-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
Nevşehir Sivil Mimari Örnekleri Nevşehir ve yöresi volkanik tüf ve lavlarla kaplı olmasından ötürü, doğal yapı çevre koşulları sivil mimariyi de etkilemiş ve bu bölgede farklı bir yapılanmaya neden olmuştur. Yörede taşın fazla ağacın az oluşu, tüflerin kolaylıkla oyulabilmesi yapılanmayı tüflerin içerisine veya taş evlere yöneltmiştir. Tarih boyunca Pers ve Arap baskınları, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde korunmak ve savunmak için yörede yeraltı şehirleri de önem kazanmıştır. Bunun sonucu olarak da yeraltında çok katlı pek çok kişinin yaşayabileceği kentler yapılmıştır. Ayrıca Peribacaları denilen oluşumlar ve dağlar oyularak ev biçimine sokulmuştur. Nitekim Fransız gezgin A.Grandider yörede çoğu zaman tüflerin insan eliyle yalnızca pencere açmak için kullanıldığını yazmıştır. Nevşehir yöresinde kendine özgün konut mimarisine Ürgüp, Ortahisar, Uçhisar, Avcılar, Çavuşin ve Avanos’ta görülmektedir. Buralarda yapılan tüm yerleşimler doğal çevre ile bütünlük sağlamıştır. XIX.yüzyılda yörede yapılan evlerde kullanılan taş malzeme volkanik yapıdan kaynaklandığından, bunlar ocaklardan çıktıklarında yumuşak ve çok rahat işlenmiş olmaları, hava ile temas sağladıklarında da sertleşmelerinden ötürü taş yapılanmalarda sıkça kullanılmıştır. Bu taşların kolayca işlenmesinden dolayı da yöreye özgü bir mimari gelişmiştir. Bununla berber, ahşap yalnızca kapı ve dolap kapaklarında kullanılmıştır. Nevşehir evlerinin çoğunda kapılar kemerlidir. Bunların üst kısmına da stilize edilmiş sarmaşık ve rozet motifleri işlenmiştir. Çoğu kez de evlerin kanatlı ve giyotin pencereleri ikişer veya üçerli olup, etrafları da bitkisel motiflerle doldurulmuştur. İkinci katları destekleyen konsolların üzerleri de yine kabartma motifleri ile bezenmiştir. Nevşehir evleri çoğunlukla iki katlıdır. İklim nedeniyle de yaz aylarında üst kat odaları, eyvanları, konuk odaları ve mutfakları başlıca kullanım alanlarıdır. Alt katlar yaz ve kış aylarında işlevlerini sürdürürler. Dıştan yüksek duvarlarla ayrılmış avluda genellikle ev işleri yapılmaktadır. Ambar, ahır, samanlık, tandır evi alt katta yer almaktadır. Alt katların zemini ve avlu taş veya sertleştirilmiş toprakla döşenmiştir. Avluya açılan odalardan birisinde ev halkının yaşamı sürdürülür, yemek yenir ve aynı zamanda burada yatılırdı. Avluya açılan tandır evi çoğunlukla tonozlu olup, derinlemesine dikdörtgen planlıdır. Bunların ortasında kayalara oyulmuş tandıra yer verilmiştir. Tandır evinin yanlarında yer katı odaları veya üzeri tonozlu eyvanlar sıralanmıştır. Revaklı giriş eyvanından merdivenle üst kat eyvanına çıkılmaktadır. Üst kattaki eyvan bazen odaların arasında, bazen de yan taraftadır. Bazı örneklerde de bu eyvanın odalara çıkan merdivenin bitiminde olduğu da görülmüştür. Üst kat odalarının bir bölümü taş konsolların yardımıyla dışarıya çıkıntılıdır. Buradaki odalarda ocaklar, yüklükler, dolaplar, sekiler, musandıralar, raflar ve lambalıklar bulunmaktadır. Nevşehir evlerindeki ocakların ayrı bir özellikleri vardır. Bunlar dikdörtgen biçimli olup, altları taştır. Yanlarına dolaplar veya nişler yerleştirilmiştir. Yörede ağaç çok az olduğundan çoğu kez odalardaki yüklükler ahşap kapak yerine perde ile kapatılır. Evlerin konuklara ayrılan odaları daha zengin ve özenle döşenmiştir. Döşemeye ve sedirlere yöreye özgün kilim ve halılar serilmiştir. Bu odalar dikdörtgen biçimli olup, ikişer, üçer pencere ile avluya veya sokağa açılırlar. XIX.yüzyılda yapılmış olan daha eski evlerde pencereler demir parmaklıklı, kepenkli veya kafesli idiler. Alt kattaki pencereler üst kattakilere göre çok daha küçük olarak yapılmıştır. Bunlarda yalnızca havalandırma ön plana çıkmıştır. Günümüze gelen ve orijinalliğini koruyan evler daha çok Nevşehir Kalesi’nden aşağıya doğru uzanan alanda ve Kahveci Dağı’nın yamaçlarında görülmektedir. Kale çevresindeki sokaklar hem dar, hem de dolambaçlıdır. Bu sokaklar kaleye doğru arazi konumundan ötürü hem dik, hem de basamaklıdır. Bu sokaklar boyunca da birbirlerine benzeyen, beyaz badanalı, iki veya üç katlı, cephelerinde revakları olan üzerleri de düz damla örtülmüş evler sıralanmıştır. Evlerde kullanılan yöresel taşlar beyaz, gri ve açık kahverengi tonlarında değişmektedir. Bunlar arasında Kavak Kepezi denilen sert taşlar özel çekiçlerle işlenmektedir. Bunun dışında Yapraklı Seki denilen taş, sarı renkte olup, diğerine göre çok daha serttir. Ayrıca beyaz renkteki Sulusaray taşı da hem yumuşak, hem de ısıyı koruduğundan evlerin iç bölümlerinde kullanılmıştır. Nevşehir yöresinde, özellikle Ürgüp bölgesinde kayalara oyulmuş evlerle karşılaşılmaktadır. Ancak bunlar mağara evleri ile karıştırılmamalıdır. Bu evlerin içerisi yazın serin, kışın ılıktır. Rutubetsiz bir ortam sağladıklarından sağlık açısından da kullanıma uygun evlerdir. Bu evlerde daire şeklinde bir giriş ve Tarkaz denilen değirmen taşı biçiminde kapı bulunmaktadır. Bu kapıların eşiklerinde, tavanında ve iki yan duvarlarında kavis şeklinde oluklar yapılmıştır. Köksü denilen bir manivela ile de değirmen taşı kolayca kapı olukları içerisinde döndürülerek açılıp kapanmaktadır. Mağara evlerinde ise kayalar oyulmak sureti ile bir orta mekânın çevresine odalar yapılmıştır. Çoğu kez de orta mekân kubbe ile yanlardakiler de kemerlerin yardımıyla yarım kubbelerle üzerleri örtülmüştür. Ürgüp’teki Kayakapı Mahallesi eski bir yerleşim yeri olup, günümüzde Dünya Kültürel Mirası içerisindedir. Zamanla terk edilen bu evler bugün koruma altına alınmıştır. Kayakapı Mahallesi’nde günümüze gelen evlerden en tanınmışı Esat Ağa Sokağı’ndaki Esat Bey Konağı’dır. Bunun yanında Yusuf Ağa Konağı bulunmakta olup, her iki konak ta XIX.yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilmektedir. Bu evlerin Taka olarak isimlendirilen kemerli bir düz nişi, aynalığı, yüklüğü bulunmaktadır. Geometrik motiflerle, çeşitli rozetlerle ve renkli taşlarla dikkati çeken yapılardır.
-
Nevşehir Müzeleri NEVŞEHİR MÜZESİ Nevşehir Kapadokya Bölgesi’nin önemli bir merkezi olduğundan ilk müzecilik çalışmalarında çevreden toplanan eserler Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin kütüphanesinde depolanmıştı. Külliyenin sıbyan mektebi ve aşevinde Nevşehir Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi olarak 1967 yılında ziyarete açılmıştır. Daha sonra 20 yıl burada işlevini sürdürdükten sonra 27 Nisan 1987’de yapımı tamamlanan Nevşehir Kültür Sitesi’nde yeniden ziyarete açılmıştır. Müzede arkeolojik ve etnoğrafik eserler sergilenmektedir. Arkeoloji bölümünde Nevşehir ili çevresinde ele geçen Neolitik, Kalkolitik, Tunç Çağları, Frig, Urartu, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemine ait eserler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra arkeoloji bölümünde İran, Mezopotamya ve Kıbrıs kökenli eserleri de sergilenmektedir. Müzenin etnoğrafya bölümünde, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemine ait çeşitli aydınlatma araçları, yazma eserler, silahlar, yöresel giysiler, el işleri, halı ve kilimler, erkek ve kadın takıları ile mutfak eşyaları bulunmaktadır. Nevşehir Arkeoloji Müzesi yönetiminde bulunan bölgedeki ören yerleri ve açık hava müzeleri şunlardır: Göreme’de Açık Hava Müzesi, Avanos’ta Zelve Ören Yeri ve Çavuşin Kilisesi, Özkonak’ta Yeraltı Şehri, Gülşehir’de St. Jean Kilisesi ve Açıksaray Harabeleri, Derinkuyu Yeraltı Şehri, Kaymaklı Yeraltı Şehri, Acıgöl yakınlarındaki Tatlarin’de Tatlarin Kilisesi ve Yeraltı Şehri, Ürgüp yakınlarındaki Mazı Yeraltı Şehri’dir. Kayseri Caddesi, Türbe Sokak No:1 Tel : (0384) 213 14 47 Faks : (0384) 212 43 38 HACI BEKTAŞ-İ VELİ MÜZESİ (Hacıbektaş) Nevşehir Hacıbektaş ilçesinde Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi’nin I.Avlusunda girişin sağındaki yapı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1959-1964 yılları arasında restore edilmiş, 16 Ağustos 1964 tarihinde Etnoğrafya Müzesi olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır. Dergâhların kapatılmasından sonra Ankara Etnoğrafya Müzesi’ne götürülen ve Hacı Bektaş Türbesi’ne ait eşyalar geri getirilmiş ve buradaki müzede teşhir ve tanzimi yapılmıştır. Müze dergâh ile bütünleşmiştir. Müze “Birinci Avlu (Nadar Avlusu), İkinci Avlu (Dergâh Avlusu) ve Üçüncü Avlu (Hazret Avlusu) olmak üzere üç ana bölümden oluşmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı Hacıbektaş Tel : (0384) 441 30 22 Faks : (0384) 441 22 07 HACI BEKTAŞ ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ (Hacıbektaş) Nevşehir ili Hacıbektaş ilçesinin merkezinde, Hacıbektaş-ı Veli Külliyesi’nin 100 m. kadar batısında bulunan müzede yöredeki Suluca-Karahöyük’te, 1967-1976 yılları arasında yapılmış olan bilimsel kazılarda ortaya çıkan arkeolojik buluntular sergilenmektedir. Müzenin belli başlı eserleri arasında Suluca-Karahöyük kazılarında ele geçirilen buluntuların yanı sıra Eski Tunç, Asur Ticaret Kolonileri, Hitit, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait eserler sergilenmektedir. Bu eserler arasında çift kulplu kaplar, kâseler, pişmiş topraktan ölü gömme küpleri, geometrik bezemeli keramikler ile kemik ve bronz gibi küçük eserler bulunmaktadır. Ayrıca müzede Hacıbektaş yöresine ait etnoğrafik eserler de bulunmaktadır. HACIBEKTAŞ ATATÜRK EVİ-MÜZESİ (Hacıbektaş) Nevşehir ili Hacıbektaş ilçesinde bulunan, XIX.yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan Çelebiler ailesine ait evde Atatürk 22-23 Aralık 1919’da Ankara’ya giderken uğramış ve ağırlanmıştır. Kültür Bakanlığı bu evi 1991 yılında kamulaştırmış ve 2001 yılında da restore ederek Atatürk Evi Müzesi olarak ziyarete açmıştır. Müzenin bulunduğu ev, zemin ve birinci kattan meydana gelmiştir. Orta sofalı planı olan ev ahşap hatıl arasına ker**** yığma tekniği ile yapılmıştır. Üzeri de kırma çatı ve oluklu kiremitle örtülmüştür. Evin üst katında sofa etrafında odalar sıralanmıştır. Müzede Atatürk ile ilgili fotoğraf ve belgeler sergilenmekte olup, o günleri yansıtan eşyalarla düzenlenmiştir. Tel: (0384) 441 23 31 ÜRGÜP MÜZESİ (Ürgüp) Nevşehir ili Ürgüp ilçesinde müzecilik çalışmalarına 1966 yılında başlanmış ve toplanan eserler Ürgüp’teki Tahsin Ağa Kütüphanesi’nde bir araya getirilmiştir. Ürgüp Müzesi ise Kültür Bakanlığı’nca yeniden yapılmış ve 1971 yılında da ziyarete açılmıştır. Müzede Ürgüp yöresinden toplanan arkeolojik ve etnoğrafik eserler bulunmaktadır. Bunların başında Prehistorik, Eski Tunç Çağı, Hitit, Frig, Pers, Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine ait eserler gelmektedir. Ayrıca müzede Ürgüp ve yöresinde ele geçen fosillere de yer verilmiştir. Ürgüp Müzesi’ne bağlı ören yerleri ve kiliseler bulunmaktadır. Bunların başında Mustafapaşa (Sinasos) Aios Vasilios Kilisesi, Manastır Vadisi Kiliseleri, Yeşilöz (AzizTheodor) Kilisesi ve Pancarlık Kilisesi gelmektedir. Kayseri Caddesi, Belediye Parkı Ürgüp Tel : (0384) 341 40 82 Faks : (0384) 341 64 04
-
Nevşehir Güvercinlikleri Kapadokya Bölgesi’nde peribacaları kadar güvercinliklerin de ayrı bir yeri vardır. Bu güvercinliklerin XVIII.yüzyıldan itibaren yapılmaya başlandığı sanılmaktadır. Günümüze ulaşanlar XIX.yüzyıl sonu, XX.yüzyılın başlarına aittir. Kapodakya bölgesi güvercinliklere Uçhisar çevresindeki vadilerde; Göreme-Kılıçlar, Güllüdere; Ürgüp-Üzengi; Ortahisar ve Kızılçukur vadilerinde, Çat ve Kayseri Soğanlı vadilerinde görülmektedir. Ayrıca Balkan Deresi çevresinde de güvercinlikler bulunmaktadır. Hıristiyan inancında Tanrı’nın ruhu, İslam inancında da aileye bağlılığı simgeleyen güvercinler için peribacalarının üst kısımlarında, kayalar oyulmuş, küçük delikler açılarak güvercinlikler yapılmıştır. Dini inançların yanı sıra güvercinliklerinin yapılmasında asıl etken, gübrelerinden faydalanmaktır. Güvercinlikler 5-10 m2’lik küçük odacıklar şeklinde olup, iç kenarlarına birkaç sıra halinde kuşların tünemesi ve yumurtlaması için küçük oyuklar açılmış, ahşaptan tünekler konulmuştur. Güvercinliklerin oldukça yüksek yerlere yapılmaları dış etkenlerden zarar görmemelerini sağlamak içindir. Ayrıca güvercinliklere ulaşabilmek için kayalara içeriden oyulan tüneller ve merdivenler yapılmıştır. Güvercinliklerin dış görünümlerinde güvercinlerin yuvaları görebilmeleri için çevreleri beyaz badana ile sıvanmıştır. Bazı güvercinliklerin dış yüzeyleri yerel sanatçılar tarafından zengin bezemelerle süslenmiştir. Bu bezemelerin başında Anadolu’nun en eski motiflerinden olan çarkıfelek motifleri gelmektedir. Ayrıca çarkıfelek motiflerinin bazıları üzerine de hayat ağacı ve ağaçlara tünemiş kuşlar da resmedilmiştir. Yöredeki güvercinliklerdeki bu motiflerin yanı sıra ender de olsa güvercinlik sahiplerinin isimleri ile Maşallah ve Allah gibi sözcüklere de rastlanmaktadır. Bezemelerde yaygın olarak kırmızı renkler kullanılmış, bu renk yörede Yoşa olarak isimlendirilen ve topraktan elde edilmiştir. Beyaz boyalar ise alçı ve yumurta karışımından elde edilmiştir. Bu şekilde bir boyamanın yapılmasının bid idğer nedeni de yuvalara çıkmak isteyen hayvanların kayarak yuvaya erişmelerini engellemektir.
-
Nevşehir Yeraltı Şehirleri Nevşehir’in de içerisinde bulunduğu Kapadokya Bölgesi, tarih boyunca sık sık saldırılara uğramıştır. MS.VII.yüzyılda yoğunlaşan Arap saldırıları, Roma ve Bizans’ın ilk dönemlerinde Hıristiyanlık üzerindeki baskılardan zorlanan, işkenceye uğrayan insanlar kendilerine yeni sığınacak yerler aramışlardır. Bu yüzden de yöredeki yumuşak tüften olan kayalar oyularak zeminden aşağıya inen mekânlar meydana getirmişlerdir. Bunun sonucu olarak da bölgede yeraltı şehirleri yapılmış ve insanlar tehlike anlarında bu şehirlere sığınmışlardır. Yeraltı şehirlerinde ilk yerleşimin başlangıcı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber yapılan araştırmalarda Prehistorik döneme ait aletlerin bulunuşu o dönemde de burada bir yerleşimin olduğunu göstermektedir. Ancak bu yerleşim sonraki dönemlerde görüldüğü gibi yeraltı şehirleri özelliğini taşımamaktadır. Prehistorik Çağ insanı buradaki mağaralarda yaşamışlardır. Yeraltı şehirleri Bizans döneminde en gelişmiş şekline ulaşmış ve bu şehirler kurulurken de büyük olasılıkla önceki kültürleri yok etmiştir. Bu yapılanma katlar halinde olup, uzun koridorlarla birbirlerine bağlanmış altlı üstlü barınaklar, evler meydana gelmiştir. Bunların her birisi de birbirlerine gizli geçitlerle de bağlanmışlardır. Bu yeraltı şehirlerinde giriş kapıları özel bir manivela ve yuvalarla açılıp kapanabilen yuvarlak taşlarla kapatılmıştır. Yeraltı şehirlerinin katlar arasındaki bölümleri birbirinden ayıran yuvarlak kapakların dışarıdan açılması mümkün değildir. Bunların çapları 1-2,5 m. olup, enleri de 30-50 cm. civarındadır. Ağırlıkları ise 200 ile 500 kg. arasında değişmektedir. Bu yuvarlak sürgü taşlarının ortasındaki delik, kapının açılıp kapanmasına olanak sağladığı gibi, içeriden saldıran düşmanın görülmesine ve onlara ok veya mızrakla karşı konulmasına da yaramaktadır. Bunların yanı sıra saldırıya açık olmayan bölümlerden ahşap kapılara da yer verilmiştir. Bu kapılar iki veya üç sürgülü olarak yapılmışlardır. Girişlerden sonra uzun dehlizlere herhangi bir saldırı sırasında içeriye girenlere karşı üst katlardan mızrakla savunmak için delikler açılmıştır. Ayrıca saldıranlara karşı kızgın yağ dökülecek mekânlar da düzenlenmiştir. Bu güçlü savunma karşısında yeraltı şehirlerine sığınanlar her türlü saldırıya karşı kendilerini rahatça savunmuşlardır. Yeraltı şehirlerinde uzun saldırılara karşı dayanabilmek için de oldukça geniş depolara da yer verilmiştir. Yeraltı şehirlerinde uzun galeriler labirente benzer tünellerle birbirlerine bağlanmıştır. Bunlar saldırıda bulunanların hareketlerini kısıtlamak için dar, uzun, alçak ve galeriler halindedir. Tüften oyulmuş duvarlara aydınlatmayı sağlamak amacı ile kandil ve mumlar için küçük oyuklar yapılmıştır. Bu kandillere keten tohumundan elde edilen, altın sarısı renkte bezir ismi verilen yağlar konuluyordu. Yeraltı şehirlerinin hiçbirisinde bezir yağını üreten imalathanelere rastlanmamıştır. Bunlar büyük olasılıkla dışarıdan temin edilmiş ve içeride yiyecek maddeleri gibi depolanmıştır. Yeraltı şehirlerinin girişlerinde ahırlara yer verilmiştir. Bunun da nedeni hayvanların dar geçitlerden alt katlara götürülmesinin zor olmasındandır. Ahırların duvarlarına oldukça kaba oyulmuş oyuk ve delikler açılmış olup, hayvanların yemlenmeleri ve bağlanmaları da bunların yardımı ile sağlanmıştır. Yeraltı şehirleri yaz ve kış aylarında iklimden çok fazla etkilenmemektedir. Bunlarda yemek yenilen ve şarap yapılan mekânlara taşınma kolaylığından ötürü üst katlarda yer verilmiştir. Yeraltı şehirlerinde yapılan incelemelerde, her ailenin kendine özgü bir mutfağı olmadığı, mutfakların ortaklaşa kullanıldığı, yemeklerin de ortaklaşa pişirildiği anlaşılmıştır. Kapadokya Bölgesi’nde günümüzde de kullanıldığı gibi tandır adı verilen ocaklara geniş yer verilmiştir. Mutfakların çevresine erzak küplerinin düzenli olarak yerleştirilebilmesi amacıyla oyuklar açılmıştır. Yeraltı şehirlerinde katlar arasında iletişim ve havalandırma sorunu son derece güzel bir şekilde çözümlenmiştir. Bunun için katlar arasında 5-10 cm. çapında haberleşme delikleri açılmıştır. Ayrıca katlardan yukarıya açılan bacaların yardımıyla da havalandırma sağlanmıştır. Bu bacalar aynı zamanda su kuyusu olarak da kullanılmıştır. Bu şehirlerde uzun süre yaşamı idame ettirebilmek için yaşama alanları, oturma birimleri ve mezarlıklara da yer verilmiştir. Yeraltı şehirlerinde tuvalet konusu henüz tam olarak aydınlığa kavuşmamıştır. Sadece Tatlarin ve Güzelyurt (Gelveri) yeraltı şehirlerinde tuvalet bulunmuştur. Kapadokya ve özellikle Nevşehir’deki yeraltı şehirleri Kaymaklı ve Derinkuyu’da bulunmaktadır. Derinkuyu ile Kaymaklı yeraltı şehirleri arasında bu iki şehri birbirine bağlayan 9 km. uzunluğunda bir tünel bulunmaktadır. Yöredeki bazı yeraltı şehirleri arasında bu tür tünellerin bulunduğu sanılmaktadır. Bu şehirlerde arkeolojik araştırmalar yapılmış, bir bölümü temizlenerek ziyarete açılmıştır. Bunlardan Derinkuyu Yeraltı Şehri Nevşehir’e 29 km. uzaklıkta 85 m. derinliğinde yedi katlı bir şehirdir. Buradaki bölümler geniş eğimli, basamaklı koridorlarla birbirine bağlanmış mekânlardır. Derinkuyu’da iki ve üçüncü kattan sonra 214 basamakla daha alt katlara inilmektedir. En alt katta da haç planlı bir kiliseye yer verilmiştir. Derinkuyu ve Kaymaklı’daki yeraltı şehirlerinde 15.000-60.000 kişinin barındırdığı da sanılmaktadır. DERİN KUYU YERALTI ŞEHRİ (Derinkuyu) Nevşehir Derinkuyu ilçesinde bulunan Derinkuyu Yeraltı şehri 85 km. uzunluğunda olup, bir anda yüz bin kişilik topluluğu barındıracak konumdadır. Derinkuyu’nun yapıldığı tarihi kesin olarak veren herhangi bir kaynak bulunmamaktadır. Bu konuda da bir kitabeye rastlanmamıştır. Şehir 18-20 kat olarak düzenlenmiştir. Günümüzde bu katlardan yalnızca sekizi temizlenerek ziyarete açılmıştır. Bugünkü şekli ile 52 havalandırma bacası içerideki hava sirkülâsyonunu düzenlemektedir. Derinkuyu’da bir yeraltı şehrinde bulunması gereken tüm özellikler vardır. Giriş katında ahırlar, yemekhane bölümü, kiler, kilise, şarap ve şıra yapım mekânları bulunmaktadır. İkinci katta özel misyonerler okulu olup, okulun bulunduğu bölüm oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Üzeri diğer yeraltı şehirlerinde olmayan bir şekilde beşik tonozlarla örtülmüştür. Buradaki ana salonun çevresinde bir takım odalar bulunmaktadır. Yer altı şehrinde üç ve dördüncü katlardan sonra aşağı katlara doğru merdivenlerle inilmektedir. Yedinci katta kapalı Yunan haçı planında bir kilise vardır. Kilisenin bitiminde de mezarlara rastlanmaktadır. TATLARİN YERALTI ŞEHRİ (Acıgöl) Nevşehir ili, Acıgöl ilçesinin 10 km kuzeyinde, Tatlarin’de bulunan ve Kale olarak isimlendirilen tepenin altında Tatlarin Yeraltı Şehri bulunmaktadır. Bu şehir ilk defa 1975 yılında bulunmuş ve 1991 yılında da ziyarete açılmıştır. Buradaki toprak üstü yerleşimde kiliseler bulunduğu, ancak bunların büyük çoğunluğunun doğal nedenlerden dolayı yıkıldığı bilinmektedir. Şehrin giriş kapısı yıkılmış olup, içerisine batı yönünde açılan iki ayrı mekândan girilebilmektedir. Yeraltı şehri oldukça geniş bir alana yayılmış olup, yalnızca çok küçük bir bölümü temizlenebilmiştir. Günümüzde iki katına girilebilen şehirde geniş mekânlar, erzak depoları ve kiliseler bulunmaktadır. Bu şehrin büyük bir manastır veya askeri bir garnizon olduğu da sanılmaktadır. Tatlarin Yeraltı Şehri girişinden kavisli bir koridordan dikdörtgen planlı bir alana ulaşılmaktadır. Girişte bulunan 1,5 m. çapında, ortası delikli olan sürgü taşı, içeriye giriş ve çıkışı kontrol etmektedir. Girişin sağındaki bir mekânda üç iskeletin bulunması, burasının bir zindan olmasını akla getirmektedir. Girişin çevresinde mutfak, kiler ve tuvaletler bulunmaktadır. Bu alanın Roma döneminde mezarlık olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Yeraltı şehrinin ikinci katında ahırlara yer verilmiş ve burası sütunlarla desteklenmiştir. Ambar olarak düşünülen mekânlar oldukça geniş ölçüdedir. Bu mekânlarda da havalandırma bacalarına yer verilmiştir. İçerideki ilk iki mekân bir koridorla birbirine bağlanmış olup, bu koridorda tuzaklar ve bağlantıyı kesen sürgü taşı bulunmaktadır. ÖZKONAK YERALTI ŞEHRİ (Avanos) Nevşehir ili Avanos ilçesine 14 km. uzaklıkta bulunan Özkonak Yeraltı Şehri İdiş Dağı’nın kuzey yamaçlarında bulunmaktadır. Buradaki kayalar volkanik granitten tüf tabakaları halindedir. Yeraltı şehri oldukça geniş alana yayılmış galeriler ve tünellerle birbirlerine bağlanmıştır. Yeraltı şehirlerindeki kat sistemi burada da uygulanmış, katlar arasındaki haberleşmeyi sağlayacak dar ve uzun delikler açılmıştır. Bu bakımdan Özkonak Yeraltı Şehri diğerlerinden ayrıcalıklıdır. Havalandırma da bu deliklerden sağlanmaktadır. Girişteki sürgülü kapıdan sonra düşman üzerine kızgın yağ dökmek amacı ile üst kısma delikler açılmıştır. MAZI YERALTI ŞEHRİ (Ürgüp) Nevşehir ili Ürgüp ilçesinin 18 km. güneyinde, Kaymaklı Yeraltı Şehri’nin 10 km. doğusunda bulunan vadinin yamaçlarında Erken Roma Dönemi'ne ait kaya mezarları bulunmaktadır. Platoda ise çok sayıda Bizans Dönemi'ne ait mezarlar bulunmaktadır. Mazı Yeraltı Şehri de bu vadinin dik yamaçlarındadır. Yeraltı şehrine farklı yerlerden dört ayrı girişten girilmektedir. Şehrin asıl girişi ise düzensiz olarak örülmüş bir koridor halindedir. İçeride de yeraltı şehirlerinde karşılaşılan yuvarlak sürgülü taşlardan yapılmış bir kapısı bulunmaktadır. Girişin karşısında geniş bir ahır ve bu ahırın ortasında da kayaların oyulması ile oluşturulan hayvanların su yalağı bulunmaktadır. Sıra halindeki bu ahırlar arasındaki bir mekân şaraphane olarak kullanılmıştır. Üst kısım moloz taşlardan örülmüş ve buraya üzümlerin dökülmesi için de bir baca yapılmıştır. Bu bölümden kısa bir koridorla yeraltı şehrinin kilisesine ulaşılmaktadır. Bu koridorda da yine yuvarlak taştan bir giriş kapsı bulunmaktadır. Bu kilise Kaymaklı yeraltı şehrindeki kilisesinden farklı olarak girişi kabarmalarla süslenmiş, kenarına da alçak platformlar yapılmıştır. Ayrıca giriş yanındaki oda da büyük olasılıkla din görevlilerine aittir. Kilisenin yanında yaklaşık 20 m. derinliğinde bir su kuyusu bulunmaktadır. Kilise apsisinin yanındaki bir dehlizle de şehrin diğer mekânlarına geçiş sağlanmıştır. Ayrıca buradaki bacanın iki yanındaki küçük bacalar yukarıya tırmanmayı sağlamaktadır. Yeraltı şehrindeki üst katlara çıkış bu tür bacalar sayesindedir. Üst kattaki salon ve odalar birbirlerine dar ve uzun tünellerle bağlanmıştır. Burada yeterli bir araştırma yapılmadığından şehrin ne kadar bir alana yayıldığı bilinmemektedir. ÖZLÜCE YERALTI ŞEHRİ (Merkez) Nevşehir’de Kaymaklı’nın 6 km. batısında bulunan Özlüce Köyü (Zile) Yeraltı Şehri diğer yeraltı kentlerinden jeolojik yapı ve mimari düzen olarak daha farklıdır. Burada katlar bulunmamaktadır. Şehir tek kat üzerinde tüfler oyulmak suretiyle yapılmıştır. Girişte bazalt taşından yapılmış kemerli iki mekân bulunmaktadır. Buradaki taşlarla örülmüş 15 m.lik bir alandan sonra kayadan oyulmuş asıl yeraltı kentine girilmektedir. Bu şehrin girişinde sert granitten 1.75 çapında kapak taşı ve sürgü sistemi ile karşılaşılmaktadır. Bu kapıdan oldukça geniş bir alana geçilmekte olup, bu alanın sol yanında insanların yaşadığı odalar, sağ tarafında da erzak depolarına yer verilmiştir. Ayrıca oldukça uzun olan galerinin yanlarına da çeşitli odalar ve yerlere de tuzaklar kurulmuştur. SİVASA GÖKÇETOPRAK YERALTI ŞEHRİ (Gülşehir) Nevşehir ili Gülşehir ilçesinin 35 km. batısında, Gökçetoprak Köyü yakınlarında bulunan bu yeraltı şehrini ilk kez 1989 yılında Fransız araştırma ekibi bulmuştur. İtalyan asıllı Roberto Bixio ve Stefano Saj Commissione Nazionale Cavita Artificiali de 1991 yılında burada araştırma yapmışlardır. Sivasa yeraltı şehrinin bulunduğu alan diğer yeraltı şehirlerine göre farklı jeolojik yapıya sahiptir. En altta kızılımsı kahverengi renkte olan çamur taşı, onun üzerinde kalınlığı 3-4 m.yi bulan aglomera (iri taneli tüf) ve en üst kısımlarında da sert bir volkanik kayaç olan andezit kaya blokları bulunmaktadır. Yeraltı şehri, çamur taşı ve aglomera formastasyonunun içine kazılmıştır. Buradaki platonun yamacına oyulan yeraltı şehrinin oldukça dar bir girişi vardır. Günümüzde tam olarak temizlenmemiş olan yeraltı şehrinden yalnızca iki kat tespit edilebilmiştir. Ortaya çıkarılan her iki katta da oldukça büyük, ancak düzgün olmayan dikdörtgen mekânlar birbirlerine dar ve uzun koridorlarla bağlanmıştır. Bu koridorları birbirinden ayıran kapı taşları dışarıda hazırlanılarak içeriye getirilmiş ve koridorların girişlerine yerleştirilmiştir. Yeraltı şehrinin ikinci katında bugün de içerisinde su bulunan 15 m. derinliğinde bir su kuyusu bulunmaktadır. Günümüzde Gökçetoprak Köyü’nün kuzey ve batı yamaçlarında yöre halkı tarafından depo, samanlık ve ahır olarak kullanılan ve tam araştırması yapılmamış çok sayıda yeraltı şehri olduğu bilinmektedir. Nevşehir yöresindeki yeraltı şehirleri XII.yüzyıldan sonra önemini yitirmiş ve terk edilmiştir.
