Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Karabük Gelenek-Görenekler

    KARABÜK GELENEK-GÖRENEKLERİ Doğum Gelenekleri Yaşamın başlangıcını oluşturan doğum üzerine, yörede pek çok gelenek ve inanış bulunmaktadır. Bir kısmı halen uygulanan doğum gelenekleri, hamile kadının yapması gerekenlerle başlayıp, çocuk doğum ve bakımını da kapsar. Hamile kadının yerine getirmesi gereken sorumlulukları üzerine inanışlar şu şekildedir. Anneye gebe iken hiç haram yememesi öğütlenir. Eğer haram yerse çocuğun hırsız, söz dinlemez olacağına inanılır. Gebe kadına yaramaz, kötü huylu çocukları eleştirmemesi öğütlenir. Böyle çocukları eleştirirse doğan çocuğun da onlar gibi kötü huylu, haylaz olacağına inanılır. Balık gibi çocuk da elde avuçta durmaz diye gebe kadına balık eti yedirilmez. Çocuğun dudağı yirik olur diye gebe kadına tavşan eti, çocuğun vücudunda benekler çıkar diye ciğer yedirilmez. Gebe kadına acayip hayvanlara bakmaması öğütlenir. Kadın gebe iken yılan ve gelincik görürse kirlendiği inancıyla yıkanır. Doğacak çocuğun cinsiyetini belirlemek üzere de bir takım inanışlar mevcuttur. İnanışa göre, kadının oturması için sedir üzerine iki minder koyarlar, minderlerden birinin altına makas, diğerinin altına da bıçak yerleştirilir. Kadın makas olan mindere oturursa doğuracağı çocuk kızdır, bıçak üzerine oturursa doğuracağı çocuk erkektir. Doğuma ilişkin inanış ve gelenekler de şu şekildedir: Loğusa evi, komşuların teklifsiz girip çıktığı bir yerdir. Büyük küçük herkes yardıma koşar. Doğum, köylerde birbirine el verme suretiyle yetişen pratik ebeler tarafından yapılır. Ebelere çok hürmet edilir, onların, büyük küçük herkesin yanında analık vasfı vardır. Bayramlarda ilk defa ebe ananın eli öpülür. Heyecanla beklenen doğumun neticesi erkek olduğu takdirde derhal babasına haber verilir, kız ise fazla sevinilmez, haber vermekten çekinilir. Çocuk doğunca sesi çıkmazsa, çocuğun tepesinde tef çalar gibi sahan çalınır. Çocuk soğuk suya sokulur. Doğduktan sonra çocuğun her yanı tuzlanır. Yine doğduktan sonra çocuğun hemen göbeği kesilir ve kızsa kulağı delinir. Göbeği kesildikten sonra kesilen parça, çocuk hoyrat, serseri olmasın diye ahıra atılır. Çocuğun ilk pisliği yıkanmaz bezi ile birlikte tavana atılır. Çocuk doğar doğmaz beyaz bir beze sarılır, bir müddet bekletildikten sonra hazırlanan leğende yıkanır, tekrar hazırlanan örtüye sarılarak babasına götürülür, doğumu müteakip lohusa da yıkanır ve yatar. Durumu iyi olanlar yedi gün sonra mevlit okuturlar. Çocuğun bezleri kırk gün dışarı asılmaz. Aynı günlerde doğum yapan kadınlar birbirlerini kırk gün görmemeye dikkat ederler. Eğer görürlerse çocukları kırk basarlar diye yıkarlar. Doğumdan üç gün sonra çocuk adı verme merasimi yapılır. Hısım akraba davet olunur. Çocuğun babası yoksa yakınlarından biri çocuğun kulağına ezan okuyarak adını koyar. Adı koyan kişi, çocuğun kulağına üç defa ismini seslenir. Çocuğun adı böylece verilmiş olur. Doğumdan sonra ilk kırk gün içinde her on günde bir olmak üzere anne ve bebek kırklanır. Son kırklama kırkını bastırmayalım diye 38. veya 39. gün yapılır. Kırklama şöyle yapılır; Pınardan (çeşmeden) arkaya bakılmadan yeni su getirilir. Getirilen sudan kırkar kaşık su iki bakır tasa ayrılır. Bu suların içine altın yüzük bir tarak bir de şişe atılır. Anne ve bebek yıkandıktan sonra ayrılan bu sular “Kırk Allah, kırkbir Allah” diyerek başına dökülür. Genellikle anne daha önce kırklanır. Bu kırklama evde yapılır. Eğer çocuk büyümez ve gelişmezse kırk bastı diye ocağa götürülür. Bu durumda çocuk ocakta kırklanır. Sünnet Gelenekleri Yöremizde sünnete ilişkin gelenekler bugün de büyük ölçüde devam etmektedir. Sünnet çocuğuna giydirilen elbise genellikle beyaz renklidir. Üzerine “Maşallah” yazan omuzdan bele çapraz uzanan bir kurdele “şerit” takar. Çocuk beyaz renkli simli, sipersiz şapka giyer. Sünnet günü belirlenir, hazırlıklar başlar. Karyola ipekli kumaşlardan çocuğun hoşlanacağı şekilde süslenir. Çocuk, genellikle dokuz yaşında yazın okul tatillerinde sünnet ettirilir. Çocuk arkadaşları, akraba çocukları ile birlikte gezdirilir. Öğlen vakti sünnet evinde davetlilere yemek ziyafeti verilir. İkramda bolluk dikkati çeker. Safranbolu’da kirve olayı yoktur. Çocuk ailenin kararlaştırdığı birinin kucağına oturur ve onun kucağında sünnet olur. Bu kişi ailenin yakın akrabası ve komşusu da olabilir. Yalnız bu kişinin sünnet olayında nasıl davranıldığını bilen, deneyimli birisi olması gerekir. Bu kişi psikolojik olarak çocuğu sünnete hazırlar ve çocuğu rahatlatmaya çalışır. Çocuk sünnet edildikten sonra hemen ağzına bir tane büyük lokum verilir. Buna “Pelte Şekeri” denilir. Bu lokum, çocuğun ağlamamasını sağlar. Çocuk sünnet edildikten sonra duası yapılır ve hemen yatağa yatırılır. Ondan sonra tebrikat faslı başlar. Gelen misafirler çocuğa “aferin, artık adam oldun, hiç ağlamadın” gibi sözler söyleyerek avuturlar. Yine gelen misafirler çocuğa hediye verirler. Bu hediyeler; para ve altın ise çocuğa takılmaz. Çocuğun başını koyduğu yastığın altına konur. Genelde çocuğun ailesinden biri karyolanın başında durur. Bu kişi aynı zamanda gelen misafirleri “hoş geldiniz, sefa geldiniz” gibi sözlerle karşılar. Çocuğa annesi babası görmeden eskinin en meşhur sigarası olan kırmızı uçlu bir tane “gelincik sigarası” “artık adam oldun” diye içirilir. Belki sünnetin en keyifli olayı budur. Sünnetçi bir iki defa gelir ve pansuman yapar, sargıların ne zaman çözüleceğine karar verir. Daha sonra sıcak suyla dolu leğen buharına oturmuş gibi duran sünnet çocuğunun sargılarının çözülmesi işlemine geçilir. Çocuk bu sargılar alınıncaya kadar, kilot ve don gibi çamaşırlar giymez, etek gibi bol kıyafetlerle dolaşır. Askerlik Gelenekleri Genç askere gitmeden bir gün önceki akşam; hısım, akrabalar, dostlar, komşular asker evinde toplanırlar. Genelde askerliğini yapmış olan erkekler anılarını biraz da abartarak anlatırlar. Bu; moralle öğüt karışımı bir anlatımdır. Gencin beline bağlanacak bir kuşak hazırlanır. Bu hazırlanan kuşağın iç tarafına bir cep dikilir. O cebin içine hem para hem de hastalıklara özellikle, ishal hastalığına iyi gelen, kiren (Kızılcık) çekirdeğinden yapılmış toz (ilaç) konur. Askere gidecek genç ailesi ile hısım akrabaları ile konu ve komşuları ile arkadaşlarıyla helalaşır, kapı önüne su dökülerek uğurlanır. Asker, ailesine, dostlarına, arkadaşlarına yazdığı mektubu “kestana kebap, acele cevap” gibi kafiyeli sözlerle bitirir. Askere gönderilen mektup “yüksek bir Türk gencine takdimdir” diye bir hitapla başlar. Bu hitap cümlesi askere büyük moral verir. Düğün Gelenekleri Evlenmemiş erkeklere yörede ergen denir. Ergen olanın evlenme çağı 20-25 arasındadır ve mutlaka askerliğini yapmış olması gereklidir. Evlendirilecek gencin yaşı olgunlaştıkça sararıp solması, yemeden içmeden kesilmesi anasını endişelendirir. Oğlunun ağzını arayan ana bir sırasını bularak kocasına oğlanın dünya evine sokmanın sırası geldiğini anlatır. Babanın anaya verdiği talimat şudur; “Eh, oğlana münasip bir kız arayıver bakalım!” a)Kız Beğenme: Ana oğlanı evermeyi iş edinerek nerede düğün varsa oradadır ve sık sık hamamlara giderek kız beğenmeye uğraşmaktadır. Oğlunu evermek isteyen analar düğünlere gittiklerinde, beğendikleri kıza göz koyarlar. Ertesi gün oğlanın anası komşularla kızı yakından görmeğe kız evine giderler. Kahveler içilir, kız kahveyi canı isterse verir. Fakat kız anası kızına giyinip kuşanıp görücülere kahveyi dağıtmasını ister. Kız beğenilse de o anda istemek adet değildir. b)Kız İsteme ve Nişan: Oğlanın baba veya amcası kızın yakınlarına kızın beğenildiğini söyler, Allah’ın emri Peygamberin kavliyle kızı oğullarına ister. Kızı isteyen erkeğe “dünür” kadına ise “dünürşü” denir. Kızın anası damat adayını beğenmezse kocasına çeşitli bahanelerle, gönlünün o işe ısınmadığını anlatır. Konu komşu bu işi artık “dile dolak” etmiştir. Kızın babası veya amcası kızı vermek istemiyorlarsa, sudan bir cevap verirler: “Hele bir düşünelim”denilir, istiyorlarsa hemen söz kesilir. Kızın babasına veya yakınlarına çarşıda nişan olarak bir veya iki beşibirlik altın, yüzük, küpe gibi hediye verilerek kız evine gönderilir. Kız evi ise iki sini baklava yaparak oğlan evine karşılık yapar. Baklava sinileri boşaldıktan sonra içine gelin için elbise konarak geri gönderilir. Oğlan ve kız evinde kurulan bir mecliste düğünün ne zaman yapılacağı kararlaştırılır, hazırlıklar başlar. Şayet bayram varsa oğlan kıza bayramlık olarak boynuzuna altınlar takılmış keçi gönderir. c)Düğün: Düğün Eflani (Pazartesi) günü başlar. Düğün başlarken kız evi tekrar bir sini baklava yaparak oğlan evine gönderir. Düğün günü oğlan evi, gelinin elbiselerini (ayakkabısı hariç) ve bütün giyeceklerini sandığa koyarak kız evine gönderir. “Sepet” denilen bu sandığı, oğlan evi evvela düğünde bulunanlara gösterir. Evvelden düğüne okuyucu (davetçi) çıkarılmış ve davetler yapılmıştır. Sonra kız evde kendi davetlilerine gösterir. Düğün, kız ve oğlan evlerinde ayrı ayrı kurulmuştur. Düğün evinin kapısı herkese açıktır. Buna rağmen, kapıda iri yarı bir adam nöbet bekler ve gelenleri buyur eder. İçeride merdivenin alt başında, çarşafları almak ve gelenlere yol göstermek için bir kadın bulundurulur. Bu kadına “Mahmacı” denir. Düğün gündüz ve öğleden evvel başlar. Hısım, akrabaya yemek çıkarılır. Düğün evi, kadınlarla dolduktan sonra, çalgıcılar yerlerini alırlar. Saz takımında zillimaşa, küp(darbuka), def ve bir de türkücü vardır. Davetliler sıra halinde oturur. Sağdıç gelenlere yer gösterir ve hal hatır sorar. Ortada oyun oynayacaklar için yer açılmıştır. Davetliler düğüne “tepbaşı”, “dallı”, “hürriyet yünlüsü”, “şetari”, “sırmalı kadife”, “kaplama” giyerek, “beşibirlik”, “inci”, “elmas”, “ön ve koltuk zinciri” takarak gelirler. Yüzlerine allık ve aklık sürer, gözlerine sürme, kaşlarına rastık çekerler. Eflani gününde öğleden evvel başlayan düğün, ikindiye kadar devam eder ve herkes dağılır. Eflani günü akşamı, yatsıdan evvel, herkes yine düğün evine gelir. Kapıya takılan fener düğün evine gelinmesi içindir. Gündüz genç kızların düğüne gelmesi ayıptır. Bunun için, onlarda gece düğüne gelirler. Gece düğünleri, gündüz düğünlerinden daha eğlenceli olur. Çevrede oturan kadınlar genç kızları oynamaya zorlarlar. Asıl oyun evvelce tutulmuş ve bahşişleri verilmiş olan çengiler tarafından oynanır. Herkes susar, bütün gözler çengilere döner. Yine “oyun çekici” kadın bunları ortaya çeker. Çengilerin oynadıkları oyunların bir çok çeşitleri olduğu gibi en belirlileri, Amani, Aç Kapı, Kaşık Oyunu, Genç Osman ve Çatırdağıdır. Salı günü gündüz ikindiye kadar yemek daveti vardır. İkindi üstü düğün evi açılır ve herkes gelmeye başlar. Yatsıdan sonraya kadar yine türküler ve oyunlarla eğlendikten sonra “Helosa” başlar. Bu geceye “Sağdıç Gecesi” denir. Salı gecesi Helosa Türküsü ve Kabem ilahisi söylenir. Daha sonra arpa, üzüm ve fındıktan ibaret çerez serpilir ve herkes yavaş yavaş dağılmaya başlar. d)Hamam ve Kına: Çarşamba günü sabahleyin, kız ve oğlan tarafı, davetliler ile beraber özel tutulan hamama giderler. Yalnız kızın anası hamam davetine iştirak etmez. Kızın yüzüne duvak yapar. Kabem türküsüyle soyar ve hamamdan içeri sokarlar. Yine aynı türkü ile kızı, göbek taşında yıkar, hamamdan çıkarlar. Hamam dönüşü kızı evin bir odasına kapatırlar ve yanık bir türkü ile ağlatırlar.Kız iyice ağladıktan sonra kız tarafı dostlarına yemek çıkarır. Yemekten sonra yine oyunlar oynanır. Çarşamba gecesi düğün yine devam eder. Bu gece “kına” veya “kız gecesi” denir. Bütün genç kızlar ve oğullarına evlendirilecek kadınlar düğün evini doldurur. Fazla kalabalık dağıldıktan sonra hısım-akraba kızı kınalamak için kalırlar. Gelinin bir elini ve bir ayağını hiç evlenmemiş bekar bir kız, diğer el ve ayağını da başı bozulmamış yani kocadan ayrılmamış veya kocası ölmemiş bir yeni gelin kınalar. Gelinin yüzü örtüktür ve sürekli ağlar. Kına yakılıp bittikten sonra gelin yatağa yatırılır ve hep birlikte dağılırlar. Çarşamba günü gecesi erkekler de düğün yapar. Erkeklerde de oyun yapılır, içkiler içilir ve türküler söylenip sabaha kadar eğlenilir. Perşembe günü güvey alayı, çalgıcılarla hamama giderler. Hamamdan sonra evde hep beraber yemek yiyerek dağılırlar. Gelin Çıkarma: Kız tarafına gelince Perşembe sabahı memleketin en ileri gelen ailelerinden iki kadın gelinin saçını yapıp, süslerler. Gelin giydirilip süslendikten sonra umumun yanına çıkarırlar. Oğlan evi alayının “Gelin alma dümbeleği” duyulur duyulmaz, gelini tekrar bir odaya kapatırlar. Oğlan evini kız evi buyur eder. Gelenlere bir tarafından şeker dağıtılır. Şekeri alan tabağın içine bahşiş atar. Bu para, şekeri dağıtan kadına ait olur. Oğlan anasına gelinin ayakkabısını ve çarşafını verirler. Kaynana, birkaç kadınla içeri girer ve gelinin ayakkabısını ve çarşafını giydirir. Gelini merdivenden, erkek kardeşi elinden tutarak indirir ve cibinliğin içine sokar. Merdivenden inerken, kaynana kızın başından şeker ve arpa saçar. Şeker tatlılık, arpa da bereket işaretidir. Gelini soktukları cibinlik kırmızı basma ve yerine göre ipekten yapılmış bir oda şeklindedir. Dört köşesine birer sırık geçirilmiştir. Sırıkların uçlarında ikisi kız evinden, ikisi de oğlan evinden olmak üzere dört çocuk tutar. Cibinliğe gelin, gelinle beraber düğün yemeğini pişiren aşçı kadın da girer ve gelinle gereği olan öğütleri ve zifaf gecesi hakkında vazifeleri anlatır. Gelin alma alayının önünde bir tek “dümbelek” çalar. Kaynana ve diğer hısımlar ihram örtünerek, gelin alayının önünde giderler. Bunlar seyircilere elma ve şeker atar bu elmayı kim kaparsa, doğruca güveye götürerek bahşiş alır. Güvey gerdeğe girdiği zaman bu elmanın yarısını geline yedirir, yarısını kendi yer. Gelin alayı oğlan evine geldiği zaman, gelin cibinliğini içinden çıkarılır ve merdivenin alt başına konulmuş bir koyun derisine bastırılır. Bundan maksat gelinin aile hayatında koyun gibi uysal ve yumuşak huylu olması içindir. Gelini merdivenden yukarı çıkarırken bir ibrik, koltuğunun altına da bir Mushaf verirler. Gelin, hususi suretle serilmiş bir seccadeye de bastırıldıktan sonra, ibrikteki suyu döke döke yukarıya çıkar ve odasına kapanarak beklemeye başlar. Güvey, arkadaşları ve dostları ile beraber akşam namazını camide cemaatle kıldıktan sonra hep beraber alayla eve gelirler. Kapının önünde bir imam güveyin duasını yapar; bitirdikten sonra elini öpen güveyin sırtını sıvazlar. Güvey içeri hızlı girmelidir. Aksi halde, sırtına bir sürü yumruk yer ve çürük yumurta, soğan gibi şeylerde arkasından atılır. Güvey doğruca gelinin yanına gider. Gelin oda kapısında onu karşılar. Güvey içeri girerken gelin ansızın ayağının üzerine basar. Bu da sözünün üstün olması içindir. Güvey içeri girdikten sonra, geline giderek “Hanemize hoş geldin” der ve adını sorar. Gelin hiç sesini çıkarmaz ve adını söylemezse güvey onu altın veya elmas gibi kıymetli şeyler vererek gelini konuşturur. Gelin adını söyleyip duvağı açıldıktan sonra, beraberce iki rekat namaz kılarlar. Sonra gelin, anasının evinden gelen bir tepsi baklavayı güveye tutar. Güvey tepsiden bir baklava alarak yarısını geline ısırtır, yarısını da kendisi yer. Güvey ev halkı ile yemek yer veya gelinle ayrı yer. Gelin ve güvey yatsıya kadar oturduktan sonra yatarlar. Cuma sabahı, güvey erkenden hamama sonrada eş-dost eli öpmeye gider. Ev halkı gelini süsleyerek bir köşeye oturturlar, geline bakmak için gelenlere ev dolmaya başlar. Gelinin yüzü örtüktür. Sağdıcı gelinin yanına oturur. Kız evi, o gün herkesi “semet’e buyur eder. Semet diye Cuma günü gelinle sağdıcın oynamasına denir. Herkes toplanınca duvak açılır. Elinde oklava bulunan bir kadın gelinin duvağına bu oklavayı dolar ve dua eder gibi geline öğüt vermeye başlar. Kutlu olsun, kutlu olsun Ahırın akibetin hayırlı olsun İki oğlan bir kızın olsun Anan evinde uçtun Kocan evine düştün Bu gece kocana gutçun Kutlu olsun, kutlu olsun Kutlu olsun diyenin akibeti de hayırlı olsun” Maniyi okuyarak gelinin yüzü açılır. Yüzü açılan gelin mahcup mahcup bakar. Şeker dağıldıktan sonra, artık gelinin oynamasına sıra gelmiştir. Gelin sağdıçla başlayarak bütün genç akrabalarıyla oynamak zorundadır. Gelin oynarken, yere avucundan çerez serper. Herkes bu çerezleri kapışır. Sonradan gelin, döktüğü çerezlerden bir kısmını toplayarak kaynanasına verir. Kaynana bu çerezi bereketli olsun diye erzak ambarına koyar. Gelinle sağdıç son bir defa oynarlar. Güvey merdivenden çıkarak gelini alır ve para saçarak odasına girer odada beraberce kahve içtikten sonra dışarı çıkar ve evden gider. Gelini tekrar umumun yanına getirirler. Kaynana kalkar, geline takısını takar. Arkasından akrabalar da geline takı takarlar takı takma işi bittikten sonra gelinle sağdıç merdiven başında durarak misafirleri uğurlarlar, düğün artık sona ermiştir Düğün bittikten sonra “Varma-Gelme” denilen karşılıklı ziyaretler başlar. Varma-Gelme, düğün bitip her şey tamamlandıktan sonra, yine pazartesi günü gelin ve kaynana başta olmak üzere, ağlan evi ve akrabalarının, yakın komşularla beraber kız evine yemeğe davet edilmesidir. Davetlilere evvela kahve dağıtılır. Kahveler içildikten sonra sofra kurulur. Bu sofra davetlilerin sayısına göre, birkaç tane kurulabilir. Ortaya evvela büyük bir kase ile pirinç çorbası konur. Bu yendikten sonra “Bütün et” denilen, fırında kızartılmış, üstüne maydanoz ve baharat ekilmiş et yemeği gelir. Sonra, birkaç çeşit sebze yemeği, lahana, yaprak dolması, yoğurtlu kebap, haluşka, ekşili köfte, muhallebi, su böreği, deli oğlan sarığı tatlısı, fasulye, pilav gibi yemeklerle karınlar doyurulur. Daha sonra misafirler bir fincan sade kahve içerler. O gün akşamında da aynı şartlarla erkekler yer, içerler. Perşembe günü de oğlan evi, bu ziyafeti kız evinde tekrar eder. Böylece yiyip içmekle başlayan kasaba düğünü, yine yiyip içmekle sona ermiş olur. Eskipazar’da düğün bazen Cuma günü öğleden sonra, bazen de cumartesi günü başlayıp pazartesi akşamları son bulur. Eskipazar’da düğünle ilgili en önemli kavram “sinsin” dir. Düğünün başladığı ilk günü akşamı gençler uygun bir meydanda toplanırlar. Meydanın ortasına ateş yakarlar. Burada dans ve tiyatrovari bir takım hareketlerde bulunurlar. Buna Eskipazar düğünlerinde “sinsin töreni” adı verilir. Yenice’de düğün ile ilgili kavramlarda çeşitlilik görmekteyiz. Bu kavramlar; darabul gecesi(danacılar), hak alma, urba kesme, posta ve maşalılar, bahçe çıkarma, gelin çıkarma, ebe parası, üç günlük ve yüz görümlüğü biçimindedir. Bunlardan darabul gecesini anlatmak gerekirse: Bu gecenin en önemli konukları danacılardır. Bunlar kız tarafının erkek akrabalarıdır. Düğün sahipleri danacıların geleceği saati dikkatle beklerler. Çünkü danacılar düğün evinin en çok önemsediği konuklardır. Kız alma günü zorluk çıkarmamaları için her istekleri özenle yerine getirilir. Danacılar genellikle düğün evine geç saatlerde gelir, hediye olarak da kız babasının kendilerine verdiği hediyeyi(yorgan veya döşek) düğün sahibine verirler. Eflani İlçesinde düğünlerde söz konusu olan kavramlar ise: “Kız Çıktı Havası”, “Yenge Bölüğü” ve “üç Gecelik” adlarıyla anılmaktadır. Bunlardan yenge bölüğü kavramını açıklayacak olursak; damat ile sağdıç bir araç temin ederek Cuma günü sabahı kız evine giderler. Sabah kahvaltısını orada yaparlar. O köyde bulunan kadınları, beraberinde götürdükleri araca bindirerek düğün evine varırlar. Düğün evine getirilen bu kadınlara “yenge bölüğü” denir. Ovacık İlçesinde düğünler Çarşamba günü başlar, aşağıdaki türkü bu yöreye aittir. Gelin Alma Türküsü Şu doruktan şu doruğa aşurabilsek Anassını babasını şaşurabilsek Çiğdem toplamaya bayıra gelin Seğmen seyretmeye çayıra gelin Yazı yastık minder oğlan anası Bağrı daşlı gözü yaşlı kızın anası Şu doruktan şu doruğa aştuk da geldik Çifte davul çifte köçekle koştuk da geldik Şu doruktan şu doruğa aşurabilsek Kızın babasıynan anasını şaşurabilsek Bağrı daşlı gözü yaşlı kızın anası Ölüm Gelenekleri Öleceği anlaşılan bir kişiyi ailesi ve yakınları gece gündüz sıra ile beklerler. Hastanın yakınları, dostları, komşuları ziyarete gelirler, helalleşirler. Hasta ölünce sala ile cenaze olduğu bildirilir. Ölü sabaha kadar beklenir. Ölünün çenesi ve ayakları bağlanır. Ölünün üstüne şişmesin diye bıçak, kayış konur. Ölü bulunduğu odaya kedi girmemesine dikkat edilir. Kedi ölünün üzerinden atlarsa evden başka cenazelerin çıkacağına inanılır. Ölü kadın ise yıkandıktan sonra elinin içine konur. Ölünün ağzına, burnuna ve kulaklarına pamuk, kefenine çörekotu konulur.Tabutun üzeri ayetler yazılı kumaşla örtülür. Ölen kişi kadın ise tabutun başına baş örtüsü, erkek ise şapkası asılır. Tabutu, cenaze namazına gelenler mezarlığa sıra ile tutarak taşırlar. Mezara da toprağı sırayla atarlar. Toprak atarken kürek elden ele alınmaz, yere koyar. Ölmeden önce kefenlik biriktirilir. Bu para hocaya, sala veren kişiye, mezar kazıcılarına, suyu dökene, ısıtana dağıtılır. Ölünün yıkandığı suyun ısıtıldığı kazan ters çevrilerek üç gün durdurulur. Ölünün çıktığı odada ölümünün elli ikinci gününe kadar ışık yakılır. Ölünün giysileri üç gün sonra yıkanır. Ölü gömüldükten yedi gün sonra mevlit okutulur. Gelenlere gülsuyu, şerbet, şeker gibi şeyler dağıtılır. O gece ölünün kemiklerinden ayrılacağına inanılır. Daha sonra isteyenler, ölen kişi adına kurban keserler. Bu kurbana kabir kurbanı denir.
  2. _asi_

