kale içinde kullanılmaz boş arazi çoktur. Hatta boş olan yerlerde 5 buğday ambarı var. İçi Selim Han’dan beri pirinç çeltiği ve darıyla doludur. Gören,bugün harmandan getirilmiş sanır. Kuşatmada asker bununla idare ederdi. Bu iç kalede 11 mihrap vardır. Üçü camidir. Kale kapısından sonraki Bey Cami çok büyük ve eski tarzdadır. Bir kagir minaresi vardır. Bunun dışındakiler tahta minareli olup diğerleri minaresiz mescitlerdir. Kalenin kuzeyinde Şehitler kalesi üstünde büyük küçük 32 adet top vardır. Kapının aşağısından ta nehre kadar inen kayadan kesme su yolu vardır. Kuşatmada oradan su alıp susuzluğu giderirler. Aşağıdaki birbirine yakın üç su sarnıcı vardır. Birisi ab-ı hayat , biri güherçileli su, diğeri tuzlu sudur. Bu şehrin de güzelleri dünya güzelleridir.”
  25. _asi_

    Erzincan Kümbetleri

    TÜRBELER Melik Gazi Türbesi (Kemah) Erzincan, Kemah ilçesinin 500 m. kuzeyinde, Fırat Nehri’nin kıyısındaki kayalık tepenin bulunduğu yerdeki mezarlıkta Melik Gazi’nin Türbesi bulunmaktadır. Selçuklu hükümdarı Alpaslan’ın Anadolu’nun fethi için görevlendirdiği komutanlardan Melik Gazi Erzincan, Kemah, Divriği ve Şarki Karahisar’ı l070-l080 yıllarında ele geçirmiştir.Bunun ardından da bu bölgede Mengücek Beyliğini kurmuştur. Melik Gazi’nin türbesi Mengücek Beyliğinin ilk merkez olan Kemah’ta yapılmıştır. Melik Gazi’nin vakfiyesinde bununla ilgili olarak: “...ben emr-i Hak ile sultan-ı amil oldum, layık bil adil tuttum ve Erzurum, Erzincan,Kemah ve Diyarbekir vilayetleriyle kalelerini fetheyledim ve kafirlerin ciğerlerini yaktım ve kılıç vuran padişahtır ki (Mengücik ) Gazidir: Cenab-ı Hak ruhunu şad ve kabrini pürnur eylesin. Bundan sonra ben Kemah Kalesi civarına yerleştim ki o civar Fırat nehri kenarındadır ve hududu şu vecih iledir ki nehri mezkur kale ile mesken arasında geçer ...” yazılıdır. . Mengücek Gazi’nin ölüm tarihini açıklayan bir belgeye rastlanmamakla beraber, ondan sonra Beyliğin başına 1118’de geçen oğlu Emir İshak’ın hükümdarlığının başlangıcı dikkate alındığında Melik Gazi’nin aynı tarihte öldüğü ortaya çıkmaktadır Mengücek Gazi’nin Türbesi sekizgen planlı iki katlı olup türbenin altında bir mumyalık bulunmaktadır. Türbenin üzeri piramidal bir külah ile örtülmüştür.Türbe taş temeller üzerine tuğladan yapılmıştır. Sekizgenin kenarları dikdörtgen çerçeveler içerisine alınmış, köşelerdeki payelerle de dışa çıkıntı yapmıştır. Külahın alt kısmı ile gövdenin üstüne tuğla mozaiklerle, küfi yazılı kitabeler yerleştirilmiştir. Türbenin içerisi horasanlı harç ile sıvanarak silindirik gövdeye dönüştürülmüştür.Türbenin girişi küçük bir portal şeklindedir. Sivri kemerli alınlığı, geometrik geçmelerle süslenmiş, altına da bir satırlık küfi yazılı kitabe yerleştirilmiştir. Buradaki köşe sütunlarının üzerine oturan alınlık kemeri, bir daire bir baklava olmak üzere tuğla mozaiklerle bezenmiştir. Sırsız tuğlalar arasındaki alçı dolgu süslemeler ve firuze çinilerle görkemli bir görünüşü olan kapı kırık kemer içerisine alınmıştır. Buradaki sırlı tuğladan küfi yazılı kitabede “...Elmerhum, es said, eş-şehid, el Gazi “ yazılıdır. Giriş kapısının altında bulunan bir kapıdan merdivenle mumyalığa inilmektedir.Mumyalığın üzerinde de iki satırlık Farsça bir kitabe bulunmaktadır: “Dünya durdukça o Mengücek Sultan tarafından aydınlatılacaktır.” Mumyalığın üzerindeki zemin katının bir bölümü mescit durumuna