-
Hacı Bektaş Veli Külliyesi (Dergâhı) (Hacıbektaş) Nevşehir ili Hacıbektaş ilçesi Bâla Mahallesi, Kayseri Caddesi üzerinde bulunan Hacı Bektaş Veli Dergâhı, Hacı Bektaş Veli zamanında yapılmış, çilehane (Kızılca Halvet) ve buna eklenen yapılardan meydana gelmiştir. Hacı Bektaş Veli’nin ölümünden sonra Orhan Gazi, I.Murad (Hüdavendigâr), Yıldırım Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim zamanında yapılan eklerle dergâh genişletilmiş ve XVI.yüzyılda bugünkü konumuna gelmiştir. Hacı Bektaş Veli’nin türbesi, Hacı Bektaş Veli’nin oğlu Seyyid Ali Sultan tarafından 1385 yılında yeniden yaptırılmıştır. Sultan II. Beyazıt 1485-1486 yıllarında türbenin çevresini düzenlettirmiş ve kubbesini de kurşunla kaplatmıştır. Sultan IV. Mustafa’nın 1807’deki onarımından sonra Sultan II. Mahmut 1827 yılında türbe dışında kalan bütün yapıları yıktırmış ve dergâh avlusunun doğu köşesine cami yaptırmıştır. Sultan Abdülaziz İstanbul’dan gönderdiği mimarlar ile Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Ali Celaleddin Çelebi’nin kontrolunda yapı topluluğunu yeni baştan yaptırmış ve türbeleri de onartmıştır. Sultan II. Abdülhamit de 1895’te dergâhı onartmış, genişletmiş ve bugünkü durumuna gelmesini sağlamışlardır. Cumhuriyet döneminde Vakıflar Genel Müdürlüğü 1958 yılında dergâhı restore etmiş, Milli Eğitim Bakanlığı da 16 Ağustos 1964 yılında Hacı Bektaş Veli Müzesi haline getirmiştir. Hacı Bektaş Veli Külliyesi I.Avlu (Nadar Avlusu), II. Avlu (Dergâh Avlusu) ve III. Avlu çevresindeki yapılardan meydana gelmiştir. I.AVLU (Nadar Avlusu): Külliyenin I.Avlusuna Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1963 yılında yaptırmış olduğu ve orijinaline benzer cümle kapısından girilmektedir. Taç Kapı olarak isimlendirilen oldukça geniş ve yüksek olan bu kapının cephesi dik bir prizmayı, içerisi de bir tüneli andıran görünümdedir. Onarım öncesinde bu kapının dış yüzüne “Burası âşıkların kâbesidir. Eksik gelen tamam olur” anlamında bir kitabe bulunuyordu. I.Avlu Altın Avlu anlamında “Nadar Avlusu” ismiyle tanınmıştır. Bu avlu geniş bir bahçe görünümünde olup, girişin solunda bulunan “At Evi” ile sağ taraftaki “Ekmek Evi”nden günümüze herhangi bir kalıntı gelememiştir. Yaklaşık boyutlarıyla bir üçgeni andıran avlunun doğusunda, girişin sağında, Postnişin Feyzullah Dedebaba zamanında, Sadrazam Halil Paşa’nın eşi Fatma Nuriye Hanım tarafından yaptırılan Üçler Çeşmesi (Feyzi Baba Çeşmesi) bulunmaktadır. Bu çeşmenin etrafı renkli taşlarla bezenmiş, üzerine de Arapça bir kitabe yerleştirilmiş ve üzerine de Mühr-ü Süleyman motifi eklenmiştir. Üçler Çeşmesi’nin biraz ilerisindeki kapıdan bugün yalnızca temel kalıntıları bulunan Ekmek Evi’ne geçiliyordu. Avlunun kuzeyindeki bir kapıdan II.Avluya girişi sağlayan Üçler Kapısı bulunmaktadır. Bu kapı ile aynı doğrultuda külliyenin hamamı ve çamaşırhanelerin girişleri bulunmaktadır. Çamaşırhane iki bölümden meydana gelmiş olup, birinci oda çamaşırların yıkandığı, ikinci oda da yıkanacak çamaşırların toplandığı kısımlardır. Günümüzde bu bölüm depo olarak kullanılmaktadır. II.AVLU (Dergâh Avlusu): Meydan Avlusu ismi de yakıştırılan II.Avlu (Dergâh Avlusu) düzgün taştan yapılmış ve bir çeşit avlu girişini andıran Üçler Kapısı denilen bir kapıdan girilmektedir. İlk yapılışında taş döşeli olan bu avlunun güneyinde Üçler Kapısının girişinde kare planlı bir havuz bulunmaktadır. Bu havuzun Üçler Kapısına bakan duvarı da üçgen bir alınlık görünümündedir. Bu üçgenin tepesine mermerden 12 dilimli bir Hüseyni tacı yerleştirilmiştir. Üçgenin havuza yönelik yüzünde de 12 mısradan meydana gelmiş bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeden havuzun Beyrut Valiliğini 1906-1908 yıllarında yapan Halil Paşa’nın eşi tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Havuzun ortasına Aslanlı Çeşme’den suyu gelen bir de fıskiye yerleştirilmiştir. Bu avlunun doğu ve batısında kesme taştan ayaklar üzerine oturtulmuş, hafif sivri kemerli revaklara yer verilmiştir. Buradaki revak kemerlerinin üzerlerine de küçük mermer taşlara yazılmış onarım kitabeleri yerleştirilmiştir. Bunlardan ilk kemerin ilk sütunu üzerinde Aslanlı Çeşme’nin eski kitabesi olduğu, çeşmeye 1853 yılında aslanla birlikte yeni bir kitabe konulunca, eski kitabe buraya getirilmiştir. Buradaki Aş Evi önündeki revak kitabesinde ise 1869 yılında Hasan Dede tarafından tamir edildiği anlaşılmaktadır. II.Avluda bu havuzdan başka, avlunun sağında Aslanlı Çeşme, Tekke Camisi, Aş Evi; avlunun sol tarafında da Kiler Evi, Meydan Evi, Mihman Evi ve Dedebaba Köşkleri bulunmaktadır. ASLANLI ÇEŞME : Avlunun sağ tarafında, Yusuf Bâli Çelebi’nin oğlu Bektaş Çelebi’ye konuk olan Silistre Valisi Malkoç Bâli İbn-i Ali Bey’in 1554 yılında yaptırmış olduğu bir çeşme bulunmaktadır. Renkli kesme taşlardan yapılmış olan çeşmenin üç kurnası vardır. Çeşmenin suyu Çilehane Tepesi eteklerindeki bir kaynaktan gelmektedir. Çeşmenin alınlığına da h.1270 tarihli bir kitabe açılmış bir kitap sayfası görünümünde yerleştirilmiştir. Bu çeşmeye Mısır Prenseslerinden Kara Fatma Sultan 1853 tarihinde Mısır’dan mermer bir aslan heykeli göndermiş ve bu yüzden de çeşmeye Aslanlı Çeşme ismi verilmiştir. Çeşmenin suyu üç borudan sürekli akmakta olup, bu gözlerden biri aslanın ağzındadır. Aslanlı çeşmeden sonra doğu revaklarının altında üç ayrı bölüme açılan kapılar görülmektedir. Bunlardan çeşmenin hemen yanı başındaki kapı eski Ekmek Evi’ne açılıyordu. Günümüzde burası bir depodur. İkinci kapıdan müze yönetimine geçilmektedir. İkinci kapı eskiden Aş Evi Babası Köşküne geçişi sağlıyordu. Üçüncü kapıdan ise doğrudan doğruya Aş Evi’ne girilmektedir. AŞ EVİ (Aş Evi Baba Köşkü): Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın en önemli bölümünü oluşturan Aş Evi’ne iki kanatlı geniş bir kapıdan girilmektedir. İki koridordan geçildikten sonra asıl Aş Evinin bulunduğu mekâna girilir. Buradaki birinci koridorun sağ tarafındaki küçük odada Aş Evi Babasının mezarı bulunmaktadır. İkinci koridorun kapısı üzerinde 1560 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. İkinci koridorun sağında Aş Evi Babasının odasına açılan pencere, solunda da Kiler Odası, etlerin soğutulduğu dolabın bulunduğu bölüm vardır. Aş Evinin ana salonuna kemerli bir kapıdan girilir ve bu salon kuzey ve güney duvarlarına dayalı büyük bir kemerle ortadan ikiye ayrılmıştır. Salonun tam orta yerinde etlerin doğrandığı ve yağların süzüldüğü taş bulunmaktadır. Güney, kuzey ve doğu duvarlarında yemeklerin pişirildiği irili ufaklı altı büyük ocak vardır. Giriş kapısının eksenindeki büyük ocak üzerinde de Bektaşiliğe gönül verenler ile Yeniçeri Ocağı’nca kutsal sayılan Kara Kazan bulunmaktadır. Kara Kazan altı büyük parça dövme bakırın birleştirilmesi ile meydana getirilmiştir. Gövdesine ikisi büyük, ikisi küçük dört ayrı kulp yerleştirilmiştir. Kazanın ağız kenarında “Tamir-i Selanikli El-Hac Hasan Dede sene 1290 te 232” “(Vakf-ı) Hacı Bektaş Veli Yadigâr Sersem Ali” ve “Vakf-ı Sultan Hacı Bektaş Veli Yadigar Sersem Ali” yazısı ile “Vakf-ı Hacı Bektaş Veli… Yadigar… İbrahim Baba 1227” yazılıdır. Aş Evi salonunun ocakları XIX.yüzyılda yapılmış ve Kuleli Ocak denilen şekildedir. Basık kemerli olarak, kesme taştan kapalı ateşlikleri vardır. Salonun kuzeybatısında bulaşık yıkama yeri, bunun yanın da et soğutma yeri bulunmaktadır. Günümüzde bu salonun güneybatısındaki Aş Evi Babasının odasının ocağı, sofrası ve etnoğrafik eserlerle tamamlanarak teşhir edilmiştir. Buraya yerleştirilen vitrinlerle dönemine ait eserler sergilenmiştir. TEKKE CAMİSİ Hacı Bektaş Veli Külliyesi’nin içerisinde bulunan Tekke Camisi’ni Sultan II.Mahmut 1834 yılında yaptırmıştır. Cami kesme taştan, kare planlı olup, üzeri içten kubbe, dıştan da sekizgen bir kasnak üzerine sekizgen bir külah ile örtülmüştür. Caminin önünde iki sütunlu üç kemerli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Basık kemerli bir kapıdan girilen caminin üzerini örten kubbeye trompların yardımı ile geçilmiştir. Caminin kuzeybatı köşesinde çıkıntı duvarı üzerine yerleştirilmiş minaresi oldukça küçük ölçüde olup, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. MİHMAN EVİ II.Avlunun batı tarafında Mihman Evi ve Kiler Evi bulunmaktadır. Günümüzde müze deposu olarak kullanılan Mihman Evi’nde dergâha gelen misafirlere ikram yapılır ve burada yatarlardı. Mihman Evi iki odalı olup, birinci oda dikdörtgen planlı ve yüksek pencerelerle aydınlatılmıştır. İçerisinde ocak ve gömme dolap bulunmaktadır. İkinci oda ise evin girişinin sağında tek pencereli ve bir de ocağı bulunan küçük bir odadır. MEYDAN EVİ Avlu revaklarının ortasındaki bir kapıdan girilen Meydan Evi’nin giriş kapısının sövesinde 1367 tarihli Arapça bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe külliyenin en eski tarihli kitabesidir. Meydan Evi’nde yabancılar ayin sırasında burada misafir edilmişlerdir. Meydan Evi’nin tavanı çaprazlama atılan kirişlerle değişik bir kubbe görünümündedir. Bu çaprazlama sistem ile gökyüzünün dokuz katı temsil edilmiştir. Çoğunlukla Bektaşi Tarikatına girenlere ikram verme, nasip alma ve ayin yapılması konusunda dersler burada verilmiştir. Giriş kapısından sonra iki büyük sekisi olan bir sofa ile karşılaşılmaktadır. Bu sofadan dört köşe planlı, etrafı ahşap sedirlerle çevrilmiş asıl meydan odasına girilmektedir. Giriş kapısının ekseni üzerinde bir de ocak bulunmaktadır. Bu odanın girişinin sol tarafında ve ocağın sağına Bektaşi tahtı yerleştirilmiştir. Buradaki ocağın üzerine de XV.yüzyılda yapıldığı sanılan Hacı Bektaşi Veli’nin kök boya ile yapılmış bir tablosu bulunmaktadır. Bu resimde Hacı Bektaşi Veli sağ eli ile tuttuğu bir ceylanı göğsüne bastırmış, sol eliyle de ceylana bakan bir aslanı okşamaktadır. Bektaşi inanışına göre bu resim Hacı Bektaşi Veli’nin barışçı felsefesini simgelemektedir. Bunun dışında odanın duvarlarında Veysel Karani, Hacı Bektaşi Veli ile halifeleri, Balım Sultan, Mekke’nin eski görünümü, Şah İsmail, Kaygusuz Abdal resimleri ve çeşitli levhalar bulunmaktadır. Meydan Evi Odasının güneyindeki bir kapıdan da Meydan Evi Babasının odasına geçilmektedir. Bu evde Bektaşi tarikatının yüksek dereceli konukları kalmıştır. Bunun da tavanı orijinal olarak günümüze gelmiş ve çaprazlama atılmış kirişlerle göğün dokuz katı simgelenmiştir. KİLER EVİ Günümüzde Halk Kütüphanesi olarak kullanılan Kiler Evi’ne, Meydan Evi’nin bitişiğindeki bir kapıdan girilmektedir. Kiler Evi iki katlı bir yapı olup, evin alt katında dergâhın kasası, değerli eşyaları ve yiyecek malzemeleri korunuyordu. Evin ikinci katı ise Dedebaba Köşkü olarak kullanılmıştır. III.AVLU Dergâhın III.Avlusuna Altılar Kapısı denilen çift kanatlı bir kapıdan girilmektedir. Giriş kapısı renkli taşlardan yapılmış yuvarlak kemerli olup, bu kemerin üzerine büyük bir teslim taşı yerleştirilmiştir. III.Avluda Hacı Bektaşi Veli Türbesi (Pir Evi), Balım Sultan Türbesi ve dervişlerle babaların mezarları bulunmaktadır. Avlunun sağ tarafına Atatürk’ün büstü konulmuştur. Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında Sivas Kongresi’nden sonra Ankara’ya ilk gidişinde, 22 Aralık 1919’da bu dergâha uğramış ve burada bir süre kalmıştır. HACI BEKTAŞ VELİ TÜRBESİ (Pir Evi): Dergâhın III.Avlusunda, Kırklar Meydanı’nın girişinde bulunan Hacı Bektaşi Veli Türbesi kesme taştan kare planlı, üzeri kubbeli olarak yapılmıştır. Kubbenin üzeri dıştan ahşap çatılı sivri kurşun bir külahla örtülüdür. Türbenin cephesinde yan yana üç kemerli bir eyvan bulunmaktadır. Ortadaki büyük kemerin altındaki demir parmaklıklı çift kanatlı bir kapıdan içeriye girilmektedir. Buradaki kemerin üzerine çarkıfelek, 12 İmam’ı temsil eden altılı yıldız, ay ortasında teslim taşı motifleri işlenmiştir. Türbenin giriş kapısı mermer ve oyma olup, sonradan bunlar alçı oymalarla takviye edilmiş ve daha zenginleştirilmiştir. Kapının üzerinde yazıya benzer bir kabartma, balık motifi görülmektedir. Giriş kısmındaki mermer çıkıntılar üzerine de ikisi sağda, ikisi de solda olmak üzere dört güvercin kabartması eklenmiştir. Kapının en üst noktasına “Allah”, onun biraz altına sekiz defa yinelenen “El Hayy El Kayyum El Vâcid El Macid El Vâhid El Ahad” yazısı yazılmıştır. Türbe içerisinde Hacı Bektaşi Veli’nin yüksek sandukası bulunmaktadır. Türbenin içerisi XV. Ve XVI.yüzyıla tarihlendirilen kalem işleri ile bezenmiştir. Ayrıca çeşitli ayetler ve yazılar da onları tamamlamaktadır. Kapıdan sekiz basamaklı bir merdivenle çıkılan türbeden sonra düz bir bölüme gelinmektedir. Bu geçidin sonunda türbe girişinin yanında yapı kalfası Yanko Medya’nın mezarı olduğu söylenen bir mezar bulunmaktadır. Bu mimar çatıda çalışırken ayağı kayarak düşmüş, düşerken de “Yetiş Ya Hazreti Pir” diye bağırdığı sırada sanki birisi tarafından tutulmuş gibi yere rahatça inmiştir. Bu mimarın Hacı Bektaşi Veli’ye bağlılığı ve Onun yolunda olduğundan ötürü öldükten sonra türbenin yanına Pirin kapısının eşiği altına, kendi vasiyeti üzerine gömülmüştür. Pir Evi girişinin sağ ve solundaki sekilerde dergâha hizmet etmiş babaların mezarları bulunmaktadır. Bunlar arasında Hacı Mehmet Baba (1897), Şair Turabi Ali Dedebaba (1868), Kara Baba, Sersem Ali Dedebaba, Vahdeti Baba, Ak Baba, Hacı Feyzullah Baba (1913), Halil Dede, Mahmut Baba (1848), Nebi Dede (1835) bulunmaktadır. Pir Evi giriş kapısına Ak Kapı ismi verilmiştir. Bu kapı düzgün mermerden yapılmış, üzeri de Selçuklu dönemine tarihlenen motiflerle bezenmiştir. Kapının üzeri sarkıtlıdır ve iki yanına da hücreler yerleştirilmiştir. Kapı kemerinin üzerindeki kilit taşına Selçukluların çift başlı kartalı, altına da boya ile ibrik şeklinde bir yazı eklenmiştir. Ak Kapıdan iki basamaklı bir merdivenle bir koridora geçilmektedir. Bu koridorun sağ tarafında ise Çilehane veya Kızılca Halvet denilen mekân bulunmaktadır. ÇİLEHANE Hacı Bektaş Veli Türbesi’nin arkasından, Kırklar Meydanı’ndan giriş koridoruna, oradan da kesme taş söveli, basık kemerli bir kapı ile Çilehane’ye girilmektedir. Giriş kapı kemerinin üst kısmında özel bir yuvaya yerleştirilmiş kilit taşı şeklinde hareketli bir taş bulunmaktadır. Bu taşın etrafına beş köşeli ve sekizer köşeli yıldızlar işlenmiştir. Çilehane 2.00x3.00 m. ölçüsünde basık tonoz kubbeli bir odadır. Küçük bir pencereden aydınlanan Çilehane’nin bir köşesinde eskiden kullanılmış aydınlatma araçlarının korunduğu bir bölüm vardır. Hacı Bektaş Veli Dergâhının ana merkezini oluşturan ve dergâhın en eski yapısı olan bu bölümün Hacı Bektaşi Veli’nin halveti olduğu söylenmektedir. KIRKLAR MEYDANI Hacı Bektaş Veli Türbesi’nin önündeki geniş salona Kırklar Meydanı ismi verilmiştir. Bu salonun oldukça yüksek bir tavanı olup, üç kemer ile üç bölüme ayrılmıştır. Kemerlerin arasında ahşaptan ortada iki, yanlarda da iki basık kubbe bulunmakta olup, bunlar ayrıca güneş sembolleri ile bezenmiştir. Oldukça geniş olan bu Kırklar Meydanı Hacet (Mürüvvet) penceresi ile aydınlatılmıştır. Meydanın doğusunda Resul Bâli’nin mezarı ile Horasan erenlerinin mezarları bulunmaktadır. Ancak bu mezarlar üzerinde herhangi bir kitabe yoktur. Mezarların yer aldığı, zeminden yüksek seki üzerinde ahşap parmaklıklar, antika saatler ve İran Şahı Rıza Pehlevi’nin armağanı İran Halısı, şamdanlar, levhalar ve ipek seccadeler bulunmaktadır. Ayrıca Bektaşilikte son derece önemli olan Kırkbudak Şamdanı da burada bulunmaktadır. Meydanın içerisindeki vitrinlerde Bektaşi tarikatına ait çeşitli eşyalar sergilenmektedir. Bunların arasında gülaptanlar, şamdanlar, keşküller, derviş dağarcıkları, sancak alemleri, teberler, nefirler ve bir de deri kalkan bulunmaktadır. Duvarlarda da çeşitli levhalara yer verilmiştir. GÜVENÇ ABDAL TÜRBESİ Kırklar Meydanı’nın batısındaki sekiden Güvenç Abdal Türbesi’ne geçilmektedir. Yapıdan bağımsız bir durumda olan türbe kemerli bir tonoz ile örtülmüştür. Türbe içerisinde üç sanduka bulunmaktadır. Bu sandukalar Güvenç Abdal, kızı ve hizmetçisine aittir. Güvenç Abdal ile ilgili yaşam öyküsü Hacı Bektaşi Veli Velâyetnamesi’nde anlatılmaktadır. BALIM SULTAN TÜRBESİ Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nda, Hazret Avlusunun sağında Balım Sultan Türbesi bulunmaktadır. Türbe önünde Hacı Bektaşi Veli ile çağdaş olduğuna inanılmış Kara Dut ağacı bulunmaktadır. Bektaşi inanışında ikinci bir pir olarak tanınan Balım Sultan Bektaşiliğin kurulup, genişletilmesinde büyük payı olmuştur. Dimetoka’da 1462’de doğan ve 1516’da ölen (Hakka yürüyen) Balım Sultan’ın türbesini Yavuz Sultan Selim’in kumandanlarından Şehsuvaroğlu Ali Bey 1519’da yaptırmıştır. Türbe kesme taştan, içerisi kare planlı, dışı sekizgen gövdeli olup, üzeri sekizgen taş bir külah ile örtülmüştür. Külahın ucundaki alem gökyüzüne doğru uçan bir güvercin şeklindedir. Türbenin giriş kapısı üzerine “İnna Fetahna leke fethan mübüna” ayeti, ikinci kapısı üzerine de türbenin yapılışını belirten 1519 tarihli Arapça bir kitabe yerleştirilmiştir. Türbenin girişinde kalın taş duvarlar arasına iki sütunlu, yuvarlak kemerli bir giriş eklenmiştir. Türbenin içerisinde kollarında ejder ve buket taşıyan güvercin heykellerinin bulunduğu büyük bir şamdan ile küçük şamdanlar ve levhalar bulunmaktadır. Ayrıca türbenin kuzeyindeki bir niş içerisinde de Balım Sultan’ın kardeşi Şah Kalender’in mezarı vardır. Balım Sultan Türbesi ile cami arasındaki hazirede dergâha hizmet etmiş Bektaşi babalarının 40’a yakın mezarı bulunmaktadır. KADINCIK ANA (Balımevi) EVİ Nevşehir, Hacıbektaş ilçesinde bulunan Kadıncık Ana (Balımevi) Hacı Bektaş Müzesi’nin yönetimindedir. Velâyetname’de ismi geçen bu ev Karahöyük’ün eteğinde, Akpınar Çeşmesi’nin arkasındadır. Söylentiye göre bu ev, İdris Hoca'nın evi olup, Hacı Bektaşi Veli bu evde konuk edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore ettirilmiştir. Kadıncık Ana Evi, kesme taştan yapılmış, birbirleri ile bağlantılı üç odadan meydana gelmiştir. Odalardan birincisi tek kemerli olup, üç pencere ile dışarıya açılmıştır. Söylentiye göre odanın solundaki eğri bir duvar yıkılmak üzereyken Hacı Bektaşi Veli’nin eli ile düzelmiştir. Giriş kapısının karşısındaki köşede ise Kadıncık Ana’nın içerisinde gizlendiği söylenen bir tandır yeri bulunmaktadır. Evin ikinci ve üçüncü odalarına ayrı ayrı kapılardan girilmektedir. Üçüncü odanın tavanı diğerlerinden farklı olarak kemerlidir. Bu odalar küçük aydınlatma pencereleri ile dışarıya açılmıştır. Evin önündeki bahçe duvarında Akpınar Çeşmesi bulunmaktadır.
