Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Bartın Gelenek ve Görenekler

    BARTIN'DA GELENEK VE GÖRENEKLER Gelenek ve göreneklerin en çarpıcı örnekleri Galla Bazarı ve topluca kutlanan Dini Bayramlar görülür. Halk oyunları ve halk müziği, el sanatları ve mutfak kültürü günümüze ulaşan gelenek ve göreneklerdir. Uzun yıllar anılarda yaşayıp dilden dile dolaşan eski Bartın Düğünleri ve Hıdrellez kutlamaları ile giyim-kuşam ve diğer bazı gelenekler toplumsal değişim sonucu artık hafızalarda yaşıyor. Galıla Bazarı (Kadınlar Pazarı) Adını, bahçesinden ve hayvanlarından elde ettiği sütten yoğurda, biberden domatese, çilekten vişneye kadar tazecik ürünleri burada pazarlayan vefakar kadın¬larımızdan almıştır. Bartın’da yaz-kış demeden her Salı ve Cuma günleri kurulan Garıla Pazarı; bir yandan 200 yıllık bir geleneği yansıtırken, diğer yandan da köylüyle kentliyi kaynaştıran önemli bir pazaryeri olma özelliği taşımaktadır. Bayram Kutlamaları Günümüzde, özellikle Merkez, Amasra ve Kurucaşile İlçelerinin bazı köylerinde Dini Bayramlar bölgesel olarak topluca kutlanmaktadır. Bayramı birlikte kutlayanlar; ya birbirine yakın köyler veya Karadeniz’in coğrafi yapısı nedeniyle birbirinden ayrı tepecikler üzerinde kurulmuş aynı köyün mahalleleridir Osmanlı dönemlerinden günümüze gelenekselleşen kutlamaların ne zamandan beri sürdürüldüğü veya günlerin nasıl tespit edildiği bu günkü nesilce bilinmemekte, gelecek Bayramın 1-2-3. günleri ile bir sonraki Bayramın hangi köy ve mahallede kutlanacağı herkesçe bilinmektedir. Süre, sabah saat: 09.00’dan akşam hava kararıncaya kadardır. Bayram öncesi, geleneksel Türk Misafirperverliğinin gereği olarak ev sahibi köylüler gelecek misafirleri ağırlamak üzere hazırlıklıdırlar. Yemekler yapılmış ve evdeki tüm hazırlıklar tamamlanmıştır. Bayram sabahı, gelen misafirler ziyaretlerine ya bir dostlarının evinden başlarlar veya “Kutlama Yeri” ne giderler. Kutlama yeri, köy odası veya şartlara göre açık havada hazırlanmış alandır. Kutlamalara davet edilenler olduğu gibi dışarıdan katılanlarda olur. Davetliler ev sahiplerince, katılanlar kutlama yerinde ağırlanırlar. Kutlama Yerindeki misafirler için evlerden gelen yemekler, ikindi vakti topluca yer sofrasında yenilir, adına da “Konuk Çıkarma Yemeği” adı verilir. Evlerdeki ve Kutlama Yerindeki bayramlaşmalardan sonraki karşılıklı bayram ziyaretleri yapılır. Gün boyu ikramlar devam ederken bölgeselden genele değişik konulardaki muhabbetler ve şakalaşmalar eğlenceye dönüşür. Bayanların ikramlarına ve muhabbetlerine katılan genç kızlar ise, evde pencereler önünde kümelenmişlerdir. Biliyorlar ki, öncüleriyle birlikte gruplar halinde eğlenen ve dolaşan gençler pür dikkat evlerden dışarıya sızacak nağmeleri bekliyorlar. Kızların bu gençlere Mani Yakmaları belki de gelecekteki bir evliliğin başlangıcı olacaktır. Bazı köylerde, bu kutlamalar içerisinde çeşitli eğlence ve oyunlar ile Karakucak güreş gösterileri de yapılır. Konut Çıkarma yemeğinden sonra hazırlıklara başlanan eğlence Cemal oyunudur. Bu oyunu kaçırmak istemeyen konuklar köyde konaklayabilirler. Cemal oyunu; birlikte yenecek olan yemeğin toplanması ve bu sıradaki gösteriler ile Burma oyunundan oluşmaktadır. Oyunu izleyen veya yer alan gençlerin, oyun içerisinde gösterdikleri ustalığın, uyumun, mizahın ve aralarındaki dostluğun sergilendiği eğlencelik bir oyundur. Bir yandan evlerin önünde gösteriler yapılırken bir yandan da yemekler toplanır. Gösterilerde müzik, türkü, ilahi ve oyunlardaki hünerler sergilenir. Bütün evler dolaşıldığında, hava şartlarına göre açık hava veya köy odasındaki sofralar kurulur, yer sofrasında topluca yenilen yemekten sonra Burma oyunu başlar. Gençler, yerde bağdaş kurarak halka şeklinde, sıkça ve elleri arkalarında saklı olarak oturmakta, birisinin elinde de her iki ucuna düğüm atılmış eşarp veya atkıdan bir “Burma” bulunmaktadır. Grup arasından seçilen “Ebe” kendisine vurulduktan sonra el değiştirerek saklanan Burma’nın kimde olduğunu bulacaktır. Gruptaki herkesin elleri arkada, sanki Burma kendisindeymiş gibi davrandığından, Burmanın kimde olduğunu bulmak hayli zordur. Ebe, Burma’yı ararken her sırtını dönüşte yeniden bir acıyla kıvranır. Burma bulunana kadar dövülme işi sürecek, yakalatan Ebe olacak, bu kez yeni Ebe dövülecektir. Zaman hayli ilerleyince, sıra ebe olup dövülenlerin acısını dindirmeye, yani aralarındaki dostluğun sergilenmesine gelir. Çeşitli enstrümanlarla çalınan müzik ve türküler eşliğindeki eğlenceyle oyun sona erer. Saat: 02.00/03.00’dür, artık uyku zamanıdır. Düğünler Bir hafta süren eski Bartın Düğünlerinde; gelenek ve görenekler, halk müziği, türküler ve halk oyunları, kısaca folklorik öğelerin tümü iç içe sergilenirdi. Evlenme çağına gelen oğullarını evlendirmeye karar veren aile, gelin adayını seçerek Kız isteme ve Söz Kesme aşamalarını tamamlar. Sonra sıra Nişan törenine gelir. Nişanı takiben ilk hafta içerisinde kız evi tarafından oğlan evine gönderilen yemekten sonra, aileler arasında başlayan samimiyet ve dostluk, karşılıklı ziyaretlerle daha da gelişerek devam eder. Nişandan belirli bir süre sonra düğün tarihi tespit edilir. Gerekli hazırlıklar için çıkılan Bazar’da; ağırlıklar ve kız tarafına hediyeler alınır, eksikler giderilir, kız tarafınca alınan Başlık Parası da gelinin Çeyiz’i ile Damat ve yakınlarına alınan hediyeler için harcanırdı. Artık her şey hazırdır. Cumartesi günü başlayacak düğün, Perşembe günü sona erecektir. Nikah ise, ya düğün sırasında veya daha önce davetlilerin huzurunda kıyılır. Cumartesi Günü Düğün, öğleden önce “ Başlık Töreni” ile başlar. Oğlan evinden kız evine gönderilen bir tepsi helvanın misafirlere ikramı ile başlayan eğlence bir hafta sürecektir. Aynı gün öğleden sonra kadınlar arasında tekrarlanan bu törene de “Helva Kesmesi” denir. Gece eğlenceleri oldukça coşkuludur. Pazar Günü Cumartesi günü kız evinde başlayan ve gece yarısına kadar süren eğlenti akşam yeniden başlar. Pazartesi Günü “Boya Günü”dür. Öğleden sonra Damat ve Gelin’in yakınları ve davetli bayanlar kız evinde toplanırlar. Mahalli kıyafetleriyle “Sıra” ya çıkan genç kızlar, Ud çalıp türkü ve maniler söyleyerek gece yarısına kadar eğlenceye devam ederler. Sıra, genç kızların düğün evinde yüksek bir yerde yan yana oturmalarıdır. Salı Günü İkindi namazından sonra “Yük Alması” vardır. Damat’ın yakınları kız evinden çeyizleri çıkarken Gelinin küçük kardeşi eşyanın üzerine oturur, bahşiş ister. Kız tarafı da bahşişe karşılık oğlan tarafına İpek Mendil verir. Akşam oğlan evinde damat ve arkadaşlarına verilen ziyafete ve yapılan eğlenceye “Oğlan Kınası” adı verilir. Kız evindekiler, eğlenceyi gecenin bir saatinde keserek hazırlanan bohçalar ve çalgılarıyla birlikte oğlan evine gelirler. Eve yaklaşıldığında, “Damat’ı isteriz” diye bağırarak kendilerini karşılamaya mecbur ederler. Damat, gelenleri karşılar, eğlence sabaha dek hep birlikte devam eder. Çarşamba Günü “Yatak Düzeltmesi” günüdür. Öğle üzeri toplu halde oğlan evine giden kız tarafı gelinin odasını hazırlar. Akşam kız evinde yapılan ve “Kız Kınası” adını alan tören, düğünün en önemli olayıdır. Genç kızlar yine Sıra’ya çıkmışlar, Delikanlılar da Daraba (Ağaç bahçe çitleri) arkasından kına gecesini seyretmektedirler. Aralarındaki nişanlı gençler, sıradaki nişanlılarına mendiller içinde kuruyemiş gönderirken, mendili götüren Düğüncü Kadının bunları çeşitli esprilerle kızlara dağıtması günlerce konuşulur. Genç Kızlar, Daraba arkasından kendilerini seyreden gençlere taşlama yapar, Delikanlılar da cevap verirler: Kızlar: Daraba arkasından Bak böyle de bak böyle Hep bakmayla olmaya Bi türkü de sen sööle Delikanlılar: Gece geçtim duyduy mu? Sevdiğim uyuduy mu? Benim sana yanduğumu Anaya duyurduy mu? Bu kez delikanlılar sıradaki kızlardan çeşitli türküler isterler. En önemli istek türküsü “Mavili Mavili” dir. Ki, aralarında ilgi olduğu bilinen veya yakıştırılan genç kızla delikanlının isimleri yanyana anılır. Mavili mavili ela kız Bilemeyom kimleriy Yıldız kız Aman aman elini, Yabancılarıy gelini Ahmet çok seviyomuş Yari de yangun olmuş Ahmet armut yer misiy? Mahallede bir misiy? Saa Yıldız’ı alıvarcaz Ona gadunum der misiy? Nakarat Ev altında malaklar Ahmet Yıldız’ı kovaklar Eğer tutabilirse Saçını başını yolaklar Eğlence ve türküler devam etmekte, saz ekibi ve oyuncularıyla birlikte oğlan tarafı da gelmek üzeredir. Misafirler, manilerle karşılanırlar. Sazlar ve türküler eşliğinde oyunlar sürerken, gelinde oynatılır. Kaynana gelinin başına para saçar. Gece yarısına doğru damat ve arkadaşları da börek yemeye gelirler. Çengiler çalar, oyunlar oynanır, yemekler yenilir, içilir. Damadın arkadaşları maniler söyleyerek kız evinden isteklerde bulunurlar. İstekleri karşılanmazsa gideceklerini ima ederler. “Ey Gaziler” türküsünü hep bir ağızdan söylerler. Muhallebi isteriz, Baklava da olmalı Biz buradan gitmeyiz Canlı tavuk gelmeli Bu istekleri çoğaltmakta mümkündür. Bundan sonra damat ve arkadaşları kız evinden ayrılarak hamama giderler. Buna “Güvey Hamamı” denir. Damadın ayrılışından sonra oğlan tarafı da düğün evinden ayrılır, ancak kız evindeki eğlence sabaha dek sürer. Perşembe Günü “Hak Alma Günü”dür. Gelin kız gelinliğini giymiş, düğün alayını beklemektedir. Öğle zamanı, oğlan tarafı kız evine hareket ederken Damat, Sağdıç ve yakın arkadaşları ile birlikte diğer bir arkadaşının evindedir. Damat ve arkadaşları, gelinin oğlan evine gidişine kadar “Damat Odası” denilen burada eğlenilecek, damat tıraşı da burada yapılacaktır. Hazırlıklar tamamlanınca gelin, dayı ve amcasının kolunda gelin arabasına bindirilir. Düğün alayıyla birlikte eğlence de oğlan evine taşınacaktır. Düğün Alayı’nın oğlan evine geldiği haberini getirene Damat tarafından bahşiş verildikten sonra; damat ve arkadaşları, öğleden sonra yapılacak olan “Koltuk Töreni” için eve hareket ederler. Gelin, merdiven başında hayat arkadaşını karşılar ve koluna girerek davetlilerin huzuruna gelirler. Bir süre oturduktan sonra Düğüncü Kadın tarafından odalarına çıkarıldıklarında; damat gelinin yüzünü açar ve “Görümlük” takar. Düğüncü kadının lokum ikramına karşılık da bahşiş verir. Bir kaç dakika sonra Düğüncü Kadın öncülüğünde genç çift odalarından alınarak davetlilerin yanına gelirler. Burada, Sağdıç’ın Düğüncü kadına bahşiş vermesiyle Koltuk Töreni sona erer. Damat ve arkadaşları Damat Odasına çekilirken eğlence sürmektedir. Artık, Cumartesi günü başlayan ve Perşembe gününe dek süren düğün, Yatsı ezanıyla birlikte sona erecektir. Yatsı ezanından sonra, namaz kılmak üzere Camiye giden damat ve arkadaşlarının Hoca’yla birlikte eve dönüşleri, önceden hazırlanarak yakılan çıralar ve lüks lambalarının ışıkları arasında, çeşitli espriler ve eğlenceyle oldukça görkemli olur. Herkes Hoca’nın okumaya başladığı duanın bitimini beklemekte, bir yandan da düğünün hatıralarda kalacak son olayının hazırlıkları yapılmaktadır. Damat ve Hoca’yı izleyen gözler, duanın bitimiyle birlikte görevlerini yumruklara terk eder. Arkadaşlarınca yumruklanan damat, kurtuluşu odasına kaçmakta bulur. Düğünden sonraki Cuma günü “Duvak Günü” dür. Öğleden sonra gelinin yakın arkadaşları misafirliğe gelirler. Damat’ın arkadaşları da eve gelerek birlikte bahçede yemek yerler, eğlenirler. Cumartesi günü gecesi, yeni evlilerin kızın annesini ziyaret etmelerine “Üç günleme”, bir hafta sonraki Perşembe günü başlayan karşılıklı ziyaretlere “Ömürleme” denir. Eskilerde çok detaylı adetler yumağı olan bu şenlikli Bartın Düğünleri; günümüzde oldukça sadeliğe büründü. Eski düğünler artık hatıralarda yaşıyor, bu konuda yazılmış eserlerde ve sahne oyunlarında yaşatılıyor. Doğum Gelenekleri İnsan yaşamının üç önemli döneminden “Doğum” ve “Evlenme”; sevinç ve mutluluk kaynağıdır. “Ölüm” ise, yaşamın sonu ve hiçbir canlının istemediği bir olgudur. Geleneksel yaşamda Doğum, mutluluğun başlangıcı olarak kabul edilir. Çocuk doğduğu zaman çevresine mutluluk saçar; coşkulu eğlencelerle kutlanır ve “İyi ki Doğdun” şarkıları söyletir. Ailenin, doğumla başlayan sorumluluğu ve desteği yaşam boyunca sürer. Günümüzde, doğumla başlayan ve uzun yıllar süren kutlamalar dışında farklı bir gelenek bulunmamaktadır. Sünnet Gelenekleri Bartın’da çocuk sünnetleri, eski yıllardaki gibi çok eğlenceli ve görkemli olmasa bile geleneksel törenler, bugün hala yaşatılmaktadır. Sünnet Düğünleri, bir küçük düğün gibi önceden yapılan büyük hazırlıklarla başlar. Sünnet olacak çocuklara özel sünnet elbisesi giydirilir ve mahalle arkadaşları ile birlikte süslenmiş atlara, arabalara, otomobillere bindirilerek şehirde gezdirilir. Atlı gezintide; sünnet olacak çocuğun bindirildiği atı, bir seyis yedeğine alır ve çocuklar sokak sokak mahallelerde dolaştırılır. Sünnet çocukları gezdirme sırasında, geçilen her mahallenin bütün çocuklarının bu eğlenceye katılması ile “Sünnet Alayı” büyük bir kalabalık çocuk grubunu oluşturur. Bu gezi sırasında müzisyenler ve köçek grubu eşliğinde çok güzel oyunlar oynanır, eğlenceler yapılır. Askerlik- Gurbetlik Bartın’da, Askerlik çağına gelmiş bir genç Arkadaşları için kendi evinde Asker yemeği de denilen büyük bir ziyafet verir, yemekte toplanan gençler çeşitli eğlencelerle hoşça vakit geçirirlerdi. Eski dönemlerde uğurlama, yine davul zurna eşliğinde ve bir şölen havasında olurdu. Tren veya Vapurla Askere uğurlanan genç; giydiği “Camadan” denilen bir tür yelekten tanınırdı. Yolcunun arkasından bir tas veya kova su dökülür, “Sular gibi akıp gelsin” anlamına gelir. Bu, Askerlik ve Gurbetlikle ilgili olarak sürdürülen en yaygın gelenektir. Ölümle ilgili Adetler Bartın ve çevresinde doğum- ölüm gelenekleri, yurdun birçok yöresi ile benzerlik taşır. Ölmek üzere olduğu hissedilen bir kimsenin başucunda kuran okuması için Hoca veya bir yakını davet edilir. Ölüm gerçekleştiğinde Cenazenin başı kıbleye dönük yatırılır. Ayak başparmakları birbirine, çenesi alttan başı üstünde bir bezle bağlanır. Ölüm akşam saatlerinde gerçekleşmiş ise sabaha kadar beklenir. Cenaze yıkanmadan hiçbir dini görev yapılmaz. Din görevlisine haber verilierek cenaze yıkanması evde yapılır. Defin işlemi sonrasında Cenaze evine ev halkı ve Taziyeye gelenler için komşular tarafından yemek getirilir. Ailesince, ölen kişinin hayrına ölümün 7.nci, 40.ncı ve 52.nci günlerinde yemek verilir. Ölen kişinin vasiyetini yerine getirmek aile fertleri için bir görev kabul edilir. Önemli günlerde, Onu saygıyla anma ve ardından hayır duaları etme, birkaç nesil devam eder. Geçmişte, Ölüm olaylarının duyurulması tellallar aracılığı ile olurdu. Tellallar; belli merkezlerden ölen kişinin ve yakınlarının ismini, cenazenin ne zaman ve nerede defnedileceğini yüksek sesle söyleyerek duyulmasını sağlardı. Günümüzde ise, Bartın merkezinde Belediye ve kırsalda Cami hoparlörü anonslarıyla duyurulur. Gemi Atması Bartın’da, Yalı Caddesi ve Bartın Irmağı kenarında bulunan yıllık 40–50 gemi kapasiteli tersanelerin, 1970 yıllarına kadar üretimlerini sürdürdükleri bilinmektedir. Gemi Atması; bu tersanelerde yapımı tamamlanan gemilerin suya indirilmesi törenidir. Geçmişi, 300-400 yıl öncesine dayanan ve Gemi yapımcılığı kadar eski bir gelenektir. O gün adeta kentin bayramıdır. Meydan ve gemiler Bayraklarla süslenmiştir. Bugünkü Yalı caddesinde toplanan Halk, bir yandan kesilen kurbanları pişirirken bir yandan da çeşitli oyun ve gösterilerle eğlenirler. Eğlence, gemilerin alkışlar arasında mandalarla çekilerek ırmağa indirilmesiyle tamamlanırdı. Günümüzde, buradaki gemi yapımcılığı ile birlikte Gemi Atması da hafızalarda yaşamaktadır. Hıdrellez 6 Mayıs Hıdrellez, takip eden ilk pazar günü ise eğlence günüdür. Hıdrellez, bir şeylerin başlangıcı veya sonudur insan yaşamında... Hıdrellez gelmeden sobalar kalkmaz, Hıdrellez gelmeden kışlıklar sandıklara konmaz, Hıdrellez gelmeden bahar başladı sayılmazdı. Hıdrellez hazırlığı günler önce başlardı. Hıdrellez kuzuları, Nisan ortalarında çayır ve bahçelerde koşardı … Kimi güvendiği ve tanıdığı köylere siparişi erkence verir, kimi de Çarşı içinde küme küme Hıdrellez kuzularının satılmasını beklerdi… Pazar günü sabahı, tüm hazırlıklar tamamlanmıştır. Hıdrellez eğlencelerinin vazgeçilmezleri, başta fırından daha yeni çıkmış kuzular, yanında içli pilav, su böreği, daha bu sabah yapılıp tencerelere basılan peynirli fincan börekleri, tatlı börek veya fincan böreği tatlısı... Hıdrellez, sözlü veya nişanlılar için de tatlı bir telaşın yaşandığı gündür. Oğlan evinin alıp, allı pullu süsleyerek Kız evine gönderdiği kuzu da ailece gidilecek Hıdrellez için hazırlanmıştır… Artık hareket zamanıdır. Öğlene doğru aile ve arkadaş grupları ister sandalla, ister karadan Hıdrellez'in merkezi Yirmibeşkuyusu mevkiine doğru yola çıkarlar. Yirmibeşkuyusu, sandal sefalarının, eğlencenin, sazın ve türkünün nağme nağme yükseldiği, kalabalığın yoğun olduğu yerdir. Ancak, o gün Kaynarca ve Boğaz’a kadar tüm ırmak sahili de dolar taşardı. Ünü, civar il ve ilçelerde de dilden dile dolaşan Hıdrellez eğlencelerinin buralardan da misafirleri olurdu. Misafirler, seyyar satıcılar, oyuncakçılar… Kimler yok ki… Sofralar kurulur, yemekler yenir… İçkili, içkisiz sofralarda sazlı sözlü eğlenceler, sohbet ve söyleşiler akşama kadar sürer… Bazen de bu ortamı, Boğaz üzerinde farkedilen kara bulutlar ve düşmeye başlayan iri iri dolu taneleri bozardı. Şimdi o da yok… Hıdrellez, ya birkaç soluk siyah-beyaz resimde veya Yirmibeşkuyusu, Kaynarca ve Boğaz sahillerinin terkedilmiş yalnızlığında… İNANIŞLAR Gemi Atması Bartın’da, 300-400 yıllık bir gelenek olan Gemi Atması; aynı zamanda yöre halkının inanışlarını yansıtan ilginç bir örnektir. O gün, Töreni izlemye gelen halkın arasında dikkati çekenler ve sevgi görenler hep hamile hanımlar olurdu. Çünkü Bartın halkı, Gemi Atmasını izleyen hamile hanımların doğumlarının kolay olacağına inanırlardı. Küp Dibi Amasra’ya özgüdür ve Hıdrellez’den bir gün önce kızlar tarafından icra edilir. Mayıs ayının 5. günü akşamı kızlar, kendi mahallelerinde dikili bir gül bulabildikleri hane önünde toplanırlar. Toplantıya gelirken yanlarında bir kap içerisinde su getirmişlerdir. İçlerinde bir kız vardır ki, yanında suyla birlikte boş küp de getirmiştir. Her kıza ait altın, yüzük, eğer yoksa düğme küpün içerisine konulur ve getirilen sular küpe doldurulur. Küp de gül ağacının dibine açılan çukura gömülür. Bu arada niyetler tutulur: Nedense bu hep evlilik üzerinedir. “Tanrım bana bu sene evlenmeyi nasip et”. Ertesi gün Hıdrellez'dir. Sabahleyin tan ağarırken, aynı kızlar küpün gömülü olduğu yere gelirler. Ama burada bir kişi fazladır. Bu, mahalledeki bir ailenin henüz ergenlik çağına girmemiş ilk kız çocuğudur. Seremonide çekiliş yapması daha önceden planlanmıştır. Orada bulunanlar küpün etrafında halka olurlar. El birliğiyle gömülen küp ortaya çıkarılır ve oracıkta düz bir yere konulur. Çekilişi yapacak kız küpün başına geçer, kolları sıvar ve küpün içindeki yüzük ve düğmeleri karıştırır durur. Evlenmeyi çok isteyenler “Ya Rabbim ilk defa bana çıksın!” diye dua ederler. Tabii ki heyecan doruğa çıkar. Hep birlikte çocuğa “Çekilişe başla!” diye seslenilir. O da mecburen başlar. İlk çıkan obje kime ait ise ona muhakkak evlenecek gözüyle bakılır. İkinci ve üçüncü objenin sahipleri, evlenme konusundaki diğer şanslılardır. Birinci, ikinci ve üçüncü tespit edildikten sonra niyetler artık değişmeye başlar. Çekiliş devam ederken; bundan sonraki dualar sonuncu olmamak içindir. Oradaki herkes sonuncu olmanın acıklı olduğunu bilir. Çünkü öyle bir durumla karşılaşılırsa o kişiye zavallı ve şansı kapanmış diye bakılacak ve bir yıl boyunca “Küp dibi” diye anılacaktır. Şansı açılması için bir sonraki Hıdrellez’e kadar küpün saklanması görevi de onundur. Kadınlar arası toplantılarda her mahalleye ait sonunculardan, yani “Küp dipleri”nden bahsedilir. Ölümle ilgili İnanışlar Ölmek üzere olduğu hissedilen bir kimse eğer son nefesini vermekte güçlük çekiyorsa son nefesini acısız ve sıkıntısız vermesi için gurbette olan yakını (oğlu- kızı) varsa ona “Çekiniyor” denilerek onlardan birinin giysisi hastanın üstüne konur. Ölüm akşam saatlerinde gerçekleşmiş ise, sabaha kadar beklenir. Cenazenin şişmemesi için karın bölgesine bıçak veya demir parçası konulur. Ölen kişinin Ayakkabısı ihtiyacı olan birinin alması için evin kapısının önüne konur. Batıl İnançlar - Allah nazardan korusun diye, kulak el ile çekilip, duvara veya herhangi bir tahtaya el ile tıklanır. - Gökteki ayı gören kişi, “Ayı gördüm Allah, amentü billah” deyip amentüyü okur ve altın’a bakarsa zengin olurmuş. - Bahar yeli estiğinde göl ve ırmakta yıkanılmaz. Mecbur kalınırsa veya hamamda yıkanacak olanlar kurnaya çivi asarlar. - Cuma günleri Sela ve Cuma vakti arasında melekler yere inmiştir diye ev süpürülmez. - Çekilen dişler atılmaz. Bir duvar kovuğuna veya el değmeyen başka bir yere konur. - Çocuk yeni doğduğunda koyun gibi uslu olsun diye Beşiğinin altına koyun postu serilir. - Çocuğun üst dudağının yirik, delik olmaması için hamile kadın tavşana baktırılmaz. - Çocuğun yürümesi için Sela ile Ezan arasında “Salladım selaya yürüsün cumaya” denir. - Çocuk “kabakulak” hastalığına yakalandığında yüzüne tencere karası veya kına sürülürse iyileşeceğine inanılır. - Gelin, sedir altına konulan makas üzerine oturursa kız bıçak üzerine oturursa oğlan çocuğu olacağına inanılır. - Hamile kadın “Balık, paça ve kelle” yediğinde çocuğun sümüklü olacağına inanılır. - Kedi elini yüzünü yıkar gibi yaparsa, eve misafir gelecek demektir. - Nazar değmesin diye kırkbir çörek otu, üç karanfil tanesi, yedi diş sarımsak bir bez içine konur ve omza dikilir. - Parmakların kütletilmesinin şeytanın tespihini çekmek anlamına geldiğine inanılır.
  2. _asi_

