Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Kastamonu Hamamları

    Kastamonu Hamamları Frenkşah Hamamı (Merkez) Kastamonu Çarşısı içerisindeki bu hamamı Frenkşah Cemalettin Efendi 1262 yılında yaptırmıştır. Hamam kadın ve erkekler kısmı olarak çifte hamam düzeninde bir planda yapılmıştır.Kesme taş ve moloz taştan yapılan bu hamam günümüzde harap durumdadır. Günümüze gelebilen ve büyük bir kısmı toprak altında bulunan kalıntılarından soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden oluştuğu, kadın ve erkekler bölümlerinin aynı plan düzeninde olduğu anlaşılmaktadır. Vakıf Hamamı (Merkez) Kastamonu’da bulunan Vakıf hamamı’nı Yavuz Sultan Selim’in hocası Halim Çelebi 1514 yılında yaptırmıştır. Moloz taş ve kesme taştan yapılmış olan hamam, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Her bölümün üzeri pandantifli tuğladan ayrı ayrı kubbelerle örtülmüştür. Kubbelerin dışında kalan bölümler tonozlarla kapatılmıştır. Külhan kısmı ise günümüze gelememiştir. Araba Pazarı Hamamı (Merkez) Kastamonu’da bulunan Araba Pazarı hamamı, Nasrullah Camisi’nin vakfı olarak Nasrullah Paşa tarafından çifte hamam plan düzeninde yaptırılmıştır. XVI.yüzyılın ilk yarısına tarihlenen bu hamam moloz taştan yapılmıştır. Erkekler kısmının soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümleri pandantifli kubbelerle ile örtülmüştür. Kadınlar kısmının soğukluğu tonozla, diğer bölümleri de kubbe ile örtülmüştür. İsmail Bey Hamamı (Devrekani) Kastamonu Devrekani ilçesi, İsmail Bey Mahallesi’nde, İsmail Bey Camisi’nin yanında bulunan bu hamamı, Candaroğullarından İsmail Bey (1443-1461) yaptırmış ve camiye vakfetmiştir. Hamam moloz taştan yapılmış, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soğukluk bölümü 3.20x3.20 m. ölçüsünde kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür. Buradan ılıklığa ve sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Sıcaklık bölümünün üzeri de kubbe ile örtülüdür. İç kısımdaki eyvanlara halvet hücreleri yerleştirilmiştir. Hamam Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetinden mahkeme ile Devrekani Belediyesi mülkiyetine geçmiştir. Günümüzde harap ve kullanılmaz durumdadır. Çayırcık Hamamı (Devrekani) Kastamonu Devrekani ilçesi, Çayırcık Köyü’nde bulunan bu hamamın ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Halk arasında Gelin hamamı olarak isimlendirilen hamam, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden oluşmuştur. Moloz taştan yapılmış olan hamamın 9.00x8.00 m. ölçüsünde, kareye yakın dikdörtgen planlı ahşap bir soyunmalık bölümü bulunmaktadır. Buradan 2,5 m. uzunluğundaki bir girişten sonra 9.00x8.00 m. ölçüsünde sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Sıcaklığın üzeri kubbeli olup, yine üzerleri kubbeli üç halvet burada yer almaktadır. Hamam günümüzde özel mülkiyette olup, harap durumdadır. Şişmanoğlu Hamamı (Devrekani) Kastamonu Devrekani ilçesinde bulunan bu hamamın kitabesi bulunmadığından yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. Günümüzde yıkık ve harap durumdadır. Hamamın moloz taştan yapılmış olması dışında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Muzafferüddin Bey Hamamı (Taşköprü) Kastamonu Taşköprü ilçesinde bulunan bu hamamı XIII.yüzyılda Çobanoğulları döneminde Muzaferüddin Yavlak Aslan yaptırmıştır. Daha sonra bu hamam oradaki cami ve medreseye vakfedilmiştir. Hamam moloz taştan yapılmıştır. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soğukluktan sonra girilen ılıklık kısmının ortası kubbeli, yanları da tonozludur. Sıcaklık kısmı birbirini izleyen iki kubbe ile örtülmüştür. Hamam günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Yeni Hamam (Taşköprü) Kastamonu Taşköprü ilçe merkezinde bulunan bu hamamı kimin ve ne zaman yaptırdığı konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Moloz taştan yapılan bu hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiş olup, üzeri kubbe ile örtülü idi. Hamamın soğukluk kısmı 4.20x2.70 m. ölçüsünde olup ahşaptandır. Hamam günümüzde halen işlevini sürdürmektedir. Kastamonu’da bu hamamlar dışında il merkezinde Ferhat Paşa Hamamı, Yeni Hamam, Saray Hamamı, Kale Hamamı ve Yakup Ağa Hamamı bulunmaktadır. Taşköprü Tabakhane Mahallesi’ndeki Muzaferüddin Yavlak Aslan’ın yaptırdığı hamam ise günümüze gelememiştir. Tekke Hamamı (Tosya) Kastamonu Tosya ilçesi, Hocaimat Mahallesi’nde bulunan bu hamamı Şeyh İsmaili Rumi yaptırmıştır. Hamam XVII.yüzyılın ortalarına tarihlendirilmektedir. Klasik Osmanlı hamamları arasında tek hamam olarak nitelendirilen gruptandır. Moloz taştan yapılmış olan hamam, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamam içerisindeki taştan bir aslan ağzından suların akması başlıca özelliğidir. Ayrıca hamama Şeyh Kurnası adı verilen bir de oda eklenmiştir. Büyük Hamam (Tosya) Kastamonu Tosya ilçesinde, çarşı içerisindeki bu hamamın, Candaroğullarından İbrahim Bey’in yaptırdığı sanılmaktadır. Moloz taştan yapılmış olan hamam, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamam 1932 yılında yanmış, 1943 yılında depremden zarar görmüş, orijinalliğini bütünü ile yitirmiştir. Günümüzde onarılmış olup halen kullanılmaktadır. Küçük Hamam (Vıkvık Hamamı) (Tosya) Kastamonu Tosya ilçesinde, çarşı içersisinde bulunan bu hamamın ne zaman yapıldığı konusunda bir bilgi bulunmamaktadır. Rastlantı sonucu, kazı sırasında bulunan hamam Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş ve orijinalliğini bütünüyle yitirmiştir.
  2. _asi_

    Kastamonu Çeşmeleri

    Kastamonu Çeşmeleri Tarakçılar Çeşmesi (Merkez) Kastamonu Püre Mahallesi, Tarakçılar Sokağı’nda bulunan bu çeşme bir meydan çeşmesi olup, ön cephesi sivri kemerlidir. Kesme taştan çeşmenin üzerindeki yazıttan 1766 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Kitabe: Bais-i carî olan bu çeşmeden ma-i leziz hak tealâ eylesün hayrın füzun ruzin münif Aynıdır ma-i zülâl hem can fezadır lulesi gelse kef-i vezne ta cümle sulardandır hafif Oldu bu çeşmedir ki güzel yerde bina gele gelse ruberu diller döker durmaz zarif Güya oldu lulesi aynen tüsemma selsebil iç Hüseyin aşkına bu çeşmeden zat-i şerif İki leb deme de kararî teşne iç tarihile âfiyetler ola bismillâhla iç âb-ı latif h.1168 (1766). Bu kitabenin üzerinde, kitabenin Nakkaş Ali tarafından yazıldığı belirtilmektedir. Saray Çeşmesi (Merkez) Kastamonu Cebrail Mahallesi’nde, Sucuoğlu Sokağı’nda bulunan bu çeşme, Saray Camisi’ne bitişik bir evin cephesine yerleştirilmiştir. Banisi belirlenemeyen bu çeşme, 1772 yılında yapılmıştır. İsmail Bey Çeşmesi (Merkez) Kastamonu İsmail Bey Mahallesi, Aşağı İmaret yolu üzerinde bulunan bu çeşmeyi İsmail Bey 1798-1799 yıllarında yaptırmıştır. Çeşme 1890-1891 yıllarında onarılmıştır. Dikdörtgen çerçeve içerisine alınmış çeşmenin ayna taşı sivri kemerli bir niş içerisindedir. Miralay M.Nedim Çeşmesi (Merkez) Kastamonu il merkezinde, Vakıf Öğrenci Yurdu olarak kullanılan Eski Rum Mektebi’nin kuzey girişinin karşısında bulunan bu çeşmeyi 131.Alay Komutanı Miralay M.Nedim 1931 yılında yaptırmıştır. Kesme taştan yapılmış olan çeşmenin ön cephesinde iki, ayna taşının yanına da birer sütunçe yerleştirilmiştir. Arslanlı Çeşme (Merkez) Kastamonu İsmail Bey Mahallesi, Aşağı İmaret yolu üzerinde bulunan bu çeşme, 1891-1892 yıllarında Vali Faik Bey tarafından yaptırılmıştır. Kare planlı meydan çeşmesi olan çeşmenin üç yüzünde sivri kemer ve yalak, dördüncü yüzünde de hazne girişi bulunmaktadır. Hepkebirler Çeşmesi (Merkez) Kastamonu il merkezinde Saylav Sokak’ta bulunan bu çeşme, Hepkebirler Camisi’nin bitişiğindedir. Kitabesinden öğrenildiğine göre; 1829-1830 yılında yaptırılmıştır. Şeriyye Sicillerine göre de çeşme Kastamonu Mütesellimi Memiş Ağa tarafından 1870-1871 yılında onarılmıştır. Düzgün olmayan bir plandaki çeşme beşgen biçimindedir. Üç cephesi yola, bir cephesi de yanındaki caminin haziresine dönüktür. Beşinci cephesi camiye bitişiktir. Sivri kemerli bölümleri olan çeşmenin her bölümü içerisine ayna taşı yerleştirilmiştir. Yanık Han Çeşmesi (Merkez) Kayseri Yanık Hanı’nın avlusu içerisindeki bu çeşme, Yanıkzade Hacı İsmail Ağa tarafından 1730-1731 yılında yaptırılmıştır. Kitabesi: Sahib-ül hayratı vel hasenat Yanıkzade el hac İsmail Ağa 1143 (1730-1731). Taş Çeşme (Merkez) Kastamonu İsmail Bey Mahallesi, Taş Çeşme Sokağı’nda bulunan bu çeşmeyi; kitabesinden öğrenildiğine göre Hacı Mehmet 1761-1762 yılında yaptırmıştır. Kesme taştan sivri kemerli çeşme üzerinde rozetler ve hayat ağacı motifleri bulunmaktadır. Günümüzde çimento ile sıvandığından orijinalliğini kaybetmiştir. Haydar Çeşmesi (Devrekani) Kastamonu Devrekani ilçesi İsmail Bey Camisi’nin yakınında bulunan bu çeşme yapım tarihi bilinmemektedir. Üzerindeki kitabeden 1763 yılında çeşmenin mütevellisi Ahmet Bey tarafından onarıldığı öğrenilmektedir. Bu kitabe 0.60x0.40 ölçüsünde nesih yazılıdır. Kitabe; Harab oldu Haydar çeşmesi Tamir eyledi Elhac Mehmed Mütevellisi Kim Bu Ma’dan şurbederse desün üç kere Bismillah Dahi salis Hamdu lillah desun derdi resulüllah Tamir eyledi Ahmed Mütevellisi. H.1177 (1763) . Çeşme moloz taştan yapılmış olup, 6 m. yüksekliğinde, 2 m. genişliğindedir. Cephesinde ayna taşı ve yalağı bulunmaktadır. Hacı Sofu Çeşmesi (Devrekani) Kastamonu Devrekani ilçesi, İsmail Bey Camisi’nin arka tarafında bulunan bu çeşmenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Üzerindeki Rık’a yazılı 0.60x070 m. ölçüsündeki kitabeden Hacı Sofuoğlu Mustafa tarafından 1801 yılında onarıldığı öğrenilmektedir. Kitabe; Sahib ul-hayrat v’el-hasenat Kim Bu ma’dan şurbederse Üç kere Bismillah dahi salis Hamdu illah Desün derdi resulullah harabe meyi Eyledi çeşme Hacı Sof muvaffak ola Tamir mütevelli oğlu Mustafa Abdullah H.1216 (1801). Çeşme moloz taştan yapılmış olup, cephesinde iki kemer içerisinde ayna taşı alınmıştır. Önünde yalak taşı bulunmaktadır. Çeşme günümüzde harap durumdadır. Ali Osman Ağa Çeşmesi (Tosya) Kastamonu Tosya ilçesi Harsat Mahallesi, Kelleci Sokağı’nda bulunan bu çeşmeyi, kitabesinden öğrenildiğine göre Destanı Ağa’nın eşi Şerife Hanım 1800 yılında yaptırmıştır. Çeşme sivri kemerli olup, değişik toplama taşlardan yapılmıştır. Cephesinde ayna taşı ve yalak taşı bulunmaktadır. Karasu Çeşmesi (Tosya) Kastamonu Tosya ilçesi, şeyh Mahallesi, Çaybaşı Sokağı’ndaki bu çeşmeyi kitabesinden öğrenildiğine göre; Hacı İbrahim Efendi yaptırmıştır. Kitabe: Ali Paşa ki Mısır, Kahire Valisi Gazi'nin çırağı hassı ibrahim Efendi Ahmet ve Ekrem O Bahr-i atıfet çeşmeyi yaptı lütfetti zülâlıkıldı icrafı sebilillah olup tamam vere cemete âbi selsebil ve kevserde Diyarı Tosya'da bu çeşmeden bir su içen adam dedim tarih dilen-yi aynı getirdi. Hacı İbrahim Efendi içmeğe zemzem. Çeşme moloz taştan yapılmış olup, ön yüzünde ayna taşı ve yalak kısmı bulunmaktadır. Halim Baba Çeşmesi (Tosya) Kastamonu Tosya ilçesi İlyas Bey Mahallesi’ndeki bu çeşme, kitabesinden öğrenildiğine göre Karabacakzâde Hacı Abdullah tarafından 1796 yılında yaptırılmıştır. Kitabe: Sahibül hayrat-vel hasenat Karabacak Zade Esseyit el hac-Abdullah Ağa Serdengeçtiyan Ruhuna fatiha .1211 (1796) yılında Karabacak Zade Hacı Abdullah Ağa yaptırmıştır. Moloz taştan yapılmış olan çeşmenin kitabesi altında ayna taşı ve yalağı bulunmaktadır. Dere Çeşmesi (Tosya) Kastamonu Tosya ilçesi Dilküşah Mahallesi, Zopturoğlu Sokağı’nda bulunan Dere Çeşmesi kitabesinden öğrenildiğine göre El Hac Ahmet Bey tarafından 1781 yılında yaptırılmıştır. Moloz taştan yapılan çeşmenin ayna taşı ve yalağı bulunmakta olup, günümüze iyi bir durumda gelmiştir.
  3. _asi_

    Kastamonu El Sanatları

    KASTAMONU'DA EL SANATLARI Kastamonu Osmanlı Döneminde kültür ve sanat merkezi olmasından dolayı da el sanatları üst seviyede gelişmiştir. Candaroğulları ve Osmanlı İmparatorluğu çağında ordunun çamaşır ve elbiselerini, çadırlarını, gemi yelkenlerini Kastamonu'da imal ettirirlerdi. Diğer ilçelerimizde olduğu gibi il merkezi ve köyleri ordu ihtiyacını karşılayacak sanatkârlara ve imalathanelere sahipti. Kastamonu'da yerli dokuma, çarşaf, dantel ve fantazi iplikten sofra takımları imalatı eski yıllardan beri el tezgahlarında imal edilmektedir. 50 – 60 yıl öncesi kullanılan dokuma ürünleri ve ahşap el sanatı ürünleri günümüzde yeniden ele alınarak canlandırılmaya başlanmıştır. a) El Dokumaları Merkezi : Kastamonu Valiliği tarafından el dokumalarını geliştirme projesi olarak faaliyetine başlanan çalışmada tamamen el tezgahlarında insan emeğiyle yapılan ürünler düz kumaş olduğu gibi süslemeler işlenerek kullanılabilir parçalar olarak ta dokunmaktadır. Turizm amaçlı iç ve dış pazarda rağbet gören dokumalar , gerek tanıtım yönünden, gerek ekonomik yönden kazançlar sağlamaktadır. El Dokumalarını Münire Medresesi, El sanatları Çarsısında dokunurken el emeği göz nuru dökülürken görmeniz mümkündür. Hele Hele birde o dokuma sesini duymak insana haz veriyor ve hayretler içerisinde bırakıyor. B ) Taş Baskı (Sini Baskısı) : Beyaz zeminde kar tanelerini andıran çiçekler, rozetler, Anadolu'nun "baht” simgesi, güzellikler simgesi yıldızlar, güneşler, sevgi yüklü yürek motifleri ve geyikler... Bu motifler kimbilir hangi bin yılların ardından taşındı geldi bugünlere ve Kastamonu'da beyaz bir masa örtüsünün siyah baskılı desenlerini oluşturdu. Desenleri ak örtüler üstüne tahta kalıplara sürdüğü kara boya ile nakışlayan tek usta Cemil Kızılkaya'dır. Cemil Kızılkaya'nın bezediği geleneksel desenli örtüler ve sofra yaygıları ihtiyacı karşılamaya yetmiyor. c) Ahşap El Sanatları Teşhir Merkezi : Bölgenin ormanlık olmasından dolayı ahşabın kalitelisi ve uygun fiyattan temini dolayısıyla ahşap el sanatları da gelişmiştir. Kastamonu Valiliğince 2000 yılında yöresel konak mimari tarzında inşası yaptırılan merkezde el sanatı ürünlerini yapımı – tanıtımı ve satışı yapılarak yeni gelir girdileri temin edilmektedir. Ayrıca her ilçenin bölgesinin özelliklerini taşıyan ahşap, dokuma, madeni el sanatı ürünleri üretilmektedir.
  4. _asi_