    Karabük Halk Oyunları

    Halk Oyunları Karabük ilinde halk oyunları çerçevesinde, yine en zengin folklora sahip iki ilçesi Safranbolu ve Yenice’dir. Safranbolu’da halk oyunları ve müzik folklor çerçevesinde değerlendirebileceğimiz en önemli öğe Seymenler ve buna bağlı teşkilatlardır. Seymenlik, efelik, yiğitlik, doğruluk, mertlik, güzellik, yardımlaşma gibi ahlak ve ruh asaletini, yürek bütünlüğünü yaşatan bir topluluktur. Memleketin en usta ve müzik oyunlarını bir araya topladıkları için müzik folklorünün en güzel, en hareketli ve canlı örneklerini bu topluluklarda görmek mümkündür. Seymenler, en parlak gösterilerini düğünün, Perşembe günü kız evinin önünde yaparlardı. Bunu “kız evini yasta koymamak” gibi bir anlayışa bağlamak mümkündür. Zira Perşembe günü oğlan evinden gelen dünürcüler alayı, kızı alıp götürecekler, “ kız evini kızsız, tuz kabını tuzsuz bırakıp gidecek ”lerdir. Seymen topluluğu hakkında şunları söyleyebiliriz. Halk müziği ve halk oyunları hakkında davullu, zurnalı mehter derneklerinin düzenli olarak bir araya gelmesi ile oluşmuş topluluktur. Seymen kuruluşu, son derece karakteristik bir özellik gösterir. Bir gösteri alayı şeklinde yürüyüş haline göre, Seymen topluluğunun kuruluşu şöyledir. En önde Çubukçubaşı vardır. Buna değnekçibaşı da denir. İkinci sırada mehterler vardır. Bunlar davul-zurna takımıdır. Üçüncü sırada, maniciler yani türkücü ve tekerlemeciler bulunur. Dördüncü sırada Seymenbaşı vardır. Beşinci sırada sayıları 20-100 kişi arasında değişen Seymenler, Altıncı sırada ise kadın kılığına girmiş sayıları 1/-20 arasında bulunan etekliler yer almaktadır. Safranbolu’da bazılarının türküler bölümünde yer aldığı, Aç Kapıyı, Beyleraman, Bozaklı Oyun, Sepetçioğlu(Safranbolu Varyantı), Genç Osman, Amani, Gınalı Keklik(Safranbolu Varyantı), Mızmız(Kadın) , Entarisi Ala Benziyor(Kadın), Yeşil İpek Bükene( Kadın), Kaşık Oyunu(Kadın), Irgalama, Selamlama(Davul-Köçek), Sallama(Davul-Köçek), Meydan Oyunu(Davul-Köçek), Köçek Oyunu(Davul-Köçek), Köroğlu, Kol Bastı, Alçak Cevüz Dalları, Çifte Telli önemli halk oyunlarıdır. Düğün havaları arasında da , Kabemin Dalları Bölük Bölüktür. Eşim Dostum Yüklesinler Yükümü, Yük Dibine Yerin Ettim, Entarisi Ala Benziyor, Kızıl Belden Gelir Bekmez Helosa, Güvey Dama Çıkmaz Hey, Ben Yarime Galealtında gavuştum, Gale Kapısından Girdim İçeri, Dünürşüler Bölük Bölük Hey, Düriyemin Güğümleri Kalaylı, Garalı Yazmam Benek Benek, Yeşil İpek Bükene, Oğlanda Kolunu Sallama Ana Hamam Vaadınmı oyunları sayabiliriz. Karabük İlinin araştırmalardan anlaşılacağı üzere halk oyunları açısından zengin bir ilçesi de Yenice’dir. Yenice Halk Oyunları, Köy Göçtü Oyunu, Arap Oyunu, Güvercin Takla ve Kaşık Oyunları biçiminde adlandırılmaktadır. Bunlardan Arap oyunu üç kişi tarafından oynanır. Esas oyuncu iki kişidir. Üçüncü kişi söylediği türkülerle oyunun biçim ve tarzını belirler. Oyunculardan ikisi ceketlerini ters şekilde giyer, başlarına birer fes geçirerek yüzlerini siyaha boyarlar. Üçüncü kişi oyunu, söylediği şu türkü ile başlatır. Çalkala Arabım çalkala Gıç gıça gelde ırgala Arap da dereye apışmış Kıçına da yavrusu yapışmış
  3. _asi_

    Karabük Yöresel Kıyafetler

    KARABÜK YÖRESEL KIYAFETLERİ Karabük ve ilçelerinde tarih boyunca çeşitli kavimlerin yaşadığı araştırmalarla saptanan tarihi, kültürel değer ve unsurlarından anlaşılmaktadır. Bu kültürel zenginlikler göz önünde bulundurulduğunda, halk oyunları giysilerinde çeşitli örneklere rastlamak mümkündür. Giysileri; Başa giyilen giysiler Gövdeye giyilen giysiler Ayağa giyilen giysiler Aksesuarlar, olarak belirtmek gerekir. Erkek Giysileri Erkekler genelde; çuha kumaştan yapılan ve mavi rengin hakim olduğu şalvar, cepken, keten(Diril) gömlek, yerli tezgahlarda dokunan kuşak, yerli yünden yapılan keçe külah, yün çorap ve Safranbolu yöresine özgü yemeniler giyer, yine dokuma ile elde edilen keçe külahı üzerine bağlanan ve kök boya ile renklendirilen renkli sarık ile kıyafet tamamlanır. Keçe Külahı (Fes): Yerli kuzu yününden kafaya uygun bir şekilde tas veya benzer araçların içine sıkıştırılarak yapılırdı. Bu keçe külahları dikişsizdir. Keçe külahları üzerine bağlanan ve kök boya ile renklendirilen kentli sarıklar bağlanırdı. Bağlama biçimi ise yöre geleneklerine göre yapılırdı. Cepken: Mavi çuha kumaştan uzun kollu bel kemerine kadar uzanan üzerleri yöreye özgü motiflerle ekonomik durumlarına göre sim veya diğer renkli ipliklerle yaka, kol ağızları ve sırt kısmı süsleme yapılarak işlenen ve yöreye özgü bir dikim biçimi verilirdi. Şalvar: Mavi çuha kumaştan yöreye özgü bir şekilde kesimi yapılır. Belden uçkurlu, geniş ağlı, ayak bileklerinde cepken motiflerine uygun bir şekilde ayak bilekleri ve cep ağızları sim ve diğer ipliklerle işleme yapılır. Yerli dokunan uçkurla bağlanırdı. Gömlek: Keten (Diril) kumaştan, hakim yaka(yakasız), uzun kollu, bilekten düğmeli, yöreye özgü kesimle yapılır. Çizgili kumaş hakimdir. Kuşak: Renkli ipliklerle el tezgahlarında dokunan kuşaklar bele bağlanarak giysiye çok güzel bir görünüm kazandırırdı. Yemeni: Eskiden giyilen kısa konçlu, hafif erkek ayakkabısı, çoğunlukla sarı yada siyah renkte Sahtiyandan yapılırdı. Alçak ölçekli, sayası oldukça küçük olurdu. Tulumbacıların giydiği yemenilerin yüzü en ince sahtiyandan(deri), tabanı da çok ince köseleden yapılırdı. Sarayda kullanılan yemeniler sırmayla işlenir, değerli taşlarla süslenirdi. Yün Çorap: Yerli yünden dokunan yün çoraplar giyilirdi. Erkeklerde beyaz renk takım, kadınlarda daha desenli ve renkli biçimler hakimdi. Aksesuar olarak, köstekli saat, ağızlık, tütün tabakası ve kama ile süslenirdi. Tütün Kesesi: Sağ yana takılır. Boncuk işlemeli ipek saçaklıdır. Yürürken baldırını dövecek şekilde sallanır. Köstek: Boyundan aşırmalı gümüş savatlıdır. Beline aşağı sallanır. Çevreler (Kama): Kınından yarı beline kadar sıyrılmış kabzası ile kını arası sırma işlemelidir. Kadın Giysileri Yörede kadın giysileri Bindallı entari, Üçetek Entari, Tepebaş, Sırmalı Kadife, Şeteriye, Fistan(uzun entari), Pamuklu Entari, Uzun Pazen Don(Setüklü), Oyalı Yazma, Silimli Çevre, Tepelik, Çorap, Dolak, Çarık, Zelgerde ve takılardan oluşurdu. Başa giyilen : Bayanlarda yandan inen Zülüfler(avruka) kadının güzelliğini daha da bütünleştirir. Oyalı yazmalar topuzun çevresine bağlanır. Başta serbest bir şekilde başa örtülürdü. Kare şeklinde desenli, etrafı oyalıdır. Bindallı : Bazı bölgelerde, hazır olarak kutu içinde satıldığından kutu içi entari adıyla anılan elbiseler XIX. Asrın başlarından itibaren giyilmiştir. Bu entarilerde çoğunlukla kadife, nadiren atlas kumaşlar kullanılmıştır. Boy entarisi şeklinde olan bu elbiseler bindallı tarzında sırma ile işlenmiştir. Bu sebeple bu elbiselere bazı bölgelerde “Bindallı” da denilmiştir. Topuklara kadar tamamıyla düz inen bu entarilerde eteğe bolluk vermek maksadı ile koltuk altından itibaren yanlarına birer ikişer peş konulmuştur. Peşli entari ismi ile de anılmıştır. Yaka bazılarında yuvarlak, bazılarında kare şeklindedir. Yuvarlak olanlar önden bele kadar, kare olanlar ise yandan göğse kadar açık ve parçalıdır. Kolları hafifçe bol ve uzundur. Kol ve yenleri bazılarında dilimli, bazılarının yaka, kol ve kenarları iki parmak genişliğinde beyaz dantellidir. Bu elbiselerle başa yemeni ve krep örtülüp bele gümüş kemer takılırdı. Çoğunlukla mor kadifeden, üzerine kabartma olarak sırma ile çeşitli bitki motifleri işlenen ve bindallı adıyla adlandırılan elbise çeşidi gelinlerin ve törenlerin en sevilen ve en değerli kıyafetlerindendi. Yörede bindallının dışında kadınlar, yöreye özgü Üçetek, Şalvar, Entari gibi giysiler giyerlerdi. Üçetek Entari: Üç etek denilmesinin sebebi, eteğin üç ayrı dilim biçimde yapılmasındandır. Arkası tek parça, ön tarafı ortadan iki parçaya ayrılmış biçimdedir. Eteğin üç parça oluşu kişiye hareket kolaylığı sağlamaktadır. Öndeki iki parça kaldırılarak beldeki kuşak yada kemere takılarak da kullanılmaktadır. Üç etek entari içine şalvar giyilerek de kullanılmaktadır. Üç etek entariler daha sonraları yan ve ön parçaları birleştirilerek entari olarak da kullanılmıştır. Ayağa giyilen: Ayakta hafif topuklu, tonguraklı kundura veya mesler giyilmiştir. Orta yaşlılar yandan açmalı kancalı “sümsüm” adı verilen mesler tercih etmişlerdir. Takılar Kaplama (Kebe), Ön Zinciri, Koltuk Zinciri, Beşibirlik, Sorguç ve Enteşe’den ibarettir . Ön Zinciri: Bir takımı 20’lik ve 30’luk 200 mahmudiye altınından ibaret, zincir üzerine sıralanmış ve “kebe” nin üzerinden geçmek suretiyle boyuna asılmıştır. Bir ucu yine aynı şekilde yapılmış ve göğüsten çapraz olarak koltuk altından geçirilip koltuk zincirine bağlanmıştır. Beşibirlik: Boyuna takılan, on taneden aşağı olmaz. 20-30 sıradan ibaret ufak inci sıraları da bir araya getirilerek kalınlaştırılır ve boyuna bağlanır. Koltuk Zinciri: Altın dizelerinin koltuk ve boyundan geçirilmiş şeklidir. Toka: Som altın veya gümüş işlemeli ve savatlı bir kemerdir. Entese: Altın veya gümüş savatlı enlice bilezik, iki bileğinde süsüdür. Sorguç: Alnın ortasına iliştirilen el kadar elmastan yapılmış tamamlayıcı bir takıdır. Eflanide Giyim Kuşam Kadın Kıyafetleri: Düz entari, belde şal veya şal taklidi kuşak, peştamal, başta kısa fes, çeki denilen yazma sarık, bunun üstüne cenber denilen ve kadınların kendileri tarafından dokunan fitilli bir baş örtüsü, ayakta yemeni. Erkek Kıyafetleri: Şalvar, üstünde yünden örülmüş kuşak, çift yönlü ve pamuklu mintan, üstüne ceket veya palto.
  4. Halk Bilgisi Halk hekimliğine ilişkin yöremizde uygulama biçimlerine “kocakarı ilacı” adı verilmektedir. Oldukça geniş olan yöredeki halk hekimliğine ait inanılan ve uygulanan tedavi yöntemlerinden bazıları şunlardır. Ayva Yaprağı : Ayva yaprağı kaynatılıp, şeker katılarak içilirse öksürüğe ve soğuk algınlığına iyi gelir. Çam Filizi: Çam filizlerinin ucundaki düğme gibi yumru kısımlar su ile kaynatılıp, şeker katılarak ılık olarak içilirse grip, soğuk algınlığı ve öksürüğe iyi gelir. Çamsakızı: Çam filizinin kabuğu soyulup içinin suyu alınır. Bu su bal ile karıştırılıp, göğüs hastalıklarına karşı hastalara yedirilir. Isırgan Otu: Kaşıntılara karşı kaynatılıp şekerle içilir. Ihlamur: Çiçeği kaynatılıp şeker katılarak soğuk algınlıklarına karşı içilir. Karabiber: Mide ağrılarına karşı kaynatılıp, şeker katılarak içilir. Karanfil: Kaynatılıp şeker katılarak öksürük olanlara içilir. Kekik otu: Kurusu kaynatılıp şeker katılarak içilirse böbrek ağrılarına ve böbrek taşlarına iyi gelir. Nane yaprağı: Kuru nane kaynatılıp şeker katılarak mide ağrılarına ve vücuttaki öbür ağrılara karşı içilir. Patates: Başı ağrıyanların alınlarına patates kesilip, üzerine kahve dökülerek sarılır. Yoğurt Suyu: Yoğurdun üzerinde biriken, biraz maviye çalan suyu böbrek taşlarını düşürmek için içilir. Zencefil: Zencefil kaynatılıp içilirse soğuk algınlıklarına iyi gelir. Karnı ağrıyan kişilerin, karınlarına demir, taş gibi soğuk maddeler konur. Yaraya, bereye soğan veya et sarılır. Yanan yerlere salça ve elma suyu sürülür. Kırılan yerlere salça ve elma suyu sürülür. Kırılan yerler kara sakız ve yumurta ile sarılır. Bu işi yetişmiş ve uzman kişiler yapar. Soğuk algınlığına karşı hastaya karabiberli çay içirtilir ve terletilir. Nefes darlığına karşı “eşek nanesi” kaynatılarak içirilir. Ayak burkulması veya incinmesi neticesinde, şişe üzerinde basılarak hareket ettirilir. Karnı ağrıyan çocuk ince elenmiş toprağa yatırılır. Kememe veya konuşmada zorluk çeken çocuklara, bülbülün içtiği suyun artığı içirtilir. Eve sivrisinek gelmesin diye söğüt dalı odanın tavanına asılır. İnanışlar Türbe Ziyareti: Yenice’de çocuğu olmayan kadınlar, vücut ağrısı çekenler adakta bulunma ve şifa niyetiyle türbelere giderler. Eskipazar’da Ömer Efendi Türbesi olarak bilinen türbeye özellikle sinirsel rahatsızlığı olanlar ile çocuk sahibi olamayanlar tarafından ziyaret edilmektedir. Yine Eskipazar İlçesinde çekirge istilasına uğrayanlar Şıh Ali Semerkandi’nin kabrinin bulunduğu Çamlıdere’de bir kişiyi yanlarına alarak sığırcık suyuna gelirler. Burada kurban keserler ve beraberinde getirdikleri kişiye kaba su aldırırlar. Alınan suyu çekirgelerin istila ettiği yere asarlar ve çekirgeler inanışa göre oradan kaybolurlar. Kurşun Dökme: Nazar değdiğine inanılan kişiye kurşun dökülür. Bu işi yapan kişiye bakıcı denir. Kurşun dökülecek kişinin üzerine örtü örtülür. Bakıcı tarafından içinde su olan bir bakır kaba eritilmiş kurşun dökülür. Suya dökülen kurşun alınmadan önce suyun yüzeyi bıçakla kesilir. Su sağ el ile nazar değdiğine inanılan kişinin üzerine serpilir. Bu arada kurşun döken kişi içinden dualar eder. Suyun içindeki kurşunu çıkaran bakıcı kurşun şeklinden nazarın kimden ve nasıl olduğu hakkında yorumlar yapar. Horoz Kapma Yarışı (Horoz Yarışı): Yenice İlçesinde iki bayram arasında doğan veya yürümesi geciken çocuklar için kurban bayramlarında horoz kapma yarışı yapılır. Yarış yüksek bir yere yerleştirilen horozun belirli bir mesafeden bir grubun koşarak veya önde götürenin horozu kapmasıyla tamamlanır. Böylece çocuğun daha çabuk yürüyeceğine inanılır. Kurt Ağzı Bağlama: Eskipazar İlçesinde Kurt Ağzı bağlamak için çeşitli dualar yapılır. Bakıcı tarafından veya büküklerden biri tarafından bir ip, dualarla fil suresi “tayran” kelimesi söylenmeden okunur. Her okunuşta ipliğe düğüm atılır. Bu düğüm sayısı en az yedi en çok ondokuz defa yapılır. Sonunda düğümlenen ip hayvanların bulunduğu bir yere asılır. Bu sayede hayvanların kurt tarafından öldürülmeyeceğine inanılır. Diğer İnanışlar: Köpek uluduğunda ölü çıkacağına Yere düşüpte kırılmayan bardağın uğursuzluk getireceğine İki gelin konvoyunun karşılaşması halinde birinin çocuğunun olmayacağına Kül üzerine basıldığında cin çarpacağına Birbirinin elinden bıçak veya makas alan kişilerin arasının açılacağına Bir ailenin çocuğu olmazsa veya doğan çocuğu sürekli vefat ediyorsa şöyle bir niyet ederek: “Eğer çocuğum olursa bu çocuğumu (Falanca) türbeye sattım. Adına da satılmış koydum der. Baykuşun evlerin bacasına konup ötmesi uğursuzluk sayılır. Ayva meyvesinin ve meşe pelidinin fazla olması halinde kışın uzun süreceğine inanılır.
  5. _asi_

    Karabük Halk Edebiyatı

    HALK EDEBİYATI EFSANELER Türkiye’nin diğer illerinde olduğu gibi Karabük’te de anlatıla gelen bir çok efsane söz konusudur. Bu efsanelerden başlıcaları; Geyikli Dede(Bahattin Gazi), Göğören Baba, Şıh Ali Baba Semerkandi, Dur Kadın, Yeşil Başlı Ördek, Adam Kurutma Kayası, Çoban Hıdırın Kavalı, Duvaklı Gömün efsaneleridir. Geyikli Dede Efsanesi: Efsane halk ağzı ile şu şekilde anlatılmaktadır. Çok eski zamanlarda Öğlebeli Köyünde fakir bir çoban vardı. Nereden geldiğini, ne zaman geldiğini kimse bilmezdi. Bir babası , bir anası , birde kocamış karısı vardı. Bu çobana dede derlerdi. Okuması, yazması yoktu, güzel sözleri, esrarlı hali ile kendisini çok sevdirmişti. Çoban kurak ve kıraç alanlarda sığırlarını güder, Araç Çayı’nın öte geçesindeki çayırlara geçemediği için canı sıkılırdı. Bir gün çayın üstüne köprü yapmayı düşünmüş, ormandan kestiği ağaçları danasının sırtında taşımaya başlamış. Dananın sırtında taşınan ağaçlardan ne olur, Tanrı’ya yalvarmış, Tanrı’da ormandaki geyikleri onun hizmetine vermiş. Gece geyikler ağaçları taşımış gündüz ağaçları birbirine çatarak köprüyü kurarmış. Gel zaman git zaman dede birde camii yaptırmak istemiş. Köyün meydanını kazmış. Sabahleyin birde bakmışlar ki her tarafa kum, taş çekilmiş. Köylüler buna inanamamış ve gözetlemeye karar vermişler. Bunu hisseden çoban karısına; köylüler benim işime mani oluyorlar, camiyi yapmak nasip olmayacak. Eğer beni görürlerse beni artık burada arama. Kara danayı ardımca sal, o benim yerimi bulur demiş. Gece gözetleyen köylüler taşların geyikler tarafından taşındığını görmüşler. Sırrı aşikar olan ermişler yaşamazlarmış, çoban köylülere; evinizin sayısı 20’yi geçmesin diye beddua etmiş ve ertesi gün evden çıkmış. Karısı iki gün beklemiş gelmeyince kara danayı salıvermiş, oda peşinden yürümeye başlamış. Dana evvela mezarlıkta durmuş, sonra Dede Yaylasına kadar yürümüş., orada bir yerde düşmüş ölmüş. Bu ermiş çobanın yattığı bir türbe olup adı “Bahattin Gazi” türbesidir. Adam Kurutma Kayası Efsanesi: Yörede bir zamanlar cezalandırılmak istenen kişilerin bu kayaya yatırıldığı, adamın çok geçmeden sıcağın etkisiyle saca dönen bu kayalar üzerinde kuruyup kaldığı inanışı yaygındır. Buna ilişkin şu efsane anlatılır.Zamanın birinde bu yörede çok acımasız, zalim bir bey yaşarmış. Aklına esti mi insanları köpeklerine paralatıp, diri diri gömen beyin en büyük eğlencelerinden biri de yakaladığı kişileri kızgın saç üzerinde namaza durdurup ayakları yandıkça zıplamalarını izlemekmiş. Günlerden bir gün bey amansız bir hastalığa yakalanmış. Ülkesinin tüm hekimleri bir çare bulamamış. Bir gece acılar içinde kıvranırken rüyasında Hızır’ı gürmüş. Hızır: Senin derdinin dermanı Adam Kurutma Kayasındadır. Kayalara varıp üstündekileri çıkar, iki rekat namaz kılıp Tanrı’ya yakar, der. Ertesi gün bey kayalara gider, soyunur, kayaların üstüne çıkar. Namaza duracaktır ama, kaya güneşten o kadar kızmıştır ki ayakları yanmaya başlar. Hoplaya zıplaya güçlükle namazı tamamlar. Ellerini dua için açtığında kulağına Hızır’ın sesi gelir. “Ey acımasızların acımasızı. Sen ki zavallı insanlara layık gördüğün azabı kendinde denedin, artık tövbe et, kötülüklerinden arınmak için halkına yardımcı ol ki şifa bulasın”. Bey yaptıklarına tövbe edip bir daha kötülük yapmayacağına ant içer. Bir süre sonra da iyileşir. Yörede bu kayaların kimi hastalıkları iyi ettiği inancı günümüzde de yaygındır. MASALLAR İlimizde, özellikle Safranbolu’da annelerimizden, anneannelerimizden, babaannelerimizden günümüze anlatıla gelen çeşitli masallar vardır. Bunlar,Keloğlan masalları, padişah masalları, dev masalları, kuş masalı, gür baba, gülmez sultan,çinici, eyi yürekli çocuk, sıracalı kız, uyduruk hoca, üç elma vb…. Sıracalı Kız: Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ülkenin birinde bir padişah, padişahında üç kızı varmış. En küçük kızı çaresi olmayan bir hastalığa yakalanmış. Vücudunun her tarafı çıban olmuş. Padişah bu küçük kızını dağa bırakmış. Zavallı kız hava kararmaya başlayınca korkmuş, üşümüş, çaresizlik içinde bir ağaca çıkmış. Ağlamış. Bu kızın hastalığı sıraca imiş. Başka bir ülkenin padişahının oğlunun yolu oradan geçiyormuş. Atını sularken suyun yüzüne kızın görüntüsü vurmuş. Birde bakmış ki çok güzel bir kız. Kıza sormuş inmisin , cinmisin , söyle kimsin diye. Kız da ben ne inim ne cinim bende senin gibi bir adem oğluyum demiş. Padişahın oğlu in ağaçtan demiş ve atının terkisine atmış evine götürmüş. Kızın yüzü çok güzelmiş ama bütün vücudu çıban imiş. Padişahın oğlu kızı kimseye göstermemiş. Ahıra götürmüş boğazına kadar kemreye gömmüş. Orada üçgün mü, beş gün mü durmuş bilinmez sonunda çıkmış, birde ne görsün kızın hastalığından eser kalmamış. Padişahın oğlu onu kendisine nikahlamış. Güzel bir hayat yaşamışlar. Üç tane kızı olmuş. Birisinin adına Ne İdim, ikincisine, Ne Oldum, üçüncüye Ne Olacam adını koymuşlar. Padişahın oğlu bir gün kayın pederi padişahı sarayına davet etmiş. Akşam yemekler yendikten sonra annesi kızlarına iş buyurmuş; Ne idim bir su getiriver, Ne Oldum bir kahve yapıver, Ne Olacam şunu yapıver derken davetliler şaşırmışlar, bunda bir iş var demişler. Bunun sebebini bir anlatıver demişler. Sonunda kızları başlamış anlatmaya. Vakti zamanında ben bir padişah kızıydım, çaresiz hastalığa yakalandım anam, babam beni dağlara bıraktı. Beni padişahın oğlu buldu, iyileştirdi. Evlenip mesut olduk. Kızlarımızın adını çektiğimiz acıları unutamadığımız için Ne İdim Ne Oldum Ne Olacam koyduk. Kızın anası, babası yaptıkları hatayı anlamışlar, utanmışlar, özür dilemişler. Hep bir arada mutlu bir hayat yaşamışlar. KARABÜK YÖRESEL SÖZCÜKLER Safranbolu Yöresi: Ani, ani : Şaşkınlık belirten ünlem Maniye : Domates Arey: : Hayret, şaşkınlık Nemelam : Neme lazım Abudungazı : Kendine sahip olmayan Nanca : Ne kadar Ameden : Aniden Sırtarmak : Karşı Gelmek Beşaret : Sevimsiz Şırfıntı : Edepsiz Bihamla : Hemen Vov vov : Hayali Yaratık Çezinmek : Oyalanmak Yılçaruk : Yılışık Eşgare : Göz göre göre, alenen Yunma : Yıkanma Husa Çekmek : Merak Etmek Zaaretmez : önemsiz, zarar etmez Eflani günü : Pazartesi günü Yenice Yöresi: Gutnu : Çizgili Pazen Gebedek : Şişko Örüsger : Rüzgar Kuskuç : Saç Tokası Kapela : Gömlek Ovacık Yöresi : Heleba : Şuna bak Eccük : Az Kümpür : Patates Yokaekmek : Yufka Eskipazar Yöresi: Coruk : Hindi Bıldır : Geçen Yıl Buruş : Erik Kurusu Bocuk : Su testisi Güdek : Çoban ATASÖZLERİ VE DEYİMLER Aç garın katık istemez, uykulu baş yastık istemez, Devecüynen konuşan, ahırını yüksek yapar, Basıp cahilin izine, uyma şeytanın sözüne, Eşek çamura batınca sahibinden guvetlisi olmaz, Geçinin çıktığı kayaya, oğlağı da çıkar, Aç goyma hırsız, çok söyleme arsuz edersin, Yırtıcı kuşun ömrü az olur, Kötü kötüye mis gibi kokar, Tarlada izi olmayanın sofrada yüzü olmaz, Aslan yatağında, aslan eksik olmaz, Ağır taş yerinden kalkmaz. Ucuzdur vardır bir illeti, pahalıdır vardır bir lezzeti. Gurt kocayınca köpeğin maskarası olur. Oğlan dayıya kız halaya çekermiş, Gorkunun ecele faydası yoktur. Ekmek elden su gölden. Alışmış gudurmuşdan beterdür. Hamama giren terler. Buba oğula bir bağ bağışlamış, oğul bubaya bir salkım üzüm vermemiş. Acığan doyman sanar, susayan ganman sanar, BİLMECELER Benim üç kızım var ikisi birbirine bakar biri bana bakar, (Ocak) Kat kat döşek bunu bilmeyen eşek. (Lahana) Bir sinide iki tavuk biri sıcak biri soğuk (Güneş ve Ay) Alçacık dallı yemesi ballı (Çilek) Elemez melemez Ocakbaşına gelemez (Yağ) Ağzı açuk aya bakar (Bulgur dibeği) Yer altında sakallı baba (Pırasa) Dal doruğunda kitli sanduk (Ceviz) Dünyada olmayan Beş türlü şey nedir? (Kuş sütü, Deve nalı,Deniz Kapağı, gök direği, Ölüme çare) Çalıdibinde bi yoğurum Hamur (Tavşan)
  6. _asi_

