Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Bingöl Mutfak Kültürü

    MUTFAK KÜLTÜRÜ Yöre ürünlerine dayanan Bingöl mutfağında yemeklerin çoğu bulgur, ayran, süt, et, çökelek ve yenilebilir bitkilerden yapılmaktadır. Çorba, bulgur pilavı ve daha ziyade hamura dayalı olarak yapılan gömme, sirın, tutmaç, keşkek gibi yemekler en çok yapılan yemek türlerindendir. Halkın büyük bir kısmı kırsal kesimde yaşadığı için tarımsal ürünlerden ve ona bağlı olarak hayvansal ürünlerden istifade ederek beslenme ihtiyacını karşılamaktadır. Bunların dışında sebzeli yemekler, tatlılar, turşular ve kahvaltılık ürünlerde yöre mutfağına zenginlin ve çeşitlilik katan diğer besin maddeleridir. Pek çok yörede olduğu gibi Bingöl yöresinde de yaz ve kış mevsiminde yenilen yemekler farklılık göstermektedir. Yazları sebzeli; kışları ise etli ve kurutulmuş sebzelerden yapılan yemekler ile hamur işi yemekler rağbet görmektedir. Yine yemekler sabah, öğlen ve akşam öğünlerinde de farklılık arzederler. Şehir merkezinde kahvaltıda çay, süt, çökelek, peynir, tereyağı, zeytin ve benzeri yenildiği gibi mercimek ve ezo gelin, yayla çorbalarına da rağbet edilmektedir. Öğle ve akşam yemekleri de daha ziyade bulgurlu, hamurlu, etli ve sebzeli yemeklerdir. Özellikle akşam yemekleri erkeklerin eve geldiği en kalabalık öğün olduğu için günün en iyi hazırlanan yemekleridir. Ayrıca bazı özel günlerde ve durumlarda (bayram, mevlüt, taziye, ramazan ayı orucu) yemekler daha özene bezene yapılır. Diğer yörelerde olduğu gibi en seçkin ve en leziz yemek pişirilir. Etli, sebzeli yemekler, çorbalar, turşular, içecekler ve tatlılar hazırlanır. Yöre mutfağında dikkati çeken bir başka özellikte pişirilen ekmeklerdir. Fabrika ekmeğinin yanında halk mümkün mertebe yörede tandır veya sacda pişirilen ekmeğe yönelmektedir. Birçok aile kendi yaptıkları ekmeği tüketmektedirler. Bu hususa şehir merkezlerinde de rastlamak mümkündür. Bingöl ve köylerinde ekmek ağırlıklı olarak buğday unundan yapıldığı gibi mısır ve darı unundan da yapılmaktadır. Köylerde halkın “ nun kuryek “ tabir ettiği ekmek ayrı bir tada sahip olup çevrede çok sevilen bir ekmek çeşididir. Bingöl yemekleri çorbalar, pilavlar, sebzeli ve yenilebilir bitkilerden yapılan yemekler hamura dayalı yemeklerdir. Salatalar, tatlılar ve turşular gibi çok yönlü bir çeşitliliğe sahiptir. Tatlılar arasında Bingöl burma kadayıfı ve diğer kadayıf çeşitleri meşhur olup ayrı bir lezzete sahiptir. Köfteler: İçli köfte, sulu köfte, yoğurtlu köfte, kuru köfte, kabak köftesi, yumurtalı köfte, ayranlı köfte, kızartma köfte, gıldırık köfte, çiğ köfte. Turşular: Acı biber turşusu, lahana turşusu, domates turşusu, fasulye turşusu, patlıcan salamura, yaprak salamura, biber salamura... Tatlılar : Burma kadayıf, silki baklava, aşure, zerde, sütlaç, revani, un helvası, dolanger... Yukarıda adı geçen köfte, tatlı ve turşu çeşitlerinin çoğu Bingöl yemek kültürüne zaman içinde etkileşimler neticesinde girerek ona zenginlik katmıştır. Bunların yanında Bingöl’e mahsus olan onun yemek kültürünü başlıca mahalli yemekler şunlardır: Löl (gömme), mastuva, ayran çorbası (germe dui), turakin (patıfe), tutmaç çorbası, kılç, lopık, maliyez, parmar (semiz otu), pılık.
  2. _asi_

    Bingöl Mutfağı

    BİNGÖL YEMEKLERİ İÇLİ KÖFTE Malzemesi 4 su bardağı köftelik ince bulgur 1 kilo yağsız kıyma (iki kez çekilmiş) Yarım kilo yağlı kıyma Aldığı kadar su 1 yumurta, 4 soğan 4 çorba kaşığı margarin 1 çorba kaşığı biber salçası 1 çorba kaşığı domates salçası 8 damla limon suyu 1 çorba kaşığı pulbiber 1 çorba kaşığı ufalanmış reyhan karabiber İç malzemesini hazırlamak için; soğanları ince kıyın. Margarin, yağlı kıyma ve soğanları tavaya alıp kavurun. Yarım çorba kaşığı domates salçası, yarım çorba kaşığı biber salçası, pulbiber, reyhan, tuz ve karabiber ekleyip kavurmaya devam edin. Ateşten alıp soğutmaya bırakın. Elinizle top şekline getirip buzlukta 1 saat bekletin. Yağsız kıymayı bir tepsiye alıp bulguru ilave edin. Yumurta ve bir miktar tuz ekleyin. Azar azar su serperek hamur kıvamına gelinceye kadar iyice yoğurun. Yoğurduğunuz köfte hamurundan yumurta büyüklüğünde parçalar koparın. Elinizde baş parmağınız içinde kalaraLfincelterek şekil verip içli köftenin dışını hazırlayın.Ortasındaki boşluğa donmuş olan iç malzemeden bir tatlı kaşığı koyarak köfteyi kapatın. Hepsini bu şekilde hazırlayıp un serpilmiş tepsiye dizin. Geniş bir tencereye yarısına kadar su doldurup kaynatın. Limon suyunu ekleyin. Köfteleri dörder-beşer tencereye alıp 10 dakika kadar haşlayın, kevgirle alın. Sıcak olarak servis yapın. ŞİLKİ Malzemesi 1 su bardağı un 1 yumurta 1 tatlı kaşığı kuru maya 1 çay bardağı 2 çorba kaşığı tereyağı Yarım su bardağı pekmez Yarım su bardağı su 1 çay bardağı ılık suda mayayı eritin. 10 dakika bekletip yumurtayı ilave ederek karıştırın. Unu derin bir kaba alıp mayalı karışımı ekleyin. Lokma hamuru kıvamında sıvı bir hamur elde edecek kadar ılık su ilave ederek iyice karıştırın. Teflon tavayı veya sacı ısıtın. Hamurdan bir kepçe alıp tavaya boşaltarak yayın. Krep şeklinde iki taraflı pişirin. Krepleri dilediğiniz şekilde keserek bir tepsiye yerleştirin. Tereyağını bir tavada kızdırıp kreplerin üzerine gezdirin. Su ve pekmezi karıştırıp şerbeti hazırlayın. Kreplerin üzerine gezdirip servis yapın. GÖMME Malzemesi 2 su bardağı un Aldığı kadar su 2 su bardağı yoğurt 2 çorba kaşığı tereyağı 4 diş sarımsak Unu hamur yoğurma kabına alıp su ekleyerek yoğurun. Kalın ve yuvarlak bir ekmek şekli verin. Fırın tepsisini hafifçe yağlayıp hamuru tepsiye yayın. Önceden ısıtılmış 180-200 dereceye ayarlı fırında 40 dakika pişirin. Pişen ekmeği fırından çıkarıp soğumaya bırakın. Yoğurda koyu ayran kıvamını alacak kadar su ekleyip çırpın. Sarımsakları ezip ayrana ekleyin ve iyice karıştırın. Ekmeği ufak ufak doğrayıp genişçe bir tabağa alın. Üzerine sarımsaklı ayranı gezdirerek dökün. Tereyağını tavada eritip ayranlı ekmeklerin üzerine gezdirin. Hoşaf eşliğinde sıcak olarak servis yapın. DÖĞME ÇORBASI 2 su bardağı döğme 1 su bardağı nohut 500 gr kemikli kuzu eti 8 su bardağı su 1 soğan, 2 sivri biber 4 domates 2 çorba kaşığı margarin Yarım çorba kaşığı domates salçası Yarım çorba kaşığı biber salçası Tuz Kekik Pulbiber Nohutu ve döğmeyi akşamdan ıslatın. Nohutun suyunu süzüp haşlayın. Soğan ve biberleri temizleyip kıyın. Domatesleri soyup küp küp doğrayın. Kemikli eti düdüklü tencerede 8 bardak su ilavesiyle 15 dakika kaynatın. Elde ettiğiniz et suyunu bir kaba alın. Margarini tenceredeki etlere ilave edip biraz kavurun. Soğan ve biberleri ^kleyip karıştırarak birkaç dakika daha kavurun. Domates ve biber salçası ile pul biberi kavrulmakta olan ete ilave edip karıştırın. Doğranmış domatesleri ekleyip 10 dakika pişirin. Tuz, karabiber ve kekik ekleyin. Nohut ve döğmeyi süzüp etlere ilave edin. Et suyunu da ekleyip düdüklü tencerenin kapağını kapatın ve 40 dakika kısık ateşte pişirin. Sıcak olarak servis yapın. MASTUVA 1 su bardağı pirinç 2 kase yoğurt 2 çorba kaşığı un 3 su bardağı su Tuz Üzeri için: Tereyağı Pul biber Pirinç yıkanır bir tencereye aktarılır. Üzerine 1 su bardağı su eklenir. Suyu çekene kadar kısık ateşte haşlanır, ateşten alınır. Ilıyınca yoğurt, 2 su bardağı su, un ve tuz konur. Tekrar ateşe konur. Koyulaşana dek pişirilir. Servis yapılacağı zaman üzerine yakılmış pul biberli tereyağı gezdirilir. CEVİZLİM bir su bardağı yoğurt üç yumurta iki su bardağı un üç bardak şeker üç su bardağı ceviz(Mercimek büyüklüğünde çekilecek) bir çay bardağı sıvı yağ kabartma tozu şerbeti için: üç su bardağı şeker üç su bardağı su yarım limon Kek kıvamında hazırladığımız harcımızı önceden ısıtılmış fırında pişirelim. Cevizlimiz soğuk iken dilimleyip,ılık şerbetimizi döküp arzuya göre süsleyerek servis yapalım. FIRINLANMIŞ PATLICAN MENEMEN fırınlanmış patlıcan sivri biber domates yumurta pulbiber tuz yağ Fırınlanmış patlıcanlar soyulup ufak ufak doğranarak eritilen yağda iyice kızartılır yayvan bir tencereye alınır,sırayla doğranmış biberler kızartılıp patlıcanların üzerine dökülür.Domatesler sos halinde pişirilir pulbiber ve tuz ilave edilerek kenardaki diğer malzemelerin üzerine alınır.Çırpılmış yumurtalar kızartılmış sebzelerimizin üzerine dökülerek orta hardaki ateşte pişirilir. Ayran ile servis yapılır. XILLİKTE GÜVEÇ patlıcan dolmalık biber domates çepik eti yağ az salça pulbiber Fırınlanmış yağlanmış xıllike önce etler üzerine domates,onların üstüne tamamen soyulup acısı alınmış parmak büyüklüğünde doğranmış patlıcan, üstüne doğranmış biber, yine üstüne domates gelecek şekilde malzemeler konur. En üstte bir bardak kadar sulandırılmış salçalı su alınır pul biber serpilir tuz ilavesi ve yağ eklenerek üstü alimünyum folyo ile kapatılıp (özellikle ateş yani ekmek fırınında )fırında hiç karıştırılmadan pişirilir. Arzuya göre bu yemeğe patates ilaveside yapılabilinir. ETLİ PATATES DİBLESİ Kuşbaşı et Patates acı sivri biber yağ salça bulgur domates soğan pul biber Kısık ateşte etler suyunu çekene kadar pişirilir tuzu yağı konur birazda onlarla kavrulur,üzerine soğan rendelenir kabuğu soyulmuş domatesler dökülür ve domates suyunu çekene kadar ara sıra karıştırılarak pişirilir salçası acı biberi konup küp halinde doğranan patatesler eklenip az biraz su ile pişmeye bırakılır. diğer yandan yıkanan bulgur bu pişen yemeğe eklenerek bulgurun pilavlık kıvama gelmesi sağlanır.yanında illakide olmazsa olmazımız turşu ile servis yapılır. KELDOŞ un yağ tuz su kısırlık bulgur yoğurt sarmısak sos için tereyağ Malzemeler normal olarak yoğrulup,yağlanmış tepsiye konur. Kuzine yada normal fırında pişirilir.Pişen ekmeğimiz derince bir kaba ufak ufak doğranır.üzerine çırpılıp iyice ayran haline getirilen yoğurt dökülür en üstte ise dağlanmış tereyağı dökülür. AYRAN AŞI 1 bardak buğday 4 bardak yayık ayranı Az tereyağı Az aş otu veya maydanoz 1 kaşık un 2 adet yumurta Buğdayı suda haşlayıp pişirin. Ayrana un, yumurta ve tuzu koyun. Kaynayan buğdaya bu karışımı ve üstüne de yağda aş otu kızdırıp dökün. Sıcak servis yapın. SELİM TAVA Çepic eti domates salça yeşil dolmalık ve sivri biber yağ tuz pul biber Çepic eti kibrit kutusu büyüklüğünde doğranır tepsiye dizilir. Üzerine biberler usun uzun doğranıp,onun üstüne domatesler küp halinde doğranır sırayla dökülür az salçalı su hazırlanıp pul biberleride katılarak tepsiye dökülür. Yağ ve tuz ilave edilerek fırına sürülür. TUTMAÇ ÇORBASI 500 gr. Un 1 kg. yoğurt 2 baş sarımsak 1 kaşık tereyağı 200 gr. Kavurma Yeteri kadar toz biber, nane ve tuz Un biraz su ve tuz ile yoğrulur. Hamur kağıt inceliğinde yufkalar halinde açılarak bir bez üzerine tek tek istenilen büyüklükte kesilir. Önceden hazırlanmış yoğurda bir miktar su katılarak hafif ateşte kaynayıncaya kadar karıştırılır. 5 dakika kaynadıktan sonra kesilmiş olan yufkalar ilave edilir. Bir miktar kavurma içine atılarak 15 dakika sonra ateşten indirilir. Tavada eritilen tereyağına isteğe göre acı biber, nane konarak ateşte kavrulur. Tabaklara konan çorbaya bu sos ilave edilerek servis yapılır. TUTMAÇ ÇORBASI 2 2 su bardağı yoğurt 1 kase tutmaç 5 su bardağı su 1 çay bardağı haşlanmış nohut 1 adet yumurta sarısı 1 çorba kaşığı aruh kırmızı pul biber, tuz 1 çay bardağı un Tutmaç hamuru için; 2 su bardağı un yeteri kadar su tuz Hamur malzemesiyle sert bir hamur yapılır. 2 parçaya ayrılır, olabildiğince ince açılır, 2x2 cm. kareler kesilir makarna gibi kurutulur. Yoğurda 3 su bardağı su, yumurta sarısı, un konur, kıvam alana kadar pişirilir, 5 su bardağı su eklenir, kaynayınca haşlanmış nohut ve tutmaç atılır, tutmaç yumuşayana kadar pişirilir. Servis esnasında üzerine aruh, pulbiber ve yakılmış yağ gezdirilir.
  3. _asi_

    Bingöl Coğrafi Bilgiler

    Fiziki Yapı Bingöl şehir merkezi ovada kurulmuştur. Deniz seviyesine göre yüksekliği 1177 metredir. Bingöl ili çok dağlıktır. Dağların çoğu 2000 metreden yüksektir. İl topraklarının ancak yüzde 2,5'i ovadır. Dağlar % 83'ünü aşar. Yayla ve platolar yüzde 15'tir. Yüzölçümü 8319 kilometrekaredir. Dağlar: Bingöl ilinin güneyinde Güneydoğu Toroslara ait Genç Dağları, orta kısmında Şerafettin Dağları, kuzeydoğuda ise Bingöl Dağı, güneyde Akçara Dağları yer alır. Bingöl Dağı volkanik bir dağdır. Buzul çağa ait buzullardan müteşekkil yüzlerce buzul gölünü, Bingöl'de görmek mümkündür. Ağrı Dağı da volkanik bir dağdır. Fakat Ağrı Dağı, akan sularını kendi emer ve Ağrı'dan hiçbir akarsu çıkmaz. Bingöl Dağı ise yalnız Bingöl değil, bu bölgenin su deposudur. Aras Nehri ile Murat Suyunun bazı kolları Bingöl Dağının güney ve güneybatı yamaçlarından doğar. En yüksek yeri Kale Tepe (3194 m)dir. Şerafettin Dağlarının en yüksek noktası (2544 m), Akçara Dağlarının Akçara Tepesi (2940 m), Şeytan Dağı (2919 m), Karagöl Dağı (2628 m), Cemal Dağı (3008 m), Karagöl (2906 m), Çavres (Çoriş) Dağı ise (2246) m) ve Karir Dağı (2373 m). Yaylaların çoğu Şerafettin ve Şeytan dağları üzerindedir. Ovalar: Bingöl'de ova yok denecek kadar azdır. İl yüzölçümünün kırkta birine yakın kısmı ovadır. En büyük ovası 80 kilometrekarelik Bingöl Ovasıdır. Genç Ovası ise 6 kilometrekaredir. Göynük Çayı vadisinde de küçük bir ova bulunur. Ovlalar çok bereketlidir. Akarsular: Bingöl su bakımından çok zengindir. Yağış, bilhassa kar yağışı çok boldur. Bingöl bölgenin su deposu durumundadır. Başlıca akarsuları:Murat Irmağı, Peri Suyu ve Göynük Suyudur. Göller: Gölbahri Gölü:Karlıova'nın Kargapazarı yakınında olup, yüzölçümü 7 kilometrekaredir. Buzul göller:"Göze" ismi verilen binlerce buzul gölcükler vardır. Başlıcaları:Kuş, Karlı, Belli, İçme, Keskin, Zırlır ve Sar gölcükleridir.. İklimi ve Bitki Örtüsü Bingöl'de sert kara iklimi hüküm sürer. Kışlar uzun sürer. Kar yağışı bol ve kar kalınlığı 3-4 metreyi bulur. İl merkezinde kışın ortalama ısı -9°, yazın + 39° olur. Yağış miktarı 900 milimetreyi geçer. Senenin üçte biri karla kaplıdır. Yazları sıcak ve kuraktır. Kışın kar, ilkbahar ve sonbaharda bol yağmur yağar. Bol kar ve yağmur yağışı olan Bingöl'ün her yanı, ilkbaharda yemyeşil bir bitki örtüsü ile kaplıdır. Yüzölçümünün % 15'i ormanlarla, % 70'i ise çayır ve mer'alarla kaplıdır. Bilhassa akarsuların vadileri çok güzel ve yemyeşildir.
  4. _asi_