    Bartın Halk Edebiyatı

    BARTIN HALK EDEBİYATI ŞİVE ÖZELLİKLERİ Bartın yöresi ağız özellikleri 13. yy Kuman metinleri ile ilginç benzerlikler göstermektedir. Zaman zaman Anadolu Türkçesindeki yerel kurallardan ayrılmakta, 700 yıl önceki Kıpçak-Kuman metinleri ve onun günümüzdeki alternatifi olan Karaim Lehçesi ile kıyaslanabilecek niteliktedir. Bilindiği gibi etnik yapı ve şive özelliklerini araştırma yöntemlerinden biri de köy ve kasaba adları ile cami, çeşme, medrese, kale ve mezarlık kitabelerinin incelenmesidir. Ne yazık ki Bartın’da böyle bir çalışma yapılamamıştır. Bartın ve çevresi ağız özelliklerinin, kelime ve cümle sonlarına gelen hecelerin yüksek tonlu ve uzatılarak söylenişinden doğan ahenkli konuşma tarzı ile Denizli’nin Çivril ve Tavas İlçeleri ağız özelliklerinin benzerlik göstermesi bir hayli ilginçtir. Bartın ağzı, karakter olarak kelime ve hece başlarındaki ince yuvarlak ünlüler önündeki değişimler (g-ğ, g-k) ve bunların geliştirdiği orta boğumlu ünlüler (o-u) yönüyle Çankırı; hal kipi eki olan (–yor)’da ve üçüncü şahıslar için kullanılan (r’li) hecelerden birinin yutulması, Bolu ve Kastamonu ağızlarını andırmaktadır. Bartın şivesi, bütün Anadolu ağızlarında görülebilen genel ve ortak özellikler taşımakla birlikte, yöresel şive özelliklerimiz açısından da ilgi çekicidir. İstekler; bazı kelimeleri kısaltıp, bazı kelimeleri uzatarak, bazen de yöreye özgü kelimelerle yöresel tarzla anlatılır. Bartın yöresi ağızlarını öteki Anadolu ağızlarından belirli şekilde ayıran özelliklerden biri iç ve son seslerde görülen g>v değişimidir. Öyle ki Türkçe’nin genel gelişme seyri içinde kog>kov-ögey>üvey, köğürçken>güvercin, soğan>sovan, ög->öv- gibi kelimelerde az da olsa yazı diline kadar girip yerleşebilmiştir. Yörede, “Alayım, Alıvaram; Vereyim, Vercem; Gidiyorum, Gidiyom; Getirdim, Götüdüm; Götürdüm; Getidim; Annen-Baban, Anay-Bubay” diye söylenirken, Amca’ya da “Emmi” denir. Bazen de “Toptallasında oturcak yer kalmamış, her yer lembellek dolu” da olduğu gibi yöresel kelimeler kullanılır. Lembellek: Boşluk kalmayacak şekilde Ösger: Rüzgar Madaf: Aranılan, beğenilen Marta: Gizliliği kalmamış, değerden düşmüş Mazak: Çok ham, olmamış meyve Lomlom: Herkese karşı kırıcı olan, lafını bilmeyen kişi Kıyırdam: Sözüne pek güvenilmeyen, hafif kadın Bartın’da, günümüz yazım ve anlatım dilimiz en iyi şekilde kullanılırken, yöresel şiveyle konuşmaktan da ayrı bir zevk alınır. ÖRNEK BİR METİN; BOL BÖREK “Bi vamış, bi yokmuş. Bi gadınlan bi goca vamış. Bunnarıy çocukları olmayomuş. Günneden bi gün ürya görüyola, deyala ki buna: “Sen türbeye gidecesiy, orda öynüye bi devrüş çıkacak. Sona o devrüş bi alma veriya, bunu ortasından bölecesiy ve ayleynen ikiyiz yiyeceysiyiz. Amma almayı soyuy, sora soyduyuz gabuklarını da gamer tayıya döküvercesiyiz. Bunu yidukden sona size Allah bi çocuk vercek, fakat ben gelmeyince ismini gomacasıyız. Gelmişle bunna türbeye, Sona o gece hamile galya. O uşak doğuya, büyüya ediya, yedi yaşına giriya; bi gün anasına gelip ağlayveriya. Mektebe gidemeyom, çocukla sokakda oynaken Atsuz bey deyi gaynayala deya. Anası da deya ki: Uşam seni bir devrüşden halgettim, o namıssız gelmeyinci ismini goyaman deya; öle derken devrüş duvarı pallayıp çıkıya. Sora bunuy adına Bol Börek deya, gaybolıya gidiya. Bol Börek eycene büyüya delikannı oluya. Bi de argadaşı va, o çocuy adı Gara Mustafa. Günneden bi gün gonşunuy çocunu aldadıya yoldan çıkarıya, anasına geliya ben Gara Mustafaynan barba ava gidyon Allasmarladık deya. Anası da a goçüm ben seni bir devrüşden halgettim, gorkuyon, onuy çün gitme deya. O gene dinnemeya, atlana minip gidiyala. Sora gideken önnerine bi geyik çıkıya, geyiin peşine goşşa goşşa gavuruy baccesine giriyala, atlanı balayala, gendileri uykuya yatıyala. Gavuruy gızları pencireden bacceye bakyala, Anacom! ne gorsünne. Güççük kız “Türkle va bizim baccede deyi bavurya”, Böyük gız deya ki bavurma, bunna bizim kısmetimiz, eve götürüy bıbamnan tanışvesinne…” EDEBİ BİRİKİM VE YAZIM Destanlar (Anlatmalar)- Efsaneler Bartın’da, günümüze kadar anlatıla gelen Destan ve efsanelere rastlanmaz. Efsanelerden daha çok Türkülere kaynaklık eden söylenceler yaygındır. Yörede bazı şahsiyetler ve olaylar için anlatılan öyküler, hem yerel tarih için hem de sosyal yaşama trajikomik yanıyla zenginlik katan önemli verilerdir. Bu anlatılanlar içinde Maksimes Hasan, Sarı Yazmalı Kadın, Fadimana ve Meryemana (Düğüncü Zühre) ilk akla gelenlerdir. Deyimler- Atasözleri- Bilmeceler Bartın yöresindeki Deyimler ve Atasözlerinin bir kısmı yurdumuzun diğer yöreleri ve Türk kültür dünyası ile benzerlik taşır. Ancak, ifade biçimleri her yörenin yerel ağız- şive özellikleri ile yörenin gelenek ve göreneklerine uygun şekilde yaygınlık kazanmıştır. Bartın’da bilinen atasözleri de bu anlamda değerlendirilmelidir. Örnekler: Deli Öküzüy Koşumu İyi olu. Dogrunuy yardımcısı Allah’dır. Dünya malı tüyden tepecüktü. Emanet atın kuzgunu, yukarı çıkarken kopa. Mamuduy malagı gibi bön bön bakıyosuy. Dal üstünde tüylü dompay, (cevap: Ayva) Ezan okur Namaz Kılmaz, Karı gelir nikah kıymaz (Cevap: Horoz) Kazık tesinde palaz ahmed(Cevap: Salyangoz) Tülü ağzı actı cıbıldak içine kactı (Cevap: Çorap) Özdeyişler “Ben deyom hallov düzünde atla, sen deyosuy galaycıda gapla” “Eline tükür, önüne bükül, işini kendin bitir.” “Eşşeğin kuyruğunu sakın kalabalıkta kesme; kimi uzun kes, kimi de kısa kes der.” “Eşek götürdüğü yükten yemez” “Etemiy arpa tarlası gibi yandık valla” “Gaplı gurba gabıynan, herkes erbabıylan” “İnsanın alacasu içinde, hayvanın alacasu dışındadır.” “İt itine, it de kuyruğuna buyururmuş.” “Mamuduy malağı gibi bön bön bakıyosuy” “Partal bacak gibi, cigara somak gibi” “Soğuktan ve züğürtten zarar gelir” “Sonadan parlayosuy, godoğlunuy atı gibi” “Yükü çeken öküz emme bağıran tekerlekler” Bilmeceler “Ağaç tepesinde aba palazı” (Kar) “Ağla dibinde deli garı” (Isırgan) “Ağlama tonton ağlama şimdi kulağını burarlar” (Saz) “Alçacık sayvan, bunu bilmeyen hayvan” (Mantar) “Altı kaval, üstü çuval, bakma bana aval aval” (Karamancar) “Dünyayı doyurur, kendi doymaz, nedendir?” (Değirmen) “Ezan okur namaz kılmaz, karı gelir nikah kıymaz” (Horoz) “Fili fillice, kuşdillice, ağzı yok, burnu sivrice” (Nohut) “Helikli, hölüklü, otuz iki delüklü” (Kalbur) “Kazık tepesinde, palaz Ahmet” ( Salyangoz) “Tülü ağzını açtı, cıbıldak içine kaçtı” (Çorap)
  3. _asi_

    Bartın Mutfağı

    BARTIN YEMEKLERİ Pum Pum Çorbası (Bartın) 10 yemek kaşığı mısır unu, 150 gr. margarin veya 1 fincan zeytinyağı, 50 gr. kıyma, pastırma veya sucuk, 2 dilim ekmek, 6 su bardağı su, 1 yemek kaşığı salça, 1 yemek kaşığı rendelenmiş kaşar peyniri, 1 tatlı kaşığı tuz ve karabiber. Bir tencereye mısır unu ve su konularak karıştırılır. Ateşe konulup bir süre kaynatılmaya devam edilir. Ayrı bir tavada da kıyma ile küp şeklinde doğranmış 1 dilim ekmek yağda kavrulur ve kaynamakta olan çorbanın içine katılır (Arzu edilirse bir su bardağı süt ilave edilebilir. Süt ilave edilecekse un bir kaşık artırılır). Tuz ve karabiber konulup bir süre daha kaynatıldıktan sonra ateşten alınır. Üzerine, küp küp doğranıp yağda kızartılan ekmek ile salçayla yapılan sos ve rendelenmiş kaşar peyniri serpilerek sıcak servis yapılır. Yumurtalı İsput (Bartın) 1 kg. ısbut, 100 gr. margarin, 3-4 adet yumurta, 2 baş soğan, 50 gr. kıyma veya pastırma, yeterince tuz ve karabiber. Isbutlar iyice yıkanır, atık kısımları kesilip ayıklandıktan sonra 2 cm. uzunluğunda olabilecek şekilde doğranır. Tencereye konulan ısbutların üzerini örtecek kadar su konularak ateşte pişirilir. Haşlana ısbutlar ılıyınca avuç içinde sıkılarak başka bir kaba alınır. Ayrı bir tencerede de yağ eritilerek önce doğranan soğanlar kızarıncaya kadar birlikte kavrulur. Bu kez diğer kaptaki ısbutlar soğan veya kıyma tenceresine konularak birkaç dakika daha kavrulduktan sonra içine yumurtalar kırılıp yeterince tuz ve karabiber ilave edilerek karıştırılır.Yumurtalar pişince yemek ateşten indirilir. Sıcak olarak servis yapılır. PİRİNÇLİ MANTI (Bartın) Malzemeler ve Ölçüleri (15 Kişilik): İç Malzemesi: 2 su bardağı pirinç ½ su bardağı yağ ½ kg. kıyma 2 adet orta boy soğan tuz karabiber. Hamur Malzemesi: ½ kg. un 2 adet yumurta 1 tatlı kaşığı tuz yeteri kadar su 1 pk. etsu veya aynı oranda kaynatılmış kemik suyu. Hazırlanışı: Bir tarafta bir tencere içersinde 2 kaşık margarin yağı ile soğanlar hafifçe börttürülür, daha sonra kıyma katılarak kavrulur. Yıkanıp hazırlanan ve az haşlanmış pirinç tencerenin içine konur ve 1-2 dk. kadar birlikte kavrulur. Daha sonra içine 2 bardak su katılır, 1 tatlı kaşığı tuz ilave edilir ve 1 çay kaşığı karabiber serpilip karıştırılır ve kapak yine kapatılır. Hamurun Hazırlanışı: Unun içine 2 yumurta, 1 tatlı kaşığı tuz konulur, su ile kulak memesi yumuşaklığında bir hamur yapılır. Hamur iki parçaya bölünerek her parçası 2-3 mm. incelikte açılır. Bu hamurlar 7-8 cm.lik kareler halinde kesilir. Hazırlanan pirinçli içten, kareler halinde kesilen her hamurun ortasına yarım kaşık kadar konur. Hamurların dört ucu sırayla için üzerine doğru köşelerden kapatılır (Yada dört ucu ortada birleştirilir). Fırın tepsisi bir miktar margarin yağı ile yağlanır, hazırlanan parçalar katlanan kısımlar üste gelecek şekilde tepsinin içine yerleştirilir. Üzerine fırça ile sıvı yağ sürülür (veya ocakta alt tarafı kızınca, alt üst edilerek iki taraf kızartılabilir). Kızaran mantılar fırından çıkarılınca daha önce kaynatılan kemik suyundan mantıların üzerini örtecek kadar konur. Tekrar yarım ateş üzerinde, mantılar suyunu çekinceye kadar pişirilir. Sıcak olarak servis yapılır (Mantılar önceden hazırlanıp, yeneceği zaman suyu konup ateşte pişirilebilir. KABAK BURMASI (Bartın) Malzemeler ve Ölçüleri(12 Kişilik): 1 kg. un 1 adet yumurta ½ tatlı kabak (Orta boy) 1 kase ceviz içi 1 paket margarin 2 kg. şeker ½ limon. Hazırlanışı: Önce un içine bir yumurta kırılıp yeteri kadar su ile yoğrularak kulak memesi yumuşaklığında özlü bir hamur elde edilir. 10 dakika bekletildikten sonra beş eşit parçaya bölünen hamurdan yufkalar açılıp örtü üzerine yayılır. İç malzemesi: Kabağın kabukları soyulup içi temizlendikten sonra kalın bir rende ile rendelenir. Kabağın içine havanda dövülen ceviz içi ve bir bardak toz şeker katılıp karıştırılarak hazırlanır. Daha sonra, ilk açılan yufkadan başlanarak hazırlanan iç malzemesi (beş yufkaya eşit miktarda) yufka üzerine serpilir. 4 eşit parçaya bölünen yufka, el ile uç kısmından başlayıp biraz sıkıca bükülüp rulo biçimine getirilir. Önceden yağlanan tepsi yada siniye ortasından başlamak üzere daire şeklinde sararak yerleştirilir. Diğer yufkalarda aynı şekilde tepsiye dizilir. Daha sonra üzerine fırça ile erimiş yağ sürülür ve fırına verilerek rengi pembeleşinceye kadar pişirilir. Daha önce, şekerin bir tencere içinde dört-beş bardak suyla ateşte 5-10 dk. eriyinceye kadar kaynatılıp karıştırılması, içine de yarım limon suyu sıkılmasıyla elde edilen ve soğutulan şerbet tepsi üzerine gezdirilir. Üzerine bir bez örtülerek şekerin çekmesi sağlanır. Daha sonra servis yapılır. AMASRA SALATASI (Bartın) Kullanılan Malzemeler: Salatalık domates havuç kuru ve yeşil soğan marul kırmızı lahana yeşil biber piyaz maydanoz çükündür roka turp semizotu dereotu nane karışık turşu limon sirke tuz zeytinyağı. Hazırlanışı: Yörede, en az 20 çeşit malzeme ile yapılan Amasra Salatasına meşhur dedirten ise; önce lezzeti, sonra lezzeti veren malzemelerin hazırlanış ölçüsü ve biçimi ile göze hitap etmesine gösterilen özende saklı. Bartın ve Amasra da, kokusunu hissettiğiniz her balık sofrasında, adetten yada damak tadından olsa gerek o meşhur Amasra Salatası olmadan yemeğe başlanmaz. Kimine göre Osmanlıdan, kimine göre de adını aldığı Kraliçe Amastris den devralınmış bu gelenek...
  4. _asi_

    Bartın Coğrafi Yapısı

    Coğrafi Yapısı Batı Karadeniz bölgesinin, 410 53' kuzey enlemi ile 320 45' doğu boylamı arasında yer alır. Kuzeyini 59 km.lik sahil şeridiyle Karadeniz çevrelerken, doğuda Kastamonu, doğu ve güneyde Karabük, batıda ise Zonguldak illeriyle komşudur. Yüzölçümü 2143 km2’dir. İl merkezinin rakımı 25 m. dir. DAĞLARI Bartın; doğu, batı ve kuzeyden yüksekliği 2000 m.yi geçmeyen dağlarla çevrilidir. Dağlar, yüksek olmamakla birlikte oldukça dik, sahillere doğru sarp ve kayalıktır. En yüksek nokta Keçikıran Tepesi'dir. (1619 m.). En önemli dağları; Aladağ, Kocadağ, Karadağ, Kayaardı, Karasu ve Arıt dağlarıdır. Kent merkezini batıdan Aladağ, kuzeyden Karasu dağları ve doğudan Arıt dağları kuşatmaktadır. OVALARI VE YAYLALARI Bartın Irmağı ve kolları tarafından derin bir biçimde parçalanan arazi çok engebeli bir görünümdedir. Irmağın genişlediği alanlarda ve dağların oldukça dik yamaçları arasında dar ve derin vadiler yer alır. Kent merkezlerine inildikçe düz ovalar artmaktadır. Ulus ilçesinde Uluyayla, Arıt beldesinde Zoni ve Kumluca beldesinde Ardıç (Gezen) ve Kokurdan yaylaları muhteşem doğa güzellikleriyle dağ ve yayla turizmi açısından önem arzeder. AKARSULARI Bartın’ın en önemli akarsuyu, M.Ö.’ki yıllarda Parthenios adı ile anılan ve kente adını veren Bartın ırmağıdır. Bartın ırmağının iki ana kolunu oluşturan Kocaçay ve Kocanazçayı, Bartın merkezinde Gazhane Burnu’nda birleşip 14 km yol kat ederek Boğaz mevkisinde Karadeniz’e ulaşır. Kocanazçayı; güneyden doğup Kozcağız’dan kuzeye doğru akarken, 107 km uzunluğundaki Kocaçay; Kastamonu’dan gelip Ulus’tan geçen Göksu ve Eldeş Çayları (Ulus Çayı) ile bunlara katılan derelerden oluşur. Arıt ve Mevren Derelerinden oluşan Kozlu Çayı ile birleşen Kışla Deresi, Akpınar ve Karaçay Dereleri Kocaçay’ı besleyen akarsulardır. Diğer önemli akarsuları; Kapısuyu ve Tekkeönü Dereleri ile Ulus-Uluyayla’yı sulayan Ovaçayı ve İnönü Dereleridir. Bartın Irmağı; üzerinde 500 tonluk gemilerle Karadeniz’den kente kadar ulaşım yapılabilen en düzenli akarsudur. Akış hızı saatte 720 m. olup, denize her yıl 1.000.000.000 m3 su akıtmaktadır. BİTKİ ÖRTÜSÜ (FLORASI) Bartın’daki ormanlık alanlar, bitki ve ağaç türü zenginlikleri ile yaban hayvanları yönünden Türkiye'nin en ilginç ve en zengin ormanlık alanlarındandır. Bu itibarla; Kastomonu ve Bartın il sınırları içinde bulunan Küre Dağlarının batı kesimi, Bakanlar Kurulu kararı ile Kastamonu-Bartın-Küre Dağları Milli Parkı olarak kabul edilmiştir. Bu olgu bölgede başta dağ turizmi olmak üzere yeni bir turizm potansiyelinin doğmasına olanak sağlamıştır. Ormanların geçmişten gelen zenginliğini korumak ve geleceğe daha zengin orman kaynakları bırakabilmek için yoğun bir çalışma yapılmaktadır. Bu çalışmalar genellikle Bartın ve yöresinin yeşilliğini korumayı amaçlamaktadır. 2143 km2 olan yüzölçümünün % 46’sını ormanlar, % 35’ini tarımsal alanlar, % 7’sini çayırlar ve meralar, % 12’sini de kültüre elverişsiz alanlar ve yerleşim merkezleri kaplamaktadır.Bartın’ın bitki örtüsünde geniş yer tutan ormanlar genellikle yayvan ve iğne yapraklı ağaçlardan oluşur. Sahil boyunca 600 m. yüksekliğe kadar olan alanın karakteristik ağaçları; Meşe, Kayın ve Gürgen’dir. Sahilden içeride ve 1500 m. den yüksek kesimlerde; Kayın, Kestane, Köknar ve Çam türleri, sahil şeridinde de Ceviz, Kestane ve Fındık plantasyonları yaygındır.
  5. _asi_

