Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Van Medreseleri

    MEDRESELER HÜSREV PAŞA MEDRESESİ Eski Van'da Hüsrev Paşa Külliyesi içerisinde, caminin kuzey tarafında yer almaktadır. Medrese'nin cami ile aynı tarihte yani 1567 yılında yapıldığı kabul edilmektedir. Oldukça harap durumda olan medrese, 1996 yılında Prof. Dr. Abdusselam Uluçam başkanlığında başlatılan bazı kazı ve restorasyon çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Avlunun etrafında ters U biçiminde sıralanan 16 medrese odalarından meydana gelmiştir. Birisi kuzey tarafta, diğer ikisi batı kanadın güney ve kuzey köşelerinde olmak üzere avluya girişi sağlayan bölümler yer almaktadır. Moloz taşlarla inşa edilmiş kare planlı medrese hücrelerinin üzeri kubbeyle örtülmüştür. Güneybatıdaki kapı, Paşa Kapısı olarak adlandırılmaktadır. Medrese odaları kare planlı ve üzerleri kubbeyle örtülüdür. Ayrıca güneybatı köşeye, caminin hizasına dershane yapılmıştır. Medrese odalarının önünde bugün yıkılmış olan ahşap revak kısımları ve avlunun ortasında bir şadırvan bulunmaktadır. Tamamında moloz taş malzeme kullanılmış olup, üst örtüleri ve duvarların büyük bir kısmı yıkılmış vaziyettedir. HOŞAF HASAN BEY MEDRESESİ Van'dan Hoşap'a girişte, yolun hemen kuzeyinde yer al¬maktadır. İnşa kitabesine göre, Mahmudi Hasan Bey tarafından 1563 yılında yaptırılmıştır. Avlulu, iki kanatlı medreseler grubundaki yapının güneyinde dışa beş kenarlı taşıntı yapan mescit kısmı yer almaktadır. Güneybatı köşesine türbe eklenmiştir. Asimetrik planlı medresenin batısında üç, doğusunda beş oda yer almaktadır. Bu odaların üzerle¬ri beşik tonozla örtülü olup, dıştan düz toprak dam kaplıdır. Avludan birer kapıyla girilen odaların dışa açılan mazgal pencereleri mevcuttur. Cephelerinde düzgün kesme taş, iç kısımlarında ise, moloz taş malzeme görülmektedir. Süsleme unsuru bulunmamaktadır. HOŞAF EVLİYA BEY MEDRESESİ Hoşap'ın güneydoğusundaki Gevirhan Mezarlığı'nda bulunmaktadır. Mahmudi Evliya Bey tarafından XVII. yüzyılın 3. çeyreğinde yaptırılmıştır. Avlunun doğu ve batısında sıralanan medrese odaları, güneydeki sekizgen mescit ile bunun doğu¬sundaki iki odadan meydana gelmiştir. Batıdaki üç oda dikdörtgen planlı ve beşik tonoz örtülüdür. Doğudaki üç odanın üst örtüleri yıkılmıştır. Tamamında moloz taş malzeme kullanılmış olup, süslemeye yer verilmemiştir. PİZAN HÜSREV BEY MEDRESESİ Başkale'nin Pizan (Örenkale) Köyü’nde bulunan medrese, kitabesine göre Hüsrev Bey tarafından 1653 tarihinde yaptırılmıştır. Kuzeydoğu - güneybatı istikametinde kareye yakın dikdörtgen planlı yapı; avlulu, iki katlı ve iki kanatlı medreseler grubuna girmektedir. Revaklı avlunun gerisinde güneydoğu tarafta dört, kuzeybatıda ise üç oda yer almaktadır. Alt ve üst katlarda oda sayısı aynıdır. Kuzeybatı kanadın alt katındaki büyükçe mekan, mescid olarak düzenlenmiştir. Bunun güney tarafına verev biçimde mihrap nişi yerleştirilmiştir. Kuzeydoğu cepheye açılmış, sivri kemerli bir girinti içerisindeki kapıdan avluya girilmektedir. Kapı üzerinde kitabesi bulunmaktadır. Yapıda moloz taş malzeme görülmektedir. Herhangi bir süsleme mevcut değildir. BAHCESARAY MİR HASAN VELİ MEDRESESİ Bahçesaray'ın girişinde mezarlık içerisinde bulunan medrese, Mir Hasan Veli tarafından XVI. yüzyıl içerisinde yaptırılmıştır. Biri 1737, diğeri 1858 olmak üzere iki onarım kitabesi bulunmaktadır. Yapının günümüze zemin kat hücreleri gelebilmiş, diğer kısımlar temel seviyesine kadar yıkılmıştır. Kareye yakın dikdörtgen bir alana oturan medreseye güney cephenin ortasına açılmış kapıdan girilmekte¬dir. Ortada bir giriş holü, bunun iki yanında büyükçe birer oda olduğu tahmin edilmektedir. Kuzeyde ise, dikdörtgen planlı, üzerleri beşik tonoz örtülü beş oda sıralanmaktadır. Bunlardan ortadaki üç tanesi sağlamdır. Kalan izlerden iki katlı olduğu anlaşılan yapı, moloz taş malzeme ile inşa edilmiştir. GEVAŞ İZZETTİN ŞİR MEDRESESİ Hişet Mahallesi’nde XIV-XV. yüyıllara tarihlenen camiinin kuzey tarafına sonradan eklenmiştir. Avlunun üç yanında ters U biçiminde dolanan med¬rese odaları sıralanmaktadır. Medresenin batı cephesi dışa taşıntı yapmaktadır. Buraya açılmış fazla derin olmayan bir taç kapıdan giriş eyvanı vasıtasıyla avluya geçilmektedir. Avlunun etrafında sıralanan odalar farklı ebatlarda olup, hepsi beşik tonoz örtülüdür. Kesme taş malzeme kullanılan yapıda, süslemeye yer verilmemiştir. Batı cephedeki kapı, köşelerden sütuncelerle sınırlandırılmış sivri kemerli bir girinti içerisinde yer almaktadır. Basık kemerli açıklığın üzeri, iki taraftan yelpaze bingilerle daralan üçgen bir kavsara şeklinde düzenlenmiştir. Ortasına iki satırlık kitabe yerleştirilmiştir. Kitabe oldukça tahrip görmüş ve okunamayacak duruma gelmiştir. Kapı, yapının süsleyici unsurlarını üzerinde barındıran en önemli kısmıdır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarımı yapılmış olup, günümüzde sağlam vaziyettedir.
  2. _asi_

    Van Geleneksel El Sanatları

    GELENEKSEL EL SANATLARI Kilimcilik Van El Sanatları arasında önemli bir yere sahiptir. Düz dokumalar arasında yöre insanının hayvancılıkla uğraşmasının sonucu kilimcilik yaygınlaşmıştır. Geçmişte yöre insanının evlerinde yaygı, minder, yastık, hurç, erzak torbası, çuval, çocuk beşiği, yük örtüsü olarak kullanılmıştır. Mahalli bitkilerden elde edilen kökboyalarıyla boyanan kilimlerde kullanılan renkler; bordu, lacivert, Van beyazı denilen kirli beyaz, naturel kahverengi kullanılmaktadır. Van kilimlerinde ayrıbir güzellik ve duygu vardır. Motiflere; kurtayağı, akrep, çakmak, muhabbet kuşu, koçboynuzu, elibelinde, kemgöz gibi ilginç adlar verilir. El sanatları içerisinde Van çorapları, dantel, cicim (mezer) dokumacılığı oya işleri de bulunuyor. Bunların dışında Van’da gümüş işçiliği de yapılmaktadır. Bu el sanatımızın geçmişi yüzyıllar öncesine dayanır. Gösterişli, süslü ağızlıklar ve tütün tabakaları Osmanlı döneminde yaygın olarak kullanıldığı gibi Avrupa’ya da ihraç edilirdi. Yüzük, kemer, şemsiye sapı, hançer kını,ve kadınların gümüş takılarında Van Savat işinin ayrı bir değeri vardır. Günümüzde savatlı gümüş işlemeciliği Valiliğin gümüş atelyesi ve yerel atelyelerde yaşatılmaya çalışılmaktadır. İlimizde savat işlemeli kemer, kolye, bilezik, tütün tabakası, ağızlık bulmak mümkündür. Bir başka el sanatı etkinliği de ceviz ağacı işlemeciliğidir. Özellikle Bahçesaray Kaymakamlığı atelyesi ile Çatak ilçesindeki Mirava isimli özel atelyede; kaseler, biblolar, şamdanlar, tuzluklar, kaşık ve kepçeler, tabaklar ve vitrinlik süs eşyaları olarak üretimi yapılmakta ve satışa sunulmaktadır. Yöreye has giysiler ve baş süslemeleri de el sanatlarımız arasında önemli unsurlardır. Vanımız el sanatları bakımından oldukça zengin bir ildir. En önemli el sanatları; oya, çorap, dantel, halı, kilim, cicim, dokuma, gümüş işleme, kese v.b.dir. OYALAR Van'da oya, kadınların ve kızların özel uğraşları arasında yer alır. Küçük yaşlarda kız çocukları bir tığ ve bir yumak ipliği alıp oyanın temeli olan zinciri çekmektir. Zincir çekmek gibi basit bir teknikle başlangıç yapan kız çocukları becerilerini geliştirdikçe tel oya olarak adlandırılan iplik oyayı yapmaya başlar. Arkasından Van'da en çok kullanılan, beğeniyle yapılan renkli boncuk oyaları yapmaya başlar. Leçeklerin ve yazmaların etrafını süsleyen oyalar kızların çeyizlerinde önemli bir yer tutar. Kız kundağa çeyiz sandığa düşüncesiyle işe koyulan anneler kızlarının ilk çeyizi olarak bir oyalı leçeği san¬dığa koymayı hiç ihmal etmez. Oyalar yapanın ve kullananın marifetlerini ortaya koyar, diğer el işlerinde olduğu gibi oyanın fazlalığı ve düzeni, titizlikle yapılmış olması, renk uyumu, kullanıldığı yere uygunluğu şahsın becerikliliğinin ve marifetinin aynası sayılır. Oya gelin kızın kaynanasına götüreceği hediyesinin başında yer alır. Ancak bu oyanın seçkin, kıymetli bir oya olmasına da özen gösterilir. Oyaların yapımında oyanın özelliğine göre; Yuvarlak boncuk, kesme boncuk, inci boncuk, boru boncuk gibi değişik boncuklar kullanılır.İplik oyalarında kullanılacağı yere göre iplik seçilir. Bunlar düz renkli ya da ebruli renkli ipliklerdir. Eskiden fındık kuga olarak bilinen çok ince iplikler kullanılırken günümüzde artık naylon iplikler kullanılmaktadır. Van'da oyaların kullanıldıkları yerlere göre; __Leçek yazma oyaları, __Kese oyaları (Akçe kesesi, saat kesesi, tütün kesesi v.b.) __Köynek oyaları (Kadınların iç çamaşırı olarak giydikleri konbinezyonlarını süsleyen oyalar) __Bebek takımlarında kullanılan oyalar (Zibin, kundak, yüz örtüsü v.b.) __Namaz tülbenti mevlüt örtüsü oyaları __Dekoratif oyalar (Masa örtüsü, peçete el bezleri v.b. oyalar) olarak sınıflandırmak mümkündür. __Leçek oyaları: Halk arasında leçek olarak adlandırılan beyaz renkli tülbentlerin etrafları renkli boncuk kullanılarak oyalarla süslenir. Boncuk oyalarının kendine has adları vardır. Örneğin: Gelin kemeri, gelin güvey elele, sarhoş yolu, demokrat oya v.b. Yazmalarda genellikle boncuksuz oyalar tercih edilir, yazmanın içindeki desene uygun olarak renkler seçilir, tek renkli ya da birkaç renkten oluşan oyalar kullanılır. Maydanoz oya, çayır oya, hanım çantası gibi. Ayrıca gelin kızın çeyizinde önemli yeri olan pullu oya vazgeçilmez oyalardandır ki bu oya leçek etrafına dikilir ve hamam takımının içine bırakılır. Kese Oyaları: Para kesesi, saat kesesi, tütün kesesi gibi keselerin ağız kısmında ve etrafında kullanılır. Köynek Oyaları: Bayanların entarilerinin altından giydikleri boy köyneklerinin (gömlek ya da kombinezon) yaka ve kol etrafına tek sıra halinde kumaşın üzerinde yapılan çoğu zaman dantel ipliği kullanılsa da renkli fındık kugalarla yapılan bordürlerdir. Bebek Takımlarında Kullanılan Oyalar: Bebekler dünyaya gelmeden bebek takımları hazırlanmaya başlanır. Bu sevimli takımların etrafları ince renkli ipliklerle kendi üzerinde tığla bordürler yapılarak oyalarla süslenir. Namaz Tülbentli Mevlüt Örtüsü Oyaları: Na¬maz örtüleri genellikle beyaz tülbentten ya da mermer şahiden yapılır. Etrafında kullanılan oyalar genellikle hacimli iplik oyalardır, boncuk oya kullanılmaz. Mevlüt örtüleri özel günlerde, mevlütlerde kullanılan örtülerdir. Krepdemor tercih edilir. Oyası daha özenli yapılan ağır hacimli iplik oyalarıdır. Dekoratif Oyalar: Genellikle masa örtüleri, peçeteler, el bezleri kanaviçe işlemeli olup etrafları işlemesine uygun olarak oyalarla süslenir. Oya yapımı genç kızların ve kadınların boş zamanlarını değerlendirmede önemli yer alır. Oya yapımı genellikle toplu olarak bir arada bulundukları za¬man geleneklere bağlı olarak manilerle güle eğlene sürdürülür. Sıçan dişi, sarhoş yolu, tren yolu, bülbül gözü, civan bıyığı, kişmili gül, zerrin gadek oya, cüce gözü, gelin güvey el ele, gelin kemeri, demokrat oya, zengin salatası, bey beyendi, hanım sallandı, incili küpe, çavuş sırması belli başlı boncuk oyalarından bazılarıdır. Tentene (Dantel): Vanlı kadınların ve kızların vazgeçemedikleri el sanatlarından biri de tentene'dir. Büyük bir zevkle yapılan tenteneler masa örtüleri, yatak takımları, mutfak takımlarını süsleyen unsurlardır. Özellikle de kanaviçe örtülerin etraflarında mutlaka kullanılır. Değişik enlerde ve farklı kalınlıkta iplikler kullanılarak örülür. Etrafı tenteneli kanaviçe örtüler sedirlerin üzerinde kullanılan yastık örtülerinin en önemli süsleme unsuruydu. Pencerelerde kullanılan iç perdelerin uçları da yine kanaviçe işlemeli ve tenteneliydi. Elbise örtüleri de aynı özellikteydi. Günümüzde elbise örtüsü ve iç perdeler kullanılmasa da yatak takımlarında masa örtülerinde, peçetelerde ve birçok yerde bu el işleri büyük bir zevkle yapılmakta; özellikle de genç kızların çeyizlerinde yerini muhafaza etmektedir. ÇORAPLAR El sanatlarımız içerisinde halk arasında en fazla üretilen, çoğunlukla ihtiyacı karşılama amacıyla yapılan işlerin başında çorap örücülüğü gelir. Malzemesi tamamen yün olan çoraplarımız beş şişle örülür. Renkli motiflerle süslenen bu çoraplar aynı zamanda bir duygunun da ifadesidir. Köylerimizde örülen çoraplar bir ihtiyacı karşılama unsuru olarak örülse bile okuma yazma bilmeyen, duygu ve düşüncelerini sözle ifade edemeyen insanımızın ruh halini anlatan bir araçtır. Renklerin de ayrı bir ifadesi vardır. Beyaz renk sevgiyi, temizliği, kırmızı aşkı, muhabbeti, siyah üzüntüyü ümitsizliği ifade eder. Kullanılacak ipliğin inceliği çok önemlidir. İncelik çorabın değerini artırır. Bu nedenle iplik hazırlama büyük bir özen ister. Üçem hazırlanan iplik çorap örmede kullanılan en makbul ipliktir. Çok ince yün ipliği ile örülen yüzükten geçme çoraplar genç kızların çeyizinde önemli bir yer tutar. Burunları renkli motiflerle süslü yüzükten geçme çoraplar damat çorabı olarak genç kızlar tarafından büyük bir özenle örülür. Van ve yöresinde örülen çoraplar natürel renklerle ve renkli motiflerle süslü olmak üzere iki türlüdür. Kadınların ve genç kızların giydikleri çoraplar tamamı renkli motiflerle süslü çoraplardır. Erkek çoraplarının ise sadece burun ve taban kısımları renkli desenlerdir. Erkek çorapları genellikle uzun konçlu, boğazları lastikli ya da lastiksiz düz örülür. Konçların kenarlarına biritler yapılır, içinden bağcık geçirilmek sureti ile bağlanır. Kadınların ve kızlarının giydikleri çoraplar kısa boğazlı ve lastiklidir. Çoraplar ya konçtan başlanıp burun kısmında tamamlanır ya da burundan başlanarak konçta tamamlanır. Her iki şekilde de beş şişle örülen çoraplar dikişsizdir. Çorap örme ve kullanma geleneği şehirde de görülür. Günümüzde hala büyük bir ustalıkla ve zevkle örülen çoraplar giyilmektedir. Ancak saf yün iplikten örülen çorapların yerini akrilik karışık renkli, desenlerle kısa konçlu çoraplar almıştır ve genç kızların çeyizlerinde önemli bir yer tutmaktadır. KİLİM Yöre insanının hayvancılıkla uğraşması dokuma malzemesinin yaygın olarak kullanılmasında etkili olmuştur. İnsanlar, ihtiyaçlarını karşılama amacı ile dokudukları kilimleri evlerinde yaygı, minder, yastık, hurç, erzak torbası, çuval, çocuk beşiği, barzol olarak kullanmıştır. Kullanılan atkı ve çözgü ipliği tamamen yün ipliğidir. Dokumasında doğal boyalarla boyadığı, teşisiyle eğirdi ipliği kullanmıştır. Kullanılan renkler lacivert, bordo, natural kahverengi ve Van beyazı denen kirli beyazdır (Naturel Beyaz). Van ve yöresinde dokunan kilimlerde estetik güzelliğin yanında ilettiği mesaj çok daha önemlidir. İnsanımız ilmek ilmek, motif motif, duygularını, sevgisini, dile alamadığı, açıkça söyleyemediği aşkını, üzüntüsünü, beklentilerini kilimine işlemiştir. Motiflerin tekrarından oluşan desenlerle süslü kilimlerin kenarlarında tek ya da çift sıralı bordürlere rastlanır. Kilimlerde kullanılan motiflerden birkaçı; kurt ayağı, akrep, çakmak, muhabbet kuşları, ip susması, koç boynuzu, kengöz, elibelinde, toplu koçbaşı, dikmeli susmadır. En fazla görülen kilimler ise: Gülsarya, Nehrek, Halit Begi, Şahneri, Lüleperdir. GÜMÜŞ-SAVAT Van'da gümüş işlemeciliği el sanatlarının önemli bir parçasını oluşturur. Bu nedenle takılar genellikle gümüştür. Kadınların kadife entarilerinin üstünden taktıkları boyunlarındaki altın Heb’ler evladiyeliktir. Yuvarlak altın topların oluşturduğu bu takı oğul evlendirildiğinde geline takılır, o da kendi gelinine, böylece devam eder. Savatlı gümüş işlemeli kemerler de aynı şekilde evladiyelik kıymetli bir takıdır. Maddi durumu iyi olan ailelerde hemen hemen her geline takılan bir takıdır. Gerdanlıklar, kalınlı inceli bilezikler, yüzük, küpe ve saç bağları gümüştür. Eski altın takılara Heb'lerin dışında pek rastlanmaz. Erkeklerin yeleklerinin üzerinden taktıkları köstekleri, tütün tabakaları ve ağızlıkları ile taktıkları yüzükleri de gümüştendir. Günlük kullanılan tabakalar büyükçe, kalın, özel günlerde kullanılan tabakalar ise ince biraz daha küçük üzeri daha fazla işlemelidir. Savat; esas maddesi gümüş sülfür olan siyah bir minenin, gümüş bir levhanın önceden hazırlanmış bölümlerine kakılmasıyla gerçekleştirilen süsleme tekniğidir. Gümüşçülük son yıllarda açılan gümüş atölyeleriyle Van'da gelişmiştir. Van'da üretilen gümüş takılar çeşitli illere ve ülkelere de gönderilmektedir. CEVİZ OYMACILIĞI Bahçesaray ve Çatak ilçelerimizde yapılan ceviz oymacılığı, çeşitli türdeki kaplar, süs eşyaları, satranç takımı, biblolar vb. ürünler şeklinde son derece iyi bir işçilikle sunulmaktadır. SERAMİK SANATI Ana malzemesi toprak olan seramik üretimi Anadolu topraklarında 8000 yıl önce başlamış ve tarihi süreç içerisinde gelişerek bir kültür hazinesi oluşturmuştur. Anadolu topraklarını bir parçası olan Van’da da seramik sanatının güzel örnekleri verilmiştir. Seramik sanatının Van’daki başlangıcını burada yaşamış olan Hurilere dayandırmak mümkündür. Hurriler seramik alanında çok güzel eserler meydana getirmişlerdir. Seramikten meydana getirmiş oldukları testilerin dışını beyaz, sulu çamur tabakasıyla kaplayarak üstüne siyah bir arka fon çekmişler ve bu fonun üstünü geometrik şekiller ve hayvan figürleriyle süslemişlerdir. Testilerin yanı sıra, taslar şişeler ve hayvan şeklinde vazolar da yapmışlardır. Hurrilerden sonra bölgede hüküm süren Mitaniler de seramik üretmiş, meydana getirmiş oldukları bu eserleri kırmızı, kahverengi ve siyah boyalar kullanarak süslemişlerdir. Mitaniler de süsleme öğesi olarak geometrik şekiller ve koşan, duran, dövüşen hayvan figürleri kullanmışlardır. Bölgede yaşamış olan bir diğer devletin Urartular olduğunu belirtmiştik.Çanak-çömlek üretimi Urartuların karakteristik sanat dallarından biri idi. Urartuların üretmiş oldukları çanak-çömlekler teknik, renk ve biçim açısından önemli farklarla diğer devletlerin üretmiş oldukları çanak çömleklerden ayrılmaktadır. Urartu çanak-çömlekleri kırmızı açkılı çanak çömlekler olarak adlandırılmaktadır. Kırmızı açkılı çanak-çömlekler Urartu çömlek üretiminin yalnızca % 5’lik kısmını oluşturmaktadır. Bunlar saraylarda kullanılmak üzere imal edilmişlerdir. Mezarlarda ve tapınaklarda da bu tarz çanak-çömleklere rastlamak mümkündür. Kâseler, şişkin karınlı küpçükler, tabaklar, testiler kırmızı açkılı çanak-çömleklerdi. Urartular saraylar ve dini törenlerin yanı sıra günlük hayatta da depolamak ya da yemek pişirmek için farklı seramik kaplar kullanmışlardır. Günlük hayatta kullanılan kaplar sıvı gıda, şarap saklamak ya da yemek pişirmek için kullanılmıştır. Kısa bir süre öncesine kadar Van Gölü kıyısında yer alan Bardakçılar köyünde on iki çömlekçi atölyesinde çanak- çömlek yapımı sürmekteydi. Burada meydana getirilen eserler sırsızdı ve Türkiye’nin birçok yerinde meydana getirilenlerden farklı değildi. Bardakçılar köyünde çanak-çömlek imalatı yapılan fırınlar mimari görünüm açısından birer anıt niteliğindeydi. Günümüzde bunlar yok olmuştur. Ayrıca burada çömlekçi çarkında da meydana getirilmiş olan çanak-çömlekler de mevcuttu.
  3. _asi_