-
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Külliyesi Nevşehir il merkezinde bulunan Damat İbrahim Paşa Külliyesi’ni, Lale Devri’nin ünlü sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1726-1727 yıllarında yaptırmıştır. Külliye o dönemde Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın doğduğu köy olan Muşkara’nın gelişmesi amacıyla yapılmıştır. Yapı topluluğu cami, medrese, imaret, sıbyan mektebi, hamam, kervansaray ve iki çeşmeden meydana gelmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde bulunan vakfiyeden de anlaşılacağı gibi, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa bu yapıların bakım ve giderlerini karşılamakla kalmamış Ürgüp çevresindeki bazı köylerde bulunan cami, mescit ve suyolu gibi yapıların da masraflarını üstlenmiştir. Ayrıca bu yapılarda çalışacak görevlilere ödenecek ücretler ile alınacak malzemeleri de belirtmiştir. Cami: Yapı topluluğunun camisi kare planlı olup, ibadet mekânı ile mihrap önü arazi konumundan ötürü dayanak duvarları ile sınırlandırılmış bir platform üzerindedir. Caminin giriş kapısı üzerinde dokuz satırlık kitabesi bulunmaktadır. Kitabe: Cenâb-ı hazret-i Sultan Ahmet Han Gazi kim Binâ-yı şevketin mimâr-ı sun’i lemyezel yapdı İmam-ı müslimin kim cami’-i ahlâk-ı nüsnâdır Vücûdun feyz-i Mevlâ muktedayı her düvel yapdı Ne geldi ne gelür evreng-i mülke misli zirâ kim Anın yaptığı Hayri ne evâhir ne evvel-yapdı O şâhinşâh-ı dehrin sihr-i hâsı sâdr-ı mümtâzı Ki Mevlâ hâk-i dergâhından iksi-i emel yapdı Cenâb-ı âsaf İbrahim Paş kim Hâlil âsa Yıkılmış diller, çok Kâbeyi müzd-i ‘anel yapdı Mizâc-ı devleti şûr-ı ‘adu ifsâd itmişken İdüb ıslâh-ı zatü’l-beyn bîceng û cedel yapdı İdüp ‘atf-ı ‘inân vadî-i hayre tûsen-i tab’ı Ne hâk üzre kadem basdıysa bir râ’nâ mahal yapdı Hususan matla’-ı hurşid-i zatı olduğu belde Ki ihyâ idüp anı Nevşehir kıldı güzel yapdı Becâ-yı senk-i zire sîm û zer dökdü esasında Bu dilcû cami’-i nittiyse itdi mahasal yapdı Hele billâhi ol sadr-ı mu’allâ kadr-i cûd âyin İlâ yevmi’l-kıyâme fahre lâyık bir mahal yapdı Zebân hame-i Vehbî bilüb tavsifde ‘aczin Ne söz yapdı ise musaddâk mâ-kall ûdel yapdı Hemşire hânmân-ı devletin ma’mur ide Mevlâ Ki böyle bir ibâdetgâh-ı Rabb-ı lemyezel yapdı Duâ itmek gerekdir beş vakitte okunup târih Bu beytullâhı İbrahim Paşa bî-bedel yapdı Harrahu el-‘abbu’l-müznib el-fâkir Veliyûddin gafire lehu. Caminin yapımında yöresel kalker taşlarından yararlanılmıştır. İbadet mekânını örten kubbe duvarlara bitişik altı adet geniş yivli payeler üzerine oturtulmuştur. Merkezi kubbe güney duvarında içteki payeler, dıştan da mihrap önü nişi duvarları ile desteklenmiştir. Kuzey duvarında duvar kalınlığının bir bölümü genişletilerek içerisine üst mahfillere çıkan merdivenler yerleştirilmiştir. İbadet mekânının üzerini örten kubbeye geçiş tromplar ve aralarındaki pandantiflerle sağlanmıştır. Caminin önünde altı sütunun taşıdığı, üzeri kubbeli altı bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yeri kubbeleri sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmış mermer mukarnas başlıklı sütunlar üzerine oturtulmuştur. İbadet mekânı ana duvarlardaki iki sıra, kubbe eteğinde de birer sıra pencere ile aydınlatılmıştır. İbadet mekânının doğu ve batı cephelerinde dörder, kuzey ve güney cephelerinde ikişer ve mihrap önünde de iki pencere bulunmaktadır. Bu pencereler düz lentolu olup, üzerleri silmeli taş sövelere sahiptir. Dış cephede ise bu pencerelerin üzerinde kemer örgüsü duvar yüzeyinden daha içerlek, içi dolu sivri kemerlerle hareketlendirilmiştir. Mihrabın bulunduğu bölüm kare planlı olarak dışarıya taşırılmış ve üzeri bir tonozla örtülmüştür. Mihrap nişi dikdörtgen şekilde dışarıya taşırılmışsa da mihrap içeride yuvarlak şekildedir. Mihrap profillerden oluşan dikdörtgen bir çerçeve içerisine alınmış, üzeri altı sıra mukarnas dizisi ile örtülmüş yedi kemerli bir nişten meydana gelmiştir. Mihrap nişini çevreleyen profiller yanlarda birer sütunçe ile yumuşatılmıştır. Minberde Lale Devri bezemesi uygulanmıştır. Minber korkulukları, minberin üçgen kısmı kare ve dikdörtgenlerden oluşan çerçeveler içerisine alınmış, her birinin çevresine natüralist üslupta çiçekler yerleştirilmiştir. Buradaki kedigözleri içerisine mermer yüzeylere vazo içerisinden çıkan çiçek motifleri yerleştirilmiştir. Camide ahşap işçiliğinin örnekleri ile de karşılaşılmaktadır. Cami giriş kapısı kündekâri tekniğindedir. Pencere kapakları da yine kündekâri tekniğinde yapılmıştır. Bunların yanı sıra cami pencerelerinde vitraylara, alçı bezemelere de geniş yer verilmiştir. Bununla beraber camide çiniye çok az yer verilmiştir. Yalnızca mihrap önünde 30x30 cm. ölçüsünde üç çini karo görülmektedir. Bu çinilerde Lale Devri özelliklerini yansıtan laleler bulunmaktadır. Bunların arasında beyaz renkte bir yazı frizi yerleştirilmiştir. Bunun dışında bir çini karo da mihrap önü mekânının batı duvarında, minber yakınında bulunmaktadır. Burada da Lale Devri özelliklerini yansıtan lalelerden oluşmuş natüralist bir kompozisyon görülmektedir. Caminin kalem işleri ibadet mekânı ve son cemaat yerinde görülmektedir. Kubbe içerisine sekizgen bir göbek ve buradan kubbe eteğine kadar uzanan madalyonlardan oluşan ışınlı bir kompozisyon meydana getirilmiştir. Sekizgen göbeğin ortasında, çevresinde beyaz kırmızı ve mavi renklerin yardımıyla Rumilerden oluşmuş bir yazıt dikkati çekmektedir. Ayrıca buradaki kalem işlerinde beyaz, kırmızı ve mavi renklerde boyanmış çiçekler, Rumiler ve kıvrık dallar görülmektedir. Aynı bezeme mihrap önünde de tekrarlanmıştır. Kalem işleri cami içerisindeki her pencere sırasında da farklı düzenlerde yapılmıştır. Bu kalem işleri Lale Devri özelliklerini yansıtan lale motifleri ile natüralist üsluptaki çiçeklerden oluşmaktadır. Caminin iç ve dış kalem işlerinden sonra en yoğun şekilde uygulanan bezeme taş bezemedir. İç mekânda mihrap, minber ve galeride mermer üzerinde, dış mekânda, son cemaat yerinde yine mermer üzerine uygulanmış bezemeler görülmektedir. Caminin avlusuna biri medrese giriş kapısının karşısından, biri de güney duvarının batı köşesindeki iki kapıdan girilmektedir. Avlu giriş kapıları dikdörtgen bir çerçeve içerisine alınmış sivri kemer içinde basık kemerli bir açıklığa sahiptir. Bu kapılardan ana giriş kapısı profillerle çevrelenmiş ve üzerine de bir kitabe yerleştirilmiştir. Caminin ön avlusunda, giriş kapısı ile mihrap ekseni üzerinde şadırvan bulunmaktadır. Şadırvan on iki gen planlı mermer su haznesi ve üzerini örten konik bir külahtan meydana gelmiştir. Çeşmenin külahını sekiz adet baklava başlıklı sütun taşımaktadır. Cami avlusunun kuzeydoğu köşesine su deposu, tuvaletler; arka avlunun güneydoğu köşesine de üç basamakla çıkılan bir meşruta eklenmiştir. Caminin kuzey cephesinde minaresi bulunmaktadır. Minare dışarıya taşkın bir kaide üzerinde olup, yuvarlak gövdeli, tek şerefeli olarak yapılmıştır. Bu minare XIX.yüzyılda onarılmış ve ampir üslubundaki şerefe altı bezemeleri de yenilendiğini göstermektedir. MEDRESE Caminin batısında, Cami-i Cedit Caddesi’nin karşısında, yapı topluluğunun medresesi bulunmaktadır. Medresenin arka kısmı arazi konumundan ötürü üçgen bir kısım oluşturmuş ve burası tuvaletlerin bulunduğu ikinci küçük bir avlu niteliğindedir. Medrese kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Revaklı bir avlu etrafına dizilmiş bir dershane, 17 medrese odası ve doğu-batı ekseninde medrese girişi ile avluya geçiş eyvanlarından meydana gelmiştir. Dershane medresenin kuzeydoğu köşesine yerleştirilmiş olup, Osmanlı klasik medrese plan şemasından farklıdır. Osmanlı medreselerinde giriş ekseninde bulunan dershane burada kuzeydoğu köşesine kaydırılmıştır. Medresenin avlusu 12 sütunun taşıdığı hafif sivri kemerli bir revakla çevrelenmiştir. Bu revaklar üzerleri kubbeli 15 bölümden meydana gelmiştir. Bunların arkasında sıralanmış 17 medrese odası bulunmaktadır. Bu odaların içerisinde ocaklar, dolap nişleri bulunmakta olup, dışarıya taş söveli dikdörtgen birer pencere ile açılmıştır. Günümüzde medrese İbrahim Paşa Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. İMARET Caminin batısında, medrese ile sıbyan mektebi arasında bulunan bölümde yer alan imaret, avlunun kuzeyine yerleştirilmiştir. Bir mutfak ve iki oda, sıbyan mektebinin altındaki kayaya oyulmuş bir depodan meydana gelmiştir. Yapı topluluğunun diğer yapılarında olduğu gibi burada da yöresel taş kullanılmış ve ayrıca kesme örgü tekniği ile örülmüştür. İmaretin kare planlı mutfağının dayanak duvarına mutfak ocağı, depo ve odunluk olarak kullanılan üçgen bir bölüm eklenmiştir. Üçgen bölümlerin üzeri tonoza benzer eğri bir örtü ile örtülmüştür. Mutfak mekânının üzeri ise pandantifli bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin üzerine bir aydınlık feneri yerleştirilmiştir. Bu mekân aydınlık fenerinin yanı sıra avluya bakan güney duvarında iki tane taş söveli dikdörtgen pencere, batı duvarı dışında da birer sivri kemerli tepe penceresi ile aydınlatılmıştır. SIBYAN MEKTEBİ Medrese ve imaret ile aynı kısımda yer alan sıbyan mektebi, yapı topluluğunun güneyinde bulunmaktadır. Kaya üzerine yapıldığından cami, medrese ve imaretin bulunduğu alandan daha yüksek bir yerdedir. Üçgen bir alan üzerine yapılan sıbyan mektebi imaret avlu duvarı ile birleştirilerek batı ve güneyinde üçgen avlular meydana getirmiştir. Batıdaki küçük avluda sıbyan mektebini imarete bağlayan merdivenler yer almaktadır. Güneydeki avlu çıkışı ise Cami-i Cedid Caddesi’ndeki sıbyan mektebinin giriş kapısıdır. Sıbyan mektebinin dikdörtgen planlı bir dershanesi ve onun güneyinde de iki bölümlü bir revak bulunmaktadır. Buradaki revak ortadaki sütunun ve iki yanındaki duvarlara dayanmış ve üzeri de iki kubbe ile örtülmüştür. Sıbyan mektebinin dershanesi dikdörtgen planlı olup üzeri çapraz tonozla örtülüdür. Dershanenin içerisinde bir ocak ve bir de dolap nişi bulunmaktadır. Dershane kapısı üzerine de kitabesi yerleştirilmiştir. HAMAM Külliyenin kuzeyinde bulunan hamam, Cami-i Cedid Caddesi ile Belediye Caddesi’ni birleştiren yokuş üzerinde ve kervansarayın da karşısında bulunmaktadır. Hamam kitabesi girişin sağ tarafında bulunan odanın penceresi üzerine yerleştirilmiştir. Bu kitabe İbrahim Paşa’nın burada daha önce yaptırmış olduğu eski bir hamam aittir. Tek hamam plan düzenindeki hamam yöresel kesme taştan yapılmıştır. Hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamamın soğukluk kısmına iki yanında basık beşik tonozla örtülü birer oda bulunan bir giriş eyvanından girilmektedir. Bu bölüm kare planlı olup, dıştan sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. İçten ise kubbeye geçiş tromplar ve aralarındaki pandantiflerle sağlanmıştır. Kubbenin üzerinde sekizgen planlı bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Soğukluğun ortasında ise sekizgen planlı fıskiyeli bir havuza yer verilmiştir. Ilıklık bölümü soğukluk kısmını L şeklinde bir bölüm olarak kuzeybatı ve kuzeydoğu yönünden sarmaktadır. Bu bölümlerin üzeri tonozlarla örtülüdür. Sıcaklık kare planlı olup, üzeri tromp ve aralarındaki pandantiflerle geçişi sağlayan bir kubbe ile örtülüdür. Bu mekânın ortasına göbek taşı yerleştirilmiştir. İçerisi küçük yuvarlak aydınlatma pencereleri ile aydınlatılmıştır. Sıcaklığın kuzeydoğu köşesine de dikdörtgen planlı bir odunluk yerleştirilmiştir. KERVANSARAY Yapı topluluğunun diğer bölümlerinden ayrı olarak bugünkü Belediye Caddesi’nde bulunan kervansaray iki kısımdan meydana gelmiştir. Kervansarayın birinci bölümü dokuz ayakla taşınan beşik tonoz örtülüdür. Giriş cephesindeki dört aksın içerisi boş bırakılmış ve buradan içeriye giriş sağlanmıştır. İlk bölümden daha alçak olan ikinci bölüm kayalar içerisine oyulmuş bir mekân görünümündedir. Günümüzde bir arsa durumundaki kervansarayın önündeki alanda caminin dayanak duvarları bulunmaktadır. Kervansarayın cephesinde bu alana doğru uzanan herhangi bir iz ile karşılaşılmamıştır. ÇEŞMELER Yapı topluluğunun çeşmeleri, biri cami avlusunun güney duvarında, diğeri de sıbyan mektebinin avlusunda bulunmaktadır. Bunlardan cami avlu duvarındaki çeşme silmeler ve bezemelerle dikdörtgen bir çerçeve içerisine alınmış, derinliği az, sivri kemerli bir niş içerisindedir. Çeşmenin su deposu arkasında ve cami avlusunun da içerisindedir. Diğer çeşme sıbyan mektebinin avlu dayanak duvarı ile külliyeyi çevreleyen dayanak duvarlarının birleştiği köşededir. Bu çeşmenin de üst kısmında profilli bir saçak vardır. İnce bir profille dikdörtgen çerçeve içerisine alınmış sivri kemerli, derinliği az bir niş içerisindeki çeşmenin kitabesi kemer üzerine yerleştirilmiştir. Çeşmenin yanında, sıbyan mektebi avlu dayanak duvarı üzerinde iki ayrı niş dikkati çekmektedir. Bu nişler içerisinde de hayvanların su içmesi için birer yalak bulunmaktadır.
-
NEVŞEHİRLİ DAMAT İBRAHİM PAŞA CAMİSİ (Kurşunlu Cami) (Merkez) Nevşehir il merkezinde bulunan Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan camiyi, Lale Devri’nin ünlü sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1726-1727 yıllarında yaptırmıştır. Cami 88.00x44.00 m. ölçüsünde dikdörtgen bir avlu içerisindedir. Bu avludan camiye üç kapı ile girilmekte olup, ana giriş avlu kapısı kuzeybatıdadır. Bu kapı üzerinde Şair Nedim’in yazdığı mermer bir kitabe bulunmaktadır. Güney duvarındaki giriş kapısı yol seviyesinden ötürü yüksekte olduğundan avluya merdivenle inilmektedir. Diğer kapı doğu yönündedir. Cami avlusunda kâgir kubbeli 2.00 m. genişliğinde sekizgen, ahşap saçaklıklı bir şadırvan bulunmaktadır. Şadırvan sekiz sütunun taşıdığı üst örtünün altında sekizgen planlıdır. Bu sütunlar siyah beyaz taştan yapılmış olup, sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Şadırvanın mermer su haznesi de onikigen planlıdır. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nden cami kare planlı olup, 16.80x16.80 m. ölçüsündedir. İbadet mekânı ile mihrap önü arazi konumundan ötürü dayanak duvarları ile sınırlandırılmış bir platform üzerindedir. Caminin giriş kapısı üzerinde dokuz satırlık kitabesi bulunmaktadır. Kitabe: Cenâb-ı hazret-i Sultan Ahmet Han Gazi kim Binâ-yı şevketin mimâr-ı sun’i lemyezel yapdı İmam-ı müslimin kim cami’-i ahlâk-ı nüsnâdır Vücûdun feyz-i Mevlâ muktedayı her düvel yapdı Ne geldi ne gelür evreng-i mülke misli zirâ kim Anın yaptığı Hayri ne evâhir ne evvel-yapdı O şâhinşâh-ı dehrin sihr-i hâsı sâdr-ı mümtâzı Ki Mevlâ hâk-i dergâhından iksi-i emel yapdı Cenâb-ı âsaf İbrahim Paş kim Hâlil âsa Yıkılmış diller, çok Kâbeyi müzd-i ‘anel yapdı Mizâc-ı devleti şûr-ı ‘adu ifsâd itmişken İdüb ıslâh-ı zatü’l-beyn bîceng û cedel yapdı İdüp ‘atf-ı ‘inân vadî-i hayre tûsen-i tab’ı Ne hâk üzre kadem basdıysa bir râ’nâ mahal yapdı Hususan matla’-ı hurşid-i zatı olduğu belde Ki ihyâ idüp anı Nevşehir kıldı güzel yapdı Becâ-yı senk-i zire sîm û zer dökdü esasında Bu dilcû cami’-i nittiyse itdi mahasal yapdı Hele billâhi ol sadr-ı mu’allâ kadr-i cûd âyin İlâ yevmi’l-kıyâme fahre lâyık bir mahal yapdı Zebân hame-i Vehbî bilüb tavsifde ‘aczin Ne söz yapdı ise musaddâk mâ-kall ûdel yapdı Hemşire hânmân-ı devletin ma’mur ide Mevlâ Ki böyle bir ibâdetgâh-ı Rabb-ı lemyezel yapdı Duâ itmek gerekdir beş vakitte okunup târih Bu beytullâhı İbrahim Paşa bî-bedel yapdı Harrahu el-‘abbu’l-müznib el-fâkir Veliyûddin gafire lehu. Caminin yapımında yöresel kalker taşlarından yararlanılmıştır. İbadet mekânını örten kubbe duvarlara bitişik altı adet geniş yivli payeler üzerine oturtulmuştur. Merkezi kubbe güney duvarında içteki payeler, dıştan da mihrap önü nişi duvarları ile desteklenmiştir. Kuzey duvarında duvar kalınlığının bir bölümü genişletilerek içerisine üst mahfillere çıkan merdivenler yerleştirilmiştir. İbadet mekânının üzerini örten kubbeye geçiş tromplar ve aralarındaki pandantiflerle sağlanmıştır. Caminin önünde altı sütunun taşıdığı, üzeri kubbeli altı bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yeri kubbeleri sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmış mermer mukarnas başlıklı sütunlar üzerine oturtulmuştur. İbadet mekânı ana duvarlardaki iki sıra, kubbe eteğinde de birer sıra pencere ile aydınlatılmıştır. İbadet mekânının doğu ve batı cephelerinde dörder, kuzey ve güney cephelerinde ikişer ve mihrap önünde de iki pencere bulunmaktadır. Bu pencereler düz lentolu olup, üzerleri silmeli taş sövelere sahiptir. Dış cephede ise bu pencerelerin üzerinde kemer örgüsü duvar yüzeyinden daha içerlek, içi dolu sivri kemerlerle hareketlendirilmiştir. Mihrabın bulunduğu bölüm kare planlı olarak dışarıya taşırılmış ve üzeri bir tonozla örtülmüştür. Mihrap nişi dikdörtgen şekilde dışarıya taşırılmışsa da mihrap içeride yuvarlak şekildedir. Mihrap profillerden oluşan dikdörtgen bir çerçeve içerisine alınmış, üzeri altı sıra mukarnas dizisi ile örtülmüş yedi kemerli bir nişten meydana gelmiştir. Mihrap nişini çevreleyen profiller yanlarda birer sütunçe ile yumuşatılmıştır. Minberde Lale Devri bezemesi uygulanmıştır. Minber korkulukları, minberin üçgen kısmı kare ve dikdörtgenlerden oluşan çerçeveler içerisine alınmış, her birinin çevresine natüralist üslupta çiçekler yerleştirilmiştir. Buradaki kedigözleri içerisine mermer yüzeylere vazo içerisinden çıkan çiçek motifleri yerleştirilmiştir. Camide ahşap işçiliğinin örnekleri ile de karşılaşılmaktadır. Cami giriş kapısı kündekâri tekniğindedir. Pencere kapakları da yine kündekâri tekniğinde yapılmıştır. Bunların yanı sıra cami pencerelerinde vitraylara, alçı bezemelere de geniş yer verilmiştir. Bununla beraber camide çiniye çok az yer verilmiştir. Yalnızca mihrap önünde 30x30 cm. ölçüsünde üç çini karo görülmektedir. Bu çinilerde Lale Devri özelliklerini yansıtan laleler bulunmaktadır. Bunların arasında beyaz renkte bir yazı frizi yerleştirilmiştir. Bunun dışında bir çini karo da mihrap önü mekânının batı duvarında, minber yakınında bulunmaktadır. Burada da Lale Devri özelliklerini yansıtan lalelerden oluşmuş natüralist bir kompozisyon görülmektedir. Caminin kalem işleri ibadet mekânı ve son cemaat yerinde görülmektedir. Kubbe içerisine sekizgen bir göbek ve buradan kubbe eteğine kadar uzanan madalyonlardan oluşan ışınlı bir kompozisyon meydana getirilmiştir. Sekizgen göbeğin ortasında, çevresinde beyaz kırmızı ve mavi renklerin yardımıyla Rumilerden oluşmuş bir yazıt dikkati çekmektedir. Ayrıca buradaki kalem işlerinde beyaz, kırmızı ve mavi renklerde boyanmış çiçekler, Rumiler ve kıvrık dallar görülmektedir. Aynı bezeme mihrap önünde de tekrarlanmıştır. Kalem işleri cami içerisindeki her pencere sırasında da farklı düzenlerde yapılmıştır. Bu kalem işleri Lale Devri özelliklerini yansıtan lale motifleri ile natüralist üsluptaki çiçeklerden oluşmaktadır. Caminin iç ve dış kalem işlerinden sonra en yoğun şekilde uygulanan bezeme taş bezemedir. İç mekânda mihrap, minber ve galeride mermer üzerinde, dış mekânda, son cemaat yerinde yine mermer üzerine uygulanmış bezemeler görülmektedir. Caminin avlusuna biri medrese giriş kapısının karşısından, biri de güney duvarının batı köşesindeki iki kapıdan girilmektedir. Avlu giriş kapıları dikdörtgen bir çerçeve içerisine alınmış sivri kemer içinde basık kemerli bir açıklığa sahiptir. Bu kapılardan ana giriş kapısı profillerle çevrelenmiş ve üzerine de bir kitabe yerleştirilmiştir. Caminin kuzeydoğu köşesinde minaresi bulunmaktadır. Bu minareye son cemaat yerinden basık kemerli bir kapı ile çıkılmaktadır. Minare kaidesi caminin beden duvarının üst kotuna kadar yükselmektedir. Minare dışarıya taşkın bir kaide üzerinde olup, gövdesi on altıgen planlıdır. Minarenin tek şerefesi barok üslupta yapılmıştır. Bu minare XIX.yüzyılda onarılmış ve ampir üslubundaki şerefe altı bezemeleri de yenilendiğini göstermektedir. Cami avlusunun kuzeydoğu köşesine su deposu, tuvaletler; arka avlunun güneydoğu köşesine de üç basamakla çıkılan bir meşruta eklenmiştir.
-
NEVŞEHİR KİLİSELERİ EL NAZAR KİLİSESİ (Merkez) Nevşehir merkez ilçeye bağlı Göreme’de El Nazar Vadisi’nde bulunan El Nazar Kilisesi X.yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir. Kilise bir peribacası içine oyulmuş olup, ’T ’ planlıdır. Buradaki haçın kollarının üzeri beşik tonozla örtülüdür. Apsis haç kollarının birleştiği naosa açılmıştır. Kilisenin zeminin tamamı ve apsisin bir kısmı zamanla tahrip olmuştur. Kilise duvarlarında kronolojik olarak birbirini izleyen İncil’den alınma sahnelere yer verilmiştir. Bunların başında; Müjde, Ziyaret, Doğum, Üç müneccimin tapınması, Mısır’a kaçış, İsa’nın mabede takdimi, Başkalaşım, Kudüs’e giriş, İsa çarmıhta, İsa’nın cehenneme inişi, İsa’nın göğe çıkışı ve madalyonlar içinde aziz portreleri gelmektedir. Bu sahneler duvarlara fresk olarak işlenmiştir. SAKLI KİLİSE (Merkez) Nevşehir Merkez ilçeye bağlı Göreme’de bulunan Saklı Kilise El Nazar Kilisesi yakınındadır. 1957 yılında bulunduğundan dolayı “Saklı Kilise” adı verilmiştir. Kilise, XI.yüzyıllın ikinci yarısına tarihlenmektedir Kilise enlemesine dikdörtgen planlı olup, naos (ana mekân) iki sütun ve üç kemerle iki nefe ayrılmıştır. Kilise üç apsislidir. Üst örtü haç ve geometrik süslemelerle bezenmiştir. Kiliseyi süsleyen resimler sıva üzerine değil, doğrudan ana kaya üzerine yapılmıştır. Kilisenin etrafında bulunan boyalı bez parçalarının yapılan analizler sonucunda kilisenin boyanmasında fırça yerine kullanıldığı anlaşılmıştır. Kilisenin mimarisi Mezopotamya kilise mimari geleneğine benzemektedir. Kilisenin duvarlarında İncil’den alınma Desis, Müjde, Doğum, İsa’nın mabete takdimi, Vaftizci Yahya’nın görevlen dirilmesi, Vaftiz, Başkalaşım, İsa çarmıhta, Meryem’in ölümü ve aziz tasvirleri bulunmaktadır. MERYEM ANA ( Kılıçlar Kuşluk )KİLİSESİ (Merkez) Tokalı Kilise’nin arkasındaki sırtta, Göreme Açık Hava Müzesi’ne yaklaşık 250 m. uzaklıkta, Kılıçlar Kilisesi’nin güneyindeki dik yamaçta bulunan Meryem Ana Kilisesi XI.yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilmektedir. Kilise dikdörtgen planlı olup, üzeri yüksekliği ve genişliği birbirinden farklı iki beşik tonozla örtülmüştür. Kilise duvarlarına İncil’den alınma Deisis, Beytüllahim’e yolculuk, İsa’nın doğumu, İsa’nın çarmıha gerilmesi ve Meryem’in ölüm sahneleri resmedilmiştir. Ayrıca aziz tasvirleri de onları tamamlamıştır. KILIÇLAR KİLİSESİ (Merkez) Nevşehir Merkez ilçesinde, Kılıçlar Vadisinde Göreme Açık Hava Müzesi’nin yaklaşık 600m. Kuzeydoğusunda bulunan Kılıçlar Kilisesi IX.yüzyılın sonu veya X.yüzyılın başlarına tarihlendirilmektedir. Kilise haç planlı dört sütunlu, merkezi kubbeli, üç neflidir. Haçın kolları beşik tonozla, batısı ve köşe mekânları, düz tavanla örtülüdür. Kilisenin doğu mekânlarının üzeri kubbe ile örtülüdür. Kilisenin içerisi oldukça zengin fresklerle bezenmiştir. Kilise içerisinde İncil’den alınma; Peygamberlerin görünümü, Müjde, Ziyaret, Bakireliğin ispatı, Yusuf ’un Meryem’i suçlaması, Doğum, Üç müneccimin tapınması, Yusuf ’un rüyası, Mısır’a kaçış, İsa’nın mabede takdimi, Vaftizci Yahya’nın görevlendirilmesi, Vaftizci Yahya ile İsa’nın buluşması, Vaftiz, İsa ve Zakkeus, Kör adamın iyileştirilmesi, Kudüs’e giriş Son akşam yemeği, Ayakların yıkanması, Havarilerin Kominyonu, ( Kutsal ekmek ve şaraplarla takdis edilmesi), İhanet, Petrus’un İsa’yı inkârı, İsa Golgoto Tepesine çıkışı, İsa çarmıha gerilişi, İsa’nın çarmıhtan indirilmesi, İsa’nın gömülmesi, İsa’nın cehenneme inişi, Kadınlar boş mezat başında, Havarilerin takdisi ve görevlendirilmesi, İsa’nın göğe çıkışı, Pantokrator İsa tasviri, Meryem’ in ölümü sahnelerini içeren freskler bulunmaktadır. Ayrıca aziz tasvirleri de onları tamamlamıştır. TOKALI KİLİSE (Merkez) Nevşehir Merkez ilçe, Göreme’de bulunan bu kilise bölgenin en eski kaya kiliselerinden olup, X.yüzyılın sonlarına veya XI.yüzyılın başlarına tarihlendirilmektedir. Yeni Tokalı Kilisesi enlemesine dikdörtgen planlı olup, üzeri basit beşik tonozla örtülüdür. Doğu duvarında kemerlerle birbirine bağlı dört sütun, sütunların arkasında yükseltilmiş bir koridor, koridordan sonra ana apsis ile iki yan apsis yer almaktadır. Kilise dört ayrı mekândan oluşmaktadır. Bunlardan tek nefli olanı Eski Kilisedir. Yeni Kilise, Eski Kilisenin altındadır. Yeni Kilisenin kuzeyinde Yan Şapel bulunmaktadır. Yeni Kilisenin giriş mekânı tek nefli olup, orijinal konumu ile günümüze gelmiştir. Eski Kilisenin doğusuna Yeni Kilisenin eklenmesi sırasında Eski Kilisenin Apsisi yıkılmıştır. Burada tonozların üzerine ve duvarlara İncil’den alınma sahneler resmedilmiştir. Tonozun ortasına aziz tasvirleri, sağ kanadına da; Müjde, Ziyaret, Bakireliğin ispatı, Beytüllahim’e yolculuk, Doğum sahneleri; sol kanattaki üst panelde; Elizabeth’in takip edilmesi, Vaftizci Yahya’nın görevlendirilmesi, Vaftizci Yahya’nın kehaneti, İsa’nın Vaftizci Yahya ile buluşması, Vaftiz sahnesi, Kana’nın düğünü; sol kanattaki orta panelde, Ekmeklerin ve balıkların çoğaltılması, Havarilerin görevlendirilmesi, Kör adamın iyileştirilmesi, Lazarus’un diriltilmesi; sağ kanattaki alt panelde; Kudüs’e giriş, Son Akşam yemeği, İhanet, İsa Platus önünde, sol kanattaki alt panelde; İsa Golgota yolunda, İsa’nın çarmıha gerilmesi, İsa’nın çarmıhtan indirilmesi, İsa’nın gömülmesi, Kadınlar boş mezar başında, İsa’nın cehenneme inişi, İsa’nın göğe yükseliş sahneleri bulunmaktadır. Bu panelin altında aziz tasvirleri; Girişin üstünde ise başkalaşım sahneleri yer almaktadır. Kilisenin Beşik tonozlu nefinde İsa’nın yaşamı ile ilgili sahnelere kronolojik sıraya göre yer verilmiştir. Bu fresklerde daha çok kırmızı ve mavi renkler kullanılarak işlenmiştir. Lapis mavisi, Tokalı Kiliseyi diğer kiliselerden ayıran en önemli özelliğidir. Enlemesine nefle, Aziz Basil’in hayatı, çeşitli azizlerin tasviri ve çoğunluk İsa’nın mucizesine ait sahneler yer almaktadır. Tonozun kuzey kanadında Müjde, Ziyaret, Bakireliğin ispatı, Doğum ve üç müneccimin duası; tonozun kuzey duvarında Yusuf’un birinci rüyası, Beytüllahim’ e yolculuk, altında nişler içinde sekiz aziz tasviri, en altta ise Vaftizci Yahya’nın çağrılması, İsa’nın Vaftizci Yahya ile buluşması, Vaftiz, İsa’nın mabede takdimi, Matta’nın görevlendirilmesi, Havarilerin görevlendirilmesi; batı kanadında Mısır’a kaçış, İsa’nın denenmesi, Çocuk İsa, tonozun merkezinde İsa’nın göğe yükselişi ve havarilerin Tanrı yolunda görevlendirilmesi; tonozun güney kanadında ise; ilk Diakonlar, Pentakost ve Havarilerin Tanrı yolunda görevlendirilmesi; tonozun güney duvarında tanımlanamayan melekler, altında nişler içinde aziz tasvirleri, en altta ise Zengin adamın oğlunun iyileştirilmesi; Lazarus’un diriltilmesi, Kudüs’e giriş ve son akşam yemeği; batı kanadında Ayakların yıkanması; Ana apsiste Çarmıhta İsa, İsa’nın çarmıhtan indirilmesi, Kadınlar boş mezar başında, İsa’nın cehenneme inişi; ana apsisin ön cephesinde ilk Diakonlar, İsa ve Samarralı kadın, niş içinde Meryem ve çocuk İsa; kuzey apsiste ise Peygamberlerin görünümü ve melekler resmedilmiştir. RAHİBELER VE RAHİPLER MANASTIRI (Merkez) Nevşehir Merkez ilçe, Göreme Açık Hava Müzesi’nin girişinin solunda yer alan 6-7 katlı kaya kütlesi “Rahibeler Manastırı” olarak isimlendirilmiştir. Bu manastırın 1.katındaki yemekhanesi, mutfağı, birkaç odası; 2.katında yıkık şapeli gezilebilir durumdadır. Üçüncü kattaki kiliseye bir tünelle ulaşılmakta olup, kilise çapraz kubbeli, dört sütunlu üç apsislidir. Burada ana apsiste görülen templona Göreme’deki diğer kiliselerde pek rastlanmamaktadır. Kilisede doğrudan kaya üzerine yapılan İsa freskinin yanında kırmızı bezemeler görülür. Manastırda katlar arasındaki bağlantı tünellerle sağlanmıştır. Tehlike anında tünelleri kapatmak üzere yeraltı şehirlerinde olduğu gibi Sürgü Taşları kullanılmıştır. Sağdaki Rahipler Manastırı’nda ise erozyon nedeniyle katlar arasındaki geçişler kapandığından sadece giriş katında birkaç oda görülebilir. ELMALI KİLİSE (Merkez) Nevşehir ili Merkez ilçesi Göreme’de bulunan bu kilise XI.yüzyılın ortası, XII. yüzyılın başına tarihlenmektedir. Kilise dokuz kubbeli, dört sütunlu, kapalı Yunan haçı planlı, üç apsislidir. Asıl girişi güney yönünden olan kiliseye, kuzeyden açılan bir tünel vasıtasıyla girilebilmektedir. Elmalı Kilisenin ilk süslemeleri Aziz Basil ve Azize Barbara Şapeli’nde olduğu gibi doğrudan duvara kırmızı boya ile yapılan haç ve geometrik motiflerdir. Kilise duvarlarında, Deesis, Doğum, Üç müneccimin tapınması, Vaftiz, Lazarus’un diriltilmesi, Başkalaşım, Kudüs’ e giriş, Son akşam yemeği, İhanet, İsa Golgota yolunda, İsa çar- mıhta, İsa’nın gömülmesi, İsa’nın cehenneme inişi, Kadınlar boş mezar başında, İsa’nın göğe çıkışı resmedilmiş, aziz tasvirleri de onları tamamlamıştır. Ayrıca Tevrat kaynaklı İbrahim Peygamber’ in misafirperverliği ve üç Yahudi gencin fırında yakılması sahnesine yer verilmiştir. VAFTİZVİ YAHYA KİLİSESİ (Merkez) Nevşehir Göreme ile Avanos arasındaki Çavuşin’de Vaftizci Yahya’nın kilisesi bulunmaktadır. Kilisenin ön cephesi 1980’li yıllarda tamamen çökmüştür. Yörenin en eski kilisesi olan bu yapı diğer kiliselerden farklı olarak dışarıdan bakıldığında kilise olduğunda anlaşılmaktadır. Erken Bizans döneminde, V.yüzyılda yapıldığı sanılan kilisenin cephesinde dört veya beş sütun olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır. Cephe görünümündeki kemerli pencerelerde ve kapı çevrelerinde Suriye mimarisini yansıtan geometrik ve bitkisel motifler dikkati çekmektedir. Girişin arkasındaki mekân üç nefli bir bazilika plan şekli göstermektedir. Birbirlerinden farklı ölçüdeki bu neflerden biri tamamen yıkılmıştır. İç mekânı süsleyen fresklerden pek az kalıntı günümüze ulaşabilmiştir. Yalnızca bir meleği tasvir eden bir fresk iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir. AZİZE BARBARA ŞAPELİ (Merkez) Nevşehir Merkez ilçesi, Göreme Elmalı Kilisesi’nin bulunduğu kaya bloğunun arkasındadır. Kilise XI. