Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Adıyaman Dikili Taşları

    Karakuş Tepesi’ndeki Dikili Taşlar (Kahta) Cendere Köprüsü’nün yanına Karakuş Tepesi’ndeki yuvarlak sütunlar köprünün yerini belli etmek amacı ile dikilmiştir. Günümüze bu sütunlardan yalnızca kuzey girişindeki iki, güney girişinde de bir tek sütun gelebilmiştir. Yuvarlak yontma taşların üst üste konulmasından oluşan bu sütunlar 10 metre yüksekliğinde ve 2 metre çapındadır. Köprünün ilk yapılışında burada 4 sütun olduğu, Kommegena Kralının dört oğlundan biri öldüğünde bu sütunlardan birinin yıktırıldığı söylenmektedir. Bir başka iddiaya göre de Semtimus Severius (MS.192-211) Samsat’ta karargah kuran XVI.Roma lejyonu tarafından korinth başlıklı bu sütunlar yaptırılmıştır. Septimus Severius karısı Julia Domna, oğulları Caracalla ve Geta'ya bu sütunları adamış, daha sonra Caracalla İmparator olunca Geta adına diktirilen sütun yıktırılmıştır. Sesönk Dikilitaşı (Besni) Besni İlçesinin 33 km. güneydoğusundaki Kızıldağ üzerinde Kommegene Kralı II.Mithridates tarafından yaptırılan anıt mezar, 10 metre yüksekliğinde 3 çift sütun ile çevrelenmiştir. Bu sütunlar üzerinde kadın, erkek ve aslan kabartmaları bulunmaktadır. Karakuş Tümülüsü Dikilitaşları (Kadınlar Anıt Mezarı) (Kahta) Nemrut Dağı Milli parkı’nın güneybatısında bulunan Karakuş Tümülüsünü Kommegene Kralı II. Mithridates annesi İsas adına yaptırmıştır. Bu anıt mezar 21 metre yüksekliğinde taşların yığılması ile oluşturulmuştur. Bu anıt mezar MÖ.I.yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir. Tümülüsün kuzey, güney ve doğusunda 9 metre yüksekliğinde 4 sütun bulunmaktadır. Bu sütunların üzerine aslan, boğa ve kartal heykelleri yerleştirilmiştir. Bu tümülüs aynı zamanda Nemrut Dağı, Milli Park Koruma Alanı’nın giriş noktasıdır.
  2. _asi_

    Adıyaman mutfağı

    BASALLA..... Malzemeler: Bir kilogram kemikli kuzu kuşbaşı, 2 su bardağı ince köftelik bulgur, 1 su bardağı nohut, 1 yemek kaşığı biber salçası, 1 adet kuru soğan, 1 adet yumurta, 3 yemek kaşığı un, 3 yemek kaşığı nar ekşisi, 1 yemek kaşığı nane, 1 tatlı kaşığı pul biber, 1 tatlı kaşığı karabiber, 1 tatlı kaşığı tuz. Yapılışı: Bir bardak suyla bulguru ıslatın, on dakika bekletip yoğurun. Bulgur yumuşayınca un, yumurta, pul biber ve tuz ekleyin. Elinizi arada suya batırarak yumuşak bir bulgur hamuru tutun. Hamurdan, nohuttan büyük parçalar koparıp fıstık şekli verin. Tüm bulgurlu hamuru aynı şekilde yapıp, bir kenarda bekletin. Tencereye tereyağı, tavla zarı formunda doğranmış soğanı ve eti koyun. Et suyunu bırakıp çekene kadar kavurun. Nohut, biber salçası, pul biber, nane, karabiber, tuz ve sekiz bardak su koyup, kısık ateşte 50 dakika pişirin. Kaynayan yemeğe nar ekşisi ve köfteleri atın. Yemeğin suyu azalmışsa sıcak su ilave edebilirsiniz. 20 dakika pişirdikten sonra da sıcak servis yapın. BURMA TATLISI... 1 kg. baklava unu 750 gr. Antepfıstığı 500 gr. tereyağı 35 gr. nişasta 3 kg. şeker Un hamur yapılıp 25 yumak halinde ayrılır, yumaklar yufka şeklinde açılır. Yufkalar tepsiye her yufka arasına fıstık serpilerek yerleştirilir. Tepside dilimlenir, üzerine yağ dökülerek fırına konur. Piştikten sonra üzerine şerbeti dökülür. Servis yapılır. ADIYAMAN TAVASI.... 1.5 kg. koyun eti kuşbaşı 250 gr. çekilmiş kuyruk yağı 5 kg. domates 1.5 kg. patlıcan 250 gr. yeşil biber 100 gr. sarımsak Yeteri kadar tuz Domates ve patlıcanların kabuğu soyulur ve kuşbaşı doğranır. Tavaya doğranmış et konur, soyulmuş sarımsak etin üzerine serpilir, üzerine yeşil biber ve kuyruk yağı dizilir ve üzerine doğranmış patlıcanlar yerleştirilir, en üste domatesler konur ve fırına verilir. Piştikten sonra servis yapılır. KARIŞTIRMALI ADIYAMAN PİLAVI.... 1.5 kg. bulgur 500 gr. tereyağı 2 kg. doğranmış et (kavurma et) 100 gr. Salça 100 gr. Pul biber 50 gr. baharat yeteri kadar tuz Et kavrulur, bir tencereye alınarak üzerine salça dökülür, biber ve baharat üzerine 1.5 litre su ilave edilir. Kaynadıktan sonra bulgur eklenerek bir miktar kaynatılıp suyu çekildikten sonra servis yapılır. MEYİR ÇORBASI.... 250 gr. dövülmüş buğday 100 gr. nohut 500 gr. ayran tuz Ayran tencereye konur, dövülmüş buğday ve nohut yıkandıktan sonra ayranın içine başaltılır. Kaynayan çorba sürekli karıştırılır. Belli bir kıvama geldikten sonra ateşten indirilip soğumaya bırakılır Adıyaman’ın eski evlerine baktığımız zaman ocağın yaz aylarında kullanmak için evin dışında, kış aylarında kullanmak için evin içinde maskanda (mutfakta) bulunduğunu görürüz. Ocak taş ve topraktan yapılıp çarpı ile çarpılanır, ters “U” şeklindedir. Günümüzdeki şömineleri andırmaktadır. Ocağın bulunduğu, yemek yapmak ve yemek yapmak için kullanılan araç ve gereçleri muhafaza etmek amacıyla eskiden evin dışında evden ayrı bir bölüm olarak, günümüzde ise evin içinde, evle bütünleşmiş olarak gördüğümüz yerlere mutfak (Maskan) denilmektedir. Adıyaman’da mutfak sadece yemek yapmak ve yemek yapmak için kullanılan araç ve gereçleri saklamak amacıyla kullanılmaktadır. Eskiden ve kimi evlerde günümüzde yemek yapımında kullanılan araç ve gereçleri şu şekilde sıralamak mümkündür. Kazan, Guşkana (kazanın küçüğü), kuzu kazanı. Tavalar: Pilav tavası, yağ tavası, saplı tas Tabaklar: Lenger, kapaklı sahan, kapaklı tas, çırtikli tabak İçecek için ve içecek yapımında kullanılan malzemeler: Sitil, sülahi (sürahi), su tuluğu, güğüm, ırbık, cezve, çaydanlık (demlik), su tası Diğer malzemeler: çömçe (kepçe), delikli kaşık, kaşık, satır, bıçak, küpler, küpecikler. Yiyecek ve içeceklerin ve bunların yapımında kullanılan malzemelerin saklandığı yer olan maskanın iç düzeni şu şekildedir: Buğday, bulgur, sümüt (simit) çuvallarda baş köşede yer alırken küpler seki denilen yerlerde bulunurlar. Kış için kurutulmuş sebzeler bez torbaların içerisinde nem almayan bir yerde saklanırlar. Günümüzde mutfağın tamamıyla modemleştiğini, yiyecek ve malzemelerinin saklanması için ayrıca kilerlerin (zarha odası) yapıldığını, kimi evlerde mutfakta yemek yendiğini görmek mümkündür. Ancak Adıyaman’ın eski evlerinde (toprak evlerde) yaşamlarını sürdüren ailelerin evlerinde mutfak eski şekli ile muhafaza edilmektedir. Zamanla mutfağın yeri ve kullanım şeklinde görülen değişikliklere yemeklerde çok az rastlanılmaktadır. Adıyaman yemeklerine genel bir göz attığımızda şu özellikleri tespit edebilmekteyiz. Adıyaman’ın tüm yemekleri hemen hemen elle yapılmakta zeytinyağlı yemeklere rastlamak mümkün olmamaktadır. Birçok yemeğin zaman alan, ince uğraş isteyen yemekler olması ayrı bir özellik. Bunların içerisinde içi kıymalı, ekşi köfte, kaburga v.s, saymak mümkündür. Bulgur ve sümüt (simit)ten yapılan yiyeceklerin fazlalığı dikkat çekmektedir. Buğday ve türevleri Güneydoğu Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Adıyaman’da da yemeklerde kullanım bakımından ilk sırayı almaktadır. Sümütten yapılan köfte çeşitleri Adıyaman mutfağına büyük bir zenginlik katmaktadır. Buğdaydan değişik uygulama ile elde edilen yarma, döğme gibi malzemelerin kullanımı ile farklı yemekler oluşturulmuştur. Örneğin Dolmalı Köfte genellikle yarmadan yapılmaktadır. Tarhana döğmeden yapılmaktadır. Yabani otların kavrulması ile elde edilen yemekler ve bu otların kullanımı ile yapılan hıtaplar ayrı bir yer almaktadır mutfakta. Adıyaman’da yemek yapımında kullanılan malzemelerin (yağ, bulgur, sümüt, pirinç, kuru fasulye, nohut, mercimek v.s.) önceden toptan alınıp depo edildiği görülmektedir. Bu tür malzemeler alınırken “Pişgel” (İyi pişiyor olmasına) dikkat edilir. Kurutmalıkların hazırlanmasına ayrı bir önem verilir çünkü kış dolması kurutmalıklarla yapılır. Yemek Türleri Adıyaman’da yemek, kullanılan malzemeye, amaca ve yapılış biçimine göre türlere ayrılmaktadır. Çorbalar Gara Şora: Dövme, kara mercimek (bütün mercimek), nohut, kuru fasulye ile pişirilen çorbanın yağı, kuru soğan ve bir miktar salça ile yakılır. Malhıta: Yarma ve kırmızı mercimek ile yapılan çorbanın yağı salça ve tuz ile kavrulduktan sonra yakılır. Davutpaşa Çorbası: Kuşbaşı et, pirinç ve yoğurtla hazırlanan çorba piştikten sonra yağ, domates salçası ve nane ile yağı hazırlanır ve üzerine dökülür. Tarhana: Dövme ve yoğurtla kış girmeden önce hazırlanan tarhana pişirilirken öncelikle ilik suda ıslatılır. Sıkma halindeki tarhana çözülmeye başlayınca başka bir tencereye alınarak üzerine yetecek miktarda su ilave edilerek pişmeye bırakılır. Pişince yağ ve nane üzerine dökülür. Mercimek Çorbası: Kırmızı mercimeğin iyice kaynatılması ile elde edilen çorbaya yağ ve nane yakılarak ilave edilir. Un Çorbası: Yetecek miktarda un alınarak üzerine su çilenir, üzerine su çilenen un elekten geçirilerek sudan dolayı yuvarlanan un taneleri bir tencerede kaynamakta olan suyun içerisine atılır. Bir - iki dakika kaynatıldıktan sonra yağa bir adet soğan doğranır kavrulur bir miktar salça ilave edildikten sonra çorbanın içerisine dökülür. Yayla Çorbası: Pirinç, yoğurt ile yapılan çorba piştikten sonra üzerine yağ ve nane yakılır. Meyir: Bulgur, dövme, yeşilbiber, patlıcan, domates ve ayran karışımı ile yapılmaktadır. Büyük bir kazana hazırlanan ayranın içerisine bir iki avuç bulgur atılır. “Hesk” denilen tahta kaşıkla kaynayana kadar karıştırılır. Ayran kaynadıktan sonra taze fasulye büyüklüğünde doğranmış patlıcan ve kabak karıştırılır. Biberler de doğranıp karıştırıldıktan ve bir süre kaynatıldıktan sonra çorba hazırlanmıştır. Ayranlı Şora (Dövme Çorbası): Dövmenin içerisine bir avuç nohut ilave edilir ve pilav gibi olana kadar kaynatılır. Kıvamına ulaşınca kapatılır ve soğumaya bırakılır. Soğuduktan sonra bol miktarda yoğurt ilave edilir. Bir miktar da su katıldıktan sonra çorba hazırdır. Erişte Çorbası: Mercimek, nohut ve yufka ile hazırlanan çorbaya yağ ve salça kavrularak ilave edilir. Yufka küçük küçük karelere bölündükten sonra kullanılmaktadır. Sebze Yemekleri Karnıyarık: Bütün bir şekilde kızartılan patlıcanların içerisine kıyma et, soğan, yeşilbiber, domates, maydanoz ve karabiber karışımı ile hazırlanan iç malzeme koyularak isteğe göre fırında veya ocakta pişirilir. Tava (Güveç): Patlıcan, bol miktarda domates, yeşilbiber parça et bir miktar kuyruk yağı ve sarımsak ile hazırlanır. Güvecin içine öncelikle parça et dizilir, üzerine patlıcandan bir miktar ilave edilir, domates ve biber de koyulduktan sonra sarımsaklar atılır en üste yine domates dizilir ve iyice bastırılır. Ekmek fırınında pişirilir. Parmak Kebabı: Parça et, patlıcan, bol miktarda domates ve yeşilbiber kullanılarak hazırlanır. Patlıcan parmak şeklinde doğranarak kızartılır. Tavanın içerisine dizilir. Patlıcandan evvel parça et tavanın içerisine dizilir. Onun üzerine de patlıcanlar dizildikten sonra halka şeklinde doğranmış domatesler dizilir, bir sıra kızartılmış biber dizilir malzeme bitene kadar bu şekilde dizmeye devam edilir. Bu şekilde hazırlanan yemek firında (ekmek fırınında) veya ocakta pişirilir. Adıyaman’da yine sebze kullanılarak yapılan dolmalar, ekmek fırınında yapılan dövmeç, etli taze fasulye, bamya, kabak musakka gibi sebze yemekleri mutfakta önemli bir yer tutmaktadır. Et Yemekleri Kızartma: Büyük bir parça et: et birkaç büyük parçaya bölündükten sonra bir miktar salça ile ovulur ve bir tencerede kızartılır. Kızarmış etlerin üzerini basacak şekilde su ilave edilir ve pişmeye bırakılır Pişince bir miktar karabiber ilave edilir. Kaburga: Koyun veya kuzu kaburgası ile yapılır. Kaburga öncelikle yağda kızartılır. Bir ucundan açılarak çukur hale getirilir, bu çukurun içerisine kıyma, soğan ve pirinçle hazırlanan iç malzeme doldurulur. Daha sonra bu kısım iple dikilir. Büyük bir tencereye yerleştirilerek üzerine basacak şekilde su ilave edilir. Tahıl Ürünleriyle Yapılan Yemekler Tahıl ürünleri ile yapılan yemeklerin başında kuru fasulye, nohut yahnisi gelmektedir. Yine tahıl ürünlerinden olan buğdaydan elde edilen bulgur ve sümüt (simit)ten yapılan pilav ve köfteler Adıyaman mutfağında oldukça önemli bir yere sahiptir. Köfteler Mercimekli Köfte: Mercimek, sümüt (simit) ile yapılmaktadır. Kavurmalı Köfte: Yağ, soğan ve salça kavrulduktan sonra su ilave edilir su kaynadıktan sonra sümüdü eklenir, içine bir miktar kavurma koyulur iyice kavrulduktan ve biraz soğuduktan sonra yoğrulur. Dolmalı Köfte: Dövmenin simit haline getirilmiş şekli olan yarma bir leğende tuz ile iyice yoğrulur, kıvamını aldıktan sonra içli köfte şeklinde açılır ve içerisine kıyma et, soğan ve maydanoz ile hazırlanmış karışım doldurulur. Köfteler hazırlandıktan sonra bir tencerede kaynamakta olan suyun içerisine atılır ve haşlanır. İçi Kıymalı: Simitle yapılır. Simit siyah kıyma ile yoğrulur. Dolmalı köftedeki iç malzeme kullanılır. İyice yoğrulan simit ve et kıvamını alınca içli köfte olacak şekilde açılır. İç kıyma içerisine koyulur ve köfteler bu şekilde hazırlandıktan sonra bol yağda kızartılır. Çullu köfte, yapıştırma, basma köfte, ekşili köfte, patlıcanlı köfte gibi köfte çeşitleri de mutfağın önemli yemek türleri arasında yer almaktadır. Yabani Otlardan Yapılan Yemekler Yabani otlar genellikle kavrularak, hitap yapılarak veya cacık yapılarak tüketilmektedir. Ebem kömeci (Ebe gümeci) kavrularak, Pipirim (Semiz otu)kavrularak veya hitap yapılarak: Yarpuz, salata veya cacık olarak; haldar, körmen, kıvırcık gibi otlar da hitap yapılarak tüketilmektedir. Av Hayvanlarından Yapılan Yemekler Av hayvanlarının başında tavşan gelmektedir. Tavşan kesilip temizlendikten sonra sıcak suya batırılarak kanının durması sağlanır. Kanı durduktan sonra bir tencerede haşlanır. Haşlanan tavşan sudan çıkarılır suyuna bulgur pilavı pişirilir. Tavşanın eti kemiklerinden ayrılarak yağda kızartılır ve pilavın üzerine dizilir. Yörede özellikle keklik, bağırtlan, üveyik, güvercin, karatavuk, palıt, kıjjığı gibi yabani hayvanlar da avlanmaktadır. Bunların içerisinde güvercin ve keklik etinden çiğköfte de yapılmaktadır. Ayrıca bu hayvanların eti kızartılarak pilav yanında da tüketilmektedir. Kümes Hayvanlarından Yapılan Yemekler Hindi, horoz ve tavuk gibi kümes hayvanları ya haşlanarak suyuna pilav yapılır ve eti kızartılarak pilavın üzerine dizilir böyle tüketilir veya bu hayvanların içi doldurularak pişirilir. Hamur İşleri Adıyaman’da özellikle yabani otlardan veya kıyma etten faydalanılarak veya çökelek kullanılarak hitap yapılmaktadır. Hıtap taplamanın içerisine iç malzeme koyularak da yapılır ve sacda pişirilir. Gözleme olarak bilinen bir tür hamur işi Adıyaman katmeri adı altında yapılmaktadır. Bunun içerisine yağ ve şeker konulmaktadır. Semsek, tabak ekmeği ve peksimet de Adıyaman’da yapılan ekmek türlerindendir. Tatlılar Kırma: Hamur baklava ekmeği gibi açılır. İçerisine ceviz konularak oklavaya sarılır. Yufka oklavanın üzerinde iken büzülür. Oklava içerisinden çekilerek dilimlenir. Daha evvelden yağlanmış tepsiye dilimler yerleştirilir. Daha sonra kızgın yağ üzerine dökülür. Fırında pişirilerek şerbeti üzerine dökülür. Sac Tatlısı (Şillik): Hamuru kadayıf hamuru gibi yoğrulur. Altında ateş yanan sacın üzeri yağlanır ve hamur bu sacın üzerine dökülerek sacın üzerinde ince bir şekilde açılır. Hamur bu şekilde pişirilip bir tepsiye alınır. Bu şekilde pişirilen hamur beşer tane üst üste dizildikten sonra arasına ceviz koyulur üzerine tekrar beş tane hamurdan yerleştirilir. Bu işlem tamamlandıktan sonra şerbeti kestirilir ve üzerine dökülür. Bu tür tatlıların yanında bastık kızartması, Laz böreği adı altında tatlılar da yapılmaktadır. Süt ve Süt Ürünlerinden Yapılan Tatlılar Peynirli Helva: Tuzsuz taze peynirden yapılmaktadır. İrmik, şeker ve su bir kapta iyice karıştırılır. Bu karışım ocağın üzerinde iyice katılaşıncaya kadar pişirilir. Katılaşan bu malzemenin içerisine daha evvelden küçük küçük doğranmış peynir ilave edilir. Peynir ve malzeme birbirine iyice karışınca tabaklara yerleştirilir. Sütün kullanıldığı bir tatlı türü de sütlaçtır. Unla Yapılan Tatlılar Topak Helvası: Bol yağın içerisinde un iyice kavrulur ceviz ve küncü (susam) ilave edildikten sonra biraz daha kavrulur. Soğuyunca pekmez katılarak köfte gibi yoğrulur. Daha sonra topak hale getirilir. Nişevle: Nişasta, pekmez ve yağ karıştırılıp kavrularak yapılmaktadır. Tane Helvası: Nişe, pekmez ve su karıştırılır. Yağ bir kapta iyice kızartılır ve hazırlanan karışım kızgın yağın üzerine boşaltılır. Karışım yağın içerisinde tane tane oluncaya kadar karıştırılır. Piştikten sonra tabaklara servis yapılır.
  3. _asi_

    Adıyaman genel bilgiler

    GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 7.614 km² Nüfus: 513.131 (1990) İl Trafik No: 02 Adıyaman, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin batısında yer alan, tarih sahnesindeki yeri ilk insanlara dek uzanan, pek çok değişik kültüre merkezlik etmiş olan bir kültür ve turizm kentidir. Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Adıyaman toprakları üzerinde, insanlık tarihinin bütün evrelerine dair bulgular elde edilmiştir. Adıyaman, dünyanın 8. harikası olarak anılan Nemrut Dağı eserleri, Kommagene uygarlığının kalıntıları, dünyanın 4. büyük barajı olan Atatürk Barajı,Çamgazi barajı, kış kampı organizasyonu, dünya birinciliğine sahip halk oyunları ile öne çıkan bir kenttir. İLÇELER: Adıyaman (merkez), Besni, Çelikhan, Gerger, Gölbaşı, Kâhta, Samsat, Sincik, Tut. Besni: Adıyaman'ın batı kesiminde yer alan Besni en eski yerleşim yerlerinden biridir. Önemli tarihi kalıntıları arasında Besni ilçesine 15 km. uzaklıktaki Sofraz Tümülüsü, 33 km uzaklıktaki Sesönk (Dikilitaş) sayılabilir. Besni İlçesinin 6 km. kuzeydoğusunda yeralan Besni İçmesinin suyu böbrek taşlarına, kronik kabızlık, bağırsak ve mide iltihaplarında faydalıdır. Çelikhan: Adıyaman'ın kuzeyinde yeralan ilçenin Korucak köyünde bulunan içme suyu birçok hastalığa deva olup, şifalı bir su olarak her yıl birçok kişi gelmektedir. Gerger: Adıyaman'ın 100 km kuzeydoğusunda yeralan Gerger ilçesi, İ.Ö. II. yüzyılda Kommageneliler'in atası olan Arsames tarafından kurulan Gerger Kalesi ile anılmaktadır. Kahta: İlin 34 km. doğusunda yer alan doğu ve güneydoğu sınırları boyunca Fırat nehri uzanır. İlin en büyük ilçesi olan Kahta, Nemrut Dağı Tümülüsü ve Tanrı heykelleri ile yaratıcısı Kommagene Uygarlığı eserlerinin büyük bölümünü ilçe sınırlarında barındırır. Her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen Nemrut Dağı'na gelenlerin durak ve konaklama noktasıdır. Samsat: Üç tarafı Atatürk Barajı gölü sularıyla çevrili bir yarım ada şeklindeki Samsat Adıyaman'a 47 km uzaklıktadır. Yapılan arkeoloji araştırma ve kazılarda eski Samsat ve civarında tarihi saraylar, Su kemerleri, Kaleler ve kıymetli eşyalar bulunmuştur. NASIL GİDİLİR? Karayolu: Adıyaman'a karayolu ile Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya, Kahramanmaraş ve Diyarbakır olmak üzere beş güzergahtan gidilir. Adıyaman'ın Gölbaşı ilçesi tam bir kavşak yeri olup, Malatya Kahramanmaraş - Gaziantep karayolu ulaşımı Gölbaşı üzerinden sağlanır. Otogar Tel : (+90-416) 216 35 35 Demiryolu: Demiryolu ulaşımı da Gölbaşı ilçesinden yapılmakta olup, Malatya - Fevzi Paşa demiryolu bu İlçeden geçmektedir. İstasyon Tel : (+90-416) 781 60 80 Havayolu: Adıyaman Havalimanından tarifeli uçak seferleri bulunmaktadır. Hava Limanı : (+90-416) 244 20 02 Baraj Ulaşımı: Adıyaman'dan geçen, Şanlıurfa, Diyarbakır dahil Güneydoğu illerini birbirine bağlayan karayolu, Gerger İlçesine bağlı Güzelsu köyündeki feribot seferleri ile Şanlıurfa ve Siverek İlçesi'ne bağlanır. GEZİLECEK YERLER Nemrut Dağı Doğu ve Batı Medeniyetlerinin, 2150 m. yükseklikte muhteşem bir piramitteki kesişme noktası, Dünyanın sekizinci harikası Nemrut, Yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici heykelleri, metrelerce uzunluktaki kitabeleriyle, UNESCO Dünya Kültür Mirasında yer almaktadır. Nemrut Dağı, üzerinde barındırdığı dev heykellerin ve anıt mezarın yanı sıra, dünyanın en muhteşem gündoğumu ve gün batışının seyredilebildiği yer olmasıyla da ilgi çekmektedir. Her yıl binlerce insan gündoğumu ve gün batışını seyretmek için Nemrut Dağına gelmektedir. UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası olarak ilan edilen Nemrut Dağı, çevresindeki Kommagene Uygarlığı eserleri ile birlikte ülkenin önemli Milli Parklarından biridir. Nemrut Dağındaki dev heykeller ve tümülüs, Arsameia (Eski Kale), Yeni Kale, Karakuş Tepesi ve Cendere Köprüsü Milli Park sınırları içerisinde yer alıyor. Anıtlar Karakuş Tümülüsü (Kadınlar Anıt Mezarı) Milli Parkın güneybatısında Adıyaman-Kahta girişinde bulunan, Kommagene Kralı II. Mithridates tarafından annesi İsas adına yaptırılan anıt mezar, sütun üzerindeki kartaldan dolayı Karakuş Tümülüsü olarak anılmaktadır. Doğu, batı ve güney yönlerde dörder sütun varken günümüze doğuda iki, batıda ve güneyde birer sütun kalmıştır. Doğu sütun üstünde aslan ve kartal heykel kalıntıları, batıdaki sütunun üstünde tokalaşma steli, yerde aslan heykel parçası vardır. Nemrut Dağı giriş noktası olarak belirlenen Karakuş Tümülüsü, Milli Park içersindedir. Sofraz Tümülüsü İl merkezine 45 km., Besni ilçesine 15 km. uzaklıkta, Üçgöz (Sofraz) köyündedir. 15 m. Yüksekliğinde olan mezarın üzeri kırma taş ve molozla örtülüdür. Sesönk (Dikilitaş) Besni ilçesinin 33 km. güneydoğusunda, Kızıldağ üzerinde Kommagene Kralı II. Mithridates tarafından inşa edilen anıt mezar, her biri yaklaşık 10 metre yükseklikte üç çift sütunla çevrelenmiştir. Sütunları üzerinde kadın, erkek ve aslan kabartmaları bulunmaktadır. Karadağ Tümülüsü Adıyaman'a 5 km. mesafede, Karadağ eteğindedir, 2 bölümden oluşan bir kaya mezarı vardır. Beştepeler Adıyaman'a 25 km. mesafedeki Ilıcak Köyü sınırları içindedir. Yığma taşlardan yapılmış 6 adet tümülüs mezar bulunmaktadır. Mezarların, Kommagene Kraliyet ailesine ait soylu kişiler için yapıldığı tahmin edilmektedir. Malpınarı Kaya Yazıtı Adıyaman'a yaklaşık 35 km. uzaklıkta Malpınar mezrasında doğal kaya üzerine oyulmuş Hiyeroglif bir kitabe ve kayalara yapılmış yerleşim birimleri Geç Hitit dönemine aittir. Köprüler Cendere Köprüsü Adıyaman'a 55 km. uzaklıkta ve Karakuş tümülüsünün kuzeydoğusundadır. Kahta çayının en çok daraldığı kesimde iki ana kaya üzerinde 92 iri kesme taştan yapılan bir büyük kemer ve doğu tarafındaki küçük bir tali kemerden oluşur. Köprü, depreme karşı korunacak şekilde, sütunlara köprüye esneklik payı verilerek inşa edilmiştir. Köprünün hemen alt tarafında bulunan Kommageneliler'in Antiochos Theos döneminde inşa ettiği 5 kemerli diğer bir köprü, Romalılar tarafından yıkılmıştır. Göksu - Kızılin Köprüsü Gümüşkaya köyü ile Ağcin köyü arasında Göksu çayının daraldığı bir noktada kaya zemin üzerinde kurulan köprü Roma dönemine aittir. Orta kemerin dışında genel olarak sağlam durumdadır. Altınlı Köprü Köprünün büyük bir kemeri ve kademeli olarak küçülen üç kemeri daha vardır. Köprü taşları harç kullanılmadan sıkıştırma (Cendere) stiliyle yapılmıştır. Kaya Mezarı ve Mağaralar Haydaran Kaya Mezarları Adıyaman'ın 17 km. kuzeyinde Taşgedik Köyü sınırları içinde yer alır. Kaya mezarlar ve Güneş Tanrısı Hellias ile Kral Antiochos'un tokalaşma kabartmaları vardır. Turuş Kaya Mezarları Adıyaman il merkezine 40 km. uzaklıkta ve Adıyaman-Şanlıurfa karayolunun 1 km. batısında yer alan Turuş Kaya Mezarları Roma Dönemine aittir. Mezarlar zeminden aşağıya doğru ana kaya oyularak yapıldığından mezarların girişine aşağıya doğru inen 10-13 basamaktan sonra ulaşılır. Bazılarının duvar ve kapı girişlerinde çeşitli figürlerde kabartmalar bulunmaktadır. Dolmenler Dikilitaşın kuzeyindeki kayalık alanlarda, Aşağı hozişi köyü yakınlarında dolmen tipi mezarlar bulunmaktadır. Sala benzeyen iki büyük kayanın birbirine çatılması ile yapılan bu mezarların Taş Devri insanlarından kaldığı tahmin edilmektedir. Zey Adıyaman'a 7 km. mesafede, Zey Köyü yakınında, erken dönem Hıristiyanların yaşadığı yerleşim birimleri bulunmaktadır. Köyde ayrıca Şeyh Abdurrahman Erzincani'ye ait bir türbe ve cami yer alır. Göksu Mağaraları Göksu ırmağı boyunca yer alan 40 - 50 m. yükseklikteki sarp kayalıklar üzerinde doğal mağaralar bulunmaktadır. Besni tarafında Kızılin ve Sarıkaya Köyleri ile Adıyaman tarafında Gümüş Kaya ve Mal Pınarı civarında yoğunlaşmıştır. Palanlı Mağarası Adıyaman'ın 10 km. kuzeyinde Adıyaman - Çelikhan - Malatya karayolunun üzerinde Palanlı köyünde yer almaktadır. M.Ö. 40.000 yıllarında kullanılmış doğal bir mağaradır. Duvarında bulunan ve halen fark edilen geyik figürü yalın kontur çizgilerle oluşturulmuştur. Mağaranın yer aldığı derin vadi ise ender bulunur bir doğa parçasıdır. Kitap Mağarası Kayaların oyulmasıyla oluşturulmuş (demir Kale 1) adıyla anılan, ikişer katlı erken dönem Hıristiyanların yaşadığı yerleşim birimleri bulunmaktadır. Mağaralara İndere köyü (Zey) içinden yaya olarak gidilmektedir. Gümüşkaya (Palaş) Mağaraları Adıyaman ilinin 40 km. güneybatısında Göksu nehri kenarında aynı adla anılan köyün batısında kayalardan oyma tünel şeklinde birbirleri ile bağlantılı çok sayıda mağaralar yer almaktadır. Tarihte konut olarak kullanılan bu mağaraların M.Ö. 150 yılında yapıldığı tahmin edilmektedir. Camiler ve Kiliseler Ulu Cami, Çarşı Cami, Kab Cami, Musalla Cami, St. Paul Kilisesi en önemlileridir. Adıyaman Camileri Nemrut (Kahta) Adıyaman'ın 103 km doğusundadır. Tümülüs ana kaya üzerine kırma taşların yığılmasıyla oluşturulmuştur. Tümülüsün doğu, batı ve kuzeyinde ana kaya düzleştirilerek teraslar düzenlenmiş, doğu ve batı teraslarda tanrı heykel ve kabartmaları yapılmıştır. Arsemia (Kahta) Adıyaman'a 63 km uzaklıkta olup, Kahta çayının doğusundadır. Güneyindeki tören yolunda Mitras'ın kabartma steli, ayin platformu üzerinde Antiochos-Heracles tokalaşma steli ve bunun önünde döneminin Anadolu'da bilinen en büyük kitabesi vardır. İçmeceler Çelikhan İçmesi Çelikhan İlçesi'nin 23 km. kuzeydoğusundadır. İçmerenin suyu mide, bağırsak, karaciğer, safra kesesi, hastalıklarıyla böbrek taşı ve şişmanlıkta kullanılması büyük ölçüde faydalıdır. Besni İçmesi Besni İlçesinin 6 km. kuzeydoğusundadır. Bu içmenin suyu böbrek taşlarına, kronik kabızlık, bağırsak ve mide iltihaplarında faydalıdır. Kotur İçmesi Adıyaman'a 25 km. uzaklıkta ve kuzeybatısındadır. Akçalı köyüne 5 km. mesafede şifalı bir soğuk su içmesidir. Bu su bazı mide ve bağırsak hastalıklarına iyi gelmektedir. Milli Parklar Nemrut Dağı Milli Parkı Atatürk Barajı ve GAP Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki 9 ilde (Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak) uygulanmakta olan çok sektörlü entegre bir bölgesel kalkınma projesidir. Başlangıçta su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesine dayalı olarak tasarlanan proje, 1989 yılında GAP Mastır Planının hazırlanması ile çok sektörlü ve entegre bir bölgesel kalkınma projesine dönüştürülmüştür. Projenin en önemli ayağı olan Atatürk Barajı Türkiye'nin en büyük, dünyanın 8. büyük barajıdır.Adıyaman ve Şanlıurfa il sınırları içerisinde yer alan Atatürk barajı ile yıllarca kurak olan bu topraklara adeta can gelmiş, bölgenin ekonomisi hızla gelişmiştir. Diğer taraftan, yöre halkı tarafından "deniz" olarak nitelendirilen Baraj Gölü, bölge turizmine büyük ölçüde çeşitlilik sağlamıştır. Göl üzerinde balıkçılık ve su sporları yapılmaktadır. Müzeler ve Örenyerleri Müzeler Adıyaman Müzesi Adres: Atatürk Cad. Adıyaman Tel: (416) 216 29 29 Faks: (416) 216 98 98 Örenyerleri Nemrutdağı Örenyeri - Kahda/Karadut Aresemeia Örenyeri - Kahda/Kocahisar Eski Besnil - Eski Beni/Merkez Pirin Örenyeri - Adıyaman/Merkez Arsameia Ören Yeri (Nymphaios Arsameia'sı): Kral I. Antiochos kitabelerinde söz edildiğine göre, Arsameia İ.Ö. 2. Yüzyılın başlarında Kommagene'lerin atası Arsemez tarafından Kahta çayının doğusunda Eski Kahta kalesinin karşısında kurulmuş Krallığın yazlık başkenti ve idare merkezidir. Güneydeki tören yolunda Mitras'ın kabartma steli, ayin platformu üzerinde Antiochos-Herakles tokalaşma steli ve bunun önünde Anadolu'nun bilinen en büyük Grekçe yazıtı, yazıtın bulunduğu yerden başlayan 158 m. derine inen bir tünel ile yazıtın batısında benzer bir kaya dehlizi bulunmaktadır. Tepe üzerindeki platformda Mithridathes Callinichos'un mezar tapınağı ve sarayı yer almaktadır. Arsameia ören yeri, Adıyaman'a 60 km. uzaklıktadır. Yeni Kale: Adıyaman'a 60 km. uzaklıkta Kocahisar köyü yakınındadır. Kommagene'ler tarafından inşa edilen Yeni Kale, karşısındaki Arsemeia ile birlikte kullanılmıştır. Romalılar ve ardından Memluklular tarafından restore edilen Kale en son 1970'lerde kısmen onarılmıştır. Kale içinde çarşı, cami, zindan, su yolları, güvercinlik kalıntıları ve kitabeler bulunmaktadır. Kale'den Nymphois'e inen su yolu bir tünelle Arsameia'ya başlanmıştır. 80 metreyi bulan bu yolla halen suya ulaşmak mümkündür. Derik Kalesi: Cendere Köprüsünden sonra Sincik yolu üzerindeki Datgeli köyünün yakınlarındaki 1400 m. rakımda bulunan tepenin üzerine kurulmuştur. M.S. 70'lerde Romalılar tarafından inşa edildiği ve 300'lere kullanıldığı tahmin edilen, içerisinde büyük bir tapınak bulunan bölgenin kutsal alanı kabul edilen kalenin hemen yakınında Kommagene döneminde inşa edilen Temenos kalıntıları bulunmaktadır. Gerger Kalesi (Fırat Arsameia'sı): Adıyaman'ın Kahta İlçesine 85 km. uzaklıkta bulunan, tarihi Geç Hitit dönemine dayanan kale, Fırat nehrinin batı yakasında yer almaktadır. M.Ö. II. yüzyılda Kommageneliler'in atası olan Arsames tarafından kurulmuştur. Sarp kayalar üzerine, Aşağı ve Yukarı Kale olmak üzere iki bölümde inşa edilen Gerger Kalesi'nin batı surlarında Kral Samos'a ait bir kabartma bulunmaktadır. İslami dönemde de kullanılan kale içerisinde cami, dükkanlar ve su sarnıçları bulunmaktadır. Perre Antik Kenti: Adıyaman kent merkezine 5 km. uzaklıkta, Kuyucak köyü yolu üzerindeki Pirin köyündeki kalıntılar 200 civarındaki kaya mezarı ve yerleşim yerine sahiptir. Antik çağdan kalan bu nekropol ve çevresi Kommageneliler döneminde önemli bir yerleşim merkezi olmakla birlikte, asıl Romalılar döneminde gelişmiş bir kenttir. Girişleri kabartmalarla süslenmiş birbirine geçişli içerisinde lahitler yerleştirilmiş kayaların içine oyulmuş mezar odaları şeklinde kalıntılardır. COĞRAFYA Adıyaman'ın Kuzey kesimi torosların uzantısı olan Malatya dağları ile çevrilidir. Çelikhan, Gerger ve Tut ilçelerinin arazilerinin çoğu dağlıktır. İlin belli başlı dağları; Güneye inildikçe ova nitelikli araziler başlar. Şanlıurfa ve Diyarbakır ile il sınırı oluşturan Fırat Nehri ilin can damarıdır. Gölbaşı, İnekli, Azaplı Abdulharap Gölleri Adıyaman'ın doğal gölleridir. Atatürk Barajının yapılması ile meydana gelen Atatürk Barajı gölü, Adıyaman için adeta deniz niteliğindedir. Adıyaman karasal bir iklime sahip olduğundan yazları sıcak ve kurak, kışları yağışlı ve soğuk geçmektedir. TARİHÇE Adıyaman yöresinde Hititliler, Asurlular, Hurriler, Frigler, Persler, Makedonlar, Kommageneliler, Romalılar ve Bizanslılar yaşamıştır. Şehri 8. yüzyılda Emevi komutanlarından Masur İbni Caneve kurmuştur. Daha sonra Abbasiler, Eyyübiler, Selçuklular, Memlüklular ve Osmanlı egemenliğine girmiştir.1923 yılında Malatya iline bağlı ilçe olan Adıyaman 1954 yılında il olmuştur. NE YENİR? Çiğ köfte, İçli Köfte, Basalla (ekşili köfte), Cılbır, Mercimekli Köfte, Pestil, Yapıştırma ve Hıtap, Adıyaman'ın ünlü yemek türlerinden bazılarıdır. İl merkezinde yöresel yemeklerin bulunduğu lokantalar mevcuttur. Kahta ilçesindeki Baraj Gölü kıyısında balık yenebilir. Nemrut Dağı yolu üzerindeki konaklama ve kafeteryalarda yeme-içme olanağı mevcuttur. NE ALINIR? Adıyaman'ın kent merkezinde bulunan tarihi çarşı Oturakçı Pazarı'nda yöreye özgü halı, kilim, cicim, heybe gibi el sanatları ürünleri ile turistik eşyalar bulunabilir. Nemrut'taki turistik tesislerde satılan Nemrut heykelleri, hediyelik olarak alınabilecek eşyalardır. Yine bu tesislerde, yörenin tarihinin anlatıldığı çeşitli dillerdeki Nemrut rehber kitapları bulunabilir. YAPMADAN DÖNME Nemrut Dağı'nı görmeden, güneşin doğuşunu ve batışını izlemeden, Kommagene Uygarlığı eserlerini görmeden, Atatürk Barajı Kahta Sahilindeki lokantalardan balık yemeden, Adıyaman Müzesini gezmeden, Yörede dokunan halı, kilim, cicim ve heybe ve Nemrut heykelleri almadan ...Dönmeyin.
  4. _asi_