    Van Gelenek-Görenekler

    EVLENME ve DÜĞÜN ADETLERİ Toplumsal hayatta fertler ve gruplar arasındaki ilişkilerin düzenli bir biçimde sürdürülmesini sağlayan bir takım kalıplaşmış davranışlar, kurallar, kanunlar ve yasaklar vardır. Bu temel kavramlar: âdet, an’ane, gelenek, görenek, inanç, örf, teamül, töre, ve moda’dır. Doğum, sünnet, askere gitme, evlenme, ölüm gibi hadiseler, İnsan hayatının belli dönüm noktalarıdır. Her biri ayrı ayrı önemli olmakla beraber, evlenme ve evlenmenin törensel yönü olan düğünler, toplumsal hayatın önemli bir unsuru, kişilerin gelecekleri ile ilgili önemli bir kilometre taşıdır. Evlilik sosyal bir olgudur. Esas itibariyle toplum tarafından onaylanan kadın ve erkek arasındaki bir ilişki türünü karakterize etmektedir. Başka bir deyişle evlenme olgusu aileyi oluşturan toplumsal ilişkileri belirli kalıplar içine yerleştiren bir sözleşmedir. İlişkinin belirli kalıplar içinde gerçekleşmesi, evliliğin sosyal bir kurum olarak ele alınıp incelenmesine imkan vermektedir. Ailenin sürekliliği, evlilik kurumuyla sağlanır. Her toplum, kimin kiminle, kaç eşle ve hangi şartlarda evlenebileceğine dair bir takım kurallar ortaya koymuştur. Bu kuralların oluşmasında, ekolojik şartların şekillendirdiği yaşama biçimleri, inançlar, adetler önemli rol oynar. Dolayısıyla özü teşkil eden unsurları aynı kalmakla beraber evlenme-düğün adetleri de bölgeden bölgeye, şehirden şehre, hatta köyden köye farklılıklar gösterir. Bu değişim, kırsal kesime göre sanayileşmenin daha hızlı yaşandığı şehir merkezlerinde daha hızlı yaşanır. Şehir merkezlerinde geleneksel evlenme-düğün adetlerinden uzaklaşma, bu değişimin bir sonucudur. Van’da evlenme-düğün adetleri: Evlenme Yaşı Kırsal alanda evlenme, şehir merkezine göre daha erken yaşlarda olmaktadır. Kimi yörelerde evlenmenin gerçekleşmesi için erkeğin askerliğini yapmış olması şartı aranmazken, çoğunlukla bu şartın dikkate alındığı görülür. Özellikle merkezde kız tarafının oğlan tarafına yönelttiği ilk soru, damat adayının askerliğini yapıp yapmadığıdır. Genellikle kızlarla erkeklerin evlenme yaşları birbirine yakın olmaktadır. İster merkezde, ister kırsal kesimde olsun, evlenme yaşını ve zamanını ekonomik şartların, kimi sosyal olayların, göçlerin, ölümlerin belirlediğini de söylemek gerekir. Van’da görücülük usulünün yaygın olduğu evlilikte evlilik yaşı yukarıdaki şartlar da dikkate alınarak erkeklerde 18-20, kızlarda 16-18 yaş civarındadır. Evlenme yaşını geçen kız ve erkekler için yakıştırılan birtakım sıfatlar kullanılır. Mesela evde kalan kızlar için “turşamış”, evlenme yaşı geçmiş erkekler için de “kartlamış” denir. Evde kalan kız ve erkeklerin kısmetlerini açmak için değişik yollara başvurulur. Yatırları ziyaret ederek adakta bulunma, çevrede tanınan hocalara muska yaptırma, Cuma namazından çıkanlara kilit açtırma, gelin ayakkabısının altına isim yazdırma, kısmetin açılması için yapılanlardan sadece birkaçıdır. Van’da Hıdırellez ve Hıdırnebi törenlerindeki uygulamaların önemli bir kısmı da kısmetin açılması ile ilgilidir. Örneğin, Hıdırellez akşamı, gül dalına asılan yumurta, sabah namazından sonra alınır. Yumurta üzerinde yazıya benzer birtakım işaretler aranır. İşaretlerin bulunması kısmetin açılacağını gösterir. Ayrıca yumurta kimseye gösterilmeden yenirse kısmetin açılacağına inanılır. Hıdırellez gibi Hıdırnebi törenlerinin önemli kısmı, kısmetin açılması ile ilgilidir. Yedi genç kız, yedi kapıdan, yedi türlü kuru yiyecek (bulgur, pirinç, nohut, fasule gibi) toplarlar. Bunları hiç konuşmadan öğütüp un haline getirirler. İçine bol miktarda tuz katılır. Buna Hıdırnebi Kavudu denir. Uyumadan önce iki rekat namaz kılınır ve tuzlu kavuttan yenir ve niyet tutularak uyunur. Rüyalarında evlenecekleri kişiyi göreceklerine inanırlar. Evlenme İsteğinin Belirlenmesi Erkekler bu isteklerini ailelerine genellikle anneleri, arkadaşları veya yakın akrabaları vasıtasıyla bildirirler. Davranışlarda gözlenen birtakım değişiklikler, huysuzluk gösterileri, eve geç gelmeye başlamalar, büyüdüğüne dair imalarda bulunmalar, pilava kaşık saplama, evin damına çıkıp ezan okuma, erkeklerin evlenme istekleri ile ilgili başvurdukları yollardandır. Kızlar da evlenme isteklerini değişik yollarla belirtirler: Serçe parmağının tırnağını uzatma, anne ve babasının yanında parmaklarını şakırdatma, babasının ayakkabılarını saklamak veya süpürgeyi odada ters bir şekilde bırakma, çeyiz hazırlıklarından sık sık söz etmeler bu isteği belli etme yollarından bazılarıdır. Kız Arama, Görücülük Evlenme girişiminde bulunmada erkek tarafı aktif, kız tarafı ise pasif durumdadır. Girişim, genellikle erkekten ve erkek ailesinden gelir. Şehir merkezinde kısmen de olsa tanışıp anlaşarak evlenme görülürken, kırsal kesimde görücülük daha yaygındır. Evlenmenin ilk adımı kız aramadır. Oğullarını evlendirmek isteyen aileler, önce akrabalarından, komşularından, yakın çevrelerinden başlayarak kız aramaya çıkarlar. Düğün, taziye hamam ziyaretleri, kız arama için en uygun ortamlardır. Erkeğin annesi, varsa ablası, yakın akraba ve komşularından seçilen birkaç kadının, beğenilen kızın evine ziyarete gitmeleri, kızı görmeleri, onu incelemeleri ve niyetlerini açığa vurmaları, görücülüğün kız bakma aşamasını oluşturur. Bu tür evlenmede adaylardan çok, onların yakınlarının beğenisi, isteği ve girişimi söz konusudur. Kuşkusuz erkek de bu tercihi genellikle onaylar. Kız görmeye genellikle habersiz gidilir. Son zamanlarda aracı olarak adlandırılan kişiler kız evinin ağzını aradığı için kız evi aslında haberdardır. Kızın davranışlarına bakılarak istekli olup olmadığı anlaşılır. Gelin adayının ikramda bulunması, yanlarında oturması, istekli olup olmadığının belirtisidir. Kız evinden olumsuz cevap alınacağı sezilirse başka adaylar üzerinde durulur. Gelin ve Damat Adaylarını Araştırma, Ağız Arama Taraflar kesin karara varmadan önce gerek oğlan, gerekse kız ailesi adaylar hakkında bilgi toplamaya çalışırlar. Elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi kız için işgüzar, namuslu, terbiyeli, evine ve törelerine bağlı olup olmadığı; oğlan içinse kötü alışkanlıklarının bulunup, bulunmadığını, işine, mesleğine bağlılığı noktalarında toplanmaktadır. Oğlanın evi (yörede genellikle erkek tarafı için oğlan evi, oğlan tarafı, oğlan babası gibi terimler kullanırlar.), o yörede hatırı sayılır birini kız evine gönderir. Bu kişiye elçi denir. Kızın kesin verileceğine dair söz alır. Eğer kız ve oğlan tarafları karşılıklı olarak bir mutabakata varmışlarsa, kız istemeye, yani dünürcülük aşamasına geçilir. Kız İsteme - Kesbiç Oğlan tarafı yakın dost akrabaları ile kızı istemeye kız evine giderler. Hal hatır sormalardan, gündelik konuşmalardan sonra asıl konuya geçilir. Mecliste hazır bulunan Oğlan tarafının en büyüğü gelin adayının babasına, babası yoksa en yakınına hitaben: “Kızınızı Allah’ın emri, Peygamber Efendimizin sünneti ile oğlumuza istiyoruz" diyerek niyetlerini belli eder. Genellikle ilk istenişte kız verilmez. “Kız evi naz evi”dir. Ancak yine de kız evinden bir büyüğün “Allah yazdıysa olur” şeklindeki ifadesi, kızın verileceği şeklinde yorumlanır. Bu arada kız evinde oğlan evi tarafının getirilen şeker, lokum, çikolata gibi yiyecekler (şirinlik, ağız tadı vs.) yenilir. Bazı yörelerimizde Kur’ân da okunur. Çaylar içilirken bu arada başlık konuşulur. Başlık genellikle belirli bir miktarda paradır. Bazı aileler başlık parası yerine süt parası isterler. Kız kaçırma olayı söz konusu olduğunda da başlık istenir. Bu tür durumlarda, kız babasının normal başlık parasının iki katını isteme hakkı vardır. Başlık parası dışında kız tarafına verilecek hediyeler de konuşulur. Bu hediyeler at, silah, koç, halı, kilim, kumaş, altın ve çeşitli eşyaları olabilir. Erkek tarafının vereceği hediyeler hesaplanır ve tek tek “çeyiz defteri”ne yazılır. Bütün bu düğün hediyelerine Helet denir. Şerbet Şerbet, ferahlık ve mutluluk müjdecisi olarak düşünülür. İki taraf birlikte bir tarih belirlerler. Sadece iki tarafın erkekleri kız evinde toplanırlar. Kız evinde hazırlanan şerbet içilir. Erkek tarafının şerbet bardağını saklaması ve çıkışta kız evi önünde kırması uğur sayılır. Yine kız evinden çalınan ufak tefek eşyalar (bardak, tabak, kaşık gibi) uğurlu eşya olarak saklanır. Şeker (Kellebaş) Şerbetten sonra oğlan evi kız evine en az bir sandık şeker gönderir. Şeker sandığı süslenir bir vasıtanın üzerine konur ve çevrenin görmesi için de şehir turu attırılır. Böylece haberi olanlar olmayanlara filancanın şekeri gidiyor diye haber verirler. Aynı gün kız evi de oğlan evine KELLEBAŞ gönderir. Bu genellikle kızın çeyizinde bulunan erkek giyecekleridir. Özellikle düğün günü bu giyeceklerden seçilir iç çamaşırı vs. damat tarafından giyilir. Nişan Söz kesiminden sonra gelen aşama “nişan”dır. Nişan töreni genellikle kız evi tarafından düzenlenir. Ancak masraflar oğlan evine aittir. Nişan öncesinde kız ve birkaç yakını nişan alış verişine götürülür. Burada kıza ve akrabalarına nişan için giyecek alınır. Kız evi de oğlana ve yakınlarına giyecek alır. Kıza alınanlar “nişan bohçası” içerisine konularak kız evine gönderilir. Damada da nişan bohçası hazırlandığı olur. Nişana oğlan ve kız evinin yakın akrabaları, komşular davet edilir. Genellikle oğlan evinde toplanan davetliler topluca kız evine giderler. Nişan elbisesini giyen kıza kayınvalidesi ile oğlanın yakınları tarafından “takı” takılır. Nişan takısı genellikle üç beşibirlik (beşibiryerde), altı bilezik, yüzük ve küpeden ibarettir. Takılar, bir büyük tarafından bu tür törenlerde adet olduğu üzere kalıplaşmış söz ve dileklerle adayların sağ ellerinin nişan parmaklarına takılır. Geleneksel kesimde nişan töreni, erkeklerin ve kadınların ayrı yerlerde oturdukları bir evde yapılır. Yüzükler takıldıktan sonra gelin ve damat orada bulunanların elini öper. Son yıllarda nişan töreni için düğün salonu kiralandığı da olur. Nişan daha gösterişli, tantanalı ve kaç-göç adetine uymadan kadın erkek bir arada yapılmakta ve kutlanmaktadır. Nişanlılık süresi ailelerin durumuna bağlıdır. Özel durumlara bağlı olarak bu süre, uzayıp kısalabilmektedir. Geleneksel kesimde önceleri nişanlıların birbirleri ile görüşmeleri engellenirken, günümüzde görüşme yakın akrabaların da bulunduğu bir ortamda sağlanmaktadır. Nişandan sonra bazı yörelerimizde “dini nikah” yapılmakta, bu durumda çiftler birbiri ile rahatlıkla görüşebilmektedir. Geleneksel düğünlerde önemsenen nikah, dinî nikahtır. Belli bir zamanı olmamakla birlikte genellikle Kesbiç, Nişan ya da Şerbet töreninde yapılır. Dini nikâh, kızın babası, damat ve onun çok yakınının katılacağı bir törenle genellikle kız evinde bazen de camide kıyılır. Bu nikâh özellikle gizli yapılır. Resmi nikâh ayrı bir tören gerektirmez ve sessiz yapılır. Oğlan evinin nişandan dönmesi durumunda kıza alınan takılar iade edilmemekte, tersi durumunda takıların iadesi söz konusu olmaktadır. Nişanla düğün arasına dini bayramların rastlaması durumunda oğlan evi kıza hediye almak durumundadır. Eğer düğün günü uzunsa, ki genellikle pek uzatılmaz; çünkü uğursuzluk sayılır. Ama uzunsa, mesela arada iki dini bayram varsa bu bayramlar arasında düğün yapılmaz. İki bayram arasında düğünün iyi olmayacağına inanılır. Bu süre içinde de oğlan evi kız evine dini bayramlarda duruma göre 1-2 koç süslenir ve bayram sabahı kız evine götürülür. Düğün Hazırlıkları Düğün tarihine kız ve oğlan aileleri birlikte karar verirler. Düğünden birkaç gün önce gelin adayı düğün alış-verişine götürülür. Eksik eşyaların tamamlanması, gelinliğin alınması, genelde bu günlerde halledilir. Bu alışverişte de her iki taraf birbirine hediyeler alırlar. Düğünlerin idaresinde, gelin ve damadın yönlendirilmesinde belli görevleri olan kişiler vardır. Bunlar: Sağdıç, Toy Büyüğü, Yenge’dir. SAĞDIÇ: Damadın evli arkadaşları arasından seçilir. Damada gerdek gecesi ve bekarlıktan sonraki yaşantısı ile bilgileri sağdıç verir. Damadın, düğünün başlamasından bitimine kadar geçen sürede en yakın yardımcısıdır. YENGE : Sağdıcın karısıdır. Sağdıc damada karşı ne şekilde sorumluysa, yenge de geline karşı aynı şekilde sorumludur. TOY BÜYÜĞÜ: Genellikle damadın yakını olan kişilerden seçilir. Toy büyüğü, damadın babası, büyük ağabeyi olabileceği gibi, Çevrede saygınlığı olan paralı kimselerden de seçilebilir. Düğün masraflarının bir kısmı toy büyüğü tarafından yapılır. Kına Gecesi (Basalya) Kına geceleri ayrı bir önem ve özellik göstermektedir. Evlenecek olan kızın ailesi, yakınları ve arkadaşları ile kadın kadına geçireceği bu son gece asıl düğün günü olarak da bilinen gelin alma gününden bir gün önceye rastlamaktadır. Bu gün, hüznün yoğun olarak yaşandığı bir gündür. Geleneksel yapının yoğun yaşadığı bölgelerde hala eski önemini korumaktadır. Büyük kentlerde ise artık ya yapılmamakta ya da sadece eğlenceden ibaret bir gün olma niteliğini taşımaktadır. Şehir merkezlerinde kına geceleri asıl fonksiyonundan uzaklaşmaya başlamış, daha önceleri kızın evden ayrılışı, son vedalaşması biçimindeyken, günümüzde eğlenceye dönük, nikahla evleniliyorsa düğünün yerini alan bir eğlence durumuna geçmiştir. Bu geceye yörede Ergenlik Gecesi de denir. Kız evine ne zaman gidileceği önceden bildirilir. Misafirleri kız evine götürecek vasıtalar Toy büyüğü tarafından ayarlanır. Vasıtası olanlar kendi araçlarını kullanırlar. Eğer kız evi yakınsa davul-zurna eşliğinde yürünerek kız evine kına yakmaya gidilir. Oğlan evinin kız evini bu ziyaretine Basalya denir. Bu geceye adını veren kına yakmak, vazgeçilmez düğün geleneğidir. Kına, önce gelinin, daha sonra da davetlilerin ellerine yakılarak, evliliğin bir anlamda kutsanması sağlanmaktadır. Kına gecelerinde uygulanan adet ve uygulamalar esasta bir olmakla beraber, ayrıntılarda birtakım özellikler gösterir. Geline yakılacak kına oğlan evi tarafından alınır. Çoğu zaman kız evine gün öncesinde çerezlerle birlikte gönderilir. Kimi zaman da giderken götürülür. Kına gecesi, kız evinde düzenlenir. Çağrılı kadınlar ve genç kızlar önce oğlan evinde toplanırlar. Bunlara kınacı da denmektedir. Oğlan evi gelinceye kadar kız evinin yakınları çeşitli eğlenceler düzenlerler. Oğlan evinin gelmesiyle kız evi mahzunlaşır. Artık eğlenme sırası oğlan evindedir. Oğlan evinden gelenler kız evinde karşılanarak ağırlanır. Oyunlar, eğlenceler bir süre devam ettikten sonra sıra kınanın yakılmasına gelir. Bazı yörelerde gelin kıyafetini değiştirir. Başına al duvak örtülerek kına için hazırlanır. Gümüş veya bakır tas içerisinde başı bütün yani analı babalı, başından ayrılık geçmemiş bir kadın tarafından kına karıştırılır. Kınanın içine bozuk para, altın da konur. Bu hem bereket dileği, hem de kına yakılan kişiye baht açıklığı sağlamak amacına yöneliktir. Gelin kınasından çıkan para, kurulacak yuvaya bereket getirmesi inancıyla saklanır. Kına yakıldıktan sonra kalan kına orada bulunanlara dağıtılır. Bu arada damat (Giyev) adayı kendi evinde kalır. Dönüşte damadın sağ serçe parmağına kına yakılır. Bu arada gelen erkek bekar misafirler sağ serçe parmaklarına evliler ise sol serçe parmaklarına, kadın misafirler ise avuç içlerine kına yakarlar. Oğlan evindeki eğlence sabaha kadar sürer ve uyunmaz. Düğün Düğün günü sabah namazı ile birlikte damadın yakın çevresi, sağdıç, toy büyüğü ve damat hamama giderler. Burada hem yıkanılır hem de çalgı eşliğinde oyunlar oynanır, çeşitli şakalar yapılır. Hamam bittikten sonra hamamdaki görevlilere toy büyüğü tarafından bahşişler verilir. Dışarı çıkıldığında ise damat belli olsun diye boynuna sırmalı bir kadife şal takılır. Gelin de bir tanıdığının evinde banyo yaptırılır ve evine götürülür. Damat hamamdan çıktıktan sonra sağdıcın evine gidilir ve burada kahvaltı edilir. Kahvaltıdan sonra düğün evine geçilir ve damat tıraşı başlar. Tıraş esnasında çalan davul zurna eşliğinde halay tutulur. Bu esnada davulcuya şabaş verme yarışı başlar. Tıraşı biten damat oyuna kaldırılır. Özellikle damadın oynatılması sırasında daha çok şabaş dağıtılır. Bazen de göğsüne para takılır bu para berbere verilir. Bu arada sağdıç damadı koruma altına alır ve onun yanından hiç ayrılmaz, çünkü damadın ayakkabısını hatta kendini kaçırmak için çevredekiler sağdıcı kollarlar ki ondan bahşiş alabilsinler. Öğlen zamanı erkek evinde tüm davetlilere hazırlanan yemekler verilir. Kırsal kesim düğünlerinde görülen bir adet de para toplamaktır. Köylerde yemekten evvel veya sonra para atma yapılır. Bu oğlan evine bir katkıdır. Ortaya açılan bir örtüye çığırtkan vasıtası ile para atılır. İlk parayı önce toy büyüğü atar en büyük parada ondan gelir. Toy büyüğünden sonra para atma sırası sağdıcındır. Bu para miktarı en çoktan en aza doğru gider. Atılan bir paranın üzerinde para atma ayıp sayıldığından, herkes maddi durumunu o sıraya göre ayarlar. Çığırtkan ise parayı atanların sahiplerini bağırarak tekrar eder ve minnet duygularını belirten sözler sarf eder. Gelin Getirme Önceleri gelin için at süslenir ve hazırlanırdı. Ancak günümüzde gelin getirme otomobillerle olur. Düğün sabahı sağdıç ya da sağdıcın görevlendirdiği kişiler tarafından Gelin arabası hazırlanır. Akşama doğru Gelin arabası ile birlikte kalabalık bir araç konvoyu oluşturularak Toy Büyüğü önderliğinde kız evine hareket edilir. Kız evine gelindiğinde burada davul zurna eşliğinde çeşitli oyunlar oynanır. Kız evi ve erkek evinin oyuncuları oyunlarla birbirlerine üstünlük kurmaya çalışırlar ve birbirlerine hava atarlar. Gelin, evinden Toy Büyüğü ve karısı tarafından çıkartılır. Bu arada davul zurna eşliğinde geleneksel Gelin Ağlatma çalınır. Toy büyüğü, karısı, gelinin bir yakını ve gelin, gelin arabasına, diğer misafirler de konvoydaki araçlara binerek şehir turu yapılır. Davul zurna sürekli çalar. Bazen konvoyun önü kesilir ve açılması içinde toy büyüğü tarafından bahşişler dağıtılır. Damat (Giyev) evine gelindiğinde gelini damat ve sağdıç karşılar. İçinde madeni para ve yemiş bulunan bir testi gelinin ayakları dibinde kırılır. Etrafa yayılan para ve yemişlerden murat için almaya çalışılır. Başka biri bir ayna tutar ve toy büyüğü de duvağı kaldırarak gelini aynaya baktırır. Tüm bunlar gelin ve damadın mutlulukları içindir. Gelin ve damat, kadınların arasında hazırlanmış bir yere otururlar. Gelinin kucağına doğacak çocuğu erkek olsun diye erkek bir bebek oturtulur. İçeri Verme Davetliler yavaş yavaş çekildikten sonra düğün evinde hazır bulunan bir hoca çeşitli dualar okur. Sağdıç ve erkek arkadaşları damadı yumruklayarak İçeri verirler. Gerdeğe giren damat hiç konuşmadan iki rekât namaz kılar. Gelin seccadeye bir miktar para atar. Orada bulunan Yenge bu paraları alır. Namazı bitiren damat yenge tarafından gelinle yan yana oturtulur. Birbirlerinin ayaklarına basmaya çalışırlar. Yenge her ikisine de şerbet verir ve dışarı çıkar. Damat geline bir zihnet takarak duvağını açar bu zamana kadar konuşmayan gelin konuşmaya başlar buna Dilbağı denir. Bu aynı zamanda Yüz Görümlüğü'dür. Üç gün sonra damat sağdıç tarafından alınıp hamama götürülür. Eve dönüldüğünde gelinle birlikte el öpmeye gidilir. Önce damat tarafının büyüklerinin elleri öpülür, sonra gelin tarafına gidilir. Bu ziyaretler sırasında gelin ve damada çeşitli takılar takılır.
  4. _asi_

    Van Yöresel Kıyafetler

    GELENEKSEL GİYİM ERKEKLERDE; Evliya Çelebi, Vanlıların çuha, şalvar, serhadin, çekmen ve samur giydiklerini, bellerine alaca kuşak bağladıklarını ve kuşaklarına hançer taktıklarını, başlarına fes giydiklerini kaydetmektedir. Van’da giyimler maddi durum ve içtimai seviyeye göre değişir. Halk, Van’a has şekilde şalvar giyer. Şalvarlar genellikle mavi çuhadan ağzı diz hizasından daha yukarıda olup, paçaları pantolon paçası gibi ne fazla dar ne fazla geniştir. Şalvarın beli bağlı, cep kenarları ve paçaların dışa bakan tarafları işlemelidir. Günlük kullanılan şalvarların rengi bazen koyu gri, kahverengi ve siyahtır, aynı zamanda işlemesizdir. Üstten işlik giyilir. İşlik’in önü ilik düğmeli, kol ağızları ince manşetli yakası işlik yakadır. İşliğin üzerinden sırtı ve önleri işlemeli cepken ya da yelek giyilir. Bele beyaz veya alaca renkli kuşak bağlanır. Gümüş savatlı tütün tabakası kuşağın arasında muhafaza edilir. Köstek de kıyafeti tamamlama unsuru olarak takılır. Başta fes, fesin üzerinde ahmediye (beyaz ipekli şal) bağlanır. Ayağa, elde örülmüş desenli yün çorap ve poçikli papuç giyilir. KADINLARDA; Kadınların giydikleri entarileri genellikle kadife ya da canfesten daire kloş, belden büzgülü, etek boyları topuklarına kadar uzanan uzun kollu olup, etek ve kol ağızları ile yaka etrafı işlemelidir. Bu entarinin üzerinde kadifeden önü ve arkası işlemeli yelekleri vardır. Özel günlerde giydikleri yukarıda belirtilen işlemeli kadife entari ve yelekleri ile başlarında tepelik ve tepeliğin üzerinde örttükleri oyalı yazmalar – leçekler bulunur. Bele ise savatlı gümüş kemerler bağlanır. Yazma ve leçeklerdeki oyaların en belirgin özelliği ise renkli boncuklarla yapılan tığ oyalardır. Bayanların saçları kırk örüklü olup örüklerini gümüş saç bağları süsler. Bele bağlanan savatlı gümüş kemerlerin bir tarafından içi kadife kaplı akçe kesesi, diğer taraftan gümüş saplı çakı sarkar. Ayrıca muskalık ve hamayil , gerdanlık bileziklerle kapağı savatlı gümüş işlemeli ayna bayanların en önemli aksesuarlarıdır. Bu da bayanların süslenmeye ve takıya verdikleri önemi sergiliyor. Eskiden altın takıya pek rastlanmazdı. Sadece evli bayanların kullandıkları altın hebler vardı ki bu da yaşlıların en önemli aksesuarlarıydı. Bayanların ayaklarında kendilerinin beş şişle ördükleri renkli motiflerle süslü yün çorapları ve deri galoş potinleri vardı. Bayanların günlük ev işlerinde ve özel günlerinin dışında rengârenk desenli pamuklu kumaşlardan yapılmış belden büzgülü kloş, yine uzun kollu entarilerle başlarında oyalı leçekleri vardır. Oya ve dantelden kanaviçeden hiçbir şekilde vazgeçmeyen bayanlar entarilerinin altından giydikleri boy köyneğinin yaka, kol çevresi ve etek uçlarını oya ya da danteller süsler. Boy köyneğinin üzerinden kaneviçe ile süslenmiş iki ucundan bele bağlama kuşakları olan cepler bağlanır. Bu cepleri genellikle evli bayanlar ve yaşlılar bağlar. Bu da paranın yanısıra anahtar, kibrit ve çakı taşıma alışkanlığındandır. Gençler, bunun yerine daha çok evde örülmüş süslü para keselerini kullanmışlardır. Bayanlar evde ayaklarına deri şipik (terlik) giyer. Bir iş yaptıklarında entarinin önüne etrafı pırpırlı cepli önlik bağlamayı hiç ihmal etmezler. Yine iş yapmaları sırasında desenli basma şalvar giydikleri de görülür. Eskiden bayanlar sokak kıyafeti olarak entarinin üstünden kadife ceket giyerlerdi. Ancak günümüzde bu kıyafete pek rastlanmamaktadır. Yukarıda belirtilen işlemeli kadife entariler ve tepelikler ancak halk oyunları kıyafeti olarak kullanılıyor. Fakat yaşlılar arasında belden büzgülü kadife entarilerle aynı model desenli kumaşlardan entariler ve boyunlarında altın hebler, oyalı leçekler ve oyalı yazmalar, örgü yelekler ve yün çoraplar hala kullanılmaktadır. Gençlerde günümüzde yeniden canlandırmaya çalıştığımız gümüş takılardan savatlı muskalıklar, bilezikler, gerdanlıklar, gümüş kemerler beğeni ile kullanılmaktadır. Yün çoraplar ile oyalı yazmalar da genç kızların çeyizlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Yukarıda ayrıntılı olarak anlatılan kostümler ilimize bağlı üç ilçede farklılık göstermektedir. Söz konusu ilçeler; Çatak, Başkale ve Bahçesaray ilçeleridir. Bu ilçelerimizde giyilen kadın ve erkek kıyafetleri de aşağıda belirtildiği şekilde özetlenebilir. Erkeklerde; başa keçe, külah veya takke üzerine epal, cemedani veya poşi sarılır. Bedene yakasız uzun kollu işlik, işliğin üzerine şal – şepik, cemedani giyilir. Onun üzerine kerik (yelek) giyilir. Bunların üzeri lavendi veya alaca kuşakla belden bağlanır. Ayaklara işlemeli veya sade yün çorap, üzerine reşik (çarık) giyilir. Erkeklerde ayrıca hamayil, gümüş tütün tabakası, gümüş veye normal köstek kullanılmaktadır. Kadınlarda; başa sarılı kofi (ağvan), tepelik ve yer yer alınlık takılır ve üzerine poşi ve kesrevanla bağlanır. Bedene yarım kollu veya kollu atlet, belden uçkurlu ayak bileği uzunluğunda don giyilir. Üzerine fistan, mehmer kadife, kras - entari giyilmektedir. Bunların üzerine yelek, ayrıca yerine göre önlük ve bunların belden bağlanması için kuşak kullanılmaktadır. Ayrıca gerektiğinde kollara kolçak takılmaktadır. Ayaklara işlemeli veya sade yün çorap ve harik, reşik veya “Yemeni” giyilmektedir. Kadınlarda altın ya da savatlı gümüş kemer, kol – gerdan – kulak ve parmaklara altın veya gümüş takılar, altın heb, boncuk v.b. maddelerle süslenmiş takı, işlemeli mücevher kesesi, allık ve sürme kullanılmaktadır.
  5. _asi_

    Van Yöresel Halkoyunları

    YÖRESEL HALK OYUNLARI Van geniş bir coğrafi alan üzerinde bulunmaktadır. Bu geniş alan üzerinde çok değişik oyunlar oynanmaktadır. Hiçbir yörede bu kadar fazla oyun bulmak mümkün değildir. Bu da kültürel zenginliğimizden kaynaklanmaktadır. Bugün oynanan oyun sayımız 30 civarında, ismi bilinen oyun sayımızın 120 civarında olduğu bilinmektedir. Van halay bölgesi içinde olmakla beraber bar ve bar özelliği taşıyan oyunlarımız mecuttur. Viro ban, Kersi ve Kirsoni gibi insanımızın tabiattaki olaylar karşısında nasıl duygulandığını oyunlarımıza baktığımızda görmekteyiz. Kelekle bir ırmağı geçmiş Kelek'in su üzerindeki hareketinden esinlenerek Kelekvan oyununu, yaralı bir yaban keçisinin acılı hareketlerini görmüş Neri oyununu, Şamran Suyu’nun akışından etkilenmiş Şamran oyununu , sevdiği kızın adına Kersi oyununu ortaya çıkarmıştır. Halen Oynanmakta Olan Oyunlarımız : Bablekan, Basso, Dıngo, Gülizar, Gerzani, Hedli, Hır-Hır, Havesor, Havcan, Hey-peyda, Gaz-Gaz, Kelekvan, Kersi, Kırsanı, Larilla, Lorke, Lizan, Meyrokı, Mendo, Meş, Nure, Neve, Nare, Papure, Süleymani, Sincani, Sübeyna, Serevan, Şevko, Şerrani, Şakirağa, Toycular, Tekayak, Temi, Teymurağa, Tozoneke, Teşroke, Virobar, Zeyno, Zozan.
  6. _asi_

    Van Halk Edebiyatı

    Van Halk Edebiyatı EFSANELER VAN EFSANESİ Hemen hemen bütün şehirlerimizin önce adlarıyla başlayan kendilerine has hikayeleri, efsaneleri vardır. Fazla yaygın olmamakla beraber, Van isminin nereden geldiği ile ilgili olarak şöyle bir rivayetten söz edilir: Tarihçiler, Van’ın Milâttan l800 yıl önce Asur Kraliçesi Semiramis tarafından kurulduğunu söylerler. Semiramis, Mezopotamya bölgesinin üst kısımlarında yaşayan Asurların kraliçesidir. Koca bir ülkeye hükmeden, dediği dedik, kestiği kestik olan dünyalar güzeli Semiramis, o güne kadar gönlüne göre birini bulamamıştır; ta ki Van’ın Muradiye kazasının kuzey yamaçlarına bir sefere çıkana kadar. Semiramis, bu sefer sırasında bölgenin hâkimi olan “Ara” adında genç bir hükümdara gönlünü kaptırır. Güzel olduğu kadar mağrur da olan kraliçe, bu sırrını kimseye açıklayamaz. Savaş devam etmektedir. Semiramis’in kuvvetleri son bir saldırı ile tüm bölgeyi ele geçirirler. Ancak son saldırı sırasında Hükümdar Ara da öldürülür. Haberi alan Semiramis, Ara’ya olan aşkını yüreğine gömer, hemen dönüş emrini verir. Dönüş yolu üzerindeki bugünkü Van’a gelirler. Van’ın zümrüt yeşili bağ ve bahçelerini, Van Gölü’nü çok beğenen Kraliçe’nin en fazla dikkatini çeken yeşillikler arasından göle doğru uzanan heybetli bir kaya parçası olur. Ara’nın hâtırasına bu kayalık üzerinde bir kale inşa ettirmeye karar verir. Kısa süre içersinde kale yapılır, eteğinde şanına uygun bir şehir kurulur. Şehrin adını da “Şamrangerd” bırakırlar. Aradan yıllar geçer. Ara’nın acısıyla yanan yürek, bu defa da sıla hasretine yenik düşer. Memleketine dönmeye karar veren Kraliçe Semiramis, kaleyi ve kurduğu şehri “Van” adındaki bir komutanına bırakarak ülkesine döner. Şehrin bugünkü adının bu komutandan geldiği rivayet edilir. Şahbağı Efsanesi Van Kalesi - Şah Abbas bağlantılı ikinci efsane Şahbağı Efsanesi’dir. Bu efsaneden “Ercişli Emrah ile Selbihan Hikayesi” nde de söz edilir. Van Kalesi’nin 8-10 km kuzeydoğusunda, bugünkü İstasyon Mahallesi mevkiinde güzel bir köy vardır. Bağ ve bahçeleri ile ünlü olan bu beldenin “Şahbağı” adını alması şu efsane ile açıklanır: İran Şahı Şah Abbas, bir iddia üzerine Van Kalesi’ni almak üzere sefere çıkar. Ordusuyla Van’a gelir. Karargâhını, Kale’nin 8-10 km kuzeydoğusunda bir yere kurar. Kale kuşatılır, ancak Kale’yi teslim almak bir türlü mümkün olmaz. O zaman Van Kalesi’ni bir Vali idare etmektedir. Kalede yiyecek sıkıntısı başlayınca yaşlılar Vali’yi sıkıştırırlar. Vali, savaşma teklif eden yaşlılara üç gün daha beklemelerini söyler. Bu arada, Kale’yi bir türlü teslim alamayan Şah Abbas’ın askerlerinin canları sıkılmaya başlar. Şah Abbas bunun da çaresini bulur. Karargâh kurduğu bölgede askerlerine bağ bahçe diktirir. Kurduğu bağın adını da “Şahlar Bağı” , “Şahbağı” koyar. Muhasara altında tutulan Kale’de açlık artmakta, teslim olma söylentileri gittikçe yayılmaktadır. Bu söylentilere içerleyen seksen beşlik bir Nine ortaya çıkar :“Vay, ben öldüm mü ki, vatanıma yâd adam gire? Canım sağken düşmanın atının tırnağını vatan toprağına bastırmam” der. Daha sonra Vali’nin huzuruna çıkar, yapacaklarını anlatır. Yaşlı Nine, ertesi gün bir deste tandır ekmeği, bir bakraç yoğurt ile Şah Abbas’ın ziyaretine gider. Huzura kabul edilen Nine, Şah’a:“Şahım, daha evvel gelmem gerekirdi; ancak düğünlerden, davetlerden bir türlü fırsat bulamadım, kusura kalma” der. Şah Abbas, Yaşlı Kadının sözlerinden Kale’de kıtlık olmadığı sonucunu çıkarır. Bu arada Yaşlı Nine’nin planı gereği kale burçlarından beyaz tozlar dökülür. Gördükleri karşısında şaşkınlığı daha da artan Şah Abbas, Nine’ye bunun ne olduğunu sorar. Nine de, bunların geçen yılın unları olduğunu, yeni gelen unlara yer açmak için ambarların boşaltıldığını söyler. Aslında burçlardan dökülen un değil, kireç tozudur. Bunun üzerine Kale’yi alamayacağına kanaat getiren Şah Abbas, muhasarayı kaldırır ve: “Ko desinler Şah Abbas’ın bağı var” diyerek memleketine geri döner. O günden sonra karargâh kurulan o yerin adı “Şahbağı” kalır. Akdamar Efsanesi Van Gölü’nün güneydoğusunda yer alan, uzunluğu 1,5 km, genişliği 0,5 km olan Akdamar Adası’nın ismiyle ilgili şöyle bir efsane anlatılır:Çok eskiden Van’da bir Keşiş yaşamaktaymış. Bu Keşiş’in dünyalar güzeli bir kızı varmış. Kız o kadar güzelmiş ki, O’nu bir gören bin gönülden vurulurmuş. Bu güzel kızın ismi de “Tamara” imiş. Bütün Vanlı delikanlılar Tamara’nın peşinde dolana dursunlar, Tamara gönlünü yiğit mi yiğit, yakışıklı mı yakışıklı bir Türk gencine kaptırır. İki sevgili gizli gizli buluşurlar. Bu buluşmalar bir süre devam eder. Sonunda iki gencin aşkını Van’da duymayan kalmaz. Keşiş, kızını bu sevdadan vazgeçirmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın başaramaz. Tek çare, kızını Van’dan uzaklaştırmaktır. Van Gölü’nün en büyük adası olan Akdamar Adası’nda bir kilise yaptırıp, kalan ömrünü kızıyla beraber bu adada geçirmeye karar verir. Seven iki kalbi birbirinden ayırmak mümkün mü? Tamara ile Türk gencinin aşkları o kadar yüce, o kadar engel tanımaz ki... Keşiş’in Tamara’yı Ada’ya hapsetmesi de fayda vermez. İki genç, anlaşırlar. Delikanlı, her gece kıyıdan yüzerek Ada’ya çıkacaktır. Bu arada Tamara da sevgilisine adayı bulabilmesi için fenerle işaret verecek, O’na yardımcı olacaktır. Dedikleri gibi yaparlar. Delikanlı, yaz demez, kış demez, fırtınaya, dalgaya aldırmaz, her gece yüzerek Ada’ya çıkar. Sabaha kadar Tamara ile birlikte olurlar. Gün ışımadan da tekrar yüzerek geri döner. Bir zaman sonra Keşiş, iki gencin buluştuklarını öğrenir. Bir gece, kızın bıraktığı işaret fenerinin yerini değiştirir. Feneri, keskin ve sivri kayalıkların bulunduğu bir tarafa bırakır. Tamara da Delikanlı da kurulan tuzaktan habersizdirler. Delikanlı her zaman olduğu gibi yine kıyıdan suya girer, Ada’dan görünen ışığa doğru yüzmeye başlar. Şanssızlık bu ya, o gece, hem çok karanlık, göl de aşırı dalgalıdır. Delikanlı yüzer, yüzer, yüzer... Kollarında derman tükenir. Işığa doğru yüzdükçe ışık uzaklaşır sanki. Dalgalar daha da kudurur. Kuvvetli bir dalga, gücü tükenen delikanlıyı yükselttiği gibi sivri ve keskin kayalara çarpar. Her tarafı parça parça olan delikanlının, gölün karanlık sularına gömülürken : “Ah Tamara, Ah Tamara!...” feryatları, kayalıklardan yankılanarak Tamara’ya kadar ulaşır. Artık Tamara’ya dur olur mu? O da gözünü kırpmadan kendisini azgın dalgaların kucağına bırakır ve kaybolur. Böylece, yaşarken bir araya gelmeleri engellenen iki genç, sonsuza kadar sürecek beraberliklerine, Van Gölü’nün lacivert sularının derinliklerini mekân seçerler. Bu acıklı sonun yaşandığı adanın ismi de o günden sonra “Ah Tamara” nın değiştirilmesi ile “Akdamar” olur. ATASÖZLERİ - İt halınnan bey gibi geçini. - İt yatağında ekmek kırıntdısi. - Kork ondan, korkmaz Allah'dan. - Koyuna rakı içirmişler, kurdun evini sormuş. - Kenarına bah bezini, anasına bah gızıni al. - Molla evinden aş, kör gözünden yaş eksik olmaz. - Mertten bir çıkar, namertten iki. - Marangozun kapısı olmaz. - Men umaram bacımdan, bacım ölü acından. - Ne sağ tekindir, ne de sol, ne sen işini düzmeğe koyul. - Nasip olsa gelir Çinden Meçinden, nasip olmazsa çıhar avucun içinden. - Niye diyisen dayza leçeğin eğridir. - Öğüt veren çoh olur, ekmek veren yoh olur. - Öz başıni bağlayamaz, kalkar gelin başi bağlamağa. - Olanda hat hat, olmayanda aç yat? - Öliler öyle bili ki, diriler her gün helva yiyi. - Öküz can çekişende ****ah çeken çoh olur. - Sen nerde, Keçel Mıstonun ahıri nerde. - Sizin it bizim baltayi getirdi? - Sözün doğrusi saz, işin doğrusi az olur. - Serçe nedir, budi n'ola. - Şıhi, şıh eden muritdir. - Şeker, cinsine çeker. - Şeyhin külahi, hocanın sarığıni yutar. - Yağmur gününde şoratan borç olmaz. - Yarının pestili bugünün eriğinden iyidir. - Yokuşun dibinde arpa kâr etmez. - Yiyersen, yedirirsen didar görürsen -Yemezsen, yedirmezsen dört duvar görürsen. - Yarım hoca dinden, yarını hekim candan eder. - Yapın verin elime, götüriîn gösterim erıme. - Yetim kısmi arsız olur. - Yüz verdıh, asdar isdiyi.
  7. _asi_