    Kastamonu Halk Kültürü

    HALK KÜLTÜRÜ HALK MÜZİĞİ VE HALK OYUNLARI İle göç olmadığından halk müziği ve geleneksel oyunlar yöre özelliklerini yansıtır. Oyunlar zeybek türündedir. Seyirlik oyunlar, çocuk oyunlarında da öbür illere göre çeşitlilik görülmez. HALK MÜZİĞİ: Köklü bir müzik kültürü olan Kastamonu uzun havaların kuzeydeki son durağıdır. İlde iki resmi derleme yapılmıştır. 1928'de İstanbul Belediye Konservatuvarı adına yapılan ilk derlemeyi Yusuf Ziya, Ekrem Besim, Muhittin Sadak ve Ferruh Arsunar gerçekleştirmiştir. 1948'de Ankara Devlet Konservatuvan'nca yapılan ikinci derlemede Muzaffer Sarısözen, Halil Bedii Yönetken ve teknisyen Rıza Yetişen yer almıştır. Derlenen ezgiler üzerinde yapılan araştırma, yörede köklü bir müzik geleneği yaşandığını göstermektedir. İnsanî, Âşık Kemâli, Âşık Meydânı, Feyzi Berkıya, Kırnaoğlu, Âşık Hasan, Ozanoğlu, Yorgansız Hakkı gibi âşıkların yetişmiş olması da âşıklık geleneğinin sürdüğünü göstermektedir. Sazın, koşma, divan, satranç, kalenderi, semai, müstezat, destan gibi nazım türlerine eşlik etmesi şiire ayrı bir hava kazandırmaktadır. Sözlü halk ezgilerinin konulan çeşitlidir. Bunlar arasında yiğitlemeler, koçaklamalar, gemici havaları, elpük koşması, yelpük koşma, topal koşma, zil havası, aşağı imaret, çırdak, yarım çırdak, dokumacı türküleri, düğün havaları, güzellemeler, esnaf türküleri, Çanakkale türküsü, kınalı keklik, kına havaları, meydan havaları vb sayılabilir. Bu türküler. Kerem, Kandilli Kerem, Kalenderi, Garip, Bozlak, Tatyan Kerem, Misket, Yahyalı Kerem ayaklarında çalınıp söylenmiştir. Halk oyunları, zeybek ve kaşık oyunları türündedir. Davulla oynananlar da vardır. Karayılan bunların en bilinenidir. İnebolu dolayları gemici türküsünün özel bir oyunu da vardır. Tekneleri sahile çekme gösterisi olarak nitelendirilen bu oyunda küreğin suya değişi, suda devinimi ve kürek sesleri ritim ve ezgiyle verilir. Geleneksel el sanatlarından dokumacılık ve bakırcılık da türkü tere yansımıştır. Halı dokuma türküsünde tezgâh; demirci-bakırcı-kalaycı türküsünde ise çekiç sesleri ritmi oluşturur. Kastamonu'da uzun havaların çoğu ritmik ezgiye bağlanır. Sepetçioğlu ve Yıldız bunlardandır. Yörede en yaygın usuller 2 zamanlıdan başlar. 4-5 zamanlı ezgiler ve 9 zamanlı ezgilerin değişik tipleri görülür. 3 + 2 + 2 + 2 = 9 + 3 + 2 + 2 = 9, 2 + 2 + 3 + 2 = 9, 2 + 2 + 2 +3= 9 düzenleri yörede yaygındır. Yörenin Ünlü Türküleri: İndim Dereye Beklerim, Evlerinin Önü Meşedir, Evlerinin Önü Tozluk, Evlerinin önü Nane, Kahvenin Önünde Beyler Bahçesi, Sepetçioğlu, Üç Kız İdik, Toprak Köprü, Şu Dere Aşmak İster, Turna, Çıkabilsem Şu Yokuşun Başına, Köprünün Altı Diken, Geyik, Sabahın Seher Vakti, Yüksek Minare, Çayır Çıktı, Çırdak, Konaklar Yaptırdım, İlgaz'ın Altı, Yeni Kapı, Mehmedim, Kara Koyun, Ayşe, Ocak Başında Mana, Yel Eser, Hürmüz Gelin, Ördek İsen Göle Gel, Köroğlu, Aşağı İmaret, Topal Koşma, Elpük Yelpük Koşması, Yaş Nane, Varın Bakın, Bismillahi Başlayalım, Sisli Kaya, Çanakkale İçinde Vurdular Beni, Ziller Kismen Kızı, Tiridine, Gıydevanın Kızları, Demirciler, Üç Güzel Oturmuş, Beyler Bahçesi, Kınalı Keklik, Kara Koyun Yayılır, Gökçeoğlu yöreden derlenmiş türkülere, Yıldız, Bülbül, Dağlar da uzun havalara örnektir. Halk Müziği Araçları: Tezeneli sazlardan meydan sazı, bağlama, cura yaygındır. Son zamanlarda tambura yanında "bulgari" denilen saz da çalınmaya başlamıştır. Türkiye Radyoları'nda divan sazını ilk çalan Kastamonulu sanatçı Âşık Mümin Meydani’dir. Yurttan Sesler Korosu'nun ilk bağlama sanatçısı İnebolulu Sarı Recep de yine bu yöredendir. Yaygın yaylı sazlar, kemane, kemence ve tırnak kemanesidir. Tırnak kemanesi Türk sanat müziğinde kullanılır. Üflemeli sazların başında zurna gelir. Dilli büyük kavallar, çoban düdükleri de yaygındır. Davul, tef, zil ve kaşık gibi vurmalı sazlar çalınır. GELENEKSEL OYUNLAR: Kastamonu halk oyunları yalın görünümlüdür. Bunda kentin göç almaması ve çevre illerle ilişkisinin zayıf olması etkendir. Seyirlik oyunlar ve çocuk oyunları ise öbür illerdeki oyunlara benzer. Geleneksel Halk Oyunları: Kastamonu ve yöresi zeybek bölgesidir. Kıyı kasabalarındaki oyunlar ise horon et kisindedir. Çevre köylerde davulla oynanan köçek havalarına merkezde rastlanmaz. Zeybek: Kastamonu'da zeybek, düğün nişan törenlerinde, ulusal bayramlarda, eğlence günlerinde oynanır. Genellikle erkeklerin oyunlarına davul-zurna eşlik eder. Kıyı kasabalarında denize, donanmaya ilişkin sözlerle, devinimlerle oynanan oyunlar da vardır. Kastamonu ve çevresinde zeybeklerin sözlü bölümlerinde oynanmaz. Oyun aralarında davulcular ortaya çıkarak beceri gerektiren değişik devinimlerle tek kişilik gösteriler yaparlar. Bu gösteri oyuncuların dinlenmesine olanak sağlar. Davulcu yerini alırken oyuncular da yeni bir zeybeğe geçer. Yöre zeybeklerinin en bilinenleri şunlardır: Aşağı tmaret. Ben Tefimi, Beyler Bahçesi, Bütün Çırdak (Çıtırdak, Çığır-dak). Yarım Çırdak, Çeliktendir, Qçekdağ, Dere Bekleyen, Erencik, Genç Osman, Hendek, Heyamola, Kara Kuzu Havası, Karanfil Oyunu, Kınalı Keklik, Mendan, Oturak Havası, Rakı İçtim, Sepetçioğlu, Topal Koşma, Kolbastı, vb. Bunlardan bir bölümü şöyle oynanır: Sepetçioğlu Zeybeği: Yörenin en yaygın zeybeğidir. 4-6 kişiyle oynanır. Tüm devinimler yiğitlik gösterisi biçimindedir. Birde öyküsü vardır: Sepetçioğlu Osman Efe, Araç llçesi'nin Boyalı Bucağı'nda doğmuş, sepetçilikle geçinen bir Yörük gencidir. Bir anlatıya göre, Isfendiyaroğulları soyundan Hamza Bey, başka bir anlatıya göre Rüstem ya da Ali Bey, ağır vergilerle halkı ezmekte, haraca kesmektedir. Bir gün beyin adamları Sepetçioğlu Osman'dan bir haftada 100 sepet yapmasını isterler. Osman, bunun olanaksızlığını anlatırsa da dinletemez. Buyruğa karşı gelmiş sayılarak beye götürülür. Osman koltuğunun altına sakladığı saldırmayla (hançer) beyi öldürür. Yakalanıp zindana atılır. Bir yolunu bulup kaçar. Arac'ın Gülpü Dağı'na çıkar, beyin adamlarıyla tek başına savaşır. Beyin yerine geçen oğlu da halkı ezmektedir. Osman, köydeki sözlüsüyle evlenmiştir. Kastamonu Beyi, Osman'ın yaşlı anasını, karısını yakalatır. Osman gelip teslim olmazsa onları öldüreceğini duyurur. Gizlice beyin odasına giren Osman, anasını, karısını kurtarıp dağa götürür. Beyin adamları ardındadır. Kuşatılan Sepetçioğlu, yiğitçe savaşırsa da anası ve karısıyla birlikte öldürülür. Bir anlatıya göre ise, beyin kızını kaçırdığı için sarılıp, yaralanmıştır. Kız da isyancı sayılıp hapse atılmıştır. Osman yakalanarak, İstanbul'da yargılanmış ve idam edilmiştir. Başka bir anlatıdaysa Padişah'ın Sepetçioğlu'nu bağışladığı söylenir. Oyunun tüm devinimleri, Kastamonu uşağının ağırbaşlılığını, uysallığını, yürek bütünlüğünü, kötülerle savaşımını, haksızlıklara karşı çıkarak ölümü bile göze almasını simgeler. Oyun üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde türkü söylenerek yürünür. Sonra ağır, zaman zaman karşılıklı oyunlar oynanır. İkinci bölümde türkü sürerken oyun durur, sonra yeniden başlar. Bu bölümde diz kırmalar, sekmeler, el vuruşlar çoktur. Üçüncü bölüm yine türküyle başlar, karşılıklı el vurmalar, sekmeler, yerde yapılan devinimlerle sürer. Oyunun türküsü şöyledir: Sepetçioğlu bir ananın kuzusu Hiç gitmiyor yüreğimden efem de sızusu vay vay Böyleymiş alnımızın yazısu Yassıl dağlar yassıl aslan efem de geliyo haydah Gidelim Kışla önüne aşağı Salıvermiş ince belden kuşağı Yaman olur Kastamonu uşşağı Yol verin efem dumanlı dağlar oy Yaslan Sepetçioğlu dağlara yaslan Laleli çimenli dağlara yaslan Analar doğurmaz sen gibi aslan Eğil dağlar eğil efem de geliyor haydah Seslen Sepetçioğlu efece seslen Laleli çimenli dağlara yaslan Analar doğurmaz sen gibi aslan Yassıl dağlar yassıl Osman efem de geliyor vay vay (...) Çırdak (Çıtırdak, Çığırdak): Erkek oyunudur. Devinimler Sepetçioğlu Zeybeği'ne benzer. Türküsü de vardır. Küre ilçesinin Çırdak Köyü'ne yapılan bir baskın olayı üstüne yakılmıştır. Üç bölümden oluşan oyunun bolüm başlangıçları türkülüdür. Zeybeklere özgü sekmeler, el vurmalar, diz vurmalar, ortaya geliş gidişler biçiminde oynanır. Türküsü şöyledir: Şu Çırdaktan da baskun geliyor Aman baskun da değil dostun geliyor Kaygusuz avrat, hepdeyive kaygusuz avrat Şu çırdaktan da gece meçe geçtim Aman garlı buzlu sular mular içtim Saygusuz yarim,hop deyiveıkaygusuz yarim Nazlı yardan aman tez mi geçtin Yuvarlağım toparlağım da kak gidiverdim Cıvarayı feneri de yak gidiverelim Kaygusuz yarim Şu çardağın ekinleri Aman top top olmuş da kakülleri Saygusuz yarim hop deyive kaygusuz … yarim SEYİRLİK OYUNLAR, ORTAOYUNLARI Kastamonu'da seyirlik oyunlar ve ortaoyunları kına gecelerinde, asker uğurlama törenlerinde oynanır. Hayvanları, meslekleri simgeleyen oyunlar halkı güldürüp eğlendirmeyi amaçlar. Kumar, Arap, Leylek, Bahar Çalgısı, Ramazan Hocası, Tütün Kıyma, Duvar örme. Kolan Dokuma gibi oyunlar aynı zamanda halkın yaşama biçimini yansıtır. Köçek ve Heyamola da müzikli seyirlik oyunlara örnek gösterilebilir. Köçek: İki kişinin karşılıklı oynadığı bu oyunda, erkek oyunculardan biri kadın kılığına girer, yüzünü boyayarak bir peşkir takar, eteklik giyer. Kadınca davranışlarla seyredenleri güldürür. Heyamola: İnebolu ve çevresinde Deniz Bayramı eğlencelerinde erkeklerin oynadığı oyunlardandır. Bir grup, yerde halka oluşturur, öbürleri onların omzuna çıkarak kule yaparlar. Kule kimi kez üç kata yükseltilebilir. Beceri isteyen oyunda oyuncular kuleyi kurduktan sonra müzikle sağa sola sallanarak oynarlar. Oyunun sözleri şöyledir: Solo: Bismillahi başlayalım Koro: Helessahelessa Solo: Ayva turunç taşlayalım Koro: Helessa yelessa Solo: Biz bu işi nişleydim Koro: Helessa yelessa Solo: Bu yıl burda gışlayalım Koro: Helessa yelessa Heyamola yessa yessa Mola heyamo Ya mo heyamo Mola heyamo Helessa sellim yessa yessa yessa Şeytan Çık: Oyunda bir hoca, yardımcısı, şeytan ve üç köylü vardır. Geniş bir alanda ya da köy odasında oynanır. Hocaya sakal takılmış, sırtı yastıkla kamburlaştı-rılmıştır. Yardımcısı güçlüdür, önünde su dolu bir kova vardır. Şeytan daha çok oyunu bilmeyenlerden seçilir. Hoca ortaya gelerek, daha önce oyunlar oynamış seyircilere "Hemşehriler, bir oynadınız, iki oynadınız, üç oynadınız. Bakıyorum oyunlarınız oyun değil! Hele bana bunun nedenini sorun söyleyeyim. Arkadaşlar vakit geçti, sebebini anlatayım. Darılmayın ama içinizde bir şeytan var" der. Köylüler bakınırlar. Biri bağırır: "Hoca öyleyse bu şeytanı sen ortaya çıkar", öbürleri de ona katılır, şeytanı bulmasını isterler. Hoca, seyirciler arasında gezinir, birkaç kişinin sırtını yoklar. Sonunda birini kolundan tutup alanın ortasına çeker, oturtur. Ceketini çıkararak, bir kolunu başına geçirir. Seyirciler gülüşürken, kulağına "Anaların doğuramadığı, babaların besleyemediği, ninelerin beleyemediği benim kulunum, tayım. Ben sana 'Şeytan çık' dediğimde 'Çıkmam' diye bağır" der. Şeytan bunu kabul eder. Hoca sağını solunu göremeyen şeytana bağırır: "Şeytan Çık", şeytan, "Çıkmam" der. Bu birkaç kez yinelenir. Bunun üzerine hoca üç kez ıslık çalar. Elinde su dolu kovayla bekleyen adam, ceketin kolundan suyu döker. Şeytan yerinden fırlar, kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Seyirciler gülüşür. Çocuk Oyunları: Kastamonu ve çevresindeki oyunlar öbür illerdeki oyunlara benzer. Erkek çocukların oynadığı cin kuyusu, ellebaş, geldi göçen, minder, çiydem, ateş oyunları, avcılık, askerlik, bezirgan başı, köse, esnaf, düğün, tuz yükü; kız çocukların oynadığı elhop kayası, çevirmeli elhop, bilye, dana, kuyu kayası, üç ve dokuz taş, takt ak, sobe takt ak. gibi oyunlar kimi ayrılıklarla öbür illerde de görülür. Bunlardan biri de Kastamonu'da "Köylen" denilen değnek oyunudur. Köylen: 5-6 kişiyle oynanır. Oyunda herkesin bir sopası vardır. Bir de ağaçtan bir top kullanılır. Her oyuncu için topun sığabileceği büyüklükte çukurlar açılır. Biri ebe seçilir. Ebe, topu çukurlardan birine sokmaya, öbürleri de ellerinden geldiğince uzaklaştırmaya çalışırlar. Top kimin çukuruna girerse o ebe olur. Oyun böylece sürdürülür Yöresel Kıyafetler Kadın Giysileri : Başa fes giyilip üzerine yuvarlak kasnak geçirilir.Kasnak kenarları inci, altın veya boncuklarla süslenirdi .Bunların üzerine simli ve oyalı tülbentler , yüzü açıkta bırakacak şekilde örtülürdü.Sırtta çeşitli isimler alan gömlekler bulunur , bunların üzerlerine işli ceket, giyilirdi. Bele çok renkli kuşaklar (Püsküllü)takılır, bacaklara ince dantel veya oya işi don, üzerine bol şalvar, ayak1ara da mes ve çeşitli isimler de terlikler giyilirdi. Erkek Giysileri :Eski tarz yerini tamamen yeni biçimlere bırakmıştır.Eskiden başa renkli fes giyilir,üzerine ucu aşağıya doğru sarkıtılan yazma sarılırdı. Sırtta iç gömleği, bunun üzerinde düz veya içli cepken olur, belde renkli kuşak onun üzerinde de meşin silahlık bulunurdu, bacaklara şalvar denilen (ağları diz kapaklarına kadar sarkan; pantolon, ayakları uçları kıvrık tulumbacı yemenisi giyilirdi .Göğüs üzerine çapraz olarak köstek denilen altın saat zinciri sarılırdı.
  5. _asi_

    Kastamonu Hakkında Bilinmeyenler

    Kastamonu Hakkında Bilinmeyenler İstiklal Savaşı’nda toprakları işgal EDİLMEMESİNE rağmen en çok şehit veren illerden birinin Kastamonu olduğunu. Çanakkale Destanı’nda Türk Milletinin verdiği 253.000 şehitten 93.000’nin Kastamonu’lu olduğunu. Türk milletinin dimağına yer etmiş olan ve birer milli kahraman olarak anılan, Kara Fatma’ların, Halime Kaptanların, Kastamonu’ lu olduğunu , Ankara Ulus Meydanı’ndaki Atatürk Anıtı’nın çevresinde yer alan ve mermi taşıyan kadın heykelin, Kastamonu’ lu Şerife Bacı’ ya ait olduğunu, Fatih Sultan Mehmet Han’ın oğlu Şehzade Cem Sultan’ ın Kastamonu’da iki yıl valilik yaptığını, Kastamonu Sancakbeyliğinin sınırlarını Üsküdar hudutlarına dek uzandığını, Anadolu’da kurulan ilk lisenin, Abdurrahman paşa tarafından kurulan Kastamonu Lisesi olduğunu, Türkiye’de kurulan ilk sanat okulunun Kastamonu’da olduğunu, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında cereyan etmiş olan 1711 Prut Savaşı' na Serdar-ı Ekrem olarak katılan Baltacı Mehmet paşanın Kastamonu’ lu olduğunu ve bu büyük zatın adını Osmanlı düşmanı bir kısım tarihçilerce kasten bazı gönül işlerine karıştırılarak karalamaya çalışıldığı, Kastamonu’nun ilk kurucularının da Türkler olduğunu, bu özelliği ile apayrı bir özellik arzettiğini, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesev’nin talebelerinden olan, Yusuf Horosani diğer ismiyle Deveci Sultan’ ın Kastamonu’da yattığını, İstanbul fethinde kullanılan kızakların kalaslarının Kastamonu ormanlarından getirildiğini, Yine İstanbul' un fethi sırasında dökülen şahi adındaki topların dökümünde kullanılan demir ve bakır madenlerinin Küre ilçemizden getirildiği, Türk dünyasını ve Türkiye’deki en büyük cihangirlerden biri olan Fatih Sultan Mehmet Han’ın Annesinin Kastamonu’nun DEVREKANİ ilçesinden olduğunu Karadeniz’de en uzun sahil şeridinin ve Karadeniz’de en çok ilçeye sahip olan ilin Kastamonu olduğunu, Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı-Türküsü’nün Kastamonu Türküsü olduğunu, Kastamonu’nun bir evliyalar şehri olduğunu, Dünyanın en kaliteli sarımsağının KASTAMONU Taşköprü’de yetiştirildiğini, Dünyaca ünlü efes harabelerinin bir eşi olan pompeipolis antik kentinin KASTAMONU Taşköprü ‘de olduğunu biliyor muydunuz ?
  6. _asi_

    Kastamonu Tarihçe

    İLİMİZİN TARİHÇESİ Kastamonu’nun bilinen tarihi, Hitit İmparatorluğu ile başlar. Hititlerden sonra Frigya ve Lidya Krallıklarının egemen olduğu bu topraklar M.Ö.4.yy’da Perslerin eline geçmiştir. M.Ö.4,yy’da Büyük İskender Anadolu Ile birlikte Kastamonu topraklarını da Makedonya’ya katmıştır. İskender’den sonra yöreyi ele geçiren Pontus Krallığı M.Ö.1,yy’da Romalılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Uzun yıllar Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Kastamonu M.S.395 yılında İmparatorluğun bölünmesiyle bütün Anadolu gibi Bizans İmparatorluğuna katılmıştır. Prehistorik çağlardan sonra havalinin (Paflagonya’nın) bilinen Sümerlerin en eski bir kolu olan Gaslar (Gaşka Türkleri)’dır. M.Ö.2000-1300 yılları arasında hüküm süren Gaslar (Gaşkalar) devamlı olarak Mısırlılar, Suriyeliler ve Kaldelilerle siyasi, ticari ve kültürel münasebetlerde bulunmuşlar, Hititlerle de bazen savaşmış bazen dost olmuşlardır. Gaslar sert karakterli, cengaver kişiler olarak bilinmektedir. Bugün Kastamonu ve çevresindeki illeri de içine alan ve Romalılar devrinde adına Paflagonya (Pophlaginia) denilen Gasların kurduğu şehirlerden bir tanesi de „Timonion veya Tumanna“ dır. Bazı yazarlar Kastamonu adının menşei konusunda; bu kelimenin „Gas“ kelimesi Ile „Timoni“ veya „Tumanna“ kelimesinin (Gas ülkesi anlamında) birleşmesinden meydana geldiği görüşünü ileri sürmüşlerdir ki en akla yakın ihtimal budur. Fonotik yönden de bugünkü Kastamonu’ya yaklaşmaktadır. İkinci bir görüşe göre Romalılar devrinde Taşköprü’nün eyalet merkezi olduğu zamanlar Kastamonu küçük bir kasaba olup, Bizans devrinde ve özellikle Kommenler soyu zamanında gelişmeye başlamıştır. Bu soy zamanında buraya bir kale yapılmış ve Kommenlerin kalesi anlamında “Kastra Kommen” denilmiştir. Bu kelimenin zamanla “Kastamonu” şekline dönüştüğünü ileri sürenler olmuşsa da bunu belirleyen herhangi bir vesika mevcut değildir. Kastamonu’nun ilk defa Türklerin eline geçmesi Danişmentliler zamanında Ahmet Gazinin Oğlu Gümüş tekin devrinde “1105 yılında” gerçekleşmiştir. 100 yıla yakın bir zaman Danişment idaresinde kalan şehir ve çevresi 15 yıl süre ile tekrar Bizanslılara geçmiş, 1213 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın emriyle Selçuklu kumandanı Hüsamettin Çobanbey tarafından zaptedilmiştir. Moğollar tarafından bölgenin ikinci kez zaptına memur edilen Şemsettin Yaman Candar kumandasındaki ordu 1292 yılında Kastamonu’ya giderek Muzafferettin Yavlak Arslan birliğini bozguna uğratmış kendiside öldürülmüştür. Muzafferettin Yavlak Arslanın oğlu Mahmutbey, babasının intikamını almak için mücadeleye girmiş ve Şemsettin Yaman Candar’ı buradan batıya sürmeyi başarmıştır. Şemsettin Yaman Candar’ın ölümünden sonra Süleyman Paşa tarafından 1309 yılında Kastamonu yeniden zaptedilmiş, toprakları genişletilerek “Candaroğulları Beyliği”ni kurmuş ve Çobanlar hakimiyetine son vermiştir. İsfendiyarbeyden sonra “İsfendiyaroğulları” adını da alan Kastamonu beyliği 1460 yılında Osmanlı İdaresine girinceye kadar önemli bir ilim ve kültür merkezi olmuş, bir çok ilim adamı yetiştirmiş, Osmanlılar zamanında da bu özelliğini devam ettirmiştir. Kastamonu, Fatih Sultan Mehmet’in 1460 yılında Sinop’la birlikte bu şehri alarak Candaroğulları beyliğini ortadan kaldırmasından sonra Osmanlı devletine katılmıştır. Kastamonu Milli Mücadele sırasında lojistik destek açısından en güvenilir bölge olması nedeniyle büyük yarar sağlamıştır. Özellikle Ankara’ya İnebolu-Kastamonu yoluyla yiyecek, giyecek, para, cephane ve silah nakli yapılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “23-31 Ağustos 1925” tarihleri arasında Kastamonu’da yaptığı Kıyafet ve Şapka İnkılabı, Cumhuriyet döneminin önemli olayı olarak tarih sayfalarına geçmiştir.Bu süre “Kültür, tarih ve sanat haftası” ismini almıştır.
  7. _asi_

