-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
İLİN TARİHİ OLUŞUMU İlin Adı : Kırıkkale'nin adının, şehrin 3 km. Kuzeyindeki Kırıkköyü ile kendin merkezindeki Kaletepe'nin kısaltılarak birleştirilmesinden ortaya çıktığı söylenir. Bu ismin halk tarafından9 yakıştırıldığı kanaatı yaygın olmakla beraber bölgenin ismi Osmanlı arşiv belgelerinde, şimdiki haliyle Kırıkkal'a biçiminde geçmektedir. XVI. ve XVII. Yüzyıllarda, doğudan gelen çeşitli Türk aşiret ve cemaatlerinin Anadolu'da - bilhassa Orta Anadolu'da- iskan edildikleri bilinmektedir. Bunlardan "Oğuz, Oğuzhan" adı verilen büyük bir oymağın Ankara yakınlarında, o zamanki söyleyişiyle "Kırıkkal'a " ya yerleştirildikleri belgelerde ifade edilmektedir. Yörükan taifesinden olduğu zikredilen Oğuz Oymağı, Anadolu'yu Türkleştirerek ve İslamlaştırarak, Türk vatanı haline getiren, aynı zamanda "Türkmen adıyla da bilinen büyük bir aşirettir. Bu durumda bölgenin adının en az 400 yıllık bir tarihe sahip olduğunu kabul etmek gerekir. a.Türklerden Önce : Yörenin çok eski bir tarihi geçmişi mevcuttur. Bugün Kırıkkale il sınırları içinde kalan bazı tarihi kalıntılar, ören yerleri ve höyüklerin varlığı ile bazı araştırma ve incelemelerde M.Ö. yıllara ait arkeolojik buluntulara rastlanması, Kırıkkale'nin coğrafi alanının ne kadar eski bir yerleşim sahası olduğunu gösterir. KIRIKKALE’NİN ESKİÇAĞ TARİHİ Kırıkkale ili ve çevresinin eskiçağ tarihini aydınlatacak bir arkeolojik kazı henüz yapılmamıştır. Ancak bölgenin tarihi coğrafyasına ışık tutacak bazı bilimsel çabalar da yok değildir. Kırşehir Kaman Kalehöyükte arkeolojik kazılar yapmakta olan Japon bilim heyetinin ilimiz sınırları içerisinde kalan alanda yapmış olduğu yüzey araştırmaları dikkate değer bulgular ortaya koymuştur. KIRIKKALE İLİ VE ÇEVRESİNİN KALKOLİTİK ÇAĞI Japonların 1990-91 yılları arasında Kırıkkale il merkezi ve ona bağlı ilçe ve köyleri kapsayan yüzey araştırmalarında toplam 21 höyük ve düz iskan saptanmıştır. Bu merkezlerden toplanan seramik örneklerinin değerlendirilmesi sonucu bölgenin Kızılırmak kavsi dışında kalan alanda Neolitik Çağ ve sonrası, Kızılırmak kavsi içinde kalan alanda ise bu dönemi takip eden Kalkolitik Çağı, Eski Tunç Çağı, Assur Ticaret Kolonileri Çağı Hitit İmparatorluk Çağı (zayıf), Frig ve Hellenistik-Roma Çağları ile Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait yerleşim birimleri ve bu dönemlerin kültürlerini yansıtan kalıntılar saptanmıştır. KIRIKKALE İLİ VE ÇEVRESİNİN KALKOLİTİK ÇAĞI Kırıkkale ili ve çevresinde yapılan yüzey araştırmalarda, Kırıkkale ili Delice ilçesi Yeniyapan köyünün doğusunda doğal bir tepeden, Delice ilçesi Çongar köyünün 3.5 km doğrultusunda yer alan 8.5 m yüksekliğindeki Kültepe’den Keskin ilçesi Cinali köyünün 2 km kuzeybatısında yeralan 8 m yüksekliğindeki Sulucatepe’den ve Kırıkkale ili merkez ilçe sınırları içinde kalan Kuzeren köyünün 3.5 km güneybatısında yer alan 8.5 m yüksekliğindeki Kuzeren höyüğünden derlenen çanak çömlek parçaları Kalkolitik döneme tarihlenmiştir. Kalkolitik çağ genelde MÖ 5000-3000 yılları arasına yerleştirilmektedir. Maden aletlerin yanında taş aletlerin kullanılmasından ötürü bu devire tarihçiler Taş Maden Devri anlamına gelen Kalkolitik Çağ adını vermişlerdir. Bu kültürün önde gelen iki özelliği bakır aletlerin giderek taşın yerine geçmeye başlaması ile kökleri Neolitik Çağ’a uzayan boya bezemeli çanak-çömleklerdir. Anadolu’yu Erken Kalkolitik Çağ’ın sonralarında farklı bir etnik grup muhtemelen Trakya’dan gelen bir kavim istila etmiş, birçok yerleşim yerini yakıp yıkmışlardır. Erken ve geç kalkolitik dönemler arasında bir ara evre özelliğini gösteren Orta Kalkolitik çağı konusunda fazla bir bilgi yoktur. Hatta böyle bir evrenin varlığı bile tartışma konusudur. Uzun süreli bu karanlık ara dönemi izleyerek kabaca MÖ 4. bin yıla tarihlenen Kalkolitik Çağın son evresine gelinir. Bu dönemde Anadolu’ya Balkanlar üzerinden gelen göçmen kafileleriyle ilişkili olarak nüfus ve yerleşme yerlerinin sayısında da artış olmuştur. Orta Anadolu’da Çorum dolaylarındaki Büyük Güllecek ve Alacahöyük, Yozgat yakınlarındaki Alişar ve Ankara yakınlarındaki Yazırhöyük bu yeni dönemde Anadolu’ya yayılmaya başlayan Kuzey Ege ve Balkan etkili merkezler arasındadır. Kırıkkale ve çevresindeki kalkolitik merkezler de bu etki alanında değerlendirilmelidir. Bu dönemde gittikçe büyüyen köyler birara surla çevrilerek tahkim ettirilmiş, madenin kullanımı ve beraberinde getirdiği ekonomik sosyal canlılığa paralel olarak yeni mesleklerin ortaya çıktığı ve dolayısıyla değişik etnik grupların bir arada yaşamaya başlaması, günlük yaşamın bir çok alanına mutfak kültürün, dini yaşam, yarı mimarisi vs. yenilikler getirmiştir. KIRIKKALE İLİ VE ÇEVRESİNİN ESKİ TUNÇ ÇAĞI Kırıkkale ili ve çevresinde yapılan yüzey araştırmalarda, Kırıkkale ili Delice ilçesi Yeniyapan köyünün doğusunda, doğal bir tepeden (Yeniyapan) aynı ilçenin Çongar köyünün 3.5 km doğusundaki 110m çapındaki ve 8.5 m yüksekliğindeki Kütlepe’den, Keskin ilçesi Efendi köyünün 2 km güneyinde, Kılıç Özü’ nün dere yatağı kenarında kurulmuş olan 91 m çapında 10 m yüksekliğindeki Alibaz’ dan, aynı ilçenin Kavurğalı köyünün 2 km güneydoğusundaki 210 m çapında,15 m yüksekliğindeki Kavurğalı’ dan, Keskin ilçesi Armutlu köyünün 1.5 km güneydoğusundaki 200 m çapında 13 m yüksekliğinde Armutlu’ dan, aynı ilçenin Cinali köyünün 2 km kuzeybatısındaki 100 m çapında, 7 m yüksekliğindeki Sulucatepe’ den, Keskin ilçesi Köprü köyünün 500 m kuzeybatısında, Kızılırmak’ ın hemen kenarında yer alan 280 m çapında 32 m yüksekliğindeki Büyükkaletepe’den aynı ilçeye bağlı Ceritkale köyünün 2 km güneyinde, Ömer Kuru Dere yatağında yer alan 170 m çapında ve 6 m yüksekliğindeki Yaşar Çayır’ dan, yine Keskin ilçesine bağlı Karağıl köyünün 1 km güneydoğusunda, Dinek dağının batı Kıyıhalil İnceli köyünün 2.5 km kuzeybatısında Kızılırmak’ ın yatağında yer alan 155 m çapında ve 8.5 m yüksekliğinde Tepe (Kıyıhalil İnce) ‘den aynı ilçenin Bıyıkaydın’dan Çatal Sögüt höyüğünde derlenen seramik parçaları Eski Tunç Çağına tarihlenmiştir. KIRIKKALE İLİ VE ÇEVRESİNİN ORTA TUNÇ ÇAĞI a) Assur Ticaret Kolonileri Evresi: Kırıkkale ili Delice ilçesi, Çongar Köyü Kültepe höyüğünden, Keskin ilçesi Efendi Köyünün Alibaz höyüğünden aynı ilçenin Kavurgulı köyü höyüğünden, Armutlu höyüğünden, Balışeyh ilçesinin öz höyüğünden ve merkez ilçeye bağlı Çatal Söğüt höyüğünden derlenen seramiklerin bir kısmı Assur Ticaret kolonileri evresine tarihlendirilmiştir. Orta Tunç Çağı MÖ 2000-1400 yılları arasına tarihlenir ve Assur Ticaret Kolonileri ile Eski Hitit Dönemlerini kapsar. Orta Tunç Çağı Anadolu’sunun en çarpıcı özelliği Mezopotamya ile başlayan çok sıkı ve örgütlü bir ticaret ilişkisi bunun sonucunda da yazının öğrenilmiş oluşudur. Assurlu tüccarlar 200-250 merkepten oluşan kervanlarıyla Anadolu’nun silah yapımında gereksinim duyduğu kalay madeni ile güneyin beğenisine göre dokunmuş ince kumaşlar getirip karşılığında ise altın, gümüş ve değerli taşlar götürüyorlardı. MÖ 1925 yıllarında bu yeni ticari düzenle ilişkisi olarak Anadolu’da Assurca karum (liman) denen pek çok pazar yeri kurulmuştu. Bunlardan en ünlüsü ise Kaneş karumuydu. Bugün Kayseri yakınlarındaki Kültepe de yer alan Kaneş aynı zamanda güçlü bir Hitit Beyliğinin de merkeziydi. Orta Anadolu’da daha sonraları Hitit Devleti’nin başkenti olacak Hattuş’a (Boğazköy), Alişar, Aksaray yakınlarındaki Acemhöyük ve Konya yakınlarında Karahöyük’te de Karumlar oluşturulmuştu. Assur’dan Orta Anadolu’ya uzanan yol üzerinde ise Assurca Wabartum (Konuk-konak) denen küçük konaklama birimleri oluşturulmuştu. Anadolu’daki Karum ve Wabartumların hukuki ve siyasi konumları bilim adamları arasında tartışmalı bir konudur. Kimi bilim adamına göre sömürgelerin idari merkezi, kimilerine göre de yerli beylere vergisini ödeyen serbest ticaret bölgeleridir. Koloni Çağı’nın son evresinde Kültepe (Kaneş) Pazar (Karum’u) yeri, Orta Anadolu’daki pek çok yerleşme yeriyle birlikte MÖ 1725 yıllarında bir yangınla son buldu. Muhtemelen yerli beylerin bir iç hesaplaşması sonucu bu olaylardan sonra Hitit Devleti belirmeye başladı. B ) Eski Hitit Devleti Evresi: Kırıkkale ili ve çevresinde yapılan yüzey araştırmalarda, Kırıkkale ili, Sulakyurt ilçesi, Kıyıhalilincili köyü höyüğünden ve Keskin ilçesi, Köprü köy Büyükkaletepe höyüğünden derlenen seramik parçalarından bir kısmı Eski Hitit Çağına tarihlenmiştir. Assur Ticaret Koloniler evresinde Anadolu’nun irili ufaklı bir sürü beylik tarafından paylaşıldığını daha önce belirtmiştik. Bu beyliklerden adını bilemediklerimiz içinde önemlileri şunlardır. Neşe (Kaneş), Hattuş, Mama, Puruşhanda, Kuşşara, Zalpa. Ancak kökeni Kuşşara’ ya dayanan Pithana oğlu Anitte (MÖ 1750) lie Orta Anadolu’ da merkezi bir devlete doğru ilk adım atılmıştı. Neşe, Zalpa ve Hattuş’u eline geçiren Anitte kendisini (Gal Lugul) Büyük Kral unvanını taşıyacak kadar güçlü hissediyordu. Anitte’dan 100 yıl kadar sonra, aynı soydan gelen Kuşşara’lı Labarna’nın Hattuş’u başkent yapıp, kente Hattuşa, kendisinede Hattuşalı anlamına gelen Hattuşili (MÖ 1650-1620) adını vermesiyle Hitit Devleti resmen kurulur. Yerli Anadolu oldukları kabul edilen Hattili Beylere karşılık Hint-Avrupalı Hititlerin kökeni konusunda fazla bilgi yoktur. Anadolu’ya bir göçle dışardan mı geldiler? Bu göç nereden ve hangi tarihte oldu. Bu soruların yanıtları doyurucu belgeleriyle verilebilmiş değildir. I. Hattuşili’nin Hattuşa’yı başkent yapmasıyla birlikte Eski Hitit Devleti hızlı bir biçimde gelişmeye başladı. İçte otoriteyi sağlayan I.Hattişuli, ilk hedef olarak Suriye yi seçmişti.Kızılırmak ı Kırıkkale’nin güneyinde ordusuyla birlikte geçen I.Hattuşili,Suriye’nin önemli şehirlerinden Alalah’ı ele geçireceği sefere çıkıyordu.Alalah’ı ele geçirerek daha ileri harekatlar için büyük bir avantaj elde etti .Sefer dönüşünde Fırat’a doğru ilerleyerek Malatya yakınında ırmağın karşı kıyısına geçti. Batı Anadolu’daki Arzava ülkesi zapt edildi. Bunu izleyen I.Murşili döneminde Halep Hitit Devleti ‘nin sınırları içine sokuldu.Babil fethedildi.( MÖ 1594). Böylelikle Hitiler kısa bir sürede yakın Doğu’nun etkin siyasal güçlerinden biri olarak adlarını duyurdular. Eski Hitit Devleti’nin genişlemesi I.Murşili’nin,Babil seferi dönüşünde bir entrika sonucu öldürülmesiyle son buldu. İlimiz sınırları içinde kalan alanda bu çağa ait yerleşim yerlerinin çok sınırlı merkez olması dikkat çekicidir. Ancak herhalukarda bu dönemin bölgemizde de temsil edilmesi, ilimiz eski çağ tarihi açısından önemli bir bulgudur ve aynı zamanda yukarıda anlatılan kültür dokusu çerçevesinde değerlendirilmesidir. Dönemin Anadolu tarihi açısından önemi dikkate alındığında, bölgemizde bir arkeolojik kazının yapılmasının değeri daha kolay anlaşılmaktadır. KIRIKKALE İLİ VE ÇEVRESİNİN GENÇ TUNÇ ÇAĞI Kırıkkale ili ve çevresinde yapılan yüzey araştırmalarda, Kırıkkale ili Delice ilçesi, Çongar köyü, Kültepe höyüğünden, Delice ilçesi Harekli Köyü Beşiktepe mevkiinden ve merkeze bağlı Balışeyh kasabasının 4.5 km kuzeydoğusundaki Öz höyüğünden derlenen seramik parçaları arasında bazı örnekler Hitit İmparatorluk çağına tarihlenmiştir. Hitit İmparatorluk çağı kültürü hemen her yönüyle temelleri daha koloni çağında atılan Eski Hitit kültürünün devamı niteliğindedir. Hitit imparatorluk çağının en görkemli anıtı bizzat başkentleri Hattuşa’nın kendisidir. Hitit uygarlığının en önemli merkezlerinden ikincisi ise, başkentin yakınlarındaki Alacahöyük’tür. Kabartmaları Önasya dünyasının ilk anıtsal örnekleri olmaları bakımından büyük önem taşırlar. Zile yakınlarındaki Maşathöyük, Yozgat yakınlarındaki Alişar, Çorum yakınlarındaki Ortaköy, Malatya yakınlarındaki Aslantepe, Elazığ Altınova’da Korcutepe, Güneyde Tarsus-Gözlükule ve Mersin-Yümüktepe önde gelen öteki Hitit merkezleri arasındadır. İlimiz sınırları içinde kalan merkezlerin aynı kültür geleneğinin temsilcileri oldukları kesin olmakla birlikte, bu kültürün içindeki konumu ve katkıları ise bir arkeolojik kazı sonucunda açıklık kazanacaktır. MÖ 1200-800 yılları arasındaki zaman diliminde Anadolu’da herhangi bir kültür kalıntısına rastlanmadığında “Karanlık Dönem” olarak adlandırılmaktadır. Hitit İmparatorluğunun yıkılışına neden olan kavim veya kavimlerin bir süre 400 yıl gibi göçebe yaşadıkları ve sadece hayvancılıkla uğraştıkları var sayılmaktadır. Dolayısıyla bu döneme ilişkin herhangi bir kültür kalıntısının günümüze kadar gelmeyişi bu şekilde yorumlanmaktadır. İLİN VE ÇEVRESİNİN DEMİR ÇAĞI Kırıkkale ili ve çevresinde yapılan yüzey araştırmalarda Kırıkkale ili Delice ilçesi, Çongar köyü, Kültepe höyüğünden, Delice ilçesi Harekli Köyü Beşiktepe mevkiinden, Keskin ilçesi Kavurgalı Höyüğünden, Armutlu köyü Armutlu höyüğünden, Köprü Köyü Büyüktepe höyüğünden, Ceritkale Köyü Yaşçayır Höyüğünden, Karağıl Köyü Horpağan Tepeden, Kevenli Köyü Acıözü, Çifteli Köyü Höyüktepeden ve Kaldırım Köyü Sarımusalı höyüklerinden, Sulakyurt ilçesinin Bıyıkaydın Höyüğünden, Hasandede Kasabası Çatal Söğüt Höyüğünden derlenen seramiklerin bir kısmı Demir çağına tarihlenmiştir. Bu çağın Demir çağı diye adlandırılmasının temel nedeni, dönemin silah ve diğer aletlerinin çoğunun demirden üretilmiş olmasıdır. Bunun yanı sıra MÖ 9. Yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu’nun yeniden MÖ 3 bin yılının sonlarında olduğu gibi bir çok irili ufaklı güç arasında paylaşmış olması böyle bir adlandırmaya gidilmesinin diğer bir nedenidir. Bu çağla birlikte bölgemizdeki iskanın yeniden yoğunlaşması dikkat çekici bir durumdur. Anadolu’daki Hitit çekirdek sahasının hemen her merkezde Hitit yerleşmesinin üzerine Frig yerleşmesin kurulmuş olması dönemin nüfus yoğunluğunu yansıtması açısından da önemli bir durumdur. Japonlar, Kırıkkale ili ve çevresindeki höyüklerden derledikleri seramiklerin bir bölümünü demir devri seramiği olarak tanımlamışlardır ve Friglere bağlamışlardır. Frigler MÖ 1200’lerin başlarında Truva savaşı sırasında boğazlar üzerinden Anadolu’ya gelmiş ve ancak MÖ 8.yy’ın ikinci yarısında merkezi Polatlı yakınlarındaki Gordion olan bir devlet kurabilmişlerdir. İlimiz sınırları içinde kalan Büyükkaletepe höyüğünün konumu büyüklüğü ve yüzeyinden ele geçen geyik motifleriyle tipik Frig seramiği dikkate alındığında bu merkezin Friglerin önemli bir yerleşim birimi olduğu anlaşılmaktadır. Bu höyükte yapılacak bir arkeolojik kazının ilimiz eskiçağ tarihinin aydınlatılmasına büyük katkılar sağlayacağı şüphesizdir. KIRIKKALE İLİ VE ÇEVRESİNİN ROMA VE BİZANS DÖNEMİ Kırıkkale ili Keskin ilçesi Cinali köyü Sulucatep’den, Ortasöken köyü düz yerleşmesinden, Haydardede köyü Kılıç mevkii düz iskanından, Çelebi ilçesi Kaldırım köyü, Sarı Musalı Höyüğünden ve Karaağıl köyü Hopağan tepeden; Sulakyurt ilçesi Bıyıkaydın köyü höyüğünden, İlimize bağlı Kazmaca köyü Öküztepe düz yerleşmesinden, Merkez ilçe Hacılar Kasabası Asar höyüğünden, Merkez ilçesi Kızıldere köyü, Kuzeren höyüğünden ve Hasandede Kasabası Çatal Sögüt höyüğünden derlenen seramik parçalarından bir kısmı Roma ve Bizans dönemlerine tarihlenmiştir. Roma ve Bizans dönemlerine ait çanak-çömlek parçaları, Kızılırmak yatağında yer alan düz yerleşim yerlerinde özellikle Kırıkkale’den güneye doğru uzanan bölgede bulunan höyüklerde bol miktarda derlenmiştir. Bu tür çanak-çömlek parçalarının çok sayıda ele geçtiği höyüklerde ve düz yerleşim yerlerinda prehistorik malzemelere rastlanılmamıştır. Bu Roma ve Bizans döneminde yeni yerleşim yerlerinin kurulduğunu kanıtlamaktadır. Dikkati çeken ayrı bir özellikte höyüklerden çoğunun doğal tepeler üzerine kurulmuş olmasıdır. Ayrıca genel kaideye uyularak, bu höyüklerin büyük bir çoğunluğunun yanında da akar suyun veya su kaynağının varlığıdır. Anadolu’da Roma İmparatorluğunun egemenliği MÖ 129 yılında Pergamon Krallığının ilhakıyla başlamışlardır. Pergamon Devleti’nin arazisi Anadolu’da ilk Roma eyaleti olan Provinicia Asia olrak yeniden düzenlendi. Bu eyalete başkent olarak da Ephesos seçildi. Kesin olarak belirlenmiş olmamakla birlikte Kapadokya’nın bir Roma eyaleti olarak Roma’ya vergi vermeye başladığını tarih genelde MÖ 63 yılı kabul edilmektedir. Kapadokya Eyaletinin sınırları Kuzeyde Samsun (Amisos)’dan doğuya doğru Karadeniz (Pontus Euxens), doğuda Fırat ve Büyük Ermenistan, Doğuda Toros dağları, batıda Galatia ve Pamhylia ile çevrili olan bu eyaletin başkenti Kaisareia (Kayseri) idi. MÖ 395 yılında Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra Kapadokya Eyaleti Doğu Roma sınırları içerisinde kaldı. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenen ve Sulakyurt ilçesinde bulunan tarihi paraların tetkikinden yörede M.Ö. Romalıların yaşadığı tespit edilmiştir. Türklerden Sonra : Malazgirt Zaferinin 1071'de kazanılmasından sonra Anadolu'nun kapıları Türklere açılmış, buralar hızlı bir şekilde Türk-İslam diyarı haline getirilmiştir. İşte o dönemlerde Kırıkkale ili dahilinde bulunan bazı yerlerinde ilk fethedilen İslam beldelerinden olduğu görülmektedir. Bu konuda Prof. Dr. Beşir ATALAY’ “Kırıkkale ve çevresinin özel bir konumu vardır; yani Orta Anadolu’nun ortasındadır. Çok korunmuş, dışa geç açılmış ve yine de az açılmış bir bölgedir. 1071 yılında Malazgirt Muharebesi ile Müslüman Türklerin Anadolu’ya açılışından itibaren yerleşilen, badireli günlerde dahi hiç işgal görmemiş bir özelliğe sahiptir. Etnik dağınıklığı az olan fazla karışmamış bir bölgedir. Dini homojenlik ise çok belirgindir. Türkiye’nin en az kültür değişmesi geçiren bölgesidir. Denilebilir ki kültür safiyeti önemli oranda korunmaktadır. “ demektedir. (1995 Dünya “Hoşgörü-Manas-Abay Yılı” VII. Uluslar arası Edebiyatı Semineri ve I. Uluslar arası Türk Dünyası Kültür Kurultayı Bildirileri , S-159-161) Prof. Dr. Sadık TURAL da “Ankara, Kırşehir, Konya, Çorum, Çankırı, Yozgat ve bugünkü Kırıkkale ilimizin sınırları içinde olan arazi Türklerin çok benimseyip yurt edindiği, yaylak ve kışlak yerleri olmak üzere seçtiği coğrafya alanlarıdır. “ (Ahmet Yesevî’den Hasandede’ye Gönül Erleri YY-1997, S- 215) 11. yüzyıldan sonra Kırıkkale yöresine Oğuz-Türkmen boyları yerleştirilerek iskana açılmıştır. Bu konuda Prof. Dr. İsmail ÖZÇELİK “Kırıkkalelinin Karakeçili ilçesinde yaşayan Karakeçililer, Anadolu’nun diğer yerlerinde yaşayan Karakeçililerle akrabadırlar. Karakeçililer Osmanlı kayıtlarında Ulu Yörük şeklinde anılan ve diğer bazı boylarıda ihtiva eden birliğin koludur. “ demektedir. (Tarihten Günümüze Karakeçililer, YY-2003, S-95) Kırıkkale yöresi ile ilgili Prof.Dr. Faruk SÜMER (Oğuzlar ), Prof. Dr. Cengiz ORHONLU (Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskanı), Prof. Dr. Fuat KÖPRÜLÜ (Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar), Prof. Dr. Hikmet TANYU (Ankara ve Çevresindeki Adak Yerleri) vs. eserler mevcuttur. Türk ve İslam aleminin büyük mutasavvıfı ve evliyası Hoca Ahmet Yesevi'nin oğlu Haydar Sultan'da Anadolu'daki bu mücadelede de yer almıştır. Bu mücadelenin, Kırıkale'nin en yüksek dağlarından biri olan Behrek Dağı eteklerinde ve civarında Konur Kasabası, Haydar Sultan ve Halil Dede köylerinin bulunduğu mahallerde yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Hatta Haydar Sultan'ın yaptığı savaşta, kafirlere esir düşerek, bugün aynı isimle anılan bu köydeki kuyuya hapsedildiği ve kabrinin de burada bulunduğu ve bu zatın Hoca Ahmet Yesevi'nin oğlu olduğu kaynaklarda geçmektedir. Diğer taraftan, Balışeyh ilçesinin de o dönemlerde, yani Anadolu'da ilk kurulan Türk yerleşim alanlarından olduğu bilinmektedir. Buradaki taştan yapılmış eski cami ve türbe Selçuklular tarafından 1121 yılında inşa edilmiştir. Aslında Kırıkkale bölgesi tarihini Ankara tarihiyle birlikte düşünmek, incelemek ve araştırmak uygun olur. Çünkü çok yakın olması nedeniyle buralar, eskiden beri Ankara'ya bağlı bir yöre olarak kalmıştır. Ankara'nın Türklerin eline ilk olarak 1073 yılında geçtiği dikkate alınırsa, Kırıkkale bölgesinin de- genel olarak- aynı yıllarda Türkleşmeye ve İslamlaşmaya başladığı kabul edilebilir. Bazı Haçlı seferleri sırasında buralar tekrar Bizanslıların eline geçmiş olmasına rağmen XII. Yüzyıldan itibaren Selçukluların hakimiyetine kesin olarak geçmiştir. Daha sonraki asırlarda Orta Asya'dan, Anadolu'ya göç eden Oğuz Türk boylarından pek çok aşiret ve cemaat Kırıkkale bölgesinde iskan edilerek, buralar bütünüyle Türk ve İslam diyarı haline getirilmiştir. Cumhuriyet Döneminde Kırıkkale : Bilindiği gibi Kırıkkale temelleri 1925'lerde atılan bir Cumhuriyet şehrimizdir. 70 Yıllık gelişmesi, büyümesi ve bugüne taşınması MKEK ile olmuştur. Kırıkkale'nin kurulduğu arazi Kırıkköyü arazileriydi. Kırıkköyü 1925'ten önce 12 hanelik küçük bir köy idi. Kaletepe ise 3-4 km.ötede, aslında bilinen anlamda bir kale olmayıp boz toprakların oluşturduğu bakımsız ve ağaçsız bir tepeydi. 1960 yılından itibaren ağaçlandırma çalışmaları başlatılmıştır. Kırıkkale şehrini ortaya çıkaran esas sebebin; 1921 yılında buralarda İmalatı Harbiye Fabrikası'nın kurulmasına karar verilmesi ve 1925 yılında top ve mühimmat fabrikalarının temellerinin atılmış olmasıdır. O tarihlerde Kırıkköyü'nün muhtarı olan Hüseyin Kahya ile Yahşihan köyü öğretmeni Hüseyin Avni Bey'in bu olaylarda yardımcı oldukları bilinmektedir. Şehrin kurulması ve gelişmesi ile ilgili Prof. Dr. Beşir ATALAY “Kırıkkale’nin tarihini 1925’li yıllarda başlatmak mümkündür. Şehrin çekirdeğini oluşturan fabrikaların temeli 1925 de açılmıştır. Kurtuluş Savaşından sonra yeni devletin yeni yönetimi Orta Anadolu’da savunma sanayi kuruluşu için bir yer aramıştır. Başkent olarak da Ankara seçildiği için Başkente de yakın bir yer aranmıştır. Belki Orta Anadolu bu tür bir sanayi için güvenli bir bölge olarak görülmüştür. İşte Kırıkkale’nin bulunduğu boş tarlalar heyetin dikkatini çekmiştir. Arazi sahiplerinin özellikle Kırık köylü Hüseyin Kahya’nın heyete yakın ilgisi bu bölgenin seçilmesine etkili olduğu söylenir. “(1995 Dünya “Hoşgörü-Manas-Abay Yılı” VII. Uluslar arası Edebiyatı Semineri ve I. Uluslar arası Türk Dünyası Kültür Kurultayı Bildirileri , S-159-161) 1925 yılında Top ve Mühimmat Fabrikası'nın temellerinin atılması, Kırıkkale'nin şehirleşmesinin çekirdeğini oluşturur. Aynı kuruma bağlı fabrika sayısı arttıkça personel ve işçi sayısı da artar. Görülmemiş biçimde nüfus artışı görülür. Yeni gelen işçilerin konutları ve halka halka mahalleler çevreye yayılır. Demiryolu, fabrikalarla yerleşim bölgesi arasında sınır oluşturulur. İlk aşamada, fabrikaların teknik ve idari personeli için yapılan sosyal tesisler ve az sayıda lojman da hemen tren istasyonu civarında yapılır. Fazla konut yoktur. Çünkü çalışanlar, yani işçiler askerdir ve kışlada kalırlar. Sonraları sivil işçilerin işe alınmasıyla konut bölgeleri genişlemiş burası kentin merkezi olmuş, İstasyon Mahallesi adını almıştır. Sanayi kesimine ait sosyal tesis ve işletmelerde aynı yerde genişleyerek Fabrikalar Mahallesi adını almıştır. 1931-1941 yılları dönemi Kırıkkale'nin gelişmesinde ikinci aşamayı oluşturur. Hizmete açılan fabrika sayısı hızla çoğalmış, buna bağlı olarak da işçi ihtiyacı artmıştır. Kırıkköyünden ve çevre köylerden akın akın işçiler gelmiştir. Bu dönem şehre rastgele bir yerleşmenin de başladığı dönemdir. Bu dönemde 6 mahalle daha oluşmuştur. Ovacık, Yenidoğan, Hüseyin Kahya, Tepebaşı, Gürler ve Kurtuluş Mahalleleri, Devlet daireleri ve okulların bir bölümünün kurulma ve açılması bu dönemdedir 1929'da Belediyelik, 1944 yılında da ilçe olan Kırıkkale, küçük bir kasaba görünümünü alır. Kentin bir sanayi şehri olarak öneminin artması ve artan nüfusun baskısıyla, Çallıöz, Güzeltepe ve Sanayi Mahalleri kurulmuştur. 1945 ve 1950'lerdeki nüfus artışı ve hızlı göç olayı ile sadece yakın çevredeki köylerden değil; Orta, Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz bölgesi illerinden hızlı bir nüfus akışı olmuş ve Kırıkkale büyümüş ve gelişmiştir. 1955'lerde konut alanları Samsun Karayolu üzerine, kuzeye doğru taşmış ve doğya da genişlemiştir. Karyaka ve Kızılırmak mahalleleri de bu dönemde oluşmuştur. 1960'lı yıllarda Kırıkköyü ve Yuva köyünü mahalleleri içine katan Kırıkkale, 1970'li yıllardan itibaren hızlı nüfus artışıyla birlikte mahallerini de artırmıştır. 1925'lerde 12 hanelik bir köyden 2001'de 25 mahalleli ve 205.208 nüfuslu bir yerleşim alanı ortaya çıkmıştır. İL OLUŞU Kırıkkale 21 Haziran 1989 tarih ve 3578 Sayılı yasa gereğince merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL (Başbakan iken) tarafından yapılan törenle İl olmuştur.