    Bingöl Adının Kaynağı

    BİNGÖL İLİNİN ADININ OLUŞUMU Bingöl'ün bilinen en eski ismi Cebel-cur dur. Cebel dağ, Cur akan anlamındadır. Bu kelimenin zamanla Çabakçur şeklinde telaffuz edildiği ihtimali kuvvetlidir. Zaten Çabakçur akan temiz su anlamına gelir. Evliya Çelebiye göre bu isim Büyük İskender tarafından verilmiştir. Rivayete göre Büyük İskender vücudundaki dayanılmaz ağrılar için nice hekimlere baş vurduğu halde şifa bulamaz. Bunun üzerine Ab-Ul Hayat (ölümsüz hayat) suyunu aramaya başlar. Uzun aramalardan sonra kaynağı kendisi olmasa da o sudan içip dayanılmaz ağrılardan kurtulur. Faydasını gördüğü bu suya "Makdis lisanı" üzerine cennet suyu anlamına gelen Çabakçur adını verir. Doktorlarına, sizlerin çare bulmadığınız ağrılarıma Allah cennet ırmaklarından deva verdi. Burada benim adıma bir kale yapın ve adını Çabakçur koyun demiştir. Daha sonra çeşitli kaynaklarda Mingöl olarak karşımıza çıkar. Mingöl göller bölgesi anlamındadır. Mingöl kelimesi de zamanla halk tarafından Bingöl şeklinde telaffuz edilmiş bin tane göl anlamındadır. Daha sonra Bingöl'e Çevlik denmiştir. Bağ bahçe anlamındadır. Bu ad günümüzde yöre halkı tarafından halen kullanılmaktadır. 1874 yılında yapılan bir idari düzenlemeye dayanılarak 1881 de Bitlis vilayeti kuruldu. Çabakçur ve Genç bölgesi Bitlis Vilayetine, Kiğı Erzincan'a, Karlıova Muş'a bağlandı. Cumhuriyetin ilanından sonra 1926 yılında Elazığ, 1929 senesinde Muş'a bağlanan Bingöl, 1936 yılında çıkarılan bir kanunla il haline getirildi. Bu kanunun Bingöl iline ait metni aynen şöyledir. "Yeniden 9 kaza ve 5 vilayet teşkiline ve bunlarla 32 Nahiyeye ait Kadrolar Hakkında Kanun Kanunun numarası:2885 Kabul Tarihi:25-12-1935 Resmi Gazete ile Neşir ve ilanı: 4 Ocak 1936 Numara:3197 Madde 5: Muş vilayetinin Çabakçur, Genç, Solhan, Bingöl kazaları ile Erzincan vilayetinin Kiğı kazasından teşekkül etmek ve merkezi Çabakçur kasabası olmak üzere Bingöl vilayeti kurulmuştur." 1945 yılında il merkezi olan Çabakçur'un adı Bingöl olarak değiştirilmiştir.
  5. _asi_

    Bingöl Kronolojisi

    KRONOLOJİ M.Ö.1300 Bingöl yöresi Alenler Saspiriler, Medler, Sakalar, Kardanilerden oluşan Göç dalgasının etkisinde kaldı. M.Ö.1200 Bingöl yöresine Galatlar, Giritler, Aramiler İkinci göç dalgasını oluşturdular. M.Ö.800 Kimerler, Asurlular ve İskitlerin etkisi altında kaldı. M.Ö.678 Kimerler Asurlulara yenildiler. M.Ö.660 Asur Kralı Asurbanipal yörede egemenliğini kabul ettirdi. M.Ö.644 Bingöl İskitlerin egemenliğine girdi. M.Ö.600 Pers Saftarlığı dönemi başladı. M.Ö.300 Selokit krallığı bölgede etkinlik kazanmaya başladı. M.Ö.189 Selokit kralı Antihokhos Romalılara yenildi M.Ö.150 Arat krallığı bölgede egemen oldu. M.Ö.123 Part kralı II. Mitridat İskitleri yendi ve Aras Krallığı üzerine yürüdü. M.Ö.60 Roma İmparatorluğu yöreyi egemenliği altına aldı. M.Ö.51 Aras Part Birleşik Orduları Roma Ordularını yenerek Antakya'ya ulaştı. M.Ö.38 Roma yeniden etkin oldu. M.S.395 Bizans dönemi başladı. M.S.634 İslam Orduları Kasidiye ve Havand zaferleri sonunda Doğu Anadolu Topraklarına yerleştiler. 1200 Kığı ve Bingöl Yaylasının batı kısımları Mengüçlerin eline geçti. 1230 Kığı ve Bingöl 1.Alaattin Keykubat tarafından alındı. 1243 Moğollar Selçukluları yenerek Bingöl ile birlikte Anadolu Topraklarını ele geçirdiler. 1400 Erzurum Erzincan Akkoyunlularca alındı. 1473 Fatih Sultan Mehmet Otluk belinde Uzun Hasanı yenerek Şah ismail bunu fırsat bilerek Doğu Anadolu Topraklarını ele geçirdi. 1515 I.Selim Şah Ismaili yendi. 1844 Bingöl Çevlik adı ile nahiye merkezi oldu ve Palu ilçesine bağlandı. 1845 Yapılan düzenlemede Bingöl Erzurum'a Bağlandı. 1848 Çapakçur ve Genç Diyarbakır Sancağına, Kığı Erzurum'a bağlı ilçe durumuna getirildi. 1864 Solhan Muş bölgesi Erzurum İline bağlandı. 1868 Genç bölgesi nahiye olarak Diyarbakır'a bağlandı. 03.02.1916 Varto Rus işgaline uğradı 15.05.1916 Ruslar Kiğı'ya saldırdı. 08.06.1916 Ruslar Çapakçur cephesine saldırdı. 11.06.1916 Ruslar Masalla deresine saldırdı 08.07.1916 Ruslar ikinci defa Kığı Cephesine saldırdı. 11.08.1916 Kiğı işgalden kurtuldu. 18.12.1917 Erzincan da Ruslarla yapılan anlaşma sonucu Ruslar Anadolu cephesinden çekildi. 20.04.1924 Genç il yapıldı. 1927 Genç ilçe yapıldı. 04.01.1936 2885 sayılı yasayla Çapakçur il merkezi olmak üzere Bingöl il oldu. Genç Solhan Kiğı il sınırları içine alındı. 1957 Bingöl il Merkezine ilk defa lise açıldı. 22.05.1971 Bingöl ve çevresinde deprem oldu. 800 kişi öldü. 01.05.2003 Bingöl ve çevresinde deprem oldu. 180 kişi öldü.
  6. _asi_

    Bingöl Tarihi

    TARİHÇE Bingöl yöresinin prehistorik dönemleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak, Bingöl Dağları’nda bulunan obsidyen (doğal cam) yataklarının, bu dönemlerde Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın doğal cam gereksinimini karşıladığı saptanmıştır. M.Ö. I. binde Assur, Med, Pers, Seleukos egemenliğinde kalan Bingöl ve çevresi, daha sonra Sasaniler, Hazarlar, İlhanlılar ve Akkoyunluların hâkimiyetine girmiş, 1473 yılında, Otlukbeli Savaşı’ndan sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bingöl adının nereden alındığına dair bir çok efsane vardır. Tarihi boyunca çeşitli medeniyetlerin akımlarının etkisinde kalan il, İslam kaynaklarında Cebel-u Cur adıyla geçmektedir. İslam orduları Diyar-i Bekir (Diyarbakır) iline geldiklerinde komutanları Halid Bin Velid, yardımcı komutanlardan Kibes'i Cebel-u Cur ve yöresini fethetmekle görevlendirilir. İslam orduları Kibes komutasında bu yöreye girerler. Şimdiki Kuruca(Gazik) köyü üzerinden Palu' ya yönelirler. İslam kaynaklarında Kuruca koyunun güneydoğu mıntıkasında Merel adında bir şehirden bahsedilmektedir. Merel o doneme göre medeni bir şehir görünümündedir . Bu şehir yani Bingöl İslam kaynaklarında Cebel-u Cur (Çapakçur) adıyla geçmektedir. Burayı fethe gelen Kibes bu yöredeki savşların birinde, buğun Sultan dağı diye adlandırdığımız dağda şehit olmuştur ve buraya gömülmüştür. o günden bugüne orası Sultan kibes-i Ziyareti diye adlandırılmaktadır ve halk tarafından ziyaret edilmektedir.Daha sonra ilimiz Palu ilcesine Cevlik adıyla bağlanır. Cevlik halk dilinde "Colig" adıyla da tanınır. "Colig" isimi hala etkin bir biçimde halk tarafından kullanılmaktadır. Çapakçur adının Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde Büyük İskender tarafından verildiği rivayet edilmektedir.. Büyük İskender vücudundaki dayanılmaz ağrılar için nice hekimlere başvurduğu halde şifa bulamaz bunun üzerine Ab-i Hayat suyunu aramaya baslar. Uzun aramalardan sonra bu suyu Bingöl yöresinde bulur ve şifa bulur..Faydası gördüğü bu suya Cennet suyu anlamına gelen (Makdis Lisanı) Çapakçur adını vermiştir.. Doktorlarına ; " Sizin çare bulamadığınız ağrılarıma Allah cennet ırmaklarından deva verdi ." der ve Murat nehrinin kenarında kısa zamanda bir kale yaptırır ..Bu kaleye Çapakçur kalesi denilmiştir.. Bingöl İli 1844 yılında nahiye olarak Palu ilcesine bağlanır. 1872 yılında Palu ilçesinden ayrılarak Cevlig (Colig) - Çapakçur adıyla ilçe olur.. 1936 yılında aynı isimle il merkezi olur. 1945 yılında Bingöl adını alır. Bingöl ün tarihi milattan önce 2000 yıllarına dayanmaktadır. Bu tarihten önceki yılları bilinmemektedir. Daha çok çevre illere yaylacılık yapan ilimiz yerleşime dayalı kent merkezi olana kadar çeşitli medeniyetlerin etkisinde kalmıştır ve kalıcı bir statüye kavuşmamıştır.. İlimizde tarihi kalıntılara rastlanmaması bu tezimizi doğrulamaktadır. İlimize bağlı Genç ve Kiğı ilçeleri yerleşik medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Bu ilçelerimiz il merkezinden ziyade köklü bir tarihe sahiptir.. Bu ilçelerdeki tarihi kalıntılar bunu göstermektedir. Bingöl ün tarihi daha çok komşu illerin tarihi incelenerek meydana çıkarılmıştır.. Van, Bitlis, Ahlat, Diyarbakır, Erzurum, Tunceli şehirleri eski devirlerde bir beyliğe veya bir hükümdara başşehir olmuşturlar. Bingöl yaylaları ise bir otlak olarak bu beyliklere bağlı tutulmuştur. Tarihçi Heredot bir eserinde Anadolu’yu bir takım bölgelere ayırmış ve her bölgeye ayrı bir isim vermiştir..Bugünkü Diyarbakır, Muş ve Bingöl illerini içine alan bölgeye "Komojen" ismini vermiştir. Bingöl ili Osmanlı zamanında komşu illere bağlı olarak idare edilmiş ancak Cumhuriyet devrinde il haline gelmiştir.
  7. _asi_

    Bingöl Genel Bilgi

    Bingöl Genel Bilgi Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Fırat bölümünde yer alan Bingöl ili, doğuda Muş, kuzeyde Erzincan ve Erzurum, batıda Tunceli ve Elazığ, güneyde ise Diyarbakır ili ile çevrilidir. İl toprakları, Doğu Anadolu Bölgesi'nin yüksek platoları ile batıdaki engebeli alan arasında kalan bir geçiş bölgesinde yer almaktadır. Güneydeki doğu-batı doğrultulu Murat Irmağı vadisi ve vadi boyunca uzanan küçük düzlükler dışında, il hemen hemen bütünüyle dağlıktır. Kuzey ve orta kesimlerini Erzurum ili sınırları içindeki Palandöken Dağlarının ve Erzurum-Muş-Bingöl sınırlarının birleştiği yeri belirleyen Bingöl Dağlarının uzantıları engebelendirir. Yükseklikleri 2000 m. nin üzerinde olan, yer yer 3000 m. ye yaklaşan bu dağların başlıcaları; Karagöl, Şeytan, Karaboğa ve Şerafettin Dağlarıdır. İlin güney ve güneydoğusunu Muş Güneyi Dağları, güneybatısını da Akdağlar engebelendirir. Bingöl'ün en önemli akarsuyu, Fırat'ın başlıca kollarından biri olan Murat Irmağı'dır. Genişliği zaman zaman 70 m.yi bulan Murat Irmağı, ilin güney kesiminde doğu-batı doğrultusunda akar. Göynük Suyu, Yiğitler Deresi, Kılıçdere ve Ardıçlıdere ırmağın başlıca kollarındandır. İlin kuzey kesiminde önce doğu-batı yönünde akan, sonra güneybatıya yönelen Peri Suyu da Bingöl'ün önemli su kaynaklarındandır. Ayrıca İl sınırları içerisinde çok sayıda büyüklü, küçüklü göl bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Bahri Gölü'dür. Ovalar, il alanı içerisinde çok az bir yer tutmaktadır. Bunlardan en büyüğü Bingöl kentinin güneydoğusunda 80 km2 kadar bir alan kaplayan Bingöl Ovası'dır. Murat Irmağı'nın güney yakasında geniş bir vadiyle Bingöl Ovası'na bağlanan Genç Ovası ile Karlıova ve Göynük Suyu çevresindeki Göynük ovası da diğer bellibaşlı düzlüklerdir. Bingöl'ün belli başlı yaylalar ise; Bingöl Yaylası, Şerafettin Yaylaları, Genç’te Çötele (Çotla) Yaylası, Karlıova’da Hırhal ve Çavreş Yaylası, Kiğı’da Kiğı Yaylası ve Dağın Düzü Yaylaları, Adaklı’da Karer Yaylası’dır. İlin yüzölçümü 8.125 km2 olup, toplam nüfusu 255.395'dir. İlin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Hayvancılıkta ağırlık canlı hayvan yetiştiriciliğidir. En çok koyun, kıl keçisi ve sığır yetiştirilir. Arıcılık ve bal üretimi de yapılmaktadır. Bingöl'ün en önemli ticari ürünü cevizdir. Bunun yanı sıra elma ve armut da yetiştirilmektedir.Ormancılık ve madencilik de yapılmaktadır. Hayvancılık nedeniyle yün işi ve dokumacılığıda ekonomisinde büyük yer tutmaktadır. Bingöl halı ve kilimleri çok ünlüdür. Ayrıca yünden giyecek, çuval, battaniye, heybe, koşum takımları ve at süsleri de yapılmaktadır. Bingöl'de ağaç işçiliği de gelişmiştir. Tahta kaşık, yağ ve bal tekneleri, çey,z sandıkları üretilmektedir. Bingöl'de pek çok küçük göl vardır. Bunlar dağlık alanların yüksek yerlerinde meydana gelen buzul gölleridir. Bingöl'ün adı da yaylalarda “göze” denilen bu göllerden gelir. Dağlara , binlerce göl olduğu için Bingöl Dağları adı verilmiş, zamanla bu isim Bingö'e dönüşmüş, şehrin adı da Bingöl olmuştur. Bingöl'ü de içine alan bu bölge, MÖ.1300'lerden başlayarak çeşitli uygarlıkların, kavimlerin göçlerine ve burada yerleşmelerine sahne olmuştur. Yöre tarih boyunca sırası ile Hitit, Urartu, per, Makedonya, Seleukos, Roma, sasani ve Bizans egemenlikleri altına girmiştir. Hititler , MÖ 2000 yıllarında Fırat kenarında Urfa Mardin dolaylarında "Vasukani" şehrini kurmuşlardır. Bu tarihlerde Bingöl ve çevresi Hurrilerin egemenliği altındaydı. Hititlerin yeni krallık döneminde Kral olan "Şuppililuma"nın "Hurri" prensini damat edinmesi üzerine MÖ 1360 yılında , Harput , Bingöl ve Muş, Hitit egemenliği altına girmiştir. Roma İmparatorluğu'nda iç kavgaların başlamasından faydalanan Partlar , Küçük Asya'nın doğusunda yitirdikleri etkinliği yeniden kazanmaya başladılar. Bunun üzerine doğuya sefer yapan İmparator Tiberius burayı bir prens yönetiminde Roma İmparatorluğu'na bağlamıştır (MÖ 20). Yöre , MS:VII.yüzyıla, Arap akınlarına kadar, Bizanslıların koruduğu Ermeni Prensleri'nce yönetilmiştir. Malazgirt Savaşı (1071) sonrasında Selçuklu yönetimine giren Bingöl, İl sınırları içerisinde en yeni yerleşim biri ve küçük bir köy durumunda idi. 1080-1121 Yıllarında bölge Artukoğullarının eline geçmiştir. Akkoyunlu Uzun Hasan Trabzon Rum İmparatoru'nun Kızı Despina ile evlenince Genç İlçesi'nin yakınlarında ona bir saray yaptırdı. 1474 Otlukbeli Savaşında Uzun Hasan , Fatih Sultan Mehmet'e yenilince Bölge Osmanlı hakimiyetine girdi. Fatih'in ölümünden kısa bir süre sonra Şah İsmail Bölgeyi ele geçirdi. Ancak 1514 Çaldıran Savaşında Yavuz Sultan Selim'e yenilince Bölge yine Osmanlılar'ın eline geçti. 1515'te tamamen Osmanlı topraklarına katıldı. Eski adı Çapakçur olan yerleşim 1848'de Diyarbekir sancağına bağlandı. 1880'de Bitlis'in vilayet olması üzerine bu vilayetin Genç sancağına bağlı bir kaza oldu. 1924'te Genç'in il merkezi yapılmasıyla, Çapakçur buraya bağlı bir ilçe durumuna getirildi. 1925'te geniş bir bölgeyi içerisine alan Şeyh Said Ayaklanması'nın önemli merkezleri Çapakçur, Kiğı, Genç ve Solhan'dı. Çapakçur, 1927-1929 yılları arasında Genç'in ilçe yapılıp Elazığ'a bağlanmasıyla Elazığ'a, 1919'da da yeni oluşturulan Muş vilayetine bağlanmıştır. 1936'da Bingöl adı ile il merkezi yapılmıştır. Bingöl'de bulunan eserlerin çoğu Urartılara aittir.Günümüze çok harap durumda gelebilmiş olan eserlerden en önemlisi, Bingöl'e 20 km. uzaklıktaki, Murat Vadisinde yer alan ve Urartuların yöreyi denetlemek amacıyla yaptıkları üç kaleden biri olan Seritarius Kalesidir. Perslerden kaldığı sanılan Genç İlçesi'ndeki Kral Kızı Kalesi (Dara-Hini) ile Bizans Dönemine ait olduğu sanılan Kiğı İlçesindeki Kiğı Kalesi'nden günümüze sadece duvarlarından bir parça ulaşabilmiştir. 1400'lerin başında yapılan Kiğı Camisi de ildeki en önemli Türk-İslam eserlerinden biridir. Ayrıca Genç İlçe merkezine 3 km.uzaklıktaki tepenin yamaçlarında iki kümbet kalıntısı bulunmaktadır.
  8. _asi_

    Ardahan Resimleri

  9. _asi_

    Ardahan Atatürk Silueti

    ATATÜRK SİLUETİ Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesindeki sınır illerinden olan Ardahan, sınırları içerisindeki Damal Dağları‘nda beliren Atatürk silüeti ile ünlüdür. Her yıl Haziran ayının 15 ile Temmuz ayının 15′ine kadar saat 18′den itibaren Karadağ sırtlarında Atatürk’ün bu silueti net olarak yaklaşık 20 dakika güneş batımından önce izlenebilmektedir. Bu tarihler arasında güneş batarken dağın yamacında bulunan dere yatağının bir tarafının gölgesi diğer tarafa yansımakta ve tamamen doğal olarak Ulu Önder Atatürk’ün silüeti oluşmaktadır.
  10. _asi_