    Kastamonu Mutfağı

    KASTAMONU YEMEKLERİ EKŞİLİ PİLAV 4 kişilik Yarım kg pilavlık bulgur 1 kg yoğurt 3 adet soğan 2 demet ebegümeci 2 demet maydanoz Birkaç dal taze nane 1 tatlı kaşığı kuru nane 4 adet taze soğan Yarım paket margarin Yeterli miktarda tuz 4 su bardağı su Yarım kg bulguru, 4 su bardağı su ile birlikte tencereye koyun. 2 adet soğanı yemeklik doğrayın. Tencereye ilave edin. 1 kg yoğurdu sulandırıp, bulgura ekleyin. Bir taşım kaynatın. 2 demet ebegümeci, 1 demet maydanoz ve birkaç dal taze naneyi ince ince kıyıp, tencereye ekleyin. Koyu bir çorba kıvamına gelene dek kaynatın. Küçük bir tavanın içinde yarım paket margarini eritin. Artan 1 adet kuru soğanı da yemeklik doğrayıp, yağın içinde pembeleşince-ye kadar kavurun. Pilavın üzerine dökün. En üste de artan bir demet kıyılmış maydanoz ve yeşil soğanı koyup, servis yapın. KABAK PAÇASI MALZEMELER 1 kg. yemeklik kabak 4 dolu çorba kaşığı yoğurt 1 çorba kaşığı (tepeleme) un 2 çorba kaşığı sirke 5 adet yumurta 3 diş sarımsak 2 çorba kaşığı sıvı yağ 1 kaşık tereyağ Tuz Pulbiber HAZIRLANIŞI Kabakların kabuğu bıçakla kazınarak rendenin kalın tarafı ile rendelenir. Rendelenmiş kabaklar teflon bir tavada sıvı yağ ve tuz ile öldürülür. Diğer tarafta un, çok az su ile sulandırılır. Yoğurt, sirke, yumurta buna karıştırılır. Sarımsaklar da ezilerek buraya eklenir ve malzeme bir karışım haline getirilir. Pişen kabağımızın üzerine karışım dökülerek, tahta bir kaşık veya spatül ile yer yer açılır ve karışımın dibe inmesi sağlanır (Kesinlikle Karıştırılmaz !). Tavanın kapağı örtülerek 10 dk. kısık ateşte pişirilir. Ayrı bir yerde tereyağ eritilerek içine arzuya göre pulbiber konulur ve paçanın üzerine dökülerek süslenir. Kastamonu yöremizin bir yemeği olan paça, kabak yerine patatesli ya da mantarlı olarak da yapılabilir. Patates veya mantar küp şeklinde doğranarak (Rendelenmez!) kabak yerine kullanılabilir, diğer malzemeler ve hazırlanışı aynıdır. Bir oturuşta bir tavayı bitiremezseniz paçayı soğuk olarak da yiyebileceğinizi unutmayın. ETLİ EKMEK DOLMASI Kullanılacak Malzemeler 1 demet maydanoz veya dereotu 1 tatlı kaşığı domates salçası 1 kahve fincanı zeytinyağı 2 diş sarımsak 6 taze soğan 2 kahve fincanı sıcak su 500 gr kuşbaşı kuzu eti 1 bayat çavdar ekmeği Tuz, karabiber, kırmızı pulbiber 1 çorba kaşığı biber salçası Hazırlanma Şekli Ekmeğin bir ucunu keserek kapak şeklinde açın. Kaşık yardımıyla içini çıkarıp bir kaba ufalayın. Taze soğanları temizleyip kıyın. Sarımsakları soyup ezin. Dereotu veya maydanozu temizleyip kıyın. * Kuşbaşı eti tencereye alın. 1 çorba kaşığı yağ ilave ederek suyunu salıp,çekinceye kadar pişirin. 1 fincan kaynar su daha ekleyip kapağı kapalı olarak pişirin. Et pişmezse gerekirse 1 fincandan fazla olmamak kaydıyla su ekleyip pişirmeye devam edin. Et suyunu çekince tencereyi ocaktan indirin. *Geniş bir tavada zeytinyağını ısıtın. Taze soğanları ekleyip hafif sarartın. Ekmek içi, sarımsak, salça, tuz ve baharatları ekleyip 2-3 dakika kavurun. Kuşbaşı et, dereotu veya maydanozu ilave edip karıştırın ve tavayı ocaktan alın. *İç malzemeyi bir kaşıkla hiç boşluk bırakmayacak şekilde ekmeğin içine doldurun. Çıkardığınız kapağı ağzına kapatın.Benmeri usulü ile(Büyük bir tencerenin içine ısıya dayanıklı bir kâseyi içine yerleştirin. Ekmeği kâsenin içine oturtun. Kâsenin seviyesini geçmeyecek kadar tencerenin içine su ekleyin.) Kapağı kapalı olarak orta ateşte 15-20 dakika pişirin. Ekmeği tencereden alıp dilimleyerek servis yapın. PATATES PAÇASI 1 kase yoğurt 2 adet yumurta 3 diş sarmısak 1 çorba kaşığı buğday nişastası Yeterli miktarda tuz 1 çorba kaşığı tereyağı 1 çorba kaşığı salça Yarım kg patatesi haşlayın. Her birini rendeleyip, derin bir tencereye koyun. Başka bir kabın içinde 1 çorba kaşığı buğday nişastasını, 1 çay bardağı su ile ezin. 2 yumurtayı çırpın. 3 diş sarmısağı dövün. Bu karışımı 1 kase yoğurtla karıştırın. Tuz ilave edin. Patateslerin üzerine döküp, malzemeleri birbirine iyice yedirene dek pişirin. 1 çorba kaşığı tereyağını eritip, salçayla karıştırın. Ocaktan aldığınız patateslerin üzerine sosu döküp, servis yapın. CEVİZLİ BURMA ÇÖREK Hamur için: 1 kg un, yeterli miktarda su 2 çay kaşığı karbonat, tuz Harcı için: Yarım kg ceviz 3 su bardağı sıvı yağ 2 çorba kaşığı margarin 1 kg un, 2 çay kaşığı karbonat, tuz ve suyu derin bir kabın içinde yoğurup, hamur haline getirin. Hamurdan küçük bezeler koparıp, oklavayla açın. îlk açtığınız hamurun üzerine sıvı yağ ve dövülmüş ceviz serpin. Üzerine bir yufka daha koyun. Onun üzerine de malzemeleri ekleyin. En üste bir yufka daha kapatın. Bu üç yufkayı rulo yapıp gül biçiminde kıvırın. Yağlanmış tepsinin ortasına koyun. Diğer yufkaları da aynı biçimde üst üste koyup, ortadaki yufkanın etrafında dolayın. Üzerine 2 çorba kaşığı eritilmiş margarini serpip, 1 adet yumurta sarısını sürün. Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında üzeri kızarana dek pişirin. ETLİ EKMEK hamur malzemesi: 3 su bardağı un 1 su bardağı su Tuz İç malzemesi: Orta yağlı dana kıyma 3 soğan Yarım çay bardağı su Tuz, karabiber, kimyon 1. Unu hamur yoğurma kabına alın. Tuz ekleyip harmanlayın. Ortasını havuz gibi açıp suyu ekleyin. Unu ortaya doğru alarak kulak memesinden biraz daha sert kıvamlı bir hamur yoğurun. 2. İç malzeme için; soğanları soyup küp şeklinde doğrayın. Kıymayı bir kaba alın. Soğan, tuz, kimyon, karabiber ve yarım çay bardağı su ekleyip karıştırın. 3. Hamurdan cevizden biraz daha büyük bezeler koparıp yuvarlayın. Bezeleri unlayıp merdaneyle tabak büyüklüğünde açın. Yarısına hazırladığınız iç malzemeden yayın. Hamurun diğer yarısını üzerine kapatıp kenarlarını hafifçe bastırın. Kızdırılmış sac üzerinde (veya yağsız teflon tavada) pişirin. Her iki tarafını yağlayıp sıcak olarak servis yapın. BANDIMA Hamur için: Yarım kg un Yeteri miktarda su, tuz Harcı için: 1 su bardağı dövülmüş ceviz 1 adet haşlanmış tavuk göğsü Yarım paket tereyağı Un, tuz ve suyu karıştırarak kulak memesi yumuşaklığında bir hamur elde edin. Humuru yarım saat kadar dinlendirin. Bu hamurdan küçük bezeler koparın. Oklavayla servis tabağı büyüklüğünde açın. Açtığınız yufkaları sacda pişirin. Bu yufkaları temiz bir bez örterek bir süre dinlendirin. Teker teker rulo yapın. Ruloları dilim dilim kesin. Kestiğiniz parçaları, tavuğun haşlama suyuna batırıp, tepsiye dizin. Tepsi hamurla kaplanınca üzerine didiklenmiş tavuk göğsü ve dövülmüş ceviz serpiştirin. Kızdırılmış tereyağını gezdirin. Üzerine tekrar yufkaları dizin. Tavuk göğsü ve ceviz serpin. Tereyağını gezdirin. Yufkalar bitene dek bu işleme devam edin ve sıcak olarak servis yapın. BALLI GÜLLAÇ 5 güllaç yaprağı 3 çorba kaşığı süzme bal 3 çorba kaşığı dövülmüş ceviz 3 su bardağı sıcak süt 2 yumurta Kızartma için sıvıyağ Şerbet için: 3 su bardağı tozşeker 3 su bardağı su Limon suyu 1. Bir tencerede su ve tozşekeri kaynatın. 1-2 damla limon suyu ekleyin. Bir taşım kaynatıp tencereyi ocaktan alın ve soğumaya bırakın. 2. Cevizle balı bir kapta karıştırın. 1 güllâç yaprağını dörde bölün. Sütü bir tepsiye alın. Güllâç yapraklarını batırıp çıkarın ve düz bir zemine alın. İç malzemesinden yerleştirip yaprak sarma şeklinde gevşekçe sarın. Malzeme bitinceye kadar işlemi sürdürün. 3. Güllâç sarmalarını çırpılmış yumurtaya bulayıp kızgın yağda kızartın ve şerbete atın. Ilık olarak servis yapın. SİMİT TİRİDİ 2 susamsız simit 1 kâse kaynar et suyu Sarımsaklı yoğurt Kavrulmuş kıyma 1. Simitleri küçük parçalar halinde dilimleyin. Kaynar et suyuna ilave edip kevgirle bastırıp tabağa alın. Üzerine sarımsaklı yoğurdu gezdirin. 1 kepçe kavrulmuş kıymayı yayın. 2. Dilerseniz kırmızıbiberli tereyağı gezdirip servis yapın. KASTAMONU LOKMASI Kurutulmuş üryanî eriği bir süre ılık suda bekletilir. Erikler yumuşayıp şişince çekirdekleri çıkarılıp yerine birer kavrulmuş badem konur. (İsteğe göre, iç ceviz veya kavrulmuş fındık da konulabilir). Un, ve şekerle boza kıvamında hamur hazırlanır. Derince bir tavaya bol mısırözü yağı konur orta ateşte kızdırılır. Erikler hamura bulanarak kızgın yağa atılır. Kızarınca kevgirle yağı süzdürülerek tavadan alınır ve servis tabağına konur. Üzerine pudraşeker serpilir, soğuk servis yapılır. KARALAHANA SARMASI MALZEME bir miktar karalahana bir miktar mısır unu su tuz pulbiber nane sıvı yağ 2 adet soğan YAPILIŞI Lahanalar haşlanır ve bir yandan unu, tuz biraz pul biber, ince dogranmış sogan yuğurulur ve azbi akışkan hale getirilir ve haşlanmış lahanalarla sarılır ve üzerine sukoyup kanatılır bir yandaN yağla kalan sogan kavrulur içine pul biberi nane tuz konulur piştikten sonra yapılan sos tencerenin üzerine kaynarken dökülür bir iki dk daha kaynadıktan sonra servise hazır. KEŞKEK ÇORBASI MALZEME 500 gr. aşurelik buğday 100 gr tereyağı 1 adet soğan tuz YAPILIŞI Buğday yıkdıktan sonra haşlanır ve 5 saat bekletilir sonra suyunu çekeve üzerine su ekledikten sonra kaynamaya alınır pişdikten sonra biryanda yapmış oldugumuz tereyağıyla soganı kavurup pul biberinide ekledikten sonra çorbaya eklenirr tuz koyduktan sonra 2 dk. kaynatıp servise hazır. PAÇA Malzemeler: Yarım kilogram patates 3 yumurta 50 gram nişasta 50 gram yoğurt bir baş sarımsak 50 gram tereyağı Yapılışı: Patatesler haşlanır, daha sonra ezilerek ayrı bir kapta yumurta içine bir kaşık nişasta, yoğurt ve sarımsak eklenerek çırpılır. Bu karışım daha sonra patatesler ile birleştirilerek ağır ateşte pişirilir. Piştikten sonra üzerinde kızdırılmış tereyağı gezdirilir. Pişirme ocakta olabileceği gibi yayvan bir kap içerisine alınarak fırında da pişirilip, paçanın altının ve üstünün kızarması sağlanabilir, üzerine maydanoz yaprakları eklenerek servise hazır hale getirilir. Paçanın da kıymalı, pirinçli gibi çeşitleri de yapılabilir. KIZILCIK TARHANA ÇORBASI Malzemeler: 5 yemek kaşığı kızılcık tarhana 1 adet soğan 5 diş sarımsak 1/2 yemek kaşığı margarin tuz Tarhananın Yapılışı: Ağaç dalında yumuşamış kızılcıklar çekirdeklerinden ayrılır unla birlikte yoğrulur güneşte kurutulur. Daha sonra bu parçalar ufalanır. Hazırlanışı: Soğan ince ince doğranır. Bir tencerede yağ eritilir ve soğanlar pembeleşene kadar kavrulur. 4 su bardağı su, tarana ve tuz ilave edilir. Karıştırarak pişirilir. İndirmeye yakın dövülmüş sarımsaklar ilave edilir, bir iki taşım daha kaynatılır. Sıcak servis edilir. PIRASA DOLMASI Malzemeler: 1 kg pırasa 2 adet soğan 250 gr kıyma 2 yemek kaşığı pirinç 2 adet yumurta 1 limon 1 yemek kaşığı salça 1 yemek kaşığı sıvıyağ maydanoz, tuz, karabiber Hazırlanışı: Pırasaların kalın beyaz kısımları 6 cm boyunda yeşil kısma kadar kesilir. Yıkanır ve az su ile biraz haşlanır, süzülür. Etli dolma içi hazırlanır. Pırasaların her katı açılır ve dolma içi ile doldurulur. Su ve yağ ilave edip orta hararetli ateşte pişirilir. Ocaktan indirmeye yakın yumurta sarısı ve limon suyu ile hazırlanan terbiye karıştıra karıştıra yemeğe ilave edilir. Bir taşım daha kaynatılır, servis edilir. PİRİNÇLİ MANTI Malzemeler: 2 su bardağı un 1 su bardağı su 1.5 su bardağı et suyu İç malzemesi: 1 su bardağı pirinç 1/2 demet maydanoz 1 adet soğan 1/2 su bardağı su 1/2 çay bardağı sıvıyağ tuz karabiber Hazırlanışı: Un tuz su yoğrularak çok sert bir hamur yapılır. Diğer tarafta soğan küçük küçük doğranır, yağda pembeleşene kadar kavrulur. Pirinçler ilave edilir ve bir iki dakika daha kavrulur. Su tuz karabiber eklenir ve suyunu çekene kadar pişirilir. Ateşten aldıktan sonra maydanoz ilave edilir. Hamur açılır küçük kareler halinde kesilir. Ortalarına iç malzemesi konur. Karelerin dört kenarından tutarak ortada birleştirilir. 200 dereceye ayarlanmış fırında 50 dakika pişirilir. Üzerine 1.5 su bardağı et suyu dökülür, sade veya yoğurtla birlikte servis edilir. KASTAMONU PİLAVI MALZEMESİ: 1'er su bardağı pirinç ve bulgur 1 çay bardağı yeşil mercimek 2 çorba kaşığı katı yağ etsuyu tuz. Yıkanmış pirinç ve bulgurun üzerine et suyunu ve tuzunu koyup pişmeye bırakırken, ayrı bir kapta mercimeği ilk kara suyunu salana kadar haşlayın ve bu suyu döküp bulgurlu pirince katın. Pilav pişip suyunu çekince yağı kızdırıp üstüne gezdirin. İNEBOLU ETLİ EKMEĞİ MALZEMESİ: Un Kıyma 2 soğan Karabiber Kırmızı biber Sıvıyağ Su Tuz. Un, su ve tuzla kulak memesi kıvamından biraz sert bir hamur yoğurup 20 dk. kadar dinlenmeye bırakın. Kıyma, rendelenmiş soğan ve baharatları beraberce karıp bir iç malzeme hazırlayın. Hamurdan yaklaşık 15 cm. çapında daireler açıp yarısına iç malzemeden bolca sürerek yarım ay şeklinde ağzını yapıştırarak kapatın. Bunları kızgın tavada yağsız olarak pişirin ve sonra sıvıyağ ile tavada yağlayın.
  8. _asi_