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenmektedir Kilise haç planlı, iki sütunlu, batı, kuzey ve güney haç kolları beşik tonozlu, merkezi kubbeli, doğu haç kolu ve doğudaki iki köşe mekânı kubbelidir. Bir ana, iki yan apsisi bulunmaktadır. Motifler kırmızı boya ile doğrudan kaya üzerine uygulanmıştır. Duvarda ve kubbede zengin geometrik motifler, mitolojik hayvanlar ve askeri semboller resmedilmiştir. Ayrıca duvarda taş izlenimi veren motifler de yer almaktadır. Kilisenin ana apsisinde İsa Pantokrator; kuzey haç kolunda at üzerinde ejderle savaşan Aziz George ve Aziz Theodore; batı haç kolunda ise Azize Barbara tasviri resmedilmiştir. YILANLI ( Aziz Onuphrius ) KİLİSE (Merkez) Nevşehir ili Merkez ilçe, Göreme’de bulunan bu kilise XI.yüzyıla tarihlendirilmektedir. MS.I.yüzyılda Mısır çöllerinde “Hermit” adı verilen kendilerini dine adayan, inzivaya çekilmiş, insanlar yaşamaktaydı. Son Hermit Aziz Paphnutius hermitlerin hayatını ve yaşam tarzlarını öğrenmek için MS.IV.yüzyılda Mısır çöllerine gitti ve kiliseye adını veren Aziz Onuphrius’la karşılaştı. Aziz Paphnutius, Aziz Onuphrius’a ölürken yardım etmiştir. Çünkü o faziletin, nefse hâkimiyetin en iyi örneğiydi. Kilisedeki fresklerde Aziz Onuphrius, çıplak, uzun saçlı, iri göğüslü, önünde palmiye ağacı ile tasvir edilmiştir. Ana mekân enlemesine dikdörtgen planlı, beşik tonozlu, güneyde mezarların bulunduğu ek mekân ise düz tavanlıdır. Apsisi sol uzun duvara oyulmuş, kilise tamamlanmadan bırakılmıştır. Girişi kuzeydendir. Kilise tonozun her iki yanında Kapadokya’da saygın olan azizlerin tasvirleri bulunmaktadır. Girişin tam karşısında sol elinde İncil tutan İsa ve yanında kilisenin banisi, tonozun doğusunda Aziz Onesimus, ejderle savaşan Aziz George ve aziz Thedore, Gerçek Haç’ı tutan Helena ve oğlu Konstantin; tonozun batısında çıplak, uzun saçlı ve önünde palmiye ağacı bulunan Aziz Onuphrius, yanında takdis pozisyonunda Aziz Thomas ve elinde bir kitapla Aziz Basil resmedilmiştir. KARANLIK KİLİSE (Merkez) Nevşehir Göreme’de bulunan bu kilisenin tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber XI. yüzyıl sonu XII.yüzyıl başında yapıldığı sanılmaktadır. Kilise haç planlı olup, naos merkezi kubbeli, haçın kolları çapraz tonoz örtülüdür. Kuzeyden kavisli bir merdivenle inilen kilisenin ibadet mekânı dört sütunla üç nefe ayrılmıştır. Üç apsisi bulunan kilisenin Karanlık Kilise olarak isimlendirilmesinin nedeni de yalnızca narteksteki küçük bir pencere ile aydınlatılmış oluşudur. Kilisenin içerisi fresklerle boş yer kalmamacasına bezenmiştir. Bu freskler oldukça canlı renklerle yapılmış olup İncil’den ve Tevrat’tan alınma sahneler narteksten itibaren kiliseyi kaplamıştır. Bunların dışında değişik bezemelere de yer verilmiştir. Kilise içerisindeki başlıca dini sahneler; Deisis, Müjde, Beytüllahim’e yolculuk, Doğum, Üç müneccimin duası, Vaftiz, Lazarus’un diriltilmesi, Başkalaşım, Kudüs’e giriş, Son akşam yemeği, İhanet, İsa çarmıhta, İsa’nın cehenneme inişi, Kadınlar boş mezar başında, Havarilerin takdisi ve görevlendirilmesi, İsa’nın göğe çıkışı, İbrahim Peygamber’in misafirperverliği, Üç Yahudi gencin yakılması ve aziz tasvirleridir. Ayrıca apsis önündeki kubbenin içerisinde de İsa’nın freski bulunmaktadır. Bu fresklerde kişilerin yüzleri, hareketleri ve yer yer de doğadan alınmış sahneler resmedilmiştir. Kilise içerisindeki sütun başlıklarında ve frizlerdeki bezemeler günümüzde yapılan halı örneklerinde sık sık kullanılan motiflerdir. AZİZ EUSTATHİUS ŞAPELİ (Merkez) Nevşehir Göreme’de, Tokalı Kilise’nin arkasında bulunan bu şapel, IX.-X.yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Kilise iki nefli olup, üzeri beşik tonozla örtülmüştür. İçerisi İncil’den alınmış sahnelerle süslenmiş olup, başlıca freskleri arasında Elizabeth ile Vaftizci Yuhannes’i gösteren sahnelerdir. Bunun yanı sıra hayvan motifleri bezemeleri ile de Göreme’deki tek örnektir. AZİZE CATHERİNA ŞAPELİ (Merkez) Nevşehir Göreme’de bulunan ve Karanlık Kilise ile Çarıklı Kilise arasında yer alan Azize Catherine Şapeli, Anna isimli bir kadın tarafından yaptırılmıştır. Şapel, XI.yüzyıla tarihlendirilmektedir. Şapelin hem narteksi, hem de naosu serbest haç planlı, merkezi kubbeli, haç kolları beşik tonozlu ve apsis önü de templonludur. Narteks zemininde dokuz mezar, duvarında ise iki nişli mezar (arkosolium) yer alır. Şapelin sadece naos kısmında bezeme bulunmaktadır. Kilisenin içerisi ve kubbe pandantifleri kabartma geometrik süslemelerle bezenmiştir. Kilise içerisinde İncil’den alınma sahnelere yer verilmiştir. Bunların başında templonlu apsiste Deesis, altında madalyonlar içinde Kilise Babaları, (Gregory, Basil, John Chrysostom) kuzey haç kolunun güney duvarında at üzerinde Aziz George, karşısında Aziz Theodore, Azize Catherine ve diğer aziz tasvirleri gelmektedir. ÇARIKLI KİLİSE (Merkez) Nevşehir Göreme’de bulunan Çarıklı Kilise, Hz.İsa’nın göğe yükseliş sahnesinin altında bulunan ayak izlerinden ötürü bu isimle anılmıştır. Kilise XII.yüzyılın sonu ile XIII.yüzyılın başlarına tarihlendirilmektedir. Çarıklı Kilise iki sütun ve duvar köşelerine yerleştirilmiş payelerin yardımıyla üç nefe ayrılmıştır. Dört kubbeli ve çapraz tonozlu olan kilisenin üç apsisi vardır. Kilisenin duvarları ve üst örtüsü İncil ile Tevrat’tan alınma sahnelerle bezenmiştir. Bu sahneler arasındaki İsa’nın çarmıha gidişi ve çarmıhtan alınış sahneleri Elmalı ve Karanlık Kilisedeki fresklere benzerse de diğerlerinden farklı bir özellik taşımaktadır. Buradaki figürler daha büyük ve daha uzun olarak resmedilmiştir. Kilisenin ana kubbesine Pantakrator İsa resmedilmiş ayrıca madalyonlara melek tasvirleri işlenmiştir. Bunun dışında kilise içerisinde İsa’nın yaşamından alınan konulara, İbrahim Peygamberin konukseverliğini yansıtan Tevrat’tan alınma sahnelere, çeşitli azizlere yer verilmiştir. Bunun yanı sıra ana apsiste Deisis sahnesine, kuzey apsiste Meryem ve Çocuk İsa’ya, güney apsiste Aziz Michael tasvirine yer verilmiştir. Bunların dışında İsa’nın doğumu, Üç müneccim, Vaftiz, Lazarus’un diriltilmesi, Başkalaşım, Kudüs’e gidiş, İhanet, İsa’nın göğe çıkışı ve kadınların boş mezar başındaki durumları kilisenin başlıca dini içerikli freskleridir. ÇAVUŞİN ( Nicephorus Phocas ) KİLİSESİ (Merkez) Nevşehir Göreme-Avanos yolu kenarında, Göreme’ye 2,5 km. uzaklıkta bulunan bu kilise 964-965 yıllarına tarihlendirilmektedir. Kilisenin ön kısmındaki asıl mekânlar erozyon nedeniyle yıkılmıştır. Ön cephesindeki kırmızı renkli freskleri ve demir merdivenleri ile dikkati çekmektedir. Oldukça yüksek tek nefli, beşik tonoz örtülü ve üç apsisli bir kilisedir. Yörenin freskleri yönünden en ilginç kiliselerinden birisidir. Girişte kapının sağ yanında Mikhail ve Cebrail’in freskleri bulunmaktadır. Kilisenin içerisinde; Müjde, Ziyaret, Bakireliğin ispatı, Mısır’a kaçış, Yusuf’un ikinci rüyası, Havarilerin Tanrı yolunda görevlendirilmesi, Üç müneccim, Masum çocukların katliamı, Elizabeth’in takip edilişi, Zekeriya’nın öldürülmesi; batı duvarında Yusuf ve Meryem deney sonrası, Beytüllahim’e yolculuk, Doğum, Son yemek, İhanet, İsa’nın cehenneme inişi, Vaftiz; kuzey duvarında İsa platus önünde, İsa Golgota yolunda, İsa çarmıhta, İsa’nın ölümü; güney duvarında Kudüs’e giriş, Lazarus’un diriltilmesi, Kör adamın iyileştirilmesi, İsa’nın çarmıhtan indirilmesi, Kadınlar boş mezar başında; apsis duvarında Başkalaşım sahneleri resmedilmiştir. ÜZÜMLÜ KİLİSE (Avanos) Nevşehir Avanos ilçesi, Zelve Vadisi’nin sol başlangıcında Üzümlü Kilise olarak isimlendirilen yapı kayalara oyulmuş ve derin bir yapıdır. Kilise X.yüzyıla tarihlendirilmektedir. İçerisinde İkonaklazm öncesinin fresklerinin bulunmasından ötürü ayrı bir önem taşımaktadır. Kilise erozyon sonucunda yer yer çökmüş ve kısmen de tahrip olmuştur. Bununla beraber yapının duvarlarında madalyonlar, haç ve iki yanında da balık simgeleri, palmiyeler, asmalardan oluşan motifler görülmektedir. Bu kiliseye içerisindeki üzüm salkımlarından dolayı Üzümlü Kilise ismi verilmiştir. Kilise iki nefli olup, üzeri tonozla örtülüdür. Yapının bir başka önemi de içerisinde dini sembollerin bulunmasıdır. Özellikle balık sembolüne Göreme’de hiç karşılaşılmadığı halde burada görülmektedir. Hıristiyan inancında ve ikonografyasında balık en eski sembollerden birisidir. Nitekim İskenderiyeli Klemens Hz.İsa’yı kötülükler denizinde müminleri avlayan bir balıkçı olarak tanımlamıştır. Hıristiyanlığın diğer dinsel simgesi olan palmiye ile asma burada karşımıza çıkmaktadır. Palmiye yaz ve kış aylarında yeşil kalmasından ötürü ebedi hayatı ve Cenneti simgelemektedir. Asma kütüğü ise Hıristiyan inancında İsa’nın sembolü olup, ebedi mutluluğu tanımlamaktadır. Kilisenin diğer freskleri arasında giriş kapısı üzerinde tahta oturan ve kucağında Çocuk İsa’yı taşıyan Meryem tasviri dikkat çekmektedir. Kısmen yıkılmış olan tonozlarda daire içerisinde Malta haçını taşıyan aziz Michael ve Gabriel tasvirleri görülmektedir. Girişin sağındaki tek nefli apsisli ve beşik tonozlu güney şapelin kenarlarında oturma platformları bulunmaktadır. Buradaki apsiste kırmızı çerçeve içinde ayakta duran, bir elinde kitap, diğer eliyle takdis eden İsa; apsis cephesi ise içi noktalı basit üçgen ve daire dizileriyle, tonozu ise çizilerek yapılmış Malta Haçı ve dairelerle süslenmiştir. PAŞABAĞLARI VE AZİZ SİMEON HÜCRESİ (Avanos) Nevşehir Avanos ilçesinde, Göreme-Avanos yolunun sağında, yoldan 1 km. içeride, Eskiden “Rahipler Vadisi” günümüzde de “Paşabağı” olarak adlandırılan bu alanda kendine özgü peribacaları bulunmaktadır. Çok gövdeli ve çok başlı olan bazı peribacalarının içlerine şapel ve oturma mekânları oyulmuştur. Üç başlı peribacalarının birinde Aziz Simeon adına yapılmış bir şapel ve inziva hücresi bulunmaktadır. Dar bir baca vasıtasıyla ulaşılabilen hücrenin girişini haç motifleri süslemektedir. Hücre içerisinde ocak, oturma ve yatma mekânları ile aydınlatmayı sağlayan pencere aralıkları bulunmaktadır. V. yüzyılda Halep yakınlarında münzevi bir hayat sürdüren Aziz Simeon, mucizeler yarattığı söylentileri çıkınca, halkın aşırı ilgisinden kaçarak önce iki metre yüksekliğinde bir sütun üzerinde yaşamaya başlamıştır. Aziz Simeon, aşağıya sadece müritlerinin getirdiği az miktarda yiyecek ve içeceği almak için inmiştir. Kapadokyalı münzevirler ise bir sütun yerine hazır buldukları peribacalarını oyarak dünyevi hayattan uzaklaşırlar. Peribacasını aşağıdan yukarı doğru oyarak 10 - 15 m. yükseklikte kaya odalarda yaşamış, kaya yataklarda yatmışlardır. AZİZ THEODORE (Tağar) KİLİSESİ (Ürgüp) Nevşehir ili Ürgüp ilçesi Yeşilöz Köyü’nde bulunan bu kilise, Aziz Theodore adına yapılmıştır. Kesin olmamakla birlikte XI.-XIII. Yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. Kilise T plan şekli göstermekte olup, ortası merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Günümüzde bu kubbe çökmüş ve üzeri camla kapatılmıştır. Zeminden bir merdivenle üst kattaki galeriye çıkılmaktadır. Bu plan şekli ile Kapadokya kiliseleri arasında kendine özgü bir örnektir. Kilise içerisindeki freskler iyi korunmuş olarak günümüze gelebilmiştir. Fresklerin üslup farkları göz önüne alındığında üç ayrı sanatçının belirli zamanlarda burada çalıştığı anlaşılmaktadır. Kilise içerisinde dikkati çeken İncil’den alınma sahnelerin başında; Deesis, Müjde, Doğum, Peygamberlerin görünümü, Havarilerin görünümü, İsa çarmıhta, Melekler Gabriel ve Michael, madalyonlar içinde aziz tasvirleri gelmektedir. PANCARLIK KİLİSESİ (Ürgüp) Nevşehir ili Ürgüp ilçesi, Ortahisar’da Pancarlık Vadisinde bulunan bu kilise vadiden ötürü Pancarlık Kilisesi ismi ile tanınmıştır. Kilise XI.yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilmektedir. Kilise tek nefli, tek apsisli ve düz tavanlıdır. Duvar fresklerinde yeşil zeminin ağırlık kazandığı görülmektedir. Burada iki ayrı sanatçının farklı zamanlarda çalıştığı ileri sürülmüşse de İncil’den alınma sahneler ve yazılar incelendiğinde aynı sanatçı tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Burada İncil’den alınma sahneler frizler halinde birbirlerini izlemektedir. Frizlerin her iki yanına da madalyonlar içerisine aziz tasvirleri yerleştirilmiştir. Böylece konuların birbirlerinden ayrılması sağlanmıştır. AZİZ BASİL ŞAPELİ (Ürgüp) Nevşehir, Ürgüp ilçesi Mustafapaşa kasabasının yaklaşık 2 km.batısında, Göreme Vadisi’nin batı yakasında bulunan bu kilise İkonaklazm döneminden (726-843) sonra, X.-XI.yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Kilise dikdörtgen planlı, iki nefli, iki sütunlu ve iki apsisli olup, üzeri düz bir tavanla örtülmüştür. Kilisenin batı nefinin duvarlarında kırmızı aşı boyalı yarı kabartma sütunlar ve bunların aralarında da nişler bulunmaktadır. Doğu yönündeki nef daha zengin bezemeli olup, burada geometrik ve bitkisel motiflere geniş yer verilmiştir. Kilisenin Göreme Vadisine bakan kısmı yıkılmış, kapısı ve bu kapının yanında da büyük olasılıkla kiliseyi yaptırana ait bir mezar bulunmaktadır. Doğu nefinin apsisinde üç Malta haçı görülmektedir. Bu haçların etrafı palmetlerle çevrilidir ve her birinin üzerinde de bir patriğin ismi yazılıdır. Bu Malta haçlarından ortadaki Abraham’ı, diğerleri de İsaac ve Yakub’u simgelemektedir. Bazı araştırmacılar ise bu haçların Cenneti veya Golgoto Tepesindeki üç haçı sembolize ettiğini de ileri sürmüşlerdir. Kilisenin büyük ölçüdeki, etrafı geometrik ve bitkisel motiflerle boyanmış haçı ise kornişteki bir kitabeye dayanılarak Aziz Konstantin’i simgelediği sanılmaktadır. TATLARİN KİLİSESİ (Acıgöl) Nevşehir Acıgöl ilçesinin 10 km kuzeyindeki Tatlarin’de, tepe üzerinde yer alan bu kilisenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. X.-XI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kilise, iki nefli, iki apsisli ve üzeri beşik tonozla örtülüdür. Narteksi yıkılmış ve günümüze gelememiştir. Kilise içerisindeki freskler oldukça iyi durumda günümüze gelebilmiştir. Bu fresklerin zemininde koyu gri; tasvirlerde ise mor, hardal ve kırmızı renkler kullanılmıştır. İncil’den alınma sahneler birbirlerinden bantlarla ayrılmıştır. Burada; kilisenin apsisinde Meryem ve Çocuk İsa, Michael ve Gabriel; Konstantin ve Helena, Başkalaşım, İsa' nın cehenneme inişi, Kudüs'e giriş, İsa'nın çarmıha gerilişi resmedilmiştir. Ayrıca kilise içerisinde dokuz aziz ve kiliseyi yaptıran kişinin portresi de yer almaktadır. AZİZ JEAN ( Karşı) KİLİSESİ (Gülşehir) Nevşehir ili Gülşehir ilçesinin girişinde bulunan Aziz Jean Kilisesi, apsisinde yer alan bir kitabeye göre 1212 yılında yapılmıştır. Kilise iki katlı bir yapı olup, alt katta ibadet mekânı, din adamlarına ait mekânlar, su kanalları, şarap mahzenleri ve mezarlar bulunmaktadır. Kilise tek apisli, haç planlı yapı olup, orta mekân kubbeli haçın kolları ise beşik tonozla örtülüdür. Orta mekânı örten kubbe yıkılmış ve günümüze gelememiştir. Kilisenin içerisindeki bezemelerde ana kaya üzerine kırmızı aşı boyası ile stilize edilmiş hayvan motifleri, geometrik bezemeler ve haç resimlerine yer verilmiştir. Üst katta ise ikinci bir kilise vardır. Bu kilise tek apsisli ve beşik tonoz örtülüdür. Kilisenin restorasyonu 1995 yılında yapılmıştır. İçerisinde de İncil’den alınan sahneleri içeren dini motifler, frizler bantlar halinde duvarları kaplamıştır. Burada siyah zemin üzerine sarı ve kahve renkler kullanılmıştır. Nişlerin tonozlarında ve cephelerde bitkisel motifler ile geometrik motiflere yer verilmiştir. Batı ve güney duvarında ise, son yargı; apsiste Deisis kompozisyonu bulunmaktadır. Kilisenin ön cephesine kuş tasvirlerinin altında İsa’nın doğumunu müjdeleyen sahneler, tonozlarda madalyonlar içerisinde aziz tasvirleri ve bu tonozun güney kanadında da İhanet, Son Akşam Yemeği, Vaftiz ve bunların altında Meryem' in ölümü; kuzey kanadında İsa'nın çarmıhtan indirilmesi, Kadınlar boş mezar başında, İsa 'nın cehenneme inişi; batı ve güney duvarında ise Son Yargı resmedilmiştir. AÇIK SARAY (Gülşehir) Nevşehir Gülşehir ilçesine 3 km. uzaklıktaki Açık Saray, tüf kayaları içerisine oyulmuş mekânları ve Roma dönemine ait kaya mezarları ve IX.-X. yüzyıla tarihlenen kiliseleri ile döneminin önemli bir piskoposluk merkezlerinden biridir. Açık Saray içerisinde keşişlerin yaşadığı kayalara oyulmuş mekânlar bulunmaktadır. Bu mekânların içerisi kırmızı ağırlıklı fresklerle bezenmiştir. Freskler arasında birbirlerinden üslup özellikleri görülmektedir. Bazıları taşra üslubunda, bazıları da Suriye-Filistin üslubuna yakındır. Doğal kayalara oyularak elde edilen iç mekânlar dışarıda bir sarayın dış görünümünü yansıtacak biçimdedir. Birinci katın giriş açıklığı üzerine üçgen alınlıklar ve bunların ortasında yuvarlak kemerler içerisinde ikiz pencereler yerleştirilmiştir. Cephenin sağ bölümündeki kabartma kare panoya Bizans dönemine ait bir haç motifi işlenmiştir. İkinci kat ise sağır nişlerle hareketli bir görünümdedir.
-
Nevşehir Kaleleri NEVŞEHİR KALESİ Nevşehir il merkezinin güneybatısındaki bir tepe üzerinde kurulmuş olan bu kalenin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber yapı üslubundan Bizans döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Selçuklu döneminde ve Osmanlı döneminde Damat İbrahim Paşa tarafından onarılmıştır. Son olarak da 1966-1979 yıllarında onarılmıştır. Kale kesme taş ve moloz taştan yapılmış olup, beşgen planlıdır. Sur duvarları dört burçla takviye edilmiş, üzerinde de 42 mazgalı bulunmaktadır. Kalenin ön ve arkasında iki ayrı giriş kapısı vardır. ORTAHİSAR KALESİ (Ürgüp) Nevşehir Ortahisar’da Kapadokya Bölgesi’nin en yüksek noktası üzerinde bulunan bu kalenin kitabesi günümüze gelememiştir. Bu bakımdan yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Yapı üslubundan Bizans döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Kale şato görünümündedir. Yapımında bulunduğu yerin doğal kayalarından yararlanılmıştır. Ayrıca moloz taşlarla da duvarları takviye edilmiştir. Kale içerisinde konumundan ötürü kayaların oyulması ile birbirlerine merdivenler, tüneller ve koridorlarla bağlantılı odalar yapılmıştır. Kalenin yerden yüksekliği 179 m.ye ulaşmaktadır. Günümüzde onarılmış olup, Uçhisar’ın simgesi konumundadır. KARABURNA KALESİ (Hacıbektaş) Nevşehir ili Hacıbektaş ilçesinin 12 km. güneybatısında Kasraburna Beldesi’nde bulunan kalenin Geç Hitit döneminde yapıldığı ve Frigler tarafından da kullanıldığı sanılmaktadır. Stratejik konumundan ötürü askeri bir karakol olarak düşünülen bu kale Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde onarılarak kullanılmıştır. Kalenin doğu yamaçlarında Geç Hitit dönemine ait hiyeroglif kitabeler bulunmaktadır.
-
Nevşehir Anıtları ATATÜRK ANITI (Merkez) Nevşehir Valiliğinin önündeki meydanda bulunan Atatürk heykeli yüksek taş bir kaide üzerinde yapılmıştır. Anıtta, Atatürk at üzerinde, üniformalı olarak tasvir edilmiştir. NEVŞEHİRLİ DAMAT İBRAHİM PAŞA ANITI(Merkez) Nevşehir il merkezindeki meydanda bulunan Kurşunlu Camisi’nin yanındaki bu anıtı, Heykeltıraş Hakkı Atamulu 1946 yılında yapmıştır. Heykel bronzdan dökülmüş olup, Sadrazam Damat İbrahim Paşa sağ eliyle buğday başağını tutmakta, sol eli de kalçasına dayalı olarak bir lale tutarken tasvir edilmiştir. Bu heykeldeki merdane matbaayı, zeytin dalı barışı, lale ise Lale Devrini simgelemektedir. Heykelin kaidesinde “Damat İbrahim Paşa 1665/1660-1780” yazılıdır. HACI BEKTAŞİ VELİ HEYKELİ (Hacıbektaş) Nevşehir ili Hacıbektaş ilçesi merkezindeki bir park içerisinde Hacı Bektaşi Veli’nin heykeli bulunmaktadır. Hacı Bektaşi Veli, aşağıdan yukarıya doğru daralan kesme taştan bir kaide üzerinndeki heykelde oturur vaziyette tasvir edilmiştir.Burada Hacı Bektaşi Veli, Bektaşi inancına göre sağ elinin avuç içini göğe doğru çevirmiş, sol elini de parmakları aşağı gelecek şekilde bir kitap üzerine dayamıştır. Başında Bektaşi külahı, üzerinde de yöresel kıyafetleri ile tasvir edilmiştir. ÇÖMLEKÇİ ANITI (Avanos) Nevşehir Avanos ilçesinin merkezinde, yörenin çömlek yapımında simge olan bu heykeli H.Ömer Taşkın yapmıştır. Anıt iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Anıtın kaidesi köfeki taşından dikdörtgen şekilde olup, iç kısmında dokuma tezgâhında bir kadın ile bir kız çocuğu, yörenin ünlü düz yaygılarından dokurken kabartma olarak tasvir edilmiştir. Anıtın ikinci bölümünde, kaide üzerinde çömlekçi çarkını bacakları arasına almış bir çömlekçi, çömlek imal ederken tasvir edilmiştir. Yanında da yapmış olduğu çömleklerden örnekler görülmektedir. BEKTAŞLAR (Hacıbektaş) Nevşehir, Hacıbektaş ilçesinin 5 km. kuzeyindeki Çivril Köyü yakınında bulunan beş adet büyük ölçüdeki taş bulunmaktadır. Bu taşlar jeolojik yönden önemli olup Velâyetname’de ayrıntılı olarak söz edilmektedir. Buna göre; ”O dönemde köyden her gün bir kişi, otlaktaki sığırlara nöbetle bakarmış. İdris Hoca'nın otlaktaki sığırlara bakma sırası geldiği bir gün önemli bir işi çıkmış. Hacı Bektaş Veli hayvanlara bakma işini üstlenmiş. Hayvanlar otlayarak Mucur istikametine doğru yayılırlarken, İdris'in kardeşi Sarı, öküzleri getirip bunlara katmış. Hacı Bektaş Veli de “Ben bunları görüp, gözetemem, bir zarar gelirse karışmam” demiş. Sarı dinlememiş, bırakmakta ısrar etmiş. Bunun üzerine Hacı Bektaş Veli, çevredeki beş tane büyük taşa hitaben “Siz tanık olun, Hacet vaktinde şahadet edersiniz” demiş. Sarı'nın öküzlerini kurt parçalamış. İş Kadı'ya düşmüş. Hacı Bektaş Veli, beş tane şahidim var demiş. Onları otlak yerine götürüp, taşlara seslenince hepsi yuvarlana yuvarlana gelmiş ve her biri ayrı ayrı tanıklık etmişler. Beştaşlar 1997 yılında Kültür Bakanlığı tarafından doğal sit alanı olarak ilan edilmiştir. ÇİLEHANE (Deliktaş) VE OZANLAR ANITI (Hacıbektaş) Nevşehir Hacıbektaş ilçesinin 3 km. doğusundaki meyilli bir tepe üzerinde Çilehane ismi yakıştırılan küçük bir mağara bulunmaktadır. Söylentiye göre Hacı Bektaşi Veli bu mağarada zaman zaman müritleri ile bir arada kalmıştır. Yapılan halvet sonrasında da Deliklitaş denilen mağara sonunda küçük bir delik ziyaret ediliyordu. İnanışa göre günahı olan zayıf dahi olsa bu delikten geçemiyordu. Günahı olanı delik sıkar, adak adayınca da serbest kalırmış. Günahı olmayanlar ise bu delikten rahatlıkla geçermiş. Çilehanenin yakınında Minder Kaya ve Kulunç Kaya isimleri verilen iki kaya bulunmaktadır. Bunlardan yassı olanına Hacı Bektaşi Veli’nin oturduğu söylenmektedir. Kulunç Kaya ise meyilli olup, buraya sırtını verenlerin sırt ağrıları bir anda kesilirmiş. Çilehanenin biraz aşağısına da kesme taştan bir çeşme yapılmıştır. Çeşme kitabesinden anlaşıldığına göre Fevzi Baba zamanında Çakırhanlı Kahraman tarafından yaptırılmıştır. Suyunun şifalı olduğuna inanılan çeşmede 1559 ve 1908 tarihli iki kitabe bulunmaktadır. Çilehane tepesinde Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Aşık Veysel heykelleri ile birlikte 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta, Madımak Otelinin yakılmasında hayatlarını kaybedenler anısına dikilmiş Ozanlar Anıtı vardır. Ayrıca Ozanlar yolu üzerinde de Radyo Barış tarafından yaptırılmış dört semazen heykeli bulunmaktadır. Burada 17 Mayıs 2002 tarihinde ölen Ozan Aşık Mahsuni Şerif'in mezarı ve anıtı da bulunmaktadır.