    Ardahan Çıldır Gölü

    ÇILDIR GÖLÜ : Doğu Anadolu bölgesinin Van Gölü’nden sonra en büyük gölüdür. 115 km2 olan bu göl, Kısır Dağı ile Akbaba Dağı arasında yer almaktadır. Kuzey-Batı yönünde uzanan Singer sırtları Çıldır Gölü ile Çıldır Ovası’nı birbirinden ayırır. Bu halde göl her tarafından kendisine doğru dikilen yüksek dağlarla çevrilmiştir. Bu bakımdan gölün Çıldır tarafı daha düzlüktür. Bu taraftaki kıyılarda ince ince düzlükler ve kumlu plajlar vardır. Göl; kar suları, kaynaklar ve her iki dağdan inen küçük çaylarla beslenmekte olup, suları tatlıdır. Göl güneye doğru gitgide daralır. Kamervan Adası’ndan sonra dar Zavot Bo azı’ndan ötede küçük bir genişleme daha yapar. Genişleme yaptğı buraya Küçük Göl’de denir. Gölün fazla suları belirli bir akıntı ile bu boğaza doğru toplanır ve buradan sonra hızlı bir akışla ve Telek Suyu adıyla gölden çıkarak Kars Çayı’na doğru akar. En fazla akış yazın olur (10-15 m3.), yaz sonlarına doğru ise akış çok azalır, saniyede 3 m3’e kadar düşer. Rakımı 1950 m olan Çıldır Gölü’nün yüzeyi kış aylarında buzla kaplanmaktadır. Gölün kuzeydoğu kıyısına yakın bir yerinde, bir dönüme yakın bir genişlikte Akçakale veya Kuşadası olarak adlandırılan ve bir yarımadanın kopmasından ortaya çıkan küçük bir ada bulunmaktadır. Bu ada üzerinde çeşitli kuş türleri barınır: Karabatak, Balıkçıl, Tulumboğaz ve Martı bunların en önemlileridir. Bu kuşlar Kışın Karadeniz’e göç ederler. Çıldır gölü balık açısından oldukça zengindir. Kıyılardaki dere ağızlarında alabalık bulunur. Gölde en çok bulunan balık türü sazan balığıdır. Gölde tatlı su kefali de vardır.
  11. _asi_

    Ardahan Kalesi

    Ardahan Kalesi Eski ve Yeni Ardahan’ı birbirinden Ayıran Kura (Kür) Irmağı’nın solunda ovaya hakim bir tepede bulunan Ardahan Kalesi’nin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamaktadır. Büyük olasılıkla Selçuklular zamanında XII.yüzyılda yapılan bu kale, Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1556’da yenilenmiştir. Kalenin yapımında dikdörtgen plan uygulanmış, ana giriş batıya verilmiş ve buraya da Osmanlı eyvanlarında olduğu gibi yüksek bir kemer yerleştirilmiştir. Giriş kapısı üzerinde 1556 tarihini içeren bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan onarımı göstermektedir. Kaba yontma taştan yapılan sur duvarları kare tabanlı ve çokgen planlı kulelerle desteklenmiştir. Kalenin duvar örgüsü ve uygulanan tekniği Rumelihisarı’nı andırmaktadır. Kalenin içerisinde mescit, hamam kalıntıları bulunmaktadır. Kalenin batıdaki kapısının yanı sıra Kura Irmağı yakınında Su Kapısı, Huruç Kapısı ve Uğrun Kapısı gibi diğer kapıları da bulunmaktadır.
  12. _asi_

    Ardahan Şeytan Kalesi

    ŞEYTAN KALESİ Çıldır’a 1 km. uzaklıktaki Yıldırımtepe Köyü’nün 1,5 km. kuzeydoğusunda Karaçay Vadisi’ne hakim yüksek bir tepede yer almaktadır. Kalenin ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber yöredeki diğer kalelerin mimari özellikleri göz önüne alındığında Urartular zamanından kaldığı sanılmaktadır. Tarihi kaynaklarda buradan Çıldıran Kalesi, Kal’a-ı Şeytan, Kaçiş, İblis Hisarı gibi isimlerle söz edilmiştir. Şeytan Kalesi’nin üzerinde bulunduğu yalçın kayalıklar sur duvarları ile birleşerek kaleyi çok daha korunaklı bir konuma getirmiştir. Buradaki kayalıklar en az sur duvarları kadar önemlidir. Sur duvarlarının yüksekliği 2 m.yi bulmaktadır. Ayrıca içerisinde bir şapel, su sarnıcı ve suya inen merdivenlerin kalıntıları görülmektedir. Kalenin bulunduğu yörede Medlerin, Perslerin, Makedonyalılar, Romalılar, Sasaniler, Selçuklular, İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safaviler ve Osmanlılar yerleşmiştir. Bu devletler kaleden yararlanmışlar, onarımını yaparak ona çeşitli ilaveler de yapmışlardır.
  13. _asi_

    Ardahan Yöresel Sözcükleri

    Ardahan Yöresel Sözcükler LEYAKIL DÜŞMEK :Yorgun düşmek ŞOGURT :Salya YEĞİN :Çalışkan titiz ENDEZE :OLMAK Oyalanmak TUSMAK :Sinmek MURUSLARINI DÖKMEK : Suratını asmak YÜNGÜL :Hafif AĞZINI GÖZÜNÜ TUZ GİBİ YALAMAK :Çok özlenen kimseler için söylenir GOMBA DÖNMEK :Takla atmak GIGIL YÜZLÜ :Yüz yapısı küçük olan kimseler için söylenir HERSLENMEK :Sinirlenmek ABURSUZ :Rezil PÜRÇEK :Saç Tutamı GOLOP :Ağaçtan yapılmış yoğurt kapı SİTİL :Yoğurt Kabı GAGAÇ : Zayıf kimseler için söylenir BİTİG :Köpek yavrusu CİRTAKOZ Deli GANFET :Akide Şekeri FARS :Kötü rezil kadin ÇAĞILDAMAK : Gülmek CİCİP :Ağız kenarında ve yüzde çıkan yaralar TEŞT :Saç leğen GEŞLENMEK Donmak,Üşümek SOYHA, ANDIR, MERET : Uğursuz şeyler için söylenir HINGILIM ATMAK :Gereksiz hareket ve işler KÖÇMEK :Evlenmek DILDIBIL :Çırılçıplak GURUĞ TAVUK Anaç tavuk HARO :Kiler,ambar OBBAZ :İşe yaramaz aylak SEĞİRTMEK : Çabuk davranmak PELLÜK :Ayaktaşi oyunu YAŞIK :Ağaçtan yapılan kasa GOPPAL :Büyük burun PORTLAK :Göz Yapısı büyük plan VEDRA :Kova BİBİ :Hala CUCUL :Civciv DOY DOY :Güvercin PEŞ GÜN :Sofra GUŞGANA :Tencere CİNCAR :Isırgan Otu ZIRZA :Aşmalı kilit BİJLİ :Sivri PALAZ :Bez HERZAL :Tekerleksiz el arabası ZAĞAR :Küçük köpek İSTOL :Yer sandalyesi GIJİK :Kıvırcık saç ÇİRNAĞ :Tırnak YEKTİ :Yetim MUÇURLAMAK :Buruşturmak ŞARILDAYAN :Yıldırım COPLANMAK :Şişmek PEŞKİR :Havlu GIDİK : oğlak GUDİK :Küçük Köpek KARTOPU atates BİŞKA :Kibrit CAMUŞ :Manda LAZUT :Mısır BEDASIL :Soysuz TEVÜR :Çeşit GUNÇUL :Uç GULLEP :Menteşe GODET :Süpürge sapı GOTİK :Manda Yavrusu GAGAL :Göz SEKÜ Divan FURĞUN :Öküz Arabası KOR ARABA :Kağnı GAŞGA :At Arabası İŞKAP Dolap CİCE :Büyük Abla GİZLENGUGİ :Saklambaç BEYABUR Rezil BAÇ ETMEK :Öpmek GIJGIRMAK :Yoğurdun ekşimesi HARMUTLAMAK :Suyu ılıtmak GİDİL :Küçük PİŞİK :Kedi MOZİK Dananın büyüğü GARABAN :Köy evinin girişi KERSEN :Hamur teknesi GODA :Büyük zar FANTİ :İskambil HERG :Sürülmüş Tarla HAROS :Nadasa bırakılmış tarla PULUL :Ot Yığını GALAMAK :Yakmak GALAK :Tezek Yığını KOTETE :Tabure CEMSE :Askeri araç konvoyu KAVÇAL :Uzun çene NİGART :Tavuğun gagası TAR :Tavukların kümeste üzerine çıktıkları yer ÇİMMEK :Banyo yapmak TEREK :Raf GUZUK :Kambur DILLO :Hafifmeşrep ÇIKMAK :Yırtmak GATAKLAMAK :Kovma, Uzaklaştırma MURUSLARINI DÖKME :Suratını asma MÜRGÜLEMEK :Uyumak GAJ GÖZ :Çakır göz CİNDAL :Kedi Yavrusu GORUĞÇU :Kır Bekçisi LOBYE :Fasulye GIJO :Kozalak BED :Çirkin CANCUR :Erik LIBBIZ: Parasız, Züğürt KAYIŞ :Kemer TELLÜK :Yünlü takke MİNTAN :Gömlek ÇENKÜRMEK :Küçük Köpeğin Havlaması GOCİK :Kaban ŞOŞARTMAK :Abartma ŞUŞLANMAK :Fazla yatma AĞBUN :Gübre AKHORA :Yakın bir yer BADİYE :Geniş ağızlı tas BULUZ :Elbise CİCLOBA :Arpacık ÇİNÇAVAT :Varyemez, cimri DEYHORA :Uzağı tarif eden işaret zamiri GÜZGİ :Ayna ĞUĞUN :Ağlama HELHEL :Havai kimse AGOZ :Sabanın açtığı iz JUJUN :Tatlı kaşıntı KERSEN :Hamur teknesi KOLOPA :İçi oyulmuş kap KÜSGİ :Ağaç sırık GARAVUL :Bekçi LÖK :Büyük PÖRÇÜK :Tırpanı sapına bağlayan yeri SOKO :Mantar SAKO :Kolsuz ceket ŞÜŞİT :Huni ŞİNEL: Palto ŞÖHE :Siyah boncuk TAPUL, PULUL :Ot demeti TAT :Çorabın ayağa giyilen daban kısmı TORHOLA :Kabuk tutmamış yumurta TIĞ :Saman ekin karışımı yığın DINAZA :Alay etme ÜLEŞMEK :Bölüşmek YABA :Beş parmaklı ağaç dirgen ZAĞ :Keskin sivri ZABUN :Fakir ZANGAL :Tabansız uzun çorap ZEDA :Tarlanın sürülmemiş tarafı GUZUK :Kambur ZURGANA :Eğri büğrü vücutlu ZENNE :Kadın ZUBUN :Mintan POCİLEMEK :Baltayı taşa vurma MÜRGÜLEME :Otururken hafif uykuya dalma TAĞAYİRLENME :Kendinden geçme CENÇİKLERİN GEVŞEDİ :Hoşuna gitme SINAMA Deneme
  14. _asi_

    Ardahan Efsaneleri

    EFSANELER KÜR ÜZERİNDEKİ UĞUZ TAŞI EFSANESİ Ahıska Nekeleye Köyü Hırtıs arasında Ardahan’dan gelen Kura suyunun üzerinde Uğuz taşı denen iki kapı boyunda bir kesme taş vardır. Uğuzlar’dan iki kardeş o koca kaya gibi taşı bir taş ocağından keserek buraya köprü kurmak için getiriyorlar. Bunlar taşı kesip Kura’nın kıyısına koyduktan sonra öğle yemeği için evlerine giderler. Bu sırada Uğuzlara göre ufak yapılı bir adam da onların evlerine konuk gider. Uğuzun atının torbası bir Somar (320-330 kg. kadar) arpa alır. O ufak adam Uğuz’un gözünün koca bir kilim gibi duran atın torbasını doldurduktan sonra gücü yetmediğinden atın başını eğdirir ve kolaylıkla arpa dolu torbayı hayvanın başına takar. Uğuz’un anası bunu görünce oğullarına der ki “sonunda dünyayı bunlar ele geçirip yiyecekler.” Bu durumu gören iki Uğuz kardeş de ufak adamın gücü ile büyük işleri başardığını, bu at torbası olayında gözleri ile gördüğünden Kura üzerinde kurmak istedikleri taş köprüyü yapmaktan vazgeçerler. Sonradan o uzun ve dev yapılı Uğuzlar saflık ve hile bilmezliklerinden zamanla yok olup giderler. Uğuzlar sık sık uyumazlarmış. Uyudukları zaman da yedi gün aralıksız uyurlarmış. “Uğuz’un uykusuna yattığı” sözü buradan kalmadır. ÇILDIR GÖLÜ DİBİNDEKİ ESKİ ŞEHİR Eskiden Çıldır Gölü’nün dibinde bir şehir varmış. Buranın beyi Akçakala’da otururmuş. Çukurda kurulmuş olan bu şehrin, dokuz burma musluklu çeşmesi varmış. Bey “Gece gündüz çeşmeden su alanlar sakın çeşmeyi kapatmayı unutmasınlar yoksa şehri su basar” demiş. Şehirde kadın erkek bu buyruğa uyarmış. Bir gün akşamın karanlığı basmışken çeşmeden su doldurmakta olan bir kıza yedi yıldır gurbette olan ağabeyin geldiğini müjdelemişler. Dokuz burma musluklu çeşmenin bir musluğundan su dolduran kız, sevindiğinden evine koşup giderken burmayı kapatmayı unutmuş. O gece karanlığında çukur yerlerdeki evleri su basarken artık dokuz burmalı çeşmenin yeri de belli olmaz hale gelmiş. Evi biraz yüksekte olanlar işin farkına varınca çoluk çocuğun elinden tutarak hiçbir eşya almadan yokuş yukarı kaçmışlar. Ertesi gün şehirden ancak kilisenin kümbeti görülürken akşama kadar onlarda sular altında kalmış. Şehirden sağ kurtulup kaçanlar Akçakala adasına gelmişler. Çıldır Gölü işte dibindeki o dokuz burmalı çeşmenin suyundan ortaya çıkmıştır. Eğer (güneydeki) Taşbaşından bu gölün ayağı Zarşat’a doğru akmasaydı Akçakala adası ile öteki köyleri su basardı. UĞUZ ÇAYIRI VE UĞUZ DAĞI EFSANESİ Eskiler der ki; Gürcülükten bile önceleri Cınıvızlar (Cenevizli-Romalılar) daha görünmeden Uğuz Dağı ile çevresindeki yaylalarda Uğuz (Oğuz) denilen çok iri yapılı bir millet yaşarmış. Bu Uğuzların bir beyi varmış ki bütün Ardahan ve Cavk da denilen Akhılkelek ile Zegan (Posof’un Ilgar ve Cin Dağı kesimleri ile Şavşat sınırındaki Arsiyan Dağı etekleri) bunun mülkü imiş. Bu Uğuz’un dağı ile çevresinde ve Kura suyu üzerindeki kışlaklar bu beyin has otlağı imiş. Öteki dağlar ve anılan yerlerde o zamanlar hep çamlık ve ormanlık imiş. Uğuz Dağının yanında her yıl 300 araba ot biçilmekte olan Uğuz’un çayırını bu bey her yaz bir Uğuz’a biçtirirmiş. Biçen adam buralarda yaylayan ve çok iri birisiymiş. Bu Uğuz, Uğuz çayırının 300 arabalık otunu bir günde hem biçer, hem de yığarmış. Uğuz bir yaz günü buraları tırpan ile biçerken bacısı kendisine öğle yemeği getirmekteymiş. Sıcakta biçenle uğraşırken kendi terinin buğusu gözlerini bürüyen Uğuz çayırın gür bir yerinde kızgın kızgın çalışırken bu sırada omzunda heybesiyle öğle yemeği getiren ve yanına yaklaşan bacısını gözü görmez ve otlarla birlikte onu da ikiye biçmiş. Bunu yaparken bile farkına varmamış. Kol başına geldiğinde belinden çıkarttığı masatını tırpanına vurmaya çalışan Uğuz bir de bakmış ki tırpanı al kana boyanmış. “Bir hayvanın canına mı kıydım” diyerek yazıklanırken hemen o kol boyunu dolaşmış. Bir de ne görsün, öğle yemeğini getirmiş olan bacısını ikiye biçmiş. Hiddetle masatı yere vurmuş, aktaştan olan masatın yarısı çayıra saplanmış. Bugün dışarıda kalan kesimi bir adam boyundan yüksektir. Ellerini yere vurup tırpanı da bırakarak hemen bacısının iki parçasını birleştirip masatın dibine gömmüş. Kendisi de kederinden Uğuz dağının tepesine çıkmış ve orada ölmüş. KURŞUN ASKER EFSANESİ Posof İlçesine bağlı secede de Kahraman Mehmetçik Hudut Karakolunda nöbetçidir. Kulağına sesler gelir ve karşı tepeden düşman görünür. Arkadaşları duysun diye silah atar, onlar gelinceye kadar düşman sarar. Ruslar kurşun yağmuruna tutulur. Bu köye “Kurşun Çavuş” denmiştir. TEKÇAM EFSANESİ İlimizin merkeze bağlı Ovapınar Köyü dağlarında bulunan ormanlık bir alan zamanla yok olur, ancak bir tane çam ağacına kimse dokunmaz. Geceleri ağacın etrafında mumların yandığını gören yöre halkı bu çam ağacının kutsal olduğuna inanır ve dilek dilemek için buraya gelir. Ancak bir gün çevredeki köylerden birinde yaşayan bir adam ağacı kesmeye karar verir. Ağacın yanına gelerek baltasıyla kesmeye başlar ve baltayı vurduğu yerden kan gelir. Ağacı kesmeye kararlı olan adam vazgeçmez ve ağacı keserek evine götürür. O günün akşamında bu bölgeye görülmemiş bir derecede yağmur yağar ve adamın yaşadığı köyden bir sel geçer. Sel köyden sadece bu adamın evini ve ailesini götürürken, başka kimseye zarar vermez. Bugün ağacın bulunduğu yerde “Tekçam” denilen bir çeşme akmakta ve yöre halkı yağmur yağmadığı zaman buraya gelerek yağmur duası etmektedir.
  15. _asi_