    Kastamonu Mutfak Kültürü

    KASTAMONU MUTFAĞI İnsanın belki de en önemli buluşudur “pişirme”. Pişirme yöntemi ile başlayan beslenme kültürü insanlık tarihine koşut devam eder. Sadece kabın içinde pişen yemek değildir. O yemekliğin elde edilişi, hazırlanışı, hazırlık esnasında kullanılan eşyaların toplamıdır. Bu toplama; yemek yenilen mekanların inşa ve düzenlemesini de katarsanız içerik olarak hayli uzun bir liste karşınıza çıkacaktır. Kastamonu İli tarihsel süreç içinde gerek antik dönem ve gerekse Türk-İslam dönemlerinde geniş bir coğrafi parçayı kapsayan sınırları ile sürekli eyalet merkezi olmuştur. Bu merkezilik mutfak kültürüne de yansımıştır. Bölgenin orman örtüsü, madenleri bu kültürün yükselmesini ve özel hale gelmesini sağlayan avantaj olarak görülebilir. Kastamonu’yu bu gün ki sınırları içerisinde değerlendirmek yanlış olur. Trabzon-Kocaeli-Ankara üçgenini kapsayan eyalet sınırları içerisinde Bolu, Zonguldak, Çankırı, Sinop illerini içine alan bir coğrafyanın özetidir aslında Kastamonu Mutfağı. Sayıları 80’i bulan el sanatları ve bu sanatların kendi içindeki zengin yapısı Kastamonu’nun tüm kültürel unsurlarını besleyen en ana etkendir. Özellikle bakırcılık önem arz eder. Kastamonu Mutfağı’nı anlatmaya başlamadan önce bir başka konuya daha değinmek gerekiyor. Yukarıda da anlatılan tarihsel süreç (ki M.Ö 7000 den başlar) içinde hep eyalet ve yönetim merkezi olan Kastamonu; yönetici sınıfın taşıdığı kültürel öğeleri kendi anlayışı içinde eritip özgün bir örnek olarak ortaya çıkarmıştır. Bu anlayış Kastamonu konaklarında kendini gösterir. Birinin cephe özelliği bir diğerine benzemeyecek şekilde inşa edilmişlerdir. Bu inşa anlayışı coğrafi eğime, komşuya saygı ile başlar. Bu farklılıklar mimari sentezlerle uç noktalara taşınır. Fransız-Alman- mimari ekolleri kendine özgü Osmanlı mimarisi yaratmada araç olur. Merkezde sayıları 533 olan konaklarda mutfak en önemli yere sahiptir. İşlev olarak gününün fonksiyonel özelliklerini içerisinde barındırır. 1970’li yıllara kadar ataerkil aile yapısının sürdüğü Kastamonu’da mutfak örgütlenmesi de kalabalık aile bireylerine hizmet verecek şekilde tasarlanmıştır. Kent merkezi kırsal alışkanlıkları da barındıran ama kendine has bir incelik ile farklılaşan “küçük bir lokanta” çeşitliliğini ortaya çıkarır. Konak yapısı içerisinde adeta küçük bir lokanta işlevi gören mutfak-kiler ihtiyaçlarının büyükçe bir bölümü de ev hanımını tarafından mevsimsel olarak imal ve tedarik edilmesi ev hanımı içinde ağır bir yük oluşturur. Mutfakta ev hanımlarının üstünde oluşan bu yük artık bir gelenek halini almış “pastırmalı ekmek” günleri ile mola bulur.İş bilir ailelerin kendi hazırladıkları böyle bir imkan yoksa ticari olarak satılan çemensiz pastırma-soğan ile yapılan iç malzeme mahalle fırınlarında hane adedi kadar veya davet edilmiş misafirlerde varsa onları da hesaba katan adette yaptırılarak evin beyi tarafından “sini”lerle taşınır. Cumartesi-Pazar günleri koltuğunun altında Kastamonu baskısı sofra bezi ile “çıkılanmış sini” taşıyanları görürseniz bilin ki pastırmalı ekmek taşınmaktadır. 1970’li yıllardan itibaren kent merkezini saran “apartman”lar görkemli mutfak dönemini de kapatmıştır. Ahşap konaklarda da ilk vazgeçilen mutfak’ta yer alan ocaklar olmuştur. Sarp bir dağ başında sizi sofrasına davet bir çoban’ın hemen oracıkta imal ettiği kızılcık şişleri ile yaptığı “şiş-ızgara” bu coğrafyanın pişirme ile aşinalığını size bir sır gibi fısıldayacaktır. Çok yakın zamana kadar “ocakta” ki ateş söndürülmeden küllenir ertesi sabah ocaktaki közler uykudan uyandırılıp yeniden alevlendirilirdi. Her gün yeniden ocak yakılması ise hoş karşılanmazdı. “Bir kibrit yüzünden adam karısını boşamış” bir özdeyiş’ten ziyade büyükler tarafından bir nasihat olarak kulaklara küpe edilirdi. Kırsal kesimde ocak sabah çorbasını pişirmekle güne başlar başlar, ekmek ,ısıtma, ısınma işlevlerini de birlikte sürdürerek közler küllenene kadar aralıksız hizmet verir. Tabii o tadımsız “külçöreği”ni pişirmek üzere. Kent merkezine gelindiğinde ocak-fırın birlikteliği başlar. Kent yaşamı biraz daha rafine olduğundan mekan işlevselliği de ön plana çıkar. Bazı konaklarda “ocak”, “fırın” birlikte olarak yapılmıştır. Ön bölüm ocak olarak kullanılırken gerektiğinde ocak duvarına açılmış fırın üretim için hazır bekler. Çeşitli ekmekler üretildiği gibi leziz yemeklerde bu fırınlarda pişirilirdi. “Modern Batılı yemek tarzının kökenini, beslenme biçimi ve gıdalarla ilgili yeni fikirlerin ortaya çıktığı 17. yüzyılda bulmak mümkün.”1 Kastamonu Modern Batılı yemek tarzından çok daha önce “sofrayı düzmüştü” Orta Karadeniz Bölgesinin en zengin Bakır yataklarına sahip Küre’nin 68 km.güneyinde bulunan Kastamonu, Küre’den çıkarılan bakır’ın işlendiği en önemli kültür ve ticaret kentlerinden bir başkasını oluşturmaktaydı. Yazılı belgelerin eksikliği yüzünden bakırcı ve kazancıların oluşturduğu iş kolunun ortaçağdan beri üretim yapıp yapmadıklarını şimdilik kesin olarak bilemiyoruz. Ancak çok büyük bir ihtimalle Beylikler döneminden beri üretim yapıldığı bilinen Küre yataklarından elde edilen bakırın bir kısmı, Kastamonu’da bulunan atölyelerde işlenmiş olmalıdır. 1568 yılında Kastamonu ve Küre kadılarına gönderilen bir fermanda özetle şunlar yazılıdır: “……. İran tarafından 400-500 tüccarın gelip büyük miktarda bakır satın aldıkları haber alınmakta, hiçbir kimseye bir dirhem bakır verilmemesi…” emir edilmiştir2 Kastamonu’nun Küre (Küre-i nühas = Bakır küresi) ilçesinin dünya bakır rezervi bakımından önemli bir paya sahip olması, antik dönemden günümüze kadar rantabl olarak hala işletiliyor olması mutfak zenginliği açısından bahse değer bir noktadır. Bakır’dan üretilip kullanılan eşya çeşitliliği haklı olarak ayrı bir ün kazandırır ve Kastamonu’yu ayrı bir yere konulmasını gerektirir. Mutfakta yemek pişirme esnasında kullanılan hemen, hemen bütün eşyalar bakırdır. Söz buraya gelmişken Kastamonu mutfağındaki eşyaları kısaca tanımlamak yerinde olacaktır. MUTFAK EŞYASI Mutfakta kullanılan eşyaları üretildiği metaryale göre sınıflandırırsak; Bakır Eşya : Tencereler (Kuzu tenceresi, Helva tenceresi, Yemek tenceresi), Sahanlar( düz, kapaklı, kayık), Taslar (Çorba tasları, hoşaf tasları), Tavalar( Yağ tavaları,Süt tavaları,kızartma tavaları) Tepsi, Sini, Kazan, Ibrık, Bakraç(Süt bakracı,yoğurt bakracı)Güğüm, Kevgir, Süzgeç, Maşrapa, Sürahi, Sefertası, Kepçe, Cezve, Sürahi Demir Eşya : Saçayak, eğsiran, ocak demiri, maşa, üçayak, şiş, ızgara, satır Saç Eşyalar : Soba, ateş küreği, ekmek sac’ı, yağ ve pekmez tenekeleri, yemek sobası( kuzine) mangal, kahve tavası Pirinç Eşyalar: Havanlar, kahve ve biber değirmenleri Cam Eşyalar : Sürahiler, su bardakları, tabaklar, kavanoz ve şişeler Çinko Eşyalar: Yemek tabakları, kupalar, kaseler, tencere ve cezveler Ağaç Eşyalar: Yaslığaç, oklağaç, hamur teknesi, bişleğeç, el yaslığaçı, et tahtası (künde) yayık ve fişeği, ağaç kaşıklar, kaşıklık, yemek tablası(sofra) dibek, seleler, sepetler, sarımsak döğeci, çalmaçlar(süt ve su) güvlekler(yağ,yoğurt güvleği) çeşitli kutular, rendeler, kürsü, sini, kahve soğutacağı, tuzluk-biberlik, dodul, Toprak Eşyalar: Caba, (yemek-güveç-ekmek cabaları) kulplular ( yoğurt,pekmez kulplusu) küpler, çömçüler, su testileri, çanaklar, çölemenler Mutfak avadanlıklarını daha da çeşitlendirmek mümkün. Ancak bunların yüzyılların deneysel birikimi olarak Türk mutfağında kullanılan eşyalar olduğunu ve sadece yöresel olarak işlevi aynı olmasına rağmen farklı adlar aldığını göz ardı etmemek gerekiyor. Sadece bakır ve ahşap eşyalarda özgün bir tarz olduğunu tespit etmekte yerinde olur. Coğrafyasını en iyi şekilde kullanan Kastamonu mutfağı yöresinde yetişen meyve-yabani bitkiler ile de var olan doğal lezzeti artırmanın yolunu bulmuştur. Kendine has bir sentez elde etmiş Kastamonu bu gün “organik” başlığı altında toplanan bir çok ürünü zaten mutfağında kullana gelmiştir. Bulunduğu coğrafyada yüzyılların birikimi ile elde ettiği her türkü ürünü kullanır Kastamonu mutfağı. Bunu somut olarak örnekleyecek olursak “mantar zehirlenmesi”nin olmadığı nadir illerden biridir. “mancar, kedi cırnağı, kıvırşık” otları mis gibi ekmek olup gelen sofra 51 ekmek çeşidi ile bir zenginlik kazanır. Kastamonu’lu “çorba” zenginidir. Ahmet GÖKOĞLU“birbirinden tamamen ayrı olan 38 çorba çeşidi” ni” tespitini yapar. KASTAMONU ÇORBALARI I- TARHANA ÇORBALARI A- Sade Tarhana B- Kızılcıklı Tarhana C- Ekşili Tarhana D- İri Tarhana E- Süt Tarhanası F- Ak Tarhana G- Su Tarhanası H- Pancarlı Tarhana 2- BULGUR ÇORBALARI A- Sade Bulgur Çorbası B- Sütlü Bulgur Çorbası C- Yoğurtlu Bulgur Çorbası D- Mercimekli Bulgur Çorbası E- Anakız Çorbası F- Çakır Çorba G- Mısır Bulguru Çorbası H- Yarma Çorbası İ- İri Çorba 3- PİRİNÇ ÇORBALARI A- Sade Pirinç Çorbası B- Sütlü Pirinç Çorbası C- Yoğurtlu Pirinç Çorbası D- Mercimekli Pirinç Çorbası 4- Terbiyeli Çorba 5- Ecevit Çorbası 6- Toyga Çorba 7- Yayla Çorba 8- Arpa Yarması Çorbası (Göce-Ak dene ÇORBASI) 9- Mercimek Çorbaları A- Sade Mercimek Çorbası B- Pirinçli Çorba 10- Keşkek Çorbaları,Gögle Çorbası, Buğday Çorbası, Mısır Keşkeği Çorbası 11- Aşure Çorbası 12- Bulamaç Çorbaları A- Sade Bulamaç Çorbası B- Pirinçli Çorba C- Mercimekli Çorba D- Un Çorbası-Yumuşak Çorba-Şaştım Çorbası 13- Ekşili Bulamaç Çorbası 14- Ekşi Çorba 15- Mısır Bulamacı( Mısır unu Çorbası – Malak Çorbası) 16- Nişasta Bulamacı 17- Ovmaç Çorbası A- Sade Ovmaç Çorbası B- Pirinçli Çorba 18- Miyane Çorbası A- Kavurma Çorbası B- Un Kavurma Çorbası 19- Tatar Çorbaları - Kesme, Hamur, Mercimekli Hamur, Mangır Çorbası 20- Makarna Çorbaları - Sarımsaklı – Mercimekli Hamur Çorbaları 21- Erişte Çorbası 22- Tutmaç Çorbaları (Sade- Mercimekli-Pirinçli-Yayım-Sütlü ) 23 – Ekmek Çorbası 24 – İrmik Çorbası 25 – Düğün Çorbası 26 – Şehriye Çorbası 27- İşkembe Çorbası 28 – Baş Çorbası 29- Tepsi Çorbası 30- Balık Çorbası 31- Patates Çorbası 32- Sebze Çorbası 33- Kestane Çorbası 34- Fasulye Çorbası 35- Fasulye – Siyaz Çorbası 36- Gülü Çorbası 37- Mantar Çorbası 38- Haşul Çorbası Kendine has kokusu ile “üryani” (ki ala erik olarak bilinen erik çeşidinin kabuklarının soyulması ile elde edilir.) eriği komposto tasında arz-ı endam eder “sufra’ya” Sanılır ki en güzel pastırma yalnızaca Kayseri’de, en iyi sucuk da bir tek Afyon’da yapılır” Halen geleneksel olarak üretilen Kastamonu “basduma”sı için özellikle genç dana-düğe seçilir. Kemiklerinden ayrılan etler tuzlanır ve istif halinde tuzun kavurucu etkisi ile pişinceye kadar tuzda bırakılır. Daha sonra bol su ile yıkanıp “kakaç” hale gelmiş olan etler “yelleme’ye” bırakılır. Bu etin içinde kalan suyun kurumasını sağlar. Kıvamına gelen “kakaç” parçalar çemenlenerek bir süre daha “yel”(rüzgar)de bırakılır. Kıvamını bulan basduma yazının başında belirttiğimiz gibi ekmeklik olarak ta tüketilir ki bu basduma çemensiz olur.En önemli ve altı çizilmesi gereken şey pastırma hazırlanırken hiçbir katkı maddesinin kullanılmıyor olmasıdır. Pastırmalı ekmek malzemesi hazırlanırken 100 gr. Pastırma düşünülmüşse o kadar da ince kıyılmış çiğ soğan kullanılır. Soğanla oluşan “harç” iç malzemeye kimyon, kırmızı biber, karabiber ilave edilip açılan yufka içinde pişirilir. Pastırma sezonu kapatırken “püryan” kebabı yetişir Kastamonulunun imdadına. Özellikle Taşköprü İlçesinde enfes Kuyu Kebabı(Biran-püryan) halen yapıla gelmektedir. Saat 12’de açılan kuyularda pişen kebaplar için fazla geç kalmamalısınız.Saatlerin 12.45, 13.00 ü gösterdiğinde kebaplar çoktan tüketilmiştir.Etli ekmeği, hep Konya etli ekmeği ile karıştırılır.Ancak hem yapım hemde nefaset yönünden farkını ortaya koyar Kastamonu Etli ekmeği. Ekmekte kullanılan sinirsiz et satır ile kıyma kıvamına ulaşıncaya kadar kesilir. Bu usulde ekmeği Daday ilçesinde yiyebilmek mümkündür. Tüm dünyanın bildiği ve ustalığında birleştiği Hacı Bekir ürünlerinin ilk ustası ve müssesesinin kurucusu Hacı BEKİR’de Kastamonu’nun Araç ilçesindendir. Osmanlı döneminde, Top kapı Sarayı avlusunda Yeniçerilerin aylıkları (ulûfeleri) dağıtıldıktan sonra, sadrazam ve divan-ı hümayun üyelerine de tabaklar içinde akide şekeri sunuluyordu. Saray helvahanesinde üretilen bu şeker ikramının özel bir önemi vardı.Akide dağıtılması, Yeniçerilerin şikayeti olmadığı anlamına geliyordu.Akide;sözlükte bir şeye yürekten inanış bağlanış,anlamında kelimedir." Tabii bir yudum kahveye 40 yıl hatır ile tuz ekmek hakkı’nı yükleyerek dayanışma ve birliktelik ruhunu pekiştiren bu toplum şekeri de bundan ayıramazdı herhalde. Size ikram edilen akide şeker aynı zamanda sizin ikram edene bağlılığınızı da ifade etmektedir. Yüzyıllardır Türk mutfağında olan kaba lokum diyebileceğimiz ürünler vardı. Kıymetli hemşehrimiz Hacı Bekir tarafından bugün ki nefaset ve tad ile güllü, portakallı, limonlu,sakızlı, tarçınlı akide, lokum imalatını gerçekleştirmiş ve dünyaya tanıtmıştır. HACI BEKİR Şekerciliğin Türkiye'de yaygınlık kazanmasında, Türk şekerlemelerinin yurtdışında tanıtılmasında önemli hizmetleri geçen şekerci aile. Ailenin kurucusu olarak kabul edilen Bekir Efendi (ü.18- 19.yy), küçük yaşta Kastamonu'nun Araç ilçesinden İstanbul'a geldi. Bir süre Hamidiye Medresesinde okudu. Daha sonra bir şekercinin yanında çıraklık yaptı. Biriktirdiği parayla 1777'de Bahçekapı'da bir şekerci dükkanı açtı. Önceleri "Araçlı Şekerci" olarak anılırken, hacca gittikten sonra Hacı Bekir olarak tanınmaya başladı. Bahçekapı'daki dükkânında kullandığı malzemenin kalitesi ve ürünlerinin temizliğiyle dikkati çeken Hacı Bekir,Araç'tan getirdiği kişileri çalıştırarak bu sanatın hemşerileri arasında yayılmasını sağladı. Bu arada saray şekerci başısı unvanını aldı. Saray’da ve İstanbul'da lokum ve akidenin daha önceleri de yapılmasına karşın, lezzet ve kalite yönünden daha üstün özellikler taşıyan Hacı Bekir ürünleri kısa sürede ün yaptı. Tarçınlı, güllü,portakallı, limonlu ve sakızlı akidelerle un ve pekmez yerine nişasta ve şeker kullanılarak yapılan lokumlar Hacı Bekir'in buluşuydu. Bu yıllarda Hacı Bekir ürünleri yavaş yavaş Avrupa'ya da yayılmaya başladı. Hacı Bekir'in ölümü (y. 1856-61) üzerine Bahçekapı'daki şekerci dükkânını oğlu Mehmed Muhiddin (ü. 19-20. yy) işletmeye başladı. Saray şekerci başılığı görevinide devralan Mehmed Muhiddin döneminde, kuruluş gelişmesini sürdürerek kendisini dış ülkelerde de kabul ettirdi. Hacıbekir şekerlemeleri bu dönemde Viyana Dünya Sergisi'nde (1873), Köln (1888) ve Brüksel (1897) uluslar arası fuarlarında altın ve gümüş madalyalar kazandı. Ali Muhiddin Hacı bekir (d.1891, İstanbul -ö. 31 Aralık 1974, istanbul), babası Mehmed Muhiddin'den sonra kuruluşun gelişmesinde ve bugünkü duruma gelmesinde önemli rol oynadı. Onun yönetiminde Bahçekapı' daki iki mağazaya ek olarak Karaköy, Galata, Tepebaşı, Pangaltı, Çarşıkapı, Beyoğlu, Parmakkapı ve Kadıköy'de satış yerleri, ABD, Mısır, Fransa, Hollanda ve ingiltere'de şubeler açıldı. Mısır'da İskenderiye ve Kahire şubeleri açıldıktan sonra Ali Muhiddin Hacıbekir'e Osmanlı sarayı şekercibaşılığının yanı sıra Mısır Hıdivi'nce de şekercibaşılık unvanı verildi (1911). Bu dönemde kuruluş 1906 Tourcoing (Fransa) ve 1939 New York Dünya fuarlarında başarılar kazandı. Günümüzde Hacı Bekir Lokum ve Şekerli Mamuller A.Ş ve Ali Muhiddin Hacı Bekir Şekercilik Ticaret A.Ş. adlı iki şirket aracılığıyla etkinliklerini sürdüren kuruluşun Bahçekapı, Beyoğlu, Parmakkapı, Kadıköy ve Ankara'da satış mağazaları ve imalathaneleriyle İstanbul'da bir fabrikası vardır. Şirketlerin genel müdürlüğünü Ali Muhiddin Hacıbekir'in damadı Doğan Şahin yapmaktadır. Tatlı yapımında Kastamonu mutfağı bir başka lezzet ile de ön plana çıkar. Çoğu kimsenin pişmaniye ile karıştırdığı ama aslında hem yapılış hem de lezzet yönünden ayrı bir yerde olan “çekme helva” Kastamonu’dan hediye olarak alınacakların başında gelir.
  9. _asi_

    Kastamonu Coğrafi Yapısı

    Coğrafya Kastamonu ili Batı Karadeniz bölgesinde 41 derece 21' kuzey enlemi i!e 33 derece 46' doğu boylamları arasında yer alır. Deniz seviyesinden yüksekliği 775m.dir.Yüzölçümü 13.108,1 km2dir. Kastamonu İli çoğunlukla engebeli arazilerden oluşmaktadır, ilin kuzeyinde Batı Karadeniz Dağları bulunmaktadır. Karadeniz sahiline paralel olarak isfendiyar (Küre) Dağları uzanmaktadır. Münferit olarak Yaralıgöz Dağı (1985m.), Göynük Dağı (1770m.), Dikmen Dağı (1471m.), Kurtgirmez Dağı (1450 m.) ,Güruh Dağı (1493m.), Ballıdağ {1400 m.),lsırganlı Dağı, Harami Dağı ve Elek Dağı önemli yükseltileri teşkil etmektedir. İlin güneyinde ise İlgaz Dağları uzanmaktadır. Bu Dağlar yüksek ve devamlıdır. Kuzeyde Gökırmak ve Araç Çayı, güneyde ise Devrez Çayı vadileri ile sınırlanmıştır. En yüksek noktası Çatalılgaz tepesi (2565m.) dır. Kastamonu ili genel olarak dağlık olduğundan geniş ovaları yoktur. Buna karşılık vadiler etrafında ovacıklar göze çarpmaktadır. En önemlisi Gökırmak vadisidir. Devrez vadisinin il hudutları içinde kalan kısmı Tosya Ovasını meydana getirmektedir. Araç Çayı ve Daday Çayt gibi küçük çayların oluşturduğu ovalarda oldukça küçüktür. İklim Kastamonu İli'nde iki ayrı iklim tipi görülmektedir İlin kuzeyinde Karadeniz iklimi egemenken, güneyde İç Anadolu ikliminin etkilerine rastlanmaktadır. İlin iklimini biçimlendiren etkenlerin en önemlilerinden biri yeryüzü şekilleridir. Kastamonu İli'nin kuzeyinde kıyıya koşut olarak uzanan Küre Dağları, ilin kıyı kesimleri ile iç kesimler arasında bir engel oluşturmaktadır. Bu nedenle, iç kesimlere doğru Karadeniz ikliminin etkisi giderek azalmakta, yerini İç Anadolu ikliminin sert ve karasal özellikleri almaktadır. Ancak, Küre Dağları'nın güneyinde, yani ilin iç kesimlerinde kalmasına karşın,yükseltisi 1500 m'ye varan plato alanları ve bunların üzerinde yer alan yüksek ve dalgalı alanlar deniz etkilerinden tam anlamıyla uzak değildir. Batıdan gelip Küre Dağları'ndaki geldiklerden içerilere sokulan hava kütleleri, yüksek yerlere fazla yağış bırakabilmektedir. Öte yandan, ilin ikinci yüksek kütlesini oluşturan Ilgaz Dağları'nın da kuzeye bakan yamaçları güneyinden daha nemlidir. Bu nedenle günlük sıcaklık farklarının fazla olduğu dönemlerde, ortaya çıkan basınç farkları yerel rüzgarlara da neden olmaktadır. SICAKLIK Kastamonu'da kış dönemindeki düşük sıcaklıkları, kuzeyden gelen hava akımlarıyla durgun hava kütleleri oluşturmaktadır. Batıdan ve güneyden gelen hava akımlarıyla içinde de düşük sıcaklıklara rastlanmasına karşın, bunlar genellikle daha sıcaktır. Merkez İlçe'de yıllık sıcaklık ortalaması 9,8 C' dir. Bu değer Kastamonu'ya komşu il merkezinden Zonguldak'ta 13.5 C, Çorum'da 10 9 C, Sinop'ta 14 C, Çankırı'da ise 11,5 C'dir. Bu değerler bize Karadeniz ikliminin etkisi altındaki Sinop ve Zonguldak'ın ya da karasal iklim etkisindeki Çankırı ve Çorum'un ortalama sıcaklığının daha fazla olduğunu gösterir. Bunun nedeni morfolojik yapıdır. Zira Kastamonu'da hem karasal, hem de Karadeniz iklimi görülmektedir. Merkez İlçe'de en soğuk geçen aylar ocak ve şubat, en sıcak geçen aylar ise temmuz ve ağustostur. YAĞIŞLAR Kastamonu'da yağışın aylara dağılımı oldukça düzenlidir Kış dönemindeki yağışlar yıllık yağışın % 18'ini, yaz yağışları ise % 27'sini oluşturmaktadır Yağışların büyük bölümü ise bahar aylarında düşmektedir Ocak ayının % 6'lık yağış oranına karşılık, mayıs ayında yıllık yağışın % 18'i düşmektedir Merkez İlçe'nin yıllık yağış ortalaması 449,7 mm'dir Bu değer, kıyı kesiminde İnebolu'da 1052,2 mm, Bozkurt'ta ise 1214,8 mm'ye dek yükselmektedir Kastamonu'ya en az yağış, aralık, ocak ve şubat, en çok yağış ise nisan ve mayıs aylarında düşmektedir Yılda 19,5 gün kar ayğışlı geçen il merkezi.yılda 37.3 gün kar örtüsü altında kalmaktadır RÜZGARLAR Ortalama rüzgar hızı 14 m/sn olan ilde, egemen rüzgar, yıl içinde 3524 kez esen güneybatıdır ( lodos ) Bunu, güney - güneybatı ( kıble - lodos ) ve kuzey ( yıldız ) rüzgarları izlemektedir, "de en hızlı rüzgar, saniyede 29.8 m hızla esen güneybatıdır ( lodos ) Bitki Örtüsü Kastamonu İli, bitki örtüsü bakımından oldukça zengin bir alanda yer almaktadır, ilin, Devrekani dolayları orman örtüsünden yoksundur. Ancak, bu kesimlerde de seyrek ağaç, çalı ve orman kalıntılarına rastlanmaktadır. Eğimin daha yumuşak olduğu bu kesimler kestane rengi toprakların yayılım alanıdır. Kıyıdan iç kesimlere gidildikçe yükselti artar, bu kesimde kayın ve köknar ağaçları yaygınlaşır. Podzolik toprakların yayım alanı olan bu bölgede, alt örtü durumundaki eğreltiotu önemli bir yer tutmakladır. Buradaki kayın,köknar ve çam ormanları, düzgün gelişimli, işletmeye elverişli ve iyi nitelikli ormanlardır. İnebolu ve Cide'nin güneyindeki sırtlarda egemen olan çam, köknar ve kayın türleri arasında yer yer ıhlamur, kestane, karaağaç, gürgen, mersin, kavak, dişbudak ve ahlat türleri de karışmıştır. Sık ormanlık, sırt şeridi ile Azdavay-Devrekânî arasındaki yükseltilerde çam çeşitleri yaygınlaşmaktadır. Çam örtüsü genellikle seyrektir. Kıyı kesimindeki ormanlık alanda, iğne yapraklı ağaç türlerinden kızılcam, sarıçam, karaçam, köknar, porsuk, yapraklı türlerden ise kayın, meşe, dişbudak, akçaağaç, kızılağaç, karaağaç, kestane, ıhlamur, şimşir, yabanıl fındık, kavak, gürgen, çınar gibi ağaçlar vardır. Köknar ve kayın, daha çok dağların kuzeye bakan kesimlerindedir. Ilgaz Dağları ile Devrez Çayı Vadisi arasında Tosya ormanları yer almaktadır. burada da karaçam, sarıçam, meşe ve köknar gibi türlere rastlanmaktadır.
  10. _asi_

