Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Bolu Camileri

    CAMİLER Büyük Camii (Yıldırım Bayezit Camii) Bolu Şehit Nazım, Pamukçular ve Büyük Cami sokakları arasında, şehir merkezinde bulunan Yıldırım Camisini, Yıldırım Beyazıt l382 yılında yaptırmıştır. İlk yapılışında o döneme (1389-1402) özgü biçimde ulu cami tipinde olan bu yapı XIX.yüzyılda yanmış, l899 yılında tek kubbeli olarak yapılmıştır. Ancak bu yapı da l944 depreminde yıkılmış ve yerine bugünkü cami, Klasik Osmanlı Mimarisi üslubunda yapılmıştır. Şehir merkezide oldukça geniş bir alanda bulunan cami dikdörtgen planlıdır. Arazi konumundan ötürü alt katına çeşitli dükkanlar yapılmıştır. Eski son cemaat yerinin olduğu yere yanlardan iki yuvarlak kemerli kapı açılmış ve bunların iki köşesine de kare kaideli iki mermer sütun yerleştirilmiştir. Buradaki altlı üstlü birer pencereden sonra da dışarı taşkın minare kaideleri yerleştirilmiştir. Bundan sonra ikinci bir son cemaat yeri meydana getirilmiştir. Buradaki son cemaat yerinin saçak silmesi caminin ibadet mekanının saçak silmesinden l.m aşağıda kalmıştır. İbadet mekanını örten kubbe son cemaatın önündeki iki paye ve dört köşedeki trompların üzerini merkezi kubbe oturtulmuştur. Kubbenin dışında kalan bölümler tromplarla örtülmüştür. Kubbe kasnağının her kenarına birer pencere açılmıştır. Kasnak basit ve pahlı bir silme ile sonuçlanmaktadır. İbadet mekanı giriş kapısının iki yanında ikişer, kapı üzerinde bir ve diğer kenarlarda iki sıra halinde sekiz, mihrap yanında da ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrap yarım yuvarlaktır ve dışarıya taşkınlık yapmamaktadır. Caminin mihrap ve minberinin özelliği bulunmamaktadır. Kare kaide üzerindeki iki taş minare bulunmaktadır. Minare gövdesinin üzerine yivler yapılmıştır. Kadı Camii : Bolu Büyük Cami Mahallesi’nde, Atatürk Caddesi’ndedir. Kitabesi olmadığından ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ancak Bolu Livası Salnamesin’de banisinin Demirtaş Paşazade Mehmet Bey olduğu yazılıdır. Yapı üslubundan da XVI.yüzyıl eseri olduğu anlaşılmaktadır. Caminin yanında Osmanlı döneminde, kadılık binası bulunduğundan bu cami Kadı Camisi ismi ile tanınmıştır. Cami dikdörtgen planlı olup, doğu ve güney cephelerinde arazinin alçak oluşundan ötürü iki katlıdır. Doğu, batı ve güney cephelerinde arazinin yüksekliğinden ötürü bir bodrum kat meydana gelmiştir. Bu nedenle de ibadet mekanı beden duvarlarından dışa taşmıştır. Son cemaat yerinin caminin ilk yapılışında dört kalın sütunun taşıdığı kubbeli ve revaklı olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bugün caminin son cemaat yeri bulunmamaktadır. Temelinden itibaren kesme taştan yapılan caminin girişi, saçak hattına kadar yükselen sivri kemerli, l.50 m. derinliğinde bir niş içmesindeki basık kemerli bir kapıdandır. Kapı söveleri ile kemeri mermer olan girişin üzerinde Kur’andan alınma bir ayet yazılıdır. Ayrıca bunun üzerinde de yuvarlak bir pencere bulunmaktadır.Beş kenarlı küçük mihrapçıklar giriş kapısının iki yanına yapılmıştır. Girişin ahşap kapıları kündekari tekniğindedir. Üç bölümden meydana gelen kapıda tüm yüzeyler geometrik şekiller ve yıldız motiflerinden oluşturulmuştur. Bunların üzerine de küçük çerçeveler içerisine alınmış kitabeler yerleştirilmiştir. İbadet mekanı kare planlıdır. İlk yapılışında kubbeli olduğu pandantif izlerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca caminin ağır taş duvarları da bunu kuvvetlendirmektedir. Bugünkü üst örtü ahşap çatılıdır ve bu çatının sonradan yapıldığı sanılmaktadır. Mihrap beş cepheli olarak dışarı çıkıntı yapmaktadır. Mihrap duvarının iki yanında altlı üstlü birer pencere açılmıştır. Bu pencerelerin alt sıradakileri dikdörtgen, üst sıradakileri yuvarlak kemerlidir. Caminin iki yan duvarında altlı üstlü ikişer penceresi bulunmaktadır. Mihrap kesme taştan mukarnaslıdır. Minberin kaidesi ile taç kısmı mermer, diğer bölümleri, korkulukları ahşaptandır. Girişin sağındaki minare kaidesi kare, gövdesi yuvarlaktır. Şerefe altı mukarnas bezemelidir. Saraçhane Camii : Bolu Büyük Cami Mahallesi’nde Atatürk Caddesi’ndedir. Caminin üzerindeki kitabesine göre Silahtar Ağası Mustafa Ağa tarafından 1749 yılında yaptırılmıştır. Arazi konumundan ötürü altına küçük bir bodrum yapılan cami moloz taş ve tuğladan yapılmıştır. Duvarların her dört sırası arasına dörder tuğla konularak ceplere hareketlendirilmiştir. Sade bir planı olan caminin giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunmaktadır: Bihamdü lillah ana fetheyledi ebvab-ı hayratı Kılıp mazhar bu hayr-ı mahza beis Hazret-i Mevlâ İdüp bu camii ihyâ hususuyle bu esnada Silahtar Ağası hayra mal Mustafa Ağa Kıla beş vakit namaz anda duaya azmede cümle Deyup fakirhne ya rabbana kıl ecrini evfa İman ve han müzzinler ederler hizmeta ikdam Olup her kainvechi mihrap selah ile züht-ü takva Sezadır şanına fevzi dua çok eyle her tarih Ola sayi anın makbul cennet-i Ulemaya 1163 (1749) Bodrum üzerinde olduğundan camiye, dört basamaklı bir merdivenden sonra iki sütunun taşıdığı kemerlerin oluşturduğu üç bölümlü bir son cemaat yerinden girilmektedir. İbadet mekanı iki sıralı pencerelerle aydınlatılmıştır.Üzeri ahşap bir tavanla örtülü olup, önemli bir süsleme elemanına rastlanmamaktadır. Mihrap taştan, minberi de ahşaptan yapılmıştır. Mimari yönden orijinalliğini kaybetmiş olan caminin kare kaideli,yuvarlak gövdeli tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Caminin üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Ayrıca cami girişinin solunda bir de çeşmesi bulunmaktadır. İmaret Camii : Bolu İmaret Mahallesi’nin Süreyya Sokağı’nda bulunan İmaret Camisi’ni Candaroğulları soyundan Mira Paşanın oğlu Şemsi Ahmet Paşa yaptırmıştır. XVI-XVII. yüzyıl yapısı olan bu cami deprem sonucu yıkılmış ve Sultan II.Abdülhamit tarafından yeniden yaptırılmıştır. İmaret Camisi dikdörtgen planlı olup bir sıra kesme taş ve dört sıra tuğla dizileriyle duvarları bölmelere ayrılmıştır. Bu bakımdan duvarların ilginç bir görünümü vardır. Üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Kuzey cephesinde dışarı çıkıntı yapan iki sütunlu ve üç revaklı bir son cemaat yeri olduğu kalıntılarından anlaşılmaktadır. Cami depremle yıkıldıktan sonra yeniden yapılırken eski şeklinden uzaklaşmıştır. İbadet mekanı girişte ve doğu ile batı cephelerinde de altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. İbadet mekanın üzeri ahşap bir tavanla örtülmüştür. Bu tavanda göl şeklindeki bir orta göbekten çıkan ışınlar tüm tavanı kaplamaktadır. Ayrıca ay ve çiçek bezemeleri de onu tamamlamaktadır. Alçı mukarnaslı mihrap nişi dışarıya çıkıntı yapmamaktadır. Minberi ağaçtan olup geometrik motiflerle bezenmiştir. Caminin içerisinde süsleme elemanlarına rastlanmamaktadır. Kuzey batı duvarına bitişik olan minare kare kaidelidir ve Türk üçgenleri ile tuğladan yuvarlak gövdeye geçilmektedir. Caminin ilk yapılışında yanında medrese ile imareti bulunuyordu. Günümüze bunların kalıntıları gelebilmiştir. Ilıca Camii Ilıca Camisi il merkezinin 5 km güneyinde, Ilıca Mevkiindedir. Kitabesinden öğrenildiğine göre İsfendiyar oğlu Kızıl Ahmet Bey’in oğlu Musa Paşa tarafından 1510-1511 yıllarında yaptırılmıştır. Cami 1949 depreminden büyük hasar görmüş, l960 yılında yeniden yapılmış ve eski kitabesi de buraya konulmuştur: Bana haz-el cami'ül şerîf vel-mâbed el-latif Musa Paşa İbn-i Kızıl Ahmed İbn-i İbrahim bey İbn-i İsfandiyar bey sahbu'l vekâr Lirahi Velideti tekaba’llahu Ruhül-Lahi eslafafehu (916) tulallah ömrü ahlafehu. Bugünkü durumuyla kare planlı, ahşap çatılı küçük bir camidir. Moloz taştan yapılmış olup yalnızca dışarıya doğru çıkıntılı, yay kemerli cümle kapısı kesme taştandır. İbadet mekanı oldukça basittir. Mihrap alçıdan mukarnaslı olup geometrik şekillerle bezenmiştir. İlk yapılışında önünde üç bölümlü bir son cemaat yerinin olduğu kalıntılarından anlaşılmaktadır. Yeniden yapılırken bu bölüm ortadan kaldırılmıştır. Yeni yapılan minaresi alçı ile yivlendirilmiş olup yapının mimarisi ile uyum sağlamamaktadır. Karaköy Camii İl Merkezinin 7 km. batısında, Karaköy’de bulunan caminin taç kapısı üzerinde yer alan çini kitabesine göre; H. 970 (1562 – 1563 ) tarihinde Musa Paşa oğlu Mehmet Bey’in annesi tarafından Cuma Camisi olarak yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı, moloz taş örgülü camiyi kiremitli bir çatı örtmektedir. Mermerden yapılmış cümle kapısı ve üzerinde yer alan çini kitabesiyle dikkat çekmektedir. Sülüs hatlı kitabenin zemini lacivert; yazılar ise, beyaz renklidir. Alttan ve üstten bitkisel bordürlü kitabenin, harf ve satır aralarına çiçek motifleri serpiştirilmiştir. Bordür ve çiçek motiflerinde kırmızı, yeşil ve beyaz renkler kullanılmıştır. Mihrap ve minberi de sanat tarihi yönünden oldukça değerlidir. Mudurnu Yıldırım Bayezit Camii : Mudurnu’nun Bolu Caddesi üzerinde, ilçe merkezinde bulunan Yıldırım Beyazıt Camisini, Yıldırım Beyazıt’ın şehzadeliği sırasında medrese ve hamam ile birlikte 1382 yılında yaptırmıştır. Medrese günümüze ulaşamamıştır. Caminin kitabesi günümüze gelememiştir, bugün l900 yılında onarıldığını gösteren bir tamir kitabesi bulunmaktadır. Ancak eski minarenin kitabesi günümüze gelebilmiştir: Paşa Bey-zâde, İbrahim Ağaya Bilâ avnullah bu hayr oldu müyesser Şûyû oldu besmeleyle binâya Hitamında okundu Allahûekber İnşâ iden el-fakîr Selim Mehmet Eş-şehîr bî-Paşa Beyzade Fatihât' ül-eser Fî gurre-i şehr-i Ramazanü'l-muazzam 1l57 (l774) Bunun yanı sıra caminin yanındaki hamamın Yıldırım Beyazıt tarafından yapıldığını belirten 1382 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Cami plan olarak Osmanlı Mimarisinde üç kubbeli son cemaat yeri ve tek kubbeli camiler gurubuna girmektedir. Caminin önündeki son cemaat yeri üç bölüm halinde olup orta kısmı kapalı yanları da açık olarak yapılmıştır. Ortadaki bölüm diğerlerinden daha yüksek ve gösterişlidir. İki yanındakiler üçgenlerle küçük kubbeye geçiş sağlanmıştır. Caminin giriş kapısı mermer söveli dikdörtgen şeklindedir. Cami kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Yanlardaki kemerlerle ana mekan genişletilmiştir. Duvarlara dayanan sekiz yarım payenin sağ ve sol uçları kemerler üzerine oturtulmuştur. Böylece dört kubbeye yerleştirilen sivri kemerli, yarım kubbeli, köşe hücreleri ile cami sekizgene çevrilmiştir. Ana kubbe de bunların üzerine oturtulmuştur. Kubbe kuzey bölümünde 21 X 19 m. ölçüsündedir. Kubbeyi taşımak için de ana mekanın duvarları kalın yapılmıştır. Aşağıdan başlamasına rağmen içerideki sivri kemerlerden ötürü kubbe yüksek gibi görünmektedir. Caminin mihrap duvarında dört, güney ve batı duvarlarında ikişer, bunların üzerinde de her duvarda birer pencere ile içerisi aydınlatılmıştır. Kubbe kasnağında da üç pencere bulunmaktadır. Caminin mihrabı beş sıra mukarnaslıdır. Bunun üzerinde ayetler yer almaktadır. Mihrabın orijinal kalem işleri silinmiş ve l960 yılında yenilenmişlerdir. Caminin minaresi kare taş kaide üzerine kısa ve silindirik gövdelidir. Sultan Süleyman Camisi (Kanuni Cami) Mudurnu Yıldırım Beyazıt Camisinin batısında bulunan bu cami Sultan Süleyman Camisi olarak bilinmektedir. Camiye neden Sultan Süleyman Camisi denildiği bilinmemektedir.Ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Kitabesi günümüze gelememiştir. Cami dikdörtgen planlı olup üzeri çatı ile örtülüdür. Moloz taş duvarlı caminin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Duvarlarda iki testere dişi arasına bir sıra düz konulmuş tuğlalardan meydana gelen bir şerit yeknesak görüntüyü ortadan kaldırmaktadır. İç mekan kuzey cephesinde altlı üstlü sivri kemerli beş pencere , mihrap duvarında aşağıda iki yukarıda biri yuvarlak üç, pencerelerle aydınlatılmıştır. Güney ve kuzey duvarları birbirinin simetriğidir. İç mekanın üzeri tavanla örtülü olup mihrabı tavana kadar yükselmektedir. Mihrap ve minberin yanı sıra caminin de sanat tarihi yönünden bir özelliği bulunmamaktadır. Caminin minaresi beş köşeli bir kaide üzerinde silindirik olarak yapılmıştır. Gazi Süleyman Paşa Camii : Göynük’ün doğusunda ilçe merkezinde bulunan Gazi Süleyman Paşa Camisi’nin bulunduğu yerde, Süleyman Paşa’nın evinin olduğu söylenmektedir. Ayrıca Süleyman Paşa adına yapılmış camilerden biri olup, bunların ilki olduğu söylenmektedir. Vakıf kayıtlarına göre Süleyman Paşa adına yapılan ilk cami 1331-1335 yıllarında ahşap olarak yapılmıştır. 1875 yılında sel baskını sırasında yıkılmıştır. Sultan II.Abdülhamit’in isteği ile bugünkü cami l878’de yapılmıştır. Gazi Süleyman Paşa Camisi Osmanlı Geç Devir Mimarisi özelliklerini yansıtmaktadır. İbadet mekanı 17.70 X 16,10 m ölçüsündedir.Yüksek bir platform üzerindeki cami kesme taştandır.Üzeri ahşap bir tavanla örtülüdür. Kuzey kısmında iki katlı bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekanı oldukça sadedir. Mihrap yarım yuvarlak şekilde olup dışarıya çıkıntı yapmaktadır. Bezeme olarak iç kısımda hiçbir özellik bulunmamaktadır. Yukarı Tekke Camisi (Gerede) Gerede Kabirler Mahallesi Vezir Sokağı’nda bulunan Yukarı Tekke Camisini, kitabesinden öğrenildiğine göre Abdullah Efendi 1850-1851’de yaptırmıştır. Cami dikdörtgen planlı kerpiçten yapılmış olup üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Yakın tarihlerde yapılan onarımlarla caminin orijinalliği bozulmuştur. Mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Caminin güney batı yönünde Abdullah Efendinin türbesi bulunmaktadır. Yıldırım Camisi (Yeniçağa) Bolu ile Gerede arasındaki Yeniçağa ilçesinin Eski Çağa köyündedir. Vakıf kayıtlarına göre XIV.yüzyılda yapılmıştır. Banisinin kim olduğu bilinmemektedir. Dikdörtgen planlı, üzeri kırma çatı ile örtülüdür. Yakın tarihlerde onarılarak özelliğinden uzaklaşan caminin kalın beden duvarları ilk yapısından kalmadır. Caminin kuzey kısmında, 8.35 X 15.25 m. ölçüsündeki yüksek bir sahanlıktan son cemaat yerine girilmektedir. İki yanda son cemaat yerine açılan iki penceresi ile bu pencerelerin ortasındaki bir kapıdan ibadet mekanına girilmektedir. İbadet mekanı iki yandaki ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Dışarı taşkın olmayan mihrabı bir niş şeklindedir. Cami içerisinde sanat tarihi yönünden üzerinde durulacak bir süsleme elemanları bulunmamaktadır.
  2. _asi_

    Bolu Çeltikdere Kilisesi

    Bolu Çeltikdere Kilisesi Bizans döneminde bugünkü Seben ilçesinin bulunduğu yöre önemli bir merkez konumunda idi. Bunun da nedeni burada bulunan kaplıcalardan kaynaklanmaktadır. Seben’de dağlarla çevrili bir yamaca kurulmuş olan Çeltikdere Kilisesi yakın tarihlere kadar köy içerisinde olduğundan cami olarak kullanılmıştır. Köyün yer değiştirmesinden sonra bu kilise boşaltılmıştır. Düzgün kesme taş ve tuğladan yapılan bu kilise, Orta Bizans (MS.842-1204) dönemine özgü kapalı Yunan haçı planında, kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Kilisenin batısında narteksi, doğusunda da dışa taşkın üç bölümlü apsidi bulunmaktadır. Kilisenin naosu (ibadet mekanı) 9x13 m. ölçüsündedir. Ancak ortadaki kubbeyi taşıyan dört sütundan hiçbirisi günümüze gelememiştir. Kilise terk edildikten sonra da harap bir konuma gelmiştir. Çeltikdere Kilisesinin karşısındaki büyük bir kayalığın içerisindeki mağaralar insanların yaşayabileceği bölümlere ayrılmıştır. Bu bölmelerde küçük şapeller oluşturulmuştur. Ayrıca duvarlarında dinsel resimler bulunmaktadır.
  3. _asi_

    Bolu Hanları

    HANLAR Aşağı Taşhan: Bolu İli, Merkez İlçe, Büyükcami Mahallesindeki Yıldırım Bâyezid Camisinin batısında yer almaktadır. 1750 yılında eşraftan Emin Ağa tarafından yaptırılmıştır. Kesme taştan inşa edilen hanın girişi güneydendir. Yuvarlak kemerli girişin üzerinde bir cumba yer almaktadır. Köşeleri pahlı ve üstten silme saçaklı handa, mazgal ve küçük dikdörtgen çerçeveli pencereler kullanılmıştır. Yukarı Taşhan : Bolu İli, Merkez İlçe, Büyükcami Mahallesindeki Aşağı Taşhan'ın kuzeyinde yer almaktadır. Kitabesine göre; H. 1219 (1804 )yılında Serbevvab Hacı Abdullah Ağa tarafından yaptırılmıştır. Açık avlu etrafında, iki katlı revaklı odalardan oluşmaktadır. Tamamen kesme taşla inşa edilmiş olan hanın, girişi doğudandır .Beden duvarlarından çıkıntı teşkil eden eyvan şeklindeki girişinin büyük bir ahşap kapısı vardır. Revak kemerleri üzerinde çörten ve kuş evleri bulunmaktadır. Kiliseli (Tüccar) Han: Gerede İlçe Merkezinde yer alan han, 19.yüzyıla tarihlenmektedir. Açık bir avlu etrafında, ahşap revaklara açılan odalardan oluşmaktadır. Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Hana güneyden yuvarlak kemerli ,çift kanatlı, büyük bir kapı ile girilmektedir. Moloz taş ile inşa edilen hanın, bazı bölümlerinde tuğla, köşe ve pencere çerçevelerinde kesme taş, revaklarda ise ahşap kullanılmıştır. Hanın doğu cephesi iki yanında alınlık altında yer alan orta pencerelerin kilit taşlarında; kuzey bölümde haç işareti, güney bölümde ise, “Maşallah” ibaresi ile H.1345 tarihi bulunmaktadır.
  4. _asi_