    Ardahan Coğrafi Yapısı

    ARDAHAN'IN COĞRAFİ KONUMU Anadolu’nun kuzeydoğusunda yer alan Ardahan, Kuzeyinde Acaristan Özerk Cumhuriyeti, Kuzeydoğusunda Gürcistan ve kısmen de Ermenistan, güneydoğu ve güneyinde Kars, güneybatısında Erzurum ve batıda da Artvin illeri ile çevrilidir. Ardahan ovası; Kuzey kesiminde Yalnızçam dağları, Güneybatı’da Allahuekber dağlarının uzantıları, Kuzeydoğusunda Keldağ , doğu tarafında Akbaba Dağı ve güneyinde Kısır Dağ ile çevrilidir. Ortasından Kura ırmağı geçen Ardahan, 1800 m. rakıma sahiptir. DOĞAL YAPI Doğu Anadolu Bölgesi’nin Karadeniz Bölgesi’ne komşu olduğu Kuzeydoğu kesiminde yer alan il toprakları yüksek ve engebelidir. Ardahan ili sınırları içinde yüksekliği 3000 m.’yi aşan birçok doruk vardır. Çoruh-Kelkit dağlarının en doğu kesimini oluşturan Yalnızçam dağları Artvin il sınırı boyunca uzanır. İlin kuzeydoğu kesiminde Keldağ (3.033 m.), Doğu kesiminde ise Akbaba Dağı (3.026 m.) yer alır. İl topraklarının güney kesiminin engebeli kısımlarını ise Allahuekber dağları ile Kısır Dağı oluşturur. Kuzeydoğu-Güneybatı doğrultusunda uzanan Allahuekber dağlarına bağlı Kabakda 3.054 m.yüksekliğindedir. İlin en yüksek noktası ise Çıldır gölünün güneybatısında yer alan ve 3.197 m.’ye erişen Kısır Dağının doruğudur. Ardahan ilinin orta kesimindeki yüksek düzlükler, Ardahan Platosu olarak adlandırılır. Platonun deniz seviyesinden yüksekliği 1800-2000 m. arasında değişir. Orta kesimdeki alçak bölüm Ardahan Ovası adıyla anılır. İldeki diğer düzlükler ise Kısır Dağı’nın Batısında bulunan bir çöküntü alanı olan Hasköy Ovası ile Güneybatı kesimindeki Göle ovasıdır. BAŞLICA DAĞ VE TEPELER ADI YÜKSEKLİĞİ(m) BULUNDUĞU YER AKBABA DAĞI 3126 ÇILDIR ALLAHUEKBER DAĞI 2919 GÖLE ARSIYAN DAĞI 3160 POSOF ILGAR DAĞI 2418 POSOF KISIR DAĞI 3197 ARDAHAN UĞURLUDAĞ 2765 GÖLE YALNIZÇAM DAĞLARI 2715 ARDAHAN ARDAHANIN JEOMORFOLOJİSİ GÖLE HAVZASI: Göle Havzası kuzeydoğu Anadolu’da volkanik kökenli Allahuekber dağı ile, Kuzeyde Uğurludağ arasında yer alıp, 2000-2100 m. yüksekliğe sahiptir. Tamamen tektonik bir çukur olan Göle Havzası, alüvyal dolgu ile kaplıdır. Bu dolgu yüzeyinde çayır-bataklıklar yaygındır. Göle Havzası, Ardahan Havzası’na sokulan Kuruçay tarafından kapılarak Kura nehri havzasına bağlanmıştır. ARDAHAN HAVZASI: Güneyde Uğurludağ, kuzeyde Yalnızçam Dağları (Cin Dağı 2.957 m.) arasında 1800-2000 m. yükseklikte Ardahan Havzası uzanmaktadır. Bu havzanın kenarlarında Pliyo-Kuvaterner marnlı, kumlu çökelleri bulunmakta olup, Güneydoğuya doğru Hasköy’e kadar uzanmaktadır. Söz konusu Havza Pliyosen sonu-Kuvaterner başında oluşan faylanma sonunda çökmüş ve çöken bu alan, yüksek sahalardan gelen malzemelerle dolmuştur. Bundan dolayı, havzayı dolduran flüviolaküstür çökeller, genç akarsular tarafından boşaltılmış ve böylece havzanın kenarlarını sınırlayan fay diklikleri (sıyrılmış fay dikliği) ve yer yer volkanik temel yüzeye çıkmıştır. ÇILDIR HAVZASI İLE ÇILDIR VE AKTAŞ GÖLLERİ: Kuzeydoğu Anadolu’nun nihayetinde kabaca Kuzey-Güney yönünde birbirine paralel olarak uzanan Aktaş Gölü, Çıldır Havzası ve Çıldır Gölü bulunmaktadır. Volkanik ve Volkano-sedimanter arazi üzerinde yer alan bu çanaklar tamamen tektonik kökenlidir. 1.794 m. yükseklikteki Aktaş (Hozapin) Gölü, Doğu-Batı yönünde faylarla çökmüş aynı isimli havzanın alçak kesimini işgal etmiştir. Özellikle gölün güney kesiminde heyelanlı fay dikliği uzanmaktadır. Hozapin Gölü’nün güneyindeki volkanik eşikten sonra güneyde Çıldır Havzası’na geçilir. Doğu-Batı yönünde uzanan bu havza genç çökellerle dolmuş olup, 2000 m. civarındadır. Havzanın suları Batıdan havzaya kavuşan ve Kura nehrinin kollarından olan Karaçay tarafından drene edilmektedir. Doğuda Akbaba Dağı (3026 m.), Batıda Kısır Dağı (3197 m.) volkan konileri arasında uzanan Çıldır Gölü 1.959 m. yüksekliktedir. Gölün Kuzey-Güney yönündeki uzunluğu 18.3 km., Doğu-Batı yönünde en geniş yeri 16.2 km.dir ve göl 115 Km2. alan kaplamakta olup, derinliği 100 m.’den fazladır. Çıldır Gölünün Kuzeyinde ortalama yüksekliği 2.100 m. olan bir volkano-sedimanter sırt uzanmaktadır. Bu sırtın batı nihayetinde 1970-1975 m. yüksekliğinde, Gölbelen Köyü civarında bir gedik bulunmaktadır. Gölün Güney bölümü, diğer alanlara nazaran son derece düz ve ortalama yüksekliği 2.000 m. civarında bir aşınım yüzeyi uzanmaktadır. Buradan Kuzey-Güney yönünde bir olukla Arpaçay’a geçilmektedir. Havzaların jeomorfolojik evrimine gelince; Doğu Anadolu’da Volkanizma Tersiyerin ilk dönemlerinde oluşmaya başlamıştır. Miyosende Kuzeydoğu Anadolu’daki depresyonlar daha çok göl rejimi altında kalmışlar, bu devrede fasılalı olarak çıkan volkanik malzemeler göl havzalarına akmışlardır. Böylece; Arpaçay, Çıldır, Kura Vadisi’nin bulunduğu alanlarda tortullarla ara tabakalı volkanik, volkanon-sedimanter araziler teşekkül etmiştir. Piyosende ise bölge dikey tektonik hareketlere uğramış ve sonuçta faylar boyunca blok halinde çökmeler meydana gelmiştir. Bu esnada Çıldır Havzası ana hatları ile oluşmuştur. Kuvarternerde Çıldır Gölü’nün doğu ve batısında merkezi püskürmeler meydana gelmiş ve bu püskürmeler ile doğuda Akbaba batıda Kısırdağ volkan konileri teşekkül etmiştir. Bu merkezlerden çıkan bazaltik lavlar Çıldır Gölü Havzasına ve volkano-laküstür araziler üzerine akmıştır. Söz konusu merkezlerden çıkan lavlar, günümüzdeki Çıldır Gölü’nün Kuzey ve Güneyindeki sahaları kaplamamıştır. Çünkü bu alanlarda volkano-sedimanter arazilerin üzerinde bazaltik lav akıntıları bulunmaktadır. Çıldır Gölü bir lav seti gölü değildir. Çıldır gölü, yakın bir zamana kadar, zaman zaman kapalı bir havza halinde kalmıştır. Ancak pleistosen’in plüviyal devrelerinde gölün fazla suları kuzeybatıdaki Gölbelen Köyü’ndeki 1970-1975 m. yüksekliğindeki gedikten Çıldır Havzası’na, oradan da Kura nehrine akmıştır. Öte yandan, gölün kuzey kesiminde 2.000 m. civarında yerli kaya taraçaları ve sahanlıklar bulunmaktadır. Bu sahanlıklarda yassı çakılların varlıkları plüviyal devrede gölün en az 2000 m.’ye kadar yükseldiğini göstermektedir. Halihazırda Çıldır Gölü Güneyde bazaltlar üzerinde açılmış bir taşma boğazı vasıtasıyla Arpaçay’a kavuşmaktadır. Çıldır Gölü’nün Kuzeyindeki Çıldır Havzası da, Kura’nın kollarından olan Kocaçay tarafından kapılarak Kura Nehrine bağlanmıştır. Kapalı bir çanak içerisinde olan Aktaş Gölü’nün suları ise içme ve kullanmaya elverişli değildir, ancak bu göl de plüviyal devrede fazla sularını kkuzeybatı daki eşikten Kura’ya akıtmıştır. ARDAHAN'IN GÖLLERİ ÇILDIR GÖLÜ : Doğu Anadolu bölgesinin Van Gölü’nden sonra en büyük gölüdür. 115 km2 olan bu göl, Kısır Dağı ile Akbaba Dağı arasında yer almaktadır. Kuzey-Batı yönünde uzanan Singer sırtları Çıldır Gölü ile Çıldır Ovası’nı birbirinden ayırır. Bu halde göl her tarafından kendisine doğru dikilen yüksek dağlarla çevrilmiştir. Bu bakımdan gölün Çıldır tarafı daha düzlüktür. Bu taraftaki kıyılarda ince ince düzlükler ve kumlu plajlar vardır. Göl; kar suları, kaynaklar ve her iki dağdan inen küçük çaylarla beslenmekte olup, suları tatlıdır. Göl güneye doğru gitgide daralır. Kamervan Adası’ndan sonra dar Zavot Bo azı’ndan ötede küçük bir genişleme daha yapar. Genişleme yaptğı buraya Küçük Göl’de denir. Gölün fazla suları belirli bir akıntı ile bu boğaza doğru toplanır ve buradan sonra hızlı bir akışla ve Telek Suyu adıyla gölden çıkarak Kars Çayı’na doğru akar. En fazla akış yazın olur (10-15 m3.), yaz sonlarına doğru ise akış çok azalır, saniyede 3 m3’e kadar düşer. Rakımı 1950 m olan Çıldır Gölü’nün yüzeyi kış aylarında buzla kaplanmaktadır. Gölün kuzeydoğu kıyısına yakın bir yerinde, bir dönüme yakın bir genişlikte Akçakale veya Kuşadası olarak adlandırılan ve bir yarımadanın kopmasından ortaya çıkan küçük bir ada bulunmaktadır. Bu ada üzerinde çeşitli kuş türleri barınır: Karabatak, Balıkçıl, Tulumboğaz ve Martı bunların en önemlileridir. Bu kuşlar Kışın Karadeniz’e göç ederler. Çıldır gölü balık açısından oldukça zengindir. Kıyılardaki dere ağızlarında alabalık bulunur. Gölde en çok bulunan balık türü sazan balığıdır. Gölde tatlı su kefali de vardır. AKTAŞ (HOZAPIN) GÖLÜ : Çıldır Ovası’nın kuzeybatı kesiminde 22 km2’kadar bir alan kaplayan Aktaş (Karsak, Hozapın) Gölü’nün yarısı ülke sınırları içerisindedir. Yüksekliği 1794 m. olan göl kapalı bir havza halindedir ve alanı gitgide daralmaktadır. Gölün suları sodalıdır. Gölde devamlı hareket halinde bulunan 12 adacık vardır. İlkbaharda göl yatağından taşan sular bir akıntı oluşturur ve bu akıntıya Zigaristav Deresi denir. AYI GÖLÜ : Arsıyan Dağı ile Cin Dağı arasında yer alıp 0,5 km2 kadar bir alana sahiptir. Göl kenarından çok sayıda küçük kaynak çıkmakta ve bu sular gölü beslemektedir. Gölden taşan suların oluşturduğu ve Hanak ilçemize doğru Cin Dağı’nın diplerini izleyerek akan Ayı deresinden, yaz aylarında yöre halkı hayvan sulamada faydalanmaktadır. KARAGÖL (VAKLA) GÖLÜ : Arsıyan Dağı’nın Posof tarafında Baykent (Vahla) ve Alabalık (Sayho) Köyleri yakınlarında bulunmaktadır. Düz bir alanda yer alan gölün çevresi çimenlik olup Alabalığı boldur. Gölden çıkan küçük bir dere Posof ilçemize doğru iner. BALIK GÖLÜ : Posof İlçemiz sınırlarında Kanlıdağ’ın kuzey tarafında bulunur. Küçük bir alanı kaplayan gölde alabalık ve kunduz bulunur. KANLIGÖL : Posof ilçemiz Eminbey (Cilvana) Köyü’nün batısında (Gümüşkavak) Zendar ve Civantel (İncedere) Köyleri arasında sekiz dekar (8.000 m2) kadar bir alanı kaplamaktadır. Göl suları derin olup, kenarları sazlık ve bataklıktır. Gölde sazan balığı bulunmaktadır. AYAZ GÖL : Posof ilçemizde Eminbey (Cilvana) köyünün hemen doğusunda 10 dekar genişliğinde küçük bir düzlüğün ortasında ve 20-30 m. derinliktedir. Gölde balık bulunmamaktadır. SAGRE’NİN GÖLLERİ : Posof ilçe merkezinin 6 km. kadar do usunda Sagre ile Al Köyü yakınlarında birbirine yakın olan Sülüklü ve Kamışlık Göllerinin genel ismine Sagre’nin gölleri denir. DAVAR GÖLÜ : Posof ilçemizin batısında Hırhat Dağının kuzey tarafında 3 dekar genişliğindedir. Gölde balık bulunmamaktadır. ARİLE (BALIK) GÖLÜ : Posof ilçemizin Doğusunda, Gürcistan sınırına yakın Süngülü (Arale)Köyünün yanında sekiz dönüm kadar genişliğindedir. Gölde alabalık boldur. Gölün kenarları çıplak ve kumludur. NEHİRLER KURA NEHRİ: Yurdumuzda Doğu Anadolu Bölgesi’nden doğup Azerbaycan topraklarında Aras ırmağı ile birleşerek Hazar Denizi’ne dökülen akarsuyun toplam 1515 km. olan çığırının 189 km’lik bölümü Türkiye sınırları içindedir. Kura ırmağı, Doğu Anadolu bölgesinin kuzeydoğu kesimindeki Allahuekber Dağlarının kuzey yamaçlarından doğan Kayınlıkdere, Türkmendere (Sarmi Deresi) ve Kura (Gür) Çayı’nın, Göle Ovası’nın kuzeybatısında birleşmesiyle oluşur. Kura yada Gür adı, bazı kaynaklarda ırmağın tümü için kullanılır. Kura Irmağı, Akkiraz (Kertene) Köyü’nün doğusundan başlayıp bir süre Türkiye-Gürcistan sınırında aktıktan sonra Kurtkale yakınlarındaki Tavşan sırtı yöresinde Gürcistan’a oradan da Azerbaycan topraklarına ulaşır ve Aras Nehri ile birleşerek Hazar Denizine dökülür. Türkiye’de su toplama alanı 4852 km2’dir. Ortalama debisi ise, Türkiye’deki yukarı çığırında 25 m3/sn’dir. Irmağın suları nisanda en yüksek düzeyine erişir. Yatağında en az suyun bulunduğu ay genellikle eylül ve ekim aylarıdır. İKLİM Yörenin yüksek olması ve yüzey şekillerinin değişkenlik göstermesi dolayısıyla İl genelinde karasal iklim hakim olup, kışlar uzun, sert ve kar yağışlıdır. Yıllık ortalama sıcaklığı 5 0C’nin altında olup, kışın –30 0C’nin altına iner. Türkiye’nin kuzeydoğusunda yer alan Ardahan’a yılda ortalama 500 mm yağış düşer. Sonbaharın ilk soğukları eylül ayının sonunda başlar, ilkbaharda mayıs ayının ortalarına kadar devam eder. İlin batı ve kuzeyinde daha çok Karadeniz ikliminin özellikleri görülür. Bu özellik bitki örtüsünde de kendini gösterir. Batı ve kuzeyde özellikle Posof ilçesi ile Artvin’e komşu olan yörelerde ormanlıklar ve çalılar yer alırken diğer yerlerde çayır ve meralar yaygınlık göstermektedir. Göle ovasında kışlar ağır geçer. Bu saha Türkiye’nin en soğuk yerlerinden sayılan Sarıkamış’a oranla daha soğuktur. Her tarafı yüksek dağlarla çevrilmiş çanak biçimindeki ovada kışın hava akımı az olur. Bu durumda soğuyan ve ağırlaşan hava aşağıya doğru hareket eder ve sıcaklık kaybına uğrayarak dondurucu bir hal alır. Böylece Toprak örtüsü ve bataklıklar donar. Ovayı kuşatan ve biraz esinti gören dağların yamaçları daha az soğuktur. Kış aylarında bazen ovanın içerisini kalın bir sis tabakası örter ve etrafında ki dağlardan bakılınca burası adeta bir deniz gibi gözükür. Bu ovaya kışın en soğuk rüzgar kuzeybatıdan gelir ve buna "Ardahan Yeli" denir. Etrafı dağlarla çevrili olan ve ortalama 900 m yükseklikte bulunan Posof İlçemizde ise Doğu Karadeniz ikliminin sert şekli hüküm sürer. Burada mikro klima tipi iklim hakim olup, kışlar yağışlı, yazlar ise sıcak geçmektedir. Bu iklimin en belirgin özelliği yağışlarıdır. Bu alana her mevsimde yağış düşer. Sahada altı ay kış mevsimi yaşanır. Bu esnada yağışlar hep kar halindedir ve boldur. Mayıs'a kadar kar yağdığı da olur. İlkbaharda ve sonbaharda sisler oluşur. Yaz mevsimi esnasında yağmur eksik olmaz. Sıcaklık yağışlardan ve havanın sık sık bulutlu kalışından etkilenir. Yaz mevsimi adeta bir ilkbahar serinliğindedir. Durum böyle olunca buralarda geniş ormanların varlığı kendiliğinden oluşur. Açık kalan yerler ve vadiler devamlı bir yeşillik içerisindedir.
  16. _asi_