    Karabük Mutfağı

    Karabük Mutfağı Karabük mutfağı ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda saptanan 100’den fazla yemek çeşidi yöre mutfağının zenginliğini açıkça ortaya koymaktadır. Karadeniz mutfağının tipik özelliklerini taşıyan bazı yemekler Karabük mutfağının baş yemekleri arasında yer almaktadır. Gözleme, Safranbolu Bükmesi, Kuyu Kebabı, Kara Mancar, yaprak dolması, Yayım(Ev Makarnası) perohi, bandırma, sini çöreği, çullu börek, bazlama, su böreği, ev baklavası, safranlı zerde, höşmerim, haluşka bulunabilecek yöresel yemeklerdendir. Bölgede özellikle sonbaharda bulunan Kanlıca ve diğer mantar çeşitlerinden de yemek ve börekler yöre mutfağına zenginlik katmaktadır. Her zaman taze satılan helva çeşitleri ile fındıklı, şamfıstıklı güllü ve safranlı çeşitleri bulunan Safranbolu lokumları da ünlüdür. Safranbolu Yemekleri: Çok zengin bir yemek kültürü vardır. Bunlardan en ünlüleri, uzun fasulye, dilme fasulye, et yemeği, perohi, yayım, ekşili kelle, yaprak dolması, kuru çörek, sini çöreği, göbü, bükme, zerde, höşmerim, un helvası, delioğlan sarığı, oklava dolaması, çingene baklavası, haluşkadır. Bütün Et Yemeği: Parçalar halindeki et tereyağında kızartılır. Su ilave edilerek kaynatılır. Salça konur. Perohi: Hamur un, su, yumurta ile hazırlanarak yoğrulur. 2 mm. Kalınlığında açılır. 5 cm. kareler halinde kesilir. Ortasına torba(süzme) yoğurdu nane ve tuz ile hazırlanmış karışım konulup üçgen şeklinde kapatılır. Kaynayan suya atılarak haşlanır. Pişince suyu süzülerek üstüne kızdırılmış tereyağı gezdirilir. Höşmerim: Un ve yumurta harmanlanıp, ufak toplar haline getirilir, pembeleşinceye kadar yağda kavrulur. Ocaktan inmesine yakın içine dövülmüş –ceviz konularak biraz daha kavrulur. Bir kaba alınarak üzerine ılık şeker şurubu konulur. Yayım: Kaynar suda haşlanan ev makarnasının suyu süzülür, üzerine isteğe göre kıyma, ceviz, keş, yoğurt dökülerek hazırlanır.Ve kızdırılmış tereyağı gezdirilir. Üzerine konan malzemeye göre isimlendirilir. Zerde: Safran bir kapta boyası çıkıncaya kadar ıslatılır. Pirinç özelleşinceye kadar haşlanır. İçine safran konur. İneceğine yakın şeker konur. Eflani Yemekleri: Tarhana, uğmaç çorbası, çimdik, mıhlama, malak, bandırma, çullama, nişasta helvası, ekmek böreği ve gözleme en önemli yemek ve tatlı çeşitleridir. Yenice Yemekleri: İlçenin geleneksel yemekleri, Kara lahana, malay, şaptak, mısır çorbası, ceviz helvası, bazlama, katlaç, lokma, muska dır. Ceviz Helvası: Sadece Yenice’de yapılan yöreye has bir helvadır. Bayramlarda yapılarak satışa sunulur. Şeker bir kazana dökülür. İçine az miktarda su konularak takriben 50 dk. Kaynatılır. Kaynama esnasında içine eritilmiş limontuzu ilave edilir. Daha sonra kazan indirilerek soğumaya bırakılır. Bu arada yumurta akları çırpılarak kazandaki malzemeye ilave edilir. Malzeme kıvama geldikten sonra kazan ocaktan alınarak hazırlanan ceviz içleri ilave edilir. Ve 3-5 dk. Karıştırılır. Daha sonra temiz bir çarşafa un serilerek kazandaki malzeme bunun üzerine boşaltılır. Burada 30 dk. soğumaya alındıktan sonra katı hale gelen helvalar sandıklara konarak satışa hazır hale gelir. Karalahana (Karamancar): Malzeme olarak karalahana, mısır yarması, kuru fasulye, pırasa, kabak, yağ ve tuz kullanılır. Karalahanalar temizlenerek doğranır. Bir tencerede sıcak su hazırlanır. Sonra ocaktan alınarak temiz bir kapta süzülerek toplanır. İçine el değirmeninde öğütülmüş mısır yarması, haşlanmış kuru fasulye, pırasa ve kabak ilave edilir. Ayrı bir tencerede yeteri kadar su ve yağ ilave edilerek ocağa sürülür. Kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Ovacık Yemekleri: Ovacık yemek çeşitleri arasında, un çorbası, göce çorbası, keşkek çorbası, malak, yoğurtlu yumurta, çul böreği, bişi, cevizli ekmek, cizleme, un helvası sayılabilir. Çullu Börek: Yufka açılır, saçta pişirilir. Pişirilen yufkalar ince ince kesildikten sonra, tereyağı ile iyice karıştırılır. Bakır siniye; altına yufka döşenir, kesilmiş olan yufkalar siniye yayılır ve üstü yufka ile örtülür. Ateş korunda kızartılırken tereyağı eklenip iyice kızartılması sağlanır. Genellikle düğün yemeği olarak kullanılır. Yoğurtlu (Katıklı) Yumurta: Kaynamakta olan suya yumurta ve sarımsak bırakılır. Yumurta pişince suyuyla birlikte bir tabak yoğurdun üzerine dökülür. Üzerine eritilip kızartılmış yağ dökülür. Kaynama suyunun az olmasına dikkat edilmelidir. Yörede daha sonra ihtiyaç olduğunda yazın veya kışın kullanılmak üzere bazı yiyecekler önceden hazırlanır. Bunlar; kuru kıyma, kavurma, yufka, yayım, tarhana, pekmez, salça, sirke, keşkek, hoşaf olarak tüketilen pestil, çeşitli meyve kuruları(elma, armut, ayva, dut vb.), şerbet olarak tüketilen çeşitli meyve ezmeleri(kızılcık, ayva, erik, vişne, kuşburnu vb.), yemeklik olarak kullanılan çeşitli sebze kuruları( dilme fasulye, kurutulmuş patlıcan, dolma biber, sivri biber, bamya vb.), çeşitli gıda maddelerinden yapılan turşular(biber, domates, lahana, salatalık, vb.) çeşitli reçel türleri(kızılcık, çilek, vişne, ayva, üzüm vb.). Bunların dışında ilkbahar ve sonbaharda yörede bulunan cincile, kanlıca, ebişke vb. mantar türleri de yöre mutfağına ayrı bir zenginlik katar.
  7. _asi_

    Karabük Coğrafi Yapı

    Karabük Coğrafyası Genel Coğrafya Batı Karadeniz Bölgesinde Karabük, kuzeyde Bartın (80 km.), kuzeydoğu ve doğuda Kastamonu, güneydoğuda Çankırı, güneybatıda Bolu, batıda Zonguldak illeriyle komşudur. Karabük vadiler ve platolardan oluşmaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 270 m. olmasına rağmen 2000 m yi bulan tepe ve yaylalar mevcuttur. Türkiye'nin önemli ormanlık alanlardan olan Yenice Ormanları "Açık Hava Orman Müzesi" olarak belirlenmiştir. Kısmen Karadeniz ikliminin özellikleri görülen Karabük, kıyıdan içeride kaldığı için, Karadeniz'in nemli havasından yeterince yararlanamamakta, karasal iklimin özellikleri daha ağır basmaktadır. Ancak, İç Anadolu'da olduğu gibi şiddetli kış soğukları ile kurak yaz sıcakları görülmez. En çok yağış ilkbahar ve kış aylarındadır. İklim Batı Karadeniz Bölgesinde yer alan Karabük’te kısmen Karadeniz ikliminin özellikleri görülmektedir. Yalnız Karabük, kıyıdan içeride kaldığı için, Karadeniz’in nemli havasından yeterince yararlanamamakta, karasal iklimin özellikleri daha ağır basmaktadır. Karadeniz ikliminden karasal iklime geçiş sahasındaki Karabük’te geçiş tipi iklim etkili olmaktadır. Yıllık ortalama sıcaklık 13.20 C’dir. En soğuk ay olan Ocak’ta ortalama 2.60 C, en sıcak ay olan Temmuz’da 23.10C, sıcaklık vardır. Ortalama yıllık amplitüd ise 20.50 C’dir. Şu ana kadar ölçülen en yüksek sıcaklık 11 Ağustos 1970’de 44.10 C’dir. En düşük sıcaklık ise 25 Ocak 1974’de -15.100 C olarak ölçülmüştür. Karadeniz ikliminin etkisiyle her mevsim yağış görülse de, Temmuz ve Ağustos aylarına rastlayan kurak bir dönem belirginleşmiştir. Karadeniz kıyılarına göre oldukça az yağış alan Karabük’te yıllık ortalama yağış miktarı 487.7 mm. dır. Eflani, Ovacık ve Yenice çevresinde yıllık yağış miktarı daha fazladır. Temmuz ve Ağustos en az yağış alan aylardır. İlkbahar ve yaz aylarında sağanak yağışlar görülmektedir. Karabük’ün yıllık rüzgar gülü incelendiğinde hakim rüzgar yönünün güneybatı olduğu görülür. Batı ve kuzeyden de fazla rüzgar esmektedir. Yıllık ortalama rüzgar hızı 0.8 m/sn. dır. Bitki Örtüsü ve Doğal Hayat İlin yüzölçümünün % 60’ı ormanlarla kaplıdır. Merkez İlçe, Safranbolu, Yenice ve Eskipazar ormanların gür olduğu alanlardır. Eflani, Ovacık ve Eskipazar çevresinde karasallık etkili olduğundan bozkırlar yaygın olarak görülür. Buralarda yüksek kesimler ormanlarla kaplı olup ağaç yetişme sınırının üzerinde olan yerlerde geniş dağ çayırları bulunmaktadır. Karabük’ün en yüksek yeri olan Keltepe bitki örtüsü açısından şu özellikleri taşımaktadır. Yüksekliğin az olduğu yerlerde Kızılçam, 700-800 metre yükseklikten sonra yerini Köknara bırakmaktadır. Karışık şekildeki ormanlar 1600-1700 metreye kadar çıkabilmektedir. Kayın, meşe, gürgen, Akçaağaç, dişbudak, kavak yaygın olan türlerdir. Dere içlerinde lokal olarak çınar, söğüt, ıhlamur, şimşir gibi türler ortaya çıkmaktadır. 1700 metreden daha yukarıda yüksek dağ çayırları yer alır. Burada kekik ve ada çayı en çok göze çarpan bitki türüdür. Keltepe’deki bu durum bütün il genelini yansıtmaktadır. Karasal ikliminin daha fazla hissedildiği alanlarda meşe ön plana çıkarken, Eflani çevresinde çayır ve otlakların geniş yer kapladığı görülmektedir. Yenice ormanlarının Türkiye’de eşi benzeri yoktur. Çok sayıda ağaç türünü barındıran bu ormanlardan, bilinen altı ana ağaç türüne 30 önemli ağaç türünü eklemek mümkündür. Gökpınar mevkiinde dört hektarlık bir alan arberetum (Açık Hava Orman Müzesi) olarak belirlenmiştir. Yenice ırmağı vadisinde lokal bir Akdeniz ikliminin mevcudiyeti buralarda ladin, sandal, erguvan, menengiç gibi maki türlerinin yetişmesini sağlamıştır. Yenice ormanları, çok çeşitli bu ağaç türlerinin yanında, bazı ağaçlarının olağanüstü çap ve boyutlara ulaşan örneklerini de barındırır. Bu anıt ağaçlarla birlikte orman altı bitkileri ve yaban hayvanları ile eşsiz bir ekosistem ortaya çıkmaktadır. Yenice ve Keltepe ormanlarında yaygın olarak bulunan şimşir ve porsuk ayrı bir öneme sahiptir. Bölgede çok miktarda yaban domuzu olup az sayıda tilki, tavşan, ayı, keklik, karatavuk, çulluk’a rastlanmaktadır. Yenice bölgesinde yukarıdakilerin dışında; Karaca, Vaşak, Yaban Kedisi türleri bulunmaktadır. Topografya Dağlar Kuzey Anadolu Dağlarının bir parçasını oluşturan ildeki dağlar kıvrım dağlarıdır. Bu dağların yüksekliği 2000 m.yi geçmez. Karabük’ün kuzeyinde, batıya doğru uzanan geniş bir dağlık alan bulunmaktadır. Küre Dağlarının uzantıları niteliğindeki bu alanda, ortalama 1400 m. Yüksekliğe sahip Çiğdem Tepe, Boyundurluk Tepe, Tekirdağ, Başköy Dağları yer alır. Bu alanda Karabük’ün ikinci yüksek noktasını oluşturan Sarıçiçek tepesi de (1750 m.) bulunmaktadır. Safranbolu çevresinde, Araç Çayı ve kollarının parçaladığı platoluk alan üzerinde kuzey doğuya doğru uzanan Sipahi Dağı yer almaktadır. Daha kuzeyde kalan Eflani çevresinde düzlükler geniş yer tutar. Burada 1416 m. Yüksekliğindeki Göktepe ve Tepedağ, en önemli yükseltiler olarak karşımıza çıkar. Yenice Irmağı ve Araç Çayı’nın yer aldığı havzanın güneyinde de dağlar yoğunlaşmıştır. Karabük’ün güneydoğusunda yer alan Keltepe 1999 m. Yüksekliği ile Karabük’ün ve Batı Karadeniz Bölgesinin en yüksek noktasıdır. Ormanlarla kaplı olan dağın zirvesi mayıs ayı sonuna kadar karla kaplıdır. Keltepe Bölgesinden Eskipazar’a doğru uzanan alanda en önemli yükselti Eskipazar’ın kuzeybatısında kalan Hodulca Dağıdır. (1730m.) Yenice çevresiyle birlikte Eskipazar’da yer alan dağlar Bolu ve Köroğlu dağlarının uzantılarıdır. Yenice çevresindeki dağlar oldukça engebeli olup bu alanda en önemli yükselti Keçikıran Tepesidir. Ovacık çevresinde en yüksek dağ Çalyayla Dağı (1432m.) dır. Ovalar Oldukça engebeli ve eğimli yapıya sahip olan Karabük’te büyük düzlükler ve ovalar yoktur. Araç ve Soğanlı Çaylarının kenarında küçük düzlükler yer almaktadır. Eskipazar çevresinde Hamamlı, Bayındır, Sadeyaka Ovaları yer alır. Soğanlı Çayı vadisinde, Safranbolu’nun Geren Köyü yakınında Geren Ovası bulunmaktadır. Hamzalar mevkiinde ise Cemal Ovası yer alır. Ovacık ve Eflani çevresinde geniş düzlükler yer alır ve kimi yerde ova, kimi yerde plato görünümlü ortaya çıkmaktadır. Yaylalar Çok sayıda yaylanın yer aldığı Karabük’te en önemli yaylalar Avdan Yaylası, Dede Yaylası, Sorkun Yaylası, Uluyayla, Göktepe Yaylası, Sarıçiçek Yaylası, ve Boduroğlu Yaylalarıdır. Karabük-Yenice-Eskipazar arasında kalan Sorkun Yaylası yaklaşık 1650 m. Yüksekliğinde olup geniş bir alana sahiptir. Geniş bir alana sahip olan yaylada geniş çayırları çevreleyen ormanlarda yeşil, sarı ve kırmızının her tonuna rastlamak mümkündür. Yaylada doğa yürüyüşü ön plana çıkmaktadır. Bahattin Gazi’nin türbesinin bulunduğu Dede Yaylası yaklaşık 1670 m. Yüksekliğinde olup, her yıl şenlikler düzenlenmektedir. Safranbolu’nun kuzeyinde yer alan Uluyayla, oldukça gür ormanların içinde geniş ve yemyeşil çayırların uzandığı bir alandır. Ahşap malzemeden yapılan yayla evleri ile ormanların bütünleşmesi ortaya cennet gibi bir mekan çıkarmaktadır. Sarıçiçek yaylası da bitki örtüsü ve geniş alanlarıyla oldukça dikkat çekmektedir. Eflani çevresi düzlükleriyle bütünüyle yayla görünümündedir. Karabük’ün kuzey kesimlerinden batıya doğru Büyükdüz, Tekir, Arıcak, Yaylaçiçeği ve Bostancık Düzü gibi yaylalar yer alır. İçinde çok çeşitli ağaç çeşitleri, olağanüstü çap ve boya ulaşan örnekleri ile diğer bitki florasını barındıran, eşsiz bir ekosistem özelliği gösteren Yenice Göktepe yaylasında her yıl şenlikler düzenlenmektedir. Yine bu alanda Meğre, Yassıyurt, Alaboga, Karaboğa, Bağbaşı gibi yaylalarda bulunmaktadır. Keltepe’den Eskipazar’a uzanan alanda Adiller, Hasanlar, Kulat, Şerafettinler, Eğriova, Sündek, Acemler ve eski bir yerleşim yerinin de bulunduğu Belen Yayla bu alandadır. Ovacık çevresinde ise şenlikler düzenlenen Boduroğlu Yaylası önemlidir. Ayrıca Çakallı, İmanlar, Göllü Yayla yer almaktadır. 1300 m. yüksekliğe sahip Avdan Yaylasının çevresi kayalarla kaplı olup düz ve geniş olan tepe kısmında eski şehir kalıntısı bulunmaktadır. Kanyonlar Karabük’ün doğal güzellikleri arasında kanyonların ayrı bir önemi vardır. Daha çok Safranbolu İlçesinde kireçtaşı tabaklarının derin biçimde yarılması ile kanyonlar ortaya çıkmıştır. İlgi çekici en önemli kanyonların başında İncekaya Kanyonu gelmektedir. Üzerinde İncekaya Su Kemerinin yer aldığı kanyon oldukça dik ve derin yamaçlara sahiptir. Uzunluğu oldukça fazla olan ve içinde Doğal Hayatı Koruma alanı oluşturulan Düzce (Kirpe) Kanyonu ziyaretçileri adeta büyülemektedir. Diğer kanyonlar ise Tokatlı ve Sakaralan kanyonudur. Safranbolu’dan geçen Gümüş, Akçasu ve Bulak dereleri de üç ayrı kanyon oluşturarak Araç Çayına karışmaktadır.Yenice’de yer alan Şeker Çayı ise 6.5 km. uzunluğunda, kenarları oldukça dik ve yüksek olan Şeker Kanyonu’nu oluşturmuştur. Akarsular Filyos Irmağı: Karabük İlinin en önemli akarsuyu Filyos Irmağı’dır. Bu ırmağın iki önemli kolu olan Araç ve Soğanlı Çayları il topraklarındaki önemli akarsulardır. Filyos ırmağı kaynaklandığı yerden denize dökülünceye kadar değişik isimler almaktadır. Kaynaklandığı yerde Ulusu ismiyle bilinen akarsu, Gerede yakınlarında Gerede Suyu, Eskipazar yakınlarında Soğanlı Çayı, Araç Çayı ile birleştikten sonra Yenice Irmağı adını alır. Devrek Çayı’nıda alan ırmak, Filyos Irmağı adıyla Karadeniz’e dökülür. Irmak, 288 km. uzunluğundadır. Soğanlı Çayı: Gerede’nin güneybatısından kaynaklanarak Eskipazar’ın güney kesimini sulayan Gerede Suyu ile Çerkeş’ten gelen Çerkeş Çayı birleşerek Soğanlı Çayı’nı oluşturur. Hamamlı Köyü’nün güneyinden itibaren Ovacık’ın doğusunda ve kuzeyinde bir müddet akar. Önce Bağırsak Deresini, daha sonrada Karabük yakınlarında Eskipazar Çayını alır. Karabük’te Araç Çayı ile birleşerek Yenice Irmağı adını alır. Eskipazar Çayı : Eskipazar’ın batısındaki Eleman dağından doğar. Doğu ve kuzey yönlerinde bir müddet aktıktan sonra Karabük yakınlarındaki Cemal Ovası’nda (Hamzalar) Soğanlı Çayına karışır. Araç Çayı: Ilgaz Dağlarının kuzey yamaçlarından kaynaklanır. Çok sayıda dere ile beslenir. Eflani çevresindeki en önemli akarsu olan Taşçıdeğirmen Çayı ile birleşir. Safranbolu’nun güneyinden batıya doğru akarken Ovacuma Deresi’ni alır. Safranbolu’dan geçen Gümüş, Akçasu, Tabakhane ve Bulak derelerini de alarak Karabük’te Soğanlı Çayı ile birleşir. Yenice Irmağı: Araç ve Soğanlı Çaylarının birleşmesiyle oluşan bu ırmak dar ve derin vadiler içinde akar. Bolkuş Boğazı’nı geçer. Balıkısık mevkiinden sonra vadisi genişler. Pirinçlik yakınlarından Kel tepe’den gelen Değirmen deresini alır. Kelemen, Kızılkaya, Karakaya, Şeker Çayını alarak ilerleyen akarsu Devrek Çayı ile birleşir. Filyos Irmağı adını alarak Karadeniz’e dökülür. Göller Karabük’te büyük doğal göl yoktur. Ovacık’ın kuzey kesiminde Şamlar Köyü yakınlarında Karagöl adında bir krater gölü bulunmaktadır. Eflani’de sulama amaçlı üç gölet yapılmıştır. Bunlar Bostancılar Göleti, Kadıköy Göleti ve Ortakçılar Göleti’dir. Sulamada faydalanılan bu göletlerde olta balıkçılığı yapılmaktadır. Bu göletler, çevresindeki ormanların güzelliği ile mesire yeri olarak ön plana çıkmaktadır. Yine Ovacık İlçesindeki Karağöl Kastamonu yolu üzerinde, Safranbolu İlçesi sınırlarında, Konarı yolu üzerindeki Konarı Gölü, küçük olup, halk arasında efsanelere konu olmuştur.
  8. _asi_

    Karabük Tarihi

    TARİHÇE Karabük adını, üzerinde yaşadığı coğrafi ortamdan almıştır. “Kara” ve “Bük” sözcükleri, kara çalılık yer anlamında, Karabük adının oluşumuna kaynaklık yapmıştır. Bu topluluklarda yaşayan Türkmen toplulukları, Karabük cemaatı adını bu biçimde almışlardır. Türkiye'de 14 yer ve mevki adının bugün Karabük şeklinde geçmesi, cemaatlerin bu topraklardan diğer yerlere göç ettiği görüşünü kuvvetlendirmektedir. Tarih Öncesi Dönemde Karabük ve Çevresi Karabük ve çevresinde, yörenin yazısız kültür dönemini aydınlatacak çok sayıda höyük ve tümülüs olmasına karşın, bilimsel anlamda herhangi bir arkeolojik kazıya konu olmaması bu konudaki açıklamalarda bir bilgi boşluğu yaratmaktadır. Ancak, Ovacık ve Eskipazar ilçelerinde yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarına bakılacak olursa, Karabük ve çevresinin en eski yerleşmesi Eskipazar İlçesindeki “Yazıboy” köyüdür. Burada bulunan bir höyügün, ilk Tunç Devri (M.Ö. 2500) olarak yerleşmeye konu olması, İl sınırları içinde Eskipazar'ın önemini artırmaktadır. İlkçağ'da Karabük ve Çevresi İlkçağ'da Karabük, Hititlerden başlamak üzere Frig, Helenistik Krallıklar ve Roma döneminde geniş çaplı olarak yerleşmeye konu olmuştur. Karabük'ün, Hititler döneminde yerleşmeye konu olan İlçesi; Eflani'dir. Hitit metinlerinde kentin en eski adının Haluna (Yün) olarak geçtiği bilinmektedir. Ovacık'ın Kışlaköy'ü, Frigler döneminde yerleşmeye konu olmuştur. Burada bulunan Hesem Değirmeni'nin kapısındaki yapıtaşının Frigler dönemine ait olduğu sanılmaktadır. Helenistik Krallıklar döneminde özellikle Eflani, yerleşmeye konu olmuştur. Helenistik Krallıklardan Bitinler, Roma'nin Batı Karadeniz Bölgesini (Paflagonya) ele geçirmesini önlemek için Eflani'de üs oluşturulmuş ve bölgenin savunmasını buradan gerçekleştirmişlerdir (M.Ö. 70). Eflani'nin tarihte bilinen ikinci adı Bitinya Kralı Nikomedes'in oğlu Phylomenes'ten dolayı, “Phylomenes Yurdu” olarak bilinmektedir. İlkçağın son Devleti olan Roma, M.Ö. 1, yüzyılda Anadolu'ya girince önem verdiği yerlerden birisi de Batı Karadeniz Bölgesi olmuş, bölgenin ormanları ve madenlerini emperyalist bir politika izleyerek kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı bilmiştir. Roma'nın bu amaçlarla Karabük İli sınırları içinde kurduğu en önemli kentler Eskipazar sınırları arasında yer almaktadır. Bunlar, Hadrianapolis ve Kimistene adı ile anılan yerleşme alanlarıdır. Bunun yanısıra Karabük'te Bürnük Köyü, Üçbaş Köyü, Bulak Köyü; Ovacık'ta Pürçükören Köyü, Roma Dönemi kalıntıları ile adeta tarihi tanıklık yapmaktadırlar. Malazgirt Savaşı Öncesi Türk Yerleşmesi Türkler, 1071 Malazgirt Savaşı öncesinde de Anadolu'ya değişik amaçları gözeterek gelmişler ve yerleşmişlerdir. Özellikle, Kuzey Türklüğü olarak tarihte bilinen bu Türk kitleleri içinde Oğuzlar olduğu gibi Kipçak, Peçenek gibi diğer Türk kavimleri yer almaktadır. Daha sonra çeşitli nedenlerle Bizans'ın emrine giren bu Türk kavimleri, bu devletin izlediği iskan siyaseti, Anadolu'nun çeşitli kısımlarına yerleştirilmişlerdir. Yer adlarından (Toponimi) yola çıkarak yapılan yorumlamalar sonucunda Eskipazar'da Tamışlar Köyü'ne adını veren Tamış, Bizans'ın emrinde bir Oğuz Beyi olup, saptamalara göre, Malazgirt Savaşı'nda Selçuklu ordusuna karşı savaşırken, giysilerde kullanılan renk ve dil benzerliklerinden dolayı kısa zamanda saf değiştirmiş, Selçukluların tarafına geçmiştir. Malazgirt Savaşi öncesinde yöremizde görünen ve yerleşen ikinci Türk kavimi Kıpçaklar oldu. Kıpçaklar kitleler halinde Safranbolu ile Eflani arasındaki topraklara yerleşmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet, XV. Yüzyılın ikinci yarısında Amasra'yı fethedince, kentte bulunan Cenevizlileri İstanbul'a gönderirken, Eflani'de yaşayan Kıpçakları da Amasra kentine sürmüştür. Bugün Amasra'da özellikle ağaç işlemeciliğinde çok ünlü olan bu insanlar, Kıpçak Türklerinin torunlarıdır. Kıpçak lehçesi ile ilgili araştırma yapacaklar için Eflani-Bartın arası ve Amasra bu açıdan önemli araştırma malzemesi sunmaktadır. Karabük'ün İl Oluşu Karabük 1937 yılında Safranbolu'ya bağlı Öğbeli Köyü'nün bir mahallesi iken 1935 yılında açılan Ankara-Zonguldak demiryolu ile önemini arttırmıştır. 3 Nisan 1937 yılında Atatürk'ün yönlendirmesi ile İsmet Inönü tarafından Karabük Demir Çelik Fabrikası'nın temelleri atılır. Nüfus yoğunluğunun artmaya başladığı Karabük'te 25 Haziran 1939'da belediye teşkilatı kurulmuştur. 1941 yılında Safranbolu ilçesine bağlı bucak olan Karabük 3 Mart 1953 tarihinde 6068 sayılı kanunla Zonguldak İline bağlı bir ilçe haline gelmiştir. Karabük, 6 Haziran 1995 gün ve 22305 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 550 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Çankırı'dan; Ovacık ve Eskipazar ilçeleri ile Zonguldak'tan; Eflani, Safranbolu ve Yenice ilçelerinin birleştirilmesiyle Türkiye'nin 78. ili olmuştur.
  9. _asi_