    Kastamonu Tarihi

    KASTAMONU'NUN TARİHÇESİ Kastamonu’nun, arkeolojik bazı kazı ve yüzey araştırmaları sonucunda Paleolitik dönemden günümüze kadar kesintisiz bir kronolojiye sahip olduğu görülür.Anadolu arkeolojisi içerisinde bölge üzerine pek araştırma olmaması nedeniyle Kastamonu üzerine bilgiler de özellikle erken dönemler için çok yetersizdir. Kısıtlı sayıdaki yüzey araştırması ve kazı çalışmasına bakarak elde edilen veriler ise bölge arkeolojisinin Anadolu tarihi açısından yine de önemli olduğunu vurgular. Yapılan araştırmalar bölgenin Paleolitik dönemle birlikte neolitik, kalkolitik ve erken tunç dönemlerine kadar kesintisiz bir yerleşime sahne olduğunu gösterir. Bu çağların sonrasında, M.Ö. II. Bin Anadolu tarihi coğrafyasına bakıldığında Kastamonu ve çevresinde Pala ve Tummana adı verilen kavimlerin yerleşik olduğu görülür. Bu kavimlerin kullandığı dile Palaca adı verilirken, çivi yazısı formatındaki yazılarını içeren çok az sayıda kil tablete de Hitit arşivlerinde rastlanmıştır. Büyük ihtimalle Transkafkasya kökenli olan bu kavimler yakın akrabaları olan Hititler ve Luwiler ile aynı çağlarda Anadolu’ya gelmiş ve bu bölgeye yerleştikleri düşünülmektedir. TAPRAMMİ’NİN SIRRI MÖ II. Binin sonlarında bölgedeki Hitit varlığı Kastamonu’nun Devrekani ilçesi sınırlarındaki Kınık kazısı ile ortaya konmuştur. Buradan elde edilen gümüş sanat eserleri klasik Hitit sanatının özelliklerini yansıtırken, kazılarda bulunan diğer arkeolojik buluntular da bölgenin Erken Tunç (M.Ö. 3000) döneminden itibaren iskân edildiğini gösterir. Kınık kazıları, Hitit kültürünün somut kanıtlarını Kastamonu’da ortaya koyarken bir yandan da bu kazılarda bulunan özel bir metal kap sayesinde de önemini ortaya koydu. Taprammi Çanağı adı verilen üzerinde kabartma şeklinde av sahneleri bulunan kap, ismini üzerindeki Hitit hiyeroglifleri ile yazılmış “Taprammi” kelimesinden alır. Bu kelime bir isim olmakla beraber, bu ismin Hitit’in başkenti Hattuşa’da çok önemli bir tüccara ait olduğu da vakit geçmeden belirlendi. Hititlerin yıkılmasıyla bölge bir müddet Phryg hakimiyeti altında kalıp, daha sonra Kastamonu sırasıyla Lydia, Pers, Helen ve Pontus Devletlerinin denetimine girer. Gnaeus Pompeus Magnus tarafından Roma İmparatorluğuna dahil edilen bölge, Bizans hakimiyeti sonrasında MS 1211 tarihinden itibaren kesin olarak Türk İslam bayrağını taşır. Paphlagonia (Paflagonya) ve Homeros’un İlyadası’nda Paphlagonialılar M.Ö. 1200’lü yılların sonlarına doğru Hitit Devleti yıkılırken Anadolu, özellikle Balkanlar’dan gelen Trak Kavimlerinin tarafından istila edilmişti. Bu Tak kabilelerinden olan ve özellikle Eskişehir Afyon dolaylarında hâkimiyeti bilinen Frigler Kastamonu bölgesinde de siyasal bir güç olmayı başarmışlardı. M.Ö. 7. Yy’da Kimmer istilasına maruz kalan bölge, daha sonra Lydia kralı Alyettes’in Kimmer tehlikesini ortadan kaldırması ile kral Kroissos döneminde ( M. Ö. 561-546 ), Lydia egemenliğine girmiştir. M.Ö. 546 yılından itibaren ise bölgede Pers hâkimiyeti başlar. M.Ö. I. Bin olarak anılan çağla birlikte Kastamonu Bölgesi Paphlagonia olarak adlandırılır. Bu bölgenin halkı açık olmamakla birlikte batıdan yani Balkanlar’dan gelmiş bir Thrak boyunun uzantısı olduğu düşünülebilir. Antik tarihçilerden Ksenphon Paphlagonia bölgesinde“Kotys” adlı bir liderden söz eder ki, bu isime Thrakialılar arasında sık rastlanır. Ancak, Thrak göçlerinden etkilense bile bölge, halkının önemli bir bölümünün bu bölgede M.Ö. II. Binyılda yaşadığı bilinen Palaların devamının olması daha da mümkün görünmektedir. Yazılı kaynaklarda Paphlagonia ve Paphlagonia Bölgesinden ilk bahsedilen yer ünlü ozan Homeros’un Troya Savaşını anlattığı İlyada adlı eseridir. Homeros bu eserinde Paphlagonialıları Pylamenes ve oğlu Harpalion önderliğinde Akhalara karşı Troyalıların saflarında savaşan onurlu bir halk olarak gösterir. Anadolu’da başlayan Pers hakimiyeti ile Papahlagonia Phrygia satraplığına bağlanmıştır. Aynı yıllarda yani M.Ö. 6. yy’da bölgenin kıyı kesimleri Ionia Bölgesi şehri olan Miletos tarafından kolonize edilmeye başlamıştır. M.Ö. 333 yılına gelindiğinde Büyük İskender yönetimi altına giren bölgede M.Ö. 298 yılında Ktistes Mitridates tarafından Pontus Devleti kurulmuştur. GÜN YÜZÜNE ÇIKAN ANTİK BAŞKENT, POMPEIOPOLIS Antik dönemin başlarında “Paphlagonia” olarak adlandırılan Kastamonu ve bölgesinde M.Ö. 65-64 yıllarından itibaren Roma hakimiyeti yaşanmaya başlar. Roma bölgenin kültür dokusuna nüfuz edemese de kendini bölgenin metropolisi yani başkentliğini de yapan Taşköprü’deki antik Pompeiopolis kentinde gösterir. Bu antik kent M.Ö. 64 yılında kurulmakla birlikte en güçlü zamanını Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un damadı olan Klaudius Severus’un valilik yaptığı dönemde (M.S II. yy) yaşamaya başlar. Bu yöneticiyle birlikte Pompeiopolis başkent konumuna yükselir. Kent, Paphlagonia Bölgesinde “Metropolis Sebaste” yani Paphlagonia’nın ana ve kutsal şehri konumunda anılmaya başlar. M.S. 150–300 yılları arasında başkentliği devam eden kentin M.S. 325’ler itibariyle piskoposluk olarak temsil etmesi bölgede Hıristiyanlığın yayılmaya başladığını göstermektedir. M.S 536–553 yıllarında başpiskoposluğa yükselen kent M.S 13. yy’a kadar piskoposluk listelerinde var olmaya devam etti. Antik kentte son iki sezondur Münih Üniversitesi’nden Prof. Dr. Latife Summerer başkanlığındaki uluslararası bir ekip tarafından arkeolojik kazı çalışmaları sürdürülmektedir. Antik kentin ana yapısının belirlenmesine yönelik yapılan kazı çalışmaları içindeki jeofizik çalışmalarında şu ana dek, hamam, agora (Pazar alanı-forum), iki adet tiyatro ve bir adette İmparator Augustus’a ait olduğu düşünülen bir tapınak yapısı belirlendi. CASTAMON’DAN KASTAMONU’YA Kastamonu ismine ilişkin bilimsel bir etimolojik çalışma yapılmamıştır. Kentin ismine dair birkaç farklı görüş olsa da günümüzde Bizans Döneminde bölgede hüküm süren Komnen Sülalesine atfen bulunan isimlendirme akla yakın gelmektedir. Bu isimlendirme kökeni ise Komnenlerin Kalesi anlamına gelen Kastra-Komnen olmasına karşın aynı sülale dönemi yazılı kayıtlarında Kastamonu, Castamon olarak görülür. M.S. 11–12 yüzyıl Bizans kaynaklarında Kastamonu kenti ilk olarak Castamon olarak anılmaya başlar. Bu dönemde Bizans İmparatorluk ailelerinden Komnenoiler’e ait tahkimatlı bir yerleşim olarak karşımıza çıkan kent, 1084 yılı ile itibariyle Emir Kara Tigin Bey komutasındaki Türklerin eline geçer. Bu tarih ile Türklerle tanışan Kastamonu, 1211 yılına kadar Bizans ve Türklerin arasında sürekli el değiştirir. 1211-1212 tarihi ile birlikte Kayı Boyundan olan Emir Hüsameddin Çoban Bey tarafından bölge tamamen Türk hâkimiyetine geçirilir ve böylece Kastamonu’da Çobanoğulları Beyliği kurulur. Yaklaşık olarak 1295’li yıllara kadar hüküm süren bu beylikten sonra, Eflâni tımarına bağlı Şemseddin Yaman Candar tarafından yine Kastamonu merkezli Candaroğulları Beyliği kurulur. Bu dönemde kent bir ilim ve sanat merkezi haline gelerek, dönem Türk-İslam dünyası içerisinde saygın bir konuma yükselir. 1461 tarihine gelindiğinde Fatih Sultan Mehmed, beyliği Osmanlı Devleti sınırlarına katarak önemli bir sancak haline getirir. Osmanlı imparatorluğu döneminde, idari taksimat bakımından, geçmişten gelen bir yönetim merkezi olma özelliğini sürdüren Kastamonu Sancağı, doğuda Samsun, batıda İzmit, güneyde Kalecik ve kuzeydeki doğal sınırı olan Karadeniz sahili ile imparatorluğun geniş bir eyaleti olarak, cumhuriyete kadar bir idari merkez konumunu sürdürmüştür. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte yapılan yeni değişikliklerle Kastamonu 12 ilçe ile birlikte, bir il olma özelliğini korumuştur. MİLLİ MÜCADELE’DE ANITSALLAŞAN BİR KENT Çanakkale Savaşları ile birlikte Milli Mücadele’de de çok önemli rol oynayan Kastamonu, bu savaşın kazanılmasında önemli bir etken olan İnebolu-Ankara lojistik hattında, İnebolu mavnacılarından başlayarak, kağnı kollarını çeken Şerife Bacılar, Halime Çavuşlar, Necibe Nineler ve 10 Aralık 1919 tarihinde Anadolu’nun ilk kadınlar mitingini yapan kadınlarına kadar anıtsallaşan isimlere ve efsaneleşen olaylara da imza atmıştır. Çanakkale Savaşlarından başlayarak Milli Mücadele yıllarında artarak devam eden Kastamonu insanının göstermiş olduğu yararlılıkları, Mustafa Kemal Atatürk 1925 yılı 24 Ağustos tarihinde Kastamonu İnebolu ilçesinden başlatmış olduğu “Şapka ve Kıyafet İnkılabı” ile onurlandırmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu devrimi gerçekleştirme yerindeki seçimi; milletini seven geleneklerine bağlı ve ilerici Kastamonu ve Kastamonu halkının arasında olması ise asla tesadüfi değildir. Türkiye’de bir ilk ve tek olarak T.B.M.M. tarafından 9 Nisan 1924 tarihinde İnebolu ilçemiz Mavnacılar Loncasına verilmiş olan Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası ve Vesikası’da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilimize vermiş olduğu yüksek onurlardan bir diğeridir.
  11. _asi_

    Kastamonu Genel Bilgi

    Kastamonu Genel Bilgi Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Kastamonu’nun doğusunda Sinop, güneyinde Çankırı, kuzeybatısında Bartın, kuzeyinde Karadeniz, batısında Karabük, güneydoğusunda da Çorum ili yer almaktadır. Kastamonu, kuzeyde Karadeniz kıyısına dik biçimde uzanan Küre (İsfendiyar) Dağları, güneyde Ilgaz Dağı ve bunların arasındaki dalgalı düzlüklerden oluşmaktadır. Ayrıca ilin güneyini Köroğlu Dağlarının uzantıları engebelendirir. Küre Dağları duvarı andıran görünümleriyle, kıyı ile iç kesimleri birbirinden ayırmaktadır. Yaralıgöz Dağının Türbekaya Tepesi’nde (2.019 m.) Küre Dağları en yüksek noktasına ulaşır. Ilgaz Dağı’nın en yüksek noktası da Büyükhacet (2.587 m.) ve Küçükhacet (2.546 m.) Tepeleridir. İl topraklarında büyük ve kesintisiz düzlükler bulunmamaktadır. Gökırmak Vadisindeki küçük ovalar, Devres Çayı vadisindeki Tosya ve Devrekâni ovaları belli başlı düzlüklerdir. Aynı zamanda bu ovalar step görünümündedir. İl topraklarını Gökırmak, Araç, Devrekâni ve Devres çayları sulamaktadır. Daday’ın güneybatısındaki Eğriceova Dağından kaynaklanan Gökırmak’a Karaçomak Deresi katılmış ve bu dere üzerinde Karaçomak Barajı kurulmuştur. Gökırmak ile Devres Çayı il sınırları dışından Kızılırmak’a katılır ve sularını Karadeniz’e akıtır. İlin orta kesiminden çıkan Devrekâni Çayı ise Cide’nin batısından Karadeniz’e dökülür. Kastamonu orman örtüsü bakımından Türkiye’nin en zengin bölgelerinden biridir. Küre Dağlarının Karadeniz’e bakan yamaçları ve Ilgaz yoğun bir bitki ve orman örtüsü ile kaplıdır. İnebolu-Cide yöreleri kayın, meşe, gürgen, kayacık, kestane ve göknar ağaçları ile kaplıdır. Ilgaz Dağları ile Devres Vadisi arasında kalan alanlar sarıçam, karaçam ve göknar ormanları ile kaplıdır. Devrekâni-Azdavay arasında ise kayın, meşe, göknar, karaçam ve sarıçam ormanları bulunmaktadır. Ayrıca bu ormanlar yabani hayvanları da barındırmaktadır. Denizden yüksekliği 850 m. olan Kastamonu’nun yüzölçümü 13.108 km2 olup, toplam nüfusu 103.340’tır. Kastamonu’da Karasal iklim hüküm sürmekte olup, kışları sert, soğuk ve yağışlı, yazları serin geçer. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, ormancılık, sanayi ve turizme dayalıdır. Tarıma elverişli alanların az olmasına karşılık, dar kıyı şeridinde fındık, Antepfıstığı, zeytin, mandalina, meyve ve sebze yetiştirilir. İç kesimlerde şeker pancarı, buğday, arpa, elma, patates, mısır, domates, hayvan yemi, çavdar, kendir yetiştirilmektedir. Büyük ve küçükbaş hayvan besiciliği yapılmakta olup, sığır, koyun, Ankara keçisi ve manda yetiştirilir. Tavukçuluk yapılır. Kıyı kesimlerinde de balıkçılık yapılmaktadır. İldeki başlıca sanayi tesisleri Küre Bakırlı Prit İşletmesi, Taşköprü Kendir Sanayii Kuruluşu, Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikalarının Taşköprü’deki Müessesesi, Et ve Balık Kurumu Kombinaları, Orman Ürünleri sanayii Kurumu, Cide Kereste Fabrikası, yem Sanayii Fabrikası, Süt Endüstrisi Kurumu ve Şeker Fabrikaları bulunmaktadır. Ayrıca ilde, küçük sanayi, orman ürünlerinin işlenmesi, dokumacılık, bakırcılık ve geleneksel el sanatları gelişmiştir. Ilgaz Dağı Milli Parkı, Tosya Kartdağı, Ballıdağ, Elekdağ’da yabani hayvan, özellikle geyik ve karacalar için koruma ve üretme alanları kurulmuştur. Ayrıca Ilgaz başta olmak üzere Azdavay, Cide, Çiftlik, Tosya gibi orman alanlarında dinlenme yerleri ve mesireler bulunmakta olup, bunların il turizmine büyük katkısı vardır. Ayrıca Ilgaz Dağı’ndaki Kış Sporları Tesisleri ilin ekonomisinde önemli yer tutmaktadır. Kastamonu yer altı kaynakları yönünden de zengin olup, Araç ve İnebolu’da çimento hammaddesi, Azdavay’da kil ve taşkömürü, Bozkurt’ta civa, Daday’da kuvarsit, Küre’de Bakır, Taşköprü’de kaolin, Tosya’da da manganez ve linyit yatakları bulunmaktadır. Kastamonu ve yöresinde yapılan arkeoloji ve yüzey araştırmaları, Paleolitik Çağdan itibaren yörede bir yerleşim olduğunu göstermiştir. Gölköy’de ele geçen buluntular Orta Paleolitik Çağda bir yerleşim olduğuna işaret etmektedir. Kastamonu’da İlkçağda yerleşim olduğunu anıtsal kaya mezarlarından anlaşılmaktadır. Kaya mezarlarının 3 tanesi, İsmail Bey Camisi bitişiğindeki Şehinşah Kayası denilen kaya bloğunun çeşitli yüzlerine oyulmuştur. Ayrıca kentin diğer ucunda, güneybatısında, Oyulmuş Kaya denilen bir kaya mezarı daha bulunmaktadır. Bunun anıtsal ön yüzü, bir tapınağın ön yüzüne benzetilmişse de sütunları zamanla aşınmıştır. Bu kaya mezarları, MÖ.700 dolaylarına tarihlendirilmiştir. İl sınırları içerisinde Pompeipolis (Taşköprü), Kytoron, Aigialos ve Abonou-ionopolis (İnebolu) antik kentleri bulunmaktadır Hitit kaynaklarında Pala ve Tumana olarak bu yöreden söz edilmiş oluşu Hititlerin bölgeye yerleştiklerini göstermektedir. Kastamonu yöresi, MÖ.XVIII.yüzyılda Gas’ların yurdu olarak isimlendirilmiş ve onları Hititler izlemiştir. Hititlerden sonra Frigyalılar, Kimmerler ve Lydialıların egemen olduğu bölge, M.Ö.IV.yüzyılda Perslerin eline geçmiştir. M.Ö.IV.yüzyılda Büyük İskender Anadolu’nun büyük bir bölümü ile Kastamonu yöresini’de egemenliği altına almıştır. İskender’in ölümünden sonra yöreyi ele geçiren Pontus Krallığı M.Ö.I.yüzyılda Romalılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Uzun süre Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Kastamonu, M.S.395 yılında İmparatorluğun bölünmesiyle Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) toprakları içerisinde kalmıştır. Romalıların bu yörede kurduğu Paflagonia isimli eyaletin merkezi olan Pompeipolis Höyüğü bugünkü Taşköprü ilçesinde bulunmaktadır. Bizans hanedanı Komenoslar tarafından yapılan ve Kastamonu şehrinin tarihsel çekirdeğini oluşturan Kastamonu kalesi XII.yüzyıla tarihlendirilmiştir. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Selçuklu kumandanı Tutak Bey’in yönetimindeki kuvvetler Kastamonu yöresine kadar gelmişlerdir. Kastamonu’nun Anadolu Selçukluları egemenliğine geçmesi Süleyman Şah zamanında olmuştur. Komutanlarından Emir Karatekin 1075 yılında Çankırı ve Sinop’un yanı sıra Kastamonu’yu da Bizanslılardan alarak Selçuklulara bağlamıştır. Haçlı Seferleri sırasında 1096’da Selçuklular Anadolu’nun iç bölgelerine çekilmek zorunda kalmışlar ve Kastamonu çevresi yeniden Bizans hakimiyetine geçmiştir. Ahmet Gazinin Oğlu Gümüş Tekin zamanında, 1105 yılında Danişmentlilerin eline geçen yöre, 100 yıla yakın bir süre Danişmentlilerin idaresinde kalmıştır. I.Kılıçarslan’ın oğullarından Melik Arap 1126’da Kastamonu yöresini yeniden ele geçirmişse de yöre Bizanslılar ile Selçuklular arasında sürekli el değiştirmiştir. Selçuklu Sultanı İzzettin Mesut’un 1155’te ölümü üzerine oğullarından Şahinşah yöreye Melik olmuştur. Alaeddin Keykubat zamanında Kastamonu bir uç merkezi haline getirilmiştir. Selçuklular Sinop’ta bir tersane kurmuş ve bunun sonucu olarak da Kastamonu Kuzey Anadolu’nun önemli bir vilayeti konumuna gelmiştir. Anadolu Selçuklularının dağılmasından sonra Candaroğulları yöreyi egemenlikleri altına almışlar ve 1392 yılında Kastamonu Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ankara Savaşı’ndan (1402) sonra Sinop’ta yaşayan İsfendiyar Bey yöreye hakim olmuştur. Osmanlı birliğini yeniden kurmayı başaran Çelebi Sultan Mehmet İsfendiyar Bey’i kendisine bağlamış ve Candaroğullarının Osmanlılara katılmasını sağlamıştır. Bunun ardından 1461’de Fatih Sultan Mehmet zamanında yöre, kesin olarak Osmanlı toprakları içerisine alınmıştır. XVI.-XVII.yüzyıllarda Kastamonu yöresi Celalî Ayaklanmalarından etkilenmiştir. I.Dünya Savaşı sonrasında işgale uğramayan Kastamonu’da Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ve Kastamonu Müdafa-i Hukuk Hanımlar Cemiyeti adı altında örgütler kurulmuştur. Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’dan ve diğer yerlerden kaçırılan silah ve mühimmat, Ankara’ya ulaştırılmak üzere İnebolu iskelesine getirilmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra il konumunu sürdürmüş ve Atatürk 23 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya gelerek Kıyafet ve Şapka İnkılâbını burada başlatmıştır. Kastamonu’nun belli başlı tarihi eserleri; Kastamonu Kalesi, Atabey Camisi (1273), İbn Neccar Camisi (1353), İsmail Bey Külliyesi, Nasrullah Camisi (1506), Yakup Ağa Külliyesi (1547), Sinan Bey Camisi (1571), Şeyh Şaban-ı Veli Camisi (1580), Duruçay Köyü’nde Halil Bey Camisi (1363), Kasaba Köyü’nde Mahmut Bey Camisi (1366), Karanlık Evliya Türbesi, Atabey Türbesi, Müfessir Alaaddin Türbesi, Terziköyü’nde Adil Bey Türbesi, Hatun Sultan Türbesi, Şeyh Şaban-ı Veli Türbesi, Pervaneoğlu Ali Şifahanesi (1272), Münire Medresesi, Deve Hanı, İsmail Bey Hanı, Durağan Hanı, Elmayakası Köyü’nde Atabey Hanı, Urgan Hanı, Arabapazarı’nda Çifte Hamam, Nasrullah Köprüsü (1506), Saat Kulesi (1891), Mimar Kemalettin üslubunda yapılmış Vilayet binası, Lise ve Müze binaları, Kastamonu sivil mimarisi örneklerinden ahşap evler, Burhan Küçük evi, Daday Köpekçioğlu Konağı, Balabanlar Konağı ve köylerdeki geleneksel mimariyi yansıtan evler dikkati çekmektedir. Ayrıca ilde mağara ve mesire yerleri bulunmaktadır.
  12. Karabük-Kardemir Demir-Çelik Fabrikası Karabük-Kardemir Demir-Çelik Fabrikası-Tarihçe Türkiye'de ekonomik ilkeler içinde demir çelik sanayi kurulup kurulmayacağının incelenmesine, 1925 yılında İktisat Vekaleti tarafından başlanmıştır. 1925, yılında, bir taraftan petrol yataklarının incelenmesi için Lüksemburg'lu Dr. Lucius, diğer taraftan kömür ve demir cevherini incelemek için de Avusturya'dan Leopen Maden Mektebi profesörlerinden Dr. Granigg getirilmiştir. Dr. Granigg, Türkiye'de demir çelik sanayi kurmaya elverişli demir cevherinin bulunup bulunmadığını, maden kömürlerimizin demir çelik sanayinde kullanılacak kok kömürü yapımına elverişli olup olmadığını, demir çelik sanayinin ekonomik bir şekilde Türkiye'nin neresinde kurulması gerektiğini incelemek üzere görevlendirilmiştir. Dr. Granigg'in çalışmaları sırasında Ticaret Vekaleti'nde bir Genel Müdürlük kurularak uzmanlara madenlerimiz incelettirilmiş, Belçika'da Maurice ve Almanya'da Koppers firmalarında kömürlerimizin koklaşma testleri, Lüksemburg'da Medinger'de demir cevherinin analizleri yaptırılmıştır. Ancak, bu çalışmalara devam edilmemiş ve demir çelik sanayinin kuruluşu 1928 yılına kadar gündeme gelmemiştir. 1928 yılı başlarında Erkan-ı Harbiye'de bir toplantı yapılarak Demir Çelik Sanayinin durumu yeniden incelenmiş ise de bütçeye ödenek konulmadıgından Demir Çelik Sanayinin kurulması işi ikinci kez karara bağlanamamıştır. Türkiye'de Demir Çelik Sanayinin kurulması çalışmalarına 1932 yılında Rus heyetinin incelemeleri ile başlanmıştır. Heyetin verdiği raporda, 1929-1930 yılları gümrük istatistiklerine göre yılda 150.000 ton demire sürüm bulunabileceği, gelecekteki ihtiyaç da düşünüldüğünde 300.000 ton/yıl üretim yapacak yüksek fırınlara gereksinim duyulacağı, yüksek fırınların işletilmesi için kurulacak kok fabrikasından da kimya sanayi bakımından çok önemli yan ürünler elde edileceği, ağır sanayi merkezi çevresinde kurulacak sülfirik asit ve diğer yan sanayinin ekonomik olacağı saptanmıştır. Nihayet, ağır demir sanayinin kuruluş yerinin tespiti ve diğer sorunların incelenmesi için, Sümerbank ve Erkan-ı Harbiye birlikte incelemelerde bulunarak Birinci Sanayi Planı'nında yer alan ağır demir sanayinin kesin olarak kurulmasına karar verilmiştir. Kuruluş yeri için KARABÜK yöresini uygun bulmuşlardır. Türkiye'de ağır demir sanayinin ( Demir Çelik Sanayinin ) kurulmasına dair kanun 17 Mart 1926 yılında kabul edilerek 29 Mart 1926 tarihli 334 sayılı Resmi Gazetede, 786 No.lu Kanun olarak yayınlanmıştır. Demir Çelik Sanayinin kurulması için 1925 yılında incelemelere başlanmasından sonra, bu sanayi için uygun bir yerin seçilmesi sorunu ile de ilgilenilmiş ve zaman zaman değişik fikirler öne sürülmüştür. Bu konuda, Amerika'lı iktisatçılar ve Rus heyeti incelemeleri ve SÜMERBANK ile ERKAN-I HARBİYE mümessillerinden bir kurul çalışmaları sonrası Demir Çelik Sanayi kuruluş yeri için, maden kömürü havzasına yakın olan "KARABÜK" seçilmiştir. Karabük'ün seçiliş nedenleri olarak şunlar gösterilmektedir. a) Maden Kömürü havzalarına yakınlık B ) Demiryolu güzergahı üzerinde oluşu c) Yörenin işçi yerleşmesine uygun oluşu d) Jeolojik bakımdan ağır endüstri kurulmasına elverişli oluşu. 10 Kasım 1936 tarihinde İngiliz Hükümeti ile imzalanan 2,5 milyon Sterlinlik bir kredi anlaşması üzerine H.A. Brassert firmasına ihale edilen tesislerin temeli; 3 Nisan 1937'de zamanın Başvekili İsmet İNÖNÜ tarafından atılmıştır. Yer olarak ise Zonguldak İlinin Karabük Köyünde Filyos Irmağının kolları olan Soğanlı ve Araç Çaylarının birleştiği alanda ki geniş çeltik tarlaları seçilmiştir. Böylece Karabük'te çeltik tarımından çelik sanayiine dönülerek Türkiye'nin ilk ağır sanayi hamlesi başlatılmış oldu. 1 Mart 1938'de teknolojik montaj çalışmalarına başlanılan ülkemizin ilk entegre demir çelik tesisleri, kurucu İngiliz firması uzmanları ile birlikte, Türk mühendis, teknisyen ve işçilerinin azami gayretli çalışmaları sayesinde 2 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanarak, 6 Haziran 1939'da Kuvvet Santralinin işletmeye alınmasına müteakip, diğer tesisler de peyderpey işletmeye alınmışlardır. 3 Nisan 1937'de temeli atılarak kurulan Demir Çelik Fabrikaları 13.05.1955 tarihine kadar Sümerbank'a bağlı “Demir Çelik Fabrikaları Müessese Müdürlüğü” adı altında çalışmıştır. Müessese, 13.05.1955 tarih ve 6559 sayılı kanunla bağımsız bir KİT durumuna gelmiş ve “Türkiye Demir ve Çelik İşletmeleri Genel Müdürlüğü” adını almıştır. 21.06.1955 tarihinde Etibank'ın bir müessesesi olan Divriği Demir Madenlerini de bünyesine alan ve Genel Müdürlük olarak faaliyet gösteren Karabük Demir Çelik Fabrikaları bünyesinde deneyimli montaj elemanları da yetiştirerek Türkiye'de ağır sanayiinin, Erdemir ve İsdemir'in kurulmasına da öncülük etmiştir. Uzun yıllar boyu ulusal endüstrinin lokomotifi olan Karabük Demir-Çelik İşletmeleri, bir dönemden itibaren teknolojisini yenilemekten alıkonulur ve Karabük'ten kaynaklanmayan nedenlerle zarar etmeye başlar. Böylece 5 Nisan 1994 tarihli Ekonomik Tedbirler Programı kapsamında yıl sonuna kadar özelleştirilmesine, bunun sağlanamaması durumunda kapatılmasına karar verilir. Bu kapsamda KARDEMIR 30.03.1995 tarihinde özelleştirilmiştir. Kardemir'in mevcut sermayesi 550.000.000 YTL. olup Sermayesinin %100'ü IMKB'da işlem görmektedir.
  13. _asi_