    Van Mutfağı

    VAN YEMEKLERİ KAVURMALI UŞGUN EKŞİLİSİ Malzemesi : 1 kg. uşgun, 200gr. Yağ, 0.5 kg. evelik, 2 yemek kaşığı domates salçası, istenilen miktarda kavurma, 2 baş soğan, yumurta (servis sayısına göre birer adet ) kişniş, tuz. Yapılışı : Uşgunların kabukları soyulur ufak-ufak doğranır, ayıklanıp yıkanmış evelikler de doğranır bir tarafa bırakılır.Bir tencereye ölçüye göre yağ konulur,kıyılmış soğanlar bu yağda öldürülür, uşgunlar üzerine dökülür, eriyinceye kadar pişirilir. Evelikler eklenir, salçası, tuzu, kavurması ilave edilir, bir iki karıştırılır. Suyu ilave edilir, birkaç taşım kaynatılır, evelikler pişince yumurtalar teker teker içine kırılır, ağzı kapatılır, yumurtaları piştikten sonra ocaktan indirilir. Servis yapıldığı zaman tabaklarda üzerine ince kıyılmış kişniş konulur, kişniş yemeğe lezzet ve koku verir. Tandır ekmeği ile yenildiğinde lezzeti bir başka olur. SENGESER Malzemesi : 5-6 baş soğan, 3 yemek kaşığı yağ, 1 tepeli yemek kaşığı salça, 1kg. kurut, 0.5 kg. yeşil mercimek, tuz, 1 su bardağı su. Yapılışı : Soğanlar incecik kıyılır, yağda hafif pembeleşinceye kadar kavrulur, salçası, tuzu katılır,1 su bardağı su ile soğanlar pişirilir.Önceden pişirilmiş mercimek eklenir, yoğurt kıvamından biraz sıvıca ezilmiş kurut ilave edilir. Birkaç taşım kaynatılır, isteğe göre üzerine salçalı yağ dökülebilir. Genellikle kış aylarında pişirilen yemek turşu ile yenilirse tadına doyum olmaz. KURUT AŞI Malzemeler : 2 su bardağı et suyu, 1 kaşık salça, tuz, yağ, 1 baş soğan, 1 çorba kâsesi su eriştesi, 3 su bardağı eritilmiş kurut, 1 tutam nane, tarhun ya da birkaç dal maydanoz, 1 su bardağı pişmiş yeşil mercimek, 2 diş sarımsak. Yapılışı : Soğan yağda kavrulur, salça, tuz, ekilir, et suyu ilave edilir, bir taşım kaynatılır. Erişte, mercimek, nane, tarhun ya da doğranmış maydanoz ilave edilir, eriştesi pişince kurut eklenir, bir taşım kaynatılarak ocaktan indirilir, servis yapıldığında dövülmüş sarımsak katılır. KURUT KÖFTESI Malzemeler : 1 kg. köftelik bulgur, 2 baş soğan, tuz, iki tutam reyhan, 2 kaşık un, ezilmiş kurut veya torbada süzülmüş yoğurt, 3 diş sarımsak, kavurma (küçük parçalar halinde doğranmış), 2 kaşık yağ. Yapılışı : Ufak doğranmış soğanlar tencereye konulur, onun üstüne bulgur, reyhan, tuz, eklenir, üzerine yeterince kaynar su dökülür, hafif ateşte haşlanarak suyu çekilir, bir tepsiye boşaltılır, un katılarak iyice yoğrulur, avuç içinde sıkılarak köfteler hazırlanır. 1 su bardağı kaynar su ile birlikte tencereye köfteler konularak pişirilir. Suyunu çekince ocaktan indirilir, hafifçe torbada suyu alınmış yoğurt çatalla çırpılarak köftelerin üzerine dökülür. Diğer tarafta 2 kaşık yağda kavurma ve bir tatlı kaşığı pul biber (istenirse) ile sos yapılır, yoğurdun üzerine kavurmalı sos dökülür. CİĞER KÖFTESİ Malzemeler : 1.5 kg. yarısı kara, yarısı akciğer, 1.5 kg. köftelik bulgur, 1 büyük baş soğan, 1 tatlı kaşığı pul biber, 1 tatlı kaşığı karabiber, 4-5 adet sivri biber, yarım çorba kâsesi kadar ince doğranmış maydanoz, onun yarısı kadar reyhan. Üstü için ; 200 gr. tereyağı, bir yemek kaşığı pul biber, yeşil soğan ve maydanoz. Yapılışı : Ciğer ve baş soğan makinede çekilir, ölçüye göre bulgur, pul biber, karabiber, tuz katılır, ince doğranmış yeşil biberler ve doğranmış maydanoz, reyhan katılarak iyice yoğrulur. 5-6 dakika dinlendirilir, avuç içinde yumurta büyüklüğünde yuvarlak köfteler yapılır. Diğer tarafta bir tencerede su kaynatılır. Kaynayan suyun içine köfteler atılır (su köftelerin hemen üstüne çıkacak miktarda olur) ve pişirilir. Servis tabaklarına alındığında, bir tarafta pul biberli, tereyağı yada sade yağ eritilir, köftelerin üzerine gezdirilir, ince kıyılmış maydanoz ve yeşil soğan köftelerin üzerine dökülerek yenir. TANDIR BALIĞI Malzemesi : Sade için: Balık , Tuz Bulamaçlı için: Balık, Un, Ayran, Tuz Yapılışı : Sade ve bulamaçlı olmak üzere iki farklı şekilde yapılmaktadır. Van Gölü’nden avlanan inci kefali balığı yıkanıp temizlenir. Sadece kuyruğu tandırın yan taraflarına yapıştırılarak pişirilir. Piştikten sonra isteğe bağlı kafa kısmı kopartılıp oradan içeriye tuzlu su konur (1 litre suyu 250 gram tuz ile hazırlanan doymuş tuzlu su). Pişme süresi 15-20 dakikadır. Bu hemen tüketiliyor. Bulamaçlı hazırlanan balıkta ise, un ayranla sulandırılarak bir bulamaç hazırlanır. Balık bu bulamaca batırılır ve biraz kurutularak tandıra yapıştırılır (yöredeki tabirle tandıra vurulur). Kafası kopartılıp içine tuzlu su konur ve servis yapılır. (Tuzlu su; 1,5- 2 litre suya yarım kilo tuz şeklinde hazırlanır ve her balığın içine iki kaşık dökülür, süzgeç üzerine konup akan tuz aşağı süzülür). Van balığının birkaç pişirilme şekli de bulunmaktadır. Bunlar; Van balığının kılçıkları çıkarılır. Bir kapta da yağlı peynir ve maydanoz karışımı hazırlanır. İki balık iç yüzleri birbirine gelecek şekilde ve arasına bu hazırlanan iç konularak kapatılır ve çırpılmış yumurtaya batırılarak kızartılır. Temizlenmiş taze balık, un, yumurta ve tuz ilave edilerek hazırlanmış bulamaca batırıldıktan sonra kızgın yağda kızartılır. Kuru tuzlanarak muhafaza edilmiş Van balığı bir müddet sirkeli suda bekletilir ve daha sonra üzerine zeytin yağı ve limon dökülerek servis yapılır. AYRAN AŞI Yoğurt bir tencerede çırpılır, bir yumurta ile bir kaşık un ilave edilir, fazla sulu olmamak kaydıyla bir miktar su katılır, koyu kıvamda bir ayran hazırlanarak ocağa bırakılır, sürekli karıştırılarak kaynatılır. Önceden pişirilmiş den (döğme), ince doğranmış evelik kaynayan ayranın içine dökülür, evelikler pişinceye kadar kaynatılır ocaktan indirilir, isteğe göre küçük doğranmış kabak da katılarak pişirilebilir. Servis yapıldığında üstüne ince kıyılmış kişniş dökülür, kişniş güzel bir tat ve koku verir. KÜRT KÖFTESİ Malzemesi : Bulgur, Un, Sarımsak, Cacık (veya kurut), Yağ, Reyhan Yapılışı : Bir kase bulgurun üzerine kaynamış su koyulup şişirilir. Elle ezilir. İçerisine reyhan otu da konulur. Hafif unla avuç içinde sıkma köfte yapılır. Böylece kaynar suya bırakılır. 25-30 dakika sonra suyu boşaltılır. Tencerede sadece köfte kalır. Bir baş sarımsak dövülüp eritilmiş cacığın (veya kurutun) içine katılır. Kızdırılmış yağ hazırlanır. Köfte, sarımsaklı cacık (veya kurut), kızdırılmış yağ servis edilir. EŞKİLİ Malzemesi : 250 gram efelek ya da ıspanak 5 parça kavurma kemikli 1 baş soğan orta boy 4Yumurta ½ yemek kaşığı salça Tuz, karabiber Avuç içi kadar erik pestili Yapılışı : Yağda iri doğranmış soğan kavrulur. Önce kavurma, salça baharatlar sonra ıspanaklar iri doğranmış olarak ilave edilir. Pestil sıcak suda eritilerek ilave edilir. Üzerine 2 bardak su ilave edilir yemek pişmeye yakın yumurtalar kırılır. Yumurtanın yemeğin içinde bütün olarak dağılmadan pişmesi sağlanır. Mevsimine göre aynı şekilde içerisine uçkun ilave edilerek uçkun ekşilisi de yapılır. Eşkili, yapılan analiz sonuçlarına göre % 15 kurumadde, % 38.2 yağ, % 2.83 kül ve % 1.31 protein içermektedir. ÇIRIŞ MIHLASI (Yumurtalı Çiriş) Malzemesi : Taze çirişotu yaprağı, yağ, tuz, karabiber, yumurta Yapılışı : Taze çirişotu ayıklanıp yaprak ve sapları kök kısmından kesilerek temizlenir ve doğranır . Iyice yıkandıktan sonra bir tencerede az suda haşlanır.Suyu süzüldükten sonra bir süzgeçte sıkılarak tamamen susuz hale getirilir, diğer tarafta bir tavaya çirişin yağlanmasına kâfi gelecek kadar yağ konur. Hafif kızdırılan yağın içine çirişotu bırakılarak iyice karıştırılır ve tuz, karabiber ilave edilip karıştırıldıktan sonra ateşten alınır. Ayrı bir kâseye servis sayısına göre yumurta bırakılır, çırpılır, çok az un ilave edilir. Bir tavaya yağ bırakılır ve kızdırılır. Çırpılan bu yumurta yağa akıtılarak boşaltılır, kızgın yağ içinde yumurta, kabararak pişer. Yumurtanın iki tarafı pembeleşinceye kadar piştikten sonra çirişin üzerine alınır, genellikle turşu ile yenir. ÇIRIŞ PILAVI Malzemeler : Taze çirişotu yaprağı, sade yağ, soğan, tuz, bulgur. Yapılış : Tereyağında küçük doğranmış soğanlar pembeleşinceye kadar kavrulur. Yıkanıp doğranmış taze çirişotu yaprakları tencerenin içine konur. Tuz atıp 15 dakika yağda çevrildikten sonra içine bulgur katılarak 1 ile 2 kez karıştırılarak, kısık ateşte pişirilir. Arzuya göre tereyağıyla servis yapılır. AYVA YEMEĞI Malzemeler : 3 orta boy ayva, 1 su bardağı haşlanmış yeşil mercimek, 1 adet orta boy soğan, kavurma, tuz, 2 yemek kaşığı salça, 2 yemek kaşığı yağ. Yapılışı : Yağ tencerede eritilir, doğranmış soğanlar hafif pembeleştirildikten sonra salça ve 2 su bardağı su katılır. Kabukları soyulmuş ayvaların çekirdek yuvalarının sert kısımları çıkarıldıktan sonra ay şeklinde doğranır, mercimeğiyle beraber tenceredeki karışıma katılarak pişirilir, tuzu ilave edilir servise hazır hale gelir. Not : Ayvalar geç pişen türden ise mercimeği çiğ ilave edilip beraberce pişirilir. HELISE Malzemeler : Bir büyük tavuk eti (Hindi etiyle yapılırsa daha nefis olur), 2 komposto kasesi den (döğme), tereyağı, tuz. Yapılışı : Yıkanmış parçalanmış tavuk eti (kemiklerinden ayrılmadan) ve den büyükçe bakır bir tencereye bırakılır, bunları pişirecek kadar su ilave edilir pişirilir. Pişme süresince devamlı tahta kaşıkla karıştırılır.Tavuk eti kemiklerinden ayrılıp ezilinceye kadar pişirmeye devam edilir, tuz ilave edilir, içinden kemikleri alınır denle tavuk eti karışımı muhallebi kıvamına gelince tabaklara alınır ortasına tereyağı bırakılarak servis yapılır. CILBIR Malzemeler : 2 orta boy soğan, 3-4 adet yeşil biber, 3 adet domates (veya salça), bir çay bardağı pirinç, pul biber, tuz, bir yemek kaşığı kuru zeytirun (veya birkaç dal tazesi), 2 yumurta, bir tatlı kaşığı un, yağ, isteğe göre kavurma. Yapılışı : Soğanlar doğranıp yağda hafif pembeleştirilir, doğranmış yeşil biberler ilave edilir bunlarda hafif kızarınca doğranmış domates, tuz, pul biber katılır, 4-5 bardak kaynar su ilave edilir, bir çay bardağı pirinç bu karışımda pişirilir, zeytirun ilave edilir. Diğer tarafta bir tavaya bir kaşık yağ konur, yağ ısınınca ayrı bir kasede 2 yumurta çırpılır içine 2 çay kaşığı un ilave edilir. Bu karışım tavadaki yağı akıtılarak konur yağda kabaran yumurtanın altı kızarınca çevrilir, pembeleştirilir, kabarmış bir vaziyette pişen yumurtalar pişen yemeğin içine ilave edilir. Not : Kavurma katıldığı zaman servis sayısına göre yemek pişerken yumurtalar tek tek kırılır karıştırmadan yemeğin içinde lop olarak pişirilir. Bu yemek tandır ekmeği ile yenir. BORANI ( Peygamber Yemeği ) Malzemeler : Bir büyük boy kışlık kabak, bir yemek kaşığı yağ, bir su bardağı eritilmiş kurut, bir su bardağı pişmiş mercimek, tuz. Sos için tereyağı ve salça. Yapılış : Kabak fırında kabuğu kızarıncaya kadar iyice pişirilir, fırından çıkarılır, kabuğu ve çekirdekleri ayrılır, iyice pişmiş olan kabak çatalla ezilir, bir tavada eritilmiş yağı ilave edilir karıştırılır, içine pişmiş mercimek, eritilmiş kurut ve tuz ilave edilir. Servis tabağına alındığında üzerine yağ ve salçayla hazırlanmış sos gezdirilir. KAHVALTILIKLAR Otlu peynir, murtuğa, gül reçeli, bal, kavut, cacık, tereyağı önemli kahvaltılıklardır. MURTUĞA Malzemesi : Tereyağı 250gr, yumurta 4 adet, 1 su bardağı un. Yapılışı : Bakır bir tencerede yağ eritilir. Yağı kızdıktan sonra unu azar azar dökülerek iyice karıştırılır, hafif sarı renkte kavrulur (buna çörek içi denir), diğer tarafta bir kasede çatalla çırpılmış yumurtalar çörek içinin üzerine gezdirilerek dökülür, bu esnada yumurta çörek içine karışır ve kabarır, fazla dağılmamasına dikkat edilerek çatalla çevrilir ve diğer tarafın pişmesi sağlanır.Servis tabağına alınır, genellikle bal yada reçele yenir. OTLU PEYNIR Otlu peynir yapımında hammadde olarak kullanılan süt, daha ziyade koyun sütüdür. Bazen koyun sütüne inek ve keçi sütleri de karıştırılmaktadır. Sütler çiğ olarak mayalanmakta ve mayalama sıcaklığı elle tespit edilmektedir. Bu sıcaklık tahminen 30 C civarındadır. Yaklaşık 80 litre süte 100 ml olacak şekilde, önceden geleneksel olarak hazırlanmış mayadan ilave edilerek 1-2 saat pıhtılaşmaya terk edilmektedir. Pıhtılaşma işlem tamamlanınca pıhtı bez torbaya aktarılmaktadır. Aktarma işlemi yapılırken bir kat pıhtı bir kat da özel olarak hazırlanmış otlardan (yerel adlarıyla sirmo, heliz, mendo, siyabo, kekik, yabani nane ve sov otu)ilave edilmektedir. Bu iş tamamlanınca torbanın ağzı büzülerek üzerine ağırlık konmakta ve süzülmeye bırakılmaktadır. Süzülme 3-4 saatte tamamlandıktan sonra elde edilen teleme küçük dilimler haline getirilmektedir. Dilimler el büyüklüğünde, farklı şekillerde ve yaklaşık 2-3 cm kalınlığında olmaktadır. Elde edilen peynir dilimleri salamurada veya kuru olmak üzere iki şekilde tuzlanmaktadır. Salamura usulü tuzlamada, peynir dilimleri salamura suyunda bir müddet bekletilerek teneke ya da plastik kaplara yerleştirilmektedir. Kaplar daha sonra serin bir yere konarak sonbahara kadar bir nevi olgunlaştırılmaya terk edilmektedir. Salamura konsantrasyonu, taze yumurtanın tuzlu suya batırılmasıyla ayarlanmaktadır. Kuru tuzlamanın yapılışında, dilimler üzerine göz kararı kalın mutfak tuzu serpilmekte ve bu haliyle 3-4 gün kadar bekletilmektedir. Sonra dilimler bol su ile iyice yıkanarak bir kat peynir bir kat cacık olacak şekilde plastik kaplara ya da toprak küplere konulmaktadır. Peynirler kaplara doldurulurken hiç boşluk kalmamasına dikkat edilmekte ve sıkıca yerleştirilmektedir. Doldurma işi bitince kapların ağzına üzüm yaprağı konmakta ve çamurla sıvanmaktadır. Kabın ağzı aşağıya gelecek şekilde kilerde özel yerine (genelde toprak altına) konmakta ve üzeri gevşek bir toprakla veya kumla örtülmektedir. Peynir kabının topraktaki bu pozisyonu peynirdeki nem kaybını hızlandırmaktadır. Peynirler bu şekilde 2-3 ay olgunlaştırılmaya bırakılmakta ve olgunlaşma tamamlandıktan sonra tüketime hazır hale gelmektedir. Bir kısım otlu peynirler taze iken satılmakta, alıcı peyniri kendi arzusuna göre küpe doldurup olgunlaştırmaktadır. CACIK Süzme yoğurdun içerisine ince doğranmış maydanoz, isteğe göre dere otu, tuz karıştırılır, arzu edilirse acı biber doğranır, kahvaltılarda yenir. Süzme yoğurt yerine çökelek de katılabilir, içine tereyağı eklenir yada tereyağı yanına bırakılarak servis yapılır. GAVUT Buğdayın kavrularak öğütülmesi sonucu elde edilen bir un çeşididir. Günlük yeneceği zaman yağ ile karıştırılarak sıcak olarak servis edilir. Genellikle sabah kahvaltılarında tüketilir. Gavut, Urartular zamanında uzun savaşlar sırasında askerlerin beslenmesinde kullanılmış ve günümüze kadar gelmiştir. Hem sabah kahvaltılarında hem de ramazan ayında sahurda yaygın olarak tüketilir. Gavut, yapılan analiz sonuçlarına göre % 94.2 kurumadde, % 3.32 yağ, % 4.14 kül ve % 13.2 protein içermektedir. TATLILAR ERİK KIZARTMASI Malzemesi : 1 Kâse Çekirdekli kurutulmuş kayısı 3 Yemek kaşığı toz şeker 1 Yemek kaşığı katı yağ 1 Çay bardağı dövülmüş ceviz Yapılışı : Kuru kayısılar kısık ateşte 1 çay bardağı su ve şeker ilave edilerek pişirilir suyunu tamamen çekince yağla kavrulur. Servis tabağına alınarak dövülmüş ceviz üzerine serpilir. Genellikle bu tatlı pirinç pilavı ile birlikte yenilir. KAŞIK TATLISI Malzemesi: 3 adet yumurta 3 yemek kaşığı yoğurt Yarım çay bardağı yağ 1 çay kaşığı karbonat ve Un Yapılışı: Tüm malzemeler karıştırılarak kıvamlı bir hamur hazırlanır. Kızgın yağ içerisine kaşık yardımıyla tek tek dökülür. Kızardıktan sonra şerbet içerisine alınır ve daha sonra servis yapılır.
  8. _asi_

    Van Ekonomik Yapısı

    VAN İLİNİN EKONOMİK YAPISI Doğu Anadolu Bölgesi'nin doğu bölümünde, yer alan Van ili, 19.069 km2 yüz ölçümüyle alan bakımından Türkiye'nin 6. büyük ilini oluşturur. Van ili kıyı şeridi hariç topraklarının büyük bir bölümü dağlık alanlardan oluşur. Yazların kısa ve sıcak, kışların ise soğuk ve sert geçen karasal bir iklime sahip olması, bunun yanında tarımsal üretimde verimin düşük ve uzun süre ulaşım olanaklarının sınırlı oluşu, Van ilinin gelişimini engelleyerek nüfus ve ekonomik faaliyetlerin kıyılardaki alüviyal ovalarda ve depresyonlarda toplanmasına neden olmuştur. Van ekonomisinde, tarım özellikle de hayvancılık hakim faaliyet koludur. Önemli endüstriyel tesislerden, şehirler arası muntazam yollardan mahrum olan Van 1960 yılına kadar kayda değer bir gelişme göstermedi. Ancak 1960'tan sonra kıyının iki yakasında ulaşıma açılan kara yolları, 1971'de demir yolları, feribot seferleri ve yakın zamanda hizmete giren hava yolları gelişmeyi teşvik etmişlerdir. İlde sanayi gelişmemiştir. 11. kalkınmada öncelikli iller arasına alınmasıyla beraber sınırlı da olsa bir gelişme (ivme) kazanmıştır. Bu gelişmede kamu yatırımları, çok ortaklı şirketler ve kooperatif yatırımları esas rolü o5mamıştır.248.259'u ekonomik anlamda faal nüfusu teşkil etmekteydi. Faal nüfusun %73.4'ü tarım sektöründe, geri kalan önemli bir kısmı hizmet ve ticaret sektöründe idi. Sanayi sektörünün payı ise ğ%2.1'dir. Ancak son yıllarda hızlı nüfus artışı, kente olan göç ve kamu yatırımları, inşaat sektörünün hızla gelişmesine ve bu sektörün G.S. yurt içi hasıladaki payının artmasına neden o1muştur. Madencilik : Van ilinde metalik madenlerden demir, Bahçesaray ve Çaldıran (haradukla köyü) yöresinde çıkarılır. ilde elde edilen sanayi hammaddelerinin en önemlisi sodadır. Van gölünde büyük soda rezervleri saptanmış olup 1 (t. göl suyu 9 gr. soda içermektedir. Erciş'in Kocapınar beldesinde iki ayrı yörede çok iyi nitelikte 1400000 ton dolayında bir rezerve sahip perlit yatakları mevcuttur. Başta Erciş'in Kocapınar beldesi olanak üzere Attnaca, Ataköy ve Mollakasım köylerinde oldukça büyük ponzataşı yatakları mevcuttur. Timar'daki jips yatakları özel kesimce işletilmektedir. Başkale, Bordere, Poyrazala, Kırbalı ve Belliyurt yörelerinde kükürt yatakları vardır. Erciş'in Zilan vadisi yöresinde 2 milyon ton rezervli kömür yatakları ile Gürpınar ilçesindeki kömür yatakları işletilmektedir. ilde ayrıca krom, maden kömürü, sodyum tuzu, perlit, demir, bakır, kurşut, amyant, kükürt, çinko ve çeşitli madenlerin varlığı belirlenmiştir. Sanayi : Van gölü çevresi sanayi bakımından gelişmemiştir. Çalışan nüfusun çok küçük bir bölümü (%2.4) sanayi sektöründe çalışmaktadır. 19G8'de ilin kalkınmada birinci derecede öncelikli yöreler kapsamına alınmışsada 197Ö-85 arasındaki 15 yıllık devrede önemli bir gelişme meydana gelmemiş; sınırlı bir takım canlanmalar meydana gelmiştir. Sanayide çalışan işgücünün ezici bir kısmı dokuma ve gıda sanayisinde çalışmaktadır. Dolayısıyla tarım ve hayvancılık sanayi faaliyetlerinde etkili olmaktadır.İlde bulunan sanayi kuruluşlarının mamullerin dışarıya da gönderdiklerinden bölgesel karakterlidirler. Van ilindeki belli başlı sanayi kuruluşlarını şu şekilde sıralayabiliriz: • Erciş şeker fabrikası 1989 yılında Van'da 4 adet un ve fabrikası bulunmakta olup, Van gölü çevresinde elde edilen buğdayın önemli bir bölümünü kullanırlar. Van yem fabrikası yılda toplam 25000 ton yem üretme kapasitesine olup, yöre hayvancılığının gelişmesinde !nüm önemli rol oynamıştır.Faaliyete girmiş olup bölgede yetiştirilen şeker pancarının ekim alanlarında şeker fabrikasının kurulmasıyla beraber gittikçe artmıştır. Erciş şeker fabrikası günde 1500 ton pancar işleme kapasitesine sahip olup kristal şeker, küp şeker ve yan ürün olarak ve küspe üretmektedir. • Van süt fabrikası Yıllık 6000 ton süt işleme kapasitesine sahip olup bunun dışında özel sektöre ait süt tesislerinde bulunmaktadır. Yine Et ve Balık Kurumu Van Kombinası günlük 2200 küçükbaş, 200 büyükbaş hayvan kesim kapasitelerine sahiptir. Özel sektör kuruluşu olan "Van Et " son yıllarda Türkiye pazarına yayılacak duruma gelmiştir. • Sümerbank Van deri ve kundura fabrikasının yıllık üretim kapasitesi 480000 çift ayakkabıdır. Yün iplik fabrikasında ise yıllık 675 ton yün ipliği ile 160000 adet battaniye üretilir. ilde bulunan i adet plastik fabrikası ile beraber hammaddeye dayanan önemli bir sanayi tesisinde Van Çimento Fabrikasıdır. 1969 yılında hizmete açılan Van çimento fabrikası günde 800 ton çimento ve 350 ton klinker üretebilecek kapasitededir. Van'daki önemli diğer sanayi tesisleri ise tıbbi gazlar sanayi, tuğla ve kiremit fabrikası, briket imalathaneleri, tuz fabrikası, teneke ve çivi fabrikasıdır. Küçük sanayi olarakta sanayi sitesi ve mobilyacılar ve marangozlar sitesi örnek verilebilir. Ticaret : Van'ın ekonomisinde tarım faaliyetlerinden sonra en önemli payı ticaret teşkil etmektedir. Van ticari açıdan köklü bir tarihi geçmişe sahiptir. Bu gün de ticari faaliyetler eskiden olduğu gibi şehirlerde toplanmıştır. Þehirler çevrelerindeki köylerin pazarı durumundadır. Ticarete konu olan malların büyük bir kısmı tarım ve hayvancılığa ya da gıda sektörüne dayanır. Çevredeki kırsal alanlardan şehire getirilerek satılan başlıca ürünler: Tahıllar, kavun, Fasulye, patates, elma, armut, kayısı, ceviz gibi tarla ürünleri ve meyveleriyle canlı hayvan ve yün, peynir, yağ gibi hayvansal ürünlerdir. Ziraat ürünleri içinde buğday, dışarıya gönderilen başlıca üründür. Türkiye'nin diğer bölgelerine gönderilen diğer ticari malların başında canlı havan ve deri, peynir, yapağı-yün ve et gibi hayvan ürünleridir. Bunun dışında Van kefali, çimento, briket, şeker, un, hayvan ve buğday ihraç edilir. Ancak ihracat düzenli değildir. Türkiye-İran demiryolunun açılmasıyla nan'la olan ticari faaliyetler güçlenmiştir. Son yıllarda İran petrolü ithal edilmekte ve bölgede geniş bir pazar bulmaktadır.1989 yılı itibariyle Van Sanayi ve Ticaret Odası'na kayıtlı 104 şirket vardır. Beş Yıllık Kalkınma Planında Bölgesel Gelişme Politikaları kapsamında düzenlenen sınır ticareti, 1987 Yılından başlayarak İI ve Bölge planlamasına katkıda bulunmaktadır. Ancak şuan itibariyle sınırlı ve belli zamanlar dahilinde yapılmaktadır. Van Gümrük Müdürlüğü, Hakkari Gümrükler başmüdürlüğüne bağlı birinci sınıf bir gümrük müdürlüğü olarak her türlü gümrük işlerini yapmaktadır. Eldeki mevcut belgelere göre, ilk teftişin 1938 yılında yapıldığı tespit edilmiştir. Buna göre, kuruluş tarihi biraz daha eskiye dayanmaktadır. Mülkiyet kendisine ait olan bahçe içerisinde Cumhuriyet caddesinde bulunan bir binada hizmet vermektedir. Kurum ithalat ve ihracat işlemleri yakmaktadır. ihracatta daha ziyade un, şeker, demir, kereste, deterjan, bisküvi ve ham eşya ithalatta ise kaya tuzu ve sofra tuzu ithalatı yapılmaktadır. Müdürlüğün en fazla iş hacmini kaçak zannı ile el konulup gümrük müdürlüğüne reslim edilen kaçak eşyalarla ilgili muhafaza, tasfiye ve ilgili mahkemelerle yapılan yazışmalar teşkil etmektedir. Tarım ve Hayvancılık : İlimizin toplam nüfusunun %60'ı kırsal kesimde % 40'ı da şehir merkezinde yaşamaktadır. Nüfusun % 60'nın kırsal kesimde yaşamasına ilaveten şehirde oturup köyle bağlantısı olanlarla bu oran yaklaşık % 80'lere varmaktadır. Toplam gayri safı hasılanın büyük bir kısmı tarım ve hayvancılıktan sağlanmaktadır. Üretilen ürün çeşitlemesi bakımından genelde yem bitkileri ve hububat üretimi birinci sırayı almaktadır. illimizde tarımsal üretimi arttırmak amacıyla ürün değişikliği çalışmalarımız hızla devam etmektedir. Bu değişiklikler içerisinde meyveciliğin geliştirilmesi cevizcilik, silalık mısır, yem bitkileri yetiştiriciliği, Norduz koyunu yetiştiriciliği, seracılık gibi faaliyet dalları gelmektedir Mevcut alanların sulaması devlet yatırımları ve vatandaşın kendi imkanları ile yapılmakta olup toplam 365.312 olan kültür arazisinin % 82'si sulamaya elverişli olmasına rağmen ancak sulanabilir arazinin % 36'sı sulanabilmektedir. Van ilinde yetiştirilen önemli ziraî ürünlerin verim durumları aşağıda gösterilmiştir. Bitkisel üretim de ilimizdeki mevcut yem açığını kapatmak için yem bitkil ı i ekiliş alanlarının azaltılmasına yönelik çalışmaların başında silajlık mısır yetiştiriciliğinin yaygınlaştırılması gelmektedir. Bitkisel Üretim ve Verim, Van'da gece ve gündüz sıcaklık farkının fazla olması elma üretimi için istenen bir durum olduğundan elma üretimi yıllık 2260 c civarındadır. Tarihi açıdan bakıldığında Van'ın daha önceleri üzüm bahçeleri, Erçek kavunı üretimi ve elma bahçeleri ile merkez konumunda olduğu görülmektedir. Sebze üretiminde Erciş ilçesinde patates, lahana, fasulye, domates; Gevaş, Edremit ilçelerinde fasulye vE örtü altı sebzeciliğin ön plana çıktığı ve ekonomik anlamda iyi bir üretimin olduğu gözlenmektedir. Meyve ve sebze üretimine ilişkin tablo aşağıda verilmiştir. Toplam süt üretimi 1990 yılında 98.861 ton iken bu rakam özellikle ilimizdeki kültür hayvan sayısındaki önemli artış, suni tohumlama çalışmaları ve işletme büyüklüklerinin artması süt sanayindeki gelişmeler nedeniyle hayvancılık sektöründeki olumsuz gelişmelere rağmen önemli bir artış göstererek 1996 yılında 187.565 tona ulaşmış ancak 1997 yılında azalma göstererek 175.540 tona düşmüştür. Hayvancılıkta uygulanan ülkesel ekonomik politikalar üretimi önemli ölçüde etkilemektedir. Ancak varılan rakam yeterli olmamakta zira ilimizdeki süt fabrikası hammadde yetersizliğinden tam kapasite ile çalışamamaktadır. Aile işletmeciliği şeklinde otlu peynir üretimi yapıldığından üretim miktarı bakımından sağlıklı istatistiği bilgiler toplanamamaktadır. Son yıllarda ilimizde süt işleyen kuruluşlarda otlu peynir üretimine geçmişlerdir. Otlu peynir üretiminde kullanılan bitkiler üreticiler tarafından dağlardan toplanı e mirlere katıldığında çeşitlilik göstermekte katılan bitkinin çeşidine göre de otlu peynirin lezzet ve kalitesinde de değişiklikler oluşmaktadır. Son yıllarda yapılan araştırmalarda otlu peynirin besin kalitesinin normal peynirlere göre çok daha besleyici olduğunu göstermiştir. Süt işleyen kuruluşların yıllık kapasiteleri 24.400 ton(yıl olmasına rağmen 1997 yılı üretimleri 2803 ton olarak gerçekleşmiştir.
  9. _asi_