    Karabük Genel Bilgi

    Karabük Genel Bilgi Karadeniz Bölgesi’nde, bir il merkezi olan Karabük’ün, kuzeyinde Bartın, kuzeydoğu ve doğusunda Kastamonu, batısında Zonguldak, güneydoğusunda Çankırı, güneybatısında Bolu ili bulunmaktadır. İl topraklarının güneyini Bolu Dağlarının doğu uzantıları ile Demiroluk Dağları engebelendirmektedir. Demiroluk Dağlarındaki Keltepe (1.999 m.) ilin en yüksek noktasıdır. Kuzeydeki, Sarıçiçek Tepesi (1.750 m.), güneybatıdaki Aladağlar (1.040 m.) doğudaki Bürnük Tepesi (1.143 m.) yörenin başlıca yükseltileridir. Etrafı yüksek tepelerle çevrili, havza karakteri gösteren il toprakları vadilerle parçalanmış, plato ve düzlükler halindedir. Büyük düzlük ve ovaların bulunmadığı Karabük’te Eflani çevresi küçük akarsularla parçalanmış platolar görünümündedir. Ortalama yüksekliği 1.130 m. olan Ovacık da vadilerle bölünmüş plato ve düzlükler üzerindedir. Yenice çevresinde ise düzlük ve ovalar olmayıp, engebeli ve yüksek bir araziye sahiptir. Ayrıca Araç ve Soğanlı Çayları kenarında küçük düzlükler bulunmaktadır. Eskipazar Çayı’nın Soğanlı Çayı’na karıştığı alandaki Cemal Ovası, Eskipazar çevresindeki Hamamlı, Sadeyaka Ovaları ilin diğer düzlük alanlarıdır. Dağların geniş yer kapladığı Karabük’te ormanlar yaygındır. İlin yüzölçümünün % 60’ı ormanlarla kaplıdır. Merkez İlçe, Safranbolu, Yenice, Eskipazar ormanların sık olduğu alanlardır. İlin en yüksek dağı olan Keltepe’de, 700-800 m.ye kadar kızılçam, sonraki yükseltilerde göknar, 1.700 m.ye kadar karışık ağaçlar yer alır, bu yükseltiden sonra yüksek dağ çayırları bulunmaktadır. Burada kekik ve adaçayı en çok göze çarpan bitkidir. Karabük’te III. Jeolojik zamanda oluşan, kalkerli (kireçtaşı) alanlar geniş yer kaplamaktadır. Kireçtaşları arasına killi ve kumlu tabakalar da bulunmaktadır. IV. Jeolojik zamanda (Kuvaterner), Ovacık çevresindeki traverten alanı, kuvaternerde akarsuların gelişip, plato yüzeylerini yarmasıyla da vadiler oluşmuştur. Karabük’te kanyonlar daha çok Safranbolu yöresinde bulunmaktadır. Bunların başlıcaları İncekaya Kanyonu, Düzce (Kirpe) Kanyonu, Tokatlı ve Sakaralan’dır. Ayrıca, Yenice’deki Şeker Çayı kenarında Şeker Kanyonu’dur. Ayrıca Karabük’te çok sayıda mağara bulunmaktadır. Bunların başında, turizm yönünden önemli Bulak ve Hızar (Mencilis) Mağaraları gelmektedir. Karabük’te çok sayıda yayla bulunmaktadır. Bunların başlıcaları Karabük Eskipazar, Yenice arasında kalan Sorkun Yaylası (1.650 m.), Safranbolu’nun kuzeyinde Uluyayla ve Sarıçiçek Yaylası, Yenice’de Göktepe Yaylası, Ovacık’ta Bodoroğlu ve Karabük’ün çevresinde Dede Yaylası ve Avdan Yaylası’dır. İl topraklarını Araç ve Soğanlı Çayları ile beslenen Filyos Irmağı sulamaktadır. Bu akarsu kaynaklandığı yerden, denize dökülünceye kadar değişik isimler alır. Kaynaklandığı yerde Ulusu adıyla bilinen Filyos, Gerede yakınlarında Gerede Suyu, Eskipazar yakınlarında Soğanlı Çayı, Araç Çayı’yla birleştiğinde Yenice Irmağı adını alır. Devrek Çayı’nı da alan, 288 km. uzunluğundaki bu akarsu Filyos Irmağı adıyla Karadeniz’e dökülür. Karabük’te büyük doğal göl yoktur. Yalnızca Ovacık’ın kuzeyinde Şamlar Köyü yakınlarında Karagöl adında bir krater gölü bulunmaktadır. Eflani’de sulama amaçlı Bostancılar, Kadıköy, Ortakçılar göletleri yapılmıştır. Ayrıca, Kastamonu yolu üzerinde, Konarı Gölü adıyla küçük bir göl daha bulunmaktadır. Yüzölçümü 4.145 km2 olup, toplam nüfusu 224.813’tür. Batı Karadeniz Bölümü’nde yer alan Karabük’te kısmen Karadeniz ikliminin özellikleri görülmektedir. Karabük, kıyıdan içeride kaldığı için, Karadeniz’in nemli havasından yeterince yararlanamamakta karasal iklimin özellikleri daha ağır basmaktadır. İlin ekonomisi tarım, ormancılık, organize sanayii, küçük sanayii, Demir Çelik Sektörü , Deri ve Tekstil Sanayi ile Turizme dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerden hububat, yem bitkileri ve baklagillerin yanında meyvecilik yapılmakta olup, elma, şeftali, armut, erik, kızılcık, Antepfıstığı, badem, üzüm, ayva, muşmula, kiraz, iğde, vişne, ceviz ve dut yetiştirilmektedir. Ormancılık ilin belli başlı gelir kaynakları arasındadır. Karabük’te Yenice Orman İşletme Müdürlüğü, Eskipazar Orman İşletme Müdürlüğü ve Karabük Orman İşletme Müdürlüğü olmak üzere üç adet orman işletme müdürlüğü bulunmaktadır. Zengin ormanların yanında Yenice ilçesinde anıt ağaçların yer aldığı açık hava ağaç müzesi konumunda bir arboratum bulunmaktadır. Ayrıca Karabük’te Büyükdüz Araştırma Ormanı bulunmakta olup, ormancılık alanın da önemli bir araştırma sahasını kapsamaktadır. Türkiye ekonomisinde önemli bir yeri olan Karabük Demir Çelik İşletmeleri 1939’da kurulmuştur. Bu işletmelerde pik, çelik, kütük, yuvarlak demir, profil, ray çeliği, maden direği, köşebent, metal ve çelik döküm, blum üretilmektedir. Ayrıca buna bağlı yan sanayii kuruluşları da bulunmaktadır. Karabük adını, üzerinde yaşadığı coğrafi ortamdan almıştır. Bük, Orta Karadeniz’de çok yoğun olarak bulunan bir bitki türünün ismi olup, Karaçalılık anlamında “Kara” ve “Bük” sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Karabük’ün ismi ile ilgili ikinci bir görüşe göre; Türkmen boylarından birinin ismidir. Ayrıca bugün Türkiye’de bu ismi taşıyan 13 yerleşim ve bir de Akarsu bulunmaktadır. Karabük ve çevresinde bulunan çok sayıdaki höyük ve tümülüsler, yöre tarihinin çok eskiye indiğini göstermektedir. Ancak bu konuda yeterli bir arkeolojik araştırma yapılmamıştır. Ovacık ve Eskipazar ilçesindeki Yazıboy Köyü’nde yapılan yüzey araştırmalarında bulunan bir höyük İlk Tunç Çağına, MÖ.2500 yıllarına tarihlendirilmiştir. Bunun dışında Karabük ve çevresinde tarih öncesi dönemlerinin aydınlatılması açısından önemli sayılabilecek toplam 32 tümülüs ve dört büyük höyük bulunmaktadır. Bunlardan 24 tümülüs Safranbolu ile Eflani arasında, 5 tümülüs Eskipazar’da ve 3 tümülüs de Ovacık’ta bulunmaktadır. Höyüklerden 3 tanesi Eflani’de, 1 tanesi de Eskipazar ilçesi sınırları içinde yer almaktadır. İngiliz arkeolog Dr. Roger Matthews başkanlığındaki bir ekibin 1998’de Ovacık ve Eskipazar’da yaptığı arkeolojik yüzey araştırmalarına göre, Karabük ve çevresinde en eski yerleşme, Erken Bronz Çağında (M.Ö. 3000-2000) başlamaktadır. Homeros, Karabük ve çevresinin Paphlogonia antik bölgesi içerisinde olduğunu belirtmiştir. İlkçağda Karabük yöresinde, ilk kez Hititler yerleşmiş, onları Frigyalılar izlemiştir. Hititler, tabletlerden öğrenildiğine göre, Eflani yakınlarına yerleşmişlerdir. Frigler Ovacık’ın Kışlaköyü’ne yerleşmişlerdir. Nitekim burada bulunan Hesem Değirmen’in kapısındaki taşın bu döneme ait olduğu sanılmaktadır. Bithynia Krallığının toprakları içerisinde olan Karabük yöresi, Roma döneminde bölgenin ormanları ve madenleri yönünden önem kazanmıştır. Romalılar hadrianapolis ve Kimistene adında yerleşim alanları kurmuşlardır. Bu döneme ait Karabük’te Bürnük Köyü, Üçbaş Köyü, Bulak Köyü; Ovacık’ta Pürçükören Köyü, Roma dönemi kalıntıları ve kaya mezarları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Sipahiler Köyü’nde Roma döneminde maden eritme ve işletme atölyelerinin bulunduğunu gösteren taşlar bulunuyordu. Ancak bu taşlar köylüler tarafından yapılan evlerde kullanılmıştır. İç Paphlogania bölgesi uzun süre Roma yönetiminde kalmıştır. Roma İmparatorluğu’nun 395’te ikiye ayrılmasından sonra yöreye Doğu Romalılar (Bizans) hakim olmuştur. Bizans İmparatoru Heraklius, Anadolu’yu 17 Thema’ya (eyalete) ayırmış olup, bunlardan birisi de Karabük ve çevresinin içinde bulunduğu Paphlogonia Theması idi. Bizans döneminde Paphlogonia tarihi açıklık kazanamamıştır. VIII.-X.yüzyıl arasında yöre Arap akınlarına uğramıştır. Bizans döneminde Eskipazar ve Safranbolu birer piskoposluk merkezi olmuştur. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra , Süleyman Şah’a bağlı Türk boyları batı Anadolu’ya doğru ilerlemiş, Süleyman Şah’ın Komutanlarından Emir Karatekin, 1082 tarihinde Çankırı’yı fethettikten sonra, Karabük çevresine yönelmiş, 1084 tarihinde büyük bir olasılıkla Ovacık, Eskipazar, Eflani ve Safranbolu’yu almıştır. I.Haçlı Seferi’nden sonra Selçukluların zayıflaması üzerine Danişmendliler yöreye hakim olmuşlardır. Yöre Bizanslılar ile Anadolu Beylikleri arasında bir tampon bölge oluşturmuş ve sık sık her iki taraf arasında el değiştirmiştir. Candaroğulları buraya egemen olmuş, onları Osmanlı hakimiyeti izlemiştir. Ancak Yıldırım Beyazıt’ın Ankara Savaşı’nda (1402) Timur’a yenilmesinden sonra, Candaroğulları Karabük ve çevresine yeniden egemen olmuşlardır. Osmanlı birliğini yeniden kurmaya çalışan Çelebi Mehmet, Candaroğlu İsfendiyar Bey ile iyi ilişkiler içerisine girmiştir. Fatih Sultan Mehmet 1461’de Candaroğulları Beyliği’ni Osmanlılara bağlaması ile birlikte hakimiyetleri altındaki topraklar da Osmanlı topraklarına dahil olmuştur. Karabük, XIX.yüzyıl sonlarında Kastamonu vilayeti merkez sancağının Safranbolu kazasına bağlı Öğlebeli Köyü’nün küçük bir mahallesi konumunda idi. I.Dünya Savaşı’nda Safranbolu, Eflani, Ulus ve Karabük yöresi askerlerinden oluşturulan 42.Alay Çanakkale Savaşlarına katılmıştır. I.Dünya Savaşı’ndan sonra yabancı devletlerin işgaline uğramamış ancak, Eğri Ahmet Olayı, I.Düzce ayaklanması ve Safranbolu’daki hilafet taraftarı Dayıoğlu Olayı Karabük’te de huzursuzluk yaratmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1937’de Safranbolu’ya bağlı Öğlebeli Köyü’nün, 13 hanelik bir nüfusa sahip mahallesi olan Karabük, 1935 yılında Ankara-Zonguldak demiryolunun açılması ile, bir istasyon adı olarak ilk kez Devlet Demiryolu haritasında Cumhuriyet tarihinde adı görülmeye başlamıştır. 3 Nisan 1937 yılında Atatürk’ün direktifleri ile dönemin başbakanı İsmet İnönü tarafından Demir-Çelik Fabrikası’nın temeli atılır. Böylece Karabük’ün adını Türkiye ve daha sonra dünyaya duyuracak olan süreç başlamıştır. Karabük 1941’de nahiye olmuş, 1953’te ilçe, 1995’te de il konumuna getirilmiştir. Karabük’te günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Asar Kalesi, Asar tepesi, Kaya Mezarları, Eflani Şatosu, Hadrianapolis ve Kimistene antik kentleri ile Bürnük Köyü, Üçbaş Köyü, Bulak Köyü; Ovacık’ta Pürçükören Köyü, Roma Dönemi kalıntıları bulunmaktadır. Ayrıca Safranbolu ilçesinde Türk sivil mimarisi örneklerinden evler dikkati çekmektedir.
  10. _asi_

    Düzce Resimleri

  11. _asi_

    Konuralp Müzesi

    Konuralp Müzesi Konuralp Müzesi çevrede bulunan Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait eserlerin toplanması ile oluşturulmuştur. Müzede eserler iki ayrı seksiyon halinde, üç salonda sergilenmiştir. Müzenin arkeoloji bölümündeki eserlerin bazıları Bolu Müzesi’nden buraya getirilmiştir. Prehistorik çağlardan başlayarak Bizans dönemi sonuna kadar tarihlenen günlük kullanım kapları, süs eşyaları, sikkeler, figürinler bulunmaktadır. Ayrıca Roma ve Bizans dönemine ait çeşitli boyda heykeller, heykel kaideleri, Roma İmparatoru Antonius Pius’un (MS.138-161) 1991 yılında Konuralp’in güneyindeki bir tarlada bulunan büstü, ostotekler, mimari elemanlar bu bölümü tamamlamaktadır. Müzede bulunan mezar stelleri antik Konuralp hakkında bilgiler vermektedir. Müzenin etnoğrafik bölümünde XIX.yüzyıldan itibaren günümüze kadar gelen Bolu yöresinde kullanılmış aletler, ateşli ve kesici silahlar, günlük kullanım eşyaları, halı, kilim ve düz yaygılar, hamam takımları, el işleri ile giysiler sergilenmektedir. Müzenin bahçesinde ise Konuralp Tepecik Nekropolünde 1937 yılında bulunmuş, MÖ.I.yüzyıla tarihlendirilen girlandlı bir lahit, Konuralp’te bulunmuş kitabeler, sütunlar, sütun başlıkları ve mimari eserler sergilenmiştir. Konuralp yöresinde ele geçen bir takım eserler İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenmektedir. Bunların başında 1931 yılında bulunmuş bereket tanrıçası Tyche heykeli, Roma dönemine ait (MS.II.yüzyıl) oturan kadın heykeli, Konuralp’in Sarafiye Mevkiinde bulunan ve MS.III.yüzyıla tarihlendirilen mermer çocuk heykeli gelmektedir.
  12. Prusias ad Hypium Antik Kenti KONURALP Düzce’den Akçakoca’ya giden yolun üzerindeki Konuralp, şehir merkezine 5 km. uzaklıkta. Hypios (Melen) Çayı ile Tabak Çayı arasında yer alan, savunması kolay ve ovaya hâkim bir tepede kurulmuş olan İ.Ö. 3. yy.a (Helenistik çağ) kadar iniyor. Antik kent bu dönemde, yakınındaki Melen Çayı’ndan dolayı Hypia veya Hypios olarak adlandırılmış, İ.Ö.2. yy.da ise Kieros olarak anılmış. Tiyatro Prusias ad Hypium antik kentindeki 40 Basamaklar olarak bilinen antik tiyatro, İ.S. 1. yy.a kadar bu yöreye hâkim olan Prusias döneminin sanatsal zenginliğini gösteren eserlerden birisi. Günümüzde sahnesi yıkılmış, oturma kademeleri ise yarı yarıya yok olmuş olan antik tiyatro, tepenin üst kısmına yaslanmış. Bu nedenle, yarı daire planlı olması gerekirken, yarı dairenin iki ucu yanlardan kesilmiş, oturma kademeleri daireden daha kısa bir şekil almış. Güneye bakan tiyatronun uzunluğu 100 m., genişliği 74 m. Beyaz, sağlam ve o yöreden çıkartılan, kalkerli taşlardan yapılmış. Çevresinde birçok yazıt bulunuyor. Üst kısımdaki oturma kademelerinin yarısı iyi korunabilmiş. Aslanpençeleri ile süslenmiş oturma kademelerini bölümlere ayıran yedi merdiven bulunuyor. Sahne binası büyük dikdörtgen şeklinde olan tiyatronun sağda ve solda bir koridora açılan kemerli geçitleri ile orkestranın bulunduğu bölüme geçiliyor. Kemerlerden yalnızca en sağdaki, yarı daire şeklinde ve örtülü olanı bugüne kadar ayakta kalmış. Sahnenin oturma sıraları önünün sonradan devşirme ya da tiyatronun kendi mimari elemanları ile yükseltilmiş olması, gladyatör ya da vahşi hayvan kavgaları için kullanılmış olabileceğini düşündürüyor. Sahnenin önündeki üç büyük kemerli kapıdan ise sadece biri sağlam olarak duruyor. Cephede korniş altında büyük harflerle yazılı Yunanca kitabenin ise küçük bir parçası bugüne dek muhafaza edilebilmiş. Atlı Kapı Köprü, surlar, su kemerleri dönemin izlerini taşırken, şehir merkezinin güneyinde Düzce’den gelen ana caddenin sağında Antik Tiyatroya uzanan dar bir yol üzerinde Atlı Kapı olarak anılan bir kapı bulunuyor. Sokağa da adını veren Atlı Kapı’nın ikinci defa kullanılmış olan yerel taştan yapılmış büyük bir lentosu bulunuyor. Üzerinde at tasviri ve Yunanca bir kitabe bulunan taşın bir Prusias vatandaşı tarafından annesine mezar kitabesi olarak yapıldığı sanılıyor. Bereket Tanrıçası Tyche ve Roma imparatoru Antonius Pius’un büstü İ.S. 2. yy.da yapılmış olan bereket tanrıçası Tyche’nin 2,60 m. yüksekliğindeki heykeli ile birlikte, üzerinde 10 satırlık kitabesi bulunan heykel kaidesi 1931 yılında bulunmuş ve günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Bereket Tanrıçası Tyche 1991 yılında Konuralp’in güneyindeki bir tarlada Roma İmparatoru Antonius Pius’un da (İ.S. 138- 161) büstü bulunmuş. Büst, Konuralp müzesinde sergileniyor. Sarafiye Mevkii’nde bulunan ve İ.S. 3. yy.a ait mermer çocuk heykeli de İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gönderilen eserler arasında. Konuralp’in batısındaki Tepecik nekropolünde 1937 yılında bulunan İ.S. 1 yy.a ait lahiti ise Konuralp Müzesi’nin bahçesinde görebilirsiniz. Mermerden yapılan bu eser 1.20 m. yükseklik, 1.22 m. genişlik, 2.47 m. uzunluğa sahiptir. Mermer Köprü Konuralp’in batısından geçip, Efteni Gölü’ne dökülen Tabak Deresi üzerindeki mermer köprünün bu gün yalnızca 10 m.lik üç kemeri görülebiliyor. Köprü mimari bir özelliğe de sahip: Beyaz mermer bloklardan ve hiç harç kullanılmadan yapılmış. Mermer Köprü’nün, 50 yıl önce inşa edilen yeni köprünün yapımına kadar kullanıldığını da biliyoruz. Mermer Köprü`nün ayakları Ancak yarısının, ne zaman ve nasıl yıkıldığı konusunda kesin bir bilgi yok. Yarısı yıkılmış olmasına rağmen bugün bile taş yapısı bozulmamış. Akçakoca yolu üzerinde sürdürülen yol genişletme çalışmaları kapsamında dere üzerine yapımına başlanan ikinci köprünün kazıları sırasında tarihi mermer köprü de çevresi açılarak gözler önüne çıkartılmış. Su Kemerleri Şehrin eski su tesisatından kalma 11 tane istinat ayağı, su kemeri ile antik tiyatro ve akropol tepesi, Kasım Köyü yolu üzerindeki tepeler üzerinde hala sağlam olarak duruyor. Üzerinden geçen su kanallarını taşıdığı sanılan su kemeri, moloz taş ile yapılmış. Su kemeri kimi kaynaklara göre Osmanlılar dönemine, kimi kaynaklara göre ise daha eski dönemlere ait olarak belirtiliyor. Surlar Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine ait surlar Bugün, Roma çağına ait olan kale duvarlarından hiç bir kalıntı görülmüyor. Ancak, İ.S. 253-268 yıllarında İmparator Gallienus zamanına ait sikkede, Prusias-ad-Hypium’un iki kuleli şehir kapısının tasviri, bize Roma dönemindeki kale ve kuleler hakkında bilgi veriyor. Bizans çağı surlarının 200 m.lik bir kısmı ise hala ayakta. Bu surlar, Akçakoca yolu kenarında, antik köprünün bulunduğu yerin tam karşısından başlayarak Hamam Sokağı’na kadar devam ediyor. Evlerin bahçelerinde kalan surların bir kısmı bugün kimi yerde evlerin temelini kimi yerde de bahçe duvarlarını oluşturuyor. Atlı Kapı’dan güneye doğru surlar Atlı Kapı’dan itibaren, surlar bir süre daha güneydoğu istikametine doğru devam ediyor ve kare şeklinde bir kule ile son buluyor. Kale duvarları, birbiri üzerine konan kitabeli sunaklar, kaideler, tiyatroya ait oturma kademeleri ve büyük bloklarla yapılmış. Bizans dönemine ait olan surların büyük bir kısmı yarı yarıya toprak altında kalmış. Diğer tarafta şehrin yüksek kısmında, akropolde, Osmanlı dönemine ait surlar bulunuyor. Bu surların bulunduğu çevrede yörenin meşhur ağası Topçuoğlu Ailesi’nin konağının bulunduğu belirtiliyor. Heykeller Konuralp’den çıkarılıp 1901’de İstanbul Arkeloji Müzesi’ne alınan diğer heykeller de Vatikan’daki Lateran Müzesinde bulunan Sophocles heykeli tipinde, kumaş katları sade giyimli bir erkek heykeli ile Helenistik dönemin izlerini taşıyan bir tipin Roma Çağı’nda (İ.S. 2. yy.) yapılmış bir kopyası olan oturan mermer kadın heykeli. 1949 yılında Konuralp’in, Sarafiye Mevkii’nde bulunan ve İ.S. 3. yy.a ait Mermer Çocuk heykeli de yine İstanbul Müzesi’ne gönderilen eserler arasında. Milo Venüsü tipinde Venüs heykelciği, mermerden yapılmış ve sandalını çözen Afrodit heykeli, İ.S. 2.yy.a ait çok sayıda küçük plastir başlığı, duvarlar önünde; zırhında çelenk tutan iki zafer ilahesi ile bir Roma İmparatoru’nun zırhlı heykelinin parçaları da bölgeden çıkan önemli eserler arasında. Roma dönemine ait rahip heykeli, tahtında oturan Kybele heykeli hakkında bilgi bulunmuyor. Küçük çapta olan heykeller, Konuralp Bölgesi’nde tesadüfen ortaya çıkarılmış. Konuralp`ten çıkartılan mermer heykel örnekleri Mozaikler 1959 yılında Konuralp şehir merkezinin güneyinde tesadüfen bulunan iki önemli mozaikin gün yüzüne çıkartılması için İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından kazı yapılmış, ancak bazı problemler nedeniyle kazı durdurulmuş ve mozaiklerin üstü yeniden kapatılmış. 1997 yılında Konuralp Turizm Tanıtma Derneği tarafından başlatılan girişimler sonucunda Kültür Bakanlığı’ndan izin alınarak Bolu Müze Müdürlüğü’nün gözetiminde, mozaikler için yeniden kazı başlatılmış ve üzeri kumla kapatılan mozaikler bu kez ortaya çıkarılmış. 40 metrekarelik mozaik zeminde lir çalan Orpheus, çevresinde aslan, kaplan, tavus kuşu gibi hayvan figürleri ve dört köşesinde dört mevsim tasvirli kadın başı figürleri yer alıyor. Diğer 60 metrekarelik mozaikte ise Achilleus ve annesi Thetis’le ilgili ve bir sahne resmedilmiş. Mozaik zeminin İ.S. 1. yy.da yaşayan zengin bir Romalının evinin salonuna ait zemin döşemesi olabileceği tahmin ediliyor. Mezar Stelleri ve Heykel Kaideleri Genellikle dikdörtgen prizma şeklinde ve altı üstü profilli olan bu eserler; üzerinde yer alan kitabeleri ile antik Konuralp hakkında önemli bilgiler veriyor. Şehirde bulunan çok sayıda mezar steli ve heykel kaideleri de Konuralp Müzesi’nin bahçesinde sergileniyor. Konuralp Hamamı Konuralp beldesinde bulunan hamama ait her hangi bir kitabe bulunmadığı için, hangi döneme ait olduğuna dair kesin bir bilgi de edinemiyoruz. Ancak, Konur Alp tarafından yaptırıldığı söyleniyor halk arasında. Güney dış duvarı büyük mermer antik bloklarla yapılmış olan bina, şehrin en eski Türk yapısı
  13. _asi_