-
KAPLICALAR Kırşehir termal su kaynakları bakamından zengin sayabileceğimiz bir şehirdir. Sınırları içinde çeşitli alanlarda termal kaynaklar vardır. Bunların en önemlileri şehir merkezinde bulunan terme kaplıcası, Kırşehir’in kuzey doğusunda Çiçekdağı ilçesi sınırları içinde bulamaçlı kaplıcası, Kırşehir’in 16 km batısında karakurt kaplıcası , Kırşehir’in batısında Kaman- Savcılı ılıcası ve yine Kırşehir’in Kuzey Doğusunda Mahmutlu Kaplıcaları bulunmaktadır. Son yıllarda gelişmekte olan sağlık turizm içinde önemli bir yeri olan Termal Turizm açısından önemli bir potansiyele sahip olan çok çeşitli hastalıkların tedavisinden kullanılan kaplıcalar il turizminin gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. Kırşehir’de bulunan kaynak suları yeni alüvyonlarla kaplı genç çöküntülerin (fayların) bulunduğu alanlarda görülmektedir. Hemen hemen tamamı magmatiktir. Bu nedenle sıcaklıkları ve radyoaktiviteleri yüksektir. Suların içerdiği elementler hemen hemen aynıdır ( Sodyum Klorür, Bikarbonat, kalsiyum sülfat, radyum) gibi. TERME KAPLICASI Kırşehir’in merkez Kuşdilli mahallesi’ndedir. İstanbul Üniversitesi Tıbbi Ekoloji ve Hidro Klimatoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin Kırşehir Terme Kaplıcası ile ilgili Fiziksel- Kimyasal ve Biyoloji analiz raporu ve tıbbi değerlendirme; kaplıcanın maden suyu kalsiyum, sodyum yüklü bikarboratlı, alkalik bir su özelliğindedir. Sıcaklığına göre izatermaldir. Eşik değerinin altında da olsa CD2 gazi taşımaktadır. Bu özellikler dikkate alınarak, bu tür maden suyu ile yapılacak kaplıca uygulamalarında genel olarak banyo havuz, inhalasyon ve içme kürü olanaklarının düzenlenmesi yararlıdır. Bu tür uygulamalarla, bu kür merkezi eklem ve eklem dışı romatizmal hastalıkların kronik dönemlerinde ve sekellerinde, ameliyat ve ortopedik müdahalelerin nekahatında, damar sertliği ve buna bağlı hastalıkların, felçlerin rehabilitasyonunda, vegatalif sinir bozukluğuna bağlı yetersizlikler, sürmenaj ve yorgunlukta, diabet, gud ve şişmanlık ile gelen hastalıklar, karaciğer, safra kesesi, mide, bağırsak hastalıklarında böbrek taşlarında, hipertansiyon, kronik bronşit, üst solunum yolu iltihaplarında olumlu sonuç alınmaktadır. Kırşehir’de yukarıda anlatılan özellikleri taşıyan Termal suların tedavi amaçlı kullandığı iki tane, Kültür ve Turizm Bakanlığı belgeli üç yıldızlı otel bulunmaktadır. Büyük Otel Terme ve Terme Kür Merkezi Hotel’in toplam odası 180, yatak kapasitesi ise 350’ dir. KARAKURT KAPLICASI Kırşehir ili merkez ilçesine bağlı Karalar köyü sınırları içinde bulunmaktadır. Kaplıcanın Selçuklu hükümdarı Kılıçaslan tarafından 1135 yılında Selçuklu beylerinden Karakurt Baba adına yaptırılmıştır. Ilıca-Hakan- Türbe ve Mescidinden oluşan bu yapı topluluğu tüm görünüşü ile Türk yapı özelliği taşımaktadır. Sema-i EYİCE Kırşehir’de karukurt Kalenderbaba ılıcası adlı yapıtında mimarisinin açık Selçuklu karekterinde olduğu bu tesislerin 13. yy. sonlarından itibaren veya 14.yy içinde yapılmış olabileceğini yazmaktadır. Eski yapıların yanında birbirine yakın iki blok olarak çağdaş kaplıca kompleksi yapılmıştır. Kaplıca Kırşehir’e 16 km. uzaklıktadır. Tedavi kuruluşu olarak iki genel, 10 tane de özel havuzu bulunmaktadır. Kaplıcanın 50 yataklı oteli mevcuttur. Kaplıca suyunun içerisinde eriyik olarak kalsiyum, sülfat ve bikarbonat mevcuttur, suyun sıcaklığı 50 derecedir. Banyo tedavisi ile romatizma, sinir ve kadın hastalıkları, tedavisinde yararlıdır. BULAMAÇLI KAPLICASI Kırşehir Çiçekdağı ilçesi sınırları içerisinde Yerköy’e 5 km. Çiçekdağı’na 4 Km. uzaklıktadır. Rakımı 812 metredir. Kaplıcanın 20 yataklı bir moteli vardır. Kaplıca yeni yapılmış çağdaş bir yapıdır. Suyun grubu sodyum klorlu, bikarbonatlı ve radyonludur. Suyun ısısı 42. derecedir. Radyoaktivitesi 100 eman P.H.değeri 6.8’dir. Banyo tedavisi ile romatizma, nevraljin, nevrit ve kadın hastalıkları için salık verilmektedir KAMAN SAVCILI ILICASI Kırşehir’in batısında Kaman’a 16 km. uzaklıktaki Savcılı kasabasında yer alan ılıca, üstü açık taş duvarlarla çevrili bir havuzun içinden çıkmaktadır. Debisi saniyede 1 litrenin altındadır. Çok az mineral ihtiva eden, sodyum bikarbonatlı su özelliğindedir. İçme tedavisinde de kullanılır. Kaynak, gerekli tesislerin olmamasından dolayı kaplıca olarak kullanılmamaktadır. ÇİÇEKDAĞI-MAHMUTLU KAYNAKLARI Kırşehir’in kuzeydoğusunda Çiçekdağı sınırları içinde yer alır. Mahmutlu Büyük Hamam ve Küçük Hamam adı verilen iki kaplıcadan oluşmaktadır. Suyu, diğer kaplıca sularından daha sıcak (60 derece-63 derece ) ve bol olmasına rağmen gerekli tesislerin bulunmaması nedeniyle yararlanılamamaktadır. AVCI İÇMECESİ Mucur’un 15 km. güneyindeki Avcı köyündedir. Kükürtlü olan su henüz tam olarak bilimsel analize tabii tutulmamıştır. Yöre halkınca yaygın olarak içme tedavisinde kullanılmaktadır
-
HİRFANLI BARAJ GÖLÜ Baraj alanı Kaman, Kırşehir merkezi, Evren, Şereflikochisar ve Sarayiçi ilçelerini kapsar. Tuz gölünün kuzey doğusunda Kızılırmak üzerinde yer alan büyük baraj gölüdür. En derin yeri 70 metredir. Son yıllarda burada bulunan en yüksek su kuşu sayısı 133.809’dur. Büyüklüğünden dolayı alanın tamamı aynı gün içerisinde sayılamadığı için kışlayan gerçek su kuşu sayısının daha da fazla olduğu sanılmaktadır. Bunlar arasında Macar ördeği (3560), elmabaş pakta ( 13.430), tepeli pakta (14.550), dikkuyruk (122) ve sakarmeke (68.350) sayılabilir. Bunlar, gözlemlerden elde edilmiş en yüksek sayılardadır. Baharda, büyük sayıda angıt ( en çok 2070) gözlenmiştir. Bölgedeki sulak alanlar donduğunda, göle çok sayıda sukuşu gelmektedir. Baraj Gölü adacıklardan az sayıda gülen sumrunun kuluçkaya yattığı bilinmektedir. Baraj gölünün çevresinde yaz mevsiminde plaj ve piknik alanı olarak kullanılan ideal yerlerden biridir. Orta Anadolu’nun deniz ve plaj özlemini karşılayabilecek durumda olan hirfanlı barajı göl manzarası, çamlıkları, plajları ve sosyal tesisleri ile oldukça ilgi çekmektedir. Ayrıca göl balık avına da elverişlidir. Göl çevresindeki en güzel doğal plajlar: Kırşehir’e 50 km uzaklıktaki Toklumen Köyü ile 25 km uzaklıktaki Sıdıklı Büyükoba Köyü kumsalları özellikle de Davulağıl bölgesinin plaj ve tesisleri ile Kamana 16 km uzaklıktaki Savcılı Büyükoba kumsallarıdır. Ayrıca il merkezine 27-30 km uzaklıkta bulunan Yeşilli, Uzunali ve Karaduraklı köylerinin Baraj kıyıları da doğal plajlardır. Yaz aylarında bu çevreler kamp alanı olarak kullanılmaktadır. Tüm bu yerlere ulaşım asfalt yollar sayesinde oldukça kolaydır. Hirfanlı barajındaki sosyal tesisler ile Toklumen kasabasındaki Aşık Sayit tesisleri ve Savcılı Büyükoba tesisleri restoran ihtiyacını karşılamaktadır. 2004 yılında 2004/ 8321 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla hirfanlı barajının büyük bir bölümünü kapsayan alan turizm merkezi olarak ilan edilmiştir. Hazırlanacak projelerle gelecekte suya dayalı rekreasyon faaliyetlerine yönelik turizm kullanımları için çok uygun alanlar olabilecektir.
-
SEYFE GÖLÜ Seyfe Gölü, Orta Anadolu’da bulunan birkaç tuzlu gölden biridir. Kırşehir’in kuzeydoğusunda yer alan göl, Mucur’a 16 km. uzaklıktadır. Yöre, sulak ve yer yer sazlık, bataklık alanlardan oluşmaktadır. Gölün doğusunda, kıyıya yakın sazlıklardan oluşmuş pek çok adacık vardır. Bu adacıklar ve göl çevresinde, ötücü kuşlar da dahil olmak üzere toplam 187 kuş türünün varlığı mevcuttur. Göl, su kuşlarının beslenme, üreme ve konaklama alanı olarak sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da önemli sulak alanlarındandır. Gölde, dünyanın en büyük flamingo topluluklarından biri ( 320 bin adet) barınmaktadır. Göl, aynı zamanda sonbaharda yüz binlerce ördeğin konaklama alanıdır. Seyfe gölünde beslenen ve konaklayan diğer önemli kuş türleri; çamurcunlar, pelikanlar, balıkçıllar, yağmurcunlar, kazlar, kılıç gagalar, martılar, bababanlar ve sumrulardır. İlkbaharda gölün doğusundaki adacıklarda bu kuşlar başta olmak üzere çeşitli türlerden binlerce kuş yuva yapmaktadır. Ayrıca Malya Devlet Üretme Çiftliği alanında toy, turna gibi büyük kuşlar da barınmaktadır. Seyfe gölü çevresi, sonbaharda leyleklerin önemli toplanma alanlarındandır. Bölgede 480 bin kuşun bir arada yaşadığı tespit edilmiştir., Seyfe Gölü içindeki en güzel görüntüler Seyfe Köyü yakınlarında bulunan höyükten izlenmektedir. Ayrıca Seyfe’nin Badıllı mahallesinden de göl kenarına kadar gelip, gölün güzelliğini ve flamingoları seyretmek mümkündür. Ayrıca, yaz ayların da flamingolar gölün bir çok kesiminden de seyredilebilir. Ancak göl kenarından gözlemevinin bulunmaması yakından izleme olanağını kısıtlamaktadır. Uluslar arası kuruluşlara göre; 24 saat içinde, 25 binden fazla su kuşunun bir arada bulunduğu bölgeler birinci derece sit alanı olarak ilan edilmektedir. Seyfe Gölü bu sınıflandırmanın üzerinde olduğu için bir çok yabancı kuş bilimcilerinin ve çevrecilerin dikkatini çekmektedir. Göl ve çevresi 1990 tarihinde “ Tabiatı Koruma Alanı” ilan edilmiştir. Göl aynı zamanda birinci derece “ Doğal Sit Alanı”dır. Uluslar arası Kuşları Koruma Konseyi ( ICDP), Seyfe Gölü’nde yaşayan 27 tür kuşu koruma listesine almıştır. Nesilleri azalan bu kuşlar, Türkiye’nin de taraf olduğu Bern sözleşmesi ile koruma altına alınmıştır . Bölgenin hem tanıtılması hem de korunması için başlatılan çalışmalara hızla devam edilmektedir. Seyfe Gölü, Orta Anadolu’da turizmin en yoğun olduğu bölge olan Kapadokya’ya yakındır. Ancak son yıllarda gölü besleyen su kaynakları ile ilgili hatalı uygulamalar gölün büyük çapta kurumasına neden olmuştur. Kuraklığın devamı halinde bölgeyi terk eden çok sayıda kuş türünün Uluslar arası kuş göç yolu üzerindeki bu bölgeye bir daha uğramayabileceği endişesi vardır.
-
CACABEY GÖKBİLİM MEDRESESİ Kırşehir il merkezinde bulunan Cacabey Gökbilim Medresesi, H.671/ M.1272-1273 yılında, Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde, Kırşehir Valisi Nureddin Cibril Bin Cacabey tarafından yaptırılmıştır. Yapı, zamanında rasathane olarak kullanılmıştır. Medresenin kuzey cephesinde, girişi sağlayan ve Selçuklu dönemi özelliklerini yansıtan taçkapı bulunmaktadır. Yapının kuzeydoğusunda, medreseye bitişik olarak yapılmış, Cacabey'in kümbeti ve yapının güneybatısında ise minare yer almaktadır. Cacabey Gökbilim Medresesinin karakteristik özelliği, cephe ve köşelerde bulunan sütuncelerdir. Toplam üç adet olan bu sütunceler, roketin, ateşleme ve fırlatma halini göstermektedir. XIII. yüzyılda roket çiziminin bu yapıda kullanılması, işlev ve mimari arasındaki uyumun önemli bir göstergesidir. Medrese, tamamen kesme taş ve moloz taş, minare ise sırlı tuğladan yapılmıştır. Taçkapı cepheden taşkın ve anıtsal olarak yapılmıştır. İki renkli taşın dönüşümlü olarak kullanıldığı taç kapının mukarnaslı kavsarası, iki sıra kuşatma kemeri ile çevrelenmiştir. Kapının cephe duvarının iki dış köşesine, değişik biçimde kaideleri olan bir çift burma gövdeli sütunce işlenmiştir. Bunların kaidelerinin askı, kandilleri hatırlatır biçimde işlenmiş olduğu dikkati çeker. Ayrıca kavsara kuşatma kemerinin iki yanında, simetrik düzenlenmiş dairesel birer kabara bulunmaktadır. Giriş kemerinin üstünde bulunan tek satırlık kitabede, Besmele ve Nahl Sûresinin 90. ayetinin baş kısmı yer alır. Bunun altında bulunan ve uçları iki yana dönen diğer kitabede, Âl-i İmran Sûresinin 18. ve 19. ayetleri yazılıdır. Bu yazı şeridiyle kapı kemeri arasında iki satır halinde yerleştirilen, ayrıca sağ köşesine de bir metin eklenen kitabe ise, bazı vergilerin kaldırıldığını bildiren bir emirnamedir. Taçkapının girişindeki sütuncelerin başlıklarından sarkıtılan küreler, ay'ı sembolize etmektedir. Girişin her iki yanında bulunan mihrabiyeler, portalle bir bütünlük oluşturmaktadır. Anadolu Selçuklu Dönemi Medreselerinden, kapalı avlulu medreseler grubu içerisinde bulunan Cacabey Gökbilim Medresesi, kareye yakın dikdörtgen planlı ve iki eyvandan oluşmaktadır. Kuzeyde bulunan giriş kapısından giriş eyvanına, oradan da avluya geçilir. Avlunun ortasında kuyu bulunmakta ve üzerinde aydınlık feneri yer almaktadır. Bu kuyunun, yıldızları incelemek için rasat kuyusu olarak yapıldığı düşünülmektedir. Avlunun güneyinde mescit olarak kullanılan ve bir basamakla çıkılan ana eyvan; ana eyvanın köşelerinde yer alan karşılıklı iki sütunce, koni ve küre biçimlerinin üst üste bindirilmesiyle oluşmuştur. Bu sütun düzenlemesinin Anadolu Türk Sanatında başka bir örneği bulunmamaktadır. Yanlarda ise, avluya açılan sekiz tane eğitim amaçlı olarak yapılmış öğrenci odaları mevcuttur. Avlunun doğusundaki eyvandan Nureddin Cibril bin Cacabey'in türbesine yedi basamakla çıkılmaktadır. Giriş eyvanının sağından, sadece kuzey cephenin arkasında bulunan üst kat hücrelerine çıkılmaktadır. Medresenin giriş cephesinin sol tarafındaki kubbeli kare mekan, yapının banisi Cacabey'in türbesidir. Selçuklu kümbet geleneğine bağlı kalınarak; dıştan külah, içten kubbe ile örtülüdür. Türbenin giriş kapısı, palmet ve kıvrık dal motifleriyle süslenmiştir. İki kattan oluşan türbenin alt katı, asıl mezar odası (kripta), üst katı, sandukanın (yalancı mezar) bulunduğu türbe kısmıdır. Cacabey'in sandukası, mekanın kuzeybatı köşesindedir. Türbenin içini, beyaz zemin üzerine firuze ve lacivert renkli çinilerle yapılmış bir yazı kuşağı dolanmaktadır. Türbenin kuzeyinde ve doğusunda iki adet pencere bulunmaktadır. Türbenin kuzey cephesindeki penceresi, mihrap biçiminde düzenlenmiştir. Mukarnaslı kavsaranın altında bulunan iki satır halindeki kitabede; “dünyanın bir durak yeri ve herşeyin fani olduğu” ifade edilmektedir. Pencerenin kenarlığında, karşılıklı korint üslubunu andıran başlığı ile bir çift sütunce yer alır. Sırlı tuğladan yapılan 21 m. yüksekliğindeki minarenin gövdesi, firuze renkli çinilerle bezenmiştir. Taştan çokgen bir kaide üzerinde, silindirik olarak yükselen minarenin gövdesinde, iki sıra halinde çini süsleme vardır. Birinci sırada firuze rengi çiniden basit bir örgü uzanmaktadır. İkinci sırada ise zikzaklı bir süsleme bulunmaktadır. Minarenin üzerindeki kitabede, yaptıran için bir dua vardır. Burada “yapının kurucusuna Rabbin inayeti istenmekte ve sesi daha göğe erişmeden bu dileğin iyi kabul göreceğine inanıldığı” bildirilmektedir. Minarenin, gözlem kulesi olarak kullanıldığı düşünülmektedir. XIX. yüzyıl içinde medresenin harap olduğu tahmin edilmektedir. Nitekim 1858 yılında Kırşehir'den geçen A.D. Mordtmann, yapının mühimmat ambarı olarak kullanıldığını yazar. Daha sonrada harap durumda bulunan medresenin bir kısmının cami yapıldığı, 1325 (1907) tarihli Ankara vilayeti salnamesinde belirtilir. Vakıflar İdaresi tarafından büyük ölçüde restorasyon gören Medrese, cami olarak yeniden ibadete açılmış olup, bugünde cami olarak kullanılmaktadır. KİTABELER TAÇ KAPI ÜZERİNDE SELÇUKLU SÜLÜSÜ İLE İKİ SATIR HALİNDE YAZILMIŞ KİTABE Okunuşu: “Bismillahirrahmanirrahim Emara bi imaret hazihil medrese el mübareke el meymune fi eyyam devlet el sultan el azam şahinşah el muazzam malik rikabül ummeti seyyid-i selatin el arab ve acem sultan-ıl berri vel Bahreyn gıyaseddünya veddin mugisil İslam vel müslimin seyyidil muluk vessalatin ebul feth Keyhüsrev bin Kılıçarslan halladallahu devletehu el abd el muhtaç ila rahmetillah ve magrifettehu Cebrail İbn-i Caca takarruban ilallahi ve marzatihi fihi şuhur sene ihda ve seb'în ve sitte mie.” Anlamı: “Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu mübarek medresenin yapılmasını büyük sultan, ulu şahinşah, ümmetin koruyucusu, Arap ve Acem sultanların efendisi, karanın ve denizlerin sultanı, İslam'ın ve müslümanların yardımcısı, sultanların ve meliklerin efendisi, fetihler babası, Gıyasettin Keyhüsrev bin Kılıç Arslan (Allah Devletini daim kılsın) zamanında Allah'ın rahmetine ve mağfiretine muhtaç Cebrail bin Caca, Allah'a yaklaşmak ve onun rızasını kazanmak için 671 senesi aylarında emretti.” GİRİŞ KEMERİ ÜSTÜNDE BULUNAN KİTABE “Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği (akrabaya yardım etmeyi) emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı yasaklar. O düşünüp tutasanız diye size öğüt verir. (Nahl Sûresi 90).Allah c.c. Rabbimdir.” “Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilah yoktur (Al-i İmran Sûresi 18).” “Allah nezdinde hak din İslam'dır. Kitap verilenler kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarında kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini inkar edenler bilmelidir ki Allah'ın hesabı çok çabuktur (Al-i İmran Sûresi 19).” “(Resulüm) de ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin (Al-i İmran Suresi 26).” GİRİŞ KEMERİ ÜZERİNDEKİ İLHANLI KİTABE “Hükümdarlığı ebedi kalmasını Allah'tan dilediğimiz padişahın adalet nuri tekmil yaradılış üzerinde parladığı için buyurdular ki Şahne vergisi, Tabkur vergisi, keza sabun vergisi, Gûşe vergisi ortadan kalksın. Cihana hakim olan padişahın hükmü ile bu fena (gayri şer'î) vergiler tamamiyle ortadan kaldırılmış olduğundan hükümdarın kuvvetli devleti devamlı olması için çok dua kılınsın. Bundan sonra bu vergiler tekrar vazedecek yahut onları vaz'ı için çalışacak olanlar Allah'ın gazabına uğrasınlar. Keza keten ekenlere mahsus damga, bunun gibi aşbazlık namına alınan vergiler de kaldırılmıştır. TÜRBENİN KUZEY DIŞ PENCERESİNDEKİ KİTABE “Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur. (Mü'min Sûresi 39). Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacaktır (Rahman Sûresi 26). Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı bâki kalacak (Rahman Sûresi 27).” MİHRAP ÜZERİNDEKİ KİTABE Rahman ve Rahim Olan Allah'ın adıyla, Allah'a tevekkül ettim.” TÜRBENİN İÇİNİ DOLANAN YAZI KUŞAĞI “(Bu kandil) Bir takım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam onu (öyle kimseler) tesbih eder ki: (Nur Sûresi 36).” “Onlar ne ticaret ne de alışverişin kendilerine Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerinin ve gözlerinin allak bullak olduğu bir günden korkarlar (Nur Sûresi 37)”. “Çünkü (o günde) Allah, onları yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandıracak ve lütfundan onlara fazlasıyla verecektir. Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır (Nur Sûresi 38).” “Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir (Mü'min Sûresi 39)” “Allah, ondan başka tanrı yoktur. O, Hayydir. Kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir ki? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalamaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır. Onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür (Bakâra Sûresi 255) CACABEY (1240?-1301) Ceceli aşiretinin beyi olan Emir Bahaddin Caca'nın oğlu olan Nurettin Cebrail, 1240 yılında doğdu. Cacabey, Eskişehir Emiri iken, bir Tokat'ta kaldıktan sonra Kırşehir'e vali olmuştur. Kırşehir Valisi iken, Emirhor olan Eseddeddin isyanını bastırmıştır. Elbistan savaşına katılıp, orada Memlük Sultanı Baybars'a esir düştü. Baybars bütün esirleri serbest bırakınca Cacabey Şam'dan Kırşehir'e döndü. Cacabey'in kısa zamanda ünü Kırşehir'de yayıldı. Mevlana ve Hacı Bektaş ile iyi ilişkilerde bulundu. Cacabey, Anadolu'da birçok hayır kurumu yaptırmıştır; Eskişehir'de bir cami ve bir han yaptırmış, on yedi cami ve zaviyeyi de onarıma almıştır. Kırşehir'de adıyla anılan Cacabey Gökbilim Medresesini, yani dönemin astronomi okulunu yaptırmış ve birçok hizmetlerde bulunmuştur. Cacabey, 1301 yılında Rum tekfurları ile yapılan savaşta şehit düşmüş, naaşı Kırşehir'e getirilerek 1272'de yaptırdığı medresenin yanındaki türbeye defnedilmiştir.