    Van Kültür ve Sanat

    Kültür ve Sanat Aralarında herhangi bir kültürel birlikteliğin olmamasına rağmen ortak bir kültürel yapı oluşturmayı başarmış halkı ile Van sayılamayacak kadar zengin kültürel yapıya sahiptir. Van ve çevresi geçmişten günümüze birçok medeniyetin izlerini üzerinde barındırmaktadır. Bu çerçevede tarih öncesi devirlere ait kaya ve mağara resimleri önemli bir yer tutmaktadır. Bölgede neolitik devirden itibaren kesintisiz devam eden kültürlerin mevcudiyetini Tilki tepe ve Dil kaya Höyükleri ve çeşitli kazılarda elde edilen buluntular göstermektedir. Vanı yüksek bir medeniyet düzeyine ilk defa Urartular çıkarmıştır. Urartulardan kalan bir çok kale, tapınaklar, kaya mezarları, su yolları ile diğer toprak ve madeni eserler bunu kanıtlamaktadır. Urartuların M.Ö. 6. yüzyıl ortalarında yıkılmasıyla birlikte Van yaklaşık, 1500 yıl sessizliğe gömülmüştür. Bu dönemden Van Kalesinin güney yüzünde kayalıklara kazınmış Pers yazıtı dışında hiçbir önemli kalıntı günümüze ulaşmamıştır. Bu da gösteriyor ki, bölge uzun süre geçiş noktası olarak kullanılmış, etkin medeniyetlerin yerleşimine sahne olmamıştır.Vanın tekrar canlanması, M.S. 8. yüzyıldansonra Vaspurakan krallığı ile başlamaktadır ve Aktamar kilisesi bunun en önemli tanığıdır. Çevrede Hıristiyan mimarisine ait dini yapılar bu devirden itibaren giderek yaygınlaşmış ve yörenin kültürel mirasında önemli bir yer edinmiştir.11. yüzyıl başlarından itibaren Türk akınlarına sahne olan bölge, Malazgirt Savaşıyla Selçukluların egemenliğine girmiştir. Selçuklularla birlikte Türk İslâm eserleri görülmeye başlamıştır. Bunu diğer Türk devletlerinin hakimiyetleri izlemiştir. Selçuklu sonrasında Van ve çevresine İlhanlı, Kara koyunlu, Akkoyunlu, Safevî ve Osmanlı devlet ve hanedanları hakim olmuşlardır. Bunlardan Osmanlı dönemi eserleri önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle bu dönemlerden kalma camiler, medreseler, hanlar, hamamlar, türbeler, köprüler ve diğer birçok dinsel ve sosyal amaçlı mimarî eserler bölgenin tekrar canlanışını gözler önene sermektedir.Yörenin geçmişine ait çeşitli medeniyetlerin izlerini taşıyan bu eserlerin yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılması büyük bir önem arz etmektedir. Van, Anadolunun İran, Maveraünnehir ve Kafkas yollarının birleşim noktalarından biri olmakla çok sayıda kavmin geçişini sağlamıştır. Tarihi süreç yönünden, bölgenin kültürel yapısında Arap, Fars ve Türklerin derin izleri görülür. Selçuklu sonrası yerleşimleri kısa zamanda Ahlat, Adilcevaz, Erciş, Gevaş ve Vanın bayındır bir hale gelmesini sağlamış, coğrafyanın yerleşime elverişli olması önemli bir nüfusun bu havaliyi yurt tutmasına sebep olmuştur.Van, Türk dili coğrafyasında Anadolu sahasında yer almakla birlikte özellikle Azeri Türkçesinin etkisi altındadır. Bu etkiyi yapı, ses ve sözcük dağarcığı yönünden görebiliriz. Anadolunun iç kesimlerinde bilinmeyen, ancak Azeri sahasında ortaya çıkmış bir çok kelimeye Vanda rastlayabiliriz.Tek bir Van ağzından söz etmek mümkün değildir. Bölgenin çeşitli zamanlarda ve halen değişik sebeplerle göç alması, sosyolojik farklılaşmaların yanında dil değişimini de beraberinde getirmektedir. Vandaki nüfus hareketiyle ilgili şu birkaç sebebi zikredebiliriz. Osmanlı-Karamanoğulları mücadelesi sonucunda Van, Karaman bölgesinden göç almıştır.- Osmanlı - Safevi hakimiyet mücadelesi sırasında bir takım Türk boyları yer değiştirmiştir.- Kuzey Azerbaycanın ve özellikle Karabağın Ruslar tarafından işgali sebebiyle Van göç almıştır. Güney Azerbaycandaki çeşitli olaylar yüzünden Van göç almıştır.- Ekonomik sebeplerle Karadenizin Çaykara ve çevresinden Vana aileler yerleştirilmiştir.- Üniversitenin faaliyete geçmesiyle şehre çok sayıda öğrenci ve öğretim görevlisi gelmiştir.- Afganistanın Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine Kırgız Türklerinin bir bölümü Vana yerleştirilmiştir.- Terör sebebiyle Van göç almıştır.- Son olarak çok sayıda memurun çalışmak üzere Vana gelmesi, bu bölgede tek bir dil karakterinden söz etmemizi zorlaştırıyor. Ayrıca yine sosyal, iktisadi ve tarihi şartlar sebebiyle Van merkez nüfusunu büyük ölçüde İstanbul, İzmir gibi Batı illerine taşımıştır. Bu yüzden çekirdek Van kültürü ve ağzı gün geçtikçe değişimlere maruz kalmaktadır. Basın yayın araçları ve özellikle televiyonun mahalli ağız üzerinde derin etkisi vardır. Yine üniversitenin faaliyete geçmesi, standard bir Van ağız ifadesini ortaya koymakta dilcileri müşkül durumlara sokmaktadır. Serhat şehirlerimizden biri olan Van, tarih boyunca stratejik önemi yanında, sanata ve ilme beşiklik etmesi açısından da önemli bir yere sahip oluşmuştur. Türk-İslam devlet geleneği içerisinde, sanatkârlar ve ilim adamları, merkezlerde sultanlar; vilâyetlerde valiler ve üst düzey yöneticiler tarafından desteklenip korunmuşlardır. Varı, çok uzun yıllardan beri önemli bir vilâyet merkezi olması hasebiyle zikredilen fonksiyonun icrasına haliyle mekân olmuştur. Van, tabiî güzelliği açısından da birçok mekâna nasip olmayan avantajlara sahiptir. Gölü, dağları, güzelim suları, ovaları, yaylaları, kışın soğuğuyla yazın sıcağıyla rahatsız etmeyen mutedil havası, birkaç bin yıllık tarihin mirası olan eserleri ile Van, şairlere gerçekten iham kaynağı olma niteliğindedir. Tanzimat dönemine kadar edebiyat dendiği zaman akla şiir gelirdi. Haddizatında "edebiyat" kelimesi bile ilk defa Şinasî tarafından kullanılmış bir kelimedir. Klâsik dönemde edebiyat yerine "Şiir ve irışa" kullanılırdı. Şiir bildiğimiz şiir, inşa ise düz yazı anlamındadır. Ne var ki eski edebiyatımızda düz yazı şiirin yanında her zaman üvey evlat muamelesi görmüştür. Bu, sadece Eski Türk edebiyatı için değil bütün İslâm-Şark edebiyatları için geçerli olan bir özelliktir. Birçok padişahın, mektuplarını bile manzum yani şiir tarzında yazdığı bilinmektedir. Van ilimizi edebiyat tarihi açısından ele aldığımız zaman, yukarıda sözü edilen özelliğin Van için de cari olduğu görülmektedir. Şiir, sadece Cumhuriyet öncesinde değil Cumhuriyetten sonra da saltanatını sürdürmüştür. İslamî dönemde Vandaki edebiyat tarihini 14. yüzyıla kadar götürebiliyoruz Vanın Bahçesaray ilçesinden asıl adı Muhammed olan ve şiirlerinde "Mim Hayy" mahlasını kullanan Fake-i Tayran Van yöresinde, eserleri günümüze ulaşmış ilk şâirdir. Bölgede medrese talebelerine "fakih"ten bozma "fake" denmektedir. "Fake-i Tayran" kuşların talebesi anlamındadır. Doğum ve vefat tarihi tespit edilemeyen Ercişli Emrah, Vankulu Mehmet Efendi (ö. 1592) , Abdülbaki Efendi (ö. 1634), Şâni (ö. 1676), Mevlevi Mehmet Dede (17. yy) , şâir İzzî (İzzetî Mehmet Bey, Vani Çelebi (17. yy) Mir Sipihri (17. yy) Ömer Efendi (ö. 1 ğ 78) , Feyzi Salih Efendi (ö. 1715) , Dürri (ö. 1639), (ö. 1724) Sadî (Abdülbâki Sadi Efendi) (1708-1748) , İbrahim Hoca (ö. 1808) , Vehbi Dede (Derviş Vehbi-i Kadim) (?-?) Aşık Davut Telli (?-?) Selamî Efendi (ö. 1808) , Akif Mustafa Efendi (1812 ) , Aşık Hayreti (19 . y) Kavalcı Recep (18451915) Cumhuriyetten önce Vanın yetiştirdiği, tesbit edilebilen şâirleridir. Cumhuriyet dönemine gelinirken Türk Edebiyatı ciddi değişimler geçirmiştir. Divan edebiyatı, Arap ve Fars edebiyatlarının tesiriyle oluşmuş, estetik yönü ağır basan, sıkı kurallara bağlı bir edebiyattır. Türk Edebiyatında, Tanzimat dönemi olarak isimlendirdiğimiz 1860-1896 döneminde Türk şiiri, Batıya yönelmeye başlamıştır İçeriği değişen şiirde kullanılan vezin, yine Aruz veznidir; dil yine Arapça, Farsçanın ağırlıkta olduğu Osmanlıcadır. Değişmeye başlar. Millî Edebiyat (1911-1923) döneminde ise artık dil sade Türkçe, vezin hece vezni, nazım şekilleri, içerik tamamen değişmiştir. Cumhuriyet döneminde edebiyatın hakimiyeti devam etmiş, devletin resmî kültür politikası, musikide olduğu gibi, edebiyatta da halk ürünleri ile Batı Edebiyatının karışımından yeni bir edebiyat tarzı geliştirmek amacına yönelik olmuştur. Cumhuriyet döneminde, hece vezni ile yazılan şiirlerin yanında bir de serbest vezinli şiirler görülmeye başlamıştır. Cumhuriyet döneminde, Vanda yetişen şâirlerin birinci ve ikinci kuşakları, genelde halk şiiri tarzına meyletmişler ve eserlerini bu çerçevede vermişlerdir. Çoğunluğu şiirlerini Vanda yayınlanan mahalli gazetelerde yayınlayarak şiire başlayan bu şâirlerin büyük bir kısmı, sonraki dönemlerde büyük şehirlere göçmüş ve kalem faaliyetlerine buralarda devam etmişlerdir. Mahallî basının sanat ve kültüre yaptığı katkıyı burada bir kez daha teyid etmeliyiz. Bu bağlamda Vanda yayınlanan mahallî gazetelerden Van Sesi, Van Postası, İki Nisan, Van Ekspres, Kurtuluş, Çaldıran, Bir Nisan. Serhat, Yeni Yurt Van, Van Halk Postası, Van Kulu, Van Haber, Prestij, Şark Yıldızı gazetelerini kutlamak lazım. Bunlardan bir kısmı hâlâ yayınını sürdürmektedir.
  10. _asi_

    Van Hidrografik ve Toprak Özellikleri

    HİDROGRAFYA Van Gölü çevresinin dikkati çeken tarafı, az yağışlı bir bölge olmasına rağmen su bolluğunun bir ifadesi olan göller yönünden zengin oluşudur. Bunun nedeni, tektonik ve volkanik faaliyetlerin oluşturduğu morfolojik yapıdır. Sayılan 10'u aşan irili ufaklı bu göllerden Van, Erçek ve Nazik Gölleri, tektonik hareketlerin hazırladığı, çöküntü alanlarına yerleşmiş akarsuların önlerinin volkanik setlerle tıkanması sonucu oluşmuşlardır. Bunlardan sularını, Sufresor (Yeniköprü) Deresi vasıtasıyla, Van Gölü'ne akıtan Nazik Gölü'nün suları tatlı olduğu halde birer kapalı havza teşkil eden Van ve Erçek Göllerinin suları tuzludur. Suları tatlı olan Nemrut ve Aygır Gölleri volkan kraterleri içerisinde oluşmuşlardır. Buna karşılık Arin Gölü (Sodalı Göl), Van Gölü'nden dar bir allüviyon seddi ile ayrılmıştır ve suları tuzludur. Havzada yer alan Turna (Keşiş), Gövelek (Ermanis) ve Sultan Gölleri gibi bir kısım göller ise Urartular'dan kalma eski baraj gölleridir. Sularını çevre denizlere gönderemeyen Van Gölü Kapalı Havzası, 16.096 km2'lik alanıyla İç Anadolu Kapalı Havzası'ndan sonra Tükiye'nin ikinci büyük içe akışlı havzasıdır. Bu sahanın 12.500 km2'sini, sularını topladığı akarsuların kabul havzaları oluştururken, 3.712 km2 'sini de bizzat gölün kendisi işgal eder. Alansal genişlik bakımından Türkiye'nin en büyüğü olan Van Gölü, dünyadaki kapalı göller içerisinde 15. sırada yer alır. Buna karşılık derinliğinin fazla olması yüzünden 607 km3 'lük toplam su hacmiyle Hazar Denizi, Aral ve Issık Kul Göllerinden sonra kapalı göller içinde 4. sırada gelir. Sularının tuz içeriğinde sodanın görece fazla olmasından hareketle sodalı olarak değerlendirilen Van Gölü, aynı zamanda dünyanın en büyük sodalı gölüdür. Gölün, güneybatıdaki Tatvan koyu ile kuzeydoğudaki Bend-i Mahi Irmağı ağzı arasındaki uzunluğu 128 km, Gevaş kıyıları ile Arin Gölü yakınındaki kuzey kıyıları arasındaki genişliği 54 km, Tatvan ve Van iskeleleri arasındaki doğu-batı uzunluğu ise 89 km'dir. Göl yüzeyinin deniz seviyesinden yükseltisi, son seviye yükselmelerinden sonra 1650 m'ye yaklaşmaktadır. En derin yerinde derinliği 451 m'yi bulan gölün doğu ve kuzeydoğu kısımları nisbeten sığdır. Çarpanak Adası ile Arin Gölü yakı­nındaki kuzey kıyı arasına çekilecek bir hattın kuzeydoğusunda kalan Erciş Körfezi ile yine Çarpanak Adası ile Edremit Sırtı’nın batı ucu arasındaki Van Koyu'nda derinlikler 100 m’nin altında iken, bu sahalardan batı ve güneybatıya doğru gidildikçe derinlikler artar. Nihayet, Adilcevaz ve Ahlat açıkları ile Reşadiye ve Deveboynu Yarımadası arasında kabaca dairesel bir şekil arzeden ve Tatvan Baseni olarak adlandırılan alanda derinlik­ler 400 m'nin üzerine çıkar. Maksimum derinlik, bu basenin kuzey kenarında, Adilcevaz'ın 18 km kadar güneybatısındaki bir sahada 451 m olarak ölçülmüştür. Üçüncü jeolojik zaman sonu ve dördüncü zaman başına doğru aşındırılarak bir yontuk düz (penoplan) haline getirilen Van Gölü çevresi, deniz seviyesine yakın bir yükseltide bulunuyor ve yer yer dışa akışı olan tatlı su gölleri tarafından işgal ediliyordu. Fakat, dördüncü zamanın ilk devresi (Pleistosen) esnasında meydana gelen epirojenik hareketler sonucunda bölge bütünüyle yükselirken, Van Gölü'nün bulunduğu saha çökerek (gerçekte daha az yükselerek) bugünkü Muş Ovası’yla birlikte doğu-batı uzanışlı uzun bir depresyon oluşturmuşlardır. Tabanı sularla kaplı bir göl durumunda olan bu depresyon, zamanla Murat Nehri tarafından açılarak boşaltılmıştır. Daha sonra Nemrut Volkanı'nın püskürmeleri sonucunda oluşan Rahva lav seddi ile birleşik Van-Muş Depresyonu birbirinden ayrılmış ve bu volkanik seddin gerisinde suların birikmesiyle Van Gölü oluşmuştur. Ancak, başlangıçta Van Gölü'nün suları Bitlis Çayı vasıtasıyla Dicle'ye akarken, Nemrut Dağı’nın devam eden püskürmeleriyle oluşan lavların Bitlis Vadisini doldurmasıyla bu akis sona ermiş ve Van Gölü kapalı havzaya dönüşmüştür. Oluşumundan sonra Van Gölü, buzul devirleri sırasında soğuk ve nemli iklim koşulları altında önemli seviye ve hacim değişikliklerine uğramıştır. Halen göl çevresinde bugünkü seviyenin(1650 mye yakın) üzerinde 12, 30, 55 ve 70 m yükseltilerde 4 farklı göl sekisi (taraçası) mevcuttur. Göl seviyesinin bugünküne göre yüksek olduğu devrede, göl içerisinde istiflenmiş erezyon materyalinden başka birşey olmayan göl şekillerinin en yüksekte yer alanı 1720 m'de bulunmakta ve yaşı 18 bin yıl olarak saptanmaktadır. Buna göre gölün en yüksek olduğu devredeki seviyesinin 1720 m'ye kadar yükselmiş olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan ne bu seviye değişmeleri, ne de Dicle'nin kollarının şiddetli geriye aşındırması, jeolojik geçmişteki en uygun iklim şartları altında bile bir orografik endoreizm (morfolojik yapıya bağlı kapalılık) sahası olan bu havzayı dış drenaja bağlayamamıştır. Daha sonra göl seviyesi buzul devrinin son bulmasıyla kademeli olarak alçalmış ve günümüzdeki seviyesine erişmiştir. Ancak, Van Gölü'nün tarihi devirler içerisinde devamlı bir yükselme eğilimi içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Tabanını Türkiye-İran sınırının oluşturdugu bir dik üçgeni andıran havzasının batı köşesine yerleşmiş olduğu için Van Gölü'nün batı, kuzeybatı ve özellikle güneyinde, büyük akarsular oluşamamıştır. Buna karşılık gölü besleyen; Ilıca (Zilan), Deliçay, Bend-i Mahi, Karasu ve Güzelsu (Hoşap) gibi nisbeten büyük akarsular kuzey ve doğu bölümüde bulunurlar. Bu akarsular içerisinde en fazla su taşıyanı, yıllık toplam 328 milyon m3'lük akımıyla Bend-i Ma­hi Çayı’dır. Bunu, yakın değerleriyle Ilıca Çayı izler. Diğer üç akarsu ise 150 milyon m3 civarında su taşırlar. Akarsuların akımları, yağışların kar şeklinde düşmesi ve sıcaklıkların 0º'nin altında seyretmesi nedeniyle eriyerek göle ulaşamamaları yüzünden kış boyunca düşüktür. llkbaharla birlikte artan yağışlar ve kar erimeleri nedeniyle akarsuların akımları yükselir ve nisan-mayıs aylarında en yüksek değerine ulaşır. Akımlardaki yükseklik, gittikçe azalmakla bir­likte temmuz ayına kadar devam eder. Yaz sonu ve sonbahar ayları boyunca bir yandan yağışların iyice azalması, diğer taraftan kar erimelerinin de tamamlanması nedeniyle akımlar düşük kalır ve bu durum kış ayları boyunca da devam eder. Kendisini besleyen tüm bu akarsulara karşın bir gidegene sahip olmayan Van Gölü'nün su bilançosunun gelirlerini, bizzat göl yüzeyine düşen yağışlarla, su toplama havzasına düşen yağışlar sonucu oluşan akarsu boşalımı ve göl yüzeyi altından göle karışan kaynaklar oluşturur. Giderlerini ise göl yüzeyinden olan buharlaşma teşkil eder. Böylece gölün bilançosunu oluşturan iklimsel belirleyicilerin hiçbir zaman durağan olmaması yüzünden sürekli değişiklik göstermektedir. Zamansal boyut dikkate alındığında Van Gölü'nde üç tür seviye değişmesinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunlar; mevsimsel seviye değişmeleri, yıllar arasında görülen seviye değişmeleri ve uzun yıllık seviye değişmeleri olarak belirtilebilir. Mevsimsel seviye değişmeleri, bütünüyle yağış ve sıcaklığın yıl içerisindeki gidişinin kontrolünde gelişmektedir. Kış ayları boyunca yağışların büyük ölçüde kar şeklinde düşmesi ve hemen akışa geçerek göle ulaşamaması nedeniyle göl seviyesi fazla değişmez. Bahar ayları ve yaz başında, bir yandan yıllık yağışların büyük bir kısmının bu aylarda düşmesi, diğer taraftan artan sıcaklıkla birlikte kar erimelerinin de buna katılmasıyla göl seviyesi hızla yükselmekte ve haziran ayı ortalarında yıllık en yüksek seviyeye erişilmektedir. Yaz ayları boyunca yağışların iyice azalması, diğer yandan artan sıcaklıkla birlikte buharlaşmanın da şiddetlenmesi, göl seviyesinin bütün yaz ve sonbahar aylarında yavaş fakat, sürekli olarak düşmesine yol açmaktadır. Böylece yılın en düşük seviyesi ekim-kasım aylarında görülmektedir. Mevsimsel seviye değişmelerinin genişliği, uzun yıllık ortalamalara göre yılda 50 cm kadardır, yani göl seviyesi kış aylarından yaz başına kadar 50 cm yükselmekte, yaz başından sonbahar sonuna kadar da yine 50 cm düşmektedir. Yıllar arasında görülen seviye değişmeleri ise, diğer bazı önemsiz etkenler yanında buharlaşma ve özellikle yağışların kontrolündedir. Yağışlar ile seviye değişmeleri arasında tam bir paralellik gözlenmiştir. Göl seviyesi 3-5 yıllık periyotlar boyunca bazen yükselmiş, bazen değişmemiş veya çok hafif de olsa alçalmıştır. Örneğin: 1955-59 yılları arasında yükselmiş, 1960-66 yıllan arasında alçalmış, 1967 yılından 1974 yılına kadar yeniden yükselmiş, 1975'ten 1986 yılına kadar ise yeniden düşmüştür. 1987 yılından itibaren tekrar yükselmeye başlayan göl seviyesi, 1990-91 yıllarında hafif bir düşme eğilimi göstermişse de yükselme 1995 yılına kadar sürmüştür. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, göl seviyesi 3-5 yıllık periyotlar halinde zaman zaman yükselip alçalmakta ancak, uzun yıllar dikkate alındığında yavaş fakat sürekli yükselmektedir. Zira bir düşük periyoda daha önceki düşük periyodun üzerinde gerçekleşmekte veya bir yüksek dönem, daha önceki yüksek dönemden daha yüksek olmaktadır. Böylece gerek 1943 yılından beri yapılmakta olan günlük seviye ölçümlerinden, gerekse jeomorfolojik ve tarihi bulgulardan hareketle gölün, bazı yıllar alçalıp diğer bazı yıllarda yükselmekle birlikte, uzun vadede sürekli olarak yükseldiği ortaya çıkmaktadır. Örneğin Çarpanak Adası, 1900'lü yılların başında şimdiki gibi bir ada olmayıp, Çarpanak Yarımadası’nın bir parçası iken, zamanla göl seviyesinin yükselmesi sonucu, yarımadanın alçak olan orta bölümü sular altında kalmış ve yüksek olan uç kısmı ada halini almıştır. Eski Erciş'in bulunduğu kısım 1945 yılında meydana gelen bir yükselmeyle sular altında kalmış ve şehir şimdiki yerine taşınmıştır. Aynı şekilde Tatvan'ın çarşısının bulunduğu Kum Palas Mahallesi 1968-69 yükselmesinde sular altında kalmıştır. Sonuç olarak uzun vadede göl seviyesi, bir yandan göle dökülen akarsuların taşıdığı erozyon materyali, di­ğer taraftan kıyıların büyük bir kısmını teşkil eden aşınmaya karşı dirençsiz eski göl depolarının dalga erozyonuyla aşındırılarak gölü doldurması sonucu sürekli olarak yükselmektedir. Başka bir deyişle göl, tedricen sürekli siltasyona uğrayarak dolmakta ve seviyesi yükselmektedir. Bunun hızı ise yıllık ortalamalara göre yılda 4-5 cm kadardır. Van Gölü’nün bir gidegeni bulunmadığından sular ancak buharlaşma yoluyla kaybedilmekte ve bu olay da tuz birikmesine sebep olmaktadır. Zira kapalı bir gölde tuzluluk oranı zamanla orantılı olarak artmaktadır. Tuzluluğu %21.6 olan Van Gölü'nün suyunda en fazla bulunan tuzlar sırasıyla: Na (%58.2), Na2CO3 (%25.4), Na2S04 (%16.1), NaH-COg (%14.0), KCl (%4.5), MgCO3(%1.5), CaC03 (%0.008), LiCl(%0.04), SrCOs (%0.005), Ca2PO4 (%0.003)'dür. Görüldüğü gibi suyun bileşiminde sodyum klorür oranı en fazla olmakla birlikte, sodyum karbonat oranı da yüksektir. Van Gölü suyunda çözülmüş karbonat türleri, deniz suyuna oranla 100 kat daha fazla bulunur. Bunun başlıca nedeni, dışa akışı olmaması yanında özellikle volkanik CO2 aktivitesidir. Bünyesinde başlıca anyon olarak bikarbonat bulunan çok sayıda kaynağın varlığı, Van Gölü çevresinin volkanizmadan sonra da hidrotermal olarak aktif olduğunu gösterir. Van Gölü’nü besleyen birçok akarsu, kaynağını volkanik araziden almakta veya kaynağı volkanik araziden geçmektedir. Göle dökülen bütün akarsularda en önemli katyon sodyumdur. Bu sodyum katyonu bikarbonatla dengelenerek Van Gölü'nü sodalı bir göl durumuna getirmiştir. Termik özellikleri yönünden Van Gölü ılıman bölge gölleri gurubuna dahildir. Yazın 25 m derinliğe kadar sular ısınır ve sıcaklık 20°'yi biraz geçer. 25 m derinlikten itibaren 5°'nin altına düşer. 50 m derinlikten göl tabanına kadar sıcaklık 4° civarındadır ve yaz kış sabit kalır. Kışın yüzey sularının sıcaklığı 0°'nin altına düşer. Hatta bazı yıllar sığ kesimler donar. Böylece bu mevsimde dikey yönde bir sıcaklık tabakalaşması olduğu anlaşılmaktadır. Van Gölü suyunun sodalı oluşu, organik hayatı büyük ölçüde sınırlandırmıştır. Sodalı suya uyum sağlamış olan İnci Kefali (Chalcalburnus tarichi) balığı bir tarafa bırakılacak olursa Van Gölü'nde diğer balık türleri yaşamaz. İçme ve sulama suyu olarak kullanıma uygun olmayan Van Gölü, ulaşım, su sporları, rekreasyon ve turistik yönden büyük bir potansiyele sahip bulunmasına rağmen, bu potansiyel bugün çok düşük bir düzeyde değerlendirilebilmektedir. TOPRAK ÖZELLİKLERİ Van'da çok çeşitli toprak türlerine rastlanır. İlin doğu kesiminde kestanerengi ve kahverengi topraklar, kuzeyinde kireçsiz kahverengi topraklar geniş alanlar kaplar. İldeki başlıca toprak türleri bunlardır. Bu topraklar il topraklarının % 60'ından çoğunu oluşturmaktadır. Kireçsiz kahverengi topraklar, ilin kuzeyinde dış püskürük ana kaya üzerinde gelişmiştir. Bu topraklarda fosfor oranı orta ve yüksek düzeydedir. Kireçsiz kahverengi topraklar çayır ve orman kuşakları arasında kalmaktadır. Bu topraklar 670 mm ve daha çok yağış düşen alanlarda oluşmuştur. Kestanerengi topraklar ilin doğusunda, ildeki en büyük toprak grubunu oluşturur. Kahverengi topraklarla birarada görülebilen bu topraklarda kireç birikimi gözlenir. Yükseltinin 2000 m ye ulaştığı kesimlerde, yağışın artması, sıcaklığın düşmesi, organik maddelerin daha çok parçalanması nedeniyle kestanerengi topraklar yaygınlaşmaktadır. Kahverengi topraklar ilin doğu kesimindeki yükseltinin az oldugu alanlarda, kireçli kayalar üzerinde oluşmuştur. Ana madde kireçtir. Kahverengi topraklar sığ topraklar olup, kestanerengi topraklara göre daha kaba yapılı ve çakıllıdır. Bu topraklar hafif ve orta eğimli alanlarda kuru tarıma, eğimin fazla ol­duğu kesimlerde de otlaklara ayrılmıstır. İlin kuzeybatı kesiminde, Erciş yöresinde volkan külleri ve yumuşak tüfler üzerinde regosol top­raklar yaygındır. Anakayayı oluşturan volkanik maddeler yumuşak katlar durumundadır. İldeki bir başka toprak türü de alüvyal topraklardır. Bu topraklara daha çok Erciş ve çevresinde rastlanır. Bunlar kaba yapılı ve kireçsiz topraklardır. Van'da koluvyal topraklar geniş alan kaplamazlar. Bu toprakların ana maddesi genellikle çakıldır. İlin birçok yerinde küçük alanlarda görülen ko­luvyal topraklar, daha çok Gürpınar-Hoşap arasında yaygındır. Hidromorfik alüvyal topraklara ise Çaldıran ve Özalp gibi ovalık alanlarda rastlanır. Bu toprakları oluşturan maddeler, genellikle kestanerengi ve kahverengi toprak alanlarından taşınmıştır. Van'ın özellikle kuzeydoğu kesimlerinde rastlanan bir başka toprak türü de kireçsiz kahverengi orman topraklarıdır. Van'da ormanlar önemli bir yer tutmadığından bu topraklar ilde en az rastlanan top­rak türüdür.
  11. _asi_