    Düzce Akçakoca

    Akçakoca Akçakoca, Orta Anadolu’nun denize en kısa yoldan açılan kapısı, Düzce’nin deniz kıyısı, Ankaralıların yıllar önce ilk keşfettiği tatil yerlerinden, Karadeniz’in doğal yapısı ile ilgi çeken şirin ilçesi. Denizi, kumu, gün batımı, sivil mimarisi, dağ çileği ve fındıkları ile hafızalarda iz bırakan Akçakoca, kilometrelerce uzanan plajları, yemyeşil bitki dokusu, tarihi kalesi, mağaraları, şelaleleri yaylaları, güler yüzlü insanları, yöresel ağız tatları ile hayranlık uyandırıyor. Cıvıl cıvıl ve renkli bir turizm beldesi Akçakoca, Düzce’ye 37 km.lik asfalt yol ile bağlı. Yemyeşil tepeler arasında geniş ve ferah bir güzergâh olan yolun, turizm mevsiminde artan trafiğine yüklü kamyon trafiği de ilave olunca, rampaları çıkmakta zorlanan kamyonlar, kendilerini sollamak için bekleyen araçların arkalarında birikmelere neden oluyorlar. Özellikle rampalarda yeni şerit ilaveleri yapılması gerekiyor ve konuyla ilgili alt yapı çalışmaları hızla devam ediyor. Akçakoca’nın, kent girişini anımsatan yolu, tatil merkezine yakışan güzellikte. 1950–55 yıllarında tatil merkezi olma özelliğini öne çıkarmaya başlayan ilçeye bu yol inşa edilmiş. Sahil yoğunluk nedeniyle yaz aylarında trafiğe kapatılıyor. Modern mimarisi ile hayranlık uyandıran Akçakoca Camii İlçe merkezinde sizi, modern bir cami karşılıyor. Görkemli yapı, çevresi alışveriş merkezi olarak ilçenin odak noktası olurken çevre düzenlemesi, yeşil saha ve park alanları dikkat çekiyor. Sahil boyunca dikkat çeken bir başka özellik ise köylerde mısır koçanlarını saklamak, depolamak için yapılmış ahşap kulübelerin kafe olarak kullanılıyor olması. Etrafına açılan renk ahenk güneşlikler altında Karadeniz’in sahil kesimini zevkle seyredip, serinleticilerini veya çaylarını yudumlayanlar farklı bir yörede olduklarını hissediyorlar. İlçede Osmangazi, Konuralp Bey, Akçakoca Bey heykelleri dışında çeşitli simgesel anıtlar, çiçek havuzları ve kent mobilyaları görülüyor. Testilerden yapılmış bir kompleks, çiçekler arasında çeşitli aslan, tavşan gibi hayvan figürleri, fındık heykelleri, köylerde, kırsal alanlarda kullanılan çeşitli tarım araçları, arabalar, balkon tırabzanları, süslü köprücükler dikkat çekiyor. Tarihi Ceneviz Kalesi Konumu itibariyle yıl boyunca ziyaretçi akınına uğrayan kale moloz taşlarla bir burun üzerine inşa edilmiş. Kesin kanıt olmamakla beraber Cenevizliler tarafından yapıldığı söylenen kale günümüzde mesire yeri olarak kullanılıyor. Gerçekte Selçuklulardan kalma olan kale, Osmanlılar tarafından onarılmış, Cenevizlilere karşı kullanılmış diyenler de bulunuyor. Giriş kapısı yanında bir kulesi olup, deniz tarafında duvarları yıkılmış olan kale içinde bir su sarnıcı yer alıyor. Anıt Ağaç Çevresinde bulunan ağaçların her yıl biraz daha uzaması sonucu pek fazla görünen kısmı kalmayan kalenin içi ise, denizi ve plajları tepeden görebilen bir tür seyir terası konumuna sahip. Çeşitli kademelere yerleştirilmiş olan masalara küçük patikalarla ulaşıyor. Yaz aylarının sıcağında denizden gelen poyraz esintiyle, serin bir piknik yapabiliyorsunuz burada. Kale girişinde alkollü içki içmenin yasak olduğunu belirten uyarı levhaları da bulunuyor! Kalenin eteğinde yer alan geniş otopark alanına araçlarını park eden ziyaretçi ve piknikçiler gün boyu huzur içinde kale atmosferini yaşayabiliyorlar. Fok Kayaları Kalenin sağı ve solunda iki küçük koy ve kumsallı plajlar yer alıyor. "Yalıyarlar" olarak isimlendirilen plaj, baklava misali kat kat dizilmiş kaya oluşumu ile dikkat çekiyor. Buranın diğer bir adı da Fok Kayaları. Ceneviz Kalesi Konuralp Plajı Diğer plaj ise daha uzun kumsalı, sahile gelenlerin ihtiyaçlarını karşılayacak üniteleri ile rağbet görüyor. 30 km.lik kıyı bandına sahip Akçakoca’da Martı, Tersane, Bulaklı, Köy Hizmetleri, Değirmenağzı, Çınaraltı ve Çuhallı Çarşı Plajları’nın ilçe merkezi içinde olmaları nedeniyle daha fazla konuk ağırlarken, sakin yer arayanların tercihi ise Çayağzı, Kumpınar, Akkaya Köyü, Edilli Ağzı Plajı, Melenağzı Köyü Plajı, Karaburun Köyü Plajı oluyor. Aktaş Şelalesi Melenağzı dönüşü Melen Çayı paralelinde ilerleyince önce Uğurlu Köyü’ne, daha sonra da tipik evler ve mısır saklanan bagenler arasından bir Abaza köyü olan Esma Hanım Köyü’ne ulaşılıyor. Köy meydanında Melen Çayı’nın bir kolu ile beslenen asırlık, gösterişli, şık bir çınar ağacı yer alıyor. Diğer evlerden farklı olarak ön taraflarında geniş bahçe bırakılmış olan Abaza köy evleri dikkat çekiyor. Oldukça yüksek bir tepede yer alan Hemşin’den Melen’in denize dökülüşünü seyredip yola devam ettiğimizde Aktaş Köyü’ne varılıyor. Araçtan inip bu defa Aktaş Şelalesi’nin dökülüşünü izlemek üzere orman içine inen patikadan yürüyüş başlıyor. Yol boyunca kaldirik ve kabalak bitkisiyle kaplı nem oranı yüksek orman yolunda üç küçük köprü geçilerek dere paralelinde ilerlerken, kireç taşı gözenekli yapısıyla minik bir mağara, yosun tutmuş kayalar, yüksek dallarından sarkan sarmaşıklarıyla anıt ağaçlar, su sesine karışan görünmeyen orman kuşlarının korosu, balta girmemiş Amazon Ormanları’nda olduğunuz hissi uyandırıyor. Şelalenin dökülüş yerine ulaştığınız anda 40–50 m.lik kambur bir kaya üzerinden dökülen şelale suyunun, dere olup yoluna devam edişini görüyorsunuz. Düz ve yüksek duvar görünümlü, doğal kayalardan oluşan çevreniz bitkilerle kaplı gökyüzünü görmenize çok küçük bir pencere bırakıyor. Şelalenin ışık aldığı saatlerin 11.00 -15.00 arası olduğunu anlıyor, kestane, meşe, kayın, ardıç ağaçları, eğrelti otu, karayemiş, orman gülleri eşliğinde dönüşe geçiyorsunuz. Enerjinizi ekonomik kullandıysanız indiğiniz zorlu yokuştan tırmanıyor, soluğu girişte bulunan çay ocağında alıyorsunuz. Çay bahçesi olarak hizmet veren kulübede tost benzeri yiyecekler, köy kahvaltısı, Robinson hayatı yaşamak isteyenler için kamp sahası da bulunuyor. Medeniyetten uzak kalacak olanlar için, pat pat aracıyla kamp sahasına çıkmak isteyenler oradaki köylü vatandaşlardan yardım alabilirler. 450 rakımlı Derebaşı çadır yerinden önce yeşil bir orman denizi, Akçakoca sahilleri, Alaplı, Zonguldak Ereğlisi, Karadeniz görülüyor. Köylüler, bölgeye gelenlere küçük bir ücret karşılığında rehberlik yapıyor, şelalenin üzerinde ki kademelerde yer alan göllere götürüyor, sarkıt dikitlerle süslü mağarayı gösteriyorlar. Aktaş’dan ayrılıp bir başka şelale olan Sarıyayla’ya giderken yol kenarında bir su dikkat çekiyor. Kız Kayası Suyu Kız Kayası Suyu Aktaş Şelalesi yolu üzerinde Cingirt Köyü yakınlarında Kız Kayası Suyu yol üstünde görülebiliyor. Yükselen bir duvar görünümlü dik kayayı yosun sarmış. Yosunlar kendilerini okşayacak sevecek elleri bekler gibi duruyor, farklı bitki dokusu arasından dökülen damlalarla için için ağlıyormuş izlenimi yaratıyor. Kız Kayası Suyu olarak anılmasının nedeni ise yörede yaşayan ve evlenme çağına gelmiş kızların hayırlı bir koca bulmak için dilekte bulunduğu yer olarak inanılıp, suyundan içilmesi, ziyaret edilmesi. 130 yıl boyunca Hemşin Köyü`ndeki vadide saklanmış herşeyi ile ahşap bir yapı. Merkez Eski Cami hiç çivi kullanılmadan, birbirine geçme tekniği ile yapılmış, tamamı kestane ağacı kullanılarak yapılmış ahşap bir yapı. 130 yıldan fazla mazisi olan caminin minaresi, duvarları her yeri ahşap. Tavanlar el emeği oyma nakış gibi işlenmiş. Tabanı taş, mihrap bile taşa oyularak yapılmış. Restorasyon çalışmaları devam ediyor. Fakıllı Mağarası Akçakoca’nın Fakıllı Köyü’nde bulunan Fakıllı Mağarası’na gitmek için Çuhallı çarşısından, itfaiye ve cezaevi güzergâhını takip ederek çevre yolu köprüsü altından geçerek köy merkezine ulaşılıyor. Cami yanından ilerleyip kahveyi geçince aracı bırakıp sağ yokuşu gösteren amatör tabela doğrultusunda iniyorsunuz. Mağara girişinin sağ üst bölümde mağarayı aydınlatan şalter bulunuyor. Mağaranın bekçisi yok. Bu nedenle şalteri far ederseniz, mağarayı aydınlatıp gezebilirsiniz. 15 m.lik bir girişin ardından ıslak, hatta su akan engebeli zeminde yürüyor, eğiliyor, bazen de ördek yürüyüşü yaparak galeriden galeriye geçiyorsunuz. 150 m.si gezilen mağarada bulunan sarkıt ve dikit oluşumlarıyla hayranlık topluyor. Beyaz oda denilen sütunların bulunduğu oluşumlar ilgi çekiyor. Uzunluğu 1500 m. olan mağaranın tamamı gezilemiyor, yetkililerin ilgisine ihtiyacı olduğu görülüyor! Mağarada astım problemi olanlar için bir bank bulunuyor. Evliya Cami Mesire Yeri içinden dere geçen anıtlaşmış çınar ağaçlarının etrafı şemsiye gibi kapattığı, neredeyse güneşli bir alanın kalmadığı Evliya Cami Mesire Yeri’ne gidiyoruz. Derenin kenarındaki değirmen paleti suyun gücüyle dönüyor. Dere üstünde bir köprü, piknik masaları, ahşap terasları olan bir kır lokantası, ve oyun bahçesi bulunuyor. Mesire alanının uzak köşesinde eski çağlarda darphane olarak kullanılmış bir yapının kalıntıları, bir başka uç köşede ise son yıllarda yapılmış beton bir cami yer alıyor. Caminin tam arkasında ise Eskici "Secaaddin Türbesi" bulunuyor. Türbenin her iki başında bulunan işli mezar taşları arasında, iki uzun ağaç gökyüzüne yükseliyor. Mesire yerinin dini bölümü nedeniyle ziyaretçileri de ortama uyum gösteriyorlar. Yeşille mavinin içi içe geçtiği Akçakoca sahilleri genellikle aşırı sıcaktan bunalanları ağırlarken, ilçede gezilip görülmeye değer, birçok güzellik bulunuyor. İsteyenler orman içinde doğa yürüyüşleri yapabiliyor veya mağaraları görebiliyor.
  14. _asi_

    Düzce Kaynaşlı

    KAYNAŞLI İstanbul-Ankara yolu üzerinde, Bolu Dağı’nın Düzce Ovası’yla birleştiği boğazda kurulmuş olan Kaynaşlı’nın tam ortasından D-100 karayolu, kuzeyinden de Anadolu otobanı geçiyor. Aralık 1999 tarihinde Düzce’ye bağlanan Kaynaşlı’nın ekonomisi büyük ölçüde sanayie dayalı. Yıllık ortalama 50.000 tonu bulan fındık üretimi ilçe ekonomine önemli katkıda bulunuyor. Kuru Göl Önce Üç Köprü mevkiinden girerek Kuru Göl’e gidiliyor. Düzce’den batıya doğru eski D–100’den, 10 km. yol alıp, ibreli çam ağaçları arasında açılmış toprak yoldan içi sazlarla kaplı göle geliniyor. Ormancılar, çevrede uygun ortamlarda geyik, karaca, tilki, domuz, ayı, çakal, sincap görülebileceğini belirtiyorlar. İki saatlik bir yolculuk sonrası, dev metropol İstanbul’dan gelenler için böylesine farklı bir ortam gerçekten etkileyici olabiliyor. Ve bir anda kendinizi gölün kıyısında buluveriyorsunuz. Aslına bakarsanız gölde fazla bir şey yok, doğanın içinde kurbağaların sesini, kuşların korosunu dinliyorsunuz. Gençler, balık tutuyor, çevrede çeşme, büfe, wc. gibi hiçbir şey yok ama turizm adına gelecek vaat ediyor. Gölde sazan, karabalık denilen, ekmek hamuru ile tutulan, tatlı su balıkları yaşıyor. Her ikisinin de tavasının leziz olduğu anlatılıyor. Kurbağalar ne kadar çok olursa balıklar da o kadar fazla olur diyorlar. (Balıkların yumurta dökme mevsiminde av yapılmaz ise). Düzce merkezden 16 km., D-100’den 5 km. uzaklıkta ki Kuru Göl, tertemiz havası, kolay ulaşımı ile günübirlik kullanım alanının dinlenme, piknik ve orman içi doğa yürüyüşlerine cevap vermesi nedeniyle geleceği parlak görünüyor. Topuk Yaylası`na çıkarken Sırtını Bolu Dağı’na dayamış Kaynaşlı’dan hareketle, bir başka zirveye çıkmak üzere Topuk Yaylası’na, yaylada bir mücevher gibi duran Topuk Göleti’ne, dağ sularının buluşma noktası Samandere Şelalesi’ne ve Kuru Göl’e dek uzanan bir tur sizi bekliyor. Gezimiz boyunca sürprizler, yabanıl doğanın lütufları, Bolu’nun Abant’ını, Gölcük’ünü Yedigöller’ini unutturacak el değmemiş güzellikler sizi bekliyor! Topuk Yaylası Topuk Yaylası`nda konaklama için yapılmış modern iglolar. Düzce’den ayrılıp Bolu Dağı rampasına tırmanmaya başlayıp, Kaynaşlı’dan Bakacak Mevkii’ne geliniyor. Yolun sağ tarafında İsmail’in Et Lokantası var. Bu lokantanın köşesinden içeri giren kenarları fındık ağaçları ile çevrili asfalt yolu kullanarak virajları çıkmaya başladıkça, Bakacak sırtlarından görülen manzara oldukça etkileyici biçimde gözler önüne seriliyor. Seyir Tepesi sonrası yol ikiye ayrılıyor. Sola, Dipsiz Göl Köyü’ne ayrılan yol takip ediliyor. Ormancılık, hayvancılık, arıcılık ve Bolu Dağı tesislerinde çalışanların konakladığı köy çam balı, kestane balı ile de anılıyor. Köy içinden geçip önce sola sonra Topuk Yaylası’na doğru sağa dönülüyor. Yolun iki yanı kayın ağaçları ile kaplı gözleriniz yeşile doyuyor. Orman denizinde Bolu Dağı’nın batı eteklerinde ilerlerken, Bıçkıyanı Köyü tepelerden görünüyor. Birkaç ahşap köy evi göz okşuyor. Toprak yol yöresel bitki örtüsü kendini hissettirmeye başlıyor. Nisan, mayıs aylarında ormanda yetişen, bir tür gövde ve kök bitkisi olan kaldiriki toplayanlar bahçelerinde odun ateşinde koca tencerelerde haşlayarak pişiriyorlar. Turşusu kuruluyor, soğanla kavruluyor, yumurtalısı yapılıyor ya da sade yeniyor. Mevsiminde çiğ olarak Düzce’de pazarda da satılıyor, lezzeti seviliyor, iştah açıyor. Mor renkli orman gülleri, çam ormanı içinde gözünüzü okşarken havanın temizliği, kokusu fark ediliyor. Nefes aldığınızı bile unutuyorsunuz. Topuk Yaylası Göleti Topuk Yayla Göleti, Bıçkıyanı Köyü sınırları içinde HİS amaçlı yapılmış. (Hayvan İçme Suyu). Gölet dağdan çıkan kaynak suları ile besleniyor, fazlası gider çıkışından bırakılıyor. İçinde aynalı sazan ve Kadıncık denilen Hollanda sarısı, biraz kılçıklı balıklar yaşıyor; tava ve ızgarasının lezzetli, derisinin kalın olduğu anlatılıyor. Göletin yakınında bulunan köyün sakinleri Giresun kökenli olup 150–200 senelik bir maziye sahip. Hayvancılık ve ormancılıkla ilgileniyorlar. 1997 yılında yayladan çıkan suyu Köy Hizmetleri plan proje dâhilinde önüne set çekip doldurarak yapay bir göl oluşmasına imkân vermiş. Göl çevresine iki küme halinde fiberglas malzemeden üretilen 23 adet Eskimo kulübelerine benzer İspanyol yapımı bungalovları yerleştirmişler. (Kaynaşlı’ya depremde yardım amaçlı gönderilip kullanıldıktan sonra). Bu bungalovlar piknik için gelenlere ücretsiz veriliyor. 8 tanesinin içi tahta döşeli diğerleri toprak zeminle temas halinde, başka malzeme yok. Göl kenarında bir mescit, bir çay evi bulunuyor, önceden haber verenlere yemek de yapılıyor. Piknik masaları, içilebilir pınar suyu çeşmeleri, 4 adet de seyyar tuvalet var. Köy muhtarlığınca temin edilen kayıklarla, yazın gölde gezinti de yapabilirsiniz.. Yeter ki motorcular, safariciler, aileler gelsinler şu güzelliği yaşasınlar, zaten bir daha ayrılamazlar diyorlar. Üstüne basa basa herkese yardımcı olacağını vaat ediyor yöre köylüleri. Gölde iki ay süre içinde sportif amaçlı, olta balıkçılığı yapılıyor. 2001 yılında göletin suyu çekilmiş, dolgu çalışması yenilenmiş ve tekrar su biriktirilmiş. Gölün derinliği 1 ila 12 m. arası değişiyor. Denizden yüksekliği 1300 m. olan göl çevresinde iklim, gezilere 15 Nisan’dan kasım sonuna dek izin veriyor. Yol köy hizmetleri tarafından sürekli açık tutuluyor. Önce ormanın kokusu, ardından göletle buluşan ağaçların görüntüsü insanı büyülüyor... 2000 yılında göl yüzeyi 50- 60 cm. kalınlıkta buz tutmuş. Akşamın sakin saatlerinde su içmeye inen geyik ve karacalar görülebilir, ayılar piknikçilerin bıraktığı çöp bidonlarını karıştırır, yiyecek ararlar, koyunlara ve insana dokunmazlar diyorlar. Jandarma bölgesi olan yayla her bakımdan güvenlidir diye ekliyorlar. Bu kadar göl hakkında bilgiden sonra biraz da gölün yaşantısından bahsetmek gerek. Sarıçam, kayın, göknar, kavak, gürgen bölgenin ağaçları ve etrafa yaydıkları yoğun orman kokusunu teneffüs ederek yaklaşıyorsunuz yaylaya ve gölete. Orman içinin nemi, gölgesi, yeşili ve süzülen güneşi göleti bulana dek merak ve heyecan uyandırıyor. Tepeye vardığınızda neye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Kuşlar, kurbağalar, koyunlar, kuzular, inekler... Ah diyorsunuz, burası Abant’tan güzel, Abant’tan bakir, İstanbul için Abant’tan yakın, üstelik Bolu Dağı’nı da geçmiyor insan. Cep telefonu da çekiyor. Köyden 4 km. uzaklıktaki Topuk Yaylası’nda 26 Haziran’da geleneksel şenlikler yapılıyor. Yöresel sanatçılar kemençeler çalıyor, şarkılar söylüyor, halk oyunları oynanıyor. Konuklar piknik yapıp göl çevresinde 2,5 km.lik doğa yürüyüşlerine katılıyorlar. Kütüklü Yaylası Göletin arkasından geçip orman içine giren yol Kütüklü Yaylası`na uzanıyor. Bu bölümler biraz daha bozuk olsa da geçilmez değil. Ağaç gövdelerinde sincapların biraz küçüğü olan çökelezler görülüyor. Yolun sol tarafı Bolu, sağ tarafı Düzce iline ait. Yayla evlerinin bazılarını doktorlar kullanıyor, hafta sonu tatillerinde şifalı bitki topluyor, piknik yapıyorlar. Bazılarında, astım, damar sertliği, şeker hastaları yaşayıp, şifa buluyorlar. Bunlar arasında Almanya`dan gelip rahat bir kış geçirmek için yaz mevsiminde 3 ay kalanların sayısı da az değil. Uzun boylu ağaçlar gökyüzüne dek uzanıyor. Sakarca Yaylası`na doğru yol alırken, içtikçe acıktıran, hazım yaptıran pınar suları sizleri bekliyor. Sakarca Yaylası Bir kısmı Bolu bir kısmı Düzce’ye ait yaylada rakım 1000 m. Doğusunda çam, batısı kayın ormanı bulunan yayla aralıksız kekik kaplı. Hayvanlar doğal olarak bu ortamda otluyor, kekikler hayvanların etine sinip tadını etkiliyor. Yayla temmuz ayında kekik ve yayla çiçeği kokusundan geçilmiyor. Kekiği her yerde kullanıyorlar, yapraklarından çay demliyor, fasulye ezmesine karıştırıp adına Agut deyip, yiyorlar. Yayla daha önceleri Bolu’ya bağlıymış. Abdurrahmanoğlu İsmail Çuburoğlu 1932’de yaylaya ilk yerleşen kişi olmuş. Yayla köylüleri, yaylaya gelenlerin peynir, süt, yoğurt, köy ekmeği ile piknik yapabileceklerini dile getiriyorlar. Tavuk, civciv yetiştiremiyoruz, sansar hepsini boğuyor diye yakınıyorlar. Yanıklık Mevkii’nde geyiklerin görüldüğünü, tepedeki tuzlakta (yabani hayvanların tuz ihtiyacını karşılamak için yaladıkları kayalıklara köylüler tuzlak adını vermiş.) tavşanların çıkıp oynadığını, doğanın bekçisi olduğunu, avlanmanın yasak olduğunu vurguluyor. Sakarca Yaylası’ndan ayrılıp Karadikmen Yangın Gözetleme Kulesi’ne geliyoruz. Düzce’ye hâkim bir tepede yer alan kule çevresinde küçük bir havuz ile çeşme ve odun masalar var. Bu yüksekliğe bile piknik için gelen ailelerin olduğu vurgulanıyor. Samandere Şelalesi Samandere Şelalesi, Düzce’nin en bilindik ve gözde mesire yerlerinden biri. Samandere Şelalesi, Orman Bakanlığı’nca "Tabiat Anıtı" ilan edilmiş. Şelaleler, Cadı Kazanı ile anıt ağaçların bulunduğu vadinin alt kademesi henüz düzenlenmemiş, yürüyüş platformu olmadığı için bu bölüme girmemenizi öneriyoruz. Sarp kayalar ürpertici. Sadece profesyonel dağcıların girebileceği bir arazi burası. Samandere Şelalesi’nin korkuluklu terası seyir için çok uygun. Yeşillikler arasındaki bu muhteşem manzara insana gerçekten heyecan ve coşku veriyor. Kendinize güveniyorsanız şelale boyunca aşağı doğru merdivenle vadinin kalbine inip, şelalenin tam karşısına geçebiliyorsunuz. Yöreyi gezmeye gelenler daha sonra burada piknik de yapabilirler, ancak hazırlıklı gelmeliler. Küçük bir ücret ödeyerek girilen piknik alanında, tuvalet de var. Eğer piknik için hazırlıklı değilseniz, 100 m. ilerideki kır lokantalarında, köylülerinin ürettiği doğal köy ürünleri ile havuzlarda bekletilen canlı balıklardan yemek istediğiniz balığı seçebilir ve mükellef bir öğle yemeği yiyebilirsiniz. Özellikle nisan ve kasım ayları arasında Samandere’den olta ile yakalanmış dere alabalığı da yeme şansınız var. Şelale alanı 08.20 – 19.00 arası açık.
  15. _asi_