-
Nevşehir Medreseleri NEVŞEHİRLİ DAMAT İBRAHİM PAŞA MEDRESESİ (Merkez) Nevşehir il merkezinde bulunan Damat İbrahim Medresesi’ni, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1726-1727 yıllarında, külliye ile birlikte yaptırmıştır. Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin bölümlerinden birini oluşturan medrese caminin batısında, Cami-i Cedit Caddesi’nin karşısında bulunmaktadır. Medresenin arka kısmı arazi konumundan ötürü üçgen bir kısım oluşturmuş ve burası tuvaletlerin bulunduğu ikinci küçük bir avlu niteliğindedir. Medresenin avlu kapısında bir kitabeye yer verilmiştir. Kitabenin mealen anlamı: ”Fetihlerin babası, adaletli, muzaffer hükümdar Ki onun temiz kişiliği Allah katında itibar görür Ulu hükümdar, saygıdeğer ve büyük şahların şahı, Padişahın yüksek rütbeli veziri, kudretli yaratıcının Koyu gölgesinin hizmetçisidir. Saygı değer Ulu Sultan Ahmet Han Gazi ki İyilik ve cömertlik kapısının incisi, ümit bağlanan yerdir Methi mümkün değildir, ancak O’na teşekkür etmek Gereklidir ki kendisi Yüce tanrının tam bir lütfudur O hakan, tarihi şahsiyet ki, adalet ve merhametle İsteği dünyayı imar ederek canlandırmasıdır Onun için Tanrı şereflenme nedenlerini destekleyerek Benzeri ve örneği olmayan bir vezire uygun gördü Dinin ve devletin düzeni, yani İbrahim Paşa ki Eseriyle hayır yapılmasına yol açan ve öncü olandır Dünyanın rahat etmesini sağlayan ulu ve şerefli Vezir Ki soylu Damad âdet olduğu gibi memleketi süsleyen hükümdardır İşi ve tarzı övülmüş, güzel tavırları doğru ve herkesçe kabul edilmiş Onun hayatı ve eserleri sınırsızdır; hesaba gelmez Bunlardan biri bu temiz bayındır yerdir ki Resmi defterlerde Nevşehir olarak adlandırılmıştır O saadet güneşi ululuğuyla yükseldi Yerişimdi yücelikte Revak katında aynıdır Nedir bu ey yüce temiz büyük yapı Ki güzelliği ve düzeni dilek sahiplerini hayret içinde bırakır Sanki bu ulu medrese ilim ve bilgi göğüdür; İçindeki odalar süslü çark burcunun benzeridir Hayır dua okumak için elini safha gibi aç, Allah’ın hikmeti ve sırrı ile herkes âmin demeğe hazırdır Bu ilim yuvasında fazilet ve olgunluk yayıldıkça Kudretli yaratan yaptıranın makamında sürekli kılsın Ömrü uzun, düşmanı altüst mülkü dışarıda sınırsız olsun Gökyüzünün dokuz katı bunun gibi uygun bir yerdir Ey Vehbi altın kalemle yazsalar tarihini uygundur Bu yüce medrese İbrahim Paşa’nın icadıdır. 1139 (1726).” Medrese kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Revaklı bir avlu etrafına dizilmiş bir dershane, 17 medrese odası ve doğu-batı ekseninde medrese girişi ile avluya geçiş eyvanlarından meydana gelmiştir. Dershane medresenin kuzeydoğu köşesine yerleştirilmiş olup, Osmanlı klasik medrese plan şemasından farklıdır. Osmanlı medreselerinde giriş ekseninde bulunan dershane burada kuzeydoğu köşesine kaydırılmıştır. Dershanenin kapısı üzerinde bir kitabesi bulunmaktadır. Kitabenin mealen anlamı: ”Şeriat yoluna bağlı Sultan Ahmet Han Gazi ki İşi her zaman temiz doğru yolun prensiplerini yaymaktır Dünyanın sahibi şerefli Hakan ki ululukla Varlığı yer yüzünde yüce Allah’ın gölgesidir Zafer sahibi şah, her zaman başarı kazanan hükümdar ve yedi iklimin sahibi ki; Ayaklarının tozuna dünya şahları yüzlerini aşındırırlar Yüzüğünden güneş ve aydınlık misâli saltanat Üzengisinden sanki değer, aydınlık ve heybet görülmektedir Büyük vezir ve o şanlı hakanın damadı Ki himmet, cömertlik ve el açıklığında hayret verendir Yorgunluktan devlet ve ikbâl ile o yüce makama geleli Gece gündüz halkın durumunu düzenlemek için özen gösterdi Arzusu dünyada gönlü kırılanları memnun ve Her zaman isteği hayrat ile dünyayı ihya etmektir Yanında herkesin gizli sırları bellidir Aydınlık vicdanı sanki bir parlak aynadır İstanbul’un içinde ve çevresinde eserleri sayısızdır Özellikle ki dünya süsleyen bu yüce kütüphanedir İçi türlü türlü rengârenk, gönlü çeken nüshalarla doludur Dışı da süs ve bezeklerle eşsiz ve benzersizdir İçinde dengi olmayan nice cilt kitap var Onların her biri İbn-i Sinâ’yı bile hayret ettirir Hele bilim ve fazileti canlandırmak için böyle eser yapmada Yüce makamın himmetini Allah Başarılı kılsın Bununla Hak bu ki hayır eserlerini tamamladı Ki bilimin yayılmasına sebep, yüce hayır ve güzel şandır Allah her zaman yaptıranını hayır yapmağa muvaffak etsin Onun iyiliğinden daha nice eser yeniden yeniye ortaya çıksın Tarihin Nedim noktalı harflerle yazdı Bu yüce kütüphane İbrahim Paşa’nın bıraktığı eserdir. 1140 (1727).” Medresenin avlusu 12 sütunun taşıdığı hafif sivri kemerli bir revakla çevrelenmiştir. Bu revaklar üzerleri kubbeli 15 bölümden meydana gelmiştir. Bunların arkasında sıralanmış 17 medrese odası bulunmaktadır. Bu odaların içerisinde ocaklar, dolap nişleri bulunmakta olup, dışarıya taş söveli dikdörtgen birer pencere ile açılmıştır. Günümüzde medrese İbrahim Paşa Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. KARAVEZİR MEHMET PAŞA MEDRESESİ (Gülşehir) Nevşehir ili Gülşehir ilçesinde Karavezir Mehmet Paşa, Nevşehir’e 20 km. uzaklıktaki Gülşehir’de yaptırmış olduğu külliyenin bir bölümünü oluşturan medrese caminin tam karşısında bulunmaktadır. Medresenin giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1780 yılında yapıldığı yazılıdır. Osmanlı mimarisindeki açık avlulu medreseler grubundan olan bu yapı avlunun kuzey ve doğusundaki odalarla birlikte L biçiminde bir plan tipi göstermektedir. Medresenin güneyindeki oldukça gösterişli mermer bir kapıdan avluya girilmektedir. Medrese avlusunun etrafı yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış sütunların oluşturduğu bir revakla çevrilidir. Revakların arkasındaki odalar birbirinin eşi olup, içlerinde ocak ve dolap nişleri bulunmaktadır. Hücrelerin üzerleri kubbelerle örtülmüştür. Yalnız güneydeki en büyük hücre diğerlerinden farklı olup, içerisinde de beş adet niş bulunmaktadır. Günümüzde kütüphane olarak kullanılan medrese Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1960 yılında onarılmıştır. TAŞKIN PAŞA MEDRESESİ (Ürgüp) Nevşehir ili Ürgüp ilçesinin 20 km. güneyindeki Damse Köyün’de bulunan Taşkınpaşa Külliyesi’nin bir bölümünü medrese oluşturmaktadır. Camiye 3 km. uzaklıktaki medresenin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber Taşkın Paşa’nın 1350 tarihli vakfiyesinde ismi geçtiğinden ötürü medresenin 1350 yılından önce yapıldığı sanılmaktadır. Medresenin kapı ve pencere söveleri kesme taştan, duvarları moloz taştan yapılmıştır. Moloz taş duvarlar üzerine, bugün dökülmüş olmalarına karşılık kesme taş kaplandığı anlaşılmaktadır. Medrese 22.60x23.85 m. ölçüsünde kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Medresenin üst örtüsü tamamen yıkılmış olmasına rağmen girişin solundaki merdivenlerden iki katlı olduğu anlaşılmaktadır. Medresenin batı yönündeki portali zengin bir taş işçiliği göstermektedir. Medrese Karamanoğulları döneminde yapılmış olmasına rağmen portal tamamen Selçuklu üslubunda yapılmıştır. Geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiş olan portalin üzerinde kitabe yeri boş durmaktadır. Bu kapıdan uzun bir hole girilmekte, çevresinde de birbirlerinden farklı boyutlarda odalar bulunmaktadır. Medresenin güneybatısındaki girişin yanında iki kapı bir mescide açılmaktadır. Bu mescidin taş mihrabı palmet ve Rumilerden meydana gelen bir bezeme ile süslenmiştir. Üçgen şekildeki mihrap nişi mukarnaslıdır ve iki yanında palmet ve Rumilerden oluşan bir bezeme görülmektedir. Günümüzde medrese harap bir durumdadır.
-
Nevşehir Kaplıca ve İçmeleri Nevşehir Erciyes Dağı ve Hasan Dağı gibi iki büyük volkanik dağ kütlesinin arasında yer almıştır. Bu yüzden de yörede sıcak su kaynakları çok fazla bulunmaktadır. Arazideki volkanik faaliyetler, kırılma hareketleri ve fay oluşumları da kaplıca ve içmelerin sayıca artmasına neden olmuştur. BAYRAMHACILI KAPLICASI (Avanos) Nevşehir ili Avanos ilçesinde, Kızılırmak’ın bir yay çizdiği yörede bulunan Bayramhacılı Kaplıcası’nda fay etkinlikleri görülmektedir. Kuzey-güney doğrultulu Selçen Deresi vadisinde oldukça belirgin kayma yüzeyleri bulunmaktadır. Buradaki kaplıcanın suları da faylarla ilgilidir. Ayrıca bazalt lav akıntıları da oldukça belirgindir. Bayramhacılı Köyü’nün 1,5 km. güneydoğusunda bulunan kaplıcanın sıcak suyu neojen volkanik fasiyesli andezitler arasından çıkmaktadır. Kaplıcanın asıl kaynaklarının dışında kalkertüf ve travertenlerin içinde çok sayıda sıcak ve soğuk su sızıntıları bulunmaktadır. Buradaki kireçli sular içerisine konulan her şeyi iki, üç gün içerisinde bir kalker kabuğu ile kaplamaktadır. Bu yüzden de havuzlar, borular, kanallar ve su yolları kemik görünümlü bir örtü ile kaplanmıştır. Bayramhacılı Kaplıcasının suları karbondioksit taşıyan klora bikarbonatlı alkali ve toprak alkali sular grubundandır. Sıcaklığı 41 C, CO2 gazlı ve tuzludur. Akımı saniyede 3 lt., radyoaktivitesi 11.4 eman, kalevi karbonatlı halojenlerce zengin, arsenik tuz da içermektedir. Bu kaplıcanın suları romatizma ve deri hastalıklarına iyi gelmektedir. Ayrıca banyo ve içme kürleri için de elverişlidir. Kaplıcanın çevresinde turistik tesisler bulunmaktadır. KOZAKLI KAPLICALARI (Kozaklı) Nevşehir Kozaklı ilçesinin güneyindeki dere yatağı boyunca çok sayıda sıcak su kaynağı bulunmaktadır. Bu suların debileri 30 lt/sn'ye ulaşmakta olup, bu suların bir bölümü dereye, bir bölümü ise, bir süre açıkta aktıktan sonra yeniden yeraltına çekilmektedir. Kozaklı kaplıcaları, Batı Alman kaplıcaları Birliği sınıflamasına göre sodyumlu, kalsiyumlu, klorlu olup A ve C grubu şifalı sular grubuna girmektedir. Kozaklı kaplıcalarından iltihabı olmayan romatizmal hastalıkların, kireçlenmelerin, cilt hastalıklarının, kronik iltihaplı kadın hastalıklarının, damar sertliklerinin, mantar hastalıklarının ağrılı hastalıklar ve iç salgı bezleri rahatsızlıklarının tedavisinde yararlanılmaktadır. GÜMÜŞKENT (Salanda)KAPLICASI (Gülşehir) Nevşehir ili Gülşehir ilçesi Gümüşkent bucağının kuzeyinde bulunan Gümüşkent Kaplıcası aynı zamanda da içme niteliğindedir. Kaplıcanın suyu bir havuz içerisinden kaynamakta ve ikinci bir havuzda toplanmaktadır. Saniyede 1 lt. kaynayan kaplıcanın suyu deri hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Gümüşkent içmesinin suyu toprak alkali bikarbonatlı ve bol karbondioksit içermektedir. Karaciğer, safra kesesi ve metabolizma rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. ÜZENGİ İÇMESİ(Ürgüp) Nevşehir, Ürgüp ilçesinin 3 km. güneyinde, Ortahisar Kasabası yakınından başlayan Damsa Çayı Vadisine açılan küçük vadinin kaya tabanından ve yamaçlarından kaynamaktadır. Bu içmeye aynı zamanda Üzengi Suları ismi de verilmiştir. İçmenin bulunduğu vadi aynı zamanda bir fay aynası olduğundan kükürtlü ve hidrojen kokulu bu suların toplam debileri 2 lt/sn’yi geçmemektedir. Suyun karbondioksit fazlalığı içimini kolaylaştırmaktadır. Bu içmenin suları karaciğer, safra kesesi hastalıklarına iyi gelmektedir. İçmenin çevresi ağaçlık olup, aynı zamanda mesire yeri olarak da kullanılmaktadır. ÇÖKEK İÇMESİ (Ürgüp) Nevşehir ili Ürgüp ilçesinde, Damsa Çayı vadisinin doğu yamaçlarındaki travertenler arasında bulunan bu içmenin suları 15 derecede kaynamaktadır. Sular demir bileşimli tortular bırakmaktadır. Suyun debisi dakikada 1 lt.dir. Karbondioksit bakımından zengin olup, lt.de 15 gr. tuz içermektedir. İkinci derecede sodyum içermektedir. Bu içmenin suyu, reaksiyonu hafif asitli olduğundan sindirim düzenleyici, hemoroid, parazit düşürücü, deri hastalıklarının tedavisine iyi gelmektedir. ÇORAK İÇMESİ (Avanos) Nevşehir-Avanos karayolu üzerinde bulunan bu içme kırık faylardan kaynaklanmaktadır. Suyun debisi çok az olup, 0.5 lt/sn.dir. Suyun tuz oranı çok fazla olup, toprak, alkalik, tuzlu, bikarbonatlı sular grubuna girmektedir. Bu sular, içme olarak değerlendirildiğinde sindirimi kolaylaştırıcı, salgıyı artırıcı etki yapmaktadır. KARAKAYA İÇMESİ(Avanos) Nevşehir-Avanos karayolu üzerinde, il merkezine 13 km. uzaklıktadır. İçmenin suları sodyum bikarbonatlı ve alkali içermekte olup, mide ve bağırsak rahatsızlıklarında yararlı olmaktadır. ÜRGÜP İÇME VE KAPLICASI (Ürgüp) Nevşehir ili, Ürgüp ilçe merkezinin 5 km doğusunda bulunan kaynak suyunun sıcaklığı 140 ºC'dir. Tuzlu, kokusuz, gazsız sular grubundadır. Deri hastalıklarında su banyosunda ve kaynağın az ilerisindeki kükürtlü çamurdan yarar sağlanır. BAHÇELİ İÇMESİ (Ürgüp) Nevşehir, Ürgüp ilçesi Bahçeli Köyü’nün kuzeybatısında bulunan kaynak suyunun sıcaklığı 18 ºC’dir. İçmenin suyu fazla gazlı, kokusuz, bikarbonatlı safra içermektedir. Hazmı kolaylaştıran ve böbrekleri temizleyen bu su aynı zamanda safra suyu olarak da kullanılmaktadır.
-
EL SANATLARI Kapadokya'nın tarihi ve doğal zenginliği çağlar boyunca bölge insanı tarafından doğal malzemelerle yoğrulup bütünleşmiş ve sanata dönüşmüştür. Kapadokya halkının geçim kaynağı olan uğraşlarda, bu doğal ve kültürel varlığın mirası önemli yer tutmaktadır. Kültürel mirası canlı tutmasının yanında ekonomik bir getirişi de olan el sanatları çömlekçilik, halı (kilim) dokumacılığı, el yapımı bebek üretimi ve oniks taş işlemeciliğidir. Çömlekçilik Çömlekçiliğin Kapadokya'daki geçmişi, Hititler'e kadar uzanmaktadır. Anadolu'da çömlek yapımı Neolitik devirde (İ.Ö. 7000'li yıllar) Çatalhöyük'te başlamış, İ.Ö. 2000'lerde Mezopotamya'dan ticaret için gelen Asurlular Hititler'e çömlek yapımını öğretmişlerdir. Bu el sanatı bölgede yaşayan medeniyetler tarafından bugünlere kadar sürdürülmüştür. Kapadokya'nın toprak kaplarıyla (çömlek) ünlü yöresi Avanos'tur. Volkanik bir arazi üzerine kurulu olan ilçe, bir yandan Kızılırmak'm getirdiği nitelikli çamur, öte yandan yakın çevredeki elverişli kil yatakları dolayısıyla yoğun bir seramik üretimi için uygundur. Çeşitli işlemlerden geçilerek üstün nitelikli bir seramik hamuru haline getirilen yağlı kırmızı toprak basit görünüşlü atölyelerde şekil kazanır. Yerli halkın "işlik" veya "çanakhane" adını verdiği atölyeler, güneş almayan gösterişsiz mekânlardır. Zemini toprak olan bu atölyelerde bir ila dört arasında tezgah bulunur. Kapıya yakın, ışık alan bir duvar kenarına kurulan tezgâha bölgede "çıkrık" adı verilir. Çamur teknelerinde suyla karıştırılarak bekletilen çamur bir süre sonra kıvamını bulur, elde edildiği yatağın türüne göre silisli, gevşek, yumuşak veya yağlı, sert ya da milli özellikler gösteren çamur türlerine göre üretilecek kap türü de seçilir. Malzemenin zenginliği, çömlek ustasına farklı büyüklükte seramikler hazırlama imkânı tanır. Ayakla çevrilerek hareket verilen çark üzerindeki çamur topağı dönmeye başladığında, birkaç dakika içinde incelip yükselmeye başlayan kütle sonunda inanılmaz bir şekil kazanır. Çarkta çekilen formlar ustaca yerinden kaldırılıp "yanalak" adı verilen havadar bir tezgâh üzerinde kurumaya bırakılır. Bu sırada boyama ve cila işlemleri gören kaplar yeterince kuruduktan sonra fırınlara istiflenir. 600-700 °C civarında bir ısıda pişirilen kaplar sertleşerek istenen özelliğe kavuşturulur. Formlar ve boyutlar ihtiyaca ve çamur türüne göre şekillenir. Geleneksel üretim, boyları 20 cm'den 1.5 m'ye kadar değişen, çömlek, küp, testi ve güveçlerden oluşan işlevsel gereçler üretimidir. Son yıllarda Hitit ve Frig seramikleri başta olmak üzere, Anadolu'nun en eski formlarını tekrarlayan hediyelik eşya üretimi başlamıştır. Günümüzde Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde, hatta Avrupa'nın büyük kentlerinde dekoratif aksesuarlar satan mağazaların vitrinlerini süsleyen Avanos yapımı testiler, antik çanak, çömlek reprodüksiyonları bölgenin en önemli gelir kaynaklarından biri haline gelmiştir. Halı-Kilim Dokumacılığı Kapadokya'da Bizans döneminden bu yana sürdürülen dokumacılık, bir ara eski yaygınlığını yitirmiş ancak yörede turizmin gelişmesiyle yeniden canlanmıştır. Halı dokumacılığı en çok Ürgüp ve Avanos'ta, kilim dokumacılığı ise Kozaklı ve Gülşehir'de yaygındır. Avanos'ta çubuk desenli, parçalı kilim dokumacılığı da yapılmaktadır. Dokuma ürünlerin, yer halısı ve kilim, sedir ve divan örtüsü, yastık halısı, seccade olmak üzere çeşitleri mevcuttur. Yörede kök boyası kullanılarak dokunan eski halılarda çoğunlukla Selçuklu motifleri hakimdir. Ama bugünkü motiflerde çevre yörelerin etkisi görülmektedir. Başka bir dokuma türü de "culfa" adı verilen kaba kumaş dokumasıdır. Culfa tezgahlarında dokunan bu kumaşlar şalvar yapımında ve bele sarılan şal kuşaklar için kullanılır. Çoğunluğu Ürgüp ve Göreme'de bulunduğu tesbit edilen bu tezgahlarda bugün üretim yapılmamaktadır. Kapadokya'da çok sayıda bulunan halı satış mağazalarında sadece yöreye ait olan halı ve kilim örnekleri sergilenmemekte, Türkiye'nin hemen her bölgesine ait halı ve kilim türleri bulunmaktadır. El Yapımı Bebekler El yapımı ünlü Kapadokya bebeklerinin yapım merkezi, Ürgüp'e 50 km. uzaklıktaki Soğanlı Köyü'dür. Çok değil, bundan birkaç yıl öncesine kadar fakir bir köy olan Soğanlı, bu bebeklerin yapımı sayesinde gelişerek müreffeh bir köy olma niteliği kazanmıştır. Oniks-Taş İşlemeciliği Kapadokya'nın günlük yaşamı üzerinde eskiden beri taşların büyük etkisi olmuştur. Taşın konut, ibadethane, mimari dışında kullanıldığı bir başka alan da süs eşyası üretimidir. Özellikle Hacıbektaş çevresinde yoğun olan oniks taşı, sarı, pembe, kırmızı, beyaz renklerdedir. Damarlı taş adı verilen birden fazla rengi içeren çeşitleri de bulunmaktadır. Üzerine çeşitli motifler işlenen ve biçimlendirilen oniks taşı kişisel süs eşyası ve ev aksesuarı yapımında kullanılır. Geçmişte, özellikle Hacıbektaş dergâhına bağlı kişiler arasında Teslime Taşı olarak bilinen kolyelerin yapımında kullanılmıştır. Örgü Sanatı : Mil İşi Örgüler : Bu teknikle yörede yünden çoraplar üretilmektedir.Çorap örülürken beş mil kullanılmaktadır.İpler beyaz renk olabildiği gibi değişik renk kombinezonlarından da oluşabilmektedir.Cinslere göre çorapta renkler değişebilmektedir.Erkek çorapları sadece beyaz renkte olmaktadır.Kadın çorapları ise beyaz ve renkli iki türde yapılabilmektedir.Çorap motiflerinde çevresel olayların yansıması gözlenmektedir.Çokça kullanılan motiflerden bazılarının adlarını belirtmek gerekirse; sığır sidiği, sırçan dişi, bıtrak, baklava dilimi gibi motifler zikredilebilir. Oyalar : Yörede söz konusu alandaki ürünler meydana getirilirken üç ana teknik uygulanmaktadır.Bunlar : 1-Tığ işi oyalar 2-İğne oyaları 3-Mekik oyaları’dır. Üç teknikle meydana getirilen oyalar kadın başı süsleme öğesi olarak kullanılmaktadır.Yörede oyaların yaygınlık alanı geniştir.Kızların çeyizinde önemli bir yer tutar.Gelin olacak bir kız ortalama 50-60 oyalı yemeni hazırlayarak yeni yuvasına götürür.Yemeniler kendisine özgü bir sandıkta muhafaza edilir.
-
Halk Oyunları Nevşehir ve çevresinde geleneksel tarz içerisinde oluşan halk oyunları, Türkiye coğrafyası üzerinde “Halay Yöresi” olarak adlandırılan gurup içerisinde yer almaktır. Oyunlar daha çok düğün ve eğlence ortamlarında çıkartılmaktadır.Mekan olarak erkeklerde geniş meydanlara, kadınlar da ise kapalı ev mekanlarında oynanmaktadır. Erkek ve kadın oyunlarını ayrı ayrı değerlendirilmek gerekirse: Erkek Kadın Erkek Bölgede iki gurup oyun çıkartılmaktadır.Birinci gurup, yerleşik halkın oyunları, ikinci gurup ise 1924 mübadelesi ile gelen Batı Trakya göçmenlerinin getirmiş olduğu oyunlardır.Yöre halkı her iki gruptan oyunları ayrı ayrı oynamakta birlikte sentezlenmiş halinde icra etmektedirler. Oyunlarda çizgi olarak, yarım daire ve hat formu kullanılmaktadır.Oyunlar gerçek karakterini verebilmesi için en az 8-10 oyuncu tarafından oynanmaya çalışılır.Daha fazla kişinin oyuna iştirak etmesinde de sakınca görülmez. Oyunlar genel karakteristik bakımından, sağa ve ileri işleyen adımlardan oluşmaktadır.Oyunlarda müzik çok önemli bir unsurdur.Tempo müziğe göre ayarlanır.Oyunlara yörede davul-zurna veya zurnanın yerine davulla, klarnet eşlik eder.Erkek oyunlarında kıyafet: Geleneksel yapıda, ayakta yemeni kundura veya iskarpin ayakkabı beyaz yün çorap, üste peyikli koyu renkli şalvar, belde şal kuşak veya kütüklük, üste yakasız kaytan gömlek ve köstekli delme yelek’ ten oluşmaktadır. Yörede halay karakteristiğinde sergilenen oyunların isimleri : 1-Ağırlama 2-Üçayak 3-Şenola 4-Cezayir 5-Düzleme 6-Hoş bilezik 7-Leblebi 8-Temurağa 9-Ayvadibi 10-Reyhan 11-Nari Halaylarda oyuna eşlik eden iki türkünün sözleri : -I- ARZU İLE KAMBER GALE Matarayı suya daldırdım Doldu da diye kaldırdım Dinim imanım Kamber Ben bileziği çaldırdım Sen pınara vardın mı Elini yüzünü yudun mu Sen bileziği buldun mu Ben pınara varmadım Elimi de yüzümü de yumadım Dinim imanım arzu Ben bileziği bulamadım Yel eser kum savrulur Cihan başa çevrilir Dinim imanım kamber Yol nereden ayrılır Yel eser kum savrulur Cihan başa çevrilir Dinim imanım arzu Yol gedikten ayrılır Süt pişirir hoş eder Yiyeni sarhoş eder Yeme kamberim yeme Süt bizi kardeş eder Süt pişirir loş mu olur Yiyenler sarhoş mu olur Ana-Baba bir olmayınca Süt nen kardeş mi olur -II- Galenin başına kuş yuva yapmış Yuvanın üstüne bir gelin yatmış Yerini koymuş da ellere tapmış Ver gelin elmanı ben yareliyim Al elma soyulur mu Güzele doyulur mu Güzel saran yiğidim Kolları yorulurmu A benimde al kınalı kekliğim Şaşdımda yollarını bekledim Bekleyi bekleyi de Çürüdü kemiklerim Aynam düşdü al gelin Yanakların bal gelin İnşallah kocan ölür Sende bana kal gelin Kadın Oyunları kapalı mekanlarda tef eşliğinde oynanmaktadır.Oyuncu sayısı bakımından tek, iki, dört kişi ile oynanmaktadır.Çizgi olarak, oyuncular karşılıklı olarak birbirleri ile temas etmeden dik çizgilerle oyunları icra etmektedir.Bu türden oyunlar haricinde kadınların el ele tutuşmak suretiyle meydana getirdikleri toplulukça halay karakteristiğinde olan oyunları da bulunmaktadır. Kadın oyunlarında kıyafet: ayakta yemeni kundura veya “Işılak Galiga“ denen ayakkabı, motifli yün çorap, üste geniş peyikli “boğma şalvar” belde şal kuşak veya boncuktan örgü kuşak, vücutta yakasız “pamuklu yelek” üstünde “üçetek” adı verilen omuzlardan diz kapağının altına kadar inen uzun giysisi, onun üstünde de “cepken veya salta” denen sırma ip işlemeli kadifeden yapılan üslük kıyafet, baş kısmında ise üç sıra penezli, tepelik fes, onun üstünde de pullu “kıvrak” veya oyalı yemeni bulunmaktadır. Yöreden tespit edilen kadın oyunlarının adları : 1-Kadın halayı 2-Alacalı yılan 3-Sarıkız 4-Bindallı 5-Oğlum kemeraltı 6-Hoşlaşma 7-Seke seke 8-Kaşık oyunu Kadın halayında söylenen bir türkü : ALLILAR Allılar mektebin geceleri Allılar ders verir hocaları Allılar nerde de güzel var ise Allılar hep kötü kocaları Allılar kaleden inek bakar Allılar ineğin alnı sakar Allılar delikanlı dururken Allılar ihtiyara kim bakar Allılar kaleden atladın mı Allılar fidanı topladın mı Allılar oğlan derki yatalım mı Allılar kız der ki patladın mı
-
GELENEK VE GÖRENEKLER EVLENME GELENEKLERİ Kişi hayatında ferdi sorumluluktan, ailevi sorumluluğa geçilen önemli bir rol ve statü değişikliğidir. Evlenebilmek için maddi ve manevi yönden kişiler uzunca bir hazırlık dönemi geçirmek durumundadır. Nevşehir yöresin de, kızlar için evliliğe hazırlık, Annesi tarafından başlatılır.Kendisi ise 12-13 yaşları civarında Annesine iştirak eder.Bu dönem içerisinde geleneğin gerekli kıldığı kadar çeyiz hazırlanır.Erkekler ise toplumun evlenmek için gerekli kıldığı kişisel yeterlilik, sorumluluk ve maddi bakımdan küçük yaştan itibaren evliliğe hazırlanırlar.Evlenme çağına gelen erkekler için kendisinden yaşça küçük olma,asil aileden gelme, huyu ve dini terbiyesi yerinde ve varlıklı aileden olma özelliklerine uyan bir kız tespit olunur.Daha sonra kızın evine erkek, tarafının kadınlarınca “ Görücü “ gidilir.Gelenlerin görücü olduğu anlaşılınca, kız tarafı bu evliliğe sıcak bakıyorsa, gelen misafire yakınlık göstererek ikramda kusur etmemeye çalışılır.Şayet bu evliliğe rıza gösterilmiyorsa kız görücüye çıkartılmaz. Kız İsteme ve Nişan : Erkeke evinden birkaç erkek kızı istemeye giderler.Kız tarafından erkekler ise gelenleri karşılar.Oturulur, sohbet edilir.Sonra gelme amacı açıklanarak, erkeğin babası kızın babasının önünde diz çöker halde “Allah ın Emri, Peygamberin Kavli ile “ diyerek kızını ister.Kızın ailesi düşünmeleri için birkaç gün zaman isterler.Eğer kız tarafının beğendiği bir yerse haber gönderilerek tekrar gelmelerini isterler.Bunun üzerine yine erkek tarafından birkaç erkek kız tarafının evine giderek durumu konuşurlar.Gelenlere sözü sağlama bağlamak için kız tarafından bir çift çorap verilir.Böylece söz kesilmiş olur.Uygun görülen bir günde kız evinde iki tarafın akrabaları toplanır ve nişan töreni yapılır.Nişanda şerbet ikram edilerek yüzük takılır.Bu işlemler neticesinde olay toplum huzurunda resmi bir mahiyet kazanır.Nişandan sonra erkek tarafı sık sık kız evine ziyarete gelir.Ziyaret esnasında gelin kıza hediyeler getirmek adettendir.Bu gelip gitmeler esnasında iki taraf istişarelerde bulunarak düğün gününü belirlerler.Düğünden bir hafta önce “Düzen Bozma “ geleneği tamamlanır.Düzen işi için şehir pazarına gidilerek, erkeke tarafı gelinin, kız tarafı da damadın kılık-kıyafetiyle ilgili ihtiyaçlarını alır.Akşamleyin ise alınan eşyalar konu- komşuya gösterilir. Düğün : “ Bayrak Kaldırma “ töreni ile düğünün olacağı topluma ilan edilir.Geleneksel düğüne Salı günü başlanır.O gün erkek evinde davul, zurna çalınarak eğlenilmeye başlanır.Salı gününün düğün içerisindeki adı “Kız başı Yıkama” günüdür.Salı akşamı kızın bir akrabası tarafından kız başı yıkama işi üstlenilir.Buradaki uygulamalar sadece kadınlara yöneliktir.O evde kadınlar geç vakitlere kadar eğlenilir.Topluluk dağıldıktan sonra gelin kız banyo ettirilerek saçı taranır.Geceyi ise aynı evde geçirir.Çarşamba gününe gelindiğinde, erkek tarafında “Güvey Giydirme” töreni yapılır.O törende damada kız tarafının almış olduğu kıyafetler dualarla giydirilir.O günün akşamında ise, kız tarafından “Kına Gecesi” yapılır. Kına gecesine sadece kadınlar iştirak eder.Bur da önce kadın oyunları çıkartılarak eğlenilir.Arkasından gelin olunacak kıza kınası yakılır.Sonuna doğru toplulukça gelin kız türkülerle ağlatılmaya çalışılır. Kına gecesinde söylenen bazı türkülerin sözleri şu şekildedir: I Kızım kınan kutlu olsun Vardığın yer mutlu olsun Kulağında gümüş küpe Kıza anası kız anası Hani bunun öz anası Atladı geçti eşiği Sofrada kaldı kaşığı Büyük evler yakışığı Ah gelin anam Altın tas içinde kınam Gümüş tarak ile zülfüm taranır Nişanlı kızlar işin aranır Ah gelin anam Gelin geldi kapımıza Altın doldu küpümüze çamaşır var hepimize Ah gelin anam II Keklik gelir seke Kulağında gümüş küpe Ben annemden ayrılmazdım Ayırdılar çeke çeke Al güvercin mor güvercin Ayağında gümüş zencir Gurbet ele giden kızlar Ölmez ama zırıncır Damınızda ot muyum Üstünüzde yükmüyüm Bir kızınızdım çokmuydum Vay benim anam Perşembe günü sabahı kız tarafınca hazırlanmış çeyiz, erkek evinden gelen taşıtlara yüklenerek götürülür.Toplu halde çeyiz götürmeye “Seysana” adı verilir.O gün öğle namazından sonra erkek tarafında oluşan kadın ve erkek topluluğu gelini almaya gelirler.Kız hazırlanmış ise ağıtlar arasında evden çıkarılır.Uzunca bir yol dolaştırıldıktan sonra erkek evine getirilir.Gelin girerken kapı eşiğinde kurban kesilir.Damat veya babası tarafından “Saçı” denilen metal para ve leblebi karıştırılarak, gelinin üstünden saçılır.Gelin eve girdikten sonra kadınlar arasında eğlenceler devam eder.Aynı zamanda komşu ve akrabaların getirmiş oldukları hediyeler geline takılır.Perşembe akşamı gerdek anıdır.Gerdeğe girmeden önce damat abdest alır, yatsı namazına gider.Camii den çıktıktan sonra cemaatle toplu olarak dualarla damat eve getirilerek gerdeğe sokulur.Gerdek başarı ile sonuçlandığında silah atma geleneği vardır. Cuma günü, “Kakül Kesme” günüdür.Öğleye doğru erkek evinde kadınlar toplanarak gelinin kakülünü keserler.Bu tören genç kızlıktan kadınlığa geçişin başlangıcı olarak kabul edilir.Yine bu törende de kadınlar oyunlar çıkartarak eğlenirler.Bu topluluğun dağılmasından sonra düğün törenleri sona ermiş olur. DOĞUM GELENEKLERİ Doğum Gelenekleri Geçmişten günümüze değin toplumların varoluşunu esasını teşkil eden insan olgusunun varedilmesine, bunun yanında varolmasının sınırlanması ve gelecek yaşam için başlangıç ve hazırlık dönemi olması niteliğini taşıyın komple bir oluşum olan doğum olayı etrafında gelişen geleneksel uygulamalarla ilgili, Nevşehir ve çevresindeki tespitlerden bazıları aşağıda verilmeye çalışılmıştır. Doğum Öncesi Yargılar : Toplumda cinsiyet ayrımı yapılmamasına karşın ailenin bekçisi olarak bakılan yanı Anne ve Babanın yaşlandıklarında sosyal güvenceleri olması gibi bir fonksiyon dan dolayı erkek evlat tercih edilmektedir. -Çocuğu olmayan kadına yörede “Kısır” denmektedir. Hamile kadına ise “Üzeri yüklü ve Gebe “ kadın denmektedir. -Gebe kadının hayırlı bir evlat doğurabilmesi için bazı durumlardan kaçınması gerektiğine inanılmaktadır. -Ebeveyinlerdeki özelliklerin aynısının çocukta da tekerrür edeceğine inanılır. Doğum Sonrasında ise : -Çocuğun anneden ilişiğinin kesilmesinden sonra, leğende yıkanır. -Gelecekte çocuğun ağzının kokmaması ve pişkin olması için tuzlanır. -Sonra çocuğun kundaklama işlemine geçilir. -Kundaklanan çocuğu sarılıktan korumak için yüzüne sarı yemeni örtülür.Anne yatağına konur. -Anne çocuğu kucağına alarak, ikisi üzerine çarşaf örtülür ve üzerlerinden kalburdan az su dökülerek ilk “Kırklama” işlemi yapılır. -Anneye süt olması için tatlı şeyler yedirilir. -Doğum olan eve Anne ayağa kalkana kadar komşular tarafından yemek getirilir. -Çocuğun ad koyma işlemi, Dedesi tarafından kulağına Ezan okunarak yerine getirilir. SÜNNET Dini bir hükmün yerine getirilmesi amacıyla erkek çocukların cinsel organındaki sünnet derisinin kesilmesi işlemidir.Toplumca erkekliğe atılan ilk adım olarak görülen sünnet etrafında oluşan gelenekler bakımından, dini ve milli hüviyette bir sentez oluşmuştur.Dini bakımdan normal sünnetin yanında “Peygamber Sünneti “ diye bilinen ikinci bir kavramda vardır.Bu türden sünnet, erkeğin cinsel organında sünnet derisi olmayanlar için geçerlidir.Doğuştan sünnetli olduğuna inanılan çocuklar için kesme işlemi uygulanmaz.Sadece dua edilerek konu komşuya yemek veriler.Normal sünnet işlemi için, sünnetçi köçek, çalgı grubundan oluşan bir ekip getirilir.Bunun yanında davetlilerde sünnette iştirak ederler.Bir gün boyunca çalgı grubu ve köçek davetlileri eğlendiririler.Aynı zamanda o gün misafirlere de yemek verilir.Sünnet olacak çocuğun odası hazır edildikten sonra, sünnet ustası kesme işlemini tamamlar.Ondan sonra da hatim duası yapılar. Hocalar odayı terk ettikten sonra çocuk ziyaret edilir.Ziyaret esnasında bahşiş takmak adettendir.