    Van İklim ve Bitki Örtüsü

    Van İklim ve Bitki Örtüsü İKLİM Doğu Anadolu'nun iklimi, şiddetli karasal olmasıyla dikkati çeker. Bu karakter, bölgenin merkezi boyunca, doğuya doğru gidildikçe, yani çevre denizlerin etki alanlarından uzaklaşıldıkça daha da belirginleşir. Bölgede kışlar özellikle çok uzun, şiddetli ve karlıdır. Buna karşılık yaz mevsimi çok kısa olmakla birlikte, bölgenin en kuzeyindeki yüksek platolarda bile oldukça sıcak geçer. Karasallığın en basit ifadesi olan en sıcak ve en soğuk ay ortalamaları arasındaki farklar: Türkiye'nin kıyı bölgelerinde 20°'yi aşmadığı halde, Doğu Anadolu Bölgesi'ne doğru gittikçe artarak kuzeydoğu kesiminde 30°'nin üzerine çıkar. Bu bakımdan Van Gölü çevresi, bölgenin diğer birçok kısmında rastlanılmayacak derecede düşük karasallık değerleri gösterir. Nitekim yıllık fark Bitlis'te 26°, Hakkari'de 28.5°, Ağrı'da 31° ve Muş'ta 32.5° olduğu halde Van Gölü çevresindeki istasyonlarda 25° civarındadır. Marmara Denizi'nin 1/3'ü büyüklüğündeki Van Gölü'nün, yakın çevresinin iklimine neler kazandırdığını anlamak için, gölün burada bulunmadığını düşünmek ve benzer özellikler gösteren yerlerle karşılaştırmak yeterlidir. Sıcaklık koşulları yönünden aşağı yukarı aynı özelliklere sahip olan Van Gölü kıyılarının tüm istasyonlarında yıllık sıcaklık ortalaması 9°, yılın en soğuk ayı olan ocak ortalaması -3.6°, temmuz ayı ortalaması ise 22° civarındadır. Oysa hemen hemen aynı enlemde ve daha batıda yer alan, üstelik Van Gölü çevresindeki istasyonlardan 400-500 m. daha alçakta bulunan Muş'ta ocak ayı ortalama sıcaklığı -7.7°'dir. Bu durumda Ocak ayının Muş'ta, Van Gölü çevresine göre bir kat daha soğuk geçtiği anlaşılmaktadır. Bu ayın ortalama sıcaklığı, Van'a göre 100 m. daha alçakta, ancak daha kuzeyde bulunan Ağrı'da ise -10.4°'dir. Mutlak sıcaklıklara bakıldığında bu durum da­ha da belirginleşir. Örneğin: Van Gölü'nün yerinde bir ovanın bulunduğu varsayıldığında, şu anda -20° ile -25°' civarında olan şimdiye kadar ölçülmüş en düşük sıcaklığın (mutlak minumum) -40°'lere kadar düşeceği rahatlıkla söylenebilir. Zira aynı değer Muş'ta -33°, Ağrı'da ise -45.6° olarak ölçülmüştür. Böylece, geç ısınıp geç soğuduğu ve bünyesinde daha fazla ısı depo edebileceği için kışın çevresine göre ılık kalan Van Gölü, bu mevsimde kıyısındaki sahaların sıcaklıklarının fazla düşmesini önlediği gibi, yazın da fazla yükselmesine engel olarak karasallığı bir dereceye kadar azaltmış olur. Ancak, tüm bu olumlu koşulların dar bir kıyı şeridiyle sınırlı olduğunu ve göl çevresindeki ovalardan ayrılır ayrılmaz iklim şartlarının tamamen değiştiğini unutmamak gerekir. Haziran sonlarına doğru göl çevresinde bulunan birisi, göl kıyısında suya girildiğini, yamaçlarda henüz yeşermiş otları, zirvede ise halen mevcut olan karları görerek üç farklı mevsimin çok dar bir mekan içerisinde, bir arada yaşandığını farketmekte gecikmez. Süresi ve miktarı yıldan yıla değişen donlu günler, Van Gölü kıyılarında batıdan doğuya doğru hafifçe artar. Donlu gün sayısı, Bitlis ili’ne bağlı Tatvan ve Ahlat ilçelerinde 110 gün civarında olduğu halde Van, Erciş ve Muradiye'de 130 güne çıkar. Ortalama olarak kasım başında görülmeye başlayan donlu günler, nisan başında son bulur. Ancak, bu ortalama tarihlerde yaklaşık bir aylık bir sapma meydana gelerek bazı yıllar ekim başında görülürken, bazı yıllar mayıs sonuna da sarkabilmektedir. Bu süre esnasında yaşamın çeşitli yönleri, özellikle tarım faaliyetleri kısıtlandığı gibi, erken ve geç olanlar, ürünlere büyük zararlar verebilmektedir. Sahada rüzgarlar, Van Gölü'nün uzanış doğrultusuna uymak zorunda kalır. Havzanın batısında batı yönlü rüzgarlar egemen olduğu halde,doğu kesimde ilkbahar ve yaz mevsiminde batı yönlü, sonbahar ve kış mevsiminde ise doğu yönlü rüzgarlar etkindir. Göl ile çevresindeki yüksek plato ve dağlar arasındaki termik zıtlıklar, basınç farklılıklarına yol açmak suretiyle, rüzgar yönleri üzerinde de etken olmuşlardır. Farklı ısınma koşulları gündüzün gölden karalara, geceleyin de kara alanlarından göle doğru meltem rüzgarlarının doğmasını sağlamıştır. Sıcaklıktaki homojenliğe karşılık, yağış şartları yönünden havzada önemli farklılıklar görülür. Kutbi cephe boyunca batıdan doğuya doğru hareket eden gezici siklonlar (alçak basınç merkezleri) yöreye, Batı ve özellikle Güneydoğu Toroslar engelini aşan en önemli gedik olan Bitlis Vadisi boyunca güneybatıdan girerler. Bu nedenle havzada yağışlar, hava kütlelerinin nem bakımından fakirleşmesine bağlı olarak batıdan doğuya gidildiği oranda azalır. Nitekim Bitlis'te 1000, Tatvan'da 800, Ahlat’ta 600 mm.'ye yakın olan yıllık ortalama yağış, Adilcevaz'da 440, Erciş'te 490, Muradiye'de 450, Van'da 380 ve Özalp'ta 370 mm.'ye düşer. Van Gölü'nün doğu kıyıları, özellikle Van ve Gürpınar Ovalarıyla Özalp çevresi, tüm havzanın oldugu gibi, aynı zamanda Iğdır Ovası’yla birlikte Doğu Anadolu Bölgesi'nin de en az yağış alan sahaları arasında yer alır. Van Bölümü’nde Akdeniz ve Karasal yağış rejimleri arasında geçiş tipi bir yağış rejimi görülür. Yağışın en fazla olduğu mevsim ilkbahardır(%39). Bunu kış (%26.6) ve sonbahar (%27.2) izler. Yağışın en az ol­dugu mevsim ise yazdır. (%7.1) Yağışın büyük bir kısmının kışa yığıldığı, fakat yaz mevsiminin yok denecek kadar az yağış aldığı Akdeniz yağış rejiminden, en yağışlı mevsimin kıştan ilkbahara kaymasıyla ayrılır (karasal tesir). En az yağış alan mevsimin kışa rastladığı, en fazla yağışın ise yazın düştüğü ka­rasal rejimden ise, kışın en yağışlı ikinci mevsim olması ve yaz kuraklığıyla farklılaşır. Yağışlı geçen 85 günün 35'inde kar yağar. Kar yağışlarının görüldüğü devre kasım başından nisan sonuna kadar devam eder ve yağan kar 3 aya yakın yerde kalır. Van, yılın 120 günü açık, 200 günü bulutlu ve 45 günü ise kapalı gün özelliği ile Türkiye' nin en fazla güneş alan illerinden biridir. Tarihte Urartular’a başkentlik yapmış Van' ın, "Tuşba" adını alması, Tuşba'nın "Güneşi bol olan" anlamına gelmesindendir. DOĞAL BİTKİ ÖRTÜSÜ Doğu Anadolu, İç Anadolu ile İran arasında, büyük bir kısmı doğal orman sahasına dahil bir ada gibi yükselir. Bu durum, İç Anadolu ve İran'a göre Doğu Anadolu'nun daha nemli olmasından kaynaklanır. Ormanların alt sınırı herşeyden önce nemlilik derecesine bağlıdır. Bu sınır bölgenin batısında 1100-1400 m iken, doğusunda 1800-1900 m'ye kadar çıkmaktadır. Bölgenin başka bir özelliği de ormanların üst sınırının çok yüksek olmasıdır. Bölgenin batısında ormanların üst sınırı 2400 m, doğusunda ise 2800 m kadardır. Hatta Akdeniz'den gelen nemli hava akımlarının bu bölgeye kolayca sokulduğu, Bitlis oluğunun tam karşısına denk gelen Nemrut Dağı’nın güney yamaçlarında, çalılık halinde meşeler yayılırken, kalderanın içinde meşelerden, yabani meyve ağaçlarından, kavak ve huşlardan oluşan bir orman görülür. Bu orman, kalderanın dik olan iç duvarlarında yer yer 2900 m'ye kadar çıkar ki bu, ülkemizde tesbit edilmiş olan en yüksek orman sınırıdır. Doğu Anadolu'daki ormanlar genellikle şiddetli ve uzun kışlara ve fazla olmayan yağış miktarına uyum sağlamış, soğuğa dayanıklı, seyrek ve orman altı çok zayıf, kuru ormanlar halindedir. Van Gölü çevresi, insanlık tarihinin en eski zamanlarından beri yerleşilmiş bir sahadır. Bu nedenle, yörede bitki örtüsü insanlar tarafından büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Yüzyıllarca süren tahrip sonucunda Anadolu'nun çoğu yerinde olduğu gibi, Van Gölü çevresinde de asli bitki örtüsü bozulmuş, bir yerde, özellikle ormanlar ortadan kaldırılmıştır. Nitekim, tarihi belgeler de bunu ispatlamaktadır. M.Ö.8. yüzyılda, bugün çıplak olan Van-Hakkari yöresine bir sefer düzenleyen Asur hükümdarı, bu yöredeki sazlık kadar sık ormanları kestirdiğinden bahsetmektedir. Eskiden buraların ormanlık olduğunu gösteren başka bir delil de, günümüze kadar ulaşan orman bakiyeleridir. Bu ormanlara özellikle Başkale-Gevaş arasında rastlanır. Ekolojik şartlar göz önüne alındığında Van'ın güney kesimleri dışında kalan yörelerde, geçmişteki doğal bitki örtüsünün ağaçlı step olduğu söylenebilir. Step içindeki başlıca türler, çeşitli meşe türleri ve bodur ardıçlardır. Çam türleri, Van Gölü çevresinde kendilerine uygun, ekolojik ortamı bulamamışlardır. Van'da yetişebilecek çam türü sarıçamdır. Bugün orman kalıntılarına ilin güney kesimlerinde rastlanır. Bu kesimlerde bitki örtüsü genellikle meşelerden oluşur. Meşeler, bozulmuş, birçok yerde çalılık halini almıştır. Ağaçlık sahalara Gevaş'ın güneyinde de rastlanır. Meşeler yanında, seyrek de olsa, sakız menengiç, bodur ardıç, kızılcık, doğu çınarı, ceviz, titrek kavak ve yabani meyve ağaçları da görülmektedir. Van’ın güneyinde stepler de görülür ve en önemli elemanı geven otudur. İlin güneyi dışında ormanlara rastlanmaz. Sadece Erciş'in kuzeyinde, Ilıca Suyu Vadisi’nde seyrek meşe toplulukları bulunur. Van'ın doğu ve kuzeyi bugün antropojen step görünümündedir. Seyrek olarak vadi boylarında ağaçlara rastlanır. Bu kesimde hakim olan step formasyonu otsu bitkilerden oluşur.
  12. _asi_

    Van Yerşekilleri

    VAN YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ KONUM Van dünya üzerinde, 42 derece 40 dakika ve 44 derece 30 dakika Doğu boylamları ile, 37 derece 43 dakika ve 39 derece 26 dakika Kuzey enlemleri arasındadır. Türkiye üzerinde ise, Doğu Anadolu Bölgesi' nin Yukarı Murat-Van Bölümü' ndeki Van Gölü kapalı havzasındadır. Kuzeyden Ağrı ili, Doğubeyazıt, Diyadin ve Hamur ilçeleri; batıdan Van Gölü ile Ağrı ilinin Patnos ilçesi, Bitlis' in Adilcevaz, Tatvan ve Hizan ilçeleri; güneyden Siirt' in Pervari, Hakkari ili, Beytüşebap ve Yüksekova ilçeleri ile komşudur. Doğusunda ise İran Devleti sınırı yer alır. İl, toprakları 19.069 km kare olan yüzölçümü ile Türkiye topraklarının %2,5' ini oluşturur. Van, yüzolçümü bakımından Türkiye' nin 6. büyük ilidir. Van, Doğu Anadolu bölgesi' nin volkanik dağlarla kaplı çukur kesiminde bulunan Van Gölü' nün doğu kıyısına 5 km uzaklıkta çok az meyilli bir arazi üzerine kurulmuştur. Rakım yüksekliği yaklaşık 1725m'dir. Türkiye' nin en büyük gölü olan Van Gölü, yüksek dağların ortasında bir çöküntü durumundadır. Çevredeki yüksek dağlar Van ilinin sınırını oluşturur. DAĞLAR Van ilinde dağlar toplam alanın %53' ünü kaplar. İl alanı volkanik oluşumlu dağlarla çevrilidir. Van' ın kuzeyinde yer alan Aladağ (3.255 m) ve Tendürek Dağı (3.542 m) Ağrı iline sınırdır. Tendürek Dağı' nın doğusunda, güneye doğru İran sınırına paralel olarak uzanan dağlar yer alır. Düzenli bir şekilde uzanan bu sıradağların yüksekliği, Zap Suyu’nun kaynağını aldığı Sorada Dağı’na kadar 3.000 m' yi geçmez. Bu dağlar Eğriçay Deresi' nden başlayarak 2.600-2.700 m yükseltili bir sırt oluşturur. Karabulak Dağı' ndan sonra bu yükselti, 2.900 m'ye ulaşır. Deveci Geçidi' nin güneyinde yer alan dağların yüksekliği 2.750 m'dir. Bunların başlıcaları Dumanlı Dağ, Elağan Dağları, Kırklar Dağı, Tavur Dağı ve Gelin-Güvey Kayasıdır. Kuzey Bendimahi Havzası ve Karasu Havzası, geniş bir dağlık bölüm şeklinde, güneybatı yönünde uzanır. Bu bölüm kuzeyde, 2.850 m yükseltili Alikelle Dağı ile Abağa Düzü' ne doğru uzanmaktadır. Bu düzün güneyinde Tarhani Düzü ile Naşar Düzü yer almaktadır. Bu düzlüklere doğru uzanan bir takım sıra dağlar var ki, bu dağların en yükseği 2.700 m ile Çilli Dağı' dır. Abağa Düzü ile Bargiri (Muradiye) Ovası arasında geniş bir dağ sırası uzanır. Bu sıradağlar, Pirraşit Dağı (3.200 m) ile başlar. Pirraşit Dağı sivri bir koni biçimindedir. Eteklerinde geniş yaylalar yer alır. Sultan Gölü' nün batısında 3.020 m ile Manda Dağı yükselir. Bargiri Ovası' nın doğusunu çevreleyen İsabey Dağı' nın yükseltisi, 3.000 m dir. Karasu ile Van Gölü arasında Şevli (Şoli) Dağı 2.900 m , Hanke Dağı (2.450 m) ve İrini Dağı (2.250 m) uzanır. İlde yükselti güneydoğuya doğru gidildikçe artar ve Şehit Tepesi' nden başlayarak düzgün sıralar oluşturur. Bu dağın uzantıları, Ahta Dağı (2.810 m) ve Karahal Dağı ( 2.700 m) dır. Tendürek Dağı' nın uzantıları olan asıl sınır dağları, Gündizin ( Hızırbaba Ziyareti) Dağı (3.010 m), Koçalan, Bilecik ve Melek Dağları (2.560 m) dır. Satmanıs Ovası, Akgöl Havzası ve Gölçimen Ovası arasında yüksek ve geniş bir dağ kütlesi görülmektedir. Kuzeydeki sivri ve kayalık dağ, Nacarabat (2.610 m) Dağı' dır. Hazine Sırtları Tepesi (2.650 m), Rentömer (2.580 m), Irgat (2.890 m), Kozan (2.890 m) ve güneyde Kuh Dağı (2.850 m) bu kütlenin başlıca yükseltileridir.Keşiş Gölü Havzası' nın batı kesimlerinden başlayan dağ sırasında yer alan Erek Dağı' nın yükseltisi 3.250 m dir. Erek Dağı' nın Van Ovası' na doğru uzantısı Şuşanıs (Doni) (2.750 m) Dağı' dır. Hemen güneybatısında, Norhuk Dağı (2.800 m) yer alır. Van ilinin güneyinde, Hoşap Suyu' nun doğusunda da İspiriz Dağları (3.688 m) uzanır ki, bu dağlar aynı zaman da, Van ilinin en yüksek noktasıdır. Plato ve Yaylalar Plato ve yaylalar, Van yüzölçümünün toplam %33' ünü teşkil eder. Genellikle platolar dağların arasına sokulmuştur. 3.Zaman'da oluştuklarına ilişkin yükselmelerden belirtiler ve özellikler taşımaktadır. İlin doğusunda yer alan Norduz Yaylaları hayvancılık bakımından çok önemli yerlerdir. Abağa Düzü' nün güneyindeki ortalama 2.450 m yükseltisindeki geniş yaylalar kuzeye doğru eğim kazanır. Manda Dağı' nın eteklerinde de sulak, bol otlu olan yaylalar vardır. Ahda Dağı' ndan Erçek Gölü' nün kuzeyine kadar Karasu ile Memedik Çayı arasında otu ve suyu bol geniş yaylalar vardır. Ayrıca, Nacarabat Dağı' nın batı yamaçlarında yer alan yaylalar havancılık açısından oldukça önem taşır. OVALAR ve VADİLER Van Ovası Van ilinin kurulduğu yerde olup, Van Gölü' nün doğusunda 150 km karelik bir alanı kaplamaktadır. Ovanın yaklaşık yükseltisi 200 m kadardır. Van Ovası, kuzeydoğuda Sıhke Düzü, kuzeyinde Akköprü Düzü ve güneyinde de Şamranaltı Düzü adını alan bir kaç bölümden oluşur. Çok verimli toprağa sahiptir. Erciş Ovası Van' ın en önemli ovalarından biridir. Yüzölçümü 150 km2 olan bu ova, Van Gölü' nün kuzeyinde yer almaktadır. Nispi yükseltisi çok azdır. Erciş Ovası iki bölüme ayrılır. Bunlar Hatun ve Erciş ilçe merkezinin yer aldığı Sulu Ovadır. Erciş Ovası' nda çok çeşitli sebze ve meyve yetiştirilmektedir. Hoşap Vadisi Norduz Yaylası' nın yüksek kesimlerinden doğan Hoşap suyu, Hoşap Ovası' na dek derin ama sarp olmayan bir vadide akar. Hoşap Vadisi, Gürpınar ilçesinin Güzelsu (Hoşap) beldesi merkezi yakınında Hoşap Ovası' na açılır. Memedik Vadisi Özalp yöresinde doğan Memedik Çayı boyunca birçok düzlük uzanır. Vadi boyunca uzanan düzlüklerden Saray ve Mollahasan (Karakallı) düzleri, akarsuyun yukarı tarafında yer alır. Memedik Vadisi oldukça dardır. Bu vadi batıda Erçek Düzü' ne açılır. GÖLLER Van Gölü 60 bin yıl önce Nemrut Volkanı’nın patlaması ile Muş Ovası’nı da içine alan büyük su kütlesinin özü Tatvan’da kapanmıştır. Böylece 4.zamanda, Nemrut Dağı Volkanı'ndan çıkan lavlar, bir set oluşturarak Van Gölü çanağının Muş Ovası ile bağlantısını kesmiştir. Çanakta toplanan suların dışa akışı kesildiği için zamanla Van Gölü bugünkü şeklini almıştır. Van Gölü' nün kuzey ve batısı tümüyle volkanik dağlarla çevrilidir. Güney çevresi yüksek dağlar, kristalin şitler ve paleozoik arazilerle, doğusunda ise neojen tekneleri ve alüvyonlarla örtülü küçük ovalarla çevrilidir. Çok sayıda koy ve burunlar vardır. Kuzey kıyılarında çok güzel ve geniş kumsallara rastlamak mümkündür. Van Gölü, ana yatak ve ona kuzeydoğuda geniş bir geçitle bağlanmış olan büyük bir körfezden oluşur. Ana yatağın en geniş yeri olan Van-Tatvan arası 125 km'dir. Gölün yüzölçümü 3.712 km2 dir. En derin yeri 451 m olan gölün ortalama derinliği 171m ve denizden yüksekliği 1650 m'dir. Van Gölü' nde büyük boyutlu toplam 4 ada vardır. Bunlar: Akdamar, Çarpanak, Adir ve Kuş Adası’dır. Akdamar Adası Van Gölü' ndeki en büyük ada olup, uzunluğu 1.5 km ve genişliği 500 m’dir. Bu adada tarihi Akdamar Kilisesi bulunur. Göl içinde, adalara ulaşımı sağlayan tekneler ve Van-Tatvan arasında sefer yapan feribotlar çalışır. Van Gölü, büyüleyici güzelliği, iskeleleri, koyları, yarımadaları ve körfezleri ile tam bir deniz görümündedir. Bu nedenle çevre halkı, Van Gölü' ne "Deniz" ismini sıkça kullanır. Van Gölü’nün suyu tuzlu ve sodalıdır. Erçek Gölü Van Gölü' nün 30 km doğusunda, lavların yığılması ile oluşmuş, bölgenin ikinci büyük gölüdür. Van Gölü'nden bir eşikle ayrılan Erçek Gölü, bir çöküntü havzası içindedir. Yüzölçümü 99 km2 olup deniz seviyesinden yüksekliği, 1.800 m'dir. En derin yeri 15 myi bulur. Göle doğudan karışan Memedik Çayı bol su taşımaktadır. Göl, Van Gölü gibi oldukça tuzlu ve sodalıdır. Keşiş Gölü Bir diğer adı da Turna Gölü' dür. Eskiden yapay bir gölet durumundayken, bol kaynaklarla beslenerek bugünkü halini aldığı söylenir. Keşiş Gölü; Kuh, Kozan ve Erek Dağı arasındaki vadidedir. Yüzölçümü 4 km2 dir. YER ŞEKİLLERİ Van Ovası ve yakın çevresi, Doğu Anadolu Bölgesi'nin Van bölümü'nde, tektonik ünite olarak ise Toros Orojenik Kuşağı'nın doğu bölümünde yer almaktadır. Doğu Anadolu Bölgesinin bir alt bölümünü teşkil eden Van bölümü morfolojik bakımdan üç üniteye ayrılabilir. Bunlar: Van Gölü'nü güneyden bir duvar gibi kuşatan Güneydoğu Toroslar, doğuda ortalama yükseltisi güneye nazaran daha alçak olan Van Dağları, batı ve kuzeyde ise kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda bir hat üzerinde yer alan volkan konileridir. Van Bölümü'nün güney kesimi Güneydoğu Toroslar ve bunların doğudaki uzantısı üzerinde bulunan Gevaş dağları ile çerçevelenmistir. Bu kısımda 3000 metreyi geçen bir çok tepeler vardır (Artos Dağı 3475 m.) Yine bu kısımda arazinin durumu, kıyının şekli üzerine etki etmiştir. Öyle ki, Van Gölü'nün en girintili çıkıntılı kısımları güney kıyılarıdır. Bazı dere ağızları bir tarafa bırakılacak olursa (Hoşap Suyu, Arpat Çayı ağızları gibi) kıyı genellikle yüksektir. Van Gölü kapalı havzasının güneyini bir çok yerlerde 2500-3000, bazı yerlerinde ise 3500 metreye yakın yükseklikteki dik yamaçlı dağ sıraları çevirir. Temeli birinci jeolojik zamana ait şist ve kalker gibi kayaçlardan meydana gelmiş bulunan ayrıca, yer yer ikinci ve üçüncü jeolojik zamana ait türlü kayaçları da (özellikle serpantin, kalker ve marn) içine alan bu dağların Van Gölü çanağına doğru değişik uzantılar halinde sokulması, gölün güney kıyısının çok girintili ve çıkıntılı olmasına ve birçok yerlerinde de yüksek kıyıların ve falezlerin oluşmasına sebep olmuştur. Doğu Anadolu Bölgesi'nin güney kenarında geniş bir kavis teşkil ederek gayet bariz bir duvar halinde uzanan Güneydoğu Torosların yükseltisinin kavisin orta kısmında nisbeten az, buna karşın batıda ve doğuda yükseltisi artmakta ve maksimum yüksekliğe güneydoğuda Cilo Dağlarında (burada Reşko ve Gelyaşin zirvesi 4168 metredir) erişmektedir. Ayrıca, Güneydoğu Torosların kuzey kenarında, Elbistan Havzası'ndan başlayarak Malatya, Mollakendi, Çapakçur, Muş, Van Gölü, Havasor ve Gevaş havzaları ile uzanan bir depresyonlar şeridi yer almakta ve bu şerit üzerindeki depresyonlar birbirinden dağlık eşikler ile ayrılmaktadır. Van Gölü'nün doğusunda ise aynı nisbi çukur saha üzerinde depresyonlar ile kesintiye uğrayan Van Dağları yer almaktadır. Bu kesimin ortalama yüksekliği 2200-2400 metre arasında bir yayla olup, üzerinde yer yer 2500 metreyi geçen tepeler vardır. Van şehrinin doğusundaki Erek Dağı (3204 m.), bunun doğusunda Kuh Dağı (2850 m), Kazan Dağı (2890 m), Kuzeyinde Irgat Dağı (2750 m) Van Dağlarının Yüksek tepeleridir ve aralarında Hoşap, Özalp ve Ahurik gibi toprağı verimli birçok ovalar yer almaktadır. Van Gölü kapalı Havzası'nın bütün doğu bölümü ana çizgileriyle göz önüne alındığı takdirde, burada doğu sınırlarımızdan Van Gölü çanağına kadar genel bir eğim bulunmaktadır. Gölün doğu kıyısında 1730 metre kadar yükseltiye sahip olan arazi, doğuya doğru yavaş yavaş yükselir. Bununla ilgili olarak buradaki akarsular da doğudan batıya doğru birçok yerlerde birbirine paralel şekilde akarlar. Mejinger Suyu, Memedik Deresi, Karsuyun yukarı bölümü ve Bendimahi Çayı'nın vadileri doğu-batı doğrultulu bir takım geniş geçitler teşkil etmiştir. Van Gölü'nün güney kenarında boydan boya dik bir şekilde yükselen sarp dağlara karşılık, burada daha alçak dağlar uzanır. Van Gölü Havzası'nın doğu ve güneyindeki bu dağlar çok çesitli kütlelerden meydana gelmiş olup karmaşık bir yapı gösterirler. Van Gölü ve İran sınırı arasındaki saha tektonik bakımdan çok karmaşıktır. Burada en geniş yeri Kretase flişleri ve Nümmülitli kalkerler işgal eder. Bu tabakalar şiddetli kıvrımlı, faylı ve ekaylı olup, kıvrım yönleri genellikle güneybatı-kuzeydoğudur. Bu ikinci ve üçüncü zaman kıvrımları doğuda kavisler yaparak İran topraklarına geçer. İkinci zamandan daha eski tabakalar, nisbeten daha sınırlı saha kaplarlar. Bunlar, büyük bir ihtimal ile bu bölgede derinlerde kalmış olan eski kütlenin ancak, depresyonlar ile parçalanarak sınırlı sahalarda şeritler halinde yüzeye kadar yükselmiş olan parçalardır. Bütün bu karışık bünyeyi geniş sahalarda denizel miyosen tabakaları transgresif olarak örtmüştür. Van Bölümü'nün batı ve kuzeyindeki yerşekilleri ise, gerek biçim gerekse meydana geliş bakımından güney ve doğudakilerden farklıdır. Bölümün başlıca yerşekilleri tek yükselen volkan dağları (3000-4000 m yüksekliğinde) ile bunları çevreleyen ücüncü zamanın ikinci yarısına ait tabakalı platolar ve lav platolarıdır (1800-2000 m). Bu masa yapılı platolar, göl yüzünden çok geride 200-300 m yüksekliktedir. Bunlardan Erciş'in batısında ve Ahlat’ın kuzeyindekiler Miyosen kalkerlerinden masa yapılı platolardır. Buna karşılık göl kenarlarında yer yer daha eski kütleler temelde yer alır ki, bunlardan bir kısmı Tatvan yakınında gözlenir. Van Bölümü'nün batı ve kuzeyinde bir sıra teşkil edecek şekilde iranid ve Torid tektonik kuşakları içinde güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda sıralanan volkan dağları dördüncü zaman başındaki geniş ölçülü püskürmelerden doğmuş lav ve tüflerin yığılması ile meydana gelmişlerdir. Bunlar arasında Nemrut Dağı (3050 m), Sübhan Dağı (4434 m), Aladağ (3351 m,), Tendürek Dağı (3542 m) ve nihayet Ağrı Dağı (5165 m) bölgenin tek dağlarını teşkil eder. Bu dağların eteklerinde de geniş lav platoları uzanır. Bu lav platoları senenin ancak belirli bir kısmında otlarla örtülüdür. Yazın otlar kuruyunca manzara çok kasvetli olur. Beyaz renkli Miyosen kalkerlerinden müteşekkil tepeler volkanik sahalardan çok daha çıplaktır. Yazın bölge, çöle yakın bir manzara arzeder. Türlü tabiatta, araziden oluşan dağlar arasında uzanan irili ufaklı akarsuların açmış olduğu vadiler (Ahlat, Adilcevaz, Erciş yakınında Zilan vadileri) bu çölümsü sahanın içinde hakiki birer vahadır. Buralar eskiden beri insanları çeken sahalar olmuştur. Sonuç olarak Van Bölümü'nün genel fiziki coğrafya özellikleri şu şekilde özetlenebilir: Van bölümü bir kenarı yüksek Güneydoğu Toroslar, diğer kenarı Nemrut'tan Tendürek'e kadar uzanan muazzam volkanlar dizisi ücüncü kenarı da Türk-İran sınır dağları tarafından çevrilmiş az çok muntazam bir üçgen şeklindedir. Bu üçgenin en büyük kısmını 16000 km2 yüzölçümündeki Van Gölü Kapalı Havzası teşkil eder. Sahanın hemen bütün suları bu havzaya bağlıdır. Ancak, güneydoğuya doğru sokulan dar bir saha dahilinde sular Büyük Zap Nehri vasıtası ile Dicle'ye, yani denize gider. 2200-5000 m arasında değişen büyük ortalama yükseltisine rağmen geniş sahalarda hakim olan basık topoğrafya şekilleri üçüncü zamanın ikinci yarısı ve dördüncü zamanın ilk yarısına ait düzenli vol­kan çıkışları, ziraat üzerinde derin etki yapan kurak ve şiddetli bir iklim ve nihayet bu kuraklığa rağmen memleketimizin göl bakımından en zengin köşelerinden biri oluşu ve bu arada en büyük gölümüz olan Van Gölü'nü içermesi, bu bölgenin başlıca coğrafi karakterlerini meydana getirir.
  13. _asi_