    Bartın Tarihi

    TARİHÇE Bartın Adının Kaynağı “PARTHENİA” dan Bartın’a dönüşen adın kaynağı “PARTHENİOS” dur. Bartın Irmağının antik çağdaki adı olan Parthenios; Yunan mitolojisinde,Tanrıların Babası OKENAUS’ un çocukları olan yüzlerce tanrıdan birisi ve “Sular Tanrısı “ dır. ”Sular İlahı veya Muhteşem Akan Su “anlamlarına gelir. Antik çağda Parthenios adı verilen Bartın Irmağının kenarında kurulan Bartın Kentinin PARTHENİA adıyla anıldığı ve zamanla Bartın’a dönüştüğü yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Eski Çağlarda Bartın Bartın’ın ilk sahiplerinin, M.Ö.14.yy.da Gaskalar ve M.Ö.13.yy’da Hititler olduğu kabul edilmekte, daha sonra Bolu Havalisine yerleşen Bitinyalılar ile Kastamonu Havalisinde hüküm süren Paflagonya’lıların, sınırlarını Parthenios’a kadar Genişlettikleri böylece Bartın Topraklarının bu iki egemenliğin sınırları içinde yeraldığı bilinmektedir. M.Ö.12.yy. sonlarında Bithynie Bölgesindeki Bartın Friglerin, Paplagonie Bölgesindeki Amasra Fenikelilerin eline geçmiş, Fenikeliler; Amasra (Sesamos), Ereğli (Heraklia), Sinop(Sinope) ve Tekkeönü’nde (Kromna) ilk Sayda Kolonilerini oluşturmuşlardır.M.Ö. 9.yy.da Akdeniz’deki güç dengelerinin bozulmasıyla Fenikeliler ve ortakları Karyalılar Amasra ve Kromna’yı terkettiler. Bartın ve çevresi, M.Ö.7.yy. sonlarında Kimmerlerin, M.Ö.6. yy.da Lidyalıların, M.Ö.547 yılında da Perslerin hâkimiyetine girdi. 216 yıllık Pers döneminde Karadeniz Kolonileri Perslon dostluğu sayesinde uzun süre bu statülerini korudular.M.Ö. 334 yılında, Makedonya Kralı İskender, Perslerin hâkimiyetine son vererek bölgenin sahibi oldu. Bartın ve Ulus'un yönetimini “General Eumenes”, Amasra ve Tekkeönü’nün yönetimini de Fridya Satrabına bıraktı. Ancak, Amasra yönetimi M.Ö.302–286 yılları arasında el değiştirerek Kraliçe Amastris tarafından yönetilmeye başlandı. M.Ö. 12. yy’dan beri Sesamos adıyla anılan kent 16 yıllık Kraliçe Amastris Döneminden sonra kraliçenin adını aldı. Bu dönemde; Kromna (Tekkeönü), Tios (Filyos-Hisarönü) ve Kyteros (Gideros) sitelerinden oluşan Symoikismos Siteler Birliğine Başkent oldu. M.Ö.286 yılında Kraliçe Amastris, oğulları tarafından bindiği gemi batırılmak suretiyle öldürülünce kent yeniden Eumenes’ce yönetilmeye başlandı. Amasra ve Bartın çevresi yöredeki savaşlar sonrasında M.Ö.279 yılında Pontus Krallığının egemenliğine girdi. Bizans Döneminde Bartın ve Amasra M.Ö. 70 yılında Anadolu’ya giren Romalılar Pontus Krallığının Egemenliğine son vererek yöreye sahip oldular. Roma döneminde Bitinya ve Pontusun Paflagonyadaki bölümü Bitinya-Pontus eyaleti olarak Satraplıkla yönetilmeye başladı.Amasra bu eyaletin Pontus bölümü başkenti oldu.M.S.395 yılına kadar Roma İmparatorluğu’nun, Roma-Bizans bölünmesi üzerine de Bizans’ın payına düşen Bartın ve çevresi uzun yıllar Bizans’ın hakimiyetinde kaldı. Ortaçağda Bartın ve Amasra Bartın ve çevresi M.Ö. 390 yıllarında Hazar hükümdarı Sahip Han komutasındaki Peçenek ve Kumanların, M.S. 798 yıllarında Abdülmelik komutasındaki Müslüman Arapların, 800 yıllarında Selçukluların ve 865 yıllarında da Rusların yoğun akınlarına hedef oldu. Türklerin yöreye ilgisi 1084 yıllarında başladı. Kutalmışoğlu Süleyman Bey’in Komutanlarından Emir Karatigin 1084 yılında Sinop, Çankırı, Kastamonu ve Zonguldak ’ı alarak yörede Bartın, Ulus, Eflani, Safranbolu ve Devrek’i de kapsayan bir Türk Emirliği kurdu. Ancak, 1086 yılında Süleyman Bey’in ölümü ve 1096 yılında başlayan 1.Haçlı Seferleri, Kuzeybatı Anadolu’ya yerleşen Türkler açısından ciddi sıkıntılar yarattı. Haçlı müttefiklerle Bizans arasında yapılan anlaşma sonrasında başta Amasra, Sinop ve Ereğli olmak üzere İstanbul’dan Samsun’a kadar tüm Karadeniz sahili yeniden Bizans’ın hâkimiyetine girdi. Bartın ve çevresi ise Bizans’tan sonra 11.YY sonlarında Anadolu Selçuklularının eline geçti.200 yıllık Selçuklu döneminden sonra 1326’da Kastamonu yöresine hakim olan Candaroğulları Beyliği ve 1392’den itibaren de Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer aldı. Osmanlı Döneminde Bartın 1402 yılında yapılan Ankara savaşı sonunda bir ara İsfendiyaroğlu Beyliği’nin eline geçen kent 1461 yılında tekrar Osmanlı Devleti egemenliğine girmiştir.1460 yılına gelindiğinde, Bartın ve Çevresi; Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde, Amasra ise Ceneviz Kolonisi idi. Anadolu’da Türk birliğini sağlamak Cenevizlilerin elinde bulunan Karadeniz ticaretini ve denizyolunu ülkesine kazandırmak amacıyla Kuzey Anadolu Seferine hazırlanan Fatih Sultan Mehmet Han, ilk hedef olarak Amasra, Kastamonu ve Sinop’ seçti.1460 yılında, Fatih Sultan Mehmet Üsküdar’dan avlanmak bahanesiyle yola çıkarken, Mehmet Paşa Komutasındaki Osmanlı Donanması da denizden hareket etti.Fatih Bolu’ya geldiğinde Kastamonu ve Sinop yörelerine hakim olan ve Candaroğulları Beyliği’nin devamı sayılan İsfendiyaroğulları’nın Beyi İsmail Bey, padişaha kıymetli eşyalar göndererek bağlılığını bildirdi.Yoluna devam eden Fatih Ekim ayında Bartın’a gelip ordugahını bugünkü Orduyeri’ne kurdu.Donanmayla haberleşme sağlayan haberciler, Donanmanın Amasra açıklarında göründüğünü bildirdiklerinde , Amasra üzerine yürüyen Fatih, Ceneviz Senyoru’ndan kan dökülmemeden Amasra’yı teslim aldı. Bartın, Osmanlı döneminin 1460-1692 yılları arasında Anadolu Beylerbeyliği’ne bağlı Bolu Sancağı sınırları içinde yer aldı. Bolu Sancağının kaldırılmasıyla 1692-1811 yılları arasında Voyvodalıkla yönetilen Bartın, 1811 yılında da Kastamonu Vilayetine bağlı olarak yeniden kurulan Bolu Sancağına bağlandı. Bu dönemde ticari potansiyeliyle bölgenin Pazar yeri olan ve Oniki Divan adını alan Bartın, 1867 yılında ilçe oldu. 1876 yılında da Belediye Teşkilatı kuruldu. Cumhuriyet Döneminde Bartın 1920 yılında Zonguldak Mutasarrıflığına bağlanan Bartın’ın 1924 yılında Zonguldak’ın il olmasıyla birlikte bu ilin ilçesi haline gelmiştir. 07 Eylül 1991 tarihinde de 28.08.1991 tarih ve 3760 sayılı yasayla il statüsüne kavuşmuştur. Bartın iline bağlı ilçelerden Osmanlı döneminde ilçe iken Cumhuriyetle birlikte bucak statüsüne düşürülen Amasra; 1987 yılında yeniden, Ulus; 1944 yılında, Kurucaşile; 1957 yılında ilçe olmuştur. Bartın’ın halen Merkez, Amasra, Ulus ve Kurucaşile olmak üzere 4 ilçesi, Arıt Kozcağız, Kumluca ve Abdipaşa beldeleriyle birlikte 9 Belediye, 262 köyü vardır.
  6. _asi_

    Bartın Genel Bilgi

    Bartın Genel Bilgi Batı Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Bartın İli’nin, kuzeyini 59 km.lik sahil şeridiyle Karadeniz çevrelerken, doğuda Kastamonu, doğu ve güneyde Karabük, batıda ise Zonguldak illeri çevirmektedir. Bartın; doğu, batı ve kuzeyden yüksekliği 2000 m.yi geçmeyen dağlarla çevrilidir. Dağlar, yüksek olmamakla birlikte oldukça dik, sahillere doğru sarp ve kayalıktır. En yüksek nokta Keçikıran Tepesi’dir (1619 m.). Aladağ, Kocadağ, Karadağ, Kayaardı, Karasu ve Arıt dağları ise bölgenin en önemli dağlarıdır. Kent merkezini batıdan Aladağ, kuzeyden Karasu dağları ve doğudan Arıt dağları kuşatmaktadır. Bartın Irmağı ve kolları tarafından derin bir biçimde parçalanan arazi çok engebeli bir görünümdedir. Irmağın genişlediği alanlarda ve dağların oldukça dik yamaçları arasında dar ve derin vadiler yer alır. Kent merkezlerine inildikçe düz ovalar artmaktadır. Bartın’ın en önemli akarsuyu, Antik Çağda Parthenios adı ile anılan ve kente adını veren Bartın ırmağıdır. Bartın ırmağının iki ana kolunu oluşturan Kocaçay ve Kocanazçayı, Bartın merkezinde Gazhane Burnu’nda birleşip Boğaz mevkiinde Karadeniz’e ulaşır. Kocanazçayı; güneyden doğup Kozcağız’dan kuzeye doğru akarken, 107 km. uzunluğundaki Kocaçay; Kastamonu’dan gelip Ulus’tan geçen Göksu ve Eldeş Çayları (Ulus Çayı) ile bunlara katılan derelerden oluşur. Arıt ve Mevren Derelerinden oluşan Kozlu Çayı ile birleşen Kışla Deresi, Akpınar ve Karaçay Dereleri Kocaçay’ı besleyen akarsulardır. Kapısuyu ve Tekkeönü Dereleri ile Ulus-Uluyayla’yı sulayan Ovaçayı ve İnönü Dereleri ise diğer önemli akarsularıdır. Yüzölçümü 2143 km2’olup, denizden yüksekliği 25 m.dir. İlin toplam nüfusu ise 184.178’dir. İlin ekonomisi, tarım, hayvancılık ve ormancılığa dayanmaktadır. Bölgede yetiştirilen tarımsal ürünler, buğday, arpa, mısır, yulaf, fasulye, ayçiçeği, soğan, patates, yonca, fiğdir. Son yıllarda seracılık gelişim göstermiştir. Bartın’ın 2140 km²’lik toplam arazi varlığının % 46’sını ormanlar kaplamaktadır. İlin ormanları eskiden beri ekonominin temel sektörlerinden birini oluşturmuştur. Osmanlı Devletinin Gelibolu tersanesini kurmak için teşebbüse geçtiği 1402 yılından itibaren kerestecilik faaliyetinin başladığı, Osmanlı donanmasının kadırga ve kalyonlarının Bartın, Amasra ve Kurucaşiledeki tersanelerde yapıldığı ve1914 yılında Süveyş Kanalı takimatında kullanılmak üzere Bartın’dan Mısır’ın İskenderiye limanına kereste sevk edildiği tarihi kayıtlarda bulunmaktadır. 600 metre yüksekliğe kadar olan bölümde defne, meşe, kayın, kocayemiş, ardıç, 600-1000 metre yükseltili alanda meşe, kayın gürgen, 1000-1500 ve daha yukarı kesimlerde ise kayın kestane ve çam ağaçlarından oluşan il ormanları Bartın merkez ve Ulus ilçesindeki iki ayrı işletme müdürlüğü tarafından işletilmektedir. “Parthenia"dan Bartın’a dönüşen adın kaynağı “Parthenios"dur.Bartın Irmağının antik çağdaki adı olan Parthenios; Yunan mitolojisinde,Tanrıların Babası Okenus'un çocukları olan yüzlerce tanrıdan birisi ve “Sular Tanrısı “ dır. Antik çağda Parthenios adı verilen Bartın Irmağının kenarında kurulan Parthenia kentinin adı zamanla Bartın'a dönüşmüştür. Bartın'ın tarihçesi ile ilgili kesin bilgi bulunmamakla birlikte, Bartın’ın ilk sahiplerinin, M.Ö.XIV.yüzyılda Gaskalar ve M.Ö.XIII.yüzyılda Hititler olduğu kabul edilmekte, daha sonra Bolu yöresine yerleşen Bitinyalılar ile Kastamonu yöresinde hüküm süren Paflagonyalıların, sınırlarını Parthenios’a kadar Genişlettikleri böylece Bartın Topraklarının bu iki egemenliğin sınırları içinde yer aldığı bilinmektedir.M.Ö.XII.yüzyıl sonlarında Bithynie Bölgesindeki Bartın Friglerin, Paplagonie Bölgesindeki Amasra Fenikelilerin eline geçmiş, Fenikeliler; Amasra (Sesamos), Ereğli (Heraklia), Sinop(Sinope) ve Tekkeönü’nde (Kromna) ilk Sayda Kolonilerini oluşturmuşlardır. Bartın ve çevresi,M.Ö.VII.yüzyıl sonlarında Kimmerlerin, M.Ö.VI.yüzyılda Lidyalıların, M.Ö.547 yılında da Perslerin egemenliği altına girmiştir. M.Ö. 334 yılında, Makedonya Kralı İskender, Perslerin hakimiyetine son vererek bölgenin sahibi olmuş ve Bartın ve Ulus’un yönetimini General Eumenes’e, Amasra ve Tekkeönü’nün yönetimini de Fridya Satrabına bırakmıştır .Ancak, Amasra yönetimi M.Ö.302-286 yılları arasında el değiştirerek Kraliçe Amastris tarafından yönetilmeye başlandı.M.Ö.XII.yüzyıldan beri Sesamos adıyla anılan kent 16 yıllık Kraliçe Amastris Döneminden sonra kraliçenin adını almıştır.Bu dönemde; Kromna (Tekkeönü), Tios (Filyos-Hisarönü) ve Kyteros (Gideros) sitelerinden oluşan Symoikismos Siteler Birliğine Başkent olmuştur. M.Ö.286 yılında Kraliçe Amastris,oğulları tarafından bindiği gemi batırılmak suretiyle öldürülünce kent yeniden Eumenes’ce yönetilmeye başlanmış, Amasra ve Bartın çevresi yöredeki savaşlar sonrasında M.Ö.279 yılında Pontus Krallığının egemenliğine girmiştir. M.Ö.70 yılında Anadolu’ya giren Romalılar Pontus Krallığının Egemenliğine son vererek yöreye egemen olmuşlardır. Roma döneminde Bitinya ve Pontusun Paflagonya'daki bölümü Bitinya-Pontus eyaleti olarak Satraplıkla yönetilmeye başlanmış, .Amasra bu eyaletin Pontus bölümü başkenti olmuştur. M.S.395 yılına kadar Roma İmparatorluğu’nun, Roma-Bizans bölünmesi üzerine de Bizansın payına düşen Bartın ve çevresi uzun yıllar Bizans’ın hakimiyetinde kaldı. Bartın ve çevresi M.Ö. 390 yıllarında Hazar hükümdarı Sahip Han komutasındaki Peçenek ve Kumanların, M.S. 798 yıllarında Abdülmelik komutasındaki Arapların, 800 yıllarında Selçukluların ve 865 yıllarında da Rusların yoğun akınlarına uğramıştır. Kutalmışoğlu Süleyman Bey’in Komutanlarından Emir Karatigin 1084 yılında Sinop, Çankırı,Kastamonu ve Zonguldak’ı alarak yörede Bartın, Ulus, Eflani, Safranbolu ve Devrek’i de kapsayan bir Türk Emirliği kurdu.Ancak, 1086 yılında Süleyman Bey’in ölümü ve 1096 yılında başlayan 1.Haçlı Seferleri, Kuzeybatı Anadolu’ya yerleşen Türkler açısından ciddi sıkıntılar yaratmış, Haçlı müttefiklerle Bizans arasında yapılan anlaşma sonrasında başta Amasra, Sinop ve Ereğli olmak üzere İstanbul’dan Samsun’a kadar tüm Karadeniz sahili yeniden Bizans’ın hakimiyetine girmiştir. Bartın ve çevresi ise Bizans’tan sonra XI.yüzyıl sonlarında Anadolu Selçuklularının eline geçmiştir. 200 yıllık Selçuklu egemenliğinden sonra 1326’da Kastamonu yöresine hakim olan Candaroğulları Beyliği ve 1392’den itibaren de Osmanlı İmparatorluğu topraklarına dahil olmuştur. 1402 yılında yapılan Ankara savaşı sonunda bir ara İsfendiyaroğlu Beyliği’nin eline geçen kent 1461 yılında tekrar Osmanlı Devleti egemenliğine girmiştir. Bartın,Osmanlı döneminin 1460-1692 yılları arasında Anadolu Beylerbeyliği’ne bağlı Bolu Sancağı sınırları içinde yer almış, Bolu Sancağının kaldırılmasıyla 1692-1811 yılları arasında Voyvodalıkla yönetilen Bartın, 1811 yılında da Kastamonu Vilayetine bağlı olarak yeniden kurulan Bolu Sancağına bağlanmıştır. Bu dönemde ticari potansiyeliyle bölgenin Pazar yeri olan ve Oniki Divan adını alan Bartın, 1867 yılında ilçe oldu. 1920 yılında Zonguldak Mutasarrıflığına bağlanan Bartın’ın 1924 yılında Zonguldak’ın il olmasıyla birlikte bu ilin ilçesi haline gelmiştir. 1991 tarihinde de il statüsüne kavuşmuştur. Bartın’da günümüze gelebilen eserler, Amasra’daki Roma dönemi tiyatrosunun cavea ve skenesi yıkılmış, giriş kapısına ait kalıntılar, Roma dönemine ait nekropol, bouleuterion’un duvar kalıntıları, akropol surlarına ait bazı duvar parçaları, Roma dönemine ait yer altı galerileri, Roma dönemi çarşısından bölümler, Roma dönemine ait rıhtım ve dalgakıran, Büyüktepe’deki inziva mağarası, Tavşan Adası’nda Bizans dönemine ait kilise kalıntıları, Tekkeönü Köyü’ndeki kaleye ait kalıntılar, Bizans dönemine ait Amasra Kalesi, Merkez ilçe sınırları içindeki Güzelcehisar Şarköy ve Fırınlı Köylerinde, Ceneviz Kale kalıntıları; Osmanlı döneminden kalma Fatih Camisi, İçkale Mescidi, Halil Bey Camisi (Yukarı Cami) (1872), İbrahimpaşa Camisi (Orta Cami), Şadırvan Camisi (Aşağı Cami) (1903-1905), Şimşirli Baba Camisi Hz.Peygamber’in sancaktarı Ebu Derda Hazretlerine ait olduğu söylenen Ebu Derda Türbesi, Aya Nikola Kilisesi (1319), Amasra Küçüktepe Martryumu bulunmaktadır. Ayrıca Taşhan (1832-1835), Dervişoğlu Hanı (1897), Osmanlı hamam kalıntıları, Şehir Hamamı (1447), Kemer Köprü (1872), Orduyeri (Kışla) Köprüsü (1887), Bizans döneminden kalma Kemere Köprü, Roma dönemine ait Kemerdere Köprüsü ve Osmanlı sivil mimarisine ait ev ve konak örnekleri bulunmaktadır.
  7. _asi_

    Van Savatlı Gümüş İşlemeciliği

    Savatlı Gümüş İşlemeciliği Savat: gümüş işlemeciliğinde bir süsleme sanatıdır. Savat ustası tasarladığı şekli, sanatını koyacağı gümüş eşyanın üstüne kurşun veya sabit kalemle çizer. Bu şekil, Van Kalesi, Akdamar Kilisesi, Hoşap Kalesi olabildiği gibi, Kedi, at gibi figürlere de rastlanır. Çizilen taslağın üstüne usta, çelik uçlu kılcal kalemle büyük bir titizlikle ince kanallar açar. Bir ölçü gümüş, dört ölçü bakır, dört ölçü kurşun ve biraz da kükürt, 750 derecelik ısıda karıştırılarak savat adı verilen alaşım elde edilir. Ancak her savat ustasının kendine has bir ölçüsü olduğu söylenmektedir. Daha sonra savat soğumaya bırakılır. Soğuyan kütle toz haline gelinceye kadar önce örs üzerinde, daha sonra havanda dövülür. Elde edilen savat, gümüş eşya üzerinde daha önce açılmış olan kılcal kanallara iki yolla sürülür. Ya yemeğe tuz eker gibi serpilir ya da boraks ile sulandırılarak çamur haline getirilen savat, boşluklara sıvanarak doldurulur. Sonraki aşamada yapılan iş, mangal ateşine tutulur. Isının etkisiyle tekrar eriyen savat, boşluklara iyice nüfuz eder. Bu aşamadan sonra soğuması için bekletilen savat, cilalanarak kullanıma hazır hale gelir. İyi savat, her geçen gün daha fazla parlar. Savatın kökeni Urartular’a kadar gider. Van Bölgesinde, Romalılardan günümüze kadar gelmiş bir süsleme sanatı olan savatın yereldeki adı “sevad”tır. İdeal olan 950 ayar gümüşe savat yapmaktır. Osmanlı Döneminde 900 ayar gümüşe tuğra vurma yetkisini, İstanbul ile birlikte Van Vilayeti savat işlemeleri sayesinde almıştı. 1915 öncesi Van’da 120 savat işleme atölyesi varken, 1915’ten sonra bu atölyeler birer birer kapanmıştır. Gümüş işlemeciliğinde savattan başka süsleme sanatları da bulunmaktadır. Gümüşün tel haline getirilip telden motifler oluşturduğu telkari, küçük topçuklar haline getirilerek süslenmesi olan güherse, içeriden dışarıya doğru rölyef şeklinde motif oluşturulması olan katma ve renklendirilmesi demek olan mine, bu süsleme sanatlarından bazılarıdır. Osmanlılar cam mine kullanmıştır. Cam mine, çok uzun yıllar kullanıldığı halde canlı durur. Özellikle yeşil, kırmızı ve lacivert renkler tercih edilirdi. Bunlardan Van Bölgesine ait olan savat, mine sanatının atasıdır. 1915’li yıllar öncesi Van’da bulunan 120 savatlı gümüş işleme atölyesinin her birinde 5 kişinin çalıştığı tahmin edilmektedir. Söz konusu yıllarda Van’da, savatlı muskalıklar, hamayiler, gerdanlıklar, saç tokaları, saç bağları, tepelikler, bilezikler, yüzükler ve kemerler vazgeçilmez takılar olarak yer almıştır. Yine o dönemlerde bütün saraylarda, hanlarda ve zengin kesimin evlerinde bulunan savatlı gümüş süs eşyaları ile erkeklerin kullandıkları tütün tabakaları ve enfiyelikler Van’da üretilmiştir. Savatlı gümüş işlemeciliğinin çok iyi yapılmasından dolayı “Van” damgalı gümüş eşya ve takı fiyatlarının diğer bölgelerde üretilenlere oranla 3 kat fazla olduğu bilinmektedir. Hatta bazı rivayetlerde Osmanlı Döneminde İstanbul’da çalışan kuyumcu kalfalarının ustalığa terfileri söz konusu olduğunda, Van’dan giden kuyumcu ustalarının sınavına tabi tutuldukları, bu sınavı geçtikten sonra ustalığa kabul edildikleri söylenmektedir. Savat işleyen sanatkar eserinin üzerine imza atmazdı. Bu imza atmama geleneği “yaptırana şükür” diyerek Allah’a şükredip, yaptığı eserde bir ayrıcalık görmeme tevazusundan kaynaklanırdı. Savat ustası hiç bir zaman kavuşamayacağı yavuklusunun beline, ince ince, emek emek çizilmiş motiflerin yer aldığı gümüş kemerler sayesinde sarılırdı. Sevgiliye her kalemle mektup yazılmaz. Yazılsa değeri olmaz. Savat işlemeli gümüş kalemlerle yazılan mektuplarda kurulan tümcelerdeki sözcükler, sevgilinin yüreğinde çağlayanlara dönüşecek ırmaklar yaratır. “Su Altında Kanat Çırpan Üveyik” isimli şiirinde Edip Cansever, savat ustası Hasan’a seslenir: “Kış bitecek birazdan, kışa geç kalma/Böyle diyordu savat ustası Hasan/Gelirken az tütün getir.” Savat işlemeli tabakalarımıza tütün koyacağımız günler geri geliyor.
  8. _asi_