-
AHİ EVRAN ve AHİLİK KÜLTÜRÜ Anadolu’da Ahilik esnaf teşkilatının kurucusu olan büyük alim. İsmi Mahmud bin Ahmed el- Hoyi, künyesi Ebül-Hakayık lakabı Nasuriddin ünvanı Nimetullah’tır. Doğum ve ölüm tarihleri kesin bilinmemektedir. Batı Azarbeycan tarafından bulunan Hoy kasabasında doğmuştur. Ahilik teşkilatının kurucusu olan bu büyük zat zamanın en büyük Alimlerinden Fahreddin-i Razi hazletlerinin derslerine devam ederek çeşitli ilim dallarından zahiri ilimleri öğrenmiş, diğer taraftan da Ahmet Yesevi hazretlerinin talebelerinden tasavvuf ve gönül ilmini almıştır. Kısa sürede manevi olgunluklar ve yüksek derecelere ulaşmış, tevsir, hadis fikıh, kalem ve tıp ilimlerinde derin bir alim ve büyük bir veli olmuştur. İnsanlara kardeşlik ve beraberliği aşılamak için hocası Evhadüddin ile birlikte Anadolu’ya gelmiş, burada hocasının kızı Fatıma Bacı ile evlenmiş ve Anadolu şehirlerini birer birer dolaşmıştır. Bu arada yaklaşan Moğol istilasına karşı da Anadolu halkının metanetinin arttırılmasını ve teşkilatlandırılması için bütün gücüyle çalışmıştır. Hocasının vefat etmesi üzerine yerine geçmiş ve Kayseri’ye yerleşmiştir. Burada debbağık ( Dericilik) yaparak kendi elinin emeği ile geçimini temin etmiş ve halkı irsad etmeye devam etmiştir. Kendisine sorulduğu zaman Debbağlık sanatların en kutsalıdır. Çünkü sabır ve tahammül gerektirir demiştir. Ahi Evran daha çok esnaf ve sanatkarlar tarafından sevilmiştir. Burada hareketle hemen şehir ve kasabalarda kardeşlik manasına gelen Ahilik Teşkilatını kurmuş ve kısa zamanda Anadolu’nun büyük bir bölümünde toplanıp sohbet edebilecekleri, birbirlerinin ilimlerinden istifade edebilecekleri dergahlar yaptırmıştır. Bugünkü manada Esnaf teşkilatı diyebileceğimiz bu kuruluş esnafı bir çatı altında toplamış ve örgütlenmesini sağlamıştır. Bu arada Moğol istilasına karşı halkı uyarmaya ve istiladan kaçanlara yardım etmeye bütün gücüyle destek vermiştir. Onun bu kadar başarılı oluşundan ve çevresinin genişlemesinden rahatsız olanlar Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı yapılan bir olaya adını karıştırarak hapse girmesine neden olmuşlardır. Hapiste kaldığı beş yıl süre içinde Moğollar Kayseri’yi de istila ederek bir çok kişiyi şehit etmişler ve hanımı Fatıma Bacı’yı da esir almışlardır. Bu hadiseden sonra Ahiler Anadolu’nun her yanında Moğollara karşı amansız bir mücadele vermişlerdir. Ahi Evran hapisten çıktıktan sonra Kayseri’ye gitmiş , orada da Kırşehir ( Gülşehir)’e gelerek hayatının sonuna kadar burada kalmıştır. Burada Ahilik Teşkilatını köklendirip geliştirmiştir. Sanat, ticaret ve mesleğin olgun kişilik, Ahlak ve doğruluğun içiçe geçmiş bir alaşımı olan Ahiliği büyük kitlelere benimsetmiştir. Anadolu Türküne alın teri ile geçinme, başı dik, kendine güvenli ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandırmış, bu ruhu onlara aşılamıştır. Kısa sürede etrafında fek çok insan toplanmıştır. Ahi Evran-ı Veli’nin 93 yaşında Kırşehir’de vefat ettiği bilinmektedir. Daha sonraları bir kısım ahiler Osmanlı Beyliği’nin emrine koşmuşlar ve üç kıta’a da altı asır at oynatacak olan Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda önemli rol almışlardır. Mesela bir Ahi Olan Şelh Edebali kızını Osman Bey’le evlendirmiş ve onlara Ahilik yolunu öğretmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda olduğu kadar yayılıp genişlemesinde de ahilerin çok büyük rolleri olmuştur. Hatta Osmanlı Ordusuna yetecek kadar ayakkabı, kılıç ve kalkan imal ettikleri gibi İmparatorluğun en sıkışık dönemlerinde İran’a olan borçlarını Ahi kooperatifi vasıtasıyla ödemişlerdir. Türk esnafının teşkilatlanması yönünde büyük hizmetler yapan Ahi Evran-ı Veli bütün bu hizmetlerinin yanında bir çok eser de yazmıştır. Araştırmacılar ona ait yirmibir eser tespit etmişlerdir. İşte onlardan bazıları: Metali’ün-iman Tebsrat’ül-Mübtedi ve Tezkiret’ül-Müntehi, Et-Teveccüh’ül-Etemm, Menacih’i Seyfi, Medh-Fakr ve Zamm-i Dünya. Ahilik, köylere, kasabalara kadar yayılan en küçük teşkilatından en büyüğüne kadar milli birlik ve beraberliği, karşılıklı saygı ve sevgiyi, sosyal dayanışma ve yardımı temel alan ilkeler sayan el birliği, gönül birliği ve kardeşlik havası içinde din ve ahlak kurallarına sıkı sıkıya bağlı, köklü, sağlam, düzenli ve milli bir toplum kurmayı amaç bilen tarikat niteliğinde bir kuruluştur. Bu kuruluşa “ Fütüvvet” adı da veriliyordu. Kendine özgü töreleri ve zaviye adıyla tanınan dernekleri vardı. Üyeleri daha çok meslek sahibi esnaftan kişilerdi. Küçük sanatların gelişip yayılmasında, sanat erbabının geleneksel kurallara göre yetiştirilmesinde, ekonomik hayatın düzenlenmesinde büyük faydaları görülmüştür. Fütüvvet ve Ahilik’in tarihi eski olmakla birlikte, Anadolu’da onun kurulması ya da teşkilatlanmasında Ahi Evran’ın öncülük ettiği söyleniyor ve Ahi Evran bu örgütün piri sayılıyordu. Ahilik, sanat, ticaret ve mesleğin olgun kişilik,ahlak ve doğruluğun iç içe girmiş bir karışımıdır. Ahi diye anılan kişi kesin olarak bir sanat, ticaret ya da meslek sahibidir. O, bununla beraber olgun, ahlaklı, merhametli, iyilik sever ve her işinde, her davranışında dürüst ve güvenilir bir kişidir. Ahi kelimesi Arapça’dan Türkçe’ye “ kardeş- birader” anlamı ile geçmiş ve Türkçe’de geniş kapsamlı bir kavram haline gelmesinin yanında “ cömert-yiğit” anlamlarını da kazanmıştır. Gerçekten de Ahilik’te cömertlik çok önemli ilkelerdendir. Ahilik; kahramanlık ve dini nitelikler içeren Fütüvvetnamelerin yanında 1000’e yakın düzenleyici kurala sahiptir. Bu kurallar sadece insanın dış dünyasını değil, iç dünyasını da düzenleyecek niteliktedir. Bu çerçeve içindeki düsturlar ise şöyledir: ELİNİ, SOFRANI, KAPINI AÇIK TUT. GÖZÜNÜ, DİLİNİ, BELİNİ BAĞLI TUT. Ahilik, tasavvufi inançlar içinde hırsızlık ve haramdan uzak durmayı, namuslu olmayı, sır saklamayı, kötü söz söylememeyi telkin eden ahlaki prensipleri yaymış; iyi, doğru ve güzele dönük, kardeşçe yaşama ilkeleriyle Osmanlı Devletinin Sosyal ve Ekonomi düzeninde ilk esnaf teşkilatını kurmuş ve devletin yardımcısı olmuştur. Ahilikte kalfalığa geçişi sembolize ede8n “ Şed Kuşatma” vardır. Ahi, birkaç iş ve sanatla değil, yeteneğine en uygun olan tek bir iş veya sanatla uğraşandır. Ahi, doğru olmalı, emeğiyle hak ettiğinden daha fazlasını kazanma yoluna sapmamalıdır. Ahi, işinin veya sanatının geleneksel pirlerinden, kendi ustasına kadar bütün büyüklere isten bağlanmalı sanatında ve davranışlarında onları örnek almalıdır. Ahi kazancını geçiminden arta kalanını, tümüyle yoksullara ve işsizlere yardımda kullanmalıdır. Bütün Ahilere yönelen düsturların yanı sıra, Ahiliğin, kadınlar kolu olan Bacıyan-ı Rum ( Anadolu Bacıları) için; aşına, işine, eşine sahip ol düsturu ayrıca önem kazanmıştır. Ahilik teşkilatının kurulaması ile şu sonuçlar doğmuştur: 1-Türklerin göçebe hayattan yerleşik hayata geçişini hızlandırmıştır. 2-Müslüman olmayan yerli halkın elindeki sanat ve ticaret hayatına Türklerin katılması ile , bu konularda canlılık başlamıştır. 3-Türk esnaf ve sanatkarları arasında sıkı işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma duygusu gelişmiş ve iyi ahlak kuralları halk arasında yayılmıştır. Ahilik, kendi kural ve kurumları ile III. Ahmet ( 1703-1730) dönemine dek sürmüştür. 1727 yılında “ Gedik” denen bir sistem uygulanmaya başlanmıştır. Bu tür esnaflık ve sanatkarlık 1867 yılına kadar devam etmiştir. Kırım Harbinden sonra I. Abdülmecid’in ( 1839-1861) 1856’da yayınladığı “ Islahat Fermanı” ile Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün uyruklarının her türlü sanat, ticaret ve meslekleri serbestçe yapabilmeleri kabul edilince 1860 yılında bütün “ Gedik Beratları” iptal edilerek Ahi teşkilatı da sona ermiştir. ŞED TÖRENİ Şed, görünüşte bir esnaf merasimidir. Anlatmak istediği mana hayatımızı kuşatan ihtiyaç maddelerinin mamul hale getirilişinde, kalite ve standart da muvaffak olunduğunu, kalite ve standart ölçülerine göre iş yapabilecek bir sanatkarın yetiştiğinin ilanıdır. Şed eğitilip yetiştirilen çırakların ustalık icazetini aldıkları törende bellerine bağlanan pamuktan veya yünden yapılmış peştemale verilen addır. Beşe bükülüp üçe katlanan şed hurma yaprağından örülme tepsi içinde üçe katlanmış seccade ile birlikte törenin başı Ahi Baba’ya sunulur. Çarup çekme (süpürme), hediye verme, nasihat etme, el öpme törenlerinden sonra hazırlanan şed, usta adayının beline bağlanır mesleğinde kullanacağı aletlerden bazılarıyla sanat sırları verilir.
-
KIRŞEHİR MÜZESİ Kırşehir Müzesi'nin ilk kuruluş çalışmasına 1936 yılında başlanmıştır. Yeni müzelerin kurulmaya çalışıldığı Cumhuriyet Döneminde tarihi eserler ilkin, Kırşehir'de halkın "Kale" olarak adlandırdığı Kale Höyük üzerinde yer alan Alaaddin Camii'nde toplanmıştır. Ancak sonraki yıllarda bu girişim unutulmuş ve devam etmemiştir. 1975' te Kırşehir Valiliği'nce eski eserlerin korunması ve müze oluşturulması için "eski eser komisyonu" kurulmuş; 1980 yılında ise Kırşehir Müze Müdürlüğü tesis edilmiştir. İlk eser (sikke) envanter kaydı 1981 yılında yapılmıştır. Bu arada müzeye ait taşınmaz eserlerin tespiti ve tescili amacıyla arazi çalışmaları da başlatılmıştır. 1985'te şehir merkezindeki İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü binasında 100 m²lik bir mekânda o yıla dek toplanan eserler sergilenmeye başlanmış ve 20 m²lik bir de depo oluşturulmuştur. 1986 yılında Kaman Kale Höyük arkeolojik kazısının başlamasıyla müzenin gelişimi hızlanmış ve aynı yıl ilk arkeolojik eser envanterine başlanmıştır. 1993 yılında müze koleksiyonundaki eserler Kırşehir Kültür Merkezi'ndeki depolarına konmuştur. Kırşehir Müzesi'nin ziyarete açılması çalışmaları 1996 yılında hız kazanmıştır. Ziyarete açılan Kırşehir Müzesi'nde sikke, etnografik ve arkeolojik eser olmak üzere 3300'ün üzerinde eser mevcuttur. Kırşehir Müze Müdürlüğü'nün arazi çalışmalarının sonucu 136 adet taşınmaz kültür varlığı tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Müze Teşhiri Kültür Merkezi binasının içerisinde bulunan ve önceleri Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanılan bölümün alt katı Arkeoloji, üst katın büyük bölümü Etnografya Müzesi olarak 1997 yılında ziyarete açılmıştır. Arkeolojik eserlerin büyük bölümü, bölgede yapılan kazı ve yüzey araştırmalarından özellikle Kaman-Kale Höyük ve Malkaya'dan getirilen eserlerden meydana gelmiştir. Arkeoloji bölümünde; Asur Ticaret Kolonileri Döneminden Osmanlı Dönemine kadarki kazı buluntuları sergilenmektedir. Salonun bir köşesinde Roma Dönemine ait mermer eser grubu bulunmaktadır. Selçuklu Dönemi çocuk sandukaları ve mezar taşları ile başlayan İslâmi Dönem eserleri, sikke vitrinleri ile Osmanlı Dönemine kadar uzanmaktadır. Müzenin üst katının büyük bölümü etnografya bölümü olarak düzenlenmiştir. Burada Kırşehir'de ortaya çıkan Ahilik ve Ahi Evran'ın tanıtımı ile ilgili çeşitli eserlerin sergilendiği, Ahi Evran'a atfedilen başlık, mütteka, ahilik sancağı, ve Ahi fütüvvetnamesi ile şecerenamelerin yer aldığı üç vitrin bulunmaktadır. Ayrıca Kırşehir halıcılığının temsil edildiği dokuma tezgâhı ve önünde halı dokuyan yöresel giysili kadın mankenin bulunduğu bir köşe oluşturulmuştur. Bir diğer köşede ise, Kırşehir evindeki günlük yaşamdan bir kesitin görüldüğü sergileme yer almaktadır. Pazartesi dışında her gün 08.30-12.30/13.00-17.00 saatlerinde ziyarete açıktır.
-
Kırşehir Sivil Mimari Örnekleri Kırşehir’in sert ve kurak iklimi sivil mimariyi de etkilemiştir. Yöredeki ağaçların azlığı da mimariye yansımıştır. XII.-XIV.yüzyıllarda önemli bir konaklama merkezi olan Kırşehir’den Hamdullah Mustevli şöyle söz etmiştir: “Kırşehir iyi havalı, büyük kagir binalarla süslü, İlhanlı divanına senede 57 bin dinar sağlayan büyük bir şehir idi”. Hacı Bektaş Veli de; “…O zaman Kırşehir Ulu Şehir idi. 18 bin evi vardı. Burcu çevresi hisar idi” diyerek bu şehirden söz etmiştir. Osmanlı döneminde şehir önemini yitirmiş, XIX.yüzyılda ise nüfusu azalmış, yalnızca küçük bir konaklama yeri olarak kalmıştır. I.Dünya Savaşı yıllarında ise kentin bu konumu değişmemiştir. Kırşehir’de günümüze ulaşamayan kale ve çevresinde evler daha yoğunlaşmıştır. Kılıçözü Deresi boyunca kuzey-güney doğrultusunda sıralanan evler daha çok bağ ve bahçeler içerisinde yapılmıştır. Bununla beraber, sonraki dönemlerde göçler nedeniyle de şehirde sivil mimarinin geliştiğini söylemek çok güçtür. Evler daha çok tek katlı ker****ten, düz toprak damlıdır. Bu evlerin ortasında sofalar ve çevresinde de odalar sıralanmıştır. Evleri aydınlatan pencereler daha çok güneşe yönelik, güney yönündedir. Çoğunlukla evlerin kuzey cephelerine pencere açılmamıştır. Bahçeler içerisindeki evler daha çok yüksek avluların arkasındadır. Buradaki ahşap bir kapıdan avluya girilmektedir. Bu avlu yöresel say taşları ile kaplanmıştır. İşlemesi kolay olan bu taşlar çıkarıldıktan bir süre sonra sertleşmektedir. Avlularda ayrı bir bölüm halinde tandır, kuyu ve odunluğa yer verilmiştir. Burada çöp hamamı denilen çoğunlukla 1,5 m. çapında, daire planlı, duvarları yukarıya doğru daralan kubbeli yapılar bulunmaktadır. Bu yapıların duvarları çamurlu olup, çamura saman karıştırılmıştır. İçerisinde ocak bulunan bu yapıda kokulu bitkilerin atıldığı sular kaynatılırdı. Evin sıcak suyu da buradan sağlanırdı. Avludan soy taşı veya toprak döşeli sofaya geçilir ve günlük yaşantı tamamen burada geçerdi. Duvarlarında sekilerin, kilimlerin ve sedirlerin bulunduğu bu sofanın çevresinde odalar sıralanmaktadır. Oturma odalarının yanlarına mutfak veya kilerler yerleştirilmiştir. Odaların içerisinde gömme dolaplar, yüklükler ve ocaklar bulunuyordu. Evlerdeki odaların çoğunluğunun tabanı kurutulmuş ot döşeli olup topraktandı. Bunların üzerini bazen kilim, bazen de ahşap döşeme kaplardı. Üst örtü daha çok soğuğu ve nemi geçirmeyecek biçimde yapılmıştır. Kavak ağacından kirişlerin üzerine hasır serilir, üzeri de kavak veya diğer dallarla karıştırılmış toprakla örtülürdü. Mutfaklar daha çok duvara gömülü ocaklar halinde olup, yanındaki kilerde de çeşitli ürünler saklanırdı. Şehir içerisinde mimari değeri olan iki veya üç katlı konaklar da bulunmaktadır. Bunların çoğu ahşap ve kağir olup, üzerleri beşik çatılı kiremit örtülüdürler. Evlerin ara katları ahşap silmelerle belirtilmiştir. Dışa açılan pencereler kafesli, ikişer veya dörder pencereden meydana gelirdi. Ayrıca sokak yönüne bakan çıkmalar ve parmaklıklı balkonlara da bu evlerde yer verilmiştir. Kırşehir’de günümüze gelen evlerin başında Sait ve Mustafa Beyler Konağı, Celal Efendi Konağı, Hacı Bey Konağı, Taş Konak, Baktıroğlu Konağı ve Mühsiroğlu Rasim Konağı (Şeyh Hüseyin Konağı) gelmektedir. Bu evlerin en önemli özellikleri de duvarlarında ve tavanlarındaki yağlıboya manzara resimleridir.
-
Kırşehir Türbeleri CACABEY TÜRBESİ (Merkez) Kırşehir il merkezinde bulunan Cacabey Türbesi Kırşehir Emiri Nureddin Cebrâil bin Cacabey’e ait olup, Medrese ile birlikte, III.Keyhüsrev zamanında, Cacabey tarafından 1272-1273 yılında yaptırılmıştır. Türbe Cacabey Medresesi’nin giriş cephesinin sol tarafında bulunmaktadır. Bu türbeye medresenin solundaki eyvandan altı basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır. Türbenin giriş kapısı kabartma taş bir süsleme ile çerçevelenmiştir. Buradan kısa bir koridorla Cacabey’in sandukasının bulunduğu türbeye girilmektedir. Medreseden ayrı bir yapı görünümünde olan bu türbe, kare planlı, kümbet şeklinde yapılmıştır. Türbenin üzeri köşelerde üçgen biçiminde pahlarla sekizgene dönüştürülmüş kasnak üzerine taştan piramidal bir külah ile örtülmüştür. Türbenin mihrap biçiminde bir penceresi bulunmakta olup, bu pencerenin etrafı mukarnaslarla çerçeve içerisine alınmıştır. Mukarnaslı kavsaranın altındaki hacet penceresinin üzerine de “Dünyanın bir durak yeri ve her şeyin fani olduğu”nu belirten bir kitabe yerleştirilmiştir. Buradaki pencere nişinin iki yanında da korint üslubunda başlığı olan bir çift sütuna yer verilmiştir. Türbenin içerisi çini yazılarla kaplanmıştır. Lacivert çiniler beyaz alçı zemine mozaik tekniği ile yerleştirilmiştir. Burada Ayet’ül Kürsi yazılıdır. AHİ EVRAN TÜRBESİ (Merkez) Kırşehir, Ahi Evran Mahallesi’nde bulunan Ahi Evran Türbesi cami ile birlikte XIV.yüzyılda yapılmıştır. Seydi Beyoğlu Emir Hasan Bey 1450’de türbenin önüne bir bina eklemiştir. Türbe, eyvanlı, kubbeli ve kesme taştan yapılmıştır. Caminin giriş bölümünden türbe kısmına küçük kemerli bir kapıdan geçilmektedir. Bu kapının üzerinde Dulkadiroğullarından Süleyman Bey’in oğlu Alaaddin Bey’e ait 1481 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Türbe kubbeli bir merkezi mekan ile onun kuzey ve güneyinde bulunan iki simetrik hücreden ve doğuya doğru uzanan sivri tonozlu bir eyvandan meydana gelmiştir. Bunlardan yüksek ve geniş bir kemerle Ahi Evran’ın türbesine geçilmektedir. Türbe birkaç basamak yüksekliğinde olup, burada Ahi Evran’ın sade ve ahşap sandukası bulunmaktadır. Bu türbe içerisinde bulunan Şeyh Erzurumî’ye ait olduğu bilinen ahşap sanduka Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde koruma altına alınmıştır. Türbe kuzey ve doğuya açılan alçı şebekeli birer pencere ile aydınlatılmıştır. Türbenin içerisi XIX.yüzyılın kalem işleri ile bezenmiştir. Türbe üzerindeki piramidal külahına son onarımlarda ejder figürüne benzer bir alem takılmıştır. Türbenin yanında kime ait oldukları belli olmayan çok sade beş ahşap sanduka daha bulunmaktadır. MELİK GAZİ TÜRBESİ (Merkez) Kırşehir il merkezinde Cacabey Camisi’nin doğusunda, lale Camisi’nin de arkasında bulunan Melik Gazi Kümbeti, Mengücek oğullarından Muzafirüddin Behram Şah adına eşi tarafından 1240-1250 yıllarında yaptırılmıştır. Türbe, Anadolu Selçuklu mimarisinin karakteristik örneklerinden olup, kare kaide üzerine sekizgen planlı olarak kesme taştan yapılmıştır. Kare kaideden sekizgen gövdeye sivri üçgenlerle geçilmiştir. Kümbetin üzerini Türk üçgenlerine oturan konik taş bir külah örtmüştür. Türbe iki katlı olup alt katında mumyalık bulunmaktadır. Bu bölümün üzeri tonozla örtülüdür. Yanındaki bir pencere ile içerisi aydınlatılmıştır. Dışarıdan bir kapı ile mumyalığa girilmektedir. Kümbetin içerisine dışarıdan bir merdivenle sahanlığa, oradan da üzeri stalaktitli bir kapıdan türbeye girilmektedir. Buradaki kapı lentosunun üzerinde üç satırlık, beyaz mermer Selçuklu nesihi ile yazılmış kitabesi bulunmaktadır. Kümbetin içerisi bir pencere ile aydınlatılmıştır. Türbenin zeminden kubbeye kadar olan yüksekliği 5.85 m.dir. Türbenin mumyalıktan itibaren yüksekliği 15 m. yi bulmaktadır. İçerideki duvarlar kemerlerle bölümlere ayrılmıştır. Zemine taş bir sanduka yerleştirilmiştir. AŞIK PAŞA TÜRBESİ (Merkez) Kırşehir’in kuzeyinde, Ankara-Kayseri yolu üzerinde, eski bir mezarlığın içerisinde bulunan bu türbe, Mutasavvıf ve halk şairi Aşık Paşa’ya (1272-1333) aittir. Türbeyi Aşık paşa’nın yeğeni ve Eretna Veziri Köse Peygamber Alaaddin Ali Şah yaptırmıştır. Yapım kitabesi bulunmamaktadır. Türbe XIV.yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilmektedir. Sultan II.Beyazıt 1481 yılında türbeyi onarmıştır. Türbenin son onarımı da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1935 yılında yapılmıştır. Türbe beyaz mermerden kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Türbenin önünde sivri tonozlu, dikdörtgen planlı bir giriş kısmı bulunmaktadır. Portali ince bir işçilikle mermerden yapılmış, kenarları örgü motifleri ile bezenmiştir. Türbenin üzerinde Aşık Paşa’nın Türkçe yazılı bir kitabesi bulunmaktadır: “Türk diline kimesne bakmaz idi Türklere her giz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi bu dilleri İnce yolu ol ulu menzilleri Aşık Paşa”. Türbenin içerisinde kubbe ile pencere arasında bulunan bir yazıtta da şunlar yazılıdır: “Ledün ilminin sahibi, uyarıcıların biricik kutbu. Tanrı’nın eri şeyh baba Muhlisinin o da şeyh İlyas’tan torunudur. 670’te (1271) geldi. 733 (1332) sefer ayının 13.Salı gecesi bu dünyadan uçtu”. Türbeye dar bir giriş holü ve üzeri sekiz köşeli kasnak üzerine oturmuş kubbe ile örtülü kare bir mekana girilmektedir. Bu mekanın ortasında Aşık Paşa’nın sandukası bulunmaktadır. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmaktadır. FATMA HATUN TÜRBESİ (Merkez) Kırşehir’in güneyinde, Yenice Mahallesi’nde Kümbetaltı mezarlığının yakınında bulunan Fatma Hatun Kümbeti, kitabesinden öğrenildiğine göre Abdullah kızı Fatma Hatun için İlhanlı ileri gelenlerinden Hoca Aka tarafından 1288 yılında yaptırılmıştır. Kümbet, düzgün kesme taştan kare bir kaide üzerine sekiz köşeli bir plan göstermektedir. Üzeri sekiz içten tuğla, dıştan köşeli taş bir külah ile örtülüdür. Külahın kaidesi ile binanın çevresini kuşatan stalaktitli bir silme bulunmaktadır. Türbenin altında mumyalık kısmı vardır. KALENDER (Karakurt) BABA TÜRBESİ (Çiçekdağı) Kırşehir’in 16 km. batısında, Çiçekdağı ilçesinde bulunan Kalender Baba Türbesi, Selçuklu hükümdarlarından Kılıçarslan tarafından 1135 yılında yaptırılmıştır. Kalender Baba Selçuklu emirlerinden olup, Karakurt Baba ismi ile de tanınmaktadır. Kümbet kesme taştan, Selçuklu mimari üslubunda yapılmıştır. Kare kaide üzerine sekiz köşeli olan türbenin üzeri sekiz köşeli taş bir külah ile örtülüdür. Duvarlarında birer cephe atlayarak, düz lentolu üç pencere ile aydınlatılmıştır. Giriş kapısı yuvarlak kemerli olup, oldukça basittir. Üzerindeki kitabesi günümüze ulaşamamıştır. Türbenin yanında kesme taştan, kare planlı, üzeri kubbeli bir de mescit bulunmaktadır. SÜLEYMAN TÜRKMANİ TÜRBESİ (Merkez) Kırşehir İmaret Mahallesi’nde bir tepe üzerindeki Süleyman Türkmani Türbesi’nin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Bu türbe birkaç kez yıkılmış ve sonra yeniden yapılmıştır. Selçuklu üslubundaki bu türbenin XIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Süleyman Türkmani (1214-1298), Horasan erenlerinden olup Aşık Paşa’nın hocasıdır. Kesme taştan yapılmış olan türbeye bir sahanlıktan girilmektedir. Türbenin sol tarafında yüksek bir yere Şeyh Süleyman’ın torunları Şeyh Hasan ile Şeyh Süleyman’ın, Moğol emiri Kutlu Şah’ın oğlu ve kim olduğu bilinmeyen bir mezar bulunmaktadır. Ayrıca içeride Şeyh Süleyman Veli, Mehmet Çelebi, Şeyh Osman ve Şeyh Bekir’in mezarları da bulunmaktadır. MELİK (Muhterem) HATUN TÜRBESİ (Merkez) Kırşehir İmaret Mahallesi’nde bulunan Melik (Muhterem) Hatun Türbesi, sandukası üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre; Mehmet İbrahim kızı Melik Hatun’a aittir. XIII.yüzyılda Selçuklu üslubunda yapılmıştır. Türbe kesme taştan yapılmış olup, içerisinde Melik Hatun’un mermer sandukası bulunmaktadır. Sanduka üzerinde Ayet’ül Kürsi ve Farsça yazılmış yazılar bulunmaktadır. YUNUS EMRE TÜRBESİ (Merkez) Kırşehir Ulupınar’da bulunan Yunus Emre Türbesi, XIII.yüzyılda yapılmış, daha sonra yıkılmış ve yerine bugünkü yapı yakın tarihlerde yapılmıştır. Günümüzde Yunus Emre Milli Parkı içerisinde, kayalar üzerinde bulunan Mutasavvıf ve Şair Yunus Emre’nin türbesi anıtsal görünümlü olup, kare kaide üzerine dört ayağın taşıdığı konik taş bir külah ile üzeri örtülüdür. Türbenin çevresi dört ayağı birbirine bağlayan yuvarlak kemerlerle dışa açık görünümdedir.