    Van Tarihi

    TARİHÇE VAN ISMININ MENSEI Van isminin nereden geldiği ve kaynağı konusu henüz tam olarak açıklığa kavusmamış olmasiıa rağmen konuyla ilgili bazi önemli görüsler söyledir: Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Büyük Iskender'in, Van Kalesi'ndeki Vank adli bir mabedin adini sehre verdiğini belirtmektedir. Baska bir rivayete göre, Van pek eski bir sehir olup, M.Ö. 1900'lerde Asur Melikesi Meshure Sah Meryem (Semiramis) adina izafeten Sahmerimekerd seklinde adlandirilmistir. Daha sonra Küyanyâ’nin son devrinde Van adindaki valinin sehri genisletip güzellestirmesi nedeniyle bu idareciden itibaren sehir Van olarak anilmistir. Van adinin kaynaği konusunda akla en yatkin ve bilimsel görüs Urartuca Biane veya Viane'den çikmis olduğudur. Tarihi kaynaklarin bütününde, Urartular kendilerine Bianili demislerdir. Urartular'in yükselme devrinde Biate adi altinda bir çok sehir ve insan topluluğu Van bölgesine toplanmıştır. URARTURLAR ÖNCESI VAN Van bölgesinde en eski medeniyet M.Ö. 4000 yillarina kadar gitmektedir. Van Kalesi'nin 6 km güneyinde bulunan Tilkitepe ve Van Gölü'nün kuzeyindeki Ernis Mezarliklarinda yapilan kazilarda Kalkolitik, Bronz ve Demir devrine ait kültürel buluntulara rastlanmistir. M.Ö. 4000 yillarindan itibaren Dogu Anadolu Bölgesi'ne Kafkasya üzerinden Hurri menseli kavimlerin büyük kafileler halinde göç ettikleri görülür. Hurrilerin, M.Ö. 2000'lerden itibaren Van Gölü'nden baslayarak Kizilirmak ve Yesilirmak'in Karadeniz'e döküldügü yerlere kadar uzanan bir bölgeye hakim olduklari görülür. M.Ö. XIII. yüzyilda Hurri Mitani siyasi tesekkülün merkezi otoritesi zayiflamis ve beyliklere bölünmüstür. Asur Krallari bu küçük beylikleri hakimiyetleri altina almaya çalismis ve bu sirada Van Gölü çevresinden Bati Iran’a kadar olan bölgeye hakim olabilmek için, Nairi ve Ur(u)atri / Urartu ülkeleri ile Asurlular arasinda mücadeleler baslamistir. Urartular ve Asurlularin mücadelesi M.Ö.IX. yüzyilin ortalarina kadar sürmüs, Asurlular bu daglik ve zor arazi sartlarina sahip bölgeyi egemenlik altinda tutamamis ve nihayetinde Urartu Krali I. Sardur (M.Ö.841-836) Urartu Devletini kurmustur. Kurulan bu devletin bassehri Tuspa (Van) olmuştur. URARTULAR DÖNEMI VAN I.Sardur, Van Gölü'nün dogu kiyisinda bassehir Tuspa'nin özünü teskil eden Van Kalesini kurmustur. Kalenin güney kismindaki Sardur Burcu’nun duvarindaki tas bloklar üzerindeki kurulus kitabeleri, Urartu tarihinin bilinen ilk yazili kaynaklaridir. Urar¬tu döneminde Van Kalesi'nin imari genis ölçüde tamamlanmis ve kalenin tamamlanmasi Kral Ispuini (M.Ö. 764-735) zamaninda olmustur. Urartularin Van'daki egemenliklerinin M.Ö. VI. yüzyilin baslarina kadar sürdügü ve M.Ö. 609 tarihinden hemen sonra Urartu ülkesini Iskitler'in ele geçirdigi arkeolojik buluntulardan anlasilmaktadir. URARTU SONRASI VAN Urartu bölgesine sirayla Iskitler, Medler ve Persler egemen olmuslardir. Medler’le Lidyalilar’in mücadelesi sirasinda Ermeniler’in küçük gruplar halinde bölgeye sizdiklari görülür. Persler zamaninda Van bölgesine uzun bir müddet Halde denilmistir. Büyük Iskender'in Pers Imparatorlugu'nu zapt etmesiyle ve M.Ö. 323'te Iskender'in ölümünden sonra bölge, Iskender’in generallerinden Selevkius'un idaresine geçmistir. M.Ö. 66'da Van Romalilar’in eline geçmis, M.S. 200 yillarina kadar Partlar ve Bizanslilar arasinda el degistirmistir. M.S.II. yüzyildan VII.yüzyila kadar bölge, Sasani idaresinde kalmis ve 625 yilinda bölgeye Hazar Türkleri gelmistir. Hazarlar ve Islam ordulari arasindaki mücadeleler de Hazarlar’in Müslüman olmasiyla sona ermistir. VII.y.y.’in sonlarindan itibaren Van ve çevresi Ermeniler’in hakimiyetine geçmistir. Daha sonra Abbasiler Van Gölü çevresini “Ermeniye” adiyla eyalet valiligi seklinde idare etmis, vali olarak da bölgede yasayan Ermeni prenslerini atamislardir. Abbasi halifesi Muktedir tarafindan Van Gölü’nün güneydogusundaki Vaspurakan bölgesinde yasayan Ardzruni prensi Gagik’e 908 yilinda krallik unvani verilerek, taç giydirilmistir. Vatsan adiyla Gevas’i merkez edinen Vaspurakan prensligi, iç islerinde serbest, dis islerinde Abbasilere bagli kalmistir. X.y.y. sonlarinda Van ve yöresine tekrar Bizans Imparatorlugu hakim olmus ve Ermeni prenslikleri Bizans’in egemenligine girmislerdir. 1018 yilindan itibaren Selçuklu akinlari baslayinca, son Vaspurakan krali Senekerim Bizans Imparatoru II.Basil ile anlasarak Van ve çevresini 1021 tarihinde Bizans’a terk etmistir. II.Basil, Senekerim’e Magistros (Müstesar) unvani vererek yaklasik 40.000 kisi ile Sivas havalisine yerlestirmis, böylece Van ve çevresinde 113 yil hüküm süren Vaspurakan Ermeni kralligi sona ermistir. TÜRK HAKIMIYETININ BAŞLAMASI Çagri Bey'in bölgeye ilk akinlarindan sonra 1042-1043 yillarinda Ebulheyca Hezbâni yönetiminde olan ve Urmiye'de bulunan Türkmenlerin, Van Gölü havzasina akinlar yaparak Bizans generali Hacik'in kuvvetlerini maglup ettigini ve Hacik'in de bu çarpismalar sirasinda öldügünü görmekteyiz. 1045 yilinda Tugrul Bey'in emirleri dogrultusunda Mardin ve Diyarbakir bölgesindeki Türkmen beylerinden Oguzoglu Mansur, Göktas, Anasioglu, Bogu gibi beyler Van Gölü bölgesindeki Bizans kuvvetlerini yenilgiye ugratmislardir. Sultan Tugrul 1045 yilinda bizzat komuta ettigi ordusuyla Muradiye (Bergiri) ve Ercis'i fethetmistir. 1064 yilinda Sultan Alpaslan'in oglu Meliksah tarafindan Van'in etrafindaki birçok kale ve sehir fethedilmistir. Sultan Alpaslan fethedilen bölgenin yönetimini, sefere katilan vasal emirlere birakmistir. Van böylelikle Nahçivan Emiri Sakaroglu Ebu Dülef yönetimine geçmistir. 1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra ise Türkler’in Anadolu'daki ve bölgedeki egemenlikleri tam olarak saglanmistir. Selçuklu Sultani Muhammed Tapar, 1100 yilinda Diyarbakir Mervanileri emirlerinin elinde bulunan Ahlat ve yöresini, halkin da istegi ile Selçuklu emirlerinden Sökmen'e vermis ve 1100 yilindan itibaren tarihte Sökmenliler veya Ahlatsahlar adiyla anilacak bu beylik, Malazgirt, Ahlat, Ercis, Adilcevaz, Eleskirt, Van, Tatvan, Silvan, Mus il ve ilçelerini içine alan bu bölgede hakimiyet kurmuslardir. OSMANLILAR 1534-35 yillarinda gerçeklestirilen Iran Seferi sirasinda Bagdat, Tebriz ve Van gibi önemli merkezler Osmanli idaresine girmistir. Ancak Osmanli Devleti'nin Macar Krali Ferdinand ile baslayan mücadelesi nedeniyle kuvvetlerin Rumeli'ye kaydirilmasi sonucu, fethedilen yerlerden bazilari tekrar Safevi'lerin idaresine geçmistir. Kanuni Sultan Süleyman idaresindeki Osmanli ordusu 29 Mart 1548 tarihinde Istanbul’dan hareket ederek Iran üzerine yürümüstür. Erzurum üzerinden Adilcevaz'a varildiginda Ulama Pasa ve Karaman Beylerbeyi Piri Pasa Van Kalesi'ni kusatmak üzere oraya görevlendirilmislerdir. 15 Agustos 1548'de padisahin otagi Van Ovasi’na kurulmus ve Sadrazam Rüstem Pasa'ya Van Ka¬lesi'nin fethine baslamasi buyrugu verilmistir. 25 Agustos 1548 tarihinde Van Kalesi bir daha da el degistirmemek üzere Osmanli egemenligine girmistir.Van Kalesi'nin fethinden sonra bölgenin beylerbeyligi, Anadolu Defterdari Iskender Pasa’ya veril¬mistir. Bu arada Vastan (Gevas), Ercis, Adilcevaz ve Ahlat da tekrar Osmanlilarin eline geçmistir. OSMANLI DÖNEMINDE IDARI YAPI Osmanli tasra teskilatinda eyaletleri sancaklardan, sancaklari kazalardan, kazalari nahiye ve köylerden meydana gelmekteydi. Fethini müteakip Osmanli idaresine dahil edilen Van, "Eyalet" statüsü kazanmis olup 1568-1574 yillarinda liva tabir edilen 12 sancaga sahip olmustur. Bunlar, Van (Pasa Sancagi), Adilcevaz, Bitlis, Mus, Bargiri, Ercis, Kârgâr, Kesan, Ispayrid, Agakis, Nisf-i Şirvî, Vadi-i Beni Kotur'dur. Iran sinirinda olmasi bakimindan hem ordunun hareket noktasi hem de önemli merkez olan Van'in idari yapisi bu savaslar sebebiyle sik sik degisiklige ugramis, fethedilen yerlerin bir kismi buraya dahil edilmistir. Nitekim daha önce 12 olan sancak sayisi, 1578-1588'de 27'ye yükselmistir. Bu tarihte Van eyaletine bagli yeni sancaklar sunlardir: Nizan, Somay, Markavar, Hakkari, Müküs, Rumi, Albak, Selamas, Hoy-i Küçük, Ustûn, Tarûn, Zenüs, Bayezid, Gügercinlik ve Kale-i Pesk'dir. Van Eyaleti'nin idari yapisindaki degisikliler 17. asirda da devam etmistir. 1609 tarihli Ayn-i Ali Efendi'nin eserinde, Van'in sancak sayisi 13 olarak gösterilmektedir. Bu sancaklar: Van (Pasa Sancagi), Adilcevaz, Ercis, Mus, Bargiri, Kargar, Müküs, Kesani, Ispayrid, Agakis, Kotur, Kale-i Beyazid, Berdi ve Ovacik'tir. Daha önce sancak olan Bitlis, bu tarihte hükümet olarak kaydedilmistir. 1632, 1641 yillarinda bu sancaklara Kiriki, Sirvi, Kesab, Şitak, Albak eklenirken Mus, Agakis, Bayezid, Berdi ve Ovacik çikarilmistir. Bitlis'in hükümet olarak adlandirilan idari yapisi devam ederken Iyzan, Hakkari ve Mahmudi de hükümet statüsüne geçmistir. Van Eyaleti'nde sancak olarak geçmekle beraber "Yurtluk - Ocaklik" olarak adlandirilan, fetih esnasinda bazi ümeraya ve asiret beylerine hizmet ve itaatleri mukabilinde verilen yerleri de vardir. Nitekim 1631 - 1632'de Van Eyaleti'nde sancak olarak isimlendirilen 9 ocaklik kayitlidir. Hudutlari, doguda Tebriz, batida Diyarbakir Eyaleti, kuzeyde Çildir ve Kars Eyaletleri ile güneyde Sultaniye olan Van Eyaleti'nin Pasa Sancagi Van sehri olup, beylerbeyi burada oturmaktaydi. Van Beylerbeyi’nin vazifeleri arasinda sunlar bulunmaktadir. Serhaddi korumak, Iran ahvali hakkinda haber toplayip Istanbul'a bildirmek, Iran'dan gelecek elçileri karsilayip koruma altinda Istanbul'a göndermek veya gerekli görüldügünde elçiyi Van'da alikoymak, Iran'a silah, bakir, kursun ve gümüs gitmesine müsaade etmemek, lüzumu halinde Iran içlerine akinlarda bulunup tahrip etmek, sinira yakin Iran kalelerinin Osmanli Devleti’ne geçmesi için gayret sarfetmektir. 16. ve 17. asirlarda Van sehrinin fiziki yapisi hakkinda; sehrin, Van Kalesi'nin güney etegindeki düzlükte kurulmus oldugu ve etrafinda surlarin bulundugu söylenebilir. Bu surlarin kapilari doguda Tebriz Kapisi, güneyde Iskele Kapisi ve batida Yali Kapisi'dir. Yeri, göle yakinligi ve kuzey tarafinin kapali olmasi dolayisiyla iskâna pek elverislidir. Şehrin etrafi baglik olup, bilhassa 17. asirda sik sik Safevi akinlarindan zarara ugramistir. 16. Asrin sonlarina dogru sehrin fiziki yapisinda Van Gölü'ne dogru bir gelisme görülmektedir. Nitekim 1581 tarihinde Van Beylerbeyi ve kadisina gönderilen bir hükümde, sehrin ahaliye ve muhafaza hizmetinde olanlara kifayet edecek büyüklükte olmadigindan sehre iskele tarafindan 1600 zira ilave olunmasina izin verilmistir. OSMANLI DÖNEMINDE IKTISADI DURUM 16. ve 17. Asirlarda sehir iktisadi hayatini ortaya koyan kaynaklar kisitlidir. Mevcut kaynaklardan elde ettigimiz bilgilere göre iktisadi hayatin önemli unsurunu topraga bagli üretim olusturur. Bugday, arpa gibi zirai üretim yaninda bag-bahçe ziraati de yapilmaktadir. 17.asirda baglarda kullanilan suyun vergisi olan mîrâbâ (su ösrü) 26000 akçadir. Van'da yer alti madeni olarak demir ve kükürt madeni bulunmaktadir. Ancak kükürt madeni 16. Asirda kapanmis olup 1577'de Van Beylerbeyi’ne gönderilen bir hükümde, madenin açilip isletilmesinin mümkün olup olmadiginin bildirilmesi istenmektedir. Yine bu dönemde Van'a bagli Kâricgân, Gâvar ve Hoy nâhiyelerinde demir madeninin bulundugu, fakat istenilen sekilde isletilmedigi bilinmektedir 17. Asrin baslarina ait oldugunu tahmin ettigimiz bir arsiv kaydina göre küçük sanayi kuruluslarindan olan, dokumanin mevcûdiyetine delalet eden boyahanenin senelik vergi hasili 5000 akça, mum yapilan yer olan Şem hanenin senelik vergi hasili 4000 akça, bozahanenin vergi hasili ise 5000 akçadir. 18. ve 19. yüzyillarda Van bölgesi tarihi, devletin gerileme dönemine tesadüf etmesi bakimindan karmasik bir durum göstermektedir. Bu karisik durum ve Osmanli imparatorlugu’nda genel seferberlik nedeniyle Van'da meydana gelen olaylar ve Van'in siyasal, sosyal, ekonomik durumu, çok önemli olaylarin meydana gelmesine yol açmistir. Özet olarak, Van tarihi açisindan önemli görülenlerini özetleyecek olursak 17. yüzyilda kendisini hissettirmeye baslayan çöküs, sadece hükümranlik araçlarini degil, bütün imparatorluk yüzeyinde bürokratik ve dini müesseselerin hepsini etkilemistir. OSMANLI DÖNEMINDE NÜFUS VE ASKERI DURUM Van'in nüfusu hakkinda arsiv kaynaklarinin eksik olmasi sebebiyle, tam bir bilgiye sahip olmamakla beraber 17.yy baslarinda Van sehrinin toplam nüfusunun 35.000-45.000 civarinda oldugu ve bu nüfusun %70’inin Müslümanlardan olustugu tespit edilmistir. Mezralarda ve sancaga bagli merkezlerde yasayan nüfus da hesaba katilirsa bu rakamin 110.000-127.000 civarinda oldugu tahmini olarak ortaya çikar. Şehrin fiziki yapisinin en önemli kismini teskil eden, zaruret halinde sehrin sakinlerine siginak vazifesi gören Van Kalesi'nin dogudan batiya uzunlugu 1800 m, kuzeyden güneye genisligi 120 m, göl seviyesinden yüksekligi 80 m dir. Dört bedenle çevrili kalenin 1. ve 2. Bedenleri Akkoyunlu ve Osmanli devirlerine aittir. Osmanli-Safevi savaslarinda önemli bir askeri üs olan Van Kalesi'ne, sulh bozuldugunda Safevi askerlerinin ilk saldiracagi yerler arasinda bulunmasi sebebi ile Osmanlilar tarafindan büyük önem verilmistir. Nitekim Kalede bulunan magaralara askeri malzeme ve zahire doldurulmus olup Divan-i Humayun'dan Van beylerbeyligine gönderilen hükümlerde Kalede bulunan silahlarin temiz tutulup çürümesinin önlenmesi, zahireyi bozulmaya birakmayip ahali ile degistirilmesi emredilmistir. Kalenin fethini müteakip burçlara ve bir kisim magaralara açilan deliklere çok sayida Balyemez Toplar yerlestirilmistir. Van Kalesi fethedildiginde kalenin üç hisari topraktan oldugu için acele olarak tamir görmüs, ayni yerin 1515'de tas ve topraktan yapilmasina tesebbüs edilmis ise de basarili olunmamistir, Kale tamirinin, Van Eyaleti sancak ve hükümet beyleri tarafin¬dan yapilmasi, devlet hazinesinden ve halktan hiç bir sey alinmamasi usuldür. Nitekim Kalenin bazi kisimlari 1568, 1572, 1582, ve 1660/1661'de Van Beylerbeyi’nin nezareti altinda, sancak ve asiret beylerine tamir ettirilmistir. Ancak, Osmanli-Safevi savaslari sebebiyle sancak beylerinin kale tamiri yapamamalari üzerine, bu isi devlet üstlenmis ise de bu usul 1774 yilina kadar devam etmis, bu tarihte gönderilen bir hükümle, tamirin eskiden oldugu gibi Van Eyaleti sancak beylerinin kapu halkina ve ona tabi olanlara yaptirilmasi emredilmistir. Osmanli sehirlerinde kaleler çok yönlü görevler yaparlardi. Van Kalesi, sehri, sehir halkini ve sefer için gerekli malzemenin muhafazasi yaninda, suç isleyenler için bir çesit hapishane vazifesi görürdü. Nitekim Nisan 1568'de Tebriz'den gelip Van pazarinda Hz. Muhammed'e küfrettigi sabit olan Şükrullah, Van Kalesi'ne hapsedilmisti. Yine Aralik 1577'de Şahkulu Alaeddin, suçundan dolayi Kaleye hapsedilmisti. Van Kalesi'nde kale görevlileri iç hisarda oturmakta olup sayilan sartlara göre degismekteydi. Nitekim 1577'de Van'dan Ercis Kalesi'ne kale muhafizi gönderilirken, 1635'de Safevilerin Van'i muhasarasi, IV. Sultan Murat'in Şark seferi sebepleriyle Van Kalesi'ne 100 nefer cebeci tayin edilmistir. Kaledeki topçular, topcubaslari tarafindan talim ve terbiye görmekteydi. Evliya Çelebi'ye göre yaz-kis tüm hisarlarla beraber Van Kalesi'nde 500 kisi nöbet beklemekte, kolluk tutan aga ve çavuslarin sayilari 24'ü bulmaktaydi. Bir saldiri oldugunda saldiriyi mesale yakmak, mehter çalmak gibi usullerle haber verirlerdi. Kale burcuna yagan karlarin süpürülmesi Kalede oturan Hiristiyanlarin göreviydi. Kaleden Van Gölü'ne yol olup, buradaki iskeleden Ercis, Ahlat ve Adilcevaz'a gemiler islemekteydi. Kanuni Sultan Süleyman'in Ikinci Iran Seferinde, Lütfi Pasa'nin delaletiyle Van Gölü'nde yapilacak gemilerin insasi Mimar Sinan'a havale olunarak üç kadirga yapilmistir. Yine bu asirda Urmi Gölü'nde bazi gemilerin yayilmasi Brodos beyine emrolunmakla Van'dan mimar ve reisler gönderilmesi istenmistir. Van Gölü'nde yapilacak gemilerin masrafi ve bu gemilerde çalisacak tayfanin ücretleri bazen Diyarbakir hazinesinden karsilanmaktaydi. Devlete ait bu gemilerin çogunlugu odun naklinde kullanilmakta olup 1582'de gemi sayisinin 7'ye çikarilmasina çalisilmistir. Hatta odun naklinde devlete ait gemiler kifayet etmediginden halkin bu maksat için gemi yapmasina müsaade edilmistir. Bir arsiv kaydindan Van Gölü'nde Hakkari Beyi Zeynel Bey'in de kendi ihtiyacini karsilamak için gemi insa ettigi anlasilmaktadir. XVIII. y.y. SONRASI VAN 17. Yüzyilin ikinci yarisindan itibaren, Van'da sosyal ahengin bozulmaya basladigini görüyoruz. Siyasi otoritenin gücünü yitirmeye baslamasi ile birlikte, Avrupa devletlerinin ihtiraslarinin artmasi sonucu yüzyillarca birlikte yasayan Türkler ile Ermeni, Nasturi gibi etnik ve dini bakimdan farkli olan insanlar arasina nifak tohumlari atilmistir. Misyonerlik faaliyetleri sonucunda, Van'da 3 Mart 1872 tarihinde ilk ihtilal örgütü "Birlik ve Kurtulus" cemiyeti, 1878 yilinda da gizli bir ihtilal örgütü olan "Kara Haç" teskilati, Van'da kuruldu. 19. Yüzyilin ikinci yarisinda ise Van'da Ermenice gazete çikarilmaya baslandi. Ermeni isyan komiteleri, Van'da diger yerlerden daha kuvvetli idiler. Buraya Iran ve Kafkasya yolu ile bol miktarda silah ve cephane getirilmis ve düzenli teskilat kurulmustu. Ayrica hudut olmasi itibariyle tedhisçilerin kontrol edilebilme imkâninin azligi ve ayni zamanda gerektiginde desteginin kolay saglanmasi, Van'da örgütlerin yogunlasmasina sebep oluyordu. Komitecilerin en büyük destekçisi Ermeni kilisesi idi. Ermeni papazlarinin bilhassa, Hrimyan'in patriklikten ayrildiktan sonra Van'da yaptigi faaliyetlerle burasi, Ermeni dini ve kültürel faaliyetlerinin merkezi oldugu kadar, ihtilal örgütlerinin de merkezi haline gelmistir. Van'da Rus Baskonsoloslugu görevinde bulunan General Mayevski, Ermeni din adamlarinin din ile ugrasmadiklarini, manastirlarda ayin yerine, Hiristiyan Müslüman düsmanligi islediklerini yazmaktadir. Yine Rus Baskonsolosu'nun belirttigine göre 1895 yili içerisinde Van'daki ihtilal hazirliklari yogunlasti. Halktan silah vergisi adi ile toplanan paralar ile silah ve cephane alindi. Bu silahlari kullanacak ve isyani yönetecek olan komiteciler, Rusya ve Iran yolu ile Van'a gelmis bulunuyorlardi. Komiteciler çikaracaklari isyanlar için zenginlerden para istiyorlar ve vermeyenleri acimasizca öldürüyorlardi. Ermeni Papazi Bogaz, bazi serseri Ermenilerin taskinliklarina karsi çiktigi için Ermenilerin dini bayrami olan 6 Ocak 1896 tarihinde kilisesine giderken öldürüldü. Ermeniler Van'da ilk defa 1896-97 yillarinda Ermeni komitelerinin komplolariyla isyan ettirilmislerdir. Bu yillarda Ermeni ayaklanmalarini hazirlayan ve buna kesin seklini veren Papaz Migirdiç Hrimyan idi. Van'daki Ingiliz, Fransiz ve Rus konsolosluklari ile Amerikan Misyonerleri de Ermenilik konusunda destek ve tesviklerini eksik etmemislerdir. Ingiliz konsolosu Binbasi Williams'in kurmus oldugu "Fakirseverler Dernegi" Van'daki ayaklanmalarda önemli maddi ve manevi destek saglamistir. Birinci Van isyaninin bastirilmasindan sonra da, Ermeni komiteleri her türlü tedhis hareketlerini sürdürmüslerdir. Bunun yani sira, siyasi alanda da bazi girisimlerde bulunmuslardir. 4 Şubat 1902'de Paris'te toplanan I. Genç Türk Kongresine Ermeniler de katildilar. Maksat, Osmanli idaresine karsi her tür¬lü muhalif faaliyetlerde rol oynamak, bu yolla hem Avrupa devletleriyle iliskilerini yeni bir mecrada ilerletmek, hem de Osmanli idaresini zor duruma sokmaya çalismakti. 27 Aralik 1907'de Paris'te ikinci defa toplanan Genç Türk kongresinde Ermeniler uzlasmaci bir yol izliyor görüntüsünü veriyorlardi. Bu kongrede Os¬manli Devleti'nin bagimsizligini tanidiklarini, tedhisten ve devlete asker vermemekten vazgeçtiklerini açikladilar. Fakat bu yapmacik bir tavirdi ve açiklamalarinda samimi degillerdi. Nitekim bu kongreden birkaç ay sonra meydana gelen Adana olaylari Ermenilerin gerçek niyetlerini göstermistir. Çünkü Ermeni komiteleri, genel mücadele yöntemi olarak sürekli terörü benimsemislerdi. II. Mesrutiyetin ilanindan, I. Dünya Savasina kadar olan dönem Ermeniler için terörle birlikte pro¬paganda dönemi olmustur. Van bölgesinde bu propa¬ganda, içeriye karsi Rusya'nin bagimsiz bir Ermeni Devleti kurulmasini temin edecegi, disariya karsi ise, bu havalide daimi asayissizlik oldugu ve Ermenilere baski yapildigi seklindeydi. Ermeniler 7 Nisan 1915' ten itibaren Van'i tamamen kusatmislar ve çevredeki Ermeni çetelerinin de katilimiyla sayilari 10.000'i geçmistir. Canlarini zorlukla kurtarabilenler ise Van civarini terk ederek büyük bir göç baslatmislardir. Bu arada baskiya ugrayan, Derebey, Hakis, Zorova (Yemlice), Hidir, Göllü, Şeyhane (Otluca), Şeyhkara (Gülsünler) köyleri halki Zeve merkez köyüne siginmislardi. Ermeniler sadece Zeve'de, bu yedi köyün ahalisinden 2000'den fazla masum insani katletmislerdir. 20 Mayis 1915'te Van, Ermenilerin öncülügüyle Ruslar tarafindan tamamen isgal edilmistir. Hemen bir geçici hükümet kurularak, Van Valiligi'ne meshur komiteci Aram Manukyan getirilmis, böylece Ermeniler, Ruslar'in Van'i isgal etmelerine yardim maksadiyla baslattiklari isyan, katliam ve yagma hareketlerini 1918 Nisan ayina kadar devam ettirme imkânini bulmuslardi. Bu tarihe kadar cereyan eden olaylar Rus destek ve tahrikiyle gerçeklestirilmistir. Tarih gösteriyor ki, bölgede istikrarin mevcut oldugu devirlerde büyük medeniyet merkezleri vücuda gelmis, istilalar ve isyanlarla harap olmustur. Van Kalesi’nin etegine yayilan ve halen o günlerin aci, izdiraplarini sergileyen eski Van harabeleri bunu göstermektedir. Eger bugün bölge geri bir durumda ise bunun sebebi dünde aranmalidir. Birinci Dünya Harbindeki istilalar onun içinde ve ondan sonra meydana getirilen isyanlar vaktiyle mamur olan bu bölgeyi bir harabeye çevirmistir. Harpten sonra Van, yavas da olsa bir gelisme göstermistir. Şehrin nüfusu 1927 yilinda 6980 iken 1935'te 9562, 1944'de 12000, bugün ise 284 bin ol¬mustur. Nüfus artisina paralel olarak, yeni bina ve tesisler de yapilmistir. Cumhuriyet döneminde Van ve yöresinin, ülkenin imkanlari ölçüsünde, ekonomik ve sosyal alanda yatirimlar yapilarak gelismesi saglanmis ve halen bu durum devam etmektedir.
  14. _asi_

    Van Genel Bilgi

    Van Genel Bilgi Doğu Anadolu Bölgesi’nde bir il merkezi olan Van, kuzey ve kuzeybatısında Ağrı, doğusunda İran, güneyinde Hakkari ve Şırnak, güneybatısında Siirt, batısında Van Gölü ve Bitlis ile çevrilidir. Türkiye’nin en doğu kesiminde yer alan Van’ın yüksek dağlık alanlardan oluşan engebeli bir arazi yapısı vardır. Bu engebeler 1.600 m.den aşağı değildir. İl sınırları içerisinde dorukları 3.000 m.yi aşkın dağlar bulunmaktadır. Kuzey kesiminde en yüksek noktası il sınırları dışında olan Aladağ ve Tendürek Dağları’dır. Tendürek Dağları aynı zamanda İran ile sınırı oluşturan Sınır Dağları olarak isimlendirilir. Aladağ’ın 3.211 m. yüksekliği ile Kerdahol Tepesi bu kesimin en yüksek tepesidir. Doğu kesiminde İran sınırı boyunca kuzey-güney doğrultusunda uzanan Berhebine (Er) Dağı ile Haravil (Yiğit) Dağı (3.468 m.) bulunmaktadır. Güney kesimini ise Güneydoğu Torosların uzantısı olan Kavuşşahap Dağları engebelendirir. Bu dağlar Van Gölü’nün güneyini bütünü ile kaplamaktadır. Bunların dışında Gökdağ (3.604 m.), Arnas (Kepçe) Dağı (3.537 m.), Kavuşşahap Dağı (3.634 m.), Müküs Dağı (3.414 m.) ve Artos (Çadır) Dağı (3.537 m.) bulunmaktadır. Van’ın orta kesiminde ise Pirraşit Dağı (3.109 m.), Mengene Dağı (3.412 m.), Koçkıran Dağı ve İspiriz Dağı (3.668 m.) yer almaktadır. Bu dağlar Van Doğusu Dağları ismi ile tanınmaktadır. Dağların yüksek düzlüklerinde ise yaylalar bulunmaktadır. Van’daki başlıca düzlükler; Çaldıran, Bargiri (Muradiye), Erciş, Van, Hoşap, Havasor ovaları ile Karakallı Düzü, Erçek Düzü, Noşar Düzü ve Tarhani Düzü’dür. İl topraklarından kaynaklanan Urmiye, Erçek ve Van kapalı havzaları Basra Körfezi’ne ulaşmaktadır. Kotur Çayı ise İran’daki Urmiye Gölü’ne dökülür. İlin doğusundan kaynaklanan ve doğu-batı doğrultusunda akan Memedik Çayı aracılığı ile Erçek Gölü’ne ulaşan akarsular bulunmaktadır. Ayrıca Zilan Deresi, Deliçay, Bendimahi Çayı, Karasu olarak isimlendirilen Marmit Çayı ve Hoşap Suyu Van Gölü’ne dökülen akarsulardır. Dicle Nehri’nin başlıca kollarından Büyük Zap Suyu ile Botan Çayı (Ulu Çay) il topraklarından kaynaklanan diğer akarsulardır. Van ilinde Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü’nün doğu kesimi bulunmaktadır. Bunun dışında Erçek Gölü, Akgöl, Sultan (Süphan) Gölü, Tuz Gölü (Kazlı), Değirmi Göl ve Hasantimur Gölü il toprakları içerisindedir. Van’ın doğusundaki Keşiş (Turna) Gölü ise Urartular zamanından sulama amaçlı olarak kullanılmış yapay bir göldür. Van Gölü Nemrut Dağı’nın patlaması sonucunda kraterde biriken suların oluşturduğu volkanik bir göldür. Gölün yüzölçümü 3.713 km2 olup, denizden yüksekliği 1.646 m., derinliği de 457 m.yi aşmaktadır. Çok sayıda koyları bulunan gölün doğusunda Akdamar, Çarpanak, Adır ve Kuş adaları bulunmaktadır. Sit alanı olarak ilan edilen bu adalar turistik özelliğe sahiptir. Van Gölü’nün suyu sodalı ve tuzludur. Aynı zamanda da dünyada en çok soda içeren göldür. Yüzölçümü 19.069 km2 olan ilin 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre; toplam nüfusu 877.524’tür. Van Gölü’nün doğu sınırı boyunca uzanan alan ile ilin kuzey ve güney kesimleri fay hattı üzerindedir. Bu yüzden de 10 Eylül 1941’de Erciş Depremi, 24 Kasım 1976’da Çaldıran Depremi yörede büyük yıkıma ve can kaybına neden olmuştur. Yüksek ve engebeli bir arazide ve denizden uzak olan Van’da Karasal iklim hüküm sürmektedir. Mevsimler ve günler arasında sıcaklık farkı büyüktür. Kışlar uzun kar yağışlıdır. Yazlar ise kısa ve sıcak geçer. Van Gölü kıyısındaki iklim doğu ve kuzey kesimlerine göre daha yumuşaktır. Van, orman açısından Türkiye’nin en yoksul illerinden birisidir. Bitki örtüsü step görünümündedir. Eski yıllarda ormanlarla kaplı olan ilin güney kesiminde meşe topluluklarına rastlanır. Ancak, yüzyıllardır tahrip edilen ormanlardan çok az ağaç günümüze gelebilmiştir. Çalılıklar halindeki bodur meşelerin yanı sıra bodur ardıç, ceviz, doğu çınarı, melengiç, kavak ve kızılcık ağaçları görülmektedir. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, turizm ve balıkçılığa dayalıdır. İklimi sert olduğundan tarım pek fazla gelişmemiştir. Bununla birlikte yetiştirilen tarımsal ürünler arasında; kuru yem bitkisi, buğday, şeker pancarı, patates bulunmaktadır. Az miktarda da arpa, kavun, karpuz, domates, baklagiller, elma, ceviz ve sebze yetiştirilir. Van’ın ekonomisinde hayvancılık ön planda gelmektedir. Sığır, koyun, kıl keçisi, at, eşek, manda yetiştirilir. Koyun ve sığır türlerinin ıslahı için Erciş’te Altındere Tarım İşletmesi kurulmuştur. Hayvancılık daha çok yaylacılık yöntemleri ile yapılmaktadır. Hayvansal ürünlerin başında Van’a özgü otlu peynir gelmektedir. Arıcılık, tavukçulu, Van Gölü başta olmak üzere göllerde ve diğer akarsularda balıkçılık yapılmaktadır. Ayrıca Van kilimlerinin Türk halı ve kilim sanatı yönünden önemi büyüktür. Kalkınmada öncelikli iller kapsamına 1968’de alınmasına rağmen sanayide büyük bir gelişme görülmemiştir. İmalat sanayii daha çok hayvansal ürünlerin işlenmesine dayalıdır. Bununla birlikte, Van Et Kombinası, Van Süt ve Mamulleri İşletmesi, Yem Sanayiinin Van Yem Fabrikası, Van Deri ve Kundura Fabrikası , Erciş Şeker Fabrikası, Van Çimento Fabrikası ildeki belli başlı kamuya ait sanayii kurumlarıdır. Bunun dışında mandıralar, un, tuğla ve yün ipliği fabrikaları da bulunmaktadır. Van doğal ve tarihi değerler yönünden zengin olup, ekonomisinde turizmin büyük katkı payı vardır. Van Gölü kıyılarındaki plajlar, Akdamar Adası, Van Kalesi, Bendimahi Çağlayanı ve Erek Vadisi turizm açısından önem taşımaktadır. Ayrıca Van'a özgü olup, dünyaca tanınan Van Kedileri koruma altına alınmıştır. İl topraklarında mermer yatakları bulunmaktadır. Başkale’de traverten, Çaldıran ve Gevaş’ta tuğla-kiremit hammaddesi, Erciş’te linyit, sünger taşı yatakları vardır. Ayrıca ilin çeşitli yerlerinde de maden suyu kaynakları bulunmaktadır. Van’ın eskiçağlara kadar inen çok eski bir tarihi bulunmaktadır. Özellikle Tilkitepe’de yapılan kazılarda ele geçen buluntular Kalkolitik Çağ’dan (MÖ.5500-3500) itibaren yörede sürekli bir yerleşim olduğunu göstermiştir. Ancak, bu buluntular Van bölgesi ile Mezopotamya kültürleri arasında yakın bir ilişki olduğunu da ortaya koymuştur. MÖ.3000’de Hurriler burada yaşamıştır. Doğu Anadolu’da yaşayan Hurriler burayı merkez konumuna getirmişlerdir. Hurrilerin Hititler tarafından yıkılmasından sonra Urartular yöreye hakim olmuş ve Van 300 yıl Urartuların başkenti olmuştur. Bu arada İ.Sardur Van Kalesini kurmuş ve buraya Urartu dilinde Biane adı verilmiş, bu isim zamanla Van’a dönüşmüştür. Urartuların ileri bir kültür düzeyine eriştikleri; Van’da Tuşba, Çavuştepe ve Topraktepe’de günümüze ulaşan sulama, bağcılık ve mimari alandaki eserleri ile anlaşılmaktadır. MÖ.VI.yüzyılın başlarında Medler Urartu Devletini yıkmışlar, bunun ardından da Persler yöreye hakim olmuştur. Büyük İskender’in Persleri yenmesinden sonra Makedonyalılar, ardından Seleukoslar burada hüküm sürmüştür. MÖ.III.yüzyılda Van yöresi kısa bir süre Ptolemaiosların eline geçmiş bunu MÖ.129’da Partlar, MÖ.I.yüzyılda Ermeni krallarından Dikran’ın egemenliği izlemiştir. Van Partlar ile Romalılar arasında zaman zaman el değiştirmiş, MS.III.yüzyılda Romalılar Sasanilerle yöre için savaşmışlardır. Roma’nın ikiye ayrılmasından sonra Bizans yönetiminde kalan Van VII.yüzyılın ortalarında Arapların eline geçmiştir. IX.yüzyılda Saciler, X.yüzyılda Arap ve Ermeni çekişmelerine sahne olmuştur. Bu çekişmelerin ardından 1021’de Bizanslılar yeniden yöreye hakim olmuş ve Bizans’ın Vaspurakan Theması’nın sınırları içerisinde kalmıştır. Bu arada Orta Asya’dan Türkmen boyları yöreye akınlar yapmıştır. Selçuklular 1054’te Erciş’i, 1064’te de Van çevresini ele geçirmişlerdir. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Selçuklular yöreye hakim olmuş, 1100’de Sökmenler Van’ı yönetimleri altına almışlardır. Bunun ardından Van yöresi 1205’te Gürcülerin saldırısına uğramış ve kısa bir süre de Eyyubiler buraya egemen olmuşlardır. Moğolların yağmalamasından sonra yöre yeniden Anadolu Selçuklularının, İlhanlıların ve Timur’un denetiminde kalmış, Hakkari beylerinden Karakoyunlu İzzeddin Şir Van ve çevresini yönetimi altına almıştır. Safevilerin bölgede etkin olmasından sonra Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı’nda Safevileri yenmesiyle Van ve yöresi Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bununla beraber Van, zaman zaman Osmanlılar ile Safeviler arasında el değiştirmiştir. Amasya Antlaşması hükümlerine göre Osmanlı toprakları içerisinde kalan Van zaman zaman İranlıların saldırılarına uğramıştır. Osmanlılar ile İranlılar arasında 17 Mayıs 1639’da yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması hükümlerine göre de Osmanlıların İranlılar ile sınırı belirlenmiş ve Van Osmanlı topraklarında kalmıştır. Osmanlı döneminde Van, Eyalet statüsü kazanmış olup; 1568-1574 tarihleri arasında 12, 1578-1588’de 27 sancağa sahipti. Van yöresi Osmanlı döneminde bazı ayaklanmalara sahne olmuş, 1895’te Ermenilerin başlattığı ayaklanmalar bastırılmıştır. Bununla beraber I.Dünya Savaşı başlarında Ermenilerin Taşnaktzutyun Örgütü Van’ı işgal etmiştir. 1915’te Ruslar tarafından işgal edilen yöre, Rus İhtilali nedeni ile Ruslar Anadolu’dan çekilirken Van’ı da boşaltmışlardır. Bu kez Ermeniler yeniden Van’ı işgal etmiş, Osmanlının 4.kolordusu 7 Nisan 1918’de Van’a girerek bu işgale son vermiştir. I.Dünya Savaşı sırasında bu işgallerden ötürü Van büyük ölçüde etkilenmiş, yanmış, yıkılmış ve nüfusu azalmıştır. Bundan sonra “Bağlar Mevkiinde” kent yeniden kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde kırsal bir görünümde olan Van 1923 yılında il konumuna getirilmiştir. 1970’lerde Türkiye ile İran arasındaki demiryolunun açılması, ardından Ortadoğu ülkeleri ile ticaretin yoğunlaşması Van’ın gelişmesine neden olmuştur. Van’da günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Tuşba, Çavuştepe, Toprakkale’deki höyükler, Yeşilalıç Köyü Kaya Mezarı, Meherkapı Kaya Mezarı, Elmalı (Zivistan) Kaya Mezarı, Urartu Dönemine ait Hoşap Kalesi, Çavuştepe Kalesi (MÖ.764-734), Ayanıs Kalesi (MÖ.645-643), Toprakkale (MÖ.685-645), Aşağı-Yukarı Anzaf Kaleleri (MÖ.830-810), Norgüh Kalesi, Körzüt Kalesi (MÖ.VIII.yüzyıl), Urartu Su Yolları ve Kanalları (MÖ.IX.-VI.yüzyıl), Hoşap Köprüsü (1671), Çatak Holkan Köprüsü, Çatak Zevil Köprüsü, Akdamar Kilisesi, Adır Kilisesi (1305), Çarpanak Kilisesi (MÖ.IX.yüzyıl), Yedi Kilise (VIII.yüzyıl), Albayrak St. Bartholomeus Kilisesi (XVII-XIX.yüzyıl), Van Ulu Camisi, Hüsrev Paşa Camisi (1567), Gevaş İzdişar Camisi, Gevaş Halime Hatun Kümbeti (1358), Selçuklu Mezar Taşları bulunmaktadır.
  15. _asi_