    Safran

    SAFRAN Dünyanın En Pahalı Baharat Bitkisi, Bir İlçemize Adını Veren Bitki, Mübarek Bitki, Sahteciliği En Fazla Yapılan Baharat, Kendi Ağırlığının 100.000 Kat Suyu Sarıya Boyayan Bitki, Adına Festival Düzenlenen Bitki, Bir Gramı Altının Gramına Eşdeğer Tutulan Bitki... Çok değil zamanımızdan yüzyıl öncesine kadar Safranbolu'da 40 köyde safran üretiminin yapıldığı bilinmektedir. Hatta Safranbolu isminin safranı bol veya safran şehri anlamına geldiği İlçenin ismi söylenirken ilk akla gelen şeylerden biridir. Zaman içerisinde boya teknolojisi ve ilaç sanayi indeki gelişmeler, fiyatının pahalı olması tüketimin iyiden iyiye azalmasına neden olmuştur. Günümüzde Safran tarımı, Devlet destekli projeler ile yaşatılmaya çalışılmaktadır. Safran çok eskiden beri yetiştirilen önemli bir ilaç, baharat ve boya bitkisidir. Ancak ekim alanı son yıllarda "hiç yok" denecek kadar azalmıştır. Safranın tarihsel ve ekonomik olarak çok önemli iki özelliği bulunmaktadır. Tarihsel özelliği, şirin ilçemize ismini vermiş olmasından ileri gelmektedir. Ekonomik özelliği ise, dünyada çeşitli endüstri dallarında çok geniş kullanım alanı bulunan en pahalı baharat olmasıdır. Dolayısıyla, safranın tarihçesi, morfolojisi, tarımı, hasat edilmesi, hasat sonrası işlemleri ve ekonomik değeri üzerinde durularak, tanıtımının yapılması büyük önem kazanmaktadır. Bugün, dünya piyasalarında, safranın gramı, altının gramına eşdeğer tutulmaktadır. Safran yetiştiren ve ürününü ihraç eden ülkeler, önemli oranda döviz girdisine sahip olmaktadır. Safranın, özellikle ilaç ve gıda endüstrisinde çok geniş kullanım alanı bulunmaktadır. Kanser araştırmalarında, bazı kanser türlerine karşı ümit var bulunduğu için, safran geniş çapta denemelerde kullanılan bir madde durumundadır. Kullanım alanları göz önüne alındığında, dünyada safrana talebin yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, safran ekim alanlarının sınırlı olması nedeniyle, elde edilen ürün, talebi karşılayamamaktadır. Safranın ekonomik değerinin çok yüksek olması ve dünyadaki talebin fazla oluşu, safran tarımını önemli duruma getirmektedir. Geçmişte geniş alanlarda safran yetiştirilmiş bulunan ülkemizde, unutulan tarımın tekrar canlandırılması ve çiftçilerin desteklenmesi, ülkemiz ekonomisi için büyük kazanç olacaktır. Safran'ın Tarihçesi Bazı literatür verilerine göre, safranın vatanının Anadolu ve Doğu Akdeniz çevresi olduğu, bazı kaynaklara göre ise, safranın Anadolu,ya Orta Asya'dan göç eden Türkler tarafından getirildiği belirtilmektedir. Homeros ve Hipocrates, safranın çağlar boyunca İran ve Hindistan'ın Keşmir Bölgesinde yetiştirildiğini kaydetmektedirler. Moğollar safranı Çin'e Araplar İspanya'ya ve Haçlılar Batı Avrupa'ya tanıtmışlardır. Eski Yunan, Roma ve Mısır uygarlıklarında safran, boyama, parfüm, ilaç ve yemek pişirme gibi amaçlarla kullanılmıştır. Kleopatra'nın, safrandan üretilmiş parfüm kullandığına ait kayıt düşülmüştür. Orta-Doğu'da, en az 4000 yıldan beri aromatik tatlandırıcı, parfüm, boya, ilaç ve hatta bir aphrodisiac olarak kullanılmak üzere safran yetiştirilmiştir. Öyle olmuştur ki, safran zaman zaman altın ile eşdeğer tutulmuştur. Safran Hititliler döneminden beri Anadolu'da bilinen ve ilaç olarak kullanılan bir drogdur. Yunanlılar döneminde, İzmir yöresinde yetiştirilmiştir. Osmanlılar döneminde de önemini korumuş ve 1858 Yılında, 9705 kg. safran İngiltere'ye satılmıştır. Yirminci yüzyılın başlarında, işgücü yetersizliği ve ekonomik güçlükler nedeniyle, ekimi ve üretimi çok gerilemiştir. 1913 Yılında, yalnızca Safranbolu ve Şanlıurfa'da safran tarımı yapılmıştır. Bu dönemde elde edilen safran miktarı ise, yalnızca 500 kg dır. Bu miktar, ülke gereksinimini karşılayamadığı için, 1923 yılından itibaren Avrupa ülkelerinden ithal edilmeye başlanmıştır.Safranın yıllık yurt içi tüketimi 1000 kg kadardır. Geçmişte safranın Ülkemizde yetiştirildiği yerler, başta Safranbolu olmak üzere İstanbul, Tokat, İzmir, Adana ve Şanlıurfa'dır. Safranbolu'da 40 kadar köyde safran yetiştirildiği kaydedilmiştir. Bugün ülkemizde safran yetiştiriciliği, yalnızca Safranbolu'da Davutobası (dört aile), Yörük (bir aile), Aşağıgüney (bir aile) Köylerinde olmak üzere üç köyde, 4310m2 alanda devam ettirilmeye çalışılmaktadır.Toplam üretimimiz 2004 sezonunda 7-10 kg arasında tahmin edilmektedir. Böylece dünya safran ticaretindeki önemli yerimizi kaybettiğimiz gibi, yurt içi üretim tüketimimizi karşılayamadığı için safran ithal etmek durumundayız. Safranın Dünyada Yetiştirildiği ülkeler Asya'da; İran, Azerbaycan, Hindistan, Pakistan, ve Çin dir. Ayrıca, Yeni Zelanda da yetiştirildiği de belirtilmektedir. Avrupa'da; Yunanistan, İtalya, Fransa ve İspanya. Kuzey Afrika'da; Fas ve Mısır. Orta Doğu'da; İsrail'de yetiştirilmektedir. Dünyada safranın 70 cinsine ait 1800 türü bulunmaktadır. Anadolu florasında ise,Crocus cinsine ait 40 tür saptanmıştır. Bu türlerin bir kısmı ilkbaharda, bir kısmı da sonbaharda çiçek açmaktadır. Safran Bitkisinin Tanımı Safran, soğan ile üreyen bir bitkidir. Toprak üstü kısmı tek yıllık, toprak altı kısmı çok yıllıktır. Toprak altındaki soğan kısmı üç yıl süresince her yıl filiz vererek yeni bitkiyi oluşturur. Yeni bitki çiçek verdikten ve gelecek yılın soğanını oluşturduktan sonra, toprak üstündeki kısmı kurur. Soğan kısmı, küre şeklinde, üstten ve alttan hafif basık, çevresi kahverengi kabuklarla örtülmüş durumda, büyüklüğü 2-4 cm çapındadır. Toprak üstündeki kısmında, bitkinin iğne şeklinde, ince uzun yaprakları bulunmaktadır. Çiçeklenme, Ekim ayının üçüncü veya dördüncü haftasından başlayarak 15 Kasım'a kadar sürmektedir. Her bir bitkiden ortalama 7-8 adet çiçek alınmaktadır. Bitki boyu 20-25 cm kadardır. Literatür verilerine göre, bitki boyunun 50 cm kadar olabildiği belirtilmektedir. Çiçekler viyole (mor) renkli olup, zambağa benzemekle birlikte, daha çok lale büyüklüğündedir. Çiçekte üç adet erkek organ bulunmaktadır. Erkek organlar sarı renktedir. Çiçeğin asıl önemli olan organı, dişi organdır. Bir adet olan dişi organ yumurtalık (ovary), yumurta borusu ve tepecik (stigma)'dan oluşmaktadır. Tepecik kısmı, uzunlukları 2,5-3,5 cm olan, flament de denilen, ipliksi görünüşlü olarak üç parçaya ayrılır. Tepecik (stigma) koyu kırmızı renktedir. Bitkinin yararlanılan organı, işte bu üç parçalı olan tepecik kısmıdır. Bu kısma "safran" da denilmektedir. Safranın Kullanımı ve Ekonomik Önemi Safranın ekonomik önemdeki organı, çiçeğindeki dişi organın üç parçalı tepecik (stigma) kısmıdır. Safrana büyük önem kazandıran crocetin, crocin, picrocrocin ve safranal gibi temel maddeler, yalnızca tepecik kısmında bulunmaktadır. Tepecik kısmı % 0,4-1,3 oranında uçucu yağ içermektedir. Uçucu yağın bileşiminde en çok safranal maddesi vardır. Sürdürülen araştırmaların çoğunluğu, belirtilen maddeleri içermesi nedeniyle, tepecik (stigma) üzerinde yoğunlaşmaktadır. Safranın kullanım alanı; Boya sanayi, kozmetik sanayi, ilaç sanayi ve gıda sanayi olmak üzere dört ana başlık altında toplanabilir. 1) Geçmişte, boyama işlerinde, kumaş ve halı ipliklerinin boyanmasında geniş olarak kullanılmıştır. Boyama gücünün çok yüksek (kendi ağırlığının 100 bin katı kadar) ve hoşa giden parlak sarı renk vermesine rağmen, pahalı madde olması nedeni ile, bugün genel olarak boyama için kullanımı çok azalmıştır. Sentetik boyalar çok daha ucuz olduğu için safranın yerini almış bulunmaktadır. 2) Kozmetik sanayi inde, parfüm üretiminde kullanıldığı belirtilmektedir. 3) Safran hem modern tıpta hem de halk hekimliğinde ilaç olarak kullanılır. İştah açıcı, balgam söktürücü ve cinsel gücü uyarıcı etkisi vardır. İştahsızlık, bronşit, boğmaca, hazımsızlık, uykusuzluk, iktidarsızlık, gibi rahatsızlıklarda kullanılmaktadır. Ayrıca adet söktürücü ve çocuk düşürücü olarak kullanılmaktadır. Safran küçük dozlarda iyi bir uyarıcı, yüksek dozlarda vucut sıcaklığını arttırıcı, çok yüksek dozlarda isetoksit etkili olup, kuvvetli kanamalara sebep olur. İnsanlar için letal doz 10-12 g arasındadır. Safran zehirlenmesi özellikle böbreklere yaptığı zarardan dolayı tehlikelidir. Safran, ayrıca kanser araştırmalarında önemli oranlarda kullanılmaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Rusya, İspanya, Fransa, Romanya ve İngiltere'de yapılan kanser araştırmalarında, fareler üzerindeki denemelerden, bazı kanser türleri için umut verici sonuçlar alındığı belirtilmektedir. Ancak, dünyada üretilen safran miktarı, yapılan araştırmalar için yeterli olmamasının yanı sıra, çok pahalı bir madde olması nedeniyle, hem araştırma yapılmasını sınırlamakta ve hem de araştırma giderlerini çok arttırmaktadır. Bu nedenle, safranın seralarda yıl boyunca üretimi için de araştırmalar yapılmaktadır. 4) Ülkemiz dışında, safranın gıda sanayi inde kullanılma alanı çok geniştir. Çorba çeşitlerinden et kızartmalarına ve etli yemeklere, tatlılardan tuzlulara, hamur işlerinden kurutulmuş meyvelerin renklendirilmesine kadar, yaygın olarak kullanılmaktadır. Örneğin, yemeklerde ve tatlılarda renklendirici ve tatlandırıcı olarak kullanıldığı gibi; hamur, makarna,peynir,tereyağı,sucuk,salam ve sosiste renklendirici; sıcak ve soğuk içeceklerde ve hatta bazı içki çeşitlerinde renklendirici ve tatlandırıcı olarak kullanılmaktadır. Bazı ülkelerde safranlı besinlerin ve içeceklerin hazırlanmasına ait kitaplar yayımlanmıştır. Safranlı besinlerin fiyatı, eşdeğerde olan çeşitlerine göre daha yüksek olmaktadır. Ülkemizde ise, safran kullanımı yaygın değildir. Eskiden beri, yalnızca zerde, aşure ve pilavda safran kullanılmaktadır. Son birkaç yıldan beri de Safranbolu İlçemizdeki lokumcular, diğer lokum çeşitlerinin içine safranlı lokumu da katarak lokum çeşitlerini zenginleştirmişlerdir. Safran Yetiştiriciliği İKLİM VE TOPRAK İSTEKLERİ: Safranın iklim isteği asmaya benzerlik gösterir ve rüzgara karşı korunmuş güney yamaçlarda iyi yetişir. Yaz kuraklıklarına ve soğanları dona dayanıklıdır. Vejetasyon devresindeki serin ve nemli havalar bitkinin gelişmesini olumsuz yönde etkiler. Özellikle çiçeklenme devresinde kuru ve güneşli havaları sever. Bu devredeki yağışlar ürünün kalitesini önemli ölçüde düşürür. Çiçekler dona çok hassastır. Safran kumlu, gevşek, taşsız ve iyi drenajlı toprakları sever. Biraz kireçli , tınlı ve killi topraklarda da iyi yetişir. Taban suyu yüksek olan toprakları sevmez. Aşırı yağışlarda toprakta biriken suyun soğanlar çürütmemesi için hafif meyilli tarlalar tercih edilebilir. TOPRAK İŞLEME VE EKİM: Safran tarımında özellikle ilk yılda bitkilerin gelişmesi ve yabancı otların yok edilmesi için toprak işleme çok iyi yapılmalıdır. Genellikle bir yıl önceden toprak nadasa bırakılır. Ertesi yıl ekim zamanın kadar tarla pullukla 4-7 kere sürülür ve tırmıklanır. Ülkemizde ekim Ağustos ayının ikinci yarısı ile Eylül ayında yapılır. Tohumluk olarak eski dikimlerdeki soğanların oluşturduğu yavru soğanlar kullanılır. Bu soğanlar pulluğun açtığı çiziye 12-15 cm derinlikte dikkatli bir şekilde bırakılır. Dikim sırasında birkaç erkek işçi pulluk çizgisini temizler, bir işçi soğanları diker, diğer bir işçide üzerlerine yanmış ahır gübresi serper. Böylece eşit derinliğe iyi bir dikim yapılmış olur. Sıra araları 10-20 cm, sıra üzeri de 8-10 cm kadardır. Ekimden sonra toprak bir defa daha tırmıklanır. EKİM NÖBETİ : Genel olarak safrana ekim nöbetinde yer verilmez. Bir tarladan üç yıl üst üste yararlanılır. Üçüncü yılın sonunda tarla bozulur. Bozulan tarladan soğanlar sökülür, sağlam ve iyi olanlar seçilir ve dikim zamanına kadar muhafaza edilir. Soğanların sökümü genellikle çapa veya bel ile yapılır. Davutobası' nda Haziran'ın ikinci yarısında genelde gündönümü olan 21 Haziran'da soğanlar topraktan çıkarılmakta, başka alanda bir yıl önceden hazırlanmış olan tarlaya, 20 Ağustos'tan itibaren tekrar dikim yapılmaktadır. Soğanlar tarlaya ekilmeden önce, yetiştiricilerin deneyimine göre hastalık bulaşmasın diye, dış kısımdaki kahverengi kabuklardan arındırılmaktadır. Aynı tarlaya 6-7 yıl sonra tekrar safran dikilebilir. İtalya ve İspanya’da safrana önemli zarar yapan Rhizoctonia crocorum ve Phoma Crocophila hastalıklarının ülkemizde görüldüğüne dair bir kayıt yoktur. Yalnız son yıllarda Colaoptera larvası soğanlara girerek zarar vermektedir. Bahse konu zararlı için Ankara Zirai Mücadele Merkez Araştırma Enstitüsü 6-7 yıldır çalışma içindedir henüz pratik bir mücadele yöntemi geliştirilememiştir. Profesör Neşet ARSLAN' a göre zararlı ile mücadele için; soğanlar biraz erken sökülmelidir. Soğanların sökümünde Haziran ayı beklenmeden Mayıs sonlarında veya Haziran başında soğanların sökülmesi halinde Colaoptera zararından soğanları kurtarmak mümkündür. Nitekim hocamızın haklılığı Mayıs Ayındaki ziyaretlerinde görülmüştür. Safran alanlarının tamamı dolaşılmış ve tarlaların hiçbirinde zararlı görülmemiştir. Bizde safrana en fazla tavşanlar zarar vermektedir. Safran soğanlarını çok seven tavşanlar toprağı kazarak soğanları yemekte ve önemli ölçüde tahribat yapmaktadır. Toprak kurtlarının da zararları söz konusudur. Arvicola arvalis (T Alpidae) İspanya da safranın en önemli zararlısı olarak bilinmektedir. HASAT, KURUTMA VE VERİM: Safranın hasat zamanı çiçeklenme devresi olup, yılın iklim şartlarına göre genellikle Ekim ayına rastlar, bazen Kasımın ilk yarısına kayabilir. Hasat 15-20 gün sürer. Safranın hasadı çok yorucudur ve genellikle 2 kademede yapılır. İlkönce yağışlı olmayan günlerde sabah erkenden henüz açmamış tomurcuklar dikkatle kopartılarak sepetlere konur. Sonra bu tomurcuklar gölge bir yere getirilerek açması için tekrar serilir. İkinci işlem açılmış çiçeklerde tepeciğin alınmasıdır. Tepecik küçük bir makasla ve tepecik parçalarının ayrıldığı yere yakın kısımdan kesilir. Kesilen parçada kalan dişicik borusu ne kadar kısaysa kalite o kadar iyi, uzunsa o kadar kötüdür. Davutobası' nda çiçeklerin hasat zamanı 25 Ekim-15 Kasım arasıdır. Sabahın erken saatinde, toplanma kolaylığı nedeniyle çiçekler henüz açılmadan toplanmakta, kapalı mekana getirilen çiçeklerin yaprakları açılarak dişi organ (tepecik) ve erkek organlar birlikte toplanmaktadır. Tepecikler arasında erkek organların da bulunması kaliteyi olumsuz yönde etkilemektedir. Hasat edilen tepeciklerin kurutulması da ayrı bir önem taşımaktadır. Davutobası' nda erkek organlarla birlikte toplanan tepeciklerin kurutulma işlemi geleneksel yöntemlerle yapılmaktadır. Öncelikle tepsilere balmumu eritilerek dökülmekte ve ince bir tabaka oluşturacak şekilde tepsi yüzeyinde yayılmaktadır. Hatta bazen kurutulmakta olan ürünün üzerine eritilmiş balmumu dökülür. Daha sonra erkek organlarla karışık olan tepecikler tepsiye dökülmekte ve tepsi yanmakta olan soba üzerinde 10-20 cm yüksekte meyilli bir şekilde tutularak kurutma işlemi yapılmaktadır. Tepsinin iç yüzeyinin balmumu ile astarlanmasının, kurutma işlemi sırasında materyalin tepsiden kayıp dökülmemesi için yapıldığı söylenmektedir. Ancak kurutma işlemi sırasında, dişi ve erkek organlar da balmumu ile astarlanmaktadır. Balmumunun tepecikleri astarlamasının, uzun süre koruyucu etkisinin olabileceği düşünülebilir. Burada belirtilmesi gereken husus, tepeciklerin erkek organlarla karışık olması ve ayrıca, balmumu ile astarlanmalarının kalitenin önemli ölçüde düşmesine sebep olmasıdır. Bu şekilde verim biraz artar ancak, kalite çok düşer. Bu geleneksel fakat iyi olmayan kurutma metodu ülkemizin safran ticaretinde rolünün kaybolmasında en etkili faktör olmuştur. Alıcı ülkeler bunu bir tağşiş kabul ederek bizden ithalatı keserek başka ülkelere yönelmişlerdir. Kurutma, kurutma dolaplarında veya üzerine kağıt koyarak ekmek fırınlarında da yapılabilir. Kurutma işlemi tepecikler iyice sertleşinceye kadar takriben 40-50 dk sürer. Kurutulmuş ürün şişelere veya tahta kutulara konularak muhafaza edilir. Ürün tekrar nemlenmekten ve ışıktan korunmalıdır. Daha önceleri Hindistan'da da geleneksel işleme metotlarının kullanılması, uluslararası standartlara uyulmaması, toz ve polenlerle kirlenme olması ve düşük oranda pigment içermesi gibi temel yetersizlikler nedeniyle, üretilen safranın kalitesi düşük olmuştur. Daha sonra çiçek hasat ediciler, hava tasnif ediciler, tepecik ve erkek organları ayırıcılar, ışıklı(solar) kurutucular gibi aletler tasarlanarak, laboratuarlarda ve safran yetiştirilen alanlarda denenmiştir. Denemeler sonucunda işlem ekipmanları, yetiştiricilere tanıtılmıştır. Aletlerin kullanıma girmesiyle işçi masraflarından önemli tasarruf sağlanmış ve sonuçta süper kalite ürün yetiştirilmesine başlanmıştır. Safranın verimi yıldan yıla değişir. 3 yıl faydalanılan bir tarlada verim ilk yıl dekara 1 kg kuru tepeciktir. İkinci yıl verim 2-4 kg/dekara yükselir ve 3. yıl tekrar azalarak 1-1,5 kg/dekara düşer. Ortalama 80-120 bin çiçekten 5 kg yaş tepecik, bundan da 1 kg kuru ürün alınır. Çiçek verimi 80-90 kg/da olup, günde 2,5-3,5 kg çiçek /da toplanır. Bir kadın işçi saatte 50-60 gr tepeciği çiçekten ayırabilir. Tüm bu hususlar dikkate alındığında safranın yetiştiriciliğinin çok zahmetli olduğu, ancak küçük arazilerde yapılabileceği kolayca anlaşılabilir. Safranın düşük verimi ve yoğun emek istemesi onun dünyanın en pahalı baharatı olmasının başlıca sebepleri arasındadır.
  14. _asi_