    Bolu Hamamları

    HAMAMLAR Bolu Yıldırım Bayezit Hamamı ( Orta Hamam ) : Bolu Büyük Cami Mahallesi’nde Atatürk Sokağı’ndadır. Kitabesine ve Vakıf kayıtlarına göre, 1388’de Yıldırım Beyazıt adına yaptırılmış çifte hamamdır. Hamam 1908 yılında onarılmıştır. Giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunmaktadır: Kad emera bi imareti hamam-ırrefi vel-binalimani el emir-ül bi kebir essultan ibn issutan el-mueyyed min errahman Çelebi Bayezid Übnü Murad İbni Urhan Zade-hu’llahu gil-ıkbâl tebüniye fil-am il hadittisin ve sebamie bareke’llahü lisâhibin Rahman tarafından Nusret ve Zaferle müeyyed Sultan oğlu Sultan, Büyük Emir Orhan’ın oğlu, Murad’ın oğlu Çelebi Bayezid-Allah onu sağlam binanın inşasını emretti ve 791 yılında bina kılındı, Allah sahibi için kutlu etsin. Bu kitabeye göre de hamamın Yıldırım Beyazıt’ın emri ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca kapı kemerinin kilit taşı üzerinde de mimarının Ömer İbn-i İbrahim olduğu yazılıdır. Hamamın erkekler kısmının soyunmalığı yol seviyesinden üç basamak aşağıda olup, yuvarlak bir kemerli kapıdan içeriye girilmektedir. Soyunmalık kare planlı, üzeri pandandifli bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin ortasına da aydınlık feneri açılmıştır. Soyunmalığın ortasındaki havuzun kenarları yıldız şekilleri ve mukarnaslarla süslenmiştir. Buradan büyük bir niş halindeki kapıdan soğukluğa geçilmektedir. Bu bölümün kuzey ve batı duvarlarına birer küçük niş açılmış olup, bu nişler aynı zamanda soğukluk ile bağlantıyı sağlamaktadır. Bursa kemerli büyük bir nişi bulunan soğukluğun güneyinde kubbeli bir hücre, doğusunda da beşik tonozlu helalar bulunmaktadır. Soğukluğun kuzeyindeki bir kapı ile de kare planlı bir başka hücreye geçilmektedir. Sıcaklık soğukluğun sonunda yer alıp, batı ve kuzey kenarları iki büyük bursa kemerli niş ile genişletilmiştir. Doğu kenarında özel halvet hücreleri, güneybatı köşesinde de bir diğer halvet hücresi bulunmaktadır. Bütün bu bölümler küçük kubbelerle örtülmüştür. Hamamın kadınlar kısmı, erkekler kısmından biraz daha farklı ve küçüktür. Soğukluğu kare planlıdır. Üzeri de dört büyük trompun taşıdığı büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Burası da erkekler kısmında olduğu gibi ikinci bir hücre ile soğukluğa açılmaktadır. Gazi Süleyman Paşa Hamamı : Göynük Süleyman Paşa Camisi’nin kuzeydoğusunda bulunan bu hamamı Gazi Süleyman Paşa 1335-1338 yıllarında cami ile birlikte yaptırmıştır. Çifte hamam olarak yapılan bu hamamın sıcaklık ve soğukluk kısımları yan yanadır. Erkekler bölümünün soyunmalığına batı köşesindeki bir kapıdan girilmektedir. Soyunmalık tromplar ve bunların arasındaki nişler ile hareketlendirilmiştir. Merkezi bir kubbenin örttüğü bu bölümün kuzeybatısındaki iç içe nişten sonra soğukluk kısmına geçilmektedir. Soyunmalığın arkasında beşik tonozla örtülü küçük bir koridor ve onun batısında yine beşik tonozla örtülü helalar yer almaktadır. Bu bölümler tonozların ortasına açılan konik şekilli pencereler ile aydınlatılmıştır. Soğukluk kare planlıdır. Bunun doğusunda sivri kemerli büyük bir eyvan ve bu eyvanın ortasında da yine sivri kemerli bir niş bulunmaktadır. Batı ucundaki sivri kemerli eyvanın altından sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklık üç eyvanlı olup, üzeri yarım bir kubbe ile örtülmüştür. Eyvanların üzerinde ise beşik tonozlar bulunmaktadır. Sıcaklığın kuzey, batı ve güneydoğu köşelerinde de üzerleri kubbelerle örtülü küçük hücreler yer almaktadır. Kadınlar kısmında soğuklu diğerine göre daha küçük ve kubbelidir. Sıcaklık kısmı ve hücreleri erkekler bölümüne göre çok daha küçüktür. Mudurnu Yıldırım Bayezit Hamamı : Mudurnu Büyük Cami Mahallesi’nde olan bu hamam, Yıldırım Camisi’nin karşısındadır. Erkekler bölümünün giriş kapısı üzerindeki kitabeden Yıldırım Beyazıt tarafından Ömer Bin İbrahim’e 1382 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Kitabe: Amere Hâze-l hama mel mubareke el-emir-ül kabir El Müeyyedü bilizzi vel ihsan Sultan Bayezid Bin Murad Bin Orhan halledallahü devletihi fi sene evbaa ve sana nine ve seb’a miye Bu kitabenin yanında ayrı bir bölümde hamamı yaptıranın ismi “Ammera Ömer bin İbrahim” yazılıdır. Hamam moloz taş duvarlı olup, saçak silmeleri derzli kesme taştandır. Hamamın güney ve kuzey kısmındaki duvarları ve bunları örten kiremitli çatı girintili çıkıntılı olup, karmaşık bir plan göstermektedir. Gerçekte bu karışıklık sonraki yıllarda hamama yapılan eklere kaynaklanmaktadır. Erkekler bölümünün soyunmalığı ile sıcaklığı doğuda yan yanadır. Kadınlarınki ise batıda yer almaktadır. Bu bölümler kare planlıdır. Üzeri yüksek bir kasnak ve kubbe ile örtülüdür. Bu kasnak silindirik olarak başlar ve sonra da sekizgen’e dönüşür. Ancak bu üst örtüyü oluşturan kubbe ve sekizgen kasnak, basık kiremitli çatının içerisinde kalmıştır. Hamamın girişi mukarnaslı kalın duvarlar arasında dehliz şeklindedir. Soyunmalık pandandifli kubbe ile örtülüdür. Üzerindeki aydınlık fenerinin altına da büyük fıskiyeli bir havuz yerleştirilmiştir. Soyunmalığın batısındaki büyük bir niş içerisindeki mukarnaslı kapıdan soğukluğa geçilmektedir. Bu kapının arkasında küçük bir koridor bulunmaktadır. Kuzey kısmındaki ikinci bir kapıdan yine bir koridora geçilir. Bu küçük koridorların sıcaklık ve soğukluk kısımlarındaki buhar ve kokuların giderilmesi için yapıldığı sanılmaktadır. Soğukluğun kuzeyinde dikdörtgen planlı mekan Türk üçgenli bir kubbe ile örtülmüştür. Ayrıca bu bölümün güneyine yine sivri kemerli büyük bir niş ve küçük dolap nişleri yapılmıştır. Soğukluğun kuzey batısından yine başka bir koridora geçilir. Bu koridorun üzeri ocak bacası şeklindedir. Buradan geçilen ikinci bir koridorun sonunda dikdörtgen bir bölüm bulunmaktadır. Bunun ortası kubbe ile örtülmüş, diğer bölümleri ise tonozludur. Buradan asıl sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklığın ortasında kare planlı göbek taşı yer almaktadır. Bu mekanın doğu ve batı kenarları da büyük eyvanlar halindedir. Sıcaklığın üst örtüsü zengin bir mimari göstermektedir. Buradaki özel halvet hücresi dört kenarın ortasından başlayan mukarnaslı ayaklar, orta kısımdaki sekizgen fener ve küçük aydınlatma pencereleri ile üst örtü görkemli bir görünüş kazanmıştır. Hamamın erkekler bölümünün son derece zengin bir mimarisinin olmasına karşılık, kadınlar kısmı sade ve belirli bölümlerden meydana gelmiştir. Buradaki soyunmalık ahşap tavanlı, kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Soğukluk ise peşpeşe iki kare hücreden meydana gelmiştir. Bunların da üzeri Türk üçgenlerinin oluşturduğu pandantifli kubbe ile örtülmüştür. Kadınlar kısmının sıcaklığı, erkekler kısmı sıcaklığının hemen arkasında olup, ondan daha küçüktür. Üzeri yine kubbe ile örtülüdür ve iki yanında da iki eyvan bulunmaktadır. Buradaki özel halvet hücreleri erkekler kısmının aksine yan yana iki kare hücreden meydana gelmiştir. Hamamın erkekler ve kadınlar kısmı arasında külhan ve sarnıçlar bulunmaktadır. Tabaklar Hamamı : Bolu Tabaklar Mahallesi, Tabaklar Camisi’nin karşısında bulunan bu hamamı XVI.yüzyılda Sokollu Mehmet Paşa yaptırmıştır. Mimarı belli değildir. Çifte hamam olarak yapılmış olmasına rağmen, çifte hamamların özelliği burada görülmemektedir. Bugün hamamın soyunmalık kısmı yol genişletilmesi sırasında yıktırılmıştır. Günümüze sadece soğukluk ve sıcaklık bölümleri gelebilmiştir. İlk yapılışında burada olduğu sanılan ahşap soyunmalık sonraki yıllarda yenilenmiş, ardından da ortadan kaldırılmıştır. Önceden kuzeyde olan giriş, doğuya alınmış ve bunun için de yeni bir giriş kapısı yapılmıştır. Hamamın kadınlar kısmı erkekler kısmına göre daha küçüktür. Moloz taştan yapılmış olan hamamın beden duvarları silmeli bir saçaklıkla son bulmaktadır. Soğukluk kısmı ile helaların üzeri tonozla, sıcaklık ise kubbe ile örtülüdür. Sıcaklığın köşelerine birer hücre yerleştirilmiştir. Hamamın içerisinde dikkati çeken herhangi bir bezeme bulunmamaktadır. Sultan Hamam (Merkez) Bolu Büyük Cami Mahallesi’nde, Saraçhane Sokağı’nda yer alan Sultan Hamam’ın Vakıf kayıtları ve mimari üslubuna göre XVI.yüzyıl eseri olduğu anlaşılmaktadır. Hamam Sokollu Mehmet Paşa Vakfındandır. Bu hamam ile ilgili bir söylentiye göre; Şemsi Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ancak bu iddia kesinlik kazanamamıştır. Hamam XIX.yüzyılda yapılan onarımlarla ön kısmı bütünüyle değişmiştir. Hamam erkekler ve kadınlar kısmı ayrı ayrı olmak üzere çifte hamam düzenindedir. Her iki bölüm de birbirinin eşidir. Soyunmalık bölümünün üzeri fenerli olup, bunun altında da bir şadırvan bulunmaktadır. Erkekler kısmında soyunmalığın içerisine dar bir çıkıntı olarak ayna tonozlu bir bölüm eklenmiştir. Bu bölüm soğukluğu oluşturmaktadır. Böylece dar bir soğukluktan doğrudan doğruya sıcaklığa geçilmektedir. Kadınlar ve erkekler kısmındaki soğukluğun orta yerinde bulunan 4.06x8.70 m. ölçüsünde dikdörtgen bir bölümden de sıcaklığa geçilmektedir. Bu bölüm enine dikdörtgen olup, ortasında kare ve bunun iki yanında da iki büyük kemerle orta kısımdan ayrılmaktadır. Sıcaklığın kuzey kenarında hamamın ana duvarlarından dışarıya çıkıntı halinde tonoz örtülü helalar eklenmiştir. Aşağı Hamam (Gerede) Gerede Kitiller Mahallesi’nde, Bolu Caddesi’nde bulunan Aşağı Hamam’ın Yıldırım Beyazıt döneminde, XIV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Hamam moloz taştan yapılmış olup, soyunmalık 6x4 m. ölçüsünde ahşaptandır. Soğukluk tonoz örtülü, kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Buradan dar bir koridorla 4x7 m. ölçüsünde sıcaklığa geçilmektedir. Kubbe ile örtülü sıcaklıkta kubbenin iki yanında tonozlu eyvanlar bulunmaktadır.
  5. _asi_

    Bolu Türbeleri

    TÜRBELER Akşemseddin Türbesi : Fatih Sultan Mehmet'in Hocası olan ve 1459 yılında vefat eden Akşemseddinin Türbesi, Göynük İlçesinde Gazi Süleyman Paşa Camii'nin avlusunda bulunur. Osmanlı ilim dünyasının bu büyük şahsının 1459 ‘da vefatından sonra, 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan türbe altıgen planlı ve kubbeyle örtülü olup, dış yüzü küfeki taşlarla kaplıdır. Her yüzeyde sivri kemerli, iki katlı pencere düzenlemesine sahiptir. Kapısı sivri kemerli bir niş içerisinde olup; üzerinde inşa kitabesi bulunmaktadır. Türbe içerisinde Akşemseddin ve oğulları Fakih ile Nurihüda Çelebilerin sandukaları vardır. Akşemseddine ait olan sanduka, kapıdan girince sağda yer almaktadır. 2.50 x 0.50 m boyutlarındaki sanduka ceviz ağacındandır. Üzeri, kabartma yazı ve çiçek motifleriyle işlenmiş olan sanduka, ahşap işçiliğin çok değerli bir örneğidir. 1987 yılında restorasyonu yapılmıştır. Akşemsettin’in Türbesi her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir. 1387 – 1459 yılları arasında yaşayan Akşemsettin’in tasavvuf ve din alimliği yanında zamanının önemli bir tıp bilgini olması ve Pastör’den 4 asır önce mikrobu keşfetmesi çeşitli kaynaklarca ortaya konulmuştur. Tokad-i Hayreddin Türbesi : Tasavvuf kaynaklarının 1535 tarihinde vefat ettiğini kaydettikleri Tokad-i Hayreddinin Türbesi İl Merkezinin 13 km. batısındadır. Türbe, çeşitli türden ağaçların gölgeleri ile örtülü bir tepe üzerinde bulunmakta ve pek çok kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Ömer Sekkin Türbesi : Göynük ilçe merkezindedir. Hacı Bayram Veli’nin müridi ve Akşemseddin’in arkadaşı olan Ömer Sekkin’e ait olan türbenin 1449 yılında yapıldığı ileri sürülmekte ise de; bu tarih kesin değildir. Yüksek bir platform üzerine tamamen kesme taştan inşa edilmiştir. Sekizgen planlı türbe, kubbe örtülüdür. Giriş kapısı önünde iki sütuna oturan, kubbeli bir revak yer almaktadır. Türbe cephelerinde bir atlamalı olarak sivri kemer alınlıklı, dikdörtgen çerçeveli pencerelere yer verilmiştir. Giriş kapısı sivri kemer alınlıklı ve basık kemerlidir. Kemer üzerinde boş bir kitabe kartuşu yer almaktadır. Türbe içerisinde Ömer Sekkin’e ait bir sanduka bulunmaktadır. Kasım Dede Türbesi : İl Merkezine 7 km. uzaklıkta Çamyayla Köyündedir. Türbe, altı köşeli planlı olarak kesme taştan, 1510 yılında vefat eden Kasım Efendi adına zamanın kadısı tarafından yaptırılmıştır. Aktaş Türbesi (Merkez) Bolu Karaçayır Mahallesi, Aktaş Sokağı’nda bulunan Aktaş Türbesi’nde, Halveti Tarikatına mensup, Diyarbakırlı Hacı Efendi, Şeyh Nasrullah Efendi ve Kalaycı Şeyh Ahmet Efendi ile isimleri belli olmayan iki kişi daha gömülü bulunmaktadır. Türbenin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Türbe moloz taştan yapılmış olup, bir taraftan yanındaki camiye diğer taraftan da önündeki ek yapıya bitişiktir. Bugün bu türbeye ek yapıdan girilmektedir. Üzeri beşik tonozla örtülü olan, kare planlı türbenin duvarları dışarıdan kademeli olarak yapılmıştır. Türbenin içerisi üç yöndeki pencereler ile aydınlatılmıştır. İçeride bezeme olarak belirgin bir unsur bulunmamaktadır. Gölyüzü Türbesi (Merkez) Bolu Gölyüzü Mahallesi’nde Aktaş Sokağı’ndadır. Ne zaman ve kimin için yaptırıldığı bilinmemektedir. Türbe 6x6 m. ölçüsünde kare planlı olup, üzeri ahşap çatı ile örtülmüştür. Kenarlardaki basık ve yuvarlak kemerli pencerelerle aydınlatılmıştır. Mimari yönden özelliği bulunmayan türbede altı sanduka bulunmaktadır. Bunlar Halveti Tarikatının kurucularından şeyh Haramani, Şeyh Tahir ve Şeyh Kamil’e aittir. Diğer üç mezarın yine Halveti Tarikatına mensup kişiler olduğu sanılmaktadır. Ancak bunların isimleri bilinmemektedir. Ümmi Sinan Türbesi Bolu Dağlarının Köroğlu Tepesi’nde Tekke Köyü’nün yanında bulunan bu türbenin Fatih Sultan Mehmet’in hocalarından Ümmi Sinan için XV.yüzyılda yaptırılmıştır. Altı köşeli olan türbe kesme taştan olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Girişin sol tarafındaki bir pencere ile aydınlatılmıştır. Son yıllarda yapılan onarımlarla özelliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Abdullah Efendi Türbesi (Gerede) Gerede Kabirler Mahallesi, Vezir Sokak’ta bulunan Abdullah Efendi Türbesi, Yukarı tekke Camisi’nin güneybatı köşesindedir. Kare planlı olan türbenin üzeri çatı ile örtülüdür. Türbenin önüne bir de ziyaret kısmı eklenmiştir. Giriş kapısı üzerinde de bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeden cami ile birlikte 1850 yılında yapıldığı öğrenilmektedir. Kitabe: Menbe-i feyzi ilâhi Rehberi Rahi hüda Ravza-i Abdullah Efendi Mürşidi ehli sefa (1267) tarihi tamam Aşk ile ya hay deyüp Etti hakka can feda. Aşağı Tekke Türbesi (Gerede) Gerede Seviler Mahallesi, Cami Sokağı’nda bulunan Aşağı Tekke Türbesi, kitabesinden öğrenildiğine göre Şeyh Halil Efendi ve oğlu Mustafa Efendi tarafından 1844’te yaptırılmıştır. Moloz taştan sekizgen plan üzerine kurulduğu görülen türbe, gerçekte köşe dolgularının yuvarlatılmasından ötürü bu şekilde görülmektedir. Türbe kare planlı olup, üzeri çatı ile örtülüdür. Önüne bir de ayna tonozlu bir giriş kısmı eklenmiştir. Bu bölüm girişin iki yanındaki ve yan duvarlardaki birer pencere ile aydınlatılmış olmasına karşılık, asıl türbe yapısının her duvarında birer pencere vardır. Yuvarlak kemerli giriş kapısının üzerinde kitabesi bulunmaktadır. Kitabe: Delil-i Ruh-i huda kütb-i arifin idi himen fuyuzi tuttu enamı Halil Efendinin Teceddüt etti yüzünden tarik-i saban-i gönüller oldu begâmi Halil efendinin Bu irtikale tarihi tamdır irfan Cinane döndü mekânı Halil efendinin (1259). Türbe içerisinde Şeyh Halil Efendi ile 1851 yılında ölen oğlu Mesut gömülüdür.
  6. _asi_

    Bolu Çeşmeleri

    TARİHİ ÇEŞMELER Bolu’da düzensiz kentleşmenin en fazla tahrip ettiği eserler arasında yer alan çeşmelerimizden bugün çok azı ayakta kalabilmiştir. Bolu Merkezde (10) Göynük’te (3), Mengen’de (1) ve Mudurnu’da (2) olmak üzere toplam (16) adet tescilli çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerin büyük bir çoğunluğu 19. yüzyıla aittir. Bolu'da Tarihi Çeşme Bolu'da Tarihi Çeşme Saraçhane Camisi cephesinde yer alan iki çeşme ile Bolu Merkez Büyük Cami Mahallesi, Aktaş Mahallesi, Karamanlı Mahallesi ve Karacaağaç Köyündeki Köroğlu çeşmesi Bolu çeşmeleri hakkında bilgi vermektedir. Bu çeşmelerin özelliği iki kenarı plasterli üst üste iki bölümden oluşan dikdörtgen cephelidir. Silmelerin ayırdığı bu iki bölümden üsttekinin yüksekliği daha kısa olup; üzerinde bazen kitabe, bazen de çelenk içerisinde tuğra ve maşallah gibi ibareler yer alır. Alt bölümde ise üzerinde bitkisel bezemeler bulunan çeşme aynası vardır. Yalakları ise oval formludur
  7. _asi_

    Bolu-İzzet Baysal

    Bolu'da bir gönül adamı: İzzet Baysal Hayatı: 1942 yılında eşi Refika hanım vefat edince, elindeki mevcut işlerini tamamlayıp, 1943 yılında İstanbul'a gider. Ve Karaköy'de Perşembe Pazarı'nda sıhhi tesisat ve hırdavat üzerine çalışan bir mağazayı satın alır ve ticarete başlar. Aynı zamanda kapı kilitleri imali için küçük bir atölye kurmuştur. Ama bu ona yetmemiş dükkanında sattığı “boru ekleme parçalarını”nın neden yerli üretilmediğine kafa yormaya başlamıştır. İki kere Almanya'ya giderek Temper Dökümü'nün ne olduğunu araştırır, bu dökümden imal edilen boru ekleme parçalarının Türkiye'de imali için çalışmalar yapar ve neticede 1950 yılında özel teşebbüsün ilk Mekanize Döküm Fabrikasını kurar. Baysal'ın çok zor şartlarda kurduğu bu fabrika üretime geçer geçmez Avrupalı Şirketler (6 büyük üretici Zürih'te bir kartel oluşturmuşlardır.)Türkiye'nin bu çiçeği burnunda kuruluşunu batırmaya çalışırlar ve Türkiye'ye yaptıkları ihracata %40 indirim uygulamaya başlarlar. İzzet Baysal her zaman olduğu gibi azmi, cesaret,, çalışkanlığı ve sabrı ile bazı geceler fabrikada yatarak da olsa bu işin de üstesinden gelmiştir. Hatta 1970'li yıllarda Avusturya, Almanya, Yunanistan ve Arap ülkelerine ihracata başlamıştır. 1951 yılında İzzet Baysal Döküm Sanayi Müessesesi adı altında kurulan bu fabrika 1957 yılında bir aile şirketi haline dönüştürülmüş, İzsal Döküm Sanayi A.Ş. adı altında bugünlere kadar faaliyetini sürdürmüştür. En büyük yardımcısı 1953 yılında yanına aldığı yeğeni Ahmet Baysal'dır. Hayatta en fazla değer verdiği kişi ise, kızı Esin'dir. 1939 yılında dünyaya gelen Esin, İstanbul Boğaziçi Koleji mezunudur. 1964 yılında aynı kolej mezunu Ankara'nın köklü ailelerinden Avundukların oğlu Cahit Avunduk'la evlenmiştir. Esin Avunduk, babasını hiçbir zaman yalnız bırakmamış, varlığı ile zor zamanlarda babasına hep destek olmuştur. Vakfın kurucuları arasında olup, aynı zamanda Yönetim Kurulu Üyesi ve başkan yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 1975 yılı ortalarına kadar bizzat işlerin başında gördüğümüz İzzet Baysal daha sonra da haftanyn 3-4 günü iş yerine giderek işlerini takip etmeye başlamıştır. Gelir Vergisinde altın madalya ile ödüllendirilmiş, İstanbul'da Kurumlar Vergisi verenlerin ön sıralarında yer almıştır. 1986 yılının sonunda İzzet Baysal Vakfını kurmuş ve tüm varlığını vakfına vasiyet etmiştir.1994 Eylül ayının sonunda iş hayatşndan çekilmiş ve çalışmalarını İzzet Baysal Vakfı'nda yoğunlaştırmıştır. 05.03.2000 tarihinde sabah saat 07.00 ‘de hakkın rahmetine kavuştuğunda 93 yaşında bulunmaktaydı. 08.03.2000 tarihinde hiç kimseye nasip olmayan muazzam bir kalabalıkla kendi arzusu ve bakanlar Kurulu kararı ile Abant İzzet Baysal Üniversitesi Gölköy kampusündeki anıt mezarına çok sevdiği ve her şeyini adadığı Üniversite gençliğiinin kalbine defnedilmiştir. Karakteri: Tasarrufa son derece önem verirdi.Hayatı boyunca israftan kaçmış ve tasarruf bilinci içinde yaşamıştır. O'nun tabağında yemek, bardağında su artırdığını göremezdiniz.Matbu evrakların arka yüzünü müsvedde olarak kullanmadan atmak, O'na göre israftır. O'na göre başarıya ulaşmanın yolu;azim,sabır,sebat,cesaret ve çalışmadır.Randevu yerine herkesten önce gelirdi.Her sabah gazetesini en ince teferruatına kadar okurduy.ülke meseleleri ile yakından ilgilenirdi.Politikaya hiç karışmamıştır;fakat O'na göre ülkemiz için gerekenler yeterince yapılmamış ve de yapılmamaktadır. Gençliğinde keman çalmış;yaşlılık günlerinde ise Büyükdere (Sarıyer)'deki evinin balkonuna oluşturduğu camlı mekanda tambur öğrenmeye çalışmıştır. Türk Sanat Müziğine meraklıydı ve büyük Üstat Münir Nurettin SELÇUK'un Neredeyse tüm plak ve kasetlerini defalarca dinlemekten hoşlanırdı. Polisiye ve macera romanlarını okumayı, tiyatroya gitmeyi severdi.İstanbul Sanat ve Kültür Festivali'nin kurucularındandır.Seyahati, bilhassa gemi ile bizzat meşgul olurdu.Bir ara kanarya, daha sonraları sun'i il-kahla orkide yetştirmiştir. Tevazu sahibiydi;bu kadar büyük hayırları yapmış olmasına rağmen kimse onun bunlarla övündüğünü görmemiştir.Az konuşup, çok iş yapardı.Bilmediğini öğrenmek,O'nun en önemli vasfıydı.Giyiminde titiz;yemesinde, içmesinde kanaatkar;gerek evinde gerek işinde tertipliydi. O'na göre;para iyi bir dost;savaşılması gereken bir düşmandı.O nedenle o'nu yerinde ve zamanında kullanmasını bilmek gerekirdi; ‘İnsan paranın esiri olmamalıdır'derdi. Dini inançları çok sağlamdı.Vakit namazlarını evinde veya iş yerinde kaçırmamaya çalışırdı.Vaktinde kılamadıklarını evinde kaza ederdi.Hac farizası için yerine vekil göndermişti.İnanç konusundaki düşüncesi;Allah ile kul arasına kimsenin giremeyeceği yönündedir. Akıl ve mantık adamıydı ve her şeyden önce ‘İnsan'kişi idi.Herkese saygılı, her görüşe değer verirdi.Küçük-büyük, zengin fakir, tanıdık-tanımadık,demez herkese gönüllerini alarak yaklaşmasını bilirdi.Aca onu ‘hayırseverlikte'herkesten farklı yapan bu ‘insanlığı'değilmidir? O'na göre saadet, mutluluk ve başarının on altın anahtarı vardır. << Düşünmeye vakit ayır;düşünce güç için kaynaktır. << Eğlenmeye vakit ayır;eğlence gençliğin sırrıdır. << Okumaya vakit ayır;okuma bilginin pınarıdır. << Duaya vakit ayır;dua güç anlarda direnmenin desteğidir. << Sevmeye vakit ayır;sevme yaşamı tatlı kılan şeydir. << Anlaşmaya vakit ayır;anlaşma yaşama güzel bir tat verir. << Gülmeye vakit ayır;gülme ruhun güzelliğidir. << Vermeye vakit ayır;verme günün aydınlığıdır. << İşini iyi yapmaya vakit ayır;iyi işi kişiyi kendine saygın yapar. << Teşekküre vakit ayır;teşekkür yaşam pastasının kremasıdır.
  8. _asi_