    Muş Resimleri

  16. _asi_

    Muş Lalesi

    MUŞ LALESİ Lale zambakgillerdendir. Yaprakları uzun, mızraksıdır. Sapının üstünde tek bir çiçek bulunur. Çiçekler çok çeşitli renklerde olduğu gibi alacalıda olabilir. Muş lalesi ise kırmızı mızraksı bir yapıya sahiptir. Türlü renklerde güzel çiçekler veren lale bir süs bitkisidir. Anavatanı İlimizin de yer aldığı Batı Asya olan lale, ilk olarak anavatanı Türkiye’de yetiştirilmiş, bu arada bir hayli geliştirilmiştir. Bir döneme adını varan lale çiçeği ilk defa VI. YY. Yurdumuzdan Avrupa’ya götürülmüştür. Çiçeğin adı da Avrupa dillerine biçimi sarığı andırdığı için “Tülbent” sözünden gelmiş, laleye “Tulipe” denilmiştir. Yurdumuzda en çok VII. YY. lale yetiştirme işine büyük önem verilmiş, en güzel laleler İstanbul Saraylarının başlıca süsü haline gelmiştir. O zaman çiçek meraklılarının en büyük amacı görülmemiş renklerde yeni laleler yetiştirmekti. Her lale cinsinin bir ismi olurdu. O dönemlerde Avrupa’dan İstanbul’a çeşitli laleler getiriliyordu. Yüksek fiyatta alıcı bulan lale için zamanın hükümeti fiyat artışını durdurmak için narh koymak zorunda kalmıştır. Lalenin böylesine geniş bir yayılış alanı bulması süsleme sanatlarında, mimarlıkta, motif olarak kullanılmasını da sağlamıştır. Çeşme, cami ve türbelerde lale şekilleri işlenmiştir. Lalenin anavatanından olan İlimizde yanlış hasat ve tarım alanlarının genişlemesi ile lale alanları hızla daraltılmıştır. Muş lalesi hemcinsleri gibi soğandan yetişir. İlkbaharda Nisan sonu ile Mayıs başlarında çiçek açar 15 gün gibi kısa bir ömrü vardır. İşte bu dönem içerisinde nefesleri kesecek güzellikte bir manzara oluşur. Kışın lale soğanları soğuktan kaçarak toprağın derinliklerine çekilirler her soğandan bir tek lale çıkar. Muş Lalesi özeliğini kaybetmemiş, fakat lale bitkisinin soğan yaprak ve çiçeklerinde kalbe etki eden Tulip alkoloidinin bulunması nedeni ile soğanları ile birlikte hasat edilmiştir. Ayrıca tarım alanlarının genişlemesi ile lale alanlarının hızla azalmıştır. Çiçek tohumundan lale yetiştirilmesi 3–6 yıl gibi bir sürede çiçek verdiği göz önüne alınarak Muş Lalesinin yok olmasını önlemek üzere lale alanları koruma altına alınmıştır. İlki 2000 yılında lale festivali her yıl 29–30 Nisan tarihlerinde yapılmaktadır.
  17. _asi_

    Muş Üzümü

    MUŞ ÜZÜMÜ Muş yöresinde 1800 -1900 yıllarında Sovyetler Birliğinden İlimize getirilerek dikildiği, yörenin iklim şartlarına iyi adapte olduğu, kaliteli ve bol üzüm üretildiği bilinmektedir. Bağcılığın gelişmeye başlaması ile birlikte mahzenlerde toplanan şıralar Fransa’ya ihraç edilerek Dünyaca ünlü bordo şarabı yapımında kullanılmıştır. Cumhuriyetin İlk yıllarında 90.000 kıy ye üzüm alındığı literatürlerden öğrenilmiştir. Bu zamanlarda yetişen kaliteli olduğu bilinen yerli asma çeşitleri bölge halkının önemli gelir kaynaklarından biri olup, bölge ekonomisinde önemli yere sahip olmuştur. Fakat zamanla bağ alanları önemli ölçüde azalmış ve üretim düşmüştür. Don olayları, ve gatasyon kısalığı ve üretim tekniği yetersizliği bağcılığın gerilenmesine neden olan sebeplerdir. BAĞ YERLERİ Son yıllarda uygulanan Muş İli Kırsal Kalkınma Projesi ile Valiliğimizce uygulanan Yeşil Kuşak Projesi kapsamında bağ alanlarının geliştirilmesi ve mevcut olan ekonomik ömrünü tamamlamış bağ alanlarının iyileştirilmesi çalışmaları yapılmaktadır. Bu şekilde eski bağ alanları yeniden oluşturularak bölge halkına ve ülke ekonomisine katkıda bulunulması amaçlanmaktadır. İlimizde bağ alanı olarak Mongok, Merkez Karaağaç Dağ dibi, İncebel, Mehmetcan, Kale, Pamukluk, Aşağı Yongalı ( Page ), Karaağaçlı, Çiriş, bağlan faal durumda bulunmaktadır. ÜZÜM ÇEŞİTLERİ VE ÖZELLİKLERİ Siyah, beyaz ve mor çeşitleri mevcut olup, ince kabuklu çekirdekli buruk tadı vardır. Genel olarak şaraplık ve sıralık çeşitler olmasına rağmen bölgede sofralık olarak tüketilmektedir. Bölgemizde yetiştirilen başlıca üzüm çeşitleri özellikleri şunlardır : Siyah Vakkas : Bölgede üretimi en çok yapılan üzüm çeşittir, Salkımları orta büyüklükte, bol daneli, şıra oranı ve albenisi yüksektir. Sînciri ; Dayanıklı bir çeşit olması ve geç hasat edilebilmesi nedeniyle tercih edilen bir çeşittir. Salkımları orta büyüklükte, beyaz renkli, daneler sıkı, şıra oranı yüksek ve tadı tatlıdır, Kaşper : Bol verimlidir. Siyah ve beyaz çeşitleri vardır. Verim ve üretim alanı fazladır. Sonbaharda geç hasat edilen bir çeşittir. Beyaz Üzüm : Beyaz renkli, orta iri taneli sulu ve gevrektir. Öküz Gözü : Orta irilikte, salkımları sıkı ve dallı koniktir. Güz Üzümü : Geç olgunlaşan, dayanıklı ve verimli bir çeşittir. Keçi Memesi: Küçük taneli, sıkı salkımlı ve konik yarısı vardır. Şıra oranı fazla olması nedeniyle şaraplık kalitesi yüksektir. BAKIM VE TERBİYE SİSTEMİ îklim, toprak, yer ve yöney, üzüm çeşidi, anaç ve mekanizasyon gibi faktörler terbiye sistemi ve bakımla yakından ilgilidir. Yetiştirilen üzüm çeşitleri bölgede karın fazla yağması, soğukların dondurucu olması, bağ alanlarının yamaç ve rakımın yüksek olması ( 1700 mt) nedeniyle terbiye sistemi yüksek sistem olmayıp alçak sistem denilen yerdensürükleyici olarak yetişmektedir. Böylece Asma dallarının fazla kardan kırılması önlendiği gibi dalların kar altında kalması nedeniyle soğuklardan zarar görmesi önlenmiş olmaktadır. İlkbahar aylarında belleme ve kazıma işlemi yapılmakta olup, ilkbahar ve sonbahar aylarında budama yapılmaktadır. Dikimden itibaren ilk İki yıldan sonra sulamaya ihtiyaç duyulmamaktadır. Bölgede yetiştirilen üzüm çeşitleri bağ alanlarında büyük zarar yapan floksera zararlısına karşı dayanıklı olması bölgede tercih edilmektedir, İlimiz bağ alanlarında Bağ Mildiyö hastalığı ile Bağ Yaprak Uyuzu ve Bağ Çadır Tırtılı zararlıları zarar vermektedir. Ürün Miktarı ve kalitesi î Bağ alanlarında yıllık ortalama verim 300 kg/da' dır. Bağ alanı 560 dekar olan bu bölgede yılda yaklaşık î 68.000 kg ürün elde edilmektedir. Muş İline diğer bölgelerden getirilerek piyasada satılan üzüm çeşitleri 500.000 TL– 1.000.000 TL fiyatla satılırken, Muş üzümü olarak bilinen yerli çeşitler 2.000.000 TL' ye satılmaktadır.
  18. _asi_

    Muş Telli Turna

    Telli Turna SON 11 BİREYİ MUŞ-BULANIK'TA YAŞAYAN TELLİ TURNALARIN NESLİ YOK OLMA TEHLİKESİ İLE KARŞI KARŞIYA Anadolu türkülerinin en önemli temalarından birisini oluşturan Telli turnaların Türkiye’de üreyen son 11 bireyi Muş’un Bulanık Ovası’nda yaşam mücadelesi veriyor. Eskiden İç Anadolu Bölgesi’nde de ürediği bilenen telli turnaların tüm Avrupa’da üreyen son 11 bireyi Bulanık Ovası’nda kısıtlı bir alanda bulunmaktadır. Kış aylarını Afrika'da geçiren telli turnalar, uzun bir göçün ardından Mart ve Nisan aylarında Türkiye’deki üreme alanlarına gelmekte. Telli turnaların en yakın akrabaları Hazar Denizi’nin kuzey doğusunda yaşıyor. Bu nedenle telli turnaların Bulanık Ovası’ndan da çekilmesi durumunda ülkemizde bu türü sonsuza kadar kaybetmekle karşı karşıyayız. Bu nedenle; Doğa Derneği tarafından başlatılan kampanya çerçevesinde Telli Turnalar hakkında farkındalık yaratılması için çalışmalar yürütülmekte. Muş Valiliği’nin desteklediği çalışma kapsamında Bulanık sulak alanının uluslar arası korunmaya alınması için çalışmalar yürütülüyor. Telli Turna Turnadan daha küçük ve zariftir. Adını gözünün gerisinden çıkan beyaz süs tüylerinden alır. Gövdesi gri renktedir ve kanat telekleri siyahtır. Başı ve boynunun ön kısmında yer alan siyah renkteki tüyler, bir sakal gibi göğsünden aşağı sarkar. Nehirlerin çevresindeki sulak alanlarda, taşkın ovalarında ve nehir adacıklarında ürerler. Telli turnalar Mart ve Nisan aylarında kışladıkları Afrika’dan ülkemize bilinen üreme yerleri olan Muş’un Bulanık Ovası’na gelmektedirler. Burada yaz boyunca yavrularını çıkarır büyütür ve uçururlar. Sonbahar göçünde Eylül ve Ekim aylarında yine ülkemiz üzerinden Afrika’ya kışlama yerlerine geri dönerler. Telli Turnaları Bölge Halkı Ve Çobanlar Koruyacak Doğa Derneği’nin Irmak Okulları ile birlikte gerçekleştireceği proje ile Muş Bulanık Ovası’nda ilkbahar döneminde detaylı kuş araştırması yapılarak telli turnaların 2009’deki durumu belirlenecek. Telli turnaların üremeye devam ettiği ada koruma altına alınacak ve bölge halkından bekçilik hizmeti alınarak ve çobanlarla işbirliği yapılarak kuşlara zarar verilmesi engellenecek.
  19. _asi_