    Van otlu peyniri

    VAN OTLU PEYNİRİ Koyun sütünden üretilen Van'ın geleneksel otlu peynirine tadını, yabani sarmısak otu veriyor. Hazırlandıktan sonra toprak küplerde basılarak, kuru olarak ya da salamurada iki, üç ay dinlendirilmeye bırakılıyor. Otlu peynir, dayanıklı bir peynir çeşidi olduğu için uzun yola gidilirken, yolluk olarak kullanılmaya çok uygun. Size tavsiyemiz, bu leziz peyniri, biraz tereyağı ilavesiyle sıcak pide arasında yemeniz! İlaç gibi peynir: Van otlu peyniri Otlu peynir, Doğu Anodolu nun kimi yörelerinde yapılan, bölgeye özgü ve oldukça tanınmış bir peynir türüdür. Bu peynirlerin en niteliklisi Van da üretilir. Çünkü Van da üretilen otlu peynirler, koku ve tat bakımından öbürlerinden çok üstündür. Peynire katılan özel otlar ve yabani sarmısak aynı zamanda peynirin besin değerini artırır. Yaygın kanıya göre, 18. yüzyılda İran dan Van a gelen bir Ermeni hekimden öğrenilip, yöreye yayılan bu peynir türü, önceleri ilaç olarak kullanılmış. Üretimi... Van otlu peyniri ilkbaharda süt ve otun bol olduğu dönemlerde genellikle koyun sütü ve özel olarak hazırlanmış peynir mayasıyla çeşitli otların karışımından üretilir. Kullanılan otlar, çiçeklenme zamanında dağ ve yaylalardan toplanan yabani sarmısak, dağ nanesi, mustafa çiçeği ve kekiktir. Bazen koyun sütüne inek ve keçi sütünün de karıştırıldığı olur. Sütler çiğ olarak ya da çok az ısıtılarak mayalanır. Mayalama sıcaklığı yaklaşık 30ø dir. Süt 1-2 saatte pıhtılaşır. Daha sonra bir kat pıhtı, bir kat önceden doğranmış çeşitli yabani otlar katılarak bez bir torbaya alınır. İşlem bittiğinde torbanın ağzı kapatılıp iki taş arasına sıkıştırılarak veya üstüne tahta ağırlık konarak süzülmeye bırakılır. Beş altı saat süzüldükten sonra elde edilen teleme, kelle olarak ya da bir tezgah üzerinde el büyüklüğünde 2-3 cm. kalınlığında dilimlere bölündükten sonra tuzlanır veya salamuraya atılır. Salamura... Salamura tuzlama usulünde peynir dilimleri salamura suyunda bir süre bekletilir. Daha sonra teneke veya plastik kaplara yerleştirilir. Kaplar peynirin olgunlaşması için serin bir yerde sonbahara kadar saklanır. Kuru tuzlamada ise, peynir dilimlerinin üzerine bir miktar kalın mutfak tuzu serpilir, üç ya da dört gün kadar bekletilir. Daha sonra peynir dilimleri bol su ile yıkanır. Bir kat peynir bir kat "cacık" olmak üzere toprak küplere yada plastik kaplara yerleştirilir. Peynirler, kaplara konarken hiç boşluk kalmayacak şekilde çok iyi yerleştirilmelidir. Yerleştirme işlemi bittikten sonra kapların ağzı asma yaprağı ile kapatılıp çamurla sıvanır. Serin bir yerde kabın ağız kısmı toprağa gelecek şekilde konur ve üzeri gevşek toprakla ya da kumla örtülüp iki üç ay dinlenmeye bırakılır
  9. _asi_

    Van Menua Kanalı

    MENUA (SEMİRAMİS-ŞAMRAM) KANALI Kanalın çevresinde Kral Menua (M.Ö. 810–786) tarafından eşi Tariria için bugünkü Kadem Bastı mevkiinde yapay teraslar halinde yaptırılan asma bahçeleri, Assur Kraliçesi Semiramis\'in Dünya\'nın 7 harikasından biri sayılan asma bahçeleriyle özdeşleştirilerek efsaneleştirilmiştir. Van\'ın kuş uçumu 50 km. güneyinde yer alan Gürpınar (Havasor) Ovası\'ndan Urartu Krallığı\'nın başkentinin bulunduğu Van Ovasına tatlı su getiren Menua Kanalı, geçtiği topraklara hayat vermektedir. Menua Kanalı\'nın bir başka ilginç özelliği, destek duvarlarına ve kanalın yakın yerlerine toplam 15 adet çivi yazılı inşa yazıtının konulmuş olmasıdır. Şimdiye kadar hiçbir Urartu yapısında bu kadar çok inşa yazıtına rastlanılmamıştır. Konulan inşa yazıtları kanalı neredeyse bir \"yazıt anıtı\"na dönüştürmüştür. Yazıtların bir kısmı kısa, bir kısmı da uzundur. Kaybolmaya ve tahrip edilmeye karşı bir önlem olmak üzere yazıtlar aynı içeriğe sahiptir. Kısa olan yazıtlarda şunlar okunmaktadır : Tanrı Haldi\'nin kudreti sayesinde, İşpuini oğlu Menua bu kanalı açtı. Adı Menua kanalıdır. Yazıttan da açıkça anlaşılacağı gibi, kanalın adının Menua Kanalı olduğu belirtilmiştir. İlginçtir ki daha uzun içerikli metne sahip diğer yazıtlarda da, kanalın adının Menua Kanalı olduğu vurgulanmıştır. Aynı içeriğe sahip 4 adet uzun içerikli metinde ise şunlar okunmaktadır. İşpuini\'nin oğlu Menua, Tanrı Haldi\'nin gücü sayesinde bu kanalı Açtı. Adı Menua Kanalı\'dır. Tanrı Haldi\'nin büyüklüğü sayesinde, Menua, güçlü kral, büyük kral, Bianili Ülkelerinin Kralı, Tuşpa kentinin efendisidir. Menua der ki, kim bu yazıyı silerse, kim onu tahrip ederse, kim bunu görürse, kim başkasına \"Bu kanalı ben açtım\" derse o, Tanrı Haldi, Tanrı Teişeba, Tanrı Şivini ve bütün tanrılar tarafından mahvedilsin; güneş ışığından yoksun edilsin.
  10. _asi_

    Van Peri Bacaları

    Van Peri Bacaları Van ili Başkale ilçesi Yavuzlar Köyü’nde bulunan ve Kapadokya yöresindeki peri bacaları ile oluşum yönünden benzerlik gösteren peri bacalarının bulunduğu alan Vanadokya olarak anılmaktadır. Buradaki volkanik Yiğit Dağı’nın püskürttüğü kayaçların aşınmaları sonucunda bu oluşumlar meydana gelmiştir. Günümüzde kendi haline terk edilmiş olan bu oluşumların doğal park ilan edilmesi ve koruma altına alınması yerinde olacaktır. Bir bölümü İran’da bulunan Yiğit Dağı'nın püskürttüğü volkanların aşınması sonucu oluşmuş olan peribacaları, 20 kilometrelik bir alana yayılmıştır. Yavuzlar Köyü'nde 17 bin peribacası, 35 mağara, 12 oyma kaya evi bulunuyor. Sayıları azda olsa kimi peribacalarının geçmiş dönemlerde içleri oyulmuş tek kişilik inziva odalarına dönüştürülmüştür.
  11. _asi_

    Van Müzesi

    VAN MÜZESİ Van il merkezi, Şerefiye Mahallesi’nde bulunan Van Müzesi’nde Van yöresinde 1932 yılından beri yapılan araştırmalar sonucunda toplanan eserler sergilenmektedir. Bu eserlerin başında Urartu, Akkoyunlu ve Karakoyunlu eserleri gelmektedir. Van’da 1930’lu yıllarda görev yapan Milli Eğitim Müdürü Mustafa Noyan yöredeki kültür varlıklarını il merkezinde toplamaya başlamıştır. Bunların bir araya getirildiği depo Van Müzesi’nin temelini oluşturmuştur. Bu depodaki eserlerin sayıca artmasından sonra Milli Eğitim Bakanlığı 1945 yılında Van Müze Memurluğu’nu kurmuştur. Bundan sonra da bugünkü İhsan Kıygın’ın planına göre yeni bir müze binası yapılmış ve Van Müzesi Müze Müdürlüğü olarak 1972 yılında ziyarete açılmıştır. Van Müzesi arkeoloji ve etnografya bölümlerinden meydana gelmiştir. Arkeoloji bölümü müzenin zemin katında yer almaktadır. Buradaki arkeolojik eserler salonu ve iç avluda Prehistorik dönemden başlayarak Urartu dönemi sonuna kadar olan eserler kronolojik bir sıra ile teşhir edilmiştir. Bu eserlerin arasında Tilkitepe ve Kızdamı ören yerlerinden çıkarılan obsidyen ve kemik aletler, pişmiş toprak eserler bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Urartu dönemine ait eserler ayrı bir bölümde sergilenmiştir. Karagündüz Nekropol kazısına ait mezar buluntuları, Çavuştepe, Topraktepe, Van Kalesi, Anzaf Kalesi ve Ayanis Kalesi kazılarında ortaya çıkan çeşitli pişmiş toprak kap kacaklar, bronz miğferler, kılıçlar, kemerler, mozaik parçaları bu bölümün başlıca eserlerini oluşturmaktadır. Müzenin iç avlusu taş eserler salonu olarak isimlendirilmiş ve burada Neolitik döneme tarihlendirilen Trişin Yaylası kaya resimleri, Urartu dönemine ait tabletler, kitabeler, Gevaş Selçuklu mezarlığından getirilen taş sandukalar teşhir edilmiştir. Müzenin etnografya bölümü yörenin yaşantısı ile ilgili etnografik eserlere ayrılmıştır. Bunların başında bölgeye özgü düz yaygılar, kilimler, Van’a özgü gümüş kemerler, bilezikler, tepelikler, gerdanlıklar, küpeler, tütün tabakaları, tespih ve ağızlıklar sergilenmiştir. Ayrıca değişik tarihlere ait yazma Kuran’lar, çeşitli hat örnekleri bunları tamamlamaktadır. Bu bölümde ayrı bir köşede düzenlenmiş olan Şark Köşesi de Van yaşantısına ışık tutmaktadır. Van’ın kurtuluşunun yıldönümü nedeniyle 2 Nisan 1990’da “Ermeni Katliamı Seksiyonu” müzenin etnoğrafik eserler salonunun girişinde düzenlenmiştir. Bu bölümde Rusların 1915 yılında Ermeni çeteleri desteği ile Van’ı işgal etmeleri ve burada yaptıkları katliamı gözler önüne sermektedir. Müzenin bu bölümünde Van’ın Erciş ilçesi Çavuşoğlu Samanlığı’nda yapılan katliamda şehit edilen Türklerin iskeletleri ile Zeve Köyü’nde gerçekleştirilen ve yaklaşık 2.500 Türk’ün şehit edilişini anlatan belge, kitap ve fotoğraflar ayrı bir vitrin içerisinde sergilenmiştir. Müzenin bahçesi büyük boyutlu taş eserlere ayrılmıştır. Burada Urartu dönemine ait zafer stelleri, Tanrı Teişeba kabartması, Akkoyunlu ve Karakoyunlu dönemlerine ait koç ve koyun mezar taşları, Selçuklu dönemi mezar taşları, mimari parçalar, lahitler, sütunlar ve sütun başlıkları sergilenmektedir. Günümüzde Van Müzesi Urartu devletine başkentlik yaptığından ötürü zengin Urartu eserlerinin bir araya getirildiği bir müzedir. Bu nedenle de dünyanın en büyük Urartu müzesi konumundadır.
  12. _asi_

    Van Kedisi

    VAN KEDİSİ Türkiye’de kedilerden bahsederken ilk akla gelen türlerin başında gelir Van kedisi: Cana yakınlığı, beyaz, ipeksi kürkü, aslan yürüyüşü, tilki kuyruğuna benzeyen uzun ve kabarık kuyruğu, değişik göz renkleri ve suya olan düşkünlüğü ile. Van Kedisi, dünya üzerinde melezleşmeyen, saflığını koruyabilmiş canlıların başında gelir. Bu özelliği onu, hem kedi dünyasının hem de diğer canlıların yıldızı haline getirir. Anadolu’ya tam olarak ne zaman ve nasıl geldiği bilinmeyen Van kedileri, diğer canlılarda olduğu gibi bulunduğu bölgenin şartlarına ayak uydurdular. Türkiye’nin en yüksek dağlarının bulunduğu Doğu Anadolu bölgesindeki yüksek sıcaklık farklarına kürkleri sayesinde kolayca ayak uydurabilir Van kedileri. Yılda en az 6 ay karlarla kaplı bu bölgede uzun tüyleriyle kar ve soğuktan korunurken, yazın birden ısınan hava nedeniyle tüylerini dökerek Van Gölü’nün ılıman iklimine uyum sağlarlar. Ancak yaygın olan yanlış bir inanış vardır ki, o da bu kalın kürkü nedeniyle Van kedilerinin üşümediğidir. Halbuki, kediler, kürkleri kalın olmasına rağmen soğuktan etkilenir ve üşürler. Van kedilerinin diğer kedilerden ayrılan ilginç bir özelliği vardır. Bu kediler suyu çok severler ve yüzerler. Eğer suya doğru gidiyorsa, bu zorunluluktan değil, sadece zevktendir. Özellikle ılık ve sığ sularda yüzmeyi seven Van kedileri, evlerde musluktan damlayan sulara pati atar ya da banyoda size eşlik eder. Özellikleri Van kedilerinin özelliklerinden biri tüylerindeki iki renkliliktir. Hatta bu iki renklilik karakteristik bir özellik olarak bilinir. Bu farklı renkler kulaklarının çevresinde ve kuyruğunda olmak üzere vücudunun iki farklı bölgesinde bulunur. Çok nadir olarak da vücudunda görülebilir. Van Kedisi'nin postu kalın, tüyleri normal uzunluktadır. Yazın diğer kediler gibi tüy değişimi yaşar ve o dönemde tüyleri azalır. Kışın yeniden eski rengini ve beyaz bir kar topu halini alır. Bu uzun kuyruklarına sahip olmakta bazen zorlanabilirler; öyle ki, başlarını kollarının üzerine koyup, kuyruklarını altlarına alırlar. Van kedileri, diğer türlere oranla biraz daha iricedir. Erkeklerde vücut ağırlığı ortalama 3,5kg, iken dişilerde 2.8kg. olur. Vücutları uzun ve kaslı bir yapıda ve kemikleri iridir. Kocaman, geniş pembe kulaklara sahip Van kedisi. Kulaklarda dibe doğru bir yuvarlaklık göze çarpar. Bazen yavruların iki kulağı arasında bir-iki siyah benek görülebilir. Van kedilerinde sağırlığın yaygın olduğu sanılsa da bu Ankara kedisinin bir özelliğidir. Van kedileri, tek göz ve mavi gözlü kedilerde ancak %2-3 civarında sağırlık vardır. Van kedileri gözleri ve tüyleri nedeniyle Ankara kedisi ile sıkça karıştırılır. Van kedilerinin gözleri her ikisi mavi, her ikisi kehribar veya bir gözü mavi diğer gözü kehribar renkte olmak üzere üç çeşit olabilir. Mavi renk, daima turkuvaz mavisi özelliğinde olurken, kehribar rengi farklı tonlarda görülebilir. Mavi gözlü kedilerde, mavi gözlü kısa, kadife kürklü ve mavi gözlü-uzun ipek kürklü kediler diye ayrılır Van kedilerinde, yeni doğan yavruların gözleri grimsi renktedir. Yavru kedinin doğumundan 25 gün sonra göz renkleri farklılaşmaya başlar ve 40 gün sonra da göz renkleri netleşir. Van kedileri, her yıl Şubat, Mart ya da Haziran aylarından birinde kızgınlık periyoduna girerler. Bu periyot yaklaşık 10 gün sürer. Kızgınlık döneminde gebe kalırlarsa genellikle o yıl içinde bir daha kızgınlık göstermezler. Gebelik süresi 62 gündür. Gebeliğin birinci ayından sonra karın şişmeye başlar ve bu dönemden itibaren karnını kimseye dokundurtmaz. Van kedisi de diğer kedilerde olduğu gibi gözlerden uzakta doğurmayı sevdiğinden, birinci ayın sonundan itibaren ıssız ve karanlık yer aramaya başlar. Van kedisi bir batında dört yavru doğurur. Van kedisi yavrularında genellikle iki kulak arasında bir - iki siyah nokta olduğu görülür. İki siyah nokta taşıyan yavruların çoğu tek renk gözlü olur. Ve bu siyah noktalar, adeta tek-göz kedilerin mührüdür. Ancak baştaki bu siyah noktalar doğumdan sonra bir iki ay içinde kaybolur. Ve bazen sayıları 8-30 arasında değişen miktarda siyah kıllar olarak kalır. Kediler bir sahipten çok bir mekanı benimserler. Kendi hakimiyetlerini kurdukları alanlarda yabancı bir kedinin barınmasına çoğu zaman imkansızdır. Kedilerin mekan değiştirmekteki inatçılığı, Van kedilerinde fazla görülmez. Kediler, yeni yerlerine alışamıyor veya beğenmiyorsa eski evine dönmeye çalışırlar. Hatta kendi evine dönmeye çalışırken kilometrelerce yol kat etmiş kedileri duymuşsunuzdur. Van kedilerinin farkı, bu yeni yaşama alanlarına 20-30 gün içinde adapte olabilmeleridir. Van kedisi, sevilmekten çok hoşlanır ve kendisine gösterilen sevgiye aynı şekilde karşılık verir. Sevgi istekleri özellikle gebelik döneminde daha artar. Kendisini sevenlerin kucağına çıkıp, okşayan elleri önce hafifçe ısırır sonra yalayarak sevgi gösterisinde bulunur ve mırıldanır. Yemeği verildiğinde yemeden önce minnet göstermek için bacaklara sürünme huyu vardır. Tuvalet ihtiyacını duyduğunda da, kapının önüne giderek miyavlayarak kapının açılmasını ister, eğer kapıyı açan yoksa bunu kendi başına halletmeye karar verir ve kapı koluna uzanıp çekerek kapıyı açar. Van kedileri kendi aralarında ve insanlarla haberleşmek için bir takım sesler çıkarırlar. Çıkarılan bu sesler onların hissi durumları ile ilgilidir. Kedilerin miyavlamaları isteklerine göre çeşitlilik gösterir. Bu miyavlamanın bir kısmı insanlarla olan ilişkileri, bir kısmı yavrularıyla veya erişkinlerde seksüel aktivite ilgili haberleşme şeklidir. İhtiyaçlarına göre çıkardıkları seslerin yüksekliği ve frekansları değişir. Van kedisi sabahleyin sahibiyle karşılaşmasında yüksek sesle miyavlayarak sevincini gösterir. Acıktığında mutfak kapısına doğru giderek, acıktığını belirtecek şekilde miyavlar. Safkan Van kedisi Dünyada sadece Ankara Hayvanat Bahçesi'nde türetilmektedir.[kaynak belirtilmeli] Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde de "Van Kedisi Araştırma ve Uygulama Merkezi" bulunmaktadır
  13. _asi_