-
Kırşehir Yeraltı Şehirleri KEPEZ YERALTI ŞEHRİ (Mucur) Kırşehir Mucur ilçesi Solaklı (Hamidiye) Mahallesi’nde bulunan yeraltı şehri MS.III.-IV.yüzyıllarda Hıristiyanlığın yaygınlaşmaya başladığı dönemde kullanılmıştır. Hıristiyanların Romalılardan korunmak için yapılmıştır. Bu şehir 7.00-8.00 m. derinliğinde, yumuşak toprak oyularak yapılmıştır. Şehrin tam bir planı çıkarılamamış, yalnızca 1989 yılında giriş düzenlemeleri ve kısmen temizliği yapılmış, ziyarete açılmıştır. Şehrin giriş kapısı kuzeyinde yer almaktadır. Bu şehrin Kırşehir merkezinde bulunan Aşık Paşa Türbesi’nin bulunduğu yere kadar uzandığı sanılıyorsa da, araştırmalar bu uzunluğa kadar erişememiştir. Yeraltı şehrinin 50 odası olduğu, ayrıca dehlizler ve gizli yollarla birbirlerine bağlı olduğu görülmüştür. Bu şehirde dehlizler, kiliseler, gizli yollar, geçitler ve ahırlar bulunmaktadır. DULKADİRLİ İNLİMURAT YERALTI ŞEHRİ (Merkez) Kırşehir Merkez ilçeye bağlı Dulkadirli İnlimurat Köyü içerisinde bulunan yeraltı şehrinin Hıristiyanlığın Anadolu’da yaygınlaştığı MS.IV.-V.yüzyıllarda, Geç Bizans döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Şehir kaya zeminin oyulması ile iki katlı olarak yapılmış olup, burasının bir manastır olduğu da ihtimal dahilindedir. Şehirde yuvarlak kemerli koridorlar ve kare planlı on oda bulunmaktadır. Ayrıca burada kare planlı bir iç avlu diğer bölümlere açılmaktadır. Koridorların bir saldırı karşısında birbirleri ile bağlantısını kesmek için yuvarlak yekpare taşlardan manivela ile hareket eden kapılar yapılmıştır. Yeraltı şehrinde 1987 yılında yapılan çalışmalarda yedi kapısı açılmış ve içerisindeki moloz topraklar atılarak kaba temizliği yapılmıştır. Bu arada şehrin ikinci salonunda bulunan odalardan birisinin içerisinde bir su kuyusu ve bu kuyuya inen basamaklar ortaya çıkarılmıştır. Bu yerleşim alanı günümüze iyi bir durumda gelmiştir. KÜMBETALTI YERALTI ŞEHRİ (Merkez) Kırşehir Kümbetaltı Mahallesi’nde bulunan bu yeraltı şehri yeterince araştırılmamıştır. Kapadokya Bölgesi’nin en büyük şehirlerinden birisi olduğu sanılan bu yerleşim alanı Anadolu’da Hıristiyanlığın yaygınlaştığı dönemde yapılmıştır. Büyük olasılıkla MS.IV.-V. Yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Günümüzde giriş kapısı ve holü ile birkaç odası ortaya çıkarılmıştır.
-
KIRŞEHİR KALELERİ KIRŞEHİR KALESİ (Kalehöyük) (Merkez) Kırşehir il merkezinde bulunan Kalehöyük 16 m. yüksekliğinde 280 m. çapında bir alanda yer almaktadır. Burada yapılan araştırmalarda Kalehöyük’ün MÖ.3000’den günümüze kadar kesintisiz olarak yerleşime açık olduğu görülmüştür. Bizans döneminde İmparator Justinyen MS.IV.yüzyılda burada koruma amaçlı bir kale yaptırarak çevreyi gözetim altına almıştır. Höyüğün üzerinde Selçuklular zamanında Alaaddin Camisi yapılmış, Cumhuriyet döneminden itibaren de burası çeşitli yapılanmaya sahne olmuştur. Burada yapılan çalışmalarda Eski Tunç Çağı, Hitit Çağı, Grigler dönemi, Demir Çağ ve Osmanlı dönemi kalıntı ve buluntuları ile karşılaşılmıştır. Özellikle Frigya dönemine ait boya nakışlı seramikler, Hitit dönemine ait mimari kalıntıların yanı sıra parlak astarlı vazolar, kabartmalı kaplar ve damga mühürleri bulunmuştur. İç Anadolu’nun ticari Koloniler döneminde burası önemli bir merkez konumunda idi. Bunu belirten MÖ.XVIII.yüzyıla tarihlenen Asur çivi yazılı tabletlerine de çok sayıda rastlanmıştır. Kalehöyük’te Japon Arkeoloji ekibi kazı çalışmalarını sürdürmektedir. KEÇİ KALESİ (Merkez) Kırşehir’in kuzeydoğusunda bulunan bu kalenin ismi bilinmemektedir. Kaynaklarda da onunla ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Bu tür kalelere Anadolu’nun bir çok yöresinde olduğu gibi Keçi Kalesi ismi yakıştırılmıştır. Kalenin Bizans döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Yöredeki kalelerin en büyüklerinden biri olup, duvar yükseklikleri 2-3 m.ye kadar ulaşmaktadır. Kale kesme ve moloz taştan yapılmış olup, yeterli araştırması yapılmadığından planı çıkarılamamıştır. ÇAYAĞZI (Cemele) KALESİ(Merkez) Kırşehir Merkez ilçeye bağlı Çayağzı bucağının güneyindeki dağın en yüksek noktasında kurulmuştur. Gözetleme ve karakol niteliğindeki bu kalenin ne zaman yapıldığı konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Kadı Burhaneddin ve Karamanoğulları tarafından da kullanılmıştır. Osmanlılar da bir süre bu kaleden yararlanmışlardır. Kale kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Yeterli bir araştırma yapılmadığından planı çıkarılamamış, içerisindeki kalıntıların ne oldukları konusunda da kesin bir yargıya varılamamıştır. ÖMERHACILI KALESİ (Kaman) Kırşehir Kaman ilçesi, Ömerhacılı bucağının yakınında bulunan bu kale, Baran Dağı’nın en yüksek noktasında kayalık bir alanın üzerinde yapılmıştır. Yapım tarihini belirten bir kitabesi bulunmadığı gibi kaynaklarda da ismine rastlanılmamıştır. Yapım üslubundan Bizans döneminde yapıldığı, kalıntılarına dayanılarak da Selçuklular tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kale kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Kayalar içerisinde kalenin gizli dehlizleri ve merdivenleri bulunmaktadır.
-
Kırşehir Anıtları AHİ EVRAN VELİ ANITI (Merkez) Kırşehir il merkezinde Ahi Evran’ın anıtı bulunmaktadır. Ahi Evran Ahilik Teşkilatı’nın kurucusu olup, Azerbaycan’ın Hoy kasabasında dünyaya gelmiştir. Türbesi de Kırşehir’de Ahi Evran Camisi’nin yanında bulunmaktadır. Bu türbeyi Alaüddevle 1481 yılında yaptırmıştır. Ahi Evran’ın anıtı Kırşehir Belediyesi tarafından 1992 yılında yaptırılmıştır. Anıt dikdörtgen prizma şeklinde mermer bir kaide üzerindedir. Burada Ahi Evran, sağ elini göğe doğru kaldırmış olarak oturur vaziyette tasvir edilmiştir. MUHARREM ERTAŞ ANITI (Merkez) Kırşehir il merkezinde bulunan Muharrem Ertaş Anıtı’nı Kırşehir Belediye Başkanlığı 2003 yılında yaptırmıştır. Muharrem Ertaş 1913 yılında Yağmurlubüyükoba Köyü''nde dünyaya gelmiş, ailesi göçer bir Abdal aşiretindendir. Bu aile Kırşehir havalisine yerleşmiştir. Muharrem Ertaş da Orta Anadolu yöresel motiflerini çalıp söyleyen bir sanatçıdır. Muharrem Ertaş Anıtı beyaz mermerden dikdörtgen prizma kaide üzerindedir. Bu kaide üzerinde Muharrem Ertaş saz çalar vaziyette heykeli bulunmaktadır. Yanında da göçer aşiretine dahil olduğunu simgeleyen bir de eşek heykeli yapılmıştır. NEŞET ERTAŞ (Ozan Anıtı) (Merkez) Kırşehir il merkezinde bulunan Neşet Ertaş’ın anıtını Kırşehir Belediyesi 1993 yılında yaptırmıştır. Kimdir Neşet Ertaş, Kırşehir’in yerel sanatçısıdır. Muharrem Ertaş’ın oğludur. Sazı ile Kırşehir’in çeşitli bölgelerinde çalmış ve söyleyen bir ozandır. Türkmen/Abdal müziğini kendine özgü yorumlamıştır. Buna yöresel özellikleri de katmıştır. Neşet Ertaş Anıtı mermer bir kaide üzerinde, sanatçının heykeli bulunmaktadır. Burada Neşet Ertaş oturur vaziyette bir elinde sazını tutmakta, diğer elini de yukarı kaldırmış olarak tasvir edilmiştir. ŞEMSİ YATSIMAN ANITI (Merkez) Kırşehir il merkezinde Türk Halk Musikisi Sanatçısı ve aynı zamanda Türk Halk Müziğini derleyen ve bu konuda büyük emekleri olan Şemsi Yatsıman’ın anıtı bulunmaktadır. Şemsi Yatsıman Kırşehir Halk Muzikisini geniş kitlelere tanıtmış, bu konuda ders vererek pek çok sanatçı yetiştirmiştir. Ayrıca Halk Müziği konusunda çeşitli kitap ve makaleler yazmıştır. Şemsi Yatsıman Anıtı, Kırşehir belediyesi’nce il merkezinde 1994 yılında sanatçının ölümünden sonra yapılmıştır. Anıt, dikdörtgen prizma şeklindeki kaide üzerindeki taş üzerinde portresini kapsamaktadır. Anıtın kaidesinde, Şemsi Yatsıman’ın kısa özgeçmişi ve eserlerindan alıntılar yazılıdır. OSMAN BÖLÜKBAŞI ANITI (Merkez) Osman Bölükbaşı Türk demokrasi tarihinin 1946-1960 yılları arasında önemli bir siyaset adamıdır. Döneminde Kırşehir Milletvekili olarak muhalefeti ile ün yapmış bir politikacıdır. Osman Bölükbaşı Anıtı’nı Kırşehir Belediyesi 2002 yılında, siyasetçinin ölümünden sonra yaptırmıştır.
-
YÖRESEL KIYAFETLER KADIN GİYSİLERİ ÜÇ ETEK: Bıçak burnu yada zincirli diye adlandırılan kumaştan yapılır. Etek üç parçalıdır. Parçaların kenarları işlemeli olduğu gibi düzde olabilmektedir. Kollar ya uzundur ya da kolsuzdur. Kol ağızları düz veya listikli olabilir. Eteğin önündeki parçaları kıvrılarak kuşağın altına sokulur. KUŞAK: Üç eteğin üzerinden bele bağlanır. Yerine göre Trablus kuşak geniş tokalı ve deri, madeni kemerle kullanılır. Kuşak uçlarında püskül şeklinde ponçak denen karışık renkli püskül bulunmaktadır. ŞALVAR (don): Genellikle koyu renkli zemin üzerine küçük çiçekli ve kendinden yollu kadife kullanılır. Belleri uçkurlu, paça ağızları düğmeli ya da lastikli olur. Peyik kısmı genişçe, parçalar bol bir şekilde dikilir. YAZMA (Tülbent): Fesin üzerine değişik renklerde pullu tülbent ya da oyalı yazma örtülür. Ayrıca tülbentler kenarları pulu değişik renklerde boncuklarla bezenmiş şekildedir. Tülbent, arka uçlarının birisi alınır, çene altından başın üzerine atılarak toka ile tutturulur. Orta yaşlılar ve yaşlılar bunun üzerinden siyah renkte ayrı bir tülbent bağlarlar. AYAKKABI (Yemeni): Altı kösele uç kısmı kıvrıktır. Alçak topukludur. Genellikle siyah, kahverengi ve kırmızı deriden yapılır. Zenginler ve yaşlılar (lapçin) denilen topuklu ve içiçe iki ayakkabı giyerler. Ayağa işlemeli iplik ya da yün çorap giyerler. GELİNLİK ENTARİ: Giysi keten kumaştan yapılır. Genellikle koyu renktedir. Entarinin üzerine kuşak bağlanır. Başa fes giyilir. Üzerine tülbent ve poşi bürünülerek duvak şekline sokulur. Yüz kapatılır. Duvağın üzerine büyükçe bir örtü örtülüp üzerinden yan tarafa doğru çekilip bağlanır. Ayağa çorap ve kundura giyilir. Entarinin önü göğüs kısmına kadar açıktır. Entarinin üstüne çeşitli altın ve boncuklar takılır. ERKEK GİYSİLERİ GÖYNEK: Genellikle ketendir. Bazen ipeklidir. Zemin beyaz, gri ya da siyah düz desenlidir. Yakasız astarlı, uzun kollu sedef düğmelidir. DELME YELEK(Cemadan): Siyah, lacivert ya da koyu yeşil renkli çuhadan yapılır. Kolsuzdur. Üç ya da dört düğme ile iliklenir. Göğüs üstü karın üstüne kadar açıktır. Sade olduğu gibi işlemeli de olabilir. ŞALVAR: Kumaşı yelekle aynıdır. Uçkurlu ve astarlı olarak dikilir. yandan cepli paça kısmı dardır. normal peyiklidir. KUŞAK: Beyaz yünden üç-dört metre uzunluğundadır. Bir ucu püsküllüdür. Şalvar ve gömleğin üzerinden bele bağlanır. Sağ taraftan şalvarın üzerine sarkıtılır. ÇORAP: Ayağa beyaz yün çorap giyilir. Bu çorap, iş zamanlarında ve oyunda şalvarın üzerine çekilir. Diz altından uçları püsküllü yün bağıyla bağlanır. TAKILAR: Erkeklerde boyunda muska ya da murtlak, kuşak arasında tütün ve para kesesi, yelek üzerinde gümüş köstek ve saat, yelek cebinde ayna, tarak, enfiye kutusu gibi takılar bulunur. Kadınlarda gerdanlık ve kolye, bileklerde gümüş ve altın bilezikler, parmaklarda yüzük kulaklarda küpeler takı olarak kullanılır.
-
GELENEKSEL EL SANATLARI 1) HALICILIK a) Kırşehir’de Halıcılık: Kırşehir’de halıcılığın tarihinin XVII ve XVIII yy’a kadar uzandığı ve daha sonraki senelerde devam ettiği yazılı kaynaklara dayandırmak mümkündür. Bu yıllarda dokunan halılar özellikle “seccade” tipinde (110x170) ve Gördes düğüm tekniği ile dokunmuştur. Renklerinde genel olarak kırmızı,mavi,kahverengi,sarı,yeşil ve beyaz renkler hakimdir. Mevcut örneklerde kişi şaşırtmalı diziler çiçekler ve zikzak yaparak uzanan üçgene benzer motiflerle “gelin,ağlatan” desenin yer aldığı iki dar bordur arasında, çoğunlukla demet çiçekler, arapeli, leblebili su” örnekleri ile süslü,geniş bordür yer alır. Halı zemini yan yana yerleştirilememiş ince dar kuşaklarla kuşatılır. Genellikle mihrabın bulunduğu bu bölümde, mihrabın altında ve üstünde dikdörtgen çerçeveler görülür. Günümüzde halkın “sandık” adını verdiği bu kısım birkaç parçaya ayrılır ”lale” laleye benzeyen ya da kelebeği andıran bitkisel desenlerle doldurulur. Bazı örneklerde yatık(s) şekilli ejder figürleri ile bezenir. Mihrabın içi çoğunlukla boş bırakılır veya lale vb... çiçeklerle süslenir.Mihrab iç yüzünün kenarları” küpe” şeklinde kuşaklarla kuşatılır. Mihrap tepeliğinin çevresinde ibrik motifleri bulunur. Mihrap üstü boşluğu ise sandık bölümündeki çiçeklere benzer motiflerle doldurulur. Kırşehir halılarının XIX yy örnekleri küçük ayrılıklar dışında, teknik ve motif bakımından önceki dönemin halılarını andırır. Bu döneme ait örneklerde halıların dar kenarlarında “gelin ağlatan” motifi şaşırtmalı küçük çiçekler ve zikzak yaparak uzanan geometrik desenler bulunur. Geniş kenarlarında, günümüzde “deve tabanı” diye anılan örnekler “ladik gülü” deseni, kelebeye benzer çiçekler ve “damat çiçekleri” yer alır. Sandık bölümünde kelebeğe benzeyen çiçekler “arapeli” motifi, balığa benzer süslemeler “ ve hayvan figürleri” görülür. Ejderler erken dönemdeki gibi yatık (s ) şekilli kavisler çizerek işlenir. Köşelere ise çoğunlukla sinek figürleri işlenir. Kırşehir halılarının geleneksel motifleri birinci dünya savaşı yıllarına kadar sürmüştür. Daha sonraki yıllarda pamuk iplik ve sentetik boya yaygınlaşmıştır. Başlangıçta yörede sadece seccade halısı dokunurken “ sedir halısı, yolluk halısı, oda halısı (kelle ) halı minder” tipleri ortaya çıkmıştır. Halıların genel şeması önceki dönemlerin karakterini taşımakla birlikte, mihrap üstü boşluğuna küçük çiçekler, ibrik motifleri ve günümüzde “kandilli su” diye anılan geometrik ve bitkisel desenlerin karışımı süslemeler işlenmeye başlanmıştır. Halı zemininde küçük bir göbek (top) yer alır. Bu arada “el-ayak” gibi sembolik motifler dikkati çeker. Bu motiflere “model” denilmektedir. Modeller genelde ezber yada daha önce dokunmuş bir halıya bakılarak çıkartılır. Günümüz halıları ismini verdiğimiz 1950 yılından bu yana dokunan Kırşehir halıları oldukça şekil değiştirmiştir. Yaklaşık 1960 yıllarına kadar Kırşehir’in hemen her köyünde halı dokunduğu bilinmekteyse de bu gelenek günümüze Özbağ ve Kızılca köyü ile Karacaören, Dalakçı ve Gümüşkümbet köylerinde kısmen sürdürülmektedir. Günümüzde dokunan halıların çözgü ve atla ipleri pamuk düğüm ipleri yündür. Her tarafı yün örneklerde mevcuttur. 1950 yıllarına kadar iplik kök boya ve doğal boyalarla renklendirilmiştir. Bu tarihlerden sonra tamamen sentetik boyaya dönülmüştür. Buna güre “kırmızı renk kök boya tosbağa (kaplumbağa) otundan,sarı renk karamik otu, ceviz kabuğu ve samandan, yeşil renk ceviz yaprağı, çekri ve üzüm çekirdeğinden gri renk ayçiçeği ve yarpuz otundan,beyaz renk (bej) soğan kabuğu ve sergil otundan elde edilmektedir. Günümüz halılarında kırmızı, kahverengi, yeşil- mavi karışımı (boz) sarı, beyaz ve turuncu renkler hakimdir. Kırşehir halılarında eskiden “gömme ıstar” denilen, bir ucu tavana dayalı, bir ucu toprağa gömülü tezgahlar kullanılmaktaydı. Günümüzde modern tezgahlara dönülmüştür. Yöremizde tezgaha dik gerilen iplere “eriş” yan atılan iplerede “arageçgi” ( argaç) ismi verilmektedir. Halılarda Türk düğüm tekniği kullanılmakta, dokuma esnasında “kirkit, bıçak, makas ve tarak” dan yararlanılmaktadır. 20 çift ipe “çile” denilmektedir. Çile sayısı halıların büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre değişmektedir. b- MUCUR HALILARI : Kaymakamlarda 17. ve 18. yüzyıllarda mucur halıları genellikle seccade tipindedir. Yün malzemeyle, çift düğüm tekniği ile dokunmuş, kök ve doğal boyalarla renklendirilmiştir. Halıda kırmızı, kahverengi, sarı, mavi, mor ve yeşil renkler hakimdir. Söz konusu yüzyıllara ait halılar dıştan içe doğru gittikçe büyüyen üç kuşakla çevrilidir. İlk bordürde, testere dişi renginde bir ters bir düz yerleştirilen üçgenler görülür. Biraz daha büyütülen ikinci kenarda, birbirine simetrik yerleştirilen ve sürekli tekrarlanan eve benzer motifler yer alır. En içindeki geniş su üzerinde ise, karelerin içindeki eş kenar dörtgenleri dolduran çok yapraklı top çiçekleri bulunur. Çiçekler bir açık bir koyu renkle işlenir. Baklava deseninin kenarını doldurarak kareyi tamamlayan köşelerde ise, yine bir açık bir koyu renkle süslenen “elibelinde” motife benzer desenler dikkati çeker. Halı zemini, içi çiçeklerle bezeli, baklava şekilli desenlerden meydana gelen, ince bir bordürle kuşatılır. Orta alanda çoğu kez tek yönlü bir mihrap bulunur. Mihrap iki, üç bazende dört kuşakla çevirilir ve merdiven halinde daralarak yükselir. Tepe noktasında “elibelinde” motifi ile son bulur. Halının köşelerinde, günümüzde halk arasında “kandilli su” diye anılan yan yana dizilmiş üçgen motifler görülür. 20. yüzyılın başlarında mucur halıları, tip ve desen açısından, küçük ayrıntılar dışında, bir önceki dönemin gelenekselliğini sürdürürler. Ancak malzeme ve renk bakımından bazı değişiklikler görülür. Kök ve doğal boyaların yerini sentetik boyalar, yün ipliğin yerini pamuk alır. Mucurda halı dokuma geleneği 1950 yılından buyana Mucur merkez ile Şatıroğlu, Dalakçı, Acıöz, Gümüşkümet, Budak, Yazıkınık köylerinde devam etmektedir. Günümüz mucur halılarında çözgü ve atkı ipi pamuk, düğüm ipi yündür. Daha çok hazır fabrika ipliği tüketilmektedir. Yörede halı dokuma tezgahına “ıstar”denir. 1950 yıllarına kadar “kertik ıstar” diye anılan yan tahtalar yivli, bir ucu tavana dayalı, bir ucu toprağa gömülü dik astarlar kullanılmıştır. Bu tarihten sonra “mengeneli” modern ıstarlar gelişmiştir. Halı temizlenmiş yapağından çözgü ve atkı ipi ile yapılır. İlmelik yapağıları elde ayrılır. Fitil yapılır ve sürmek elde edilir. Çıkrıkla bükülür, koçlanır, geleplenir, boyanır. Çözgü iplikleri dayanıklı olsun diye 4-5 kat yapılır. Çözgü ipliği boyanmaz. Dokunma sırasında “kirkit, makas, bıçak ve taraktan faydalanılır. Dokumada Türk düğüm tekniği kullanılır. Bir halı üzerinde dıştan içe doğru yöresel deyimlerle, “dar su, sandık, top ve köşe” bölümleri bulunmaktadır. Bunlardan her biri ayrı desenlerle süslenmektedir.desenlerin kenarları “tilif” denilen ikinci bir çizgi ile çevrilmekte, model adı söylenirken “tilifli” yada “tilifsiz” olduğu söylenmektedir. Günümüz halılarında dar su üzerinde bir ters bir düz yerleştirilmiş üçgen şekilli küçük motifler bulunur. Halk arasında “sıçan dişi” diye anılan bu desenlerin yerinde bazen “gelin ağlatan” motifi görülür. “Halk dokumasını bilmeyen yeni gelinin halı dokumasını ilk öğrenişi sırasında çektiği zorluklar karşısında, kendini tutamayarak ağlaması” sonunda bu ismi alan desen aslında, bir ters bir düz yerleştirilen çiçek veya yaprak modellerinden meydana gelmektedir. Mucurda halı göbeğine genelde top denir. Günümüzde dokunan seccadeler genellikle göbeklidir. Top bulunmayan örneklerde mihrap iç içe girmiş birkaç mihrap günümüzde işlenir. Her mihrabın zemininde ayrı bir denklik işlenir. Mucur halklarında (el, ayak) sembolik motifler de görülür. Daha çok yastık halılarında rastlanan bu desenler halının köşe bölümünde işlenir. İnsan eline benzeyen “el” motifi hayvan pençesine de benzetildiğinden, “peçe” isminle de bilinir. “ayak” motifi ise “kurt” ve tarak ismiyle anılır. 1950 yıllarında dokunan Mucur halılarında daha çok seccade yastık, sedir (divan) ve taban halısı tipleri yaygındı. Son yıllarda yastık ve sedir halısı dışındaki örnekler terkedilmiş durumdadır. Yastık halıları genellikle 100*60 cm boyutlarındadır. Ve takım halinde dokunur. Halk arasında 6 adet yastığa bir takım denir. Pey-peşe dokunan bu halıların desenleri tek tiptir. Sedir halıları genellikle 3, 50 –4 m. Boyutlarındadır. Sedir üzerine serilmek için dokunurlar. Halk arasında “serendaz” (baş halı) ismiyle de bilinen bu örnekler yaşlıların ifadesine göre “eskiden odalarda pencere altlarında bulunan sedirler üzerine, ya da odanın ortasına serilmekte, kenarlarında kalan boşluklara Seccade halılarıyla doldurulmaktaydı” bu nedenle de “baş halı” ismini almaktaydı. 2) TAŞ İŞLEMECİLİĞİ (Onyx): İlimizde halı tezgahlarının birer birer kaldırıldığı, bu dönemde taş işlemeciliği önemli bir uğraşı haline gelmiştir. Son yıllarda turizmin canlılık görülmesi üzerine hergün sayısı ve çeşidi çoğalan turistik eşya imalinde kullanılan taşın, yurt dışında da alıcı bulması bu iş kolunu insanları yeniden yöneltmiştir. Kuşaktan kuşağa geçip yaşatılan taş oymacılığı Türk Kültürünün ince beğenisini ve Anadolu’muzun kendine özgü motiflerini yansıtmaktadır. İlimizde taş işleneciliği 1944 yılına dayanmaktadır. 1949 yılında Sanat Enstitüsünün öncülüğünde taş işleneciliğinde Abdullah Ercan ve Haşmet Özbilek adlı öğretmenler tarafından Makinalı üretime geçildi. Teknik Lisede başlayan taşçılığın tanıtımında ilk işyerini 1955 yılında oyan Orhan Baycan ve Adnan Özbey yapmışlardır. O yıllarda sadece iki atelye varken günümüzde turistik nitelik gösterdiğinden bu atelyelerin sayıları artmıştır. 1933 yılında Almanya’dan Hitler diktatörlüğünden kaçıp II. Dünya Savaşı yıllarında geçici bir süre için Kırşehir’e yerleştirilen Almanlar arasında bulunan Prof. Dr. Frizt Baade 1945 yılında tekrar ülkesine dönerken götürdüğü Terme taşını Almaya’nın Kiel şehrindeki evinde atelyesinde Vazoya dönüştürmüştür. Daha sonra Prof. Baade bu vazonun Kırşehir’e armağan edilmesini vasiyet etmiştir. 1954 yılında Vazo 1984 yılında torunu Arkeolog Doktor Hans Peter Laguer tarafından Kırşehir Müzesine armağan edilmiştir.