    Adıyaman tarihçesi

    TARİHÇE Adıyaman, tarihin bilinen en eski yerleşim yerlerinden biridir. Adıyaman Palanlı Mağarasında yapılan incelemelerde kent tarihinin M.ö. 40.000 yıllarına kadar uzandığı anlaşılmıştır. Yine Samsat-Şehremuz Tepe'deki tarihi bulgulardan M.ö. 7.OOO yılına kadar Paleolitik, M.O. 5.000 yıllarına kadar Neolitik, M.Ö. 3.OOO yıllarına kadar Kalkolitik ve M.O. 3.0OO-1.200 yıllan arasında da Tunç Çağı dönemlerinin yaşandığı anlaşılmıştır. Bu dönemde bölge Hititlerle Mitannilar arasında el değiştirmiş ve Hitit Devletinin yıkılmasıyla (M.Ö. 1.200) karanlık bir dönem başlamıştır. M.Ö. 1.2OO'den Frig Devletinin kuruluşu olan M.Ö. 750 yıllan arası dönemle ilgili olarak yazılı kaynağa rastlanmamıştır. Ancak; bu dönemde yöre, Asur etkisine girmeye başladığından, Samsat'ta bulunan Asur etkili mühürler ve Kahta Eskitaş Köyünde bulunan Hitit Hiyeroglifi ile yazılmış kitabeler, Anadolu'daki tarihi silsilenin ilimizde de aynen devam ettiğini, göstermektedir. Bu dönemde Adıyaman ve çevresinde Hitit Devletinin yıkılmasıyla ortaya çıkan Geç Hitit şehir devletlerinden biri olan Kummuh Devleti hüküm sürmüştür. M.Ü. 9OO-70O yılları arasında yöre Asur etkisinde kalmakla birlikte, Asurlular tam olarak egemen olamazlar. 6. yüzyılın başlarından itibaren yöreye Persler hakim olur ve yöre Satrap'lar (Valiler) eliyle yönetilir. M.O. 334 yılında Makedonya Kralı Büyük iskender'in Anadolu'ya girmesiyle Pers'ler hakimiyetini kaybetmiş ve M.ü. 1. yüzyıla kadar yörede Makedonyalı Selev-kos Sülalesi hüküm sürmüştür. Bu sülalenin gücünün zayıfladığı sıralarda, Kral Mithradetes l Kallinikos Kommagene Krallığının bağımsızlığını ilan etmiştir (M.O. 69). Başkenti Samosota (Samsat] olan Kommagene Krallığı, egemenliğini MS. 72'ye kadar sürdürmüş, bu tarihte yöre Roma imparatorluğunun eline geçmiş ve Adıyaman Roma imparatorluğunun Syria (Suriye) Eyaletine, 6. Lejyon olarak bağlanmıştır. Roma imparatorluğunun 395 yılında Batı ve Doğu Roma olarak ayrılmasıyla, Adıyaman Doğu Roma imparatorluğuna katılmıştır. 643 yılından itibaren bölgeye İslam akınları başlamakla birlikte İslam hakimiyeti ancak 670 yılında Emevi'lerle kurulabilmiştir. 758 yılında ise, II, Abbasi komutanlarından Mansur Ibni Cavene'nin hakimiyetine girer. 926 yılına kadar Abbasi hakimiyetinde kalan H'de bu tarihte Hamdanüerin egemenliği başlar. 958 yılında yöre yeniden Bizanslıların eline geçer. 1114-1181 yıllan arası yöreye Türk akınları olur. 1204-1298 yılları arasında Samsat ve yöresini Anadolu Selçukluları ele geçirir. 1230 ve 1250 yıllarında Moğol saldırılan yaşanır. 1298'de yöre ve bölge Memlüklerin eline geçer. 1393 yılında Adıyaman bu kez de Timurlenk tarafından yağmalanır. Büyük bir istikrarsızlığın olduğu Orta çağ boyunca Adıyaman Bizans, Emevi, Abbasi, Anadolu Selçukluları, Dulkadiroğullan arasında el değiştirmiş ve nihayet Yavuz Sultan Selim'in Iran seferi sırasında 1516 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı topraklarına katılan Adıyaman, başlangıçta merkezi Samsat'ta bulunan bir Sancakla Maraş Beylerbeyliğine bağlıyken, Tanzimat’tan sonra bir kaza olarak Malatya'ya bağlanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan 1954 yılına kadar eski idari yapısı korunarak Malatya'ya bağlı kaza konumunda olan Adıyaman 1 Aralık 1954 tarihinde 6418 sayılı Kanunla Malatya'dan ayrılarak müstakil il haline gelmiştir.
  5. _asi_

    Adana resimleri

    ADANA RESİMLERİ Dilberler sekisi Merkez Park Genel Adana Çatalatan Gölü adana sahili adana camii Adana demir köprü Adana Atatürk evi Seyhan baraj gölü Seyhan nehri
  6. _asi_

    Adana kalesi

    ADANA KALESİ Adana kalesi, Adana'nın Tepebağ ve Kayalıbağ mahalleri mevkiinde kurulmuştur. Kaleden günümüze bu mahallerde yer alan bir iki kalıntıdan başka bir şey kalmamıştır. Kalıntıların incelenmesi sonucu Geç Roma devrine ait surlar olduğu anlaşılmıştır. Seyhan nehri kenarında bulunan Adana kalesi, dörtgene yakın bir şekilde ve doğudan batıya doğru uzanmaktaydı. Çevresi üç yüz metreydi ve doğuya bakan nehir cephesi hariç olmak üzere diğer üç cephesi müdafaa hendeğiyle tahkim edilmişti. Doğu tarafı tamamıyla Seyhan nehrinin kenarında idi. Kalenin yedi burcu var olduğu biri güneye yani şehre, diğeri doğuya yani tamamıyla Seyhan nehrine açılan iki demir kapı, kalenin dışarısı ile irtibatını sağlıyordu. Kale haricindeki Adana şehri, sur ile çevrilmiş olmamasına rağmen her sokak başında kale kapısı gibi demirden yapma 8 adet büyük kapı bulunmaktaydı. Adana kalesi surları, Adana'nın Mısır Kölemenleri tarafından işgali esnasında 1836 da Mısırlı İbrahim paşanın emriyle yıktırıldığı için bugün bir iki parça duvar enkazından ve "Kalekapısı", "Tarsuskapısı" gibi isimlerden başka bir eser ve hatıra kalmamıştır. 26 Aralık 1706 da Adana'ya gelen seyyah P. Lucas, Adana kalesini gezdiğini beyan ederken şöyle demektedir : "Adana'nın ortasından Paris'in Sen nehri büyüklüğünde Çakıt (Seyhan) ırmağı geçmektedir. Bu nehrin kenarında şehrin kalesi vardır. Bu kale küçük olmakla beraber sağlam bir temel üzerinde sağlam yapılmıştır. Bir gün buradan geçerken kale kumandanı beni davet etti ve kaleyi gezdirdi. Üzerinde kuleleri bulunan surun, kale kadar eski olan kapısından içeri girdik. Bu kapının alt tarafı büyük demir levhalardan, üst kısmı da üç parmak kalınlığında at nallarından yapılmıştı. Buradan sonra dar yollardan giderek muhafızların oturduğu garnizona vardık. Burada askerlerin aileleri de bulunuyordu ki, sayıları kırktan fazla değildi. Bundan sonra surları dolaştık. Ben burada yalnız küçük bir top gördüm. Bir kaç tane de mühimmat deposu vardı. Fakat bunların hepsi boştu. Kalede başka görülmeğe değer bir şey yoktu. Çevresi 300 metreden fazla olmayan bu kalenin içinden büyük gözlü bir taş köprüye geçilmekte ve buradan şehrin dışına çıkılmaktadır. Bu köprünün sağ kolu üzerinde büyük su kemerleri ve bunların alt tarafında da nehirden su çeken su dolapları bulunuyordu. Büyük kemerli su yolları ırmaktan alman suyu kanallar vasıtasıyla şehre isal ediyordu. Adana kadar güzel ve fazla çeşmesi bulunan bir yer yoktur diyebilirim." İngiliz seyyahı Kinneir de 1813 - 1814 de Adana'yı ziyaret ettiği zaman Adana kalesi hakkında şu kısa notu vermektedir: "Seyhan kenarındaki kale, köprüden uzak değildir ve taşdan yapılmış kuleli duvarlariyle tahminen 1/4 millik bir çevreye maliktir." 1432'de Kudüs'ten İstanbul'a giderken Adana'ya uğrayan Fransız Bertrandon de la Broqiere seyahatnamesinde, Adana'nın Haçlılar zamanında tamamen sûrla çevrili, fazla kalabalık ve iyi tahkim edilmiş bir mevki olduğunu, XII. asrın sonlarında Ermeni Rupen kral ailesinin kaleyi takviye ettiğini, fakat şimdi bunların yıkılmış olduğunu söyledikten sonra şöyle devam etmektedir: "Bu eski şehir, şarklı coğrafyacılara göre, Ebu Süleyman isminde Harun Reşid'in bir Türkmen kölesi tarafından muazzam tahkimat işleri yapılmak suretiyle esaslı tamir edilmiş ve harap halinden kurtarılmıştır. Adana yanından Seyhan veya Adana ırmağı adındaki eskilerin Sarus dedikleri bir nehir geçer. Bunun üzerinde hayli uzun ve epeyce geniş bir köprü mevcuttur. Bu şehrin bir Türkmen emîri vardır ve halkı Türkmendir. Bu emîr, Mısır Sultanının bir hile ile tutturup Mısır'a götürdüğü ve orada ölen Ramazan oğlunun kardeşidir."
  7. _asi_

    Adana şalgam suyu

    ADANA ŞALGAM SUYU Şalgam suyu Turpgiller (Brassicaceae) familyasına ait bir bitki olan Şalgam bitkisinden (Brassica rape) yapılan Çukurova'ya özgü bir içecektir. Kırmızı renkli, bulanık görünüşlü ve ekşimsidir. Acılı ve acısız çeşitleri mevcuttur. Şalgama acı olarak genellikle acı süs biberi turşusunun suyu kullanılır. Damak tadına göre 1/3 ila 1/6 oranında şalgama katılabilir. Ancak şalgam acısıyla karıştırıldıktan sonra fazla bekletilmemelidir, şalgam bozulabilir. O yüzden acıyı şalgamı içmeden önce katmak daha iyi olur. Şalgamla beraber siyah havuç ikram edilir. Mayalanma sürecine de dahil olmuş bu siyah havuçlar, şalgam suyunun içinde dururlar. Bunlara tane denir, yöre aksanı sebebiyle dene dendiği bilinmektedir. Şalgam suyu Adana'da sadece şalgam diye ifade edilir. Şalgam suyu genellikle kebap çeşitleri ile birlikte tüketilir. Yapımı;.Şalgam suyu yapımında şalgam, kırmızı havuç, bulgur unu, tuz, maya ve su kullanılır. Şalgam suyunun fermantasyonu iki aşamada gerçekleşir. Birinci aşama; ekşi maya, tuz ve su ile karıştırılarak bulgurun hamur haline getirilmesidir. İkinci aşama; bulgurun su ile ekstaraksiyonu sonucu elde edilen sıvının dilimlenmiş şalgam ve kırmızı havuç ile fermantasyonudur. Şalgamın Faydaları İnsan sağlığı için pek çok faydaları vardır. İştahı açar, Laktik asit içerir, sindirimi kolaylaştırır. B grubu vitaminleri içerir, sinirleri yatıştırır. Mide ve karaciğere faydalıdır, Kalsiyum, potasyum ve demir içerir, kemik ve dişleri kuvvetlendirir. Afrodizyak özelliği vardır. 100 gramında 20 kalori olan şalgam, A–B–C vitamini içerir.Kalp, damar ve göz sağlığı için faydalıdır
  8. Kültür Verimli topraklar ve coğrafi konumu nedeni ile tarih öncesi çağlardan başlayarak değişik ulusların akınına uğramış bölgede Çukurova kültürünü bu uygarlıklardan parça parça biriktirilmiş taşlarla oluşturulmuş bir yapı olarak tanımlamak mümkündür. Bir kültür sentezini oluşturan etkenler içinde Hitit kültürü ağırlıklı bir yer tutmakla birlikte, diğer ulusların verdiği katkılarla da tarih boyunca zenginleşmiştir. Burada hüküm sürmüş 10 uygarlığın etkileri Adana'nın kültür yaşamında hala görülmekte ve hissedilmektedir. Adana ve Çukurova kültürünü önemli şekilde etkileyen gruplar özellikle göçebe, Türkmen ve Yörük aşiretleridir. 7-11. yy. arası Bizanslılar, Araplar ve aradaki küçük bir çok siyasi toplulukların kültür etkileri altında gelişen Anadolu, 11. yy.'dan itibaren tamamen Selçuklu kültürü etkisi altına girmiştir. Selçukluların ve onları takiben beylik devrinin etkileri Çukurova'da çok belirgindir. Beylik devrine damgasını vuran Ramazanoğlu Beyliği'nin zengin kültür varlıkları bugün hala görülmektedir. Beylikler sonrası Osmanlı Devrinden kalma yazılı kaynaklar zamanın gelişimine ışık tutmaktadır. (Şeri/mahkeme Sicilleri veya Ziya Paşa devri kayıtları) Ovadan çok Toroslar'da yerleşen Türk (Yörük, Türkmen) aşiretleri uzun yüzyıllar dış etkenlere kapalı kalmış ve en az 10-15 asırlık Türk-Müslüman kültürünü pek fazla değişmeden muhafaza etmeyi başarmışlardır. Adana'nın daha ovalık kesimlere yerleşmesi 19. yüzyıla rastlamaktadır (Osmanlı devrine, Cevdet ve Derviş Paşalar dönemine ) Ovaya yerleşme ile kültürde değişmeler başlamıştır. 20. yüzyılın ortasından itibaren de ovaya sanayileşmenin gelişi yöre kültür ve yaşamında büyük değişiklikler yaratmıştır. Bir toplumun maddi ve manevi değerlerinin birikimi, o toplumun kültürünü meydana getirir. Bir çok iç ve dış etkenlerin yarattığı sentez, toplumun belli bir dönemdeki kültürünü belirler. Verimli topraklar ve coğrafi konumu nedeni ile tarih öncesi çağlardan başlayarak değişik ulusların akınına uğramış bölgede Çukurova kültürünü bu uygarlıklardan parça parça briktirilmiş taşlarla oluşturulmuş bir yapı olarak tanımlamak da mümkündür. Özellikle 19.ve20. yüzyıllarda Adana ovasında yerleşimin artmasıyla tarımda ve sanayileşmede büyük atılımların olması, yörenin kültüründe büyük değişiklikler yaratmıştır. Ayrıca yörede yayla, deniz ve ova kültürünün de karışımı ile yeni bir kent kültürü meydana gelmiştir. Çeşitli Kültürlerin Yörede Bıraktığı İzler İlde çeşitli uygarlıklara ait toplam 65 adet büyük boyutlu sit alanı bulunmaktadır. Bu sit alanları içinde Kozan merkez ve Seyhan ilçe merkezi gibi kentsel sitler, Misis, Magarsus, Anavarza gibi arkeolojik sitler, Ağyatan, Akyatan, Yumurtalık Lagünü gibi doğal sitler, ayrıca anıtsal nitelikli kültür varlıkları da bulunmaktadır. Bunlar Misis ve Adana Taşköprüsü, Ulucami, Arasta, han-hamam gibi dini, askeri ve resmi yapılardır. İLDEKİ KÜLTÜR KURULUŞLARI Adana Arkeoloji Müzesi 1924 yılında Alyanazade Halil Kamil Bey tarafından Taşköprü yakınındaki Cafer Paşa medresesinde açılmıştır. 1950 yılında bugünkü Etnoğrafya müzesine, 5 Ocak 1972 tarihinde de bugünkü yerine (Girne köprüsü yanı) taşınmıştır. Müzeye eserler kazı, hibe, el koyma ve satınalma yoluyla toplanmıştır. En önemlileri Aşi Lahdi, Antropoit Lahid, Bronz Senatör Heykeli, Urartu dönemine ait madeni eşyalardır. Etnoğrafya Müzesi İl merkezinde, Kuruköprü'de 1845 yılında yapılmış ve terkedilmiş kilise binası 1924 yılında müze haline getirilmiştir. Buranın Etnoğrafya müzesi olarak kullanılması 1983 yılındadır. Atatürk Bilim Kültür Merkezi Müze binası Seyhan caddesi üzerinde 19.yüzyılda yapılmış geleneksel Adana evlerindedir. İki katlı çıkmalı, kırma çatılı, ahşap bir yapıdır. Ramazanoğullarından Suphi Paşa'ya ait olan binada Atatürk, 15 Mart 1923'te Adana'ya geldiğinde eşiyle birlikte kalmıştır. Bina, Atatürk Kültür ve Bilim Merkezi Koruma ve Yaşatma Derneğince ve halkın katkılarıyla restore edilmiştir. 1981 yılında Müze Müdürlüğü'ne bağlı olarak hizmete açılmıştır. Misis Mozaik Müzesi 1959 yılında Misis höyüğünün batı yönündeki sırtında açılmıştır. Adana Arkeoloji müzesine bağlıdır. Müzede yer alan mozaikler bu sanatın en gelişmiş zamanı olan 4.yüzyılın sonlarına ait bazilika tipinde bir tapınağın zemin mozaikleridir. Müzenin duvarları ışığı geçirecek şekilde cam tuğlalardan oluşmuştur. Bu mozaiklerin ortaya çıkartılmasında Alman Arkeologları Prof.Bossert ve Dr.Sudwing Budde yardımcı olmuşlardır. Anıtlar Müdürlüğü 1984 yılında kurulan 1985 yılında faaliyete geçen Adana Röleve Anıtlar Müdürlüğü Kültür Bakanlığı'na ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile müzelerin bakım, onarım, inşaat restorasyon, müze ve çevre düzenlenmesine ait her türlü etüd, proje ve uygulama hizmetlerini yapmaktadır. Müdürlüğün çalışma alanına Adıyaman, Hatay, Gazintep, İçel, Kahramanmaraş, Kilis ve Osmaniye illeri girmektedir. Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü 1987 yılında kurulmuş, 1988 yılında faaliyete başlamıştır. Müdürlüğün çalışma alanına Adıyaman, Hatay, Gaziantep, İçel, Kahramanmaraş, Kilis ve Osmaniye illeri girmektedir. Çalışmalar beş akademik üyeden oluşan bir kurul tarafından yürütülmektedir. Bu kurul adı geçen İllerdeki korunması gerekli Kültür ve Tabiat varlıkları hakkında karar vermektedir. KÜLTÜR MERKEZLERİ Adana İl Halk Kütüphanesi 1923 yılında Şeyh Ramazanoğlu kitaplıklarının birleştirilmesi ile kurulmuştur. 1963 yılında İl Halk Kütüphanesi adını almıştır. 5 Ocak 1976 tarihinde de Kültür Sitesi'ne taşınmıştır. Çağdaş Çocuk Kütüphanesi Gazipaşa Bulvarı, Celalettin Sayhan İlköğretim Okulu bahçesinde hizmet vermektedir. Mehmet Sabancı Çocuk Kütüphanesi Yavuzlar Mahallesinde Hacı Ömer Sabancı Vakfı tarafından yaptırılan iki katlı binada hizmet vermektedir. 100. Yıl Çocuk Kütüphanesi İncirlik Kasabasında 1981 yılında Belediye tarafından verilen binada hizmete girmiştir. Ayrıca Ceyhan, Feke, İmamoğlu, Karaisalı, Kozan, Pozantı, Saimbeyli, Tufanbeyli, Yumurtalık ilçeleri ile Sağkaya ve Mercimek beldelerinde de Halk Kütüphaneleri bulunmaktadır. Devlet Güzel Sanatlar Galerisi Galeri 1978 tarihinde hizmete girmiştir. 1981 yılında Hacı Ömer Sabancı Kültür Mrkezine taşınmıştır. Galerinin amacı, topluma plastik sanat zevkini yaymak ve geliştirmek, sanatçılara eserlerini sergileme kolaylığı sağlamak, dünyadaki plastik sanat eserlerini tanıtmak ve sevdirmektir. Tiyatrolar Adana'da ilk tiyatro 1880 yılında şair Ziya Paşa'nın Adana Valiliği sırasında kurulmuştur. Adana Büyükşehir Belediyesi binası içinde bulunan Şehir Tiyatrosu 1926-1938 yılları arasında Belediye Başkanlığı yapmış olan Turhan Cemal Beriker tarafından halkevi olarak yapılmıştır. 1941-1948 yıllarında Halkevi Başkanı Gazeteci Nihat Oral, bu konuda ileri bir adım atmış ve tiyatronun gençlik kolunu kurmuştur. Tiyatro ara ara açılıp kapanmış, bu gün hala çalışmalarına devam etmektedir. Ayrıca Hacı Ömer Sabancı Kültür Sitesi'nde Kültür Bakanlığı'na bağlı olarak çalışmalarını sürdüren Devlet Tiyatrosu bulunmaktadır. Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı olarak 1990 yılında kurulmuştur. 5 Ocak 1991 yılında ilk konserini vermiştir. Konserlerinde yerli ve yabancı birçok şef ve solist sanatçıyı konuk etmekte, ayrıca yurtiçi ve yurtdışında konserler vermektedir. Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali 1969 yılında günümüze kadar devam eden bu gelenek etkinliğini gittikçe artırarak Adana'nın ismini duyuran önemli bir sanat olayı haline gelmiştir. Türk sinemasının gelişmesinde de önemli katkıları olmaktadır. Halk Edebiyatı ve Aşıklar Geleneği Çukurova'da, halk edebiyatı ve aşıklar geleneği yüzyıllardan beri sürmektedir. Bu konu ile ilgili yapılan araştırmalarda birçok masal, efsane, fıkra, ağıt v.b. derlenmiştir. Bunlardan en iyi korunanı aşıklık gelenrğidir. Adana'da aşıklar, sazlı(telden), sazsız(dilden) olmak üzere iki gruba ayrılır. Karacaoğlan, Dadaloğlu aşıkların en ünlülerindendir. Bunların dışında yörede Aşık Yusuf, Deli Boran, Feymani, Osman Eyyubi, Aşık Abdullah, Gündeşlioğlu, İlbeylioğlu, Kara Osman, Kul Halil, Kul Seydi İçgözoğlu, Aşık Karalı, Hacı Karakılçık, Abdulvahab Kocaman, Aşık Fidani, Aık Ömer, Aşık Ali, Aşık Hüseyin, Derdiçek ve İnce Arap gibi birçok aşık yetişmiştir. Kadın halk şairleri de bulunmaktadır. Bunların en ünlüleri; Durdu, Nazlı Gelin, Sinem Kız, Hasibe Hatun ve Hasibe Ramazonoğlu'dur. Geleneksel El Sanatları Yörede teknoloji ne kadar gelişmiş olsa da yerel olarak el sanatları önemini korumaktadır. Özellikle kırsal kesimde daha yaygın. Yrtkililer geleneksel el sanatlarını geliştirmek için gayret göstermekte, bir çok yerde kooperatif yoluyla bu çalışmaları desteklemektedir. En fazla yapılan el sanatları halı, kilim, çul, çuval, heybe, seren ve benzerleridir. Kültürel Dokuya Katkıda Bulunanlar Şair, Yazar, Ozan, Aşık, Bestekar, Eleştirmen ve Gazeteciler Sisi Abdi, Abdülnafi Üffer Efendi, Ahmet Ada, Ziya Adalı, Admi, Rıza Polat Akkoyunlu, Mahmut Akan, Selma Aktan, Kanuni Ali, Celal Arabacıoğlu, Turan Altıntaş, Mustafa Arif Arık, Hamit Salih Asyalı, Turan Aydın, Nuri Ayvalı, Arif Bilen, Ali Bilgili, Recep Bilginer, Salih Bolat, Ceyhun Can, Demirtaş Ceyhun, İbrahim Davutoğlu, Mehmet H.Doğan, Hakkı Dönmez, Kasım Ener, Mehmet Ali Ferrahi, Seyfi Güldağlı, Feyyaz Kadri Gül, Mehmet Refik Gülek, Asral Günşir, Ferit Celal Güven, Nevzat Güven, Nuri Hacı, Hakkı Bey (Yeğen Ağazade), Hoca Mehmet Hayrettin, Muzaffer İzgü, Suphi İdrisoğlu, Abdulkadir Kaçar, Karacaoğlan, Hacı Karakılçık, Reyhan Karataş, Cahit Kamışçı, Abdullah Kartal, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, A.Vahap Kocaman, Ahmet Köylügil, Salim Küçüktanış, Celal Şakir Muter, Talat Muter, Turan Oflazoğlu, İhsan Altay Orhon, Ümit Öcal, Abdulkadir Kemali Öğütcü, Arif Özbilen, Osman Özfidan, Ali Püskülloğlu, Hasibe Ramazonoğlu, Seyit Osman Suriri, Kamuran Şipal, Pekşen Tandoğan, Süleyman Şahin Tan, Osman Taşkaya, Eyyüp Todil, Mehmet Akif Tuncay, Taha Toros, Tuncer Uçarel, Nuer Uğurlu, Çetin Yiğenoğlu, Mahmut Yivli, Çoban Yurtçu, Cezmi Yurtsever, Ahmet Remzi Yüreğir, Çetin Remzi Yüreğir, Nihat Ziyalan. Sinema, Tiyatro Sanatçıları, Müzisyenler, Ressam ve Hatatlar Nedim Adanalı, Şadan Adanalı, Ahmet Akata, Aytaç Arman, İrfan Atasoy, Halil Atılgan, Erol Büyükburç, Mustafa Ceylanlı, Etem Çalışkan, Nurhan Damcıoğlu, Mahmut Dinle, Perihan Doygun, Yılmaz Duru, Coşkun Erdal, Fatih Erenler, Yusuf Erkişi, Can Etili, Nazife Güleryüz, Salih Güney, Hatat Hacı, Mahmut Hekimoğlu, Hüseyin İleri, Celal İnce, Bilal İnci, Suna Kan, Gani Karaca, Demir Karahan, Abdurrahman Keskiner, Arif Keskiner, Ercan Kont, Yılmaz Köksal, Barışmanço, Sadettin Öktenay, Hasan Özel, Hasan Özçivi, Ali Hbibp Özgentürk, İsmail Polat, Mustafa Sağyaşar, Suavi Soney, Erkan Sürmen, Ali Şen, Şener Şen, Necmi Şenel, Güven Şengil, Ali Şenozan, Aziz Şenses, Ferdi Tayfur, Faruk Tınaz, Tolgahan, Danyal Topatan, Seyhan Tütün, Abdurrahman Yağdıran, Meral Zeren. Bilim Alanında Ünlüler Abdullah Sisi, Abdurrahman Efendi, Remzi Oğuz Arık, İbrahim Ağah Çubukçu, Hamza Eroğlu, Ahmet Ramazanoğlu, Ali Sevim. Folklor Çok değişik uygarlıkların yaşamına sahne olan Çukurova'da Folklor'un da zengin olması doğaldır. Tarihin çok eski çağlarında yaşayan medeniyetlere ait folklor ürünlerinin hangilerinin bugüne kadar yaşadığı, hangilerinin folklor verimi ile bütünleştiğini saptamaya olanak yoktur. Yöre Türk folklorunun tarihi başlangıcını da 7.yüzyıl olarak söylemek doğru olur. Anadolu folklorunun genel karekteristiği yöre folklorün de, bazı değişikliklerle aynen görülmektedir. İklim, iş bölümü, gelenek ve görenekler, folklorun bölge içinde diğer bölgelere göre başkalaşmasına önemli ölçüde etken olmuştur. Şölen, av folkloru ile bu yaşam biçimine uygun giyim, özgür yaşam tavrı bu etkilerle oluşmuş önemli folklor özelliklerindendir. Adana köylerinin bir kısmında hakim olan giyim tarzı, düğünler, cirit, güreş, sinsin gibi oyunlar varlıklarını devam ettiren folklor özellikleridir. Halk Ozonları İlin Yetiştirdiği halk ozanlarının başında Karacaoğlan ve Dadalloğlu gelir. Bunların yanısıra ünü çevresini aşmayan sayısıs halk ozanı da vardır. Bunların yanısıra ünü çevresini aşamayan sayısız halk ozanı da vadır. Sazını eline alıp azığını sırtına vurarak Çukurova'yı ve başka diyarları gezen Karacaoğlan ile başlayan Dadaloğlu, Aşık Yusuf, İlbeylioğlu, Deli Boran, Aşık Abdullah, Gündeşlioğlu, Kara Osman, Kul Halil, Kul Şeydi, Üçgözoğlu, Aşık Ali İlhami, Aşık Ömer, Aşık Hüseyin, Derdiçek, İnce Arap, Aşık İmami, Aşık Halil Karabulut, Aşık Kul Mustafa, Aşık Hacı Karakılçık, Feymani, Aşık Abdülvahap Kocaman, Aşık Deli Hazım Demirci gibi daha nice aşıklarla devam eden halk aşıkları söyledikleri detsan, taşlama, güzelleme, ağıt, koşma ve şiirlerle Çukurova kültürünü tanıtmışlardır. Kadın halk ozanları da erkeklersen geri kalmamıştır. Karaisalı yöresinden Durdu, Nazlı Gelin, Sinem Kız, Avşar oymağından Hasibe Hatun, Adanalı Hasibe Ramazanoğlu bunların en ünlülerindendir.
  9. _asi_