    Van Gölü Bilgiler

    VAN GÖLÜ Sularını çevre denizlere gönderemeyen Van Gölü Kapalı Havzası, 16096 km2 'lik alanıyla İç Anadolu Kapalı Havzası'ndan sonra Türkiye'nin 2. büyük içe akışlı havzasıdır. Bu sahanın 12500 km2,sini, sularını topladığı akarsuların kabul havzaları oluştururken, 3790 km2,sini de bizzat gölün kendisi işgal eder. Alansal genişlik bakamından Türkiye'nin en büyüğü olan Van Gölü, dünyadaki kapalı göller içerisinde 13. sırada yer alır. Buna karşılık derinliğinin fazla olması yüzünden 607 km3'lük toplam su hacmiyle Hazar Denizi, Aral ve Issık Kul Göllerinden sonra kapalı göller içinde 4. sırada gelir. Sularının tuz içeriğinde sodanın görece fazla olmasından hareketle sodalı olarak değerlendirilen Van Gölü, aynı zamanda dünyanın en büyük sodalı gölüdür. Gölün, güneybatıdaki Tatvan koyu ile kuzeydoğudaki Bend-i Mahi Irmağı ağzı arasındaki uzunluğu 128 km, Gevaş kıyıları ile Arin Gölü yakınındaki kuzey kıyılan arasındaki genişliği 54 km. , Tatvan ve Van iskeleleri arasındaki doğu-batı uzunluğu ise 89 km. dir. Göl yüzeyinin deniz seviyesinden yükseltisi, son seviye yükselmelerinden sonra 1650 m.ye yaklaşmaktadır. En derin yerinde derinliği 451 m.yi bulan gölün doğu ve kuzeydoğu kısımları nispeten sığdır. Çarpanak Adası ile Arin Gölü yakınındaki kuzey kıyı arasına çekilecek bir hattın kuzeydoğusunda kalan Erciş körfezi ile yine Çarpanak Adası ile Edremit Sırtının batı ucu arasındaki Van Koyu'nda derinlikler 100 m.nin altında iken bu sahalardan batı ve güneybatıya doğru gidildikçe derinlikler artar. Nihayet Adilcevaz ve Ahlat açıklan ile Reşadiye ve Deveboynu Yarımadası arasında kabaca dairesel bir şekil arz eden ve Tatvan Baseni olarak adlandırılan alanda derinlikler 400 m.'nin üzerine çıkar. Maksimum derinlik, bu basenin kuzey kenarında, Adilcevaz'ın 18 km. kadar güneybatısındaki bir sahada 451 rn. olarak ölçülmüştür. Üçüncü jeolojik zaman sonu ve dördüncü zaman başına doğru aşındırılarak bir yontuk düz (pe­noplan) haline getirilen Van Gölü çevresi, deniz seviyesine yakın bir yükseltide bulunuyor ve yer yer dışa akışı olan tatlı su gölleri tarafından işgal ediliyordu. Fakat dördüncü zamanın ilk devresi (Pleistosen) esnasında meydana gelen epirojenik hareketler sonucuna bölge bütünüyle yükselirken Van Gölü'nün bulunduğu saha çökerek (gerçekte daha az yükselerek) bugünkü Muş ovasıyla birlikte doğu-batı uzanışlı uzun bir depresyon oluşturrnuşlardır. Tabanı sularla kaplı bir göl durumunda olan bu depresyon, zamanla Murat Nehri tarafından açılarak boşaltılmıştır. Daha sonra Nemrut Volkanı'nın püskürmeleri sonucunda oluşan Rahla lav seddi ile birleşik Van-Muş Depresyonu birbirinden ayılmış ve bu volkanik seddin gerisinde suların birikmesiyle Van Gölü oluşmuştur. Ancak başlangıçta Van Gölü'nün suları Bitlis Çayı vasıtasıyla Dicle'ye akarken, Nemrud'un devam eden püskürmeleriyle oluşan lavların Bitlis Vadisini doldurmasıyla bu akış sona ermiş ve Van Gölü kapalı havzaya dönüşmüştür. Oluşumundan sonra Van Gölü, buzul devirleri sırasında soğuk ve nemli iklim koşulları altında önemli seviye ve hacim değişikliklerine uğramıştır. Halen göl çevresinde bugünkü seviyenin(1650 m.ye yakın) üzerinde 12, 30, 55 ve 70 rn. yükseltilerde 4 farklı göl sekisi (taraçası) mevcuttur. Göl seviyesinin bugünküne göre yüksek olduğu devrede göl içerisinde istiflenmiş erezyon mateıyalinden başka bir şey olmayan göl sekilerinin en yüksekte yer alanı 1720 m.'de bulunmakta ve yaşı 18 bin yıl olarak saptanmaktadır. Buna göre gölün en yüksek olduğu devredeki seviyesinin 1720 m.'ye kadar yükselmiş olduğu anlaşılmaktadır. Diger taraftan ne bu seviye değişmeleri, ne de Dicle'nin kollarının şiddetli geriye aşındırması, jeolojik geçmişteki en uygun iklim şartları altında bile bir orografik endoreizm (morfolojik yapıya bağlı kapalılık) sahası olan bu havzayı dış drenaja bağlayamamıştır. Daha sonra göl seviyesi buzul devrinin son bulmasıyla kademeli olarak alçalmış ve günümüzdeki seviyesine erişmiştir. Ancak Van Gölü'nün tarihi devirler içerisinde devamlı bir yükselme eğilimi içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Tabanını Türkiye-İran sınırının oluşturduğu bir dik üçgeni andıran havzasının batı köşesine yerleşmiş olduğu için Van Gölü 'nün batı, kuzeybatı ve özellikle güneyinde, büyük akarsular oluşamamıştır. Buna karşılık gölü besleyen ılıca (Zilan). Deliçay , Bend-i Mahi, Karasu ve Güzelsu (Hoşab) gibi nispeten büyük akarsular hep doğu bölümünden kaynaklanırlar. Bu akarsular içerisinde en fazla su taşıyanı, yıllık toplam 328 milyon m3'lük akımıyla Bend-i Ma­hi çayıdır. Bunu, yakın değerleriyle Ilıca çayı izler. Diğer üç akarsu ise 150 milyon m3 civarında su taşırlar. Akarsuların akımları, yağışların kar şeklinde düşmesi ve sıcaklıkların sıfırın altında seyretmesi nedeniyle eriyerek göle ulaşamamaları yüzünden kış boyunca düşüktür. İlkbaharla birlikte artan yağışlar ve kar erimeleri nedeniyle akarsuların akımları yükselir ve Nisan-Mayıs aylarında en yüksek değerine ulaşır. Akımlardaki yükseklik, gittikçe azalmakla birlikte Temmuz ayına kadar devam eder. Yaz sonu ve sonbahar ayları boyunca bir yandan yağışların iyice azalması, diğer taraftan kar erimelerinin de tamamlanması nedeniyle akımlar düşük kalır ve bu durum kış ayları boyunca da devam eder. Kendisini besleyen tüm bu akarsulara karşın bir gidegene sahip olmayan Van Gölü!nün su bilançosunun gelirlerini, bizzat göl yüzeyine düşen yağışlarla, su toplama havzasına düşen yagışlar sonucu oluşan akarsu boşalımı ve göl yüzeyi altından göle karışan kaynaklar oluşturur. Giderlerini ise göl yüzeyinden olan buharlaşma teşkil eder. Böylece gölün bilançosunu oluşturan iklimsel belirleyicilerin hiçbir zaman durağan olmaması yüzünden sürekli değişiklik göstermektedir. Zamansal boyut dikkate alındığında Van Gölü'nde üç tür seviye değişmesinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunlar; mevsimsel seviye değişmeleri, yıllar arasında görülen seviye değişmeleri ve uzun yıllık seviye değişmeleri olarak belirtilebilir. Mevsimsel seviye değişmeleri, bütünüyle yağış ve sıcaklığın yıl içerisindeki gidişinin kontrolünde gelişmektedir. Kış ayları boyunca yağışların büyük ölçüde kar şeklinde düşmesi ve hemen akışa geçerek göle ulaşamaması nedeniyle göl seviyesi fazla değişmez. Bahar ayları ve yaz başları da, bir yandan yıllık yağışların büyük bir kısmının bu aylarda düşmesi, diğer taraftan artan sıcaklıkla birlikte kar erimelerinin de buna katılmasıyla göl seviyesi hızla yükselmekte ve haziran ayı ortalarında yıllık en yüksek seviyeye erişilmektedir. Yaz ayları boy'unca yağışların iyice azalması, diğer yandan artan sıcaklıkla birlikte buharlaşmanın da şiddetlenmesi, göl seviyesinin bütün yaz ve sonbahar aylarında savaş fakat sürekli olarak düşmesine yol açmaktadır. Böylece yılın en düşük seviyesi ekim-kasım ay'larında görülmektedir. Mevsimsel seviye değişmelerinin genişliği, uzun yıllık ortalamalara göre yılda 50 cm. kadardır. Yani göl seviyesi kış aylarından yaz başına kadar 50 cm. yükselmekte, yaz başından sonbahar sonuna kadar da yine 50 cm. düşmektedir. Yıllar arasında görülen seviye değişmeleri ise, diğer bazı önemsiz etkenler yanında buharlaşma ve özellikle yağışların kontrolündedir. Yağışlar ile seviye değişmeleri arasında tam bir paralellik gözlenmiştir. Göl seviyesi 3-5 yıllık periyotlar boyunca bazan yükselmiş, bazan değişmemiş veya çok hafif de olsa alçalmıştır. Örneğin 1955-59 yılları arasında yükselmiş, 1960-66 )yılları arasında alçalmış, 1967 yılından 1974 yılına kadar yeniden yükselmiş, 1975'ten 1986 yılına kadar ise yeniden düşmüştür. 1987 yılından itibaren tekrar yükselmeye başlayan göl seviyesi, 1990-91 yıllarında hafif bir düşme egilimi göstermişse de yükselme 1995 yılına kadar sürmüştür. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere göl seviyesi 3-5 yıllık periyotlar halinde zaman zaman yükselip alçalmakta ancak. uzun yıllar dikkate alındığında yavaş fakat sürekli yükselmektedir. Zira bir düşük periyod daha önceki düşük periyodun üzerinde gerçekleşmekte veya bir yüksek dönem daha önceki yüksek dönemden daha yüksek olmaktadır. Böylece gerek 1943 yılından beri yapılmakta olan günlük seviye ölçümlerinden, gerekse jeomorfolojik ve tarihi bulgulardan hareketle gölün, bazı yıllar alçalıp diğer bazı yıllarda yükselmekle birlikte, uzun vadede sürekli olarak yükseldiği ortaya çıkmaktadır. Örnegin Çarpanak Adası, 1900.1ü yılların başında şimdiki gibi bir ada olmayıp, Çarpanak Yarımadasının bir parçası iken, zamanla göl seviyesinin yükselmesi sonucu, yarımadanın alçak olan orta bölümü sular altında kalmış ve yüksek olan uç kısmı ada halini almıştır. Eski Erciş'in bulunduğu kısım 1943 yılında meydana gelen bir yükselmeyle sular altında kalmış ve şehir şimdiki yerine taşınmıştır. Aynı şekilde Tatvan'ın çarşısının bulunduğu Kumpalas mahallesi 1968-69 yükselmesinde sular altında kalmıştır. Sonuç olarak uzun vadede göl seviyesi, bir yandan göle dökülen akarsuların taşıdığı erozyon materyali, diğer taraftan kıyıların büyük bir kısmını teşkil eden aşınmaya karşı dirençsiz eski göl depolarının dalga erezyonuyla aşındırılarak gölü doldurması sonucu sürekli olarak yükselmektedir. Başka bir deyişle göl, tedricen sürekli siltasyona uğrayarak dolmakta ve seviyesi yükselmektedir. Bunun hızı ise uzun yıllık ortalamalara göre yılda 4-5 cm. kadardır. Van Gölünün bir gideğeni bulunmadığından sular ancak buharlaşma yoluyla kaybedilmekte ve bu olay da tuz birikmesine sebep olmaktadır. Zira kapalı bir gölde tuzluluk oranı zamanla orantılı olarak artmaktadır. Tuzlulugu %21. 6 olan Van Gölü 'nün suyunda en fazla bulunan tuzlar sırsıyla: N aCl (%38.2) , Na2CO3 (%25.4) , Na2S04 (% ı 6.1 ) , NaH­co3 (%14.0), KCL (%4.5), MgCO3(%1.5), CaCO3 (%0.008) , LiC1(%0.04) , SrCO3 (%0.005) , Ca3 (PO4)2 (%0.003) dür .Görüldüğü gibi suyun bileşiminde sodyum klorür oranı en fazla olmakla birlikte sodyum karbonat oranı da yüksektir. Van Gölü suyunda çözülmüş karbonat türleri, deniz suyuna oranla 100 kat daha fazla bulunur. Bunun başlıca nedeni dışa akışı olmaması yanında özellikle volkanik CO2 aktivitesidir. Bünyesinde başlıca anyon olarak bikarbonat bulunan çok sayıda kaynağın varlığı, Van Gölü ve çevresinin volkanizmadan sonra da hidrotermal olarak aktif olduğunu gösterir. Van gölünü besleyen birçok akarsu kaynağını volkanik araziden almakta veya volkanik araziden geçmektedir. Göle dökülen bü­tün akarsularda en önemli katyon sodyumdur. Bu sodyum katyonu bikarbonatla dengelenerek Van Gölü 'nü sodalı bir göl durumuna getirmiştir . Termik özellikleri yönünden Van Gölü ılıman bölge gölleri gurubuna dahildir. Yazın 25 m. derinliğe kadar sular ısınır ve sıcaklık 20c'i biraz geçer. 25 c derinlikten itibaren 5°'nin altına düşer. 50 rn. derinlikten göl tabanına kadar sıcaklık 4 o civarındadır ve yaz kış sabit kalır. Kışın yüzey sularının sıcaklığı 0° , nin altına düşer. Hatta bazı yıllar sığ kesimler donar. Böylece bu mevsimde dikey yönde bir sıcaklık terselmesi oldugu anlaşılmaktadır. Van Gölü suyunun sodalı oluşu organik hayatı büyük ölçüde sınırlandırmıştır. Sodalı suya kısmen uyum sağlamış olan inci kefali (Albumus Tarikhi) balığı bir tarafa bırakılacak olursa Van Gölü'nde diğer balık türleri yaşamaz. İçme ve sulama suyu olarak kullanıma uygun olmayan Van Gölü, ulaşım, su sporları, rekreasyon ve turistik yönden büyük bir po­tansiyele sahip bulunmasına ragmen, bu potansiyel bugün çok düşük bir düzeyde değerlendirilebilmektedir.
  14. _asi_

    Van Gölü

    Van Gölü 60 bin yıl önce Nemrut Volkanı’nın patlaması ile Muş Ovası’nı da içine alan büyük su kütlesinin özü Tatvan’da kapanmıştır. Böylece 4.zamanda, Nemrut Dağı Volkanı'ndan çıkan lavlar, bir set oluşturarak Van Gölü çanağının Muş Ovası ile bağlantısını kesmiştir. Çanakta toplanan suların dışa akışı kesildiği için zamanla Van Gölü bugünkü şeklini almıştır. Van Gölü' nün kuzey ve batısı tümüyle volkanik dağlarla çevrilidir. Güney çevresi yüksek dağlar, kristalin şitler ve paleozoik arazilerle, doğusunda ise neojen tekneleri ve alüvyonlarla örtülü küçük ovalarla çevrilidir. Çok sayıda koy ve burunlar vardır. Kuzey kıyılarında çok güzel ve geniş kumsallara rastlamak mümkündür. Van Gölü, ana yatak ve ona kuzeydoğuda geniş bir geçitle bağlanmış olan büyük bir körfezden oluşur. Ana yatağın en geniş yeri olan Van-Tatvan arası 125 km'dir. Gölün yüzölçümü 3.712 km2 dir. En derin yeri 451 m olan gölün ortalama derinliği 171m ve denizden yüksekliği 1650 m'dir. Van Gölü' nde büyük boyutlu toplam 4 ada vardır. Bunlar: Akdamar, Çarpanak, Adir ve Kuş Adası’dır. Akdamar Adası Van Gölü' ndeki en büyük ada olup, uzunluğu 1.5 km ve genişliği 500 m’dir. Göl içinde, adalara ulaşımı sağlayan tekneler ve Van-Tatvan arasında sefer yapan feribotlar çalışır. Van Gölü, büyüleyici güzelliği, iskeleleri, koyları, yarımadaları ve körfezleri ile tam bir deniz görümündedir. Bu nedenle çevre halkı, Van Gölü' ne "Deniz" ismini sıkça kullanır. Van Gölü’nün suyu tuzlu ve sodalıdır. Van sazlığında kuluçkaya yatan yaz ördeği, gölün batısındaki yarımadada üreyen toy, adalarda kuluçkaya yatan Van Gölü martısı ile Van Gölü'ne özgü bir balık türü olan ve planktonlarla beslenen inci kefali (Chalcalburnus tarichi), Van Gölü'nün başlıca doğal özellikleridir. Mayıs ve Haziran aylarında yaklaşık 15.000 ton avlanan inci kefali lezzeti ve ekonomik değeri yönünden önemli bir besin kaynağıdır. Gölün sularının sodalı oluşu inci kefali dışında başka balıkların burada yaşamasına olanak vermemektedir.
  15. _asi_

    Van Muradiye Şelalesi

    Muradiye Şelalesi Van ili Muradiye ilçesine 10 km. uzaklıkta Bend-i Mahi Çayı üzerindeki bu şelale derin bir vadi içerisinden, 10–20 m. yukarıdan aşağıya dökülmektedir. Çevresinden mesire yeri olarak yararlanılmaktadır. Buradaki asma köprüsü ile de ün yapmıştır.
  16. _asi_

    Van Akdamar Adası

    Akdamar Adası (Akdamar Adası,Van Gölü ve Artos Dağı) Akdamar Adası (Ahtamar, Ağtamar, Akhtamar biçimlerinde de yazılır) (Ermenice: Աղթամար), Türkiye'nin Van ve Bitlis illeri arasında bulunan Van Gölü'nün içinde yer alan en büyük adadır. Van'ın Gevaş ilçesi sınırları içerisinde yer alan adada Ermeniler´den kalma bir kilise bulunur. Yüzölçümü 70,000 metrekare olan adanın toplam kıyı uzunluğu 3 kilometreyi bulmaktadır. En yüksek noktası deniz seviyesinden 1912 metre yüksekte bulunan adanın batı uçlarında yüksekliği 8 metreye ulaşan dik kayalıklar vardır. Akdamar Efsanesi "Çok eski yıllarda Akdamar’da yaşayan keşiler badem ağaçlarıyla dolu adaya kimsenin çıkmasına izin vermezlermiş. Ama Ada da bir güzel kız varmış ki dillere destanmış. Adı Tamara.. Çevre köylerden bir delikanlı bu kıza sevdalıymış. İki genç her gece Başkeşişten gizli buluşur gece ilerleyince Tamara bir fener yakıp işaret verir delikanlı ışığa doğru kulaç sallarmış. Böylece sürüp giderken, durumu öğrenen Başkeşişin kızı biraz da kıskançlıktan olacak, babasına arkadaşının sırrını ihbar etmiş. O gece de sıkı bir fırtına çıkmış, Tamara gölü tehlikeli gördüğünden feneri yakmamış. Başkeşiş de fırsatı yakalamış. Bir fener yakıp kıyıya çıkmış. Delikanlı feneri görünce fırtınaya aldırmayıp atlamış suya. Genç fenere doğru kulaç atarken keşiş feneri adanın etrafında dolaştırırmış. Bütün gece dolaşıp durmuş gölde. Ama gücü, dermanı kalmamış, dalgalarla başedemez olmuş, sular onu dibe çekerken bağırmış: Ah, Tamara!... Tamara çığlığı duyup koşmuş ki, sevdiği yitip gitmiş dalgalar arasında. Başkeşişin oyununu anlamış ve o da kaldırıp atmış kendini sulara. İki sevgilinin cansız bedenleri Van Gölü’nün çırpınan sularında bir birine kavuşmuş. İşte adaya o günden sonra Ah Tamara denilir olmuş, zamanla Akdamar’a dönüşmüş. Böyle bir efsane anlatılır." Van Gölü’ndeki Ahtamar Adasında bulunan kilise 900’lü yılların başında Kral Gagik tarafından yaptırılmıştır ve Ermeni taş işçiliğinin en seçkin örneklerindendir.
  17. _asi_

    Van Akdamar Kilisesi

    AKDAMAR KİLİSESİ Gevaş İlçesi’nin sınırları dahindeki Akdamar Adası'nda yer almaktadır. Adanın güneydoğusuna kurulmuş olan kilise, Kutsal Haç adına Vaspurakan Kralı I. Gagik tarafından 915-921 yılları arasında Keşiş Manuel'e yaptırılmıştır. Kilisenin kuzeydoğusundaki şapel 1296-1336 tarihlerinde; batısındaki jamaton 1763 tarihinde; güneyindeki çan kulesi 18. yüzyıl sonlarında ilave edilmiştir. Kuzeyindeki şapelin ise, tarihi bilinmemektedir. İlk yapıldığında saray kilisesi olan yapı, sonradan manastır kilisesine dönüştürülmüştür. 2007 yılında geçirmiş olduğu restorasyon sonucunda Anıt Müze olarak hizmete girmiştir. Kilise, mimarisi yanında dış cephelerindeki figürlü taş plastiği ile dikkat çekmektedir. Plan bakımından merkezi kubbeli, dört yapraklı yonca biçimli haç plana sahiptir. Orta mekan yüksek kasnaklı, içten kubbe, dıştan piramidal külahla örtülüdür. Kubbenin yüksek tutulması kilisedeki dikey etkiyi açıkça ortaya koy maktadır. Kiliseye batı ve güneyden birer kapı vasıtasıyla girilmektedir. Kilisenin çevresi daha sonraki dönemlerde ilave edilen yapılarla kuşatılmıştır. Kilisenin figürlü repertuarı oldukça zengindir. Bunun yanında İncil ve Tevrat'tan alınmış çeşitli sahneler bulunmaktadır. Yunus Peygamber’in denize atılması, Hz. Meryem ve kucağında İsa, Adem ile Havva'nın Cennet'ten kovulması, Hz. Davut ile Kral Goliat'ın mücadelesi, Samson Filistinli ikilisi, ateşte üç ibrani genci, Aslan ininde Daniel sahneleri bunların başlıcalarıdır. Batı cephede Kral Gagik'i kilise maketini sunarken gösteren bir sahne yer almaktadır. Dört yöndeki alınlıklarda İncil yazarları boydan tasvir edilmiştir. Bunlardan başka cephenin alt ve üst kesimlerinde, asma sarmaşığından oluşan kuşaklar dolanmaktadır. Bu kuşakların içlerinde çeşitli dünyevi sahneler işlenmiştir. Av sahneleri, çesitli hayvanlar, güreşçiler ve sarayla ilgili bir çok sahneye yer verilmiştir. Ayrıca doğu cephenin tam ortasında asma sarmaşığı bordürünün içerisinde Abbasi Halifesi Muktedir başı haleli, bağdaş kurmuş vaziyette bir elinde kadeh, diğer elinde üzüm tutar vaziyette, tasvir edilmiştir. Dini ve dünyevi sahnelerden başka, hayvan figürleri yönünden de bir çesitlilik göze çarpmaktadır. Aralarda serbest biçimde, asma sarmaşıkları içerisin¬de ve çatıların alt kesimlerinde bu zengin hayvan figürlerini görmek mümkündür. Manastır topluluğunun tarihi IX. yüzyıla kadar inmektedir. Daha sonra 1462'de yenilenen kilise, 1703'teki depremde zarar gördüğünden 1712-1720 tarihleri arasında tekrar onarım geçirmiştir. Kilise, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir alana oturmaktadır. Ortadaki merkezi kubbe, batıdan iki serbest ayak ve doğudan apsis duvarına dayanan dört yöndeki kemerlerle taşınmaktadır. Doğudaki ap¬sis beş köşeli olup, iki yanında hücreler bulunmaktadır. Batı taraftaki haç kolunu örten kubbe ise, kaburgalı olarak düzenlenmiştir. Merkezi kubbe dışa yüksek kasnaklı piramidal bir külah şeklinde yansımıştır. Batı ve kuzey cepheye açılmış iki kapı vasıtasıyla giriş sağlanmaktadır. Bunlardan batıdaki portal şeklinde bir düzenleme göstermektedir. Kesme taş malzeme kilisenin tamamında kullanılmıştır. Batı tarafına eklenen jamaton ise, kare planlı ve dokuz bölümlü olarak düzenlenmiştir. Bölümlerin üzeri aynalı çapraz tonozlarla örtülmüştür. Batı cephesindeki dışa taşıntılı girişin üzeri çan kulesi olarak tertip edilmiştir. Alttaki kapı mukarnas kavsaralarıdır. Bu kısımda da yer yer iki renkli düzgün kesme taş malzeme görülmektedir. Kilisenin içerisini de günümüzde büyük ölçüde bozulmuş olan freskler süslemektedir. Bu fresklerde genel olarak Hz. İsa ile ilgili konular işlenmiştir. Düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilen yapıda, dış cepheleri süsleyen mimari plastik, kiliseye etkin bir görünüm kazandırmaktadır. Abbasi yoluyla Orta Asya Türk sanatı etkilerini de üzerinde barındırması önemini arttırmaktadır.
  18. _asi_

    Van Hoşap Kalesi

    HOŞAP KALESİ Van'ın Gürpınar ilçesinde, Van-Hakkari karayolu üzerindeki Hoşap(Güzelsu)'da yer almaktadır. Hoşap, Van'a 60 km, Gürpınar ilçe merkezine ise 40 km uzaklıkta bulunmaktadır. Hoşap Suyu’nun kuzeybatısında sarp ve dik bir kaya kütlesi üzerine kurulan kale, iç kale ile bunun kuzeyindeki dış kaleden oluşmaktadır. Geçmişi itibariyle Urartu Devletine kadar uzanan kale, Osmanlı Devleti'ne tabi Mahmudi Beyleri'nin yaptırdığı şekliyle günümüze ulaşmıştır. İç ka¬le giriş kapısı üzerindeki kitabesine göre Mahmudi Süleyman Bey tarafından, H. 1052 (1643) tarihinde yaptırılmıştır. Dış kale surları arazinin yapısına göre şekillenmiş doğu, kuzey ve batıdan dolanan surlarla çevrelenmiştir. Doğu surları kısmen, batıdakiler ise büyük ölçüde yıkılmış durumdadır. Surları destekleyen burçlardan bazıları günümüze gelmiş, ayrıca doğu ve batıdaki kapıları tamamen yıkılmıştır. Dış kalenin ku¬zeydoğusunda bir gözetleme kulesi yer almaktadır. İçerisinde bugün bir cami kalıntısı ile köy evleri mevcuttur. İç kale, güneyden sarp, kuzeyden eğimli bir kütle üzerine kurulmuştur. Kuzey, doğu ve batıdan kale beden duvarları, burç, ve kulelerle tahkim edilmiş, kuzeydoğuya ikinci bir tahkimat yapılmıştır. Kaleye, kuzey tarafta, ortaya yakın bir yerde bulunan giriş burcuna açılmış bir kapı vasıtasıyla girilmektedir. Taç kapı şeklinde düzenlenmiş burcun batı cephesinde kitabe, kör pencere ve aslan kabartmaları belirli bir hareketlilik sağlamaktadır. Ayrıca orijinal demir kapı kanatları hala işlevini sürdürmektedir. İçerisinde Mahmudi Sarayı olarak nitelenen kompleks yapılar yer almaktadır. Bunlar kalenin güney tarafında sıralanmaktadır. En üst ve doğu kesimde seyir köşkü, bunun hemen batısında harem ve en batı uçta da selamlık yer almaktadır. Mescid, zindan, fırın ve sarnıç iç kalenin diğer yapılarıdır. XIX. yüzyıl ortalarında terkedilmiş olan kale, içerisindeki yapılarıyla günümüze büyük ölçüde sağlam olarak gelmiştir. Bu nedenle bölgenin dikkat çeken sembol yapılarından birisidir.
  19. _asi_