-
HALK EDEBİYATI EFSANE: İnsanoğlu kendi içinde yaşadığı ortamla ilgili doğal, dinsel ve tarihsel olaylara sebep-sonuç ilişkisi içerisinde cevap arar. Neticesinde varyantlar halinde gelişen toplumsal düşünce kalıpları oluşarak zaman içerisinde topluma mâl olur. Sözü edilen düşünce kalıpları “Efsane” olarak adlandırılır. Nevşehir’de, efsane türünde çok sayıda ürün bulunmaktadır. Yeni gelişen oluşumlar içinde dahi efsane mantığı devam ederek, bu türde yeni, yeni ürünler halk tarafından anlatılmak suretiyle yaşatılmaktadır. Efsane Türüne İki Örnek: Talihsiz Belha Belha Avanos’un Özkonak beldesine 10Km uzaklıkta küçük bir derenin suladığı mevkîdir. Bu derenin bulunduğu yer ile ilgili Belha efsanesi şöyledir:Şimdi urumşa diye anılan bu bölgeye asırlar önce bir kabile gelmiştir.Reisleri zekî ve iyi bir idareci idi. Reisin çok güzel fakat talihsiz bir kızı varmış. Bu talihsiz kızın tek tesellisi tabiat idi. Ayazman’ın serin sularında yıkanır ve kendi kendine şarkılar söylermiş. İşte bu kızın adı Belha imiş. Yine bir gün, banyodan çıkmış ve elbisesini giymişti ki yanında bir erkeğin belirdiğini gördü. Erkek: “Ziyaret Dağı’nın ardından geliyorum, oranın reisiyim. Günlerdir seni yıkanırken seyrediyorum,sana gönül verdim.” der. Belha önce kaçmak istese de zamanla birbirlerini severler.Güzel Belha’nın hayranları ise günden güne çoğaldığı için zekî baba kurnazca bir karar verir. Kızını alamayanların ilerde kendisine düşman olmamaları için; yok olmaları gerekmektedir. Sarayın önünde yapılacak cirit oyununda rakipler çarpışacak ve sağ kalabilen Belha’yı alacaktır. Mücadele sonunda, Ziyaret Dağı’nın reisi ile Aliyli Beyi karşı karşıya kalmıştır. Kız Ziyaret Dağı’nın reisine aşıktır. Ya karşısına Aliyli Beyi çıkarsa ne yapacaktır?... Son anda Aliyli Beyinin okunun sevgilisine saplandığını gören kız, büyük bir çığlık atarak kendini taraçadan okun üzerine atar. Ve oda aynı okun kurbanı olur.Bu duruma çok üzülen Belha’nın babası; “Onları sarayımın önündeki bahçeye beraber gömün” der. İki sevgiliyi ölüm bile ayıramamıştır. Amaz Köyünün Göçü Amaz, Ürgüp’ün iki köyü olan Yeşilöz ve Taşkınpaşa köyleri sınırında bulunan bir mevkiinin adıdır. Burada kayadan oyma harabeler bulunmaktadır. Burada önceden yaşamış insanlarla ilgili efsane şu şekilde anlatılmaktadır.Geçmiş dönemde o mevkiide, Amaz köylüleri yaşarmış. Bunlar oldukça fakir bir hayat sürerlermiş. O zamanlar komşu köy olan Damsa (Taşkınpaşa) Köyü zengin köyü imiş. Birde beyleri varmış. Bu bey Damsa’ya sürekli büyük binalar yaptırırmış. Yalnız bunların inşaatında, Amaz köylülerini zorla çalıştırır haklarını vermezmiş. Bu köylüler Damsadaki inşaatlarda çalışmaktan kendi işlerine bakamaz olmuşlar ve daha da fakirleşmişler. Kendilerine yapılan bu denli haksızlığa daha fazla tahammül edemeyen Amaz köylüleri oradan göç etmeye karar vermişler. Akşamdan göç hazırlıklarına başlarlar. Sabah yola çıkarken de canlı bir tavuğun tüylerini yolarak bir kalburun altına koyarlar. Damsalılara “Sizde Bizi Bu Tavuk Gibi Yoldunuz” demek isterler. Sabah Amaz köylülerini işe götürmek için gelen Damsa Beyi, kalburun altındaki yolunmuş tavuğu görünce yaptığı işin yanlış olduğunu anlar ama iş işten geçmiştir. Oradan göç eden insanlar Şam’a kadar giderler orada Amaz isminde bir mahalle kurarlar. MASALLAR: İnandırmak kaygısı taşımadan, dinleyeni eğlendirmek maksadıyla anlatılan abartılı konu ve kavramlardan oluşan hayal mahsulü ürünlere masal diyoruz. Özellikle büyüklerin, çocukları oyalamak ve eğlendirmek maksadı etrafında masal türünde anlatılar gelişmektedir. Nevşehir yöresinde masal, çocuk yetişmesinde en önemli görevleri üstlenen kadınlar arasında çokça anlatılmaktadır. Mahalle gezmeleri ve kürsü başı sohbetleri anlatılanların yaygınlaşması için uygun ortamlar olarak gözükmektedir. Örnek Bir Masal: Pir Ahmet Bir varmış bir yokmuş. Bir padişahın 7 oğlu varmış. Bu padişahın oğulları babasına: “Baba bizi bir ananın 7 kızıyla evlendir.” Demişler. Padişah sabahleyin kalkmış, çevresini dolaşmış ama bir anadan 7 tane kız bulamamış. Oğulları: “Baba bizim altımıza birer at ver; biz bir anadan 7 tne kız buluruz” demişler. Padişah oğullarının altına bir5er at vermiş, onlarda yola koyulmuşlar. Giderken bir dağa varmışlar. İçlerinde “Pir Ahmet” diye bir kardeşleri varmış. O kardeşlerinin yemeğini yaparmış. Bir gün ateşi bitmiş. Karşıda yanan bir ateş görmüş koşa koşa ateşin yanına gitmiş. Ateşin başında iki insan varmış. “Ban bir ateş verin” demiş. Onlarda ateşin yarısını vermiş. Pir Ahmet’e yarın gel de seninle konuşalım demişler. Yarın gelmiş, oda gitmiş.”Biz 7 tane kardeşiz” demiş. Şu dağın arkasındaki köyde bir anadan 7 tane kız varmış biz onlarla evleneceğiz” demiş. Yarım saat sonra buraya devler gelirler demişler. Pir Ahmet yarım saat sonra oraya gitmiş. Devlerle savaşıp onları öldürmüş. Oradan gitmişler dağın arkasında bulunan köydeki bir ananın 7 tane kızıyla evlenmişler. Ama yarıntesi gün tek başlı dev gelmiş; Pir Ahmet o devi de öldürmüş. Sonra iki başlı dev gelmiş onu da öldürmüş. Yarıntesi gün 7 başlı dev gelmiş onunla dövüşürken, kardeşleri yanında olmadığı için yalnız kalırmış. Bir de baksa ki 7 başlı dev kardeşlerini altına almış. Pir Ahmet’e “senide yiyeceğim ama denizin ortasında bir şehir var, orada dünya güzeli bir kız var onu bana getirirsen seni bağışlarım” demiş. Pir Ahmet gide, gide o şehre varmış. Toplumun bulunduğu bir yere varmış orada da içecek bir şeyler satılırmış. Bu da akşama kadar orada kalmış. Çokça çay içmiş, içtiği bu çayların karşılığında bolca sarı lira vermiş. Kahveci: “Benim mekanımın senede geliri, ancak bir sarı liradır. Bu kadar büyük bir para bende bulunmaz, ben bu beş sarı lirayı nasıl bozayım demiş. Pir Ahmet’te:” Ben bu sarı lirayı hayrım için veriyorum” demiş. Tekrar kahveciye dönerek “Kahven eskimiş yeniden yapalım” demiş. Ve yeni bir kahve yapmış, böylece kahveciyle dost olmuş. Pir Ahmet “Bu köyde dünya güzeli bir kız varmış, onu bana getir” demiş. Kahveci gitmiş kızla görüşmüş. Kız demiş ki: “ Kendine bir sandık yapsın sandığın içine girsin denize atsın ben onu çıkarırım” demiş. Pir Ahmet de sandığı yapmış içine girerek kendini denize atmış. Kız sandığı çıkarmış Pir Ahmet de sandıktan çıkmış kızı babasından istemiş. Kızın babası da: “Dört tane isteğim var” demiş. “ Biri şu kahveyi şu kavağın tepesine buharlaştırarak çıkaracaksın. Biri de kırk kazan su içeceksin. Biri de arpa, çavdar, buğday üçünü karıştırıp tekrar ayıracaksın. Biride tüm bu yaptıklarını bir mendile çıkılayıp denize atacaksın” demiş. Pir Ahmet bu denilenlerin hepsini yapmış ve babası kızını vermiş, Pir Ahmet’te kızı almış götürmüş. Kız Pir Ahmet’e dönerek demiş ki “Sen dev misin yoksa devemi götürüyorsun” demiş. Önceki yere varmışlar, Pir Ahmet’e deve “ Bu kızın yanına 7 gün sonra geleceksin” demiş. Bir gün kız deve sormuş: “Senin canın neydendir” demiş. Dev de şu havuzda iki tane ördek yüzer onu vurunca içinden bir şişe çıkar; Şişeyi kırınca bir serçe çıkar, serçeyi kesince de içinden bir kurt çıkar, o kurdu da koparınca ben ölürüm” demiş. Pir Ahmet ördeği öldürmüş; şişe çıkmış şişeyi kırmış,serçe çıkmış, serçeyi öldürmüş kurt çıkmış, kurdu koparmış devde ölmüş. Pir Ahmet huzura ermiş. ATASÖZLERİ Nevşehir de halk arasında yaşatılan bazı Atasözleri şunlardır. -Al zengin kızını döndersin anasını evine; al fakirin kızını döndersin anası evine. -İyi kocan var gir oyna çık oyna; kötü kocan var gir ağla çık ağla. -Tuzsuz koyun tuzlu koyunu yalaya yalaya bitirirmiş. -Bitli baklanın kör alıcısı olur. -Çavuşüzümü ama terbiyesi kıt. -Ayağını yorganına göre uzat. -Misafir umduğunu deyil bulduğunu yer. -Minareyi çalan kılıfını hazırlar. -İtle çuvala gidilmez. -İtle dalaşmaktan çalıyı dolanmak yeğdir. -Dost acı söyler. -Kapıda yetişen tosunun değeri olmaz -Yattığı ahır sekisi çağırdığı İstanbul türküsü. -Ağırı nel yel alır, nede sel. -İte pastırma bekletilmez. -Acele ile menzil alınmaz. -Acıkan doymam, susayan kanmam sanırmış. -Açık ağız aç kalmaz. -Aş buldun düş,iş buldun sıvaş. -Yuvarlanan taş yosun tutmaz. -Fukaranın şaşkını beyaz giyer kış günü. -İki kaynar bir coşar, Güzelin aşı tez bişer. -Akıllı işini görür deli başını bekler. -Tavuk deşindiğinden deli düşündüğünden belli olur. -İstenmeden yenen aş, ya karın ağrıtır, ya baş. -Kalabalıktan dilini, sofradan elini kısa tut. -Büyük lokma yede büyük söz söyleme. -Aç bırakma hırsız edersin; çok söyleme yüzsüz edersin. -Kan toprağa akar. DEYİMLER -Horanta horağ eymek : Aileyi disipline etmek. -Aşşığı kurşunlamak: Şansı yaver gitmek. -İt izini kurt izine karıştırmak: İşin içinden çıkılmaz hal alması. -Ayağı ağır olmak: Elinden iş çıkmamak. -Alımını almak:Zor duruma düşmek, dersini almak. -Asker bavulu gibi süzülmek: Derin düşüncelere dalmak. -Ekmeğini taştan çıkarmak:Gayretli olmak. -Sırrım sırım sırınmak: İnceden inceye hazırlanmak, yerine getirmek. -Kulakasma: Boşverme, önemsememe. -Şakkabak: Anlından saçları dökülmüş kimse. -Ödü sıtmak : Çok korkmak. -Sap yiyip saman sıçmak: Çelişkili tutarsız konuşmak
-
COĞRAFİ YAPISI Nevşehir, İç Anadolu Bölgesinde 38 19′ ve 39 24′ enlemleri ile 34 15′ ve 35 15′ Doğu boylamları arasında bulunmaktadır. Konya Kapalı Havzasındaki Derinkuyu ilçesi dışında, ilin tamamı Orta Kızılırmak Havzasında yer almaktadır. Konum itibariyle Türkiye’nin tam ortasında bulunan Nevşehir, 5467 km² yüzölçümüyle ülke topraklarının binde 7’sini kaplamaktadır. Nevşehir, Erciyes (3916 m) ile Hasan dağı (3258 m) arasındaki volkanik bölge içinde yer almaktadır. Kızılırmak’ın İç Anadolu Bölgesinde yaptığı büyük büklümün güney ve kuzeyini içerisine alan, büyük küçük birçok eski yanardağın lavlarının birikmesi ile meydana gelmiş,oldukça geniş bir plato dikkati çekmektedir. Bu plato, Kızılırmak’ın etkisi ile doğu-batı istikametlerinde derinliğine oyulmuş, ayrıca Kızılırmak’a dökülen irili ufaklı küçük derelerin Kuzey-Güney istikametinde oyarak meydana getirdiği vadi ile ikiye ayrılmıştır. Kızılırmak vadisinin güney yamacına kurulmuş olan il merkezinin rakımı 1150 metredir. İl alanı, doğudan Kayseri’nin Yeşilhisar, İncesu ve Merkez, Kuzeydoğudan Yozgat’ın Boğazlıyan ve Şefaatli, Güney, GüneyBatı ve batıdan Niğde, Aksaray Merkez ve Ortaköy ilçesi ile çevrilidir.Yüzey şekilleri bakımından ilin doğusunda Hadul Dağı ve uzantıları, kuzeyinde Delice ırmak vadisi, güney, güneybatısında Erdaş Dağı ve uzantıları bulunmaktadır. Kullanım açısından %97 si tarıma elverişli olan il topraklarının yeryüzü şekillerine göre dağılımına bakıldığında, platoların ağırlıkta olduğu (%57) görülmektedir. Bunu ovalar (%25) ve dağlar (%19) izlemektedir. JEOLOJİK YAPI Kapadokya bölgesindeki Erciyes, Hasandağı, Melendiz ve Güllüdağ jeolojik devirlerde aktif birer volkan durumundaydı.Volkanların püskürmeleri, Üst Miyosen’de (10 milyon yıl önce) başlayıp Holosen’e (günümüze) kadar sürmüştür. Neojen gölleri altındaki yanardağlardan çıkan lavlar, platoda göller ve akarsular üzerinde 100-150 metre kalınlığında, farklı sertlikte bir tüf tabakakası meydana getirmiştir. Bu tabakanın yapısında tüfün dışında tüffit, ignimbrit tüf, lahar, volkan külü, kil, kumtaşı, marn, aglomera ve bazalt gibi jeolojik kayaçlar da bulunmaktadır. Ana kayalardan püsküren maddelerle şekillenen plato, şiddeti daha küçük volkanların püskürmeleriyle sürekli değişime uğramıştır. Üst polisen’den başlayarak, başta Kızılırmak olmak üzere akarsu ve göllerin bu tüf tabakasını aşmaları nedeniyle bölge bugünkü halini almıştır. Nevşehir ili alanında hakim olan jeolojik yapı neojendir. Bunun dışında Kızılırmak’ın güney bölgesinin jeolojik yapısını bazalt ve mezozoik tabakalar, ırmağın kuzey bölgesini oligomiyosen, eosenflis, metamorfik seri ve granit tabakalar oluşturur. “Peribacası” diye adlandırılan oluşumlar,vadi yamaçlarından inen sel sularının ve rüzgarın, tüflerden oluşan yapıyı aşındırmasıyla ortaya çıkmıştır. Sel sularının dik yamaçlarda kendine yol bulması, sert kayaların çatlamasına ve kopmasına neden olmuştur. Alt kısımlarda bulunan ve daha kolay aşınan malzemenin derin bir şekilde oyulmasıyla yamaç gerilemiş, böylece üst kısımlarda bulunan şapka sayesinde aşınmadan korunan kronik biçimli gövdeler ortaya çıkmıştır. Daha çok Ürgüp civarında bulunan şapkalı peribacaları, konik gövdelidir ve tepe bölümlerinde bir kaya bloku yer almaktadır.Gövde tüf, tüffit ve volkan külünden ibaret bir kayaçtan, şapka kısmı ise lahar ve ignimbrit gibi sert kayaçlardan oluşmaktadır. Yani şapka, gövdeye oranla daha dayanıklı bir kaya türüdür. Bu, peribacasının oluşumunun ilk şartıdır. Şapkadaki kayanın direncine bağlı olarak peribacaları uzun veya kısa ömürlü olabilmektedir. Kapadokya’da erozyonun meydana getirdiği diğer peribacası tipleri ise, konili, mantar biçimli, sütunlu ve sivri peribacalarıdır. Peribacaları en yoğun biçimde Ürgüp-Uçhisar-Avanos üçgeni arasında kalan vadilerde ve Ürgüp-Şahinefendi arasındaki bölgede görülmüktedir. Peribacalarının dışında, vadi yamaçlarında yağmur sularının oluşturduğu ilginç kıvrımlar bölgeye ayrı bir özellikler katmaktadır. Bazı yamaçlarda görülen renk çeşitliliği,l av tabakalarının ısı farkından kaynaklanmaktadır. Bu oluşumlar, Uçhisar, Çavuşin-Güllüdere, Göreme, Meskendir, Ortahisar Kızılçukur ve Pancarlıkta görülmektedir. Deprem durumu açısından Nevşehir 3.derecede tehlikeli deprem bölgesinde bulunmaktadır. Kırşehir ve Kayseri gibi bölgesel deprem sahalarının tesirinde kalabilir. DAĞLAR Nevşehir’de dağların oluşumu III. Jeolojik zamana rastlar. Alp kıvrımlaşması sırasında Kuzey Anadolu ve Güney Anadolu dağları şekillenirken ortaya çıkan sıkışmalara Orta Anadolu’da yükselme ve çökmeler meydana gelmiştir. Çöken kesimde yer alan Nevşehir toprakları, III. Jeolojik zamanda göl suları altında kalmıştır. Daha sonra yörede yoğun volkanik ve tektonik hareketler olmuş, il alanının önemli bir bölümü lav ve tüflerle kaplanırken diğer yandan yeni kırılmalar ve püskürtmelerle dağlar şekillenmiştir. İldeki başlıca dağlar aşağıda sıralanmıştır. Erdaş Dağı : 1982 m.yüksekliğindeki bu dağ ilin en yüksek noktasıdır. Nevşehir’in güneybatısındaki bu dağ, Niğde topraklarında geniş ve yüksek kütleler oluşturan Melendiz ve Hasandağı eteklerine kadar uzanan Kızılırmak platosu üzerindedir. Bir yanardağ olan Erdaş kütlesi, genellikle %20′nin üzerinde bir eğime sahiptir. Dağ, İklim bakımından sert, toprak bakımından da sığ olduğu için çıplak bir görünüme sahiptir. Hodul Dağı: En yüksek noktası 1949 m. olan bu dağ sırası, ilin doğusunda yer alır. Derinkuyu ilçesinin doğusundan başlayan sıra, daralıp genişleyerek doğu ve kuzeydoğu yönünde uzanır. Kızılırmak’a karışan akarsuların açtığı vadilerle derin bir biçimde parçalanan dağ, volkanik bir yapıya sahiptir. Erciyes yanardağının püskürttüğü lav ve tüflerin birikmesiyle meydana gelmiştir. Aynı zamanda Nevşehir-Kayseri sınırını çizen Hodul dağı, akarsu vadileri ve çöküntü alanlarının yakınınında %20′nin üzerinde eğimli yamaçlara dönüşmektedir.Genekli bitki örtüsünden yoksun olan dağın eteklerine doğru bozkur ardıç, meşe, alıç, ahlat gibi ağaç türleri ile bazı otsu bitkilere rastlanmaktadır. Kızıldağ: İlin kuzeyinde Kozaklı yöresi ile Kızılırmak vadisini birbirinden ayıracak şekilde doğu-batı yönünde uzanan bu dağ 1,768 m yüksekliğindedir. Doğal Örtüsü bozkır bitkilerinden oluşmaktadır. Hırka Dağı: Yüksekliği 1,683 m.olan bu dağ, ilin kuzeyinde Gülşehir ile Hacıbektaş arasında yükselmekte ve doğu-batı yönünde Kızılırmak vadisine paralel olarak uzanmaktadır. Zirvesi çıplak ve kayalık olan dağın eteklerinde bozkır bitkileri, kuzey yamaçlarında ise meşe ormanları görülmüktedir. Oylu Dağı: Nevşehir’in doğusunda kalan Oylu dağı, 1,642 m.yüksekliğindedir. Uzun yıllar eğimi az olan yamaçlarında ve üzerindeki düzlüklerde tarım yapılmıştır. Bitki örtüsü, bozkır bitkileri yanında meşe, ardıç, alıç, ahlat gibi ağaçlardan oluşmaktadır. Kermil Dağı: Nevşehir’in doğusunda, Ürgüp yolu kenarındadır. En yüksek noktası 1,486 m ile Beşik Kaya ve 1,516 m.ile Çıplak Tepedir. Genelikle bitki örtüsünden yoksundur ve tüf tabakası açığa çıkmaya başlamıştır. Uçhisar(Akdere) Dağı: Kermil dağının güneybatısında aynı silsile üzerinde yer almaktadır. Bitki örtüsünden tümüyle yoksun olan dağ 1,543 m.yükseliğindedir. Topuz Dağı: Ürgüp’ün doğusundan başlayarak bir sıra halinde Hodul Dağı’na kadar uzanır. Orlama Yüksekliği 1,600 m.olan dağ, birçok tepeden meydana gelmektedir. Üzerinde yer yer meşe toplulukları yanında ahlat, alıç, ardıç gibi ağaç türleri ile bozkır bitkileri bulunmaktadır. Ziyaret (İdiş) Dağı: En yüksek noktası 1,581 m.olan dağ, ortalama %50 eğime sahiptir. İlin kuzeydoğusunda yükselen bu dağ silsilesinin güney ve doğu kenarı Kızılırmak’a dayanır. Ziyaret dağı genel itibariyle bitki örtüsünden yoksundur. Kuzey yamaçlarında meşe topluluklarına rastlanmaktadır. Son yıllarda gerçekleştirilen ağaçlandırmalarla bitki örtüsü bir ölçüde zenginleşmiştir. Bu dağların yanısıra, ilin genel yapısına uygun “kepez” diye tabir edilen,volkanik hareketler sonucu oluşmuş düz tepeler vardır. Akkepez, Karakepez, Ortakepez, Bucakkepez bunların başlıcaları olarak sayılabilir. AKARSULAR Nevşehir ili, jeolojik yapısı nedeniyle akarsu bakımından fakirdir. Akarsular faydalanılmaya imkan vermeyecek ölçüde derinden akmaktadır. İlin belli başlı akarsuyu Kızılırmak‘tır. Kızılırmak, Nevşehir volkanik kütlesi önünden kuzeybatıya doğru yön değiştirerek akan tek akarsudur. Uzunluğu 1,355 km‘dir. İki tarafında yükselen biri volkanik, diğeri strüktürel yaylalar arasında serilen geniş ve çıplak bir vadinin içinden akmaktadır. Arazi yapısı nedeniyle bu yörede çok su kaybetmektedir. Buna karşılık akışını etkileyecek ve onu besleyebilecek bir kol almamaktadır. Değişik topraklı yerlerden geçtiği için daima bulanık bir suya sahiptir. Derinden akması dolayısıyla sulama işlerinde pek kullanılmamaktadır. BARAJLAR VE GÖLLER İldeki baraj göletler, Avanos, Gülşehir, Hacıbektaş ve Kozaklı ilçelerinde bulunmaktadır. Yalıntaş göleti 10,000,000 metreküplük su toplama havzasıyla yüksek kapasiteli bir gölettir. Kaynağını Gökçetoprak Çayından alan gölet Gülşehir ilçesi sınırları içerisindedir. Diğer göletlerin kapasitesi 2,500,000 metreküpten küçüktür. Bölgede henüz tamamlanmamış 4 baraj bulunmaktadır. Ayhanlar, Doyduk, Tatlarin ve Damsa Barajları. Su kapasitesi en fazla olan 39,500,000 metreküp ile Avanos’daki Ayhanlar barajıdır. TOPRAK YAPISI Nevşehir toprakları volkanik tüflerden meydana gelmiştir. Dolayısıyla geçirgen bir nitelik taşımaktadır. Tarım topraklarının %85′i tınlı,%9′u killi-tınlı,%2’si killi ve %4′ü kumlu yapıya sahiptir. Kozaklı, Gülşehir’in batısı, Derinkuyu ve çevresi, Avanos’un kuzeyi her türlü tarıma uygun 1,2,3.sınıf arazileri içermektedir. Ürgüp ve çevresi ile il merkezinin büyük bir kısmında 6.sınıf topraklar vardır.Bu topraklar tarıma elverişli olmadığı için bu alanlarda ancak vadi içerisinde ekim yapılabilmektedir. YERALTI KAYNAKLARI Nevşehir’de ekonomik bakımdan önem taşıyan yeraltı kaynakları, linyit, perlit, tuz ve oniks yataklarıdır. Gülşehir’in Arafa yöresindeki linyit yataklarının toplam rezervi 3 milyon tondur. Aynı kesimde toplam barit rezervi ise 2,500 ton dolayındadır. Avanos civarında (Kayaharmanı, Topraklı ve Dölek) toplam rezervi 1,800,000 tona ulaşan linyit yatakları ve bir milyon ton jeolojik rezervli mermer (oniks) yatakları mevcuttur. Acıgöl ve Derinkuyu’nun Büyükgüllü ve Bozdağı yörelerinde de nitelikli perlit yatakları bulunmaktadır. Gülşehir’e bağlı Tuzköy yakınlarındaki 50 milyon ton rezervli tuz yataklarının bir bölümü Tekel tarafından işletilmiş, ancak bir süredir üretime ara verilmiştir. Ayrıca, Nevşehir çevresinde, iyi blok verebilen kesimlerde tüflerden kesme taş şeklinde inşaat malzemesi üretimi yaygındır. Nevşehir’de Barit (Ba), Jeotermal Sahalar (JTM), Kaya Tuzu[Na), Kum-Çakıl(Kcm), Kükürt(S), Perlit (Per), Tuğla-Kiremit(Tgki), Zeolit (Zeo), Linyit (Lin) ve Pomza(Pom) maden yatakları bulunmaktadır. Maden kaynaklarının yatakları ve rezervlerine ilişkin bilgiler şöyledir.Ülkemizde bulunan pomza sahaları içerisinde en iyi kalitede ve en fazla kullanım alanı bulunan (inşaat sektörü dışında) Nevşehir ili pomzalarıdır. Pomza ihracatının büyük bölümü bu bölgeden yapılmaktadır. YABAN HAYATI Kapadokya’nın merkezi olan Nevşehir ili ve çevresinin yeşil, sulak alanlarında yaşayan değişik hayvan türlerinin yanısıra, çorak ve kurak alanlarda yaşayan ve bulundukları ortamda kendilerini çok iyi gizledikleri için varlıklarını pek göstermeyen hayvanlarda bulunmaktadır. Örneğin, tüf kayaları arasında yaşayan, yöre halkının “kaya kertişi” adını verdiği Avrupa’nın ikinci büyük kertenkelesi Agama Stellio ve bir gece hayvanı olarak tanınan, aslında çöllerde yaşayan Arap Tavşanı bu bölgeye özgü hayvanlar arasında yer almaktadır. Barındırdığı böcek ve kelebek türleri bakımından Nevşehir Anadolu’nun en zengin yörelerinden biridir. Araştırmalara göre, Nevşehir kırsalında 100 civarında gündüz kelebeği türü yaşamaktadır. Bölgenin doğasına özgü, dünyada sadece Nevşehir’in kırsal alanında ve Kapadokya Bölgesinde yaşayan “Zygaena Kapadokia” adlı kelebek türü, kelebek kolleksiyoncuları arasında aranılan türlerden biri olarak bilinmektedir. İKLİM Nevşehir, yazları sıcak ve kurak, kışları ise soğuk ve yağışlı geçen tipik bir karasal iklime sahiptir. İlde 1980-1997 yılları arasında yapılan ölçümlerden elde edilen bilgileri göre ortalama sıcaklık değeri 10,6 derecedir. Nevşehir’de don mevsiminin (sıcaklığın sıfır derecenin altına düşmesi) başlangıcı, en erken 24 Eylül, en geç 1 Aralık ve ortalama 26 Ekim olarak tespit edilmiştir. Don mevsiminin bitiş tarihi, en erken 28 Mart, en geç 15 Mayıs ve ortalama olarak da 14 Nisan’dır. BİTKİ ÖRTÜSÜ Karasal bir iklime sahip olan Nevşehir’deki hakim bitki örtüsü, bozkır bitkilerinden oluşmaktadır. Yüzyıllar süren olumsuz insan etkileri sonucu ormanlar yok edilmiş, geniş alanlar bozkıra dönüşmüştür. İlkbaharın getirdiği yağmurlarla yeşeren bozkır bitkileri Haziran’dan itibaren kurumaya yüz tutmaktadır. Bu bitkilerin başlıcaları gevenler, kekik türleri, üzerlik, sığır kuyruğu, çayır otları, greminealar, pürenler, sütleğenler, dikenler, karamuk ve kuşburnu gibi çalımsı bitkilerdir. Genelde dikenli olan bu bitkiler, çeşitli sıvılar salgılamaktadır. Toplam orman alanlarının 582 hektarı baltalık, 43,5 hektarı korudur. Bunlar verimli ve üretime uygun orman alanlarıdır. Geriye kalan 8557 hektar ise bozuk baltalık ormanlardır. Bunların yanısıra ilin doğal bitki örtüsünü, vadi boylarında görülen söğüt, kavak, ceviz gibi ağaç türleriyle geniş alanlara yayılmış badem, elma, armut gibi ağaç türleri tamamlamaktadır.