    Adana turizmi

    Tarih ve kültür turizmi : Arkeolojik sit bölgeleri, tarihi kalıntılar ile kültürel ve etnoğrafik değerler; Adana ilinin en önemli turizm kaynaklarındandır. İlde kültür amaçlı gezilerin önemli bir kısmı Karatepe'ye yapılmaktadır. Plan döneminde de bu ilgi ve isteğin süreceği sanılmaktadır. Karatepe konumu itibariyle, arkeolojik değerlerinin yanısıra doğal güzellikleri de içermektedir. Sit Bölgesi Aslantaş baraj gölü, çam ormanları ile kaplı bu alan; 7.715 hektar büyüklüğündeki Karatepe-Aslantaş Milli Parkını oluşturmaktadır. Baraj gölünün yarattığı peyzaj, anılan orman varlığı nedeni ile Ege-Akdeniz kıyılarında görülen manzaralarla eşdeğerdir. Bu özellikleri ile Karatepe, doğa ve kültür değerleri karışımını sergileyen bir açık hava müzesidir. Ekoloji turizmi: 160 km uzunluğundaki kıyı şeridinin 45 km'si kumul, sulak, sazlık ve benzeri gibi doğal alanlardır. Bu alanların en önemlisi Seyhan nehrinin meydana getirdiği Tuzla ve Akyatan gölleriyle, Ceyhan nehrinin oluşturduğu Akyayan gölü ve Yumurtalık dalyanıdır. Her iki alanda önemli çevre bilimsel(ekolojik) zenginliğe sahiptir. Doğal ortamlarında az bulunan çeşitli kuşlar ile deniz ve kara canlıları yaşamaktadır. Rafting : Tahtalı dağlarından doğan Tufanbeyli, Saimbeyli ve Feke ilçelerinde geçen aşağıda Seyhan nehrine karışarak denize dökülen Göksu ırmağı kıvrımlı güzergahı ve uygun debisi ile rafting sporuna çok uygundur. Termal turizm : İlde termal turizmi fazla önem taşımasa da yöre halkınca termal turizm alanlarından faydalanılmaktadır. Bunlar Aladağ yakınlarındaki Acısu İçmesi, Ceyhan yakınlarındaki Tahtalıköy, Kokarpınar İçmeleri, kent merkezindeki Kurttepe, Alihocalıdır. Av turizmi : İl sınırları içinde Toros dağlarında dağ keçisi, geyik, yaban domuzu, keklik, bıldırcın, üvelik, tavşan, yaban ördeği, yaban kazı ve benzerinin avı mevsimine göre yapılmaktadır. İlde deniz avcılığı da gelişmiştir. Yumurtalık'ta Çamlık ve Yerkuma, Karataş'ta Akyatan, Tuzla ve Burma boğazı dalyanlarında kefal, levrek, çupra, lagos, dil balığı, kara kulak, mercan ve karides avı ile baraj göllerinde sudak, sazan, yayın (gelebicin), yılanbalığı avı yapılmaktadır. Ayrıca incir kuşu, arapbülbülü ve sutavuğu avı da yapılabilmektedir. Göl ve su sporları turizmi Seyhan, Çatalan, baraj gölleri su sporlarının gelişmesi için oldukça uygundur.
  10. _asi_

    Adana ekonomisi ve nüfusu

    NÜFUS : Adana, DİE 2000 yılı sayımına göre 2.3 (2.300.000 ) milyondur. Adana şehir merkezi 1.830.710 nüfusu ile 2000 yılından beri Türkiye'nin 4'üncü büyük şehridir. Nüfus yoğunluğu, Türkiye ortalamasının iki katına yakındır (95 kişi/km²). Nüfusun yaklaşık %66'sı kentsel; %34'ü de kırsal kesimde yaşamaktadır. Adana ili, nüfus artış hızı bakımından Türkiye'de 3. sırayı alır (yılda yaklaşık %0.36). Çalışan nüfusun genel nüfusa oranı %40'ın üstündedir. Bunun yaklaşık %65'i tarım, %15'i işleme endüstrisi kollarında çalışır. İklim Adana ilinde en yüksek sıcaklık 45°C, en düşük sıcaklık ise -8.4°C dolaylarındadır. İlde en çok yağış ise bahar aylarında görülür. Ortalama nisbi nemin % 90 'ın üzerine çıktığı da görülebilir. Aladağ, Feke, Pozantı, Saimbeyli, Tufanbeyli ilçeleri dağlık ve yüksek yayla karakterindeki geçit bölgeleri olup ova kesiminden farklı iklim değerlerine sahiptir. Bu bakımdan il genelinde tarımsal faaliyetler uzun zaman periyodunda tamamlanmaktadır. İlde iklim dağlık ve ovalık alanlarda farklılık göstermekle birlikte tipik akdeniz iklimi karakterindedir.Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı geçer. Yükseklerde yağışlar genellikle kar şeklinde düşmektedir. EKONOMİ : İlin önemli geliri tarım, otomotiv, tekstil, kimya, hayvancılık'dan elde edilmektedir. İl merkezinde bir tren istasyonu, şehir yakınlarında ise bir sivil havalimanı(Şakirpaşa Havaalanı) ve Ceyhan ilçesinde 2, Yumurtalık ilçesinde 1 tane olmak üzere 3 adet liman bulunmaktadır. Tarım : Adana'nın yüzölçümü 1.403.000 hektar olup; bu arazinin, 539.000 hektarı işlenen tarım arazisi, 48.970 hektarı çayır ve mera, 547.730 hektarı orman-çalılık ve fundalık, 235.300 hektarı dağlık-taşlık, 19.000 hektar alan ise su yüzeyleridir. Sulanan Tarım Arazisi 217.562 Hektardır. Büyükbaş Hayvan Sayısı 142.560 Adet, Küçükbaş Hayvan Sayısı 454.398 Adet, Süt Üretimi 134.456 Ton'dur. Cumhuriyetle birlikte tarıma büyük bir önem vermiştir, köylüden alınan ağır vergileri ortadan kaldırmış, böylece tarımı teşvik edilmiştir. 1950'li yıllardan itibaren traktör sayısının artması, 1956 yılında Seyhan Barajı'nın açılması, tarımsal mücadelenin başlaması ile birlikte tarımsal arazi artış gözlenmiştir. 1970'li yıllarda sulama kanallarının açılması ile birlikte sulanabilir arazide artış olmuştur. 1980'li yıllarda II. Ürün uygulamasına geçilmiş ve 1,5 milyon dekar alan değerlendirilmiş, soya, mısır, yer fıstığı ekim alanlarında büyük bir artış olmuştur. Özellikle son üç yılda yapılan çalışmalarda ova bölgesinde, sebzecilik, meyvecilik ve özellikle seracılık konusunda önemli gelişmeler sağlanmıştır. Sera üretiminde alçak ve yüksek örtü üretimi yapılan alanlar hızla artış göstermiştir. Adana Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü 1931 yılından beri hizmet vermektedir. Adana, Türkiye'nin mısır ihtiyacının hemen tamamını karşılamaktadır. Sanayi : 1950'li yıllarda hızlı kentleşmeye bağlı olarak inşaat malzemesi üreten fabrikalar da faaliyete başlamıştır. 1956 yılında Osmaniye, Gaziantep, İçel, Konya yollarının birinci sınıf yol durumuna gelmesi Adana'nın transit merkez olmasını sağlamış ve ilin önemi artmıştır. İl genelinde faaliyet gösteren ve Adana Sanayi Odası'na kayıtlı, 10 ve daha üstünde işçi çalıştıran işyeri sayısı 732'dir. Bu rakam düşük olarak görülebilir. Ancak faaliyet gösteren sanayi işletmelerinin birçoğu büyük ölçekli olup çok sayıda işçi istihdam edilmektedir. Bu gün ülke genelinde faaliyet gösteren 500 büyük sanayi kuruluşunun 18 adedi Adana'da bulunmaktadır.
  11. _asi_

    Adana müzeleri

    ADANA ATATÜRK MÜZESİ : Müze binası, Seyhan Caddesi üzerinde 19.yy. da yapılmış geleneksel Adana evlerindendir. İki katlı, çıkmalı, kırma çatılı, kâgir bir yapıdır. Bu özellikleri nedeniyle yapı Bakanlıkça "Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı" olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır. 15 Mart 1923'te Atatürk eşi ile birlikte Adana'ya geldiğinde, Ramazanoğulları'ndan Suphi Paşa'ya ait olan bu binada ağırlanmışlardır. Bina Atatürk Bilim ve Kültür Müzesi Koruma ve Yaşatma Derneği'nce zamanın Kolordu Komutanı Bedrettin Demirel'in önderliği ve halkın yardımıyla kamulaştırılıp restorasyonu yapılmış ve 1981 yılında Müze Müdürlüğü'ne bağlı bir müze olarak hizmete açılmıştır. Atatürk'ün Adana'ya gelişi her yılın 15 Martında resmî törenle bu binada kutlanmaktadır. Alt Kat: Çalışma Odası: Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonraki yıllarda çıkan yerel gazetelerden Yeni Adana, Türk Sözü, Çukurova, Dirlik gazetelerinin yer aldığı bölümdür. Kütüphane: Osmanlıca ve Türkçe (Latin harfleriyle) yazılı 2000'e yakın kitap vardır. Kitapların çoğu bağış yoluyla sağlamıştır. Üst Kat: Sofa: Emekli subay Nevzat Duruak tarafından yapılmış olan Atatürk'ün mumdan heykeli yer almaktadır. Yatak Odası: Pirinç karyola, sim işlemeli yatak, masa örtüsü, ayrıca Maraş işi iki koltuk ve elbise dolabı bulunmaktadır. Çalışma Odası: Maraş işi koltuk, masa, sandalye, telefon, dolap ve Atatürk' ün portresi bulunmaktadır. Basın Odası: Vitrin içerisinde Yeni Adana Gazetesi'nin ciltlenmiş Pozantı nüshaları ve çalışanlarının çerçeveli resimleri bulunmaktadır. Mücahitler Odası: Gani Girici'nin ve bazı mücahitlerin portreleri, Gani Girici' ye ait madalya ve Atatürk'ün ölüm anına, 9:05'e ayarlanarak durdurulmuş bir saat bulunmaktadır. Oturma Odası: Cevizden sandalye, nargile, madeni mangal, kilim ve halılar bulunmaktadır. Hatay Odası: Atatürk Adana'ya geldiğinde, Ayşe Fıtnat hanımın başkanlığında bir grup Fransız işgalindeki Hatay'dan gelerek Atatürk' ün huzuruna çıkmış ve ona siyah gül hediye etmiştir. Buna karşılık, Atatürk de "Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz." demiştir. Bu olayı anlatmak için mankenler konmuştur. Ayrıca ceviz oymalı sehpa, Türk bayrağı ve Hatay'dan gelen heyetin çeşitli boylarda fotoğrafları bulunmaktadır. Silah Odası: Cins ve ebatları değişik tüfekler, tabancalar, paşa apoleti, Atatürk' ün doğduğu evin maketi, Anıtkabir'e Osmaniye'den giden taşın numunesi ve vitrin içerisinde çeşitli yıllara ait madeni paralar bulunmaktadır. Yaver Odası: Atatürk'ün yaverinin kaldığı oda içerisinde pirinç karyola, sim ve gümüş işlemeli yatak örtüsü, ceviz kaplamalı elbise dolabı, madeni ibrik ve leğen bulunmaktadır. Kuva-yi Milliye Odası: Atatürk, İsmet İnönü ve Kuva-yi Milliye döneminde emeği geçen ve Kuva-yi Milliye hareketini başlatanların büstleri bulunmaktadır. Atatürk Müzesi pazartesi günleri hariç diğer günler ziyarete açıktır. Türk öğrenci ve askerleri müzeyi ücretsiz olarak ziyaret etmektedirler. Kayalıbağ Mah. Seyhan Cad. No: 59 Tel : (0322) 359 78 66 Faks : (0322) 454 38 56 ADANA ARKEOLOJİ MÜZESİ : Adana'nın ve bütün Çukurova'nın tarihi eserlerinin sergilendiği Müze, Cumhuriyetin ilanından hemen sonra 1924 yılında kurulmuştur. Bu nedenle Türkiye'nin en eski on müzesinden birisidir. İlk olarak çevredeki sütun, sütun başlıkları ve lahitlerin Polis Dairesinde toplanmasıyla kurulan Müze, Adana'lı Alyanakzade Halil Kamil Bey'in müdür olarak atanması ve başarılı çalışmaları sonunda, 1928'de Taşköprü'nün başındaki şimdi yıkılmış olan Cafer Paşa Camii'nin Medresesi'nde ziyarete açılmıştır. 1950 yılında, Kuruköprü'de şimdiki Etnografya Müzesi'ne taşınmıştır. Özellikle Tarsus/Gözlükule (1934), İçel/Yumuktepe (1936), Ceyhan/Sirkeli (1938) ve Yüreğir/Misis (1958) höyüğü kazılarında bulunan, Çukurova'nın ilk çağlarına ait seçkin eserler müzede toplanmıştır. ADANA ETNOGRAFYA MÜZESİ : İl merkezinde, Kuruköprü mevkiindeki 1845 yılında yapılmış ve terkedilmiş kilise binası 1924 yılından sonra müze olarak düzenlenmiştir. 1972 yılında eserlerin yeni müze binasına taşınmasının ardından kilise restore edilmiş, 1983 yılında ise Etnografya Müzesi'ne dönüştürülmüştür. Taş Eserler Bahçede kûfi, sülüs ve nesih hatla yazılmış kitabe ve mezar taşları teşhir edilmektedir. Güney ve kuzey kısımda sade, sikke başlıklı, mecidiye tipi, kavuklu, fes ve barok başlıklı, 17. yy.'dan kalma Osmanlı kadın ve erkek mezar taşları yer almaktadır. Bunlar arasında yörenin ileri gelenlerinden Adana Valisi Süleyman Paşazade Ahmet Paşa, Karaisalı Kaymakamı Hasan Fevzi Bey, Adana Askeri Alaybeyi Miratizade İbrahim Bey, Adana Defterdarı Sofyalı Mustafa Bey, Orman Başmüfettişi Akif Efendi'ninkiler de vardır. Batı kısmında Türk-İslâm eserlerine ait kitabeler sergilenmektedir. Bunlar arasında Misis hanı, Adana Vilayet konağı, Bahripaşa çeşmesi, Taşköprü ve Misis köprüsü tamir kitabeleriyle Osmanlı devlet arması da bulunmaktadır. Istar Bölümü El dokuma tezgâhları, ıstar, mekik, kirkit, yay, ılkıdır, kirmen, çıkrık ve duvarda kilim örnekleri yer almaktadır. Yörük Çadırı Kurulmuş halde kara kıl çadır, içinde çeyiz çuvalları, yerde keçeler, kilimler, duvar yastıkları, fener, keklik kafesi, hızman, tüfek ve barutluk. Çadırın önünde deri çarık ayakkabı, ağaç su kabı, dibek, yayık, haviye ve kaşıklık. Çadırın sol tarafında deri yayık başında Türkmen kızı, el değirmeni, duvarda eli belinde koç boynuzu motifli kilim yer almaktadır. Şark Odası Ortada bir mangal ve giyinmiş kuşanmış Türkmen kızı mankeni bulunmaktadır. Duvarda ise geyik derisi ve yazılı bakır tepsi vardır. Panolar Toroslarda yaşayan aşiretlerin el dokuma, cicim, zili, sumak, ilikli, düz dokuma kilim örnekleri, halı, heybe, seccade, yastık örnekleri teşhir edilmektedir. Ayrıca keçe seccade ve çeyiz çuvalı vardır. ADANA BÖLGE MÜZESİ: 1924'de Alyanak Zade Halil Kamil Bey tarafından Taşköprü yöresindeki Cafer Paşa Camisinin medresesinde açılmıştır. Birkaç yıl sonra Kuruköprü semtindeki yaklaşık 200 yıllık Rum kilisesine taşınan müze ek bir bina ile genişletilmiştir. Müzenin 1937ler'deki müdürü Ali Rıza Yalkın ,Çukurova’nın etnoğrafyasını kapsayan kapsayan yeni bir bölüm açmıştır. Bu bölüme Toroslardaki Yörük oymaklarının kullandığı eşyalar,çalgıları vb. konmuştur. 1960'da yeni bir cadde açılırken bu açık hava müzesi kaldırılmıştır. Adana bölge müzesinde Neolitik, Kalkolatik, Bronz,Proto-HititYunan ,Rma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma yapıtlar çoğunluktadır. Ayrıca az sayıda Asur,Fenike ve Ermeni yapıtları da vardır.Yapıtların çoğu kazılarda meydana çıkartılmıştır. Halkın bulup getirdikleri ile birlikte sayıları 18.000'ni bulmaktadır. Müzenin değişik konularda 2.280 cilt kitapla, 449 ciltlik Şer’i Mahkeme sicilleri Koleksiyonu kapsayan bir kitap’lığı’da vardır. Adana Bölge Müzesi 1970 de bu günkü büyük binaya taşınmıştır. MİSİS MOZAYIK MÜZESİ: 1959 'da Misis höyüğünün batı yönündeki sırtta açılmıştır. Adana Bölge Müzesi'ne bağlıdır. Buradaki mozaikler, Prof. Bossert ve Dr.Ludwing Budde tarafından bulunmuştur. Bu mozaikler IV y.y. Geç Roma dönemi ürünü bir bazalikanın tabanını kaplamaktaydı. Stilize bitki motifleri ile doğal görünüşleri ile işlenmiş insan ve hayvan figürleri, bulunan mozaikler Nuh’un Gemisini canlandırmaktadır. KARATEPE AÇIK HAVA MÜZESİ: Kadirliye 23 km. uzaklıktaki müzede İ.Ö. 8.yüzyılda Hükümdar Asistavandas’ın kendi adını vererek kurdurttuğu kale ve kent kalıntıları sergilenmektedir. Yapıtlar bulundukları yerde bırakılmış üzerleri saçakla örtülmüştür.
  12. _asi_

    Adana terimleri

    Aboo:Hayret nidası, sevinç, şaşkınlık ve heyecan bildirir. Acar:Yeni, kullanılmamış. Adı Batasıca:Lanet ifadesi, ismi telafuz edilmek istenmeyen kişiler için kullanılır. Afara:Tarlada hasattan arda kalanı toplama. Anarya:Geri vites, geri gitmek. Algan Kuşu:Sadece kağıt kullanılarak yapılan uçurtma. Allöş:Sevinç nidası. Analı-Gızlı:İçli köfte ile dışındaki malzemeden yapılan fındık büyüklüğündeki tanelerin birlikte pişirildiği sulu yemek. Aşgana:Mutfak. Avel:Aptal, Avanak. Avsun:Efsun. Banadura: Domates. Banadura Suyu: Domates salçası. Barnak:Parmak. Bayakdan:Biraz evvel, demin. Bici Bici:Nişastadan yapılan ve üzerine buz rendelenen bir tatlı. Bider:Tuhum. Bocit:Sürahi. Böbü:Yer altında yaşan bir çeşit zehirli örümcek. Böğü:Canavar. Büllük:Küçük çocuk penisi. Camız:Manda. Carcür:Şarjör Celfin:Henüz yumurtlama yaşına gelmemiş tavuk. Cere:Testi. Cılk:Çürük, bozuk. Cıncık:Cam, cam kırığı, cam parçası. Cıncık Gulle:Misket. Cıyındırık:Etin sinirli tarafı. Curun:İçinde hayvanların su içtiği veya yem yediği tekne. Cülük:Civciv. Çapıt:Çaput, bez parçası. Çiğit:Pamuk çekirdeği. Çimmek:Suda yüzmek, banyo yapmak. Çingil:Sıvı yiyecekleri koymak için bakırdan yapılmış saplı kap. Çul: Dokuma yer sergisi. Dardağan:Nohut büyüklüğünde çekirdekli, yeşil ağaç meyvesi. Debildek: Darbuka. Deli Gız:Ağaçtan yapılmış büyük kaşık. Dehbe:Kulplu ağzı kapaklı güğüm. Dıkılmak:Girmek. Döş:Göğüs. Dul Avrat Çorbası:Küçük küp şeklinde kesilmiş, etsiz hamur çorbası. Elçi:Tarlada çalışan amelenin (ırgatın) amiri. Enik:Köpek yavrusu. Essah, Essahtan:Gerçek, gerçekten. (Ciddi misin? soru cümlesi gibi) Eşgi:Ekşi. Evdeci:Çiftlikte ev işlerini yapan erkek işçi. Evraaç:Saç üzerinde pişen ekmeği çevirmek için kullanılan ahşap sopa. Fallik:Hafif meşrep (kadınlar için). FeriştahEn büyük kişi, padişah. Fıcıtmak:Fırlatıp atmak. Fırındak:Topaç, fırıldak. Gadasını Aldığım:Sevgi ifade eden bir cümle. Ganel:Su Kanalı. Ganeviz:Kavanoz. Garsambaç:Rendelenmiş buz üzerine şeker ve şerbet dökülen bir tür soğuk yiyecek. Gasnaklı Kuş:Kağıt ve kamışla yapılan uçurtma. Gındırık:Hafif aralık, biraz aralık. Gıran, Gıranlar:Yaramaz çocuk, yaramazlar (çocuklar için). Gulle:Bilye, misket. Gunnamak: Doğurmak (hayvanlar için). Gurk:Civciv çıkarmak için yumurta üstünde yatan tavuk. Güdük:Gömlek. Hambeles:Bir tür yaban mersini. Hayma:Bahçeye kereste ve çalı kullanılarak yapılan gölgelik. He, Heye:Evet. Helke:Kova. Hevkere:Köy evinin önünde bulunan ve içinde soğan sarımsak gibi sebze yetiştirilen küçük bahçe. Hoşşik: Dalkavukluk yapan. İsilik:Bir çeşit alerji. Kele Bacım:Kardeşim (hanımdan hanıma söylenir). Kertiş:Kertenkele. Kirevit:Ahşaptan yapılmış divan. Küncü:Susam. Mahluta:Tüm mercimekle pişen mercimek çorbası. Malamat:Rezil, Kepaze. Manık:Kedi yavrusu. Mıllığını Eğmek:Surat asmak. Miltan:Erkek gömleği. Mısmıl: Doğru düzgün, doğru dürüst. Mitil:Yüzsüz yorgan.
  13. _asi_

    Adana İçmeleri ve Kaplıcaları

    Adana İçmeleri ve Kaplıcaları Kurttepe İçmesi (Seyhan) Adana Kurttepe Köyü’nün 1.km. kuzeybatısında bulunan Kurttepe İçmesi, genellikle bağırsak hastalıklarına iyi gelmektedir. Ali Hocalı İçmesi Adana’nın 12 km. batısında Ali Hocalı Köyü yakınında bulunan bu içme on kaynaktan oluşmaktadır. Çeşitli bağırsak hastalıklarına iyi geldiği söylenmektedir. Acıdere İçmesi (Misis) Adana’nın 20 km. doğusundaki Misis ilçesinin 5 km. batısındaki Acıdere İçmesi halk arasında Kürkçüler veya Samuca Dere İçmesi diye de tanınmaktadır. Bu kaplıcanın suyu bağırsak kurtlarına iyi geldiği gibi böbrek taşlarını da dökmektedir. Tahtalıköy Kükürtlü kaynağı (Ceyhan) Ceyhan’ın 6 km. güneyinde Tahtalıköy yakınlarında sıcaklığı 20 C olan bir su kaynağıdır. Sudan kabarcıklar halinde kükürtlü hidrojen gazı çıkar ve bu suyun cilt hastalıklarına iyi geldiğine inanılır. Kokarpınar İçmesi (Ceyhan) Ceyhan’a 10 km. uzaklıktaki bir tepenin eteğinden kaynaklanan bu suyun kokusu geniş bir alana yayıldığından Kokar Pınar olarak tanınmıştır. Çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inanılır. Ilıca İçmesi (Kozan) Adana Kozan ilçesinin 5 km. batısında Ilıca Köyü’ndedir. Kükürtlü suyunun ağrılı hastalıklara iyi geldiğine inanılmaktadır. Bağözü İçmesi (Kozan) Adana Kozan ilçesinde Bağözü Köyü’nde bulunan bu içme de müsil niteliği taşımaktadır. Düziçi Haruniye Kaplıcası (Ceyhan) Adana Haruniye’ye 15 km. uzaklıkta Bülbül Dağı eteğinde bulunan bu kaplıcanın suyu kaynadığı yerden 10 m. yükseklikten aşağıya dökülmektedir. Bu kaplıcanın suyu içerisinde sarkıtlar bulunan bir mağaradan kaynamakta olup, 33 C sıcaklığındadır. Bu suyun romatizmaya, cilt yaralarına ve mide rahatsızlıklarına iyi geldiğine inanılmıştır.
  14. _asi_

    Adana Kervansarayları

    Adana Kervansarayları HAVRANİYE (Misis) KERVANSARAYI (Ceyhan) Misis’in 1 km. güneyinde Ceyhan Nehri kıyısında, Ceyhan İlçesi’ne bağlı Havraniye (Geçitli) Köyü’ndeki Selçuklu dönemine ait bir kervansarayın yerine, Sultan IV.Mehmet’in isteği üzerine Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa tarafından 1660 yılında yaptırılmıştır. Kesme taştan duvarları ve giriş kapısı ayakta durmakta olup, diğer bölümleri yıkılmıştır. Yanında bir de mescidi bulunmaktadır. Batısındaki mescit, kare plânlı tek kubbeli bir yapıdır. Kervansarayın kitabesi Adana Arkeoloji Müzesi’ndedir. KURTKULAĞI KERVANSARAYI (Ceyhan) Adana ili Ceyhan ilçesinin 12 km. güneydoğusunda, Kurtkulağı Köyü’nün 1 km. kuzeyindedir. Eski Halep kervan yolu üzerindeki bu kervansarayı Sultan III. Ahmet döneminde h. 1116 (1704) yılında Hüseyin Paşa bir menzil hanı olarak yaptırmıştır. Mimarı Mehmet Ağa’dır. Selçuklu kervansaraylarına benzeyen kale görünümündeki bu yapı 23.60x45.75 m. ölçüsündedir. Kervansaray enine uzanan, birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış payelerle üç bölüme ayrılmıştır. Bu bölümlerin üzeri boydan boya beşik tonozlarla örtülmüştür. Büyük kesme taşlardan yapılmış olan duvarları muntazam bir taş işçiliği göstermektedir. Doğusundaki giriş kapısından içerisine girilen kervansarayın çevresindeki odalar, sivri kemerli, ikişer pencereli olup, üzerleri beşik tonozlarla örtülmüştür. Ayrıca avlusunda çeşmesi ve büyük bir de havuzu bulunmaktadır.Kervansarayın kitabesi Adana Arkeoloji Müzesi’ndedir. SOLUHAN KERVANSARAYI (Kozan) Adana ili Kozan ile Feke ilçeleri arasında, Torosların Horzum yaylası yakınındadır. Eski Kayseri-Kozan kervan yolu üzerinde olan bu kervansaray, Orta Çağdan kalma bir eserdir. Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerini yansıtmaktadır. Ancak günümüze çok harap bir durumda gelebilmiştir
  15. _asi_

    Adana Tarihi Hamamları

    Adana Hamamları ÇARŞI HAMAMI (Seyhan) Adana Eski Belediye Caddesi’nde, Saat Kulesi’nin karşısında yer alan bu hamam, Adana’nın en eski ve en büyük hamamıdır. Ramazanoğlu Halil Bey’in oğlu Piri Mehmet Paşa tarafından 1529’da yaptırılmıştır. Yapıldığı tarihten itibaren yalnızca hamam ismi ile tanınmıştır. Çeşitli dönemlerde onarım geçirmiş, 1945 yılında ise Nuri Has tarafından restore ettirilmiştir. Hamam düzgün taşlarla örülmüş mermerlerle kaplanmıştır. Giriş kapısı üzerindeki kitabesi taş oymacılığının en güzel örneklerindendir. Hamam, 16.00x43.00 m. ölçüsünde olup, üzeri beş kubbe ile örtülmüştür. Yapıldığı dönemlerde suyu büyük dolaplarla ve oluklarla Seyhan Irmağı’ndan getirilmiştir. IRMAK HAMAMI (Yalı Hamamı) (Seyhan) Adana Hükümet Konağı yakınındaki bu hamamı Ramazanoğlu Halil Bey 1494 yılında eski bir Roma hamamı temelleri üzerine yaptırmıştır. Ramazanoğulları döneminde Paşa Hamamı ismiyle tanınan bu hamam suyunu Seyhan Irmağı’ndan almaktadır. Bu yüzden de Irmak Hamamı veya Yalı Hamamı isimleri ile de tanınmıştır. Hamam soyunmalık, soğukluk, sıcaklık ve külhan olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır. MESTAN HAMAMI (Seyhan) Mestanzade Hacı Mahmut Ağa tarafından Pazarlar Caddesi’nde Mestanzade Camisi’nin vakfı olarak 1682’de yaptırılmıştır. Kare planlı hamamın soyunma ve sıcaklık bölümleri birer büyük kubbe ile örtülmüştür. Soğukluk bölümü ise üç küçük kubbelidir. Hamamın çevresindeki su sarnıçlarından suyu sağlanmaktadır. YENİ HAMAM (Seyhan) Sarı Yakup Mahallesi’nde bulunan bu hamamı, Musa Halıoğlu Mustafa 1720 yılında yaptırmıştır. Kubbeli olan hamam mimari yönden fazla bir özellik göstermemektedir.
  16. _asi_