getirilmiştir. Burada Melik Gazi’nin sembolik sandukası bulunmaktadır. Kümbetin duvarları içten silindirik olup buraya siyah mürekkeple Farsça ve Arapça iki kitabe yerleştirilmiştir. Buradaki Arapça kitabede Behramşah’ın Kılıç Aslan’ın kızlarından birisi ile evlenmiş olduğu belirtilmiştir. Mumyalık kısmında üst katı taşıyan sekizgen bir paye ile beş eşit parçaya bölünmüştür. Duvarlar 80 cm. yüksekliğe kadar taş örmelidir. Mumyalığın üzeri basıktır. Melik Gazi’nin mumyası zaman zaman açıldığından bozulmuştur. Ayrıca burada beş mezar daha bulunmaktadır. Türbede bulunan bir diğer kitabede ise; “Melik Alim, adil, teyid olunmuş, mansur, muzaffer; din ve dünyanın yardımcısı, İslam ve Müslümanların koruyucusu, Selçuk oğulları ve Mengüciklerin iftiharı eb-ul Feth Selçuk Şah bin Behram-Şah bin Davut bin İshak.O Mengücik idi.Allah onu nimetleri ve gufranıyla gark ede” yazılıdır. Melik Şah Türbesi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından l991 yılında onarılmıştır. Mama Hatun Türbesi (Tercan) Erzincan Tercan İlçesinde bulunan Mama Hatun Türbesi, 1192’de ölen Saltuklu Prensesi Mama Hatun adına yaptırılmıştır. Mama Hatun Saltuklu Beyliğinin başına ll91’de geçen II.İzzeddin Saltuk’un kızıdır. Türbenin kitabesinde yalnızca mimarının ismi okunmaktadır. Saltuklu Devleti’nin 1202 yılında yıkıldığı dikkate alınacak olursa bu türbe l192-1202 yılları arasında yaptırılmış olmalıdır. Türbenin mimarı Ahlatlı Ebu’n-Nema bin Mufaddal’dır. Kümbetin yanında kervansaray ,hamam ve bir de mescit bulunmaktadır. Böylece kümbet adeta bir külliye konumundadır. Mama Hatun Türbesi, dilimli gövdesi, onu kuşatan duvarları ile Anadolu’da benzerine rastlanmayan, mimari yapısı ve planı ile kendine özgün bir yapıdır. Bununla beraber bazı yönleriyle de Ahlat kümbetlerini andırmaktadır. Sarıya yakın kesme taştan iki ayrı bölüm halindeki türbe, son derece itinalı bir işçilikle yapılmıştır. Bölümlerden biri türbe diğeri de onu çevreleyen duvarlardır. Türbenin ortasındaki ana bölümü yuvarlak bir kuşatma duvarı çevirmiştir. Çevre duvarı 2.50 m. kalınlığında, 13.50 m çapındadır.Yüksekliği 10.50 m.dir. Türbenin kuşatma duvarının içerisine sivri kemerli on üç derin niş açılmıştır. Bu nişler büyük olasılıkla daha başka lahitlerin buraya konulması için düzenlenmiştir. Bu duvarlardan daha da yüksek olan köşelerinde ince uzun sütunçelerin yer aldığı çevre duvarının batısındaki portalin solundaki küçük nişe bir çeşme yerleştirilmiş, sağına da merdivenin girişi yerleştirilmiştir. Giriş portali yuvarlak kemerli olup, yonca yaprağı biçiminde bir niş içerisine yerleştirilmiştir.Girişin üzeri mukarnas dolgular, geometrik motifler, dilimli rozetler ve düğüm motiflerine son derece ahenkli olarak burada yer verilmiştir. Abidevi görünüşlü, kare kaide üzerindeki kümbet çevre duvarlarının ortasında iki katlı olarak yer almaktadır. Yuvarlak türbenin üst köşeleri pahlanarak sekizgene dönüştürülmüştür. Mama Hatun’un gömülü bulunduğu kare planlı mumyalık kısmına dört basamaklı bir merdivenle inilmektedir. Bu bölümün üzeri çapraz tonozla örtülmüştür. Burada ayrıca on bir mezar bulunmaktadır. Mumyalığın üzerindeki mekan 13.15 m. çapındadır. Üzeri tonoz örtülüdür. Üst kat mescide ayrılmış olup yedi basamakla buraya çıkılmaktadır. Türbenin içerisini aydınlatan mazgalların çevresi üzüm salkımları ve rozetlerle bezenmiştir. Türbenin silindirik gövdesinin üzeri