    Ardahan Milli Mücadele Dönemi

    KARS MİLLİ İSLÂM ŞURASI VE CENUBÎ GARBİ KAFKAS HÜKÜMETİ "Şura" kelimesi Osmanlı Dünyasına yeniliklerden sonra girmiş bir kelimedir. Konuşmak ve karar vermek için toplanma anlamına gelmektedir. Mütareke sonrası Osmanlı Devleti'nin bölgede varlığı sona erdiğinden, büyük devletlerin himayesinde, bölgeyi Ermenistan'a dahil etme çabaları başladı. Bölgede ezici bir çoğunluğa sahip olan Türk-Müslüman halk, Wilson ilkeleri doğrultusunda oluşacak fiilî bir durumu engellemek amacıyla Kars, Batum, Ardahan, Oltu ve Doğubayezid'i içerisine alacak olan bağımsız bir Türk Devleti kurma çabalarının içerisine girdiler, işte Kars Millî islâm Şurası, Oltu islâm Şurası ile I. ve II. Ardahan Kongreleri, bu sürecin çok önemli parçalarıdır. Mütareke sonrası Kars'taki aydınlar bir araya gelerek Kars Milli İslâm Şurası'm teşkil ettiler. 5 Kasım 1918 ile 19 Nisan 1919 tarihleri arasında çalışmalarını sürdüren bu yerel hükümet, kısa da olsa millî varlığımızın orta­ya konması açısından önemlidir, ingilizlerin destekleyeceği bir Ermeni devletini oluşturacak gelişme­lerin önüne geçmek isteyen Kars ve Ardahanlı aydınlarca 5 Kasım 1918'de "Kars Millî İslâm Şurası Mer-kez-i Umumisi" teşekkül ettirildi. Daha sonra çalışmalarını hızlandıran şura 18 Ocak 1919'da "Cenub-i Garbi Kafim Hükümeti Muvakkata-i Milliyesf adını aldı. 19 Nisan'da ingilizler tarafından bu hüküme­te son verilerek kurucuları ve ileri gelenleri Malta'ya sürgüne yollandı. Kars'ta olduğu gibi Ardahan'da da Milli Kuruluşlar göze çarpmaktadır. "Ardahan Milli İslam Şura­sı" bir avuç vatansever aydının gayretleriyle kurulmuş ve Kars ile aynı paralelde hareket etmiştir. Kars'ın faaliyetlerine ingilizlerce son verilmesi üzerine Gürcüler de harekete geçerek, Ardahan Milli İslam Şurası'nı 26 Nisan 1919'da askeri yöntemlerle dağıttılar. ARDAHAN KONGRELERİ Kongre kelimesi, batı kökenlidir. "Toplantı" anlamına gelmektedir. 1918 Mondros Mütareke-si'nden sonra istanbul ve vatanın birçok yerinde "hukuku" korumak amacıyla sık sık millî toplantılar yapılmıştır. 5 Kasım 1918'de Kars'ta îslâm Şurası meydana getirilmiş ve 14 Kasım 1918'de bir kongre toplanmıştı. Bunu Ahıska, Ahılkelek ve Ardahan kongreleri izledi. Ahıska ve Ahılkelek'in Gürcüler-ce işgalinden sonra Millî Kongre, Japonya'ya başvurarak tanınmak istedi. Batum'un İngilizlerce işga­linden sonra I. Ardahan Kongresi çalışmaları başladı. Böylece Türkiye'deki kongreler edebiyatında, Ardahan, öncelikli yerini almış oldu. Ardahan kongreleri daha sonra yapılacak olan Erzurum ve özel­likle Sivas Kongresi'ne önemli bir örnek teşkil etmiştir. Kurtuluşa, bağımsızlığa ve Cumhuriyete gi­den yolun temelini atmıştır. I. Ardahan Kongresi. 3-5 Ocak 1919'da toplanmıştır. Başkanlığını III. Tümen Komutanı Halit (Karsıalan) Bey yapmıştır. Halit Bey, Enver Paşa komutasındaki I. Kafkas Ordusu'nda bulunmuş de­ğerli bir komutandı. Kongredeki diğer üyeler ise şunlardı: Cafer (Erçıkan) Bey, Dr. Hakkı Cenap, Dr. Fuat Sabit, Dr. Abidin (Ağacıkolu), Filibeli Hilmi, Arif Bey, Rasim (Acar), Cafer Bey (Bu zat aslen Er­zurumlu olup eski Teşkilât-ı Mahsusa mensuplarındandı ve Ebulhindili Cafer diye tanınırdı. Özellik­le Ermenilerin korkulu rüyası idi.) Dr. Fuat Sabit, İttihatçıların Erzurum'daki kilit isimlerindendi. Arif Bey Orduda Baytarlıkta bulun­muş bir yarbaydı. Ardahan Kaymakamı Rasim (Acar) Bey, ise yörede köklü bir aile olan Hamşioğul-larına mensuptu. Kongre, Rasim Bey'in konağında toplandı. Bu konak, bugün Ardahan İl Sağlık Müdürlüğü olarak hizmet vermektedir. Kongreye katılan üyeler tecrübeli kimselerdi. Ardahan ve çevresinde meydana gelecek oldu bitti-lere karşı kesinlikle direnme kararında olan kimselerdi. I. Ardahan Kongresi 3-5 Aralık 1919 günleri arasında devam etti ve Kongrede şu önemli karalar alındı: 1. Mondros'ta dikte ettirilen kararlara uyulmamalıdır. 2. Eldeki silâhlar teslim edilmeyecektir. Hatta yeni bir mücadele için her çare denenerek yenidensilahlanmaya gidilecektir. 3. Ahıska ve Elviye-i Selâse (Kars, Ardahan, Batum) düşman işgalinden yeni kurtulmuştur. Buralar hiçbir şekilde terk edilmemelidir. Anavatan için Boğazlar son derece elzemdir. Limanlar ve demiryol­ları düşman kontrolüne bırakılmamalıdır. Zafere ulaşıncaya kadar yılgınlık gösterilmemelidir. Her­kesin uyum içerisinde çalışması gerekmektedir Ardahan bir süre sonra I. Kongrede alınan karar gereği II. Kongreye ev sahipliği yapmaya hazır­lanmaya başladı. 7-9 Ocak 1919'da daha geniş bir katılımla II. Ardahan Kongresi toplandı. İlk Kong­reye katılanların yanında Ahıska, Çıldır, Oltu, Kars, Ahılkelek, Kağızman ile Şüregel'den gelen davet­li delegeler, bu tarih öncesinde hazır bulundular. Kongrenin reisi yine Halit Beydir. II. Ardahan Kongresi'ne katılan birçok önemli davetlinin başında Şura Hükümeti Cumhurbaşkanı Cihangirzade İbrahim Bey gelmektedir. II. Ardahan Kongresi çalışmaları, ilkine göre daha kapsamlı idi. İngiliz ve Ermeni tehdidinin baş­lamak üzere olduğu bir sırada Doğuda başka bir deyişle Elviye-i Selase'de çıkan en cesur ses olma özelliğine sahiptir. Bu Kongrede alınan karalar ise şunlardır: 1. Güneybatı Geçici Millî Kafkas Hükümeti kurulmalıdır. Bunun için Millî Şura temsilcilerinin se­çip göndereceği delegelerle Kars'ta Büyük Kongre toplanması sağlanmalıdır. 2. İngilizler, Mütareke hükümleri içerisine alınmıştır. Ordudaki silâhlar halka dağıtılmalıdır. Gür­cü ve Ermeniler asla memleket içerisine sokulmamalıdır. Trabzon'da İstikbal ve İkbal, Batum'da Sa-day-ı Millet ve Erzurum'da Albayrak gibi milli yayınlar çıkarılmalıdır. 3. Eldeki silahlar kesinlikle teslim edilmeyecek, III. Tümen 1914 sınırları gerisine çekilecek, Gü­neybatı Kafkasya Hükümeti'ne her türlü önderlik Halit Bey tarafından yapılacaktır. 4.Vakit kaybetmeden Milli Şura Hükümeti ile temas ile temas kurulmalıdır.Bu bölgelerden gelecek temsilciler ile II. Ardahan Kongresi toplanmalıdır. I. ve II. Ardahan Kongreleri, Doğu Anadolu Kongreler grubu içerisinde yer almaktadır. Burada ve sonra Kars'taki toplantı son derece önemlidir. Bir müddet sonra da Erzurum'da önce vilâyet ve son­ra da Mustafa Kemal Paşa'nın katıldığı büyük kongre toplanacaktır. Böylece, Ardahan'da başlatılan Hukuk savaşı bütün doğuyu içine alacaktır. Gürcüler yukarıda da belirtildiği gibi Ardahan istikametinde ilerleyerek 20 Nisan 1919'da Arda­han'ı işgal ettiler. Kongre sonrasında oluşan Şurayı da dağıttılar. Ayrıca Gürcüler Ardahan civarında­ki Seyduran ve Dikan köyleriyle, Göle'deki Arpaşen köyünü tahrip ettiler. Ardahan ve havalisinde 1000 kadar insanı katlettiler. Bu olaylar olduğu sırada İngilizler Kars'a girerek 13 Nisan 1919'da Millî Şura Hükümeti'ne son verdiler. İngilizlerin delaletiyle Gürcü ordusu Kura ırmağının sol tarafını işgal ederken, şehrin sağ yakada kalan kesimi de Ermenilere verildi. Yöre halkı Ermeni ve Gürcülerin arasında kalmıştı. ARDAHAN'IN MUTASARRIFLIK YAPILMASI (1921) Ardahan anavatana katıldıktan sonra, 7 Temmuz 1921 tarih ve 133 sayılı kanunla, vilâyet ile kaza arasında bir yönetim olan Mutasarrıflık haline getirildi. Eylül 1924'te Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Paşa yanında eşi Latife Hanım olduğu halde Karade­ niz gezisine çıkmıştı. Bu sırada merkez üssü Erzurum olan deprem felâketi nedeniyle gezisini kese­ rek Erzurum'a geldi. 7 Ekim 1924 günü Kars'a gelen Mustafa Kemal Paşa, olağanüstü bir coşkuyla karşılandı. Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa gezi programına Ardahan'ı da almıştı. Fakat tam bu sırada çıkan Musul-Kerkük hadiseleri Gazi'nin Programını tamamlamasına engel oldu. O sebeple Mustafa Kemal Paşa, Başvekil İsmet Paşa'ya şu telgrafı göndermişti: _ " Başvekil İsmet Paşa Hazretlerine Kars Vilâyeti kazaları ve Ardahan Vilâyeti, davet ve arz-ı tazimat için Kars'a hususi heyetler göndermişlerdi. Bütün serhat vilayetlerimizi görmeye, vaktin müsait olmadığına pek müteessirim. 06.10.1924 Salı, M.Kemal" Çok fazla istemesine rağmen mühim yurt sorunları nedeniyle Gazi Paşanın Ardahan ziyareti böy­lece gerçekleşememiş oldu. KURTULUŞ VE ŞANLI BAYRAĞIMIZA KAVUŞMA (23 ŞUBAT 1921) Ardahan, uzun zamandan beri beklediği kurtuluş ve şanlı bayrağı­mıza kavuşma hülyasını 23 Şubat 1321 günü gerçekleştirdi. Gürcü bir­liklerinin şehri boşaltmasının ardın­dan, öğleden sonra Yüzbaşı Osman Bey'in komutasındaki Türk birlikleri şehre girdi. Halkın içten karşılaması, Allah'a yapılan şükürler, kesilen kurbanlar çok güzel bir havayı aksettiriyordu. Ardahan'a Türk Bayrağı çekildi. TBMM, Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Pa­şa'ya bir teşekkür telgrafı çekti. Fevzi Paşa da Kazım Karabekir Paşa'ya çektiği telgrafta "Ardahan ve Artvin 'i kurtaran Şark Ordumuzun kahraman komutanlarım ve askerlerini tebrik ederim" diyordu.24 Şubat 1921'de Ardahan Livası adına Hamşioğlu Celal ve İsa, ileri gelenlerden Mehmet Ali ve Karaman imzalarını taşıyan bir telgraf Kâzım Paşa'ya teşekkür olarak gönderildi. Aynı mealde bir telg­raf da TBMM'ne gönderildi. Şark Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa 24-26 Ekim tarihleri arasında Ardahan'ı ziyaret et­miş, beraberindeki heyete Ermeni ve Rusların burada yaptıkları kıyımları anlatmıştır. ARDAHAN'IN KAZA HALİNE GETİRİLİŞİ 1926'ya kadar vilâyet statüsünde bulunan Ardahan 30 Mayıs 1926 tarih ve 877 sayılı kanun ile ka­za haline dönüştürüldü. Bu karar 26 Haziran 1926 tarih ve 404 numaralı Resmî Ceride'de ilan edil­miştir. 877 numaralı kanun "Teşkilat-ı Mülkiye" kanunu adını taşımaktadır. Bu kanunun Ardahan'ı il­gilendiren 1 numaralı cetveli şöyledir. "İsimleri belirtilen 1 numaralı cetvelde yazılı olan Üsküdar, Beyoğlu, Ardahan, Çatalca, Gelibolu, Genç, Er­gani, Siverek, Kozan, Muş ve Dersim kazaya çevrilmiştir." ARDAHAN'IN İL OLMASI (1992) Ardahan, yarım yüzyıldan fazla, tam 66 yıl Kars iline bağlı bir ilçe olarak yer aldı. 27 Mayıs 1992 ta­rih ve 3806 sayılı kanun ile tekrar 1921'deki gibi bir İl haline getirildi. Ardahan'ın Bakanlar Kurulu Kararıyla il yapıldığı 3806 sayılı kanunun 1. Maddesi şöyledir: Madde 1- Kars iline bağlı Ardahan ilçe merkezi olmak ve ekli (13) sayılı listede adları yazılı ilçe, bucak, kasaba ve köyler bağlanmak suretiyle Ardahan adı ile "İL" kurulmuştur
  17. _asi_