    Adana Cami ve Mescitleri

    Adana Cami ve Mescitleri Ulu Cami (Seyhan) Ulu Cami, Ramazanoğullarından Halil Bey tarafından 1527’de yapımına başlanmış, 1544’de de oğlu Piri Mehmet Bey tarafından tamamlanmıştır. Adana’nın Ziya Paşa Parkı’nda bulunan bu caminin yanında türbesi, medresesi ve meşruta evleri bulunmaktadır. XVI.yüzyılda yapılan bir Osmanlı eseri olmasına rağmen mimari yapısında Emevi, Selçuklu, Memluklu etkileri de görülmektedir. Caminin duvarları siyah ve beyaz renkli mermer taş bloklarından yapılmıştır. 32.50x34.50 m. ölçüsündeki camiye doğu ve batısındaki iki ayrı kapıdan girilmektedir. Siyah ve beyaz renkli mermer taş blokları ile yapılmış olan her iki giriş kapısında da Ramazanoğlu Halil Bey’in temellerini attığını belirten h.913 (1513) ve h.948 (1541) tarihli kitabeleri bulunmaktadır. Bunlardan Selçuklu üslubunda yapılmış olan batı kapısında iki yılan kabartmasının bulunduğu bir kubbesi ile bir yazıt daha dikkati çekmektedir. Caminin ibadet mekanını örten büyük kubbe 12 köşeli bir kasnağa oturmuştur. Kıble duvarı XVI.yüzyılın İznik çinileri ile süslü olup, buradaki mihrabın üstü yine aynı şekilde İznik çinileri ile bezenmiştir. Oldukça sade beyaz mermerden minberinde h.916 (1520) tarihi ile Piri Mehmet Paşa’nın ismi okunmaktadır. Doğu kapısının yanında tek şerefeli, üzeri saçakla örtülü minaresinin gövdesi dört köşe bir kaide üzerine, sekiz köşeli renkli taşlardan yapılmıştır. Caminin doğu bitişiğinde 29x30 m. Ölçüsündeki medrese 1540 yılında güneydoğusundaki Ramazanoğlu türbesi 1541 tarihinde yapılmıştır. Caminin yanında Vakıf Sarayı ve Tuzhanı bulunmaktadır. Kaynaklarda Vakıf Sarayı’nın harem dairesi, Tuzhanının da selamlık olduğu yazılıdır. Yapı topluluğunun güneyindeki Ziya Paşa Parkı’nda Ziya Paşa’nın mezarı bulunmaktadır. Eski Cami (Yağ Camisi) (Seyhan) Ramazanoğulları döneminde XV.yüzyılda şehrin merkezinde, eski Belediye Caddesi’nde Büyük Çarşı denilen semttedir. Bertrandon da la Brokiel bu caminin olduğu yerde St.Jean Kilisesi’nin bulunduğunu belirtmiştir. Evliya Çelebi de bu camiden söz ederken aynı yerde eski bir kilisenin olduğunu yazmıştır. Bugünkü cami Selçuklu mimarisi özelliğini göstermektedir. Eski kilisenin temelleri ve kalıntıları üzerine oturtulan bu caminin mihrabının eski apsisden kaldığı sanılmaktadır. Selçuklu üslubunu yansıtan sarı taştan son derece görkemli bir giriş kapısı bulunmaktadır. Caminin medrese kapısındaki yazıta göre Ramazanoğlu Halil Bey’in isteği ile 1501’de, kiliseden camiye dönüştürüldüğü, 1525’te minaresi, 1558’de Piri Mehmet paşa tarafından medresesinin yaptırıldığı öğrenilmektedir. Selçuklu Ulu Cami plân düzeninde olup, ibadet mekânı dikdörtgen biçiminde dört sıra sütunla beş nefe ayrılmıştır. Yeni Cami (Seyhan) Adana Özeller Caddesi’nde bulunan bu caminin avlu kapısı üzerindeki iki yazıttan 1724’te Adana’nın zenginlerinden Abdülrezzak Antaki’nin camiyi, 1729’da Abdullah bin Ali Paşa’nın da minaresini yaptırdığını öğreniyoruz. Halk arasında Antaki ismiyle de tanınan bu camide Memluklu mimarisinin etkileri açıkça görülmektedir. Dikdörtgen plân düzeninde, kesme taştan caminin güney duvarı taş işçiliği ile dikkati çekmektedir. İbadet mekânı iki paye ve dört sütunun taşıdığı 10 küçük kubbe ile örtülüdür. Yakın tarihlerde de caminin önüne oldukça geniş bir son cemaat yeri eklenmiştir.Güneybatı yönünde şerefesi saçakla örtülü, gövdesi zikzak süslemeli minaresi bulunmaktadır. Akça Mescit (Seyhan) Ramazanoğulları’ndan Akça Ağa tarafından 1409 yılında yaptırılmıştır. Cami 1770, 1830, 1867 ve 1959 yıllarında önemli onarımlar geçirmiştir. Selçuklu mimari özelliklerinin açıkça görüldüğü bu camide, giriş kapısı çevresini kuşatan bordürler tam bir Selçuklu eseridir. Ayrıca buradaki taş süslemeler ile geometrik şekiller arasına yerleştirilmiş kuş figürlerinin de dini bir yapıda kullanılmış olması oldukça dikkat çekicidir. Büyük ölçüde köfeki taşından yapılan bu cami, dış görünüşü itibarı ile aynı zamanda bir türbeyi andırmaktadır. İbadet mekânı 7.30x7.30 m. ölçüsünde kare plânlıdır. İbadet mekânının üzeri yüksek bir kasnak üzerine oturan bir kubbe ile örtülüdür. Giriş kapısı üzerinde dört satırlık h.1184 (1770) tarihli onarım kitabesinde Hasan Ağa tarafından yeniden onarıldığı yazılıdır. Hasan Ağa (Hasan Kethüda) Camisi ( Seyhan) Ali Ağa Mahallesi’nde Yağ Camisi’nin arkasındadır. Ramazanoğlu Halil Bey’in kölesi Hasan Kethüda ile diğer azatlı köle Atike tarafından 1558 yılında yaptırılmıştır. Yapının mimarı bilinmemekle beraber bazı kaynaklarda Mimar Sinan’ın eseri olduğu belirtilmişse de, bu konu açıklık kazanamamıştır. Cami 1813 yılında büyük bir onarım görmüştür. Kesme taştan yapılmış olan cami, dört yuvarlak sütunun taşıdığı üç kubbe ile örtülü iki bölüm halindedir. Bunlardan camiyi örten büyük kubbe dört duvar üzerine oturmaktadır. Son cemaat yeri iki bölüm halindedir. İbadet mekânı 10.70x10.70 m. ölçüsündedir. Müezzin mahfili ve mihrabı ağaçtan olup, siyah ve beyaz mermerlerle bezenmiştir. Tek şerefeli minaresi kesme taştan klasik üslupta olup, 1730’da yapılmıştır. Giriş kapısının kuzey duvarı bitişiğinde Lale Devri’nde yapılmış bezemeleri andıran oymalı süsler dikkati çekmektedir. Caminin ilk kitabesi yerinde bulunmamaktadır. Adana’dan 1671’de geçen Evliya Çelebi’nin imzalı bir yazıtı caminin güney duvarındadır. Caminin bahçesinde Piri Mehmet Paşa tarafından öldürülen Hasan Ağa’nın mezarı bulunmaktadır. Ulu Caminin yapımını yöneten Hasan Kethüda buradan arttırdığı malzemeyle, ondan daha güzel olduğu söylenen bu camiyi yaptırmıştır. Söylentiye göre buna kızan Piri Mehmet Paşa Onun başını kestirmiştir. Hoşkadem Cami (Kozan) Kozan İlçesi’nde çarşı içerisindedir. Memluklu Emiri Abdullah Hoşkadem tarafından 1448’de yaptırılmıştır. Ulu Cami plân düzeninde olan bu yapı Memluk mimarisi üslubundadır. Kesme taştan dikdörtgen plânlı caminin giriş kapısı renkli mermerlerle süslü olup, içerisi çok az sayıda pencere ile aydınlatılmıştır. Zeminden yüksek olan camiye on bir basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır. Tek şerefeli minaresi yakın tarihlerde yapılmıştır. Kurtkulağı Camisi (Ceyhan) Adana ili Ceyhan İlçesi’ne 30 km. uzaklıkta, Eski Halep kervan yolu üzerinde bulunan Kurtkulağı Camisi, kuzey duvarındaki kitabesinden öğrenildiğine göre h.1010 ( 1601) yılında Haydar Ağa tarafından yaptırılmıştır. H.1070 (1659) yılında yanına bir de kervansaray eklenmiştir. Kesme taştan yapılmış olan cami iki bölümden meydana gelmiş olup, dikdörtgen planlıdır. Önünde duvarlarla çevrilmiş olan küçük avlunun kıble yönünün üzeri de kapatılmış ve eyvanlı yazlık bir bölüm haline getirilmiştir. Caminin ikinci bölümünü oluşturan dikdörtgen planlı bölümün üzerini iki büyük sekizgen kasnaklı kubbe örtmektedir. İbadet mekânında iki sıra halinde altışar sütun bulunmaktadır. Caminin dikkat çeken bölümü ilk yapılışına ait olan minaresidir. Kuzeydoğu köşesinde, avlu giriş kapısı üzerinde küçük ölçüdeki bu minare bugün yeni yapılmış olan minare ile büyük bir tezat oluşturmaktadır. Minarenin boyu öylesine kısadır ki şerefe çıkıntısı caminin beden duvarları ile aynı düzeydedir. Caminin kuzeybatı köşesinde 1960’lı yıllarda yapılmış olan briket minare bulunmaktadır. Ulu Cami (Ceyhan) Camiyi Koban göçmenlerinden Abdülkadir Ağa 1868’de yaptırmıştır. Mimari yönden önemi olmayan bu cami, 1946 yılında genişletilmiştir. Duvarları tuğla ile örülü olup, son eklemelerle kubbe sayısı 15’ten 25’e çıkarılmıştır. Cuma Fakih Mescidi (Seyhan) Ulu Cami Mahallesi’nde Kale Kapısı semtindedir. Cuma Fakih tarafından 1541’de yapılan camiyi, Mehmet Zabit ve Mehmet Arif kardeşler 1891’de onarmışlardır. Küçük ve basit bir yapı olup, duvarlarında yuvarlak kemerli ikişer penceresi bulunmaktadır. Alemdar Mescidi (Seyhan) Başocak Mahallesi’nde Alemdar Hacı Mustafa Hasan Ağa tarafından 1748’de yaptırılmıştır. Üzeri kubbe ile örtülü, kare plânlı küçük bir camidir. Duvarlarında ikişer penceresi vardır. Mihrabındaki zikzak bordür dışında herhangi bir süsleme elemanına rastlanmamaktadır. Ali Dede Mescidi (Seyhan) Ali dede Mahallesi’ndedir. Urfa Valisi Mehmet Paşa tarafından 1704’te, Ali Dede’nin adına yaptırılmıştır. Kare biçiminde tek kubbeli, küçük bir cami olup, 1952 yılında batı duvarı yıkılarak yanına kemerli bir yapı eklenmiş ve cami büyütülmüştür. Son cemaat yeri sivri kemerlerle birbirine bağlanmış sütunlar üzerine oturtulmuş küçük kubbelerle örtülüdür. Hasır Pazarı Mescidi (Seyhan) Yağ Camisinin yakınında Hasır Pazarı Sokağı’ndadır. XVII.yüzyıldan kalan bu caminin banisi bilinmemektedir. Klasik Osmanlı mimarisi üslubunda kare plânlı, küçük kubbeli bir camidir. Memiş Paşa Camisi (Seyhan) Sofubahçe Mahallesi’nde Valilik binasının yakınındadır. Adana Valisi Memiş Paşa tarafından 1825’te yaptırılmıştır. Bu caminin bulunduğu yerde eskiden Havutoğlu Mescidi bulunuyordu. Mimari yönden önem taşımamaktadır. Mestanzade Camisi (Seyhan) Mestanzade Mahallesi’ndedir. Ramazanoğulları’ndan Mestanzade Hacı Mahmut Ağa tarafından 1682’de yaptırılmıştır. Kesme taştan kare planlı bir cami olup, üzerini küçük bir kubbe örter. Duvarlarında sivri kemerli ikişer pencere bulunmaktadır. Helvacı Musaoğlu İsmail (Çankaya) 1948 yılında minaresini yenilemiştir. Ayrıca Pazar Caddesi’ndeki Mestanzade Hamamı da bu caminin vakfıdır. Şeyh Zülfa Camisi (Seyhan) Hürriyet Mahallesi, Depo Caddesi’ndedir. Şeyh Zülfa (Zilo) tarafından 1844’te yaptırılmıştır. Kesme taştan kare plânlı olup, küçük bir kubbe ile üzeri örtülüdür. Mihrap ve minberi oldukça sadedir. Şeyh Zülfa’nın mezarı da mescidin bahçesindedir. Yeşil Mescit (Seyhan) Tepebağ Mahallesi’ndedir. Gencizade Hacı Mahmut tarafından 1751’de yaptırılmıştır. Kubbesini örten yeşil kiremitlerden ötürü de halk arasında Yeşil Mescit olarak tanınmaktadır. Sarı renkli kesme köfeki taşından olan cami, kare plânlıdır ve üzeri tek kubbe ile örtülüdür. Adana Müzesi’nce 1941’de, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından da 1965 yılında onarılmıştır. Caminin yuvarlak kemerli giriş kapısı üzerindeki h.1165 (1751) tarihli iki satırlı yazıtta ismi geçen medreseden bugün hiçbir iz kalmamıştır. Ayrıca caminin kıble duvarı üzerinde de iki yazıt daha bulunmaktadır. Sabancı Merkez Camisi (Seyhan) Adanalı olan Hacı Sabancı, il merkezindeki meydanda 1988 yılında Sabancı Merkez Camisi’nin temellerini atmış, caminin yapımı sürerken Hacı Sabancı’nın ölümü üzerine ailesi tarafından tamamlanmıştır. Caminin 65.000 m2’lik arsası Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye Diyanet Vakfı’na devredilmiş, Adanalı hayırseverlerin de maddi katkıları ile cami 1998’de tamamlanmıştır. Klasik Osmanlı mimari üslubunda inşa edilen cami Sultanahmet Camisi ile Selimiye Camisi’nin özelliklerini yansıtmaktadır. İbadet mekânını 32 m. çapında 54 m. yüksekliğinde bir kubbe örtmektedir. 6 minareli olup, 16 şerefelidir. İbadet mekânını örten kubbe, yarım ve çeyrek kubbelerle desteklenmiştir. Ayrıca çevre duvarlarındaki vitraylı pencerelerle içerisinin aydınlatılması sağlanmıştır. Kemeraltı Camisi (Seyhan) Adana ağabeydin paşa Caddesi’nde Tarsus Kapısı denilen yerde bulunan Kemeraltı Camisi, Savcıoğlu Hacı Mustafa isminde bir kişi tarafından 1599 yılında yaptırılmıştır. Caminin yapıldığı dönem Ramazanoğlu Piri Paşa’nın emirliği zamanına rastlamaktadır. Bugün Adana Müzesinde bulunan bir kitabeden öğrenildiğine göre caminin yanında bir de medrese vardı. Ancak bu medrese günümüze ulaşamamıştır. Kemeraltı Camisi oldukça sade bir yapı olup, kesme taştan kare planlıdır. Caminin kuzey ve doğu cephelerinde üzerleri kubbeli son cemaat yeri bulunuyordu. Son derece sade olan bu caminin içerisinde önemli bir bezemesi olmadığı gibi minaresi de yanında, kesme taş kaide üzerinde tek şerefeli ve yuvarlak gövdeli idi. Tuz Hanı Mescidi (Seyhan) Adana Ulu Camisi’nin bulunduğu yerde olan Tuz Hanı’nın günümüze yalnızca avlusu ile mescide bitişik hamamı gelebilmiştir. Mescit XV.yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Cami kare planlı olup, üzerini yüksek kasnaklı sivri külahı andıran bir kubbe örtmektedir.
  17. _asi_

    Adana Kaleleri

    Adana Kaleleri Adana Kalesi (Seyhan) Seyhan Irmağının ve Taşköprü’nün batı bitişiğindeki höyüğün üzerinde bulunmaktadır. Abbasi Halifesi Mehdi ile oğlu Halife Harun-ür Reşid (764-809) bu kaleyi 781’de bir İlkçağ kalesinin üzerine yapılmıştır. Adana’yı 1836’da ele geçiren Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa kaleyi yıktırmıştır. Savunma hendekleri ile çevrili surlar 300 m. Uzunluğunda idi. Bugüne sadece kule ile sur yıkıntıları gelebilmiştir. Yontma taştan yapılmış olan kale, Abidin Paşa Caddesine Tarsus Kapısı, Taşköprüy’e de kale kapısı ile bağlı bulunuyordu. Anavarza (Anazarba) Kalesi (Kozan) Kozan İlçesi’nin 22 km. güneydoğusunda, Dilekkaya (Anazarba) Köyü’nün 2 km. uzağındadır. Sombaz Çayının Ceyhan’la birleştiği yerin 8 km. kuzeyinde, bir ada gibi yükselen tepe üzerindedir. MÖ.IX.yüzyılda Asurlular tarafından yaptırılan kale, Roma ve Bizans dönemlerinde de kullanılmıştır. MS.17 yılında kalenin Romalıların eline geçmesinden sonra Anavarza’da tanrılar ve imparatorlar onuruna Tarsus’taki kadar gösterişli ve görkemli oyunlar düzenlenmiştir. Roma İmparatoru Caracalla bu kente yakınlık duymuş ve kent paralarına Metropolis (başkent) damgasını bastırtmıştır. Kale, çeşitli dönemlerdeki yer sarsıntıları ile dört kez yıkılmıştır. VI.yüzyıldaki bir depremde yıkılan kale, Bizans İmparatoru Iustinianus zamanında onarılmış ve Araplara karşı bir sınır kalesi olarak kullanılmıştır. Abbasi Halifesi Harun-ür Reşid burayı 795’de ele geçirmiş, 797’de onartmış ve içine Horasan’dan gelen halkı yerleştirmiştir. Kale 963’te Bizans saldırıları sonucu yıkılmış, XI.yüzyılda Ermenilerin, sonra da Bizanslıların eline geçmiştir. Bizans İmparatoru Ioannes Kommenos 1143’te burada ölmüştür. Anavarza Kalesi ilk defa Ramazanoğulları Beyliği zamanında Türklerin eline geçmiş, XIV.yüzyıldan sonra kullanılmamış, kendi haline bırakılmıştır. Annaşa Kalesi (Pozantı) Annaşa Kalesi Torosların en büyük geçiti olan Gülek Boğazı’nın girişindedir. 1671’de kaleyi gören Evliya Çelebi bu kaleden “mamur bir kale” diye söz etmiştir. Araplar ise “Hüsnûs-Sekalibe” demişlerdir. Bu isim, kaleyi yaptıranların büyük ihtimalle Azarbeycan’dan Çukurova’ya gelen İskitler olduğunu düşündürmektedir.Annaşa kalesi birkaç kez onarım geçirmiştir. Ayas (Kestanbol) Kalesi (Yumurtalık) Yumurtalık İlçesi’nin güneyinde, İskenderun körfezinde yer alan antik bir kentte yer almaktadır. Ortaçağ’a tarihlendirilmektedir. Kale ile küçük kule, XVI.yüzyılda, 1323’te memluklular, kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat seferi sırasında da Osmanlılar tarafından onarılmıştır. Günümüze kalenin yalnızca bazı burçları ayakta gelebilmiştir. Bucak Kalesi (Kozan) Kozan’ın 10 km. güneyinde Hamamköy’ün doğusunda yer almaktadır. Ortaçağ’a tarihlendirilen kaleden günümüze sadece bazı kısımları harap durumda gelebilmiştir. Dumlu (Ademondana) Kalesi (Ceyhan) Ceyhan’ın 17 km. kuzeybatısında Sağkaya bucağının Dumlu Köyü batısında, 70 m.-80 m. Yüksekliğindeki kalkerli bir tepe üzerindedir. Kalenin XII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Bu kale Adana-Kozan kervan yolunu gözetlemek amacıyla kurulmuştur. 800 m. Çevresi olan kale, sekiz burçludur. Ayrıca ovaya bakan doğu köşesinde bir de gözetleme kulesi bulunmaktadır. Kalenin tek kapısı doğu yönündedir. İçerisinde bazı yapı kalıntıları ile sarnıçlar bulunmaktadır. Kale çevresinde savunma hendeği ve sur kalıntıları bulunmaktadır. Ayrıca tepenin etrafında da bir takım kaya mezarları vardır. Yılanlı Kale (Ceyhan) Ceyhan İlçesi’nin 8 km. batısında sarp kayalık bir tepe üzerinde eski kervan yolunu kontrol altında tutmak için yapılmıştır. Aynı zamanda bu kale Dumulu, Anavarza ve Kozan (Sis) dağ kaleleri zincirinin ilk kalesidir. Bu kale Gülek Boğazı’ndan Çukurova’ya yönelecek saldırıları ilk önleyecek savunma tesisidir. Orta Çağdan kalma bir Bizans kalesinin yerine kurulduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca Bouillon komutasındaki Haçlı ordularının 1097’deki seferinde yapıldığı da ileri sürülmektedir. Günümüze oldukça iyi bir durumda gelebilen bu kale halk arasında Şahmeran Kalesi olarak da isimlendirilmiştir. Çevresi 700 m. Uzunluğunda olup dört cephelidir. Mazgallı burçlarla takviye edilmiş ikişer katlı sekiz burçla takviye edilmiş bir kaledir. Adana-Ceyhan yoluna bakan güney yönünde demirden tek kapısı vardır. İç kısımda her iki yöne çıkışı sağlayan merdivenler iyi bir durumdadır. Kale içerisindeki bölümleri yıkılmıştır. Feke Kalesi (Feke) Feke İlçesi’nin kuzeydoğusundaki bir tepe üzerindedir.Buradan geçen kervan yolunu kontrol etmek amacıyla XII.yüzyılda yapılmıştır. İlk kez Bizanslıların yaptırdığı, sonra da Selçukluların kullandığı kaledir. Dikdörtgen bir plân düzeni gösterir. Sekiz burcu ve bir gözetleme kulesi vardır. Günümüzde bu burçların yarıdan fazlası toprağa gömülmüş durumdadır. Kale içerisinde yapı kalıntılarının izleri bulunmaktadır. Tek giriş kapısı güney yönündedir. Haçin Kalesi (Saimbeyli) Saimbeyli İlçesi’ndeki Haçin Kalesi Orta Çağda kervan yolunun korunması için yapılmış bir karakol niteliğindedir. İlk ismi Badimon olan kaleden yalnızca iki burç günümüze ulaşabilmiştir. Bunun da nedeni çevresinde taş ocağının bulunuşundandır. Kalenin doğusundaki kayalıklarda mermer ev kalıntılarına ve çevrede de mermer sütun ve başlıklara rastlanması, burada bir yerleşim yerinin bulunduğuna işaret etmektedir. Kazankaya Kalesi (Ceyhan) Ceyhan’ın Kurtkulağı Köyü’nün 1 km. kuzeyindeki bir tepe üzerindedir. Bu kale de Halep’e uzanan kervan yolunun korunması için karakol niteliğinde yaptırılmıştır. Kale, 250-300 m. Genişliğinde bir alana yayılmış olup, Asur, Pers, Roma ve Abbasi dönemine ait kalıntılarla karşılaşıldığından bu dönemlerde kullanıldığı sanılmaktadır. Ayrıca tepenin kuzeydoğu eteklerinde Abbasilere ait mezarlar, Asur ve Romalılara ait kaya mezarları ile çeşmeler bulunmaktadır. Kozan (Sis) Kalesi (Kozan) Kozan İlçesi’nin 1 km. batısındaki Tavşantepe üzerindedir. Buradaki kaleler zincirinin dördüncü kalesidir. Asurlular tarafından yaptırılmış, Romalılar tarafından da onarılmıştır. Bir ara Ermenilerin de kullandığı bu kaleye Sis Kalesi ismi verilmiştir. Adana’yı işgal eden Fransızlar buraya yerleştirdikleri toplarla Tufanlı Köyü’ne ateş açmışlardır. Kuzey ve güneyde birbirlerine surlarla bağlanan kale iki guruptan oluşmaktadır. Çevresi 6 km. ye kadar uzanan kaleler gurubunun, güney kesimindeki bir tepeye de iç kale yapılmıştır. Bu kalenin dört burcu, 20-30 basamakla inilen yer altı odaları, cephanelikleri ve yiyecek depoları bulunmaktadır. Ayrıca büyük ölçüde sarnıçlar da iç kısımlarda yapılmıştır. Kale duvarları üzerinde Asur, Pers, Roma ve Ermeni dillerinde yazılmış yazıtlar bulunmaktadır. Surların içerisinde Ermeni döneminde yapılmış manastırda ise, eski tarihlerde Pelesek Törenleri yapılmıştır. Kızıltabya Kalesi (Pozantı) Gülek Boğazı ile Tekir Yaylası arasındaki Kızıl Tabya Kalesi’ni Mısırlı Hidiv İbrahim Paşa, güneyden gelebilecek saldırılara karşı gözetleme ve karakol niteliğinde yaptırmıştır. Aktabya Kalesi (Pozantı) Gülek Boğazı ile Tekir Yaylası arasındaki Kızıl Tabya Kalesi’ni Mısırlı Hidiv İbrahim Paşa, kuzeyden gelebilecek saldırılara karşı gözetleme ve karakol niteliğinde yaptırmıştır. Magargos Kalesi (Karataş) Karataş İlçesi’nin 5 km. güneybatısında bulunan, tarihte Dört Direkli ve Magargos isimleri ile tanınan eski bir liman kentini korumak amacıyla yapılmıştır. Hitit döneminde yapıldığı sanılan bu kale Orta Çağda yıkılmış, daha sonra Harun-ür Reşit’in oğlu Kasım Bey tarafından onarılmıştır. Bu kale aynı zamanda Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye (1517) isimli eserinde Od Kalesi olarak geçmektedir. Milvan Kalesi (Karaisalı) Karaisalı İlçesi’nin 8 km. kuzeybatısında Milvan Kale (Kara Kılıç) Köyü’nün yakınındadır. Orta Çağda yapılmış olan bu kale, karakol niteliğinde olup, günümüze ulaşamamıştır. Mabsuhestia (Misis) Kalesi (Yüreğir) Adana’nın 27 km. doğusunda Yakapınar’da (Misis) ve Misis Köprüsü’nün 200 m. Kuzeybatısındaki bir tepe üzerindedir. Bu kale de Hititler zamanında yapılmıştır. Bulunduğu yer bir akropol niteliğinde olup, Romalılar tarafından da kullanılmıştır. Abbasi Halifesi Mansur, 758’de kalenin surlarını onarmıştır. Ancak günümüze kalıntıları yıkık halde gelebilmiştir. Kastabala Kalesi (Bodrum Kalesi) (Ceyhan) Ceyhan Nehri kıyısında yapılmış olan Kastabala Kalesi, büyük olasılıkla Orta Çağ'dan günümüze kadar gelebilmiştir. Bu kalenin eteklerinde Hierapolis Castabala antik kentinin bulunduğu sanılmaktadır. Günümüze harap durumda gelebilen kalede, Hitit, Asur ve Roma dönemine ait kalıntılar bulunmaktadır. Buradaki antik kentin taşlarından yapılmış olan kalenin 8 burcu ve bir de gözetleme kulesi bulunmaktadır. Kale içerisinde Bizans dönemine ait bir kilise ile bir de su sarnıcı vardır.
  18. _asi_

    Adana efsaneleri

    ADANA EFSANELERİ ŞAHMERAN VE LOKMAN HEKİM EFSANESİ Vaktiyle, binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla giren bir adam, yılanlar tarafından padişahları Şahmeran'a götürülür. Şahmeran adama canını bağışlayacağını ancak kendisini misafir etmek zorunda olduğunu söyler. Yerini bilen birini serbest bırakarak kendi hayatını tehlikeye atmak istememektedir. Şahmeran ona çok iyi davranır. Adam bir dediği iki edilmeden bütün ihtiyaçları sağlanarak yaşamakta, günlerinin büyük bölümünü Şahmeran'la sohbet ederek geçirmektedir. Ne kadar rahat da olsa, gerçek dünyadan uzak bir mağarada süren bu hayattan sıkılan adam, bir gün yeryüzüne dönmek için Şahmeran'dan izin ister. Şahmeran adama güveninin tam olduğunu, yerini kimseye söylemeyeceğine inandığını belirterek gitmesine izin verir. Ancak kendisini gördüğü için vücudunun pul pul olacağını, bu yüzden vücudunu kimseye göstermemesi gerektiğini de tembih eder. Yeryüzünde normal hayatına dönen adam, Şah-meran'ı gördüğünü hiç kimseye söylemez. Bu arada padişahın kızı hasta olmuş, tedavisi için bütün ülke seferber edilmiştir. Kızın iyileşmesini en çok isteyenlerden biri de vezirdir. Gerçek amacı kızla evlenip oğlu olmayan padişahın yerine ülke yönetimini ele geçirmek olan vezir, bütün büyücüleri toplayarak, bu hastalığa çare bulmalarını ister. Büyücülerden birisi, Şahmeran'm bulunup öldürülmesi ve vücudundan alınacak bazı parçaların kaynatılıp içirilmesi durumunda kızın iyi olacağını söyler. Şahmeran'ı bulabilmek için de vücudu pullu kişilerin aranması gerektiğini ekler. Vezir ülkedeki herkesi zorunlu olarak hamama götürüp soydurarak, Şahmeran'ı gören kişiyi bulur. Adam, Şahmeran'ı öldüreceğini vaat ederek mağaraya gider. Şahmeran'a bütün gerçekleri anlattıktan sonra, ne yapması gerektiğini sorar. Şahmeran: "Ölümümün senin elinden olacağını zaten biliyordum" diyerek kendisini öldürmesini, ancak bunun gizli tutulmasını ister. Çünkü öldüğü duyulursa, dünyadaki bütün yılanlar, insanlardan öç almaya kalkacaklardır. Daha sonra: "Kuyruğumun suyunu kaynat ve vezire içir ki kısa zamanda ölsün. Gövdemin suyunu kaynat ve kıza içir ki iyileşsin. iç ki Lokman Hekim olasın" diye ekler. Adam biraz da buruk bir şekilde bunları dinler. Şahmeran yılanlara, adamın misafiri olarak gideceğini, çok uzun yıllar dönmeyeceğini, kendisini merak etmemelerini söyler ve yeryüzüne çıkarlar. Adam Şahmeran'm dediklerini yapar. Vezir ölür, kız iyileşir, kendisi de Lokman Hekim olur . GÜLEK BOĞAZI'NDAKİ EJDERHA İLE KRAL KIZININ EFSANESİ: Toros Dağlan'nda bulunan Gülek Geçidi'nde, bir kızla ejderhaya benzetilen şekillerle ilgili olarak şu efsane anlatılır: Çok eski çağlarda Toros Dağları'nın tepesinde bir kral kızı yaşarmış. Dağların çevresi çok sık bir ormanla çevrili olduğu için buralarda dolaşmak tehlikeliymiş. Çünkü ormanda büyük bir ejderhanın yaşadığı söylenirmiş. Kral da kızma sık sık çevreyi tek başına dolaşmamasını söylermiş. Günlerden bir gün, kızın canı çok sıkılmış ve ormanda dolaşmaya karar vermiş. Bir süre gezdikten sonra dik ve sarp bir kayalığın üzerine oturarak Gülek Boğazı'nı seyretmeye başlamış. Birden büyük bir gürültü duymuş. Aşağı baktığında kayalıklardan ejderhanın geldiğini görmüş. Ne yapacağını şaşırmış. Kurtulamayacağını anlayınca: "Allah'ım, beni ejderhaya yem yapacağına burada taş yap daha iyi." diyerek Tanrıya dua etmiş. Kızın duasını kabul eden Tanrı hem kızı hem ejderhayı orada taşa çevirmiş. TAŞKÖPRÜ'NÜN KURULUŞ EFSANESİ: Seyhan Nehri üzerinde bulunan tarihi Taşköprü'nün kurulması ile ilgili olarak birçok söylenti vardır. Bunlardan bir tanesi de şöyledir: Adana'da bir padişah yaşarmış. Padişahın kızı bir yılanın ölümüne sebep olmuş. Bu yılanın eşi, kızı öldürmek için peşine düşmüş. Padişah bunun farkına varmış. Kızını tanıdığı birisinin evine saklamış. Evden çıkması yasak olan kız, bir gün dayanamayarak bahçeye çıkmış ve elma toplamaya başlamış. Bunu gören yılan, kızı sokarak öldürmüş. Padişah da kızının anısına Taşköprü'yü yaptırmış. Halk bugün bile padişahın, yıkıldığında yeniden yaptırılabilsin diye köprünün altına para ve altın koyduğuna inanır ULUCAMİ EFSANESİ Adana'nın tarihi camilerinden Ulucami, Ramazanoğulları tarafından yaptırılmıştır. Caminin yapımı ile ilgili olarak şöyle bir efsane anlatılır: Ramazanoğlu'na bir gece düşünde, cami yaptırmasını söylerler. O da bu günkü Ulucami'yi yaptırmaya karar verir. Caminin temeli atılır. Bir gece yine düş görür. Kendisinden çocuğunun kanını caminin temeline akıtması istenir. Ramazanoğlu'nun bir tek erkek çocuğu vardır ama, "Allah bir tane daha verir." Diyerek O'nu kurban etmeye karar verir. Temeli atan ustalara: "Çocuğumun kanını temele akıtın ama ben görmeyeyim. Kanlı gömleğini getirin yeter" der. Ustalar "Bey'in bir tane çocuğu var o da kesilmez" diyerek, yoldan geçen garip, bir çocuğu keserler. Kanlı gömleğini Bey'e götürürler. Aradan zaman geçer. Bey, çocuğunun ölmediğini anlar. Temel atan ustaları çağırır ve hangi çocuğun kanını akıttıklarını sorar. Oradan geçen garip bir çocuğun kesildiğini öğrenince ustalara kızar.
  19. _asi_