dilimli konik bir külah ile örtülüdür. Bu külah kümbetin gövdesi ile tam bir uyum içerisindedir. Tugay Hatun Kümbeti (Kemah) Erzincan Kemah İlçesi Çarşı Mahallesi’nde Gülabi Bey Camisi’nin 100 m. kadar güney batısında özel bir kişinin mülkiyetindeki bahçe içerisindedir. Tugay Hatun, Hüdabende Mehmet’in eşidir. Sultan Mehmet Harbende’nin Kemah’a ne zaman ve niçin geldiği ve karısı Tugay Hatun’un Kemah’a niçin geldiğine ve burada ne kadar yaşadığına dair hiç bir kayıt yoktur Tugay Hatun Kümbeti’nin XIII.yüzyılda Mengücek Beyliği Döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Türbe kesme taştan, iki katlı silindirik gövdeli olup üzeri piramidal bir külah ile örtülüdür Türbenin özenli bir taş işçiliği vardır. Kıvrık dallar, Rumiler, Selçuklu geçmeleri, örgüler bitkisel motifler, palmetler dört dizi halinde türbenin gövdesini sarmıştır. Ayrıca çatı boyunca, palmetlerden oluşan bir korniş de yapıyı çevrelemektedir. Kapı kenarları ile saçaklarda zengin bir bezeme görülmektedir. Giriş kapısının da görkemli bir taş işçiliği bulunmakta olup, üzerinde kitabesi vardır. Kapı kenarları ve saçakları çok gösterişli bir işleme tekniği ile süslenmiştir. Alt katı dört sütun ve dört tane yarım kubbeden meydana gelmiştir. Kitabe: “La İlaheillallah Muhammeden Resulahüllah. Haza; İmaret El-Merhume Hatun. Bint-i Tabrama”. Türbenin altındaki mumyalık haç planlı olup üzeri kubbe tonoz ile örtülüdür. Türbe günümüzde onarılmıştır. İsimsiz Türbe (Kemah) Erzincan, Kemah ilçesinde Melik Gazi Türbesi’nin 100 m. batısında ve çok harap bir durumda olan türbenin kitabesi bulunmadığı gibi kaynaklarda da ismine rastlanmamış, kime ait olduğu anlaşılamamıştır. Türbe sekizgen planlı, iki katlı ve mumyalığı olan bir yapıdır. Türbenin batı yönünde giriş kapısı bulunmaktadır. Mumyalık bölümü hatıl ve pervazlarla belirtilmiş, üzeri basık bir tavanla örtülmüştür. Günümüze gelen kalıntılardan yuvarlak gövdeli ve konik külah ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Moloz taştan yapılan türbenin içeriye doğru genişleyen iki penceresi içerisini aydınlanmaktadır. Günümüze harap bir durumda gelmiştir. Behramşah Türbesi (Kemah) Erzincan Kemah ilçesinin kuzeybatısında, Karasu’ya egemen kayalıklar üzerinde Melik Gazi Kümbeti’nin yanındadır. Yapım tarihi kitabesi olmadığından bilinmemektedir. Bununla beraber XIII.yüzyılın başlarına ait olduğu sanılmaktadır. Türbe kesme taştan, giriş kapısı tuğladandır. Anıtsal kapısında sırlı tuğla ve mozaikler birlikte kullanılmıştır. Ayrıca kırmızı tuğla ve firuze mozaik çiniler de girişi ve türbeyi daha görkemli bir konuma getirmiştir. Türbenin üzeri biri tromplu, diğeri de pandantifli olmak üzere iki kubbe ile örtülmüştür. Üst örtü dıştan piramidal koni biçimindedir. Birbirleri ile bağlantılı iki kare mekandan meydana gelen türbenin ana kapısı ve penceresi orijinaldir. Türbe 1971 yılında onarılmıştır. Gülcü Baba Kümbeti (Kemah) Erzincan Kemah’ta Taşboğası Mevkiinde yüksek bir tepe üzerindedir. XIII.yüzyılın ilk yarısında Gülcü Baba adına yaptırılmıştır. Türbe kesme taştan iki katlıdır. Altta mumyalık denilen mezar odası, üstte de sandukanın bulunduğu kısım vardır. Sekizgen planlı olup, içten kubbe, dıştan da konik bir çatı ile örtülmüştür. Türbe 1971 yılında onarılmış ve bu arada, önceden tuğla olan piramidal çatı kesme taştan yapılmıştır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.