    Muş Tarihi Eserler

    TARİHİ ESERLER HÖYÜKLER VE ÖREN YERLERİ Tarihe yön veren önemli devletlerin egemenliğinde kalmış olan Muş sınırları içinde bir kazı ve birkaç yüzey araştırması dışında bu güne kadar ayrıntılı bir çalışma yapılmamıştır. Gerçekleştirilen çalışmalar ise, Muş’ta dönemin önemli kültür ürünleri olan, İÖ. 2000 boyalı seramiğinin bulunmadığını, buna karşın İÖ. 2. binin başlarında itibaren bölge Hurri ülkesi olarak anılmış ve İ.Ö. 2. binin ortaları ve sonraları ise Hurri-Mitanni devletinin toprakları içerisinde gösterilmesi yerleşim varlığını göstermesi açısından önemlidir. Yapılan bu yüzey araştırmalarında Kalkolitik dönemden Ortaçağa kadar süregelen kültürlere ait seramikler bulunmuştur. Ancak bu araştırmalar daha çok belirli yerlerde yoğunlaştırılmış, bunun dışına pek çıkılmamıştır. Alpaslan Barajı nedeniyle Murat Nehri boyunca araştırma yapan M.S. Rothman, Yağcılar Höyüğü yakınındaki Yeroluk (Palas) ve Bozbulut’ta (Komus) bazı araştırmalar yapmıştır. Etkin bir kültürün egemen olduğu bölgede yer alan Muş ve çevresinde Erken Tunç Çağa ait C.A. Burney sekiz, M.S. Rotman ise bunların dışında yirmi höyük tespit etmiştir. Ayrıca bu merkezler ile Elazığ bölgesi arasında bir ilişkinin var olduğu ortaya konulmuştur. Yağcılar (Evran) Höyüğü Yağcılar Höyüğü, Muş’un 24 km. kuzey-batısında, Muş-Elazığ yolu üzerinde, Murat Köprüsünü 1700 m. geçtikten sonra kuzeye ayrılan yolun 7. km.’sinde, Yağcılar Beldesi sınırları içinde yer almaktadır. Dolabaş Höyüğü Malazgirt İlçesinin Dolabaş Köyü’ndedir. Bir Urartu yerleşmesidir. Bostankale Höyüğü Malazgirt İlçesinin Botan Köyündedir. Bir Urartu yerleşmesidir. Birinci derecede sit alanı olarak gösterilmektedir. Mercimekkale Höyüğü Muş merkez İlçe sınırları dâhilinde Muş-Varto Karayolu üzerindedir. Tespit edilen 28 höyükten biri olmakla birlikte Doğu Roma (Bizans) döneminde de haberleşme amaçlı kullanılmıştır. Halk arasında yaygın bir rivayete göre Muş ilinde korkunç bur kuraklık yaşanmıştır. Yaşanan bu kuraklık döneminde Muş ovasında sadece Sekavi beyinin ekmiş olduğu mercimekten başka hiçbir ürün yetişmemiştir. Sekavi Beyi topladığı mercimekleri üst üste kale gibi yığmıştır. Bir gün yanına oldukça ihtiyar biri gelmiş. Rivayete göre bu ihtiyar Hz. Hızır’dan başkası değilmiş. İhtiyar Bey’e “Allah rızası için bir avuç mercimek ver” demiş. Sekavi Beyi mercimek vermemek için bin bir yalan uydurmuş ve “eğer benim mercimeğim var ise taş olsun” demiş. Bunun üzerine Hz. Hızır “Allah’ım bu beyin Mercimeklerini taş et” diye beddua etmiş ve bütün mercimekler taş olmuş. O gunden sonra bu yere Mercimekkale adı verilmiş. Aradere Köyü Mezarlığı Malazgirt ilçesinin Aradere Köyündedir. Atatürk Üniversitesinden bir ekipçe yapılan yüzey araştırmaları sonunda önemli bulunmuştur. Malazgirt Yeniköy (Alyar) Kaya Mezarı Urartulara ait kaya mezarlığıdır. Arkeolog Yr.Doç.Dr. Nurettin KOÇHAN’ın araştırmaları devam etmektedir. Varto Kayalıdere Ören Yeri (Kale Şehri) Merkez İlçe’ye 40 km, Varto’ya 20 km uzaklıkta Kayalıkaya Köyü’ndedir. Bir Urartu yerleşmesidir. İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nce Prof. Dr. Seton Lloyd ve C.A. Burrey başkanlığında, 1965’de yapılan kazıda bulunmuştur. Kazılarda; kale, tapınak, şarap mahzeni, mezar ve küçük buluntular ortaya çıkarılmıştır. Urartu Kralı II. Avlusu taş döşemeli tapınakta, oturur durumda MÖ VII yy’ın tunç aslan heykeli, düğmeler, ok başları, tunç iğneler, aslan avı tasvirli kemer parçaları ele geçmiştir. Buluntular, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir. CAMİLER Ulu Cami Muş’ta, Alaeddin Bey ve Hacı Şeref Camilerinin batısındadır. Moloz taştandır. Kitabesizdir. Avlusunda yatan Şeyh Muhammed-i Mağribi tarafından 979’da yaptırıldığı rivayet edilmektedir. Mimari özelliklerinden XIV. yy’ın ikinci yarısına tarihlenen cami, dikdörtgen planlıdır. Ana mekân, ortada kubbe, yanlarda besik tonoz örtülüdür. Mihrap sadedir, kuzeyinde kesme taştan üç kubbeli son cemaat yeri vardır. Kesme taştan sade taç kapı sivri kemerli niş içindedir. Batı duvarı dışında öbür duvarlarda ikişer pencere vardır. Minaresi, depremden zarar görmüş olup, aslına sadık kalınarak 1968 ve 1972 yıllarında onarım görmüştür. Avlusunda Şeyh Muhammed-i Mağribi dışında başka evliyadan zatların meftun olduğu bilinmektedir. Hacı Şeref Camii Bir Selçuklu yapısı olan çok yıkık durumda Arslanlı Han’ın içindedir. Mimari özelliklerinden XVII yy’la tarihlenmektedir. Bir son dönem Osmanlı yapısıdır. Ana mekânı kare planlıdır Ana mekan ortada büyük yanlarda basık kubbelerle örtülmüştür. Sade mihrabı yuvarlak kemerli ve niş biçimindedir. Sonradan eklenen son cemaat ahlat taşından 1997 yılında eklenmiştir. Sivri kemeri niş biçiminde taç kapı kesme taştandır. 1318’de yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu yapı Abdulhamit Han tarafından yaptırılmıştır. Alaaddin Bey (Paşa) Camii XVIII yy. başlarında şehrin valisi Alaaddin Bey tarafından yaptırılmıştır. Ana mekanı kare planlıdır ve dokuz neflidir. Orta büyük ve yanlarda küçük kubbelerle örtülüdür. Orta nefte yer alan mihrabı sutunçeler ve bitki motifleriyle bezelidir. Taç kapının yanlarında kabartma kandil motifleri vardır. Minaresi iki renkli kesme taştan yapılıdır. Kare kaideli silindir gövdelidir. Gövdenin ortasında iç içe geçmiş çınar ağacını andırır bitkisel motiflerden bir kuşak oluşturulmuştur. Bulanık Mollakent Camisi Bulanık ilçesinin Mollakent köyündedir. Bir Selçuklu yapısıdır. Şeyh İbrahim tarafından 1290’da yaptırılmıştır Ahlat taşındandır. Dört kubbeli üç pencerelidir. Bulanık Esenlik Camisi Bulanık ilçesinin Esenlik Köyündedir. Bir Selçuklu eseridir. Şeyh Abdulmelik tarafından 1194’te yaptırılmıştır. Ahlat taşındandır. Tek kubbeli, dört pencereli, iki kapılı bir yapıdır. Kubbesinde ayrıca dört küçük pencere yer almaktadır. MEDRESELER Mollakent Medresesi Bulanık ilçesinin Mollakent Köyündedir. Bir Selçuklu Eseridir. Ahlat taşından yapılmıştır. Şeyh İbrahim tarafından 1321’ de yaptırılmıştır. İki büyük odası birde salonu vardır. Her odada üçer kitaplık penceresi bulunmaktadır. Muş’un günümüze ulaşamayan yalnızca tarihi kayıtlarda adı geçen diğer yapıları Mahmut Paşa, Murat Paşa ve Alaaddin Paşa medreseleridir. Muratpaşa Medresesi Muş İli Muratpaşa camisinin hemen yanı başında kurulmuştur. Muratpaşa tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir. Medresede mantık, belagat, hadis ve tefsir gibi ilimler Molla Halil Hoca tarafından okutulmuştur. Mahsut Paşa Medresesi Mahsut Paşa tarafından yaptırılmıştır. Muş İli’nin en büyük medresesidir Abdurrahman Hoca, İlyas Sami Bey gibi âlimler ders vermişlerdir. Bu medresede İslam Hukuku, Meal, Sarf, Mantık Beyan, Hesap, Hadis, İçtimaiye gibi ilimler okutulmuştur. Alaaddin Bey Medresesi Alaaddin Bey tarafından kurulmuştur. Bu medresede Sultan Abdulaziz tarafından görevlendirilen Ahmet Hamdi Efendi dersler vermeye başlamıştır. İlimizin en ünlü alim ve bilginleri burada yetişmişlerdir. İlyas Sami Bey, Molla Mehmet, Hacı Halid Efendi, Osman Kadri Bey gibi şahsiyetler bu medresede yetişmişlerdir. KİLİSELER Çanlı Kilise(Surpgarabet Manastırı) Bu kilise bütün çeşitli milletler arasında meşhur olup, yılda bir kere nice yüz bin adam toplanarak yedi gün yedi gece çadır ve otağlar kurulup alış verişler olunur, yük bozulup bağlanılıp kervan Revan tarafına yol alır. Burada Van Veziri ile Bitlis Hanının ve Atabeyi’nin müsellemleri hazır olup tüccar ve diğer mahlûkları muhafaza ederler. Van vilayeti sınırına daha yakın olduğundan Van veziri daha çok asker getirip ziyade baç alır. Muş sahrasının kuzeyinde sık bir ormanlıkta, bağ ve bostan içinde iki adet göğe baş uzatmış heybetli, kubbeli bir kilisedir. Dört yanlarında yüzlerce patrik ve papaz odaları vardır. İmaretinden günde nice bin sahan yemekler yapılır. Yortu günlerinde 145 sığır ve 50 somar buğday pişirilip misafirlerine dağıtırlar. Misafire o kadar riayet ederler ki şira ve hurma yedirip her gece nice yüz diba inci ve sırmalı gecelikler serip hizmet ederler. Ama her sene gelen adamlardan bolca mal tahsil ederler. Ve bütün Kafiristan’a papazları gidip ta Frengistan’dan bile adamlar tahsil ederler. Bu kiliselerden başka ilimizde bilinen ve halen kalıntıları mevcut diğer kiliseler ise -Kırköy Beldesindeki Sirong Kilisesi -Kırkayak Kilisesi Muş Dere Mahallesi -Kızılağaç Beldesindeki Kırmızı Kilise dir HANLAR, HAMAMLAR VE ÇEŞMELER Yıldızlı Han Muş şehir merkezinde yukarı çarşıdadır. 1307’de Miralay Seyfi Bey tarafından yapılmıştır. İki katlı olarak yapılmıştır. Alta kattı kesme taştan, üst katı Selçuklu mimari yapısına uygun olarak kerpiçten yapılmıştır. 613 metre kare üzerinkurulan hanın birinci katında emanethaneler, kuyumcular, manifaturacılar, bakırcılar ve gümüşçüler çalışırdı. İkinci kat ise otel olarak kullanılmıştır. Her iki katta toplam 52 dükkân olan han 1916 Rus İşgalinde tamamen tahrip edilmiştir. İpek yolu üzerinde olan Erzurum-Muş-Bitlis güzergâhı takip edilmiştir. Aslanlı Han Muş’un bir Selçuklu yapısı olan Aslanlı Handan Günümüze çok az şey kalmıştır. Bu hana ait gücü ifade eden aslan heykeli halen Vali Konağı bahçesindedir. TÜRBE VE YATIRLAR Kesik Baş Hacı Şeref Camisi’nin avlusundadır Hazireden günümüze cami duvarına bitişik 2 mezar kalmıştır. Bu mezarlarda yakın geçmişte onarılmıştır Kesikbaş Haziresi caminin doğu duvarına bitişik dış cephede yer almaktadır. Mezarların sanduka kısmı ve şahideleri mozaikli beton ile yenilenmiştir. Orijinal yapım malzemesi ve şahideleri kayıp olmuştur. Mevcut mezar yapısı dikdörtgen prizma konumunda yerden 80–120 cm yüksekliğinde, üzeri demir kafes ile çevrili dış cephesi Ahlat taşı ile kaplıdır. Rivayete göre bu zat savaşta başı gövdesinden ayrılmış olmasına rağmen kopan başını koltuğunun altına alarak savaşmayı sürdürmüş, daha sonra bugünkü mezarının bulunduğu yere gelerek şehit olmuştur. İbrahim Samidi (Zerzemi) Alaaddin Bey (Paşa) hamamının karşısındaki bahçededir. Arabistan’dan geldiği rivayet edilmektedir. Taş binanın altındadır, türbe dikdörtgen planlı arka arkaya iki odadan oluşmaktadır. 1. odanın girişi kuzeyden olup kıble duvarında bir mihrap mevcuttur mihrabın doğusunda sandukanın bulunduğu esas türbeye geçişi sağlayan kapı vardır. Bu mezar ve türbeye ait moloz ve kesme taş yapı tam orijinal görünmektedir. Sandukanın içi küçük bir odacık şeklinde boş bir mekândır ve buraya sandukanın doğu batısında girilmektedir. Türbenin yapımı Selçuklu Türk mezar mimarisini hatırlatmaktadır. Akıtlarda görülen iç içe odalar ve bu odalardan birinde gömü yerinin bulunması bir benzerlik teşkil etmektedir. Ayrıca kara mescit kısmı kümbetlerin üst kısmı, kümbetlerin mumyalı kısmını hatırlatmaktadır. Sanduka içerisindeki küçük odacık insanların bu mekanda bu mezar sahibinin ruhu ile irtibat kurmak amacını izhar anlamını taşımaktadır ki bu özelliği ile İslam öncesi inanışların izlerini taşıdığı kanaatini uyandırmıştır. Bu türbede yöre insanları ruhi bozukluklara, çeşitli sıkıntılara ve sıtma hastalıklarına karşı şifa için dua etmektedirler. Hastalar haftanın Çarşamba günleri getirilerek bir müddet sanduka içerisindeki küçük odacıkta bekletildikten sonra alıp götürülmektedir. Bu işlem üç Çarşamba günü üst üste tekrarlandıktan sonra hastaların sağlıklarına kavuştuklarına inanılmaktadır. Şeyh Muhammed-i Mağribi Ulu Caminin avlusundadır. Şeyh Muhammed_i Mağribininde İbrahim Samidi gibi Arap kökenli olduğu ve Ulu Camiyi yaptırdığı rivayet edilmektedir. Şeyh Halil ve Şeyh Mustafa Kızılay binasının karşısındaki bahçe içerisindedir. Her iki türbe de Cuma günleri ziyaret edilir. Yaygın bir rivayete göre her iki Şeyhin mezarları 10-12 yaşlarındaki bir çocuk tarafından yaptırılmış. Şeyh İbrahim Hazretleri Bulanık İlçesinin Esenlik Köyündedir. Esenlik camisinin yakınındadır. Şeyh İbrahim Mevlevi tarikatına mensup olduğu rivayet edilmektedir. Çeşitli hastalıkları iyileştirdiğine inanılmaktadır. Şeyh Ömer Sahubi Bulanık ilçesinin Mollakent Köyündedir. Şeyh Ömer Sahubi’nin kendi rütbesi ile türbenin yanındaki mutfak, misafirhane ve genişçe avluyu sağlığında yaptığı rivayet edilmektedir. Türbe halk arasında Çilehane diye anılmaktadır. İnanca göre Sara ve hasta olanlar bu türbede bir gece kalırlar ise iyileşirler. Müştak Baba (Yatır) Asıl adı Mustafa’dır. Bitlis’te doğmuştur, doğum tarihi tespit edilmemiştir. Şairdir, bir süre medresede okudu Şemsi Bitlisi diye anılan bir Mürşit olan amcası Hacı Mahmut Hocadan bilgilendi, bir süre sonra Hacı Hasan Şirvani’nin İrşat halkasına girdi burada Mutasavvıf Şair oldu. Erzurum, İstanbul, Ankara, Ayaş, Bağdat ve Hizana gitti. Eyüp Sultanda Selami Efendi Hanikahınde postnişin oldu. Bir süre sonra memleketi Bitlis’e döndü Müştak Baba gördüklerini, duyduklarını ASAR adı eserinde topladı. El yazması bu eser Süleymaniye Kütüphanesi Mahmut Efendi Bölümü 2421’de kayıtlıdır. Divanı basılmıştır. 1253 H (1838) yılında Bitlis’ten İstanbul’a giderken uğradığı Muş’ta 81 yaşında boğdurulur. Bir rivayete göre Müştak Baba Alaaddin Bey (Paşa) tarafından Muş’a davet edilir ve boğdurulur. Bir rivayete göre de Muş’ta Yezidiler tarafından boğdurulmuştur. Bir rivayete göre de Müştak Babanın garip hallerini hazmedemeyen avam tabakası tarafından hayretle karşılandığı için boğdurulmuştur. Diğer bir rivayete göre ise zalim Alaadin Bey Müştak Babanın Saray ile olan yakınlığını öğrenir ve zulmünü Sarayın duyacağı endişesi ile Müştak Baba’yı Muş’a davet eder, Müştak Baba başına gelecekleri bile bile Muş’a gelir ve boğdurulur. Müştak Baba şehitlik mertebesine ulaşarak gece gündüz aşkıyla yanıp tutuşup Allah’ına kavuşmuştur. Şahadetini daha önceden bildirdiği söylenir. Müştak Baba mezarı Abdurrahim YEŞİLBAŞ isimli şahsın evinin avlusundadır. Tek bir mezar olup, avlu zeminde 30 cm yükseklikte mozaikli beton ile yapılmış bir sanduka ve yenilenmiş şahidelerin etrafı ve üzeri demir kafes içine alınmış durumdadır. Mezarın orijinal şahideleride bu kafes içerisinde muhafaza edilmektedir. Bu tadilat 1983 yılında Taha YEŞİLBAŞ tarafından yapılan onarım esnasında yapılmıştır. Abdulvahap Gazi Türbesi Ve Çatbaşı Şehitliği Muş İli Merkez ilçeye bağlı Çatbaşı köyünde bulunmaktadır. Şehre 7–8 Km. Mesafede olup şehrin batısındadır. Çatbaşı Köyü Camii bitişiğindedir. Yaklaşık 40–50 mezarın bulunduğu, dörtgen planlı, mazgal pencereli, beşik tonuz örtülü türbe, ahşap destekli direk, üzeri toprak örtülü bir ön odadan oluşmuştur. Türbenin doğusunda yer alan kare planlı, direk destekli düz toprak dam örtülü eski camii türbenin ziyaretçilerinin ibadet ve ikametgâhı için yapıldığı düşünülmektedir. Türbeyle camii arası ahşap kakmaların taşıdığı direk destekli düz damla örtülerek, her şart altında camii den türbeye gidiş geliş sağlanmıştır. Türbenin içinde üç gömü mevcut olup, bunlar; Sahabeden Abdulvvahap Gazi, Tarışlı (Silvan) Şeyh Şeref ve Muş ulemalarından Hacı Tayyip Efendi’ye ait dir. Türbe ile camii arasındaki üzeri örtülü mekânda beş gömü mevcuttur. Bunlardan üçü bilinmektedir. Bunlar Hoca İbrahim Efendi, Muş âlimlerinden Faik Aykal efendi ve Hacı Tayyip efendinin oğlu Molla Fethi Rahman efendiye aittir. KALELER Muş Kalesi Muş merkezdedir. Kale şehrin en eski yerlerindendir. Kesin tarihi bilinmemekle birlikte Moğol istilasını müteakip 7. asır ortalarına doğru Hz. Osman zamanında bu çevre ile birlikte kalede savaşlara sahne olmuştur. Sonraları Ermeni Derebeyleri Bağdat’taki Abbasi Halifelerine tabi olarak bu çevrenin ve kalenin idaresi için memur kılınmışlardır. Muş Hicri 27 yılında Hz. Ömer döneminde Müslümanların eline geçince bu kale de tabi olarak Müslümanların eline geçmiştir. Uzun süren savaşlar üzerinde bulunan tarihi değerlerin yok olmasına sebep olmuştur. Kalenin batı tarafında tahrip olmuş Arap Mezarlığı, Selçuklu mezarlığı ve Osmanlı mezarlığı karışık ve dağınık bir haldedir. Belediyece park olarak düzenlenmiştir. Günümüzce halkın başlıca piknik yerlerinden biridir. Hasbet Kalesi Muş’un güneyindeki Kızıl Ziyaret Dağının doğu uzantısında bir yamaçtadır. Surları ve iki kulesi kısmen ayaktadır. Diğer kısımları tabii afetlerde yıkılmıştır. Kesin tarihi bilinmemekle birlikte, yapıda kullanılan malzeme ve sanat yapısı itibari ile Horasan harcı ile imar edilmiş ovaya hâkim karakol konumunda kendini göstermektedir. Eteklerinde bulunan Soğucak köyünde büyük ölçüde tahrip olan 2 adet gözetleme kulesi de mevcuttur. Bir rivayete göre Büyük İskender Mısır’ı fethe giderken kendine bağlı Komutan Beatlis’e ( Bitlis) geri döndüğünde geri alamayacağı kudrette bir kale yapmasını istemiş. Emri alan Komutan Beatlis, Büyük İskender’in Mısır’dan Dönüşüne kadar Bitlis Kalesini yapmış ve Büyük İskender’i emri doğrultusunda Muş Ovasına püskürtmüştür. Büyük İskender defalarca Bitlis’e saldırmış fakat her seferinde Muş Ovasına geri dönmek zorunda kalmıştır. Yine mağlubiyetle sonuçlanan bir saldırı sonucu Büyük İskender Muş Ovasında gece konaklarken, orduyu tedirgin eden bir atlı gurubun varlığını görür ve bu savaşçılara hayran kalır. Savaşçıların ikamet ettiği Haspet Kalesine elçi göndererek görüşme talep eder. Kaledekiler bu talebi kabul ederek Büyük İskender’in yanına giderler. Rivayete göre Büyük İskender hayran olduğu bu kişilere atfen “Siz kimsiniz ki, dünyayı fethe çıkmış bir komutanın ordusunu rahatsız ediyorsunuz.”demiş. “Bizler Gur Beyleriyiz, sizler bizim topraklarımıza girmekle bizi rahatsız ettiniz” cevabını alır. Bu arada Komutan Beatlis, Büyük İskender’e haber göndererek kaleyi teslim edeceğini bildirir. Büyük İskender’in huzuruna çıkan Beatlis, hükümdarın “-Bu kaleyi neden baştan teslim etmedin ve ordumdan birçok askerin kırılmasına neden oldun ?” sorusuna “- Hükümdarım siz bana buraya öyle bir kale yap ki dünyanın en güçlü hükümdarı ordusuyla gelse bile burayı alamasın diye emir ettiniz. Bende buraya ğüçlü ve sağlam bir kale yaptım. Siz de dünyanın en güçlü hükümdarı ve ordunuzda dünyanın en güçlü ordusu olduğu halde burayı ele geçiremediniz. Şimdi görevimi yerine getirdiğime inanarak kalennin anahtarlarını size teslim ediyorum.” der. Büyük İskender bunun üzerine komutanının bu cevabından çok memnun kalır ve onu affeder. Bir süre sonra da ordusuna Muş Ovasından çekilme emrini verir. Muşet Kalesi Muş’un güneyindeki Kızıl Ziyaret Dağındadır. Muş adı ile özdeşleşmiştir. İlk yapımı Urartu’lara ait oluduğu tahmin edilmektedir. Ortaçağ kalesi görünümünde olan bü günkü yapısına sonra kavuşmuş olabilir. Kale Horasan harcı ile yapılmıştır. Malzeme ve doku olarak Haspet kalesi ve Ahlat eski şehirdeki yıkık kale ile birbirinin aynıdır. Karakol olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Tarihi kaynaklara göre boylar arasında adı en son geçen Muşkan oymağı lideri adına yapılmıştır. Van tarihinde Hitit Devleti yıkıldıktan sonra yerini alan birçok krallıklar arasında Muşkiler da sayılmaktadır. Yine Şah Tahmasp 1530 da Muslu Kabilesine mensup Zülfikar’dan Bağdat’ı aldı şeklinde geçer. Muşkiler de kökü Urartulara dayanan oymaklardan biri olarak kabul edilmektedir. Kepenek Kalesi İlimiz Kepenek köyündedir. Arkeolog Yrd. Doç. Dr. Nurettin KOÇHAN’ın araştırmaları devam etmektedir. Nurettin KOÇHAN tarafından burada bulunan Urartulara ait olan taş üzeridneki yazıt Mirjo SALVINI tarafından çözülerek “Studı Mıceneı Ed Egeo-Anatolıcı” dergisinin FascılcoloXLII/2-2000 sayısında yayınlanmıştır. Yazıtın Türkçe’si: “Haldi’ye (Urartular’ın baş tanrısı), kral (Efendi, Tanrı), Menua oğlu Argişti bu Susi-tapınağı ve (kaleyi) inşa edip tamamlattı. (Ona) ben Argiştihinili adını verdim. En büyük Haldi sayesinde ben Menua oğlu Argişti, güçlü kral, Bianili kralı, Tuşpa kentinin efendisi” Muş’ta Urartular’a ait iki önemli yazıt bulundu: ikisi de Menua dönemine ait. İlki bir stelin alt kısmıdır ve Tiflis arkeoloji müzesindedir. Bu yazıt Muş’un 18 km. doğusunda Trmerd mezarlığında bulunmuş. Bu yazıtta askeri bir seferden, Atauni kentinden ve Urme ülkesinden bahsediliyor ve stelin Arhi kentine dikildiği bildiriliyor. İkinci yazıt oldukça eksiktir, yine Urme ülkesinden ve bir yerden bahsediyor. Malazgirt Kalesi Haşmetli bir görünüme sahiptir. Kalenin ilçeyi çepe çepe çevreleyen bir birine parelel iki suru onarılmıştır. İslam kaynaklarında bu kale gerek İslamiyet’in ilk döneminde gerekse Bizanslar zamanında birçok savaşa sahne olmuştur. Eski Malazgirt’i çepeçevre kuşatan kalenin ana burcu ile burçları bu tarihi özellikleri ile ilgi çekmektedir. Tabii afetlerde surları yıkılmıştır. Çeşitli zamanlarda onarılmıştır. Onarımlar kısmen de olsa günümüzde de devam etmektedir. Efsaneye göre Malazgirt Kalesi civarında ateşperestler yaşarken başlarında Teymus isminde bir şah bulunuyormuş. Şahın çocuklarından Beşir Allah’a iman getirince babası Teymus Şah oğlu Beşir’in dilini dipten keserek Malazgirt’ten sürgün etmiş Beşir aylarca yol kat edip Müslümanların bulunduğu Mekke’ye gelmiş, durumu öğrenen Hz. Ali sahabelerden oluşan bir ordu toplayarak Malazgirt üzerine yürümüş. Yapılan savaşta Teymus Şah ve beraberindekiler kılıçtan geçirilmiş. Hz Ali ordusu ile şimdi ilçenin bir mahallesi olan Şahneder köyüne gelmiş ve orada konaklamak istemiş. Askerler yorgun ve susuz olmaları nedeniyle köydeki çeşmeden su içmek istemişler, suyun zehirli olduğu söylenmiş. Bunun üzerine Hz. Ali çeşmenin kaynağında örümcek ağı gibi kaynaşmakta olan yılanları görünce askerlerin su içmesine engel olmuş. Askerlerin su içme ihtiyacını belli etmesi üzerine Hz. Ali köyün hemen güneyindeki düz arazi görünümde olan Salkayalığına gitmiş, kılıcın çekerek taşa vurmuş kılıcın darbesi ile kaya yarılmış ve şimdi yılanlar kuyusu denilen halini almış. Çeşmede kaynaşmakta olan yılanların çekilmesi için Allah’a dua etmiş aynı ayna yılanlar açılman bu kuyuya çekilmişler. Sonunda askerler bu çeşmeden su içerek yorgunluklarını üzerlerinden atmışlar. Günümüze kadar her yıl yalnız 15 Mayıs- 15 Haziran arasında bu yılanlar kuyusu aynı boy ve renk zehirsiz yılarlarla dolar bu güne kadar, bu yılanların köylüler tarafından ellerine alarak oynattıkları halde hiç kimseye zarar vermedikleri tespit edilmiştir. Görmek isteyenler belirtilen günler arasında Şahnedar köyü yılanlar kuyusuna gidebilirler. Katerin (Zincirli) Kale Malazgirt ilçesi sınırları içersindeki Katerin Dağı üzerindedir. Doğu Roma eseridir. Rivayete göre Malazgirt ile Katerin Kaleleri Kalın zincirlerden bir köprü ile birbirlerine bağlanmıştır. Tıkızlı Kalesi Malazgirt ilçesinin Tıkızlı Köyündedir. Yapılan araştırmalar sonucunda kalenin Urartu’lara ait olduğu belirlenmiştir. Kale bir tepe üzerinde büyük taşların bir biri üzerine yığılması ile harçsız olarak yapılmıştır. Doğu Anadolu’da son yıllarda yapılan birçok araştırma ve kazıya karşın, bunları sınırlı bir alanı kapsadığı ve özelliklede Van ili ve çevresinde yoğunlaştırıldıkları dikkati çekmektedir. Bunun yanı sıra çok kısıtlı da olsa Ağrı ve Erzurum çevresinde bazı yüzey araştırmaları ile Elazığ Bölgesinde de kurtarma kazıları gerçekleştirilmiştir. Muş ve özellikle Malazgirt İlçesinde ise bugüne değin kapsamlı bir araştırma yapılmamıştır. Bu nedenle aşağıda ayrıntılı olarak tanıtmaya çalışacağımız Kale, yörede antik yerleşimin yoğunluğunu ve yeni araştırmaların sürdürülmesinin gerekliliğini ortaya koyması açısından büyük önem taşımaktadır. Kalıntıların bu günkü durumuna göre Kale’nin merkezi kısmı yaklaşık 25–30x30–35 metrelik bir alanı çevrelemektedir. İ.ç kalenin 4m. Genişliğindeki kuzeydoğu ve kuzey sur duvarlarının yer yer 1,5-2m yüksekliğe kadar korunabilmişliğine karşın dış sur duvarları bazı kısımlarda salt birkaç taş sırası halinde günümüze gelmiştir. Tıkızlı Kalesinin sur duvarlarında izlediğimiz, A. Çilingiroğlu tarafından “Kilkilotik Yöntem” olarak adlandırılan benzer duvar örgüsüdür. Yazıtları nedeniyle Işpuini dönemine (İÖ. 830–810) tarihlenen Zivistan ile Menua’ın egemenliğinde (İÖ. 810–786) yapıldığı kabul edilebilir. Bostankale Kalesi Malazgirt’te 10 km uzaklıktadır. Yapılan yüzey araştırmaları sonucunda kalenin Urartu’lara ait olduğu tespit edilmiştir. Kale büyük bir kaya kütlesi oyularak yapılmıştır. KÖPRÜLER Murat Irmağı Köprüsü Muş – Varto yolu üzerinde Muş şehir merkezine 10 km uzaklıktadır. Bir Selçuklu yapısıdır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemek-tedir. 1817 tarihli mermerden kitabesinin onarımlarla ilgili olduğu sanılmaktadır. 143 m uzunluğunda, 4.77 m genişliğindedir. Yüksekliği 16 – 18 m’dir. 12 gözlüdür. Günümüzde orta ayaktan yıkılmıştır. Hatun Köprüsü Malazgirt’in girişindedir. Bir Selçuklu yapısıdır. 10 m uzunluğunda, 5 m genişliğinde-dir. Günümüze kadar gelebilmiş yegâne Selçuklu eserlerinden biridir. Kız Köprüsü Malazgirt’e 2 km uzaklıktadır. İki yekpare taştan 3 m uzunluğunda, 1 m genişliğindedir. Rivayete göre devrin kral kızlarından biri tarafından yaptırılmıştır. HAMAMLAR Alaaddin Bey Hamamı Muş şehir merkezindedir. Alaaddin Bey tarafından Alaeddin Bey Camii ile aynı tarihte yaptırılmıştır. Günümüzde de kullanılmaktadır. Osmanlı son dönem eserlerindendir. Yapı malzemesi ve mimari özellikleri açısından Alaaddin Bey Camii ile aynıdır. Yıkılmış olan Alladdein Bey Camii Külliyesi içerisinde dış özellikleri tamamen yok edilmiştir. İçyapısı kısmen mevcuttur. Localar kullanılmamakla birlikte Alaaddin Bey camiinde kullanılan bitki motifleri ile aynıdır. Buna mukabil büyük locaya girişte kapının hemen üzerinde taşa kabartma bir şekilde yapılan kaplumbağa totemi bulunmaktadır. Muş’un tabii afetlerde yıkılan diğer tarihi hamamları Güllü Hamam ve Dere (Migre) Hamamlarıdır. Her iki hamamda da Anadolu Selçuklularının yoğun olarak kullandıkları uzun müddet tabiat şartlarına dayanıklı olmayan, Orta Asya yerleşik hayatından gelen sonraları vazgeçilen kerpiç malzemedendir. Güllü Hamamın tabiat şartları nedeniyle daha dayanıklı olması için kerpiç malzeme üzerine Horasan harcı ile moloz taşlardan duvarlar çıkılmıştır. Bu hamamın en büyük özelliği Türk üçgeni denilen kubbelere taşıyıcı görevi sağlayan üçgenin kullanılmış olmasıdır.
  20. _asi_

    Muş Çengilli kilisesi

    Surp Karabet Manastır Kilisesi (Çengel-Cengilli Kilisesi) (Merkez) Muş ili Merkez ilçeye bağlı Yaygın Bucağı yakınında, Şerafettin Dağları eteğinde bulunan bu kilise, Ermeni Manastırına aittir. Manastır oldukça geniş bir alana yayılmış olup, 360 odası bulunmakta idi. Aynı zamanda da içerisindeki kabartmaları ile ün yapmıştı. Kilisenin yapım tarihi bilinmemektedir. Bununla beraber XIX.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kilise kesme ve moloz taştan dikdörtgen planlı bir yapı olup, naos (ibadet) kısmının üzeri büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Kilise çevresinde papaz odaları bulunmaktadır. Döneminde önemli bir ziyaret yeri olan manastırda, özellikle yortu günlerinde ziyarete gelenlere yemek dağıtılırdı. Ermeni öğrenciler buradaki manastırda eğitim görürlerdi. Bu kilise dışında Muş’ta, Minare Mahallesi’nde yapım tarihi kesinlik kazanamayan Meryem Ana Kilisesi, Dere Mahallesi’nde Kırkayak Kilisesi, Kırköy Beldesinde de Sirong Kilisesi bulunuyordu. Bu kiliselerden günümüze temel kalıntıları ile duvarlarından bazı bölümler gelebilmiştir. KİLİSENİN ESKİ HALİ
  21. _asi_

    Muş Murat Köprüsü

    Murat Köprüsü Muş’a 10 km. uzaklıkta Muş-Varto yolu üzerinde, Murat Nehri üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Selçuklu döneminde yapıldığı ileri sürülmüşse de bu iddia kesinlik kazanamamıştır. 1817 tarihli mermer onarım kitabesinden de bu tarihte onarıldığı anlaşılmaktadır. Köprü kesme taştan yapılmış, 143 m. uzunluğunda olup, genişliği 4.77 m.dir. Su seviyesinden yüksekliği ise 16-18 m. arasındadır. Köprü on iki gözlüdür. Bu gözler kalın taş ayaklar üzerine hafif sivri kemerlidir. Köprü ayakları üzerinde tahfif kemerleri bulunmaktadır. Köprünün ortadaki gözü diğerlerinden daha büyüktür. Köprü ayakları üzerinde üçgen şeklinde selyaranlar bulunmaktadır. Değişik zamanlarda onarılan köprü günümüzde orta gözün bulunduğu bölüm yıkılmıştır.
  22. _asi_

    Muş Ulu Camii

    Ulu Camii Muş il merkezinde, Alâeddin Bey ve Hacı Şeref camilerinin batısında bulunan Ulu Cami’nin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. Bununla beraber caminin avlusunda gömülü bulunan Şeyh Muhammed-i Mağribi tarafından h.979’da (1571) yaptırıldığı söylenmektedir. Ancak bu söylenti kesin bir belgeye dayanmamaktadır. Yapı üslubundan XIV.yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Cami kesme taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Caminin önünde üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Giriş kapısı sivri kemerli bir niş içerisinde olup, kesme taştandır. Caminin batı yönündeki ana mekâna iki kemerle açılan, üzeri çapraz tonozlu ek yapının sonradan buraya eklendiği sanılmaktadır. Bu mekâna da küçük bir mihrap yerleştirilmiştir. İbadet mekânı orta bölümü pandantifli dıştan sekizgen kasnaklı ve basık bir kubbe ile örtülmüş, kubbe dışında kalan alanlar beşik tonozludur. Mihrap oldukça sade ve bezemesizdir. İç mekân batı duvarı dışındaki duvarlarda bulunan ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Caminin orijinal minaresi günümüze gelememiş olup, bugünkü minare Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1968 yılında yaptırılmıştır. Depremden zarar gören minare 1972 yılında bir kez daha onarılmıştır. Son cemaat yerinin içerisindeki minare kaidesi kesme taştan, dikdörtgen planlı olup, tek şerefeli minarenin gövdesi yuvarlak, üzeri zikzak motifleri ile hareketlendirilmiştir.
  23. _asi_

    Muş Hasbet Kalesi

    Hasbet Kalesi Muş’un güneyindeki Kızıl Ziyaret Dağı’nın doğu uzantısındaki bir yamaçta bulunan kalenin kesin yapım tarihi bilinmemektedir. Kale karakol kalesi niteliğindedir. Kalenin yapımı ile ilgili bir söylentiye göre; Büyük İskender Mısır seferi sırasında komutanlarından Beatlis’den güçlü bir kale yapmasını istemiştir. Bundan sonra komutan çalışmaya başlamış, İskender’in dönüşüne kadar Hasbet Kalesi’nin yapımını tamamlamıştır. İskender bu kalenin komutanı tarafından yapıldığını bilmiyor, Muş Ovası’nı ve bu kaleyi ele geçirmek ister ancak her saldırısı başarılı olamaz. Sonunda Haspet Kalesi’ne elçi göndererek görüşme talebinde bulunur. Buna karşılık komutan da Büyük İskender’e haber göndererek kaleyi teslim edeceğini bildirir. Büyük İskender’in huzuruna çıkan Beatlis’e “Kaleyi neden baştan teslim etmedin ve ordumdan birçok askerin kırılmasına neden oldun?” diye sorar. Komutan, “Hükümdarım siz bana buraya öyle bir kale yap ki dünyanın en güçlü hükümdarı ordusuyla gelse bile burayı alamasın diye emrettiniz. Ben de buraya güçlü ve sağlam bir kale yaptım. Siz de dünyanın en güçlü hükümdarı ve ordunuz da dünyanın en güçlü ordusu olduğu halde burayı ele geçiremediniz. Şimdi görevimi yerine getirdiğime inanarak kalenin anahtarlarını size teslim ediyorum” diye cevap verir. Bunun üzerine Büyük İskender, komutanının bu cevabından çok memnun kalır ve onu affeder. Bir süre sonra da ordusunu alarak Muş Ovası’ndan çekilir. Hasbet Kalesi kesme taş ve moloz taştan yapılmış, horasan harç kullanılmıştır. Günümüze kalenin surlarından bazı duvarlar ile iki kulesinin kalıntıları gelebilmiştir. Doğal afetler ve depremler kalenin yıkılmasına neden olmuştur.
  24. _asi_

    Muş Malazgirt Kalesi

    Malazgirt Kalesi Haşmetli bir görünüme sahiptir. Kalenin ilçeyi çepe çepe çevreleyen bir birine parelel iki suru onarılmıştır. İslam kaynaklarında bu kale gerek İslamiyet’in ilk döneminde gerekse Bizanslar zamanında birçok savaşa sahne olmuştur. Eski Malazgirt’i çepeçevre kuşatan kalenin ana burcu ile burçları bu tarihi özellikleri ile ilgi çekmektedir. Tabii afetlerde surları yıkılmıştır. Çeşitli zamanlarda onarılmıştır. Onarımlar kısmen de olsa günümüzde de devam etmektedir. Efsaneye göre Malazgirt Kalesi civarında ateşperestler yaşarken başlarında Teymus isminde bir şah bulunuyormuş. Şahın çocuklarından Beşir Allah’a iman getirince babası Teymus Şah oğlu Beşir’in dilini dipten keserek Malazgirt’ten sürgün etmiş Beşir aylarca yol kat edip Müslümanların bulunduğu Mekke’ye gelmiş, durumu öğrenen Hz. Ali sahabelerden oluşan bir ordu toplayarak Malazgirt üzerine yürümüş. Yapılan savaşta Teymus Şah ve beraberindekiler kılıçtan geçirilmiş. Hz Ali ordusu ile şimdi ilçenin bir mahallesi olan Şahneder köyüne gelmiş ve orada konaklamak istemiş. Askerler yorgun ve susuz olmaları nedeniyle köydeki çeşmeden su içmek istemişler, suyun zehirli olduğu söylenmiş. Bunun üzerine Hz. Ali çeşmenin kaynağında örümcek ağı gibi kaynaşmakta olan yılanları görünce askerlerin su içmesine engel olmuş. Askerlerin su içme ihtiyacını belli etmesi üzerine Hz. Ali köyün hemen güneyindeki düz arazi görünümde olan Salkayalığına gitmiş, kılıcın çekerek taşa vurmuş kılıcın darbesi ile kaya yarılmış ve şimdi yılanlar kuyusu denilen halini almış. Çeşmede kaynaşmakta olan yılanların çekilmesi için Allah’a dua etmiş aynı ayna yılanlar açılman bu kuyuya çekilmişler. Sonunda askerler bu çeşmeden su içerek yorgunluklarını üzerlerinden atmışlar. Günümüze kadar her yıl yalnız 15 Mayıs- 15 Haziran arasında bu yılanlar kuyusu aynı boy ve renk zehirsiz yılarlarla dolar bu güne kadar, bu yılanların köylüler tarafından ellerine alarak oynattıkları halde hiç kimseye zarar vermedikleri tespit edilmiştir. Görmek isteyenler belirtilen günler arasında Şahnedar köyü yılanlar kuyusuna gidebilirler.
  25. _asi_

    Muş Sivil Mimari Örnekleri

    ESKİ MUŞ EVLERİ Anadolu’nun fethini izleyen yıllarda zaman-la Türkleşen Muş’un eski yerleşim düze-ni ve sokak dokusu esas itibari ile tipik bir Türk kenti havasını yansıtır. Diğer yörelerimizde olduğu gibi buradaki konut mimarisinin oluşumunda da temel etki milletimizin örf ve adetlerinden kaynaklanan hayat tarzı ve ihtiyaçlarıdır. Ayrıca mahalli mimarisi, gelenekleri ve malzemesi ile iklimin ve coğrafyasının zorlayıcı gerekleri de bu oluşumdaki diğer etmenlerdir. Bölgedeki diğer illerin yerleşimlerindekine benzeyen sokak dokusu içinde yer alan evler, genellikle havuş (avlu) gerisinde yükselen iki katlı kuruluşlardan ibarettir. Eski Muş evleri genel plan şemaları itibarı ile diğer şehirlerdeki (Doğu ve Güney Doğu) evlerle paralellikler ortaya koymakla birlikte mekân isimlendirmelerinde yer yer farklılıklar göstermektedir. Sokakla bağlantılı cümle kapısı ile geçilen havuşun (avlu) bir yanında tandırlık, erzak deposu ve çardak görevi gören ağaç altı oturmalıklar yer alır, birçoğunda ise bunlarla birlikte ahır da mevcuttur. Evlerin cephesi, pencereler ve zaman, zaman üst kat çıkmasını taşıyan konsollar, kat ayırımını vurgulayan kornişler, ahşap balkon ve balkon kemerleri ile hareketlendirilmiştir. Yapıların üzerlerini örten yapı malzemesi o dönemin iklim şartlarına göre yapılan düz, toprak damlardır. Evlerin temel yapı malzemesi kerpiçtir. Ahşap malzeme ise içeride, tavanlarda (taşıyıcılar), dolaplarda, kapı, pencere ve dışarıda ise balkonlarda kullanılmıştır. Süslemelerde ise kerpiçlerin, dış cephede duvarlara değişik dizilmeleri ile yer verilmeye çalışılmış estetik ve sade bir görünümü vardır. Pencere kenarları, dışarıdan Selçuklu öğesi taşıyan, kültürümüzün önemli unsurlarından birini; miğfer kubbe anlayışını ortaya koyar, bakıldığında miğfer görünümü bariz bir şekilde kendini gösterir. Pencerelerde cumba yerine önem verilerek yapılan, genelde sade olan korkuluklar kullanılmıştır. Evlerinin giriş kapılarının her iki yanını süsleyen iki sütunçe üzerine çiçeklik nişleri vardır. Kapılar çift kanatlı olup genelde metal ağırlıklı yapılmıştır. Kapılar sade görünümlü kapı tokmakları ya da kilit bağlantıları ile yapı malzemesini tamamlar. Kapıların içeri açılan kısmında girişi sağlayan bir basamak yüksekliğinde seki bulunur. İçeride alt kat, genelde mutfak, banyo, tuvalet ve zahire odası ile birlikte merdiven boşluğunu oluşturan girişlerden oluşur. Yukarı çıkıldığında, esasen geleneksel Türk konutunda yer alan sofa ile aynı amacı taşıyan ve alt kattan uzanan ahşap merdivenle çıkılan bu ilk ve evin en geniş kısmını oluşturan mekânlar, cepheye bakan daha çok sohbet amacıyla kullanılan büyük salonlardır. Bu salonlarda ahşap veya taştan, pencere önlerinde sedirler bulunmaktadır. Üst katta yer alan bütün mekânlar (odalar), bu salon etrafında sıralanır. Misafir odası olarak adlandırılan ve büyük salonun etrafında ön cepheye bakan bazen birden fazla olan, evin en güzel eşyalarını içerisinde de barındıran ya da diğer odalara göre daha gösterişli olan bu odalar, misafir ağırlama, sohbet etme amaçlı yapılmıştır. Evlerde mekânları bir birine bağlayan kapılar basit ve gösterişsizdir. Çok büyük bir çoğunluğu tek kanatlı olan kapıların hemen hemen hiç birinde süsleme yoktur. Bütün kapılar eşikli ve demir mandallı kapı kolu sistemi ile yapılmıştır. Kapı boyutları, bulundukları konuma ve fonksiyonlara göre değişik ölçüler vermektedir. Genelde her oda da küçük ahşap dolaplar (gömme) ve büyük çift kanatlı, çekmeceli yataklıklar mevcuttur. Evlerin duvar kalınlığı (dolgu duvarlar) 60–70 cm’dir. Bu yüzden mekân içerisinden bakıldığında pencereler loş bir hava verir. Mekân içerisine açılan pencere yapıda kullanılmaz, evin tavan kısımları kaplamasız, olduğu gibi bırakılır, taşıyıcılar kendini gösterir. Döşemeler ise zeminde (alt katta) sıkıştırılmış killi toprak veya düzgün sal taşları ile; üstlerde ise ahşap malzeme ile kaplanır. Her odanın pencere önünde yüksekliği 30-50 cm, genişliği 50-90 cm arasında değişen sedirler mevcuttur. Ahşap veya kerpiçten oturma yeri olarak düzenlenen sedirler pencere önlerine bitişik yapılırlar. Mutfaklar, evin önemli ve geniş yerlerinden biridir. İçerisinde ocak (niş şeklinde) diğer adıyla şömine bulunur. (Bazı yapılarda yoktur.) Yemek odasının hemen altında bulunduğundan mutfaktan yemek odasına, yiyecek ve içecekler asansörvari bir makara sistemiyle duvar içerisindeki boşluktan çıkarılır ve indirilir. Banyoda, çol denilen günümüz küvetini andıran suyun mekân içerisinde etrafa sıçramasını engelleyen köşeye yapılmış ayrı ve açık bir kısım bulunur, büyük banyo kazanları her yerde olduğu gibi burada da kullanılır. Evin iç duvarlarının tamamında sıva olarak saman, keçi kılı, sönmüş kireç karışımı kullanılır. Sonradan üzerine badana yapılarak duvar yüzeyi tamamlanır. Sonuç olarak bu evler haremlik-selamlık diye ayrılmasa bile, bunun fiilen uygulandığı görülür. Bütün bunlara binaen kendi kendine yeten o dönemdeki kapalı ekonominin etkisi burada da gözlenir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.