    Adana ulaşımı

    ADANA ULAŞIMI İlde ulaşım karayolu, havayolu, demiryolu, denizyolu ile yapılmaktadır. Pozantı ilçesi sınırlarında biten ve batıyı doğuya bağlayan Otoyol çalışmalarının il sınırları içindeki yapımı tamamlanmıştır. KARAYOLU Devlet Yolu İl sınırları içinde 454 km devlet yolu bulunmaktadır. Bunun 119 km 'si beton asfalt, 335 km 'si sathı kaplamadır. İl Yolu İlde 488 km uzunluğunda il yolu bulunmaktadır. Bunun 6 km 'si beton asfalt, 353 km 'si sathı kaplama, 18 km 'si stabilize, 111 km 'si toprak yol. Otoyol İlde 158 km uzunluğunda otoyol bulunmaktadır. Bunun 144 km'si yapımı tamamlanan, 14 km'si yapımı devam eden otoyoldur. Köy Yolu İlde 243 köy-bucak ve belde belediyesinin yolu asfalt, 183 köy-bucak ve belde belediyesinin yolu stabilize, 71 köy-bucak ve belde belediyesinin yolu tesviyedir. Ayrıca 55 köy-bucak ve belde belediyesi karayolu güzargahındadır. İl sınırları içinde asfalt yol uzunluğu 1.588 km, stabilize yol uzunluğu 1.156 km, tesviyeli yol uzunluğu 1.455 km, hamyol uzunluğu 14 km toplam yol uzunluğu 4.213 km'dir. HAVAYOLU Adana Havaalanı 1937 yılında sivil-askeri havaalanı olarak hizmete girmiştir. 1956 yılında sivil havaalanı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Şehirden uzaklığı 3,5 km'dir. Havalimanın Pist Özellikleri : 45 m genişliğinde 2.750 m uzunluğundadır. Apron Özelliği : 87.000 m2 boyutunda ve 9 uçak park kapasitelidir. Ayrıca 7.200 m2'lik zirai ilaçlama uçaklarına ayrılmış alan mevcuttur. Tarifeli Uçak : THY + 3 özel firma Toplam Şirket : 17 Günlük Uçak Kapasitesi : 216 Yıllık Uçak Kapasitesi : 78.840 Günlük Yolcu Kapasitesi : 13.700 Yıllık Yolcu Kapasitesi : 5.000.000 kişi Yıllık Yolcu Kapasitesine Göre Gerçk. : % 15 Yıllık Uçak Kapasitesine Göre Gerçk. : % 11.1 Direk Sefer Yapılan Ülkeler : S.Arabistan, K.K.Türk Cumhuriyeti Carter Seferleri : Özellikle yaz aylarında tüm Avrupa ülkelerine yapılmaktadır. Adana Havalimanı Yurt Dışı Geliş-Gidiş Uçak ve Yolcu Sayısı (2004 Yılı) Gelen Uçak : 1.117 - Gelen Yolcu : 218.393 Giden Uçak : 1.188 - Giden Yolcu : 229.557 01.01.2005-01.10.2005 tarihleri itibari ile Adana Havalimanı Yurt Dışı Geliş-Gidiş Uçak ve Yolcu Sayısı Gelen Uçak : 1521 - Giden Uçak : 1257 Gelen Yolcu : 224.936 - Giden Yolcu : 202.783 İncirlik Havaalanı Yurt Dışı Geliş Gidiş Uçak ve Yolcu Sayısı Gelen Uçak : 619 - Giden Uçak : 620 Gelen Yolcu : 3340 - Giden Yolcu : 3634 -1997 Yılına kadar yıllık 2,000,000 olan yolcu kapasitesi Dış Hatlar Terminalinin hizmete girmesiyle birlikte 5,000,000 yolcu/yıl'a çıkmıştır. Yerli ve Yabancı Havayolu Şirketleri DEMİRYOLU Demiryolu bağlantısının 1860'larda yapıldığı Adana istasyonundan bugün birçok kente ulaşım yapılmaktadır. Adana il sınırları içerisinde 156 km ana hat, 23 km çift hat (Yenice-Adana), 26 km istasyon yolları ve tali hatlar olmak üzere toplam 205 km demiryolu bulunmaktadır. Sınırlar içinde 11 adet istasyon vardır. Demiryolu ilin Pozantı, Seyhan, Yüreğir, Ceyhan ilçelerinden, aynı zamanda Karaisalı ilçesi sınırlarından da geçmektedir. Devlet demiryolunun, içinden ve yakınından geçtiği köy ve kasaba sayısı 20'dir. DENİZYOLU Yumurtalık, Ceyhan, Karataş ilçeleriyle denize yolu olan uluslar arası petrol ve yük taşımacılığına açık Botaş limanı ve Toros Gübre Fabrikaları Limanı bulunmaktadır. Karataş ilçesinde bulunan balıkçı barınağı, yöre balıkçılarına hizmet vermektedir.
  20. ADANA COĞRAFYASI DAĞLAR Eski adı Bulgar Dağları olan Bolkar Dağları, batıda Taşeli Platosu, doğuda uzun bir oluk biçiminde uzanan ve jeologların Ecemiş koridoru adını verdikleri derin bir kanyon ile sınırlanır. Batıda tepeciklerle başlayan Bolkar Dağları, kuzeydoğuya doğru gidildikçe yükselerek belirgin bir dağ sırası haline gelir. Yükselti, kütlenin batısında 2.500 m'yi geçmediği halde (en yüksek tepeler 2.474 m ile Yüğlük Tepesi ve 2.418 m ile Kümbet Tepe), orta kesimlerde birden 3.000 m yi aşar. (Aydos Dağı 3.480 m) Kuzeydoğuya gidildikçe, 3500 m. yi aşan dağların, en yüksek tepesi olan Medetsiz Tepesi de (3.524 m) bu kesimdedir. Dağların üzerindeki diğer önemli doruklar; Gâvur Dağı (3.337 m), Yıldız Tepe (3.314 m), Meydan Dağı (3.132 m) ve Hacıhalil Dağı'dır (3.107 m) Bolkar Dağları Kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan Bolkar Dağları'nın uzunluğu yaklaşık 150 km genişliği ise yer yer 40-50 km yi bulur ve Ereğli ovası ile Akdeniz kıyıları arasında aşılması güç bir duvar gibi yükselir. Akdeniz kıyıları ile İç Anadolu arasında da ulaşımı engelleyici bir set oluşturan Bolkar Dağları'nın doğudan aşıldığı düzenli bir karayolu yoktur. Başlıca karayolları kütlenin kuzeyinden ve güneyinden geçer. Bunlardan doğuda olanı, kara ve demiryolunun bir ölçüde birbirini izlediği Ecemiş Koridoru, bir de Antik Çağ'daki adı 'Pylae Ciliciae' olan Gülek Boğazı'dır. Aladağlar İldeki dağların en yüksek tepelerinin bulunduğu Aladağlar, kuzeydoğu yönünde yaklaşık 100 km. uzanır. Genişliği ise 40 km kadardır. Batıda Çakıt Suyu Vadisi ile Pozantı ve Kırkpınar Dağları'ndan, Ecemiş Koridoru ile de Bolkar Dağları'ndan ayrılır. Aladağlar, Zamantı Suyu, Eğlence Deresi, Çakıt Suyu ve bunların kolları ile parçalanmıştır. Dağların yamaçlarında gür kaynaklara rastlanır. Batı yamaçları doğu yamaçlarına göre daha diktir. Kuzeye bakan yamaçlarda buzul aşındırmasının izlerine rastlanır. 3.200 m yükseklikte görülen bu izler, boyları 1 km’yi geçmeyen küçük buzullar halindedir. Genellikle vadileri izleyen bu buzullar, yer yer de küçük çaplı buzul gölleri oluşturur. Bu göller Yedi Göller adıyla anılır. Yoğun ormanlar ve çeşitli bitki katlarıyla Aladağlar'ın görkemli bir görüntüsü vardır. Bol sulu akarsuları ve yemyeşil otlar ve ormanlarıyla özellikle yazın Akdeniz'in bunaltıcı sıcağından uzak, yaylalar kuşağı gibidir. Bu dağlar üzerinde yer alan Pozantı, Çamalan, Tekir, Bürücek yaylaları bir plato özelliği gösterirler. Aladağlar üzerindeki başlıca yükseklikler, Demirkazık Tepesi (3.756 m) Torosan Dağı ve Kaldı Dağı (3.374 m), Kol Tepesi (3.588 m) ve Karanfil Dağı (3.059 m) dır. Bunlardan Demirkazık Tepesi, Toros Dağları'nın da doruğudur. Tahtalı Dağları Seyhan Irmağı ile Zamantı (Sanvantı) ve Göksu kolları arasında uzanan dağların tümüne denir. Kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan bu dağların üzerinde, Koç Dağı, Soğanlı Dağı, Beydağı, Alaylı Dağı, Bakır Dağı gibi doruklar sıralanır. Tahtalı Dağları Seyhan ve Ceyhan vadileri arasında uzanan Binboğa Dağları'yla birlikte eskiden antitoros denilen dağların bir koludur. Dağlar güneye doğru vadilerle parçalanmış ve geçilmez bir görünüş almıştır. Kuzeydoğuda hemen hemen çıplak olan bu dağlar güneye doğru daha ormanlık bir bitki örtüsüyle kaplıdır. Orta Toros Sistemi içindeki dağlar üzerinde Gülek Boğazı'ndan başka, Kozan'ın Akçalıuşağı Köyü’nden sonraki Elmedere Geçidi bulunmaktadır. OVALAR Bütünüyle Adana Ovası adı verilen havzanın güneyde kalan bölümüne Çukurova, kuzeyde kalan bölümüne ise yukarı ova Anavarza denir. İki ovayı Misis Dağları ayırır. Tepe özelliği gösteren bu dağların en yüksek noktası olan Cebelinur Dağı'nın yüksekliği 770 m.’ dir. Çukurova Türkiye'nin en geniş delta ovasıdır. Seyhan ve Ceyhan nehirleri ile Berdan (Tarsus) Çayı'nın getirdiği alüvyonlardan oluşmuştur ve karışık yapılıdır. Sınırları coğrafyacılar arasında tartışma konusudur. Bazılarına göre Yukarıova ile birlikte, güneydeki ovanın ikisine birden Çukurova denir. Yörede oturanlar da Çukurova adını bu geniş anlamıyla kullanırlar. Orta Toros eteklerinden Akdeniz'e kadar uzanan ovanın bütününü Adana Ovası adıyla anmak ve daha çok sayıda ova birimlerine ayırmak mümkündür. Yüreğir, Misis, Ceyhan, Haruniye, Osmaniye ve Yumurtalık ovaları gibi. Bu ovaların en büyüğü 205.000 hektar genişliğindeki Ceyhan Ovası, diğeri ise 125.000 hektarlık Yüreğir Ovası'dır. Ceyhan Ovası'nın denizden yüksekliği 20-50 m Yüreğir Ovası'nın ise 0-50 m arasında değişmektedir. Adana ovası, il topraklarının %27'sini kaplamaktadır. NEHİRLER, BARAJLAR VE GÖLLER Akdeniz Bölgesinin en büyük ırmakları olan Seyhan ve Ceyhan, Adana toprakları içinden akar. Düzensiz rejime sahip olan Seyhan Nehri; Toros Dağları’ndan Zamantı adıyla çıkar, çeşitli kollardan sonra Göksu ile birleşerek Seyhan adını alır ve batıda İçel sınırında Deli Burnu'nda denize dökülür. Seyhan Nehri’nin uzunluğu 560 km.’dir. Ceyhan Nehri (509 km) Adana ve Akdeniz Bölgesi'nin ikinci büyük ırmağıdır. Elbistan'ın kuzeyindeki dağlardan doğar. Hurma suyu, Söğütlü Deresi, Göksu Çayı ile birleşerek Ceyhan Irmağı yaklaşık 2.500 yıl öncesine kadar, Seyhan gibi Karataş'ın batısında denize ulaşırken, sonradan Bebeli Boğazını yararak doğuya dönmüş ve İskenderun Körfezine dökülmeye başlamıştır. 1.935 yılında meydana gelen taşma sonucunda güneye yönelmiştir. O tarihten beri Hurma Boğazında denize dökülmektedir. Ceyhan Nehri’nin uzunluğu ise 509 km’dir. İl’de bulunan Seyhan Barajı ve gölü, Kozan Barajı ve gölü, Nergizlik Barajı ve gölü, Çatalan Barajı ve gölü ülke genelinde de önemli barajlar arasındadır. Güneyde kıyıda denize açılan Ağyatan, Akyayan, Akyatan ve Tuzla Gölü gibi birkaç kıyı gölü ile birlikte, Aladağlar üzerinde Yedigöller adı verilen küçük buzul göllerle, Karaisalı ilçesi yakınlarındaki Barak Köyü sınırları içinde alabalığıyla ünlü Karstik Dipsiz Göl bulunmaktadır. iKLİM Adana, Akdeniz iklim özelliklerini taşır. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır. Bölgede meydana gelen yağışlar, genellikle yamaç yağışları ve gezici hava kütlelerinin karşılaşması ile oluşur. Ortalama yağış miktarı 625 mm dir. Yılın ortalama 74 günü yağışlı geçer. Yağışlar %51 kışın, %26 ilkbaharda, %18 sonbaharda, %5 yazın düşer. Yazın havanın nemle yüklü olmasına karşılık, bazı yıllarda hiç yağış düşmediği görülür. Yazın bir alçak basınç merkezi olan Çukurova'ya denizden ve Toroslar'dan hava akımı olur. Böylece dinamik nedenli bir yüksek basınç merkezi oluşur. Bir taraftan denizden gelen nemli hava, diğer taraftan barajlar ve ovanın sulanması nedeniyle nem artar. İklimin ve enlemin etkisiyle ısınan hava, birikim nedeniyle ağırlaştığı için yükselemez ve doyma noktasına ulaşamaz. Böylece yazın nem yüklü sıcak bir hava görülür. Ortalama nisbi nem % 66 olmakla beraber, yazın % 90'ın üzerine çıkar. 37 yıllık ortalama sıcaklık 18.7 C'dir. En soğuk ay Ocak, en sıcak ay Ağustos'tur. Ocak ayı ortalaması 9 C, Ağustos ayı ortalaması 28 C'dir. Ovanın sıcak olmasına karşılık, ilin topraklarında yükselti ve yüzey şekillerine göre iklim şartları çok değişir. Yağışlarda da değişme görülür. Dağlık kesimde yağışlar doğal olarak fazladır(Feke'de 930.5 mm. Saimbeyli'de 805 mm.) Ovada ender olarak görülen kar, dağlarda erken başlar ve bazan aylarca kalır. Adana'da yılın 195.6 günü yaz günüdür. Bu günlerin 134.4'ü tropik gün olarak belirlenmiştir BİTKİ ÖRTÜSÜ Adana çevresindeki bitki örtüsü, Akdeniz iklim özelliklerini taşır. 700-800 m'ye kadar bodur ağaçlardan oluşan makiler görülür. Ancak, özellikle yerleşim ve tarım alanlarının yer aldığı alçak düzlüklerde, doğal bitki örtüsü insan eliyle büyük tahribe uğramış, çoğu yerde bütünüyle ortadan kaldırılmıştır. Daha önceleri bu yerlerin doğal bitki örtüsünü, dayanıklı kızılçam ve bazı meşe ormanları oluştururken, bütün Akdeniz bölgesinde geniş yayılma gösteren maki topluluğu, ormanların yok edilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Ormanların ortadan kaldırılmadıkları yerlerde, hemen kıyı gerisinde başlayan ve 800 m'ye çıkan maki toplulukları içinde rastlanan küçük kızılçam orman kalıntıları, bu durumun kanıtıdır. 800 m'den başlayan ormanlar, daha alçak düzeylerde yayvan yapraklı ağaçlardan (çoğunlukla meşe), daha yükseklerde ise iğne yapraklı ağaçlardan (sedir) oluşur. Yaz mevsiminin kuraklığı ve uzunluğu bitki örtüsündeki çeşitliliği azaltır. 2.800 m'den sonra yavaş yavaş seyrelen sedir toplulukları, yerlerini Alp, Alp altı ve Alp tipi çayırlara bırakır. Alp tipi çayırlar sayısız çiçekleriyle bir halı görünümündedir. JEOLOJİK YAPI Adana ilinin genel jeolojik yapısı dağlık kesim ve ovalık kesim olarak iki kesimde incelenir. 1. Dağlık Kesim (Doğu Taridler Kuşağı) Doğu Taridler Kuşağı Alp dağlarının bir devamı olan Toros Dağları genç dağlar olup, III. Jeolojik dönemin ikinci yarısında meydana gelmiştir. Ancak ilk jeolojik dönem olarak kabul edilen Alt Kambriyene ait yüksek derecede metamorfizmaya uğramış sedimenter kayaçlarla başlamaktadır. Aladağlar genellikle, Karbonifer sonu ile Permiyen başı (yaklaşık 280 milyon yıl önce) ve Tebeşir Dönemi (yaklaşık 136-65 milyon yıl önce) kalkerlerinden oluşmuştur. Bu kalker kütleler arasında yer yer ultrabazik nitelikli efit kayaçlar bulunur. Tahtalı Dağları'nın yapısına I. Zaman kıvrımlı şist ve kireç taşlarıyla yeşil kayalar hakimdir. Bolkar Dağları'nın temelini de Aladağlar gibi kar bonifer sonu ile Permiyen başına ait kireç taşları oluşturur. Pekçok kez deprem ve yanardağ etkinliklerine uğrayan Bolkar Dağları, III. Zamandaki Alp Dağı oluşumuyla bugünkü biçimini almıştır. Yerkabuğundaki büyük yüzey şekillerinin oluşumuna yol açan eguojenik hareketlerin sonuncusu ise, dağların günümüzdeki yüksekliğine ulaşmasını sağlamıştır. Bolkar Dağları'nın yüksek kesimlerinde IV. Zamana (Kuvaterner) ait buzlaşmanın izleri görülür. 2. Ovalık Kesim Ovalık Kesim alüvyal materyallerden oluşmaktadır. Çukurova Bölgesinde kireçtaşı oluşumları ile dördüncü zaman alüvyalleri yayılım gösterir ve ildeki ovaları oluşturur. Adana Havzası III. zamanın sonlarına doğru deniz ve kara kökenli sedimentlerin çökelmesi ile oluşmuştur. Karışık yapılı bir delta olan Çukurova'nın güneyindeki bölüm, Halosende (y.10 bin yıl öncesinden bu güne) alüvyon yığılmasıyla yeni eklenmiştir. Bunun gerisinde Pleishosen'e (y. 2,5 milyon yıl 10 bin yıl önce) ait daha eski bir delta vardır. Bu eski deltanın yüzeyleri bugün üç ayrı taraça halinde yüksekte kalmıştır. MADENLER Jeolojik konumu nedeni ile Adana, çok çeşitli ve önemli yeraltı kaynaklarına sahiptir. Başta demir olmak üzere, krom, kurşun, çinko, altın, gümüş, boksit, manganez, barit, fosfat, kuvars kumu ve kuvarsit, alçı taşı, tuz, çimento hammaddeleri, yapı taşları, petrol, kömür, asbest, manyezit v.b. gibi pek çok madensel kaynak yörenin doğal kaynakları arasındadır.
  21. _asi_

    Adana kültürü

    Verimli topraklar ve coğrafi konumu nedeni ile tarih öncesi çağlardan başlayarak değişik ulusların akınına uğramış bölgede Çukurova kültürünü bu uygarlıklardan parça parça biriktirilmiş taşlarla oluşturulmuş bir yapı olarak tanımlamak mümkündür. Bir kültür sentezini oluşturan etkenler içinde Hitit kültürü ağırlıklı bir yer tutmakla birlikte, diğer ulusların verdiği katkılarla da tarih boyunca zenginleşmiştir. Burada hüküm sürmüş 10 uygarlığın etkileri Adana'nın kültür yaşamında hala görülmekte ve hissedilmektedir. Adana ve Çukurova kültürünü önemli şekilde etkileyen gruplar özellikle göçebe, Türkmen ve Yörük aşiretleridir. 7-11. yy. arası Bizanslılar, Araplar ve aradaki küçük bir çok siyasi toplulukların kültür etkileri altında gelişen Anadolu, 11. yy.'dan itibaren tamamen Selçuklu kültürü etkisi altına girmiştir. Selçukluların ve onları takiben beylik devrinin etkileri Çukurova'da çok belirgindir. Beylik devrine damgasını vuran Ramazanoğlu Beyliği'nin zengin kültür varlıkları bugün hala görülmektedir. Beylikler sonrası Osmanlı Devrinden kalma yazılı kaynaklar zamanın gelişimine ışık tutmaktadır. (Şeri/mahkeme Sicilleri veya Ziya Paşa devri kayıtları) Ovadan çok Toroslar'da yerleşen Türk (Yörük, Türkmen) aşiretleri uzun yüzyıllar dış etkenlere kapalı kalmış ve en az 10-15 asırlık Türk-Müslüman kültürünü pek fazla değişmeden muhafaza etmeyi başarmışlardır. Adana'nın daha ovalık kesimlere yerleşmesi 19. yüzyıla rastlamaktadır (Osmanlı devrine, Cevdet ve Derviş Paşalar dönemine ) Ovaya yerleşme ile kültürde değişmeler başlamıştır. 20. yüzyılın ortasından itibaren de ovaya sanayileşmenin gelişi yöre kültür ve yaşamında büyük değişiklikler yaratmıştır. Bir toplumun maddi ve manevi değerlerinin birikimi, o toplumun kültürünü meydana getirir. Bir çok iç ve dış etkenlerin yarattığı sentez, toplumun belli bir dönemdeki kültürünü belirler. Verimli topraklar ve coğrafi konumu nedeni ile tarih öncesi çağlardan başlayarak değişik ulusların akınına uğramış bölgede Çukurova kültürünü bu uygarlıklardan parça parça briktirilmiş taşlarla oluşturulmuş bir yapı olarak tanımlamak da mümkündür. Özellikle 19.ve20. yüzyıllarda Adana ovasında yerleşimin artmasıyla tarımda ve sanayileşmede büyük atılımların olması, yörenin kültüründe büyük değişiklikler yaratmıştır. Ayrıca yörede yayla, deniz ve ova kültürünün de karışımı ile yeni bir kent kültürü meydana gelmiştir. Çeşitli Kültürlerin Yörede Bıraktığı İzler : İlde çeşitli uygarlıklara ait toplam 65 adet büyük boyutlu sit alanı bulunmaktadır. Bu sit alanları içinde Kozan merkez ve Seyhan ilçe merkezi gibi kentsel sitler, Misis, Magarsus, Anavarza gibi arkeolojik sitler, Ağyatan, Akyatan, Yumurtalık Lagünü gibi doğal sitler, ayrıca anıtsal nitelikli kültür varlıkları da bulunmaktadır. Bunlar Misis ve Adana Taşköprüsü, Ulucami, Arasta, han-hamam gibi dini, askeri ve resmi yapılardır. İLDEKİ KÜLTÜR KURULUŞLARI Adana Arkeoloji Müzesi: 1924 yılında Alyanazade Halil Kamil Bey tarafından Taşköprü yakınındaki Cafer Paşa medresesinde açılmıştır. 1950 yılında bugünkü Etnoğrafya müzesine, 5 Ocak 1972 tarihinde de bugünkü yerine (Girne köprüsü yanı) taşınmıştır. Müzeye eserler kazı, hibe, el koyma ve satınalma yoluyla toplanmıştır. En önemlileri Aşi Lahdi, Antropoit Lahid, Bronz Senatör Heykeli, Urartu dönemine ait madeni eşyalardır. Etnoğrafya Müzesi : İl merkezinde, Kuruköprü'de 1845 yılında yapılmış ve terkedilmiş kilise binası 1924 yılında müze haline getirilmiştir. Buranın Etnoğrafya müzesi olarak kullanılması 1983 yılındadır. Atatürk Bilim Kültür Merkezi: Müze binası Seyhan caddesi üzerinde 19.yüzyılda yapılmış geleneksel Adana evlerindedir. İki katlı çıkmalı, kırma çatılı, ahşap bir yapıdır. Ramazanoğullarından Suphi Paşa'ya ait olan binada Atatürk, 15 Mart 1923'te Adana'ya geldiğinde eşiyle birlikte kalmıştır. Bina, Atatürk Kültür ve Bilim Merkezi Koruma ve Yaşatma Derneğince ve halkın katkılarıyla restore edilmiştir. 1981 yılında Müze Müdürlüğü'ne bağlı olarak hizmete açılmıştır. Misis Mozaik Müzesi: 1959 yılında Misis höyüğünün batı yönündeki sırtında açılmıştır. Adana Arkeoloji müzesine bağlıdır. Müzede yer alan mozaikler bu sanatın en gelişmiş zamanı olan 4.yüzyılın sonlarına ait bazilika tipinde bir tapınağın zemin mozaikleridir. Müzenin duvarları ışığı geçirecek şekilde cam tuğlalardan oluşmuştur. Bu mozaiklerin ortaya çıkartılmasında Alman Arkeologları Prof.Bossert ve Dr.Sudwing Budde yardımcı olmuşlardır. Anıtlar Müdürlüğü : 1984 yılında kurulan 1985 yılında faaliyete geçen Adana Röleve Anıtlar Müdürlüğü Kültür Bakanlığı'na ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile müzelerin bakım, onarım, inşaat restorasyon, müze ve çevre düzenlenmesine ait her türlü etüd, proje ve uygulama hizmetlerini yapmaktadır. Müdürlüğün çalışma alanına Adıyaman, Hatay, Gazintep, İçel, Kahramanmaraş, Kilis ve Osmaniye illeri girmektedir. Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü: 1987 yılında kurulmuş, 1988 yılında faaliyete başlamıştır. Müdürlüğün çalışma alanına Adıyaman, Hatay, Gaziantep, İçel, Kahramanmaraş, Kilis ve Osmaniye illeri girmektedir. Çalışmalar beş akademik üyeden oluşan bir kurul tarafından yürütülmektedir. Bu kurul adı geçen İllerdeki korunması gerekli Kültür ve Tabiat varlıkları hakkında karar vermektedir. KÜLTÜR MERKEZLERİ Adana İl Halk Kütüphanesi : 1923 yılında Şeyh Ramazanoğlu kitaplıklarının birleştirilmesi ile kurulmuştur. 1963 yılında İl Halk Kütüphanesi adını almıştır. 5 Ocak 1976 tarihinde de Kültür Sitesi'ne taşınmıştır. Çağdaş Çocuk Kütüphanesi : Gazipaşa Bulvarı, Celalettin Sayhan İlköğretim Okulu bahçesinde hizmet vermektedir. Mehmet Sabancı Çocuk Kütüphanesi : Yavuzlar Mahallesinde Hacı Ömer Sabancı Vakfı tarafından yaptırılan iki katlı binada hizmet vermektedir. 100. Yıl Çocuk Kütüphanesi : İncirlik Kasabasında 1981 yılında Belediye tarafından verilen binada hizmete girmiştir. Ayrıca Ceyhan, Feke, İmamoğlu, Karaisalı, Kozan, Pozantı, Saimbeyli, Tufanbeyli, Yumurtalık ilçeleri ile Sağkaya ve Mercimek beldelerinde de Halk Kütüphaneleri bulunmaktadır. Devlet Güzel Sanatlar Galerisi : Galeri 1978 tarihinde hizmete girmiştir. 1981 yılında Hacı Ömer Sabancı Kültür Mrkezine taşınmıştır. Galerinin amacı, topluma plastik sanat zevkini yaymak ve geliştirmek, sanatçılara eserlerini sergileme kolaylığı sağlamak, dünyadaki plastik sanat eserlerini tanıtmak ve sevdirmektir. Tiyatrolar : Adana'da ilk tiyatro 1880 yılında şair Ziya Paşa'nın Adana Valiliği sırasında kurulmuştur. Adana Büyükşehir Belediyesi binası içinde bulunan Şehir Tiyatrosu 1926-1938 yılları arasında Belediye Başkanlığı yapmış olan Turhan Cemal Beriker tarafından halkevi olarak yapılmıştır. 1941-1948 yıllarında Halkevi Başkanı Gazeteci Nihat Oral, bu konuda ileri bir adım atmış ve tiyatronun gençlik kolunu kurmuştur. Tiyatro ara ara açılıp kapanmış, bu gün hala çalışmalarına devam etmektedir. Ayrıca Hacı Ömer Sabancı Kültür Sitesi'nde Kültür Bakanlığı'na bağlı olarak çalışmalarını sürdüren Devlet Tiyatrosu bulunmaktadır. Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası : Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı olarak 1990 yılında kurulmuştur. 5 Ocak 1991 yılında ilk konserini vermiştir. Konserlerinde yerli ve yabancı birçok şef ve solist sanatçıyı konuk etmekte, ayrıca yurtiçi ve yurtdışında konserler vermektedir. Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali : 1969 yılında günümüze kadar devam eden bu gelenek etkinliğini gittikçe artırarak Adana'nın ismini duyuran önemli bir sanat olayı haline gelmiştir. Türk sinemasının gelişmesinde de önemli katkıları olmaktadır. Halk Edebiyatı ve Aşıklar Geleneği : Çukurova'da, halk edebiyatı ve aşıklar geleneği yüzyıllardan beri sürmektedir. Bu konu ile ilgili yapılan araştırmalarda birçok masal, efsane, fıkra, ağıt v.b. derlenmiştir. Bunlardan en iyi korunanı aşıklık gelenrğidir. Adana'da aşıklar, sazlı(telden), sazsız(dilden) olmak üzere iki gruba ayrılır. Karacaoğlan, Dadaloğlu aşıkların en ünlülerindendir. Bunların dışında yörede Aşık Yusuf, Deli Boran, Feymani, Osman Eyyubi, Aşık Abdullah, Gündeşlioğlu, İlbeylioğlu, Kara Osman, Kul Halil, Kul Seydi İçgözoğlu, Aşık Karalı, Hacı Karakılçık, Abdulvahab Kocaman, Aşık Fidani, Aık Ömer, Aşık Ali, Aşık Hüseyin, Derdiçek ve İnce Arap gibi birçok aşık yetişmiştir. Kadın halk şairleri de bulunmaktadır. Bunların en ünlüleri; Durdu, Nazlı Gelin, Sinem Kız, Hasibe Hatun ve Hasibe Ramazonoğlu'dur. Geleneksel El Sanatları : Yörede teknoloji ne kadar gelişmiş olsa da yerel olarak el sanatları önemini korumaktadır. Özellikle kırsal kesimde daha yaygın. Yrtkililer geleneksel el sanatlarını geliştirmek için gayret göstermekte, bir çok yerde kooperatif yoluyla bu çalışmaları desteklemektedir. En fazla yapılan el sanatları halı, kilim, çul, çuval, heybe, seren ve benzerleridir. Kültürel Dokuya Katkıda Bulunanlar : Şair, Yazar, Ozan, Aşık, Bestekar, Eleştirmen ve Gazeteciler Sisi Abdi, Abdülnafi Üffer Efendi, Ahmet Ada, Ziya Adalı, Admi, Rıza Polat Akkoyunlu, Mahmut Akan, Selma Aktan, Kanuni Ali, Celal Arabacıoğlu, Turan Altıntaş, Mustafa Arif Arık, Hamit Salih Asyalı, Turan Aydın, Nuri Ayvalı, Arif Bilen, Ali Bilgili, Recep Bilginer, Salih Bolat, Ceyhun Can, Demirtaş Ceyhun, İbrahim Davutoğlu, Mehmet H.Doğan, Hakkı Dönmez, Kasım Ener, Mehmet Ali Ferrahi, Seyfi Güldağlı, Feyyaz Kadri Gül, Mehmet Refik Gülek, Asral Günşir, Ferit Celal Güven, Nevzat Güven, Nuri Hacı, Hakkı Bey (Yeğen Ağazade), Hoca Mehmet Hayrettin, Muzaffer İzgü, Suphi İdrisoğlu, Abdulkadir Kaçar, Karacaoğlan, Hacı Karakılçık, Reyhan Karataş, Cahit Kamışçı, Abdullah Kartal, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, A.Vahap Kocaman, Ahmet Köylügil, Salim Küçüktanış, Celal Şakir Muter, Talat Muter, Turan Oflazoğlu, İhsan Altay Orhon, Ümit Öcal, Abdulkadir Kemali Öğütcü, Arif Özbilen, Osman Özfidan, Ali Püskülloğlu, Hasibe Ramazonoğlu, Seyit Osman Suriri, Kamuran Şipal, Pekşen Tandoğan, Süleyman Şahin Tan, Osman Taşkaya, Eyyüp Todil, Mehmet Akif Tuncay, Taha Toros, Tuncer Uçarel, Nuer Uğurlu, Çetin Yiğenoğlu, Mahmut Yivli, Çoban Yurtçu, Cezmi Yurtsever, Ahmet Remzi Yüreğir, Çetin Remzi Yüreğir, Nihat Ziyalan. Sinema, Tiyatro Sanatçıları, Müzisyenler, Ressam ve Hatatlar : Nedim Adanalı, Şadan Adanalı, Ahmet Akata, Aytaç Arman, İrfan Atasoy, Halil Atılgan, Erol Büyükburç, Mustafa Ceylanlı, Etem Çalışkan, Nurhan Damcıoğlu, Mahmut Dinle, Perihan Doygun, Yılmaz Duru, Coşkun Erdal, Fatih Erenler, Yusuf Erkişi, Can Etili, Nazife Güleryüz, Salih Güney, Hatat Hacı, Mahmut Hekimoğlu, Hüseyin İleri, Celal İnce, Bilal İnci, Suna Kan, Gani Karaca, Demir Karahan, Abdurrahman Keskiner, Arif Keskiner, Ercan Kont, Yılmaz Köksal, Barışmanço, Sadettin Öktenay, Hasan Özel, Hasan Özçivi, Ali Hbibp Özgentürk, İsmail Polat, Mustafa Sağyaşar, Suavi Soney, Erkan Sürmen, Ali Şen, Şener Şen, Necmi Şenel, Güven Şengil, Ali Şenozan, Aziz Şenses, Ferdi Tayfur, Faruk Tınaz, Tolgahan, Danyal Topatan, Seyhan Tütün, Abdurrahman Yağdıran, Meral Zeren. Bilim Alanında Ünlüler : Abdullah Sisi, Abdurrahman Efendi, Remzi Oğuz Arık, İbrahim Ağah Çubukçu, Hamza Eroğlu, Ahmet Ramazanoğlu, Ali Sevim. Folklor : Çok değişik uygarlıkların yaşamına sahne olan Çukurova'da Folklor'un da zengin olması doğaldır. Tarihin çok eski çağlarında yaşayan medeniyetlere ait folklor ürünlerinin hangilerinin bugüne kadar yaşadığı, hangilerinin folklor verimi ile bütünleştiğini saptamaya olanak yoktur. Yöre Türk folklorunun tarihi başlangıcını da 7.yüzyıl olarak söylemek doğru olur. Anadolu folklorunun genel karekteristiği yöre folklorün de, bazı değişikliklerle aynen görülmektedir. İklim, iş bölümü, gelenek ve görenekler, folklorun bölge içinde diğer bölgelere göre başkalaşmasına önemli ölçüde etken olmuştur. Şölen, av folkloru ile bu yaşam biçimine uygun giyim, özgür yaşam tavrı bu etkilerle oluşmuş önemli folklor özelliklerindendir. Adana köylerinin bir kısmında hakim olan giyim tarzı, düğünler, cirit, güreş, sinsin gibi oyunlar varlıklarını devam ettiren folklor özellikleridir. Halk Ozonları : İlin Yetiştirdiği halk ozanlarının başında Karacaoğlan ve Dadalloğlu gelir. Bunların yanısıra ünü çevresini aşmayan sayısıs halk ozanı da vardır. Bunların yanısıra ünü çevresini aşamayan sayısız halk ozanı da vadır. Sazını eline alıp azığını sırtına vurarak Çukurova'yı ve başka diyarları gezen Karacaoğlan ile başlayan Dadaloğlu, Aşık Yusuf, İlbeylioğlu, Deli Boran, Aşık Abdullah, Gündeşlioğlu, Kara Osman, Kul Halil, Kul Şeydi, Üçgözoğlu, Aşık Ali İlhami, Aşık Ömer, Aşık Hüseyin, Derdiçek, İnce Arap, Aşık İmami, Aşık Halil Karabulut, Aşık Kul Mustafa, Aşık Hacı Karakılçık, Feymani, Aşık Abdülvahap Kocaman, Aşık Deli Hazım Demirci gibi daha nice aşıklarla devam eden halk aşıkları söyledikleri detsan, taşlama, güzelleme, ağıt, koşma ve şiirlerle Çukurova kültürünü tanıtmışlardır. Kadın halk ozanları da erkeklersen geri kalmamıştır. Karaisalı yöresinden Durdu, Nazlı Gelin, Sinem Kız, Avşar oymağından Hasibe Hatun, Adanalı Hasibe Ramazanoğlu bunların en ünlülerindendir. Geleneksel Yiyecek ve İçecekler : Adana yöresinin zengin bir yemek kültürü bulunmaktadır. Bu yemek kültürünün bu kadar zengin olmasının nedeni çeşitli kültürlerin etkisinde kalması ve onların yemekleri ile kendi yemeklerini damak zevkine uygun olarak birleştirmesidir. Adana yemeklerinin en önemli özelliği un, bulgur, et sebze ile çeşitli baharatların çok kullanılmasıdır.Yemeklerin yanında bol yeşillik ve değişiksalatalar yenir. Aynı zamanda süt, yoğurt, peynir, çökelekte bol miktarda kullanılmaktadır. Özellikle etli yemekler sebze ile birleştirilerek yapılır. Bakliyat türleri ile sebze yemekleri ve çorbalarda bol miktarda kullanılmaktadır. Çorbalardan kesme ya da hamur çorbası, yüksük çorbası, düğün çorbası; sebze yemeklerinden, süllüm, mercimekli ıspanakbaşı, kabak çintmesi; bulgur yemeklerinden ekşili topalak, sarımsaklı köfte, içli köfte; sakatat yemeklerinden şırdan dolması, karın dolması; içeceklerden şalgam suyu, aşlama(meyan kökü) ayran, kaynar;tattlılardan taş kadayıf, karakuş tatlısı, nemse tatlısı, halka tatlısı ve bici-bici.
  22. _asi_