-
NEVŞEHİR YEMEKLERİ BIRYAN Malzeme: 1 sogan, 1 kilo kusbasi et, 2 su bardagi pirinc, 3 kasik tereyag, 1 kasik siviyag, su Yapilisi: Soganlari ince ince kes, yagda pembelestir. Uzerine kusbasi etleri koyarak, azicik da su ilave ederek etleri pembelestir. Daha sonra bir firin tepsisine, (ben guvecimi kullandim) pirincleri koy, uzerine etleri yerlestir. Pirincler kapanana dek sicak su ekle ve firinda 180 derecede pisir. Pistikten sonra uzerine eritilmis tereyagi gezdir. Zaten cok lezzetli olan bu yemegi guvecte, agir agir pisirmek bence lezzetini daha da artirdi. Afiyet olsun... KANDİL MAKARNASI 1 su bardağı su 1 adet yumurta 3 su bardağı un tuz 1 su bardağı dövülmüş ceviz 1 su bardağı çökelek 1 çorba kaşığı tereyağı Hamur un, su, yumurta ve tuzdan yapılır, 10 dakika dinlendirilir, 2 parçaya ayrılır, her parça ince açılır, kare şeklinde kesilir, külah şeklinde bökülür. Biraz kuruduktan sonra haşlanır, süzülür. Üzerine tereyağı gezdirilir, çökelek ve ceviz serpilir sevise sunulur. (BU makarna Nevşehir'de kandil günlerinde kapı kapı dolaşarak hayır olarak dağıtılır.) FIRINDA ÇÖMLEK ETİ MALZEMESİ: 1,5 kilo kemikli kuzu eti, 6 soğan, 2 bardak un, 4 domates, 10 diş sarımsak, 200 gram sivribiber, su, karabiber, tuz. Unu su ile yoğurarak sert bir hamur yapın. Sanmsaklan, biberleri ve soğanı kıyın. Domateslerin kabuklarını soyarak küçük küpler doğrayın. Doğradığınız malzemelere, et, tuzu ve biberi katarak karıştırın. Karışımı, kapaklı bir güveçte, yeterince su koyarak bir taşım kaynattıktan sonra ateşten alın. Hava sızmaması için kapağı hamurla sıvayıp, 1 saat 15 dakika 200 C ye ısıtılmış fırında pişirin. Piştikten sonra hamuru kırarak çıkarın. NOHUTLU YAHNİ Soğan ve koyun eti yağda kavrulur. Kavrulan malzeme bir gece önceden suda bekletilen nohutla birlikte çömleğe konur. Su ve salça ilave edildikten sonra tandırda köz haline gelmiş ateşin içine gömülerek pişirilir. ÇORBALAR: TARHANA ÇORBASI:Çeşitli tarhanalar yapılmakla beraber, yarma, nohut ve yoğurt ilavesiyle yoğrulup parçalar halinde kurutulduktan sonra yapılan tarhana çorbası en meşhur olanıdır. DÜĞÜN ÇORBASI:Tereyağının içinde salça kavrulduktan sonra suyu ilave edilir ve düğü içine bırakılır.(düğü:küçük taneli buğday) KATMAŞ AŞI:Daha önceden pişirilen yarma ve nohuta yoğurt ve soğuk su ilave edilerek yapılan soğuk çorbadır. KESME ÇORBA:Mantı hamuru kesilerek kurutulduktan sonra içerisine mercimek ilave edilerek yapılmasından sonra yüzüne yağ, salça, yarpuz, nane katılır. SÜTLÜ ÇORBA:Kaynamış bulgura ve düğüye süt ilave edilip pişirilir. YEMEKLER: AĞ PAKLA (KURU FASULYE):Kışın çok yapılan ve çok sevilen bir yemek çeşididir. Pişirme şekli ile bölgesel özellik taşır. Beyaz fasulye, yağ ve kemikli et karışımı bir çömleğe konur ve çömlek, yufka ekmeğinin pişirildiği tandıra gömülür. Bu şekilde pişen yemek, kabı ve yeri dolayısıyla çok lezzetli olur. Özellikle kuru soğan ve turşu ile yenir. NEVŞEHİR TAVA:Kuşbaşı etin kendi yağı ile birlikte, domates, yeşil biber, sarımsak ve isteğe göre de patlıcan ilavesiyle toprak çanakta fırına verilerek pişirilmesidir. ETLİ MANTI:Yöresel özellik taşır. Un, tuz, yumurta ilavesiyle yoğrulan hamur, bezileri ayrılır. Ekmek tahtasında yufka şeklinde açılır ve kare kare kesilir. Diğer taraftan kıyılmış soğan, kıyma, maydanoz ve baharat iyice karıştırılır ve çiğ olarak karelerin içine konarak hamur, köşelerinden kapatılır. Bir tencereye su konur ve kaynayınca, hamurlar suya bırakılır. Piştikten sonra suyu süzülüp tepsiye alınır. Sarımsaklı yoğurt ve salçalı yağ üzerine dökülerek yenir. İsteğe göre içine, önceden haşlanmış nohut taneleri konur. SOĞANLAMA:Soğanın incecik kıyılıp kıyma ile kavrulmasıdır. Ayrıca ciğerle yapılır. DIVIL:Haşlanmış patates ile bulgur iyice yoğrulup, küçük yuvarlak yapılır ve yağda kızartılır. AYVA DOLMASI:ayvaların içi oyulduktan sonra düğü ve kıyma karışımı ile doldurulur. Tepsiye dizilir ve pekmez ilavesiyle pişirilir. ÇİÇEK DOLMASI:Kabak çiçeklerinin bulgur, yağ, soğan ilavesiyle doldurulup pişirilmesidir. Yine dolma olarak asma yaprağı, ve lahana da aynı şekilde doldurulur. Adı “sarma†olarak bilinir. ZERDA PİLAVI:Kıyma, soğan kavrulur ve içine tuz ile baharat ilave edilir. Pirinç eklenir ve bol suda pişirilir. Hafif sulu olarak yenilen bu pilav yemeği, kışlık olarak hazırlanan yufka ekmeği ile çok leziz olur. KIŞLIK YUFKA EKMEK:Yerli halkın çoğu yılda bir iki kez, dört-beş ay yetecek miktarda ekmek yapar. Bu iş, bir iki kişinin yapabileceği iş olmadığından imece usulüyle yapılır. Bağ ve bahçeden toplanan çalı, çırpı(Halk arasında buna “şaşma†denir) tandır başında hazır edilir. Bu arada hamur hazırlanır. İncecik açılarak tandır üzerine hafif kızartılır. Üst üste biriktirilen bu yufkalar, yeneceği zaman suyla hafif ıslatılarak bir örtüye sarılarak yumuşatılır ve yenmeye hazır hale getirilir. Ekmek yapım süresince mani, türkü, bilmece gibi eğlendirici sözlerle iş, cazip hale getirilir. Ev sahibi, komşu kadınları doyurmak zorundadır. O günkü yiyecek, tandır başında yapılan günlük gözlemelerdir. KÖMBE: Esmer (kepekli) undan yapılır. Mayalı olarak hazırlanan hamurlar yarım cm. inceliğinde, 10 cm. çapında açılır ve sacın üzerinde pişirilir. Diğer bir adı da bazlamadır. İçine, isteğe göre yine kışlık olarak hazırlanan çömlek peyniri veya kıyma konur. ETLİK:Sonbaharda kesilen inek, dana veya koyuna etlik denir. Kesilen et, kışın kullanılmak üzere çeşitli şekillerde saklanır. Kemik kısımları tek tek ipe dizilir ve tuzlanarak kurutulur. Kışın yemeklerde kullanılır. Et kısımları ise kıyma yapılır ve yağ ile kavrulur; kışa hazır edilir. SIZGIT: Etler küçük küçük doğranarak yağ ile kavrulur. Tuzlanarak kışın kullanılır. SUCUK YAPIMI:Çekilen kıymaya tuz, sarımsak, kimyon gibi baharatlar karıştırılır. İçine ayrıca iç yağı konularak etle birlikte çekilen bu sucuk içi iyice yoğrulup bağırsaklara makine ile doldurulur ve kurutulur PASTIRMA YAPIMI: Genellikle hayvanın sırt bölümü kullanılır. Etler 1-2 gün bekletilir, Çemen hazırlanır. Bekletilen etler çemenin içine yatırılır ve 1-2 gün daha bekletilir. Bu süre, halk arasında “çemenin tatlanması†için diye bilinir. Daha sonra, etler çemenden çıkartılarak asılır ve kurutulur. ÇÖMLEK PEYNİRİ: Pazardan alınan yağlı peynirler tuzla ovalanarak çömleklerin içine sıkı bir biçimde basılır, ağız kısmı çamurla sıvanır ve güneş görmeyen rutubetli yerlerde bekletilir. Yenmeye hazır hale gelen çömlek peyniri sabah kahvaltılarında ve pide veya börek yapımında kullanılır. Oldukça hoş bir tadı vardır. TATLILAR PELTE BULAMA: Un ve pekmezin pişirilip, üzerine ceviz ilave edilmesiyle yapılır. AŞURE: Bulgur veya yarma, nohut, üzüm kurusu, çir (kayısı kurusu), çetene, nar, pekmez veya şeker ilave edilerek özellikle aşure gününde yapılır. DOLAZ: Yumurta, süt veya su un ile iyice karıştırılır. Daha önceden yağ biraz ısıtılır ve karışım içine dökülür. İyice kavrulur. Lengere (yayvan bakır tabak) yerleştirilip üzerine şeker kestirmesi veya süzme bal dökülerek yenir
-
KAPADOKYA KRONOLOJİSİ M.Ö. 3000-1750 Asur Ticaret Kolonileri ve Hititler Dönemi M.Ö. 1750-1400 Hitit Krallık Dönemi M.Ö. 1400-1200 Hitit İmparatorluk Dönemi M.Ö. 1200-1100 Ege ve Kuzey Kavimlerinin Kapadokya'ya Gelişi M.Ö. 1100-950 Frigyalılar M.Ö. 800 Hitit Tabal Krallığı'nm Bölgede Tekrar Canlanışı M.Ö. 950-585 Kimmer-İskit Akınları ve Lidyalılar'ın Egemenliği M.Ö. 585-334 Pers Egemenliği M.Ö. 334-335 Makedonya Komutanlığı (3 Ay) 334-M.S.17 Kapadokya Krallığı Dönemi 17-395 Roma İmparatorluğu Dönemi 395 Doğu Roma (Bizans) Devleti 1072 Türk Boylarının Yerleşmeye Başlaması 1086-1175 Danişmendliler Dönemi 1175 Anadolu Selçukluları Dönemi 1243 Moğol Hakimiyeti 1318 Anadolu Selçuklu Devleti'nin Son Bulması 1318 İlhanlı Valisi Timurtaş'ın ve Eratna Bey'in Yönetimi 1340 Bağımsız Eratna Beyliği 1365 Karamanoğulları Beyliği 1381 Kadı Burhanettin Yönetimi 1398 Karamanoğulları'nın Bölgeyi Geri Alması 1398-1402 Osmanlı Egemenliği 1402 Timur'un Bölgeyi Karamanoğulları'na Geri Vermesi 1436 Sultan II. Murat'ın Nevşehir ve Kayseri'yi Karamanoğlulan'ndan geri alması 1466 Kapadokya'nın Kesin Olarak Osmanlı Topraklarına Katılması 1867 Nevşehir Livasının Kazaya Dönüştürülerek Niğde'ye Bağlanması 1902 Nevşehir'in Ankara Sancağına Bağlanması 1954 Nevşehir'in İl Olması
-
TARİHÇE Kapadokya bölgesi tarih içerisinde çeşitli devlet, toplum ve önemli kişilerin adlarıyla anılan dönemler yaşamıştır. Kapadokya Bölgesi'nin tarihi M.Ö. 3000'lerde yaşamış Asur ticaret kolonileri ve Hititlere kadar gitmektedir. Kapadokya Bölgesi'ni üç ana dönemde incelemek mümkündür. Birinci dönem paleolitik, neolitik ve antik dönemlerdir. İkinci dönem Roma ve Bizans dönemleri ve son dönem Türk dönemidir. Kapadokya'da Paleolitik, Neolitik ve Antik Dönemler Kapadokya'da paleolitik döneme ilişkin izlere pek az rastlanmakla birlikte, bugüne kadar elde edilen veriler bu izlerin erken paleolitik dönemden çok, son paleolitik döneme ait olduğunu göstermektedir. Paleolitik dönemden sonra volkan patlamalarının uzun süre insan yerleşimine müsaade etmediği sanılmaktadır. Bu dönem Neolitik döneme kadar devam eder. Bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda neolitik dönemden başlayan bir çok yerleşme tesbit edilmiştir. Örneğin Ürgüp yakınlarında (Avla Tepesi) neolitik döneme ait taş aletler bulunmuştur. Acemhöyük kazılarında M.Ö. 6.- 7. yüzyıla ait izlere, Hitit ve Bronz çağa ait eserlere rastlanmıştır. Kapadokya'da ilk yerleşim izleri oldukça eski tarihlere uzanır. İnsanlığın avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği döneme ait izlere rastlanmamasında volkanik patlamaların yanısıra, Kapadokya'nın yaşayan doğasının sonucu, mekanların bir sonra gelenler tarafından genişletilip tekrar yerleşime sahne olmasıyla izlerin silinmesinden kaynaklanmaktadır. Sulucakaracahöyük, Topaklı Höyük gibi alanlarda yapılan arkeolojik çalışmalar Hititler'den Bizans dönemine kadar geçen süre içinde bölgede çeşitli kültürlerin (Hitit, Frig, Roma, Geç Roma) yaşadığını göstermektedir. Bu döneme ait izler ancak topluluklar tarafından kullanılan eşyalarda görülebilir. Neolitik şehri Çatalhöyük'te Kapadokya'nın tarihi başlar. M.Ö. 5000-4000 arasında Kapadokya'da küçük krallıklar yaşamıştır. Kapadokya'nın bilinen ilk halkları, Luviler ve Hititler'dir. Bölgede M.Ö. 2500 sonlarında Asurlular ticaret kolonileri kurmuşlardır. Anadolu'nun gerçek yazılı tarihini anlatan en eski belgeler Asur ticaret kolonilerinden kalmış olan Kapadokya tabletleridir. Kapadokya'nın "güzel at yetiştirilen ülke- güzel atlar ülkesi" anlamına gelen adı da Asurlular'ın mirasıdır. Asurlular'ın Katpatuta adını verdiği bölge Persler döneminde Kapadokya adını almıştır. Erken Bronz Çağı sonlarında (M.Ö. 3200-1650) bölgenin -özellikle Avanos ve Kültepe'nin- önemli bir ticaret merkezi olduğunu Asur'lu tüccarlardan kalan pişmiş topraktan yapılmış ticaret mektuplarından öğrenmekteyiz. Asurlu tüccarların mektuplarında Kızılırmak yayı içinde kalan bu bölgeden Hitit ülkesi olarak söz edilmektedir. Asur ticaret kolonilerinin dönemi, M.Ö. 1850-1800 yılları arasında sona ermiştir. Hititler'in Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya geldikleri tezi genel kabul gören bir tezdir. Kapadokya, Hitit İmparatorluğu'nun yükselme çağında (1750'lerde) Kral Şubbiluliyuma tarafından fethedilerek, Hititler'in "Aşağı Memleket" sınırlarına dahil olmuş, yaklaşık 500 yıl Hititler'in elinde kalmıştır. Yerleşik hayata geçişle birlikte, yerleşim birimleri arasında temel ihtiyaçların karşılanması için ticaret ve benzeri ilişkiler doğmuş, temel ihtiyaç maddelerini üreten birimler önemli merkezler haline gelmişlerdir. Asurlular, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde Karum adı verilen ticaret merkezleri kurmuşlardır. Bunların en önemlisi Kapadokya sınırlarında yer alan Kültepe Karumudur. Kültepe civarındaki Mazaka şehri (Kayseri) ticaret bakımından Kaneş'in yerine geçmiştir. Mezopotamyalı Asurlarla Hititler arasında ticari ilişkiler gelişmiş olmakla birlikte, Asurlular'ın dil üzerinde bir etkisi yoktur. Bu bize, Asurlularla Hititler'in birbirine karışmadığını gösterir. M.Ö. - VII. yüzyıllar arası dönem: Kapadokya 'nın Karanlık Dönemi M.Ö. 1200 yıllarında Hititler'in bir kolu olan Tabal Krallığı'nın tekrar canlandığı ve bölgeyi ele geçirdiği görülmektedir. Tabal Krallığı yaklaşık 24 beylikten oluşan bir konfederasyondur. Hacıbektaş-Karaburna, Topada (Acıgöl), Gülşehir-Sıvasa (Gökçetoprak) da çıkan hiyeroglif kaya yazıtları bunu göstermektedir. Tabal Krallığı at yetiştiriciliği ile ünlü olmuştur. Hititler'in çöküşünden sonra Tabal Ülkesi adını alan Kapadokya bölgesinin siyasal yapısı Ege'den (Frigyalılar ve Lidyalılar), Kafkaslar'dan (Kimmerler, İskitler ve Gasgarlar) ve Doğu'dan gelen (Persler, Medler) akınların etkisiyle sarsılmıştır. Bu akınlarla, Tabal Krallığı'nın hakimiyeti bölgede son bulmuştur. Tabal Krallığından sonra Kapadokya, Frigyalılar'ın öncüsü sayılan Muşkiler tarafından işgal edilmiştir. Hititler'den sonra Orta Anadolu'da ilk defa büyük bir alanda devlet kurmayı başaranlar Muşki- Frigler'dir. Zamanla Doğu'da Asurlar'ın ön Asya'yı egemenlikleri altına alması ve Batı'da Frigya hegemonyasını tanımış olan Lidyalılar'ın bağımsızlıklarını ilan edip rakip hale gelmesi, Frigler'i zor durumda bırakmıştır. Ancak Frigya devletini yıkanlar, Kimmer ve İskit akınları olmuştur. M.Ö. 676'da Kimmerler'e karşı koymak isteyen Frigya Kralı Midas'ın yenilmesiyle Frigler Orta Anadolu'dan Batı'ya sürülmüştür. Kimmerler'in estirdiği fırtına sırasında ayakta kalmayı başaran Lidya devleti, fırtınadan sonra (M.Ö.VI. yüzyıl.) Frigya'nın önemli bir kısmını zaptederek Kapadokya'ya kadar genişlemiştir. Kapadokya bölgesinde Lidyalılar'in hakimiyeti bu tarihten sonra başlamıştır. M.Ö. 575-546 arasında bölgede Lidya- Pers çatışmaları ön plana çıkar. Lidya kralı Cresus, Pers ataklarını durdurmak için Kızılırmak'ı geçer. Ünlü matematikçi Milet'li Thales'in ilk hesaplarını da bu dönemde yaptığıgörülmektedir. Hatta hesaplamaların, Cresus'un Kızılırmak'ı geçmesi için nehrin iki kola bölünmesini sağladığı konusuna Heredot tarihinde yer verilmektedir. Bu savaşta Creus'un Pers Kralı 2. Kıras'a yenilmesiyle Persler hem Lidya devletini hem Frigya prensliklerini ortadan kaldırarak, Kapadokya'yı ele geçirmişlerdir. Ancak, Orta Anadolu'ya yönelen İran (Pers) ve Yunan yayılmaları burada mukavemetle karşılaşmıştır. Persler'in ilk işi Anadolu'yu İran'daki gibi satraplıklara ayırmak olmuştur. Kapadokya Satraplığı da bunlardan biridir. Genel bilgiler ışığında Persler'in halkı göçe zorlamadıkları, yerel kültür ile Pers kültürünün kaynaştığı söylense de yerli kültür ile kaynaşan unsur Fars değildir. Persler'in daha önce İran'dan sürdüğü, ama aynı zamanda Pers ordusunun kumanda heyetini oluşturan ve Anadolu'ya Pers akınlarının hemen öncesinde gelmiş ve yerleşmiş olan Medya'lı subay ve memurlardır. Anadolu halkı kendine yabancı gördüğü Pers hakimiyetine ısınamamış, fırsat buldukça isyan etmiştir. Perslere karşı en büyük direnç Kapadokya'dan gelmiştir. Kapadokya Satraplığı, ordu merkezi ve ticaret yolunun güzergahı üzerinde olmasına rağmen, bölgedeki yerel beyler uzun süre Pers hakimiyetine karşı varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yerel Beyler'in Persler'e karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesi, Pers İmparatorluğu'nun Makedonyalı İskender tarafından ortadan kaldırılmasının yolunu açmıştır. Ancak, Kapadokya'da Pers hakimiyeti çok kolay sona ermemiştir. Yerel beylerin isyanlarını bastırmakta başarısız kalan Pers hükümdarı, Karyalı Datam'dan yardım almış, bu yardım karşılığında davet edildiği sarayda iftiraya uğradıktan sonra Kapadokya'ya kaçarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Persler'in Kapadokya'daki nüfusu Datam'ın ölümünden sonra artmıştır. İskender'in seferleri sırasında satraplıkların önemli bir kısmı Perslidir. Heradot tarihinde Persler'in Tanrı heykeli, tapmak, sunak gibi şeyleri yapmayı bilmedikleri; kurbanları dağ başlarında kestikleri ve Zeus'a tanrısal gök kubbe olarak taptıkları, güneşe, aya, toprağa, ateşe, suya ve rüzgara kurban adadıkları anlatılmaktadır. Persler zamanında, Kapadokya'da İran ayinlerinin yaygınlaştığını gösteren deliller M.S. IV. yüzyıla kadar Ateş Tanrısı'na adanmış mabetlerin varlığıdır. Ayrıca, bir yandan kıyılardaki ticaret ve para ekonomisine karşın, iç kesimlerde kapalı bir kara ticaretinin egemen olmasından kaynaklanan ekonomik sınırlılıklar, diğer taraftan toprakların ordunun ileri gelenlerine verilmesi neticesinde bu kesimlerin debdebeli sefahatlerinin tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylüleri köle durumuna düşürmesi ve bu köylülerin Roma'lı, Yunan'lı esircilere satılır hale gelmesi ile Pers Devleti gücünü kaybetmiştir. Makedonya Kralı Büyük İskender, M.Ö 334 ve 331'de Pers ordularını artarda bozguna uğratarak bu büyük imparatorluğu çökertmiştir. Doğu Seferleri sırasında İskender'in Kapadokya'dan geçerken Cabictas adlı komutanını bölge idarecisi olarak bırakmasıyla Kapadokya da Makedonya egemenliğine girmiştir. Ancak Makedonyalılar, Kapadokya'da Batı Anadolu'daki Yunan kolonilerinde olduğu gibi coşkuyla karşılanmamıştır. İskender, komutanlarından Sabiktas'ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıkmış ve eski Pers soylularından Ariarates, halkın desteğini alarak 332'de merkezi Mazaka (Kayseri) olan Kapodakya Krallığı'nı kurmuştur. Çalışkan bir yönetici olan I. Ariarates Kapadokya Krallığı'nın sınırlarını Yeşilırmak havzasına kadar genişletmiştir. Genç Kapadokya Krallığı İskender'in ölümüne kadar barış içinde yaşamıştır. İskender'in ölümünden sonra onun otoritesini üstlenen Perdikkas, Makedonya İmparatorluğu'nun ortasında filizlenen bağımsız bir krallığın varlığına göz yummamıştır. Ariarates'in bozguna uğratılmasından sonra yönetim Makedonyalı komutanlardan Eumenes'e devredilmiştir. Çok geçmeden I. Ariaraets'in yeğeni II. Ariarates, Kapadokya'ya geri dönerek Makedonyalılar'ı bölgeden atmıştır. Ancak ikinci kez kurulan krallık, topraklarının önemli bir kısmını yitirmiş durumdadır. Kuzeyde yine bir Pers soylusu olan Ktistes Pontus Devleti'ni, güneyde ise İskender'in komutanlarından Selevkos bağımsız bir krallık kurmuştur. Aynı zamanda M.Ö. 280 yıllarında Kapadokya Batı'dan gelen Galat topluluklarının istilasına sahne olmaktadır. Kızılırmak yayı içine yerleşen Galatlar, Kapadokya ile sınır komşusu olmuşlardır. Kapadokya Krallığı Galatlarla sık sık savaşmak zorunda kalmış, aynı zamanda Roma Devleti'nin Anadolu'nun içlerine kadar ilerlemesine engel olmaya çalışmıştır. Bunun için Bergama Krallığı'nın yanında yer alan V. Ariarates'in ölümüyle Yunan kültürü Kapadokya'ya girmeye başlamıştır. Pontus Krallığı'nın entrikalanyla Kapadokya tahtı iyice sarsılmıştır, sonunda kral soyu tümüyle yok edilmiştir. Ardından Kapadokya Krallığı'nın topraklarının paylaşımı için Pontus Krallığı ile Roma Devleti arasında bir mücadele başlamıştır. Bu dönemde Kapadokya tahtı birkaç kez el değiştirmiştir. Roma ve Bizans Dönemleri Sürekli iktidar değişikliklerinin yanı sıra, bölgeyi istila edenlerin her seferinde, ürünleri yağmalamaları ve baskı yapmaları ile bunalan Kapadokya halkı, Roma imparatorluk merkezinde Cumhuriyet yönetiminin devrilmesinden sonra, giderek Roma'nın ağır baskısı altına girmiş, bölgedeki krallar Roma yönetiminin birer uydusu haline gelmişlerdir. Kapadokya, M.S. 17'de Roma Kralı Tiberius tarafından Roma'ya bağlanmış, bir yıl sonra da vilayet ilan edilerek bir vali (legat) atanmıştır. Kapadokya Eyaletinin sınırları kuzeyde Samsun'a, güneyde Klikya'ya, batıda Tuz Gölü'ne, doğuda Fırat kıyılarına kadar uzanmıştır. M.S. 18'de çok zengin ve gelişmiş bir şehir olarak karşımıza çıkan Avanos, yörenin en önemli politik ve dini merkezlerinden biridir. Krallık hiyerarşisinin üçüncü adamı olan Avanos rahibine hizmet eden Euphrates'in yazıları bize Avanos'ta çok sağlam ve güçlü bir aristokrasinin varlığını göstermektedir. İlk çağlardan beri Kapadokya'nın en önemli kenti olan Kayseri, Romalılar döneminde de Kapadokya'nın merkezidir. İmparator Tiberus tarafından Sezare (Kayseri) adı verilen şehrin etrafı, daha sonraki yıllarda İran'dan gelen Sasani saldırılarına karşı Gordianus tarafından surlarla çevrilmiştir. Roma döneminde de Doğu'dan gelen saldırılar devam etmiştir. Gerek bu saldırılar yoluyla toprakları ele geçirerek gerekse göç yoluyla gelip bu topraklara yerleşenlere karşı Romalılar lejyon denen askeri birlikleriyle mücadele etmişlerdir. Diğer taraftan Anadolu'da yayılmaya başlayan Hıristiyanlar için Roma dönemi hareketli bir dönemdir. Bilindiği gibi, Hıristiyanlığın ilk yılları puta tapan Roma Devleti'nin ağır baskıları altında geçmiş, bu da Hıristiyanları büyük şehirlerden kayalık gizli alanlara kaçmaya yöneltmiştir. Bölgede ilk Hıristiyan yerleşmeler, Aziz Paulus'un bir misyonerlik gezisi sırasında burayı keşfetmesiyle başlar. Hıristiyanların bölgede yaygın olarak görülmeye başladığı dönem, III. yüzyıldır. Roma Kralı Diokletien'in Hıristiyanlara uyguladığı baskı ve takibat, ardılı I. Konstantin'in Hıristiyanlığı kabul etmesiyle başlayan rahatlama ile yaşanan bu dini heyecan devri, aslında aynı zamanda pek çok doğal külte inanmanın da doğal sayıldığı dini bir senkretizm devridir. Bu tarihten sonra Romalılar, Bizanslılar ve ardıllarının Kapadokya halkını kendi kültürlerine asimile etme gayreti içinde olmadıkları anlaşılmaktadır. Romalılar'ın Orta ve Doğu Anadolu'yu ele geçirdikten sonra yaptıkları ilk iş bölgeyi Ege'ye bağlayan bir yol yaparak iki önemli merkez arasında ulaşımı sağlamak olmuştur. Askeri ve ticari açıdan yapımı büyük önem taşıyan bu yol, Kapadokya'dan geçmektedir. Böylece, Anadolu'nun iç kesimlerinin denizle bağlantısı sağlanmıştır. Ancak, deniz ticaretinin toprak ürünleriyle desteklenmemesi sonucu bir ekonomik bunalım başlamıştır. Kral Antonin zamanında patlak veren ekonomik bunalım 284 yılında İmparator Diokletien'in tahta çıkışına kadar devam etmiştir. Bu dönemde İmparatorluk, yani merkeziyetçi unsur kavramı, yerini merkezden kopma eğiliminde bulunan kuvvetlere bırakmaya başlamıştır. Dolayısıyla para hacminin aşırı derecede daralması, büyük toprak sahiplerinin malikanelerine kapanmaları sonucunu doğururken, aynı zaman içinde köle-işgücünün azalması da (yayılma savaşlarında toparlanıp getirilen köle neslinin tükenmesi, yenilerinin sağlanmasındaki mali imkansızlık) bunları topraklarına yeni bir düzen vermeye itmiş, topraklar ikiye bölünmüştür. Birinci toprak tipi, efendinin hası olup (indominicatum) konutla (villa) birlikte işlenebilir toprakların büyük bir kısmından meydana gelen toprak tipidir. Diğer toprak tipi özgür denen köylüler (koloni) arasında "çift" (manses) olan iki bölüme ayrılmıştır. Koloni (köylüler) ürünlerinin onda biri kadarını toprak sahibine vermekle ve zamanlarının büyük bir kısmını da senyörün toprağında harcamakla yükümlü kılınmıştır.15 Tarımsal üretim ilişkilerinin şartlarındaki değişiklik, yaşamı daha da zorlaştırmıştır. Kolon sürekli, soydan gelme, ama gönüllü olmayan bir çiftçidir. Toprağa bağlılık onun için hem bir hak hem de zorunluluktur. Öyle ki toprağı terk edemez, kaçmaya teşebbüs ederse ağır bir şekilde cezalandırılır. İmparator Julianus Apostata zamanında (361-262) saygın bir bilgin ve din adamı olan Kayseri Başpiskoposu, yoksul halkın yaşam düzeyini yükseltmek için çok çaba harcamıştır. Ancak merkezdeki Roma yönetimi bu uygar din adamının toplum üzerindeki etkisinden çekinerek Kapadokya'yı kuzey ve güney olmak üzere iki yönetsel bölgeye ayırmıştır. Roma İmparatorluğu'nun 395'te ikiye ayrılmasıyla Kapadokya Doğu Roma Devleti'nin (Bizans) hakimiyeti altında kalmıştır. Bizans döneminde Kapadokya Anadolu'nun iki piskoposluk merkezinden biri olmuştur. Aynı zamanda üç büyük azizin memleketi olarak da bilinir. Bunlar, Kayseri Başpiskoposu Büyük Basil, Kardeşi Nissalı Gregory ve Naziruslu Gregory'dir. Aziz Basil kaya kiliselerin ve manastırların kurucusudur. Bizans'ın ilk yıllarında bölge sakin bir dönem yaşamıştır. İmparatorluğun sınırlarının Kafkasya'ya kadar uzandığı düşünülürse, Kapadokya ve çevresi coğrafi bakımdan