    Bolu-Köroğlu Destanı

    KÖROĞLU DESTANI Bolu denildiğinde ilk akla gelenlerden biri Köroğlu’dur. 16.yy. sonu ile 17.yy. başlarında yaşayan Köroğlu’ nun asıl adı Ruşen Ali’dir. Haksızlığa başkaldıran hikayesi şöyledir: BOLU BEYİ, at meraklısı bir beydir. Atçılıkta usta olan seyisi Yusuf'u, güzel ve cins at aramak üzere başka yerlere gönderir. Yusuf günlerce gezdikten sonra, obanın birinde istediği gibi bir tay bulur. Bu tayı doğuran kısrak, Fırat kıyısında otlarken, ırmaktan çıkan bir aygır kısrağa aşmış, tay ondan olmuştur. Irmak ve göllerin dibinde yaşayan aygırlardan olan taylar çok makbuldür, iyi cins at olur. Yusuf, tayı sahiplerinden satın alır. Yavrunun şimdilik gösterişi yoktur. Hatta, çirkindir bile. Ama ileride mükemmel bir küheylan olacaktır. Yusuf bunu biliyor. Sevinerek geri döner. Bey, bu çirkin ve sevimsiz tayı görünce çok kızar, kendisiyle alay edildiğini sanır. Yusuf'un gözlerine mil çektirir. Tayı da ona verir, yanından kovar. Kör Yusuf köyüne döner. Olanı biteni oğluna anlatır. Bolu Beyi'nden öç alacağını söyler. Baba oğul, başlarlar tayı terbiye etmeye. Yıllar geçer Tay artık mükemmel bir küheylan olmuştur. Rüzgâr gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmektedir. Bu arada Kör Yusuf'un oğlu Ruşen Ali de büyümüş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştur. O da her türlü şövalyelik oyunlarını öğrenmiş bir babayiğittir. Bir gece Yusuf, düşünde Hızır'ı görür. Hızır ona yapacağı işi söyler. Hızır'ın önerisiyle baba oğul yola çıkarlar. Bingöl dağlarından gelecek üç sihirli köpüğü Aras ırmağında beklerler. Bu üç sihirli köpükle Yusuf'un hem gözleri açılacak, hem intikam almak için gereken kuvvet ve gençliği elde edecektir. Bunu bilen oğlu Ruşen Ali, köpükler gelince, babasına haber vermeden, kendisi içer. Yusuf, durumu öğrenince üzülür, ama bir yandan da sevinir. Kendi yerine oğlu, öcünü alacak bir bahadır olacaktır. Bu sihirli köpük*erden biri körün oğluna sonsuz yaşama gücü, biri yiğitlik, öteki de şairlik bağışlamıştır. Bir süre sonra Yusuf, oğluna öç almasını vasiyet ederek ölür. Körün oğlu Ruşen Ali dağa çıkar. Gelen geçeni soyar. Ünü yayılmaya başlar. Kendisi gibi kanun kaçakları yanında toplanmaya başlarlar. Artık adı Köroğlu olmuştur. Bolu şehrinin karşısında, Çamlıbel'de bir kale yaptırır. Küçük bir ordusu vardır. Çamlıbel’den geçen kervanlardan bac alır. Vermeyen kervanları soyar. Üzerine gönde*rilen orduları bozguna uğratır. Bir gün, güzelliğini duyduğu Üsküdar Kasapbaşı'sının oğlu Ayvaz'ı kaçırır, Çamlıbel'e getirir, evlât edinir. Başka bir gün, Bolu Beyi'nin bacısı Döne Hanım'ı kaçırır, evlenirler. Aradan yıllar geçer. Bolu'yu basar, yakar, yıkar. Bolu Beyi'nden babasının öcünü alır. Bolu Beyi de Köroğlu'na kargı düzenler kurar. Bir defasında Köroğlu'nu, başka bir seferde de Ayvaz'ı yakalatır. Zindana atar. Ama, Köroğlu ve adamları her zaman hile ve cenkle kurtulurlar. Köroğlu, ara sıra Gürcistan, Çin gibi uzak ülkelere de seferler açar. Yeni yeni serüvenlere atılır, büyük vurgunlar yapar. Bu arada küçük, fakat heyecanlı birçok olay da geçer. Sonunda delikli demir (tüfek) ortaya çıkınca eski bahadırlık geleneği bozulur, dünyanın tadı kalmaz. Ve bir gün Köroğlu, beylerine dağılmalarını söyleyerek Kırklara karışır, kaybolur. Daha önceden Kır-At da sır olmuştur. O Kır-At ki, nice yıllar, olağanüstü bir güçle Köroğlu'na hizmet etmiştir. Başka bir söylentiye göre, bir Yahudi bezirganın getirdiği tüfekle oynayan beyler, birbirlerini öldürürler. Köroğlu, buna üzülerek kayıplara karışır. Yine bir başka söylentiye göre de, Köroğlu dağda rastladığı çobanda tüfeği görür. Sorar, ne olduğunu. Aldığı karşılığa inanmaz. Denemek için kendine çevirir, tetiğe dokunur. Ve yaralanarak ölür. Sonra beyleri de dağılırlar. Yaşlı bir çınar gibi devrilen Köroğlu'nun hikâyesi sona erer. Hey hey efeler hey hey Benden selam olsun Bolu Beyine Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır At kişnemesinden kargı sesinden Dağlar seda verip seslenmelidir Hey hey efeler hey hey Düşman geldi tabur tabur dizildi Alnımıza kara yazıldı Tüfek icat oldu mertlik bozuldu Eğri kılıç kında paslanmalıdır Köoğlu düşer mi yine şanından Ayırır çoğunu er meydanından Kırat köpüğünden düşman kanından Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır Ben bir Köroğluyum dağda gezerim Esen rüzgarlarda hile sezerim Demir külünk ile başın ezerim Dağlar seda verip seslenmelidir
  9. _asi_

    Bolu Elsanatları

    EL SANATLARI İlimizin ormanlarla kaplı oluşu insanları tahta oymacılığına yöneltmiş ve bu el sanatı geleneksel bir boyut almıştır. Ağaç oymacılığı daha çok dekoratif turistik eşya ve mutfak araç gereçleri şeklinde yoğunlaşmıştır. Kıbrısçık ilçesinde kaval, Göynük Kılavuzlar köyünde tahta oymacılığı, Gerede’de dericilik,bakırcılık, kalaycılık, saraçlık mesleği halen devam etmektedir. İlimizde bir başka el sanatı örneği de Mudurnu iğne oyalarıdır. Mudurnu’da bayanlar iğne oyası yaparak ve çevre yerleşim birimlerinde pazarlayarak geçimlerine katkıda bulunmaktadırlar. Oyalar ipek iplikten yapılmaktadır. Her oyanın bir ismi vardır. En yaygın olanları, hercai, biber, limon, papatya, kınalı, parmak yıldız, üzüm, küpe çiçeğidir. Mudurnu’da son yıllarda turistik ve hediyelik eşya ile bebek yapımı yaygınlaşmıştır. Mengen ilçemizin telli nakışlı baş örtüleri ve burun çorapları son derece güzeldir. Nakış isimlerinde doğadan esinlenilmiştir. Bazıları meşe yaprağı, akça ağaç, diken gülü, dut yaprağı, yıldız telidir. Kullanılan nakış ipliği ise bitkisel boyalarla renklendirilmektedir. Kıbrısçık ilçemizde de yöresel tezgahlarda kıl ve yünden giyim eşyaları, torba, heybe, yastık ve kilim çeşitleri yer yer yapılmaktadır. Kıbrısçık’ta halen kadınlar özellikle düğünlerde geleneksel giysilerini kullanmaktadırlar. Kıbrıscık ilçesinde önceki yıllarda kaval ve bağlama yapılmakta iken artık usta kalmamıştır. Gerede ilçemizde ise dericilik, bakırcılık, kalaycılık, saraçlık mesleği halen devam ettirilmektedir. Ne var ki bu meslek sahiplerinin sayısı üç beş kişiyi geçmemektedir. Bunun nedenini kazançlarının yeterli olmayışı olarak göstermektedirler. Ancak Gerede’de son yıllarda sanayi dericilik üzerine yoğunlaşmıştır.
  10. _asi_

    Bolu Yöresel Kıyafetler

    Yöresel Kıyafetler Folklorun konuları arasında yer alan geleneksel dokumalar, kıyafetler ve el sanatları ilimizin gösterişli maddi kültür ürünleridir. Giyim kuşam insanın içinde yaşadığı zamana, topluma, geleneklere ve zevklere göre biçimlenmektedir. Günümüzde yöresel kıyafetler sandıklarda yer almakta ancak özel günlerde giyilmektedir. Kadınlar giyecekleri kıyafetleri yıllarca kendi dokuma tezgahlarında el emeği göz nuru dökerek dokumuşlar, hatta ihtiyaç fazlasını satarak evlerinin geçimlerine de katkıda bulunmuşlardır. Kıyafetlerini aksesuarlarla süslemişler, duygu ve düşüncelerini nakışla, oya ile dile getirmişlerdir. Yörede artık kullanılmayan ancak hala örneklerine rastlayabildiğimiz kıyafetler şunlardır; Başta fes kullanılmaktaydı. Fesin üzerine değişik motiflerde dövme olarak yapılan gümüş tepelik takılır. Gümüş tepelik kare biçiminde olup, alına gelen kısmına altın paralar dizilmektedir. Fesin kenarına kırmızı renkte iplikli kumaştan çeki bağlanır. Gelin başında çizgilik, aynalık adı verilen aksesuarlar kullanılır. Genç kızlar evleninceye kadar bu baş süslemesini yapamazlar. Gelinin başına yüzünü kapatacak şekilde al veya çatkı adı verilen kırmızı pullarla işlemeli örtü örtülmektedir. Çember veya çevre olarak adlandırılan başörtüsü Göynük’te “Tokalı”, Kıbrısçık’ta “Nakışlı Yazma”, Mengen’de “Telli ve nakışlı pov” olarak adlandırılmaktadır. “Alaca don” adı verilen giysi dokuma kumaştan dikilen bir tür şalvardır. Boyuna çizgileri olup bordo, mavi veya kırmızı renklerdedir. Fistan ve boy gömlekle giyilmekte iken günümüzde sadece alaca üzerine kazak ile kullanılmaktadır. Yakası işlemeli, önden düğmeli, beyaz üzerine mavi veya kırmızı renkte kareli olarak dokunan iç göynek ve onun üzerine giyilen boy göynek yün pamuk ipliğinden dokunmaktadır. Boy göyneğin etek uçları, yaka ve ön kısmı kök boyalı (bitkisel boyalar) ipliklerle işlenmektedir. Bu işlemelerin motifleri at nalı, koyun gözü, aynalı, güllü, kaz ayağı gibi isimlendirilmektedir. Üç etek; fistan ve boy göyneğin üzerine giyilen değişik renk ve desenlerde olabilen üç parçadan oluşan bir giyim. Yaka ve etek uçları tığ ile işlemelidir. Ön iki parçası bele takılan kuşakta toplanarak giysi kullanılmaktadır. Cepkenin çuhadan yapılanına “fermana” kadifeden olanına ise “salta” adı verilmektedir. Giysinin her iki yanı ve kol yanları gümüş rengi sim iplikle işlenmiştir. Üç eteğin üzerine giyilmektedir. Mudurnu ve Göynük ilçelerimizde geleneksel kıyafet olarak “bindallı”, “üç etek”, “top entari”, “bindal ceketi” kullanılmaktadır. Bindallı başta fes ve çatkı ile kullanılan evli kadınların giydiği bir giysidir. Evlenmemiş kızlar sadece üç etek giyer başlarına gül takarlar. Top entari ve bindal ceket özel günlerde daha çok yaşlı kadınların rağbet ettiği bir giysidir. Söz, nişan, kına gibi özel günlerde içine hediyeler koymak amacıyla kıl iplikle dokunmuş heybe taşınmaktadır.
  11. _asi_

    Bolu Halk Oyunları

    Halk Oyunları Yöre oyunlarını kadın ve erkekler ayrı mekanlarda oynamaktadırlar. Halk oyunlarımız en az iki kişi tarafından oynanıp, kadınlarda bu sayı altıdan fazla olmaz. Oyunlar karşılıklı ve yön değiştirerek daire ve çizgi formunda oynanır. Oyunlar bireysel olup son ve komut veren gibi özel kişiler yoktur. Çiftetelli gibi düz oyunlarda en ince özellik, kadın veya erkeklerin göbek atma ve omuz sallamasıdır. Kadın ve erkek oyunlarında sekme, sürtme, atlama (hoplama) ve yürüme ayakta yapılan temel hareketlerdir. Oyunların tümünde kollar dirsekten kırılarak yanlarda sabit veya önde belle omuz arasında aşağı ve yukarı hareket ettirilir. Yörede türkü adları aynı zamanda oyun adları olmuştur. Kadın oyunlarının hemen hepsi türkü eşliğinde oynanır. Türküyü genelde tef çalan kadın söyler. Günümüzde tefin yerini teyp kasetleri almıştır. Düğünlerde yaşlılar ve gençler aynı anda oyuna kalkamazlar. Özellikle Kıbrısçık İlçesi halk oyunları ve giysileri açısından zenginlik göstermektedir. Bu oyunlar: Pıt pıt (Men men) Atlama (Gazel) Düz oyun (Çiftetelli) Ah Karadeniz Değirmen Ziller Yemenimin uçları Ada yolu Halimem Estireyim mi Ördek Ördek Oyunu İlimizde köçek adı verilen oyuncular günümüzde de bu geleneği devam ettirmektedirler. Köçekler kadın elbisesi giyerek zilleriyle birlikte eğlencelerde oynarlar. Ördek oyunu ilimizin en çok dikkat çeken oyunlarındandır. Ördeğin uyuduğunu gösteren bölümde oyuncular bahşiş almadan oyuna devam etmezler. Ördek oyunu özellikle erkekler tarafından düğünlerde seyirlik oyun şeklinde oynanmaktadır. Yöremizde oynanan bazı oyunların öyküsü vardır. Bunlardan Karaköy Sekmesi oyununun öyküsü şöyledir: Karaköy’ den bir çoban köyün hayvanlarını her sene Haymana Yaylasına beslemeye götürmektedir. Süresi bitince tekrar köye geri döner ve bir kızı sever. Kızı ailesinden istetir, fakat başlık parası fazla gelir. Bunun üzerine köyün ağası çobanı yanına çağırarak başlık parasını vereceğini söyler, ancak çoban ağanın koyunlarını bir yıl içinde Haymana’ya götürüp iyice besledikten sonra geri getirecektir. Çoban bu şartı kabul eder ve gider. Süre bitmiş ancak çoban dönememiştir. Bunun üzerine çobanın nişanlısı bu türküyü yakar.
  12. _asi_

    Bolu Gelenek-Görenekleri

    BOLU GELENEKLERİ a) Doğum Gelenekleri Doğum gelenekleri denildiğinde ilk olarak hamile kadının yerine getirmesi gereken sorumlulukları göz önünde tutulmalıdır. Yöremizde bu inanışlar şöyle belirlenmiştir; Hamile kadın, sahibinin haberi olmadan başkasının malına el süremez, aksi halde doğacak çocuk haramzade olacaktır. Ela gözlü evlat isteyen anne aya bakar. Hamile kadın manda kaymağı yemez, yerse çocuk vakitsiz doğar. Çocuğun adı doğduğu gün verilir. Loğusa yatağı yedi gün bekletilir. Çocuk kırk günlük olunca annesi ve akrabaları ile hamama götürülür. Bebek kırklanırken annesine gösterilmez. Eğer görürse anneyi korku basar ve hastalanır. Bebek kırklanırken suyun içine güzel olması için altın atılır, güzel kokması için de gülün yaprakları atılır. Kırk uçurmaya yakınlarına gidildiğinde bebek hediyesi yumurta verilir. Çocuğun çabuk yürümesi için bir Cuma günü iki ayağı ip ile bağlanır ve camiye götürülür. Camiden ilk çıkan erkeğe bu ip kestirilir. Buna “köstek kesme” denilir. Kız ve erkek çocuğun kundak giysileri doğumdan önce hazırlandığı için farklılık gözetilmez. Ancak kız çocukları için pembe, erkek çocukları için mavi renkli giysiler tercih edilmektedir. Doğum yapan anneye bebek görmeye gidilmektedir. Akrabalar, komşular bebek görmeye hediyeleri ile birlikte giderler, yakınları altın takarlar ve orada misafirlere loğusa şerbeti ikram edilir. Loğusa şerbeti “Nöbet Şekeri” adı verilen kırmızı renkli şekerin suda eritilmesi ile yapılmaktadır. Halk arasında “Kırk Basması, Al Basması” denilen inanış gereği loğusa kırk gün odasında yalnız bırakılmaz. Çocuğun ilk çıkan dişini gören hediye alır. Nazara karşı bebek görmeye gidenin giysisinden bir parça iplik koparılır kundağa koyulur. b ) Sünnet Gelenekleri Sünnet gelenekleri dinsel törenlerle yerine getirilmektedir. Mevlit okutulur gül suyu, lokum ikram edilir. Gelen misafirler altın veya başka bir hediye getirir. Sünnet sahibi gelenlere yemek ikram eder. Ayrıca mesire yerine geziye gidilmektedir. Ekonomik durumu iyi olanlar davul zurna ve köçek eşliğinde eğlence düzenler. c) Askerlik Uygulamaları Askere gidecek genç akraba ve tanıdıklarını ziyaret ederek vedalaşır. Yakınları asker hediyesi olarak para veya hediye verirler. Arkadaşları bir gece önce toplanarak eğlence düzenlerler. Ertesi gün davul zurna eşliğinde gönderirler. d) Evlenme Gelenekleri Evlenme geleneklerinde eskilerin büyük ölçüde terk edildiği görülmektedir. Görücü usulü ve anlaşarak evlenme yaygındır. İç güveysi denilen damat gelmesi de evlenme şekli olarak görülmektedir. Erkek evladı olmayan aileler damat alırlar. Düğünler cuma günü bir grup kadının kız görmeye gitmesiyle başlar. Düğüne başlarken “ekmek atımı” denilen gözleme dağıtma geleneği günümüzde uygulanmamaktadır. Söz kesiminde kız evinde şerbet içilir. Nişandan önce “urba” görülür yani gelinin ve damadın eşyaları takıları ve hediyelikler alınır. Düğünden bir hafta önce okuyucu gezerek herkesi düğüne davet eder, ancak artık okuyucu yerini davetiyeye bırakmıştır. Perşembe günü çeyiz asma ile düğün başlar. Çeyiz kız evinden çıkmadan önce gelinin kardeşi veya yakını sandığa oturarak bahşiş alır. Düğün süresince gelinin yanında yengeleri, damadın yanında sağdıcı bulunmaktadır. Cuma veya cumartesi akşamı kız evinde kına gecesi yapılmaktadır. Gelin kına yakılacağı zaman elini hediye almadan açmaz. Kına gecesi “yas tutma” yani gelin ağlatma geleneği vardır. Bu gecede ağır entariler bindal üç etek giyilmektedir. Takip eden gün gelin alma günüdür. Gelin alma günü de bahşiş alınmadan gelin evden çıkarılmaz. Gelin eve geldiğinde kapıdan içeriye girerken iyi geçinmeleri dileğiyle kapının eşiğine yağ bal sürdürülmektedir. Bir kolunun altına ekmek diğer kolunun altına Kuran-ı Kerim verilmektedir, ayrıca evine bağlanması amacıyla kapının eşiğine çivi çaktırılmaktadır. Resmi nikah ve imam nikahı mutlaka yapılmaktadır. Eskiden nişanda kızın bir top kumaş üzerinde yürütülmesi, gelin hamamı ve saç örülmesi gibi uygulamalar günümüzde yapılmamaktadır. Düğünden sonra büyüklere el öpmeye davetlere gidilmektedir. e) Bayram Gelenekleri Dini bayramımız olan Kurban Bayramı dini vecibelere göre kutlanmaktadır. Ramazan Bayramına üç ay kala her evde hareket başlar. Dileyen üç ay orucuna başlar veya üç gün oruç tutar. Şaban ayının on beşinden sonra temizlik başlar. Camlar silinir, çamaşırlar yıkanır Ramazana hazırlık olarak komşu bayanlar toplanıp yufka açarlar. Oruçlu olunduğu için fazla ev işi yapılmaz. Kuran okunur, mukabeleye gidilir. Ramazanda her evde özellikle Bolu’nun ünlü “kökez” içme suyundan içilmesine gayret edilmektedir, yaşlılara su taşınır. Öncelikle fakir ve dul olanlar iftar yemeğine alınır, muhtaçlara yardım edilir. Ramazanın simgesi haline gelmiş iftar topu, sahurda çalınan davul olduğu gibi bir de ramazan pidesi vardır. İftardan önce kahvaltılık çıkartılır, çorba, pilav, dolma, et yemeği, komposto, salata, tatlı yapılır. Çok eskilerde Ramazan ayında Karagöz oynatıldığı, dışarıdan gelen cambaz ve kuklaların çok rağbet gördüğü anlatılmaktadır. Kandillerde hamurdan lokma dağıtılır. Sahurda keşli cevizli makarna yenilmektedir. Bayramlarda büyükler ziyaret edilir. f) Nevruz Gelenekleri 21 Mart günü baharın gelişini kutlamak amacıyla halk gruplar halinde mesire yerlerine giderler. Bugün aynı zamanda türbeler ziyaret edilir, dilekler tutulur. Kırlarda çeşitli eğlenceler düzenlenir. Maniler söylenir, niyet çekilir, baharın ilk çiçekleri toplanır. Sabah erken kalkılır, nevruzun ilk suyu ile yıkanmak geleneği vardır ve bugün özenle giyinilir. Soğan kabuğu ile boyanmış yumurta pişirilip yenilerek bolluk ve bereket dileklerinde bulunulur. Yüksek bir tepeye ateş yakılarak baharın geldiği müjdelenir. Mudurnu ilçesinde nevruz “Hep cennet”, Göynük ilçesinde “Mart Dokuzu” gibi isimlerle anılmaktadır. g) Hıdrellez Gelenekleri 6 Mayıs Hıdrellez, Hızır ve İlyas Peygamberin yeryüzünde buluştuğu gündür. Bugün pikniğe gidilip salıncağa binilmektedir, böylece günahların atılacağına inanılmaktadır. Gece süt mayalanmadan bırakıldığında Hızır’ın geleceği ve süte dokunarak mayalanacağı düşünülmektedir. Eğer mayasız süt yoğurt olursa bir sene boyunca o yoğurttan birer parmak alınarak diğer yiyeceklere de sürülür. Kekik bitkisinin hıdrellezden sonraki günlerde toplanırsa şifalı olacağına inanılır. Genelde kutlamalar için suyun ve yeşilliğin bol olduğu bir yer tercih edilir. Bir gün önceki akşam herhangi bir gül ağacının dibine küp gömülmekte ve sabah manilerle açılmaktadır. O gün hiçbir tarla, bahçe işi yapılmaz. Ev isteyenler evlerinin bahçesine ev, bebek isteyenler bezden bebekler yaparlar. Ateş yakılıp üstünden atlanır. h) İnanışlar Cuma günü ev işi yapılmaz. Salı günü yeni bir elişine başlanılmaz. Ayın başında ekin ekilmez. Kadın hasta olduğunda sandığını açmaz, turşuya el değmez, turşu bozulur. Kırkı çıkmamış bebeği görmeye gitmez, bebek sarılık olur. İki bayram arası düğün olmaz. Güneş tutulurken namaz kılınır, ay tutulurken silah atılır. Kara kedi uğursuzluk sayılır. Köpek uluması hayra yorulmaz. Baykuşun bir evin bacasına konması ve ötmesi o evden ölü çıkacağına işarettir. Kazak başlarken lastik örgü yarım bırakılırsa iş üremez. Üzerine kuş pislemesi talihin açılacağına işarettir. Gece dışarıya çöp atılmaz, cin çarpar. Gece sakız çiğnenmez, ölü eti çiğnenir. Kapı eşiğine oturan iftiraya uğrar. Kız istemeye giderken hayırlı olması için perşembe akşamı tercih edilir. Önce sağ ayakkabı giyilir. i) Ahilik Kültürü Yüzyıllarca Türk Esnaf Birliğini ve ekonomisini düzenleyen Ahilik Kuruluşu Mudurnu ilçemizde yaşatılmıştır. Ahi sözcüğü Arapçada kardeşim anlamına gelmektedir. Bir başka olasılıkla “akı”, birbirini kardeş sayan ahilerde bu biçimi almıştır ve Türkçede eli açık, cömert, konuksever ile eş anlamlıdır. Ahilerin kurdukları teşkilat bugünkü esnaf odaları, ticaret odaları, sendikalar gibi kuruluşların görevini üstlenmiştir. Ahlak ile sanatın ahenkli bir bileşimi olan Ahilik, toplumun ayakta kalabilmesi için gerekli olan sosyal adalet ve ahlakın yerleşmesinde büyük katkısı olan bir yaşam biçimidir. Mudurnu’ da ahiliğin çok eski bir geçmişi vardır.14.yy.da Anadolu’yu dolaşan ünlü seyyah İbn-i Batuta Mudurnu’daki ahi tekkelerinden ve onların misafirperverliklerinden övgüyle bahseder. Ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi kitabında; Mudurnu’da çok canlı bir ticari hayatın var olduğunu, özellikle iğne imalatının en gelişmiş şekliyle yapılarak, buradan her yere gönderildiğini yazar. Mudurnu’ da her hafta Cuma günü Orta Çarşıda namazdan önce esnaf duası yapılmaktadır. Her yıl Ekim ayının ilk haftasında “Ahilik Kültürü Haftası” düzenlenmekte, çeşitli etkinliklerle beraber şed kuşatma töreni yapılmaktadır. j) Seyirlik Oyunlar Çok eskilerde özellikle ramazan ayında iftardan sonra hayal perdeleri kurulup, Karagöz, Kukla gösterilerinin yapıldığı söylenmektedir. Ancak İlimizde bu işi yapan ustalara rastlanılmamıştır. Gösteri için başka illerden gelmişlerdir. Kına gecelerinde ve düğünlerde köy seyirlik oyunları sergilenmektedir. Bu oyunlar arap oyunu, şimşelek gelin, ördek, deve oyunu, yüzük saklama, kız kaçırma, damat kaçırmadır.
  13. _asi_