    Ardahan Osmanlı Dönemi

    OSMANLI DÖNEMİ Ardahan ve çevresi kesin olarak 1573 tarihinden itibaren Osmanlı topraklarına tamamen katılmış­tır. 1552 tarihli Terakki Defterinde, Ardahan'ı ilk defa Sancak olarak görüyoruz. 1554 tarihinde ise Ardahan Sancak Beyi olarak Mehmed Beyin adı zikredilmektedir. Bu durumda Ardahan Sancağının ilk sancak beyi olarak Mehmed Beyi kabul etmek durumundayız. Hicri 963, Miladî 1 Aralık 1555'te Meh­med Bey Hınıs Sancağına tayin edilmiştir; ne var ki yerine Ardahan'a kimin atandığı belli değildir. 1558 tarihli Terakki Defterlerine göre 1558 yılında Ardahan'a Ardanuç Sancakbeyi Kara Mehmed Bey'in tayin olunduğunu tespit ediyoruz. Bu kayıtlardan ve daha sonra yapılan atamalardan anlaşıla­cağı gibi Ardahan Sancağı, Ocaklık Sancaklık olamayıp, normal sancaklar statüsündeydi. Ardahan'ın Sancak olmasını müteakip tahrir edildiği anlaşılıyor. Nitekim Başbakanlık Arşivindeki 313 numaralı tapu defterinde, Ardahan Sancağının Erzurum zaimlerinden Ömer tarafından Tecdid-i Kitabet edildiğini ve bu sancağın dirliklerinin 1557'den itibaren Defter-i Cedidi-i Hakani'ye (Yeni defter) kaydedildiğini ve sahiplerinin ellerine tezkere (İşletme ve İşleme Ruhsatnamesi/bir nevi ta­pu) verildiğini tespit ediyoruz. Sancağın dirliklerinin tespit edildiği bu defterde ayrı birer Sancak olan Kamhıs ve Peneskired'in de Ardahan'a bağlandığını görüyoruz. Ardahan Sancağında 1574 yılında ikinci bir tahririn (arazi düzenlenmesi) yapıldığım görüyoruz. 1575 tarihinden itibaren Ardahan Sancağının, Ardahan-ı Büzürg yani Büyük Ardahan adını aldı­ğını görmekteyiz. Ardahan Kalesinin 1559'dan itibaren inşa edilmeye başlandığını ve kalenin tam ola­rak 1578 yılında bugünkü şekline kavuştuğunu görmekteyiz. Ardahan Kalesinin Batıdaki büyük kapı­sında bulunan 65x71 cm'lik sert kızıl taş üzerine kabartma nesih yazı ile üç satırlık kitabe de Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanatının son zamanlarında konulmuştur. Kitabede şu ifade edilmektedir "BUNİYE Bİ-EMRİ ES SULTAN'ÜL AZAM MEVLA MÜLUKÜ'L ARAP, VE'R-RUM VE'L ACEM, SAHİ-BÜ'L-BERR VE'L-BAHR ESSULTAN SÜLEYMAN İBN-İ SELİM HAN HALLADALLAHU MÜLKEHÜ Fİ ŞEHRİ ŞEVVAL 963." (Arap, Anadolu ve Acem Meliklerinin bağlı bulunduğu karalar ve denizlerin sahibi Selim Han oğ­lu Büyük Sultan Süleyman'ın emri ile yapıldı. Allah onun ülkesini ebedi kılsın. Ağustos 1566) Ardahan Kalesi, Kanuni Sultan Süleyman devrinde mükemmel bir şekilde hizmete sokulmuş, ka­pısına da yukarıda belirtilen Arapça Kitabe konmuştu. Devrin önemli devlet adamlarından Ayaş Pa­şa, kale içinde Ulu Camii/Cami-i Kebir inşa ettirmişti. Zamanla haraplaşmaya başlayan caminin tami­ri için 1699 yılında Ardahan kadısına şu hüküm yazılmıştır. K^4zdahan J\uu)LSLtıa hüküm ki, an kaû ası ahaûisi gaâüb, kade-'ı mezbuze dahiûinde 3e mütatr ¦^/tuas fDaşanuı bina eu(Le3ityi Clami-i J\jzbizin üç zita miktat-ı nitri tamizde kalbiz bina oâmaifiıp, muzuz-1 eififam ita keszet'i emtaz-3an müntehim oâup mezetnete muhtaç otmakta, Lızatfhı şezz 2en üzezine vazıâub şezziâe kcşjbâundukça, ancak 50 kuzuş iia tatniz otunuz, 2euu tahmin iâe şezziâe keföfi ue hüccet otunup, vakfen müsaadesi otmakta, şezz ite Uımiz oâunmak için uatcâmısüz. Aiisan 1699 Hükümden anlaşıldığına göre Ulu Camii ayrıca Ayaş Paşa'nm ayırdığı vakıflara sahipti. 1702-1703'DE ÇILDIR EYALETİ Osmanlı Devlet adamlarından Halil Paşa 1702'de Erzurum Beylerbeyliğine atandı. Bu dönem Os­manlı devlet adamlarından Defterdar Sarı Mehmet Paşanın da layihasında belirttiği gibi Büyük ve Kü­çük Ardahan'ın da içerisinde bulunduğu civardaki tüm sancaklar Çıldır Eyaleti içerisinde toplanarak Halil Paşaya bağlandı. 1694 ile 1732 tarihleri arasında Çıldır Eyaletine bağlı Sancak sayısı 14'tür. Defterdar Sarı Mehmed Paşanın "Zübde-i Vekaiyat" isimli eserinde yazdığına göre bu 14 sancak içerisinde Ardahan şu kısımlar­dan oluşmaktaydı: 1-Nahiye-i Hoçuvan der Liva-ı Ardahan-ı Küçük 2-Nahiye-i Şimal der Liva-ı Poshov 3-Nahiye-i Mise der Liva-ı Ardahan-ı Büzürg 4-Nahiye-i Güney der Liva-ı Poskhov 5-Karye-i Hamaş der Liva-ı Ardahan-ı Büzürg 6-Nahiye-i Germücük der Liva-ı Ardahan-ı Küçük 7-Karye-i Çardak der Liva-ı Ardahan-ı Küçük Bu örnekler ile XVIII. yüzyıl başlarında Ardahan ve çevresi hakkında özellikle yerleşim yerleri açı­sından fikir edinebilmemiz mümkün olabilmektedir. 1694 ile 1732 yılları arasında bu yerlerde isim­leri geçen kişilerden bazıları şöyledir: Süleyman, Mehmed, Ahmed, Mustafa Veled-i Mehmed, İsmail, Osman Mirza, Abdal, Mehmed, Mah-mud, Resul, Hızır, Abdülbaki Veled-i Derviş, Ali Mirza, İdris, Abdurrahman, İdris Veled-i Süleyman. Bu defterde, diğerlerinde görüldüğü gibi Ocaklık, Yurtluk ve çiftlik olarak verilen araziler de mev­cuttur. Gelir ise 22.000 akçe ile sınırlı kalmaktadır. ARDAHAN VE ÇILDIR (1722-1732) XVIII. yüzyıl başlarında Ardahan, "Ardahan-ı Büzürg" yani Büyük Ardahan olarak belgelerde geç­mekte ve Çıldır dahilinde gösterilmektedir. Sancak Beyi Yahya'nın ölümü üzerinde bu sancak idare­sinde kısa dönemli bir problem çıktı. Yahya'nın babası Süleyman idareden vazgeçmesine rağmen da­ha sonra bir ariza gönderdi. Altı ay müddetle Ardahan'ın idaresini elinde tuttu. İstanbul onun bu ha­reketinden memnun olmadı ve Erzurum Beylerbeyliğine bir Emirname gönderilerek duruma müda­hale edilmesi istendi. Bunun üzerine Yahya'nın oğlu Hafız İbrahim Babasının haklarına sahip olarak Sancak Beyliğine getirildi. 1791 yılında Çıldır Beylerbeyi Süleyman Paşa'nm aniden ölümü üzerine yerine îshak Paşa getiril­di. Çıldır Beylerbeyliğine İshak Paşa'nın getirilmesi Ardahan da dahil olmak üzere Çıldır'a bağlı bu­lunan Sancaklar ve buralar ahalisinin hiç hoşuna gitmedi. İshak Paşanın tepki çekmesine neden olan en önemli olay askeri birliklerin içerisinde Hıristiyanları da kullanmak istemesidir. Tepkilerden bu­nalan İshak Paşa Ardahan Kalesine geldi ama kendisini istemeyen ahali tarafından şehre sokulmadı. Diğer Sancaklarda Ardahan örneğinde olduğu gibi birlikte hareket ederek İstanbul'a şikayet üzerine şikayet göndermeye başladılar. Neticede İshak Paşa görevden alınarak yerine Şerif Paşa atandı. Adı geçen bu İshak Paşa bugün Doğubayezid'de bulunan İshak Paşa sarayını yaptıran ve ona adını veren kişidir. XVIII. YÜZYILDA ARDAHAN/ÇILDIR EYALETİ Osmanlı yazarlarından Hezarfen Hüseyin Efendi'nin verdiği bilgilere göre Ardahan bir ara Kars Eyaletinde, sonrada Çıldır'daki taksimat içerisinde yer almaktadır. Onun yazdığına göre Kars Eyaletine bağlı Livalar şunlardır: Liva-ı Kars Liva-ı Zaruşat Liva-ı Keçivan Liva-ı Hoçuvan Liva-ı Ardahan-ı küçük (Göle) dir. * Hezarfen Hüseyin Efendi Eyalet-i Çıldır ve Ardahan hakkında şu bilgileri yazmaktadır. "Liva-yı Ardahan-ı Büzürg; Hass mir-i liva, ber vech-i yurdluk ve ocaklık, dörtyüzaltmışiki bin akçadır. Ze­amet dokuz, tımar yüzseksenaltı." Evliya Çelebi de Erzurum 'da gümrük görevlisiyken Ardahan ve dolaylarını görmüş ve gezi, notlarında yöreye ait bilgiler vermiştir. Kara Ardahan, Göle ve Kazan hakkında şunları kaydetmektedir. "Kara Ardahan Kalesi Se­lim Hanı evvel fethidir. Çıldır Ey aleti 'nde Sancak Beyi tahtıdır. Beyinin hassı 200.000 akçedir: Sancağında 8 tımar, 87'zeamet vardır. Alabeyisi, çeribaşısı, dizdarı ve 200 kalfa neferatı vardır. Beyin atlılar ile 1000 kadar askeri olur. 150 akçalık paye ile şerif kazadır. Nakibul Eşrafı yoktur. Müflisi Ahtska 'dadır. Kalesi yalçın bir kaya üzerinde kare şeklinde Şeddadi bir kaledir. Bir taraftan havalesi yoktur. Yet mişiki kulesi, üç kapısı vardır. Ardahan çevresinde olan kaleler; Vale, Gümek, Acaris, Kinzo, Kazan Kalesi. Bu kalelerin hepsi Lala Paşa fethidir. Mektepleri, çarşıları ve hanları vardır. Su ve havası soğuktur. Bağ ve bahçe­leri görünmez. Meyve ve sebzesi Tortum ve Acara'dan gelmektedir. Ardahan ahalisi mümin sünnet ehli ve garip dostu insanlardır. Ekserisi tarımla uğraşmaktadır. Dağlarında güzel meyvesi olur. Bu kale Erzurum 'un kuzeyin­de beş konaklık yerdedir. Ardahan, Kars 'a da bir konaktır." Evliya Çelebî Ardahan'dan sonra Küçük Ardahan'ın merkezi Göle'ye dair de şunları anlatmakta­dır. "Buradan yine batıya taşlık yerlerden geçerek, Göle kalesine geldik. Ahıska toprağında Gürcistan Beylerinden Levend Han binasıdır. Tahrir, Selim Han üzre Çıldır Eyaletinde sancak beyi tahtıdır. Beyinin hass-ı Hümayu­nu, kanun üzre 300.000 akçadır. Alaybeyi, Çeribaşısı kale dizdarı ve askerleri vardır. Kale Selim Han fethi olup, yalçın bir kaya üzerindedir. 150 akçalık kazadır. Camii ve hanı, hamamı vardır." Ardahan, Kars, Ahıska ve Çıldır gibi merkezler yine bu asrın sonunda merkezden atamalar yoluy­la idare edilmiştir. Bazen ocaklık ve yurtluk sahibi ve ahalinin "Atabey" diye isimlendirdiği kimseler de yönetimde yer almışlardır. Bunlar XVIII. yüzyılda bir ekol teşkil etmişler ve sosyal hayata damgaları­nı vurmuşlardır. İLK RUS İSTİLASI (1828-1829) 1829'da Ardahan, Kars, Ahıska ve Erzurum dolaylarında ön plâna çıkan bir komutan vardır. Bu ko­mutan, Salih Paşa'dır. Rus generali Paskeviç, Kaçar hanedanını mağlûp edip Revan'ı (Erivan) aldık­tan sonra buralara Ermeni göçü başladı. Bugünkü Büyük Ermenistan hayalinin kökleri Revan'm düş­mesinden sonra Ruslarca başlatılan iskân politikasına dayanmaktadır. Batıya doğru ilerleyen Paskeviç Ahıska'yı kuşattı. Kahramanca direnen Ahıska halkı, gıda ve iaşesinin bitmesi neticesinde Ruslar'a teslim oldu. 17 Ağustos 1828'de Ahıska'ya giren Ruslar, şehri yerle bir ettiler ve halka akla gelmedik zulümler yaptılar. Kars'ı ele geçiren Ruslar bu sefer Ardahan'ı da ele geçirmenin plânlarını yapmaya başladılar. Zira Ardahan, Erzurum'a giden yol üzerinde idi. Ordu Komutanının emri ile Ardahan üzerine yürüyen Genaral Muravyev, 22 Ağustos 1828'de şehri aldı. Böylece Ardahan ilk işgal acısıyla tanışmış oluyor­du. Ardahan'ın düşmesinde, muhtemelen Ahıska'nın düştüğü feci durum önemli rol oynamıştı. Rus dehşetinden korkan Aıdahanlılar canlarını kurtarabilmek için yurtlarını terk etmek zorunda kalmış­lar, Oltu-Narman üzerinden Erzurum'a bir sel gibi akmışlardı. 1829'da Ardahan ve çevresinde savaşlar yeniden başladı. Acaralılar Nisan 1829'da Suskap/Aşık Zü-lâli Köyü yakınında Ruslar'a yenildiler. Salih Paşa bunun üzerine Hakkı Paşa'yı Posof a yolladı. Arda­han üzerinden Posof istikametinde giden Türk kuvvetleri, yine Suskap civarında Ruslar'a yenildiler. Yalmzçam civarında bulunan 8.000 kişilik Osmanlı kuvveti de Ruslar karşısında tutunamayarak dağıl­mıştı. Ruslar artık Ahıska ile Yalnızçam arasındaki güvenliği tam olarak sağlamışlardı. Erzurum önün­deki Ardahan-Posof savunma hattını kıran Ruslar 25 haziran 1829'da Erzurum'u ele geçirdiler. Ruslar 1829 sonbaharına doğru Ardahan ve Erzurum dahil olmak üzere bütün önemli merkezleri ele geçirmişlerdi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti acilen barış istedi. EDİRNE ANTLAŞMASI (14 Eylül 1829) Edirne Antlaşması, bölgedeki savaşa fiili olarak son verdi. Çıldır, Ahıska, Ahılkelek savaş tazmina­tı olarak Rusya'ya terk edildi. Buna karşılık Ardahan, Göle, Oltu, Poskhov, Şavşat, Livana Osmanlıla­ra geri veriliyordu. Bu antlaşmadan sonra Ruslar, Ermenileri sınır gerisine çekmeye başladılar. Asıl amaçları Ardahan ve Kars karşısında tampon hudut teşkil etmekti. Edirne antlaşması, Ardahan için yeni bir devrin başlamasına sebep olmuştu. Çünkü Ahıska ve Ahıl­kelek'in Rusların eline geçmesiyle Ardahan Osmanlı devletinin kuzeydoğudaki son toprağı yani Ser­hat Şehri durumuna düşmüştü. Artık bu tarihten sonra Türk topraklarına gelecek ilk saldırıyı Arda­han göğüsleme durumunda olacaktı. Bu dönemi Ulemadan Ahmet Dursun Efendi, Natıkî mahlasıy-la yazdığı şiirlerinde işlemektedir. Bu şiirlerin bulunduğu yazma bugün Beyazıd Devlet Kütüphane­si'nin Türkçe Yazmalar bölümünde 1225 sayılı tasnifinde bulunmaktadır. İKİNCİ RUS İSTİLÂSI (1855-1856) Osmanlılar muhtemel bir Rus tehlikesine karşı devrin en geçilmez savunma hatlarını Ardahan-Kars ve Erzurum hattında inşa etmeye başladılar. Çarlık ordusunun karargâhı ise 1829 sözleşmesi ile Rusya'ya bırakılan Ahıska'da bulunuyordu. Ardahan'daki Osmanlı Komutanı Ali Paşa idi. Karade­niz'deki Rus-Osmanlı mücadelesi Ardahan'ın bulunduğu bölgede yeni bir Osmanlı-Rus savaşının çık­masına neden oldu. Sinop'ta Osmanlı Donanması Ruslarca yakılınca devlet Rusya'ya savaş ilân etti. Özellikle bu sırada Avrupa basını bölgedeki Rus-Osmanlı çekişmesiyle yakından ilgileniyor, Ardahan ve etrafındaki durumu Rus kaynaklarına dayanarak okuyucularına ulaştırıyorlardı. Ardahan'daki Os­manlı kuvvetleri tam bir teyakkuz halindeydiler. 24 Mayıs 1855'te Genaral Muravyev, sınır noktası Arpaçay'ı geçti. Çok kanlı çatışmalara sahne ola­cak Kars Kalesi kuşatıldı. Rusların bir kolu da Erzurum istikametine yöneldi. Hemen hemen bütün Doğudaki harp hali Ardahan için endişe verici idi. Nitekim Kars'tan gönderilen ve Ahıska'dan gelen kuvvetlerle birleşen Ruslar Ardahan'ı ele geçirdiler. Osmanlı kuvvetleri zorunlu olarak Göle'ye ora­dan da Oltu'ya çekildiler. Ardahan yıllar sonra bir Ramazan ayının sonlarında Rus çarlık ordularının kahredici pençesine düştü (11 Haziran 1855). Osmanlı kaynaklarında bu dönemde Ardahan'ın el de­ğiştirmesine ilişkin şu bilgiler verilmektedir: "Ardahan Garnizonu, ana kuvvetlerle irtibatın kesildiğini görünce, kaleyi terk etti. Ardahanlılar kendi başla­rına kaldıklarını görünce 11 Haziran'da fazla kan dökülmesini engellemek için teslim olmaya karar verdiler. Ge­neral Kovalevskiy bunu kabul etti. Kalenin eski bedenleri tahrip edildi. Askerî düzene ait ne varsa yıkıldı. Böyle­ce Ardahan Rusların eline geçmiş oldu." Osmanlı-Rus savaşında, Ardahanlılardan Hacı Hüseyin Paşa ve kardeşi Hasan Bey'in gösterdiği kahramanlıklar bölge ahalisi tarafından takdirle karşılanmıştır. Birkaç gün sonra İstanbul'daki Takvim-i Vekayii gazetesi Ardahan'ın düşüşünü "çok acı bir haber" şeklinde okuyucularına duyurdu. Serasker Zarif Paşa da hatıralarında, Ardahan'ın düşüşünü, "istanbul, kapısız kaldı" şeklinde dile ge­tirmektedir. Osmanlı orduları, Çarlık orduları karşısında bir önceki savaşta olduğu gibi yine bütün cephelerde yenilince, devlet acilen barış istedi ve taraflar Paris'te barış masasına oturdular. PARİS BARIŞ ANTLAŞMASI (30 Mart 1856) İşgal altındaki Ardahan'ın kaderi, bir yıl suma Paris Antlaşmasıyla belirlendi. İngiltere'nin zorla­masıyla Rusya, Kars ve öteki Osmanlı arazisini boşaltacaktı. 30 Mart 1856'da yürürlüğe giren antlaş­mayla Ruslar, Kars ve Ardahan'ı boşalttılar. Ardahan, bu tarihten sonra tekrar Osmanlı idaresine geçti. 1877-1878 (93 Harbi) Savaşlarına ka­dar sükunet havasına kavuşmuş oldu. ÜÇÜNCÜ RUS İSTİLASI (1877-1878) XIX. yüzyılın son yarısında korunma yapılarından kaleler önemini kaybetmeye başladı. Artık yer­leşim merkezleri ve önemli merkezler tabya denilen yapılarla korunmaya başlandı. Osmanlı Devleti'nde de boğazlar ve sınırlarda bu tür yapılara ihtiyaç duyuldu. Batum, Erzurum, Kars ve Ardahan'da Tabya denilen tahkimli yapılar kuruldu. Ardahan'daki tabyaların sayısı Kars ve Erzurum'dakinden azdı. En stratejik noktalara para ve in­san gücü seferber edilerek büyük tabyalar yapıldı. Ardahan civarına yapılan tabyaların hepsi Ardahan Kalesinin Güney, Doğu ve Kuzey istikametinde olup, şehre ve Kura düzlüğüne hakim idi. înşa edilen bu tabyaların isimleri şöyle idi: Ramazan, Emiroğlu, Senger, Kaz, Kaya tabyaları. Rus komutanı Devel, 27 Nisan 1877'de Çıldır'ın merkezi Zurzuna'yı ele geçirdi. Oradan Arda­han'a doğru ilerledi. Bu esnada Posof da bir başka Rus kolu tarafından ele geçirilmişti. Genel hücum, 16 Mayıs 1877'de başlatıldı. Osmanlı ordusunun mukavemeti yetersiz kalınca Ruslar, Ardahan'a doğ­ru ilerlemeye başladılar. Gölebert Tepesini de geçen Rus ordusu Ardahan Kalesi'ni yakından muha­saraya aldı. Ardahan komutanı Hüseyin Sabri Paşa, Gölebert Tepesinin kaybedilmesinden sonra, 16 Mayıs'ı 17 Mayıs'a bağlayan gece, beklenmedik bir kararla Ardahan'ı boşalttı. Kalede kalan Mehmet Bey, Ruslara direnme kararında yok. Fakat Ermeniler, yine hıyanetlerini göstererek kumandanın, as­kerlerin çoğu ile şehri boşalttığını Ruslara haber verdiler. Az sayıdaki Türk askerinin direnişi fayda vermedi. Ruslar Ardahan'a girdiler (17 Mayıs 1877). Ardahan'ın yönetimi Albay Komarov'a bırakıldı. Böylece Ardahan'da 40 yıl sürecek olan esaret ve hasret dönemi başlamış oluyordu. Ardahan'ın düşmesinin sorumlusu olarak gösterilen Hüseyin Sabri Paşa, Divan-ı Harp'te yargılan­dı ve suçlu görülerek sürgüne gönderildi. İŞGALDEN SONRA BARIŞ (Mart, Haziran, Temmuz 1878) 93 Harbi sonucunda Kars ve Erzurum Rus pençesine düştü, Ardahan'da istila edildi. 3 Mart 1878'de İstanbul'un banliyösü durumundaki Yeşilköy'de Ayestefanos'ta Osmanlı ve Rus tarafları bir araya gelerek Yeşilköy antlaşmasını imzaladılar. Buna göre Kars, Ardahan, Batum ve Eleşkirt savaş taz­minatı olarak Rusya'ya bırakılıyordu. Böylece kara günler ve vatan hasreti başlamış oluyordu. Gerçekten de binlerce yıllık Türk diyarı Serhat Ardahan'ın düşüşü bütün Türk kamuoyunda bü­yük infial uyandırmıştı. Ardahan'ı topraklarına katan Ruslar, şehri bir vali aracılığıyla yönetmeye başladılar. Bu tarihten sonra kurtuluşa kadar Ardahan tarihinde kayda geçen hadiseler ve iz bırakan olaylar, birtakım kurak­lık ve kıtlık olaylarıdır. Örneğin 1895 yılında Meşe Ardahan tarafında vuku bulan bir dolu hadisesi halkı önemli ölçüde maddî ve manevî zarara uğratmıştır. Hanak'lı Halk Şairi Ahmet Mazlumî, bu ola­yı destan şeklinde dile getirmiştir. 1907 yılında yurt çapında meydana gelen bir kuraklık Ardahan'da da hissedilmiş, yemsizlikten bü­tün hayvanlar telef olmuş, "1907 Saman Destanı" böyle bir zamanda söylenmiştir. 1908 yılında meydana gelen bir hayvan hastalığı salgını çok sayıda hayvanın telef olmasına sebep olmuş, zaten ekonomik açıdan fakir olan bölge halkı için hayatı daha da zorlaştırmıştır. 1878 Ardahan'ın Rusların eline geçmesinden sonra haritalar düzenlendi ve Kars-Aidahan, Çar'ın topraklan arasında gösterilmeye başlandı. 1912 yılında Osmanlı ve Rus temsilcileri bir araya gelerek kesin sınırları bir daha tespit ettiler. 1912 sınırlarından sonra karakol noktaları bir daha belirlendi. Artık Kars ve Ardahan gibi yerlerden Erzurum'a gidilmesi için pasaport alınması gerekiyordu. 1068 güzünde iç karışıklıkları yatıştıran Sultan Alparslan, II. Batı Seferine çıkarken, barışı bozup Bizans'ın kışkırtmasıyla akınlara başlayan Apkaz-Kartli Kralı IV. Bagrat'ın ülkesine yöneldi. Tiflis'i Ca-feroğulları Emirliği'nden alıp, orada kışladıktan sonra 1069'da karlar erirken ordusuyla Ardahan'a geldi. Buradan kuzeyde Meşe Ardahan/Vardosan (Yamaçyolu) çevresine gelince (bugün halkın Ca-muşkıran Fırtınası dediği) "(ibrelin beşi" 18 nisan günü çıkan kar fırtınasında çok zorluk çekildi. Sel­çuklu kaynakları bu bölgeyi şöyle tanıtıyor. Kenan oğlu Nemrud'un sakin olduğu ve oradan kule ya­parak göklere çıkmak istediği memleket (Yani Uğuz efsanesinde de adı geçen Hanak kesimi) alına­rak harap edildi. Onun Doğu yanındaki memleketi de (Büyük Ardahan) alarak, burada bir mescit yaptıran Sultan, 1069'da (Mayıs ortasına yakın) IV. Bagrat'ın barış isteğini kabul edip onu tekrar ha­raca bağladıktan sonra, Gence üzerinden İran'a döndü. 1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah, İstanbul'un yanı başındaki İznik şehrini alarak Türkiye-Selçukluları Devletini kurdu. Kısa bir zaman sonra ihtilâller ile bunalan Bizans'ın içişlerine karışacak ve onlardan haraç alacak güce erişti. Bu sırada Araş ve Ardahan'ı da içine alan Kura boyları da yeni Türkmen göçleriyle doluyordu. Aynı dönemde, güçlenen Apkaz-Kartli Kralı II. Giorgi, Kars ile Meşe Ardahan'ı geri almıştı. 1080 yılında Sultan Melikşah, Danişmendli Emir Ahmet Başbuğluğu'nda bir orduyu buraya göndererek, bir yıldır işgal edilen Kars ve Meşe Ardahan'ı geri aldı. Apkaz-Kartli kaynağı "Kartlis-Çkhovrebd'da, Ardahan Sancağının bütününün fethedildiği Kol Zafe-ri'ni müteakip, bu yerlere Türkmen göçlerinin gelip yerleşmeleri şöyle anlatılıyor: "Bu sırada Anadoluya Turki-Koçevniki göçebeler ve sürülerimle yerleşmeye giden iki büyük emir, yollarını de­ğiştirip çekirge gibi ülkemize yayılıp, işgal ettiler. Savşet, Acara, Samshe (Ardahan, Posof, Ahıska, Ahılkelek ve Çıldır çevresi) hep Türkler'le doldu. Dağlara, mağaralara kaçan Hıristiyan ahali, giderek azaldı; kilise ve manastırlar sahipsiz kaldı." XIX. YÜZYIL BAŞLARINDA ARDAHAN VE ÇILDIR OLAYLARI 18 Aralık 1800 yılında Çar Paul'ün manifestosu ile Gürcistan resmen Rusya'ya katılmıştı. Böylece Ruslar, İran ve Türkiye yani Osmanlılar ile komşu oldu. 1807'de Ruslar kalabalık bir orduyla sınırı geçip Ahıska'ya doğru ilerlemeye başladılar. 1807 ve 1810 yılları arasında Ruslar Osmanlılara karşı birtakım başarılar kazandılar. 1810 yılında Osmanlılar karşı bir hareketle Gürcistan üzerine yürüdüler. Bu haberi alan Rusların İtalyan asıllı generali Palucci, Ahılkelek üzerine yürüdü ve buradaki Türk Kuvvetlerini bozguna uğ­ rattı. 1811 yılında bölgede Ruslar'a karşı Osmanlı-İran ittifakının gerçekleşmesi Rusların daha fazla iler- leyememelerine neden oldu. 16 Mayıs 1812'de imzalanan Bükreş antlaşmasıyla Osmanlı Devleti 1807'den itibaren Kafkaslarda kaybettiği topraklarına yeniden kavuştu. 1816 yılında İsyan eden Acara'lı Ahmet meselesi devleti epeyce uğraştırdı. Ardahan ve Çıldır'da bulunan askeri kuvvetler, Acara'lı Ahmed'in tedibi için epeyce uğraştılar. I. DÜNYA SAVAŞI VE SONRASINDA ARDAHAN I. Dünya Savaşına Osmanlı Devletinin katılmasından sonra Harbiye Nazırı Enver Paşa Kafkaslara doğru büyük bir harekat başlattı. Amaç, Kafkaslarda kaybedilen toprakların alınması idi. Sarıkamış harekâtının başladığı günlerde Alman subayı Stange'nin kontrolündeki milis güçler Artvin, Ardahan ve Tiflis'i ele geçirmek için ileri harekâta geçtiler. 25 Aralık 1914'te Artvin üzerinden Yalnızçam ge­çidini geçen Türk ordusu, 29 Aralık günü Ardahan'a girdi. Ardahan'ın kendileri açısından öneminin farkında olan Ruslar, 3 Ocak günü hücuma geçti. Arda­han'da bulunan Türk milis kuvvetleri, daha fazla dayanamayacaklarını anlayınca şehri boşaltmak zo­runda kaldılar. Böylece Ardahan'ın hürriyet sevinci bir hafta sürmüş oldu. Durumu daha iyi anlayan Ruslar, Ardahan'daki kuvvetlerini üç kat arttırdılar. Osmanlı ordusunun Sarıkamış'tan harekete geçtiği haberi Ardahan'da yeni bir sevinç dalgasının ortaya çıkmasına neden oldu. Harekât Allahuekber dağlarının Sarıkamış cihetinden başlamıştı. Dağ­ların kuzey yönü ise Ardahan ve Göle yaylasına bakıyordu. Harekâtın başarılı olması durumunda Ar­dahan kurtarılacaktı. 14 Ocak 1915 gecesi, Osmanlı ordusu harekâta başladı. Tarihe, "Sarıkamış Faci­ası" olarak geçen bu harekât esnasında, Osmanlı Ordusunun büyük bir bölümü soğuk ve açlıktan şehit oldu. Harekât başarısızlıkla sonuçlanınca, harekâtın ikinci ayağını oluşturan Göle-Merdinik ve Ardahan hattı iptal edildi. Enver Paşa, harekâtı durdurarak İstanbul'a döndü. Ardahan'ın bir haftalığına Türklerin eline geçişi, bütün Türkiye'de çok büyük sevinç yaratmıştır. İstanbul gazeteleri, olayı hemen okurlarına duyurmuş İstanbul ve İzmir'den Ardahan'a kutlama telg­rafları yağmıştır. Ayrıca Güneyden Antep, Maraş, Urfa ve Mardin'den de Ardahan'a kutlama mesajla­rı gönderilmiştir. Ardahan'a I. Dünya Savaşı sırasındaki kıtlık ve felâket günlerinde kardeş ellerden yardımlar yapıl­mıştır. "Baku Müslüman Cemiyet-i Hayriyesı' Ardahan ve ilçelerinde birer şube açmış, çok sayıda yetime el atmıştır. Yine Azerbaycan'da yardım amacıyla faaliyet gösteren "Kardaş Kömeği" de Ardahanlı fakir ve hastalara çok büyük yardımlar yapmışlardır. Bu dönemin Ardahan açısından dikkat çekici en önemli özelliği bölgeyle ilgisi olmayan Ermenile­rin Rus işgali sırasında bölgeye yerleşme ve etnik temizlik yapma faaliyetleridir. Ruslar, sürekli olarak Ermenilerin Ardahan ve Kars taraflarına yerleşmelerini teşvik ettiler. 1855'te yürürlüğe giren Rus Ara­zi Nizamnamesi hayata geçirildi. Toprak mülkiyeti kaldırıldı, arazi devletin malı oldu. Bu uygulama­dan amaçlanan, burada Türk ve Müslüman nüfusun hukukî dayanaklarını koparmaktı. Her türlü di­nî eğitim engellendi. Türk nüfus zorunlu olarak çalışmaya zorlandı. Amele sıfatıyla çalıştırılan Arda-hanlıların ücretleri ya ödenilmedi ya da hukuka aykırı gerekçelerle önemli ölçüde azaltıldı. Ardahan Türkleri'nin bu kara günlerde tek dostu Bakülü Kömekciler idi. BREST-LİTOVSK ANTLAŞMASI VE ARDAHAN'DA YENİ DÖNEM 1917'de Rusya'da Bolşevikler ihtilâl yaptılar. Çarlık rejimi yıkıldı. Yeni hükümet kayıtsız ve şartsız sa­vaştan çekildiğini ilân etti. Rusya Hükümeti 3 Mart 1918'de Osmanlı Devletiyle barış yaptı. Müzakereler sırasında, Berlin Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa, çok mükemmel bir konuşma yaparak, Elviye-i Selâse yani Kars, Ardahan ve Batum meselesini gündeme getirdi. Hakkı Paşa Kars-Ardahan ve Batum'un Türk yurdu olduğunu vurgulamış, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında bir kısmının savaş tazminatı olarak Çar­lık Rusyası'na terk edilmek zorunda kalındığını söylemiştir. Rusya delegasyonundan Sokolnikov, öneri­ye karşı çıkmışsa da bölge halkının kendi geleceklerini belirleme fikrine ses çıkarmamışlardır. Sovyet heyeti üyesi L. M. Karahan, Brest-Litovsk'tan 4 Mart 1918'de çektiği telgrafında, Kars-Arda­han ve Batum'un Türkiye'ye bırakıldığını yazıyordu. Yalnız Elviye-i Selâse'den çekilme plânının uy­gulanması gerekiyordu. Trabzon Konferansı bu konudaki çalışmaları devam ettirdi. I. Dünya Savaşı esnasında Rusların kontrolünde bölgede etnik temizliğe girişen Ermeniler, Ana­dolu'daki ilk büyük kıyımlarını Ardahan ve çevresinde yaptılar. Çıldır, Göle, Hanak ve Ardahan köy­lerinde giriştikleri katliamlarda 150 Türk köyünü yağma ve talanla yerle bir ettiler. Çoğu kadın ve ço­cuk yaklaşık 20.000 Türkü katlettiler. Aşağıda kısa bir bölümü aktarılan ağıtlar 1915 Ardahan kırgını­nı anlatmaktadır: Brest-Litovsk antlaşması ile Ardahan'ın düşman işgalinden kurtuluşu istanbul'da büyük sevinçle karşılandı. Brest-Litovsk barışıyla ortaya çıkan Ardahan ve Kars'ın kurtuluş sevinci fazla uzun sürmedi. Birin­ci Dünya Savaşı'nda Osmanlı împaratorluğu'nun müttefikleri yenilip savaş dışı kalınca, Osmanlı Dev­leti de çok ağır hükümler taşıyan Mondros Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kaldı. Mondros Müta­rekesine göre Osmanlı Devleti, Elviye-i Selase'yi boşaltmak zorundaydı. Büyük devletlerin gizli mak­sadı bölgede kendi himayelerinde bir Ermenistan devleti kurmaktı. I. Dünya Savaşı sonrası popüler olan Wilson Prensipleri'ne göre her millet yaşadığı yerde Self-Determinasyon hakkına sahipti. Yani nüfus olarak çoğunlukta oldukları yerlerde kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptiler. Büyük devlet­lerin himayesinde olan Ermeniler, bölgede aleyhlerine olan nüfus dengesini lehlerine çevirebilmek amacıyla katliamlara, yani bir etnik temizlik harekâtına giriştiler. Ayrıca Gürcülerin de Ardahan üze­rinde talepleri vardı. Ermeniler, Kars dahil bütün Güney Kafkasya'nın tarihî olarak Ermenistan hu­dutları içerisinde olduğunu iddia ediyorlardı. Gürcüler 20 Nisan 1919'da Ardahan'ı işgal ettiler. Göle'ye kadar ilerleyen Gürcüler bu sırada Ar­dahan'da konuşlanmış bulunan Millî Kuvvetler tarafından püskürtüldüler. Aynı anda harekete geçen eli kanlı Ermeni çeteleri, yörede binlerce silahsız ve savunmasız Türkü katlettiler.
  18. _asi_