    Adana mutfağı

    İÇLİ ADANA 1 kişilik 2 adet haşlanmış patates 1 tatlı kaşığı margarin 1 adet soğan 100 gram kuzu kıyması 1 tatlı kaşığı salça Tuz Karabiber Kimyon Yarım su bardağına yakın galeta unu 2 adet yumurta Kızartmak için: sıvı yağ 2 adet haşlanmış patatesi, biraz tuz da ilave ederek püre haline getirin. Buzdolabında soğutun. Çıkardıktan sonra, patatesli hamurdan küçük bezeler koparın. Baş parmağınız yardımıyla içli köfte yapar gibi oyun. Bir tavaya 1 tatlı kaşığı margarini koyup, eritin. Yemeklik doğranmış soğan ve kuzu kıymasını ekleyin. Karıştırarak birkaç dakika kavurun. 1 tatlı kaşığı salça ve tuzu ilave edin. Karabiber ve kimyonu ekleyin. Bir süre daha çevirip, ocaktan alın. Ilınmaya bırakın. İçlerini oyduğunuz patateslerin içine bu harcı doldurun. Düzgünce kapatın. Hazırladığınız içli adanaları önce galeta ununa, sonra çırpılmış yumurtaya bulayın. Kızgın sıvı yağda arasıra çevirerek altın sarısı renk alana dek kızartın. ADANA USULÜ BULGUR PİLÂVI (düdüklü) 500 gram bulgur 500 gram soğan (5 büyük) 350 gram domates (2 büyük) 200 gram sadeyağ, ya da margarin (10 çorba kaşığı) 800 gram su, ya da et suyu (3 1/4 bardak) Tuz Karabiber 1 Düdüklü tencereye; 10 silme çorba kaşığı sadeyağ, ya da margarin koyarak, az kızdırmalı, sonra bu yağa; küçük doğranmış 5 büyük soğan ile, taşları ayıklanmış kaptan kaba savururcasına aktararak un ve kepeği temizlenmiş (bulguru yıkamamalıdır) iki buçuk bardak bulgur koyarak, soğanlar hafifçe ölünceye kadar aşağı yukarı 25 dakika kavurmalı, sonra bulgurlara; küçük doğranmış 2 büyük domates, ya da yarım bardak su, içinde eritilmiş üç çeyrek kahve fincanı tuzsuz domates salçası, 1 tatlı kaşığı karabiber, bir çorba kaşığı tuz ile üç bir çeyrek bardak da sıcak bir halde su, ya da et suyu katarak, düdüklü tencerenin kapağını kapatmalıdır. 2 Sonra tencereye yüksek kuvvette ateş vererek, üstündeki düdük yukarıya doğru oynayıp da bol buhar ve ıslık gibi sesler çıkarmaya başladıktan sonra hesap edilmek üzere pilâvı, kuvveti yarıya kadar azaltılmış olan ateşte 10 dakika pişirmeli ve ateşten alarak tencereyi açmadan 10 dakika bir tarafa dinlenmeye bırakmalı, sonra kapağını açarak servis yapmalıdır. PATATESLİ KÖFTE MALZEMESİ 1 kg. ince bulgur 1/2 kg. haşlanmış patates 3 adet sivri biber 1'er demet maydanoz, taze soğan ve taze sarımsak 1 çorba kaşığı salça kırmızı pul biber karabiber tuz. Küçük küçük doğranmış soğanı kızgın yağda kavurun. Bulguru ve patatesleri iyi bir şekilde beraberce yoğurun ve üzerine kavrulmuş soğanı ilave ederek yoğurmaya devam edin. ince ince doğranan diğer malzemeler ve baharatları da ekleyip yoğurduktan sonra, köfte şeklinde şekillendirin. LEPE MALZEMESİ: 1 kuru soğan 1 su bardağı ince bulgur 3 su bardağı su 1'er çorba kaşığı yağ ve salça kırmızıbiber tuz. Kızgın yağda doğranmış soğanı pembeleştirin. Üzerine sırasıyla salça, baharatlar ve bulguru koyup kavurmaya devam edin. Daha sonrasu ekleyerek kaynatın. KARAKUŞ Malzemeler: 1/2 kg. irmik 1 bardak şeker 2 bardak süt 1 adet limon kabuğu rendesi 1 adet yumurta Yeterince un 1/2 kg. ceviz içi Şurup için: 6 bardak şeker 5 bardak su 1/2 adet limon Hazırlanışı: Bir gece önceden irmik ılık süt ile ıslatılır, üzerine yağ ve yumurta eklenerek yoğrulur. Kulak memesi yumuşaklığına gelinceye kadar üzerine un serpilir. Hazırlanan hamur 8 eşit parçaya bölünür ve üzerine nemli bez örtülerek dinlendirilir. Bezeler tek tek üzerine un serpilerek açılır. Açılan yufkaya dövülmüş ceviz içi ve limon rendesi serpilir. Tekrar oklavaya sarılarak rulo haline getirilir ve baklava dilimi halinde kesilir. Diğer taraftan şurup malzemeleri kaynatılarak soğutulur. Kesilen karakuşlar ise bol yağda kızarıncaya kadar pişirilerek şerbetin içine atılır. Bastırılarak şurubu emmesi sağlanır. Bu tatlı yapılırken iki ayrı tava kullanılmalıdır. Her kızartmadan sonra yağ süzülmelidir. ÇİNGENE KEBABI Malzemeler: 1/2 kg. patlıcan 1 kg. domates 2 baş soğan -5 yeşil biber 1/2 demet maydanoz yeterince tuz ve sumak Hazırlanışı: Patlıcan ve domatesler şişlenerek közde pişirilir. Piştikten sonra kabukları soyulur ve dilimlenerek tepsiye dizilir. Diğer tarafta ise kuru soğan halka halka doğranarak tuz ve sumakla ovalanır, sonra içine doğranmış maydanoz konur ve tekrar karıştırılır. Bu karışım kızgın yağda kavrularak domates ve patlıcanın üzerine dökülür. Hazırlanan tepsinin üzeri hava almayacak şekilde örtülüp mangalda yarım saat daha pişirilir. Sıcak servis yapılır. ISPANAKLI VEYA ETLİ KÖMBE Malzemeler: 4 kg. un 1 su bardağı yağ 1 tatlı kaşığı maya 2 kg. ıspanak veya 1 kg. kıyma 1 çay kaşığı susam yeterince tuz ve su 5 baş kuru soğan 2 çorba kaşığı salça Hazırlanışı: Ortası açılan un tuz ve su eklenerek hamur haline getirilir. Mayalanması için 1-2 saat bekletilir. Mayalanan hamur beş eşit parçaya bölünerek bezi yapılır. Büyükçe bir tepsinin içi bir çay bardağı yağla iyice yağlanır. Beziler tepsinin çapına göre açılarak tepsiye yayılır. Soğan ıspanak ve salçadan hazırlanan iç koyularak dört kat yapılır. Başka bir kapta susam, 1 bardak un ve 1 bardak su karıştırılarak bulamaç yapılır, hazırlanan bulamaç tepsideki hamurun üzerine sürülür. En üste bir su bardağı yağ dökülür. Baklava dilimi şeklinde dilimlenen yemek fırında pişirilir. ADANA ÇORBASI 200 ml Tat Domates Suyu 100 gr Tat Domates Püresi 200 gr Piliç GoğüS Tat Haşlanmış Nohut 2 litre su 50 mi sirke Taze kişniş Karabiber Tuz Tencereye piliç göğsü ve suyu koyup kaynamaya bırakınız. Tavuk eti yumuşayınca kevgir yardımıyla çıkartınız ve lif lif ayırıp tekrar tencereye koyunuz. Tat Haşlanmış Nohutları süzünüz. Tat Domates Suyu ve Tat Domates Püresi ile beraber tencereye ekleyiniz. Tuz ve biber katınız. 20 dakika pişmeye bırakınız. Kuru kişniş ve sirke ilave ederek ateşten alınız. Taze kişnişi ince ince kı*********** çorbaya ekleyiniz ve servis yapınız. MIRMIRIK ÇORBASI MALZEMESİ: 1 su bardağı yeşil mercimek 1 baş soğan 1'er çorba kaşığı katı yağ ve salça 1 adet limon suyu 1,5 lt. et suyu kırmızıbiber tuz Mercimeği et suyunda kaynatarak pişirin. Küp küp doğranmış soğanı, yağ ve salça ile kavurun. Bunu et suyunun içine bir limon suyu ile birlikte boca edip 5 dakika kaynatın. KISIR MALZEMESİ: 1/2 kg. ince bulgur 4 domates 1'er demet taze soğan, maydanoz ve nane 3-4 adet yeşil biber 1 çorba kaşığı biber salçası 2 limon 1 su bardağı sıvıyağ nar ekşisi kimyon karabiber kırmızıbiber tuz Bulguru, biraz sıcak su ile ıslatılarak şişmeye bırakın. Şişen bulgura, salça, nar ekşisi, yağ, tuz, limonların suyu, baharatları ekleyip karıştırın. Üstüne küçük küçük doğranmış, soğan, nane, maydanoz, domates ve biberi de koyup karıştırın. IZGARA SEBZELİ ADANA KEBAP Malzemeler 1 paket Adana Kebap 200 g bebek kabak 200 g bebek havuç 8 adet kuşkonmaz 2 adet domates Hazırlanışı Adanaları tavada, ızgarada veya fırında ısıtın. Sebzeleri ortadan ikiye kesin. Fesleğen, zeytinyağı ve nar ekşisi ile harmanlayın. Sebzeleri tavada veya ızgarada pişirin. Üzerine nar ekşisi ve zeytinyağı dökerek servis edin. TAVUKLU PİRİNÇ ÇORBASI MALZEMESİ: 1,5 lt. tavuksuyu, 1 kahve fincanı pirinç, yarım tavuk, 1'er çorba kaşığı yağ ve salça, tuz, karabiber, kuru nane. Tavuğu 1,5 lt. tuzlu suda haşlayın. Suyunu süzerek ayrı bir kaba alın. Haşlanmış tavuğu parçalayıp yağ ve salça kavurduktan sonra üzerine tavuğun suyunu dökün. Kaynamaya başlayınca üzerine yıkanmış pirinci katıp pişmeye bırakın. Pişen çorbanın üzerine karabiber ve nane serpip kızgın yağ gezdirin. TUTMAÇ MALZEMESİ: 300 gr. haşlanmış mercimek, 8 bardak et suyu, 3 bardak un, 2 bardak yoğurt, su, pul biber, nane, katıyağ, tuz. Unu suyla yoğurup mantı hamuru kalınlığında açın ve karelere bölün. Mercimeği hamurların ortalasına koyup bohça biçiminde yapıştırın ve güneşte kurumaya bırakın. Kuruyunca et suyunda haşlayıp, ağır ağır ve karıştırarak yoğurdu ilave edin. Tuzunu ayarlayıp, bir taşım kaynatın ve ateşten alın. Üzerine tereyağında kızdırılmış biber ve kuru naneyi gezdirin. ADANA USULÜ EZME MALZEMESİ: 5 domates, 2 soğan, 3 sivri biber, 1 limon, yarımşar demet maydanoz ve taze nane, zeytinyağı, kırmızı pul biber, tuz. Soğanı ve soyulmuş domatesi, küçük bir şekilde küp küp doğrayıp, pul biber ve tuzla ovun. Çekirdekleri çıkarılmış biberler,maydanoz ve yeşil naneyi ince ince kıyın ve diğer malzemeyle karıştırın. Üzerine yağ ve limonun suyunu gezdirin. SIKMA MALZEMESİ: 1 kg. un, 500 gr. peynir, 1/2 bayat ekmek, 4 soğan, katıyağ, karabiber, kırmızı pul biber, su, tuz. İnce kıyılmış soğanları yağda kavurun. Peyniri, biberleri ve tuzunu ilave ederek tekrar kavurun. Un, ıslatılmış ekmek, tuz ve suyla sertçe bir hamur yoğurun. Hamuru küçük parçalara bölüp yufka kalınlığında açın. Yufkaların her iki yüzünü de saçta veya yağsız tavada pişirin. Üstüne yağ sürüp iç malzemeden koyarak sıkıca sarın. TOPALAK ÇORBA MALZEMESİ: 1/2 kg ince bulgur, 250 gr. yarma, 1 çay bardağı haşlanmış nohut, 1'er çorba kaşığı yağ ve salça, sarımsak, ekşi, tuz, nane, kırmızıbiber. Bulgur ile yarmayı, üzerine biraz sıcak su dökerek yoğurun. Bu karışımdan parçalar alınarak bilye gibi yuvarlayın. Topalakları kaynamış suya atıp kaynatın. İçine haşlanmış nohutları da ekleyip iyice pişirin. Tavada yağ, salça, sarımsak ve baharat karışımını kaynatarak sos haline getirin ve üzerine gezdirin. ADANA MANTISI 3 su bardağı un 1 tatlı kaşığı tuz 1 adet yumurta 2 tatlı kaşığı sıvı yağ Yeteri kadar su İçi için: 350 gr kıyma 2 adet kuru soğan Tuz, karabiber Kızartmak için: Sıvıyağ Pişirmek için: 2 su bardağı tavuk suyu 1 su bardağı haşlanmış nohut Üzeri için: 1 kase yoğurt 2 diş sarımsak 2 çorba kaşığı tereyağı 1 tatlı kaşığı pul biber Hamur malzemesi bir araya getirerek serte yakın hamur yapılır. Hamur yarım saat dinlendirilir. Bu arada iç malzeme hazırlanır. Kıyma yağsız olarak kavrulur, üzerine rende soğan katılır, 8-10 dakika birlikte piştikten sonra tuz ve karabiber katılır, ateşten alınır. Hamur 2 parçaya ayrılır. Her parça oklavayla olabildiğince ince açılır. Kibrit kutusu gibi dikdörtgan parçalar kesilir. Yeteri kadar kıymalı iç konur, rulo yapılır, sonra gül börek gibi bükülür. Diğer hamur parçasına da aynı işlemler uygulanır, kızgın yağda altın rengi kızartılır. Daha sonra mantılar tepsiye aktarılır. Üzerine tavuk suyu ve haşlanmış hohut konur. Önceden ısıtılmış 185 derece fırında 15 dakika pişirilir. Servis tabağına aktarılır. Üzerine önce sarımsaklı yoğurt, sonra yalılmış tereyağlı pul biber gezdirilir. MERCİMEK ÇORBASI MALZEMESİ: 1 su bardağı kırmızı mercimek, 1'er adet orta boy patates ve soğan, 2 adet havuç, 1 çorba kaşığı un, 2,5 lt. et suyu, 1,5 kaşık yağ, tuz, pulbiber, kimyon. Patates, soğan ve havucu temizleyip, kare şeklinde doğrayın ve yarım kaşık yağda kavurun. Üzerine un ve tuz koyup pembeleştirin. 2,5 litre et suyu da ekleyip kaynatın. Daha sonra yıkanan mercimeği de ekleyerek pişirin. Mercimekler açılınca bir süzgeçten geçirin. Çorbanın üstüne kimyon ve pul biber serpin, Sonra kalan yağı kızdırıp üzerine dökün. NOHUTLU ETLİ BULGUR PİLAVI MALZEMESİ: 3 su bardağı bulgur, 250 gr. kuşbaşı et, 2 diş sarımsak, 1 çorba kaşığı katıyağ, 1/2 bardak haşlanmış nohut, tuz. Etin üzerine, 1 litre et suyu alacak kadar su ekleyip, bütün bütün soyulmuş sarımsaklarla beraber haşlayın ve et suyunu ayırın. Et suyunu kaynatıp, bulguru ve nohutu içine boşaltın ve bulgur suyunu çekince ocaktan alın. Haşlanan eti, kızdırılmış yağda kavurup pilava karıştırın. Afiyet olsun. NAMAZ ÇORBASI MALZEMESİ: Yarımşar kilo dövme ve gerdan eti, 1 su bardağı nohut, 2 kaşık kuyrukyağı, kimyon, karabiber, tuz. Bir gece önceden suda ıslatılan dövme ve nohutu etle birlikte ateşe atın. Tuzunu ekleyerek kaynamaya bırakın. Yemeğin suyu eksildikçe üzerine kaynar su ekleyin. Et kemikten ayrılıp, yemeğin malzemesi eriyince kemikleri çıkarın ve karıştırın. Muhallebi kıvamına gelince altını kapatın. Çorbanın üzerine kızgın yağ gezdirip, baharatları serpin. Afiyet olsun. ADANA USULÜ PIRASA MALZEMELER 500 gr. parça kuşbaşı et 1 kg. pırasa ½ çay bardağı pirinç 1 su bardağı haşlanmış nohut 1 yemek kaşığı biber salçası 1 çay bardağı sıvıyağ 1 adet limon 1 çay kaşığı karabiber 1 çay kaşığı tuz HAZIRLANIŞI Pırasaları bir tezgahta 1 santimlik halkalar şeklinde doğrayıp, yıkıyoruz. Sonra bir tencereye sıvıyağ ve salçayı koyup, 1 dakika kadar kavurup, kuşbaşı etleri ilave ediyoruz. Etimizi 10-12 dakika kadar soteliyoruz. Yani biraz yumuşayana kadar pişiriyoruz. Et suyunu çekince de halka halka doğradığımız pırasaları ekliyoruz. Birlikte 5-6 dakika kavuruyoruz. Üzerine tuz ve karabiberini ekliyoruz ve 1 limonun suyunu sıkıyoruz. Hemen haşlanmış nohutları da ilave ediyoruz. Göz kararı, üzerine tam çıkacak kadar ama fazlası değil, sıcak su katıyoruz. Pırasalar yumuşayınca pirinçleri ilave ediyoruz. Pirinçler uzayıp, yumuşadığında yani ortalama 12-15 dakika sonra ocağın altını kapatıyoruz. ADANA USULÜ ETLİ KABAK DOLMASI 5 Orta boy kabak 1/2 Çorba kaşığı salça 250 Gr. Orta yağlı kıyma 1/2 Çorba kaşığı kuru nane 2 Çorba kaşfğı pirinç 5-6 Diş sarımsak 1 Orta boy soğan 8-10 Dal maydanoz 1/2 Limon Kabakları yıkayıp sap ve uç kısımlarını kesiniz. Ortadan enine ikiye bölerek kabuk kısmı 6-7 mm. kalıncaya kadar içini ince uçlu bir bıçakla oyunuz. Dolma içini hazırlayınız. Kabakları doldurup tencereye diziniz. Soyulmuş sarmısak, tuz ve karabiber serpip 2 su bardağı kaynar su dökünüz. Hafif hararetli ısıda yarım saat pişiriniz. Nane ve limon suyu ilave edip bir taşım kaynatınız. İçinin Hazırlanması: Kıymayı derin bir kaba koyunuz. İçine ince kıyılmış soğan, maydanoz, pirinç, kabukları çıkartılıp fındık büyüklüğünde doğranmış domates, tuz ve karabiber ilave edip karıştırınız. Domates olmadığı zaman 1/2 çorba kaşığı salçayı bir çay bardağı su ile sulandırıp katınız. NOHUTLU KURU PATLICAN DOLMASI *20-25 adet dolmalık kuru patlıcan *250 gr yağlı kıyma * 1 su bardağı haşlanmış nohut *1,5 su bardağı pirinç *1 adet iri kuru soğan *1 çorba kaşığı biber salçası *1 tatlı kaşığı kuru nane *2 çorba kaşığı tereyağı *1 çorba kaşığı nar ekşisi *1 tatlı kaşığı karabiber *1 tatlı kaşığı tuz Üzeri için: *1 adet limon suyu *2-3 diş sarımsak *1 tatlı kaşığı kuru nane İç malzemesi üzerine 1 su bardağı su ekleyerek karıştırılır. Tuzlu suda haşlayarak yumuşatılmış kuru patlıcanlara doldurulur. Tencereye dizilir, üzerine parça parça tereyağı konur, 1 su bardağı sıcak su eklenir. Kapaklı olarak 20-25 dakika pişirildikten sonra pişme suyundan 2-3 kaşık alınır, limon suyu dövülmüş sarımsak ve kuru nane ile karıştırılır. Dolmaları üzerine gezdirilir, 10 dakika daha pişirilir. Sıcak servis yapılır. ADANA USULÜ BULGUR PİLÂVI Kullanılacak malzeme (6 kişi için): 2+1/2 bardak bulgur, 3 baş iri soğan, iki domates, 3/4 bardak tereyağı, 1+1/2 bardak et suyu, yeteri kadar tuz, 1 çay kaşığı karabiber. Yapımı: Tereyağını tencereye koymalı ve az kızdırmalı. Sonra buna ince ince doğranmış soğanlarla taşları ayıklanmış, yıkanmış ve bir tülbent içinde sıkılarak suyu çıkarılmış bulgurları katmalı. Soğanlar hafif ölünceye kadar yani 25 dakika kadar orta ısıdaki bir ateşte kavrulmalı. Soğanlar ölünce tencereye küçük küçük doğranmış domatesleri, karabiberi, yeteri kadar tuzu (genel olarak 1 kaşık silme) sıcak et suyunu katmalı ve iyice karıştırdıktan sonra tencerenin kapağını örtmeli Bulgur, suyunu çekinceye kadar orta ısıdaki bir ateşte 15 dakika kadar pişirilmeli. Bulgur pilâvı pişince yarım saat kadar çok hafif bir ateşte (mümkünse kıvılcımlı közde) demlendirmeli, yarım saat sonunda şöyle bir karıştırdıktan sonra on dakika daha demlenmeye bırakmalı, sonra tabağa koyup servis yapmalı. DİLME MALZEMELER: 8 adet küçük patlıcan 1 adet orta boy soğan 1 adet orta boy domates 150 gr kıyma 1 çay bardağı yeşil mercimek 1 tatlı kaşığı karabiber 1 tatlı kaşığı tuz ÜZERİ İÇİN: 1 çorba kaşığı salça 5 çorba kaşığı sıvı yağ 1 su bardağı sıcak su YAPILIŞI: Patlıcanlar çubuklu soyulur. Tuzlu suda yarım saat bekletilir. Bu arada akşamdan ıslatılmış mercimek pişirilir. Karıştırma kabına ince kıyılmış soğan, kıyma, küp doğranmış domates, haşlanmış mercimek, karabiber ve tuz konur karıştırılır. Patlıcanlar tam ortadan yukarıya doğru kesilir ancak bir parmak kalınca koparılmayacak şekilde bırakılır. Hazırlanan malzeme kesik kısma doldurulur, tencereye dizilir. Üzerine salça, su ve yağ karışımı gezdirilir. Orta ateşte 30-35 dakika pişirilir. Sıcak olarak sofraya getirilir. ADANA ÇORBASI Malzeme : 2000 gr. et suyu (8 bardak) 200 gr. kıyma 100 gr. nohut (1/2 bardak) 1 orta domates 1 çorba kaşığı salça 1 kahve fincanı sirke 2 kahve kaşığı kekik Tuz, biber Yapılışı : Bir tencereye et suyu konur, buna bir gece suda ıslatılmış ve vn muşuncaya kadar haşlanmış 10 gr nohut, küçük doğranmış ve 5 dakika kadar pişirilerek püre haline getirilmiş bir domates veya 1 çorba kaşığı domates salçası ve yarım çorba kaşığı tuz koyarak kavuntılır. Diğer taraftan 200gr kıymaya bir miktar tuz ve karabiber konu rak yoğurulur ve küçük köftecikler yapılır. Bu köfteler nohutlu et suyuna atılarak 20 dakika haşlanmaya bırakılır. Sonra, tencere ateşten alınarak çorbaya 1 kahve fincanı sirke, kekik ilâve edilir. Servis yapılır. ADANA USULÜ İÇLİ KÖFTE İÇ HARCI İÇİN: 500 gr.orta yağlı dana kıyma 1 adet orta boy kuru soğan 1 yemek kaşığı bitkisel margarin 1 yemek kaşığı biber salçası 1 çay kaşığı tuz, karabiber. pul biber 1 demet maydanoz DIŞI İÇİN: 1 su bardağı ince bulgur 1 adet yumurta 500 gr yağsız dana kıyma 1 su bardağı un 1 yemek kaşığı tatlı biber salçası Tatlı kaşığı kimyon, tuz. YAPILIŞI: Soğanları tavla zarı formunda doğrayın. Margarini bir tavada eritip üzerine soğan ve kıymayı aktardıktan sonra kıymayı suyunu verip tekrar çekinceye ve tencerenin dibi tutuncaya kadar iyice kavurun. Biber salçasını da ilave ettikten sonra karıştırarak 3 dakika daha kavurmaya devam edin. Ocaktan alıp üzerine ince kıyılmış maydonozu ilave ettikten sonra kıyma iyice soğuyuncaya kadar kenerda bekletin. Bulguru 1 su bardağı suyla ıslatın. 10 dk. kadar bekledikten sonra üzerine yağsız kıymayı aktarıp iyice yoğurun. Yumurta, salça, un, tuz, karabiberi ilave edin ve yoğurmaya devam ederek yumuşak ve ele yapışmayan bir hamur elde edin. Hazırladığınız bulgur hamurundan ceviz büyüklüğünde parçalar koparın. Parçaları avuçlarınız arasında yuvarladıktan sonra ortalarına işaret parmağınızla bastırarak içlerini oyun. Oyukları önceden hazırladığınız kıymalı harçla doldurup kapatın. Hazırladığınız köfteleri büyük bir tencerede kaynattığınız tuzlu suya atın. Köfteleri 4-5 dk.haşladıktan sonra bir tel süzgeçten geçirerek tencereden alın ve sıcak sıcak servise sunun. DUL AVRAT ÇORBASI MALZEMELERİ: 4 su bardağı su 1 su bardağı yeşil mercimek 3 çorba kaşığı erişte 1 çorba kaşığı tereyağ 1 tatlı kaşığı nane 1 tatlı kaşığı kırmızıbiber YAPILIŞI: 4 su bardağı suyu tencereye alın. Mercimeği haşlayın. Kaynayınca 3 çorba kaşığı erişteyi atın. Tavada 1 çorba kaşığı tereyağını eritin. Nane ve kırmızıbiberi yağda yakın. Çorbanın üzerine gezdirip, servis yapın. DUL AVRAT ÇORBASI MALZEMESİ: 2 bardak un, 1 limon, 1 bardak mercimek, 2 çorba kaşığı yağ, 1 'er çorba kaşığı nane ve biber salçası, su, tuz. Un, tuz ve su ile kulak memesi kıvamında bir hamur yapın. Bir süre beklettikten sonra, 3 mm. kalınlığında yufkalar-açın ve küçük kareler şeklinde kesin. Mercimeği yeterince suda haşlayıp içine kestiğiniz hamurları atın ve tuzunu ayarlayın. Hamurlar pişrçıce limonun suyunu sıkıpateştenindirin.Eritilmişyağabibersalçası, nane karıştırarak, çorbanın üzerine dökün. ADANA ŞİŞ KÖFTE Malzemeler: 500 gr. az yagli koyun kiymasi 150 gr. kuyruk yagi 3 adet orta boy sogan 1 demet maydanoz 2 çay kasigi tuz 1 çay kasigi kirmizibiber 1 çay kasigi dovulmus yaprak kirmizibiber Yapilisi: 1) Sogan ve maydanozu ince ince kiyin. Kuyruk yagini da çift biçakla incecik kiyin. Kiyma, tuz ve kirmizibiberi diger gereclerle karistirip iyice yogurun. 2) Yukarda açikladigimiz gibi, yumurta buyuklugunde parçalara ayirin. Sislerin uzerine avuç arasinda sikistirarak geçirin. Üstlerini yagladiktan sonra, izgara üzerinde çevirerek kizartin. Diger kebablarda oldugu gibi servis yapin. İHBEYŞİ MALZEMELER 50 gram kıyma 1,5 çorba kaşığı köftelik bulgur 1 çay kaşığı kırmızıbiber 1 çay kaşığı tuz 1 tatlı kaşığı margarin 1 adet arpacık soğanı 1 tatlı kaşığı salça 1 çay bardağı su 1 tatlı kaşığı limon suyu 1 diş ezilmiş sarımsak YAPILIŞ TARİFİ Kıyma, birbuçuk çorba kaşığı köftelik bulgur, 1 çay kaşığı kırmızıbiber ve 1 çay kaşığı tuzu macun haline gelene kadar yoğurun. Nohut büyüklüğünde parçalar koparıp, yuvarlayın, 1 tatlı kaşığı margarini tavada eritin, 1 adet arpacık soğanını yemeklik doğrayıp, tavada kavurun, 1 tatlı kaşığı salçayı ekleyin, 1 çay bardağı suyu ilave edin. Küçük köfteleri tencereye alın. On beş dakika pişirin. İnmesine yakın 1 tatlı kaşığı limon suyu ve 1 diş ezilmiş sarımsağı ilave edin. İnce kıyılmış maydanozla süsleyip servis yapın. ADANA KEBABI Yarım kg. yağsız kıyma 150 gr. kuyruk yağı 3 adet iri soğan 1 bağ maydanoz tuz kırmızı pul biber Önce soğanı kalın rende ile rendeleyin, maydanozu mümkün olduğu kadar ince kıyın. Bütün malzemeyi birbirine katarak yoğurun. Şişde pişirerek ısıtılmış pide üzerinde servis yapın. Bu kebabı acı katmadan hazırlanırsa Urfa kebabı olur.
  23. _asi_