    Bolu Mutfağı

    BOLU YEMEKLERİ Yedigöller Kebabı Yedigöller Kebabi (1 porsiyon) Malzeme : *100 gr. kuzu but eti 1 adet domates *100 gr. piliç fleto 2 adet yeşil biber *60 gr. köy ekmeği 50 gr. süzme yogurt *50 gr. tere yağı 2 gr. toz kırmızı biber *1 gr. toz karabiber 25 gr. et suyu *1 gr. tuz 1 demet dere otu Yapılışı : Kuzu eti ve piliç eti üçer parça halinde ince dövülür. Tuzlanip biberlendikten sonra ızgarada pişirilir. Bolu köy ekmeği küp seklinde doğranır. Tere yağı ile kızartılır. Üzerine et suyu ilave edilir. Servis tabağına konulur. Ekmeklerin üzerine süzme yoğurt ilave edilir. Izgarada pişen etler ikiye bölünür. Servis tabağındaki malzemelerin üzerine dizilir. Garnitür olarak ızgarada hazırlanan domates ve biber servis tabağına konulur. Üzerine tere yağı, biber sos ve dere otu ile servis yapılır. Kartalkaya Kebabı Kartalkaya Kebabı (10 porsiyon) Malzeme : *1800 gr. kuzu kuşbaşı 500 gr. arpacık soğan *1 kg. mülföy hamuru 200 gr. tere yağı *4 adet büyük boy havuç 100 gr. çiçek yağı *4 adet dolmalik taze kabak Tuz, beyaz toz biber, kekik Yapılışı : Kuzu kuşbaşıları bir tavada ısıttığımız çiçek yağında filambe yapacağız ve uygun bir tencereye alacağız, 100 gr. tere yağı ilave edip az su ilave ederek ortalama bir saat kısık atesle pişirmeye bırakacağız. Havuç ve kabakları parizyen kaşığıyla çıkartıp arpacık soğanlarıda soyarak kalan 100 gr. tere yağını da ilave ederek uygun bir tencerede kısık ateşle kavurarak pişireceğiz. Mülföy hamurlarını 100 gr.lik parçalara bölerek incelterek piştiğinde tabak şeklini alacak şekilde hazırlayarak üzerlerine yumurta sarısı sürüp 180 derece fırında 20 dk. pişireceğiz, pişen hamurlarımızın içine önce pişen etleri üzerine de sebzeleri koyarak biraz et suyuyla beraber sıcak servis yapacağız. Abant Kebabı Abant Kebabı (4 porsiyon) Malzeme : *600 gr. kuzu but eti 4 adet patlıcan *40 gr. tere yağı 1 adet kuru sogan *4 gr. toz karabiber 50 gr. mantar *4 gr. tuz yarım bağ maydanoz *2 adet domates 25 gr. domates salçası *4 adet yeşil biber 40 gr. kaşar peyniri *200 gr. süzme yoğurt 1 adet salatalık *Yarım bağ dere otu Yapılışı : Kusbası doğranmış Kuzu eti tavada tere yağı ile sote edilir. Doğranmış soğan, sivri biber, mantar, domates ilave edilir. Salça, tuz, kekik, kara biber ve su konup pişirilir. Patlıcanlar ızgarada pişirilip soyulur. Ortaları karnı yarık gibi açılır. Hazırlanan sote içine doldurulur. Üzerine rende kasar peyniri konur. Fırında 175 derecede 6 veya 7 dakika piştikten sonra servis tabağına konur. Tabağın kenarına cacık sos ile servis yapılır. Cevizli Keşli Erişte (Makarna) Cevizli Keşli Erişte (Makarna) (7 porsiyon) Malzeme : *1 kg. erişte makarna *200 gr. keş *250 gr. tere yağı *100 gr. ceviz *300 gr. süzme yoğurt Yapılışı : 3 lt. kaynamış suya yöresel erişte makarna pişmesi için ilave edilir ve 3 dk. haşlanması için bekletilir. Haşlama işlemi bitmiş erişte makarna süzülür. Tavaya tereyağı konulur ve eritilir, içine keş ilave edilip keş pembeleşinceye kadar kavrulur. Daha sonra içine haşlanmış erişte makarna ilave edilir ve tavada sote edilir. Hazır hale gelen erişte makarna porsiyon olarak tabağa alınır üzerine ceviz dökülür, yanına süzme yoğurt da konulup servis edilir. Mengen Pilavı Mengen Pilavı (6 porsiyon) Malzeme : *½ kg. pirinç 250 gr. kuşbaşı kuzu eti *1 su bardağı tere yağı 1 su bardağı İçi Kızıl Mantarı *2 baş soğan 3 adet domates *8 bardak et suyu 1 kaşık şeker *1 tatlı kaşığı kekik 1 demet dereotu *1 su bardağı ceviz içi Tuz, karabiber Yapılışı : Pirinci bir tencerede ıslayın. Kuzu etlerini, soğanı ve mantarları doğrayın. Domateslerin kabuklarını soyup doğrayın. Bir tencerede tereyağını kızdırın, doğranmış soğanları ve eti ekleyin, karıştırın. Birkaç dakika karıştırdıktan sonra et suyunu boşaltın. Üzerinde oluşan köpüğünü alın, yarım saat kaynatın. Başka bir tencerede tereyağını kızdırın ve pirinçleri ilave edin. Biraz kavurduktan sonra ocakta pişen etleri suyu ile beraber ilave edin. Suyunu ayarlayın. Şekeri, tuzu, biberi, ekleyin. 15 dk. Ağır ateşte pişirin. Pişince kapağını açıp kekiği, doğranmış dereotunu ve cevizi üzerine serpin. Karıştırın servis yapın. Bolu Beyi Tatlısı Bolu Beyi Tatlısı (10 porsiyon) Malzeme : Hamuru için : *1,25 su bardağı su *0.5 çay kaşığı tuz *0.25 paket margarin *1.5 su bardağı un *4 adet yumurta Kreması için : *5 adet yumurta sarısı *0.83 su bardağı şeker *1 paket vanilya *3 çorba kaşığı un *2,5 su bardağı süt Tamamlama : *100 gr. Mudurnu saray helvası *1 çorba kaşığı pudra şekeri Yapılışı : Hazırlama araç - gereçleri : Hamurunu hazırlamak için 3-4 litrelik bir tencere veya kasrol. Hamuru yoğurmak için bir kap, hamuru sıkmak için ucu 1 cm. olan bir duy ve bir tatlı torbası. Hamuru pişirmek için bir fırın tepsisi. Pasta kremasını hazırlamak için küçük bir tencere. Pişmiş hamur hazırlama : Çelik tencereye ( mümkünse helvane) su, tuz ve margarin konup kaynamaya alınır. Elenmiş un 30 saniye kaynamış suya ilave edilir ve spatula yardımıyla iyice karıştırarak 2 dk. pişirilir. Hamur tencereden alınıp baska bir kaba konur ve biraz ılıyınca elle birkaç kez daha yoğrularak özleştirilir. Ilık veya soğuk hamurun içine yumurtalar tek tek kırılıp karıştırılarak iyice yedirilir. Hamurun kıvamı tulumba tatlısının hamuru gibi olmalı. Yani ne kati nede çok yumusak. Bolu beyinin hamurunu pişirme : Fırın tepsisi, margarinle hafifçe yağlanır. Tatlı torbasının ucuna, ucu 1 cm çapında bir duy takılır. Hamuru torbaya doldurulup tepsinin tam ortasından baslayarak, bir saat yayı gibi kıvırarak, hamur bitinceye kadar gevşek şekilde hamur sıkılır. Torbayı sıkarken hamurların yeterince yuvarlak olmasına ve çok sıkısık olmamasına özen gösterilir. Önceden 160 derecede kızdırılmış fırına verilip kızartılarak 60 dk civarı pişirilir. İlk 30 dk fırının kapağı açılmaması ve ikinci 30 dk fırın kapağı ara ara açılarak hamurun kuruyarak pişmesi sağlanır. Pasta kremasi hazırlama : Çelik bir tencerede süt ısıtılır. Baska bir kaba yumurta sarıları konur ve şeker ile vanilya ilave edilir. Bir çırpma teli yardımıyla 1-2 dk. Karıştırarak yumurta sarıları beyazlastırılır (blansi yapılır). İçine un ilave edilip karıştırılır. Kaynar sütün yarısı harca dökülerek telle karıştırılır. Bu harç tekrar tenceredeki öteki sütün içine dökülür. Devamlı karıştırılarak 2-3 dk pişirilir(yumusak bir hamur halini alır). Düz bir kaba boşaltılıp soğutulur. Üzeri kabuk bağlamaması için isteğe baglı olarak üzeri tere yağıyla mühürlenir. Tatlıyı tamamlama : Kurutularak pişmiş hamur yandan ikiye kesilir. Alta gelecek parçanın üzerine pasta kremasının üçte ikisi sürülür. Üzerine 100 gr Saray Helvası döşenir. Hamurun ikinci yarısına kalan pasta kreması sürülüp helvanın üzerine kapatılır. Bir tel süzgeç yardımıyla, tatlının üzerine çok ince bir tabaka pudra şekeri elenerek serpilir. Pasta tepsisine yerleştirilip pasta gibi üçgen şeklinde kesilip servis edilir. Gerekli açıklamalar : Bu tatlının yapımında en zor nokta (patusa) hamurunun hazırlanmasıdır. Tatlının (patusa) hamurunu gerektiği gibi yapabilmek için belirli bir tecrübeye sahip olmak gerekir. Tatlının hamurunun etkilenebileceği unsurlar sunlardır. Unun kalitesi, malzemelerin ölçüsü, suyun miktarı, yumurtanın sayısı, firinin sıcaklığı ve hazırlama tekniğidir. Bolu beyi tatlısının hamuru yeterli derecede pişirilerek kurutulmazsa, içine kreması konduğu zaman, kısa zamanda pörsüyebilir. Bolu Salatası Bolu Salatası (5 porsiyon) Malzeme : *0,5 adet kıvırcık veya marul *1 parça kırmızı lahana *1 adet havuç *0,5 bag tere veya roka *1-2 adet soğan (taze veya kuru) *1 adet domates *2-3 parça turşu *125 gr. Bolu köy peyniri Tamamlama : *1 çay bardağı zeytin yağı *2 çay kaşığı feslegen *1 çay kaşığı pul biber *Limon suyu veya sirke *1 fiske kıyılmış maydanoz Yapılışı : Sos hazirlama : 100 gr. (1 çay bardağı) zeytin yağına 2 çay kaşığı kuru fesleğen ve 1 çay kaşığı pul biber karıştırılıp, tatlanması için en azından, bir gece bekletilir. Salata malzemesi hazırlama : Mevsimde bulunan salata malzemeleri temizlenip yıkanır ve süzülür. Genişçe bir tabağa, sırasıyla, irice doğranmış kıvırcık veya marul, çok ince kıyılmış kırmızı lahana, rendelenmis havuç, tere veya roka, ince doğranmış taze soğan, 5-6 dilim domates, 5-6 ince turşu dilimi ve en üzerine de uzun doğranmış Bolu köy peyniri yerleştirilir. Salatanın üzerine 2-3 çorba kaşığı sos ve 1-2 kaşık limon suyu veya sirke gezdirilerek dökülür. Gerekli açıklamalar : Salatanin taze servis edilebilmesi için sipariş alındıktan sonra hazırlanması önemle tavsiye edilir. Salata taze olarak servis edilirse adı Bolu salatası olarak kullanılmalıdır. Aksi halde, önceden hazırlanarak pörsümüş bir salatayı Bolu salatası olarak servis etmemek daha doğru olur. Bolu Patates Çorbası Bolu Patates Çorbası (10 porsiyon) Malzeme : *1 kg. patates ¼ bağ yeşil nane *400 gr. un 10 gr. tuz *200 gr. yoğurt 5 gr. beyaz biber *3 adet yumurta 150 gr. tere yağı *1 adet limon 10 gr. knor bulyon Yapılışı : Patatesler soyulup küp seklinde doğranır, tencereye 2 litre su ve 10 gr knor bulyon konarak orta ateşte kaynatılır, suyumuz kaynadıktan sonra patatesler içine ilave edilerek 10 dk. haşlanır. Hazırlanmış olan terbiye ağır ağır kaynayan tenceredeki patateslere ilave edildikten sonra üzerindeki köpüğü alınarak çorbamız 10 dk. kaynatılır ve ocaktan alınır. Bir tavada tereyağı kızardıktan sonra ince kıyılmış yeşil naneler ve beyaz biber içine atılır hazırlanmış olan çorbamızın üzerine dökülerek servis edilir. Terbiyenin hazırlanışı : Büyükçe bir kaseye yoğurt, un, yumurta, limon ve 3 bardak su konularak tel yardımıyla çırpılır, daha sonra hazırlanan karışım başka bir kaseye süzülür. Bolu Köftesi Bolu Köftesi (6 porsiyon) Malzeme : *500 gr. kıyma (%10 yağlı) *1 kase çekilmiş bayat ekmek içi *1 adet yumurta *0,5 bağ maydanoz *1 adet soğan (suyu için) *Tuz, biber, baharat... Garnitür : *5-8 adet patates (Bolu patatesi) *5-8 adet soğan *4 çorba kaşığı sıvı yağ Tamamlama : *1 adet domates *6 adet sivri biber *6 tutam maydanoz (üzerine serpmek için) *Sıvı yağ (köfte pişirme) Yapılışı : Ön Hazirlik : Ekmek içi, bir mikser yardımıyla, incecik çekilir. Maydanoz temizlenip ince kıyılır. Soğan rendelenip, avuç içiyle, suyu sıkılır. Köfteyi hazırlama : Bir kap içinde, iki defa çekilmiş kıymaya çekilmiş ekmek içi, yumurta, kıyılmış maydanoz, bir soğanın suyu, tuz, biber ve istege bağlı aromatik malzemeler eklenip yoğrulur. Köftenin yumuşak olmasi için kıymaya 100 gr. (1 çay bardagi) civarı soğuk su karıştırılır. (Köftenin ağırlığı 850 gr. gelmelidir). 24 adet, büyük ceviz büyüklüğünde, eşit parçaya bölerek kişi başına 4 köfte düşecek şekilde yuvarlak (5-6 cm çapında) yassı köfteler hazırlanır. Patates hazırlama : Patatesler soyulduktan sonra yarım santım kalınlığında dilimlere doğranır (küçük patatesler yuvarlak, irileri ise yarım daire şeklinde). Bol suda yıkanıp iyice süzülür. Kızgın tavaya 15 gr. (2 çorba kaşığı) ay çiçek yağı dökülüp patatesler ilave edilir. 15-20 dk. sote yaparak yeterli derecede (pembe şekilde) kızartılır. Patatesler tam pişmeyebilirler, pişmesi tamamlanmak için 200 derece kızgın bir fırına 10-15 civarı verilerek patateslerin pişmesi tamamlanır. Patatesler pişe dursun. Soğan hazırlama : Soğanlar soyulup piyaz şekli doğranır. Kızgın tavada 15 gr. (2 çorba kaşığı) ay çiçek yağıyla kavrularak iyice pişirilir. Garnitürü hazırlama : Sote edilerek pişirilmiş patateslere kavrulmuş soğan eklenip karıştırılır. Garnitürün ağırlığı (patates + soğan) 750 gr. gelmelidir. Köfte pişirme : Köfteler ızgarada veya tavada, çok az sıvı yağla, iki tarafı da kızartılarak pişirilir. 2-6 parça domates ve 6 adet sivri biber de aynı anda pişirilerek hazır edilir. Servise hazırlama : Garnitürün yarısı tabağın ortasına konur ve üzerine 4 adet köfte yerleştirilir. Köftelerin üzerine garnitürün diğer yarısı konur. Etrafına bir parça domates ve biber yerleştirilip üzerine bir tutam kıyılmış maydanoz serpilip sıcak olarak servis edilir. Gerekli açıklamalar : Kıyma dana veya kuzu olabilir, ancak fazla yağ içermemelidir. Çekilmiş ekmek içi köfteyi yumuşak tutar. Bu yemeğin en önemli noktası, sote edilerek pişirilmiş bol soğanlı patatestir. Yani yarı köfte ve yarı soğanlı patates olarak hazırlanmalıdır. 1 kg. patatese 0,5 kg. soğan hesap edilmelidir Bolu Gözlemesi Bolu Gözlemesi (10 porsiyon) Malzeme : *8,33 su bardağı un *5 çay kaşığı tuz *5,5 – 6 çay bardağı su (Akkaya maden suyu) Kabaklı iç : *1,5 kg. bal kabağı *2 çorba kaşığı tere yağı *1,3 çay bardağı şeker (60 ile 120 gr. arası) *0,5 bağ maydanoz *1 adet yumurta *1 su bardağı su (içi gevşetmek için) Etli iç : *500 gr. kuzu kıyması (% 10 yağlı) *2 çorba kaşığı sıvı yağ (soğanı kavurmak için) *(3-5) adet soğan Tamamlama : *Tuz, biber, pul biber, kekik.... *1 kase un (yufka açmak için) *1 çorba kaşığı tere yağı (gözleme yağlama) Yapılışı : Basit hamur hazırlama : Bir kap içinde, una 5 çay kaşığı tuz eklenir ve üzerine 575 gr. (5,75 çay bardağı) Akkaya maden suyu (Bolu’da çıkan doğal maden suyu) birden dökülüp karıştırılarak yoğrulur. Hamurun ağırlığı 1575 gr gelir. 1-2 dk. özleştirildikten sonra 150 gramlık 10 parçaya ayrılır. Nemli bir bez içinde 15 dk dinlendirilir. Kabaklı iç hazırlama : Kabağın çekirdekli kısımları temizlenip kabukları soyulur. Küçük parçalara kesilir. Tencereye 40 gr. tere yağı konur ve üzerine doğranmış kabaklar ilave edilir. Kabakların üzerine şeker serpilip 20 – 30 dk. suyunu bırakana kadar, kapağı örtülü şekilde, bekletilir. Kısık ateşte, kabaklar yumuşayana kadar 30 dk. civarı pişirilir. Pişmiş kabak, bir mikser yardımıyla ezilerek sıvanabilir kıvamda olması sağlanır. İçin içine tuz ve bol biber eklenerek tatlı acı, hoş bir lezzet verilir. Kabaklı içi bir gün önceden de hazırlanabilir. Kabaklı için ağırlığı 2 kg gelir. Etli iç hazırlama : Soğan soyulup çok ince (mümkünse mikserde) kıyılır. 15 gr (2 çorba kaşığı) sıvı yağla 3-4 dakika, öldürülene kadar, kavrulup iyice soğutulur. Öldürülmüş soğuk soğanın içine iki defa çekilmiş kıyma, yumurta, temizlenip çok ince kıyılmış maydanoz, tuz biber ve 200 gr (1 su bardağı) soğuk su eklenip yoğrulur. Etli iç sıvanabilir yumuşaklıkta olmalıdır. Etli için ağırlığı 900 gr gelir. Gözleme hazırlama : 150 gramlık hamur bezesi, un serpilerek, bir oklava yardımıyla 35-40 cm. çapında bir yufka açılır. Yufkanın tam yarısına, bir uzun çelik spatula yardımıyla, 100 gr. iç sıvanır. Yufkanın içli kenarı, yapışması için, hafif ıslatılıp yufkanın diğer yarısı için üzerine gelecek şekilde kapatılarak (yarım daire şekli) yapıştırılır. Elin içiyle gözlemenin üzerine birazcık bastırılarak iyice yapışıp, ince olması sağlanır. Kızgın saç, plaka, tepsi veya genis bir tava üzerinde iki tarafı da kızartılarak pişirilir. İstege bağlı olarak, gözlemenin üzerine biraz tere yağı sürülür. Gerekli açıklamalar : 1 kg. temizlenmiş (yenebilir) net kabağa 50 ile 100 gr. şeker katılır. Kıyma az yağlı ve kuzu etinden olmalı. 1 kg kıymaya 500 gr. soğan katılmalıdır. Soğan pişmiş, kıyma çiğ olmalıdır. Etli için soğanı önceden (1 gün önceden de olur) hazırlanmış olabilir ancak, kıyması gözleme pişirileceği zaman katılmalı. Etli iç buzdolabinda bekletilmeli ve yapıldığı gün tüketilmelidir. Bir gün önceden kalan etli iç asla kullanılmamalıdır. Akkaya maden suyunun yerine Akmina maden suyu da olur. Yayla Çorbası : Bir tencerede tuzlu su kaynatılır. Ayıklanmış pirinç suyun içine atılır. Başka bir tencerede pişirilen nohut ta ilave edilir. Bir kapta 1 bardak un, 2 kaşık süzme yoğurt ve 1 yumurta karıştırılıp çorbaya yedirilir. Ara sıra karıştırılarak pişirilen çorbanın üzerine kızartılmış tereyağı dökülerek servis yapılır. BAŞLICA YÖRE YEMEKLERİMİZ Ovmaç Çorbası, Kızılcık Tarhana Çorbası, Tarhana Çorbası, Nohutlu Çorba, Yayla Çorbası, Yoğurtlu Bakla Çorbası, İmaret Çorbası, Çiğ Börek, Kabaklı Gözleme, Acı Su Bazlamacı, Çantıklı Pide, Etli Mantı, Ekmek Aşı, Patatesli Köy Ekmeği, Kedi Batmaz, Mantar Sote, Orman Kebabı, Kaldırık Dolması, Kaşık Sapı, Mengen Pilavı, Höşmerim, Mengen Kuzu Güveç, Katık, Kaşık Atmaç, Bakla Çullaması, Paşa Pilavı, Kabak Hoşafı, Kara Kabak Tatlısı, Palize, Coş Hoşafı, Karavul Şerbeti, Kızılcık Şurubu, Saray Helvası. Yoğurtlu Bakla Çorbası : Bir tencerede kaynayan suyun içine küçük bir soğan rendelenir. Baklalar kırılıp yıkandıktan sonra tencereye atılır ve pişirilir. İçine un, yoğurt, 1 yumurta ve tuz karıştırılır. İyice piştikten sonra üzerine yağ kızdırılıp dökülür ve servis yapılır. Kabaklı Gözleme : Kat kat açılan iki yufkanın arasına rendelenmiş kabak ve şeker kavrularak sürülür. Yufkaların kenarları bastırılarak birbirine yapışması sağlanır ve sac üzerinde pişirilir. Üst üste konulan gözlemeler yağlanıp kalbura bastırılarak şekil verilir. Kesilerek kaymakla birlikte servis yapılır. Paşa Pilavı : Haşlanmış patateslerin kabukları soyulur ve doğranır. İçine 1-2 adet haşlanmış yumurta ve soğan doğranır. Maydanoz, karabiber, kırmızı pul biber, yağ ve limon ilavesiyle karıştırılır ve servis yapılır. Coş Hoşafı : Şeker pancarları temizlenir ve kabukları ile iyice suda pişirilir. 3-4 saat kaynadıktan sonra kabukları soyulur ve ince ince doğranır. Ekşi olması için içine pestil veya erik kurusu ve su ilave edilir. Soğuduktan sonra makarna veya pilavın yanında servis yapılır. Höşmerim : Kaymak ve süt bir tencerede kaynatılır. Yavaş yavaş un ilave edilip, karıştırılarak pişirilir. Elde edilen hamur tavaya alınarak tere yağda kızartılır. Üzerine şeker serpiştirilerek servis yapılır. Saray Helvası : Un yağda kavrularak miyane haline getirilir. Şeker suda ağda kıvamına gelinceye kadar kaynatılır. Daha sonra elde çekiştirilerek liflenmesi sağlanır. Biraz dinlendikten sonra tepsiye tepilir. Unun ve şekerin birbirine iyice karıştırılıp yedirilmesi gerekmektedir. Tepsiye tepilen tatlı baklava şeklinde kesilerek servis yapılır.
  14. _asi_