    Ardahan Tarihçesi

    TARİHÇE BAŞLANGIÇTAN İLK İSLÂM FETHİNE (646) KADAR Yukarı Kura boylarının, yazılı belgelerde anılarak "'Tarih Çağı’na girmesi, "İlk Türklerden sayılan ve Sümerlilerle soydaş olan "yuvarlak başlı (Brakisefal), bitişken-dilli Hunilerin" torunlarının Van Gölü çevresinde güçlü bir devlet kurmaları zamanında görülmektedir. Sümerlilerin icat ettiği çivi yazısını kullanan, Van Gölü çevresindeki bu devletin ülkesine, Güney komşuları Asurlular, M.Ö.1280 yılından beri "Yukarı El-Ulke" anlamında "Ur-Artu" diyorlardı. Urartular ise baş tanrılarına göre kendilerini "Khaldi" diye anıyorlardı. Eski Van (Tuşpa) şehrini merkez edinen Urartulardan Kral II. Sardur (M.Ö. 753-735), Çıldır Gölü Güneybatısındaki Taşköprü Köyü kayalığına kazdırdığı buraların fethi­ni anlatan yazıtında, Çıldır-Ardahan ve çevresini, "Ukhiemani" beyliğinden aldığını anlatır. Başka bir yazıtında da Çoruh Irmağı boyunda (Bayburt'tan Batum'a kadar, Artvin ve Ardanuç dahil) "Kulhi" ad­lı güçlü bir kavmi yendiğinden bahseder. II. Sardur'un yazıtlarında yer alan her iki kavim de, Aryani (Ortaasya) kökenli kavimlerdir. II. Sardur'un oğlu Kral I. Rusa/Ursa (753-713) zamanında, Kafkaslar ve Karadeniz'in Kuzeyinde M.Ö.2000 yılından beri yaşayan ve sonraki Hazar ve Bulgar Türklerinin mensubu bulunduğu "Kıpçak-lar'm ataları olan "Kimmerlerin" ülkesi, aynı soydan gelen "Sakalar'in akınına uğramıştı. Saka (İskit) Türkleri M.Ö. 720 yılında Kimmerlerin Doğu kolunu Kafkas sıradağlarının Güneyine sürdüler. Sarı saçlı, kumral, gök gözlü Kuman/Kıpçak tipinde olan Kimmerlerin İskit Türkleri'nin önünde Kura, Çoruh, Araş ve Yukarı Fırat ırmakları boyuna yayılarak yerleşmeleriyle Ardahan'ı da içerisine alan böl­gede, Türklük hayatı başlamış oldu (M.Ö.720). İlk olarak Yunanca yazılıp M.S. V. yüzyılda Gürcü diline çevrilen "' Kartlis-Çkhovreba" adlı tarihin baş­larında Kimmerlerin gelip Ardahan'ı da içerisine alan Kafkasların Güneyine hakim oluşlarını anlatır. Makedonyalı İskender'in ordusuna karşı koyan "Yaman savaşçılar" dediği Kimmerlerin Ardahan yöre­sindeki "KamaraDağı' civarında verdikleri mücadeleyi yücelterek anlatır. M.S. 680 yılında İskit Türkleri, hükümdarları Bartatua öncülüğünde, çok kalabalık göçler hâlinde Kafkas geçitlerini aşarak, itaat etmeyen Kimmerleri Kızılırmak boylarına sürdüler.İskitlerin hükümdarı kışlık başkent yaptığı, Kura'a sağdan karışan Terter çayı boyundaki Partav ve­ya Barda şehrine adını vermişti. Sakalar'ın bütün Kura, Araş ve Çoruh bölgesine olan hakimiyetleri Heredot Tarihinde, Türklerin hakimiyeti diye gösterilmektedir. ARDAHAN SANCAĞI BÖLGESİNİN 1080 FETHİNDEN SONRAKİ KISA TAKVİMİ 1124 yılında Kıpçaklar Erzurum'daki Saltuklu Emirliğine bağlı Çavakhet'ten (Ardahan ve Artvin kesimi dahil) İspir'e kadar hudut sayılan yerleri alıp buralara yerleştirildiler. Böylece 1118 ve müte­akip yıllarda gelip yerleşenlere eski Kıpçak, 1195 ve sonrasında gelenlere ise yeni Kıpçak denmeğe başlandı. Bu çağda Ardahan-Ahıska Kıpçaklarının beyi "Beka" (Türkçe Böke/Ejder), Posof taki Cak-su Kalesinde oturuyordu. 1225 yılında Harezmşah hükümdarı Çelaleddin Mengüberti, komşu Müslüman ülkelere akınlar yaparak çok zararlar veren Apkaz-Gürcistan ordularını Haziran 1225'te Revan'ın güneyinde Gerni'de yenmiş ve Ardahan ile Kars'ı almıştı. 1239'da Moğol Cengiz İmparatorluğunun İran Genel Valisi Baycu Noyan, Ardahan'ı da içine alan bütün Araş ve Kura boylarını fethedip buraları Cengiz İmparatorluğu'na tabi kıldı. 1243 Kösedağ sa­vaşında yararlılığı görülen Caklı Sargis'e Ardahan ve Ahıska hakimliği verildi. ¦¦ 1267 İlhanlı hükümdarı Abaka Han, kardeşi ile girdiği taht mücadelesinde çok yararlılık gösteren Caklı Sargis'e Ardahan ve Ahıska valiliğini verdi. Buralara Atabek Ülkesi denmeye başlandı. Atabek-lik ülkesinde yazı dili Kartvelce, konuşma dili ise Türkçe olarak devam etti. Bugün de Ahıska, Posof ve Şavşat ağzı dediğimiz; ban/ben, san/sen, babay/baba, anay/ana vs. gibi yüzlerce Kıpçak ağzı söz­leri öteden beri buralarda kullanılmakta ve başka bir dil bilinmemektedir. 1334'te T. Beka'nın torunu I. Korkore Atabek unvanını alarak İlhanlılar ve Celayırlılardan sonra Karakoyunlular'a tabi oldu. Böylece Ardahan ve çevresinde Karakoyunlular dönemi başlamış oldu. 1386'da Kars'ı uzun ve zorlu bir kuşatmadan sonra alabilen ve aldıktan sonra yağma ettiren Timur, ordusuyla Tiflis'e giderken Ardahan'da bulunan Kıpçaklı Atabekler de ona tabi oldu. 1405'te Timurmur'un ölümünden sonra Atabekler ülkesi yine Karakoyunlular'a tabi oldu. O zaman Ardahan ve çev­resi Nahçıvan Valiliğine bağlı olduğundan buraların haracı oraya ödeniyordu. 1463'te Karakoyunlular, kendilerini sıkıştıran Apkaz Kralına karşı Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'dan yardım istediler. Uzun Hasan, Temür Bek idaresindeki bir orduyu yardıma gönderdi. Ka­rakoyunlular, Akkoyunlular'ın yardımıyla düşmanlarını mağlûp ettiler ve Ardahan dahil idarelerin-deki yerler Akkoyunlular'a tabi oldu. 1472 yazında Akkoyunlular'a itaatten çıkan Atabek-Bahadur ile Kartli Kralı ülkesine sefer eden Uzun Hasan, Ahıska ve Tiflis'i alıp, iki ülkeyi de Tiflis'e tayin ettiği kendi valisine bağladı. İşte bu sıra­da Ardahan Türkmenleri denilen ve çoğu yaylakçı ve kışlakçı olup, giyimleri, kuşamları ve dokumaları ile, Oğuz töre ve geleneğini yaşatan, Hanak-Damal/Meşe Ardahan'daki Türkmenler, Uzun Hasan tara­fından Maraş-Altı'ndaki yerlerinden getirtilerek, hudut korucusu olarak buralara yerleştirildiler. 1477 Yılındaki Akkoyunlu seferi tesiriyle, Yukarı Kura ve Çoruk boylarındaki Kıpçaklı Atabekler ül­kesi, Caklılar sülalesi elinde beş beyliğe bölündü. 1) Merkezi Ahıska olup; Azgur, Altunkale/Adigön/Koblıyan, Poskhov ve üç Ardahan'ı da içine alan anakol Samshe 2) Merkezi Çıldır Akçakalası olup; Ahılkelek'i de içerisine alan Çavakhet, 3) Merkezi Imerhev olup yukarı Acara'yı da içine alan Şavşet-Maçakhalet, 4) Merkezi Ardanuç olan ve Artvin, Borçka ve Gönye'yi (Batum) içerisine alan Kalarçet, 5)Merkezi Oltu olan ve Şenkaya, Bardız ve Narman'ı ihtiva eden Tao. 1479'da bu beş Atabeklikten üçüncüsü Fatih döneminde Osmanlı Devleti'ne bağlandı. Trabzon sancağına bağlanan bu Atabekliğin halkı da gönüllü Müslüman olmaya başladı. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim Çaldıran seferine giderken Çıldır'dan İspir'e kadar olan yerlere hükmeden Caklı Mirza Çabuk Bey sefer gidişi ve dönüşü esnasında Osmanlı ordusuna önemli ölçü­de iaşe yardımında bulundu. 1551'de Erzurum Beylerbeyi Sarı İskender Paşa ordusuyla Şah Tahsmab'a bağlı Atabek II. Kayhus-rev'in ülkesine yürüdü. 13 Mayıs'ta Ardanuç fethedildi. Ana koldan ilerleyen Paşa, Göle, Hanak, Ar­dahan ve Hoçuvan kesimlerini alarak, Osmanlı hududunu Çıldır ile Poskhov'da Kısır ve Ilgar dağla­rına dayadı. Atabekler hükümetinin son yurdu III. Sultan Murad çağında Safevi-Osmanlı savaşları sonucunda Osmanlı Devleti'ne bağlandı. Diyarbekir'den getirilen Osmanlı Devleti'ne sadık Kürt aşiretleri Göle ve Hoçuvan'a yerleştirildi. Bu aşiretlerin kökeni de anonim Oğuz kaynakları Şerefname ve îskender-name'ye göre Oğuzlara dayanmaktadır. 8 Ağustos 1578'de yüz bin kişilik ordu ile Ardahan'dan çıkan Serdar Lala Mustafa Paşa, İran'ın Çıl­dır hududundaki Begrehatun düzünde konakladı. Bu sırada İranlıların hakimiyetine yüz çeviren ve iki oğlu ile Altım Kal'a hakimesi olarak Adigön'de bulunan, Atabek II. Khushurev'in ölümüyle dul kalan Dedis İmed Hatun'un elçisi ve itaatnamesi Serdar'a ulaştı. Serdar'ın emriyle o gün şafakla Poskhov'a giren Ardahan Sancakbeyi Abdurrahman, Vale kalasını da savaşsız fethetti. 9 Ağustos 1578 sabahı hududu geçip Şeytan Kalesi'ni topla alan Osmanlı Ordusu ilerlerken, gece­ den pusuya yatmış kalabalık İran ordusuyla Çıldır Gölünün Kuzeyindeki düzlükte kanlı bir savaşa gir­di. Muharebeyi Osmanlı ordusu kazandı. Çıldır Meydan Muharebesi, 1514 Çaldıran Savaşından beri İran'la yapılan ikinci muharebeydi. Aynı gün Abdurrahman Beyin Ardahan Sancağı hdaki askerleri Ahıska, Tümük, Hırtıs ve Ahılkclck kalelerini işgal etti; bu arada Çıldır Akçakale'si de alındı. Lala Mustafa Paşa, itaat edip Müslüman olan İmed Hatun'un Müslüman olan oğluna Mustafa adını verdi. Anadilleri temiz Türkçe olan Atabekler Ülkesi halkı da Müslüman oldu. Bundan sonra kurulup geli­şen Ahıska ve Ardahan medreselerinden birçok şair, bilgin, paşa yetişti. Çıldır Eyaleti 1647'de Evliya Çelebi'nin tanık olarak belirttiği gibi, Anadolu'nun İran hududunda erler yatağı olarak serhadlık et­ ti. Bu durum 1828 deki Rus istilâsına kadar sürdü. Ayrıca bölgenin Ardahan Sancağı ke­siminin, "Bun-Türkler" (Otokton-Yerli Türkler) tarafından idare edildiğini yazmaktadır. Bartatua'nın oğlu (bazı kaynaklara göre torunu) ilk Türk Cihangiri Afrasyab unvanlı Alp-Er Tun-ga olup Karpat dağlarından Doğuda Çin'e kadar Doğu Avrupa ile Asya'ya hakim olmuştu. Çinlilerin "Su", Hintlilerin "Sakya", Heredot Tarihinde "Basilik", Ermeni ve Süryani kaynaklarının dedikleri Sa-ka-İskit Türklerinin Ardahan Sancağı kesimine yerleşen Urugları şunlardır: 1. Merkezi Lorı/Loru Kalesi olan Borçalı kesimi, 2. Bir güçlü oymaktan adını aldığı anlaşılan "Artahanlar" (Bugün halk arasında ve Osmanlı resmi belgelerinde belirtilen: Küçük Ardahan/Göle, Büyük veya Kara Ardahan ve Meşe Ardahan/Hanak Kesimi), 3. Çıldır Gölü ve Ahılkelek ile Ahıska kesimini içine alan ve "ÇWlar anlamına gelen eski Türkçe bir ad ile anılan oymak. (Çin-Çavat kelimesi Kâtip Çelebi'nin Cihannüma isimli eserinde de geçmekte olup bugün bile yörenin yerli halkını belirtmek için kullanılan bir kelimedir. Anlamı Çin Türkistan'ından gelme demektir).
  19. _asi_