    Van Kalesi

    Van Kalesi Van il merkezine 5 km. uzaklıkta bulunan Van Kalesi Urartu Kralı I. Sarduri tarafından MÖ. 840–825 yılları arasında yaptırılmıştır. Kalede Urartular döneminden kalan Madır (Sardur) Burcu, Analı-Kız Açık Hava Mabedi, I.Argişti, Menua ve II.Sarduri’nin kaya mezarları, Bin Merdivenler, Ana Kaya’ya oyulmuş sur duvarlarının temelleri ve bunların üzerinde yükselen sur duvarları günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Urartu döneminden sonra Osmanlı dönemine kadar uzanan zaman süreci içerisinde Pers yazıtları dışında herhangi bir döneme tarihlendirilen bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır. Osmanlı dönemine ait sur duvarları, kale giriş kapısı, Yukarı Kale, Süleyman Han Camisi ile minaresi ve çeşitli yapılar da günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Urartuların merkezi olan Van’da kaya kütlesi üzerine kurulmuş olan bu kale günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Düz bir alanda yükselen kaya kütlesi üzerindeki bu kale uzun süre kendi haline bırakılmış, 1915 yılında siyasi nedenlerle tahrip edilmiştir. XX. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Prof.Dr.Taner Tarhan ve Prof.Dr.Veli Sevin bu kalede kazı çalışmalarına başlamış, Urartu-Osmanlı dönemi kalıntılarını ortaya çıkarmışlardır. Kale kesme ve moloz taştan yapılmış olup, düzgün bir planı bulunmamaktadır. Kalenin genişliği bazı yerlerde 20–120 m. arasında değişmektedir. Uzunluğu 1800 m.yi bulmaktadır. Ovadan yüksekliği de yaklaşık 100 m.dir. Kale iç içe dört ayrı surdan meydana gelmiştir. Bunlardan I.Sarduri’nin kesme taştan yaptırdığı burç 51 m. uzunluğunda, 26 m. genişliğindedir. Burcun güney yüzünde yapımı ile ilgili bir kitabe bulunmaktadır. Ayrıca I.Argistis’in mezarı olduğu sanılan bölümde de uzun bir yazıt bulunmaktadır. Kaynaklarda Horhor Kroniği olarak tanımlanan bu anıtsal kaya kitabesinde I.Argistis’in döneminde yapılan işler anlatılmıştır. Kalenin güneybatısında ise değişik yüksekliklerde iki platform bulunmaktadır. Buradaki dikdörtgen bir girişten sonra yine dikdörtgen planlı 4.10x7.00 m. ölçüsünde ikinci bir odaya geçilmektedir. Üzeri düz bir tavanla örtülmüş olan bu bölümün üç duvarı içerisine derin nişler içerisinde 78 oyuk açılmıştır. Bu görünümü ile bu mezar anıtı kuzeybatı İran’daki karnıyarık mezar anıtının bir benzeridir. Bu bölümün içerisindeki oyuklarda ölü külleri bulunmaktadır.
  20. _asi_

    Van Evleri

    Van Evleri XIX. yüzyıl ortaları ile XX.yüzyıl başlarında, Van bölgesini gezen seyyah ve araştırmacıların yaptıkları çalışmalardan görüldüğü gibi eski Van, her türden mimari örneklerle doludur. Bölge sivil mimarisinde evlerin önemli bir yeri vardır. Yerleşim alanının sınırlı olmasından dolayıdır ki evlerin tamamı bitişik nizamda olup,genellikle iki,nadiren tek katlı olarak yapılmıştır. Halk XIX.yüzyılın son çeyreğinden itibaren, nufusun artması, yerleşim alanlarının sınırlı olması ve müslim-gayrimüslim halk arasındaki çeşitli problemlerden dolayı, günümüz Van şehrinde Topçuoğlu, Norşin, Bahçıvan v.b. mahallelerine gruplar halinde yerleşmişlerdir. 1915-1918 yılları arasında Ruslar ve Ermeniler tarafından işgal edilen bölgeden 1918 yılında işgalci kuvvetler çekilirken eski ve yeni şehirde bulunan tüm yapıları yakıp yıkmışlardır.Yeni Van şehrindeki evlerin çoğu yeniden onarılarak günümüze kadar ulaşmasına rağmen,eski şehir içindeki evlerin yıkıntıları bile mevcut değildir. EVLERİN GENEL MİMARİ ÖZELLİKLERİ Günümüz Van şehrinde,tarihi Van evlerinin özelliklerini yansıtan yirmiye yakın ev vardır.Bunların büyük bir bölümü kullanılamaz durumdadır.Kalan birkaç evde günümüz şartlarına uydurularak kullanılmaya devam edilmektedir.Yeni Van şehrinde yapılan evlerin tamamı arazi genişliğinden dolayı ayrık nizamda ve bahçeli olarak inşa edilmişlerdir. Her evin vazgeçilmez unsuru olan tandır evi , bazen eve bitişik bazen de ayrı yapılırken,ahır evlerde ayrı,bahçe içinde yer almaktadır. Tamamiyle sokağa açık evlerin alt kat sofasına çift kanatlı , ahşap bir kapı ile girilmektedir. Sofanın yanlarında oturma odaları yer almaktadır. Sofanın baş tarafında bulunan bir kapı ile servis birimlerine geçilmektedir. Servis bölümünde bulunan bir kapı da bahçeye ve avluya açılmaktadır. Avlu kapısının iç tarafında, merdiven altında veya tandırevinin uygun bir yerinde kışlık yiyecekler gömülerek bekletilmektedir. Genelde tek katlı olan servis üniteleri kiler,hela,mutfak,ocak ,tandırevleri ve duş alma yerleri olan “çal” dan oluşmaktadır. Üst kata, alt kattaki sofanın sağında bulunan, tek kollu ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır. Üst katın ortasında sokak yönünde ahşap konsollu, yörede “köşk” adı verilen çıkmalı sofa vardır. Bu katta da sofanın her iki yanında misafir odaları yer almaktadır. Duvar kalınlıkları alt katlarda 60-70 cm, üst katlarda 40-50 cm’dir. Evlerde bölgenin iklim özelliğinden dolayı tamamen mazgal pencere kullanılmıştır. İç duvarlar çamur,sıva veya yağlı kireçle sıvanıp, badana ile boyanırken, taban kaplaması olarak da alt kat sofa ve servis bölümlerinde Sal taşı, tandırevinde sıkışmış toprak , odalarda ise ahşap kullanılmıştır.Isınma odalarda soba, servis birimlerinde tandır ve ocakla sağlanır. Evlerde haremlik-selamlık anlayışı , mekansal olarak değil , kurumsal olarak vardır.Bu özelliği ile geleneksel Türk ev mimarisinden farklılık arzeder. Bu durum , Türkler’in Ermeni kültüründen etkilenmesi ile açıklanabilir. MALZEME Eski Van evlerinde kullanılan malzeme , tabi bir malzeme olan kerpicin yanında ahşap,taş,toprak ve tuğladır. Kerpiç yapımı sıva ve düzdam döşemesinde kullanılan toprak , Van’ın 18 km. kuzeyindeki Bardakçı Köyü’nden getirilmektedir. Evlerin kapı,pencere,dolap,tavan ve taban döşemelerinde, yörede bolca bulunan kavak ağacı kullanılır. Yapının emelinden subasman seviyesine kadar olan kısmı düzgün kesme taştan örülür. ÖRTÜ SİSTEMİ Anadolu’nun pek çok yöresinde olduğu gibi Van evlerinde de üst örtü sistemi düz damdır. Tavanlarda 40-50 cm. aralıklarla yerleştirilen döşeme kirişlerinin üzerinde , yaklaşık 3-4 cm. kalınlığında mertekler vardır. Merteklerin üzeri kamışlarla , kamışlar da 25-30 cm. kalınlığında gevrek toprakla örtülür. Bu toprağın üzeri ortalama 10 cm. kalınlığında çamur sıva ile, yaklaşık %15 eğim verilerek sıvanır. Eğim yönü genelde bahçe ve sokak tarafına konulan çörtenlere (şoratan) doğrudur. Damlarda kullanılan sıva çamurun çatlamaması, su sızmalarını engellemesi ve üzerinde bitki yeşermemesi için tuz ilave edilerek bir hafta dinlendirildikten sonra kullanılır. Kışın yağan karların kısa sürede dam üzerinden atılmasında ahşaptan yapılmış sir kürekten faydalanılır. İki katlı evlerin arka taraflarında tandırevi varsa portatif bir merdivenle dama çıkılır. Tandırevi toksa bina üzerine yapılan özel kısma konulan portatif ahşap merdivenle dama çıkılır. Damın temizlenmesinde kullanılan kar küreği,süpürge,luğ taşı vs. burada bulundurulur. Ayrıca damda 50 cm. yüksekliğinde kerpiçten yapılmış bacalar vardır. CEPHE DÜZENİ Geleneksel Van evlerinin cephesi, eski Van şehrindeki evlere has cephe özelliklerini taşır. İki katlı evlerin giriş kapısının üzerinde, sofanın ortasında, iki ahşap kirişle uzatılmış, yörede “köşk” adı verilen konsollar oldukça yaygındır. Sokak yönünde yapılan bu köşklerle sofalar genişletilmiş, ilave olarak ta yanlardan aydınlatma artırılmıştır. Tamamen ahşaptan yapılan köşklerin genişliği sofanın genişliğinde, konsol uzunluğu ortalama 110 cm. dir. Köşkün ön ve yanlarında bulunan pencereler düşey sürgülü olup, bu pencereler yarıya kadar demir parmaklıklarla zenginleştirilmiştir. Bazı evlerin damları saçaksız, bazıları ise sadece eğim yönünde 50 cm. saçaklıdır. Dam üzerine yağan kar ve yağmur sularını tahliye etmek için saçak altında veya saçak hizasında ahşaptan yapılmış süslemeli çörtenler bulunur. Saçaklar da süslemeli ahşap alınlıklarla çevrelenir. Giriş cepheleri evlerin en hareketli cephelridir. Giriş kapısının ve cephelerin her iki yanında yaklaşık 40x60 cm’lik bir alan kesme blok taşlarla örülür. Cephelerde, alt ve üst kattaki pencerelerle elde edilen doluluk ve boşluklarla estetik bir görünüm ortaya çıkar. Pencereler genellikle düz atkılıdır. Bazı evlerin cephelerinin alt ve üst kısımlarında tuğla ile örülmüş, dikdörtgen ve üçgen pahla veya sivri kemerle çevrelenmiş süslemeler içinde ayyıldızlı kabartmalar vardır. Alt kat pencerelerindeki demir parmaklıklar yörede çok kullanılan bir şekilde süslendirilmiş olup , giriş kapısı üstü ve üst kat pencerelerindeki parmaklıklarda ise bitkisel motiflerin stilize edilmesi ile oluşan bezemeler yer almaktadır. Van evlerinin vazgeçilmez öğesi olan dibek taşı , cephenin sol yada sağında , yada arka bahçede bulunur. Yan cepheler çoğunlukla sağır , arka cepheler yalın , dış satıhları ise çamur harçla sıvanır.
  21. _asi_

    Van Kaleleri

    Van Kaleleri Van Kalesi (Merkez) Van il merkezine 5 km. uzaklıkta bulunan Van Kalesi Urartu Kralı I. Sarduri tarafından MÖ. 840–825 yılları arasında yaptırılmıştır. Kalede Urartular döneminden kalan Madır (Sardur) Burcu, Analı-Kız Açık Hava Mabedi, I.Argişti, Menua ve II.Sarduri’nin kaya mezarları, Bin Merdivenler, Ana Kaya’ya oyulmuş sur duvarlarının temelleri ve bunların üzerinde yükselen sur duvarları günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Urartu döneminden sonra Osmanlı dönemine kadar uzanan zaman süreci içerisinde Pers yazıtları dışında herhangi bir döneme tarihlendirilen bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır. Osmanlı dönemine ait sur duvarları, kale giriş kapısı, Yukarı Kale, Süleyman Han Camisi ile minaresi ve çeşitli yapılar da günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Urartuların merkezi olan Van’da kaya kütlesi üzerine kurulmuş olan bu kale günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Düz bir alanda yükselen kaya kütlesi üzerindeki bu kale uzun süre kendi haline bırakılmış, 1915 yılında siyasi nedenlerle tahrip edilmiştir. XX. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Prof.Dr.Taner Tarhan ve Prof.Dr.Veli Sevin bu kalede kazı çalışmalarına başlamış, Urartu-Osmanlı dönemi kalıntılarını ortaya çıkarmışlardır. Kale kesme ve moloz taştan yapılmış olup, düzgün bir planı bulunmamaktadır. Kalenin genişliği bazı yerlerde 20–120 m. arasında değişmektedir. Uzunluğu 1800 m.yi bulmaktadır. Ovadan yüksekliği de yaklaşık 100 m.dir. Kale iç içe dört ayrı surdan meydana gelmiştir. Bunlardan I.Sarduri’nin kesme taştan yaptırdığı burç 51 m. uzunluğunda, 26 m. genişliğindedir. Burcun güney yüzünde yapımı ile ilgili bir kitabe bulunmaktadır. Ayrıca I.Argistis’in mezarı olduğu sanılan bölümde de uzun bir yazıt bulunmaktadır. Kaynaklarda Horhor Kroniği olarak tanımlanan bu anıtsal kaya kitabesinde I.Argistis’in döneminde yapılan işler anlatılmıştır. Kalenin güneybatısında ise değişik yüksekliklerde iki platform bulunmaktadır. Buradaki dikdörtgen bir girişten sonra yine dikdörtgen planlı 4.10x7.00 m. ölçüsünde ikinci bir odaya geçilmektedir. Üzeri düz bir tavanla örtülmüş olan bu bölümün üç duvarı içerisine derin nişler içerisinde 78 oyuk açılmıştır. Bu görünümü ile bu mezar anıtı kuzeybatı İran’daki karnıyarık mezar anıtının bir benzeridir. Bu bölümün içerisindeki oyuklarda ölü külleri bulunmaktadır. Hoşap Kalesi (Gürpınar) Van ili Gürpınar ilçesi merkezine 39 km. uzaklıkta bulunan Hoşap Kalesi Hoşap Suyu kenarında, oldukça sarp ve dik kayalıklar üzerine yapılmıştır. Kitabesinden öğrenildiğine göre Urartu döneminde, MÖ. IX.-XVI. yüzyıllar arasında yapılmıştır. Bugünkü konumuna Osmanlı döneminde Mahmudi Beyleri’nin yaptırdığı biçimde gelmiştir. İç kale giriş kapısı üzerindeki kitabesine göre de Mahmudi Süleyman Bey tarafından h. 1052 (1643) tarafında yaptırılmıştır. Hoşap Kalesi iç ve dış kale ile seyir kulesinden meydana gelmiştir. Kesme taş ve moloz taştan yapılan kalenin dış kale surları arazi yapısına uygun biçimde yapılmış olup, burçlarla desteklenmiştir. Kuzey, doğu ve batı yönlerinde burçlarla takviye edilen kalenin içerisine kuzey yönündeki burca açılmış bir kapıdan girilmektedir. Buradan kayalara oyulmuş geniş basamaklı merdivenlerle içeriye geçilmektedir. Kalenin batı cephesindeki burcu üzerinde kitabe ve arslan figürleri bulunmaktadır. Evliya Çelebi bununla ilgili olarak; “…Amma bu Hoşap kalesinin kapısının her kanadı 300 kantar nahçıvan demirindendir. Hiç ağaç kısmı yoktur” demektedir. Günümüzde bu kapı kanadı orijinal olarak korunmuştur. İç kalenin en yüksek ve yöreye hâkim yerine seyir köşkü yapılmıştır. Burada biri güvercinlik olmak üzere iki kule, içerisinde hamam ve seyir odaları bulunmaktadır. Bu bölümün batısına da harem ve selamlık gibi bölümler Osmanlı döneminde eklenmiştir. Ayrıca iç kısımda mescit, fırın, zindan ve sarnıç gibi yapılar da bulunmaktadır. Bu nedenle de bu yapıların bütününe de Mahmudi Sarayı ismi yakıştırılmıştır. Kale XIX. yüzyılın ortalarında terk edilmiş olmasına rağmen içerisindeki yapılar günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Ayanıs Kalesi (Merkez) Van il merkezine 35 km. uzaklıktaki Ayanıs Köyü’nün kuzeybatısında bir tepe üzerinde bulunan bu kale, kitabesinden öğrenildiğine göre Urartu Kralı Argişti’nin oğlu Rusa tarafından MÖ.645-643 yılları arasında yaptırılmıştır. Kale üzerinde Erzurum Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Önasya Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr.Altan Çilingiroğlu 1989 yılından beri kazı çalışmalarını yürütmektedir. Kazı çalışmaları sonunda kalenin mimari yapısı, planı ve küçük buluntular ortaya çıkarılmıştır. Andezit ve kalker taşından yapılmış olan kale iki sur duvarı ile çevrelenmiştir. Güneyinde giriş kapısı bulunmaktadır. Kale doğu-batı doğrultusunda 150 m. genişliğinde ve 400 m. uzunluğunda olup, Van Gölü’nden de 250 m. yüksekliktedir. Kalenin üst kısmında payeli salon ve mabet kısmına yer verilmiştir. Ayrıca güneybatı kesiminde de birbirleri ile bağlantılı mekânlar ortaya çıkarılmıştır. Bu mekânların içerisinde çok sayıda küplerin bulunduğu depolar vardır. Anzaf Kaleleri (Merkez) Aşağı Anzaf Kalesi Van il merkezinin 10 km. kuzeydoğusunda Van-Özalp karayolu yakınında bulunan Aşağı Anzaf Kalesi Urartu Kralı İşpuini (MÖ. 830–810) zamanında yapılmış ve kazılarda ortaya çıkan çok sayıdaki tablet de bunu doğrulamıştır. Günümüzde Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki en sağlam ve en iyi durumdaki Urartu kalesidir. Kale fazla yüksek olmayan bir tepe üzerinde yapılmıştır. Yaklaşık 124.00x70.00 büyüklüğünde dikdörtgen planlıdır. Kalenin girişi güneybatıda olup, bugün 6–7 m. genişliğindeki bu giriş belirgin bir şekilde görülmektedir. Kale duvarları yer yer 1,5–2.00 m. yüksekliğindedir. Gerçek sur duvarlarının ise 5–6 m. arasında değiştiği sanılmaktadır. Oldukça kaba şekilde işlenen taş duvarların üzerinde daha da yüksek kerpiç duvarlar olduğu sanılmaktadır. Kale taşları üzerinde yer yer “Sarduri oğlu İşpuini bu sarayı inşa ettirdi” yazısına rastlanmıştır. Bazı araştırmacılar bu kalenin ön karakol niteliğinde olduğunu ileri sürmüş, bazıları da planını Kuzeybatı İran’daki Bastam’da (Rusai Uru Tur) bulunan kale planı ile benzerliğini ortaya koymuştur. 1980’li yılların sonuna doğru Van-Özalp karayolu yapımı sırasında kale duvarlarının ne yazık ki büyük bir bölümü yıkılmıştır. Kalker blokları da çevredeki evlerin temellerinde kullanılmıştır. Yukarı Anzaf Kalesi Aşağı Anzaf Kalesi’nin 600 m. güneyinde ve daha yüksek bir tepe üzerinde bulunan Yukarı Anzaf Kalesi, Aşağı Kale’den 30 kat daha büyük ölçüdedir. Deniz seviyesinden 1995 m. yüksek olan bu kalenin doğu ve güneybatısı yüksek dağlarla yarım ay şeklinde çevrelenmiştir. Bu özelliğinden ötürü de doğu ve batıdan rüzgârlara karşı korunmuştur. Kalede bilimsel kazılar başlamadan önce kaçak kazılarda çok sayıda çivi yazılı büyük taş bloklar, sütun kaideleri ortaya çıkarılmıştır. Bunların üzerindeki yazılara göre Yukarı Anzaf Kalesi İşpuini’nin oğlu Menua zamanında MÖ. 810–786 yıllarında yapılmıştır. Ancak üzeri yazılı bu taş bloklar yurt dışına kaçırılmış olup, biri Rusya’da Tiflis Müzesi’nde, diğeri de Berlin’de Pergamon Müzesi’nde bulunmaktadır. Bununla beraber çivi yazılı bazı taş bloklar ile sütun kaideleri de Van Müzesi’nde sergilenmektedir. Yukarı ve Aşağı Anzaf kalelerinde çok sayıda çivi yazılı kitabe bulunmuş ve diğer Urartu yapılarında ele geçen çivi yazılı kitabeler hiçbir zaman nu sayıya erişememiştir. Yukarı Anzaf Kalesi’ni çevreleyen sur duvarları üzerinde kerpiç duvarlar da bulunmaktadır. Ancak bu duvarlar yıkılmış ve kale bir höyük görünümünü almıştır. Sur duvarları kyklopik ve sandık duvar tekniğinde yapılmıştır Duvar araları yer yer toprak dolgu ile kapatılmıştır. Burada kullanılan kalker taşları kalenin 250–300 m. güneyindeki kayalıklardan elde edilmiştir. Kale içerisinde büyük bir özenle yapılmış 9,50 m. uzunluğunda bir koridor ve bunun bitiminde de bir mabet bulunmaktadır. Bu koridor ve çevresinde saraya ait kalıntılar, bronz çiviler, bronz parçaları ile karşılaşılmıştır. Kömürleşmiş ahşap direk ve kapı parçaları da kalede ahşap malzemenin kullanıldığını göstermektedir. Yukarı ve Aşağı Anzaf kalelerinde İstanbul Üniversitesi Avrasya Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Oktay Belli tarafından kazı yapılmıştır. Ayrıca dilbilimci Prof.Dr. Ali M.Dinçol ve Dr. Belkıs Dinçol da kitabelerin okunmasında yardımcı olmuştur. Kazı çalışmalarının ardından restorasyon çalışmalarına geçilmiş, 1991 yılında başlayan çalışmalar sonucunda mabedin avlusu ve duvarlarının restorasyonu yapılmıştır. Restorasyon sırasında duvarlarda eski Urartu taşlarından yararlanılmıştır. Böylece özgün Urartu mimarisine sadık kalınmıştır. Örenkale Kalesi (Başkale) Van ili Başkale ilçesi Örenkale (Pizan) Köyü’nün kuzeyindeki tepede iç ve dış olmak üzere Urartu dönemine ait bir kale bulunmaktadır. Kalenin ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber, yapı üslubu MÖ. IX. yüzyıla işaret etmektedir. Kalenin batı yamacı oldukça dik olup, batı köşesine de sonraki dönemde bir cami yapılmıştır. Taş temeller üzerine kerpiç duvarlı kale, yarım daire planlı bir burçla güçlendirilmiştir. Selçuklu döneminde kaleye eklenen mescidin yanına bir de türbe yapılmıştır. Bu kalelerden başka Van yöresinde irili ufaklı birçok kale bulunmaktadır. Bunun da nedeni Van’ın bulunduğu yerin Mezopotamya ve İran ile bağlantılı ticare ve askeri yol üzerinde bulunmasıdır. Bu kalelerin çoğu savunma ve gözetleme amacı ile yapılmıştır. Urartu döneminde yapımına başlanan kaleler daha sonra Akkoyunlu ve Karakoyunlular tarafından da kullanılmış, Osmanlılar döneminde de yararlanılmıştır. Zamanla terk edilen ve kendi haline bırakılan kaleler üzerinde araştırmalar XX. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. Günümüze gelebilen kaleler arasında; Van Gölü’nün doğusundaki Ağartı Kalesi, Kef Kalesi, Zernek (Hamurkesen) Kalesi, Çatak Kalesi, Hişet Kalesi, Ablak (Başkale) Kalesi, Müküs Kalesi, Erciş Kalesi, Yoncatepe Kalesi, Deliçay Kalesi bulunmaktadır. Çavuştepe Kalesi (Gürpınar) Van ili Gürpınar ilçesi, Çavuştepe Köyü’nde bulunan Çavuştepe Kalesi Van’a 25, Gürpınar’a da 10 km. uzaklıkta, Van-Hakkari karayolu üzerindedir. Urartu Kralı II.Sarduri’nin MÖ. 764-735 yılları arasında yaptırmış olduğu bu kalede 1961-1986 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Prof.Dr.Afif Erzen kazılar yapmıştır. Bu kazılar sırasında Aşağı ve Yukarı kale, ana giriş kapısı ve diğer yapılar ortaya çıkarılmıştır. Kale Aşağı ve Yukarı olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Kurucusundan ötürü “Sarduhinili” olarak isimlendirilen bu kale iri blok taş ve moloz taştan meydana gelmiştir. Yukarı Kale, Aşağı Kale’den 30 m. yükseklikte olup, içerisinde Haldi Mabedi ile Urartu Tanrısı İrmuşini’ye ait Açık Hava Mabedi bulunmaktadır. Aşağı Kale’de ise yapı kalıntılarına ait temeller, depolar ve mahzenler bulunmaktadır. Ayrıca kalenin sarayı da yine Aşağı Kale’dedir. Kaleyi çeviren sur duvarları 800 m. uzunluğundaki bir alanı kaplamaktadır. Sur duvarları kalker blokları halinde doğrudan doğruya ana kayaya oturtulmuştur. Toprakkale (Merkez) Van il merkezinin kuzeydoğusunda Zimzim Dağları’nın tepesinde bulunan bu kale Urartu Kralı II. Ve III. Rusa tarafından MÖ. 685–645 tarihleri arasında yaptırılmıştır. Bunu belirten kitabeler kale üzerinde bulunmaktadır. Kalede 1879’da başlayan kazılar belirli aralıklarla günümüze kadar sürmüştür. Bu çalışmalar sonucunda kaledeki Haldi Tapınağı, sarnıçlar, şarap deposu, kalenin batısında da MÖ. IX. Yüzyıla tarihlendirilen İşpuini ve oğlu Menua’nın ortak krallık döneminde yapılmış Meherkapı Kutsal alanı ortaya çıkarılmıştır. Kale iri kalker bloklarından surlarla çevrilmiştir. Kuzey-güney doğrultusunda 400 m. uzunluğunda, 60–70 m. genişliğindeki kale ovadan 200 m. yükseklikte olup, tüm çevreye hâkimdir. Kalenin iki girişi bulunmaktadır. Bunlardan güneydeki kulelerle desteklenmiş ve köşeye yerleştirilmiştir. Bu girişten sonra doğrudan doğruya mabet ve saraya geçilmektedir. Kuzey yönündeki giriş kapısı diğer mekânlara ve depolara açılmaktadır. Kalenin en üst kesimine mabet ve saray yerleştirilmiştir. Buradaki küçük buluntular yabancıların yaptıkları kazılar sırasında yurt dışına kaçırılmıştır. Kale içerisindeki sarnıç ve mabet kısmen kayalara oyulmuştur. Kalenin kuzeydoğusundaki Haldi Mabedi’nin ise kerpiç duvar kalıntıları kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Bu kalede yapılan kazılar fildişi ve pişmiş topraktan olmak üzere çok sayıda küçük buluntuyu da ortaya çıkarmıştır.
  22. _asi_