    Atatürk ve Bolu

    Atatürk ve Bolu Atatürk Bolu’ya 17 Temmuz 1934 tarihinde gelmiş, Halkevinin hatıra defterine şunları yazmıştır; "Bolu Halkevinde bir gece kaldım. Bolu'nun güzelliğinden, halkın coşkun sevinçlerinden çok mütehassis oldum." Gazi Mustafa Kemal Bolu - Mustafa Kemal Paşa ilişkileri, Erzurum Kongresi sırasında başladı. 23 Temmuz 1919'da Erzurum'da, 4 Eylül 1919'da Sivas'daki milli kongreler, bunlara ait metinler, telgraf yolu ile Bolu Mutasarrıflığı'na ulaştırıldı. Hey'et-i Temsiliye Başkanı olarak, Sivas'tan bir çok talimat, Mutasarrıf Ali Haydar Bey'e, Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti'ne iletilmiştir. Damat Ferit Paşa hükümeti ile bağlantının kesilmesi de M. Kemal Paşa'nın isteği üzerine gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, Dertli Gazetesi ve asayişle ilgili dilekler de Sivas'ta M. Kemal Paşa'ya duyurulmuştur. Bolu ile Adapazarı arasındaki Akyazı'da meydana gelen başkaldırma esnasında, İzmit, Adapazarı, Düzce ve Bolu yöneticilerinin sık sık dikkati çekilmiştir. Mutasarrıf Ali Haydar- M. Kemal Paşa görüşmeleri de, 1920 yılı içinde devam etmiştir. Sonraki Mutasarrıf Halil Bey de Bolu-Ankara ilişkilerini titizlikle ve zaman kaybetmeksizin devam ettirmiştir. 1921-1922 yılında, Bolu-M. Kemal teması yine tel görüşmeleri yolu ile sürdürülmüştür. Türkoğlu Gazetesinde yer alan bu haberler şöyledir: "Gâzilik ve mareşallik ünvan ve rütbelerinin tevcihi üzerine, Bolu Gençler Birliği Riyâseti tarafından Başkumandan Gâzi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine hitâben çekilen tebrik telgrafnâmesine cevaben Müşarünileyh Hazretleri tarafından şeref-vârid telgrafnâme sureti ber-vech-i zır derc-i sütûn mefâharet olunur: Bolu Gençler Birliği Riyâsetine, Tebriklerinize samimâne teşekkür ederim." 28.9.1921 "T.B.M.M. Reisi ve Başkumandan M.Kemal B M M Reisi Başkumandanlık Cânib-i Âlisine, Bugün Bolu Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu) tarafından vatan ve memleket yolunda hayatlarını fedâ eden şehidlerin bıraktıkları evladlarımızla cebhede bulunan sevgili askerlerimizin yavrularından 186 çocuğun Memleket Hastahanesinde sünnetleri yapılmıştır. Bu münâsebetle memleket donatılmış, muzika ve davullarla çocuklar arabalarla gezdirilmiş ve hepsine de bir kat elbise ve ayakkabıları ve muhtelif hediyeler verilerek, gerekli bakımları ve dinlemeleri sağlanmıştır. Arzederim. Bolu Mutasarrıfı Fahri (Fahreddin)" M. Kemal Paşa, TBMM Reisi ve Başkumandan imzası ile şu karşılığı vermiştir; "Bolu Mutasarrıflığına, 10 Eylül 1921 tarihli telgrafa cevap. Bolu Himâye-i Etfal Cemiyeti tarafından şehidler ve mücâhidler çocuklarından 186 kişinin sünnetlerinin yapılması ve kendilerine elbise ve hediyeler verilmesi, övünülecek şeylerdir. Teşekkür ederim. Bu gibi şeylerin devamı gereklidir. İlgililere bildirilmesini rica ederim." Bolu Milletvekili Yusuf İzzed Paşa'nın ani ölümü üzerine ailesine, Bolu Belediyesi Başkanlığına, Müdâfaa-ı Hukûk Cemiyeti Başkanlığına ve Gençler Birliği Başkanlığına üzüntülerini bildiren telgraf yollanmıştır. Tarihi 19 Nisan 1922'dir. "Yusuf İzzed Paşa'nın ölümünden dolayı müteessir olan Büyük Millet Meclisi, muhterem arkadaşları hakkında izhâr buyurulan hissiyat kadir-şinaslıkdan dolayı takdim-i teşekkürat eyler Efendim... BMM Reisi Mustafa Kemal" Bolu - M. Kemal ilgisi, sadece mutasarrıflık da değil, Çorum'daki Bolulular arasında da yaygındı. Türkoğlu Gazetesinin 14 Mayıs 1922 tarihli nüshasında, Ali Rıza Efendi ile ilgili olarak şu habere yer verilmektedir: "Çorum'da bulunmakta olan milli sanatkârlarımızdan diş doktoru Bolulu Ali Rıza Efendi, Başkumandanımız Gâzi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nin altından bir heykelini yaparak Paşay-ı müşarün-ileyhe takdim etmişlerdir. Ali Rıza Efendi, memleketimizin en fedâkar ve vatanperver sanatkârlarındandır. Hemşehrimizin hareketini takdir ve kendisini tebrik ederiz." Mustafa Kemal Paşa,Haziran 1922'de, Mustafa Kemal Paşa İzmit'de Fransız Yazarı Claude Farrer ve annesi Zübeyde Hanım ile görüşmek için Ankara'dan Adapazarı'na seyâhat etmiştir. Öyle görünüyor ki gezi gizli tutulmuştur. Bu münâsebetle Bolu Mutasarrıfı Fahreddin Bey ile M. Kemal Paşa arasında şu tel görüşmesi yapılmıştır: "Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine; TBMM Reisi Başkumandan Gâzi M. Kemal Paşa Hazretlerinin livâmız (Bolu) dahilinden geçerek İzmit'e teşrif buyuracakları evvelce haber alınmıştı. Biz de, zât-ı âlinizi Göynük'de karşılama ve Bolu adına hoş geldiniz diyecektik. Dönüşünüzde de, uğurlamak için özel bir heyet hazırlamıştık. Ancak, Başkumandan Paşa Hazretlerinin teşrifleri ani ve habersiz vuku bulmakla, karşılama grubu istikbâlinizden mahrum kalmıştır. 24 Haziran 1922 M. Kemal Paşa da, Bolu Mutasarrıfına teşekkür etmek üzere aşağıdaki telgrafı göndermiştir. Tarihi 26 Haziran 1922'dir. "Bolu Mutasarrıflığına, 24 Haziran 1922 tarihli telgrafınızı aldım. Hakkımda bütün Bolu halkının gösterdiği hissiyat ve tezâhürat-ı samimâneden pek duygulandım. Teşekkürlerimin ilgililere bildirilmesini ricâ ederim.TBMM Reisi Başkumandan M. Kemal" Bolu Genel Meclisinin açılması nedeni ile Mutasarrıf ve M. Kemal Paşa arasında da şu tel görüşmeleri gerçekleştirilmiştir: "BMM Riyâset-i Celîmlesine, 7 Ocak 1922 Hakimiyet-i Millîye'nin küçük bir örneği olan Livâ Meclisi-i Umûmisi, bugün özel bir törenle açılmış ve millî yasal davamızın bütün dünya nazarında kabul edildiğinin ferdasında belli düşmanlarımızın kahrü tedmiri arefesine rastlayan işbu toplantıda millî hakimiyetimizin medar-ı istinadı olan TBMM'nin mesai ve başarısı hakkında meclisimiz tarafından en hararetli istekler içinde izhâr-ı teminat ve takdim-i ihtirama ve tazimata karar verilmiş olduğunuzu arz ile kesb-i fahr eylerim." Bolu Meclis-i Umûmi adına reis Mutasarrıf Fahreddin M.Kemal Paşa da TBMM Reisi imzası ile şu cevabı telgrafı göndermiştir. "Bolu Mutasarrıflığına: Bolu Genel Meclisi'nin açılması ve Büyük Meclise karşı hislerini içine alan telgrafnâmeleri Genel Hey'etce okunmuştur. Büyük Meclis, işbu sevgi dolu görüşlerden dolayı teşekkür eder ve Meclisinize başarılar temenni eylerim." BMM'nin 1923'deki yasama yılı Bolu tarafından, diğer vilâyetlerle birlikte tebrik edilmiştir. Ayrıca, M.Kemal Paşa'yı Bolu'ya davet etmek için, yedi kişilik bir heyet teşkil edilmiş, Ankara'ya gönderilmiştir. Vakit Gazetesi, 21 Nisan 1923 tarihli sayısında, "Bolu'dan Gâzi Paşa Hazretlerine arz-ı tazimat ile kendilerini Bolu'ya davet etmek üzere geleceğini yazdığımız Heyet, Ankara'ya vasıl olmuş ve Çankaya'da, Paşa Hazretleri tarafından kabul olunmuştur. Paşa Hazretleri ilk fırsatta arzularını gerçekleştirmeye söz vermiştir." Çeşitli nedenlerle, Bolu'yu şereflendirme, 1934 yılına kadar gerçekleştirilemedi. Mustafa Kemal Paşa'nın, ilk ve kapsamlı gezisi Cumhuriyet'in ilanından sonra 1934'de gerçekleşecektir. 1923-1934 devresinde, çeşitli vesilelerle, Çankaya'ya heyetler gönderilmiş, Boluluların içten ısrarlı davetleri tekrarlanmıştı. Dertli Gazetesi sahibi, Bolu Mebusu İlyaszâde (Gülez) ve Tayyare Cemiyeti Başkanı, Mustafa Kemal Paşa'nın Milli Mücadelede; inkılaplarının yayılmasında her zaman yanında bulunan Cevad Abbas (Gürer) Boluluların hislerine tercüman olmuşlardı. Anadolu gezilerinde, Bolu ancak 1934 de programa alınabildi. Şimdiye kadar, Reis-i Cumhur, Ankara, Yabanabad (Kızılcahamam), Gerede, Reşâdiye, Bolu, Düzce ve Adapazarı güzergahını görmemişti, fırsatını da bulamamıştı. Büyük Kurtarıcı'ya karşı bağlılık ve özlem duyan Bolulular, Temmuz 1934 de müjdeyi Mebus, Cevad Abbas Bey'den öğrendiler. Alışılagelmiş tetkiklerini yapmak için Bolu'ya gelen Mebus, Vali Ali Rıza (Üner) ve Belediye Başkanı, Baytar diye tanınan Reşad (Aker) ile görüşerek Reis-i Cumhur'un Bolu'ya geleceği müjdesini verdi. Haber az sonra bütün Bolu'da duyuldu. Bu mutlu geziyi, iyi bir karşılama töreni ile başlatmak istediler. Vali ve Belediye Başkanı, "Tezyin" ve Karşılama Heyeti'nin teşkili için emir verdiler. Yan komiteler de iki gruba yardımcı olacaktı. Öğretmen Kadriye Hanım (Atay), Faika Hanım (İnhisarlar Müdürü eşi), Hafız Murteza ve Muzaffer (Samur) Bolu'daki programı vilayete arz ettiler. Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın ikamet edeceği yer olarak Fırka tespit edildi. Bolu, Üçtepe üzerinde kurulmuştu. Bunlar; Karga, Hisar ve Hıdırlık tepeleri idi. 1930 yılı sonrası, Hıdırlık tepesinde Fırka parkı düzenlenmiş ve Bolu'nun en modern binası Cumhuriyet Halk Fırkası inşa edilmişti. Halk buraya kısaca Fırka binası diyordu. Halkevi/Fırka, bütün Bolu ovasına hakim ada vaziyetinde idi. Karacasu, Ilıcalar, Mudurnu, Düzce, Sünnice dağları, Gerede ciheti emsalsiz manzarası ile büyülüyor. İşte böylesine seçkin mevki, Reis-i Cumhur'un ikametine ayrılmıştı. Mebus Cevad Abbas Bey, hazırlıkları yerinde görmek, ilgili emirleri vermek için Ankara'dan tekrar Bolu'ya geldi (15 Temmuz 1934) Fırka'ya çıkıldı. Tezyin ve Karşılama Heyeti ile konuştu. Salonda yığılı halıları görünce, hayretini gizleyemedi. Tezyin Heyeti'nin bunların Reis-i Cumhur'un geçeceği yollara serileceğini söylemesi üzerine, Cevad Abbas; "Efendiler! Gâzi, böyle şeyleri sevmiyor. Gösterişten uzak kalınmasını istiyor", demek zorunda kaldı ve O'nun "Ben Saltanat heveslisi değilim. Halktan biriyim. Cumhuriyet adamı olarak karşılanmak isterim." sözlerini hatırlattı. Reis-i Cumhur Gâzi Mustafa Kemal Paşa 17 Temmuz 1934 de, Bolu Vilayeti sınırında karşılandı. Öğleye doğru, sıcak, açık bir havada Gerede'de muhteşem bir karşılama yapıldı. Sonra, Arkut dağının mor koyu yeşil denizi andıran çamlıktaki Ramazan Dede tepesine çıkıldı. Gerede ve ovası, Erzurum ve Sivas yaylalarını hatırlatan serinlikte, seyredildi. Vali ve Kaymakam'ın, Belediye Başkanı'nın izahları dinlendi. Mustafa Kemal'in hoşuna gitmiş olmalı ki, tepeye "Esen Tepe" denildi. Reis-i Cumhur ve beraberindekiler, son yılların en güzel yemeğini, Geredeli, Mengenli ve Bolulu aşçıların elinden yemişlerdi. Öğlenden sonra nefis manzarası ile insanı büyüleyen Reşadiye'ye hareket edildi. Gölün güneyindeki kasabada, köy halkı Mustafa Kemal'i yine candan karşılayarak, bağrına bastı. Reşadiye, eskiden Çağa ismini taşıyordu. Gölün, Mengen tarafındaki asıl yeri yangınla harap olduğu için, tarihi kasaba, şimdiki yerine taşınmıştı. Sultan Mehmed Reşad'ın adı, yeni yerleşme yerine verilmiş, bu nedenle Reşadiye diye anılmıştı. Reis-i Cumhur, "buraya Çağa denilsin" direktifini verdi. Diğerinden ayırmak için de Yeni çağa şekli kabul edilmiştir. Aynı gün, öğle ile ikindi arası kafile Bolu'ya vardı. Telefonla, Gazi'nin nerede bulunduğu öğreniliyor ve halka bilgi veriliyordu. Reis-i Cumhur, açık ve güneşli bir havada, Bolu'ya ilerlerken, harman vakti olmasına rağmen hemen bütün köyler, şehre dolmuş, kasabalılarla Karga ve Hisar tepeleri civarında büyük kalabalık teşkil etmişlerdi. Reis-i Cumhur, Bolu dışında yine resmen Vali Ali Rıza (Üner), Belediye Başkanı Baytar Reşad (Aker), Askeri Birlik Komutanı, subaylar, askerler, mülki erkanca karşılandı.O'nu istikbal edenler arasında milletvekilleri Hasan Cemil Çambel, Salah Cimcoz, Şükrü Gülez, Cemal Said Siren, Bolulu Tahir Hitit de göze çarpmakta idi. Ankara kafilesindekiler ; Recep Peker, Şükrü Kaya, Afet İnan, İsmail Hakkı Uzmay, Salih Omurtag, Cevad Abbas Gürer, korumalar ve yaverlerdi. Reis-i Cumhur, şimdi Anıtkabir Müzesi'ndeki otomobilden inmiş ve Bolu toprağına Hisar altında ilk adımını atmıştır. Spor kıyafetli idi. Gömlek yakası açıktı. Ön cebinde beyaz mendil vardı. Siyah kuşaklı fötrü ile halkı selamladı. Öğrencileri fark edince, Gazi: "İşte Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği bunlardır. Bu gençlere değer vermeli ve en iyi biçimde yetişmeleri sağlanmalıdır. Çünkü Cumhuriyet bunların omuzlarından yükselecektir" diyerek, yanındakilerin dikkatini çekti. Bolulular, aziz misafirini karşılarında görünce, hasret giderdiler, heyecan fırtınası dalga dalga yayılıyordu. Reis-i Cumhur hiç usanmadan fötrü ile halkı selamladı. Sonra, Fırka'ya çıkıldı. Kendisine tahsis edilen odaya doğru ilerlerken merdivende bir an durakladı. Ilıca, Karacasu taraflarına baktı. Recep Peker'e: "Bolu'yu Ankara'dan önce görmeliydim..." dedi. Bu söz, Bolulularca, sonraları değişik şekilde yorumlandı. "Yoksa, Gazi, Bolu'yu başkent yapamadığına mı hayıflanıyordu." Fırka'da, üst düzeyde ve halkın temsilcileri ile fikir alışverişinde bulunuldu. Gazi, Bolu'ya ve inkılaplara dair bazı sorular yöneltti. Akşam, Boluluların tertiplediği gece, öncekilerden farklı idi. Geleneksel Paşa pilavı, bazılarını hayrete düşürmüştü. Çankaya'daki sofra, burada, daha farklı ve insanı imrendirecek sıcak havadaydı. Behire (Bahire) Hanım ile Gazi arasında kısa sohbette verilen cevaplar son derece ilgi çekici idi. Gazi, sonunda Bahire'ye "senin adın bundan sonra BEDİZ olsun, Seninle, Türk kadınının temsilcisi olarak BMM'de çalışmak isterim." dedi. Bediz Hanım, önerildiği gibi kadın mebus olarak BMM'ne girdi. Soyadı olarak da, Morova'yı aldı (1935). 18 Temmuz 1934 günü, Ankara'dan Hariciye'nin ulaştırdığı, Kuşadası hadisesi, bir önceki gecenin neşesini kaçırmışa benziyordu. Zira, iki İngiliz subayının yaralanması, Türkiye ile siyasi gerginliğe sebep olabilirdi. Gazi, çevresinin üzüntüsünü hissedince, Cevad Abbas'ı yanına davetle "Türk askeri, kendisine düşen vazifeyi yapmıştır" cevabi telgrafın, Ankara'ya gönderilmesi talimatını verdi. Reis-i Cumhur'a Halkevi'nin hatıra defteri arz edildi. "Bolu Halkevinde bir gece kaldım. Bolu'nun güzelliğinden, halkın coşkun sevinçlerinden çok mütehassis oldum. 18. VII. 1934. Gazi Mustafa Kemal" cümlelerini mürekkep kalemi ile yazdı. Mustafa Kemal, yine Boluluların coşkun kalabalığı ile Düzce'ye uğurlandı. Bütün ileri gelenler, vilayet ve belediye yetkililerince Borazanlar, Paşa köyü, Berberler, Zincirlikuyu Ayrılık çeşmesine kadar, kafileyi takip ettiler.1935 yılında yayınlanan kutlama kitabında, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Bolu ziyareti ve bıraktığı izler şöyledir. Yıllarca bekledikten, yolunu gözledikten sonra Bolulular Atatürk'ü 17 Temmuz 1934 de aralarında gördüler. Bolulular böyle bir günü o kadar çok beklemişlerdi ki, daha Atatürk Gerede'den çıkmadan Bolu doğu tarafı Hisar'ın altı binlerce insanla dolmuştu. O'nu ilk görmek kıvancını kimse ötekine vermek istemiyordu.Nihayet geldi. Aramıza girdi. Doya doya gördük.Güzel Bolumuzu beğendi. İki gün içinde O'nu aramızda o kadar benimsemiştik ki gidişi ile Bolu bomboş gibi oldu. Bolu, O'nun Bolu'ya ayak bastığı günü, 17 Temmuz gününü, bayram günü olarak kabul etti. Her yıl 17 Temmuz sonsuz bir coşkunlukla kutlanıyor. Şimdi her yıl tekrarlanan bu büyük günde bütün Boluluların aradığı, hasretle gözlediği bir çehre var. Bir kere aralarında gördükleri büyük Türk'ü bir daha aralarında görmek." Bolu Urayı'nın yazısında da vurgulandığı gibi 17 Temmuz, Ata'nın Bolu topraklarına ayak basışı, bayram günü kabul edilmiştir. Her yıl aynı tarihte resmi törenle, 1934 yılının yıldönümü kutlanmaktadır. Şimdi, Türk ve dünya turizminin gözdesi Abant, 1935'den beri her yıl bayram şenliklerine sahne olmuştur. 1940'da Mahfel civarında, Hükümet ve Kışla'nın yanında, Düzce şosesi üzerinde heykeli ve park düzenlemesi yapılmıştır. Heykeltraş Nejat Sirel (1897 - 1959) Bursa'dan sonra, en görkemli anıtı, Bolulular'a kazandırmıştı. Bolu kültür hayatının mühim siması M. Karamanoğlu, 1934 yılı ile ilgili olarak "Gazi dolması" hikayesinden bahsetmektedir. Sene : 1934 Ebedi Şef Atatürk, Bolumuzu şereflendirmişti. Ne yazık ki, İzmir'de vurulan iki İngiliz subayı olayı, daha fazla kalmalarına mani olmuş, bizleri de hayli üzmüştü. Bolu - Adapazarı yolu berbat bir durumda, Vali ve Nafia Müdürü çukurları kum ve çakıllarla doldurtmakta. Yol çavuşları nezaretinde ekipler hummalı bir faaliyette. Bolumuz'dan ani olarak yola çıkan Atamız. Kendisi ile beraber hareket eden maiyetini ve göndermeye gidenleri bir hayli geride bırakmıştı.Yolun sonlarına doğru bir çavuşun nezaretinde amelelerin acele acele bir çukur doldurmaya çalıştıklarını görünce dururlar. Yol çavuşuna ne yaptığını sorarlar. Atası'nın daha birkaç gün Bolu'da kalacağını bilen yol çavuşu Mehmed Çavuş, yolcunun yüzüne bakmadan "Gazi dolması Efendim" der ve yine işine devam eder. Atatürk, "O da ne demek" diye sorunca; yolcunun yüzüne bakan ve Atası'nı karşısında gören Mehmed Çavuş safiyetle; "Paşam. Sizin çukurlarda sarsılmamanız için çukurları dolduruyoruz" der. Ata, o zamana kadar yetişen Vali'ye(Ali Rıza Üner) döner. Yol Çavuşu'nun taltifini; Nafı'a Müdürü'nün de iyi çalışmasını emreder. Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal, Bolu Dağı, Derbendi, Bakacak, Darıyeri, Kaynaşlı Üçköprü, Civat yolu ile Düzce'ye doğudan girdi. Bolu caddesinde, Bolu'daki gibi bitmeyecek heyecanla karşılandı. Fettah Bey tarlası mevkii geçildikten sonra bir çeşme önünde, otomobilden indi.Yine öğrencilerle ilgilendi. Kaymakam, Belediye Başkanı ve bazı ileri gelenlerle kısa sohbetten sonra Düzce'den ayrıldılar. Aziziye, Mergiç, Kapıcı, Çilimli Sapağı, Karaköy yolu ile ovanın batı ucunda, küçük bir tepe eteğindeki İbrahim Ağa köyüne gelindi. Halkın ısrarlı isteklerini kırmayarak, ikram edilen ayran içildi. Köylülerin candan yakınlığından etkilenen Reis-i Cumhur'un dinlendiği, su şırıltısını dinlediği çeşme de, Düzceli bir usta tarafından Meşrutiyetin ilanının bir hatırası olarak inşa edilmişti. Zaman kısıtlı olduğundan, kafile yine Cumayeri Sapağı Gümüşova/Kışla güzergahını takiple, Hendek'te Adapazarı, günümüz Sakarya ili sınırlarına girmişti. Reis-i Cumhur Kemal Atatürk'ün 10 Kasım 1938'de, İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda vefatı, bütün Bolu'ları kalben üzmüş ve vilayette matem havası hakim olmuştur. 18 Kasım ve 21 Kasım 1938'de, bu nedenle Bolu'da iki etkinlik göze çarpmaktadır. 18 Kasım 1938'de, Büyük Kurtarıcı K. Atatürk'ün ölümü acısı Bolu'da, ilçelerinde, bir haftadır, üzerinde durulan konu idi. Beşikten mezara kadar ki çizgide, genel bir yas hüküm sürüyordu. Herkes birbirine küskün gibi göz yaşı dökmekten ağızlarını bıçak açmıyordu. Kereste Fabrikaları, dükkanlar kapalı, radyolu yerler, Halkevleri halk ile dolu. Hep, radyonun yayını tek nefes halinde dinleniyordu. Pazara odun ve eşya satmak için gelen köylüler "buna ne dersin" diye gözleri yaşarıyordu. Cenaze törenine katılmak için CHP'den, belediyeden, halktan temsilciler seçildi. Ayrıca büyük bir anma mitingi de yapılacaktı. Herkes buna hazırlanıyordu. Devletin resmi yayın organı olan Ayın Tarihi'nde 20 Kasım 1938 günkü haberinde ise Bolu'daki etkinliklere temas edilerek, Büyük ve Ebedi Kurtarıcıya, Ankara'da yapılan cenaze merasimini radyoda gözyaşları arasında dinleyen Bolu Halkı, Halkevinde toplanarak verilen hitabeleri yine sonsuz gözyaşları içinde dinlemişlerdir. Binlerce köylü ve şehirli saat 14:00'de Cumhuriyet Meydanında toplandı. Halkevi Bandosunun çaldığı İstiklal Marşı ve matem havaları tazimle dinlendikten sonra halkın Ulu Ata'sı için hazırladığı çelenkler Anıt önüne konuldu. Üç öğretmen ve bir gencin, Atamız'ın ebedi varlığı ve hayatı ve eseri hakkında verdikleri heyecanlı söylevler hıçkırıklarla dinlendi. Hep bir ağızdan yolunda hayatlarını feda edecekleri namus ve şeref üzerine ant içtikten sonra, Abide'nin önünde başta bir albay olduğu halde asker, talebe ve bütün halk baş eğerek tazim ve gözyaşları ile geçerek, merasime nihayet verildi. Bolulular, Atasını hiç unutmadı. Her 17 Temmuz ve 10 Kasım'da O'nu hep andı.
  15. _asi_