    Düzce Gölyaka

    GÖLYAKA Geçmişte batılı gezginlerin de ilgisini çekmiş olan Düzce’nin en batı ucunda yer alan Gölyaka’da ilk yerleşim buluntuları Proto Hititler’e ait. Kardüz Yaylası’na yolculuk Düzce’den çıkıp Gölyaka sapağından dönerek Köprübaşı Köyü üzerinden Gölyaka’ya yöneldiğinizde. önümüze çıkan İçmeler Köyü geçiyor, Yeniköy’den sola dönüyor, Aksu Deresi köprüsü geride bırakıp Kardüz Yaylası’na doğru asfalt yoldan tırmanmaya başlıyorsunuz. Saçmalıpınar Köyü ve Bakacak Köyü’nü sağınızda bırakırken 1800 rakımlı Kardüz güzergâhı boyunca göknar, kayın, ıhlamur, çınar, gürgen ve ceviz ağaçları yol boyunca eşlik ediyor. Mola vermeye mecbur eder güzellikte ki köy evleri ve güllerle bezenmiş çiçekli bahçeler, karakteristik mimari özellikleri ile kent yaşamında özlenen tablolar çizerek göz okşuyor. Yöre halkının misafirperver davranışı, trafikten, kalabalıktan arınmış dağ yolları, zirveye doğru farklılaşan hava ve bitki örtüsü, alabildiğine uzanan ve içinize coşku dolduran panorama heyecanlanmanıza neden oluyor. Oysa daha hiçbir şey görmediğinizi daha sonra anlıyorsunuz. Jeep safari, foto safari, dağ yürüyüşü, motocross, çim kayağı aktiviteleri için ideal bir yörede bulunduğunuzu fark ederken, Kardüz Yaylası öncesi Yanık Yaylası ile karşılaşıyorsunuz. Yol boyunca memeleri süt dolu besili inekler, köy kızları örüp başlarına taktıkları yün başlıklarla dikkatinizi çekiyorlar. Hem nazarlık, hem hayvanların karışmamasını sağlayan bu ponponlu yün başlıklar, boyunlarında sallanan çanların sesleri ile inekleri daha da sempatik hale getirirken Karadeniz toplumuna özgü gelenekleri tanımanıza neden oluyor. Saçmalıpınar Köyü bu tür duygularla geçiliyor, balık satın alınabilen ve balık pişiren Dere Evleri Balık Üretim Tesisleri geride kalıyor. Aksu Deresi suyunun, tadıyla balıklara lezzet kattığını öğreniyoruz. Bölgede dikkat çeken bitki örtüsü içinde mor renkleriyle orman gülleri, karayemiş olarak isimlendiren çiçekler, arıcılar tarafından üretilen "Acı bal"ın kaynağı oluyor. Acıbal’ın diğer bir adı da Delibal. Orman güllerinin çiçek açtığı haziran – temmuz ayları arasında kovanları, bu çiçekler üzerinde dolaşan arılar yaptıkları acı balla dolduruyor. Yöre halkı ise bu balın kuvvetli bir afrodizyak olduğunu heyecanla anlatıyorlar. Sabahleyin aç karnına bir çay kaşığı balın yeterli olacağını vurguluyorlar. Çevrenize baktığınızda gördüğünüz yaşlıların, 80 yaşında 400 davar güden çobanların bu balla ayakta kaldığına şahit oluyorsunuz. Fındık ezmesi, tereyağı bir kaşık bal karışımının yeterli mucize olduğuna inanıyorsunuz. Köyün yerlilerinden birini alıp kendinize rehberlik yapmasını isterseniz sizce yardımcı oluyorlar. Mağaralar Yol boyunca yöre halkı ve köylülerle yaptığımız sohbetlerde 15 Temmuz’dan sonra buraların şenlendiğini anlıyoruz. Bu yıl 67. Geleneksel Kardüz Yayla Şenliği 16-17 Temmuz’da yapıldı. Köylüler ‘buralara turlar, motosiklet grupları, kampçılar gelirler, bizler yardımcı olur, rehberlik yaparız ‘diyorlar. Çevrede bulanan mağaraları ve doğal güzellikleri anlatıyorlar tek tek. Kardüz Yaylası Küçükdere Mağaraları, İnnikaya Mağarası, Baklaya Takım Mağaraları var. Bu mağaralar doğal oluşumlardır, bir zamanlar buraları denizmiş, gemi bağlama yerleri varmış" diye ekliyorlar. Kardüz’ün zirvesinde rakım 1840 m. Havanın serinliğine, uzaktan koyunların çan seslerinin karıştığı, bol oksijenli nefis bir havada, yemyeşil çayırlar ve de ağaçlar arasındaki yolculuk Gölyaka sapağından sonra tam tamına 40 km. sürüyor. Kardüz’ün zirvesinde minik yapraklı çiçekler, sarılar, pembeler, morlar, papatyalar. Tepelerde kıştan kalan karlar, zirvenin sırtında etrafı tellerle çevrilmiş erenler mezarlığı. Yayla yaşamını bazısı sıcaktan, bazısı şifa niyetine kabulleniyor. Bronşit, astım, kalp, uykusuzluk problemi yaşayanlar... Hava, şifa ve tedavi kaynağı. Her taraftan fışkıran sular, pınarlar var. Elektrik yok, buna bağlı TV, çamaşır, bulaşık makinesi yok, diz üstü bilgisayar, günlük gazete yok. Otomobillerin radyo-kasetçalarlarından kemençe sesleri yayılıyor etrafa.. Şöyle bir sınıyorsunuz kendinizi, acaba diyorsunuz ben bu hayata uyum sağlayabilir miyim? Yöre halkı sorularınızı cevaplıyor size pınar suyundan demlenmiş çaylarından ikram ediyorlar. Güneş erken doğarmış. Bazen öyle bir sis, yok yok öyle bir bulut çökermiş ki dağın zirvesine, kapınızı açınca odanıza bulut girermiş. Saatin 10.00 veya 12.00, günlerden salı veya perşembe olmasının hiç önemi kalmadığını bile düşünmeye başlıyorsunuz. Zaman duruyor gibi geliyor. Yaşlanmak bir yana gençleşiyorsunuz. Kent yaşamında iki katı dinlenerek çıkarken Kardüz’de 18’lik delikanlı oluveriyorsunuz. Yeni keşifler yapma, yeni yerler görme isteğinize karşı çıkamadığınızdan daha çok dolaşıyorsunuz. Çimlerin yuttuğu yol izleri görünmez oluyor bir tür off-road yaparak Sarı Göle ilerliyor, sonrasında Katırcı Gölü’nü görüyorsunuz. Çevrede bulunan ağaçların durgun göl yüzeyindeki yansımaları, kıyılarda ıslak zeminlerde su içip, karnını doyurma telaşında ki geniş kanatlı yabani kuşlar ilgi çekebiliyor. Uzaktan kekik otu ile beslenen sürüler ve onları koruyan kangal, çoban köpekleri geçiyor. Yöre halkı sürüye girmezsen sürüyü koruyup, yönlendiren köpekler bir şey yapmaz diyorlar. Efteni Gölü, Kuş Cenneti ve Kaplıcası Gökçedere Köyü’nden Hacı Yakup Köyü’ne doğru giderken Aksu deresi üzerinden geçiyor Efteni Gölü’ne yöneliyorsunuz. Göl kelimenin bünyesinde 35’i kalıcı, toplam 171 çeşit kuşa ev sahipliği yapan bir kuş cenneti olarak anılıyor. Leylekler, yaban ördekleri, tepeli beyaz balıkçıllar, angıt, sakarmeke, kuğular, gölün gediklilerinden olup kolay görünenler arasında yer alıyorlar. Kuşların göç yollarında, bir mola gölü olan Efteni nilüfer çiçekleriyle, sazlıklarıyla kuşları saklarken, fotoğraf ve kuş gözlemcilerine kompozisyon oluşturuyor. Boz kaz, sakarca, yeşilbaş, fiyu, bekri, çıkrıkçın, kılkuyruk, kaşıkçın, Macar, elmabaş, pas baş, gri balıkçıl, turna, toy, mezgeldek, çulluk, karatavuk, kızkuşu, karabatak mevsiminde foto safarisi için uygun özellikler gösteriyor. Göl, su kuşları üretme ve koruma sahası olarak tescil edilmiş, avlanma kesinlikle yasaklanmış. Göl yüzeyinin 25 hektardan 100 hektara çıkarılması sağlanmış. Efteni Gölü’nde, kuş türlerinin yanı sıra ender bitki türleri de yetişiyor. Nilüfer, süsen, düğün çiçekleri, kamış, nane, su mercimeği bitkilerinin yanı sıra; söğüt, dişbudak, kızılağaç, çınar gibi sucul karakterli ağaçlar da göze ilk çarpan bitkiler. Göl çevresinin bir bölümünü araçla gezme imkânı bulunuyor. Gölün muhteşem manzarasının seyri ise Toptepe yangın gözetleme merkezinden yapılıyor. İşletme için Milli Parklara, ormancılara, girişimcilere büyük iş düşüyor. Güzergâh boyunca doğal olarak yetişen, hormonsuz olup haşlanarak, kavrularak yenilen bir sebze çeşidi olan Ezeltere bitkisine rastlanıyor. Şimdi ziyaret sırası Gölyaka’nın en can alıcı noktası olan şelalesinde. (Efteni Gölü kıyısından gidip sağa dönerek 7 km. sonra toprak yola girince Güzeldere Şelalesi’ne ulaşacaksınız. İsterseniz Gölormanı—Toptepe’den 7 km. gidebilirsiniz. İsterseniz, Kartalyuvası’na; Gölyaka Hamam Üstü Köyü’nden (Güzeldere Köyü) 10 km. uzaklıkta Güzeldere Şelalesi’ne ulaşabilirsiniz. Efteni Kaplıcası Küçük şirin bir kaplıca. Kenarları kükürtten sararmış mermerle çevrili iki havuz ve güzel bir bahçeye sahip. Bir zamanlar bu eski kaplıcada Rum kızı Eftalya’nın suya girdiği söyleniyor. Tarihin derinliklerinde bir zamanlar; (rivayete göre) Bizans Kralı bu bölgede ormanda yaverleriyle gezerken yanında kızı Eftalya da varmış. Ormanın bir bölgesinden duman tüttüğünü gören kral, yaverleriyle dumanın tüttüğü yere gider. Bir de suyun buharlaştığını görür. Kralın kızı, Eftalya rahatsızdır ve bu gölette banyo yapar. Kısa bir süre sora Eftalya’nın rahatsızlığı geçer. Şifa bulur ve ondan sonra burası Eftalya, Efteniya Kaplıcası olarak günümüze dek gelir. Kaplıcada, şu anda, dört yıldızlı bir termal turizm yatırımı var. Yöre halkı, Efteni Kaplıcası’nın; romatizma ve cilt hastalıklarına iyi geldiğini söylüyor. Yol üzerinde Hamam Üstü Köyü Orta Mahallede bulunan cami, dikkat çekiyor. Arabistan’da çalışmış olan bir ustanın gösterdiği fotoğraflar içinden mahalle halkının beğendiği model uygulanmış, yıkılan ahşap cami, bu kez beton olarak inşa edilmiş. Cami, Efteni Gölü’nün her yerinden görünen köşeli minaresiyle farklı bir mimariye sahip. Köyün, anıt çınar ağaçları, dere kıyısına kurulu teras ve kamelyaları ile 1895 tarihli su değirmenindeki "Kartal Yuvası" da beğeni topluyor. Güzeldere Şelalesi ve Mesire yeri Güzeldere Mesire Yeri ve şelalesi Düzce’den 18, Gölyaka’dan ise 11. km. uzaklıkta. Hafta sonları oldukça kalabalık olan kamp ve piknik alanına binek otolarla gelinebiliyor. Geldiğinize de değiyor. Güzeldere Şelalesi için 120 m. yükseklikteki blok kayaların üzerinden dökülen bir nehir demek daha uygun olacak. Şimdi gözünüzün önüne kaleden kaleye 110 m. olan bir futbol sahasını getiriniz. Bunun üzerine 10 m. daha ilave edip dikine çevirin. Tam karşınızda akan bu nehrin döküldüğü tabanına ahşap basamaklarla inmeye başlıyorsunuz. Karşınızda koşarcasına, biraz da tepinerek akan sular içinizde bir coşku uyandırıyor. Şelale ve şelaleyi besleyen yan suların akış sırasında çıkardıkları sesler zihninizi meşgul eden sorunları unutturuyor, doğanın bu muhteşem güzelliğine teslim oluyorsunuz. Göze sığmayan şelaleler topluluğu nereye bakacağınızı şaşırtıyor. Her anı, her saniyeyi, her yeri fotoğrafla dondurmak isterken, kendinizi doğanın tam kalbinde hissediyorsunuz. Böylesi güzel bir şelaleyi görmekle kendinizi farklı ve Suları takip etmekten yorulan gözleriniz kapanmak istiyor, açıkçası uykunuz geliyor fakat iştahınız baskın çıkıyor acıkıyorsunuz. Şelale girişinde geniş bir çim alan, çevresinde ağaçlıklar altında piknik masaları, çadır yerleri, araç park yerleri, bir büfe ve turizmi bilen bir işletmecinin elinin değdiği belli olan, temiz, oturulabilir bir kır lokantası. Çevrede görebileceğimiz bir başka doğa harikası ise Karagöl. Çevresini kayın, gürgen ağaçları orman gülleri ile çevrili gölü görünce ister istemez define bulmuş gibi seviniyorsunuz. Doğanın kalbinde saklanmış bu gölün yüzeyi kuru yapraklarla, kıyıları önce sazlar, sonra orman gülleri ile kaplı. İçinden akustikle çevreye yayılan kurbağa sesleri arasında gezinizi tamamlıyorsunuz. Daha ilerde Pürenli Yaylası ile Hira Yaylası var. Bir de Orman İşletme Müdürlüğü’ne ait misafirhane hizmete açık.
  16. _asi_

    Düzce Gölleri

    GÖLLER Kurugöl Hafta sonunda ailenizle birlikte gürültüden uzak, doğada keyifli bir gün geçirip, piknik yapmak istiyorsanız size Kurugöl’ü önerelim. Çevredeki su kaynaklarının birleştirilmesi ile oluşan bu gölet, Orman Bakanlığı’nca nesli tükenmekte olan sülünler için Sülün Yetiştirme Sahası olarak belirlenmiş. Üremeyi artırmak amacıyla Kurugöl’e çok sayıda sülün salınmış ve doğal ortam içinde çoğalmalarını sağlamak için burada av yasağı uygulanıyor. Yerinde duramayanlar için ise yürüyüş ve gölde balık tutabilme olanağı da var. Topuk Yaylası Göleti Yine tamamen doğal bir bitki örtüsüne sahip, yaylalarla birbirine bağlı ve Abant’a yakındır. Karavan turizmi için ideal. Efteni Gölü Gölyaka bölümünde detaylı olarak yer verdiğimiz Efteni Gölü için kuş gözlemcileri ile bitki meraklılarına Efteni Gölü’ne uğramalarını ısrarla öneriyoruz. Hasanlar Baraj Gölü Sulama ve enerji üretimi amaçlı olarak kullanılan Hasanlar Baraj Gölü, Yığılca yolu üzerinde. Olta balıkçılığı yapılan gölün çevresi de piknik yapmak için ideal. Yığılca Kaymakamlığı tarafından her yıl haziran ayının 4. haftasında düzenlenen ve bu yıl ikincisi gerçekleştirilen Yığılca Hasanlar Barajı Yelken Yarışları ve Kültür Şenliği, yörede büyük ilgi topluyor.
  17. _asi_

    Düzce Şelaleleri

    DÜZCE ŞELALELERİ Aktaş ve Sarıyayla Şelaleleri Akçakoca’ya bağlı Aktaş ve Sarıyayla köyleri sınırları içinde bulunan şelalelere giden yollar su sesiyle bütünleşen kuşların cıvıltısı ve Amazon Ormanları’nı andıran ağaç ve bitki dokusuyla özellikle trekking’ciler için ideal ortamlar. Yol boyunca karşınıza çıkan mağaralar da ilginizi çekecek. Güzeldere Şelalesi 630 m. rakımlı Gölyaka, Güzeldere Köyü’ndeki Güzeldere Şelalesi, Düzce’ye 28, Gölyaka’ya ise 16 km. mesafede. Bıçkı Deresi üzerinde bulunan, düşüş yüksekliği ile Türkiye’deki en önemli şelaleler listesinde birinci sırayı alan Güzeldere Şelalesi 135 m. yükseklikte ve estetik yönden yörede ayrıcalıklı bir konuma sahip. Orman Bakanlığı Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Koruma Genel Müdürlüğü tarafından "Orman İçi Dinlenme Yeri" olarak tescil edilmiş olan Güzeldere Şelalesi’nin, bulunduğu alanda, kayın, gürgen, köknar, porsuk, sarıçam, karaçam, kestane, ıhlamur, akçaağaç, dişbudak, ceviz, orman kavağı, orman söğüdü, orman gülü, kara yemiş, papaz külahı ağaçları; böğürtlen, üvez, alıç, taflan, kantaron otu, kardelen, arap sümbülü, siklamen, menekşe, düğün, eğrelti, fiğ, burçak gibi bitkiler de yetişiyor. Bu bölge yaban hayatı yönünden de çok zengin. Boz ayı, kurt, tilki, çakal, vaşak, karaca, geyik, yaban domuzu, sansar, karatavuk ve ağaçkakan gibi hayvanlar da bu bölgede görülmektedir. Samandere Şelalesi (Tabiat Anıtı) Düzce`nin güneydoğusunda, Samandere Köyü sınırları içinde bulunan Samandere Şelalesi şehir merkezine 26 km. mesafede yer alıyor. Doğal oluşum özellikleri nedeniyle Milli Parklar Kanunu gereğince, Orman Bakanlığı tarafından "Tabiat Anıtı" olarak tescil edilen Samandere Şelalesi’nin bulunduğu 500 m.lik dere boyunca, anıt ağaçlar, üç şelale ile bir de Cadı Kazanı adı verilen derin bir bölüm bulunuyor. Samandere Şelalesi’nde, büyük ağaçların arasından şiddetle akan sular, beyaz köpükler halinde dökülerek "Cadı Kazanı" içinde, derin kayalıkların arasında adeta kaynıyor. Cadı kazanlarını, derenin suları çekildiğinde görmek mümkün. Şelalenin arkasındaki kayanın içinde, doğal olarak oluşan mağara ile bir ara kaybolan sular biraz ilerden tekrar ortaya çıkarak akışını sürdürüyor. Bir anda insanın içine ürperti ile birlikte ferahlık veren suyun şiddetli akışında şekillenen kayalarıyla da Samandere Şelalesi, görülmeye değer güzelliklere sahip. Aydınpınar Şelalesi Düzce şehir merkezine 10 km. mesafede, Güzeldere ve Samandere Şelaleleri arasında ve yol güzergahında, Aydınpınar Köyü’ndeki sıra sıra 5 şelale. Özellikle agustos ayında bu bölge böğürtlenlerle kaplanıyor. Trekking’ciler için çok uygun. Suyun akışı bile farklı burada. Köyde ise devam eden şelale suyu üzerinde Aydınpınar ve Kaplanoğlu Alabalık Tesisleri’nde, alabalığın her türlüsünden yiyebilirsiniz. Kaşarlı mantardan tatmayı da unutmayın.
  18. _asi_

    Düzce Mağaraları

    DÜZCE MAĞARALARI Fakıllı Mağarası Akçakoca ilçe merkezine 8 km. mesafede bulunan Fakıllı Köyü’ndeki mağaraya 1 m. yüksekliğindeki, 15 m.lik bir galeriden geçilerek ulaşılıyor. Halen doğal özelliklerini koruyan mağaranın içinde çeşitli yönlere giden galeriler ve ilgi çeken sarkıt ve dikitler yer alıyor. Fakıllı Mağarası, alt yapı ve tanıtım faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi sonucunda Akçakoca turizmine önemli katkılar sağlayacak potansiyel bir kaynak. Sarıkaya Mağarası Yığılca ilçesinde bulunan Batı Karadeniz’in en büyük mağarası Sarıkaya Mağarası’nın, boyu 75, genişliği 85 m., tavan yüksekliği ise 15 – 40 m. arasında değişiyor. Bu mağaranın içi damlataşlarla kaplı. İçindeki göletler ve şelaleler görülmeye değer. Yığılca’ya 10 km. uzaklıkta hakim bir tepe üzerinde olan mağaranın bulunduğu yer yamaç paraşütüne de uygun. Gökçeağaç Mağarası Diğerlerine göre daha küçük olan Yığılca ilçesindeki bu mağara henüz turizmcilere tanıtılmamış ve bilimsel özellikleri henüz tam olarak ortaya konulmamış. Aksu Mağarası Aksu Mağarası’nda çok sayıda galeri ve göletle birlikte şelaleler de bulunuyor.
  19. _asi_

    Düzce Tarihi Yapılar

    TARİHİ YAPILAR Konuralp Camisi (Merkez) Düzce ilçe merkezinde olmasından ötürü Merkez Camisi de denilen Konuralp Camisi XIV.yüzyılda yapılmış, fakat zamanla yapılan onarımlar nedeniyle özelliğinden uzaklaşmıştır. Bu cami, Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında Osman Gazi’nin komutanlarından Konuralp adına yaptırılmıştır. XIX.yüzyılda Dilaver Ağa tarafından yapılan onarım sırasında cami özgün biçimini yitirmiştir. Bu caminin altında eski bir kilisenin olduğu sanılmaktadır. Bu kiliseye ait olan mermer taban döşemeleri müzede koruma altına alınmıştır. Cami dikdörtgen planlı olup, duvarları moloz taştan yapılmış ve yer yer de ağaç hatıllarla takviye edilmiştir. Caminin doğu ve batısında bulunan ve dışarıya taşan payandalarla duvarları desteklenmiştir. İbadet mekanının içerisinde iki sıra halinde üçer direk iç mekanı üç sahna ayırmıştır. İbadet mekanı iki sıra halindeki pencerelerle aydınlatılmıştır. Pencerelerde lokmalı demir şebekelere benzeyen orijinal ağaç şebekeler bulunmakta olup, bunların bazıları orijinaldir. Dışarıya çıkıntısı olmayan basit bir mihrabı bulunmaktadır. Bunlar dikdörtgen ve ağaç sövelidir. İbadet mekanının üzeri tavan ve ahşap çatı ile örtülüdür. Caminin yanındaki kare kaide üzerinde yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi sonradan eklenmiştir. Caminin yanında Konuralp'in türbesi bulunmaktadır. Konuralp Türbesi (Merkez) Konuralp Camisi’nin yanında bulunan türbe Düzce yöresini Bizanslılardan 1323’te alan Osman Gazi’nin komutanlarından Konuralp’e aittir. Türbenin mimari yönden herhangi bir özelliği bulunmamaktadır. Kare planlı, moloz taştan yapılmış basit bir yapıdır. Türbe içerisinde üç mezar vardır. Bu mezarlardan birisinin Konuralp’in yakınlarından Ali Hamza’ya aittir. Konuralp Hamamı (Merkez) Düzce merkezindeki Konuralp Camisi’nin yakınında küçük bir hamamdır. Bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığını gösteren bir kitabesi bulunmamaktadır. Kaynaklarda da bu konuda bir bilgiye rastlanmamaktadır. Hamamın Konuralp tarafından şehir yeni baştan düzenlenirken yaptırıldığı söylenmektedir. Düzce’nin en eski yapılarından biri olan bu hamamın güney dış duvarı antik yapılardan alınmış mermer bloklarla örülmüştür. Bunun dışında hamam moloz taşlarla yapılmıştır. Dikdörtgen planlı olup, girişin sağ ve solunda iki hücre, soğukluk ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Sıcaklık ve soyunmalık arasındaki haçvari büyük paye iki bölümü birbirinden ayırdığı gibi meydana gelen kare planlı alan dört kubbe ile örtülmüştür. Hamamın üzeri çatı ile kaplı olup, sıcaklık kısmının bulunduğu mekanın üzeri çatı ile kaplıdır. Konuralp (Üskübü) Köprüsü (Akçakoca) Konuralp’in Efteni Gölü’ne dökülen Tabak deresi üzerinde bulunan köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Bu nedenle de ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Büyük mermer bloklardan harç kullanılmadan yapılmış olan 10 m. uzunluğunda, 3 gözden meydana gelen köprü MS.I.yüzyıla ait Roma eseridir. Bu köprü günümüzden yaklaşık 50 yıl öncesine kadar kullanılıyordu. Bugün bu köprünün yanında ulaşım için yeni bir köprü yapılmıştır. Ceneviz Kalesi (Akçakoca) Düzce, Akçakoca ilçesinin 2,5 km. batısında ormanlık alandaki kalenin Cenevizliler dönemine ait olduğu kaynaklarda geçerse de bu kalenin Bizans döneminde yapıldığı iddia edilmektedir. Bu kale XIII.yüzyılda Haçlı Seferleri sırasında Cenevizlilerin hakimiyetine geçmiştir. Bu dönemde kalenin surları daha kuvvetlendirilmiştir. Kale denizden 100 m. yükseklikte bir falez üzerine yapılmıştır. Kalenin yarım yuvarlak çıkıntıları, yüksek bir kulesi bulunmaktadır. Sur duvarları moloz taş ve tuğladan yapılmıştır. Osmanlılar tarafından karakol kalesi olarak kullanılmıştır. Kalenin iç avlusunda 5.30x5.30 m. ölçüsünde bir su sarnıcı bulunmaktadır. Kalenin doğusunda ve batısında iki koy bulunmaktadır. Günümüzde kale Akçakoca Belediyesi tarafından plaj ve piknik alanı olarak işletilmektedir. Düzce Su Yolları ve Kemerleri Düzce Akropol Tepesi ile Kemer Kasım Köyü yolu üzerindeki sırtlar arasında su yollarına ait kemerler bulunmaktadır. Moloz ve yontma taştan yapılmış olan su kemerlerinin ayaklarından 11 tanesi günümüze kadar gelebilmiştir. Bu su yolları Osmanlı döneminde de kullanılmıştır. Su yollarının ayakları yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Bu kemerlerin üzerinde tuğladan su künkleri bulunmaktadır. Bazı kaynaklarda da Osmanlı döneminde bu künklerin ahşaptan yapıldığı yazılıdır. Ancak bunlardan herhangi bir iz günümüze gelememiştir. Günümüzde bu kemerlerin ayakta kalabilenleri çevredeki tarlalar ve bahçeler arasındadır.
  20. _asi_