    Karabük Bulak Mencilis Mağarası

    Bulak Mencilis Mağarası Safranbolu'nun Bulak Köyü civarında bulunan Mencilis Mağarası (Safranbolu Merkezi'ne 8 km. kadar uzaklıkta), kayalık derin bir vadinin içinde bulunuyor. Mağaranın ağzına bu vadinin bir duvarındaki yaklaşık 150 basamaklı bir merdivenden tırmanılarak ulaşılıyor. Mağaranın uzunluğu 3-4 km. kadar. Bu mesafenin 400 metresi gezmeye uygun bir biçimde ışıklandırılmış ve yürüme parkuru yapılmış. Mağaranın içinde duvarlardan damlayan sulardan dolayı nemli bir hava var. Sıcaklık ise çok düşük, 10-15 °C civarında
  15. _asi_

    Safranbolu Evleri

  16. Safranbolu Evleri Ve Mimari Özellikleri Safranbolu Evleri, yüzlerce yıllık bir süreçte oluşan Türk kent kültürünün günümüzde yaşamaya devam eden en önemli yapı taşlarıdır. İlçe merkezinde 18. ve 19.yy. ile 20.yy. başlarında yapılmış yaklaşık 2000 geleneksel Türk evi bulunmaktadır. Bu eserlerin 800 kadarı yasal koruma altındadır. Evler Safranbolu´nun iki ayrı kesiminde gruplanmış durumdadır. Birincisi “Şehir” diye bilinen ve kışlık olarak kullanılan kesim, ikincisi “Bağlar” diye bilinen ve yazlık olarak kullanılan kesim. Şehir, yönetim merkezinin bulunduğu Kale, alışveriş merkezinin bulunduğu Çarşı, evlerin bulunduğu Akçasu, Gümüş, Musalla, Kalealtı ve Tabakhane semtlerinden oluşmaktadır. Bu kesim iklimin olumsuz etkilerine karşı korunmuş, alçak rakımlı iki vadinin içindedir. Burada evler birbirine yakın, sokaklar dardır. Bağlar birkaç yüz metre daha yüksekte, hava akımlarına açık ve daha geniş araziler üzerindedir. Hemen hemen herkesin bir kışlık bir de yazlık evi vardır. Yöre halkı kışın şehirdeki evinde yaşar ve yazın havaların ısınmasıyla Bağlardaki yazlık evine göçer. Ancak “Çarşı” üretim ve ticaret hayatı yazın da aynen sürer. Tüm evler kendilerine göre daha merkezi konumdaki kamu binalarına, dini yapılara ve anıt eserlere dönüktür. Hangi evden bakılırsa bakılsın manzara kapanmaz. Evlerin yakın plan cepheleri kör, uzak plan cepheleri açık ve birbirlerini izleyecek konumdadır. Şehrin ortasında bulunan meydana yönelik yollar ve sokaklar tamamen arnavut kaldırımlıdır. Anıt eserlerin avluları ve meydanlar da arnavut kaldırımlıdır. Mevcut taş kaplama tarzı rutubeti en aza indiren, sel sularına karşı dayanıklı ve ağaç köklerinin yeterli su almasına uygun yapıdadır. Safranbolu evinin boyutu ve biçimini belirleyen üç temel unsurdan söz edilebilir: Çok nüfuslu büyük aile yapısı, yağışlı iklim, kültürel ve maddi zenginlik. Bir ailede karı kocanın normal olarak iki ya da üç çocuğu vardır. Erkek evlat evlendirilince ona ayrı bir ev açılmaz, gelin aynı eve getirilir. Amcalar, yengeler, halalar ve torunlarında dahil olduğu aile hep birlikte bir evde yaşarlar. Evin kadınına işlerde yardım etmek amacıyla evlerin çoğunda evlatlık kız bulunur. Evlatlık kız evin kızı gibi görülür. Kalabalık aile yapısının yanında evlerde harem-selamlık ayrımı vardır. Ailelerin sahip olduğu hayvanlar evin zemin katındaki ahırlarda barındırılır. Yağışlı iklim nedeniyle kapalı alan ihtiyacı da fazladır. İnsan ve hayvan yiyecekleri, yakacak odunlar hepsi evin uygun bölümlerinde muhafaza edilirler. İşte tüm bunların sonucu olarak Safranbolu evleri büyük hacimlidir. Doğa-insan-ev; sokak-ev, sokak-çarşı ilişkileri son derece düzenli ve dengelidir. Çevreye olduğu kadar komşuya da saygı egemendir. Hiçbir ev diğerinin görünüşünü engellemez. Evlerin yapımında taş, kerpiç ahşap ve alaturka kiremit kullanılmıştır. Bahçeler sokaktan taş duvarlarla ayrılmıştır. Din ve gelenekler evi dışarıya kapar, bu yüzden ev içi ve bahçeler yüksek duvarlarla ayrılmıştır, pencereler kafeslidir, kadın yabancı erkeğe görünmez. Bazen aynı evin içinde bile, kadınlar ve erkekler ayrı ayrı yaşarlar. Safranbolu´da selamlık ve harem olarak ikiye bölünmüş böyle evler vardır. Hacı Memişler Bağ evinde ve Kaymakamlar Evinde harem ve selamlık girişleri değişik katta iki ayrı sokaktan sağlanmıştır. Aile yaşantısını tedirgin etmeden kolay ulaşılabilen bir odası da selamlık olarak kullanılır. Selamlık odaları biraz daha özenlidir. Evin girişinde zemin katta “hayat” vardır. Bu bölüm eğer taş kaplıysa “taşlık” adını alır. Burada ışık almayı sağlayan ahşap kafes “gliste” mevcuttur. Zemin katlarda ayrıca ahırlar, büyük kazan ocakları ve ambarlar bulunur. Üst katlara ahşap ustalığının üstün örneklerini sergileyen merdivenlerle çıkılır. İkinci kat diğer katlara göre daha basıktır. Bu katta gerektiğinde yatak odası olarak da kullanılabilen bir mutfak bulunur. Gündelik yaşam orta katta geçer. Soğuk kış günlerinde bu katın ısıtılması daha kolay olur. Üçüncü kat evlerde mükemmelliğe varılan noktadır. Bu katta tavanlar daha yüksektir. Odalara sekiz kenarlı bir çokgenden oluşan “sofa”nın daha kısa olan dört çapraz kenarından açılan kapılardan girilir. Odaların giriş kapıları köşelerdedir ve oda ile doğrudan teması kesen özel ahşap paravana düzeni bulunur. Odaların her biri bir çekirdek aileyi ya da bir aile yakının barındırabilecek tüm unsurlara sahip, bağımsız birim olarak tasarlanmıştır. Bu doğrultuda her odada ahşap dolapların (yüklük) içerisinde bugünün duş kabinlerini andıran gusülhaneler mevcuttur. Safranbolu evlerindeki çıkmalar, evin dış görünümünü tek düzelikten kurtarır. Evlerin pencereleri çok özel biçimde tasarlanmış olup dar ve uzuncadır. Ahşap kanatlı pencerelerde ayrıca “muşabak” denilen kafesler bulunur. Evlerde ısınma ocaklarla sağlanır. Ocaktan alınan közler mangala konarak taşınır. Katlar arasında zaman zaman tecrit malzemesi kullanılmış olsa da ahşap evlerde ısının muhafazası güçtür. Bu nedenle prensip mekanın değil insanın ısıtılmasıdır. Soba ise son dönemlerde kullanılmıştır. Aydınlatma aracı gaz yağı lambasıdır. Son zamanlarda “lüks lamba” diye tanımlanan, daha büyük boyutlu ve daha fazla ışık veren lambalar kullanılmıştır. Evlerin bazılarının içlerinde serinlik vermesi ve yangından korunmak amacıyla yapılmış olan havuzlar bulunmaktadır.
  17. _asi_

    Karabük Uluyayla

    Uluyayla (Safranbolu ) Safranbolu´ya 50 km. uzaklıkta olup Safranbolu-Ulus ve Eflani İlçelerinin kesiştiği bir noktada bulunmaktadır. 280 hektarlık 7km uzunluğundaki Uluyayla, çevresindeki ormanlarda pek çok ağaç çeşidini ve yaban hayatını barındırmaktadır. Ortada bulunan gölet, içinden yer altı nehrinin geçtiği mağara ve çeşitli sporlara elverişli yamaçları Uluyayla´nın güzelliğini artırmaktadır.
  18. Safranbolu Gezilebilir Müze Evler KAYMAKAMLAR GEZİ EVİ 18. ve 19. yy. Türk toplumunun geçmişini, kültürünü, yaşama biçimini ve teknolojisini yansıtan Safranbolu Evleri arasında önemli bir örnektir. 18. yy. başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Sahibi Safranbolu kışlası kumandanı Hacı Mehmet Efendi’dir. Hacı Mehmet Efendi’ye yarbay karşılığı olan “Kaim-Makam” denilmesi nedeniyle ailesi; dolayısıyla evleri de halk arasında bu isimle söylenegelir olmuştur. Kentsel dokusunu ve tüm mimari özelliklerini günümüze dek koruyabilmiş, ilçemizde T.C. Kültür Bakanlığı’nın Safranbolu’nun korunması ve sağlıklaştırılması projesi çerçevesinde 1979 yılında kamulaştırıp restorasyonunu tamamladığı Kaymakamlar Evi; 16.12.1981 tarihinde Eğitim Merkezi olarak hizmete açılmıştır. Safranbolu Çarşı’sı içinde, Hıdırlık Yokuşu Sokağı üzerinde bulunan yapı; kitle, plan ve cephe olarak özgün bir Türk Evi niteliğindedir. KİLECİLER GEZİ EVİ İlçemizin Musalla Mahallesinde Kışlayanı ve Akpınar sokaklarının birleştiği köşe başında bulunan Kileciler Evi’nin 1884 yılında Hacı Mehmet Efendi tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Her iki sokağın eğimine göre biçimlenen yapı, tam anlamıyla bir köşe evdir. Temel taş duvarlı, üst katlar ahşap çatkı arasında kerpiç dolgudur. İki cephede üst kat zarif işlemeli taş konullar üzerinde dışarıya taşarak inşa edilmiştir. Harem ve selamlık bölümlü konağın selamlık girişi Kışlayanı Sokağı, harem girişi ise Akpınar Sokağı üzerinde bulunmaktadır. MÜMTAZLAR GEZİ EVİ 1888 yılında Gazi Süleyman Paşa Medresesi Baş Müderrisi Müftü ve Müderris Ziya Efendi tarafından yaptırılmıştır. Geleneksel Osmanlı – Türk mimarisinin en belirgin özelliklerini gösteren ev, alttaki hayat bölümü ile birlikte 3 katlıdır. Harem ve Selamlık bölümlerinin birbirinden ayrıldığı evin üç ayrı girişi vardır. SİPAHİOĞLU GEZİ EVİ Yörük köyündeki anıtsal nitelikli evlerden biridir. Sipahioğlu Evi , genelde tüm Yörük Evleri gibi taş zemin üzerine, iki katlı olarak yapılmış, hissedarları tarafından binanın harem ve selamlık bölümleri ayrılmış, gezi amaçlı olarak kullanılmaktadır. Evin odalarında bulunan kalem işi süslemeler dikkat çekmektedir. Kalem işi süslemelerde C ve S kıvrımlarından oluşan düzenlemelerin de kullanıldığı firizlerde ve kartuşlar içinde “H.1294 -M.1877” tarihi okunmaktadır. EMİR HOCAZADE AHMET BEYLER GEZİ EVİ Bağlar-Değirmenbaşı mevkiinde bulunan bu evin bir odası önceden izin alınmak suretiyle gezilebilmektedir. Olağanüstü ahşap işçiliğiyle dikkat çekmiştir.
  19. Safranbolu Kent Tarihi Müzesi Eski Hükümet Konağı Kastamonu Valisi Enis Paşa ile İlçe Kaymakamı Ahmet Bey öncülüğünde ilçe halkının maddi destekleriyle iki yıl içinde (1904-1906) “kale” olarak adlandırılan tepeye inşa edilmiştir. Tamamen kesme taştan yapılan bina, 800 m² kapalı bir alana ve bir de mahzen bölümüne sahiptir. Bina, tarih içinde askeri, mülki ve adli yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. 19 Ocak 1976 tarihinde çıkan bir yangın sonucu çatısından tutuşarak yanmıştır. Kale de bulunan, Padişah lll. Selim’in Sadrazamı Safranbolulu İzzet Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Saat Kulesi (1797), Sultan ll. Abdulhamit Han devrinde yaptırılan Cephane Binası (1890) ve Cezaevi Binası (1906) diğer önemli tarihi yapılardandır. 2000 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Eski Hükümet Konağı ve çevresindeki binaların restorasyon çalışmasına başlanmış, 2006 yılında tamamlanmıştır. Kent Tarihi Müzesi, kentin kültürel, tarihsel, sosyal ve ekonomik zenginliğini tanıtmak ve yarının kentlilerine yol gösterebilmek amacıyla Safranbolu ile ilgili her türlü bilgiyi, belge, eşya, görsel malzeme, ses ve video kayıtlarını bünyesinde bulundurmak, bu verilere dayalı olarak geçici ve sürekli sergiler düzenlemek amacıyla kurulmuş kültür birimidir. Müze; zemin, giriş ve 1. kat olmak üzere 3 kattan oluşmaktadır. Safranbolu’nun günümüze kadar geçirdiği evreleri kronolojik olarak izleyebilir, yaşam ve kültürünü görüp eski bir Safranbolu Çarşısı’nda gezebilirsiniz. Giriş katta; Safranbolu’nun ve binanın tarihçesi, haritaları, kültürel yayınları, uydu görüntüleri, sergi salonu ve konferans salonu bulunmaktadır. Etnografya salonunda; Cumhuriyet Dönemine ait kıyafetler ve Safranbolu ‘ya özgü eski eşyalar sergilenmekte, Fotoğraflarla Safranbolu Salonunda; Osmanlı Döneminden Cumhuriyet Dönemine kadar uzanan Safranbolu tarihi ile ilgili bilgiler, görsel detaylar, Roma Dönemi, Osmanlı Dönemi ve Cumhuriyet Dönemi madeni paraları ve Eski el yazması eserler sergilenmektedir. Zemin Katta; Safranbolu’da Ticari Hayat ve geleneksel El Sanatları hakkında fotoğraflı bilgiler bulunmaktadır. Aynı zamanda; Esnaf Ve Zanaatkarlar Çarşısı’nda Eczanecilik Müzesi, Lokumculuk Müzesi, Yemenici, Baharatçı, Kundaracı – Sayacı, Semerci, Demirci, Kalaycı, Bakırcı ve Esnaf Kahvesi gibi Safranbolu’daki önemli Esnaf kollarının çalışma ortamları özgün canlandırma tekniği ile ziyaretçilere sunulmuştur.
  20. _asi_