    Adana tarihçesi

    İLKÇAĞ Arkeolojik çalışmalar sonucu ortaya çıkan bilgilere göre Çukurova Bölgesi’nde çok eski devirlerden beri yüksek kültürlü medeniyetlerin yaşadıkları bilinmektedir. Çukurova’nın belirgin tarihi Kitvanza Krallığı ile başlamaktadır. Bu konuda Hitit Devleti’ne ait kitabelerden bilgi alınmıştır. Bu Krallık M.Ö. 1335 yıllarında Hititlerin himayesine girmiştir. Hitit Devleti’nin M.Ö. yaklaşık 1191 – 1189 yılları arasında batıdan gelen akınlarla yıkılması ile birçok küçük krallıklar ortaya çıkmıştır. Sırasıyla Kue Krallığı, Asurlular, Klikya Krallığı, İranlılar, Makedonyalılar, Selokidler, Çukurova Korsanları, Romalılar hakim olmuştur. Romalılar zamanında Çukurova ve Adana’nın geliştiği söylenebilir. Çünkü burada yapılan büyük köprüler, yollar ve sulama tesisleri ile başta Adana olmak üzere Çukurova oldukça gelişmiş ve önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Roma İmparatorluğunun yıkılışı ile birlikte İlk Çağ devri de kapanmıştır. ORTAÇAĞ Romalılar’dan sonra Orta Çağ’da Bizanslılar, Araplar, Selanikliler, Ermeniler, Mısır Türk Memlük Devleti, Ramazanoğulları buraya hakim olmuşlardır. Ramazanoğulları Vakfiyesine göre bu dönemde; camiler, mescit ve medreselerle birlikte, yatılı ve yatısız yüksekokullar ve diğer kültür kurumları, sağlık ve sosyal hizmet veren kurumlar yapılmış, büyük imar atılımlarına girişilmiştir. YENİÇAĞ Yeni Çağ döneminin sonunda ve Yakın Çağ’da buraya Osmanlı İmparatorluğu hakim olmuştur. ( 1517 – 1918 ) 19 y.y. Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak üzere her türlü siyasi mücadeleye giren İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’na başkaldıran Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya yardım etmişlerdir. Kısa bir dönem sonra ( 1840 ) buraları tekrar Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmiştir. 1867 yılında İdari Teşkilat kurularak Adana Vilayet haline getirilmiştir. 24 Aralık 1914’de Fransızlar antlaşma hükümlerine göre Adana’ya girmişlerdir. Daha sonra 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması ile 5 Ocak 1922’de Fransızlar Adana’yı terk etmek zorunda kalmışlardır. YAKINÇAĞ ADANA İSMİNİN KAYNAĞI Adana'ya ait en eski yazılı kayıtlara ilk defa, Anadolu yarımadasının en köklü uygarlıklarından biri olan Hititlerin kaya kitabelerinde rastlanmaktadır. Boğazköy metinleri olarak bilinen M.Ö. 1650 yıllara tarihlenen bir Hitit tabletinde, Adana havalisinden URU ADANIA yani ADANA BÖLGESI olarak bahsedilmektedir. Bu konuda sadece bu tablet dikkate alınacak olsa bile ADANA ismi en az 3640 yıllık bir geçmişe sahiptir. Eski çağlarda Seyhan Nehri kıyılarının bol miktarda söğüt ağacı ile kaplı olması ve bu ağacın Mezopotamya kavimlerince AND ağacı olarak tanınması da yöre isminin oluşumunda etkili olduğu kanaatini yaratmaktadır. Yine başka bir görüşe göre, ormanlık yörelerde yaşadığına inanılan Fırtına Tanrısı ADAD (Tesup) adının, ormanları bol Toroslar ile Seyhan nehri bölgesinin oluşturduğu Adana yöresine isim olarak verilmiş olduğuna inanılmaktadır. ADAD Hititler'in, TESUP da Suriye ve Mezopotamya kavimlerinin Fırtına Tanrısıdır. Bu guruplar birbirlerinden düşünce, isim ve yazı tarzlarını alıp verdikleri için bu gelişimin olması kuvvetle muhtemeldir. Fırtına Tanrısı yağmuru, yağmurda bereketi getirdiği için bu bölgede çok sevilen, sayılan bir Tanrı olarak yasamış ve ona izafeten bu bölgeye de URU ADANIA yani ADANIN bölgesi de denmiş olması mümkündür. Hititlerin etkisinde kalan Fenikeliler de Tarım ve Bitki Tanrısına ADONIS adını vermiştir. ADONIS "EFENDI" anlamına gelmektedir. Bu yöre ile sıkı ticaret yapan ve buradaki zengin orman ve ova ürünleri ile ticaretlerini geliştiren Fenikeliler'in, bu yöreye ADONIS'in yeri demeleri adet haline gelmiştir. Sırası ile bu bölgeye gelen her kavim, devlet ve gelişen her uygarlık kendi kültür anlayışı ve değerleri içerisinde beldelere isim vermiş ve isimlerin anlamını açıklamıştır. Homer'in Ilyada'sında bu bölgeye Adana denilmiştir. Yine batıdan gelen kavimlerce, Adana'yı kendi ilahları Uranüs'ün kurduğu ve oğulları Adanos ve Sarosa anlatılır. Adana doğulu kavimlere göre Fırtına Tanrısı ADONIS'in yeridir. Bütün bu inançlar çok tanrılı eski çağlara aittir. Orta Çağ’da özellikle M.S. 7. yüzyıldan itibaren İslam ordularının bu bölgeye gelişiyle yeni anlayışlar içinde yeni tanımlar yapılmıştır. Arap tarihçilerinden Ibnül Adim, Adana isminin de eski peygamberlerden Yasef’in torunu EZENE'den geldiğini yazdığı "Halep Tarihi" isimli eserle kanıtlamaya çalışmaktadır. Orta Doğu’nun peygamberler bölgesi olduğu ve pek çok eski peygamberin bugünkü Anadolu sınırları içinde yasamış olduğu hatırlanırsa, bu açıklamanın nasıl geliştiğini anlamakta kolay olur. Daha ileriki yüzyıllarda Karçinli-Zade Süleyman Şükrü Bey'in "Seyahat'ül-Kübra" adlı kitabında ise Adana'nın eski isminin "BATANA" olduğu ve İslamlık devrinde "ADANA"YA çevrildiği savunulmaktadır. Hatta bunun "Fi ezeneil arz" ayetinden esinlenerek yapıldığını da açıklamalarına eklemektedir. DANUNA isminin M.Ö. yasayan kavimlerce bu bölge için kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Bulunan kayıtlarda da mevcuttur. Hatta Danunalıların yöre kurallarına ad ve paye verecek kadar kudretli oldukları da bilinmektedir. DANUNA adının asırlar boyunca değişerek zamanla BATANA ve daha sonra ADANA olması da çok kuvvetle muhtemeldir. Yöreye gelen Türkler'in, yüksek Torosları aşıp güneye doğru sarkmaları sırasında yöreye "Çukurova" adını vermeleri de doğanın insanlara verdiği ilhamın güzel bir örneğidir. Toroslardan sonra adeta düz bir görünüm içinde çok tatlı bir eğimle Akdeniz'e kadar inen bu bereketli topraklar Türkler için "ÇUKUROVA" olarak bilinmiştir. Günümüze kadar da böyle bilinmektedir. Bölgenin tarihi adı olan Kilikya ve Silisya (Cilicia) da bu bölgede bulunan zengin Kilkin yani kireç ve yine çok bol olarak bulunan Silex yani çakmak taşı madenlerinden dolayı verilmiştir. Bir başka ifade ile yöre, coğrafi özelliklere göre isimlendirilmiştir. Hatta topraklarının bereketliliğinin verdiği ilhamla ADANA-EDENA (Cennet Yöresi) ve karlı dağlar bu ilhamı vermektedir. Sümerlerden kalma "Gılgamış Destanı"ndan bu yana devamlı adı geçen, dikkat çeken yörenin adı da böylece sayısız kaynaklara, sayısız olaylara bağlanarak çok renkli bir gelişim takip etmiştir. Osmanlılar idaresinde Adana birçok değişik yazılışlarla kayıtlara geçmiştir. Bunlardan birkaçı: Erde-na, Edene, Ezene ve hatta Azana olarak eski olarak eski tahrir defterlerinde, sicil kayıtlarında ve fermanlarda yer almıştır. Gezici aşiretlerin zorunlu olarak 1865'den itibaren devlet zoru ile bölgeye yerleştirilmesi ve toprağa bağlanması sırasında Adana ismi ADANA olarak resmi kayıtlarda yer almış ve tescil edilmiştir. ADANA'NIN İŞKALİ VE KURTULUŞ SAVAŞI Büyük kayıplara sebep olan I. Dünya Savaşı, siyasi ve ekonomik üstünlük için birbirleri ile mücadeleye girişen Avrupa Devletleri arasında ve Avrupa'da çıkmıştır. Kısa zamanda mücadele bütün kıtalara yayılmış ve Osmanlı İmparatorluğu da bu savaşın içine sürüklenmiştir. Sonunda imparatorluk çökmüş, topraklan parçalanmış, anayurt bile düşman istilası altında kalmıştır. Beş cephede birden ve pek çok devlete karsı savaşmak zorunda bırakılan Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması ile imparatorluk topraklarının pek çoğunu düşmana bırakarak çekilmiştir. İşte bu dönemde Suriye cephesinde kalan Türk Birliği, o cephede Yıldırım Orduları Komutanı olarak bulunan Mustafa Kemal idaresinde Halep'e çekilerek, tamamen yok edilmekten kurtarılmıştır. Zamanın sadrazamı İzzet Paşa tarafından, o sırada grup komutanı Liman Von Sanders'ten (Alman komutanı) elindeki tüm grup komuta ve koordinasyon yetkisini Mustafa Kemal Paşa'ya devretmesi bildirilmiş ve bu devir-teslim işlerini gerçekleştirmek için 31 Ekim 1918'de Mustafa Kemal Paşa Adana'ya gelmiştir. Liman Von Sanders Paşa'nın "Yenildik. .. bizim için her şey bitti" sözüne karşılık, yetkiyi teslim alan Mustafa Kemal Paşa "Savaş müttefikler için bitmiş olabilir ama bizi ilgilendiren savaş, kendi istiklalimizin savaşı, ancak simdi başlıyor" karşılığını vermiştir. İste bu sözlerin özetlediği ve vurguladığı mücadele yılları 1922'ye hatta politik anlaşmaların bitimine kadar yani 1923'e kadar sürmüştür. Mustafa Kemal Paşa 31 Ekim 1918'de geldiği Adana'da 11 gün kalmış, etrafın ve halkın durumunu inceleyerek bunu Genel Kurmay Başkanlığı'na bildirmiştir. Bu telgraflarda sadece mevcut durum değil, ileriye dönük düşünce ve uyarılar da yer almıştır. İskenderun'a asker çıkararak işgal teşebbüsünde bulunulursa İngilizlere ateş açılacağını zamanın hükümet ve başbakanına telgrafla bildiren Mustafa Kemal Paşa, aynı zamanda kendine bağlı kumandanlara da benzer bir emir vermiştir. Tarihi açıdan bakılacak olursa, Adana'dan verilen bu ilk emir Türk Kurtuluş Savaşı'nın ilk emridir. Nitekim, 15 Mart 1923'te Adana'ya tekrar gelen Mustafa Kemal Paşa bu durumu şu sözleriyle toplum ve tarih önünde kanıtlamıştır: "Bende bu vekayiin ilk hiss-i teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adana'da vücut bulmuştur." Adana'dan İstanbul'a gönderilen telgrafların hiçbir olumlu etkisi olmadığı gibi, kısa bir süre sonra Yıldırım Orduları Grubu ve 7. Ordu Karargâhı lağvedilmiş ve Mustafa Kemal Pasa İstanbul'a çağrılmıştır. Adanalılar, İstanbul Hükümetinin 23 Kasım 1918 tarihli, Adana ve dolaylarının boşaltılmasını zorunlu kılan kararını büyük tepki ile karşılamışlardır. Durumu protesto eden, böyle bir harekâtın yaratacağı vahim hadiseleri vurgulayan bir telgraf dönemin İçişleri Bakanına yollanmıştır. Kısa bir süre sonra işgal kuvvetleri Mersin Limanından Çukurova'ya girmiş, tüm kilit noktaları kontrol altına almış ve sonra Adana'yı işgal etmişlerdir. Bu işgal sırasında Türklere ait bütün sembol, arma, işaret ve levhalar yok edilmiş ve sistemli şekilde Türk Halkının soykırımı yoluna gidilmiştir. Fransız işgal kuvvetleri tarafından yine çok planlı ve kati bir şekilde uygulanan diğer bir işlem de Adana, Çukurova ve civarı bölgelere Ermenilerin yerleştirilmesi olmuştur. 1915 yıllarında yani I. Dünya Savaşı sırasında Anadolu'nun Doğu yöresinde isyan eden Türk Halkını öldürüp, işkence eden ve Ruslara yardım ederek ülke içinde 5. kol olarak çalışan Ermenilerin 1915 tarihli Tehcir Kanunu ile Suriye'ye zorunlu göçleri sağlanmıştır. 1918'de Adana ve Çukurova'yı işgal eden Fransızlar kendi birlikleri içinde özellikle Ermeni askerleri getirdikleri gibi, Suriye'den 70 bin Ermeni'yi Adana'ya, 12 binini Dörtyol'a, 8 binini Saimbeyli'ye yerleştirmişlerdir. Hatta Antep ve Maraş çevresine de 50 binden fazla Ermeni getirilmiştir. Bütün bu gayretler adeta I. Haçlı Seferi sırasında olduğu gibi yine Avrupa devletlerine bu bölgede "ileri karakol" görevim görecek bir Ermeni Krallığının yeniden oluşturulması içindi. 1918-1919 yıllarında Adana'da tam bir terör ve cinayet dönemi yaşanmıştır. Bunlar arasında Abdiağa çiftliği olayları, şehir içi cinayetleri, Taşköprü'de Türklerin çarmıha gerilişi ve kırbaçlanarak işkence yapılması gibi olaylar toplum şuurundan ve hatırasından çıkmayacak olaylar haline gelmiştir. Bunca terör ve baskı arasında Adana ve yöredeki Türkler, örgütlenerek Kilikya Milli Kuvvetler Teşkilatını oluşturmuşlardır. Çukurova, bölgelere ayrılarak, her bölgeye milis kuvvetleri ve komutanı atanmış ve tüm yöre bu milli direnme ve mücadele teşkilatının denetimine girmiştir. Şubat 1920'den itibaren milli kuvvetler düşmana karşı zaferler kazanmaya başlamış ve her zafer daha iyi bir örgütlenme ve daha yüksek bir moral kuvveti sağlamıştır. 1920'de Toroslar'dan Fransızlara saldırı başlatılmıştır. Sonuçta 27 Mayıs 1920'de Fransız orduları komutanı Mehil, milli kuvvetler tarafından esir alınmıştır. "Karboğazı Olayı" olarak bilinen olay, Kuvay-ı Milliye'nin ilk siyasi zaferidir. Bunu takiben 28 Mayıs 1920'de Fransızlar Mersin-Adana hattına çekilmişler ve kuzey Çukurova (Kozan ve diğer dağlık bölgeler) tamamen kurtarılmıştır. Düzlük, ovalık yörelerde Ermeniler zulüm ve şiddeti arttırmışlar ve sayısız cinayetleri işlemişlerdir. 10 Temmuz 1920'de Ermeniler tarafından Türklere karşı büyük bir şiddet ve soykırım harekatına girişilmiş ve bu harekat sonucu onbinlerce Türk Toroslar'a doğru kaçmıştır. Dört gün süren bu hareket tarihte "Kaç Kaç" olayı olarak isimlendirilmiştir. 5 Ağustos 1920'de Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Bey (Çakmak) ve Milletvekilleri Pozantı'ya gelmiş ve orayı il haline getirerek Pozantı Kongresini yapmışlardır. Daha büyük direnişe geçen Türkler çok büyük kayıplar vermişlerdir. Buna rağmen Kasım 1920 sonlarında Fransızları ağır yenilgiye uğratmayı başarmışlardır. Sonuç olarak Fransa, TBMM hükümetini resmen tanımış barış yoluna gitmiştir. Türk-Fransız Barış Antlaşması, 20 Ekim 1921'de Ankara'da yapılmıştır. Bu antlaşma gereğince 5 Ocak 1922'de Fransızlar Çukurova'dan tamamen (getirdikleri Ermenileri de beraberinde götürerek) çekilmişlerdir. Fransızlarla gidemeyen veya yerli olan Ermeniler de bölgeden kaçmışlardır. Bunlardan 120 bini tekrar Suriye'ye, 30 bini Kıbrıs veya İstanbul'a gitmişlerdir. 5 Ocak 1922 kurtuluşunu kutlama amacı ile Büyük Saat ile Ulu Camii arasına çok büyük bir bayrak çekilmiş ve daha sonra bu bayrak çekilmesi olayı il'in kurtuluş günlerinde tekrarlanmıştır. Bayrak Adana'nın simgesi haline gelmiştir. Adana ve Çukurova halkı milli kuvvetlere katılarak yurdun diğer cephelerinde de çarpışmış ve anavatanı düşmandan kurtarma mücadelesinde sonuna kadar yer almışlardır.
  24. _asi_

    Ani kazısı buluntuları

    ANİ KAZISI BULUNTULARI Ani’de 1989-2005 yılları arasında yapılan kazılarda çok sayıda farklı tür, tip ve teknikte seramik ele geçirilmiştir [1]. Bunlar sırsız ve sırlı seramik olarak iki ana grup oluşturmaktadır. Sırsız seramik buluntular kendi içinde yalın-basit, mutfak kapları ve kırmızı astarlı seramik olarak üç tür içinde ele alınabilir. 1. Sırsız Seramik 1.1. Yalın-Basit Seramik Hamur: Yalın-basit seramik türünde açık kahverengi veya kırmızı renkli hamur, çoğunlukla ince kumlu ve mineral katkılıdır. Örneklerde seyrek küçük-orta boy taşçık, ender olarak da seyrek kireç katkı görülür. Yalın-basit seramik türü içinde ayrı bir tip oluşturan kürevî-konik gövdeli sıvı kaplarının, farklı hamur özelikleri vardır. Bu kapların gri renkli hamurları ince kumlu, seyrek organik veya kireç katkılıdır. Yapım Tekniği: Kapların tamamı çarkta biçimlendirilmiştir. Yüksek ısıda, sert pişirilmiş ve tam okside olan kaplarda, hamur ile kabın dış rengi aynıdır. Kapların iç ve dış yüzeyleri genellikle yalın olmakla birlikte, çömlek gibi bazı büyük formların dış yüzeylerinde ıslak sıvazlama izleri görülür. Az sayıda örnekte kulp ve ağız kenarı gibi bölümlere kırmızı astar uygulanmıştır. Yalın-basit seramik tipi türü içinde ayrı bir tip oluşturan kürevî-konik gövdeli kaplar ise çok sert pişirilmiştir . Kap Tipleri: Yalın-basit seramik türü, kap çeşitliliği açısından Ani’deki en zengin gruptur (Çizim 1). Kap tiplerini; tabak, çanak, kâse, çömlek, küp, şişe ve testi gibi kaplarla, bu kaplara ait kapaklar ve dipler oluşturmaktadır. En sık görülen kap tipleri sığ çanaklar ve çömleklerdir. Diğer türlerde fazla görülmeyen testi ve şişe gibi formlar ile kürevî-konik gövdeli kaplar yalın basit seramik türünün önemli bir grubudur. Kürevî-konik gövdeli kaplar dar ağızlı, kısa boyunlu, alta doğru sivrilen oval gövdeleriyle diğer formlardan farklılaşmaktadır . Bezeme: Kapların çoğunluğu bezemesizdir. Bazı örneklerde kabın boyun, gövde veya kapak kısımlarında tek veya belirli aralıklarla yinelenen, birbirine paralel ya da dalgalı hat şeklinde çizi-kazıma bezek yer alır. Az sayıdaki küp parçasının ağız kenarı üzerinde yivli bezeme görülür. Kürevî-konik gövdeli kaplarının bezemesiz örnekleri olduğu gibi, dış yüzeylerinde kazıma veya baskı bezek bulunan örnekleri de bulunmaktadır 1.2. Mutfak Kapları Hamur: Açık kahverengi veya kırmızı renkli hamurları çoğunlukla ince kumlu, yoğun orta boy siyah taşçık katkılıdır. Bazı örneklerde seyrek orta boy taşçık ile yoğun organik katkı görülür. Yapım Tekniği: Kapların tamamı çarkta biçimlendirilmiş, yüksek ısıda ve sert pişirilmiştir. Yüzey; bazı örneklerde içte ve dışta ıslak sıvazlamalı, bazı örneklerde ise içte yalın, dışta ıslak sıvazlamalıdır. Az sayıdaki örnekte, dış yüzey kırmızı-siyah, siyah-gri veya kahverengi-gri renklerde alacalıdır. Kap Tipleri: Mutfak seramiği türünde fazla kap tipi çeşitliliği saptanamamıştır. En yaygın kap tiplerini, çift dikey kulplu, kısa boyunlu, şişkin gövdeli ve geniş düz dipli çömlekler ile bu kaplara ait kapaklar oluşturmaktadır (Çizim 2). Bezeme: Çoğunlukla boyun, gövde veya kapak kısımlarında tek veya belirli aralıklarla yinelenen birbirine paralel çizgiler ya da dalgalı hat şeklinde çizgi bezek yer alır. 1.3. Kırmızı Astarlı Seramik Hamur: Kırmızı veya açık kahverengi renkli ince kumlu hamurlar, seyrek orta boy siyah taşçık ve organik katkılı ya da seyrek orta boy siyah taşçık ve kireç katkılıdır. Bazı örneklerde taşçıklar kap yüzeyinde görülebilmektedir. Yapım Tekniği: Çarkta biçimlenen seramikler yüksek ısıda ve sert pişirilmiştir. Kaplar genellikle kalın kırmızı astarlı ve perdahlıdır. Az sayıda örnekte ince sürülen astarın dış yüzeyde aşındığı görülür. Bazı örmeklerde astar iç yüzeye uygulanmış, dış yüzey yalın bırakılmıştır. Testi gibi kapalı formlarda astar sadece kabın dış yüzüne uygulanmıştır. Bir kaç örnekte kap gövdelerinin alt kısımları astarsızdır. Küplerlerin çoğunluğu ile az sayıdaki çanak ve çömlek üzerinde silindirik veya damga mühürle yapılan baskı bezekle karşılaşılır. Bazı örneklerde baskı bezekler üzerine, bazı örneklerde ise baskı bezeklerin zeminlerine astar sürülmeyerek renk karşıtlığı yaratılmış ve motifler vurgulanmıştır. Kap Tipleri: Kırmızı astarlı kapları; çanak, kâse, çömlek, küp ve testi gibi formlar ile bu kaplara ait dip ve kapaklardan oluşmaktadır. En yaygın görülen formlar, sığ çanaklar ve kısa boyunlu ya da boyunsuz şişkin gövdeli çömleklerdir . Çömlekler geniş düz dipliyken, çanak ve kâse gibi küçük kaplar çoğunlukla halka ya da düz kaide diplidir. Bezeme: Kırmızı astarlı seramik türünde kazıma, baskı, barbutin ve kakma tekniğinde bezemeyle karşılaşılır. Az sayıda çanak ile yoğunlukla çömleklerin ağız kenarlarının alt kısımları, boyun veya boynun alt kısımları ile gövdenin boyna yakın bölümlerinde paralel yiv veya dalgalı hat şeklinde çizi-kazıma bezekler yer almaktadır. Kırmızı astarlı kaplar içinde kabartma bant üzerine baskı bezekli seramik grubu dikkat çekicidir. Kabartma bantlar genellikle cidar kalınlığı 1 santimetrenin üzerindeki çömlek ve küpler üzerinde görülür. Kabartma bantlar, 2 ile 5 cm. arasında değişen genişlikte ve 0.1 ile 0.5 cm. arasında dışa çıkıntılıdır. Bazı örneklerde, gövdedeki yatay kabartma bantlarla birlikte, gövdenin üst kısımlarında, bazı örneklerde ise kulplar üzerinde dikey şeritler hâlinde baskı bezek yer almaktadır. Baskılarda silindir veya damga mühür kullanılmıştır. Kapların bezenmesinde figürlü, geometrik, bitkisel, yazı, kullanım eşyaları ve mimari unsurlar gibi farklı motifler kullanılmıştır . Figürlü bezemede iki farklı üslup saptanmaktadır. İlk üslup daha şematik ve stilizedir. Figürler dış hatları ile ayrıntısız verilmiş, vücut oranlarına dikkat edilmemiştir. Daha az sayıdaki kapta görülen ikinci üslupta ise, bezeme gerçeğe daha yakındır. Figürlerde oranlara dikkat edilmiş, vücutlar daha ayrıntılı verilmiştir. Figürlü süslemede insan, kuş, geyik, at, aslan, köpek, boğa ve keçi gibi figürlerle karşılaşılır. Yüz veya giysilerinde kimlik belirten ayırt edici bir unsur bulunmayan üçgen vücutlu insan figürleri cepheden, hayvan figürleri ise yandan betimlenmiştir. Kaplarda, mühür türüne göre değişen iki farklı geometrik bezeme görülür. Silindir mühürlerle yapılan geometrik bezemeler, figürlü iki sahneyi birbirinden ayırmak veya dolgu motifi olarak kullanılmıştır. Motifler genellikle paralel iki çizgi arasına yerleştirilen üçgenler ile dairelerden oluşur. Dolgu olarak ise iç içe daire motifleri kullanılmıştır. Damga mühürlerle yapılan geometrik bezemelerin, kompozisyon içinde sahneleri ayıran bir işlevi yoktur. Genellikle şeritler hâlindeki tekerlek, iç içe daire ve farklı kol sayılarındaki yıldızlardan oluşan bu motifler kabın bezemesini oluşturur. Bitki motifleri, birbirini takip eden hayvan veya karşılıklı duran hayvanlar arasına yerleştirilmiş, ince bir dalın iki yanındaki yapraklardan ibarettir. Kullanım eşyaları, kompozisyonun bir unsuru olan veya figürlerinin ellerinde tuttukları nesnelerdir. Bunlar, içi yuvarlak meyvelerle dolu ayaklı kâseler, haçlar, ayaklı eşkenar dörtgen biçiminde belirtilen nesneler ile insan figürlerinin ellerindeki kargılardır. Bazı figürlerin ellerinde asaya benzer tanımlanamayan nesneler vardır. Mimari unsur olarak ise burmalı sütunlar görülmektedir. Bu sütunlar, sahneleri birbirinden ayırmak için kullanılmıştır. Kırmız astarlı bir örnekte kakma ve kazıma tekniği ile yapılan farklı bir bezeme ile karşılaşılır (Resim 4). Bu örnekte düz ve baklava oluşturacak şekilde çapraz olarak çizilen ince şeritlerin kesişme noktalarına kobalt ve firuze renkli sırlı seramik parçaları kakılmıştır. 2. Sırlı Seramik Hamur: Ani’deki sırlı seramiklerde kırmızı ve beyaz olmak üzere iki farklı hamur tipi görülür. Genellikle tek renk sır, kazıma, geniş ve derin oyma, renkli sır altına astar boyama ve bazı sır altı boyalı örneklerde kullanılan ince kumlu kırmızı hamurların; katkısız, seyrek küçük ve orta boy taşçık veya kireç katkılı çeşitleri saptanmıştır. Sert pişirilmiş ve tam okside olmuşlardır. Bazı tek renk sırlı, sır altı boyalı ve tek renk sırlı kabartma örnekler ile sır üstü lüster ve minai tekniğindeki seramiklerde karşılaşılan çok ince kumlu, temiz beyaz hamurlar ise ince organik katkılıdır. Oldukça sert pişirilmiş ve tam okside olmuşlardır. Yapım Tekniği: Birkaç küçük boyutlu kap dışında tümü çarkta biçimlenen seramikler; tek renk sır, tek renk sırlı kabartma, kazıma, geniş ve derin oyma, renkli sır altına astar boyama, sır altı boyama minai ve lüster tekniklerinde üretilmiştir. Tek renk sır, kazıma, geniş ve derin oyma ve renkli sıratlı astar boyama tekniğindeki örnekler genellikle beyaz astarlıdır. Birkaç örnekte krem rengi astarla karşılaşılır. Astar genellikle yoğun ve kalın bir tabaka hâlinde uygulanmıştır. Seramiklerde yeşil ve tonları daha yoğun olmak üzere şeffaf, açık mavi, yeşil, sarı ve hardal renkli sırlarla karşılaşılır. Sır genellikle kabın sadece iç yüzeyine uygulanmış, dış yüzey yalın bırakılmıştır. Az sayıda örnekte hem iç, hem de dış yüzey sırlıdır. Bazı örneklerde dış yüzeyde sadece kap kenarlarının sırlandığı görülür. Az sayıda örnekte iç ve dış yüzeyde farklı renkte sır kullanılmıştır. Sır altı boyama tekniğindeki seramiklerde genellikle siyah, kahverengi veya yeşil renk boyama görülür. Tümü beyaz hamurlu olan lüster ve minai tekniklerinde üretilen kaplarda opak beyaz sır kullanılmıştır. Kapların hem iç hem de dış yüzeyleri sırlıdır. Kap Türleri: Sırlı seramiklerde yoğunlukla çanak, çömlek, kâse, testi ve bu kaplara ait diplerle karşılaşılır (Çizim 5).. Sırlı bir örnek ise kürevi-konik gövdeli kap formundadır . Bezeme: Ani’deki sırlı seramiklerde farklı teknik ve türde bezemelerle karşılaşılır. Tek renk sırlı seramikler genellikle bezemesizdir. Kazıma ile derin ve geniş oyma tekniğinde üretilen seramiklerde bezeme genellikle kap içlerindedir. Sadece testi formlu bir kapta dış yüzeyde bezeme tespit edilmiştir . Kapların ağız kısımları genellikle bezemesizdir. Az sayıda örnekte ağızda serbest elle yapılan çizi-kazıma bezek yer alır. Kap içlerinde genellikle şeritler hâlinde çizi-kazıma bezek görülmektedir. Bazı örneklerde şeritler boş bırakılmış, bazı örneklerde ise şeritlerin içerisine daire veya dikdörtgen biçimli geometrik formlar ile çeşitli şekillerde kıvrımlar oluşturan çizi bezeme yapılmıştır. Kapların düzleşen dip kısımları basit geometrik, bitkisel, spiral ya da kıvrım dalı andırır çizgisel motiflerle bezelidir. Kap diplerine yapılan çiçek, spiral, yıldız veya baklava motifleri diğerlerine göre daha düzgün ve iyi tasarlanmıştır . Bir kapta tespit edilen kuş tasviri kazıma tekniği ile yapılmış figürlü tek örnektir. Renkli sır altına astar boyama tekniğindeki seramik örnekleri, bezemeleri açısından kazıma tekniğindeki örneklere göre daha özenlidir. Örneklerin çoğunluğunda kıvrım dal ve yapraklardan oluşan bitkisel motifler tercih edilmiştir. Bazı örneklerde motifler, kap yüzeyini dolduran veya bölümleyen geometrik formlar oluşturmaktadır . Sır altı boyama tekniğindeki seramiklerde hamur tiplerine göre değişen farklı bezeme üslupları görülür. Kırmız hamurlu örneklerin tamamına yakınında serbest elle yapılan çizi-kazıma tekniğindeki basit bitkisel ve geometrik motifler yeşil veya kahverengi boyalarla boyanmıştır. Bazı örneklerde boyaların fırça ile sürülmeyip akıtıldığı görülür. Beyaz hamurlu örneklerdeki sır altına siyah boya ile yapılan bitkisel ve figürlü bezemeler daha itinalıdır. Bu örneklerden Kars Müzesi’nde bulunan bir tabakta kap yüzeyi dört bölüme ayrılmış, bu bölüntülerin ortalarına, aynı yöne bakan, kanatları hafif açık, ayakları baklavalar oluşturup kap merkezinde birleşen uzun bacaklı ve gagalı kuş figürleri yerleştirilmiştir. Kabı bölümleyen hatların kenarlarında ise kıvrım dal ve rumilerden oluşan bitkisel bezeme yer alır . Testi formundaki diğer bir kabın boyun kısmındaki şerit içine yazı taklidi motifler, gövdesine ise bitki motifleriyle dönüşümlü olarak kullanılan, bir bitki motifinin iki yanındaki, birbirlerine veya yanlara doğru bakan kuş figürleri yerleştirilmiştir . Tek renk sırlı kabartma tekniğinde bezeli seramiklerden üçünde farklı şekillerde biçimlenmiş insan yüzlerine (Resim 8), bir seramiğin ele geçirilen ağız kısmında ise sülüs yazıya yer verilmiştir. Ani’de minai en az görülen tekniklerden biridir. Minai tekniğindeki aynı kaba ait olduğu anlaşılan parçalarda kırık çizgi ve taklit küfi yazı düzenlemeleri ile karşılıklı yerleştirilen kuşlardan oluşan figürlü süslemeye yer verilmiştir . Ani’deki lüster örnekler bezemeleri açısından daha önemli bir grup oluşturmaktadır. Bu örneklerden günümüzde Kars Müzesi’nde korunan bir kâse hem iç, hem de dış yüzey bezemesi ile dikkat çekicidir. İçte, kâsenin dip kısmında yuvarlak bir madalyon içinde figürlü, kenarlarında ise şeritler hâlinde düzenlen figürlü, bitkisel ve yazı taklidi bezeme vardır. Dip kısmındaki yuvarlak madalyonun ekseninde zemin çizgisi üzerinde bir ağaç yer alır. Ağacın iki yanında zemin çizgisi üzerine yerleştirilmiş, türleri tam olarak saptanamayan, ağaca dönük birer kuş ile bağdaş kurarak oturan iki insan figürü bulunmaktadır. Ağaçtan çıkan ince, çiçekli bahar dalları iki yana eğilerek insan figürlerinin üzerini örtmektedir. Profilden verilen figürler bitkisel motiflerle bezenmiş elbiseler giymiştir. Tabağın kenarlarında farklı genişliklerdeki dört şerit vardır. Diğerlerine göre daha geniş olan içteki ilk şeritte tığ şeklinde çıkıntıları olan daire biçimli motifler, ikinci şeritte ise çevresi bitkisel motiflerle doldurulan ve türleri tam olarak saptanamayan hayvan figürleri bulunmaktadır. Üçüncü şerit boş bırakılmıştır. Dördüncü şeritte küfi yazı düzenlemesi vardır . Tabağın dış yüzeyi yaklaşık eş boyutlu iki şeride bölünmüş, şeritlerin içleri düğümler oluşturarak ilerleyen çizgisel bezemeyle doldurulmuştur . Ani’deki lüster seramikler içinde en dikkat çekici olanları çarşı kazısında ele geçirilen sekiz kollu yıldız biçimli bir çini ile, I Numaralı Konut kazısında bulunan sekiz kollu yıldız biçimli bir çiniye ait parçadır. Çarşı kazısı sırasında bir küpün içerisinde tam olarak ele geçirilen sekiz kollu yıldız biçimli çininin kenarlarında ince şerit hâlinde nesih hat ile Farsça bir beyit yer almaktadır . Ey sevdiğim, zulüm görmüş iki gözüm niçin yaşla dolu olduğunu bilir misin? Çünkü gözbebeğim senin dudağından su alır (?) … Bu yolculuk aklıma gelince benim gönlüm hep hoş olur. Su gibi akmakta olan gül renkli gözyaşım, onun yüzünden cömertliğiyle akmaktadır. Çininin alt kısmında, eksende zemin çizgisi de oluşturan su unsuru ve üzerinde bir servi ağacı yer alır. Servinin iki yanına birbirlerine dönük, başları haleli iki figür yerleştirilmiştir. 3/4 profilden gösterilen uzun saclı figürlerde Uygur prens ve prenseslerinde görülen başlık ve saç tuvaleti görülür. Ablak yüzler, ince kaşlar ve çekik gözler dikkat çekicidir. Figürlerden biri altıgen şeklinde (bağa kabuğu) bölümlenmiş, diğeri ise bitkisel dekorlu elbise giymiştir. Ani’deki lüster seramikler içindeki diğer iki önemli örnek çarşı kazında ele geçirilen haç formlu bir çiniye ait olduğu anlaşılan parça ile üzerindeki pulları nedeniyle leopar olması muhtemel hayvan biçimli bir kulptur . Haç biçimli çiniye ait parça üzerinde kıvrım dal, palmet ve rumilerden oluşan bitkisel bir bezeme yer almaktadır. Değerlendirme Ani’de 1998-2005 yılları arasında sürdürülen kazı çalışmalarında, çok ayıda farklı tür ve tipte seramik ele geçirilmiştir. 1908-1917 yılları arasında Marr tarafından yapılan kazılar da dahil bugüne kadar yapılan çalışmalarda, bir kaç üçayak dışında seramik üretimi yapıldığını kanıtlayacak bir fırın bulgusuna rastlanmamıştır. Ani ve yakın çevresinde ele geçirilen buluntular, bu bölgede seramik üretim yapılan bir merkez olması gereğini ortaya koymakla birlikte, bu merkez henüz tespit edilememiştir. Marr , en azından bir bölümünün Ani’de üretilmiş olabileceği kanaatini belirtilse de, mevcut verilerle Ani seramiklerinin üretim yerleriyle ilgili kesin bir kanaat belirtmek zordur. Ani’de 1998-2005 yılları arasında yapılan kazılarda bulunan seramikler sırlı ve sırsız olmak üzere iki ana grup oluşturur. İlk grubu oluşturan sırsız örneklerde yalın-basit, mutfak kapları ve kırmız astarlı olmak üzere üç tür saptanmıştır. Bu türler içinde yalın-basit seramik ve mutfak kapları bütün kazı alanlarında karşılaşılan en yaygın buluntu grubunu oluşturur. Kap tipleri açısından ortak özellikler gösteren yalın-basit seramik ve mutfak kapları hakkında ayrıntılı çalışmaların olmaması tarihlendirilmelerini zorlaştırmakla birlikte, Ani şehrinin tarihî gelişimi dikkate alınarak 9. ile 14. yüzyıl gibi geniş bir zaman dilimi arasına yerleştirmek gerekir. Yalın basit seramik türü içinde ayrı bir tip oluşturan ve az sayıda örneği bulunan kürevî-konik gövdeli sıvı kapları çarşı kazısı sırasında topluca ele geçirilmiştir. Birkaç örneği Marr tarafından yapılan kazılarda da bulunan bu tür kapların benzer örnekleriyle Ermenistan’da Dvin, Nahcivan’da Ören Gala , İran’da Rey ve Anadolu’da Samsat gibi birçok merkezde karşılaşılmakta ve çoğunlukla 10.-13. yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedir. Ani örneklerini buluntu yerini de dikkate alarak 12.-13. yüzyıllara tarihlemek uygun olacaktır. Ani’deki sırsız seramikler içinde kırmızı astarlı ve baskı bezekli seramikler üzerinde önemle durmak gerekir. Mühürle baskı bezeme yapımı, Neolitik Çağdan itibaren Anadolu, Mezopotamya ve İran'da yaygın bir kullanım alanına sahiptir. Ani'deki baskı bezekli seramiklerin erken örneklerle motif ve kompozisyon açısından benzerliği yoktur. Buna karşın Ani’de bulunan baskı bezekli kaplar ile, 11. yüzyıla tarihlendirilen Dvin[11] ve 12.-13. yüzyıllara tarihlendirilen Nahcivan Ören Gala seramikleri arasında form, motif ve kompozisyon açısından yakın benzerlik vardır. Ani’deki baskı bezekli, kırmız astarlı ve parlak perdahlı seramikler yüzey buluntusu olarak ele geçirilenlerin dışında Büyük Hamam, Küçük Hamam, çarşı ile I ve II Numaralı Konut kazılarında açığa çıkarılmıştır. Büyük Hamam en geç 1092 yılına ,Küçük Hamam, çarşı ve konutlar ise 11.-13. yüzyıl arasına tarihlendirilmektedir. Bu tarihler Dvin ve Ören-Gala'da ele geçirilen seramiklerin tarihleri ile paralellik gösterir. Bu veriler ışığında baskı bezekli, kırmızı astarlı ve perdahlı Ani kaplarını 11.-13. yüzyıllar arasına tarihlemek uygun görünmektedir . Ani seramiklerinin ikinci grubunu sırlı seramikler oluşturur. Sırlı seramiklerde tek renk sır, kazıma, geniş ve derin oyma, renkli sır altına astar boyama ile lüster ve minai tekniğinde örneklerle karşılaşılır. Bu örneklerden tek renk sır, kazıma, geniş ve derin oyma, renkli sır altına astar boyalı olan kırmızı hamurlu örnekler çok geniş bir coğrafyada 9. yüzyıldan itibaren yaygın olarak görülen seramik tipleridir. Bu nedenle bu seramikleri kesin olarak tarihlemek ve nereden geldiklerinin tespiti zordur. Ancak Ani’de çarşı, I ve II Numaralı Konut, Büyük Hamam, Küçük Hamam gibi kazı alanlarında yoğun olarak ele geçirilen ve yerel atölyelerde üretildiklerini düşündüğümüz bu seramikleri 11.-14. yüzyıllar arasına yerleştirmek uygun olacaktır . Ani’de az sayıda buluan sır altı siyah boyalı ve tek renk sırlı kabartma örneklerle minai ve lüster tekniğindeki seramiklerde beyaz hamur kullanılmıştır. Diğer sırlı örneklerden hamurları açısından farklılaşan bu seramiklerin ithal mallar olduğunu düşünmek gerekir. Sır altı siyah boyalı örneklerden Kars Müzesi’ndeki iki seramik, kuşlu bezemeleri ile Ahlat ve Nahcivan Ören-Gala’da ele geçirilen seramiklere benzerlik gösterir. Ahlat kazılarında açığa çıkarılan ve 13. yüzyıla tarihlendirilen kuşlu iki örnek ile 12. yüzyılın sonları ile 13. yüzyılın başlarına tarihlenen kuşlu bir Ören Gala seramiği, Ani’deki örnekleri 13. yüzyıl içerisine yerleştirilmemize olanak sağlar. Ani kazılarında ele geçirilen tek renk sırlı üç parçada görülen insan yüzü şeklindeki kabartmaların benzerleri Marr tarafından yapılan kazılarda da bulunmuştur. Marr tarafından açığa çıkarılan tamama yakın bir kap, bu yüzlerin kabın dış yüzeyinde belirli aralıklarla tekrarlanan kabartmalar olduğunu göstermektedir . Bu tür kabartma desenli seramiklerin erken örnekleriyle Suriye’de Rakka, İran’da ise Keşan, Rey ve Nişapur gibi merkezlerde 12. yüzyıldan itibaren karşılaşılmaktadır .Bu seramiklerin Doğu Anadolu’daki örnekleri ise 11. yüzyıl ile 13. yüzyıl arasına tarihlendirilmektedir .Bu örneklerden hareketle Ani’deki kabartma bezekli seramikleri 11.-13. yüzyıla yerleştirmek mümkündür. Ani’de minai tekniğinde tek bir kap ele geçirilmiştir. Kap üzerindeki zikzaklar ile sahte çiçekli küfi yazı düzenlemeleri 12.-13. yüzyıllarda Keşan’da üretilen minailerle benzer özellikler gösterir . Bu örneklerden hareketle Ani’de bulunan minai parçaları 12. yüzyılın sonları ile 13. yüzyılın başlarına tarihlemek gerekir. Lüster seramiklerin tarihlendirilmesi motif ve kompozisyon özellikleri dikkate alınarak daha kesine yakın olarak yapılabilmektedir. Kars Müzesi’nde bulunan kâsenin yakın örnekleri 1170-1220 yılları arasında Keşan’da üretilen lüsterlerdir .Gerek kâsenin içinde yer alan ağaç ve insan tipleri, gerekse kâsenin dış bezemesi ile Keşan lüsterleri arasındaki yakın benzerlik, bu kâsenin 1170-1220 yılları arsında Keşan’da üretilen bir kap olabileceğini ve buradan ithal edildiğini düşündürmektedir. Aynı tarihler haç biçimli çini parçası için de önerilebilir. Lüster tekniğindeki diğer bir örnek olan sekiz kollu yıldız biçimli çinin yakın örnekleriyle yine İran’da karşılaşılmaktadır. Abaka Han’ın (1265-1281) Taht-ı Süleyman’daki av köşkünde yer alan kenarları nesih yazılı yıldız biçimli çiniler bu örneklerdendir. Bu örneklerin bazılarında han ve hatun yan yana oturmakta ve altta bir su unsuru yer almaktadır. Bazı örneklerde ise farklı türde hayvan figürlerine yer verilmiştir . Kenarlarında yazı şeritleri bulunan bu örnekler Ani’de ele geçen sekiz kollu yıldız çininin İran menşeili ve 13. yüzyılın sonları ile 14. yüzyıl başlarına ait olduğunu göstermektedir. Alıntı..
  25. _asi_