    Düzce Ekonomisi

    DÜZCE EKONOMİSİ Düzce ekonomisinin dinamik bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Bu dinamikliğinde iki metropol kent arasında oluşu önemli rol oynar. Ayrıca ülkenin sanayi kuşağı diye ifade edebileceğimiz Marmara Bölgesi ile sınır oluşu da bunda etkendir. Metropollere mesafesi zaman açısından uzak denilemeyecek düzeyde olup 2-2,5 saatte Ankara ve İstanbul illerimize karayolu ulaşımı rahat ve güvenli şekilde otoban bağlantılı olarak yapılmaktadır. Akçakoca ilçesi ile deniz bağlantısı vardır. Ulaşım ağında Anadolu İllerimizin İstanbul bağlantısında bir geçiş noktasıdır. Merkez nüfus deprem öncesi 80.000 civarındayken deprem sonrasında 60.000'lere kadar düşmüştür. Ancak hızla göç alan bir il olarak Düzce'nin çok yakın zamanda nüfusunun artacağı kaçınılmaz görülmektedir. Deprem sonrasında büyük bir ilgi odağı diye de adlandırabileceğimiz kalıcı konutlar hak sahipliği noktasında ihtiyacı gidermiş, ilde ev sıkıntısına da büyük oranda cevap vermiştir. Sanayi sektöründe bölgedeki hammaddeden de kaynaklandığını söyleyebileceğimiz orman ürünleri sektörü başı çekmektedir. Bu alanda irili ufaklı 200'ün üzerinde çalışan firma vardır. En önemlileri olarak Şerifoğlu A.Ş., Divapan A.Ş., Kelebek Mobilya, Sancaklı Orman Ürünleri, Düzsan, Öney Ağaç Kaplama sayılabilir. Son yıllarda bunu takiple tekstil önemli bir istihdam alanı olarak görülmektedir. Büyük kentlerdeki üretim maliyetindeki istihdamın yüksek oluşu tekstil sektörünü yavaş yavaş küçük illere doğru itmekte Düzce'de bundan nasibini almaktadır. Yine hammadde kaynağı olarak sıkıntısı olmayan bir sektör fındık işlemeciliğidir. Kırılması, kavrulması, piyasaya sunulabilecek düzeyde paketlenmesi gibi çalışan işletmeler mevcuttur. Bir farklı sektörde yivsiz av tüfeği imalatı ve tabanca üretimidir. Ayrıca bunların tamiri, bakımı, gravürünün yapıldığı yan sektörleri de mevcuttur. Bu konuda Sarsılmaz Silah Sanayi ülke çapında hatta dünya çapında bir kalite ve üretime sahiptir Bunlarla birlikte ülkemizde az sayıda olan maya üretimini gerçekleştiren Pakmaya, bisiklet ve motosiklet iç ve dış lastiği yapan Anlaş, otomobil üretiminde kullanılan fitili üreten Standart Profil, basınçlı basınçsız elyaflı çimento boru üreten Süperlit, ülke çapında önemli bir düzeyde kilit üretimi yapan İTO Kilit (IR Emniyet) önemli bir yer kaplamaktadır. Akçakoca ilçesi ve Düzce Merkez'de çelik boru üretimi de gerçekleştirilmektedir. Uzel Traktör Fabrikasının da 2000 yılında temeli atılmış olup inşaatı devam etmektedir. Üretime geçmesi ile birlikte bu alandaki yan sanayiinin de gelişme göstereceği beklenmektedir. Düzce İlinin metropol kentlere yakınlığı, liman ve hammadde kaynaklarına yakınlığı, ulaşım kolaylığı, deniz ve doğa turizmine sahip oluşu yatırım ve yatırımcılar için bir caziplik merkezi oluşturmaktadır. TARIM İlimizin toplam yüzölçümü olan 259.300 hektarlık olanın 88.419 hektarı tarım arazisi, 7.932 hektarı çayır mera ve 39.536 hektarı da tarıma elverişsiz arazidir. 88.419 hektarlık tarım arazisinin %45'i olan 53.668 hektarı fındık bahçesi olarak kullanılmaktadır. Fındık alanlarının daraltılması projesi gereğince alternatif proje çalışmaları devam etmektedir. Sulanabilir tarım alanı 88.419 hektar olup bunun 35.267 hektarı devlet sulaması, 5.216 hektarı halk sulaması olmak üzere toplam 40.584 hektar alan sulanmaktadır. Düzce ekonomisinde tarım sektörü, Düzce'nin gelir kaynağında önemli yer teşkil etmektedir. Ormanlık saha dışı kalan bölümlerde özellikle fındık, pancar, mısır, buğday, çeltik ve virjinya tütünü ekimi yapılmaktadır. 2000 yılında 57.464 ton fındık üretimi gerçekleştirilmiş olup çiftçiye yaklaşık 50 tonluk girdi sağlanmıştır. 38.963 hektarlık 1., 2., 3. sınıf tarım arazisine sahip olan Düzce ovası %78'i fındık ve kavak alanına sahip olup, geriye kalan %22'lik alanda tarla ve sebze tarımı yapılmaktadır. Tarımın geliştirilmesi için teşvik olarak 5 ton stajlık mısır tohumu 3 ton yonca tohumu ile 500 Kg. korunga tohumu, 13 ton çeltik tohumu, 16 Kg. helbisit, 4 adet slaj makinesi, 4 adet çalı kesme makinesi, Akçakoca ilçesinde 3.000 adet kivi fidanı dağıtılmıştır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nca finanse edilen 120 m2'lik 50 adet sera çiftçilerimize anahtar teslimi şeklinde dağıtılmıştır. Düzce meyvecilik üretme istasyonu komşu illerin yanında Çankırı, Kastamonu, Karabük ve Bartın İllerinin meyve fidanı ihtiyacını karşılamaktadır. İlimizde 92 adet gıda üreten işletmenin 4'ü süt ve süt mamülleri işletmesinden 510 tondan sonra 2 adet un fabrikasından 750 ton, 69 adet fırın 1.545 ton ekmek, 1 çeltik atölyesi 173 ton pirinç, 6 adet fındık kırma fabrikasından 655 ton fındık içi, 1 adet ekmek fabrikasından 1.324 ton maya ve 1 adet tuz atölyesinden 414 ton yemeklik tuz üretilmektedir. HAYVANCILIK Düzce ilimiz büyük ve küçük baş hayvancılığı ile kümes hayvancılığı ekonomide halkın geçim kaynakları arasında önemli bir yer tutar. İlimizde 65.085 büyükbaş, 16.538 adet küçükbaş hayvan 332.000 adet yumurta tavuğu, 20.614.050 adet Broiler tavuğu bulunmakta, ayrıca 44 adet alabalık çiftliğinde 82 ton/yıl alabalık üretimi yapılmaktadır. Çiftçilere, 2000 yılında 1000 adet hindi palazı, 6000 adet yumurta tavuğu civcivi, 3000 adet alabalık yavrusu (FAO) tarafından dağıtımı gerçekleşmiştir. Mera ve çayır alanlarında aşırı ve zamansız otlama meralarda bitkisel azalmaya neden olurken hayvancılığı olumsuz etkilemektedir. Meraların ıslahını ve düzenli kullanımını hedefleyen Mera Yasasının uygulanabilirliği için Kadastro Yasasının hızla sona erdirilmesi gerekmektedir. İl'de ilgili yasa çerçevesinde oluşturulmuş Mera Komisyonu ve Tetkik Ekipler halen çalışmalarına devam etmektedir. Ortalama 150 günlük bir otlama süresi dikkate alındığında İl'in 70.000 hektarlık iyi nitelikte mera alanına ihtiyacı vardır. İl için mevcut mera ve yaylak alanlar yeterli değildir. Mevcut mera alanlarının ve yetersiz olması İl'de kaba yem ihtiyacı açığının olmasına neden olmaktadır. Kaba yem açığının karşılanması için yem bitkileri ekimi teşvik edilmektedir. Mera ve yaylası uygun bölgelerde küçükbaş hayvancılık ova köylerinde yem bitkisi ekim artışı ile büyükbaş hayvancılık teşvik edilmektedir. Kaynaşlı İlçemizde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfınca 150 adet damızlık süt sığırcılığı projesi uygulanması için araştırmalara devam edilmektedir. ORMAN Düzce İlinin 59.300 hektarlık yüzölçümünü 105.564 hektarlık alanı ormanlık alandır. Ormanlık saha, İlin genel yüzölçümünün %40,7'sini oluşturmaktadır. Düzce il sınırları içindeki 105.564 hektar orman alanın %94'ü koru ormanı, yüzde 6'sı baltalık ormandır. Koru ormanının %92'si verimli koru ormanıdır. İlimizde 2001 yılı sonu itibariyle tüm ormanlık alanda, ibreli ağaç oranı %26, yapraklı ağaç oranı %74'tür. Orman servetinin ağaç türlerine göre dağılımı ise şöyledir; en fazla sahaya %65,5 oranı ile kayın, yüzde 23,2 ile köknar sahiptir. Geri kalan saha ise, sarıçam, karaçam, meşe ve diğer yapraklı türlerden oluşmaktadır. Amenajman planlarının verilerine göre orman serveti 23.039.590 m3'tür. Düzce İlinde 2001 yılı sonuna kadar 10.444 hektar orman içi ağaçlandırma, 5.766 hektar suni gençleştirme olmak üzere 16.210 hektar alanda ağaçlandırma çalışması yapılmıştır. Ayrıca 2.928 hektar alanda tabii gençleştirme, 160 hektar alanda mera ıslahı, 206 hektar alanda enerji ormanı tesisi, 6127 hektar alanda sıklık bakım, 200 hektar alanda enerji ormanı yenileme faaliyetleri tamamlanmıştır. Bu faaliyetler yanında 10.961 hektar ağaçlandırma, 378 hektar mera ıslahı planlaması yapılmıştır. 6831 sayılı Orman Kanununa göre Düzce İlinde toplam köylerin %66,8'i orman köyüdür. 2000 yılı nüfus sayımına göre köy nüfusu yaklaşık olarak İl nüfusunun %51'ini oluşturmaktadır. Düzce ili genelinde 15 kaplama ve soyma fabrikası, yaklaşık 400 adet kereste ve parke işleyen fabrika ve atölye bulunmaktadır. Bu sanayi kuruluşlarından yıllık ortalama 500.000 m3 orman envali işlenmektedir. SANAYİ VE TİCARET İl genelinde 507 Sayılı Kanuna göre kurulu bulunan 28 adet Oda ve 1 adet Odalar Birliği bulunmaktadır. 2 adet Ticaret ve Sanayi Odası bulunmaktadır. Ayrıca 239 adet Anonim Şirket, 1.561 adet Limited Şirket, 37 adet Kollektif Şirket, 3 adet Komandit Şirket, 214 adet kooperatif, 67 adet sigorta şirketi ve acentası faaliyet göstermekte olup 21 adet banka şubesi hizmet vermektedir. Bir geçiş noktası olması bakımından ulaştırma sektörü yabana atılamayacak düzeydedir. Bunun getirdiği mal ve insan taşımacığı hizmeti önemli yer tutar. Karayolu üzerinde taşımacılık sektörünün hizmet alacağı tesis sayısı yoğundur. Otobanla birlikte son yıllarda bunu da tek geçiş olması ve mesire yeri özelliğini taşıması bakımından önem arzetmiş ve daha da yoğunluk kazanmıştır. Bu faaliyet ile hiç azımsanmayacak kadar ekonomik girdi sağlamaktadır. Düzce İlinde yalnız iç ticari faaliyetler değil dış ticari faaliyetlerde gözlenebilir. 2002 yılı itibariyle Dünyanın her yerine diyebileceğimiz ihracat yapılmış bundan da yaklaşık olarak 97 Trilyon TL. girdi sağlanmıştır. iç fındık, maya, konfeksiyon, kayın, kereste, boru, parke, mobilya, av tüfeği, kaplama, profil (oto-kapı cam fitili), elyaflı boru ve levha mamülleri, bisiklet ve motosiklet dış ve iç lastiği vb. ihracatı yapılan başlıca ürünler arasında sayılmaktadır. Organize Sanayi Bölgesi 17 Ocak 1994 tarihinde kurulan ve 84 parselden oluşan TEM Otoyolu ile Beyköy arasındaki Düzce Organize Sanayi Bölgesi toplam alanı 200 hektardır. Organize Sanayi Bölgesinde bu güne kadar 38 adet parsel satılmıştır. Organize Sanayi Bölgesinin 100 hektarı sanayi kuruluşları, 100 hektarı ise yeşil alan, yollar ve sosyal amaçlı tesisler için ayrılmıştır. Altyapı inşaatı devam etmekte olup bitmek üzeredir. Organize Sanayi Bölgesinde bir taraftan da fabrika inşaatları devam etmektedir. Satılmış olan 38 adet parselin alan karşılığı, 100 hektarlık satışa sunulan alanın yarısından fazlasıdır. Organize sanayi bölgesi coğrafi konumuyla; büyük yerleşim yerlerine yakınlığı, otoban ile ulaşımın sağlanması, yasal ve bürokratik işlemler için tüm kurumların varolması ve denize yakınlığı ile yatırımcılar için özendirici niteliktedir. Küçük Sanayi Siteleri Akçakoca ilçemizde iki küçük sanayi sitesi mevcut olup birinin inşaatı bitmiş ve hizmet vermektedir. 107 işyeri sayısına sahip olan Yeni Akçakoca Küçük Sanayi Sitesi inşaatı ise devam etmektedir. Fiziki gerçekleşme oranı % 50 civarındadır. Düzce Merkezde yapımı devam etmekte olan Küçük Sanayi Sitesi isim olarak Küçük Sanayi Sitesi olarak geçmekle birlikte 900 üç ayrı tipte iş yerine sahip olması büyüklüğünün göstergesidir. 2000 yılından itibaren bakanlık kredisi ile desteklenerek yapımı devam eden Küçük Sanayi Sitesi'nin fiziki gerçekleşme oranı %80 seviyesinde olduğu söylenebilir. Küçük Sanayi Sitesinin hizmete açılması ile Düzce Merkezde bu kapsamda faaliyet gösterenlerin aşağı yukarı tamamının bir arada hizmet vermesi sağlanacaktır. Depremin Sanayi'ye Etkisi Düzce,1999 yılında yaşanan depremlerin yıkıcı etkisini yaşamış ve aynı yılın sonunda il statüsüne geçmiş olması nedeniyle kent yaşamı büyük değişikliğe uğramış bir ildir. Özellikle Düzce-Kaynaşlı merkezli ikinci deprem İl'in sanayiini, fiziki hasar ve kapanan işyerleri dolayısıyla üretim kayıplarına ve yüksek oranda işsizliğe sebep olarak etkilemiştir. Esnafın 17 Ağustos 1999 Marmara ve 12 Kasım 1999 Düzce Depremlerinde irili ufaklı; 3.837 işyeri yıkılmış 2.573 işyeri orta hasarlı, 1.606 işyeri ise az hasarlı olup toplam 8.016 işyeri hasar görmüştür. Ayrıca 350 adet büyük ve küçük sanayi kuruluşu depremde hasar görmüştür. Tacir, esnaf ve sanayicinin maddi zarar toplamı yaklaşık 150 Trilyon TL. civarındadır. Düzce'nin yatırımcı için daha cazip hale getirilmesi, deprem sonrasında ayağa kalkmasında yardımcı olacaktır. Bunun için; Organize Sanayi Bölgesi'nin bitirilmesi, Düzce'nin Kalkınmada Öncelikli İller - Acil Destek Kapsamına alınması, teşvikli yatırımların ilimize yönlendirilmesi yararlı olacağı düşünülmüş olup bu yönde çalışmalar sürdürülmektedir.
  21. _asi_

    Düzce El Sanatları

    El Sanatları Çotara Düzceliler, doğanın bu kadar cömert olduğu bu yörede ağacı işleyerek, "Çotara" adını verdikleri su testileri, sehpalar, çeşit çeşit süs eşyaları üretiyorlar. Ankara – İstanbul karayolu üzerindeki dinlenme tesislerinde, yöre halkının bireysel çabalarla ürettiği Çotaraların yanı sıra ev hanımlarının işlediği oya ve danteller, el tezgahlarında dokunan pamuklular da satılıyor. Akçakoca’da ise deniz kabuklarından yapılan süs eşyaları revaçta. El Sanatları Eğitim Merkezi Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na ait El Sanatları Eğitim Merkezi’nde ahşap işleri ve ahşap oymacılığı, gümüş ve mermer işçiliği temel eğitimi veriliyor. İki yıl süren eğitim döneminden sonra Düzceli gençler meslek ediniyorlar. Her yıl ortalama 70 öğrenciye eğitim veren Merkez’in bir de showroom’u var. Ahşap mobilyaların yanı sıra, padişah tahtı, müzik aletleri ve aksesuarlar sergide ilk dikkati çeken ürünler. Gravür Sanatı Kazıma resim sanatı anlamına gelen ve dilimize Fransızca’dan yerleşen “Gravür” ağaç, taş ve metal üzerine kazınarak ya da işlenerek elde edilen desen ya da yazıya verilen sanatın adı. Türklerin Orta Asya’da başlayan ve Anadolu’da devam eden tarihsel süreçlerinde, en temel 3 namus ögesinden biri olan silah”ın nadide örneklerini, bugün askeri müzelerde görüyoruz. Silahlar artık geçmişten günümüze taşıdıkları manevi değer, modelleri ve üzerilerine işlenen gravür ile önem kazanıyorlar İşte bu noktada, yetenek, sabır ve büyük dikkat isteyen bu sanat dalının icra edildiği en doğru adres Düzceli gravür ustalarının hizmet verdiği atelyeler. Önce silahın modeline ve kullanacak kişiye göre önce işlenecek motif çiziliyor. Mesela bir hanım için üzerine gravür işlenmiş bir silahı hemen fark edebiliyorsunuz. Motifin belirlenmesinden sonra haftalar hatta aylar sürebilen kakma süreci başlıyor. Gravür işlenen bir silah 50 yıl sonra antika olarak kabul ediliyor.
  22. _asi_

    Düzce Mutfağı

    DÜZCE YEMEKLERİ Düzce ilinde yöresel yemekler olarak, Arnavut Böreği, Şıl Börek, Göbete ve Mantısı, Katlama, Sarı Burma ve Su Böreği, Boşnak Böreği ve Tatlısı, Gözleme, Höşmerim ve Tavuklu Keşkeği, Lepsi, Mamursa ve Halujları, Kara Lahana Yemeği ve Mısır Ekmeği sayılabilir Düzce bölgesinde köyden köye çeşitli mahalli yemekler bulunmaktadır. Bunların bir kısmı diğer illerde de ve özellikle Karadeniz kıyılarındaki yerleşme bölgelerinin yemeklerine benzeyebilir. Tespit edebildiğimiz yemekler ve yapılışları Kalçak Mancarı Mancar, çayırlarda yetişen alçak saçaklı yaprakları olan bir bitkidir. Genellikle çimenlerde bulunur. Bıçaklı çıkarılır. Yıkayıp ayıklandıktan sonra bulgur ya da pirinçle pişirilir. Vitamini boldur. Fakir sofralarının en önde gelen yemeklerindendir. Kızılca Mancarı Yaprakları cam güzeline benzer, fakat yeşildir. Kendiliğinden biter. Genç ve körpe yaprakları toplanır. Bulgur ve pirinçle pişirilir. Sarımsaklı yoğurt katılırsa mancar gibi yemek olur. Isırgan Mancarı Cibirten otu diye de tanınır. Üzerinde ince ince dikenleri vardır. Eğer eldivensiz yanaşılırsa eli dağlar acıtır. Genç sürgünleri elle toplanır. Çentilip sıcak suda haşlanır. Pirinçle yemeği yapıldığı gibi sarımsaklısı da yapılır. Bağırsak hastalığına iyi geldiği söylenir. Ayrıca haşlandıktan sonra mısır unu ile çorbası yapılır. Hele içine kaymaklı süt koyarsanız çok lezzetli olur. Lahana Mancarı Üç türlü lahana vardır. Birincisi Laz lahanasıdır. Çok küçük yapraklıdır. İkincisi Türk lahanasıdır. Geniş yapraklı ve kapuska yapılan türdür. Üçüncüsü ise kapuska dürme adını alır. Lahanaların dolması, turşusu yapıldığı gibi halana olarakta pişirilir. Lahana yaprakları çok çeşitli yerlerde kullanılır. Örneğin: Külde balık pişirmede kullanışı yaygındır. Yanan odun ateşi açılır. Tabana lahana yaprakları serilir. Sonra üzerine gerek tuzlu ve gerekse taze balıklar serilir. Üzerine lahana yaprakları örtülür. Üzerine kızgın korlar serilir. Balıkların tüm yağları küllere gider. Açıldığında balıklar pişmiştir. Çok lezzetli olur. Tekne Mancarı Lahana ince ince kıyılır ve kaynatılır. Acı suyu süzülür. Sonra az pişmiş fasulyelerle bir kazanda kaynatılır. Maydanoz, nane konarak bir küçük tekne içine yerleştirilir. Herkes etrafına oturarak yer. Un Mancarı Aynen tekne mancarı gibi yapılır ama içine koku versin diye iç yağı konur. Unu ve fasulyesi vardır. Çırakta Baba Kaygana Buğday unu elenir içine bir veya iki yumurta kırılır ve tuzla iyice çırpılır. Tavaya bol yağ konup iyice ısıtılır. Kaşık kaşık üstüne hamur konur. 10-15 cm çapında kayganalar oluşur. Bu şekilde yenildiği gibi şerbet yapılır ve sıcak iken konur. Genellikle kaymak kavrularak elde edilen yağ konur. Keşli Kaygana Keş denilen yoğurt kurusu rendelenerek bir tabağa konur. Üstüne maydanoz, bir tek küçük domates, hatta bir biber kıyılarak konur, baharı ilave edildikten sonra üstüne üç veya dört yumurta kırılarak iyice çırpılır. Kızgın yağ içine kaşık kaşık konarak pişirilir. Üstüne az limon sıkılarak yenir. Sebzeli Kaygana Kaşar veya beyaz peynir rendelenir veya ezilir. Domates biber kıyılır, baharat ve acısı konur. Üç yumurta kırılır, inçine az tuz konup bir kaşıkta buğday unu ilave edilip iyice çırpılır. Malzemeye yumurta konulur. Yağ kaynamaya başlayınca tavaya yumurta serilir. Üstüne tam yarısına sebzeli karışım konur, kalan yarısı üstüne kapatılır. Sonra ters çevrilip üzerine kapak kapatılır. Buharla pişer. Tabağa alınıp üstüne limon sıkılır. Çatalla içine geçmesi sağlanır. Kuskus Makarnası: Elenmiş bulgur, elenmiş buğday unu, süt ve akşam dinlendirilmiş kül suyu kuskus yapmak için gerekli. Bulgur tekneye atılır ve üzerine un serpilir. Bunun üzerine de sütlü yumurtalı kül suyu katılır ve ovalamaya başlanır. Karışımlar ovalandıkça bulgurun üzerine sarılır. Sargılar un ve karışımlarla yavaş yavaş büyütülür. Misket taneleri kadar olduktan sonra sergiye atılıp kurutulur. Kuskus, makarna veya pirinç pilavı gibi pişirilir. Mamalika Mısır unu elendikten sonra lapa haline gelinceye kadar su ile karıştırılır ve pişirilir. Sonra bu karışımdan kaşık kaşık alınıp bir tepside soğutulur. Aralarına ceviz, keş, peynir konulduğu gibi şekerli süt veya tartı ile zenginleştirilebilir. Mamursa Mısır unu elenip su içinde karıştırılarak lapa haline getirilir. Bu tepsiye boşaltılır. Üzerine kişilerin çokluğuna göre yuvalar açılır (Bardak vb ile ) yumurtalar tereyağda pişirilip her açılan yuvaya birer tane konulur. Etrafına peynirler bastırılır. Herkes önüne gelen yerdeki hamuru peynir ve yumurtalarla yer. Yumurtalı Sebzeli Kaygana 4 adet taze yumurta, 1 baş sarımsak, bir tutam nane, yarım bağ maydanoz, sivribiber, bir kaşık un-tuz-kara ve kırmızı biber.Malzeme ince ince doğranır. Yumurta ile iyice çırpılır. Yağ tavada kızdırılır. Tereyağ tercih edilir. Büyükçe bir kaşıkla tavaya sıralanır. Bir tarafı kızarınca çevrilir. Kızaranlar tabağa alınır. Servis yapılır. Bu kayganalar: kıymalı, peynirli, patatesli, tarhanalı, havuçlu olabilir. (Keşli, peynirli kaygana tuz konmaz) Kaşık Makarnası Hamur oklava ile mantı gibi açılır. Kareler halinde kesilir. Karenin bir ucundan süpürge sapı, kaşık gibi şeylerle gevşek olarak sarılır. Uçlarından yapıştırılır. Suda pişirilir. Hepsi su yüzüne çıkınca kevgirle alınıp bir tepsiye koymadan altına keş, fındık, ceviz karışımı çekilmiş olarak konur. Ayrıca tartı veya tereyağı kızdırılıp üzerine dökülür. Fındık Makarnası Buğday unundan yapılan hamur oklava şeklinde yuvarlanıp silindirle elde edilir. Bunlar bıçakla fındık büyüklüğünde kesilir. Kaynayan suya atılır. Suyun yüzüne çıkan makarnalar bir müddet kaynatılır. Kevgirle alınıp keşli, peynirli bir tepsiye yerleştirilir. Üstüne tekrar malzeme dökülür. Üstüne tartı veya tereyağı gezdirilir. Tembel Karı Makarnası Buğday unu elenip yoğrulur Elde edilen hamur kaşık kaşık kaynayan suya atılır. Hamurlar su yüzünde olduğu zaman bir süre kaynatılır. Tepsiye alınır. Üstüne keş, fındık veya ceviz konur. Yağ ilede muamele gördükten sonra yenir. Kaşmakam Ekmeği Hiç elenmemiş buğday unu yoğrulur. Bir “saç” ateşte kızdırılır. Bu ateşe dayanaklı taş bir saçtır. Hamur taşa yapıştırılır. Üzerine delikler açılır. (Parmakla) sonra taş ateşe doğru çevrilir. Yanan ateşte hem arkası hem önü nar gibi kızarır. Tuzu da biraz fazla olan bu ekmeği en çok değirmenciler yapar. Köy Ekmeği Çoğunlukla mısır ve buğday unu karışımıdır. Yumuşak olup çok kullanılır. Dizleme Ekmeği Buğday, çavdar ve mısır unuyla yapılan bir ekmek çeşididir. Hamur mayalanır ve beklenir. Hamur kabarır. Ocağa taştan bir kap konur. Hazırlanan cıvık hamur saç yağlandıktan sonra belli bir ölçüde üzerine konup yayılır. Sonra kürekle çevrilir. Üzerine kaz yağı ve tuz ilave edilir. Yiyimi çok güzeldir. Her yemeden önce ızgarada ısıtılır. Bazlama Çok kısıtlı zamanda yapılan ekmek çeşididir. Hamur alelacele yoğrulur. Mayalanmaz. Hazırlanan taş saç yağlanır. Ekmek üzerine pişirilir. Çevrilip, keş peyniri, domates gibi yiyeceklerle sıcak yenirse çok lezzetlidir. Kırtıl Un, pekmez, bal veya şekerkamışı balı ile yoğrulur. Fırına verilir. Yapılan ekmek zamanın pastası gibi yenir. Mancarlı pide Fırında ekmek yaparken bu da mutlak yapılır. Kıymalı, ıspanaklı, pırasalı, cırcamıklı (bir tür ot) yapılır. Yeni yapıldığında çok lezzetlidir. Kiremitte Palamut Akçakoca’da en çok beğenilen bir balık yemeğidir. Balık ya sırtından ya da karnından yarılarak temizlenir. Eğer sebzeli olması isteniyorsa sırtından, az olsun isteniyorsa kanından yarılıp temizlenir. Hamsi Pilavı Hamsiler temizlendikten sonra yarılarak kılçıkları alınır. Pilav pirinci ayıklanır. Yıkanır. Tereyağı, soğan, domates, maydanoz kırmızı ve kara biber az kızartıldıktan sonra azcık suda pişirilir.Bir plake tası ocakta iyice ısıtılır. Güzelce silinir. Üstüne pirinç ve karışımı, sonra bir sıra hamsi sonra pirinç, tekrar hamsi kona kona doldurulur. Üstüne kızgın korlar konur. 20-30 dakika sonra alınıp servis yapılır. Buğulama (Hamsi, Palamut, Mezgit) Balıklar temizlenir, soğan, domates, biber karabiber, isteğe bağlı alınır. Bir makarna süzgeci alınır. Onun altına, tam delikleri uyan bir tencere alınır. Üstede bir kapak ayarlanır. Tencerenin içine 3 cm kadar su konur. Eğer aralık varsa buğday unundan çiriş yapılarak oralar tıkanır. Kapak hoplamasın diye üstüne ya bir tas ya da su dolu güğüm konur. Yarım saat pişirilir. Balığın bütün yağları suya akar. Servis yapılır. Sirkeli Hamsi Bir kilo hamsi, büyükbaş soğan, bir bağ maydanoz, büyük domates, küçük bir havuç, yarım bardak zeytinyağı, yarım bardak sirke Hamsi temizlenir. Havuç rendelenir. Diğer malzeme doğranır. Bir harç yapılır. Karabiber, kırmızı biber katılır. Bir tencerenin içine harçtan bir kısım konur. Sonra harcın bir kısmı sonra hamsinin diğer yarısı konur. Üstünede kalan harç ilave edilir. Zeytinyağı ve sirke ilave edilir. (Sirke yerine şarap konabilir) tencerenin ağzı sıkıca kapanır. Kanamağa başladıktan 15 dakika sonra indirilir. Sıcak sıcak yenir. Kırlangıç veya Mezgit Çorbası Kırlangıç ve Mezgit güzelce ayıklanır. Bir tencerede su ile haşlanır. Dağılmadan kevgirle tepsiye alınır. Ayıklanarak kılçıklarından arındırılır. İnce parçalara ayrılır. Tencereye su konur. İçine balıklar atılır. Kaynamaya başlayınca iki yumurta, iki kaşık un, maydanoz, karabiber ve kırmızı biberle iyice çırpılır. Yeterince tuz ilave edilir. Kaynayan balıklı suya bir taraftan karıştırılarak yavaş yavaş katılır. Devamlı karıştırılarak kaynatılır. Çorba kaynamaya başlayınca çok koya olursa az, sıcak su ilave edilerek istenilen kıvama getirilir. Sıcak sıcak servis yapılır. Sarımsaklı sirke veya limon ilave edilir. Hamsili Börek Taze hamsi ayıklanır. Ortadan baş parmakla bastırılarak kılçıklarından arındırılır. Hafif tuzlu suya atıp bekletilir. Harç olarak çok ince kıyılmış soğan, maydanoz, rendelenmiş domates, maydanoz, karabiber ve yeteri kadar tuz konularak hamsilerle birlikte çiğköfte gibi yoğrulur. Buğday unundan yapılan hamura yoğurt atılarak yufkalar açılır. Kareler şeklinde kesilir. Hazırlanan harcın içine bir yumurta kırılarak harç tekrar karıştırılır. Kareler köşegenlerinin biraz içine gelmek üzere harç diğerinin üstüne katlanır. Parmaklarla uç kısımları yapıştırılır. Muska şekli elde edilir.Ocağa altı yuvarlak bir tencere konur. Yağ kızdıktan sonra içine 5-6 tane muska şeklinde börekler atılır. Nar gibi kızarıp kabarınca kevgirle tabağa alınır. Böylece kızartma devam eder. Sıcak veya soğuk yenir. Sigara Böreği Aynı malzeme hazır yufkalardan kesilmiş hamurların içine de konur. Sıcak yenir. Hamsi Salatası: Kılçığı alınmış hamsiler, bir müddet suda haşlanır. Soğan, sivri biber (acı olabilir) domates, maydanoz, kırmızı biber, istenirse piyazlık fasulye, haşlanmış patates ve hamsilerle karıştırılıp kayık tabağın orta kısmına konur. Yanları da domates, biber ve maydanozla süslenir. Üzerine liman, zeytinyağı konarak servis yapılır. İsli Balık Melen çayında tutulan büyük kara balıklar parçalara ayrılır. Çuvaldızla ip geçirilir yarım kiloluk parçalar tuzlu suya bırakılıp bir akşam bekletilir. Ertesi sabah kalbur veya süzgeçte suları akıtılır. Sonra ocağın ortasından bir demire bağlanır. Zincire bunlar bağlanır. Ot, fındık kabuğu veya çok duman veren saman ateşi ile ilk tütsü yapılır.Daha sonra yakılan ateşler sayesinde işlendirilir. Sonra ihtiyaca göre bu parçalar alınır. Önce soğuk sonra sıcak su ile isinden ayrılır. İnce dilimler halinde kesilerek tabağa dizilir. Dörde bölünmüş beyaz soğan, domates, sivribiber konur. Zeytinyağı dökülür, limon sıkılır. Salat gibi yenir. Ayrıca isli balık fasulye, nohut gibi yemeklere doğranıp pişirilir.
  23. _asi_