    Bolu Coğrafi Yapısı

    COĞRAFYA COĞRAFİ KONUM Türkiye yüzölçümünün % 1,015'lik bölümünü kaplayan Bolu İli, 8.276 km² (827.600 Ha.) yüzölçümü ile Karadeniz Bölgesi’nin Batı Karadeniz bölümünde yer alır. İl arazisinin yaklaşık % 18’in tarım alanlar oluşturmaktadır. Orman alanları ise % 59’luk bir oran ile Türkiye ormanları içinde % 2,55’lik paya sahiptir. Çayır ve meraların kapladığı alan yaklaşık % 15’tir. Geriye kalan % 8 dolayında alan ise tarım dışı alanlardır. Ortalama rakım 1000 m., merkez ilçe rakımı ise 725 m. civarındadır. Matematiksel konum açısından 30 derece 32 dakika - 32 derece 36 dakika doğu boylamları ile 40 derece 06 dakika - 41 derece 01 dakika kuzey enlemleri arasındadır. Bolu İl Merkezine göre; Dörtdivan, Yeniçağa ve Gerede İlçeleri doğuda, Mengen kuzeydoğuda, Göynük ve Mudurnu İlçeleri güneybatıda, Seben ve Kıbrıscık İlçeleri ise güneyde yer almaktadır. Bolu’nun, batısında Düzce ve Sakarya, güneybatısında Bilecik ve Eskişehir, güneyinde Ankara, doğusunda Çankırı, kuzeyinde Zonguldak ve kuzey doğusunda Karabük İlleri yer alır. İl sınır uzunluğu 621,4 km.dir. İlimizin Merkez ve diğer İlçelerin yüzölçümleri km2 olarak aşağıdaki tabloda verilmiştir. Düzce’nin 584 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile (09.12.1999 tarih ve 23901 sayılı R.G.) il olarak ayrılmasıyla, Bolu’nun denizle bağlantısı kalmamıştır. İKLİM İlimiz iklim bakımından ağırlıklı olarak Karadeniz Bölgesi’nin etkisi altında bulunmakla birlikte, coğrafi konumu nedeni ile başka komşu bölgelerin özelliklerinden de etkilenmektedir. Bolu; Karadeniz, Marmara ve Orta Anadolu ikliminden etkilenmekte, bu durum tarımsal yapıyı çeşitlendiren farklılıklara yol açmaktadır. Yüzey biçimlerinin farklılığı, denizden uzaklık ve yüksekliklerin etkileriyle il bütününde değişik iklim türlerine ve mikroklima alanlarına rastlamak mümkündür. Mudurnu İlçesi’nin batısı ile Göynük İlçesi’nin büyük bir bölümü İç Anadolu iklim bölgesi içindedir. Yine Seben ve Kıbrısçık ilçelerinin güney bölümleri, İç Anadolu iklim bölgesine yakınlıkları nedeni ile farklılık gösterirler. Bolu’da genellikle Karadeniz kıyısında görülen ılıman iklimin, güneye doğru yükseltiler nedeni ile karasallaştığı görülmektedir. Bu geçiş özelliği, yörenin kıyı kesiminde serin yazlara, ılık kışlara ve mevsimlere oldukça eşit dağılan yağışlara yol açar. Güneye inildikçe yükselti artar ve yağışların dağılımı değişir. Yazlar kuraklaşır, daha sert iklim özellikleri belirir. İlimizin güneyinde yağışlar, kuzeye göre daha azdır. Yağışların Bolu’da % 60’ı, Mudurnu’da % 70’i, Seben’de % 56’sı, Göynük’te % 68’ i ilkbahar ve kış aylarında görülür. Kış aylarında yağışlar, Bolu, Mudurnu ve Göynük’te kar olarak, Seben’de yağmur olarak düşer. Gerede İlçesinde yağışlar genellikle yaz mevsiminin ilk ayında en yüksek değerine ulaşır. Kış aylarında ise yağış kar olarak düşer ve uzun süre kalır. Bolu ve çevresinde hakim rüzgar lodos dur. Seben’de ise, kuzeyindeki dağların kuzey rüzgarlarını tutması sonucunda, daha çok güney-güneybatı rüzgarlarının etkisi görülür. Denizlerden karaya doğru gelen hava kitlelerinin getirdiği bol nem ve sıcaklığın ılımlı oluşu nem açısından zenginliğe neden olmaktadır DAĞLAR Bolu il alanının yaklaşık yüzde 56’sı , rakımları 2.499 m’ye kadar çıkan dağlarla kaplıdır. Dağlar kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda sıralanan ve oluşumlarında Kuzey Anadolu fay kuşağı hareketinin etkisi bulunan ovalarla bölünmüştür. Bu kuşağın kuzeyinde doğudan batıya Göçeler dağı, Bolu dağları ve Elmacık dağı; güneyinde ise Köroğlu dağları, Köroğlu dağı, Abant dağları yer almaktadır. Yükseklikler kuzeyden güneye ve batıdan doğuya gidildikçe artmaktadır. Bazı arazi noktalarının rakımları metre olarak şöyledir: Göçeler dağında Naldöken tepe (1.912), Bolu dağlarında Çal tepe (1.893), Çeledoruğu tepe (1.981), Bolu’nun 10 km kuzeybatısında Menekşeli tepe (1577); Köroğlu dağlarında Köroğlu tepe 2.499, Resuldede tepe (2.223), Yellice tepe (2.098); Köroğlu dağında İsimsiz tepe (1.852); Abant gölü doğusunda Balıca doruğu (1.794), güneybatısında Sülük doruğu (1.767); Göynük doğusunda Kocaorman tepe (1.501), kuzeydoğusunda Akkavşak tepe (1.628), güneyinde Taşlıdoruk tepe (1.236); Mudurnu’nun güneydoğusunda Aydümen tepe (1.594). İl’in en düşük rakımlı noktaları yaklaşık 240m. ile Göynük’ün 30 km kadar güneyinde Çatak çayı , Mudurnu çayı vadileri içinde ve Kıbrıscık güneyinde bulunmaktadır. OVALAR VE PLATOLAR İl alanının yüzde 12’lik bir kısmı ovalarla kaplıdır. Ovaların toplam alanları 102.000 ha kadar olup, en genişleri 46.000 ha ile Bolu ovasıdır. Ovalar kuzeydoğudan güneybatıya doğru, dağlık araziyi bölecek şekilde uzanırlar. En doğuda Gerede-Dörtdivan ovası, batıya doğru Yeniçağa ve Bolu ovaları; Bolu ovasının güneybatısında Mudurnu ovası, onun da güneybatısında Himmetoğlu ovası bulunmaktadır. Bolu Ovası: İl’in en geniş ovasıdır. İl Merkezinin de burada kurulmuş olması, Bolu ovasının önemini arttırmaktadır. Rakımı 725 m., kuzeydoğu-güneybatı boyutu yaklaşık 32 km, kuzeybatı-güneydoğu boyutu 15 km kadardır. Kabaca dörtgen biçimlidir ve alanı yaklaşık 460 km2 kadardır. Güney kenarı Kuzey Anadolu fayı ile sınırlı olan ova, bu fayın etkisiyle oluşmuş ve oldukça kalın alüvyon birikintisi ile dolmuştur. Yine fayın etkisinden dolayı güney kenarda dağ yamacı oldukça yüksek eğimlidir. Ovanın kuzeyinde rakımı yaklaşık 2000 m.ye kadar çıkan Bolu dağları, güneyinde Köroğlu dağları bulunmaktadır. Kuzeydoğusu ve güneybatısındaki yükseltiler görece daha düşüktür ve topoğrafik anlamda birer boğaz niteliği taşırlar. İl Doğuda Ankara’ya, batıda İstanbul’a bu boğazlardan açılmaktadır. Ova bu boğazlardan rüzgar da almaktadır. Ova yüzeyi güneye doğru yüzde 1-2 arasında bir eğime sahiptir. Abant suyu ve Mudurnu suyunun birleşmesi ile oluşan Büyüksu deresi batıdan gelerek, ovanın bir kısmını güney kenarından geçmekte; daha sonra kuzeydoğuya yönelerek Gökçesu- Mengen yönünde ovadan çıkmaktadır. Ovanın yeraltı suyu rezervi ise 255 hm3 olarak belirlenmiştir. Bolu ovası İl’in batı komşusu olan Düzce’deki Düzce ovasına göre yüksek rakımı, karasal nitelikteki iklimi ve toprak özellikleri nedeniyle daha az verimli bir ovadır. Gerede-Dörtdivan Ovası: Ortalama rakımı 1.300 m olan hafif dalgalı bir düzlüktür.Ovanın doğu-batı uzunluğu 30 km, kuzey-güney uzunluğu 15 km olup; alanı 450 km2’yi bulmaktadır. Gerede tarafı daha çok Kuzey Anadolu fay kuşağının etkisi ve aşınma yoluyla; Dörtdivan tarafı ise aşınma düzlüğünün genç volkanik örtü ile örtülmesi onucu oluşmuştur. Dörtdivan tarafının toprağı volkanik tabandan dolayı mineralce daha zengindir. Ovanın çevresi yükseltilerle çevrili olmakla birlikte, kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda tam kapalı değildir. Rakımın yüksek, iklimin sert, toprağın düşük verimli olması gibi nedenlerden dolayı, tarımdan çok hayvancılığa elverişli olan ova sözü edilen nitelikleriyle daha çok bir yaylayı andırmaktadır. Ovada, Filyos havzasına ait, İl çıkışı yıllık akımı 300 hm3 olan Gerede çayı ve kolları ile, 32 hm3’lük yeraltı suyu rezervi bulunmaktadır. Yeniçağa Ovası: Yeniçağa ovası Kuzey Anadolu fay kuşağının etkisiyle oluşmuş bir çukurluğun, sonradan alüvyonlarla dolması sonucu oluşmuş küçük bir düzlüktür. Üçgen biçimli bu düzlüğün genişliği yaklaşık 25 km2 kadardır; bu alanın 2,6 km2’sini Yeniçağa gölü , buna yakın bir bölümünü de Yeniçağa gölünün oluşturduğu turbalık kapatmaktadır. Ovanın rakımı ortalama 1000 m. civarındadır. Ovada batıdan, doğudan ve kuzeybatıdan gelerek göle karışan küçük akarsular bulunmaktadır. Gölden Çağa deresi adıyla çıkan akarsu da kuzeye doğru akarak, Göksu yakınında Büyüksu deresine karışmaktadır. Ovada ayrıca 9 hm3 yeraltı suyu rezervi bulunduğu belirlenmiştir. Himmetoğlu Ovası: Göynük güneyinde Himmetoğlu köyü civarında yer alan ova, tortul arazi üzerinde aşınma sonucu oluşmuş, hafif dalgalı bir düzlüktür. Rakımı ortalama 600 m.dir. Doğu-batı boyutu yaklaşık 17 km, kuzey-güney boyutu ise yaklaşık 5 km’dir. Alanı ise yaklaşık 85 km2’dir. Çevresinde rakımları 1.000-1.500 m’ye kadar çıkan yükseltiler bulunmaktadır. Çatak çayı ve kolları ovayı kuzeyden güneye doğru katederler. Yeraltı suyu rezervi 29 hm3’tür. Ovanın sulanması için Çayköy göleti bulunmaktadır. Mudurnu Ovası: Mudurnu’nun hemen kuzeyinde hem oldukça küçük, hem de topoğrafik bakımdan tam da ova olarak nitelendirilecek kadar düzlük olmayan bir alan bulunmaktadır. Etrafı yükseltilerle çevrili olan bu küçük alan, akarsuların aşındırması sonucu, vadi genişlemeleri ile oluşmuş bir alandır ve küçük boyutlu bir yarı ova özelliği taşımaktadır. YAYLALAR: Bolu arazi yapısı, iklimi, su kaynakları ve doğal bitki örtüsü gibi özellikleriyle yayla zengini illerimizden biridir. Bolu yaylaları sayı bakımından fazlalığın yanında, doğal güzellik ve uygun iklim bakımından da, Türkiye’nin önde gelen yaylaları arasındadır. Sayının fazla olmasına karşın, genelde her bir yaylanın alan genişliği fazla değildir. Yaz aylarının sadece sağlıklı serinlik içinde geçmesi değil, fazla yağışlı olmaması da, Bolu yaylalarının kullanışlılığını artırmaktadır. Ulaşım olanakları genelde iyi durumdadır. Ayrıca çoğu yaylalar orman kenarı, kimileri de orman içi konuma sahiptir. Bütün bu olumlu özellikler, Bolu’yu yayla turizmi açısından önemli bir potansiyel bölge yapmaktadır. Aladağ Yaylaları: Bolu’nun 25 km güneyindeki Köroğlu dağları üzerinde, orman alanları arasında yer alırlar. Başlıcaları Değirmenözü , Sarıalan, Gölcük, Ardıçtepe ve Üstyaka yaylalarıdır. At Yaylası: Bolu ovası kuzeybatısında, Bolu dağlarının ovaya bakan yamaçları üzerinde, Merkez ilçeye yakın mesafedeki bir yayladır. Gerede Yaylaları: Gerede’nin güneyinde 1.200-1.500 m yüksekliklerde bulunan başlıca yaylalar Haşat, Zorpan ve Köroğlu dağlarının doğu kesimindeki Dörtdivan yaylalarıdır. Kıbrıscık Yaylaları: Köroğlu dağlarının güney yamaçlarındaki düzlükler üzerinde bulunan yaylalardır. Bunların en önemlileri Belen, Karaköy, Kökez, Bölücekkaya, Karadoğan ve 1.825 m yüksekte bulunan Devevira yaylalarıdır. Mengen Yaylaları: Mengen ilçesinin doğusunda yer alırlar. Başlıcaları Sarıklı, Soğucak, Mile, Sepetçiler, Çelebioğlu ve Çiftçatak yaylalarıdır. Mudurnu Yaylaları: Mudurnu ilçesinin kuzeyinde ve Abant gölünün güneyinde yer alırlar. Başlıcaları Dedeler, Alpagut, Dodurga ve Dağyolu yaylalarıdır. Göynük Yaylaları: 1.000-1.500 m arasında, dar bir şeritte sıralanan yaylaların en önemlileri Karabey ve Kaşıkçı yaylalarıdır. Seben Yaylaları: Kiraz dağı çevresinde toplanmış, ortalama 1400 m. yükseklikte olan bu yaylaların en önemlileri Gerenözü ve Kızık yaylalarıdır. Bunlardan Kızık yaylası, evlerinin değişik mimarisiyle dikkati çeker. AKARSULAR Bolu ilindeki akarsular küçük akarsulardır; tek başına nehir debisine ulaşan bir akarsu bulunmamaktadır. İl’deki akarsular iki havzaya aittir. Bunlardan biri Filyos havzası, diğeri ise Sakarya havzasıdır. Her iki havzanın suları Batı Karadeniz’e dökülmektedir. İl içindeki akarsu yüzeyleri toplamı 260,3 ha’dır. Bu rakamın 70 hektarlık kısmı Sakarya havzasına ait akarsulara, 95 hektarı Büyüksu çayına, 75 hektarı Gerede çayına, 20,3 hektarı da diğer yan derelere aittir. Filyos Havzasına Ait Başlıca Akarsular Filyos havzasının Bolu ili sınırları içindeki başlıca akarsuları Büyüksu, Mudurnu suyu ve Gerede çayıdır (Ulusu çayı). Büyüksu Çayı: Abant gölünden çıkar, sonra bazı küçük yan derelerle beslenerek Bolu ovasına girer. Bu akarsu Gökçesu yakınlarında Çağa deresi ve Mengen çayı ile birleşir ve kuzeye doğru akarak Devrek çayı adını alır ve Yedigöller’in 10 km kadar kuzeyinde il sınırını terk eder; ilerde Çaycuma güneyinde Filyos çayına karışır. İldeki yağış alanı 182 km2, ortalama yükseltisi 775 m’dir. En yüksek akım şubat aylarında 38 m3/sn, en düşük akım ise eylül aylarında 0,10 m3/sn’dir. Ortalama su seviyesi en yüksek şubatta (180 cm), en az eylülde (19 cm) olarak ölçülmüştür. Mudurnu Suyu: Mudurnu ilçe merkezinin 20 km kadar kuzeydoğusundaki dağlardan kaynaklanır; belirli bir kaynağı yoktur, küçük kaynaklardan ve yan derelerden beslenir. Aslında Bolu ovası girişinde Büyüksu’ya karışan bir koldur; ancak çevrilerek Gölköy barajına aktarılmıştır. Yağış alanı 124 km2, ortalama yükseltisi 745 m’dir. En yüksek akım nisanda 4,7 m3/sn, en düşük akım ağustosta 0,57 m3/sn’dir. Ortalama su seviyesi en yüksek nisanda 80 cm, en düşük ağustosta 27 cm ölçülmüştür. Gerede Çayı (Ulusu): Köroğlu dağlarının kuzey yamaçlarından doğar ve bu dağların eteklerinden kuzeydoğu-doğu yönlerinde akar. Belirli bir kaynağı yoktur. Köroğlu dağlarından inen yan derelerle beslenir. Adı önce Ulusu’dur, Gerede ovasına girdikten sonra ise Gerede çayı olarak değişir. Bu ovada kuzeydoğu-doğu yönünde akarak, İsmetpaşa tren istasyonunun 10 km kadar batısında Bolu il sınırını terk eder; Çankırı Kastamonu sınırında Filyos’un bir kolu olan Yenice ırmağına karışır. Sakarya Havzasına Ait Başlıca Akarsular İl sınırları içinde Sakarya havzasına ait başlıca akarsular da Mudurnu çayı, Aladağ çayı, Göynük çayı ve Çatak çayıdır. Mudurnu Çayı: Abant dağlarının güney yamaçlarından doğar, belirli bir kaynağı yoktur. Yan dereler ve küçük kaynakların birleşmesi ile meydana gelir. İlk çıkış alanının ormanlık olması, buralara düşen yağışların daha fazla oranda yeraltına sızmasını sağladığından, Mudurnu çayının suları fazla değildir. İlkbaharda düşen fazla yağışların ve eriyen kar sularının etkisiyle taşkınlar olabilmektedir. Bu akarsuyun akış yönü batıya doğrudur. Taşkesti yakınında Kuzey Anadolu fay kuşağına bağlı morfoloji etkisiyle büküntü yapar; bu yakınlarda Abant gölü batısından gelen Balatça çayı ile birleşir ve sonra batıya doğru Dokurcun yakınlarında il sınırını terk ederek, yine Kuzey Anadolu fayının oluşturduğu Dokurcun vadisi içinde Sakarya ili topraklarına girer. Aladağ Çayı: Köroğlu dağlarında Sarıalan yaylasından doğar; güneye doğru gittikçe irili ufaklı bir çok yan dere ile birleşir, sonra Yayla dere, Ulu dere ve Abdal dereleri ile birleşerek, il sınırı dışında Sakarya nehri üzerinde kurulu Sarıyar barajına dökülür. Aladağ çayı Seben ilçesi içinden geçen bir akarsudur. Göynük Çayı: Çubuk gölünden kaynaklanır, yan derelerle beslenir, batıya doğru akarak Göynük ilçe merkezinin içinden geçer; daha sonra İbrahimler deresi ve Hatip deresini de alarak, Göynük’ün yaklaşık 20 km. batısında il sınırını terk eder ve Sakarya ili topraklarında Sakarya nehrine karışır. Çatak Çayı: Göynük güneyinde Taşlıdoruk tepenin güney yamaçlarından doğan çok sayıda dere Himmetoğlu köyünün 5 km kadar güneydoğusunda birleşerek Çatak çayını oluşturur. Buradan güneye doğru 7-8 km kadar aktıktan sonra il sınırını terk eder; sınırdan sonra 7 km kadar güneyde Sakarya nehriyle birleşir. Yağışların düzensiz, yağış alanının kısmen ormansız, morfolojik yapının elverişsiz olması nedeniyle düzensiz rejimli bir akarsudur. En fazla akım nisan-mayıs, en düşük akım temmuz-ağustos aylarında görülür. GÖLLER Bolu ili doğal göl sayısı bakımından da zengin sayılan illerimizden biridir. Ancak sayıları 9’ u bulan doğal göller arasında, Yeniçağa gölü dışındakiler küçük göllerdir. Küçük olmalarına karşın, zengin doğa güzellikleri içinde bulunmaları, yerleşim yerlerine yakınlıkları ve ulaşım kolaylıkları Bolu’nun yaylaları gibi, göllerini de önemli doğal turistik değerler arasına katmaktadır. Yeniçağa Gölü: Yeniçağa ilçe merkezinin kuzey bitişiğindedir. Rakımı 989 m olan , oldukça sığ bir göldür. Alanı 260 ha’dır. Ancak yağış durumuna bağlı olarak mevsimsel değişiklikler görülür. Göl Kuzey Anadolu fay hareketinin oluşturduğu bir tektonik çöküntü içinde su birikmesiyle meydana gelmiştir. Çevresinde sazlık ve bataklıklar vardır. Gölün suyu Çağa deresiyle Mengen yakınında Büyüksu çayına boşalır. Abant Gölü: Bolu’nun 32 km güneybatısında, Abant dağları üzerinde, Kuzey Anadolu fay vadisi içinde ve bu fayın etkisiyle oluşmuş tektonik bir göldür. Rakımı 1325 m, alanı 128 hektardır. En derin yeri 17 m’dir. Bazı kaynaklarda bu rakam 45 m olarak verilmektedir. Yeraltı suyu ve yan derelerle beslenir. Abant suyu adıyla gölden çıkan akarsu Büyüksu çayının kaynağını oluşturur. Yedigöller: Bolu’nun 42 km kuzeyinde , gür ormanlar içinde yedi adet küçük gölden oluşan göller topluluğudur. Göllerden dördü, diğer üçüne göre daha büyük alanlar kapsamaktadır. Dördü sürekli su tutabilmekte, diğer üçünün suları ise yaz aylarında kurumakta veya çok azalmaktadır. Bu gölleri içine alan 550 hektarlık alan 1965 yılında Milli Park olarak koruma altına alınmıştır. Heyelan etkisiyle oluşmuş 7 gölün isimleri şöyledir: Büyükgöl, Seringöl, Deringöl, Nazlıgöl, Küçükgöl, İnegöl ve Sazlıgöl. Göller, aralarında 100 m. yükseklik farkı bulunan iki plato üzerinde yer alırlar. Bu platoların ortalama rakımı 780 m’dir. Göllerin en büyüğü olan Büyükgöl’ün alanı 22,5 dekar, en derin yeri 15 m’dir. Karamurat Gölü: Mudurnu’nun 30 km kuzeybatısında, Karamurat köyü yakınındadır. Etrafı yükseltilerle çevrili bir çanak içinde küçük bir göldür. Dipten kaynayan ve etraftaki yükseltilerden inen sularla beslenir. Karagöl: Kıbrıscık - Beypazarı yolu üzerinde, Bolu-Ankara il sınırı yakınında yer alan, 1 ha genişliğinde, küçük fakat oldukça derin bir heyelan gölüdür. Gerede Gölü: D-100 karayolunun güney kenarında, Gerede batı çıkışında ve şehir merkezine 2,5 km mesafede; doğu-batı boyutu 250 m., kuzey-güney boyutu 100 m olan bir göldür. Kuzey Anadolu fayı üzerinde oluşmuş küçük bir tektonik göldür. Sünnet Gölü: Orman içi dinlenme yeri özelliğine sahip bir göldür. Göynük’ün 27 km doğusunda yer alır. Rakımı 820 m, en derin yeri 22 m, alanı 18 ha olarak verilmektedir. Sülük Gölü: Göynük’ün 15 km kuzeydoğusunda, etrafı yeşilliklerle çevrili küçük bir göldür. Heyelan sonucu oluştuğu kabul edilmektedir. Çubuk Gölü: Göynük’ün 11 km kuzeyinde, Çubuk köyü yakınında, ilin küçük göllerinden biridir. 15 ha. genişliğindeki gölün en derin yeri 13 m’dir. Çubuk gölü de, ildeki çoğu küçük göller gibi, bir heyelan gölüdür. Gölün kuzey kenarında da Gölbaşı köyü bulunmaktadır. Gölköy Baraj Gölü: Bolu merkezine 8 km. uzaklıkta, Bolu Ovası’nı sulama amaçlı Gölün su toplama hacmi 24.000.000 m3, en derin yeri 20 m. kadardır. Su seviyesi yüksek iken barajın alanı 185 Ha. bulmaktadır. Gölcük Göleti: Bolu-Seben Karayolu üzerinde, Bolu merkezine 13 km. uzaklıktaki rekreasyon amaçlı Göletin yüzölçümü 45.000 m2’ dir. Aladağ Göleti: Bolu’nun 25 km. güneyinde Aladağlar’ın yüksek ve ormanlarla kaplı düzlüğünde, Aladağ çayı üzerinde bulunmaktadır. Rekreasyon amaçlı Göletin yüzölçümü 66.4 ha’ dır.
  16. _asi_