    Ani harabeleri

    ANİ HARABELERİ Kars İline 42 km uzaklıktaki Ocaklı Köyü sınırları içerisinde yer alan Anı Ören Yeri Türkiye – Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehrinin batı yakasında Türkiye sınırları içerisinde volkanik bir tüf tabakası üzerine kurulmuş bir ortaçağ şehridir. Ören yeri Anadoluya İpek Yolu üzerinden girişte ilk konaklama merkezi olduğundan aynı zamanda bir ticaret merkezidir. Antik kentin zenginliği de buradan gelmektedir. Ören yerinin en eski tarihi M.Ö. 5000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Tarih öncesi dönemde ören yerindeki yerleşim bostanlar deresi olarak bilinen vadideki volkanik oluşumlu mağaralardan oluşmuştur. Bu günkü ören yerini oluşturan iç kale M.S. 4. yy’da Kars Şehrine ismini veren Karsak’lılar tarafından yaptırılmıştır. Ören yerinin dış cephe surları Bagratlı Kralı Aşot tarafından M.S. 964 yılında yaptırılmaya başlanmış daha sonra Kral III. Sembat 978 yılında 2. takviye sur sistemini yaptırmış 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslanın Ani’yi feth etmesinden sonra anı beyi olan Ebul Menucehr tarafından 1064 – 1072 arasında 3. sur sistemini yaptırmıştır. Kale surları deve tüyü ve siyah renkli tüf taşından yer yer iki ve üç sıra halinde Horasan Harcı ile yapılmıştır. Kurulduğu arazi üzerine uyumu sağlamak amacıyla ücgenimsi bir şekilde inşa edilen surların yedi giriş kapısı mevcut olup bu kapıların en önemlileri Aslanlı Kapı, Kars Kapısı, Sarnıçlı Kapılardır. Şehrin surları uzun kuşatmalara dayanıklı hale getirmek için surlar arasına yapılan destekleme kuleleri aynı zamanda erzak ve tahıl deposu olarak kullanılmıştır. Arazinin eğimine göre yer yer beş mt. Yüksekliğe kadar oluşan surların dış cephelerinde Haç Motivleri, Aslan ve yılan kabartmalı rölyefler, çini süslemeler mevcuttur. Ören yerinin ana giriş kapısı olan aslanlı kapı iki büyük giriş kapısından oluşmaktadır. Aslanlı kapının bulunduğu surların Doğu yanındaki burç üzerinde Selçuklu Sultanı Alparslanın şehri 1064 yılında feth etmesini belgeleyen dört satırlık Kufi İslami Kitabe mevcuttur. ANI ÖRENYERİ GİRİŞİNDE DE BULUNAN ANTİK KENTİN TARİHİ GELİŞİM Anı Harabelerinde ilk yerleşme M.Ö. 5000-3000 yıllarında Kalkolitik Çağda başlar. M.Ö. 3000 - 2000 Eski Tunç Devri yerleşmesi M.Ö. 2000'de Demir Çağında Hurri yerleşmesi M.Ö. 900-700 yılları arasında Urartu Devleti yerleşmesi, M.Ö. 650 yıllarında Kimmeri Hakimiyeti, M.Ö. 626-149 Saka Türkleri (İskit) hakimiyeti M.Ö. 350-300 yıllarında şehir eski Oğuz Boylarından Arsaklıların Kamsarakan soyundan Karampart tarafından yeniden kurulmuştur. M.S. 430-646 yılları arasında Sassani Hakimiyeti, M.S. 646 yılında Halife Hz. Ömer devrinde Anı ve çevresi arapların eline geçmiştir. M.S. 732 yılında Bağratlı Beyliği egemenliğine geçmiştir. M.S. 966 yılında Bağratlı III Aşot tarafından şehir surları yaptırılarak Anı Krallık Merkezi olmuştur. M.S. 1045 yılında şehir Bizanslıların eline geçmiştir. M.S. 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan tarafından şehir alınarak Şeddat Oğulları Beyliğine verilmiştir. M.S. 1199 yılında Anı Gürcü Atabeylerin eline geçmiştir. M.S. 1226 yılında Harzemşah Devletine tabi olmuştur. M.S. 1235 yılında Moğol İstilasına uğrayarak şehir tahrip edilmiş ve sonra eyalet merkezi olmuştur. M.S. 1339 - 1344 yılları arasında İlhanlılar egemenliğine geçmiştir. M.S. 1406-1467 yılları arasında Karakoyunlu Devleti hakimiyeti altına girmiştir. M.S. 1467 - 1516 Akkoyunlular Devleti Hakimiyeti, M.S. 1516 - 1534 yılları arasında Afşar Türkleri hakimiyeti, M.S. 1534 yılında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. M.S. 1878 yılında Ruslar tarafından istila ile 40 yıl Anavatandan ayrı kalmıştır. MS. 1921 yılında İstiklal Harbi sırasında Ruslardan geri alınmıştır. TARİHTE KARS VE ANİ Doğal koşullarının uygunluğu, askerî ve ticarî önemi nedeniyle tarih boyunca yoğun bir yerleşmeye sahip olan Kars şehri, askerî bir kale olarak 1750 metre yüksekliğindeki plato üzerine kurulmuştur. Urartular Döneminde (M.Ö. 860-665) “Diavehi Ülkesi” ya da “Akhuryan Ülkesi” olarak adlandırılan bölge, Aras Nehri’nden Çıldır’a kadar uzanmakta ve Ani’yi de içine alan Arpaçay Nehri’nin havzasını kapsamaktadır. Ermeniler Döneminde, Kars Irmağı havzasının bulunduğu bölge Vanand/Vanant adıyla tarih kaynaklarında geçmektedir. M.Ö. 860’tan itibaren Urartu hâkimiyetinde uzun süre kalmış olan şehir, M.Ö. 665 yılında İskitlerin eline geçmiştir. M.Ö. 549-330 yılları arasında Pers İmparatorluğu hâkimiyeti altında bulunan bölge, İmparator Darius tarafından “Armenia” adıyla 13. satraplık hâline getirilmiştir. Bu satraplığın sınırlarına kuzeyde Aras Nehri’nden Yukarı Dicle Nehri’ne kadar olan bölge, güneyde Boton Çayı’na, Fırat ve Dicle havzasındaki eyaletler bağlanmıştır. M.Ö. 331 yılında, Büyük İskender’in Pers İmparatoru III.Darius’u yenmesiyle bölge Makedonya İmparatorluğu’na dahil olmuştur. Büyük İskender, Sardes’in eski valisi Pers Mithrines’i 331 yılında Ermenistan’a satrap olarak göndermiştir. Büyük İskender ölünce eyaletler komutanlar arasında paylaşılmış,bu komutanlardan biri olan Neoptolemos 323 yılında Ermenistan satraplığını almıştır. Ermenistan, M.Ö. 319 yılında Pers satraplardan Orontes’in hâkimiyetine geçmiştir. M.Ö. 319-228 yılına kadar bölgedeki gelişmeler hakkında bilgiler çok kısıtlıdır. M.Ö. 228 yılında bölgeye Selevkos II. Antiokhos Hieraks hâkim olmuştur. M.Ö. 189 yılında Roma İmparatorluğu’na tabi olan bölge iki strategos (başkan, kumandan) arasında bölünmüş ama yine Seleukoslar tarafından yönetilmiştir. M.Ö. 189 yılında Ermenistan’da başlayan Artaksias Hanedanlığı yönetimi M.S. 2. yüzyıla kadar devam etmiştir. M.Ö. 140 yılından itibaren Ermenistan’ın bulunduğu bölge İran’da hâkim olan Partlar ile Romalılar arasında savaş alanına dönmüştür. M.Ö. 2. yüzyıldan 53 yılına kadar bölge yabancı valilerce yönetilmiş, bu yıldan itibaren de Arsasid/Arşaguni Hanedanlığı bölgeye hâkim olmuştur. M.S. 226 yılında Part İmparatorluğu son bulmuş, Sasani İmparatorluğu bölgeyi hâkimiyeti altına almıştır. Sasanilerin egemenliği sırasında Kars toprakları “Ararat Eyaleti” adı altında yaklaşık 200 yıl İranlıların egemenliğinde kalmıştır. M.S. 287 yılında Ermeni tahtına oturan III.Drtad/Trdat,301 yılında Hıristiyanlığı resmen devlet dini olarak kabul etmiştir. 4. yüzyılın sonlarına doğru, Ermenistan’ın Bizans İmparatorluğu ve Sasaniler arasında paylaşılmasından sonra, 5. yüzyılın ikinci yarısı ve 6. yüzyıl boyunca Bizanslılar ve Sasaniler arasında bölgedeki çatışmalar devam etmiştir. Ancak bu dönem Ermeni kültür tarihi açısından önemli yeniliklerin olduğu yaratıcı bir dönemdir. M.S. 428 yılında Ermenistan’daki Arsasid/Arşaguni Hanedanlığı dönemi bitmiştir. Bu tarihten itibaren bölge Pers İmparatorluğu’na bağlı marzbanlar (hudut eyaletleri muhafızları) ya da Bizans İmparatorluğu’na bağlı generaller tarafından idare edilmiştir. Bu idarecilerden Ermenilerin önde gelen feodal beylerinden Mamikonian Sülalesi M.S. 564 yılına kadar Perslere bağlı olarak Ermenistan’ı yönetmişlerdir. M.S. 564-642 yılları arasında bölge Bizans İmparatorluğu ve Pers İmparatorluğu arasında yeniden bölünmüştür[8]. M.S. 591-705 yılları arasında Ermenistan’ın bir kısmı Bizans İmparatorluğu’nun görevlileri tarafından yönetilmiştir. Bizans ve Sasaniler arasındaki savaşlarda harap olan Ermenistan’a M.S. 640 yılından itibaren Arap akınları başlamıştır. Pers İmparatorluğu’nun 652 yılında yıkılmasında sonra, 661-750 tarihleri arasında bölgeye Emeviler, 750 yılından itibaren Abbasiler hâkim olmuştur. Abbasi Halifesi Harun al-Raşid (786-809) zamanında, Yukarı Aras Nehri, Kars Çayı ile Arpaçay boyları Dvin Emirliği’ne; Kura Irmağı boyu ile birlikte, Ardahan, Göle, Posof ve Çıldır bölgeleri Tiflis Emirliği’ne; Pasinler ile Karasu boyları da Erzurum (Karin/Kalıkala) Emirliği’ne bağlanmıştır. Bu düzenleme 949 yılında Erzurum bölgesinin Bizanslıların eline geçmesine kadar sürmüştür. Bizans İmparatorluğu ve Araplar arasındaki savaşlar 8. yüzyıl ortalarında yeniden başlamıştır. Bu savaşlar nedeniyle 772 yılında, Çoruh Nehri, Sarısu, Dicle Nehri, Zap Suyu ve Aras Nehri boylarına yayılmış ve ticaretle zenginleşmiş olan Ermeni Bagratlı Sülalesi’nin bir kolu, merkezleri Doğu Beyazıt (Daruynk) olan Kars’ın güneydoğu bölgesine yerleşmişlerdir. Başlarında Aşot Mısager’in bulunduğu diğer bir kol da Ermenistan ticaretinin önemli merkezi ve Arap emirlerinin oturduğu Dvin şehrine yakın olan Kars’ın doğu bölgelerine yerleşmeye karar vermiş ve Kamsarakan Sülalesi’ne ait olan Kilittaşı’nı (Pekran/Bagaran) kendine merkez yapmıştır. 826 yılında Aşot ölünce kurmuş olduğu prenslik iki oğlu Bagarat ve Sımbat arasında paylaşılmıştır. Bagarat, Muş civarındaki (Daron, Sasun ve Khoyt) topraklarına, Sımbat babasının başkenti Kilittaşı (Bagaran) ve Aras boylarına (Arşarunik ile Şirak) sahip olmuştur. Halife’nin güvenini kazanan Sımbat’ın oğlu Aşot, babasının 856 yılında Samarra’da ölmesinden sonra babasının unvanı olan ısbarabedliğe yükseltilmiş, 861/862 yılında Halife Al-Mutavakkil (822-861) ya da Halife Al-Musta’in (862-866), tarafından “Ermeni Prensler Prensi” ilan edilmiştir[13]. 885 yılında da Halife Al-Muta’mid (870-892) tarafından Aşot’a bir krallık tacı gönderilmiştir. Aynı zamanda Bizans İmparatoru I. Basileos da (867-886) Aşot’a bir taç ve değerli hediyeler göndererek krallığını tanımıştır. Bu tarihten sonra Bagratlı Krallığı’nın yükseliş dönemi başlamıştır. Aşot’un krallık başkentinin Arpaçay kenarındaki, babasının yerleşimi Kilittaşı (Bagaran) olduğu bilinir Kral I. Aşot’un ölümünden sonra toprakları oğulları Bagarat Taron ve Sımbat arasında paylaşılmıştır. Bagarat Taron, yukarı Fırat vadisini, Sımbat, Ani ve Kars’ı içine alan Şirak bölgesini ve babasının başkenti Kilittaşı’nı almış, ama 772 yılından beri atalarının merkezi olan Kilittaşı’nı bırakıp kendisine Başüregel’i (Şirakavan) merkez yapmıştır. Gürcü Kuropolatı (sınırların bekçisi) II. Adernese, Sımbat’ı Ermenistan’ın meşru kralı olarak tanıdığını ilân etmiştir. Sımbat, Vanand bölgesini idare eden amcası Abas’ın isyanına son verdikten sonra Halife Al-Mu’tazid (892-902) tarafından Ermenistan kralı olarak resmen tanınmıştır. Halife adına Sımbat’a krallık tacı Azerbaycan Valisi Emir Saci Afşin tarafından gönderilmiştir. Katolikos Garnili II. Kevork/Gevorg’un yönettiği taç giyme töreni Başüregel’de (Şirakavan) Sımbat’ın yeni inşa ettirdiği Surp Prgiç Kilisesi’nde 892 yılında yapılmıştır. 893 yılında da Bizans İmparatoru VI. Leon (886-912), babası I. Basileos gibi, “şehit/martir” lakabıyla anılan I. Sımbat’a taç gönderip krallığını tanımıştır[15]. 903 yılında Dvin Emirliği’nin başında olan Sacoğlu Yusuf, I. Sımbat’ın oğlu veliaht prens Aşot’a ‘İşkhanlar işkhanı’ unvanını vermiştir. I. Sımbat hâkimiyet sınırlarını, batıda Erzurum (Garin) şehrine, kuzeyde Tao-Klarjet’ten (Penek-Ardanuç) Hazar Denizi’ne, Acarlara (Kolhis/Egerya) ve Kafkasların eteğindeki Kukark/Gugark eyaletine, Çanarlar’dan (Karakalkan Dağları) Alanlar Kapısı’na (Daryal Geçidi), Kura Nehri’nden Tiflis kentine ve Udi (Gence bölgesi) eyaletine kadar genişletmiştir. I. Sımbat, Sacoğlu Yusuf ve Vaspurakan Kralı Gagik Ardzruni ile 914 yılında yaptığı savaşta tutsak edilmiş ve Dvin’e götürülerek işkence ile öldürülmüş; yerine oğlu II. Aşot Yergat geçmiştir. Dönemin Katolikosu V. Hovhannes’in (899-931) çabalarıyla, Ermeni Krallığı ile Bizans İmparatorluğu arasında iyi ilişkiler kurulmuştur. İstanbul’u ziyareti sonrasında Aşot’a Bizans İmparatoru Konstantinos Porphyrogennetos (913-959) tarafından “Krallar Kralı” unvanı verilmiştir. II. Aşot’un 928/929 yılında ölümünden sonra, kardeşi Abas, Vaspurakan Kralı Gagik’in çağrısı üzerine bir araya gelen Ermeni asillerinin toplantısında Ermenistan’ın krallar kralı (Şahinşah) olarak seçilmiştir[19]. Abas, babası Sımbat öldükten sonra, Gürcistan’a gitmiş, orada evlenmiş, kardeşi Aşot’un İstanbul’dan dönüşünden sonra ülkesine geri dönmüştür[20]. Abas (928-953) kral olunca ikâmeti olan Kars’ı Ermeni krallığının başkenti yapmıştır. Kars’ın başkent olması şehrin gelişip büyümesine yol açmıştır. Kral Abas, Dvin’deki emirlerle iyi ilişkiler kurmuş, bu nedenle de Ermenistan’da geçmiş dönemlere oranla sakin bir ortam hâkim olmuştur. Kral Abas, Kilittaşı’nda ikâmet eden amcasının oğlu Aşot Şabuhyan’ın arkasında varis bırakmadan ölmesinden sonra onun topraklarına da sahip olmuştur. Zaten Aşot Şabuhyan, Kral II. Aşot’un halefliğine talip olmamış, ölümüyle de bölgedeki bir Ermeni prensliği daha tarihe karışmıştır. Ayrıca Siunik’teki Ermeni Prensliği de Abas’ın krallığını ve birincilliğini sorun çıkarmadan kabul etmiştir. I. Abas, konumunu güçlendirmek için Abhaz Kralı II. Georgi’nin kızıyla evlenmiş ve bu sayede güçlü bir ordu kazanmıştır. Başında Kral Abas’ın olduğu Ermeni Krallığı, Abbasilere vergi ödeyen ama iç işlerinde bağımsız bir krallık olmuştur. Dönem kaynakları ve yayınlarda, Kral Abas dönemi Ermeni Krallığı’nda, yaşanan askerî ve politik dinginliğin kültür zenginliğiyle sonuçlandığı ve yoğun imar faaliyetlerinin olduğu belirtilmektedir. Kral Abas, Katolikos Anania ile birlikte bölgede pek çok manastırın kurulmasına öncülük etmiştir. Dönem tarihçileri, Kral Abas zamanında, Bizans İmparatorluğu’ndan gelen ve bölgeye yerleşen rahiplerin, manastırlar kurduklarını, “vartabed” denilen öğretmenler aracılığıyla din biliminin öğretilmeye başlandığını kaydederler. Vartabedlerin dinî eğitimin yanı sıra yapıların planlanmasında ve inşasında etkin oldukları, manastırlarda da Kayserili Aziz Büyük Basileos’un kurallarına göre yaşam sürdürüldüğü ifade edilmiştir. Araştırmacılar, bu dönem için Ermeni sanatı rönesansından ve Bizans’ın bu sanata etkisinden bahsetmektedirler. Kral Abas döneminde, feodal beylerin ve yöneticilerin manastırlara yaptıkları bağışlar, satın alınan kasabalar, bağlar, ormanlar ve başkalarına ödenen büyük miktardaki paralar hakkında kaynak ve yayınlarda sınırlı bilgi bulunmaktadır. Kars 10. yüzyıldan önce önemli bir kaledir. Ayrıca 10. yüzyılda Ardanuç’tan Trabzon’a giden ticaret yolunun önemli duraklarından da biridir. Kral Abas bu yol güzergâhında seyahat eden tüccarların güvenliğini sağlayarak Kars’ı çok güçlü bir hudut şehri yapmıştır. Kral Abas’ın ölümünden sonra III. Aşot (953-977), Katolikos Anania başkanlığında, 40 piskoposun ve Ermeni asillerinin hazır bulunduğu bir törenle Ani’de taç giymiştir. Aşot babasının ölümünden sonra ülkede çıkan karışıklıklarla uğraşmış, bölgede sükûneti sağlamaya çalışmış, 961 yılında başkenti Kars’tan Ani’ye taşımış ve şehrin etrafını surlarla çevirmiştmiştir. Bölgenin sürekli karışık olması, kralın ölümünden sonra krallık topraklarının oğulları arasında paylaşılması ve krallık derecesine yükselen prenslerin hareketleri ülkenin müstakil devletlere ayrılmasına neden olmuştur. Bu koşullar altında III. Aşot, kardeşi Muşeğ’e (962-984) Kars’ın bulunduğu Vanand bölgesini bırakmak zorunda kalmış ve böylece Kars Bagratlıları Beyliği kurulmuştur. Vaspurakan Krallığı 968 yılında üç kardeş arasında paylaşılmıştır. Bunlara bir de krallık derecesine yükselmiş Siunik ve Daron/Taron prenslikleri eklenmiştir. Ermenistan’da bölünmelere rağmen 10. yüzyıl boyunca ve 11. yüzyıl başlarında genellikle barış ve refah içinde bir dönem yaşanmıştır. Abbasiler ve Bizanslılar tarafından yapılan baskılardan az etkilenen Ermenistan’da ticarî hayat canlılığını koruyabilmiştir. 10.-11. yüzyıllarda Ermenistan Batı ve Doğu arasındaki değişimlerin çoğunun meydana geldiği tarafsız bir sahadır ve tüm Ermenistan’ı boydan boya geçen önemli ticaret yollarına sahiptir. Bu dönemde Bizanslılar ve Araplar arasındaki savaşlar nedeniyle bölgenin güneyindeki ticaret yolları kullanılamaz hâle gelince, doğudaki ana ticaret yollarından biri Nahçıvan’dan Ermenistan içine ulaşıp buradan ikiye ayrılarak biri Hazar Denizi kıyısına, diğeri Karadeniz kıyısına ulaşmış, öteki yol ise doğrudan Bizans İmparatorluğu’nun sınırları içine uzanmıştır. Bu durumda ticaret yollarının kesişme noktaları olan Dvin ve Nahçıvan gibi eski merkezlerin yanı sıra Ani, Kars ve Arzen/Arcn gibi yeni merkezler de gelişir. III. Aşot 977 yılında ölünce, yerine büyük oğlu II. Sımbat (977-988) başkent Ani’de taç giyerek başa geçmiştir. II. Sımbat’ın krallığı döneminde Ani şehrinin etrafı ikinci kez surlarla çevrilmiş, birçok kilise inşa edilmiş ve katedralin temeli atılmıştır. Ani yakınlarındaki yerleşimlerde ve krallıklarda da yoğun imar faaliyetleri görülmüştür. II. Sımbat, bölgedeki Ermeni krallıklarını ve prensliklerini otoritesi altında tutmayı başarmıştır. II. Sımbat’ın 988/989 yılında ölümünden sonra Ermeni Krallığı’nın başına kardeşi I. Gagik (989-1020) geçmiştir. I. Gagik’in himayesinde Bagratlı Ermeni Krallığı ve başkent Ani iktidarının en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Ermeni mimarisi altın çağına girmiş, Ani, “1001 kiliseli şehir” olarak ünlenmiştir. Kral I. Gagik’in ölümünden sona Ermeni Krallığı’nın başına oğlu III. Sımbat (1020-1040) geçmiştir. 1021 yılında Selçuklular Vaspurakan’a girince, Bizans İmparatorluğu doğu sınırını emniyete almak istemiş, Vaspurakan Beyliği’nin topraklarına el koymuştur. Vaspurakan Kralı Senekerim, “Kapadokya Magistrosu” unvanıyla Kayseri ve Sivas civarındaki topraklara yerleştirilmiştir[31]. Bizans İmparatoru Basileos Ermeni Kars ve Ani krallıklarını istediği için doğuya doğru ilerlemiştir. I. Gagik’in oğlu Sımbat yetkilerini Basileos’a devretmiştir. İmparator Basileos, Ani kralına İstanbul’da saray ve Kayseri civarında topraklar hibe etmiş, Kars beyine de Amasya civarında topraklar vermiştir. 1040 yılında Bizanslılar Bagratlı Ermeni Krallığı’nın arazisini kesin olarak imparatorluk topraklarına katmıştır. 1045 yılında Bizans İmparatorluğu tarafından Ani Bagratlıları Beyliği’ne son verilmiştir. Kral Gagik Abas, Kapadokya’da Tzanmantos’a yerleşmiştir. 1054-1055 arası, Selçuklular Kars’a saldırarak tahrip etmiş, ancak kalesine dokunmamıştır. 1064 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan komutasındaki Selçuklu ordusu, Bizans yönetiminde bulunan ve kaynaklarda “asla zapt edilemez” denilen Ani’yi kuşatmıştır. Bizans İmparatorluğu’na bağlı generaller Bagrat ve Krikor tarafından savunulan şehir, sultanın başarılı savaş taktiğiyle Selçuklular tarafından ele geçirilmiştir. Sultan Alparslan Ani’yi, Dvin Emiri Şeddadlı Ebu’l Esvar’a bırakmış, Esvar yaşlı olduğu için oğlu Manuçehr Bey Selçuklulara bağlı olarak Ani’yi yönetmiştir. Böylece Ani’de Selçuklulara bağlı olarak Şeddadlı yönetimi kurulmuştur. Şeddadlı Beyi Manuçehr (1064-1110), Ani’nin yıkılan surları ve yapılarını onartmış, saray, cami, kervansaray ve suyolları gibi yeni yapılar inşa ettirmiştir. Böylece şehir eski canlı ticarî hayatına kavuşmuş, hem Müslüman hem de Hıristiyanların rahat yaşadıkları bir kent olmuştur. Türklerin Bizanslıları Malazgirt’te yenmesinden sonra bölgedeki Bizans İmparatorluğu’na hizmet eden Ermeni aristokratlar batıya göç etmiştir. Sivas’tan Antakya’ya kadar olan bölgeye yerleşen Ermeniler, zamanla Kilikya’ya yayılmaya başlamıştır. 1072 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın ölümünden sonra başa oğlu Melikşah (1072-1092) geçmiştir. Bu dönemde, Kars’ın bulunduğu bölge, Bizans İmparatorluğu’na bağlı olan Gürcüler tarafından 1079-1080 yılları arasında yeniden denetim altına alınmıştır. 1080 yılında, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Emir Ahmet komutasında bölgeye gönderdiği orduya Gence, Dvin ve Ani’deki Şeddadlı emirleri de katılmış ve bölge yeniden Selçukluların eline geçmiştir[38]. Bölgedeki direniş nedeniyle halka ağır vergiler yüklenmiştir. Bu nedenle, Ani Ermeni Başpiskoposu Barseğ, din adamları ve asillerden oluşan bir heyetle, “vergileri azaltmak ve sayıları dörde çıkarılan Ermeni Patrikliği’nin durumunu görüşmek üzere İsfahan’a Sultan Melikşah’ı ziyarete gitmiştir. Ermeni heyetini çok iyi karşılayan Melikşah, “Ermeni kilisesinin tek bir makamda temsil edilmesi, bütün kilise, manastır ve ruhanilerin vergi dışı bırakılması” konusunda ferman hazırlatarak Barseğ’e vermiştir. Ayrıca, Sultan Melikşah, Ermeni heyetini, bir askerî birliğin koruması altında ülkelerine yollamış, Azerbaycan genel valisine de ferman hükümlerinin aynen yerine getirilmesi için talimat göndermiştir. 1092 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın ölümünden sonra çocukları arasında çıkan taht kavgaları ve toprak hâkimiyeti edinme çabasından Ani de nasibini almış, bölgede huzursuz bir süreç başlamıştır. 1110 yılında Ani Şeddadlıları Beyi Manuçehr ölmüş, yerine oğlu Ebu’l Esvar (1110-1124) geçmiştir. Bu dönemde sık sık saldırılara maruz kalan şehir 1124 yılında Gürcülerin eline geçmiştir. 1125 yılında Şeddadlı Ebu’l Esvar’ın oğlu Fadlun (1125-1131) tarafından bir yıl kuşatmadan sonra şehir Gürcülerden geri alınmıştır. Ani şehri, 1131 yılında meydana gelen bir depremde tahrip olmuştur[40]. Şeddadlı Beyi Fadlun’un 1131 yılında ölmesinin ardından beyliğin başına sırasıyla Khoşçehr (1131), Mahmud (1131), Fahrettin Şeddad (1131-1155) ve II. Fadlun (1155-1161) geçmiştir. 1161 yılında Ani’ye tekrar Gürcüler hâkim olmuştur. 1164 yılında Ani, Selçuklulara bağlı Atabek İldeniz’in baskıları sonucunda Gürcüler tarafından boşaltılmıştır. Atabek İldeniz Ani’yi II. Fadlun’un kardeşi Şeddadlı Şahinşah’a (1164-1200) teslim etmiştir. Şahinşah’ın Ani’de harap olan binaları yenileme gayreti ona Ebu’l-Muammeran unvanını kazandırmıştır. 1199/1200 yılında Gürcü Kraliçesi Tamara (1184-1212) tarafında şehrin ele geçirilmesiyle Ani Şeddadlı Beyliği son bulmuştur. Kars ve Ani çevresi, 1239-1358 yılları arasında Moğolların eline geçmiştir. Ani Şehri, 1319 yılında meydana gelen şiddetli depremle bir kez daha harap olmuştur[42]. Bölgeye 1358-1380 arasında İlhanlılar/Celayirliler, 1380-1386 yılları arasında Karakoyunlular hâkim olmuştur. Bölge, 1386 yılında Timur tarafından zapt edilmiştir[43]. Ani, Timurlular zamanında valilik merkezi olmuştur. Bölge, 1406-1467 yılları arasında Karakoyunluların, 1467-1534 yılları arasında Akkoyunluların yönetimine geçmiştir. Akkoyunlular Döneminde savaş alanına dönen bölgede, pek çok şehir gibi Kars ve Ani de harap olmuştur. Bölge, 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi sırasında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. Ani, 1605 yılında meydana gelen 8 şiddetindeki depremden sonra artık oturulamayacak hâle gelmiş ve tamamen terkedilmiştir. 1877 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi), Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle sonuçlanmış, 3 Mart 1878 yılında Ruslarla Ayastefanos Antlaşması imzalanarak Kars, Batum ve Ardahan onlara bırakılmıştır. 1917 yılında Çarlık Rusyası dağılınca 3 Mart 1918 yılında Ruslarla imzalanan Brest-Litowsk Antlaşması ile Kars, Ardahan ve Batum tekrar Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ancak 1918 yılında Osmanlı topraklarının İtilaf Devletleri tarafından istilâsı sırasında, Kars, Ardahan ve Batum’u, 1921 yılına kadar Ermeniler ve Gürcüler kontrolleri altında tutmuşlardır. Ruslarla 16 Mart 1921’de Moskova’da, 13 Ekim 1921’de Kars’ta yapılan antlaşmalarla, Türkiye-Rusya sınırı çizilmiş, Kars ve çevresi Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılmıştır. Alıntı..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.