-
İnanışlar Küçük çocuk sürekli ağlarsa babasının başını yiyeceği (babası öleceği) düşünülür ve dört yol ağzına götürülüp babasının ayakkabılarıyla çocuğun ağzına üç kez vurulur. Ölünün eti kemiğinden rahat ayrılsın diye kazma güpürtüsü yemeği verilir. Kişinin öldükten sonra ruhunun 1 hafta evinde dolaştığı söylenir. Kontrol amacıyla. Ölü rüyaya fazla girerse soğan doğranıp dama atılır. Üç külfü bir elham okunur. (Ölünün evine değil rüyayı gören kişinin evine atılır.) Ayakkabı çıkartıldığında ters dönerse sahibinin öleceğine inanılır. Rüyada ölü görmek, diri görmekle yorumlanır. Resimin olduğu yerde namaz kılınmaz. Ölünün elbiseleri abdestli, namazlı fakir birisine verilir. İki mezar arasına yatılırsa cin çarpmaz. Rastgele atılırsa cin çarpar. Mezara toprak atarken kürek günahı diğerine geçmesin diye elden ele verilmez. Mezarın yanından geçerken üç külfü bir elham okunur ve imrenmeyin bizlere, bizde döneceğiz sizlere denir. Aynanın kırılması uğursuzluk sayılır. Aynaya erken bakıldığında geç evlenilir inancı vardır. Ezan okunurken ayak ayak üstüne atılması günah olur. Köpeğin uluması uğursuz sayılır. Köpek o evden uzaklaştırılır. Ölü defnedilinceye kadar çamaşır yıkanmaz, temizlik yapılmaz Cenaze kalkınca evdeki tüm sular dökülür. Geri dönsün diye gurbete gidenin arkasından su dökülür. Namaz kılınırken önünden geçenin namazı bozmaması için namaz kılanın önüne sütre konulur. Evde yılan devamlı bulunursa evin acabı sayılır ve bu yılana dokunulmaz. Eğer yılan tehlikeli ve gelip geçici ise “Çoluğum çocuğum senden korkuyor evi terk et” denir ve üç külfü bir elham okunur. Eğer yılan yakılıp suya atılırsa yağmurun çok olacağına inanılır. Kurtlar uluduğunda Allahın onlara bir kemik gönderip onların karnını doyurduğuna inanılır. İnek ilk doğum yaptığında sütün yarısı çeşmeye, akan suya dökülür sütü bol olsun diye. Yarısı da pişirilip içilir. İnek sağdırmazsa, huysuzluk yaparsa, göz değdiğine inanılır ve üç parça tuz alınır tuz çevrilir. (Üç külfü, bir elham okunur. Tuz ineğin ve sütün üstünde çevrilir.) Bir kişinin önünden kedi geçerse uğursuzluk geleceğine inanılır ve üç gün beklenir. Ötün bir baykuşun uğursuzluk getireceğine inanılır ve yanan odun arkasından atılır ve kovulur. Birisinin önünden geçerken tavşan geçerse uğursuzluk sayılır.Tilki geçerse uğur sayılır. (Tavşan, çakal hayvan olarak addedilir.) İmam nikahı kıyılırken birisi duyarda çakıyı kapatır veya ipi bağlarsa, damadın erkekliği bağlanmış olur. İmam nikahı kıyılırken nikahta bulunanlardan birisi yüzüğünü çıkartıp takarsa nikahı bozulur. İmam nikahı kıyılırken dolap kapakları açılıp kapanmak. Açılıp kapandığı takdirde erkekliğin bağlanacağına inanılır. Eve karga konarsa iyi haber geleceğine inanılır. Leylek öldürmek günah sayılır. Leyleği ilk gören başı ağrımasın diye yanan ateşe besmele ile su dökülür. Ateş yanan yerde ateşin etrafına şeytan, peri ve cinlerin toplandığına inanılır. Ocak başına yatılıp uyunursa cin çarpacağına inanılır. Yatarken besmele çekilir. Küçük çocuklar ateşe oynarsa altını ıslatılır. Çörtenin altından geçersen cin çarpar. Ateşi toprakla örtersen iyi olur. Küllüğe yatılmaz. Gece kucağında küçük çocukla küllükten veya çeşmenin ayağından geçilmez. Geçilirse cin çarpacağına inanılır. Cin çarpmasın diye koynuna ekmek parçası konur ve üç külfü bir elham okunur. Ulu ağaç olduğu için geceleri cevizin altından geçilmez. Geçilirse cin çarpacağına inanılır. Ağaçların altında ve pınarın başında yatılmız. Yatılırsa cin çarpacağına inanılır. Ekin biçmeye gidenlerin abdestli ve besmele ile gitmesi bereketli olacağına inanılır. Narı dökmeden yenilirse cennete gidileceğine inanılır. Koyunun kuzulama ve ineğin buzağılama mevsiminde uğursuzluk oluir doiye dışarıya maya ve yün verilmez. Hamile kadınların yedi evden bez parçası alınırsa elbise yapılırsa erkek çocuğu olacağına inanılır. Su kabağının çok olduğu yerde ölümün çok olacağına inanılır. Buğday, sebze çok çıkarsa “Birinin başını mı yiyecek?” diye söylenir. Kız çocuğu dişediğinde yavru dişi olsun diye ineğin altına atılır. Kolların kavuşturulması sıkıntıya düşeceğine işarettir. Damağın takırdatılması fakirliğe işarettir. Dilenciye öbür dünyada kapsız kalınmaması için kendi kabıyla hayır verilir. Sağ elle verilir. Kıbleye doğru ayağını uzatarak yatılırsa günah olur. Kulak ve göz yanarsa hakkında dedikodu yapıldığına inanılır. Akşam tırnak kesilirse uğursuzluk olacağına inanılır. Akşam sakız çiğnenirse ölü eti çiğnendiğine inanılır. Rüyada çorap giyersen, ip alırsan yola gitmek olarak yorumlanır. Kesilen saç yere atılırsa başın ağrıyacağına inanılır. Saç yıkandığında ölen çocuğun burnuna kokar diye yalanmaz. Bayanlarda saçın uzun olması sevap sayılır. Hamile kadın aşerdiği sırada kime bakarsa ona benzer. Kan taşının kanı keseceğine inanılır. Çocuğa nazar değdiğinde uyutmadan zağ çevrilirse kurtulacağına inanılır. (Zağ çevrildiğinde çocuğun göğsü yıkanır. Birazda içirilir. Kalan suda köpeğe dökülür. Köpek titrerse hastalığın köpeğe geçtiğine inanılır.) Sağ gözün seğirmesi iyi sayılmaz. Yıldız kaydığında birisinin öleceğine inanılır. İkindi ile akşam arasında yemek yiyenin nasibinin kıt olacağına inanılır. Kırklı kadın gece evinden dışarıya çıkmaz. Kırklı bebeğin yastığının altına kuran konulur. Kırklı kadına al basmasın diye al yağlık bağlanır. Gece gündüz loğusa yalnız bırakılmaz. Bırakılırsa al basacağına inanılır. Çocuğun kırkı çıkana kadar yanına pek insan almazlar. Çocuğu ölüp de ziyarete gelen kadınları ziyarete almazlar. Çocuğu hiç olmayanlar ziyarete alınır. Eğer ziyaretçi kadın eteğini çırparsa doğuracağı, çocuğun ölmeyeceğine inanılır. Loğusa bayanlar birbirleriyle karşılaşırlarsa birbirlerine iğne verirler. İğne yoksa karşılaşmamaya çalışırlar. Loğusa kadının yanına kedi köpek alınmaz. Kırklı çocuk yalnız bırakılacağında yanına cin çarpmasın diye kuran veya ekmek konur. Loğusanın evinin önünden çocuk ölür diye gelin alayı geçirilmez. Küçük çocuklar hastalanmasın diye cenaze giderken kapıya çıkartılır. Kırkı çıkartılmamış kadının yanına un, et getirilmez. Kırkı çıkmamış kadının başına ışık yakılır. Cenazesi olan arife gününden başlamak suretiyle bayram çıkıncaya kadar evde dikiş dikmez. Arife ve bayram günü gün ağarmadan çeşmeden su getirilir. Zemzem suyu olduğuna inanılır. Onunla banyo yapılır, abdest alınır. Eve serpilir. Çeşmeden o suyun üç gün aktığına inanılır. Bayramlaşmaya gelen kişilere o sudan ikram edilir. Kurban bayramında saç, sakal tıraşı olmak günah sayılır. Kurban bayramında hiçbir canlı öldürülmez. Geceleyin kaynar su dökülmez. Cin çarpacağına inanılır. Dökülse de besmele ile dökülür. Gece cin çarpar diye çeşmeye gidilmez. Gece komşudan soğan ve sarımsak alınıp, verilmez. Ölüm olacağına inanılır. Dilenciye evin tadı kaçar diye şeker hayır olarak verilmez. Gece evde ıslık çalmak günah sayılır. Gece evden tuz verilmez. Akşam kapı süpürülmez evin bereketi gider diye. Kapı eşiğinde oturmanın uğursuzluk getireceğine inanılır. Hamile kadın evin eşiğine oturursa doğacak çocuğunun boğazına eş dolanacağına inanılır. Süpürgenin üstüne oturulursa dedikodu olacağına inanılır. Sacda ilk pişen ekmek yenilmez. Köpeğe atılır. Yenilirse eşi öleceğine inanılır. Ekmek kırıntılarının çöpe atılması günah sayılır. Gurbete giden kişiye dürüm ısırtılır ve kalanı sandığı konur. Gelinceye kadar bekletilir. Kişinin üzerinde dikiş dikilmez. Aklı dikileceğine inanılır. Ağzına çöp verilir. Ekmek nasip kesilir diye bıçakla kesilmez. Yemek yerken besmele çekilir. Çekilmediği takdirde karın doymaz. Yenilenin şeytan tarafından yenildiğine inanılır. Evin temeli sağlam olsun diye kurban kesilir. Gelin olacak kızın yatağına bahtı kara olur diye siyah yün konulmaz. Evin içerisi temiz olmazsa şeytanların geleceğine inanılır. Duvar dibinde şeytan olur diye duvar dibinde yatılmaz. Dolunun kesilmesi için ilk çocuk tarafından ben ananın ilkiyim diyerek bıçak atılır. Hayvan kafatası yazılarak suya atılırsa yağmur yağacağına inanılır. Nisan yağmurunun bereketli ve iyi olduğuna inanılır. Gökkuşağının altından erkek geçerse kadın olur. Kadın geçerse erkek olacağına inanılır. Gök gürlediğinde kelime-i şahadet getirilir. Salı günü ilk defa yapılacak işler yapılmaz. Cuma günü çamaşır yıkanmaz. Cuma günü uzun süreli komşu gezmesine gidilmez. Dilenci beklenir. Kadının erkeğin önünden geçmesi uğursuzluk sayılır. Ava giden erkeğin tüfeği kadın eline alırsa tüfeğin vurmayacağına inanılır. Çocukların saçı aklı başında birine kestirilir ve bahşiş verilir. Küçük erkek çocuğu gelinin yatağında yuvarlanır. Gelinin erkek çocuğu olsun diye. Köpek yuvarlanırsa, tavuklar kendi aralarında konuşursa misafir geleceğine inanılır. Yürüyen çocuk emeklerse eve misafir geleceğine inanılır. Avcı av yapamadan (avlanamadan) eve gelirse teneke çalınır. (oh olsun anlamında) Rüyada bit öldürürsen evdeki malın ölür. Kepçeyle yemek yersen nişanın bozulur. Yemek yerken kazan dibi yalanırsa kar yağacağına inanılır. Kız çocuk çok olup da erkek çocuğu olmayanlar ilk erkek çocuğuna eski elbise giydirir. Nazar değmesin diye.
-
GELENEK-GÖRENEKLER a- DOĞUM Ailede, başta erkek çocuk olmak üzere çok çocuk istendiğinden, gebelik döneminde erkek çocuk için hazırlık yapılır. Erkek doğuran gelin, saygınlık kazanır. Sancılar başlayınca gebeye şerbet içirilir. Yıkanan bebek kundağa sarılır ve "al basmasın" diye başucuna Kuran asılır. Al kurdele bağlanır. Köylerde çocuğun kundağına höllük (elenmiş toprak) konulur, lohusaya da kuymak (undan yapılmış bir türlü tatlı) yedirilir. Çocuğun adı evin yaşlıları tarafından konulur. Kırkı çıkmadan gezmeye götürülmez. Sünnet düğünlerinde kirve vardır. Sünnet olacak çocuk taksi ile çarşıda gezdirilir. Çocuk bir yaşına gelmeden saçı kesilmez. Saçı kesilirse ömrü kısa olur inancıyla bir yaşına kadar beklenir. Ayrıca, diş çıkaran çocuk için diş hediği kaynatılır. b- SÜNNET GELENEĞİ Türk kültüründe çocukla ilgili geleneklerin en katısı sünnet geleneğidir.Bu gelenek islamlığın kabulünden sonra her dönem ve her toplumda hiç ihmal edilmeden varlığını sürdürmüştür. Bu gelenek o kadar çok yayılmıştır ki hiç bir zaman tartışma konusu olmaz. Her anne - baba bir an önce çocuğunun sünnet olmasını ister. Kırşehir,yerli halkının yanısıra değişik illerden gelip buraya yerleşen insanımızın memleket edindiği, Anadolu’nun ortasında kültürün çok canlı yaşandığı bir ilimizdir.Kırşehir'e dışarıdan gelenlerin şehrin geleneğine katkısı tartışılamaz. Ülkemizdeki sünnet etkinlikleriyle ilkbaharın sonları yazboyu veya sonbahar başlarında yapılır. Bunun nedeni okul çağındaki çocukların eğitimlerinin aksamasını önlemektir. Sünnet düğününün hafta sonu yapılmasının nedenide resmi ve özel kuruluşlarda çalışanların mesai dışındaki bu vakitlerde düğünlere katılımını sağlamaktır. Ortalama sünnet olma yası 5-12 olsada aileler bir an önce çocuklarını sünnet ettirmek isterler. Çocuğun küçük yasta sünnet olması çocuğun bu olayı hatırlamasını önleyeceğinden psikolojik yarar sağlar. Ayrıca bu konuda çocuğun dede ve ninelerinin aceleci davranmaları yaşarken torununun sünnetini görmek istemeleri önemli bir etkendir. Sünnet olcak çocuk ailesinden ve çevresindeki insanlardan güzel ve rahatlatıcı sözler duysada genelde şaka yollu korkutucu sözler. duyarlar.Örneğin: Sünnette balta kullanılacak sözü çoklukla kullanılır. Ama çocuğu korkutan sözlerin söylenmesi pek hoş görülmez. Çocuğun ablası,yengesi gibi yakınları tarafından süslenen sünnet odası düğün öncesinde herşeyiyle tamamlanır.Odanın süslenmesinden işlemler renkli bezler, balonlar ve diğer süsüler kullanılır. Ayrıca çocuğun sevdiği oyuncaklarda verilir. Sünnet düğünün mevlit mi okutularak yoksa çalgılı mı olacağı ailenin kararına bağlıdır. Düğün yeri ise ailenin sosyal ve ekonomik yapısıyla ilgilidir.Apartmanda oturanlar ve ev durumu uygun olmayanlara pastane ve lokantayla anlaşabilecekleri gibi genellikle düğün salonuna taşır. Düğün davetiyeleri orjinal ve klasik cümlelerle bastırılabilir. Çocuk sünnet olmadan önce sevdiği arkadaşları ailesinin bir kısmım ve diğer davetlilerden oluşan konvoyda süslenen sünnet arabasıyla en önde olarak gezdirilir. Mevlit okutarak yapılan düğünlerde çocuk Cacabey Camisine götürülür. Takılar davetlinin ekonomik durumuna bağlıdır.Altın,para,giysi t.akılabileceği gibi çocuğa uygun oyuncaklarda takılabilir. Ancak kirveden değerli bir takı beklenir. Çocuğu sünnet olurken tutan kişiye kirve denir. Çocuğun ileriki yıllarında kirvesine saygılı olması gerektiğinden "ben senin kirvendim" sözü çocuk için ayrı bir anlam taşıyacaktı. Son zamanlarda daha da gelişen tıbbın imkanları kullanılarak da hastanede veya evde sünnet ettirebilir.Ancak çocuğun evde sünnet olması daha çok istenmektedir.Bunun nedeni çocuğun sağlıklı olarak bu dönemin atlatmasını istenmesidir. Buraya kadar anlatılan sünnet geleneğinde farklı uygulamalarla var olan sünnet geleneklerini görelim; Resmi veya özel kuruluşlar sünnet şölenleri düzenlerler.Örneğin Kırşehir Belediye'si gelir düzeyi düşük ailelerin sünnet çağındaki çocuklarını ücretsiz sünnet ettirmiştir. Ayrıca bir özel kuruluşun patronu çalışanlarının sünnet çağındaki çocuklarını sünnet giderlerini üstlenerek jest yapabilir. Kırşehir'e özgü bir gelenek vardır ki son anlarını yaşamaktadır. Genellikle kırsal kesimde gelir düzeyi düşük yerlerde "apt. al "adı verilen insanların davul zurna ile yerleşim yerlerine geldiklerinde yapılan sünnetlerdir. Bu "aptal sünnetçiler" cüzi miktarda ücret ile bum işi yaparlar.Sakin ve törensiz biçimde gelenek yaşamını sürdürmektedir. Çocuk için erkekliğe ilk adım ve bir statü kabul edilen sünnet halkımızın çoğu tarafından Türklük-İslamlık simgesi olarak görülmektedir .Türk toplumunun geleneksel yaşamından cok katı ve değişmez biçimde var olan sünnet geleneğine ailelerin olanaklarını zorlayarak da olsa yapılan düğünlerle katılımı Türklerin buna verdiği önemi gösterir. c- EVLENME GELENEK VE GÖRENEKLERİ Evlenme gelenek ve görenekleri bakımından Kırşehir'in her ilçesi ve bucağı birbirine tıpı tıpına benzemez. Bunun yanında yurt çapında birbirlerinin benzeri olan gelenek ve görenek uygulamaları da vardır. Örneğin Yurdumuzun her yerinde (Allah'ın emri Peygamberin kavli ile) diye başlayan kız isteme yolu ve yöntemi birbirinin benzeridir. Yurdumuzun bir çok yerinde olduğu gibi kızın ve evlenmek isteyen delikanlının özelliklerinin öğrenilmesi güç bir şey değildir. Artık böyle bir işe girişileceği zaman geneldedir araştırma soruşturma yapılır. Bilinen yaygın kurallar içinde kız tarafından kız istenildiğinde olumlu bir şeyler hazırlanır. Yenilir, içilir erkek tarafından kıza bir terlik ve baş örtüsü giydirilir. Böylece küçük şerbet, yani söz kesilmiş olur. Sonraki görüşmelerde nişan günü kararlaştırılır. Nişan günü, kararlaştırılan günden önce İlin büyük bölümünde olan ve şu anda kaldırılan başlık parası kesimi yapılır. Bu adet şimdi kaldırılmıştır. Düğün giderleri ve kurulan yuvanın eşyaları oğlan ve kız tarafından ortak karşılanır. Nişan günü iki tarafın anlaşmasıyla kararlaştırıldıktan sonra (okuntu) denilen davetiyelerle eş, dost ve tanıdıklar nişan törenine katılırlar. Nişanda oğlan evi, kız evi ve yakınları geline takacakları altın yüzük, bilezik gibi takıları açıktan ve bağırarak takarlar. Şerbet dağıtılır. Kız evinden oğlan evine şerbet gönderilir. Kız ve oğlanın birlikte katıldıkları nişana günümüzde asri nişan denilmektedir. Düğün: Düğünden on - onbeş gün önce iki aile birlikte kararlaştırdıkları biçimde çeyiz keserler, bir yandan da medeni kanuna uygun evlenme işleminin yapılması için hazırlık yapılır. Düğün hazırlığı yapanlara damat çerez yedirerek onların istekli çalışmasını sağlar. Kaman köylerinde düğünden önce danışık (Meşveret) yemeği verilir. Bu yemekte köyün ileri gelenleri toplanarak düğünün nasıl yapılacağı kimlere ne gibi sorumluluk verileceği kararlaştırılır. Düğün, kent içinde davetiye, köylerde okuntu denilen şeker dağıtılarak eş dost çağrılır. Düğün çoğu kez Cuma günü başlayıp Pazar günü sabahı gelin alma töreni ile biter. Düğün evinin damına bayrak dikilir. Bayrak direğinin uç noktasına ya bir elma yada horoz başı takılır. Bu törene "Bayrak kaldırma" denir. Düğünde davul zurna köçek üçlüsü gösteriler yapar. Düğün yemeğinin 12 çeşit olmasına dikkat edilir. Cumartesi günü akşamı gelin alayı kurulur. Geline gidecek armağanlar bir siniye konarak öksüz bir çocuğa verilir. Bu sinide gelinin giyeceği giysilerin bir kısmı bulunur. Davul zurna eşliğinde eğlenceli bir biçimde oğlan evine dönülür. Kız evinde kadınlar kına gecesi eğlencesine başlarlar. Genç kız ve kadınlar kına tabağına mumlar yakarak donatırlar. Gelin etrafında oynayarak dönerler. Bu sırada gelin kendisi için hazırlanan sandalyeye hemen oturmaz. Küçük kız kardeşi varsa o oturtulur. Oğlan tarafından verilen armağanı aldıktan sonra yerini gelin ablasına bırakır. Bu arada gelinin eline para verip kapatırlar. Görümce yada eltilerden biri kapanan bu eli armağan vererek açarlar. Gelinin eline kına yakılmadan önce gelini ağlatmak için ağıt yakarlar. Buna "Kına övmesi" denir. Bu sırada gelinin ağabeyi ya da kardeşi oğlan evine arkadaşları ile birlikte misafir edilir. Buna "Kayın gitme" denir. Oğlan tarafı da bu konukların tüm isteklerini yerine getirirler. Bu ağırlama ertesi günü gelin alma sırasında çıkarılacak güçlükleri önlemek için yapılır. Erkekler oğlan evinde sabaha kadar yer içer eğlenirler. Sabaha karşı "Tan Pilavı" yenilir. Tekrar eğlenceye geçilir. Sabahleyin gelin alayı hazırlanarak topluca kız evine gelin almağa giderler. Hazırlanan çeyiz arabası yüklenirken gelinin kardeşi geline kırmızı kuşak bağlar. Gelin bir odaya -kitlenir. Oğlanın babası duruma göre 100.000 TL.ye kadar kardeş yolu vererek gelinin kitli odadan çıkmasını sağlar. Gelin yakınları ile helalleştikten sonra yakınlarının yardımı ile gelin arabasına biner. Gelin alayı değişik yollardan gelini oğlan evine getirirler. Bu arada bir mezarlığın çevresinde gelin alayı tur atar. Gelin oğlan evine geldiğinde armağan almadan arabadan inmez. Gelin kapıdan içeri girmeden daha ilk günden başlayarak saygılı, becerikli, uğurlu ve eve bağlı olmasını sağlayacak gelenekler uygulanır. Örneğin; su dolu bir testinin kırılması, kapı eşiğine çivi çakılması, kapı üstüne konan Kuran'ın altından geçirilmesi, kollarını açan kaynananın kollarının altından geçirilmesi gibi. ASKERLİK Kırşehir'de askerliğe alınma dönemi kendine has bir özellik gösterir. Askerliğe alınmayla ilgili "sevk pusulası"nı alan genci önce akrabaları, daha sonra komşuları yemeğe çağırır. Günlerce süren bu yemeklerden sonra muhabbetler başlar, gence asker harçlığı verilir. Daha önce askere gidenler anılarını anlatır, gencin yapacağı işler söylenir. Eğer askere gideceklerin sayısı birden fazla ise hepsi birden yemeğe çağrılır. Asker adayının uğurlanacağı gün evde bir telaş başlar. Anne ve diğer yakınları yolda yiyeceğini hazırlar ve elbiselerini gözden geçirir. Daha sonra arkadaşları gelir ve genci davul - zurna eşliğinde otobüs terminaline götürürler. Burada davul - zurna ritminde halay çekilir, gence moral verilmeye çalışılır. Anneye asker annesi olması nedeniyle espriler yapılır ve genç herkesle tek tek vedalaşır. e- CENAZE TÖRENLERİ Kırşehir ve köylerinde herhangi bir sebeple meydana gelen ölüm olayında camiden, selah. okunarak ölen kişinin kim olduğu duyurulur» Köy ve şehir halkı hangi mevsim olursa olsun, hangi işi yapıyor olursa olsun işleri bırakır, cenaze evinin yakınında bulunan bir komşunun evinden toplanılır.Neler yapılacağı ve nasıl yapılacağı konuşulur. Cenaze sahibi bir köşeye çağrılıp parasal ihtiyacı olup. olmadığı sorulur.İhtiyacı varsa cenaze masrafını karşılayacak kadar para yardımı yapılır (geri ödemek şartıyla). Bu yapılacak işler şunlardır: Beş on kişilik gençlerden oluşan bir gurup ücretsiz olarak mezar kazmakla görevlendirilir. İki kişi çevre il ilçe ve köylere haber vermekle görevlendirilip cenazenin kaldırılacağı yer.tarih ve saati duyurulur. Cenaze sahibinin il dışında yada yurt dışında yakını varsa bu kişi yada kişilerin cenazeye çağrılıp çağrılmayacağı kararı bilir kişilerce kararlaştırılarak cenazenin kaldırılış zamanı ona göre belirlenir. Bu çalışmalar yapılırken cenaze kadınsa kadınlar arasında, erkekse erkekler arasında hazırlığı yapılır. (Kefeni biçilir, boyuna ip tutulur buna boy ipi denir, ayakları bağlanır, gözleri kapatılır). Cenaze hasta , uzun süreli yatalak, trafik kazası yada benzeri şekilde meydana gelmiş ise özel önlemler alınıp cenazenin defnine kadar en iyi şekilde muhafaza edilmesi sağlanır. Cenazenin en yakınları bu hazırlıkları yaparken, eğer köyde ise köy halkı akrabası olanda, olmayanda hiç ayrım yapmaksızın her evde köye gelecek misafirlere bir hazırlık yapılır. Kadınlar evlerde yemek hazırlıkları yaparken erkekler köy girişinde gelen misafirleri karşılayarak evlere götürülür. Her gelen misafirler ayrı ayrı evlerde konuk edilir, yemekleri çayları verilir. Sonra cami hoparlöründen, cenazenin kaldırılacağı anonsu yapılır. Her ev sahibi misafiri ile beraber köy meydanında cenaze namazına katılır. Cenaze yıkanırken başlayıp, mezara defnedilene kadar ölen kişinin varsa çocukları eşi ve yakınları, tarafından ağıtlar yakılır. Cenaze namazı kılınacak yerin yakınına kadar kadınlar cenazeyi takip eder. Cenaze namazı kılınıp mezara defnedildikten sonra, toplanan cemaat köy meydanında imama Kuran okutturup topluca Allah’tan rahmet dilerler. Çevreden gelen bütün misafirler belli aralıklarla misafir olduğu ev sahibi ile beraber cenaze sahiplerinin yanına varır orada hazır bulunan imama Kuran okutturarak başsağlığı dilerler ve köyden ayrılmak için müsaade isterler. Cenaze sahibi müsaade Allah’tan diyerek misafirleri uğurlamış olur. (gelen misafirler üç-beş dk. oturup kalkmaları gerekir, fazla kalabalık almamaları için). Cenazenin defin işlemi tamamlandıktan sonra komşuların sorumluluğu bitmez. Yaklaşık üç gün cenaze sahiplerine evinde yemek yapılmaz. Yemek işleri komşular tarafından karşılanır. (buna halk arasında ölü evinde duman tütmez denir. Eskiden yemekler odunla pişirildiği için üç gün odun yakılmaz yemek yapılmaz.duman tüttürülmez adeti devam eder). 3-4 gün geçtikten sonra komşular gelip cenaze sahibine başsağlığı diler ve yapacağı özel işi için müsaade istemiş olur. Böylece köy halkı normal işine başlamış olur. Bu gibi olaylar ve akrabalar, komşular arasında birlik beraberlik ve kaynaşmayı sağlar. Çevre köy il ve ilçelerden gelen eş dost ve misafirler arası görüşmeler tazelenip dostluk ve dayanışmayı güçlendirir. İnsana ölümünden sonra bile saygı gösterme alışkanlığı artar.