    Cumhuriyet Döneminde Düzce

    Cumhuriyet Döneminde Düzce 1. Atatürk’ün Düzce ziyareti. 18 Temmuz 1934 yılında gerçekleşen bu ziyarette, azınlıkların baskı gördüğü yolundaki istekleri üzerine Atatürk "azınlıklar da bizim vatandaşlarımızdır ve bundan böyle eşit muamele göreceklerdir" demiştir. Bu açıklama Düzce’de davullu duyurularla mahalle ve köylerde ilan edilmiştir. Ayrıca Atatürk "Düzce güzel bir yer sizler burada bahçeli evler yapmalısınız" şeklinde çok anlamlı bir telkinde bulunmuştur. Düzce’de İbrahimağa Köyü’ne de "Selamlar" adını vermiştir. 2. Düzceliler 1930 yılında satın aldıkları bir uçağı o günkü adı ile Tayyare Cemiyeti’ne "Düzce" adı ile hediye etmiştir. 3. Atatürk’ün Düzce’yi ziyaretinden bir yıl sonra, 18 Temmuz "Atatürk Günü" olarak kutlanmaya başlanmıştır. (Atatürk’ün Düzce’ye gelişinde ikram edilen ayrandan dolayı Selamlar Köyü sakinleri bugünü "Ayran Bayramı" olarak kutluyorlar.) 4. Düzce’de sosyal yaşam, örnek gösterilecek düzeyde idi. 1932 yılında bir düğün. Bugün hala aynı adı taşıyan İstanbul Caddesi’nde renkli konvoy görüntüleri yaşanırdı. 5. Düzce’deki sosyal yaşamdan örnek bir görüntü. Bayanlar kahvehanelerde otururdu. Erkekli gruplarla aynı çatı altında yan yanalardı. Üstelik kıyafetleri de son derece moderndi.
  24. _asi_

    Düzce Tarih

    TARİH Osman Gazi, Konuralp Bey ve Akcakoca Bey`in heykelleri Son 150 yıldır Düzce, yöreye göç edip buraya yerleşen Çerkez, Abhaz, Laz, Muhacir, Arnavut, Tatar, Boşnak, Gürcü, Kürt ve Kıptilere ev sahipliği yapıyor. Bu kadar farklı kültürlerin bir arada olduğu bu bölge gelenek, görenek, dil, töre, mutfak, giyim ve müziği ile çok nadir karşılaşabileceğimiz bir kültür zenginliğine sahip. Doğu Karadenizliler, 1877’de başlayan göçle birlikte Akçakoca’ya yerleşmişler. Bu göçle birlikte, o tarihlere kadar sadece tahıl üretimi yapılan bölgede mısır ve fındık da üretilmeye başlanmış.1935’den sonra ise giderek artan fındık üretimi, yöre halkının yaşam standardının yükselmesinde önemli etken olmuş. Gelir düzeyinin yükselmesi ile birlikte en köklü değişiklik ise ekonomik alanda gözleniyor. Zamanla kent yaşamına ilgi artmış ve özellikle de Akçakoca’da, önce pansiyonculuk, ardından otellerin açılması ile birlikte turizm önemli bir gelir kaynağı olarak benimsenmiş. Akçakoca’nın nüfusunun yarısından fazlasını Doğu Karadeniz göçmenleri oluşturuyor. 1877`de başlayan göç, yakın zamanlara kadar devam etmiş. Doğu Karadeniz’den göçenler gelenek, görenek, dil ve törelerini yerleştikleri yerlerde de korumuş ve sürdürmüşler. Gelenekleri ve töreleri bakımından bağımsız birer bütün oluşturan Çerkez ve Abhazlar, topluluk içi evliliklerle geleneksel yapılarını sürdürüyorlar. Osmanlı Dönemi Bağlık, bahçelik olan şehir 1323’de Orhan Bey’in komutanlarından Konuralp Bey, Düzce ve çevresini Osmanlı topraklarına katmak için Bizans tekfurları ile yaptığı savaş sonunda Düzbazar (Düzce Ovası)’ı ve Bizans Prusias`ını fethediyor. Düzce`nin ilk yöneticileri Konuralp Bey, Sungur Bey, Şemsi ve Gündüz Alp. Bu tarihten itibaren Konuralp olarak anılıyor. Düzpazar olarak anılan Düzce dahil olmak üzere geniş bir bölgenin idarecisi olan Konuralp Bey, vefatından sonra Konuralp’te yapılan türbesine gömülmüş. Konuralp halkı zamanla ovaya doğru yayılıyor ve çevreyi bağlarla donatıyorlar. Bu nedenle eski bağ anlamında Üskübü, Konuralp’in bir diğer ismi olarak genellikle Konuralp’le birlikte anılıyor. Düzce iline bağlı bir ilçe konumunda olan Konuralp tarihin ayak izlerini bugünlere taşıyan bir kent olarak önemini hala koruyor. 14. yy.dan itibaren ise bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca `Konrapa` deniliyor. Bolu`nun fethinden sonra, Bolu Sancağı’na bağlı bir nahiye haline geliyor. 16. yy.ın ikinci yarısına geldiğimizde, Düzce’deki kalabalık çevre köyler tarafından merkez kabul edilerek, `pazar` mahalli olarak benimsendiğini ve bu nedenle ova ortasındaki köye `Düzce Pazarı` denildiğini biliyoruz. 18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamış. Düzce’nin, İstanbul’u Sivas ve Erzurum`a bağlayan yolun üzerinde olması önemini artırmış, Osmanlı Donanması’nın kereste gereksinimini karşılamada da önemli bir rol oynamış. Düzce’nin bugünkü etnik yapısı, Abdülaziz ve Abdülmecit döneminde, Kafkasya, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu ve Rumeli`den gelen göçmenlere dayanıyor. Düzce`nin nüfusunun artmasında, şehrin büyümesinde ve gelişmesinde göçmenler önemli rol oynamışlar. Hükümet göçmenlere bilabedel toprak vermiş. Düzce`ye göç eden Türkler; Çerkez, Abhaz, Laz, Gürcü, Ordulu, Hemşinli, Batumlu, Hopalı, Tatar, Boşnak, Arnavut ve Bulgaristanlı şeklinde kendi kimlikleri anılmışlar ve kültürel kimliklerini de korumuşlar. Bu yeni yapılanmayla birlikte ticaretin canlandığı kente, Rum ve Ermenilerin de yerleşmesi ile birlikte daha da renkli bir sosyal yapı ortaya çıkmış. Tanzimat ve Islahat uygulamaları burada da etkisini gösteriyor ve Düzce bu sosyal gelişim ve değişimler nedeniyle, 1870 yılında kaza olarak Kastamonu ilinin Bolu Sancağı`na bağlanıyor. Milli Mücadele döneminde de Düzce`de hareketli askeri ve siyasi gelişmeler yaşanıyor. 30 Ekim 1918`de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla, Fransız askerleri komşu kazalara kadar çıkartma yapıyorlar. Bu dönemde Bulgaristan göçmeni Nuri Bey, Düzce Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ni kuruyor. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Düzce ilçesi Bolu vilayetine bağlanıyor. Düzce`nin ilk Kaymakamı Midhad Kemal Bey`dir. Cumhuriyet’ten sonra, sanayide ve ticarette sürekli bir gelişme ve büyüme yaşayan Düzce’nin güçlü ekonomik yapısının yanında sosyal yaşam da son derece renkli. 1999’daki büyük depremden sonra, depremin etkilerinin daha kolay ve hızlı ortadan kaldırılabilmesi amacıyla Bakanlar Kurulu kararıyla Düzce "Türkiye’nin 81. ili" oldu. Yaklaşık 200 yıl Düzce’yi kontrol altında tutan Ayanlar kimler? Ayan’ın sözlüklerde "Bir yerin ileri gelenleri, bir kasaba ya da şehrin önde gelen aileleri ve kişileri" olarak tanımlanıyor. 18. yy.a girerken Osmanlı Devleti’nin merkezi otoritesinin zayıflaması ve buna bağlı olarak askeri teşkilatın da bozulması sonucunda devlet, vergi toplama işini seçtiği yerel halktan kişilere devretmiş, bu idari tercih de Ayanların sahneye çıkmasına neden olmuş. Yerli halk arasından veya dışarıdan gelip halka söz geçirebilecek durumdaki kimselerden meydana gelen Ayanlar zamanla güçlenerek, nüfuz sahibi kişiler haline gelmişler. Osmanlı, Yeniçeri ve tımar sisteminin bozulması nedeniyle ihtiyacı olan askeri gücü oluşturamayınca, bu kez de Ayanların nüfuzundan faydalanmayı tercih etmiş. 1768–1774 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Osmanlı devleti, kaza merkezlerinde idareyi ele geçirmiş olan Ayanlara başvurarak para ve asker desteği almış. Devletin giderek güçsüzleşmesi sonucunda, Ayanlar üzerindeki hükümet kontrolü kalkmış ve taşrada idareye tamamen Ayanlar hâkim olmuşlar. III. Selim ve II. Mahmud devrinde etkinlikleri görülen önemli Ayanlar arasında Kolçakpaşazade Hacı Bey, Çorazoğlu Halil Ağa, Emir Haliloğulları, Ramazanzadeler, Velioğulları, Kalınbacakoğulları, İsmail ve Hasan Beyoğulları, Küçük Haliloğlu, Hendekçioğulları, Topçuzadeler, Sarhoş Osman, Paşabeyzade Abdullah, Ali Molla, Çalıkzade, Haydudoğlu, Tölemenoğlu sayılabilir. Bolu, Üskübü, Akçasehir, Gökçesu, Ereğli ve Gerede Ayanları uzun zaman kendilerinden söz ettirmişler, ancak bunların çoğu Hüsrev Paşa`nın yöneticiliği sırasında ortadan kaldırılmışlar.
  25. _asi_

    Düzce Coğrafi Yapısı

    Düzce Coğrafi Yapısı Düzce il merkezi 39051 dakika kuzey enlemi ile 31008 dakika Doğu boylamında yer alır. Türkiye'nin illeri arasındaki yeri, Bolu ili topraklarının batı ve kuzeyinde Sakarya ilinin doğusunda ve Zonguldak İlinin güneybatısında yer alır. Kuzeyinde Karadeniz ile sınırdır. Diğer illerle sınırlarını tabii sınırlar oluşturur. Bu sınırlar kuzeybatıda Sakarya ile Melen Çayı, batı ve güneyde dağların üst kısımları oluşturur.Deniz seviyesinden yüksekliği 160 metre kadardır. Güneydeki bu dağlar, batıdan doğuya Keremali, Elmacık, Güney Bolu ve Sünnice dağlarıdır. Yollara göre doğu-batı yönünde uzanan D-100 karayolu ile TEM otobanı üzerinde yer alır. Bu yollar il merkezinden geçer. Bu konumu ile Avrupa-Asya arasında transit yol üzerindedir. D-100 karayolu il merkezinden ayrılarak Akçakoca ilçesi üzerinden Zonguldak İline bağlanır. Düzce bu konumu ile yol kavşağı şehridir. Düzce'nin kuzeyinde Akçakoca, kuzeydoğusunda Yığılca, kuzeybatısında Çilimli ve Cumayeri, batısında Gümüşova ile güneydoğusunda Gölyaka ilçeleri yer alır. Yer Şekilleri Karadeniz Bölgesinin yer şekillerinin özelliklerini yansıtır. Dağlar Karadeniz kıyısına paralel olarak sıralar halinde uzanır. Bu yüzden kıyıda doğal limanlar oluşamamıştır. Kıyıda yer yer falezler ve aralarında genişçe plajlar yer alır. Shef (Kıta sahanlığı) sahası dardır. Dağların, I. Jeolojik (paleozoik) zamanda oluşmuş arazi üzerinde II. Jeolojik (Mezozoik) zamanda biriken tortulların III. Jeolojik (Tersiyer) dönem başlarında, Alp - Himalaya kıvrımları oluşurken ortaya çıkmıştır. Zamanın ortalarındaki aşınmadan sonra bütün halinde tekrar yükselmiştir. Bu yükselme esnasında Kuzey Anadolu Fay Hattı oluşmuştur. Bu hat Düzce ovasının güneyinden geçmektedir. Dağların yükseltisi doğudan batıya ve iç kısımdan Karadeniz kıyısına doğru azalmaktadır. Kıyı gerisindeki yer şekilleri plato görünümündedir. Kıyı gerisindeki dağların yükseltisi 2000 m'yi geçmemektedir. Kaplandede dağı 1160 m'dir. Dağların kıyıdan iç kısımlara doğru yükseltisinin artması, kıyı ile iç kısımlar arasında yıl içinde sıcaklık farklarının fazla olmamasına ve yağış miktarının da buralarda yeterli olmasına etkisi olur. İç kısımda yer alan Düzce ovası dört tarafı dağlarla çevrilidir. Bu dağlar ovanın kuzeyinde ve güneyinde fazla arızalı sayılmayan sıralar halinde uzanırlar. Ovanın doğu ve batısında birbirlerine yaklaşırlar. Ovanın kuzeyini Kaplandede dağları ile uzantısını Orhan dağları oluşturur. Güneyindeki sırayı, Keremali, Elmacık, Güney Bolu ve Sünnice dağları oluşturur. Ovanın önemli çıkış kapıları (geçitleri) Karadeniz'e Melen vadisi (Dokuz- Esmahanım) boğazı ile Sarıbayır (Şifalı Su) geçididir. Bu geçitle Zonguldak iline ulaşılır. Batıda Nüfren boğazı ile Aksu vadisi geçidi; güneyde Uğur dere (Derdin) geçididir. Düzce ovasının kabaca güneybatı tarafında Efteni Gölü yer alır. Alanı giderek daralmakta olan bu gölde alan daralmasını önleme çalışmaları sürdürülmektedir. Gölün alanı 1976 yılı öncesinde 580 hektar iken 1950'li yıllarda başlayan kurutma çalışmaları sonucu 25 hektara kadar düşmüştür. Göl seviyesinin yükseltisi 118 metredir. Diğer gölleri; Kaynaşlı ilçe sınırları içinde çok küçük göllerdir. Bunlar: Kurugöl, Bıçkıyanı köyünde Topuk gölü, Sarıçökek köyü sınırlarında Islakgöl, Yaylagöl dür. En önemli akarsuyu Melen çayıdır. Melen çayı Yığılca ilçe sınırları içinden doğar güneyden Efteni gölüne dökülen Uğur suyunu, Sığırlık, Samandere ve Torkul, doğudan Asar deresini, batıdan da Adapazarı Akyazı yönünden gelen Aksu deresini alır. Efteni gölünden çıkarak kuzeye yönelir. Akçakoca Melenağzı köyünden denize dökülür. Bu akarsu üzerinde Düzce-Yığılca arasına Hasanlar Barajı kurulmuştur. Bu baraj sulama amaçlı yapılmış olup sonradan hidroelektrik üretimine geçilmiştir. Diğer akarsuları dere şeklindedir ve sık bir ağ oluştururlar. Hepsi Karadeniz'e sularını boşaltır. Kış ve ilkbahar aylarında bol su geçirirler. Bu akarsulardan önemli olanlar; Deredibi, Değirmendere ve Küpler dereleridir. Akçakoca sınırlarında Gümüşova'da Handere ve Kuzderelerin birleşmesi ile Delice suyu oluşur. Bu dere de Melen çayı ile birleşir. İklim Karadeniz Bölgesinin sınırları içinde kaldığından genel özellikleri ile Karadeniz ikliminin etkileri görülür. Ancak Karadeniz ikliminin yanı sıra Akdeniz ve Karasal iklimleri arası geçiş özelliği gösterir. İklimi çeşitli etkenlerin sonucunda şekillenir. Enlemin etkisinden dolayı sıcaklık güneyde yer alan illere göre düşük olur. Deniz kıyısında yer alan Akçakoca'ya göre Düzce ve diğer ilçeleri yaz aylarında daha sıcak, kış aylarında biraz daha soğuk olur. Ancak dağların yükseltisi kıyıdan içerlere doğru arttığından az da olsa ancak dağların yükseltisi kıyıdan içerlere doğru artığından az da olsa denizin yağış arttırıcı ılımanlaştırıcı etkisi iç kısımlarda da hissedilir. Hava kütleleri ve basınç merkezlerinin etkileri görülür. Bazı zaman kuzey kutupta oluşan soğuk hava (arktik); bazende güneyde tropikal havanın etkisinde kalarak zamansız soğukların ya da sıcakların oluşmasına neden olmaktadır. Hava basıncından orta Avrupa basıncından hareket eden hava balkanlar üzerinden gelerek kış aylarında havayı soğutup, kar yağışına neden olur. Cephe yağışlarını oluşturur. Orta Avrupa yüksek basıncı oluşamadığı zamanlar Karadeniz'in kuzeyine İzlanda alçak basıncı gelir. Bu durumda güneyden gelen tropikal hava basıncı oluşur. O zamanlar kışlar oldukça sıcak geçer. Yaz aylarında Azor yüksek basıncından Basra alçak basıncına doğru oluşan hava akımıda kuzey batıdan gelerek havanın serinlemesine, yamaç yağışlarının oluşmasına etki eder. Kuzey yönlü bu tip hava akımları Karadeniz üzerinden geldiğinden yağış ve nem getirirler. Kıyıya paralel uzanan dağların alçaldığı yerlerde delk"in etkisinden dolayı rüzgar yön kazanır. Melen Boğazında ve Nüfren Boğazından Düzce'ye doğru kuzey batı yönlü rüzgarların oluşması gibi. Düzce etrafının dağlarla çevrili olması rüzgar hızlarının azalmasına ve kış aylarında sis oluşmasına ve geç dağılmasında etkisi olur. Oluşan sisler daha sık sıcaklık terselmesidir. Akçakoca kıyılarında deniz buğusu sisleri ilkbaharda oluşur. Aylara Göre Hakim Rüzgar Yönleri Mayıs: Kuzeybatı / Karayel Nisan-Haziran-Eylül-Kasım: Kuzeydoğu / Poyraz Ocak-Mart-Ekim-Aralık: Güneydoğu / Lodos Şubat: Güneydoğu Bu etkenler sonucu oluşan iklim özellikleri şu şekilde tanımlanır ve özellik kazanır. Yazları sıcak, kışları ılık, her mevsim yağışlıdır; en çok yağış sonbahar ve kış aylarındadır. Yaz aylarında iki ay kadar kuraklık hissedilir. Toprak Düzce ovasının hemen tümünde I. sınıf alüvyal toprak bulunmaktadır. Alüvyal topraklar, yüzey sularının tabanlarında ya da etki alanında akarsular tarafından taşınarak yığılmış bulunan genç sedimentler üzerinde yer alan düz, düze yakın eğimli, (A) C profilli, azonal topraklardır. Çeşitli zamanlarda gelen sedimantasyonun şiddetine göre toprak profili genellikle tabakalıdır. Üst toprağın alt toprağa geçişi belirsizdir. Üzerinde uzun yıllar geçen yerlerde hafif kireç yıkanmaları vardır. Ayrıca yer yer bulunan hidromorfik alüvyal araziler, sürekli su tutan, su sızan ya da fazla su aldıklarından uzun sure batak kalabilen yerler vardır. Düzce kent yerleşiminin üzerinde bulunduğu alüvyal topraklar çevresinde kolivyal ve kalkersiz kahverengi orman toprakları yer almaktadır. Kolivyal topraklar, yüzeysel akımla ya da yan derelerin kısa mesafelerde taşıyıp eğimin azaldığı yerlerde depo ettiği, meteryallardan oluşan (A) C profilli topraklardır. %2'den fazla eğimli düzgün topografyalı arazilerde bulunmaktadır. Kalkersiz Kahverengi Topraklarda (A) C profillidir. İyi oluşmamış gözenekli yapısı olan A horizonundaki organik madde genellikle asit karakterlidir ve mineral kısımdan ayrı ya da çok az karışmış durumdadır. Ilıman ve yağışlı iklimde bulunan yaprağını döken orman altısında oluşmaktadır. Yöredeki çukur alanlarda oluşan, eğimi az, derin alüvyal topraklardır. Bu tür topraklar Düzce ovasında geniş alanlar kaplar. Ova eğimsiz ve %75 oranında tarıma elverişli niteliktedir. Alüvyal topraklar genellikle, kumlu killi topraklar grubuna girer. Kum oranı %50 dolayında olan, organik madde ve karbonat bakımından zengin bulunan alanlar, daha nitelikli olduklarından pancar tohumu, patates tohumu, patates, sebze ve meyve üretimine; organik madde ve karbonat yönünden daha az zengin olan kesimler ise, tahıl üretimine elverişlidir. Bitki Örtüsü ve Yaban Yaşam Karadeniz bitki örtüsü zenginliğini kent çevresindeki doğala yakın alanlarda gözlemek mümkündür. Ancak yerleşimlerin gelişmesi ile hızlı değişimler oluşmaktadır. Eurosibirian bitki örtüsü yanısıra iklim özelliklerinin daha uygun olması nedeniyle Submediterranean bitki örtüsüne da rastlanmaktadır. Sahildeki makiliklerin dağlık alanlardaki orman örtüsüne geçişini sağlayan Düzce ovasında, kültür bitkileri yetiştiriciliği ile değişim görülmektedir. Verimli tarım topraklarının yer aldığı bir çöküntü ovası olarak ekolojisine uygun her tür tarım yapılabilir. Endüstri bitkileri ve özellikle tütün için uygundur. Doğal bitki örtüsü, alan kullanımlardaki çeşitlilik nedeniyle değişime uğramaktadır. Çevredeki zengin orman örtüsü (Kayın, Köknar, Meşe, Gürgen, Kestane, Ihlamur vb.) altında zengin alt örtü yer almaktadır. Düzce ve çevresinde av hayvanlarının pek çoğu yaşam ortamı bulmaktadır. Ancak bunlardan bazılarının çeşitli nedenlerle sayıları azalmış ya da yok olmuşlardır. Düzce'nin büyük bir bölümü av yasağı sınırları içerisindedir (ANONY-Maus, 1987). Yöre avcılarının belirlediklerine göre; ağaç sansarı, gelincik, tilki, kurt, çakal, porsuk, geyik, karaca, ayı, tavşan, su samuru ve çeşitli kuş türleri bulunmaktadır. Kuş türleri çoğunlukla Efteni Gölü Yaban Hayatı Koruma Alanında konakçı ya da göçmen olarak yaşamlarını sürdürmektedir. Büyük Melen Akarsular ve Göller Büyük Melen: Efteni Gölü'nün kuzeybatısından çıkan akarsu, gölün sularını Karadeniz'e boşaltır. En yüksek akımı 170 m3/sn (nisan), en az akım 8 m3/sn (ağustos)'dir. Küçük Melen: Baba Dağı eteklerinden doğup, Yığılca ilçesinin eteklerinden geçerek sularını Hasanlar Barajına döker. Barajı oluşturan en önemli akarsu olan Küçük Melen'de en yüksek akım 230 m3/sn (nisan), en düşük akım 2,3 m3/sn (ağustos) dir. Beslenme alanı 250 km2'dir. Aksu: Düzce'nin güneyindeki dağlardan çıkar, belirli bir kaynağı yoktur. Önce, batıya doğru akar, sonra doğuya kıvrılarak Efteni Gölü'ne dökülür. En yüksek akım 175 m3/sn (haziran), en düşük akım ise 0, 95 m3/sn (ocak) dir. Beslenme alanı 281 km2'dir. Asar Suyu: Bolu Dağları'nın kuzey batısından doğar, yan dereler ve küçük kaynaklarla beslenerek Düzce İli'nin güneyinden geçer, Küçük Melen'e karışıp Efteni Gölü'ne dökülür. Doğu-batı doğrultusunda akan Asar Suyu'nun en yüksek akımı ise 130 m3/sn (mart), en düşük akımı ise 0,35 m3/sn (eylül)'dir. Beslenme alanı 180 km2'dir. Uğur Suyu: Keremali Dağları'nda doğar. Belirli bir kaynağı yoktur. Yan dereler ve akarsu selciklerini toplayan Uğur Suyu, doğu-batı doğrultusunda ilerler, Asar Suyu'nun güneyinde ona paralel olarak akar ve Efteni Gölü'ne dökülür. En yüksek akım haziran, en az akım ekim ayındadır. Beslenme alanı 285 km2'dir. Efteni Gölü: Düzce'nin 14 km güneybatısında Hamamüstü Köyü çevresindedir. Denizden yüksekliği 118 metredir. Doğudan Küçük Melen ve Uğur Suyu ile, güneyden Aksu, Beyköy, Kürtler, Hamamüstü, Kalyoncu ve Yeniköy Dereleri ile beslenir. Alanı sular çekildiği zaman 5 km2'ye düştüğü gibi taşkınlar zamanında da 25 km2'ye kadar ulaşmaktadır. En derin yeri 8 metredir. Gölde DSİ tarafından kurutma çalışmaları yapılmaktadır. Hasanlar Barajı: Düzce Ovası'nı sulamak amacıyla Küçük Melen suyu üzerinde kurulmuştur. Baraj gölü, Düzce içindeki göllerin en büyüğüdür. Su seviyesi en büyük olduğu zaman alanı 42,5 km2 ye ulaşır. Yeraltı Zenginlikleri Düzce dolaylarında linyit rezervleri saptanmıştır. Maden Tetkik Arama Enstitüsünce yapılan araştırmalarda Düzce'de kaplıca suyu ve maden suyu vardır. Ormanlar Ülkemizin ve hatta dünyanın en güzel ormanları Bolu Dağları üzerinde bulunmaktadır. Bolu Dağları’ndaki ormanlar özellikle büyük kentlerde yaşayan insanlar için bir dinlenme ve eğlenme yeri olmaktadır. Düzce’nin %47.95’i Gümüşova’nın %56.13’ü Gölyaka’nın % 65.99’u Çilimli’nin %17.59’u Cumayeri’nin %43.05’i orman ve fundalık alandır. Bölgede bulunan ormanların sorunları, köylünün sosyo-ekonomik yapısından kaynaklanan yerleşim ve tarım için yapılan açmalar ile kaçak orman ürünleri ticareti, böcek zararlıları ve dikkatsizlik sonucu çıkan yangınlar oluşmaktadır. Özellikle dağlık kesimlere yerleşen aileler fındık bahçesi kurmak için bilinçsizce yaptıkları açmalar sonunda fındık bitkisinin toprağı tutmaması nedeni ile erozyonu artırmaktadır. 12 Temmuz- 25 Temmuz 1995, 16 Haziran 1997, Mayıs 1998 tarihlerinde Kaynaşlı, Darıyeri Hasanbey ve Düzce’de meydana gele seller bölgede büyük hasar yaratmış ve maddi kayıplara neden olmuştur. Bölgemiz ormanlarında özellikle karaçam, sarıçam, köknar, kayın, meşe ve diğer yapraklılar şeklinde orman ağaçları bulunmaktadır. Muncurlu bölgesindeki meşe ormanları bölge için olduğu kadar Türkiye için de tip itibarı ile korunma zorunluluğu vardır. Samandere Şelalesi tabiat anıtı olağanüstü güzellikleri, insanı ürperten seve düşüşü ile mutlaka koruması gereken bir doğa harikasıdır. Efteni Gölü yaban hayatı koruma alanı olarak tescil edilmiş yaklaşık 150 civarında kuş türünü barındıran önemli bir sulak alandır. Gölyaka İlçesi’nde orman içi dinlenme yeri olarak tescil edilen, çevresi düzenlenen Güzeldere Şelalesi mutlaka görülmesi gereken tabiat harikalarındandır. Kocayayla, Torkul Yaylası, Odayeri Yaylası, Kardüz Yaylası ve pek çok yayla ormanlarımız içerisinde de yer almakta ve önemli bir turizm pazarı oluşturacak potansiyele sahiptir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.