    Ardahan Genel Bilgi

    Ardahan Genel Bilgi Doğu Anadolu Bölgesi’nin kuzeydoğusunda yer alan Ardahan, doğusunda Gürcistan ve Ermenistan, güneyinde Kars ve Erzurum, batısında ise Artvin ili çevrilidir. Ardahan genel olarak dağlık bir yayla görünümündedir. Kent merkezi kendi adını taşıyan ve ortasında Kür (Kura) nehrinin geçtiği bir ovada (Ardahan Ovası) kurulmuştur. İl toprakları sıra dağlarla bölünmüş, bunların arasında yüksek düzlükler bulunmaktadır. İlin kuzey kesiminde Yalnızçam Dağları (2.715m.), güneybatı kesiminde ise Allahuekber Dağlarının (2.919m.) uzantıları bulunmaktadır. Kuzeydoğuda Keldağı (3.033m.), doğuda Akbaba Dağı (3.026m.) ve ilin en yüksek noktasını oluşturan Kısır Dağının doruğu (3.197m.) ilin güney kesiminde bulunmaktadır. Bunların dışında, Ardahan Göle arasında Kayak Merkezinin üzerinde bulunduğu Uğurlu Dağı (2.806m.), Posof-Ilgar Dağı (2.918m.), Hanak Serinkuyu ve Çavdarlı Yaylalarının üzerinde bulunduğu Cin Dağı (2.957m.), Posof-Arsiyan Dağı (3.160m.), Alagöz-Yaylacık Köyleri arasında Ziyaret Tepesi (2.494m.), Büyük Sütlüce ve Hoçuvan arasında Kartal Tepesi (2.521m.), Ardahan-A.Lıkan-Baştoklu Yaylalarının üzerinde bulunduğu Persokıran Tepesi (2.641m.) ilin diğer yükseltileridir. Güneybatı-kuzeydoğu doğrultusundaki Ardahan Platosu (Ardahan Ovası) Kura nehri ve kollarının taşıdığı alüvyonlardan meydana gelmiştir. Ardahan Ovası Kura Nehri ile sulanmaktadır. Çıldır’dan gelip Kura nehri ile birleşen Karaçay’ın Yıldırımtepe civarında oluşturduğu Karaçay Vadisi ve Kurtkale yakınlarında vadi ve kanyon oluşumları görülmektedir. Ardahan ilinde çok önemli vadiler olmamakla beraber, merkez ilçe sınırları içerisinde Kartalpınar-Balıkçılar-Altaş arasında ve Çıldır ilçesine bağlı Doğankaya-Kotanlı-Kaşlıkaya-Kuzukaya köyleri arasında, kura nehrinin geçtiği yerlerde oluşan Kura Vadisi bulunmaktadır. Bu vadiler çoğunlukla doğal orman ve çalılıklar ile örtülüdür. Deniz seviyesinden 1.800 m. yükseklikte olan ilin yüzölçümü 4.842 km2 olup, toplam nüfusu 133.756’dır. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, sanayi ve sınır kapısı ticaretine dayalıdır. Yetiştirilen başlıca ürünler, buğday, arpa, çavdar ve patates yetiştirilir. Hayvancılıkta sığır ağırlıklı olup, yaylalarda kurulan ve Zavot adı verilen mandıralarda yoğurt, tereyağı, peynir üretilmektedir. İlde Arıcılık Enstitüsü, Yapay Tohumlama Merkezi ve Zirai Araştırmalar İstasyonu vardır. Kura Nehrinde sınırlı olarak balıkçılık yapılmaktadır. Ardahan Kalesinde yapılan kazılar sonucunda yörede İlk Tunç Çağında (MÖ.3500-2000) bir yerleşim olduğu ortaya çıkmıştır. M.Ö.2000 yıllarında Huriler ve Mitanni`ler Çoruh havzasına egemen olmuşlar ve bu durum Ardahan yöresine kadar uzanmıştır. Ardahan (Ardanuç) ve çevresinin ilk defa Urartular döneminde ismi geçtiği tabletlerden anlaşılmaktadır. Tuşpa (Van) Kalesi’ndeki büyük taşlara yazılan Urartu çivi yazılı tabletlerinden; Urartu Kralı II. Şarduri M.Ö. 753`te Çoruh boyundaki Kulkhi krallığını yenerek egemenliği altına aldığı öğrenilmektedir. II. Sardur’un oğlu Kral I. Rusa (753-713) zamanında, Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzeyinden İskitler bu bölgeye gelmişlerdir. MÖ.560’ta Kimmer ve İskit saldırılarına uğrayan Urartuların egemenliğine Medler son vermiştir. MÖ.VI.yüzyıldan sonra Yunan tarihçileri bölgede “Armenioi” “Ermeni” toplumunun ve prenslerin varlığından söz etmektedirler. Medlere bağlı olan bu prensler Pers yönetimi altında Satraplık (Eyalet Valisi) görevini yerine getirmişlerdir. MÖ.VI.yüzyılda Persler bu bölgeye hakim olmuşlardır. Pers Kralı Darius Kafkasya’ya yaptığı sefere giderken bu yöreden geçmiştir. MÖ VI.yüzyılda Makedonyalılar kısa bir süre buraya egemen olmuş, ardından Ermeni kralları Perslere bağlı olarak bu yöreyi yönetmişlerdir. MÖ.I.yüzyılda Pontus Krallığını ortadan kaldıran Romalılar, Kars ve Ardahan çevresinde 200 yıla yakın bir süre egemen olmuşlardır. Roma’nın Araxes eyaleti olan bu yöre, zaman zaman Partlarla el değiştirmiştir. Daha sonra onları Sasaniler izlemiş, Romanın ikiye ayrılmasından sonra da yöre Bizans’ın payına düşmüştür. Bizans imparatoru II.Iustinianus 575 yılında Begratlı soyundan Guaram’ı Ardanuç ve çevresine vali olarak tayin etmiştir. Ardanuç Kalesi de bu dönemde yapılmıştır. Emevi halifesi II.Mervan döneminde Araplar bu bölgeye kadar akınlarını sürdürmüşlerdir. Bu akınlar nedeni ile kalenin yapımı yarıda kalmış ve daha sonra, Begratlı kralı Aşut Bey (768-826) Bizanslılardan aldığı yardım ile çevredeki kalelerle birlikte Ardanuç kalesini de onarmıştır. Bunun ardından kalenin eteklerine de Aziz Paulos ve Aziz Petrus adına Aşut Kilisesini yaptırmıştır. Bizanslılar bu yöre için Sasanilerle sürekli çekişmişlerdir. Ermeni kralları ise bazen Bizans’ın bazen de Sasanilerin yanında yer almıştır. VII.yüzyılda Anadolu’ya başlayan Arap akınları buraya kadar uzanmıştır. VIII.yüzyılda Ermeni kralları Abbasi halifelerini tanımak zorunda kalmışlardır. Bu dönemden itibaren Müslümanlar bu bölgeye yerleşmeye başlamıştır. Abbasilere bağlı olarak devlet kuran Türk kökenli Şeddadiler ve Sacoğulları buraya kadar zaman zaman uzanmışlardır. Bu yöre için de Ermeni kralları ile çekişmişlerdir. XI.yüzyılın ortalarında Selçuklu akınları başlamıştır. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Türkmen boyları bölgeye yerleşmiştir. Bu arada Kars, Ardahan ve Ani Gürcülerin eline geçmiş, 1239’da Moğol hücumları sırasında bölgedeki kentler yakılıp yıkılmıştır. Moğol egemenliği yörede 1356’ya kadar sürmüş, bunu Altınordu Devleti ve Karakoyunlu yönetimi izlemiştir. 1387’de Timur istilasına uğrayan yöre, ardından yeniden Karakoyunlu hakimiyetine girmiştir. Akkoyunlular ve Safeviler, Kars’la birlikte buraya da hakim olmuşlarsa da, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 11534’te Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı döneminde Erzurum vilayetine bağlı Kars sancağı yönetimindeki Ardahan, XIX.yüzyıl boyunca sürekli Rus saldırılarına uğramıştır. Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra 1878 Berlin Antlaşması ile Ardahan Rus’lara verilmiş, 1918 Brest-Litovsk Antlaşması ile geri alınmıştır. I.Dünya Savaşı sırasında Gürcüler tarafından işgal edilmiş (1919), 23 Şubat 1921’de de kesin olarak Türkiye Cumhuriyetine katılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında il merkezi olan Ardahan, 1926 yılında Kars iline bağlı bir ilçe konumuna dönüştürülmüş, 1992 yılında da yeniden il olmuştur. Ardahan’daki tarihi eserler; XIX. yüzyılda, kaynaklara göre Çıldır Sancağı sınırları içinde 240 cami ve mescit, l medrese, l Rüşdiye, Türkler için 49, Hıristiyanlar için ise 13 ilkokul ve 15 kilise, ayrıca 5 hamam, 9 han ve 564 işyeri bulunmaktaydı. Ancak Çıldır ve çevresinde adı gecen 15 kiliseden 11’inin ayakta olmasına rağmen, 240 camiden hiç birinin yerini tespit etmek mümkün değildir. Bunların ortadan kalkmasının nedeni de 1828, 1855 ve 1877-1878 Osmanlı - Rus savaşları ile, 1915 - 1920 yılları arasında bölgede meydana gelen Ermeni saldırılarıdır. Posof ilçesinin 5 km. güneybatısındaki Söğütlükaya Köyü yakınında Kule kalıntısı, Çıldır Gölü, Akçakale Adasındaki arkeolojik kalıntılar, İl merkezindeki Mevlüt Efendi Camisi (1701), Arap (Yanık) Camisi, Müderris İbrahim Efendi Camisi (1711), Derviş Bey Camisi (1868), Ölçek Köyü Camisi (1895), Dedeşen Köyü Camisi (1786), Posof Merkez Camisi (1883),Gülbelen (Urta) Kilise-Camisi (XI.yüzyıl), Kayabeyi (Yerli Çayıs) Kilise Camisi (X.-XI.yüzyıl), Dedeşen Köyü’nde Şeyh Ahmet ve Şeyh Muhammet Türbesi, Kömür Baba Türbesi, Dedeşen Köyü Çeşmesi, Çıldır-Taşköprü Köyündeki Urartu Kralı II. Sarduri’ye ait Taşköprü, Posof Çayı Köprüsü (XIX.yüzyıl sonlarında Ruslar tarafından yaptırılmıştır), Gülyüzü (Pekreşen) Köyü Köprüsü (XIX.yüzyıl), Ardahan Kalesi, Kazan Kalesi, Altaş (Ur) Kalesi, Kinzi Kalesi, Kalecik Kalesi, Şeytan Kalesi, Kurt Kale, Sevimli Kale, Cak kalesi, Şavaşır Kalesi, Mere Kalesi, Kol Kale, Kırnav Kalesi, Ölçek Köyü Kalesi, Dedeşen Köyü Kale Kalıntısı, Karakale, Kışlahanak (Avcılar) Kalesi bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı-Rus Savaşları sırasında Ardahan’da savunma amaçlı tabyalar yapılmıştır. Bunların başında Emiroğlu, Singer, Kaz, Kaya, Ahali, Düz, Mihrap Tabyaları gelmektedir. Bu tabyalar, Batum, Ahıska, Ahılkelek, Kars, Oltu ve Erzurum yollarını kontrol altına almak amacı ile yapılmıştır. Bu tabyalar Ardahan Kalesi’nin güney, doğu ve kuzeyinde şehre, kaleye ve Kura düzlüğüne hakim konumdaydı. Bunların içerisinde en önemlisi Ramazan Tabyasıdır. Övündü (Vaşlop) Manastır Kilisesi, İl merkezinin kuzeydoğusunda ve merkezde kilise mevkiinde iki ayrı şapel, Ölçek-Tulumba Mezrası Şapeli, Kazankale’nin güneyindeki Şapel, Akyaka (Koduzhara) Şapeli, Yalnızçam yaylasında iki ayrı Şapel, Sarme köprüsü yakınındaki Şapel, Çakıldere köyü yakınındaki Şapel, Uğurlutaş’ta (Dört Kilise) üç ayrı Şapel, Budaklı (Cicor) Şapeli, Kotanlı (Sikheref) Şapeli, Gülyüzü (Pekreşen) Şapeli, Şeytan Kalesi Şapeli, Kurtkale beldesinin güneyindeki Şapel, Kurtkale Şapeli, Börk Köyü Şapeli, Çak Kalesi yakınında iki ayrı Şapel, Çambeli Şapeli, Al Köyü Şapelleri yıkık durumdadır.
  20. _asi_

    Ağrı Resimleri

  21. _asi_

    Ağrı Hamur Vadisi

    Hamur Vadisi Murat nehrinin Hamur'dan itibaren aktığı dere, doğal güzelliklere sahip bir vadidir. Kıvrılarak karayoluyla birlikte Tutak'a kadar uzayan vadide ağaçlıklar, piknik, dinlenme ve balık avlama yerleri vardır.
  22. _asi_

    Ağrı Doğubayazıt Kalesi

    Doğubayazıt Kalesi İlçe merkezinin 7 km. doğusunda, Eski Beyazıt'ta, Belleburç denilen yerde kayacıklar üzerindeki kale kalıntısıdır. Her devirden izler taşıyan kalenin yapım tarihi bilinmemektedir. Üç bölümden maydana gelen kalenin (şehrin etrafını kuşatan) surları tamamen kaybolmuş, iç kale duvarları, methaller, burçlar, Urartu mezar kayaları, tapınak, mağara gibi yapılar belli olmaktadır. Kaleyi Urartular, Arsaklılar, Cenevizliler, Celâyirliler, Akkoyunlular, Karakoyunlular ve Osmanlılar savunma merkezi olarak kullandığından çok el değiştirdi ve farklı dönemlerde tamir edildi. Bu sebeple tarihte; Daryunk, Eskikale, Aydınhisar, Gâvurkale, Cınıvız/Ceneviz,Yenikale, Bayezid kalesi gibi adlar verilmiştir.
  23. _asi_

    Ağrı Diyadin Kanyonu

    Diyadin (Murat) Vadisi Diyadin ile kaplıcalar arasında Murat nehrinin aktığı vadidir. Vadi düztabanlı 30-300 m. genişlikte, 5-50 metre dik kayalardan oluşmuştur. Vadinin yeşilliği, Murat nehrinin akışı ve kayaların dikine bıçakla kesilmiş peynir gibi duruşları dikkati çeker.
  24. _asi_

    Ağrı Meya (Günbuldü) Mağarası

    Meya (Günbuldü) Mağarası Diyadin’in 15 km. güney batısındaki Günbuldu Meya köyündedir. Mağaralar ve tarihi kalıntılar, köyün 400 m. uzağında yüksek ve sıra kayalıklar içerisindedir. Sıra kayalık ile alt zemin arasında 100 – 150 metrelik çakıllı bir yamaç vardır. Bu yamacın üst ucundaki dik, yüksek ve sıra kayalara oyularak yapılmış; pek çok ve değişik yapıda barınma yeri, tapınak, ibadethane, oda ve mağaralar vardır. Bazı odaların kapı ve penceresinin önünde balkonu mevcuttur. Kayalara oyulmuş bu barınak ve ibadethanelerde değişik inançların izleri görülmektedir. Mağara odaları savunma ve tehlikelerden korunma amacıyla, ele geçirilmesi güç kayalara yapılmıştır. Aşağıdaki durak yerinde, önceleri çeşitli hayvan heykelleri, mitolojik izler ve çeşitli binalar olmasına rağmen, onlardan çok azı kalmıştır. Büyük kaya parçasına oyulmuş mihrap, haçlı taşlar, İslam ve yezidi mezarları. Hz. Ali’nin atının ayak izleri olduğu sanılan taşlar, geriye kalanlardır. İki koç heykeli önce Diyadin Hükümet konağı önüne, sonra da Ağrı’ya götürülmüştür. Meya antik kentin yakınındaki Sahabe Mezarlığı da tarihi ve efsanevi izler taşır. Kırmızı, Siyah ve Beyaz şehitler, bunların en tanınmışlarıdır. Burada, şehre su akıtan bir de su kanalı vardır. Ayrıca, rastlanan at, koç ve koyun motifli taş heykeller, mezar taşları, ait oldukları Türk Boyları hakkında bilgi vermektedir. Meya’daki mağaralar uzun ve oldukça geniştir.
  25. _asi_

    Ahmedi Hani Türbesi

    AHMEDİ HANİ TÜRBESİ Ahmedi Hani yöremizin çok önemli şair ve filozoflarındandır.1651 yılında doğdu. Babasının adı İlyas'dır. Han kelimesi Hakkari yakınlarında bulunduğu söylenen Han köyünden veya burada yaşayan Hani aşiretinden yada mensubu olduğu Haniyan ailesinden aldığı tahmin edilmektedir. hmedi Hani Doğu Anadolu'nun birçok bölgesini dolaşarak Arapça, belagat ve dini ilimleri okudu; ayrıca astronomi ile ilgilendi. İshak Paşa Sarayı Camiinde/medresesinde dersler verdiği söylenilen Ahmedi Hani Mem-u Zin adlı alegorik eserini kaleme aldı. Beyazıt'a vefat etti.Yazma bir eserde 1707 yılında vefat ettiği ileri sürülmektedir. Halk arasında Veli olarak kabul edilen Ahmedi Hani'nin Doğubeyazıt'ta İshakpaşa Sarayı'nın yanında bulunan türbesi halen ziyaretgahtır.Sait Nursi'nin de gençliğinde kabrini ziyaret ederek ondan feyz aldığı nakledilir. Her yıl yüz binlerin ziyaret ettiği Ahmedi Hani türbesi askere giden, evlenen genç kız ve erkeklerin ile şifa arayanların merkezi haline gelmiştir. Doğubayazıt’ta onun adına yeminler edilir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.