-
MASALLAR Bahçe Masalı: Evvel zaman içinde , galbur saman içinde bi bahçe varımış, amma ne bahçeyimiş, bi ülke varımış amma ne ülkeyimiş, ülkedeki bahçede türlü türlü yemişler, çiçekler, ağaçlar dört mevsim açar, etrafı cennete çevirirmiş.Çiçeklerin kokusu bir günnük yoldan alınır, bahçenin güzelliği dillerde dolanırmış.Patişahlar, vezirler, paşalar bu bahçeyi bilir, buruya gelip eğlenmek isderlermiş.Öten binbir çeşit guş varımış, ağaçların dalında. Şarhılar birbirini tamamlarımış.Renkleri birbirine benzemez, şekilleri binbir çeşidimiş. Bu bahçenin tam ortasındaki bir küçük evde, bir baba-gız yaşarmış. Annesi yıllar önce ölünce genç gizi babası büyütmüş, bi didiğini iki etmemiş, varını yoğunu ona vermiş, ohutmuş, öğretmiş, iş için işçi, aş için aşçı dutmuş. Türlü hocalardan binbir maharet öğretmiş.Bütün bunları öğrenen giz ise, aşa gücü yitip ondördünde ceylan gibi bi giz olunca bütün işçiyi, aşçıyı govmuş, evinin gizi olmuş.Öğrendiği her seyide bi güzel yapar olmuş.Olmuş ya; ümide yedi cihanda duyulur olmuş.Bu gitmiş Patişahlar patişahının oğlu Mısdafa'nın gulağına duyulmuş.Patişahlar patişahı Mısdafa rüyasında her gün bu gizi görüyomuş.Bu duruma dayanamamış.Gitmiş anasının, babasının elini öpmüş, atına atladığı gimi yola düşmüş.Sora sora Bağdat bulunur hesabı, gelmiş bu güzel bahçeye dayanmış.Mısdafa'ynan beraber yola çıhannarın çoğu dönmüş, altı aylık yola dayanamamışlar, bazıları gaybolmuş, bazılarıda yolda ölmüş. Derken bi yorgun atınan oğlan galmış yalıız.Guşların sesi, genç gizin neşesiy-nen garışıp şarhı söylüyollarımış.Evin gapısm çalmış genç Mısdafa.Gapının çalmasını duymamışlar. Mısdafa eyle öfkelenmiş, eyle gızmışki.. .Sonunda bütün gızgınnıyıynan bağırmış.O anda bütün guşlar susmuş, şarhı durmuş, genç giz sessizce gapıyı açmış.Mısdafa içeri girmiş.Girmesine girmişde gizin o güzelliğini görün-düşüp bayılmış.Gızı umduğundanda güzel bulmuş.Melekler bile gızın güzelliğini gısganırmış sanki.Gızcağız ne yapacağını şaşırmış.Genç bi deligannı dizlerinde mışıl mışıl uyyo, herkes olacağı bekliyomuş. Dağlara ava giden gızm babası eve gelipde, atı bahçe gapısında görünce çoh gorhmuş.O heycannan içeri doğru goşmuş.Goşmuşda, gapıyı açıh goymuş.Yıllardır gapıyı gözetliyen çingene gızıda bunu fırsat bilip bahçiye girmiş.Başlamış gızınan oğlanı gözetlemiye.Babası durumu gızından sormuş.Gızda annatmış.Baba gızdan durumu öğrenince susan guşlar öter, solan güller tüterse bu oğlan ayılır, değilse gıyamete gadar uyur dimiş-ler.Genç giz oğlanın başını çayırlara goymuş, eline süpürgeyi almış bi yandan şarkı söyler, bi yandan da ev süpürürmüş.O anda guşlar ötmüş, güller tütmüş, sular ahmış.Ahmış amma gızm meşguliyetinden faydalanan Çingene gizi oğlanın başını gucağına almışmış.Oğlan gözünü açar açmaz Çingene gizini görmüş.Oğlan "Eh benim gördüğüm beyle değildi amma ya Nasip" demiş razı olmuş.Oğlan "Sultanım dileğin nedir diye"gıza sormuş. Çingene gızı:"Şu evde oturan giz çok kötüdür, benim çocuhluğumdan beri düşmanımdır, ne zaman benim yüzüm gülse beni ağladır.Sermen aramıza girer diye çoh gorhuyom"demiş.O sırada oğlanın uyanıp gendine geldiğini gören genç giz ne gadar dil dökdüysede inandıramamış.Patişahın oğlu gizin babasınada inanmamış.Çingene gizinin yalanıynan oğlan gızınan babasını bağlamış. Giz bağlanır bağlanmaz da güller solmuş, guşlar susmuş,sular ahmaz olmuş.Patişahın oğlu ne olduğunu annıyamamış.Sanki her şiyin üzerine ölü toprağı serpilmiş.Uzun zaman geçmiş.O güzelim bahçe gurumuş yoh olmuş. Oğlanda bu durama çoh merahlanmış.Çingene gizi durumu açıhlamah zorunda galmış"Bu bahçe benim için yoh artık, ben senin olunca bahçe soldu.Hadi gidip senin sarayında yaşıyalım" diyip oğlanı gandırmış.Hazırlıhlar yapılmış, tam yola çıhacahlarında genç giz üzüntüsünden hemi ağlayıp, hemide dertli bi şarkı söylemiye başlamış.O anda olannar olmuş, guşlar ötmüş, güller yeniden tütmüş, sular akmıya, heryir şenlenmiye başlamış.Patişahm oğlu Mısdafa'da pek akılsız da değilmiş hani.Durumu annayınca hemen goşmuş, genç gizi ve babasını gurtarmış.Çingene gizi da bu durumda canını zor gurtarıp gaçmış.Patişahın oğlu gizi alıp, ülkesine getirmiş.Gırh gün gırh gece düğün yapmışlar.Bu gençler ömür boyu mutlu bi şekilde yaşamışlar.Onnar ermiş muradına biç çıhalım kerevetine.Darısı tüm sevennerin başına. b-EFSANELER Karakurt Kaplıcası Efsanesi: Kırşehir’in 15 km batısındaki Emirburnu dağının eteklerinde Karakurt derler bir kaplıca vardır. Geçimişi çok uzaklara gider. Dört mevsim hastaların taşındığı kaplıcada tedavi edilmeyen illet yoktur. Bir zamanlar Kırşehir Beyi'nin oğlu çaresiz bir hastalığa tutulmuş, her tarafı akar, kokar olmuş. Doktorlar ne yaptıysa fayda etmemiş. Beyin, umudu kesilmiş. "Bari gözümün önünde öleceğine götürün bir dağa bırakın orada ölsün. Göz görmeyince gönül katlanır." demiş. Çocuğu alıp Emirburnu Dağı'nın eteklerine bırakmışlar. Elbette burada kurtlar kuşlar parçalarda o da bu illetten kurtulur. Çocuk yapayalnız kol bacak tutmaz başına geleceği beklerken, akşama doğru bir kurt görünmüş. Kurdun karnı kemiklerine yapışmış, uyuzdan tüyleri dökülmüş, her tarafı cerehat içindeymiş. Sürüne sürüne dağın eteğindeki bataklığa girmiş, çamura bulanmış, çıkmış.Ertesi gün yine bataklığa gelmiş, çamura girmiş. Derken iki gün sonra canlı kanlı bir kurt olarak ayağa kalkmış, uzaklaşıp gitmiş. Kurdun her hareketini izleyen oğlan, bu çamurdan bir keramet olsa gerek diyerek o da sürüne sürüne bataklığa girmiş. Çamurları yüzüne, gözüne sürmüş, bir köşede kaynayan sudan içmiş. Biraz sonra vücudunda bir dirilik – canlılık duymaya başlamış. Bir - iki gün derken ayağa kalkmış, yürümüş. Üçüncü günde Kırşehir'in yolunu tutmuş. Babasının kapısını çalmış, görenler şaşırmış; gözlerine inanamamışlar. Çocuk olanı biteni anlatmış. Bey de bataklığı bir kaplıca haline getirerek üzerine bir kubbe, yanına da bir mescit yaptırıp hizmete açmış. Adına da Karakurt Kaplıcası demişler. Kurbağların Ötmeyişi Efsanesi: Ahi Evran-ı Veli, Hacı Bektaş-i Veli ve Kaya Şeyhi'nin aynı tarihlerde Kırşehir ve çevresinde yaşadığı bilinmektedir. Ahi Evran ve Hacı Bektaş, ara sıra gerek Kırşehir'de ve gerekse Hacıbektaş'ta bir araya gelirler, sohbet ederlermiş. Konuşmaları genellikle Anadolu'nun sorunları üzerine olurmuş. Bu sohbet toplantılarından birisinin yine Kırşehir'de yapılması kararlaştırılır. Hacı Bektaş, Ahi Evran ve Kaya Şeyhi î Ömer Efendi, Ahi Evran Mahallesindeki (şimdiki Kılıçözü Çayı'nın) çayırlık bir yerinde sohbet , ederlerken kurbağa sesleri o kadar çoğalmış ki, birbirlerinin seslerini duymaz hale gelmişler. ' Bunun üzerine bir rivayete göre de Ahi Evran-ı Veli'nin söylediği iddia edilen birisi ırmağa karşı el kaldırarak "Susun ya mübarekler, ya siz konuşun ya biz konuşalım" demesi üzerine kurbağaların sesi kesilir. O gün, bugün Kırşehir'den geçen Kılıçözü Suyu etrafında kurbağalar öttüğü halde, Ahi Evran Mahallesi değirmen civarında yüzyıllardır kurbağa ötmediği bilinmektedir. Kalehöyük Efsanesi: Kalenin çok eski yıllarda bataklık olduğu rivayet edilmektedir. Zamanın beyinin oğlu atıyla birlikte bataklığa girer ve bir daha çıkamaz. Bunun üzerine zamanın beyi bu bataklığın kurutulmasını ister. Bütün halk seferber olur. Kağnılarla taş, toprak taşınarak bataklık olduğu rivayet edilen yeri doldururlar. Hala halk arasında İlimizde Cemele (Çayağzı) kasabasının 15 kağnı, başka bir köyün de 30 kağnı borcu olduğu söylenmektedir. ATASÖZLERİ Atasözleri - Tırnağın varsa başını kaşı - At binenin kılıç kuşananındır. - Attan inip eşeğe binilmez - Anasına bak kızını al,kenarına bak bezini al. - Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar almaz - Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar - Erkek eşeğin sıpası olmaz. - El elin eşeğini türkü çağırarak ararmış, - Kılda keramet olsa keçiler evliya olurdu,, - Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derlermiş. - Keçinin şaşkını suyu pınarın gözünden içarmiş0 - İtin ayağını taştan mı esirgedin? - İti an deyneği hazırla. - Sürüden ayrılanı kurt kapar. - Ayıdan dost gavurdan dost olmaz. - Taş olduğu yerde ağırdır. - Ateş düştüğü yeri yakar. - Ateş olsa cürümü kadar yer yakar. - Çingeneyi bey yapmışlar,önce kendi babasını kestirmiş. - Ummadık taş baş yarar - Asıl akmaz bal kokmaz,kokarsa yağ kokar,aslı ayrandır. - Kılavuzu karga olanın burnu b...tan çıkmaz. - Erkan kalkan yol alır,er evlenen döl alır. - Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer - Dağ dağa kavuşmaz,insan insana kavuşur. - Meyveli ağcı taşlayan çok olur - Bitli baklanın kör alıcısı olur. - El öpmekle ağız kirlenmez. - Oturduğu ahır sekisi çağırdığı İstanbul türküsü. - Soğuktan ve soysuzdan kendini koru. - Eşek elin,zerdali emanet» - Her şey incelikten, insan kabalıktan kırılır. - Yatan öküze yem verilmez. - Sen okuyup adam olana kadar, dağdaki tavşan zabit katibi olur. - Yiğit at kendine kamçı vurdurmaz» - Boyumca buldum, huyumca bulamadım - Rağbet iki başlıdır. - Öfkeyle kalkan zararla oturur DEYİMLER - başını bağlamak: Evlendirmek - başının etini yemek: Çok konuşmak, ilenmek - gavur parasıyla on para etmemek: hiçbir işe yaramamak - oğul balı gibi tatlı olmak: çok sevilmek - tadı azmak: tatlanmak - turnayı gözümden vurmak: şansın çok iyi gitmesi - yağ döküp yalamak: temizlemek, temiz tutmak - ahı yerde kalmamak: yapılan kötülüğün cezasını çekmek - ahiret sorusu sormak: ayrıntılı zor sorular sormak - bağrı yufka: yufka yürekli, merhametli - bürbür bükülmek: bir şeyden mahçup olmak - eme seme yaramak: işe yaradığı kabul edilmek - haşat olmak: hurda haş olmak - göğ keçi oğlağı olmak: ayrıcalıklı olmak BİLMECELER + Yağlı kaşık duvara yapışık (kulak) + Küçük al yastık, içine un bastık (iğde) + Kıllı ağzını açtı, çıplak içine kaçtı ( yün çorap ) + Kat kat döşek, bunu bilmeyen eşek ( lahana ) + Bir küçücük fıçıcık, içi dolu turşucuk ( limon ) + İstanbul'da süt pişer, kokusu buraya düşer ( Mektup ) + Yer altında kitli sandık ( mezar ) + Çin çin hamam, kubbesi tamam, bir gelin aldım babası imam ( minare ) + Benim bir gelinim var gidenin gelenin eteğini öper ( minder ) + Çarşıdan aldım bir tane eve geldi» bin tane ( nar ) + Tıngır elek tıngır saç, elim hamur karnım aç ( oruç- Ramazan ) + Ağacı oymuşlar, içine bülbül koymuşlar ( radyo ) + Bilmece bildirmece el üstünde kaydırmaca ( sabun ) + Dağdan gelir taştan gelir, eğri büğrü yoldan gelir ( sel ) + Parasını el alır, dumanın yel alır ( sigara ) + Sıra sıra odalar birbirini kotralar ( tren ) + Elemez, melemez ocak başına gelemez, gelse bile duramaz ( Yağ ) + Akşam serilir, sabah dürülür ( yatak ) + Yer altına yağlı kayış ( yılan ) + Biz biz idik yüz bin tane kız idik gece oldu, dizildik sabah oldu, silindik ( Yıldız ) + Dışı katık, içi kütük ( zeytin ) + Yedi delikli tokmak, bunu bilmeyen akmak ( Baş/Kafa ) + Nar, nar diz boyunca kar, uçtu keklik kaldı dilber ( başak ) + Dağdan gelir sekerek, kuru üzüm dökerek ( keçi ) + Altından yer, üstünden sıçar ( rende ) + Çit çit hamam kubbesi tamam bir gelin aldım babası imam ( saat ) + Çarığımı çattım, pencereye attım ( terazi ) + Yer altında sakallı hoca / soğan ) + Dam başında küreği, güp güp eder yüreği ( hırsız ) + Metelim var metten sakalı var etten şimdi gelir görürsünüz, güle güle ölürsünüz ( hindi ) + Dağdan gelir davara, kuyruğunun ucu kara ( yılan )
-
Yerel Sözcükler Açacak: anahtar alaşa: çok konuşan, olur olmaz şeylere karışan anaç: karşılık astar: tavan ayıtlamak: temizlemek basma: tezek başangı: yaramaz, haylaz belermek: (göz için) akı iyice belirecek biçimde açılmak bıldır: geçen yıl, bir yıl önce bolalmak: bollaşmak börtlemek: haşlamak cabadan: bedavadan cağ: lavobo, banyo camadan: yelek cırmık: tırnak izi cücük: civciv çalgeçir: çataliğne çalma: kibrit çalkamaç: ayran çekişken: kavgacı çelen: ev saçağı çıkla: tümden çitil: çalı çırpı dal: arka, sırt delme: yelek deşirici: dilenci dilmek: yarmak direşmek: sözünden veya kararından dönmemek ditmek: parçalara ayırmak divlek: kalın kabuklu olgun kavun dolukmak: ağlayacak duruma gelmek dulda: kuytu yer ekemiş: çok bilmiş ekşimek: surat asmak elekçi: çingene essah: doğru felfellemek: afallamak, şaşırmak frengi: büyük anahtar gebeş: karnı şiş olan gınnap: siçim gızınmak: ısınmak gidi: ahlaksız gostak: kibirli, kendine çok güvenen gülük: hindi harım: sebze ve meyve bahçesi havkırmak: kükremek, üzerine atlamak hedik: kaynatılmış buğday ipdi: ilkönce işmar: El, göz veya baş ile yapılan işaret kaaam: akraba kağşak: eskimiş, gevşemiş karakmak: Susamak kelik: boğazlı çocuk ayakkabası kepir: çorak, verimsiz toprak keskenmek: elini kaldırıp vuracak gibi yapmak köper: tarla sınırı kurk: kuluçka lapacı: Vücutça toplu ve iri olmasına rağmen direnci zayıf olan maplak: ateş küreği memişhane: ayayolu, abdeshane mertlemek: zıplamak müdare: ihtiyatan dolayı göz yumma nakıs: ters, aksi oflaz: yaptıklarıyla övünen okuntu: davetiye ölük: canlılığını yitirmiş, halsiz örk: hayvanları çayıra bağlamaya yarayan kalın ip ötürmek: ishal olmak pahıl: cimri , hasis pece: pencere pisik: kedi porsumak: bozulmak puhara: baca pürçüklü: havuç püsen: kırağı sasımak: kokuşmak sındı: makas sıracalı: hastalıklı sırıntı: dokunmuş bez parçası sızgıt: kavrulmuş et, kavurma sokum: lokma söğürme: pirzola süymek: yeniden çıkmak takanak: alacak, borç talaz: dalga, kasırga tap-tapı: takunya tıngırdak: küçük çan tosulamak: emeklemek tuman: dal, şalvar tuturuk: ateş tutuşturacak çalı çırpı gibi şeyler üzlük: topraktan yapılmış küçük kulpsuz çömlek verev: çapraz verep: rampa yadırgı: yabancı yağlık: büyük mendil yorak: deri parçası yülümek: traş etmek zöhür: sahur zukga: dayak
-
KIRŞEHİR KÖFTESI MALZEMELER 500 gr ince çekilmiş yağsız kıyma 500 gr ince bulgur 2 orta boy kuru soğan 5 bardak et suyu 1 adet yumurta 1 kaşık salça 1 kaşık tereyağ yada margarin tuz, karabiber, pul biber, toz biber HAZIRLANIŞI Soğanlardan biri incecik kıyılır. Kıyılan soğan, kıyma, bulgur karıştırılır. Bu karışıma yeteri kadar tuz ve biber eklenir, yoğrulmaya başlanır. Bulgur yumuşayıncaya kadar yoğurulmaya devam edilir. Bulguların çabuk yumuşaması istenirse bir miktar su katılabilir. Bulgurlar yumuşadıktan sonra yumurta katılarak bir süre daha yoğurmaya devam edilir.Yoğurma işi tamamlandıktan sonra avuç içi ile yuvarlak köfteler yapılır.Yapılan köfteler kaynamakta olan et suyuna katılır. Orta ateşte 25-30 dakika pişirilir. Bu arada diğer soğanda incecik kıyılarak küçük bir tavada tereyağ ile kavrulur ateşten yeni indirilmiş köftelere eklenir. Biraz dinlendirildikten sonra yemek servise hazırdır. GENDEME 500 gr kemikli kuzu eti 1 su bardağı haşlanmış dövme (buğday) 2-3 soğan 2 çorba kaşığı sıvıyağ 3 domates 3 sivribiber 2 su bardağı su Tuz 1. Soğanları temizleyip söğüş doğrayın. Domates ve sivribiberleri temizleyip küçük küçük doğrayın. 2. Eti tencereye alıp suyunu salıp çekinceye kadar pişirin. Sıvıyağ ve soğanı ekleyip birlikte kavurun. Haşlanmış dövme, su ve tuzu ekleyip kapağı kapalı olarak kısık ateşte pişirin. Sıcak olarak servis yapın. YOGURT ÇORBASI 1 su bardağı dövme (buğday) Yarım su bardağı yeşil mercimek Yarım su bardağı nohut 1 su bardağı süzme yoğurt 2 çorba kaşığı un 1 yumurta 1 patates 1 patlıcan 2 sivribiber 2 domates 4-5 çorba kaşığı sıvıyağ 6 su bardağı su Tuz, nane 1. Dövme, yeşil mercimek ve nohudu ayrı kaplarda akşamdan ıslatın. Suyunu değiştirip yine ayrı kaplarda haşlayın. Patates ve domatesin kabuklarını soyup tavla zarı büyüklüğünde doğrayın. Patlıcanı alacalı soyup küçük küpler halinde doğrayın. Sivribiberleri kıyın. 2. Yoğurt, yumurta, 3 kaşık sıvıyağ ve unu bir kapta çırpın. Suyu tencereye alıp karışımı ekleyin. Dövme, yeşil mercimek ve nohudu ilave edip karıştırın. Tencereyi ocağa alıp kaynayıncaya kadar karıştırın. Patlıcan, domates ve sivribiberi ekleyin. Arada bir karıştırarak pişirin. Tuz ekleyip tencereyi ocaktan alın. 3. Kalan sıvıyağda naneyi kızdırıp çorbanın üzerine gezdirin. Servis kâselerine paylaştırıp sıcak olarak servis yapın KESME AŞI Yağda, ince doğranmış soğan iyice pembeleştirilir. Salça, baharat ilave edilip hafifçe kavrulur. Su veya et suyu ilave edilip, kaynamaya bırakılır. Kaynayınca haşlanmış yeşil mercimek ilave edilip bir müddet pişirilir (20-30 dakika) Daha sonra daha önceden kesilip hazırlanan kurutulmuş mantılar ilave edilip, bir sürede onunla pişirilir. Piştikten sonra indirilerek servis yapılır. TOPALAK(ETSİZ KÖFTE) Bulgur, yumurta, ince doğranmış soyan, un, tuz, baharatla yoğrulup küçük yuvarlak toplar yapılır.Bir tencerede yağ eritilip küçük bir soğan, ince doğranıp pembeleştirilip, salça ilave edilir, eteri kadar tuz, su ilave edilin, kaynamaya bırakılır.Kaynayan salçalı suya yapılan toplar ilave edilip pişirilir. PANCAR ÇIRPMASI Şeker pancarı rendelenir, yeşil mercimekle birlikte haşlanır. Haşlanan mercimek ve pancara yağ ilave edilerek kavrulur. Daha sonra su, salça ve baharat ilave edilerek pişmeye bırakılır. Bir müddet piştikten sonra indirilerek servis yapılır. ÇULLAMA Yağsız küçük küçük doğranmış etler (tavuk etide olabilir) suda haşlanır. Etin suyu ayrılır. Un ile et suyu bir kapta çırpılır, tuz atılır.Bulamaç haline gelir. Tencerede haşlanmış et parçalarıda katılarak sürekli karıştırmak suretiyle pişirilir. Muhallebi kıvamından biraz daha sulu hale gelince ateşten indirilir. Tavada biber ve tereyağ yakılır.Bulamacın üzerine dökülür ve servis yapılır.