    Van Camileri

    VAN CAMİLERİ VAN ULU CAMİ Eski Van şehrinde Tebriz Kapı ile İskele Kapı arasında yer almaktadır. Bugün oldukça harap olan yapıyı, 1913'deki W. Bachman'ın fotoğraf ve çizimleri ile 1970-1971 sezonlarında Prof. Dr. Oktay Aslanapa'nın yapmış olduğu kazılarda elde edilen buluntularla tanımak mümkün olmuştur. O. Aslanapa'nın Cami’yi 14. yüzyıl başlarına tarihlendirmesine karşın, tarihi sürece ve yapı hususiyetlerine baktığımızda Selçuklu devrinde yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. 1571 tarihli Van vilayeti evkaf tahrir defterinde Cami-i Kebir'in Şah-i Ermen evkafından olduğunun belirtilmesi bunu teyid etmektedir. Bunların ışığında Ulu Cami’nin, Van Gölü çevresinde hakimiyet kuran Ahlatşahlar'dan I. Sökmen (1100-1112) veya II. Sökmen (1128-1185) zamanında yapılmış olduğu kabul edilmektedir. Dikdörtgen planlı cami, mihrap önü kubbeli ve çok destekli camiler grubuna girmektedir. Camiye kuzey duvarın batı köşesine açılmış bir taçkapıdan girilmektedir. Kuzey tarafına Osmanlı döneminde bir bölüm eklenmiştir. İç mekan, mihrap önünü örten mukarnaslı bir kubbe ile, bunu yanlardan çevreleyen çapraz tonozlarla örtülü bölümlerden oluşmaktadır. Günümüze kadar ulaşan minaresi kuzeybatı köşede yükselmektedir. Tuğladan silindirik gövdeli olup, şerefeden sonrası yıkılmıştır. Günümüze ulaşmasa bile, aslında, süsleme ve mimari özellikleri bakımından oldukça hususiyetli iç mekana sahip olduğu, eski resimlerden anlaşılmaktadır. Süslemeler, iç mekan duvarlarında, mihrap ve dış cephedeki taçkapıda yoğunlaşmıştır. Tuğla ve alçıdan yapılmış süslemeler geometrik, bitkisel ve yazı örneklerinden oluşmaktadır. Bugün minaresi ile temel seviyesinde duvarları mevcut yapının Van'da Selçuklu izlerini göstermesi açısından önemi büyüktür. SÜLEYMANHAN CAMİİ Van Kalesi'nin üst kesiminde, yukarı stadelin batısında yer almaktadır. E. Çelebi'ye dayanarak K. Sultan Süleyman tarafından 1534 yılında tamir ettirildiği kabul edilmektedir. Minaresi Osmanlı'nın yöreye hakimiyetini gösteren sembol bir yapıdır. Cami, kare planlı olup, üzeri düz toprak dam örtülüdür. 1987-88 sezonunda Prof. Dr. Taner Tarhan tarafından kazılarak harimi ortaya çıkarılmıştır. Günümüze kıble duvarının bir bölümü ulaşmıştır. Caminin doğu cephesinde yer alan minare kare prizmal kaideli ve silindirik gövdelidir. Kaide ve gövdesi kesme taş malzemeden yapılmıştır. Minarenin şerefe korkulukları ve üst kesimi yıkılmış vaziyettedir. Van Kalesi'nin siluetini etkileyen önemli kalıntılardan birisidir. GEVAŞ İZZEDDİN ŞİR CAMİİ Cami, Gevaş'ın Hişet Mahallesi’nde bulunmaktadır. Üzerinde inşasına ilişkin herhangi bir kitabe bulunmamasına rağmen Van ve Hakkari Hakimi İzzettin Şir tarafından yaptırıldığı kabul edilmektedir. Genel olarak XIV-XV yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Yapı, kare planlı bir cami ile, bunun kuzey duvarına bitişik medreseden oluşmaktadır. Yapının batı cephesinin kuzey kesiminde yer alan bir taçkapıdan medrese avlusuna, buradan da ikinci bir kapı ile camiye geçilmektedir. Cami mihrap önü kubbeli ve iki sahınlıdır. Kuzeydeki sahınlar enine beşik tonozlarla örtülmüştür. Kubbenin iki yanındaki bölümler, dikine beşik tonozlu mekanlar olarak değerlendirilmiştir. Kıble duvarının ortasında beş kenarlı mihrap nişi yer almaktadır. Yapıda düzgün kesme taş malzeme kullanılmıştır. Batı cephenin ortasındaki minare, günümüzde eklenmiştir. HÜSREV PAŞA CAMİİ Eski Van'ın Ortakapı Mahallesi’nde bulunmaktadır. Cami medrese, türbe ve imaretten oluşan bir külliye içerisinde yer almaktadır. Cami giriş kapısı üzerindeki kitabesine göre, Van Beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa tarafından 1567 tarihinde yaptırılmıştır. Mimar Sinan'ın eserleri arasında sayılmaktadır. Cami ve çevresinde Prof. Dr. A. Uluçam kazı ve restorasyon çalışmalarını yürütmüştür. Kare planlı, üzeri kubbeyle örtülü caminin kuzeyindeki beş gözlü son cemaat yeri yıkılmıştır. Harim, kalın duvarlar üzerine kubbeyle örtülmüştür. Yapının duvarlarında kesme taş, tromp ve kubbede tuğla malzeme kullanılmıştır. İç mekanda duvarları belli bir yüksekliğe kadar kaplayan çiniler günümüzde mevcut değildir. Kuzey cephede kemerli bir girinti içerisinde kapı açılmıştır. Kapının bulunduğu kuzey cephe ile diğer cepheler pencerelerle hareketlendirilmiştir. Minare ve dış cephelerde iki renkli kesme taş malzeme görülmektedir. Kuzey batı köşede yükselen kare kaideli silindirik gövdeli minarenin şerefe, petek ve külahı onarılmıştır. İç mekanda kıble duvarının ortasına yerleştirilmiş mihrap dikkat çekmektedir. Kalker taşından düzgün bir işçilik gösteren dikdörtgen görünüşlü mihrap, üç dilimli kemerle taçlandırmış, beş kenarlı ve mukarnas kavsaralı nişe sahiptir. Mihrabın yüzeylerinde çeşitli geometrik süslemeler bulunmaktadır. Ancak mihrap, 1992 yılında define arayıcıları tarafından tahrip edilmiştir. Ayrıca caminin içini süsleyen kalemişi ve çinilerden çok az kalmıştır. KAYA CELEBİ CAMİİ Eski Van'ın Ortakapı Mahallesi’nde surlara yakın bir yerde bulunmaktadır. Vakfiyesine göre Kaya Çelebi Zade Koçi Bey tarafından 1660 tarihinde yapımına başlanmış, ancak Koçi Bey'in idam edilmesi üzerine 1663 yılında, Cem Dedemoğlu Mehmet Bey tamamlatmıştır. 1993 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yapmış olduğu onarımlardan sonra, ibadete açılmıştır. Cami, kare planlı ve tek kubbeli harim ile kuzeyindeki beş gözlü son cemaat yerinden oluşmaktadır. Kuzey batı köşede minaresi bulunmaktadır. İki renkli kesme taşlarla inşa edilmiş olan caminin cepheleri, değişik formlarda pencerelerle hareketlendirilmiştir. Ayrıca kuzey cephenin ortasına camiye giriş sağlayan kapı yerleştirilmiştir. Bu cephedeki kapı ve pencerelerde bitkisel ve geometrik süslemeler yer almaktadır. Caminin içerisinde kıble duvarına yerleştirilmiş mihrab önemlidir. Düzgün kalker taşlarıyla gerçekleştirilmiş mihrap, mukarnaslı bir bordürle çerçevelenmiş, kareye yakın dikdörtgen görünüşlüdür. Geniş bir yüzey ortasında üç dilimli kemerle taçlandırılmış beş kenarlı ve mukarnas kavsaralı mihrap nişi bulunmaktadır. Mihrap, geometrik ve bitkisel süslemeleriyle önem taşımaktadır. Minaresi ise, kare kaideli ve silindirik gövdelidir. Şerefeden sonra kısa bir petek ve külahla son bulmaktadır. Osmanlı devrinin önemli yapılarından birini teşkil etmektedir. Eski Van'ın ibadete açık tek camisidir. HAMURKESEN CAMİİ Gürpınar İlçesi’ne bağlı, Hamurkesen Köyü'nün içerisinde, kalenin doğu tarafında yer almak¬tadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabesine göre, Seyyid Muhammed tarafından 1122 (1710) tarihinde yaptırılmıştır. Kare planlı, tek kubbeli bir harimden oluşmaktadır. Yıkılan kubbesi son yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden yaptırılmıştır. Düzgün kesme taş malzeme kullanılan yapıda sadece kuzey cephe taçkapıyla hareketlendirilmiştir. İçerisinde herhangi bir süslemeye yer verilmemiş olup, mihrap yarım daire planlı bir niş şeklindedir. ABBASAĞA CAMİİ Eski Van'ın kuzeybatı tarafında, Horhor Camii ile Ulu Cami arasında yer almaktadır. Kitabesi bulunmadığından kim tarafından ve hangi tarihte yaptırıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak mimari durumuna bakarak XVIII-XIX. yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Enine dikdörtgen planlı caminin duvarları sağlam olup, üst örtüsü yıkılmıştır. Duvarlar altta taş, üstte kerpiçle yapılmıştır. Harime kuzey cephenin ortasına açılmış bir kapıdan girilmektedir. Giriş ekseninde, kıble duvarının ortasına yerleştirilmiş yarım daire planlı bir niş şeklinde mihrap bulunmaktadır.
  23. _asi_

    Van Kümbetleri

    VAN KÜMBETLERİ Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra yörede Türk egemenliği başlamış ve bunun sonucu olarak da Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait yapıların yanı sıra kümbet ve türbeler de onlara eklenmiştir. XIV.-XIX. yüzyıllar arasına tarihlenen bu mezar anıtları Eski Van’da, Gevaş’ta, Hoşap’ta (Güzelsu), Muradiye’de, Başkale’de ve Erciş’te bulunmaktadır. Celme (Halime) Hatun Kümbeti (Gevaş) Van ili Gevaş ilçesine 2 km. uzaklıkta, Van Gölü kenarında mezarlık içerisinde bulunan bu kümbeti ilk kez XIX. yüzyılın başlarında gezginlerin dikkatini çekmiş, W.Bachmann yapıyı incelemiştir. Bunun ardından Prof.Dr. Oktay Aslanapa ve M.Oluş Arık kümbeti yayınlamıştır. Kümbetin güney yönündeki pencere altındaki silmede Ahlatlı Pehlivan Havetoğlu Esed tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Bu ustanın Ahlat Meydan Mezarlığı ile Taht-ı Süleyman Mezarlığı’ndaki mezarlarda da ismine rastlanmaktadır. Bu mezarlıklardaki mezar taşları üzerinde 1317–1327 tarihleri bulunmaktadır. Kümbet kübik bir kaide üzerine onikigen planlı olarak yapılmış, üzeri de konik bir çatı ile örtülmüştür. Kaideden gövdeye pahlarla geçilmiştir. Türbenin dışı ve her köşedeki pencereleri üçgen profilli, ince uzun dikdörtgen nişler halindedir. Bu nişler Bursa kemerli olarak son bulmaktadır. Bunlardan doğu, batı ve güney cephelerdeki nişlerin içerisine birer pencere açılmıştır. Giriş kapısı oldukça gösterişli olup silmeli, mukarnaslı bir niş içerisinde bulunmaktadır. Türbenin giriş kapısı üzerinde Arapça bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Melik İzeddin, vefat eden Celme Hatun adına bu türbenin yapılmasını h.736 (1335) yılının Muharrem ayında emretti.” Bu kitabede ismi geçen Melik İzeddin ile ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır. Ancak Prof.Dr.Oktay Aslanapa bu tarihlerde Celayirli’lerin yöreye hakim olduklarını belirtmiş ve bu kişinin Karakoyunlu beylerinden biri olabileceğini ileri sürmüştür. Bu kümbetin kitabesindeki ismin okunmasında bazı noktalar dikkate alındığında Halime ismi ile Celme isminin karıştığı da açıkça görülmektedir. Bununla beraber halk arasında bu kümbet Halime Hatun Kümbeti olarak da tanınmıştır. Kümbetin cephelerine yazı taklidi geçmeler ve bitkisel motiflerden ibaret bezemelerle görkemli bir görünüm verilmiştir. Ayrıca kümbetin saçak altına bitkisel motifli iki şerit arasına Kuran’dan alınma ayetler yazılmıştır. Kümbetin altında mumyalık kısmı bulunmakta olup, bu kısmın üzeri manastır tonozu ile örtülmüştür. Ancak mumyalığın içerisinde bulunan mezarlardan hiçbir iz günümüze gelememiştir. İkiz Kümbetler (Merkez) Eski Van’ın sur duvarları dışında, Kaya Çelebi Camisi’nin güneybatısında, Ortakapı Mezarlığı’nın bir ucunda bulunan, birbirinin benzeri olan bu iki kümbetin kime ait olduğu bilinmemektedir. Bunu belirten bir kitabe veya kayda da rastlanmamıştır. Bununla beraber, kesin olmamakla birlikte Van Beylerbeyi Teymur Paşa ile kardeşi Ahmet Paşa’ya ait oldukları söylenmektedir. Yapı üslubundan XVIII. yüzyılda yapıldıkları anlaşılmaktadır. İkiz kümbetler kesme taştan sekizgen planlı olarak baldaken tarzında, etrafı açık olarak yapılmışlardır. Birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlı sekiz sütun konik birer taş külahı taşımaktadır. İkiz kümbetler Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. Kadem Paşa Hatun Kümbeti (Erciş) Van ili Erciş ilçesinde, Erciş-Van karayolunun çıkışında bulunan bu kümbet kitabesinden öğrenildiğine göre Karakoyunlulardan Cihan Şah zamanında, Emir Rüstem Bey tarafından h.863 (1458) yılında, annesi Kadem Paşa Hatun ve Emir Yar Ali, Şah Mustafa, Şah Sevik, Şah Ali için yaptırılmıştır. Kümbet tek renkli düzgün kesme taştan kare kaide üzerine onikigen gövdeli olarak yaptırılmıştır. Kümbetin altında merdivenle inilen mumyalık kısmı bulunmaktadır. Kuzey yönündeki sivri kemerli bir kapı ile kümbetin içerisine girilmektedir. Gövdede dikdörtgen pencereler ve bunların arasında da üçgen şeklinde nişler bulunmaktadır. Üzeri konik taş bir külah ile örtülmüştür. Kümbetin dış cephesi çeşitli bitkisel, geometrik motifler ve rozetlerle bezenmiş olup, XV. yüzyıl taş işçiliğini yansıtmaktadır. Günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Hüsrev Paşa Kümbeti (Merkez) Eski Van’da Hüsrev Paşa Camisi’nin güneyinde bulunan bu türbe Hüsrev Paşa’ya aittir. Hüsrev Paşa’nın 1583 yılında bu yörede valilik yaptığı dikkate alınacak olunursa türbenin de XVI. yüzyılın sonlarına ait olduğu açıkça anlatılmaktadır. Türbe düzgün kesme taştan kare kaide üzerine altıgen planlı olup, üzeri piramidal taş bir külah ile örtülmüştür. Van’daki Osmanlı dönemi türbelerinden olan bu yapıda Selçuklu mimari yapısı ile Osmanlı bezemesi bir araya kaynaştırılmış ve kendine özgü bir yapı ortaya konmuştur. Ancak kuzeydoğudaki giriş kapısı önündeki iki sütunlu kubbeli bölüm günümüze gelememiştir. Yapıda Osmanlı dönemi geometrik ve bitkisel motifleri dış cephede kullanılmıştır. Hacı Abdurrahman Baba Kümbeti (Merkez) Van il merkezinde Van kalesi’nin kuzeydoğu köşesinde Hacı Abdurrahman Baba Camisi’nin kuzeydoğu köşesinde bulunan bu kümbetin XIX. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Kitabesi günümüze gelememiştir. Kümbet düzgün kesme taştan tek katlı, sekizgen gövdeli olup, üzeri piramidal bir külah ile örtülmüştür. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyon sırasında orijinalliğinden kısmen uzaklaşmıştır. Galip Paşa Kümbeti (Merkez) Van il merkezinde Van Kalesi’nin kuzeydoğusunda Hacı Abdurrahman Baba Kümbeti’nin yakınında bulunan bu kümbetin XIX. yüzyılın ilk yarısında Van Valisi Galip Baba adına yaptırıldığı sanılmaktadır. Kümbet düzgün kesme taştan sekizgen gövdeli olup, üzeri piramidal bir külah ile örtülmüştür. Mimari yönden fazla bir özellik taşımamaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. Örenkale (Pizan) Kümbetleri (Başkale) Van ili Başkale ilçesi Örenkale Köyü’nün dışındaki bir yamaçta yan yana iki kümbet bulunmaktadır. Bu kümbetlerin kitabeleri günümüze gelemediği gibi, kaynaklarda da bunlarla ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu bakımdan kime ait olduklarından bilinmemektedir. Kesme taştan yapılmış olan bu kümbetlerin mimari yapılarına dayanılarak XVII. Yüzyılın ikinci yarısında veya XVIII. yüzyılın başlarında yapıldıkları sanılmaktadır. Kare planlı ve küçük ölçüde olan kümbetlerin üzeri içten kubbe, dıştan piramidal bir külah ile örtülüdür. Kümbetler mimari özelliklerini tümü ile yitirmişlerdir. Anonim (İsimsiz) Kümbet (Erciş) Van ili Erciş ilçesinde, Erciş-Patnos karayolunun 5. km. sinde, Zortul Köyü yakınında düz bir arazi içerisinde bulunan bu kümbetin kime ait olduğu bilinmemektedir. Yapı üslubundan Karakoyunlular döneminde, XV. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kümbet tek renkli düzgün kesme taştan onikigen gövdeli olarak yapılmıştır. İki katlı olan yapının üzeri onikigen taş bir külahla örtülmüştür. Kümbetin altında kare planlı mumyalık kısmı bulunmakta, buradan köşe pahları ile onikigen gövdeye geçilmektedir. Kümbetin çevresi dikdörtgen çerçeveler içerisinde yuvarlak sağır nişlere bölünmüş ve bunların üzerine Selçuklu üslubunda oldukça zengin bitkisel ve geometrik motifler yapılmıştır. Kümbete kuzey yönündeki dikdörtgen bir niş içerisinde, yine dikdörtgen bir kapıdan girilmektedir. Bu girişteki geometrik motifler dikkati çekmektedir. Bitkisel ve geometrik motiflerin arasında çift başlı kartal ve grifon figürleri bulunmaktadır. Kümbetin külaha yakın kısmında bir yazı frizi çepeçevre dolaşmaktadır. Kümbet Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1990’lı yıllarda restore edilmiştir. Hasan Bey Kümbeti (Gürpınar) Van ili Gürpınar ilçesinde, Van-Hakkâri karayolunun Hoşap girişinin kuzeyinde mezarlık içerisinde bulunan bu kümbetin güneybatı köşesinde Hasan Bey Medresesi bulunmaktadır. Türbenin ve medresenin Osmanlı yönetimine bağlı olarak yörede hüküm sürmüş olan Mahmudi Beylerinden Hasan Bey için oğlu Şir (Aslan) Bey tarafından 1585 yılında yaptırılmıştır. Medresenin güneybatısında, mescit duvarına bitişik olan türbe dışarıya doğru 2.70 m. çıkıntı yapmaktadır. Güney ve batı duvarları medrese ile birleşen türbe kesme taştan 8.32x8.32 m. ölçüsünde kare planlı bir yapı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür. Türbeye medrese avlusunun doğusunda kuzey köşeye yakın, dikdörtgen bir kapıdan girilmektedir. Bu giriş 1.25 m. derinliğinde bir eyvan şeklindedir. Oldukça kalın duvarlı türbede kubbeye geçiş Türk üçgenleri ile sağlanmıştır. İçerideki kemerler iki renkli kesme taştan yapılmıştır. Türbenin güney ve batı cephesinin ortasına dikdörtgen söveli pencereler sivri kemerli nişler içerisine alınmıştır. Bu nişlerin içerisi geometrik bezemelerle doldurulmuştur. Günümüze kısmen iyi bir durumda gelebilmiştir. Süleyman Bey Kümbeti (Gürpınar) Van ili Gürpınar ilçesi Van-Hakkâri karayolunun Hoşap çıkışında Gevirhan Mezarlığının güneydoğusunda yer almaktadır. Bu kümbetin kime ait olduğunu belirten bir kitabeye veya belgeye rastlanmamıştır. Yöredeki yapıları araştıran Y.Mimar Prof.Dr. Orhan Tuncer, bu kümbetin Süleyman Bey adına XVII. Yüzyılın üçüncü çeyreğinde yapılmış olabileceğini ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra Sultan IV. Murat’ın İran seferi sırasında yörede Mahmudi Beyliği’ninin başında Zeynel Bey bulunuyordu. Ali Bey’in ismine ise kaynaklarda rastlanmamaktadır. Bu da kümbetin Ali Bey’e değil Süleyman Bey’e ait olduğu iddiasını kuvvetlendirmektedir. Süleyman Bey’in 1643 yılında buradaki kaleyi yaptırdığı göz önüne alınacak olursa, bu kümbetin de Ona ait olması kuvvetle muhtemeldir. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Dr.Osman Aytekin de kümbetin Süleyman Bey’e ait olduğunu belirtmiştir. Kümbet arazi konumundan ötürü kuzeyden yükseltilmiş bir kaide üzerine oturtulmuştur. Kesme taştan yapılan kümbet 6.25x6.25 m. ölçüsünde kare planlı bir kaide üzerindedir. Bu kaideden köşe pahları ile dıştan sekizgen, içeriden daire şeklinde gövdeye geçilmektedir. Tek katlı olarak yapılan türbenin kuzey cephesinde giriş kapısı, doğu, batı ve güney cephelerinde de birer dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Giriş kapısı içten mukarnaslı, dıştan da U şeklinde geometrik süslemeli bir bordürle çepeçevre kuşatılmıştır. Ayrıca bu bordür üzerinde düğüm motifleri, sekizgen yıldızlar ve gülbezekler de görülmektedir. Bu frizin üzerinde sivri kemerli bir alınlık bulunmaktadır. Alınlığın üzerinde, mukarnaslı bir çerçeve içerisinde kitabelik yeri varsa da kitabe yeri boş bırakılmıştır. Kümbet uzun süre kendi haline bırakılmış olup, restorasyon çalışmaları devam etmektedir. Kübik Köyü Kümbetleri (Muradiye) Van ili Muradiye ilçesi Kübik Köyü’nün 3 km. uzağındaki mezarlık içerisinde bulunan bu kümbetlerin kitabeleri bulunmadığından ve kaynaklarda da onlarla ilgili bilgiye rastlanmadıklarından kime ait oldukları bilinmemektedir. Yapı üsluplarından XVII. Yüzyılın ikinci yarısında yapıldıkları sanılmaktadır. Bu kümbetler birbirlerine çok yakın olup, kuzeydeki kümbet sekizgen, güneydeki ise dokuzgen cephelidir. Ancak kesme taştan yapılmış olan kümbetlerin her ikisi de orijinalliklerinden uzaklaşmıştır.
  24. _asi_