    Karabük Eskipazar Sarı Traverten

    Sarı Traverten Ulu Önder Atatürk'e Yüreğimizden sunduğumuz sevgi Sarı Traverten; Anıtkabir'in yapımında insanımızın Ulu Öndere yüreğinden sunduğu bir eser olarak kullanılmıştır. Eskipazar'ın Güneybatı istikametinde Çaylı - Budaklar köyleri sınırı içinde bulunan Kayadibi mevkindedir. Yapı olarak açık sarı, kahverengi gözenekli, genellikle aragonit yer yer de mikro kalsit kristallerinden oluşmuştur. Antik çağlarda çok olmamakla birlikte kısmen kullanılmıştır. Yakın zamanlarda Ankara-Zonguldak demiryolu sanat yapılarında kullanılmıştır. Halen "eskipazar buğday başağı" ve "eskipazar sarı traverteni" olarak yurt içi mermer pazarında aranılan ticari bir değer olmasıdır. ESKİPAZAR’IN TAŞLARI Eskipazar’ın taşları Akşamları yağız yağız, Sabahları tunca bakar Eskipazar taşlarını Biraz derince yontsanız Ya Mehmet ya güneş çıkar. Eskipazar’ın taşları Ne yangınlar görmüş çeğil Külçe külçe, damar damar Eskipazar’ın taşları Eskipazar’lardan değil Bizim bağrımızdan çıkar. Eskipazar’ın taşları Çatal yüreğe hasret zahar Doyurmaz değme kan onları. Eskipazar’ın taşları Dağdan taştan kopup kopup Onda Anıtkabir’e koşar Eskipazar’ın taşları Belki bir kançekimi biraz: İlkin ulusum gibi münis, Değmeye görsün bir kez ama Şöyle bir kalem, bir çekiç Onun soylu onuruna Görüverin onarlı siz! Eskipazar’ın taşları Bir çiçek bozuğu yiğit, Gözlerinden bozkurt bakar. Eskipazar’ın taşları Ya gazidir ya da şehit, Ucu destanlara çıkar. Eskipazar’ın taşları Akşamları yağız yağız, Sabahları tunca bakar. Eskipazar’ın taşlarını Biraz derince yontsanız Ya Mehmet ya güneş çıkar. Anıtkabir’e taş olmak Dünya taşlarına baş olmak.
  21. _asi_

    Karabük Hadrianaupolis Antik Kenti

    Hadrianaupolis Antik Kenti Karabük İli, Eskipazar İlçesi’nin yaklaşık 3 km doğusunda bulunan Hadrianoupolis antik öreninde 2005 yılında başladığımız arazi çalışmaları bize Hadrianoupolis’in Güney Paphlagonia bölgesindeki bu kentte Geç Hellenistik, Roma ve Erken Bizans devirlerinde (en azından İ.Ö. 1. yy.dan İ.S. 8. yy.a değin) yerleşilmiş olduğunu ve kentin diğer Paphlagonia yerleşimlerinde olduğu gibi bir çekirdek bölgeye ve bu bölge çevresinde yoğunlaşan bir yayılma alanına (antik çağda “chora”) sahip olduğunu göstermiştir. Hadrianoupolis öreninin çekirdek bölgesinin (kent merkezinin) yayılım alanı Eskipazar İlçe merkezinin 3 km batısındaki Budaklar Köyü ve bu köye bağlı Hacı Ahmetler, Çaylı ve Eleler Mahalleleri sınırları içerisindeki 8 km.lik doğu-batı doğrultusunda ve 4 km.lik kuzey-güney hattında, bugünkü Eskipazar-Mengen Karayoluna paralel olarak uzanan mevkidir. Bu alanda 2005 yılında yaptığımız arkeolojik yüzey araştırmalarında 14 adet dağınık kamu ve diğer tür yapılar tespit edilmişlerdir. Bu kamu yapıları arasında Hamam A yapısı, ikinci bir hamam yapısı, A ve B olarak adlandırdığımız iki kilise yapısı, bir savunma yapısı, tiyatro olduğunu düşündüğümüz bir yapı, bir kemerli yapı ve kubbeli bir yapı gibi anıtsal binalar bulunmaktadır. Bu binalardan 2006 yılında ikisinde, 2007 yılında ise beşinde arkeolojik kazı çalışmaları yapılmıştır. Eylül 2007 de Karabük Bölge Koruma Kurulu tarafından Hadrianoupolis kentinin yayılmış olduğu alan 1. Dereceli Arkeolojik Sit olarak tescillenmiş ve koruma altına alınmıştır. Erken Bizans A Kilisesi 2003 yılında Karadeniz Ereğlisi Müzesi Müdürlüğü tarafından yapılan kurtarma kazılarında ortaya çıkarılan ve tarafımızdan Erken Bizans B Kilisesi olarak adlandırılan kent merkezindeki kilise dışında, Hadrianoupolis’de ikinci bir kilise kalıntısı 2005 yılı yüzey araştırmalarımız sırasında kent surlarının dışında tespit edilen ve tarafımızdan Erken Bizans A Kilisesi olarak adlandırılan yapıdır. Burası Hadrianoupolisin Bizans devri surlarının yaklaşık 2.5 km doğusunda, Göksu Deresi vadisinin hemen 500 m kuzeyinde bulunan ve Yerebatan ismi verilen bir tepe yükseltisinin zirvesinde bulunur. Bina plansal ve boyutsal olarak (20.28 x 15.84 m) Erken Bizans B kilisesine olağanüstü benzemekte, yine onun gibi üç nefli bir basilikal plan içermektedir. Bu kilisenin tabanı eşsiz mozaiklerle süslenmiştir. Bu mozaik zemin büyük olasılıkla Paphlagonia’ya dışarıdan gelen ustalar tarafından yapılmıştır. Bu ustaların geldikleri yeri kestirmek zor olsa da (Kuzey Afrika), Erken Bizans B Kilisesi’nin tabanında 2003 yılında keşfedilen mozaikler Edessalı ustalar tarafından yapılmış olmalıdır. Erken Bizans B Kilisesi 2003 yılında Karadeniz Ereğli Müzesi Müdürlüğü tarafından kurtarma kazıları sırasında açığa çıkarılan ve Hadrianoupolis yerleşiminin merkezi olarak tariflediğimiz Erken Bizans A Kilisesi’nin 4 km batısında, topografik olarak Göksu Çayı’nın 500 kuzeyindeki bir etekte bulunmaktadır. 2006 yılındaki incelemelerimiz bu bölgede başka dinsel yapıların da varolduğunu göstermektedir. Bu kilisenin de tabanında eşsiz mozaikler bulunmakta olup, kilisenin naosunda bemanın hemen önündeki ana sahnede İncil nehirleri Geon, Phison, Tigris ve Euphrates belgelenmiştir. Her iki kilisede ve hamamda keşfedilen Geç Roma-Erken Bizans mozaikleri Hadrianoupolis’in bu konuda bir hayli zengin bir kent olduğunu ve gelecekte bu dönem mozaik corpus’unu daha yakından anlamak için bize yeni veriler sağlayacağı izlenimini verir. Hamam A 2005 yılındaki yüzey araştırmaları sırasında keşfedilen Hamam A adını verdiğimiz kent merkezindeki anıtsal yapıda 1 Eylül 2006 tarihine kadar devam eden kazılarda 13 ana mekan ortaya çıkarılmıştır. Binaya ait kalıntılar Bizans devri dini yapıların yoğunlaştığı ve Erken Bizans B Kilisesinin de bulunduğu mevkinin yaklaşık 350 m güneybatısında olup, güneyindeki Göksu Deresine bir set oluşturacak şekilde oldukça dik doğal bir teras üzerinde inşa edilmiştir. Hamamın inşası büyük olasılıkla İ.S. 5. yy.da gerçekleşmiş olmalıdır. Elimizde bu konuya ilişkin veriler azsa da, hamamın hypocaust sistemi bize Geç Roma hamamlarını hatırlatmaktadır. Hamam İ.S. 7. yy. sonuna değin kullanımda olmalıdır; kazılar sırasında ele geçirdiğimiz 7 adet sikkeden bir kısmı bize hamamın İ.S. 8. yy.ın başlarında terk edildiğini düşündürmektedir. Binanın içinde gün ışığına çıkardığımız en çarpıcı arkeolojik öğe ise 10 nolu mekanda bulunan geometrik bezemeli mozaikli bir zemindir. Bu mozaik binanın İ.S. 5. yy.da inşa edilmiş olduğunu teyid eder. 2007 yılındaki kazılarımızda bu mekanın ?b? kısmında zemin mozaiğinin devamı bulunmuştur. Hamam B Hacıahmetler Mahallesinin doğu girişinin yaklaşık 50 m doğusunda, Eskipazar-Hacıahmetler yolunun hemen güneyindeki bu yapı oldukça büyük anıtsal bir yapıdır. 2007 yılında başlayan kazılarda yapının henüz 9 mekanı ortaya çıkarılabilmiştir. Bu mekanlar en az iki ana kanada oturtulmuş olup, Hamam A gibi yine doğal bir teras üzerine yerleştirilmişlerdir. Yapının 10 m kuzeybatısında modern asfaltın hemen kuzeyinde sekizgen planlı, mozaik zeminli, apsidal bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Hamam B ile bu yapının arasındaki ilişki henüz aydınlatılmamıştır. Her iki komplexin de tabanı geometrik motifli mozaiklerle süslenmiştir. 2008 yılında buradaki kazılarımız sürecektir. Geç Roma Villası .S. 5. yy.ın sonunda inşa edildiği düşünülen Geç Roma villası, Erken Bizans B Kilisesi’nin yaklaşık 150 m doğusunda bir düzlük üzerinde yerleştirilmiştir. 2007 yılında kazısına başlanan bu alanda geniş avlu içine yerleştirilmiş olan en az 10 mekandan oluşan bir villa keşfedilmiştir. Villanın 2 nolu mekanının tabanında evin sahibinin ve karısının portreleri resmedilmiştir. Mekanlardan ikisinin duvarlarında ise freskolar mevcuttur. Bu alanın kazısına 2008 yılında da devam edilecektir. Theatron 2007 yılında kazısına başladığımız theatron, tiyatro olarak düşündüğümüz, Hacıahmetler Mahallesinin doğu girişinin yaklaşık 50 m kuzeydoğusunda, doğal bir kaya yüzeyine konuşlandırılmıştır. Oturma sıralarından ibaret bu yapının kazısı 2008 yılında sürecektir. Roma Anıtsal Kaya Mezarı Kentin Roma döneminden kalma en önemli yapısı anıtsal mezar yapısıdır. Hamam A yapısının hemen 10 m kadar güneyinde, dik bir terasın içine oyulan bu kaya mezarı 3 adet klineye sahiptir ve giriş kısmı vurgulanmıştır. Roma Kuzeybatı Kaya Mezarı 2007 yılında kazısını yaptığımız bu mezar tiyatro olduğunu düşündüğümüz kayalık bir sırta oyulmuş yapının 5 kadar güneyinde yine kayalık bir yüzeye oyulmuştur. Kentte çok sayıda yeralan kaya mezarlarından güzel bir örneği teşkil eder. Anıtsal Kültik Niş Anıtsal kültik niş kentin nekropol alanında, Çay Mahallesinin yaklaşık 2 km doğusunda ve Göksunun kuzeyinde, bir kaya üzerine oyulmuştur. Bu kaya nişi 238 cm yükseklikte, 142 cm genişliktedir ve 28 cm genişlikteki iki adet sütunun üzerine yerleştirilmiş yarım daire şeklindeki alınlıktan oluşur. Nişin her iki yanı da düzeltilmiş ve niş tam ortaya çekilmiştir. Nişin hem üstünde, hem de altında ikişer, üçer basamak mevcuttur. Bu basamaklar nişin kaya yüzeyine oyulması ve nişin içine bir röliği yerleştirmek içindir. Nişte iki adet Korinth düzeninde başlık ve üç adet akroter şematize olarak verilmiştir. Yüzey toprağından yaklaşık 1 m yükseklikte bulunan bu nişin bir mezar anıtı ya da ostothek koyma anıtı olmadığını, Phrygia, Galatia örneklerinde olduğu gibi bir kutsal açık hava tapınım yeri olduğunu ve bu niş içine bazı dinsel törenler için bir rölik konulduğunu düşünüyoruz. Bu şekli ile Paphlagonia bölgesinde başka örneklerine rastlanan bu niş Phrygia bölgesinde çok yaygın olan dinsel bir açık hava tapınma öğesinin Güneybatı Paphlagonia bölgesinde de varolduğunun göstergesidir. Bu nişi tarihlemek elimizdeki verilerle çok zorsa da, bölgedeki birkaç örnek ile yapılan tipolojik analoji ile nişin İ.S. 2.-3. yy.a tarihlenmesi yanlış olmayacaktır kanaatindeyiz. Bu niş ile ilgili olarak bir başka ilginç durum da nişin nekropol alanında mezarlarla aynı bölgede varolmasıdır. Ayrıca çoktan unutulmuş bir Phryg dinsel geleneğinin güney Paphlagonia bölgesinde İ.S. 2.-3. yy.da hala varolması da ilginç bir durumdur. Diğer Yapılar Kentimizde daha birçok kalıntılar keşfedilmiş olup, anıtsal bir kemerli yapı, sur kalıntıları, mozaik zeminli yapılar, bir savunma yapısı, geniş bir mezarlık alanı ile bazı kült alanlarından oluşmaktadır. Sonuçlar Paphlagonia Bölgesi Batı ve Güney Anadolu’dan farklı olarak daha dağınık bir yerleşim düzeni göstermektedir. Bu yüzden bölgedeki antik çağ polis kavramını anlamak adına bu bölgedeki yerleşimler ve khora’ları tek tek mercek altına alınmalıdır; Hellenistik, Roma ve Erken Bizans döneminde bölgenin hinterlandındaki Hadrianoupolis gibi yerleşimler, kıyıdaki Sinope, Herakleia Pontika ve Amastris gibi şarap ve amphora üreticisi ve pazarlayıcısı kentlere bağcılık yaparak bu kentlerin şarap üretimi ihtiyacını karşılamakta idiler. Bazı bulgularımız bu bağcılık ve şarap üretim faaliyetlerinin pagan devirlerde tapınak ya da Hristiyanlık devrinde de kilise’nin tekeli altında olan bir faaliyet olarak karşımıza çıkabileceğini düşündürmektedir. Bölgede Erken Bizans çağı ile beraber bir kiliseleşme hareketi başlamıştır. Bu hareketin sebepleri ve etkileri daha derinlemesine araştırılmalıdır. Paphlagonia bölgesi Phryg adı verilen Demir çağı kültürel akımının etki altında kalmış bir bölgedir ya da Galatia bölgesine sınır komşusu olması yoğun Phryg-Paphlagonia münasebetine sebebiyet vermiştir. Phryg-Paphlagonia bağlantısının daha yakından irdelenmesi gerekir.
  22. _asi_

    Karabük Şeker Kanyonu

    ŞEKER KANYONU Karabük-Yenice Karayolu'nun 3. kilometresinde yer alan Şeker mevkiinden başlayan kanyonun toplam uzunluğu 6.5 km. olup, 2 km.sinden yol geçmekde ve 2. km.sinden sonra 4.5 km. Kanyoning yapmaya uygun bir alandır. Kanyoning yapmaya uygun olan bu alanda yer yer zorlu geçişler ve daralmalar vardır. Bazı yerlerde yüzmek zorunlu hale gelmektedir. Kanyon yüksekliği 100 metreden başlayıp 250 metreye kadar yükselmektedir. Kanyonun kayaları, kaya tırmanışları için uygun bir yapıya sahiptir.
  23. _asi_

    Karabük Eflani Göletleri

    EFLANİDE TURİZM VE GÖLETLERİMİZ Gerek doğal yapısı,gerek sanayiden uzak oluşu ve gerekse karadeniz iklimine sahipoluşu nedeniyle ilçemiz her sezon turistik bir yapıya sahiptir. Fakat altyapı eksikliği ve tanıtımının tam olarak yapılamaması nedeniyle çoğu bölgelerimizin güzellikleri bilinememektedir. İlçemizde Bostancılar , Bostancı ve Esencik olmak üzere 3 adet gölet bulunmaktadır. Göletlerin yollarının tamamına bakım yaplımıştır. Bostancılar Göleti Bostancılar Göleti İlçemizin Kuzey batısında Ovaçalış-Soğucak Yolu üzerinde yer alır. Merkeze uzaklığı 3 km. civarındadır.Yolu asfalttır.1 Km genişlikte 20-25 m derinliğindedir. Burada bulunan okul restore edilerek turizme elverişli hale getirilmiştir. Gölette kayık ve sal mevcuttur. Merkeze yakın olması nedeniyle genelde tercih edilir. Yakın zamanda yeni tesislerin kurulacağı söylenmektedir. Esencik(Kulüp Köyü)Göleti Esencik Göleti(kulüp Köyü)İlçemizin kuzey doğusunda Pınarbaşı-Azdavay yolu üzerinde yer alır.Merkeze uzaklığı 11 km. civarındadır. 2500 m genişliğinde 40-50 m derinliğindedir. Esencik köyü içersinden sola dönüldüğünde asfalttan 200 m. civarında içeride yer alır.Pınarözü köyü sağ yol ayrımından gidildiğinde uzaklık 6-7km civarındadır. Fakat yol stabilize olup bakım yapılmıştır. Gölette tuvalet ve piknik masaları mevcuttur. Bostancı (Ortakçılar) Göleti Bostancı göleti diğer adıyla Yarış Köyü veya ortakçı diye de adlandırılır. 1150 m genişliğinde 25-30 m derinliğindedir. Merkezin güney doğusunda Daday yolu üzerinde yer alır. Asfaltın sağ tarafında olup asfalta 200 m. Eflani'ye ise 3 km.civarında uzaklıktadır. İki ormanın arasına kurulmuş olup doğal manzarası çok güzeldir. Tuvalet ve piknik masaları kamp alanları mevcuttur. En çok ilgi gören göletimizdir. GÖLETLERDEN RESİMLER BOSTANCI (Ortakçılar ) GÖLETİ BOSTANCILAR GÖLETİ ESENCİK GÖLETİ
  24. _asi_

    Karabük Hanları

    CİNCİ HANI (Safranbolu) Karabük Safranbolu çarşısı’nın ortasında bulunan Cinci Hanı’nın kitabesi olmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, yaygın bir düşünceye göre bu yapı Sultan İbrahim döneminde (1640-1648) Anadolu kazaskeri Cinci Hoca tarafından yaptırılmıştır. Bu hanın, Cinci Hoca’nın idamından kısa bir süre önce inşa edildiği sanılmaktadır. Cinci Hoca’nın 1648’de idam edildiği dikkate alınacak olunursa hanın bu tarihten önce, XVII.yüzyılın ortalarında yapıldığı anlaşılmaktadır. Hanın mimarının kim olduğu bilinmemekle beraber bazı iddialara göre de Mimar Kasım tarafından 1645 yılında yaptırılmıştır. Cinci hanı günümüze oldukça iyi bir durumda gelmiş olmakla beraber yapılan değişikliklerle orijinalliğinden kısmen uzaklaşmıştır. Bu han Osmanlı şehir hanlarının klasik plan şemasına göre yapılmış, zemin katı tamirhane, ahır ve depolara ayrılmış, üst katı ise tamamen yolcuların konaklama yerlerine ayrılmıştır. İki katlı bir yapı olan Cinci Hanı’nın yapımında kesme taş ve moloz taş birleştirilmiş, kubbelerinde tuğlalar kullanılmıştır. Cinci Hanı 23.50x11.50 m. ölçüsünde dikdörtgen bir avlunun çevresinde iki katlı revak planına göre yapılmıştır. Payeleri üzerine oturan, sivri kemerli alt kat revakları beşik ve çapraz tonozla örtülmüştür. Revakların arkasında yer alan odalar köşelerdekilerin dışında bir pencere ve bir kapı ile revaklara açılmaktadır. Beşik tonoz örtülü bu odaların içerisine ocak ve nişler yerleştirilmiştir. Avlunun ortasına ilk yapımında sekiz köşeli olduğu sanılan sonradan on bir köşeye dönüştürülmüş bir havuz bulunmaktadır. Hanın girişi üç kademeli, yuvarlak kemerli ve demir kapılı bir açıklıktan ibaret olup, buradan üzeri beşik tonozlu bir bölüme ve ardından da avluya açılan çapraz tonozlu bir revaka geçilmektedir. Girişin sağında kalan revağın arkasına ahır ve depolar yerleştirilmiş, bunların üzerleri de çapraz tonozlarla örtülmüştür. Bu bölüm ayrıca dışarıdan 4 m. genişliğinde 4 payanda ile takviye edilmiştir. Girişin karşısına gelen beşik tonozlu revağın arkasına da 7 m. uzunluğunda bir hol, bu holün sonunda da helalar bulunmaktadır. Hanın ikinci katına, girişin avlu tarafındaki, çapraz tonozlu kısmın bulunduğu yerden 15 basamaklı iki ayrı merdivenle çıkılmaktadır. İkinci kat plan düzeni olarak alt kata benzemektedir. İkinci katta yalnızca alt kattaki sivri kemerli çapraz tonozlu mekanların yerini, sivri kemerli kubbeler yer almıştır. Buradaki kubbeli revakların arkasında kalan kısımlara beşik tonozlu odalar sıralanmıştır. Odalar birer pencere ve kapı ile revaka açılır ancak, bunların aşağı kattan bir farkı da dışarıya açılan pencerelerinin olmasıdır. Alt kattaki depoların bulunduğu kısımların üzeri de üst katta odalara ayrılmıştır. Girişin karşısına rastlayan koridor ve revağın üstüne de yine odalar eklenmiştir. Cinci Hanın doğu ve batı revaklarında içerisine rampalarla girilen bir de mahzen bulunmaktadır. Hanın ilk yapılışında 65 odası olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Sonraki yıllarda odalar bölünmüş ve bu sayı 180’e çıkarılmıştır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.