-
KONUMU İç Anadolu Bölgesi'nin Orta Kızılırmak bölümünde yer alır.Yüzölçümü 6665 km2.dir, Kabaca bir paralel kenarı andıran ilin toprakları ülke topraklarının binde 8'i, iç Anadolu Bölgesi topraklarının yüzde 2.9'u kadar olup, yüz ölçüm büyüklüğü bakımından 53. sıradadır. İlin matematiksel konumu, 38°50'-39°50' Kuzey enlemleri, 33°30'-34°50' Doğu boylamları arasındadır. İlin güney uç noktası, Merkez Ulupınar kasabası, kuzey uç noktası Çiçekdağı'nın Konurkale köyüdür. Batı uç noktası Kaman Büğüz köyü, Doğu uç noktası ise Mucur Kılıçlı köyüdür. Denizden yüksekliği 985 m. dir. ilin kuş uçumu denize uzaklıkları; güneyde, Akdeniz'de Anamur Burnu'na 362 Km; kuzeyde, Karadeniz'de Sinop'a 334 Km. dir. DOĞAL ÖZELLİKLERİ Jeolojik Yapı: Kırşehir Masifi olarak adlandırılan yapı, "Orta Anadolu Masifi'nin bir parçasıdır. Türkiye'nin 9 masifinden en büyüğü olan Kırşehir Masif’i Tuz Gölü'nün altında da devam etmektedir. Masif kütle, tektonik hareketler sonucu bir veya bir kaç kez kıvrılmış, daha sonra kıvrılma özelliğini kaybederek sertleşmiş, çoğunluğu başkalaşım geçirmiş,temel kütledir. Kırşehir Masif'i, I., II., III. ve IV. zamanlarda oluşmuş, yaklaşık 2000-2500 m. kalınlıkta bir yapıdır. Bu yapıda" yukarıdan aşağıya doğru: Kireçli şistler, fillatalar, yeşil şistler, mermer kuşakları; küçük taneli billurlu kuvarsitler, mikaşistler ve mermer katmanlarına rastlanır. İlin doğal yapısı, iç Anadolu Bölgesi ile birlikte; III. Jeolojik zaman olan Neozoik Üst Eosen'de karalaşma sonucu oluşmuştur. Asıl görünümünü Alp kıvrımları sırasında kazanmıştır. İlin oturduğu ana platoda, dört ayrı dönemde ortaya çıkmış oluşumlar vardır. Kuzeybatı-Güneydoğu yönünde uzanan fay hattı ile Seyfe Gölü çöküntü alanı IV. zaman alüvyonlarıyla, fay hattının doğusu başkalaşım geçirmiş dizelerden billurlu şistlerle kaplıdır. İl alanının batısı mermerleşmiş kireçtaşı ve dolomitlerle, bunun dışında kalan yerler ise; III. zaman Neojen göl tortuları ile kaplıdır. Başkalaşıma uğramış billurlu kütlelerin diziliş yönleri; Kırşehir-Kaman dolayında Kuzeybatı-Güneydoğu doğrultulu, Kırşehir yakınlarındaki Kervansaray dağlarında ise Güney doğrultuludur. Bu başkalaşıma uğramış billurlu kütlelerin yaşı tam olarak belirlenememiştir. Ancak Kaman'ın batısında yer alan Karalan dağlarının başkalaşım kütlelerinin Tebeşir dönemi öncesine ait olduğu kesin olarak belirlenmiştir. Başkalaşım katmanlarının altındaki oluşumların, Paleozoik döneme ait olduğu sanılmaktadır. Kırşehir, orta Anadolu'nun fay hattı üzerinde yer alır. Başkalaşım serilerinin kıvrılmaları sırasındaki kırılma ile Kuzeybatı-Güneydoğu yönünde uzanan bir fay hattı oluşmuştur. ikinci bir fay hattı ise; ilin, Ankara ile sınırını oluşturacak şekilde kuzeye doğru uzanır. İlk kıvrılmalar sırasında oluşan fay hattı 15 km. uzunluğundadır. Kırşehir'deki Terme Kaplıca suyu, bu fay hattının derinliklerinden gelen sıcak sudur. Kırşehir, üçüncü derece deprem bölgesi olan Orta Anadolu deprem alanı içinde yer alır ve deprem üst merkezinin etki alanı içindedir. Fay hatları ve çevreleri, depremlerin çok olduğu kırıklar dizisi içinde kalırken, diğer bölümler, 2. ve 3. derece deprem kuşağında yer almaktadır. YÜZEY ŞEKİLLERİ İl toprakları güney ve güneybatıda Kızılırmak, batı ve kuzeybatıda Kılıçözü deresi, kuzey ve kuzeydoğuda Delice ırmağı, doğuda Seyfe Gölü çöküntü alanı ile çevrilidir. Kırşehir, ortalama yüksekliği 1000 m.ye ulaşan geniş bir yayla görünümündedir. Kırşehir Masif'i olarak ta adlandırılan bu plato; bir kaç dağ kültesi ile engebelenmiş, Kızılırmak, Delice ırmak ve kolları tarafından yarılmış dalgalı bir düzlüktür. Bu plato üzerinde Seyfe Gölü kapalı havzası yer alır. Yüksekliği 1500 m.yi aşan dağların sayısı oldukça azdır. İl topraklarının; % 64.5'i plato, % 17,2'si dağlık alan, % 18,3 ova ile kaplıdır. . DAĞLAR İlde çok az bir alanı (% 17.2) kaplayan dağlar, "Kırşehir Masif"i olarak adlandırılan ana plato üzerinde kuzeyden başlayıp güneybatıya ve güneydoğuya doğru açılarak il topraklarını engebelendirir. Bu engebelerin ortalama yükseltisi 1500-2000 m. arasında değişir. İl topraklarının kuzey kesiminde Çiçek dağı, Orta kesiminde Baran dağı ve Kervansaray dağı önemli yükseltilerdir. Kervansaray Dağları: Seyfe Gölü kapalı havzası ile Kırşehir yerleşme alanı arasında bulunan bu dağlar, kuzeybatıdan güneydoğuya doğru Mucur ilçesine kadar uzanır. Mucur kuzeyinde platolar üzerinde belirginliği azalan, ilçenin kuzeydoğusunda yeniden yükselen bu dağlar, Nevşehir kuzeyindeki Kızıldağ ile birleşir. Kervansaray dağlarının en yüksek noktası 1679 m. olup, ilin kuzeydoğusunda yer alır. Dağın diğer önemli dorukları ise; Armutlu, Köpekli, Kırlangıç ve Kızıldağ'dır. Akarsuların açtığı derin vadilerle parçalanan dağ yüzeyi, şiddetli aşınma sonucu yer yer düzleşmiştir. Ormanlık alanın bulunmadığı bu dağlarda, hakim bitki örtüsü bozkırdır. Çiçek Dağı: Adını verdiği ilçenin batısındaki platonun ortasında yükselen Çiçek dağı, Kırşehir'in en yüksek noktasıdır ve 1691 m. yüksekliğindedir. Dağ, Delice ırmak’a doğru akan derelerin açtığı vadilerle parçalanmıştır. Bitki örtüsü; seyrek meşeliklerden oluşan orman kalıntılarıdır. Dağın ikinci yüksek noktasını 1585 m. ile Yağmurlu Dede tepesi oluşturur. Baran Dağı: Kırşehir ile Kaman arasında yer alıp, batıdan güneye doğru uzanır.En yüksek noktası 1677 m. dir. Aliöllez Dağı: Kaman ilçesindedir. Güney - güneydoğu yönünde uzanan dağın yüksekliği 1528 m. dir. Hirfanlı barajı yönünde derin olarak parçalanmış olup, bitki örtüsü zayıftır. Diğer Dağlar Merkez: Karga sekmez dağları, Cemele dağları, Naldöken dağları, Hüyüklü dağları, Emir burnu dağları ve Obruk tepesi. Kaman: Toprakkaya dağları, Buzluk dağları. Mucur: Armutlu dağları, Büyük Uyuklu dağları, Kırlangıç dağları, Kızıl dağ, Köpekli dağları. OVALAR Kırşehir il topraklarının % 18.3'ünü ovalar teşkil eder. Başlıcaları : Malya Ovası: Diğer adı "Seyfe Ovası" olarak bilinen ova, ilin kuzeydoğusunda yer alır. Çiçekdağı ilçesinin Salep boğazı ve Taburoğlu köyü yörelerinde başlayan ova, Mucur ilçesinin kuzeyini de içine alarak Kayseri il sınırına kadar uzanır. Alanı 400 km2, yüksekliği, 1110 m. olan ova, yüksek bir düzlük görünümündedir. Çevre dağ ve platolardan gelen ,akarsular tarafından taşınan maddelerin, çöküntü tabanını doldurmaları sonucu oluşan bu yüksek düzlüğün, büyük bölümü uzun süre bataklık olarak kalmıştır. Son yıllarda sürdürülen kurutma çalışmaları, doğu kesim dışında tamamlanmıştır. Göl suları tuzlu olduğundan, göl çevresinde genişçe bir alan çoraktır. Bunun dışında kalan ovalık alan alüvyonlarla kaplıdır. Sulama yetersizliği nedeniyle ovada kuru tarım yapılmaktadır. Yörede sulu tarım olanakları sağlanabilirse, ilin en önemli tarım alanı haline gelebilecektir. Ova üzerinde Malya Devlet Üretme Çiftliği kurulu bulunmaktadır. Çoğun (Çuğun) Ovası: İlin Kuzey'inde yer alan ova, 2500 hektar alana sahiptir. Çoğun barajının yapılmasından sonra sulu tarıma açılmış, meyve sanayi bitkileri üretimi artmıştır. Güzler Ovası: Kırşehir'in Güney'inde yer alan ova , 2400 hektar alana sahiptir. Sulama göleti yapıldıktan sonra sanayi bitki üretimi artmıştır. Özellikle Şekerpancarı, üretiminin artması ile ilde Şeker Fabrikası kurulması kararlaştırılmış ve temeli atılarak inşaatına başlanmıştır. Diğer Küçük Ovalar Hamamözü, Değirmenözü, Acıöz, Maniöz ovaları. Ovaların dışındaki diğer düzlükler: Kenar, Tatarilyas, Kuytuluk, Körkuyu, Gardaklıbel, Yalnız mezar, Göbek, Laleli, Güllü dağ, Ekizağıl ve Aksakal yaylalarıdır. VADİLER Kızılırmak Vadisi: Sivas'ın Kızıl dağ yakınlarında doğan Kızılırmak, İç Anadolu Bölgesi'nde bir yay çizdikten sonra kuzeye doğru uzanarak, Karadeniz'e dökülür ve Türkiye'nin en uzun ve önemli vadisini oluşturur. Kırşehir, bu vadinin içinde yer alır. Vadinin başlangıç noktası Aydoğmuş ve Yörücek'in doğusu olup, Ecikağıl yakınlarında Ankara sınırına ulaşarak son bulur. İlde bulunan Hirfanlı ve Kesik köprü barajları bu vadi üzerinde yer alır. Kırşehir Kılıçözü Vadisi: Baran dağının kuzey kesiminden başlayan vadi, Aydınlar'a kadar uzanır, bir yay çizerek Çoğun'a ulaşır, Güney'e yönelerek il merkezinden geçer ve Güzler Köyü Taka mevkiinde Kızılırmak vadisine açılır. Çoğun'a kadar dik ve dar olarak uzanan vadinin daha sonra iki tarafından önemli tarım alanları başlar. Çoğun ve Güzler göletleri bu tarım alanlarının sulanmasında yeterli olmaktadır. Kaman Kılıçözü Vadisi: Baran dağının batısında başlayan vadi, Kaman ilçesinin kuzeyine doğru uzanır. Kara ova’nın Batı'sında dar ve dik bir koridor biçiminde kuzeye doğru açılarak Ocakbaşı'ndan Ankara il alanına ulaşır. Kuzeydoğuya doğru geniş bir yay çizerek Ankara-Yozgat sınırında Delice ırmak vadisine açılır. Delice ırmak Vadisi: Büyük bölümü Yozgat il sınırları içerisinde kalan vadinin, Kırşehir sınırına yaklaştığında, Yerköy yöresinde, vadi tabanı genişlemeye başlar. Kırşehir,Yozgat il sınırını oluşturarak devam eden vadi, Çorum il alanında Kızılırmak vadisine açılır. Vadinin Kırşehir sınırları içinde kalan bölümlerinde sulamalı tarım yapılır. AKARSULAR Kızılırmak: Bütün çığırı Türkiye topraklarında olan Kızılırmak, Sivas Kızıl dağ’da doğar, Bafra ovasında Karadeniz'e dökülür. Türkiye'nin uzunluk bakımından en büyük (1355 km.) akarsuyu olup, havza alanı bakımından Fırat'tan sonra ikinci sırada yer alır. Kızılırmak, antik çağda tuzlu akarsu anlamına gelen "Halys" adıyla anılırdı. Türkçe adını içerisinde tuz ve jips bulunan, çoğunlukla kızıl renkli, kumlu-killi topraktan almaktadır. Genellikle jipsli araziden akarak gelen Kızılırmak'ın suları tuzlu ve acıdır. Fakat bu durum, tarımda sulamayı, olumsuz etkilememektedir. Kızılırmak; Nevşehir'in Gülşehir ilçesi önlerinden geçtikten sonra güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda Kırşehir platosuna girer ve Kırşehir'in 17 km. güneyinden geçer. Bu arada kuzeyden gelen ve Kılıçözü deresi olarak bilinen Kırşehir çayı kolunu alır. Daha sonra dar boğazlar içinde akmaya başlar. Bu boğazlardan ikisinde kurulan Hirfanlı ve Kesikköprü barajlarında, doğal akışı bir ölçüde kesintiye uğrar. Kesikköprü barajından sonra güney-kuzey doğrultusunu alır ve Kaman-Bala yolunun geçtiği Köprüköy köprüsünün altından geçerek Kırıkkale il sınırına ulaşır. Kırşehir, Kızılırmak havzası üzerinde olmasına rağmen, ova ve sulanabilir alan bakımından fakirdir. Yağmur ve kar suları, ile beslenen, ortalama debisi 184 m3/sn. olan Kızılırmak'ın rejimi düzensizdir. İlkbahar başlarında, yükselmeye başlayan suları, ilkbahar sonunda en yüksek düzeye ulaşır. Sıcak ve kurak geçen yaz aylarında buharlaşmanın artması ile azalan suları, temmuzda en düşük seviyededir. Kılıçözü (Kırşehir) çayı: Kızılırmak'ın il içinde kalan kuzey kolunu oluşturan çay, Baran Dağı'nın kuzey yamacından doğar. Kırşehir ve Güzler'i geçerek Taka mevkiinde Kızılırmak'a karışır. Kuzey-güney doğrultusunda 80 km. uzunluğa sahiptir. Suları tarımda kullanılan çayın üzerinde, sulama ve taşkın önleme amacı ile Çoğun barajı, İğdeliöz, Kılıçözü ve Güzler sulama regülatörleri yapılmıştır. Düzensiz bir rejime sahip olan çayın, yazın suları' azalır. Kış ve ilkbahar aylarında ise, yağışlar ve eriyen kar suları sebebiyle, zaman zaman taşkınlar olmaktadır. Kaman Kılıçözü çayı: 150 km. uzunluğundaki çay, Kaman'ın güneyinden kaynağını alarak, ilin kuzey bölümünde yer alan dağ ve platoların sularını toplar, Kırıkkale-Yozgat sınırında Delice ırmak’a karışır. En büyük kolu Malaközü deresidir. Deliceırmak: Kızılırmak'ın en uzun koludur (426 km.) Kırşehir-Yozgat il sınırını oluşturan akarsu, Yerköy yakınlarında Kırşehir il sınırına girer ve Kırıkkale-Yozgat-Kırşehir sınırlarının kesiştiği noktada ili terk eder. Rejimi düzensiz olan Irmak'tan, sulamada yararlanılmaktadır. GÖLLER Seyfe Gölü: Kırşehir il merkezinin 35 km. kuzeydoğusundaki tektonik çukurlukta yer alır. Çukurluğun temeli, Neojen döneme ait tortul katmanlarla örtülüdür ve göl en alçak bölümünü kaplar. Deniz yüzeyinden yüksekliği 1110 m. dir. idari olarak Mucur ilçesi sınırları içinde yer alan göl, adını, batısındaki Seyfe köyünden alır. Küçük bir kapalı havza niteliği taşıyan göl, yazın iyice sığlaşır ve büyük bir kesimi tuzlu bataklığa dönüşür. Yüzölçümü 15 km2. olup, farklı mevsimlerdeki ölçümlerde alanı değişebilmektedir. Genellikle sığ olan gölün en derin yeri 4/5 m. yi bulmaktadır. Göl, batısında bulunan Seyfe ve kuzeyinde yer alan Badıllı köylerinden çıkan pınarlar, dip kaynakları, drenaj alanı yüzeysel akışı ve göl alanına düşen yağışlarla beslenmektedir. Boşalımı ise, buharlaşma ile gerçekleşmektedir. Yörenin çok az yağış alması, gölü besleyen derelerin yazın büyük ölçüde kuruması ve yüksek buharlaşmanın da etkisiyle su seviyesi yazın oldukça düşer ve büyük bir kesimi tuzlu bataklığa dönüşür. Tuzlu suya sahip olması nedeniyle, gölün güney kıyısında zaman zaman işletilmiş bir tuzla vardır. Göl çevresinde geniş meralar ve tarlalar yer almaktadır. Bu arazinin büyük bölümü, Malya Tarım işletmesi'nin sınırları içinde kalır. Göl içinde balık yoktur, sadece kurbağa türlerine ve su yılanına rastlanır. Ancak Seyfe deresinde ve derenin göl içindeki yayılım alanında iki küçük balık türü yaşamaktadır. Göl ve çevresi, 1990 tarihinde, "Tabiatı Koruma Alanı" ilan edilmiştir, aynı zamanda birinci derece "Doğal Sit" alanıdır. Göl ve çevresinde, ötücü kuşlar dahil olmak üzere toplam 187 kuş türü tespit edilmiştir. Obruk Gölü: ilin Nevşehir sınırları yakınında Obruk köyünde bulunan, karstik oluşumlu bir göldür. Derinliği ve kirliliği nedeniyle suyundan yararlanılamaz. Hirfanlı Baraj Gölü: Kaman'a bağlı Hirfanlı köyü yakınlarında elektrik üretmek ve sulamada kullanılmak amacıyla 1959 yılında tamamlanmış ve 8 Ocak 1960 tarihinde açılmıştır. Açıldığı yıl itibariyle Türkiye'nin en büyük, bugün ise dördüncü büyük barajı olan Hirfanlı'nın alanı 263 km2., dolgu yüksekliği 81 m. dir. Baraj gölünün uzunluğu 75 km. olup, en geniş yeri 15 km.dir. 2 milyon m3. kaya dolgu malzeme ile yapılan barajdan, yılda 40 milyon kw/sa. enerji üretilmektedir. Baraj santrali dört türbinden meydana gelmektedir. Hirfanlı barajının bulunduğu yer, granit ve granodiyorit masif kayaçlardan oluşan bir yöredir. Gölün tabanında ırmak çökelleri olan ve kalınlığı 5 m.yi bulan mil, kum ve çakıl katmanları bulunur. Gölün yamaçlarındaki toprak kalınlığı 0-5 m. arasında değişir. Yapıldığı günden bu yana bölgenin iklimini olumlu etkileyen baraj gölünde, kerevit, sazan, yayın gibi türlerden oluşan tatlı su balıkçılığı yapılmakta ve yöre insanına gelir kaynağı sağlamaktadır. Baraj gölü, yörenin plaj ve piknik gibi ihtiyaçlarını da gidermektedir. Çuğun (Çoğun) Baraj Gölü: Kırşehir ilinin kuzeybatısında, Çuğun köyü sınırları içinde, Kılıçözü çayı üzerinde kurulu olan baraj gölü, il merkezine 20 km. uzaklıktadır. Sulama ve taşkın koruma amaçlı yapılan göl, 1970 yılında tamamlanarak, sulamaya 1976 yılında geçilmiştir. Göl hacmi 22.600.000 m3. olan baraj gövdesinin yüksekliği 41 m. olup, kaya dolgu tipindedir. Baraj gölü ile 2028 hektar alan sulanabilmektedir. Ayrıca gölde başta aynalı sazan olmak üzere tatlı su balıkları üretilmektedir. Karaova Barajı: Kırşehir, Akpınar-Karaova köyünün 3 km. güneydoğusunda, Delice ırmak’ın kollarından Kılıçözü'ne bağlı Manahözü çayı üzerindedir. Sulama amacıyla 1997'de hizmete açılan baraj, toprak dolgu tipindedir. Baraj suyu ile 4760 hektar arazi sulanabilmektedir. Kültepe Barajı: Kırşehir'in güneyinde, Kırşehir-Ortaköy yolunun 43. km.sinde 2 km. içeride Ulupınar köyünün 4 km. doğusundadır. Sulama ve taşkın önleme amacıyla toprak dolgu tipinde yapılan baraj, 1983 yılında işletmeye açılmıştır. Barajın kaynağında ve yan kolları üzerinde beş adet gölet yer almaktadır. Bu göletlerin etkisi ile baraja gelen su azalmış olup, ancak çok kısıtlı sulama yapılabilmektedir. Su ihtiyaç sorunlarının çözümü amacıyla baraja, Kızılırmak'tan pompaj-planlama çalışmaları yapılmaktadır. Baraj sayesinde toplam 23509 hektar alan sulanabilmektedir. Bu barajların dışında yapımı halen sürdürülen Sıdıklı barajı, Kırşehir ilinin 40 km. batısında Sıdıklı-Küçükboğaz köyü yakınlarındadır. Sulama amacıyla yapılan baraj 1998 yılında tamamlanacaktır. Sulama Göletleri: Merkez ilçede, Ekizağıl ve Karaboğaz göletleri ile Güzler regülatörü vardır. Kaman'da, Karakaya, Gökeşme, Darıözü, Merdese, Sarıömerli, Çiftlikbala, Ömerhacılı ve Savcılı göletleri; Çiçekdağı'nda, Gölcük, Kırdök göletleri ile Boztepe'de, Harmanaltı göleti hizmete açıktır. Ayrıca Mucur'da Yeniköy ve Kargın göletleri ile Kaman'daki Çağırkan göletinin yapımı devam etmektedir. İKLİM Kırşehir'de, kışları soğuk ve kar yağışlı, yazları sıcak ve kurak geçen karasal iklim görülür. Thorntwait'in iklim tasnifine göre, Kırşehir yarı kurak iklim özelliğine sahiptir. İldeki yıllık sıcaklık ortalaması 11.3 °C ,yıllık yağış miktarı ise 400 mm.den azdır. Sıcaklık: İldeki dağlık ve ovalık alanlar arasında yıllık ortalama sıcaklık farkı fazla değildir. İlçeler arasındaki sıcaklık farkı 1 °C civarındadır. Merkez ilçede yıllık ortalama sıcaklık 11.3 °C iken, Kaman'da 10.9 °C, Çiçekdağ'da ise 12.2 °C. Kırşehir'in çevre illerle olan sıcaklık farkı yine 1 °C dolayındadır. Ankara'da 11.7 °C, Nevşehir'de 10.9 °C, Yozgat'ta 9.0 °C. Kırşehir'de 61 yıllık gözlem süresince, aylık ortalama sıcaklığın dağılımı şu şekildedir: Aylar: Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık °C : -0.3 1.3 5.0 10.6 15.4 19.5 22.8 22.5 17.9 12.0 6.3 2.0 Rüzgar: Kırşehir genellikle kuzey ve güney yönlü rüzgarların etkisinde olup, yıllık ortalama rüzgar hızı 2.0 m/sn.dir. 42 yıl içerisinde yıllık ortalama kuzey yönlü rüzgar sayısı 202 olarak kaydedilmiştir. Fırtınalı gün sayısı ise yıl içinde ortalama 3-4 gündür. BİTKİ ÖRTÜSÜ İç Anadolu Bölgesi'nin bozkır kuşağı içinde kalan Kırşehir, genellikle orman örtüsünden yoksun olup, hakim doğal bitki örtüsü bozkırdır. Çok eski çağlarda ormanlarla kaplı olan yöre olumsuz insan etkileri ve yağış rejiminin düzensizliği sonucu orman örtüsünü kaybetmiştir. Ormanlık alan, ilin toplam yüzölçümünün % 2'sini kaplarken, son yıllardaki çalışmalar sonucu bu oran % 3.7'ye çıkmıştır. Karasal iklim özelliği nedeniyle, kendiliğinden doğal örtüye kavuşamayan il, ancak ağaç dikimi ve bakımı yoluyla orman alanlarına kavuşabilecektir. Çiçekdağının kuzey kesimleri ile Akçakent ilçesi çevresinde meşe, karaçam ve sedir ağaçlarından oluşan ormanlar bulunmaktadır. Bu ormanlar bozuk koru ve baltalık niteliğindedir. İl sınırları içinde yer yer çalılıklara da rastlanmaktadır. İlde aşırı hayvan otlatma ve doğal otlakların zamanla tarlaya dönüştürülmesi, alfa otu ve püsküllü çayır gibi otsu türlerin azalmasına, bunun yerine çoban yastığı ve geven türlerinin çoğalmasına neden olmuştur. İl alanını çeşitli yönlerden parçalayan akarsu vadilerinde kavaklıklar ve meyve bahçeleri vardır. Platolarda ise, tek yıllık çayır otları dışında bitki örtüsü yoktur. Son yıllarda ildeki bozuk nitelikli ormanlar bakıma alınarak, koruya dönüştürülmesine ve yerleşim alanlarının çevresinde ormanlar oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu amaçla 1965 yılında kurulan Fidanlık Şefliği, 1967 yılında Orman Fidanlık Müdürlüğü haline getirilerek, ilin fidan ihtiyacını karşılamaya başlamış, bugün de çalışmalarını sürdürmektedir. Fidanlık Müdürlüğü, 1966 yılından itibaren yaklaşık 46 milyon fidan üretimi yaparak, bunun bir kısmı ile il ihtiyacını karşılamıştır. Orman Bakanlığına bağlı Ağaçlandırma Şefliği ve Başmühendisliği tarafından, 1977 yılından 1997 yılı sonuna kadar Kırşehir'de 3400 hektar alana yaklaşık 7 milyon adet fidan dikimi yapılmıştır. 1998 yılı programı içerisinde, Kervansaray mevkiinde 600 hektar alana 1.200.000 adet fidan dikimi gerçekleştirilecektir. Orman Fidanlık Müdürlüğü, modern kavakçılığın gelişimi için de çalışmalar yapmıştır. Fidanlıkta, karaçam, sedir, kavak dışında, akça ağaç, dişbudak ve süs bitkileri de yetiştirilmektedir. ilimizde ormanlık alan toplam 24.591 hektardır. Bu ormanlar, karaçam, sedir ve kavaktan oluşan Prodüktif Koru, karaçam ve sedirden oluşan Bozuk Koru ile meşelerden meydana gelen Baltalıklardır. Orman alanı büyüklüğü bakımından ilin ilçelere göre dağılımı dikkate alındığında, Akçakent ön sırada yer alırken, bunu sırasıyla, Çiçekdağı, Merkez ilçe, Kaman ve Mucur takip eder. Mevcut ormanların bakımı ve işletmesi, Kırşehir Orman işletme Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. TOPRAKLAR Kurak ve tektonik bir bölgede yer alan Kırşehir'de, toprak özellikleri, iklim ve ana maddeye bağlı olarak değişiklikler göstermektedir. ildeki ana toprak grupları ve özellikleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir. Kırşehir il alanının çok büyük bir bölümü kahverengi topraklarla kaplıdır. Pekişmemiş kireçtaşları üzerinde bulunan kahverengi topraklar, kurak Orta Anadolu kuşağının da yaygın toprak türüdür. Çiçekdağı'nın kuzeybatısı ile güneyinde kalan platolar ve Kaman'ın güneybatısı ile Merkez ilçe'nin güneyi kırmızı-kahverengi topraklarla kaplıdır. Çiçek dağının 1000 m.yi aşan kesimlerinde genellikle kahverengi orman toprakları görülür. Bunlar organik madde bakımından zengin, olgun topraklardır. Bu topraklar üzerinde yer yer orman görülür. Orman örtüsünün seyreldiği yerlerde erozyon şiddetlidir. Dağın güney kesiminde, orman topraklarının altında kalan yükseltiler kestane renkli topraklarla kaplıdır. Çiçekdağı ilçesinin batısında Bayındır-Boyacık kasabaları arası ve Kaman'ın güneyinde kalan alanın bir bölümü kireçsiz kahverengi topraklarla örtülüdür. Bu tür topraklar kuru tarıma elverişlidir. İlde Seyfe gölünün kuzeyi, batısı ve güneyi ile Kırşehir Kılıçözü ve Delice ırmak vadileri, alüvyon topraklarla kaplıdır. Bu topraklar, akarsuların çevreden getirdiği ve organik madde bakımından zengin, koyu renkli topraklardır. Ayrıca, vadi tabanlarında az da olsa alüvyon topraklarla geçişli olarak kolüvyal topraklar da vardır. Bu topraklar her tür bitkinin yetişmesine elverişlidir. Kırşehir'de bu ana toprak grupları dışında, Merkez ilçe-Kaman arasını dolduran Baran dağının yüksek kesimlerinde çıplak kayalıklar ve Seyfe gölünün çevresinde tuzluluğa bağlı olarak ortaya çıkan çorak topraklar vardır. Bu tür toprakların tarımsal bir değeri yoktur. Bütün olarak değerlendirildiğinde il alanının, kullanım durumuna göre, arazi varlığı şöyledir: Ekili, dikili alanların toplamı % 68.2'dir. Bunun % 40'ınl tarla ürünleri ekim alanı, % 25.3'ünü nadas alanı, % 2.6'slnl bağ, bahçe ve % 0.3'ünü de tarıma elverişli olup, kullanılmayan arazi oluşturur. ildeki çayır ve mera alanları % 19.9, orman alanı % 3.7 ve . tarıma elverişli olmayan alan ise % 8.2 dir. YERALTI KAYNAKLARI Kırşehir'de çeşitli madenler bulunmasına karşılık, bunlar ekonomik nitelikte değildir. ilde en önemli madenler demir, flüorit, mermer ve tuzdur. Demir yatakları Merkez ve Kaman ilçelerinde bulunmaktadır. Flüorit yatakları, Merkez, Çiçekdağı ve Kaman ilçelerinde olup, Kaman ve Çiçekdağı ilçelerindeki flüorit damarlarının bir bölümünde zaman zaman üretim yapılmıştır. Merkez ilçe, Kaman ve Mucur dolaylarında Oniks denilen mermer yatakları bulunmaktadır. Bu yataklardan zaman zaman üretim yapılmaktadır. Kırşehir'de ekonomik açıdan önem taşıyan doğal kaynaklardan biri de tuzdur. İldeki en zengin tuz yatakları, Tepesidelik ve Sekili'de bulunmaktadır. Çiçekdağı ilçesindeki 60.000 ton rezervli linyit yatakları, ancak yerel gereksinimini karşılayacak boyuttadır. Tuğla-Kiremit hammaddesi ise Çiçekdağı ve Akçakent ilçelerinde bulunur. Kırşehir'de sayılanların dışında, amyant, antimon, alüminyum, altın, bakır, boraks, baryum, çinko, grafit, gümüş, krom, kurşun, kuvarsit, manganez, mika, taşkömürü, uranyum, volfram, kükürt ve zımpara taşı gibi madenler de mevcuttur