    Van Köprüleri

    Van Köprüleri Hoşap (Evliya Bey) Köprüsü (Gürpınar) Van ili Gürpınar ilçesinde, Van-Hakkari karayolunda, Hoşap Suyu üzerinde bulunan bu köprünün üzerindeki kitabelerden öğrenildiğine göre h.1082 (1671) yılında Hoşap Beylerinden Evliya Bey tarafından yaptırılmıştır. Köprünün mansap tarafındaki kemer gözleri arasında Türkçe, Arapça ve Farsça olarak yedişer satır halinde, sülüs yazılı iki kitabe bulunmaktadır. Kitabelerin mealen anlamları şöyledir: “Halid nesiinden Zeynel oğlu Evliya Dosdoğru bir yol yaptı Evliyaya emir vardı ezelden Allah'dan başka ilah olmadığına şahadet ederim Yollar tertip üzere yapıtsın diye İnşa tarihin! bir eksik dedi. Hazihu cisrun benaha Evliya 1082”. “Zeynel evlatlarından Emir Evliya Bu köprüyü böyle benzersiz yaptı Ve yine Hz.Muhammed’in Allah'ın resulü olduğuna şahadet ederim. Köprüyü Zeynel oğlu Evliya yaptırdı. Melek semada onun tarihi için Onun için dedi: Cae Hayrun Kebir 1082”. Kuzey-güney yönünde uzanan bu köprü kesme taştan yapılmış olup, üç gözden meydana gelmiştir. Bu gözlerden ortadaki diğerlerine göre daha büyük tutulmuştur. Köprü 32.00 m. uzunluğunda, 5.10 m. genişliğinde olup, en büyük kemer açıklığı 7.50 m. dir. Köprüde açık ve koyu olmak üzere iki ayrı türde taş kullanılmıştır. Köprünün memba tarafı daha sade bir görünüşte olmasına rağmen diğer tarafta üçgen prizma şeklinde selyaranlar vardır. Bu selyaranlar üzerinde daha sonra kapatılmış olan küçük pencereler bulunmaktadır. Bu pencereler köprü içerisindeki odacıkların varlığını göstermektedir. Köprü günümüze iyi bir durumda gelmiş olup, halen kullanılmaktadır. Bend-i Mahi Köprüsü (Erciş) Van ili Erciş ilçesinde, Eski Erciş-Muradiye kavşağında, Bend-i Mahi Çayı üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ancak köprünün yapımında kullanılan devşirme taşlar arasında 1241 tarihli yazılı bir taş bulunmuştur. Buna dayanılarak ve köprünün mimari yapısı da göz önüne alınınca XIII. Yüzyılda, Selçuklular tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Anadolu’da günümüze gelen en eski Selçuklu köprülerinden biri olan bu yapı çeşitli dönemlerde yapılan onarımlarla özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Yapımında kesme ve moloz taşların yanı sıra devşirme parçalara da yer verilmiştir. Köprünün uzunluğu 62 m. dir. Sivri kemerli iki gözden meydana gelmiştir. Köprü kemerlerinde ve iki kemer arasında iki renkli düzgün kesme taş kaplamalar kullanılmıştır. Bunlar orijinal olarak günümüze kadar gelebilmiştir. Bunun dışındaki moloz taş bölümler daha geç dönemlerde buraya eklenmiştir. Günümüzde köprünün yakınında yeni asfalt yolu yapılmasından sonra kendi haline terk edilmiştir. Hurkan Köprüsü (Çatak) Van ili Çatak ilçesi yakınlarında, Narlı-Çatak yol ayrımında, Çatak Suyu üzerinde bulunan bu köprünün ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Yapı üslubundan XVII.-XVIII yüzyıllarda, Osmanlı döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Köprü 1988 yılında onarılmış ve iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir. Kesme ve moloz taştan yapılmış olan köprü, kuzeydoğu-güneybatı yönünde hafif sivri kemerli, tek gözlü olarak uzanmaktadır. Taş örgünün yanı sıra tuğlaya da geniş yer verilmiştir. Onarım sonrası günümüze gelebilen tuğla bölümler orijinaldir. Köprünün korkulukları Ahlat taşından yapılmış olup, kemer gözü ile korkuluk arasındaki duvarlar moloz taşlardan yapılmıştır. Köprünün kuzeydoğu tarafında küçük bir odacık bulunmaktadır. Sığınma odacığı olarak nitelenen bu bölüm günümüze iyi durumda gelebilmiştir. Köprü halen kullanılmaktadır. Zeril Köprüsü (Çatak) Van ili Çatak ilçe merkezine 10 km. uzaklıkta bulunan bu köprü Zeril Suyu üzerindedir. Derin bir vadi içerisindeki köprünün kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi bilinmemektedir. Büyük olasılıkla da Hurkan Köprüsü ile birlikte XVII.-XVIII yüzyıllarda, Osmanlı döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Köprü kesme taştan tek gözlüdür. Vadi içerisinde olduğundan da dik kemerin iki yanına doğru alçalmaktadır. Yapımında kısmen Ahlat taşı ile kaplanmış, 1988 yılında onarılmış ve yalnızca Ahlat taşı ile kaplanan beden duvarları ile korkulukları günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir.
  25. _asi_

    Van Kiliseleri

    KİLİSELER AKDAMAR KİLİSESİ Gevaş İlçesi’nin sınırları dahindeki Akdamar Adası'nda yer almaktadır. Adanın güneydoğusuna kurulmuş olan kilise, Kutsal Haç adına Vaspurakan Kralı I. Gagik tarafından 915-921 yılları arasında Keşiş Manuel'e yaptırılmıştır. Kilisenin kuzeydoğusundaki şapel 1296-1336 tarihlerinde; batısındaki jamaton 1763 tarihinde; güneyindeki çan kulesi 18. yüzyıl sonlarında ilave edilmiştir. Kuzeyindeki şapelin ise, tarihi bilinmemektedir. İlk yapıldığında saray kilisesi olan yapı, sonradan manastır kilisesine dönüştürülmüştür. 2007 yılında geçirmiş olduğu restorasyon sonucunda Anıt Müze olarak hizmete girmiştir. Kilise, mimarisi yanında dış cephelerindeki figürlü taş plastiği ile dikkat çekmektedir. Plan bakımından merkezi kubbeli, dört yapraklı yonca biçimli haç plana sahiptir. Orta mekan yüksek kasnaklı, içten kubbe, dıştan piramidal külahla örtülüdür. Kubbenin yüksek tutulması kilisedeki dikey etkiyi açıkça ortaya koy maktadır. Kiliseye batı ve güneyden birer kapı vasıtasıyla girilmektedir. Kilisenin çevresi daha sonraki dönemlerde ilave edilen yapılarla kuşatılmıştır. Kilisenin figürlü repertuarı oldukça zengindir. Bunun yanında İncil ve Tevrat'tan alınmış çeşitli sahneler bulunmaktadır. Yunus Peygamber’in denize atılması, Hz. Meryem ve kucağında İsa, Adem ile Havva'nın Cennet'ten kovulması, Hz. Davut ile Kral Goliat'ın mücadelesi, Samson Filistinli ikilisi, ateşte üç ibrani genci, Aslan ininde Daniel sahneleri bunların başlıcalarıdır. Batı cephede Kral Gagik'i kilise maketini sunarken gösteren bir sahne yer almaktadır. Dört yöndeki alınlıklarda İncil yazarları boydan tasvir edilmiştir. Bunlardan başka cephenin alt ve üst kesimlerinde, asma sarmaşığından oluşan kuşaklar dolanmaktadır. Bu kuşakların içlerinde çeşitli dünyevi sahneler işlenmiştir. Av sahneleri, çesitli hayvanlar, güreşçiler ve sarayla ilgili bir çok sahneye yer verilmiştir. Ayrıca doğu cephenin tam ortasında asma sarmaşığı bordürünün içerisinde Abbasi Halifesi Muktedir başı haleli, bağdaş kurmuş vaziyette bir elinde kadeh, diğer elinde üzüm tutar vaziyette, tasvir edilmiştir. Dini ve dünyevi sahnelerden başka, hayvan figürleri yönünden de bir çesitlilik göze çarpmaktadır. Aralarda serbest biçimde, asma sarmaşıkları içerisin¬de ve çatıların alt kesimlerinde bu zengin hayvan figürlerini görmek mümkündür. Manastır topluluğunun tarihi IX. yüzyıla kadar inmektedir. Daha sonra 1462'de yenilenen kilise, 1703'teki depremde zarar gördüğünden 1712-1720 tarihleri arasında tekrar onarım geçirmiştir. Kilise, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir alana oturmaktadır. Ortadaki merkezi kubbe, batıdan iki serbest ayak ve doğudan apsis duvarına dayanan dört yöndeki kemerlerle taşınmaktadır. Doğudaki ap¬sis beş köşeli olup, iki yanında hücreler bulunmaktadır. Batı taraftaki haç kolunu örten kubbe ise, kaburgalı olarak düzenlenmiştir. Merkezi kubbe dışa yüksek kasnaklı piramidal bir külah şeklinde yansımıştır. Batı ve kuzey cepheye açılmış iki kapı vasıtasıyla giriş sağlanmaktadır. Bunlardan batıdaki portal şeklinde bir düzenleme göstermektedir. Kesme taş malzeme kilisenin tamamında kullanılmıştır. Batı tarafına eklenen jamaton ise, kare planlı ve dokuz bölümlü olarak düzenlenmiştir. Bölümlerin üzeri aynalı çapraz tonozlarla örtülmüştür. Batı cephesindeki dışa taşıntılı girişin üzeri çan kulesi olarak tertip edilmiştir. Alttaki kapı mukarnas kavsaralarıdır. Bu kısımda da yer yer iki renkli düzgün kesme taş malzeme görülmektedir. Kilisenin içerisini de günümüzde büyük ölçüde bozulmuş olan freskler süslemektedir. Bu fresklerde genel olarak Hz. İsa ile ilgili konular işlenmiştir. Düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilen yapıda, dış cepheleri süsleyen mimari plastik, kiliseye etkin bir görünüm kazandırmaktadır. Abbasi yoluyla Orta Asya Türk sanatı etkilerini de üzerinde barındırması önemini arttırmaktadır. ÇARPANAK KİLİSESİ Van ili Merkez ilçesi Dibekdüzü Köyü’nde, Çarpanak Adası kara ile bağlantılı iken göl sularının yükselmesi ile bağımsız bir ada konumuna gelmiştir. Bu adada bulunan Ktuc, Dörtlü Koruyucu adına yapılan bu manastır IX. Yüzyıla tarihlendirilmektedir. Manastır XV. yüzyıla kadar dini hizmet vermiştir. Manastırdaki kilisenin kitabesinden öğrenildiğine göre; usta Etienne Falak ve keşiş mimar Gregoire tarafından 1462 yılında yeni baştan yapılmıştır. Bu kitabelerde kilisenin St.Jean anısına yapıldığı da yazılıdır. Kilise 1712–1720 yıllarında mimar Koçbar tarafından yenilenmiştir. XIX. yüzyılda Rus işgali ve Ermeni olayları nedeniyle kilise Osmanlı karşıtı hareketin merkezi olmuştur. Bundan sonra 1918 yılına kadar kullanılmıştır. Günümüze kilise ile ona bitişik olan şapel sağlam bir durumda gelebilmiştir. Onun dışındaki manastıra ait yapılar yıkılmıştır. Kilise kesme taştan yapılmış olup, dikdörtgen bir alanda açık Yunan haçı plan düzenindedir. Naosun ortası iki ayak ve doğudan apsis duvarlarına bağlantı sağlayan kemerlerin taşıdığı iki kubbe ile örtülmüştür. Naostaki kubbe dıştan yüksek kasnaklı, konik bir külah ile örtülüdür. Diğer kubbe girişte yer alıp içten kaburga ve tonozlu bir yapıya sahiptir. Kilisenin apsisi oldukça derin ve beş köşeli olup, iki yanında diakonikon ve protesis hücreleri bulunmaktadır. Kilisenin batısındaki jamatun dokuz bölümlü olup, üzeri dokuz ayrı tonozla örtülmüştür. Giriş kapısının üzeri çan kulesi olarak düşünülmüştür. Bu bölüm iki renkli düzgün kesme taşlardan örülmüş ve cepheye hareketli bir görünüm kazandırmıştır. İç mekândaki fresklerin büyük bir kısmı dökülmüştür. Doğu cephesi ile kubbe kasnağında çok sayıda Ermenice yazılı kitabeler bulunmaktadır. YEDI KILISE Erek Dağı'nın eteklerinde kurulmuş olan bu manastır, bugün Van Merkeze baglı, Yukarı Bakraçlı Köyü’nde yer almaktadır. Tamamı Warak Wank Manastırı olarak adlandırılan yapı, aslında anıldığı gibi yedi adet kilise olmayıp iki grup halinde beş kilise, kiliseye eklenen bir Jamatun, bir kütüphane ve bir çan kulesinden oluşmaktadır. Manastırı teşkil eden kiliselerin en eskisi St. Sophia kilisesidir. 8. yüzyılda inşa edilmiş olup, sadece apsisi mevcuttur. İkincisi bunun kuzey duvarına bitişik inşa edilmiş ve günümüzde yıkık olan St. John Kilisesi’dir. Bu ikisi yapıların birinci grubunu teşkil etmektedir. Günümüze kadar ulaşan ikinci grup yapıların çekirdeğini 1003-1021 tarihleri arasında inşa edilen Kutsal Meryem Ana Kilisesi oluşturmaktadır. Dıştan doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı yapı, içten dörtlü yonca yaprağı planlı olarak yapılmıştır. Merkezi planlı kilisenin kubbesi yıkılmış vaziyettedir. İç mekanı dört yöne açılmış, yarım daire planlı nişlerle, köşelere yerleştirilmiş odalar oluşturmaktadır. Buraya, sonradan eklenen jamatondan geçilen batı cephenin ortasındaki bir portalle girilmektedir. Kapı dıştan içe doğru kademelenme yapan çeşitli silme ve bordürlerle çerçevelenmiştir. Çerçeve, sivri kemerli olarak kapıyı kuşatmaktadır. Burası zengin bir süsleme anlayışı ile tertip edilmiştir. Mukarnaslar, rumiler, haç motifleri ve kaval silmeler bu hareketliliği arttırıcı unsurlardır. Kilisenin batısına 1648 yılında eklenmiş olan jamaton kare planlı ve dokuz bölümlüdür. Sivri kemerlerle birbirinden ayrılmış bölümlerin herbiri kubbeyle örtülmüştür. Bununla batı cephesinde yer alan portal dikkat çekicidir. Kapı sivri kemer formunda mukarnaslı, kaval ve oluk silmelerle teşkil edilmiştir. Ortasında basık kemerli bir kapı açıklığı mevcuttur. Ayrıca jamaton içerisinde duvar ve payeler fresklerle süslenmiştir. Kilise ve jamatonda düzgün kesme taş malzeme, portallerde mermer, örtüde tuğla, içerisindeki niş ve diğer mimari unsurlarda iki renkli taşlar kullanılmıştır. Bu grubun bir diğer yapısı ise günümüzde yıkılmış bulunan St. Seal şapelidir. Kutsal Meryem Ana kilisesinin kuzeybatısına bitişik olarak yapılmış ve kiliseden bir koridorla geçilmekteydi. Jamatonun kuzeyindeki Kutsal Haç Kilisesi, 1817'de eklenmiştir. Doğu-batı doğrultusunda uzanan tek nefli bir yapıdır. Malzeme olarak kaba yonu taşlar kullanılmıştır. Diğer bir yapı ise, jamatonun güney duvarına 1849 yılında eklenmiş olan St. Sion Kilisesi’dir. Bu da dikdörtgen planlı ve tek bölümdür. Üzeri doğu-batı doğrultusunda uzanan beşik tonozla örtülüdür. Duvarları iki sıra tuğla bir sıra taşla oluşan örgüyle gerçekleştirilmiştir. Jamatonun batısına eklenen çan kulesinin alt kısmı üç gözlü revak şeklinde düzenlenmiştir. Bunun üzerindeki çan kulesi yıkılmıştır. Ortadaki iki sütunun başlıkları dikkat çekmektedir. İki yandan duvarlarla kapatılmış üç gözün üzerleri beşik tonoz örtülü¬dür. ST. BARTHOLOMEUS KİLİSESİ Başkale İlçesi’ne bağlı Albayrak Köyü’nde bulunmaktadır. Büyük Zap Vadisi’ne bakan bir tepe üzerine kurulmuş olan kilise ve jamaton aynı tarihte yapılmıştır. Mimari ve süsleme özelliklerine bakarak 13.-14. yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Yapı daha sonra 1647-1655, 1760 ve 1877'de kapsamlı onarımlar geçirmiştir. Günümüze ulaşan şekil 17-19. yüzyıllardan kalmadır. Doğu-batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen bir alana oturmaktadır. Doğudaki kilise ile batıdaki jamaton bütün olarak ele alınmıştır. Batı cephenin ortasında anıtsal bir giriş yer almaktadır. Üstten sivri kemerli bir alınlıkla vurgulanmış olan portal, dikdörtgen çerçeve içerisinde, köşelerden sütuncelerle sınırlandırılmış, sivri kemerli bir girinti teşkil etmektedir. Bunun ortasında basık ke¬merli kapı açıklığı bulunmaktadır. Asıl portal girintisinin alınlık kısmında iki süvarinin mücadelesi kabartma olarak verilmiştir. Üstteki alınlıkta ise, tanrı ve melekler tasvir edilmiştir. Tanrı, altı meleğin taşıdığı bir tahtta oturur vaziyette verilmiştir. Ayrıca Tanrı’nın omuzlarında güvercinler, ayaklarının altında aslan figürleri bulunmaktadır.Kare planlı jamaton, yanlardan karşılıkla atılmış dört kemer üzerine oturan çapraz tonozla örtülmüştür. Kemerler dışındaki örtü günümüzde yıkılmış durumdadır. Buradan bir kapı vasıtasıyla geçilen Kili¬se, merkezi kubbeli ve haç planlıdır. Doğudaki apsis beş kemerli olup, yanlarında papaz hücreleri yer almaktadır. Merkezi kubbe ve haç kollarının örtüleri yıkılmış olup, dıştan yüksek bir kasnak ve konik bir külahla vurgulandığı eski resimlerden anlaşılmaktadır. Yapının tamamında düzgün kesme taş malzeme kullanılmıştır. Kiliseyle jamaton kısmının bütün olarak ele alınması yanında, batı cephedeki portalde yer alan figürlü plastik, yapının önemli yanlarını oluşturmaktadır. ADIR KİLİSESİ Ada, Van merkeze bağlı Yaylıkaya Köyü Döşeme Mezrası sınırları içerisinde yer almaktadır. Adanın güney tarafında kurulmuş olan Lim Manastırı; St. Georges kilisesi, St. Sion şapeli, jamaton ve diğer binalardan meydana gelmiştir. Günümüzde St. Georges Kilise'nin büyük bir kısmı yıkılmış olup, jamaton ve şapel mevcuttur. Manastır 1305 yılında yapılmıştır. Daha sonra 1621 yılında Aziz Georges Kilisesi, 1766 yılında ise, jamaton ve şapel eklenmiştir. Bugün yıkılmış olan kilisenin eski çizimlerden haç planlı olduğu görülmektedir. Batı tarafında sağlam kalan jamaton kare planlı ve dokuz bölümlüdür. Her bir bölümün üzeri kubbelerle örtülüdür. Bu kısım ve yıkılmış olan kilise bölümünde düzgün kesme taş malzeme kullanılmıştır. Batı cephesinde iki sıra mukarnas dizisiyle oluşturulmuş sivri kemerli kapı, belirli bir hareketlilik sağlamaktadır. YANAL (SORADİR)KİLİSESİ Başkale'nin Yanal Köyü’nde bulunmaktadır. St. Ejmiacin adına yapılan kilise, 7.-9. yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Merkezi kubbeli, dörtlü yonca yaprağı planlıdır. Doğu ve batı kolları daha uzun tutulmuş kilisenin, orta mekanı karşılıklı ikişer kemerin kesişmesiyle oluşturulmuş kaburgalı bir kubbeyle örtülmüştür. Kubbe dışa, köşeleri pahlanmış kare biçiminde yüksekçe bir kasnakla yansıtılmıştır. Kilisenin kolları, içten yarım daire planlı, doğudaki apsis yuvarlağı ile batıdaki kol daha uzun tutulmuştur. Batıdaki kolun ortasına sivri kemerli bir kapı açılmıştır. Kuzey ve güneydeki kollar dışa beş kenarlı olarak yansıtılmıştır. Doğudaki kol, yanlarındaki hücreleriyle daha geniş bir cephe oluşturmaktadır. Hafif kırmızımtırak düzgün kesme taşlar yapıda kullanılmıştır. Muradiye (Saint Etienne) Kilisesi Van ili Muradiye ilçesinin 2,5 km batısında kilise mahallesinde yer almaktadır. Bend-i Mahi çayının hemen yanında yükselen Aksorık dağının yamacında kurulmuştur. Kilise çevresindeki mezar şapeli ve keşiş hücreleri ile birlikte bir manastırın parçasıdır. Ancak günümüzde keşiş hücreleri yıkılmış olup sadece temel kalıntıları belli olmaktadır. Kilise ise oldukça iyi durumda kalabilmiştir. Doğu-batı istikametinde giriişteki tonuzlu mekanla birlikte 11,50x7,40 m ölçülerinde dikdörtgen planda inşa edilen kilisenin yüksekliği 12 km'dir. Yapıya şimdi yıkılmış olan batıdaki bir kapı ile girilmektedir. Güney cephesi yıkık tonuzlu mekandan sivri kemerli bir açıklıkla doğuda yer alan naos'a, kuzeyinde yer alan bir kapı ile de Saint Etienne'nin mezar şapeline geçilmektedir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.