    Bolu Genel Bilgi

    Bolu Genel Bilgi Karadeniz Bölgesi'nin Batı Karadeniz Bölümü'nde yer alan Bolu, kuzeyde Karadeniz ve Zonguldak, doğuda Çankırı ve Ankara, güneyde yine Ankara ve Eskişehir, batıda Bilecik ve Sakarya illeri ile çevrilidir. Karadeniz ile İç Anadolu arasında, çok engebeli ve dağlık bir alanda yer alır. Yüzey şekillerini Batı Karadeniz Dağlarının uzantıları ile bu yükseltiler arasında kalan çukur bölgeler belirler. İl sınırları içerisinde, kıyıdan iç kesimlere doğru üç dağ sırası vardır. Bu dağlardaki en yüksek nokta Kızıltepe'dir (1.486 m.). İkinci sırayı oluşturan Bolu Dağları daha yüksektir. Yükseklik Çele Tepesi'nde 1.911 m.ye ulaşır. Üçüncü sıra dağı ise İlin güney ve doğusunu bütünüyle kaplayan, kuzeydoğu-güneybatı doğrultulu Köroğlu Dağlarıdır. Bunların en yüksek noktası Köroğlu tepesi'dir (2.499 m.). Bu dağlık alanda çok sayıda yayla bulunmaktadır. En önemlileri Bolu Dağlarındaki Mengen ve Bolu yaylaları, Köroğlu Dağlarındaki Gerede, Kıbrıscık, Seben, Mudurnu ve Göynük yaylalarıdır. İl sınırları içerisinde, Efteni, Filyos ve Sakarya olmak üzere üç su toplama havzası vardır. Efteni Havzası, Efteni Gölü'ne dökülen Aksu, Asar Suyu ve Uğur Suyu ile gölün sularını Karadeniz'e boşaltan Büyük Melen'i kapsar. Abant Gölü'nün ayağı olan Büyüksu (Bolu Suyu) ve Ulusu Filyos Havzası'nın sularıdır. Sakarya Havzası'nın ise başlıca suları Mudurnu Çayı, Aladağ Suyu ve Göynük Suyu'dur. Bolu'da bir çok da göl bulunmaktadır. Abant ve Efteni gölleri dışında, Çağla Gölü, Çubuk, Sünnet, Yedigöller, Karagöl ve Karamurat Gölü bu göllerden başlıcalarıdır.Ayrıca Mudurnu ve Büyüksu çayları üzerinde kurulmuş olan Gölköy Barajı ile, Küçük Melen Suyu üzerindeki Hasanlar Barajının oluşturduğu göller de önemlidir. İl alanının %9'u ovadır. Bu ovalardan en önemlisi ilin kuzeybatısındaki Düzce Ovasıdır.Ayrıca Bolu, Gerede, Himmetoğlu ve Mudurnu ovaları da önem taşımaktadır. Yüzölçümü 8.294 km2 olup, toplam nüfusu 270.654'dür. İstanbul ve Ankara'yı birbirine bağlayan karayolu üzerinde bulunuşu Bolu'nun sosyo-ekonomik yapısını olumlu yönde etkilemiştir. Bolu'nun ekonomisi tarım, ormancılık, hayvancılık ve turizme dayalıdır. tarımsal ürün olarak, baklagiller, sanayi bitkileri, buğday, arpa, mısır, fasulye, şeker pancarı, tütün, patates, fındık ve meyve üretilmektedir. Bitkisel üretimden sonra ormancılık önemli bir ekonomik güçtür. İl yüzölçümünün yarısını kaplayan ormanlarda karaçam, sarıçam, göknar ve kayın ağaçları çoğunluktadır. Ayrıca orman ürünlerini işleyen sanayi kuruluşları da bulunmaktadır. hayvancılık güneydeki dağlık kesimde yaygındır. Mera hayvancılığı yapılan ilde, en çok koyun, sığır, tiftik keçisi ve kıl keçisi beslenir. Kümes hayvancılığında da büyük bir gelişim yakın zamanlarda başlamış ve bir çok tavuk çiftlikleri kurulmuştur. Bolu Dağı'nın batı yamaçlarında arıcılık, ırmak ve göllerinde de balıkçılık yapılmaktadır. Alabalık ve sazan ön plandadır. Bolu topraklarında linyit kömür yatakları oldukça zengindir. Kalorisi yüksek olan Bolu linyitleri çeşitli kuruluşlar tarafından işletilmekte, kükürt oranının fazlalığı da sanayide kullanılmasına neden olmaktadır. Ayrıca kahverengi ve siyah desenli mermerler, alçı taşı üretimi de ihraç malzemesidir. Zengin bir turizm potansiyeline sahip olan Bolu'da Köroğlu Dağları'ndaki Kartalkaya, Sarıalan başlıca kayak ve dinlenme merkezleridir. Abant Gölü ve Yedigöller yörenin turistik bölgeleridir. Bu nedenle de Yedigölleri çevreleyen geniş bir alan ulusal park ilan edilmiştir. Büyük ve küçük kaplıca, Efteni, Babas, Bağlum, Sarot kaplıcaları ile Dernin Hamamı bölgedeki termal kaynaklarıdır. Bolu ve çevresinde bulunan Eski Çağ kültürlerinin izleri, mimari kalıntılar, heykeller ve çok sayıda lahit ile kitabeler ilin tarihi ile ilgili yeterli bilgiyi vermektedir. Buna göre; Bithynion ismi ile kurulan bir İlk Çağ kenti olarak kurulan Bolu'ya İmparator Cladius zamanında Onun isminden ötürü Cladiopolis denilmiştir. Eski Bolu'nun bugün Bolu Müzesinin bulunduğu tepe üstü alanda ya da, yöre halkının Eskihisar/Hisartepe dedikleri alanda yer aldığı kesinlik kazanamamıştır. Yöre, Lydia Krallığının sınırları içerisinde kalmış, Anadolu'yu işgal eden Persler Büyük İskender'in Anadolu'ya gelişine kadar buraya egemen olmuşlardır. Çevrede bulunan bazı kalıntılar Hititlerin de bu bölgeye kadar uzandıklarına işaret etmektedir. Bithynion’un, Bithynia krallarından I.Nikomedes (İÖ.280-260) ya da Ziaela (İÖ.260-228) döneminde kurulduğu sanılmaktadır. Bithynion’a yerleşen halk Bithynia’nın yerlisi değil, Yunanistan’da Arkadia bölgesindeki Mantineia kentinden gelme göçmenlerdir.Bithynia kralları kendilerinden önceki karia kralı Mausolos’un yaptığı gibi, kendi ülkelerini Hellenleştirme politikasını izlemişlerdir. Bithynhlerden sonra, yöre Romalıların egemenliğine geçmiştir. Strabon, Bithynia’nın iç kısımlarında, Tieion’un üst tarafında kurulmuş olup, sığırlar için en mükemmel otlak olan ve Salanites peynirinin yapıldığı Salona etrafındaki toprakları da içine alan Bithynion ve aynı zamanda Bithynia’nın merkezi olan (Bithynion) ve çok geniş ve verimli olduğu halde, yazın sağlık için hiç de iyi olmayan bir ova tarafından çevrili bulunan Askania gölünün kenarında kurulmuş Nikeia'nın yer aldığından söz etmektedir. Antik Bithynion, Batısında Kieros/Prusias ad Hypium, doğusunda ise Paphlagonia yolu üzerindeki Krateia yer almaktadır. MS.I. yüzyılda Bithynion ismi terk edildi. İmparator Claudius (41-54) kendi adına aynı yerde yeni bir şehir kurdurmuştur. Günümüze ulaşan kalıntılardan anlaşıldığına göre bu şehir Bithynion’un kalıntıları üzerinde kurulmuştur. MS.II.yüzyılda Claudiopolis kenti, en ince ayrıntısına kadar bir Roma kenti özelliğini yansıtmaktadır. Claudiopolis’in güneyinde Olympus Bithynicus, Ala Dağ eteğindeki sıcak su banyoları da Plinius ile Traianus arasındaki bir mektuba konu olmuş, bu kaplıcaların yapımında kullanılacak bir mimar istenmiştir. Roma İmparatoru Hadrianus (117-138) da bu kente özel ilgi göstermiş, Claudiopolis onun döneminde daha da gelişmiştir. Claudiopolis, Roma’nın dörtlü idare zamanında da önemini korumuştur. Nicomedia’nın doğu başkenti olarak seçilmesinin de bunda önemli rolü vardır. Diocletianus zamanında Hıristiyanlık Bithynia’da kalıcı bir suretle yayılmaya başlamış, Romalılar bu din taraftarlarına eziyette bulunmuştur. Buna rağmen paganizm Hristıyanlık karşısında tutunamamış, kısa zamanda Bithynia’nın bir çok yerine kiliseler yapılmıştır. Claudiopolis, Heracleia ve Prusias ad Hypium gibi merkezlerde de büyük kiliseler yapılmış, ancak bunların hiç biri günümüze kadar gelememiştir. Bolu’da belirgin bir Roma dönemi yapılarına rastlanmamaktadır. Kentin Osmanlılar döneminde kuruluşu sırasında, bunların büyük bir kısmının tahrip edildiği sanılmaktadır. Yalnızca, temel kazılarından rastlantı sonucu Roma dönemine ait mimari yapı kalıntıları ile çeşitli buluntular çıkmaktadır. Bolu, Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesinden sonra Bizans İmparatorluğunun payına düşmüşse de eski önemini bu devirden itibaren kaybetmiştir. VII.ve IX. yüzyıllar arasında Anadolu içinde batıya yönelen Araplar, sarp dağlardan ötürü buraya ulaşamamıştır. XII.yüzyılda Anadolu Selçukları, ardından İlhanlılar bütün bu yöreyi ele geçirmişlerdir. Orhan Gazi tarafından Bolu ve yöresi ele geçirilmiş, Sultan Yıldırım Beyazıt tarafından şehir imar edilmiş, hanlar, hamamlar, yollar ve camiler yapılmıştır. Timur'un Anadolu istilasından sonra Bolu yöresi, İsfendiyaroğullarının eline geçmiş, Sultan II.Murat zamanında da Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Osmanlı- Çandaroğlu, sonra İsfendiyarlılar zamanında, sık sık bu bölgede egemenlik mücadeleleri olmuştur. XVI.yüzyılda yaşamış ve Bolu Beyi'ne baş kaldırmış halk ozanı ve destan kahramanı Köroğlu da Bolu'da yaşamıştır. El-Ömerî ve İbn Batûta da Bolu ile ilgili bilgiler vermektedir. İngiliz Gezgin Richard Pococke, Bolu'ya gelmiş, şehrin kurulduğu yerin topografyasını anlattıktan sonra bazı bilgiler vermiştir. Şehrin kısmen bir tepenin batı ve güney yamaçlarında kurulu olduğunu belirttikten sonra tepede eski tarihlerden kalan duvar kalıntılarını, bir çok yazılı kaideyi gördüğünü belirtmiştir. Osmanlı döneminde Bolu, uzun süre önce Anadolu ve daha sonra da Kastamonu eyaletinin ilçe merkezi olmuştur. Yapılan idari düzenleme sonunda 1867'de Kastamonu'nun bir sancağı olmuş, II. Meşrutiyetten sonra Bolu-Viranşehir ismiyle yeniden sancak haline getirilmiştir. Milli Mücadele sırasında çeşitli ayaklanmalara sahne olmuş, Cumhuriyetin ilanından sonra da İl haline getirilmiştir. Bolu'da günümüze gelebilen eserler arasında, İl merkezinde Bithynion'a ait olduğu sanılan bir çok kalıntı ile karşılaşılmıştır. Ancak bunların üzerinde Osmanlı yerleşimi olduğundan yeterli bir araştırma yapılamamıştır. Rastlantı sonucu bulunan Antik Çağlara ait eserler Bolu Müzesi'ndedir. MS.130-138 arasında İmparator Hadrianus'un yaptırdığı Antionos Mabedi, Yıldırım Beyazıt'ın 1300'lerin sonlarına doğru yaptırdığı Yıldırım Beyazıt Külliyesi, Kadı Camisi (XVI.yüzyıl), Saraçhane Camisi (1750), İmaret Camisi ve Medresesi (XVI.yüzyıl), Karaköy Cuma Camisi (1562), Tabaklar Camisi (1897), Ilıca Camisi (1510-1511), Karaçayır Camisi (1571), Gölyüzü Türbesi, Aktaş Türbesi, Yozgat Kasım Dede Türbesi, Taşhan (1804), Tabaklar Hamamı (XVI.yüzyıl), Orta Hamam (1388), Sultan Hamamı (XVI.yüzyıl) İlin belli başlı tarihi yapılarıdır.
  17. _asi_

    Bartın Resimleri

  18. _asi_

    Bartın Güzelcehisar Lav Kayaları

    Güzelcehisar Lav Kayaları Tarih ve doğanın iç içe olduğu Güzelcehisar, Bartın'a 17 km uzaklıktadır. Güzelcehisar'ı 80 milyon yıllık "Lav Sütunları" daha da anlamlı hale getirmiştir. Lav sütunları şu şekilde gelişmektedir. Bugün bilinen Karadeniz dağ kuşağı, günümüzden 80 milyon yıl önce volkanların yer aldığı bir yay şeklinde idi. Bölge derin bir vaziyette Tetis Okyanusu ile kaplıydı. Anılan okyanus tabanının kuzey yönünde dalıp batması, her iki tabanın yerin derinliklerinde eriyip yüzeye çıkması sonucunda, Bulgaristan sınırında başlayıp Gürcistan'a kadar varan bir alanda, volkanlar serisine sebep olmuştur. Volkanlardan akan lavlar soğuyup kristalleşerek kaya haline dönüşürken, soğuma ve katılaşmanın doğal sonucu olarak büzülmüştür. İşte bu büzülme kayada gerilim yaratmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak çatlaklar meydana gelmiş ve bu çatlaklar giderek büyümüştür. Altıgen, beşgen ya da dörtgen biçimli bir yapıya dönüşen bu düzgün geometrik yapıya Lav Sütunu adı verilmektedir. Güzelcehisar lav sütunlarının çapları 50-100 cm olup, boyları 30 mt.nin üzerindedir. Kuzey İrlanda, İskoçya ve Kalifornia'da bulunan lav sütunları koruma altına alınarak doğal miras kabul edilmişlerdir. Türkiye'de Jeolojik Miras Envanteri Önerileri içersinde bulunan Güzelcehisar lav anıtları, dünyanın ender gelişmiş doğal oluşumlarındandır. Kalifornia'daki Devil's Postpile doğal anıtı her yıl dünyanın dört bir yanından gelen yüz binlerce turist tarafından ziyaret edilmektedir. Önümüzdeki yıllarda Güzelcehisar, iyi bir tanıtımla hem doğa kaşiflerinin, hem de güneş-kum-deniz turizmini sevenlerin ilgi odağı olacaktır.
  19. _asi_

    Cenova Armaları-Amasra

    Cenova Armaları-Amasra 13. Yy'da Cenovalıların Samastro, Sakız Adası, Foça, Galata, Samsun, Kefe ve daha birçok doğu kolonileri vardı. Cenovalılar (İtalyanlar) ele geçirdikleri kolonilerdeki kale duvarlarına kendi amblemlerini yerleştiriyorlardı. Bu düşüncenin amacı, yerel halka geçmişe ait her şeyin Cenevizliler tarafından yapıldığını anlatmaktır. Amasra kalesi de arma yönüyle geniş bir koleksiyonu yansıtır. 1261-1460 yılları arasında Samastro adıyla anılan Amasra'da hükümranlıklarını sürdüren Cenovalılar, bu dönemde Amasra yöneticilerinden Konsolosları Cenova'dan, memurları ise Pera'dan (Galata) atamışlardır. F.W.Hasluck'un tespitlerine göre Galata ve Kefe armalarında, Podesta ve Tatar Hanı blazonlarına yer verilirken, Amasra'da "Doc-Cenova-Konsolos" blazonlarını içeren taş armalara yer verilmiştir. Blazonlar, üç figürden oluşan bir settir. Bunlardan ortadaki genellikle Cenova şehrini sembolize eden "Haç"tan ibaret olup, bunun sağında Cenova'yı yöneten Doc'un aile amblemi, sol tarafında ise Amasra'da Cenova yönetiminin temsilciliğini yapan konsolosun aile arması yer alır. Bir Cenova Doc'u olan Simone Boccanegra'ya ait ve iki ayrı dönemi içeren [(1339-1344), (1361-1363)] Cenova arması ile birlikte iki blazonluk bir arma oluşturan taş içkalede olup, Amasra armalarının en eskisi olarak kabul edilir. Samastro armaları arasında Cenova'yı işgal eden Milano Dukası Visconti'nin yılanlı armaları ile ünlü D'auria ailesini temsil eden kartallı blazonlar da görülür. Bazı amblemlerde kazınma işlemi vardır. Bu durum F.W. Hasluck'un söylediği gibi "Türklük Duygusu"ndan değil; Cenova'nın Fransızlar tarafından 1393-1413 yılları arasındaki işgaline bir tepkiden kaynaklanmıştır. Armalarda, Cenova yönetiminde bulunan Adorno, Fregoso, Poggio Doc aile blazonları ile Amasra'da konsolosluk yapan Gazano, Luxardo, De Zoagli, De Montenegro, De Ghizolfi, Malaspina, Boccanegra, D'auria ailelerinin blazonları bulunmaktadır. Bunlardan Simone Boccanegro amblemi 1360'lı yılları işaret ettiği halde, diğerleri onbeşinci yüzyıldaki muhtelif tarihleri gösterir
  20. _asi_