-
KIRŞEHİR Kırşehir 1867 yılında bucak, 1869 yılında ilçe, 1870 yılında sancak olmuş, Avanos, Keskin ve Mecidiye (Çiçekdağı) ilçeleri Kırşehir'e bağlanmıştır. 1921 yılında bağımsız mutasarrıflık, 1924 yılında il olan Kırşehir'e Avanos, Çiçekdağı, Hacıbektaş, Mucur ilçeleri bağlanmıştır. 1944 yılında ilçe olan Kaman, Kırşehir'e bağlanmıştır. 20 Temmuz 1954 tarihinde 6429 sayılı kanun ile Nevşehir il, Kırşehir'de Nevşehir iline bağlı bir ilçe haline getirilmiş Çiçekdağı ilçesi Yozgat'a, Kaman Ankara'ya, Hacıbektaş, Mucur ve Avanos da Nevşehir'e bağlanmıştır. 01 Temmuz 1957'de kabul edilen 7001 sayılı kanunla Kırşehir tekrar il haline getirilmiş, yeni ile Yozgat'ın Çiçekdağı, Ankara'nın Kaman ve Nevşehir'in Mucur ilçeleri bağlanmıştır. TARİHTE KIRŞEHİR KIRŞEHİR'İN ADI Kırşehir tarihi, Hititler dönemi ile anılmaya başlar. Fakat, ilin adının o zaman ne olduğu henüz bilinmemektedir. İlin bir ara Aquae Saravenas (Akova-Saravena) adıyla (M.Ö.2.yy.) bilindiği anlaşılmıştır. Önceleri Makissos (Macissus) adıyla anılan kent, İmparator I. Jüstinianos devrinde (527-568) yeniden kurulmuş ve Jüstinianopolis diye anılmaya başlamıştır. Uçsuz bucaksız kırın ortasında yükselen bu kente Türkler "Kır şehri" adını vermişlerdir. Kır şehri zamanla halk dilinde "Kırşehir" oldu. Bu gün bile bazı köylerinde yaşayan halk, burasını Kır şehri diye anar. Kırşehir ismi Türkçe'dir. Bir rivayete göre de Timur'un Anadolu'ya gelişinde kendisine karşı koyan burada yaşayan halkı göstererek "kırın şehri" dediği, daha sonra bunun Kır şehri olarak değiştiği ve bu günkü ismini aldığı da söylenmektedir. KIRŞEHİR'İN TARİHİ 1 - Tarih Öncesi Çağda Kırşehir (Tunç Dönemi M.Ö. 3000-2000) Kırşehir ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılarda Kırşehir'in tarih öncesi çağda,özellikle Tunç çağı döneminin etkisi altında kaldığı görülüyor. 1943'te Hashöyük kazılarında ilk Tunç çağı'na ait beş-altı tabaka tespit edilmiştir. Bu tabakalarda taş ve ker**** yapı temelleri, siyah renkli seramik parçaları, çömlek ve çanaklar bulunmuştur. Bu kalıntılar bölgede ilk Tunç çağı döneminin (M.Ö. 3500-2000) yaşandığını açıklar. Hashöyük ve şehir merkezindeki Kale'de başlayan kazı çalışmaları ile Kaman'a bağlı Çağırkan kasabasında yapılan kazılardan yeni bilgiler de elde edilebilir. Çağırkan kasabası yakınında bulunan Kalehöyük'ün tarihinin M.Ö. 1750-600 yıllarına kadar uzandığı sanılmaktadır. Kazılar sonunda 25 metre yüksekliğindeki höyük ve buradan çıkarılan iki büyük küp ve diğer buluntular, yörenin tarih öncesi dönemini aydınlatır. Kırşehir'in kuruluşunu, ilk çağlarda Anadolu'yu kuzey-batıdan, güney-doğudan bir baştan bir başa kesen eski ve işlek bir anayolun ortasında bir durak ve yerleşme yeri olmasında, Asya'dan Avrupa'ya giden önemli karayolları üzerinde bulunuyor olmasında, ayrıca Kapadokya bölgesine de yakın olmasında arayan bilim adamları olmuştur. 2 - Hitit Dönemi (M.Ö. 1850-1200) Kırşehir Hititler'in yerleşim yeri olan Kızılırmak yayı içinde olduğundan, Hititler döneminin Kırşehir'de yaygın bir şekilde yaşandığı kesindir. Kalehöyük'te yapılan kazılarda yerleşim alanının en alt tabakasını Hitit döneminin teşkil ettiği ortaya çıkmıştır. Bu kazılar sırasında erken ve geç Hitit çağlarına ait kalıntı ve eserler gün ışığına çıkarılmıştır. Resmi veya saray yapılarına ait olduğu ,sanılan duvar temelleri ile mühürler, takılar, seramik mutfak eşyaları ve Hitit çapına ait çivi yazılı bir tablet parçası da bulunmuştur. Kırşehir'e bağlı Sevdiğin Köyü'nün 10 km. kadar kuzeydoğusunda bir Hitit Prensi'nin adının geçtiği yazılı taş blok bulunmuştur. Bu taş blokun bir yol işareti olduğu ve yakınlarından Hitit dönemine ait bir yolun geçtiği sanılmaktadır. Kırşehir'de Hitit dönemi tarihi için önemli bir belge olan ve "Malkayası" olarak bilinen bir yazıt bulunmuştur. Prof. Dr. H. Th. Bossert bu yazıtı incelemiş ve bunun bir yol levhası olduğunu açıklamıştır. Malkayası yazıtının bir yol levhası olması Kırşehir'in de Hattuşaş’tan güneye inen yol üzerinde bulunması ilin Hititler döneminde önemli bir merkez olduğunu açıklar. Bunun dışında yine Hitit döneminden kalma önemli bir eser de Öküztaşı olarak bilinen Hitit Sunağı'dır. Bu sunak, üzerinde bir adak havuzunun yer aldığı kare prizma bir gövde de iki öküz başının bulunduğu bazalt taşından yapılmıştır. 1950'de yapılan Merkez Kalehöyük'deki araştırmada Hitit dönemine ait çanak çömlek parçaları bulunmuştur. M.Ö. 1600'lerden M.Ö. 1200'lere değin Hititlerin yaşadığı bu yöre M.Ö. 675'e kadar Frig'lerin yönetimi altına girmiştir. 3 – Frig Dönemi Hititlerin zayıflayıp gücünü yitirmesi üzerine yöreye Frigler hakim olmuştur. Kızılırmak ve Tuz Gölü'ne kadar sınırlarını genişleten Frigler, M.Ö. 1200'den itibaren başta Batı ve Orta Anadolu olmak üzere geniş bir alana yayılmışlardır. Kimmerler Frigler'i yenilgiye uğratınca Lidyalılar Anadolu'nun batı kısımlarını ele geçirdiler ama Kırşehir'e kadar ilerleyemediler. Kırşehir daha sonra M.Ö. VIl.yy.da Medlerin egemenliğine sonra da Persler'in egemenliğine girmiştir. 4 - Pers Dönemi (M.Ö 546-332) Med Devleti, M.Ö. 550'de Persler tarafından yıkılmış ve ardından Anadolu Pers hakimiyetine girmiştir. Kırşehir, Perslerin Katpotukya (Kapadokya) yani "Güzel Atlar Ülkesi" adını verdikleri bölgenin batısında yer alıyordu. Persler, vergi yoluyla yöreye hakim olmuştur. Yöre halkı ise, ağır vergiler altında ezilince çeşitli kaleler yapmak zorunda kalmıştır. Kırşehir ise bu çabaya girmemiştir. Çünkü toprakları çok kıraçtı. Persler ise M.Ö. 334'de Büyük İskender'in ordusuna yenildiler ve Makedonlar Kırşehir'i ele geçirdiler. Yöre halkının ayaklanmasından sonra Kapadokya kralı olarak M.Ö. 332'de Ariarates bağımsızlığını ilan etmiştir. 5 - Kapadokya Krallığı Dönemi (M.Ö. 333-M.S. 18) Kapadokya (Kappadokia) krallığı M.Ö. 333'de kurulmuştur. Bu krallık döneminde Kırşehir ve yöresi yoğun bir baskı yaşamıştır. Komutan Evmenes ve Antipatos dönemleri ise bu kişlerin Kapadokya bölgesini ele geçirme istekleri yüzünden savaşlarla geçmiştir. Ariarates öldü. Büyük iskender'in ordusunu yenilgiye uğratan ii. Ariarates ise Kırşehir'in kuzeyine egemen olmayı başarmıştır. Daha sonra bu bölge toprakları Orta Avrupa'dan Galat (Kelt) topluluklarının akınına uğramıştır. (M.Ö. 220-163) M.Ö. Il.yy. sonlarında Pontus Kralı Mithradaset buraları denetimine almıştır. Bu dönemde yöre "Aquaesaravenea" adıyla anılıyordu. 6 - Roma Dönemi (M.S. 18-395) Kapadokya, Roma eyaleti haline geldikten sonra yörede Hristiyanlık hızla yayılmaya başlamıştır. (3.yy.) Buna karşılık Roma İmparatoru'nun desteklediği puta tapan rahiplerle Hristiyanlar arasında büyük bir mücadele olmuştur. Kapadokya bölgesinde III. ve IV. yy.lara ait Hristiyanların sığınmak ve korunmak amacıyla yaptıkları pek çok yeraltı şehri bu sebeple ortaya çıkmıştır. İlimiz ise bu döneme ait; Mucur yeraltı şehri, Dulkadirli inli Murat yeraltı şehri, Aşıkpaşa yeraltı şehri, Kümbetaltı yeraltı şehri gibi on tane yeraltı şehri bulunmaktadır. Kırşehir 395'e kadar Roma'ya bağlı kalmıştır. İlimizdeki höyüklerin bir kısmında Roma dönemine ait çanak-çömlek parçaları ile bu döneme ait sikkeler bulunmuştur. Anadolu Selçuklu Dönemi (1071-1308) 1071 'de Bizans'ı yenilgiye uğratarak Anadolu'yu Türk yurdu haline getiren Türk orduları, Anadolu içlerine kadar yayılarak Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurdular. 1075'de Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Kırşehir'i topraklarına katmıştır. Anadolu'ya ve Kırşehir'e gelen Oğuz boyları, yerleştikleri yerlere genellikle kendi boy, oba ve yer adları ile kişi adlarını da vermişlerdir. Bugün Kırşehir içinde kasaba ve köy adı olarak Oğuz boylarından "Çepni, Bayındır, Buğduz (Büğdüz), Kargın, Yazır, Kınık, Avşar" boylarının adları ile oba, oymak ve diğer Türkçe adlar yaşatılmaktadır. Haçlı seferleri sırasında Orta Anadolu toprakları elden çıkmıştır. Danişmentliler 1120'de Kırşehir'i kendilerine bağlamışlar ve o dönemde Kırşehir "Gülşehir" olarak adlandırılmıştır. 1174'de Kılıçaslan, Kırşehir'i yeniden Selçuklu Devleti'ne bağlamıştır. II. Kılıçaslan 1186'da Türk geleneğine uyarak devletin topraklarını on bir oğlu arasında paylaştırınca Kırşehir, Muhiddin Mesud'a düşmüştür. Kardeşi Rukneddin Aslan Konya'yı ele geçirdikten sonra Ankara ve Kırşehir'i de kendine bağlamıştır (1203). 1220'de Alaaddin Keykubat Mengücekler'in Kemah koluna son vermiş, Mengücek boylarından Muzaffer Muhammed'e Şebinkarahisar'ı kan dökmeden teslim ettiği için Kırşehir'i tımar olarak vermiştir. Kırşehir bu dönemde imar edilmiş ve bir kültür kenti haline getirilmiştir. Moğol istilası döneminde Kırşehir, Moğol ordularının yaylak ve kışlağı durumunda idi. Kırşehir Muzaffer Muhammed'e verildikten sonraki dönemde Baba ishak çevresinde toplanan Türkmen boylarının silahlanması üzerine Selçuklu Sultanı II. Gıyasettin Keyhüsrev 60.000 kişilik bir orduyu yardıma çağırmıştır. Selçuklu ordusu Türkmenleri ve başında bulunan Baba İshak'ı Kırşehir'in Malya ovasında yenilgiye uğratmıştır (1240). 1243 Kösedağ savaşından sonra Moğollar Anadolu'yu kesin bir şekilde hakimiyetIeri altına aldılar Sultan II. Keyhüsrev, Şemseddin İsvahhani'yi Moğol sultanı Batuhan'a elçi göndermiş, anlaşma yapılmasını sağladığı için o Kırşehir ita amirliği ile subaşılığına getirilmiştir. IV. Kılıçaslan zamanında Caca oğlu Nureddin, 1262'de Kırşehir' subaşısı olmuştur. İl onun zamınında çok gelişmiş, bayındır bir il haline gelmiştir. Caca oğlu Nureddin Bey güvenlik ve barışa önem vermiştir. İlde Cacabey Medresesi ve külliyesini kurmuştur. Memluk Sultanı Baybars 1277'de Anadolu'ya gelerek Elbistan'da Moğolları yenilgiye uğratmış, Selçuklu ordusunun bir bölümü bu savaş sırasında Memluklular'a katılmıştır. Cacabey de, kardeşi ile Mısır Memluk Sultanı Baybars'a esir düşmüştür. Baybars, esirleri serbest bırakınca Cacabey Kırşehir'e dönmüştür. Cacabey, Türk halkını koruması, yüksek bir ahlaka sahip olması özü-sözü pek biri olması dolayısıyla Anadolu'da çok sevilmiştir. Öz Türkçe konuşup Türk kültürünün ve eserlerinin Kırşehir ve Anadolu'ya yayılmasına öncülük etmiştir. Cacabey XIII.yy.da Anadolu'da yaşamış olan diğer Türk büyüklerinden Hacı Bektaşi Veli, Mevlana Celalettini Rumi ile de görüşmüş, hatta onların övgülerine bile mazhar olmuştur. Nureddin Cacabey'in 1272'de Kırşehir'de kurmuş olduğu Cacabey Medresesi onun adını ebedileştirmiştir. Bu medrese aynı zamanda bir rasathane idi. Batı Türkistan'da Uluğ Bey'in rasathanesine ise Selçuklular zamanında Kırşehir Cacabey rasathanesi de o derece önemli idi. Bugün cami olarak kullanılan bu medresenin dış köşelerinde sütunlar, uzay araçlarına benzetilmektedir. Cacabey medresesinde eğitim tamamen Türkçe idi. Türk dilinin Fars kültürü içinde erime tehlikesi altında bulunduğu sırada Cacabey, bir kurtarıcı olarak Türklüğ'ü ayakta tutmuştur. Bu sebeple Ahi Evran, Aşıkpaşa, Hacı Bektaşi Veli, Ahmet Gülşehri gibi alim ve şairler eserlerini öz Türkçe yazmışlardır. Bu nedenle Türk tarihinde Cacabey'in önemi büyüktür. Cacabey, Rum tekfurları ile yaptığı bir çarpışmada şehit düşmüştür (1301). Türbesi Cacabey Medresesi yanındadır. Selçukluların başına II. Mesut'un geçtiği dönemde İlhanlı komutanı Baycu Noyan, Anadolu'da bağımsız davranıyordu. Malya ovasında 300.000 kişilik bir ordu Baycu Noyan'ı yenilgiye uğratmıştır. Bundan sonra Kırşehir ve çevresi yakılıp, yıkılmıştır. Ülke dörde ayrılmış; Kırşehir ve yöresi Şerafettin Osman'a bırakılmıştır. Yöre halkı bu dönemde vergilerin ağırlığından bunalmıştır. 1317'de İlhanlı hükümdarının kardeşi Timurtaş Anadolu'da düzeni sağlamış ve 1322'de bağımsızlığını ilan etmiştir. Timurtaş, Anadolu karışınca Memlükler'e sığınmıştır. 9 . Beylikler Dönemi Kırşehir 1365'de Eretna Beyliği'nin hakimiyetine girmiştir. 1381 'de Kırşehir yöresinde yaşayan Tatar boylarından Samağarlılar, Türkmenler'in otlaklarına saldırdıklarını iddia edince, Kadı Burhanettin, Emir Pir Ali ile Seyidi Hüssam komutasında bir ordu göndererek Türkmenler'i cezalandırmıştır. 1389'da Mürüvvet Bey, Kırşehir'i ele geçirerek Kadı Burhanettin'e vermiştir. 1389'a gelindiğinde Yıldırım Beyazıd, kendisine karşı ittifak kuran Kadı Burhanettin ile Candaroğlu Süleyman Paşa üzerine yürümüştür. Kadı Burhanettin savaşmak istemediğinden Kırşehir yöresine çekilmiştir. Kırşehir Valisi Adil Şah'ın teklifiyle kentin surlarını onartmıştır. Timur'un 1394'de Anadolu'ya geldiği sırada, onu destekleyen Karamanoğulları Kırşehir'e saldırarak, şehri yağmalamışlardır. 1396'da Timur'un geri dönmesi üzerine Kadı Burhanettin, Karamanoğulları'nın üzerine yürüyerek onları cezalandırmıştır. Kadı Burhanettin öldürülünce Kırşehir halkı şehri Yıldırım Beyazıd'a vermiştir. Bu sıralarda Beyazıd'a sığınan Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf, kendisini Timur'a teslim edileceğinden endişe edince Kırşehir ve çevresini yağmalamıştır. Timur 1402'de Ankara savaşında Yıldırım'ı yenmesi üzerine Kırşehir, Karamanoğullarına verilmiştir. Anadolu'da Fetret Devri (1402-1413) yaşanırken Karamanoğlu Mehmet Bey, Çelebi Mehmet'ten yardım istemiştir. Şimdiki Çayağzı kasabasında Cemele kalesinde görüşmüşlerdir. Karamanoğulları ve Dulkadiroğulları'nın saldırısına uğrayan, yağma edilen ve zamanla eski canlılığını yitiren Kırşehir, II. Murat döneminde (1402-1451) Osmanlılar'a kesin olarak bağlanmıştır. 10 - Osmanlı Dönemi Anadolu'da Osmanlı egemenliğinin kesin olarak kurulmasından yani Fatih Sultan Mehmet'in Anadolu Türk birliğini sağlamasından sonra Kırşehir'de Celali isyanları dışında XIX.yy.ın sonlarına kadar kayda değer önemli olaylar görülmez, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda Ahiliğin büyük rolü olmuş, düzenli ordunun yani Yeniçeri Ocağı'nın kuruluşu sırasında Hacı Bektaş Veli'nin etkileri görülmüştür. Yeniçeriler Hacı Bektaş'ı "Pir" olarak kabul etmişlerdir. Katip Çelebi Seyahatnamesinde; Kırşehir için, havası güzel bir sahrada kurulduğunu, üzerinde bir kalesi olduğunu yazmaktadır. 1527'de Hacı Bektaşi Veli'nin torunlarından Kalender Çelebi Ankara-Kayseri yöresinde ayaklanmıştır. Bu ayaklanma büyüyünce Kanuni Sultan Süleyman, Sadrazam İbrahim Paşa komutasında bir orduyu 1528'de Kırşehir yöresine yollamıştır. 1560'lı yıllara gelindiğinde Anadolu'da yoğun bir kargaşa daha yaşanmıştır. Halkı zorla soyan Hakibe Sührap adlı eşkıyaları cezalandırmak için Kanuni Kırşehir beyi Memiş Bey'e emir vermiştir. Fakat durum, yani halktan zorla vergi toplandığı Kırşehir kadısının İstanbul’a gönderdiği mektuplardan anlaşılmaktadır. 1580'de Kırşehir'de bazı medrese öğrencilerinin ayaklandığı görülmüştür. Bu öğrencileri cezalandırmak için Çıkartılan ferman, bazılarının işine gelmiş, bunları fırsat bilen bir kısım görevliler halka zulmetmeye başlamıştır. 1584'de bu ayaklanmayı bastırmak için gönderilen Mısır valisi Şehzade Mehmet'in adamları bir çete oluşturarak Kırşehir'deki köyleri basmıştır ve suçsuz insanları öldürerek mal ve paralarına el koymuşlardır. 1604-1605'de Hızır isimli bir eşkıya 500-600 kişilik bir güç ile Niğde ve Kırşehir sancaklarını istila edip, yağmalamıştır. Onun öldürülmesinden sonra yerine geçen Bıyık Ali'de, Kuyucu Murat Paşa'nın Celali isyanlarını bastırmak için çıktığı sefere kadar, bölgede zulüm ve baskısını sürdürmüştür. Yine ünlü Celalilerden Tavıl Ahmet Paşa'nın kardeşi olan Meymun, çevresine topladığı 7.000 kişi kadar bir kuvvetle Kırşehir ve çevresini talan etmiştir. Kuyucu Ahmet Paşa, Meymun ve adamlarını yenilgiye uğratarak öldürmüştür (1607). Devlet otoritesinin zamanla zayıflaması "ayanları" ortaya çıkarmıştır. Ayanlar Kırşehir ve dolaylarında da etkili olmuştur. Bunlardan Çapanoğulları Kırşehir'de de etkili olmuştur. Devlet ise, ülke düzeninin sağlanması ve asker toplanmasında ayanlardan yardım istemek zorunda kalmıştır. 1797 sonunda Vidin ayanı Paspanoğlu Osman ayaklanınca, devlet Çapanoğlu Süleyman Bey'den yardım istemiştir. O da Kırşehir ve yöresinden asker toplamıştır. 1799'da Fransızları Mısır'dan çıkarmak için yapılan hazırlıklar sırasında Çapanoğlu Süleyman Bey'in 1866'da başlayan Osmanlı-Rus savaşına asker göndermesine karşılık, II. Mahmut, Süleyman Bey'e 1808'de Şarkikarahisar sancağı, 1810'da Kayseri sancağı mütesellimliğini, 1811 'de Kırşehir sancağı mütesellimliğini vermiştir. Kırşehir XIX.yy. ortalarında önemini yitirmiş ticaret yolları üstünde küçük bir durak yeri haline gelmiştir. Bu sıralarda nüfusu yaklaşık 3500 kadardır. Yüzyılın sonlarına doğru Ankara iline bağlı sancak merkezi halindeki şehrin nüfusu 8.462 olarak gösterilmektedir. Kırşehir kazası merkez kazadır. 185 köy Kırşehir'e bağlıdır. Bu dönemde Kırşehir'de 4 medrese, 1 idadi, 1 rüştiye, 2 iptidaiye, mahalle ve köylerde 25 sıbyan mektebi ve 1 Ermeni mektebi vardır. 1603 ev, 10 han, 600 dükkan, 6 kahve, 25 cami, 19 mescit, 1 kilise, 1 kışla 1 depo, 1 cephanelik bulunmaktadır. İdadi mektebi 1889'da yapılarak eğitime açılmış, 1903'de bir tadilat gördüğü belirtilmektedir. Osmanlının ilk dönemlerinde Kırşehir, Karaman eyaletine bağlı bir sancak durumundadır. 1867'de sancak haline gelmiştir. 1902'de Ankara'ya bağlı bir sancak olan Kırşehir'e Avanos, Keskin ve Çiçekdağı ilçelerinin bağlı olduğu görülmektedir. Kırşehir 1874'de büyük bir kıtlıkla karşılaşmıştır. 15 Mayıs 1874'de İstanbul’da yayınlanan Basiret Gazetesi, Kırşehir'den gönderilen mektuplara dayanarak; köylünün,kıtlıktan ölmüş hayvan, ağaç kabuğu ve ayrık otu yemek zorunda kaldığını yazmaktadır. 11 - Yakın Tarih Döneminde Kırşehir Kırşehir 1921 'de bağımsız mutasarrıflık haline gelmiştir. Cumhuriyet döneminde il merkezi olmuştur. 1924'te Kırşehir'e; Avanos, Çiçekdağı, Hacıbektaş ve Mucur bağlanmıştır. 1944'de Kaman da ilçe haline gelince, Kırşehir'in ilçe sayısı beş olmuştur. 20 Temmuz 1954 tarih ve 6429 sayılı kanun, Nevşehir'i il, Kırşehir'i de ona bağlı bir ilçe haline getirmiştir. Çiçekdağı Yozgat'a, Kaman Ankara'ya, Hacıbektaş, Avanos ve Mucur ise Nevşehir'e bağlanmıştır. 1 Temmuz 1957'de çıkarılan 7001 sayılı kanunla Kırşehir yeniden il olmuştur. Bu yeni düzenlemede Kırşehir'e Çiçekdağı, Kaman ve Mucur bağlanmıştır. Hacıbektaş ve Avanos ise Nevşehir'e dahil edilmiştir. Akpınar (1987), Akçakent (1990), Boztepe (1990) yılında Kırşehir'in yeni ilçeleri olmuştur. Halen Kırşehir'e bağlı yedi ilçe vardır.
-
Peri bacaları nın Oluşumu KAPADOKYA'NIN KONUMU Roma İmparatoru Augustus zamanında Antik Dönemyazarlarından Strabon Kapadokya Bölgesi'nin sınırlarını güneyde Toros Dağları, batıda Aksaray, doğuda Malatya ve kuzeyde Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzanan geniş bir bölge olarak belirtir. Bu günkü Kapadokya Bölgesi Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir illerinin kapladığı alandır. Daha dar bir alan olan kayalık Kapadokya Bölgesi ise Uçhisar, Göreme, Avanos, Ürgüp, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden ibarettir. VOLKANLARIN PATLAMASI VE JEOLOJİK OLUŞUM Kaya yapısı: Kapadokya Bölgesi'ndeki Erciyes, Hasandağı ve Göllüdağ jeolojik devirlerde aktif birer volkandı. Bu volkanla birlikte diğer çok sayıdaki volkanların püskürmeleri Üst Miyosen'de ( 10 milyon yıl önce) başlayıp, holosen'e (Günümüze) kadar sürmüştür. Neojen gölleri altındaki yanardağlardan çıkan lavlar, platoda, göller ve akarsular üzerinde 100-150m. kalınlığında farklı sertlikte tüf tabakasını oluşturmuştur. Bu tabakanın bünyesinde tüften başka tüffit, ignimbirit tüf, lahar, volkan külü, kil, kumtaşı, marn aglomera ve bazalt gibi jeolojik kayaçlar bulunmaktadır. Ana volkanlardan püsküren maddelerle şekillenen plato, şiddeti daha az küçük volkanların püskürmeleriyle sürekli değişime uğramıştır. Üst Pliosen'den başlayarak başta Kızılırmak olmak üzere akarsu ve göllerin bu tüf tabakasını aşındırmaları nedeniyle bölge bugünkü halini almıştır. Peri bacaları nasıl oluştu: Vadi yamaçlarından inen sel suşarının ve rüzgarın, tüflerden oluşan yapıyı aşındırmasıyla "Peribacası" adı verilen ilginç oluşumlar ortaya çıkmıştır. Sel sularının dik yamaçlarda kendine yol bulması, sert kayaların çatlamasına ve kopmasına neden olmuştur. Alt kısımlarda bulunan ve daha kolay aşınan malzemenin derin bir şekilde oyulması ile yamaç gerilemiş, böylece üsy kısımlarda yer alan şapka ile aşınmadan korunan konik biçimli gövdeler ortaya çıkmıştır.. Bu durum, peri bacalarının oluşumunda, rüzgar etkisinden çok yagmur sularının yüzeydeki akışının daha önemli oldugunu ortaya koymaktadır. Yağmur sularının bu denli etkili ve güçlü yüzey akıntısı olarak gelismesine ise en önemli etken bitki örtüsünün azlıgı ve tüflerin geçirimsiz olmasıdır. Daha çok Paşabağı civarında bulunan şapkalı peribacaları konik gövdeli olup, tepe kısımlarında bir kaya bloku bulunmaktadır. Gövde tüf, tüffit ve volkan külünden oluşmuş kayaçtan; şapka kısmı ise lahar ve ignimbirit gibi sert kayaçlardan oluşmaktadır. Yani şapkayı oluşturan kaya türü, gövdeyi oluşturan kaya topluluğuna oranla daha dayanıklıdır. Bu peribacasının oluşumu için ilk koşuldur. Şapkadaki kayanın direncine bağlı olarak, peribacaları uzun veya kısa ömürlü olmaktadır. Ayrıca şapka kaya, zayıf tüfün erozyonunu geciktirerek peri bacalarının yüksekligini kontrol eder. Peri bacalarının çapları ise 1 m ile 15 m arasında değişmektedir. Çatlak aralığının 1 m'den küçük olması veya 15 m'den büyük olması durumunda ise peri bacası gelişimi gözlenmemektedir. Kapadokya Bölgesi'nde erozyonun oluşturduğu peribacası tipleri; şapkalı, konili, mantar biçimli, sütunlu ve sivri kayalardır. Peribacaları en yoğun şekilde Avanos - Uçhisar - Ürgüp üçgeni arasında kalan vadilerde, Ürgüp Şahinefendi arasındaki bölgede Nevşehir Çat kasabası civarında, Kayseri Soğanlı vadisinde ve Aksaray Selime köyü civarında bulunmaktadır. Peribacalarının dışında vadi yamaçlarında yağmur sularının oluşturduğu ilginç kıvrımlar bölgeye ayrı bir özellik katmaktadır. Bazı yamaçlarda görülen renk armonisi lav tabakalarının ısı farkından dolayıdır. Bu oluşumlar Uçhisar, Çavuşin, Güllüdere, Göreme, Meskendir, Ortahisar Kızılçukur ve Pancarlı vadilerinde gözlenir.