merkez durumundadır. Bölge halkı bu dönemde Helen-Roma fikirlerinden ziyade İran'ın etkisi altında kalmıştır. Doğu'dan güçlü Arap ve Sasani akınları başlamış, İmparator Heraclius Anadolu'nun önemli kısmını askeri eyaletlere ayırmıştır. Kapadokya da bu eyaletlerden biridir. İmparatorluğun Doğu bölgelerinin işgal altında kaldığı, Hakiki Haç'ın Kudüs'ten kaçırılıp tekrar geri alınarak Kudüs'e götürüldüğü, savaşların aralıksız devam ettiği bu kargaşa döneminde Derinkuyu ve Kaymaklı gibi düz ovalarda yaşayan halk yeraltı şehirlerine, dağlık kesimlerde yaşayanlar ise kaya kilise ve hücrelere sığınmıştır. Bizans Devleti bir yandan Arap ve Sasani akınlarıyla baş etmeye çalışırken, diğer yandan Focas zamanından başlayıp II. Basil döneminde doruğuna ulaşan yayılma siyaseti, ilk bakışta zaferlerle dolu ama uzun vadede yıkım getiren bir savaşlar dizisine yol açmakla kalmamış, feodalizmi azdırmıştır. Orduda hizmet edenlere toprak tahsis edildiğinden, bir süre sonra toprak sahibi askeri aristokrat grup ortaya çıkmış, kiliselerin ve feodallerin gücü artmıştır. İmparator Basileos'un ölümünden sonraki çağda, büyük malikaneler hızla artarken asker ve köylü kökenli küçük mülkiyet çökmeye başlamıştır. Vergiler, resimler, angaryalar kadar, toprağa bağlılığın içerdiği bütün külfetlerin ağırlığı altında ezilen bağımlı köylünün gösterdiği tek tepki, çok kere nereye olduğunu bile bilmeden kaçmaktan ibarettir. Ayrıca Bizans döneminde uzun süredir devam eden mezhep çatışmaları iyice artmış, İmparator III. Leon'un ikonları yasaklamasıyla ikonoklasm dönemi başlamıştır (726-843). Önce, Hıristiyanlara baskı yapan Sasanilerin ve din büyüklerinin tasvirine karşı olan Arapların saldırıları nedeniyle ikona yanlısı keşişler, Göreme, Ürgüp ve Avanos çevresindeki kayalık, kuytu bölgelere sığınmışlardır. İkon kırıcı akımın Bizans'ta güç bulmasıyla taşlardan oyulmuş manastır ve kiliselere sığınanların sayısı da artmıştır. Bu dönem, İmparatoriçe Thedore'un ikonları tekrar serbest bırakmasıyla son bulmuştur. IX-XI. yüzyıllar arasında Göreme ve Zelve önemli bir manastır yerleşimine sahne olmuştur. Bu dönemde kuzeyde Pontus Krallığı'nın elinde olan Hıristiyanlık merkezleri Kapadokya'ya kaymıştır. Toprak mülkiyetinin değişimi ve savaşların yarattığı sosyal bunalım, sefaleti, açlığı ve salgın hastalıkları da beraberinde getirmiştir. Bu dönem aynı zamanda, rahipler ile Bizans imparatorları arasında mülkiyet ve iktidar mücadelelerinin kızıştığı bir dönemdir. Bu mücadelenin nedeni, manastır rahiplerinin bağış toplaması sonucu imparatorun hazinesinin küçülmesi, ordunun askersiz ve ikmalsiz kalması ve manastır mülkiyetini sınırlama yoluna gitmesidir. Bu mücadeleye rağmen, kilise önemli bir ekonomik güce ulaşarak Bizans halkındaki feodal-yoksul köylü ikilemini keskinleştirerek ileride patlayacak iç kavgalara zemin hazırlayacaktır. Bu zor hayat dini sığınma arayışlarını güçlendirdiğinden Kapadokya kiliselerine insan yığılmaları başlamış ve Bizans Selçuklu fetihlerine kapılarını ardına kadar açmıştır. Bütün bu gelişmeler Bizans'ın Orta ve Doğu Anadolu'yu kolayca kaybetmesine zemin hazırlamıştır. Sonraki yıllarda Bizans Devleti'ndeki taht kavgaları Türk güçlerinin hakimiyetini artırmıştır. Ancak Oğuz Türklerinin, nizami Bizans ordularıyla başa çıkması çok da kolay olmamıştır. İlk olarak 1064 yılında Kayseri ve Nevşehir yönüne doğru ilerledilerse de yenilgiye uğrayıp, geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu tarihten sonra Alparslan'ın komutanlarından Afşin Bey Bizanslıları yenilgiye uğratıp bölgeyi ele geçirmiş, ama bu durum uzun sürmemiştir. Anadolu'nun kapıları Türklere 1071 Malazgirt Savaşı ile açılmıştır. Kapadokya'da Türk Dönemi Kapadokya'da Türk dönemi, Bizans'tan sonra Selçukluların bölgeye hakimiyeti ile başlar. Anadolu beylikleri ve Osmanlı Devleti'nin etkileri, Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi ile devam eder. Selçuklular, Anadolu Beylikleri 1071 'de Türklerin Anadolu'ya girmelerinin ardından 1072'de bölgeye birçok Oğuz Boyu yerleşmiş, yerli Rum köyleriyle birlikte Türk yerleşimleri de oluşmaya başlamıştır. 330 yıl süren Selçuklu hakimiyetinden önce Kapadokya bir süre (1086-1175) Danişmendliler'in yönetiminde kalmıştır. Danişmendliler'in Selçuklular'la birlikte hareket ettiği Haçlı Seferleri sırasında Kapadokya büyük zarara uğramıştır. Sultan Melikşah'ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti'nde taht kavgaları baş göstermiştir. Sultan Sencer'in 1157'de ölümüyle Büyük Selçuklu Devleti dağılmış, şehzadeler bulundukları bölgelerde bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Ancak Büyük Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra en uzun süre ayakta kalan kolu, XIV. yüzyıla kadar devam eden Anadolu Selçuklu Devleti 'dir. 1143'te Melik Gazi'nin ölümüyle Danişmendliler'de taht kavgaları başlamış ve II. Kılıçarslan tarafından 1175'de fethinden sonra Kapadokya ve çevresi de Selçuklu egemenliği altına girmiştir. Selçukluların 1243 Kösedağ savaşında Moğollar'a yenilmesiyle birlikte, bölgede Moğol hakimiyeti başlamış ve bölge Moğollar tarafından bir üs olarak kullanılmıştır. Kapadokya'nın özellikle Nevşehir'e yakın kesimleri, Anadolu Selçukluları döneminde Doğu ile Batı arasında ticari ve kültürel bir köprü vazifesi görmüştür. Bu bölge, Çay Hanı, Horozlu Han, Zazadın Han, Sultan Hanı, Ağzıkara Han, Tepesidelik Han, Alay Hanı ve Sarıhan gibi birer menzillik mesafedeki kervansarayların sıralandığı ticaret yolu üzerindedir. Bu ticaret yolu, Ege'yi Orta Asya, Çin ve Mezopotamya'ya bağlayan bir yol olmuştur. I. Alaeddin Keykubat ile en parlak dönemini yaşayan Anadolu Selçukluları bu dönemden sonra taht kavgaları ve toprak kayıpları nedeniyle dağılmıştır. Kapadokya içindeki mağaralar, anlaşmazlıklarda sultanların sığınma yerleri olarak kullanılmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin ortadan kalkmasının ardından, Kapadokya'ya hakim olan devlet ve beylikler sırasıyla; İlhanlılar, Eratna Beyliği, Karamanoğulları ve Osmanlı Devleti'dir. 1318 yılında Orta ve Doğu Anadolu'nun İlhanlı Devleti'nin vilayeti sayılmasıyla birlikte Kapadokya İlhanlı Valisi Timurtaş'ın yönetimine verilmiştir. Timurtaş 1322'de İlhanlılar'a karşı bağımsızlığını ilan edince 1327'de öldürülmüştür. Bundan sonra bölgede İlhanlıların komutanlarından Eratna Bey'in yönetimi başlamıştır. 1340'tan 1365'e kadar Bağımsız Eratna Beyliği (İlhanlılar'dan bağımsız) bölgenin hakimi olmuştur. Eratna Bey'in ölümüyle, beyliğin başına çocuk yaştaki yöneticilerin geçmesi, Karamanoğuliarı'nın işine yaramış, Kapadokya bölgesinin de içinde bulunduğu topraklar 1365'te Karamanoğlu Alaeddin Bey tarafından ele geçirilmiştir. 1381'de Eratna soyundan II. Mehmed Bey'i safdışı bırakan Vezir Kadı Burhaneddin Ahmed beylik yönetimini ele geçirince , bölge onun egemenliği altına girmiştir. Kadı Burhaneddin'in yöreyi kesin olarak ne zaman aldığı bilinmemektedir. Kadı Burhaneddin'in 1398'de Akkoyunlu Kara Yülük Osman Bey tarafından öldürülmesi üzerine, yöreyi Karamanoğulları ele geçirmiştir. Osmanlı Hükümdarı I. Beyazıt, aynı yıl Karamanoğulları beyliğine son vermiş ve Kapadokya yöresini Osmanlı topraklarına katmıştır. Ancak I. Beyazıt 1402 Ankara Savaşında Moğol hükümdarı Timur'a yenilmiş; Timur'un Osmanlılar'dan aldığı toprakları beyliklere dağıtmasıyla Anadolu beylikleri dönemi yeniden canlanmıştır. Kapadokya yöresi bu dönemde tekrar Karamanoğulları Beyliği'nin yönetimine geçmiştir. Karamanoğulları ile Osmanlılar arasında uzun süren savaşlar, önceleri Osmanlılar'in daha sonraları, 1466 yılında Karamanoğuliarı'nın yenilgisiyle Kapadokya yöresi tekrar Osmanlı Devleti'ne katılmıştır. Osmanlı Devleti Dönemi Kapadokya, Osmanlı yönetiminin ilk yıllarını barış içinde ve sessiz bir biçimde yaşamıştır. Bu durum, Kanuni Sultan Süleyman'ın tahta çıktığı zaman, hazine gelirlerini artırmak için yaptırdığı yeni bir arazi tahririne kadar sürmüştür. İl yazıcılarının bir kısmı arazi ölçümlerini ve ürün miktarını fazla göstererek vergi miktarını artırınca bazı dirlik sahiplerinin toprağı elinden alınmış ve bu durum halk ile asker arasında huzursuzluğa neden olmuştur. Ayrıca 1582'den itibaren başlayan İran seferleri tımar düzenini bozmuş, dirlik sahiplerinin isyanına neden olmuştur. Celali isyanları olarak bilinen ve dirlik sahiplerinin ailelerini ve topraklarını bırakıp savaşa gitmeyi reddetmeleriyle alevlenen bu isyanlar Kapadokya'da da etkili olmuştur. Osmanlı döneminin ilk yıllarından XVII. yüzyıla kadar Kapadokya bölgesinin en önemli merkezi Ürgüp olmuştur. Kaynaklar 1530'da Ürgüp'ün 6 mahalleden oluşan ve 213'ü Müslüman, 35'i diğer dini ve etnik tebadan toplam 248 haneye sahip bir kasaba olduğunu söylemektedir. XVII. yüzyıla kadar Nevşehir, eski adı Nissa olan Muşkara Köyü olarak bilinir. Burası Niğde'ye bağlı Ürgüp kasabasının 18 hanelik bir köyüdür. Muşkara'nın (Nevşehir) iskan durumunun XVI. yüzyıldan XVIII. yüzyıla pek fazla bir değişiklik göstermediği gözlemlenmektedir. Ancak, Damat İbrahim Paşa'nın Osmanlı Sadrazamı olmasıyla bölgede önemli bir canlanma ve yenilenme yaşanmıştır. Lale Devri'nin önemli sadrazamlarından Damat İbrahim Paşa, Muşkara'da bu döneme yakışır yenilikler uygulamıştır. Örneğin, Muşkara'yı mimari yapılarla donatmış, imar ve iskanını tamamlamış ve Niğde Sancağı'na bağlı bir kaza haline getirdikten sonra adını Nevşehir olarak değiştirmiştir. Bugünkü Gülşehir'in kurucusu ise Karavezir lakabıyla bilinen Silahtar Mehmet Paşa'dır. Eski adı Arapsun olan Gülşehir, 1584'te Uçhisar nahiyesine bağlı 30 hanelik bir köydür. Halkının tümü Müslüman'dır. Silahtar Mehmet Paşa, burada bir cami ve bir medrese yaptırmış, kasaba nüfusunun artmasını sağlamış ve ardından Arapsun adını Gülşehir olarak değiştirmiştir. Osmanlı Devleti'nin 1840 yılındaki resmi kayıtları Nevşehir ve Ürgüp'ün Niğde Muhassıllığı'na bağlı olduğunu göstermektedir. 1847'deki idari yapılanmada Nevşehir Konya eyaletine bağlı livalardan biri haline getirilmiştir. 1849 kayıtlarından sancak merkezinin Niğde'ye taşınmasından söz edilmektedir. 1867 Vilayet Nizamnamesi'ne göre Nevşehir Livası kazaya dönüştürülerek Konya Vilayeti'nin Niğde Sancağı'na bağlanmıştır. Bu dönemde Niğde Sancağı'nın Nevşehir, Ürgüp, Aksaray, Kırşehir ve Yahyalı olmak üzere beş kazası bulunmaktadır. Kısaca idari hiyerarşi şu şekildedir: Konya Eyaleti, Niğde Sancağı, Nevşehir ve Ürgüp kazaları ve bunların köyleri. Nevşehir'in idari statüsü, 1867'den 1918'e kadar değişmemiştir. Buna karşın, 1896 yılında Arapsun (Gülşehir) Niğde Sancağı'na bağlı bir kaza haline getirilmiştir. Avanos, bu yüzyılda Ankara Vilayeti'nin Kırşehir Sancağı'na bağlı bir kaza, Hacıbektaş ise yine aynı vilayete ve sancağa bağlı olan bir nahiye durumundadır. Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi Kapadokya yöresi Milli Mücadele yıllarında Mütareke'nin belirlediği paylaşım alanlarının dışında kaldığı için önemli bir olaya sahne olmamıştır. Bununla birlikte Dellaczade Hacı Osman Efendi Sivas Kongresi'ne Nevşehir delegesi olarak katılmış, memleketinde Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nin şubesini kurmuş ve milli mücadeleye katılımı sağlamıştır. Başka bir olay da Mustafa Kemal'in 1919'da Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi'ne gelerek tekke şeyhi ve çelebisi ile görüşmesidir. Bu görüşmenin ardından Anadolu'daki tüm Bektaşi tekkeleri milli mücadeleye destek kararı almış ve bu tekkeler karargah gibi çalışmıştır. Cumhuriyet sonrasında gelişip büyüyen, Niğde'ye bağlı bir ilçe olan Nevşehir'e 1954 yılında il statüsü verilmiştir. Mezopotamyalı Asurlarla Hititler arasında ticari ilişkiler gelişmiş olmakla birlikte, Asurlular'ın dil üzerinde bir etkisi yoktur. Bu bize, Asurlularla Hititler'in birbirine karışmadığını gösterir.
-
Niğde - Aladağlar Milli Parkı Yeri: Niğde,Kayseri ve Adana illeri sınırları içerisindedir. Ulaşım: Milli Park Niğde ili sınırları içerisinde Çamardı ilçesine yaklaşık 15 km.,Kayseri Yahyalı ilçesine 30 km.uzaklıktadır. Özelliği: Milli Park içerisinde kamp alanları, günübirlik alanlar ve molakamp (Primitif kamping) alanları, doğa yürüyüş güzergahları, tırmanma doğrultuları düzenlenerek Yayla girişimleri oluşturulacaktır. Yöredeki akarsularda alabalık üretimi ,sportif olta balıkçılığı yapılmasına olanak sağlanacaktır. Yaban hayvanları üretme istasyonu tesis edilecektir. Yaban Hayatı sakinleri ; yaban keçisi , ayı, başak,sansar ve su samurudur. Jeolojik yapı açısından Aladağlar Milli Parkı değişik zamanlara ait formasyonlarla temsil edilmekle birlikte, en yaygın formasyon mezozoik yaşlı kireç taşlarıdır. Bunun yanında sahada entrüsif volkanizmanın ürünü olan gabro, piroksenit gibi kayaçlara,subofiolitik metamorfitlere ve daha geniş dönemleri karakterize eden tersiyer ve kuaterner oluklarına da rastlanılmaktadır. Aladağlar yöresi ülkemizin tektonik açıdan en faal bölgelerinden birisidir. Yöre özellikle Alp orojenezi sırasında şaryaj ve bindirmelere sahne olmuştur.Tektonik literatürüne"Ecemiş Koridoru" olarak da giren bu sahada düşey ve yatay atımlı birçok fay bulunmaktadır. Dokusuyla yörede jeomorfolojik süreçler sonucu oluşan naplar,klipler,pencereler ilginç yapısal unsurlar olarak dikkati çeker. Aladağlar Milli Parkı gerçek anlamda bir jeomorfolojik açık hava müzesidir. Yörenin şekillenmesinde yapı ile birlikte flüvial koşullar ve Pleistosen buzullaşması önemli bir rol oynamıştır.Yörede bu üç unsura ait değişik morfolojik birimlere rastlamak çok olağandır. Yörenin belli başlı jeomorfolojik karakteri vadilerlede bir şekilde parçalanmış olmasıdır.Buzul morfolojisine ait bir çok izlere rastlanmakta , özellikle yöredeki bir çok sirk gölleri ve moreller bu morfolojinin kılavuz şekilleri olarak görülür. Yöre klimatik açıdan kendine has özelliklere sahiptir. Yazları sıcak,kışları soğuk ve kar yağışlı olarak tanımlanabilecek bu klimatik yapı yörenin yüksek kesimlerinde kalıcı karların barınmasına imkan sağlamaktadır. Yörede gece ile gündüz sıcaklık farkı(Günlük Amplitüd) oldukça fazla olup , geceleri göllerin donmasına neden olan düşük sıcaklık, gündüzleri 30 dereceye kadar çıkmaktadır. Aladağlar Milli Parkı vejetasyon açısından çok zengin olup ,ormanı oluşturan hakim türler karaçam ve kızılçamdır.Karaçamdan kızılçama geçiş zonunda yer yer bu iki türün oluşturduğu karışık meşçerelere de rastlanmaktadır.Karaçamın yayılış alanındaki güney bakılı kesimlerde iç meşçere oluşturmayan sedir ve kuzey bakılı nem bakımından daha elverişli yerlerde de göknarlara rastlanmaktadır. Ormanın üst sınırından itibaren Alpin zon başlar. Bu zon da Alpin çayırları yer almaktadır. Alpin zon ve daha yüksek kesimlerde yükseklik ve eğim koşullarından kaynaklanan çıplak kayalık kesimlere ulaşılmaktadır. Görülebilecek Yerler: Milli Parkın peyzaj güzelliği görülmeye değer niteliktedir. Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkta Yaban Hayatı Koruma Bölgesi ayrılmış olup, Üretme İstasyonu mevcuttur. Milli Parkta kamp alanı, günübirlik alanlar, mola alanları, yürüyüş parkurları, tırmanma doğrultuları, bazı noktalarda yayla gelişimleri planlanmıştır. Yöredeki akarsularda alabalık üretimi ve spestif olta balıkçılığı yapılma olasılığı olan Aladağlar ülkemiz turizmine alternatif olanaklar yaratacak potansiyele sahiptir. Çadırla konaklanabilir.
-
Niğde Müzesi Bir İç Anadolu Bölgesi kenti olan Niğde, Paleolitik Çağdan günümüze değin kesintisiz bir yerleşime tanık olmuştur. Bu binlerce yıllık kültür birikiminin oluşumunda onlarca toplulukların ve uygarlıkların katkısı vardır. Bu kültür ve medeniyetlerin oluşturduğu çok zengin ve ünik eserlerin; onarılması, tanıtılması ve muhafaza edilmesi hiç kuşkusuz müzelerle mümkündür. Bu bağlam da, Niğde Müzesi Anadolu Arkeolojisini çok zengin ve ünik eserlerle temsil etmektedir. Niğde’de ilk Müzecilik faaliyetleri 1939 yılında Akmedrese’de başlamıştır. II. Dünya Savaşı sırasında, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin deposu olarak kullanılan medrese, 1957 yılında Niğde Müzesi’nin kurulmasıyla onarılmış, teşhir-tanzimi yapılarak ziyarete açılmıştır. 1977 yılında yeni binasına taşınan müzenin 20 Kasım 1982 yılında da ilk teşhir tanzimi yapılmıştır. Bu durum 16 Şubat 1999 tarihine kadar sürmüştür. Kazılardan gelen yoğun ve ünik eserlerin sergilenme ihtiyacı ve çağdaş bir anlayışla yaşayan müze tarzında yapılması gereken sergileme müzedeki, onarım ve teşhir-tanzim çalışmalarının tamamlanmasından sonra, 20 Kasım 2001 tarihinde, yeniden hizmete sunulmuştur. Yapılan son teşhir-tanzimi ile Bakanlığımızca “2003 YILINA AVRUPA’DA YILIN MÜZESİ” ne aday gösterilmiş, Almanya ve Fransa’dan gelen komite üyeleri tarafından elemeyi geçmiş ancak ödül alamamıştır. Bu yılda ABD Dünya Kültür Mirasını Koruma Fonu Müzemizi pilot müze seçmiş olup, proje dâhilinde tüm eserlerin dijital ortama aktarılarak yeniden yapılandırılması amaçlanmaktadır. Bu uygulama Türkiye Müzelerinde ileriye dönük çalışmalara örnek teşkil edecektir. Niğde Müzesi’nde, Orta Anadolu arkeolojisinin kronolojik düzenle sunulduğu 6 teşhir salonu bulunmaktadır. Eserlerin büyük bir çoğunluğu bölgede yapılmakta olan kazılardan elde edilen buluntular oluşturmaktadır. 1.SALON: Bölgede, Neolitik Çağa tarihlenen Pınarbaşı Höyük, Köşk Höyük, Tepecik Höyüğü ve Kaletepe Obsidiyen Atölyesi kazılarında bulunan Obsidiyen aletler ile Neolitik ve Kalkolitik Çağ'ın önemli merkezi durumundaki Köşk Höyük kazılarından ele geçirilen ünik eserler, mezar buluntuları, tanrı ve tanrıça heykelcikleri, antropomorfik vazo ile M.Ö. 4883 yılına tarihlenen “Köşk Höyük Kalkolitik Ev”inin birebir kurgusu teşhir edilmektedir.Bu nedenle de salon, “Köşk Höyük Salonu” olarak adlandırılır. II. SALON: I.büyük vitrinde, Eski Tunç Çağına (M.Ö. III. Bin yıl) tarihlenen Çamardı İlçesi, Celaller Köyü, Göltepe Höyüğü kazılarında ele geçen madencilere ait buluntularla, höyüğün karşısında yer alan Kestel antik kalay maden ocağındaki galeri girişinin kurgusu teşhir edilmektedir. Yine, Acemhöyük kazıları ile Ulukışla, Darboğaz Kasabası’ndan getirilen eserler de bu vitrindedir. İkinci büyük vitrinde ise; Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nın önemli merkezi olan Acemhöyük (Puruşhanda) kazısında açığa çıkarılan saray buluntuları sergilenmektedir. III. SALON: “Geç Hitit- Frig Salonu” (M.Ö. I.Bin yıl) Hitit İmparatorluğunun yıkılmasından sonra, Anadolu’da ortaya çıkan Geç Hitit şehir devletlerinden Nahita ve Tuvanuva krallıklarına ait fırtına ve bereket tanrısı stelleri, Hitit Hiyeroglifiyle yazılmış kitabeler, Kaynarca Tümülüsü buluntuları, Frig dönemi seramikleri ve “Göllüdağ Aslanı” sergilenmektedir. IV. SALON: Helenistik, Roma ve Bizans Dönemi buluntularına ayrılmıştır. Salonun bir bölümünde, il sınırları dâhilinde olan Tepebağları, Porsuk Höyük ve Acemhöyük kazılarında ele geçirilen buluntular ile satın alım ve zor alım yoluyla kazandırılan pişmiş toprak ve cam eserler, mühür baskıları, Roma Dönemi Heykelcikleri ve Bizans Dönemi eserleri yer almaktadır. Salonun diğer bölümünde ise, Tyana’da açığa çıkarılan ve M.S. II. yy. Roma İmparatorluk Dönemine tarihlenen heykeltıraşlık ürünleri ile mezar stelleri sergilenmektedir. V.SALON: Sikke ve mumyalar teşhir edilmektedir. A-Sikke Bölümü: Sikke basım tekniği ve genel tanımlar, iki pano halinde tanıtılmış, 6 büyük duvar vitrini içerisine, kronolojik sırayla Grek, Helenistik, Roma, Bizans ve İslami-Osmanlı dönemi sikkeleri ile Selçuklulardan kalma gümüş define ile Kapadokya Krallığına ait Tepebağları definesi yer alır. B-Mumya Bölümü: Aksaray Ihlara Vadisi’nde bulunan “Rahibe Mumyası” (X.yy.) ile Çanlı Kilise’den çıkarılan 4 adet bebek mumyası (XIII. yy.) sergilenmektedir. VI. SALON: “Etnoğrafik Eserler Salonu”: Bölgenin kaybolmaya yüz tutmuş etnoğrafik kültürünün tanıtıldığı salonda silahlar, el yazmaları, yazı takımları, aydınlatma araçları, halılar, kilimler, âlemler, takılar ve İlhanlı Döneminden kalma eserlerin yanında Kaçar Türklerine ait bir sini teşhir edilmektedir. Salonda birde şark köşesi oluşturulmuştur.
-
Niğde Sivil Mimari Örnekleri Niğde sivil mimarisinin meydana gelmesinde yörenin ikliminin ve burada yaşamış olan toplumların büyük etkisi olmuştur. Niğde sivil mimarisini oluşturan yapıların büyük çoğunluğu yöreye özgü sarı trakit taşından yapılmıştır. Niğde ve yöresinde yapılmış olan bütün dini, sivil ve remi yapılarda aynı taş kullanılmıştır. Bunların büyük çoğunluğu da cephelerde yer almıştır. Ayrıca siyah renkli bazalt taşı sağlamlığından ötürü zemin katların köşelerinde, kapı, pencere sövelerinde ve çıkmaları taşıyan konsollarda uygulanmıştır. Bunun yanı sıra duvarların arasındaki hatıllarda, kapı lentolarında, balkon ve çıkmalarda, kapı ve pencerelerde, dolaplarda, yüklüklerde de ahşaptan yararlanılmıştır. Evlerin balkon ve pencere parmaklıklarında, kafeslerinde, tokmaklarında ve kilitlerinde demir ve pirinçten yararlanılmıştır. Niğde sivil mimarisinde kerpice hemen hiç yer verilmemiştir. Bu yöredeki evler Kayseri ve Nevşehir evleri ile yakın benzerlikler göstermektedir. Yalnızca Niğde’ye 13 km. uzaklıkta bulunan Bor’da taşın yanı sıra ker**** de kullanılmıştır. Niğde sivil mimarisinde, temellerde moloz taşa yer verilmiştir. Cephede olmayan yan duvarlarda ve avlu duvarlarında ise moloz taş yoğun biçimde kullanılmıştır. Üst örtülerde hasır ve toprak, en üstte de Çorak ismi verilen sıkıştırılmış killi toprak kullanılmıştır. Kiremitli çatı kullanımı ise bu yörede çok azdır. Üst örtüde bazen Hezen Örme ismi verilen ağaçlarla kapatıldığı, üzerlerine tahta, hasır ve saz örtüldüğü de görülmektedir. Niğde evlerinde yüksek duvarlarla çevrili avluya anıtsal görünümü olan bir kapıdan girilmektedir. Bu avluda yemek pişirmeye özgü kemerli bir ocak, mutfak ve helâlara yer verilmiştir. Bazı evlerde ise bu avludaki bölümler evin arkasındaki bir diğer avluya konulmuştur. Evlerin zemin katına kemerli bir kapıdan, ikinci kata ise merdivenlerle çıkılmaktadır. Arazi yapısından ötürü bazı evler ise Tol ismi verilen kemerli taş tonozlar üzerinde teraslar halinde yapılmıştır. Bu tonozların bulunduğu yere de ahır, depo, samanlık yerleştirilmiştir. Ayrıca tüf kayaların oyulması ile oluşturulan depo ve kilerler evin dışında yer almıştır. Bazı evlerde zemin katlarda büyük kemerli ocağın bulunduğu mutfak ve hizmet birimleri bulunmaktadır. İkinci katlarda çoğunlukla sokağa bakan sofalar ve bunların çevresinde de geniş ve yüksek tavanlı odalar sıralanmıştır. Eski Niğde evleri plan tipini iç sofalar oluşturmaktadır. Tek katlı evlerde doğrudan doğruya sofaya geçilmektedir. Evin merkezini oluşturan bu sofaya da bütün odalar açılmaktadır. Azınlıklardan kalan bazı evlerin sofaları ise haç biçimindedir. Sokağa yönelik evlerin cepheleri çıkmalarla hareketlendirilmiştir. Niğde evlerinde değişik biçimlerde çıkmalarla karşılaşılmaktadır. Bu çıkmalar dikdörtgen, üçgen ve yarım daire şeklindedir. Bazı örneklerde ise taş konsollar üzerine binen çıkmalara da rastlanmaktadır. Cephedeki pencereler demir parmaklıklarla ve kafeslerle kapatılmıştır. Buradaki demir kafesler S harfi şeklinde kıvrımlar meydana getirmiş, ayrıca damın üzerine yerleştirilen değişik formlardaki çörtenler de cephenin zengin bir görünüm kazanmasına neden olmuştur. Niğde evlerinde bezeme olarak taş süslemeler ön plandadır. Katları birbirinden ayıran mukarnaslı profilli silmeler, pencere aralarındaki mukarnas ve iyon başlıklı sütuncuklar pencereleri çevreleyen silme ve kemerler de görülmektedir. Çıkmaların üzerine oturduğu konsollar stilize edilmiş arslan, ejder, at gibi şekillerde yapılmıştır. Bazı çörtenler de bunlara benzer şekilde arslan başlarını andırmaktadır. İç mekânlarda dolap ve yüklükler ile tavan göbekleri ahşap bezemelerle kaplanmıştır. Niğde’de yeni yapılanmanın yoğunlaşmasından ötürü eski evlerden çok az örnek günümüze gelebilmiştir. Bu evlerin başında Kadıoğlu Konağı, Resul Özkul Evi gelmektedir. Bununla beraber Kültür Bakanlığı ildeki 55 evi tescil ederek koruma altına almıştır. Niğde’nin Aşağı Kayabaşı Mahallesi’ndeki Kadıoğlu Sokağı ile Sungur Mahallesi’ndeki Cullas Sokağı evleri koruma altında olup, Niğde evlerinin tipik örnekleri burada bulunmaktadır.