    Gürcüoluk Mağarası

    Gürcüoluk Mağarası Gelişimini tamamlamış, ancak iç şekillenmesi devam eden Gürcüoluk Mağarası; görünümleri son derece güzel ve ilginç sarkıt, dikit, sütun, makarna sarkıtları, duvar ve perde damlataşları ile bezeli rengarenk bir dünyadır. Gürcüoluk Mağarası, Üçgen biçimli ve 3-4 M genişliğindeki ana girişten sonra yaklaşık 4-5 M yüksekliğinde ve 6x7 m boyutlarındaki ilk oda çevresinde toplanan 15 odadan oluşur. Gerek ulaşım kolaylığı ve doğal çevrenin güzelliği; gerekse renkleri gri, krem ve bej arasında değişen rengarenk damlataşlar ve fiziki özellikler; Mağarayı çekici kılmaktadır. Bartın'a 32 Km uzaklıkta ve Amasra ilçesi, Makaracı köyündedir. Mağaraya, Amasra-Çakraz karayolu güzergahında bulunan İnpiri veya Karakaçak köyü üzerinden ulaşmak mümkündür.
  21. _asi_

    Bartın Kuş Kayası Yol Anıtı

    Kuş Kayası Yol Anıtı Amasra - Bartın karayolu üzerinde, Amasra'ya 4 km uzaklıktaki Kuşkayası mevkisindedir.Roma İmparatoru T. Germanious Claudius zamanında Doğu Eyaletleri İnşa Ordusu Komutanlığı yaptıktan sonra yaşam boyu Bitinya -Pontus Valiliğine atanan Gaius Julius Aguilla tarafından M.S. 41-54 yıllarında yaptırılmıştır. Roma yol ağının bir parçası olan ve İmparatorun anısına yaptırılan bu anıt; yufka kabartma tekniğiyle kayalara oyulmuş Kral heykeli ve Roma Hakimiyet Kartalı ile birbirini tamamlayan iki kitabe, oturma sedirleri ve kaya nişlerini kapsamaktadır. Anıta ait , Kral Heykeli ve Hakimiyet Kartalı'nın başları tahrip olmuştur. Birisi kral figürünü çevreleyen Niş'in üstünde, diğeri kabartmalardan uzakta ve batıda bulunan birbirini tamamlayan kitabelerde; "Devletlerarası barışın ve dostluğun anısına, İmparator Germanious'un yüceliği için G.J.Aguilla dağı yardı ve bu dinlenme yerini kendi özel ödeneği ile yaptırdı" ifadeleri bulunmaktadır. Eni 5 m.yi bulan Roma karayolunun son izleri bu anıtın önünde, yüzyıllarca kullanımın aşınmışlığı ile görülürken, anıtın yapıldığı zaman yanında muhtemelen bir Anıtsal Çeşme'yi (Nymphaion) de kapsadığı, fakat zamanla bu çeşmenin yıkıldığı kalıntılardan anlaşılmaktadır. Ayrıca; Roma Dönemine ait, aynı mahiyette, fakat çok sade bir anıtın izleri de Amasra'ya hakim Savrankaya Tepesi'nde görülmektedir
  22. _asi_

    Bartın Irmağı

    Bartın Irmağı Bartın’ın en önemli akarsuyu, M.Ö.’ki yıllarda Parthenios adı ile anılan ve kente adını veren Bartın Irmağı’dır. Şehir merkezinde Gazhane Burnu’nda birleşen Kocaçay ve Kocanazçayının oluşturduğu ırmak, 15 Km. akarak Boğaz mevkisinde Karadeniz’e ulaşır. Kocanazçayı; güneyden doğup Kozcağız’ dan kuzeye doğru akarken, Kocaçay; Kastamonu’dan gelip Ulus’tan geçen Göksu ve Eldeş Çayları (Ulus Çayı) ile bunlara katılan derelerden oluşur. Arıt ve Mevren Derelerinden oluşan Kozlu Çayı ile birleşen Kışla Deresi, Akpınar ve Karaçay Dereleri Kocaçay’ı besleyen akarsulardır. Diğer önemli akarsuları; Kurucaşile topraklarında doğan ve Karadeniz’e ulaşan Kapısuyu ve Tekkeönü Dereleri ile Ulus-Uluyayla’yı sulayan Ovaçayı ve İnönü dereleridir. Bartın Irmağı; üzerinde 500 tonluk gemilerle Karadeniz’den kente kadar ulaşım yapılabilen en düzenli akarsudur. Akış hızı saatte 720 m. olup, denize her yıl 1.000.000.000 m3 su akıtmaktadır
  23. _asi_

    Bartın-Amasra Müzesi

    Bartın-Amasra Müzesi Sair-yazar Tahir KARAUĞUZ'un öncülüğünde Amasra'ya bir müze kurulması için uzun yıllar uğraşılmıştır. Nihayet 1955 yılında ilk müze kurularak, Belediye binasında bir küçük salonda faliyete geçmiştir. Müze 1969 da eski ilkokul binasına taşınmıştır. Ancak Amasra'ya yeni bir müze yapılması ihtiyacı doğmuştur. Bunun üzerine inşaasına 1884 'de Bolu Mutasarrıfı İsmail Kemal Bey tarafından başlatılan ancak yarım kalan Bahriye Mektebi 1975 yılında Bakanlığımızca satın alınarak 1976 'da onarımına başlanmıştır. 30/01/1982 tarihinde onarımı tamamlanarak ziyarete açılmıştır. Müze tek katlı olup, 2 'si Arkeolojik, 2 'si Etnografik olmak üzere 4 tane teşhir salonu bulunmaktadır. Eserlerin büyük bölümü Amasra ve yakın çevresinden derlenmiştir. 1 nolu Arkeolojik eser salonu : Bu salonda Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait küçük buluntular sergilenmektedir. Mezarlarda ele geçen pişmiş toprak ve cam koku ve gözyaşı şişeleri, altın ve bronz süs eşyaları, bronzdan heykelcikler, bizezikler, haçlar, kandiller ve kaplar sergilenmektedir. Bunların yanısıra Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı Dönemlerine ait altın, gümüş ve bronzdan sikkeler de teşhir edilmektedir. 2 nolu Arkeolojik eser salonu : Bu salon tamamen Roma Dönemi 'ne ait mermer heykellere ayrımıştır. 1 nolu Etnoğrafik eser salonu : Geç Osmanlı Dönemi 'ne ait küçük eserler sergilenmektedir. Bunlar arasında bakır mutfak kapları, yazım takımları, el yazması Kur'an -ı Kerimler, mühürler, şamdanlar, silahlar, yüzükler ve seramikler ile Amasra yöresine özgü ağaç çekiçilik sanatını yansıtan kaplar sergilenmektedir. 2 nolu Etnoğrafik eser salonu : Geç Osmanlı Dönemine ait yörenin giyim-kuşam zevkini yansıtan giysiler, gümüş süs eşyaları sergilenmektedir. Ayrıca Müzenin Bahçesinde Helenistik, Roma, Bizans, Ceneviz ve Osmanlı Dönemlerine ait taş eserler sergilenmektedir. Koridorda sergilenmekte olan Zırhlı İmparator Heykeli Müze kolleksiyonunda özel bir yere sahiptir. Salon Fotoğrafları Bahçe Fotoğrafları
  24. _asi_

    Bartın Ekonomisi

    BARTIN EKONOMİSİ 1 - TARIM İlin toplam yüzölçümü 214.300 ha olup bunun 74.408 ha (%35) alanında tarım yapılmaktadır. 98.578 ha’lık alan orman (% 46) , 15000 ha’lık alan çayır-mera (% 7) ve 26.314 ha’lık (% 12) alan ise yerleşim ve diğer alanlardır.Bartın İlinde sulamaya elverişli I., II., III. Sınıf tarım arazileri toplam 21.820 ha’dır. 8.011 hektar alan sulanmaktadır. Genel olarak polikültür tarımın yapıldığı Bartın’da gerek bitkisel üretim ve gerekse de hayvansal üretim noktasında ürün çeşitliliği vardır. Bartın'ın ılıman iklimi tarım için çok uygundur. Ancak tarım arazilerinin küçük parçalar halinde çok dağınık ve yer yer engebeli olması makineli tarım yapılmasını zorlaştırmakta, bu da tarımın yeterince gelişmesini engellemektedir. Yörede hakim ekonomik sektör olan kömür, tarımdan gelir elde etme düşüncesini arka plana itmiştir. Makineli tarımın yapılamayışı verimi düşürmekte ve maliyeti artırmaktadır. Bartın’da bitkisel üretim anlamında en çok yem bitkileri ve hububat üretimi yapılmakta olup, bunu meyve ve sebze üretimi takip etmektedir.Tarım arazilerinin dağılımında en fazla pay hububata ayrılmıştır. Hububat ekim alanlarında ise en yüksek payı % 48,2 ile buğday (28.890 ton) almaktadır. Bunu % 44,2 ile mısır (31.322 ton) ise takip etmektedir.Sebze üretimi daha çok öz tüketime yönelik yapılmaktadır. Son yıllarda örtü altı yetiştiriciliğin yaygınlaşması ile ticari anlamda yapılan üretim artmakta olup, en fazla yetiştiriciliği yapılan sebze türleri domates (6.322 ton), biber (1.502 ton) ve kara lahanadır (2.056 ton). Taban ve yamaç topraklardan oluşan küçük tarım alanları karakter ve iklim bakımından bahçe tarımına çok uygun olduğundan son dönemde. Tarım İl Müdürlüğü, İl Özel İdaresi, İl ve İlçe S.Y.D Vakıflarının destek ve işbirliği ile yürütülen seracılık hızla gelişmektedir. Bartın Meslek Yüksekokulu'nda Seracılık bölümünün de açılmış olması dikkate alındığında seracılık Bartın tarımı için çok önemli bir potansiyel oluşturmaktadır. İlde büyükbaş hayvan varlığı sayısı 71.082, küçükbaş hayvan sayısı 11.330 adettir. Yem bitkileri üretimindeki artışa paralel olacak şekilde ilin kültür ırkı hayvan varlığında bununla birlikte et ve süt üretiminde artış sağlanmıştır. İl genelinde süt veren inekler dikkate alındığında, verimleri yıllık olarak ortalama 860 kg/baştır. Kovan varlığı 21.699 adet olan ve bitki örtüsündeki ormangülünün varlığı nedeniyle üretimi yapılan bal acımsı bir tadda karakter kazanmakta yöreye özgü aroması ile diğer ballara nazaran değerli kılmaktadır. İlde açık su balıkçılığı yanında iç su balıkçılığı da yapılmakta olup 21.450 kg’ lık alabalık üretimi yapılmaktadır. İlde su ürünleri geliştirme projesi kapsamında olan 10 adet iç su kültür balıkçılığı işletmesi mevcut olup bunlardan beş adeti faal durumdadır. Bartın’da 158 adet gemi, 306 adet de gerçek kişi su ürünleri avcılık ruhsatına sahiptir.Son yıllarda Özel İdare ve S.Y.D. Vakıfları desteği ile süt inekçiliği ve koyunculuğun geliştirilmesine yönelik çalışılmalar artırılmıştır. 2 - SANAYİ Kalkınmada birinci derecede öncelikli iller arasında yer alan Bartın, sanayileşmesini henüz tamamlayamamıştır. İstihdamın taş kömürü kurumunun Amasra ve Zonguldak kömür ocaklarında yoğunlaşması diğer kollardaki sanayileşmenin uzun süre geri palanda kalmasına yol açmıştır. Taşkömürü müessesinin yanısıra Bartın Çimento fabrikası ve ORÜS Orman İşletmesi ile kamunun başlattığı sanayileşme süreci Bartın'ın il olmasından sonra özel sektör yatırımları ile devam etmiştir. Çimento fabrikasının 1995, ORÜS bünyesindeki iki fabrikanın da 1996 ve 1997 yıllarında özelleştirilmesinden sonra Bartın sanayi TTK dışında tümü ile özel sektör kimliğine bürünmüştür. Ancak özel sektör yatırımları istihdam ve kapasite açısından orta ve küçük ölçekli işletmeler olup, sanayideki işgücünün ancak yarısını istihdam edebilmektedir. İşgücünün geri kalan yarısı halen TTK bünyesinde çalışmaktadır. Coğrafi konumu, ulaşım, özellikle deniz ulaşımı, pazara yakınlık, nüfus, nitelikli insan gücü, enerji altyapısı ve hatta tasarruf yönünden sanayileşme için yeterli potansiyel bulunmasına rağmen özel girişimcileri sanayi alanına istenilen düzeyde çekemeyişin en önde gelen sebebi altyapısı hazır sanayi arsalarının bulunmayışı olmuştur. Bu eksikliğin giderilebilmesi için organize sanayi bölgesi tesis edilmiş ve mevcut talebi karşılamaya yetersiz olacağı dikkate alınarak ayrıca il özel idaresince özel bir sanayi alanı da ihtas edilmiştir. İkinci sanayi sitesi için girişimlere başlanmıştır. Kalkınmada 1.Derecede Öncelikli İller arasında bulunmasından dolayı ilimizde yapılacak teşvik belgesine bağlanmış yatırımlar için, Gümrük Vergisi ve Toplu Konut Fonu istisnası, Yatırım İndirimi, KDV istisnası, Vergi, Resim ve Harç İstisnası ve Kredi Tahsisi gibi teşvik tedbirleri mevcuttur. Ayrıca, 6 Şubat 2004 tarih ve 25365 Sayılı R.G.’de yayımlanan 5084 sayılı “Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” kapsamındaki iller arasında yer almış ve bu Kanunla da yatırımcılar, Gelir Vergisi Stopajı, Sigorta Primi İşveren Payı, Enerji Desteği ve Bedelsiz Yatırım Yeri Tahsisi gibi teşvik unsurlarıyla desteklenmektedir. 3 - TİCARET Günümüzde ticari faaliyet başta il merkezi olmak üzere, ilçeler ve beldelerde yoğunlaşmıştır. Haftanın belirli günlerinde kurulan semt pazarlarında sebze, meyve, hayvansal ürünler ile diğer temel gıda maddeleri üreticileri eliyle doğrudan pazarlanmaktadır. Bartın il merkezinde Salı ve Cuma günleri kurulan ve tüm satıcılarının kadın üreticilerden oluştuğu ve Galla Bazarı adıyla bilinen hafta pazarları satışa sunulan gıda maddelerinin tazeliği ve nefaseti ile haklı bir üne kavuşmuştur. Kurucaşile ilçesindeki tersanelerde yapılan yat ve ahşap tekneler yurt içi ve dış ülkelere gururla pazarlanan Bartın'a özgü ürünlerdir. Bartın'dan diğer illere tarımsal ve hayvansal ürünler ile sanayi ürünleri pazarlanmaktadır. Bunlar arasında taze fasulye, biber, domates. salatalık, her türlü yeşil sebze, çilek, fındık, büyük miktarda kestane, canlı hayvan, et ve süt ürünleri, yumurta ile ilde kurulu sanayi tesislerinde üretilen çimento, kireç, tuğla, kiremit, vitrifiye, konserve ve tekstil ürünleri ile kömür önemli yer tutar. İnşaat malzemeleri içersinde ateş tuğlası, pres tuğla, dekoratif tuğla, döşeme ve şömine tuğlaları, renkli beton kiremit ürünleri tüm Türkiye'ye ve dış ülkelere pazarlanmaktadır. 4 - MADENCİLİK Bartın ve çevresi 1. ve 2. jeolojik devirlere ait kalker karbon araziden oluşmaktadır. Bölgenin sahil kesiminde Tarlaağzı, Amasra, Kurucaşile ve Arıt yöreleri geniş kömür damarlarıyla kaplıdır. M.T.A. tarafından yapılan tespitlere göre yörede kuvarsit, şiferton, yapı taşları, dolomit, marna alçıtaşı, kil yatakları, volkonik taş ve inşaat kumları çeşidinden zengin maden yatakları vardır. Ancak T.T.K. kurumu tarafından işletilen kömür yataklarının dışında diger maden kaynaklarından yeterince yararlanılmamaktadır. Bu maddeler asitik reflekter, kiremit, tuğla ve çimento sanayinin hammade ve katkı maddelerini oluşturmakta ve yöre özgün tuğla sanayiinin kalitesinin yüksek olmasını sağlamaktadır. Ulus yöresindeki oldukça sert ve değişik renkteki mermer yatakları önemli bir potansiyel içermektedir.
  25. _asi_

    Bartın Geleneksel El Sanatları

    BARTIN'DA GELENEKSEL EL SANATLARI Telkırma 17.yy’dan günümüze ulaşan el emeği Telkırma; yüzyılların çok değerli desenlerini gümüş pırıltılı ışıklarla yansıtan nadir el sanatlarımızdandır. Dokuma siyah veya beyaz tül üzerine gümüş tel işleme olarak yapılmakta; adını işleme sırasında kullanılan gümüş telin El ile kırılarak koparılmasından almaktadır. Geçmişte daha çok çarşaf, yatak örtüsü, yastık örtüsü, kırlent, karyola eteği, bohça, çeşitli boyda örtüler vb. ürünler üzerinde kullanıldığı bilinmektedir. Günümüzde ise bu tekniği; oda takımlarında, yatak takımlarında, yemek ve çay takımlarında, dış giyim ve giyim aksesuar ürünlerinde uygulamak mümkündür. Özellikle her türlü balolarda ve özel günlerde kullanılan şal ve giyim aksesuarları ilgi çekmekte ve Uluslararası alıcıları bulunmaktadır. •Oda takımlarında; masa örtüleri, panolar, kırlentler, çeşitli büyüklükte örtüler, tuvalet takımı örtüleri, abajurlar, kutular vb. ürünler, •Yatak takımlarında; yatak örtüsü, kırlent, bohça vb. ürünler, •Yemek ve çay takımlarında; tepsi örtüleri, amerikan servisleri vb. ürünler, •Dış giyimde; fantezi elbiseler, bluz, pantolon vb. kıyafetler, •Giyim aksesuarlarında; çanta, gözlük kılıfı, kemer, eşarp, fular, şal, etol, şapka, mendil, vb. ürünler, •Duvar aksesuarlarında; portre, çiçek vb motifli tablolar, Bartın’da yaygın olarak üretilen ürünlerdir. Yüzyılların karakteristik desenlerinin işlendiği Telkırmalar; Bartın işi olarak da bilinir. Ülkemizde sadece Bartın’da üretilirken, son yıllarda bazı illerimizde de üretildiği görülen Telkırma’nın “Coğrafi İşaret” tescil işlemleri sonuçlanmak üzeredir. El İşlemeleri Bartın halkının yerli zevkini ve yaratıcı gücünü, 17. yy’dan günümüze önemini oldukça yitirerek de olsa ulaşabilen el işlemelerinde bulmak mümkündür. Eskiden ev eşyası, giyim ve aksesuar olarak işlenen el işlemeleri; desenlerine göre isimler alır, kenarları da Bartın işi kenarsuyu ile süslenirdi. Bugün de mihraplı, yıldız, bağ yaprağı, karanfil, lale, gül, kaymak tabağı, değirmen taşı, sarhoş sokağı, kilim ve halı deseni gibi karakteristik desenlerin Gergef adı verilen tezgahlarda veya kasnakta yapılan işlemeleri görmek olasıdır. Giyim ve aksesuarlar: Uskufa ve Kutnu yelek üzerine yapılan işlemeler, yazma, şal, gece çantası ve fantezi giyimler. Ev eşyası: Ev eşyası olarak yapılan işlemelerin başlıcaları; yatak, yastık, çarşaf, bohça, peşkir (Havlu), karyola eteği ve sofra takımlarıdır Yazmacılık Yazma, Bayanların başörtüsü olarak kullandıkları desenlendirilmiş kumaşlardır. Yazmacılıkta genellikle pamuklu kumaşlar kullanılır. Desenleme işlemi, ya el ile kağıt üzerine çizilen motiflerin kumaş üzerine doğrudan kopyalanarak veya önceden yine el ile motiflerin üzerine çizildiği tahta kalıpların kumaşa uygulanmasıyla yapılır. Bu sanatın teknik özelliği ince kalemle başlanıp sonra kalıba çevrilmesidir. Yazmacılıkta üç ana teknik kullanılmakta, Yazmalar da bu isimlerle anılmaktadır. Bunlar; “Kalem işi”, “Kalıp kalem işi” ve “Kalıp işi”dir. En makbul yazmalar birer sanat eseri diyebileceğimiz "Kalem işi" yazmalardır. Bu tür yazmalar günümüzde artık hiç yapılmadığı gibi eski örneklerine de ender rastlanmaktadır. Bartın'da Yazmacılık, 1890 yılında Trabzon'dan gelen Dursun DEDE tarafından başlatılmıştır. O yıllarda köy nüfusunun yoğunluğu nedeniyle Yazmacılığın uzun yıllar rağbet görmesi, bölgeye çeşitli ustaların gelmesini sağlamış ve günümüze kadar taşınmıştır. Bu sanatı Trabzon’da yaşayan bir Ermeni’den öğrenen Dursun DEDE bu işi on yıl kadar sürdürmüş ve yaşlılığı nedeniyle bırakmıştır. Daha sonra İstanbul'dan gelen KİRKOR usta ve David usta ile Sayın Ersöz Bartın'da yazmacılıkla uğraşan ve gelişmesini sağlayan ustalardır. Sayın ERSÖZ; 1946 yılında Bartın’a gelen David Ustanın 3 yıl çıraklığını yapmıştır. Bu sanatın Bartın'daki son temsilcisidir. 23 yıl ağaç baskı, 3 yıl da serigrafi baskı tekniği İle yazmacılık sanatının Bartın' da son temsilcisi olmuştur. 1966 yılında İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okuluna Baskı Teknikleri konusunda seminerler vermesi İçin davet edilmiş, bilgi ve birikimini sanatçı adaylarına aktarmıştır. Dokumacılık Bartın’da makine işçiliğinin yayılmasından sonra eski önemini yitiren ve kaybolmaya yüz tutmuş diğer sanatlardan biriside dokumacılıktır. Bugün Kumluca, Kozcağız ve Kurucaşile’nin kırsal kesimlerinde sürdürülmekte, etnografik değerleri olan ve yöreden temin edilen eski dokuma el işleri de Amasra Müzesinde sergilenmektedir. Ağaç Oyma- Süsleme İşleri (Çekicilik) Tarihi, 17.yy’a dayanan ağaç oymacılığı, bugün Amasra ve köylerinde sürdürülmektedir. Amasra’da Çekiciler Sokağı’nda Ihlamur, Şimşir, Dişbudak, Ceviz, Kiraz ve Kızılağaç gibi ağaçlar kullanılarak yapılan hayvanlar, çerez takımları, isimlik, anahtarlık, resimlik, leylek gibi kuş figürleri, Ayetler ve güzel sözler yazılı levhalar ile kaşağı gibi eşyalar satılmaktadır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Amasra halkının dağlardan kestikleri Şimşir ve Ihlamur ağaçlarından yaptıkları oyma-işleme ağaç eşyaları satarak geçimlerini sürdürdüklerini yazmaktadır. Ayrıca, Osmanlılar ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde mısır koçanı yaprakları kullanılarak örülen zincir, hasır şapka ve patik örmeciliği, günümüzde çok az da olsa görülmektedir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.